28 Haziran - 4 Temmuz 2009
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI
YAPAN İKİ KİŞİ YAKALANDI
Denizli'de tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia
edilen 2 kişi gözaltına alındı.
Denizli İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Bozkurt
İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla N.A. (28)
ve H.G'nin (43) ev ve iş yerlerine baskın düzenledi.
Yapılan aramalarda, 1 sikke kataloğu, 1 elektroliz
düzeneği, 16 kalıp, 1 tabanca, 1 havalı tüfek, 16 av
tüfeği fişeği, 73 gümüş sikke, 5 altın sikke, 7
bilezik, 2 şamdan, 1 çanak, 5 gümüş takı, 4 süs
eşyası, 2 yüzük, 1 bakır yüzük ve 1 bronz sikke ele
geçirildi.
Tarihi eserlere el konulurken, N.A. ve H.G'nin
çıkartıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakıldığı bildirildi.
Haber Ekspres,
04.07.2009
|
İSTANBUL NASIL KURTULUR:
KORU, SEV VE ÇOK ÇALIŞ

UNESCO, İstanbul'un
kültür mirasının korunmadığını belirterek kentin
Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılmaması için
yöneticilere bir yıl ek süre tanıdı Uzmanlar ise
"İstanbul'un kurtulması zor" diyor ancak umutsuz
değiller. Acil eylem planı, kurumların eşgüdümü ve
çalışmanın önemine dikkat çekiliyor.
Birleşmiş Milletler, UNESCO (Birleşmiş Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) Dünya Mirası
Komitesi'nin, İstanbul'u Dünya Mirası Listesi'nden
çıkarmamak için 1 yıl süre tanıması, "Bu sürede
İstanbul nasıl kurtulur?" sorusunu akıllara getirdi.
İspanya'daki toplantıda UNESCO Dünya Mirası
Komitesi, Osmanlı döneminden kalma ahşap yapıların
korunması, Sulukule, Sultanahmet'teki Four Seasons
Oteli'ndeki ek inşaat, Haliç'teki metro köprüsü
inşaatı ve İstanbul'un master planı uygulamalarına
dikkat çekti ve bunların kentin kültür mirasını
tehdit ettiği değerlendirmesinde bulundu. Şehir
planlamacıları, "Eğer bilimsel özerkliği olan
kurumlar atanır, hamle yapılabilirse bir şans var"
derken, İstanbul'u en iyi tanıyan Topkapı Müzesi
Müdürü ve Tarihçi Prof.Dr. İlber Ortaylı, "Ben şans
görmüyorum" demekle yetindi. Uzmanların görüşleri
şöyle:
Erhan Demirdizin (İstanbul Şehir Plancıları Odası
Başkanı): Bu 1 yıl içinde hükümetimizle, Kültür
Bakanımızla, Büyükşehir Belediyesi, ilçe
belediyeleri ile bir adım atılırsa, hamle olur. Alan
yönetimi ve koruma kurulu yönetimleriyle bilimsel
özerkliği olan bir kurul oluşturulursa, siyasi
etkiler azaltılırsa hamle yapabiliriz. Böylece
İstanbul'u kurtarabiliriz. Zaten UNESCO da bir yıl
içinde her şeyi yapmamızı beklemiyor. Dünya
standartlarında bir başlangıç yapmamızı bekliyor.
UNESCO'nun İstanbul için uzun bir listesi var.
Örneğin Sulukule'de geri dönüş olur mu? Ben
kaygılıyım.
Ahmet Turgut (Eski İstanbul Şehir Plancıları Odası
Başkanı): Bir kere benim kültürel mirasımı korumamı
neden UNESCO söylesin ki? Bunu ben yapmalıyım. 1 yıl
süre vererek, UNESCO iyi niyetli davranmıştır.
UNESCO'yu etkileyen sivil toplum kuruluşları, sivil
inisiyatif oldu. İstanbul mesela 2010 Kültür
Başkenti olmaya hazırlanıyor. İstanbul diğer
başkentlerle, kültürde kıyas kabul etmeyecek kadar
iddialı. Bu bir sinerji yarattı. İstanbul'u
kurtarmak için kurulan ajans parayı çok iyi
harcayarak gereğini yapmalı.
Pınar Özden (İstanbul Şehir Plancıları Odası 2'nci
Başkanı): Uyarı almak bile onur kırıcı. UNESCO'nun
görevlerini yerine getirememişiz. Uyarı almak, kendi
değerlerimize sahip çıkamamış olmak utanç verici. 1
yıllık süre içinde ne kadar yol alabiliriz
bilmiyorum. Çünkü yapılan uygulamalar başlıbaşına
yanlış. Komite Zeyrek'i, Süleymaniye'yi gezdi.
Yanlış işler yapıldığını gördü. Şu noktada
İstanbul'u kurtarabilmek için en iyi şey zirveyi
toplamak. Acil eylem planı hazırlamak. Doğru yola
girmek.
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü ve tarihçi Prof.Dr.
İlber Ortaylı bu konuda umutsuz. Uzmanlığının yanı
sıra tam bir İstanbul aşığı olan Profesör Ortaylı,
"İstanbul'a 'Ne güzel bir şehir ama bir eksik var.
Gökdelenler yok' diyen zihniyetle bu iş çözülemez.
Bu nesil bunu yapamıyor. İstanbul'u kurtarabilmek
için çok çalışmalıyız. Hem de çok. İstanbul için
şans görmüyorum" diyor.
Sabah, Haber: Gül Kireklo, 04.07.2009
|
MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞMA
YAPIYOR

Van'da dün akşam
saatlerinde bir inşaat hafriyatının döküldüğü yerde
ortaya çıkan çok sayıda kemik ve kafatası parçaları
Emniyet Müdürlüğü ve Müze Müdürlüğü'nü harekete
geçirdi.
Olay, dün akşam saatlerinde Cevdet Paşa Mahallesi
Emniyet 4. Sokak'ta hak sahiplerinden aldığı ve
üzerinde eski evlerin bulunduğu alanda konut yapmak
isteyen bir inşaat firmasının 2 gün önce iş
makineleriyle kazı yapması sonucu ortaya çıktı.
Temelden çıkan ve kamyonlarla Şabaniye Mahallesi'nde
bulunan mezarlık arkasında boş araziye dökülen
hafriyat içinde demir parçaları arayan çocuklar,
kafatası ve kemikleri bularak polise haber
vermişlerdi. Kordon altında tutulan bölgede, Olay
Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğü ile
Van Müze Müdiresi Fütuhat Başar'ın incelemesinin
ardından polis sabaha kadar nöbet tuttu. Sabah
saatlerinde Emniyet Müdürlüğü ekipleri ile Van Müze
Müdiresi Fütuhat Başar, bu kez kazı yapılan alanda
bulunan kemikler üzerinde yeni bir inceleme
yaptılar. Daha detaylı incelemenin, Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji
Bölümü'nden gelecek olan antropologların yapacağı
belirtildi.
Konu ile ilgili basın mensuplarının sorularını
yanıtlayan Van Emniyet Müdürü Şükrü Rafet Mert,
Şabaniye Mahallesi'nde hafriyat esnasında eski bir
mezarlık olduğu değerlendirilen bir yerin ortaya
çıktığını ve savcılık ise olaya el koyduğunu
söyledi. Mert, eski mezarlığın olduğunu
değerlendirdikleri yerden şu ana kadar 6 kafatasının
ve insanlara ait kemiklerin çıktığını ifade etti.
Mert, "Bunlara da arkadaşlarımız incelemek üzere el
koydu. Savcımızla birlikte hem müzeden bir yetkili,
hem de bir antropolog orayı inceleyecek. Çıkan
kemiklerde ölüm sebepleri ile ilgili her hangi bir
iz ve emare şu ana kadar bize intikal etmedi. Bayağı
eski bir kemik ve tabii ki deforme olmuş bunlar.
Dolayısıyla bu sonuçlar bize ulaştığında ve tahkikat
bittiğinde size geniş çaplı bir açıklamaya
yapacağız. Buradaki vatandaşlarla görüştüğümüzde
bölgenin eski bir mezarlık olduğunu söylediler"
dedi.
Bir basın mensubunun, "Bazı kafatasları mermi ve
darp izleri vardı, bu bir soykırıma ait bir mezarlık
olabilir mi"? sorusuna ise Mert, "Şimdi bizim öyle
bir şey söylememiz mümkün değil. Çünkü bizim kendi
polislik anlayışımız içerisinde böyle bir şeyi
değerlendirmedik ve görmedik" şeklinde konuştu.
Van Kent Haber,
03.07.2009
|

Gelibolu Yarım Adası Milli Parkı,
Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk Milletinin temelinin
atıldığı ve Ecdadımızın canı pahasına mücadele
vererek bizlere bıraktığı kutsal Topraklardır. Ulu
Önder Mustafa Kemal Atatürk “ Çanakkale zaferini
kazanarak, Vatanı ve Bayrağı uğruna şehit olan
kahramanlarımızın, sizleri beklediği ve her Türk
evladının mutlaka gelip görmesi gereken yegane
yerdir bu topraklar “ diyerek tarif ettiği ve Milli
Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “ Gökten Yıldızları
indirsem yinede bir şey yapabildim diyemem hatırana
“ söylemi ile yücelttiği kutsal bir Milli Parktır.
Son dönemlerde maalesef bu
toprakların yeni nesillere Milli Şuurun verileceği
bir Milli Park olma özelliğinden git gide
uzaklaştırıldığını görmekteyiz.
07.07.2009 Tarihinde Doğa Koruma ve
Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından, Ankara’da
açılacak bir ihale ile 253 Bin şehidimizin yattığı
Tarihi Milli Park, bir rant kapısı haline
dönüştürülmek istenmektedir. Gezi Organizasyonu ve
Milli Park girişi kimlere verilmek üzere
hazırlandığını tahmin ettiğimiz, bir ihale ile
siyasileştirilerek, Türk Milletinin bağları bu
topraklardan koparılmak istenmektedir.
Son yıllarda başka hiçbir Milli
Parkta uygulanmayan, gelen ziyaretçi otobüslerine
5000.-TL – 6000.-TL gibi yüksek rakamlarla ceza
kesmeler, Siper ve Tabyaların üzerinde cay kahve
üniteleri açılmasına izin vermeler, bu bölgenin
yanlış zihniyetler tarafından yönetildiğinin somut
göstergeleridir.
Mevcut İktidar, Savaş dönemi
İngiliz Savaş Bakanı Churchill’in “Türkler Çanakkale
Zaferini kazanarak, bizim bu topraklardaki
hedeflerimizi en fazla 100 yıl geciktirebilirler.”
Sözüne hizmet eden ve 2015 tarihinden önce Şehitler
Diyarımızı Uluslar arası Park konumuna getirmeyi mi
hedefliyor?
Türkiye Cumhuriyetinin ön sözünün
yazıldığı Kutsal Toprakların, bir şirkete verilerek
bir rant kapısı haline dönüştürülmesini şiddetle
kınıyoruz.
Mevcut AKP iktidarında, Gelibolu
Yarımadası Milli Şuurun verileceği bir Milli Park
olmaktan çıkarılıp, tarikatların hurafelerle
beslenip güçlendirildiği bir alan konumuna
getirilmek istenmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi
olarak Genel Başkan Yardımcımız Sn. Oktay Vural’ın
da Meclis kürsüsünden ifade ettiği gibi, Türk
Milleti her türlü zorluğu aşacak ilham kaynağı olan
bu topraklara sahip çıkmaya kararlıdır.
Bundan 3 yıl önce Gelibolu Tarihi
Milli Park alanı Uluslar arası Park alanı olmak
üzere Dış işleri Bakanlığınca yasa taslağı
hazırlanmış, Meclisten geçirilmiş, fakat dönemin
Cumhur Başkanı A. Necdet Sezer tarafından
engellenmiştir. Bu gün aynı senaryolar tekrar
gündeme getirilmeye çalışılmaktadır.
Özellikle biz Çanakkalelilere bu
yönde tarihi bir görev düşmektedir. Ecdadımızın
emanetine biz torunları olarak sahip çıkmazsak,
gelecek nesiller bizden hesap soracaktır. Her Türk
evladının üzerine vazife olduğu gibi özellikle
Çanakkalelileri bu konuya duyarlı olmaya davet
ediyoruz.
Burası Çanakkale, Yazı: İsmet Balkan
Milliyetçi Hareket Partisi Çanakkale İl Başkanı,
03.07.2009
|
YIKIMA DİREKLİ ÖNLEM

Kilis'te sit alanı
içerisinde yıkılması an meselesi olan tarihi evin
duvarı ile karşı evin duvarı arasına konulan direkle
çözüm bulanmaya çalışıldı.
Abdi Oymağı Mahallesi
Ağalarağası Sokak'ta sit alanı içerisinde bulunan
evin çatlayan duvarının yıkılmaması için
vatandaşlar, duvar ile karşıdaki evin duvarı arasına
uzun direkler koydu.
Abdi Oymağı Mahallesi
Muhtarı Mehmet Şıkoğlu, her gün sokaktan onlarca
insanın geçtiğini belirterek, "Burası her an
yıkılabilir. Sit alanı içerisinde olduğu için kimse
buraya karışamıyor. Yıllar önce Anıtlar ve Kültür
Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tarihi bina
olduğu için tescil edildi. Bu bina yıkılsa, ölen ya
da yaralanan kişiler olsa bunun hesabını kim
verecek. Her an yıkılma tehlikesi bulunan bu evin
yıkılmasını istiyoruz.
Bu evin duvarlarının
açılmaya başlaması üzerine Kilis Valiliği'ne, Kilis
Belediyesi'ne, Adana Anıtlar ve Kültür Varlıklarını
Koruma Kurulu'na müracaat ettim. Ama bir netice
alamadım. Çocukları sokağa bırakamıyoruz. Kalıpçı
tahtaları ile ben yaptırdım. Yoksa başımıza çökecek.
Bu evi Kilis Belediyesi, Hazreti Zübeyr ile Hazreti
Talha'nın türbesinin etrafını açmak için satın aldı.
Sit alanı
içerisinde olduğu için bir şey yapılamıyor.
Yetkililerden yardım bekliyoruz" diye konuştu.
Mahalle sakinleri ise,
Hazreti Zübeyr ile Hazreti Talha'nın türbesinin
bulunduğu sokağa günde yüzlerce ziyaretçi geldiğini
dile getirerek, "Bir an önce burasının yakılmasını
istiyoruz. Büyük tehlike arz ediyor" dediler.
Kilis Kent Haber,
03.07.2009
|
KİBYRA, GELECEKTE AKDENİZ'İN EFES'İ OLACAK
Burdur'un
Gölhisar İlçesi'nde bulunan 3 bin
yıllık Kibyra Antik Kenti'ni gün
yüzüne çıkarma çalışmaları bu sene de başladı.
Üçüncü sezonuna giren Kibyra Antik Kenti kazı ve
temizlik çalışmaları üniversite öğretim görevlileri
ve öğrenciler tarafından yapılıyor. Yetkililer,
kazılar sonucu şehrin ortaya çıkmasıyla birlikte
bölgenin en cazip antik kenti haline geleceğini
söylüyor.
Burdur'un Gölhisar İlçesi sınırlarında yer alan Kibyra Antik Kenti'nde 2006'dan beri stadyumda devam
eden kazı çalışmalarına bu yıl ilk defa meclis
binası da dahil edilecek. Çalışmaları çeşitli
üniversitelerin arkeoloji bölümlerinde okuyan
yaklaşık 30 öğrenci ve öğretim görevlileri
yürütecek.
Kazının bilimsel heyetinde bulunan Burdur Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) öğretim üyesi
Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, Kibyra'nın
gelecekte Akdeniz'in Efes'i olacağını ifade etti.
Kazılar sayesinde Kibyra Antik Kenti'nin toprak
altında kalan stadyumunun büyük bir bölümünü ortaya
çıkardıklarını kaydeden Özüdoğru şunları söyledi:
"Bu antik kent çok büyük bir yer. Kazı çalışmaları
bitirildiğinde birçok antik kentte görülmediği kadar
sağlam çıkacak yapılar var. Burada bulunan meclis
binası Anadolu'nun en büyüğü ve 4 bin kişilik.
Şehrin tiyatrosu 8 bin, stadyumu ise 14 bin kişilik.
Bu bilgilere ve antik dönem kaynaklarına göre
Kibyra'nın en görkemli zamanında nüfusu 150 bin
civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Biz bunu kamu
binalarından, yapıların büyüklüğünden, alanın
genişliğinden anlayabiliyoruz. Kibrya tam bir sanayi
ve ticaret kenti."
Çıkan eserlere bakıldığında Kibyra Antik Kenti'nde
at yetiştiriciliğinin önemli bir yer tuttuğunu
kaydeden Özüdoğru, özellikle Roma İmparatorluğu
döneminde şehrin en parlak dönemini yaşadığını dile
getirdi. Kentin bütün Roma'nın, yargı merkezi
olduğunu vurgulayan Özüdoğru, "Burası 25 şehrin
başkenti. Roma döneminden önce de 4 büyük ilin
başkentiymiş." ifadelerini kullandı. MAKÜ Arkeoloji
bölümünün yeni açıldığını ve 2010 yılında öğrenci
alacağını dile getiren Özüdoğru, bu bölümün
öğrencilerinin Kibyra'da yetişeceğini ifade etti.
Zaman, 03.07.2009
|
JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU
Düzce İl
Jandarma Komutanlığı tarafından Kaynaşlı'da yapılan
operasyonda tarihi eser ele geçirildi.
İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince 01 Temmuz.2009
günü Kaynaşlı İlçesi'nde yapılan operasyon sonucu 1
şahıs ile birlikte 4 adet heykel, 1 adet kılıç, 1
adet gümüş sikke, 17 adet madeni para ve 4 adet rulo
şeklinde iç içe sarılmış vaziyette parşömen ve
ferman ele geçirildi. Tarihi eserlerle birlikte
yakalanan şahıs adli makamlara sevk edildi.
Düzce Damla, 03.07.2009
|
|
DA VINCI'DEN BİR ŞİFRE DAHA
Gelmiş geçmiş en gizemli sanatçılardan olan Leonardo
da Vinci’nin adı bir gizeme daha karıştı.
Katolikler tarafından kutsal emanet olarak kabul
edilen “Torino Kefeni”ni inceleyen sanat uzmanları,
kumaş üzerinde bulunan surat görüntüsünün Leonardo
Da Vinci’nin yüz ifadesine benzediğini belirtti.
Ayrıca uzmanlar, bu izleri Da Vinci’nin kumaş
parçasına kendisinin yaptığını öne sürdü.
Nesiller boyunca bu yapay dokunun, İsa’nın çarmıha
gerilmesinin ardından sarıldığı kumaş olduğuna
inanıldı. Ama yapılan karbon testleri, bu kumaş
parçasının orta çağlara ait olduğunu ortaya çıkardı.
New York Görsel Sanatlar Okulu’nda grafik danışmanı
olan Amerikalı Ressam Lillian Schwartz, 1980’lerde
Leonardo’nun portresini Mona Lisa’ın yüzüyle
eşleştirdiğinde, tüm dünyanın dikkatlerini üzerine
çekmişti. Schwartz şimdi de, yaptığı bilgisayar
taraması sonucu kefendeki yüzün Vinci’nin yüzüyle
aynı ölçülere sahip olduğunu söylüyor. Kumaş
üzerindeki yüzle Vinci’nin portresinin uyuştuğunu
söyleyen Schwartz, sözlerine şöyle devam etti:
“Leonardo’nun kullandığı oranları kefendeki yüzü
oluştururken kullandığımdan hiç şüphem yok.” Bazı
sanat uzmanları, bunu yapmış olan kişi ya da
kişilerin insanları 20’nci yüzyıla kadar nasıl
kandırabildiği konusunda şaşkınlar ve böyle bir
sahtekarın, bunu sanat adına değil de ancak kendi
egosunu tatmin etmek amacıyla yaptığını
düşünüyorlar.
Virgina’daki Longwood Üniversitesi’nden Amerikalı
Profesör Larissa Tracy, neden Da Vinci’den
şüphelendiklerini ise programda şöyle açıklıyor:
“Da Vinci gerekli yeteneklere sahipti. Anatomi ve
insan vücudunun fiziksel kas yapısı hakkında bilgisi
vardı. Da Vinci, kefenin üzerindeki gibi bir
görüntüyü oluşturabilecek kapasitedeydi. Eğer birisi
eski fotoğraf teknikleriyle böyle bir şeyi yaptıysa,
bu kesinlikle Da Vinci’den başkası olamaz.”
Colarado’daki Torino Kefeni Merkezi’nden Profesör
John Jackson ise tüm bu iddialara karşı çıkarak,
kefenin İsa’nın çarmıha gerildiği zamandan kalma
olduğuna inanıyor ve kefen hakkındaki en eski
bilginin 14’üncü yüzyıl ortalarında yapılan ve şu
anda Paris Cluny Müzesi’nde sergilenen bir
madalyonda görülebileceğini ekliyor. Jackson
sözlerine şöyle devam ediyor: “Madalyon, kefeni
tutan rahipleri net bir şekilde gösteriyor ve
Leonardo’nun doğumundan 100 yıl kadar öncesine ait.
Yani Leonardo’nun bu işle ilgisi olması imkansız.”
Evrensel, 03.07.2009
|
 |
TARİHİ EVLER KORUMAYA ALINIYOR
Isparta Belediyesi ve Antalya Anıtlar Kurulu işbirliğiyle Isparta’da tarihi tescilli binalar için koruma amaçlı imar planı hazırlanacak.
Proje kapsamında Damgacı Sokak, Üzüm Çarşısı ve Valilik etrafını kapsayan bölgedeki yaklaşık 100 yapı üzerinde çalışma başlatılacak. Kentte tarihi binaları inceleyen Antalya Anıtlar Kurulu yetkilileri, korunması gereken binaların belirlenmesi amacıyla 9-10 Temmuz tarihlerinde bir çalışma yapacak.
Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin örnekleri olan tarihi binaların bu proje ile restore edileceğini belirten Belediye İmar Müdürü Adnan Coşkunsu, “Koruma amaçlı imar planı çalışmasının ikinci etabını yeniden canlandırma adı verilen Restitüsyon Projesi oluşturacak” dedi.Proje sayesinde 1850 yılında yapılan bir binanın o günkü haline döndürüleceğini ifade eden Coşkunsu, “Böylelikle tarihimiz yeniden canlanacak. Isparta’da muhteşem evler var. Küçük çaplı çalışmalarla bu binaların çok daha uzun süre ayakta kalması sağlanacak” şeklinde konuştu.
Isparta Belediyesi İmar Müdürü Adnan Coşkunsu, kurulun direktifleri doğrultusunda izinsiz cephe giydirme ile çalışmanın da başladığını ifade ederek, şunları söyledi:
“Tabela takma gibi çeşitli cephe giydirme çalışmalarına müsaade edilmiyor. Bu korunması gereken yapılarda yasak. Biz de bu konuda çalışmalarımıza başladık.”
Isparta Kent Haber, 03.07.2009
|
HÜNKAR KÖŞKÜ KAFE OLUYOR

Sultan Abdülmecit Han'ın 19 günde av köşkü olarak
inşa ettirdiği 140 yıllık Hünkar Köşkü`nün Bahçesi
yeniden düzenlenerek, önümüzdeki hafta kafeterya
olarak hizmete açılacak.
Tarihi Hünkar Köşkü, Büyükşehir Belediyesi
işletmelerinden BURFAŞ tarafından önümüzdeki
hafta başında kafeterya olarak vatandaşların
hizmetine açılıyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe`nin
talimatıyla 4 yılda 50 bin kişinin ziyarete
geldiği Hünkar Köşkü Müzes'nin bahçesi yaz
ve bahar aylarında kafeterya olarak hizmet
verecek. Başkan Altepe, yılda 100 bin kişiyi
köşkün bahçesinde misafir etmeyi
planladıklarını söyledi. Bursa`nın tamamının
seyredilebildiği bir manzaraya sahip olan
140 yıllık tarihi köşk, Sultan Abdülmecid
Han tarafından 19 günde inşa ettirildi.
Sultan Abdülaziz, Reşat ve Vahideddin Han
ile Atatürk`ün de Bursa`ya geldiğinde
konakladığı köşk, 2003 yılında tamir
edilerek müze olarak ziyarete açılmıştı.
BURFAŞ tarafından işletilecek olan köşkün
bahçesinde bütün masalar Bursa'nın tamamını
görüyor. Gece saat 24`e kadar hizmet verecek
olan Hünkar Köşkü kafeteryasına gelenler
gündüz saatlerinde içerideki tarihi eşyaları
da görebilecekler. Otopark sıkıntısı olmayan
Hünkar Köşkü`ne rahat ulaşım için Ulucami
önünden otobüs seferlerinin sıklaştırılması
da planlanıyor. Cuma günü hazırlıkların
tamamlanmasının ardından hafta sonu veya
önümüzdeki hafta başından itibaren
vatandaşlara açık kafeterya hizmetleri
başlayacak. Uygun fiyatlarla hizmet verecek
olan Hünkar Köşkü kafeteryasının özellikle
yerli turistler ve vatandaşlar tarafından
büyük rağbet görmesi bekleniyor.
Fransız ampir üslubunda yapılan köşkün
içindeki tezyinat 19. yüzyıl özelliklerini
taşıyor. Tavan kalem işi süslemeleri, Bursa
seyir panoramasına hakim bahçesi, dönemi
yansıtan orijinal eşyaları ve Atatürk odası
ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. İki katlı
zarif bir yapıya sahip olan Hünkar Köşkü`nün
bahçesinde de, cephesi Kütahya çinileri ile
kaplanmış bir çeşme bulunuyor. Sıvanmış
duvarları ahşap çatkılı ve ince çıtalarla
kaplı olan köşkte, bekçi ve danışma odası
ile bir de garaj yer alıyor. Köşk 1996 ve
2002 yılları arasında TBMM Milli Saraylar
Daire Başkanlığı tarafından restore
ettirildi. Ayrıca tamirat sırasında köşkün
içindeki mobilya ve tefriş malzemeleri
Dolmabahçe Sarayı`nın atölyelerinde
onarıldı.
Bursa Olay, 03.07.2009
|
'SARIKLI OSMANLI PAŞA'SI SOTHEBY'S'DE
Sotheby's
müzayede evinin 8 Temmuz’da
Londra’da düzenleyeceği “Eski Üstat Resimleri”
müzayedesinde,
İtalyan ressam Jacopa Ligozzi’nin bir
Osmanlı paşasını çizdiği “Sarıklı Paşa ve Fil”
adlı resmi de satışa sunulacak.
Resmin, 340 bin-380 bin
sterlin arası bir fiyata satılması bekleniyor.
Sotheby’s resmi, 16. asır
İtalyan sanatının şaheserlerinden biri olarak
tanımladı.
Ligozzi’nin Türkiye’ye hiç gitmediği
ancak Türk resimlerini Fransız Nicolo de Nicolay’ın
çizimlerinden etkilenerek yaptığı biliniyor.
Milliyet, Haber: Nevsal Elevli, 03.07.2009
|
|
TARİHİ HAMAM KENT MÜZESİ OLACAK
Dört bini aşkın
tescilli yapısıyla önemli bir kültür kenti olan
Muğla’da tarihi binalar, tek tek restore edilerek
kültür turizmine kazandırılıyor. Yörede Osmanlılar
dönemi sanat eserleri arasında gösterilen, "Tarihi
Muğla Hamamı" restorasyon çalışmaları tamamlandıktan
sonra Kent Müzesi haline getirilerek kültür
turizmine açılacak. Bir bahçe içindeki tarihi
hamamın, 3 kubbesiyle üç ayrı odası ve ön kısmında
da salon bölümü bulunuyor. Tarihi hamamı, bilim ve
sanat adamlarının çalışmalarını yapabileceği bir
mekan haline getireceklerini belirten Belediye
Başkanı Osman Gürün, "Kültür kenti olmanın bazı
şartları var. Bu şartlardan birisi ise kentin
hafızasının toplandığı, sunulduğu alanların olması"
dedi.
Hürriyet Ege, Haber: Cavit Akgün, 03.07.2009
|
|
YASTIKTAN PICASSO ÇIKTI
Elazığ’da jandarmanın yaptığı yol kontrollerinde
bir otomobilde bulunan yastıktan tablo çıktı.
Tablonun dünyaca ünlü ressam Picasso’ya ait
olduğu iddia edildi.
Elazığ-Malatya
karayolunun 40’ıncı kilometresinde, Jandarma, içinde
5 kişinin bulunduğu otomobili durdurup arama yaptı.
Araçta bulunan şişkin bir yastıktan şüphelenen
jandarma ekipleri, yastığı dikkatlice kesti.
Ekipler, yastıktaki pamuklar içerisinde rulo haline
getirilmiş bir tablo buldu. 30x40 santimetre
ebadında, dokuma bez üzerine yağlı boya ile yapılmış
üzerinde Picasso imzası olan tablonun gerçek olup
olmadığı inceleme sonrası belirlenecek. Zanlılar
gözaltına alındı.
Milliyet, 03.07.2009
|
KÖY ENSTİTÜLERİNİN BİNALARI YENİLENİYOR

Faaliyette bulunduğu 1940-1954 yılları
arasında köylerdeki öğretmen açığını kapatan, 17 bin
341 köy öğretmeni, 7 bin 300 sağlık memuru ve 8 bin
756 eğitmen yetiştiren Köy Enstitüleri binaları
yenileniyor.
Ankara’da bulunan üniversitelerin çeşitli fakülte ve
yüksekokul yöneticilikleri, öğrenci toplulukları,
meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, öğretmen
örgütleri, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler ve
Hasanoğlan halkının elbirliğiyle hayata geçirilecek
proje, 1940 yılında açılan ilk köy enstitüsü olan
Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde 3-5 Temmuz tarihleri
arasında gerçekleştirilecek çalışma kampı ile
başlıyor. Yaklaşık üç yıl sürecek proje ile Köy
Enstitüsü binalarının etrafı temizlenecek, tadilat
projeleri çizilecek ve binalar restore edilecek.
Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği ve Yapı-Der
öncülüğünde düzenlenen etkinlik bugün katılımcıların
yerleşmesi, çalışma kümelerinin oluşması ile
başlayacak.
Saha çalışmalarında enstitü binası ile çevresinin
temizliği ve düzenlemesi yapılacak. Saha
çalışmalarının ardından tiyatro, sinema, heykel,
resim, edebiyat, müzik, fotoğrafçılık, halkbilim,
felsefe ve seramik-ebru işliği başlıkları altında
çeşitli çalışma grupları oluşturularak kültürel ve
zihinsel etkinlikler gerçekleştirilecek.
Etkinlik Elmadağ İlçe Milli Eğitim Müdürü Saim Kuş
ve Elmadağ Kaymakamı Ejder Sarıçiçek’in katılımıyla
5 Temmuz Pazar günü saat 17:00’da yapılacak kapanış
töreniyle sona erecek.
Hürriyet Ankara, 03.07.2009
|
TROIA ANTİK KENTİ
KAZILARI
Troy filmiyle bütün
dünyanın tanıdığı Çanakkale merkeze bağlı Tevfikiye
Köyü sınırları içerisinde bulunan Troia Antik
Kenti'nde 2009 yılı arkeolojik kazılarının 20
Temmuz’da başlayacağı açıklandı.
ÇOMÜ Arkeoloji Bölümü
Öğretim Üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı
Doç.Dr. Rüstem Aslan, antik kentte 2009 yılı kazı
çalışmalarına 20 Temmuz itibarıyla başlanacağını
belirterek, “Almanya'nın Tübingen Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ernst Pernicka’nın
başkanlığını yapacağı kazı çalışmalarına bu yıl
içlerinde Türkiye, Almanya, ABD, Bulgaristan,
İngiltere ve Hollanda gibi 8 ülkeden 60’a yakın
bilim adamı katılacak. 21.dönem kazılarında bu yıl
ağırlıklı olarak geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen
aşağı şehir savunma hendeği bölgesinde çalışmalar
yapılacak.
Gerçekleştireceğimiz
çalışmalarda aşağı kentin ne kadar büyük olduğunu
belirlemek istiyoruz. Ayrıca bu dönem içinde kazı
çalışmalarının yanı sıra Korfmann dönemine ait
yayına yönelik değerlendirmelere de ağırlık
vereceğiz. Kazı çalışmaları Eylül ayının ilk haftası
sona erecek” dedi.
Çanakkale Kent Haber,
02.07.2009
|
|
TARİHİ ŞAHBENDERLER KONAĞI RESTORE EDİLECEK

Gümüşhane
Eskibağlar mahallesinde şehir merkezindeki ilk
konaklardan birisi olarak kabul edilen Şahbenderler
konağının varisi, konağı Turizm Bakanlığından aldığı
hibe kredi ile restore ettirecek. Trabzon Rolöve ve
Anıtlar Müdürlüğü yetkilileri tarafından konakta
yapılan incelemelerin ardından bir açıklama yapan İl
Kültür ve Turizm Müdürü Temel Yalçın, “Bakanlığımız,
81 ilde tarihi eserlerin bakım, onarım ve
restorasyonlarının yaptırılması için bireysel olarak
vatandaşlara hibe kredisi vermektedir. Buna göre
Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nden gelen yetkili
arkadaşlarımız konak sahibine yer teslimini yaptı.
Bundan sonra restorasyonunun denetimini de onlar
yapacak. Bu konağın restorasyonunu yaparak gelecek
nesillere aktaracağız.” dedi. Kültür ve Turizm
Bakanlığı tarafından bu konuda Gümüşhane'ye verilen
ilk kredinin Şahbenderler konağında kullanılacağını
ifade eden Yalçın, “Bu konağın projesi hazır olduğu
için hibe kredisi erken çıktı. Bu tip durumlarda
Bakanlık ilk önce proje kredisi veriyor. Daha sonra
onarım kredisi veriyor. Şahbenderler konağı için
Karadeniz Teknik Üniversitesinden uzman ekipler
proje hazırlamıştı. Şimdi vatandaşımız
Bakanlığımızdan aldığı kredi ve Rölöve ve Anıtlar
Müdürlüğünün denetiminde restorasyonunu
yapacak.”diye konuştu.
Hicri 1291 yılında
yapılan konağın yüzde 90 hissesine sahip olan Cahit
Olay Başaran ise konağın bundan 134 yıl önce 1875
yılında yazlık olarak kullanılmak üzere dedeleri
tarafından yaptırıldığını belirterek, “Binamız ahşap
karkas, 1,5 metrelik taş duvar temelin üzerine
çıkıyor. Binada belki de en enteresan özellik kat
yüksekliğinin 4,40 metreye yaklaşması. Bu özelliğini
şuana kadar muhafaza etmiş Gümüşhane'deki ender
yapılardan bir tanesi. Onarım projesi KTÜ tarafından
yapıldı. Uygulamayı ben yapacağım. Turizm
bakanlığından 40 bin TL hibe kredisi aldım. Geri
kalan kısmını ben kendi imkanlarımla yaptıracağım ve
bina en geç 3 ay içerisinde kullanılır hale
gelecek.” dedi.
Yeni Şafak, 02.07.2009
|
|
VAKIFLAR İŞ BİTİM TARİHİNİ BEKLİYOR
Çifte Minare ve Şifahiye Medresesi’nde yapılan
restorasyon çalışması yaklaşık 2 aydır devam
etmiyor. Yüklenici firmadan alacakları parayı
alamayan işçiler, iş bırakarak paralarını alana
kadar çalışmama kararı almışlardı. Gelinen noktada
yüklenici firmaya ihtar tebligatı gönderen Vakıflar
Bölge Müdürlüğü, firmadan iş bitim tarihi olan
31.12.2009’a kadar restorasyon işinin bitirilmesini
istedi. Sözleşme tarihi bitene kadar yüklenici
firmayı beklemek zorunda olan Vakıflar Bölge
Müdürlüğü, yüklenici firmanın 2009 yılı sonuna kadar
restorasyon işini tamamlamaması durumunda firmanın
teminatı olan yaklaşık 3 milyar TL’yi geri iade
etmeyecek. Firma ihale süresi bitene kadar işi
tamamlamazsa Vakıflar Bölge Müdürlüğü yeniden
ihaleye çıkarak Çifte Minare ve Şifahiye Medresesi
restorasyon işini başka bir firmaya verecek.
Restorasyon çalışması duran ve halen iskelelerin
kurulu olduğu Şifahiye Medresesi ve Çifte Minare
yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olmaya devam
ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma
Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’nde görevli 40 kişilik
ekip Sivas’ta ki taş eserleri incelemek üzere kente
geldi. Şifahiye Medresesi ve Çifte Minare’yi dolaşan
ekip, tarihi eserlere olan hayranlıklarını
gizleyemedi. Bol bol fotoğraf çeken 40 kişilik ekip
daha sonra Kongre ve Etnografya Müzesi’ni gezdi.
Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’nde görevli 40
kişilik ekip bugün ise Divriği geçerek Divriği Ulu
Cami ve Darüşşifası’nı gezecek.
Sivas Hürdoğan, 02.07.2009
|
DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NE 13 YENİ SİTE EKLENDİ
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Organizasyonu (UNESCO) Dünya Miras Listesi'ne 13
sitenin daha eklendiği bildirildi.
Dünya Miras Komitesi'nin 33'üncü toplantısının
başkanlığını İspanya'nın UNESCO elçisi ve daimi
delegesi Maria Jesus San Segundo yaptı. Listeye iki
yeni tabii ve 11 kültürel mekan eklendi.
Listeden Almanya'daki Dresden Elbe Vadisi
çıkarıldı ve toplam site sayısı 890 oldu.
Komite, 'Tehlike Altındaki Miras Listesi'ne de üç
yeni yer ekledi ve bu alanların korunması için
uluslararası desteğe ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Dünya Miras Listesi'ne tabii alanlar kategorisinde
Wadden Denizi (Almanya-Hollanda) ve Dolomiteler
Dağları (İtalya) dahil edildi.
Sabah, 02.07.2009
|
DEFİNECİLER MEZARLARI BULUYOR, ARKEOLOGLAR İZLİYOR

Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, "Defineciler Urartulara ait 25
mezar bulup tahrip ettiler, bizler onların
buldukları mezarlarda inceleme yapıyoruz, şimdiye
kadar üniversite olarak bulduğumuz bir Urartu mezarı
yok" dedi.
Yrd. Doç.Dr. Çavuşoğlu, Van ve çevresinin birçok
uygarlığın izlerini taşıdığını ve Urartu
medeniyetine başkentlik yaptığını ifade etti.
Van'da Hititler, Persler, Selçuklular ve Osmanlılar
gibi birçok kültüre ait izlerin bulunduğunu anlatan
Çavuşoğlu, ancak önemli medeniyetlere ait tarihi
eserlerin defineciler tarafından tahrip edildiğine
dikkat çekti.
Urartuların 3 bin yıllık eserlerinden biri olan
Kalecik Kalesi'nin arka kısmında definecilerin 25
mezarı keşfederek tahrip ettiklerini dile getiren
Çavuşoğlu, "Definecilerin ardından biz kalan eserler
üzerinden ya da unuttukları kemik parçalarının
üzerinden araştırma yapıyoruz. Üniversite olarak
şimdiye kadar bulduğumuz bir Urartu mezarı yok.
Definecilerin bulduğu 25 mezarda 120 kişinin
gömüldüğünü tespit ettik" dedi.
"Kazı izinlerinin geç gelmesi definecilere yarıyor"
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda kazı izinlerinin
erken gelmesi durumunda birçok Urartu mezarına
definecilerden önce ulaşılacağını vurgulayan
Çavuşoğlu, "İzinler nisan ve mayıs ayında çıkmış
olsa toprak yumuşak ve bu alanlarda bulunan
mezarların yerleri belli oluyor. Defineciler bunu
çok iyi biliyor" dedi.
"Defineciler eliyle bırakmış gibi buluyorlar. Bir
gece içeresinde mezarı tamamen tahrip ederek
içerisini boşaltıyorlar" diyen çavuşoğlu, "Biz
ulaşmış olsak Urartularda ölü gömme adetinin son
halini bulmuş olacağız. 'Üzerlerinde ne tür
takılarla gömülmüşler kefen kullanmışlar mı, erkek
ve kadının gömülüşünde bir fark var mı, bir mezarda
kaç kişi gömülüyor?' gibi soruların cevabını
rahatlıkla bulabileceğiz" diye konuştu.
"Urartu erkekleri küpe takıyor"
Mezardaki kemik parçalarından yapılan incelemelerde
Urartuların ortalama ömürlerinin 50 yaş olduğunu
ifade eden Çavuşoğlu, "Omuriliklerinden bunların çok
ağır işlerde çalıştıklarını tespit ettik. Bir diğeri
ise diş çürüklerinin yok denecek kadar az olduğunu
iskeletlerde görüyoruz. Özellikle süt ve süt
ürünlerinden çok güzel faydalandıklarını tespit
ettik. En önemli özelliklerden bir tanesi de
erkekler ve kadınların eski çağda takıları ortak
kullanıyor olması. Mesela erkeklerin kolye, bilezik
ve küpe taktıklarını görüyoruz. Kadınların saçlarına
çok iyi baktıklarını estetiğe çok önem verdiklerini
tespit ettik. Mezarı ilk biz açmış olsak daha fazla
bilgiye ulaşmış olacağız" ifadelerini kullandı.
Geleceğe bırakılan en büyük mirasın her geçen gün
defineciler tarafından tahrip edilerek yok
edildiğine işaret eden Çavuşoğlu, "Bunlardan en
önemli tedbirlerin bir tanesi köyden bir vatandaşın
devlet tarafından bekçi olarak görevlendirilmesidir.
En etkili tedbirlerden bir tanesi bu. Köylüler
özellikle definecilere karşı son zamanlarda çok
dikkat ediyor. Gecenin bir vakti arıyorlar kaçak
kazı olduğunu ihbarını veriyorlar. Bu eserler
hepimizin. Sahip çıkılması gerekiyor" şeklinde
konuştu.
Cnn Türk, 02.07.2009
|
JANDARMADAN GEÇİT YOK
Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlı ekipleri
Dinar’da yaptığı operasyonda E.A. U.C ve Y.Ç isimli
kişilerin ruhsatsız silah bulundurmaları nedeniyle
gözaltına alındı.
Afyonkarahisar Valiliği’nden yapılan yazılı
açıklamada “Afyonkarahisar İl Jandarma
Komutanlığınca yapılan istihbari çalışmalar
sonucunda 29 Haziran 2009 günü Dinar-Dikici köye yol
ayrımında; E.A. U.C. ve Y.Ç. isimli şahısların
üzerlerinde ve kullandıkları araçlardaruhsatsız
silah bulundurdukları tespit edilmiştir” denildi.
Açıklamada Jandarma’nın adli makamlardan alınan
karar neticesinde yapılan arama sonucunda E.A. U.C
ve Y.Ç’nın yakalandığı kaydedildi.
Açıklamada şöyle
denildi:
“Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince
bu kapsamda adli makamlardan arama kararı alınarak
29 Haziran 2009 günü E.A. U.C. ve Y.Ç.'nin
üzerlerinde ve araçlarında arama yapılmıştır.
Yapılan aramalarda 3 adet ruhsatsız tabanca 34 adet
şarjör ve 23 adet fişek ele geçirilmiş olup olay
şüphelileri hakkında yasal işlem başlatılmıştır.”
Afyon Haber, 02.07.2009
|
|
 |
TEKİRDAĞ'DA TOPRAK ALTINDAN TARİHİ KENT ÇIKTI
Tekirdağ'da Ganos Dağı'nın eteklerinde MÖ 5000'de kurulduğu tahmin edilen kent bulundu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Arkeolog Yrd. Doç.Dr. Zeynep Koçel Erdem, Kumbağ, Yeniköy, Uçmakdere ve Ganos Dağı üzerinde kırsal yerleşim alanlarını tespit etmek amacıyla çalışmalar yürüttüklerini söyledi.
Erdem, her yıl 10 kişilik arkeolog ekiple birlikte çalıştıklarını ve bölgedeki kalıntıları dikkatle incelediklerini ifade etti. Yüzey çalışması sırasında birden fazla kırsal kent buluntusuna rastlandığını belirten Erdem, Prehistorik döneme ait bir çanak parçasına rastladığını, antik kentin bulunmasına bu çanak parçasının ışık tuttuğunu söyledi.
Bölgede antik mimari parçalar, kent bulguları ve işlenmiş taş bloklardan yapılan yol bulgularına rastladığını, iç kesim yerleşim yerinin çok büyük bir alanı kapsadığını anlatan Erdem, "İnanılmaz büyüklükte bir kentin toprak altında olduğunu gösteren tüm buluntuları elde ettik. Kentin, tarih öncesine ait olduğu yüzey araştırmasında çok açık görülüyor. Bölgede, Prehistorik dönem, Bizans, Traklar ve Romalılara ait çok sayıda kalıntı var." dedi. Erdem ve ekibi, bölgede eylül ayında yeni çalışmalar yapacak.
Zaman, 02.07.2009
|
BİRİLERİ YİNE ZENGİN OLACAK

Akmerkez’in
tam karşısında yer alan ve 2. Dünya Savaşı’nda
Naziler’den kaçan mülteciler için yapılan bina, 25
yıllığına 35.5 milyon euro karşılığı Elumatec A.Ş’ye
kiralanmıştı. Kiralayan firma, emsalin ikiden üçe
çıkarılması ve 21.5 metre olan yükseklik sınırının
kaldırılması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne
başvurdu.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler’den kaçan
mülteciler Türkiye’ye sığındı. Birleşmiş Milletler
ise bu sığınmacılara Beşiktaş Etiler’de 2 bin 500
metrekare üzerine mülteci sığınma binası yaptı. 1960
yılında ise bu bina Kızılay’a "Son mülteci ölene
kadar burada yaşayacak" şartıyla devredildi. Kızılay
da gelir getirmesi için binayı satmaya karar verdi.
Ancak sonradan satış yerine 25 yıllığına yap işlet
devret modeli ile kiralama yöntemi tercih edildi.
2008 yılında söz konusu arazi için ihale düzenlendi.
İhaleye Taner Triko, Altaca İnşaat, Kapıcıoğlu
İnşaat, Türkerler İnşaat, Yıldırımlar İnşaat ve
Elumatec Makine ve İnşaat katıldı. Mülkiyeti Kızılay
Derneği Genel Müdürlüğü’ne ait, 55 parselinde
kayıtlı 2 bin 453 metrekarelik arazinin 25 yıllık
kullanım ihalesini 35.5 milyon euro kira bedeli ile
Elumatec Makine ve İnşaat firması kazandı. Firma
ihaleyi kazandıktan kısa süre sonra faaliyete
başladı. Birleşmiş Milletler tarafından, Nazi
Almanyası’ndan kaçan multeciler için yapılan
apartmanda tahliye işlemi başlatıldı. Binada kalan
mülteciler çıkartıldı. Bu aşamadan sonra da imar
tadilatı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
kapısı çalındı. Ancak bu talep İBB’ye Elumatec
Makina ve İnşaat’ın talebi olarak değil, Kızılay’ın
talebi olarak geldi. Çünkü hazırlanan evraklarda
mülkiyet bölümünde 'Kızılay' ifadesi kullanıldı.
İmar planlarında konut alanı olarak görünen yerin
hem işlevinin hem de bina yapım koşullarının
değiştirilmesi talep edildi. Öncelikle konut
alanının otel alanına çevrilmesi istendi. Daha
sonraki taleplerde ise daha büyük bina yapmak için
izin talep edildi.
Var olan imar koşullarına göre bu alana ancak 2
emsal ve 21.5 metre yüksekliğinde bina
yapılabiliyor. Bir başka ifadeyle yapılacak inşaat
toplam 5 bin 92 metrekare ile sınırlandırılmış.
İhaleyi kazanan Elumatec firması ise söz konusu
alana 3 emsal inşaat izni isterken yüksekliğin ise
serbest bırakılmasını talep etti. Yani bir başka
ifadeyle inşaat alanının 5 bin 92 metreden 7 bin 359
metrekareye çıkartılmasını talep etti. Kafe ve
restoranların yapılacağı terasın ve bodrum
katlarının emsal dışında bırakılması da istendi.
İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Planlama
Müdürlüğü söz konusu talep için değerlendirme yaptı.
Raporunda ise bu değişiklik talebine karşı çıktı.
Söz konusu plan teklifi kabul edilirse, trafik ve
nüfus yoğunluğunu artırıcı, boğaz sulietini olumsuz
etkileyici, emsal teşkil edici, çevresindeki
fonksiyon ve yapılaşma koşullarına uyumsuz, plan
niteliklerini bozucu niteliklere sahip olduğunun
altı çizildi. Bu rapor önümüzdeki günlerde İBB
Meclisi’ne gelecek. Eğer rapora rağmen imar tadilatı
değişikliği kabul edilirse Akmerkez’e komşu yeni bir
otel yapılmış olacak.
Elumatec söz konusu arsayı 25 yıllığına 35.5 milyon
euro’ya kiraladı. Bu da yıllık 1 milyon 420 bin Euro
demek oluyor. Aylık fiyat ise 118 bin euro. TL
bazında ise aylık 254 bin 290 TL yapıyor. Kızılay’ın
yerinin hemen karşısında ise Türkiye’nin en büyük
alışveriş merkezlerinden biri olan Akmerkez
bulunuyor. Burada ise kiralar son ekonomik krizden
sonra metrekaresi 1.250 dolara indi. TL bazında
1.900 TL yapıyor. Bir başka ifadeyle Akmerkez’de 133
metrekarelik bir mağaza için ödenen kira bedeli
karşılığında Kızılay’ın yeri kiralandı.
Elumatec kimdir?
Araziyi 25 yıllığına kiralayan Elumatec Makina
AŞ’nin kökeni 1980’li yıllarda atıldı. Alümünyüm ve
PVC üretimi yapan makinalar üretmeye başladı. Murat
Makina adıyla kurulan şirketin ortakları ise Hulusi
Bulduk ve Murat Buda. Şirket kısa zamanda büyüdü ve
75 ülkeye ihracat yapmaya başladı.
Vatan, 02.07.2009
|
OSMANİYE'DE ANTİK KENT BULUNDU
Osmaniye'nin Toprakkale İlçesi'ne bağlı Tüysüz beldesinde Roma döneminden kalma antik kent bulundu.
Deli Halil Tepesi'nde ortaya çıkarılan antik kentin milattan sonra 4 ve 7. yüzyıla ait olduğu tahmin ediliyor.
100 haneden oluşan ve yaklaşık bin kişinin yaşadığı düşünülen antik kentte, tapınaklar, kilit ve kemer taşları ile sarnıçlar bulunuyor.
Kentte, bölgedeki ekonomik canlılığın işareti olan zeytinyağı üretilen yapılar da yer alıyor.
Antik kentin, yüzey araştırması ve vaziyet planını çıkarma çalışmaları sürdürülüyor.
Kocaeli Üniversitesi'nden gelen ekibin sürdürdüğü çalışmaların ardından eserlerin bir kısmının sergilenmesi bekleniyor.
Trt/Haber, 02.07.2009
|

|
Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):
İKİBİN(S)ON
|
"2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ ORGANİZASYONU TATİL KÖYÜ
ANİMASYONUNA BENZEDİ"

Hilton Otelleri
İstanbul Bölge Müdürü Armin Zerunyan, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Organizasyonu'nunda hala elle
tutulur bir projenin ortaya çıkmadığını ileri sürdü. Zerunyan "Şu anda elle tutulur bir proje yok. Sadece
turistlere yönelik bir organizasyon yapılıyor. Bu
haliyle tatil köyündeki animasyona benzedi" diye
konuştu. Zerunyan, organizasyonun önce
İstanbulluların faydalanabileceği ve
sahiplenebileceği yapıda olması gerektiğini de
sözlerine ekledi. Sütlüce ve Kongre Vadisi'ndeki
kongre merkezlerinin işletmecilerinin de hala belli
olmadığını ve İstanbul'un hahk ettiği gibi
pazarlanamadığını da dile getirdi. "Biz bundan
faydalanabilecek taraf olarak bakıyoruz. İnsanlar
orayla ilgili muhatap bulamıyorlar. Bu nedenle çok
sayıda kongre kaçırılıyor" diye konuştu.
Sabah, 02.07.2009
******
"İSTANBUL 2010 BAKKAL GİBİ
İŞLETİLİYOR"
Tiyatro Eleştirmeni Prof.
Dikmen Gürün'ün
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği
görevinden istifa etmesi üzerine, Uluslararası
Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) Türkiye
Merkezi, bir açıklama yaptı. Açıklamada "Dikmen
Gürün'ün istifasından 2010 Yürütme Kurulu utanç
duymalıdır" denildi. TEB Başkanı Üstün Akmen,
SABAH'a yaptığı açıklamada "Yürütme kurulu
bugüne istifa hakkında açıklama bile yapmadı. Bu
bakkal dükkanı işletmek gibi bir şey. Bu sistemin,
bu insanların değişmesi lazım" dedi.
Sabah, 02.07.2009
|
 |
GÜRÜN DE 2010'DAN AYRILDI
Prof.Dr. Dikmen Gürün, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tiyatro yönetmenliği görevinden istifa etti. 2008'den beri ajans bünyesinde çalışan Gürün, yayımladığı mektupta istifa nedenini, 2010 için sundukları dört projeden üçünün (Şimdi Burada, Misafir, EON) gerekçe gösterilmeden reddedilmesi olarak açıkladı.
Gürün, "Yönetmenliğimizce çok önceden sunulmuş olan dört projeden üçünün reddini tarafıma bir güvensizlik olarak kabul ediyorum ve bu koşullar altında ajansta daha fazla çalışamayacağım. Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği görevimden istifa ediyorum." dedi.
Zaman, 29.06.2009
|
|
AYASOFYA, EFES VE ASPENDOS'TA GREV TEHLİKESİ

Türk-İş'e bağlı Tez-Koop-İş Sendikası'nın Kültür
ve Turizm Bakanlığı'na bağlı iş yerlerinde sürdüğü
toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşmaya
varılamaması nedeniyle yaklaşık 2 bin 500 işçiyi
kapsayan grev kararları alındı.
Grev kararı alınan yerler arasında Kültür ve Turizm
Bakanlığı'na bağlı Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya
Müzesi, Efes, Ürgüp, Göreme, Aspendos, Perge,
Phaselis, Olympos, Ani, Saklıkent, Milet gibi müze
ve ören yerler bulunuyor.
CnnTürk'te yayınlanan habere göre; Tez-Koop-İş Genel
Sekreteri Hakan Bozkurt, yaptığı açıklamada,
aylardır süren görüşmelerde taleplerinin kabul
edilmemesi üzerine bakanlığa bağlı iş yerlerinde
grev kararı aldıklarını söyledi.
Talepleri karşısında işverenlerin "haklı
olduklarını" söylemelerine rağmen görüşmelerde sonuç
alınamamasını anlamadıklarını ifade eden Bozkurt,
ücretleri düşük, sosyal ve yan hakları diğer kamu
işçilerinin gerisinde kalan üyelerinin ciddi sıkıntı
içinde olduğunu belirtti.
Müze ve ören yerlerinde çalışan arkadaşlarının 760
TL'lik ücretler aldıklarını anlatan Bozkurt, şöyle
konuştu:
"Mali haklara ilişkin taleplerimiz karşısında bize
kamu işçilerinin ortalama maaşının bin 760 TL
olduğunu söyleyerek karşı çıkıyorlar. Oysa
ücretlerle ilgili yanlış bilgilendirme var.
Arkadaşlarımız 760 TL ile ay sonunu getirmeye
çalışıyorlar. Bu ücretle özellikle metropol
kentlerde yaşayan üyelerimiz çok büyük sıkıntı
çekiyorlar. Birçok arkadaşımız yüklü kredi kartı
borcu altında ezilmekte. Günün moda deyimiyle
'pazara çıkın' deniyorsa öncelikle pazara çıkması
beklenenlere ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri
ücretler verilmeli. Ücretlerin dışında da mesailer
ve promosyon ödemeleri konusunda arkadaşlarımızın
çözüm bekleyen sorunları var. Biz sendika olarak
makul önerilerimizi sunduk. Şimdi işverenlerden iş
yerlerindeki bu sorunların çözümü için katkı
bekliyoruz."
Türkiye'nin dört bir yanında en ücra köşelerdeki iş
yerlerine birer birer grev kararlarını astıklarını
ifade eden Bozkurt, düşük ücretlerin
iyileştirilmemesi, sosyal ve yan haklarda diğer kamu
işçileriyle olan farklılıkların giderilmemesi
halinde turizm sezonunda ağustos ayında grev
kararlarını uygulamak durumunda kalacaklarını
bildirdi.
Sendika, Kültür ve Turizm Bakanlığı iş yerleri
dışında toplu iş sözleşmelerinde anlaşma
sağlanamayan Ardahan, Bitlis, Giresun, Hakkari,
Nevşehir ve Trabzon il özel idareleri, Ankara
Defterdarlığı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü,
İSGÜM, Sümer Holding A.Ş, Toprak Mahsulleri Ofisi,
Teşkilatlandırma ve Destekleme Genel Müdürlüğü'nde
grev kararları aldı.
Turizmde Bu Sabah, 02.07.2009
|
FATİH DÖKÜMHANESİNİ İLGİSİZLİK YOK ETTİ
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethi sırasında Demirköy'de döktürdüğü dev topların imal edildiği tarihi dökümhane kaderine terk edildi. Kırklareli'nin Demirköy İlçesi'ndeki Fatih Sultan Mehmet'in dökümhanesi, çobanların hayvanlarını otlattığı sahipsiz bir yer haline geldi. Geçmişi Roma ve Bizans dönemine uzanan, top, gülle, örs, mızrak ucu gibi savaş aletlerinin yapıldığı "Fatih Dökümhanesi" açık hava müzesi olacağı günleri bekliyor. Sadece yöre halkının bildiği yolu olmayan dökümhanede, kazı çalışmaları bugüne kadar iki başkan eskitti. Prof.Dr. Zülküf Yılmaz'ın ardından kazı başkanlığına getirilen Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof.Dr. Günhan Danışman'ın da bir süre önce ölmesi üzerine kazı alanı, güneş ışınları ile şiddetli rüzgar ve yağışlara karşı korunması için özel alaşımlı örtüyle kapatıldı. Ancak bir süre sonra bu örtünün yer yer yırtıldığı, bazı bölümlerinin açılarak içine çöplerin atıldığı görüldü. Tarihi dökümhanede acı bir gerçek daha gün yüzüne çıktı. İstanbul'un fethi sırasında 13 bin maden işçisi, 400 baş maden eriticisi ve binlerce askerin çalıştığı dökümhanede meydana gelen patlamada yanarak ölen işçilerin mezarlarının da yakın tarihte yok olduğu ortaya çıktı.
Sabah, Haber: Ali Oktay - Erdoğan Yapık, 02.07.2009
|
 |
KENTİ MİMARLIKTAN ARINDIRMAK
Birleşmiş
Milletler'in Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO
Dünya Mirası Komitesi, İstanbul'a 2010'a kadar bir
kez daha süre verdi. Komite'nin İspanya'nın Sevilla
kentinde yaptığı toplantıda, İstanbul'un Dünya
Mirası Listesi'nden çıkartılarak,
"Tehlike
Altındaki Miras Listesi"ne alınması konusu
değerlendirildi. Komite İstanbul'a bir yıl daha süre
vererek, bu konunun gelecek yıl yapılacak toplantıda
ele alınmasını kararlaştırdı. Bu, 2006 Vilnius
toplantısından bugüne kadar geçen sürede verilen
üçüncü uzatma. 1985 yılından bugüne Dünya Kültür
Mirası Listesi'nde yer alan İstanbul'la ilgili
gelişmeler özetle böyle.
Ancak meselenin bir de görünmeyen yüzü var. Bu sorun
yalnızca kentte kültür mirasının korunamadığını
göstermiyor, kentin kurumlarıyla, bilgi
üretimiyle modern anlam dünyasından koptuğunu
gösteriyor. Restorasyon konusunun bir
yaratıcı konu, güncel mimarlık meselesi değil de
teknokratik bir iş olarak algılanması bu gelişmenin
tipik bir örneği.
UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi'nin aldığı son
kararda, yani onayladığı raporda liste içinde yer
alan tescilli konut dokusunun yok olmakta olduğu ve
"restorasyon" adı altında yapılan çalışmalarda
"kent merkezinde arazi üretmek ve yeni konut
inşa etmekten farkı olmayan yerleşim alanları
yapılmakta olduğu" söyleniyor. Aynı konuda,
Türkiye'deki sorumlu yönetimlerin hazırladığı
projelerinin gerekçelerinde ise
"yapılan
çalışmaların Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer
alan sit alanlarının korunmasının amaçlandığı"
yer alıyor.
Bir düşünün: UNESCO yıkılan ya da artık yerlerinde
bulunmayan binaların yerine taklit binalar inşa
edilmesi nedeniyle İstanbul'un "Tehdit Altındaki
Dünya Kültür Mirası Listesi"ne alınma ihtimalinden
söz ediyor. Yetkililer ise bu uygulamaları
"İstanbul'un sivil mimarlık eserlerinin korunması
amacıyla" yapıldığını açıklıyor.
Şimdi kolaysa çıkın bu işin içinden: Bir mimari
uygulamanın hem sorun, hem de çözüm olarak
gösterilebildiği; iki farklı anlam
dünyasının karşılaştığı eşi ve benzeri az görülen
bir çelişki acaba İstanbul dışında başka nerede
yaşanıyor? Mesleki profesyonel alanda
kültür mirasının uluslararası normlar ile ulusal
(yerel) normlar açısından anlamlandırılması
arasındaki bu "eşsiz" çelişki başka nerede var?
Restorasyonunun Mimarlıktan Arındırılması
Çok zaman önce, üstelik yurtdışında eğitim gördüğünü
iddia eden bir kamu yöneticisiyle giriştiğim uzun
bir tartışma sonucunda, proje kavramından uygulamayı
anladığını fark etmiştim. Meğersem anlaşmazlığımız
buradaymış. Aramızdaki tartışma projenin bitiş
süresi ile ilgiliydi. Bilirsiniz, iktidar tesis
etmek için kullanılan araçlardan biri zamandır.
Yönetici "İşte proje için karar verildi ya, daha ne
bekliyorsunuz," dedi. Ben ilk önce projenin
hazırlanmasının gerektiğini, bu sürecin başlatılması
ve tamamlanması gerektiğini söyledim.
Yöneticinin proje ile zaman geçirmeye niyeti yoktu.
Bir an önce inşaata başlanması gerektiğini söyledi.
Ben proje diye ısrar edince ,
"Çizmekle
zaman kaybetmeyelim, siz mimarsınız, gerek
duyuyorsanız bu akşam oturun çiziverin"
dedi. Yönetici için mimarlık, araştırmakla,
düşünmekle zaman kaybedilmemesi gerekmeyen bir çizim
işiydi. Bu yüzden mademki bu işi, yani proje denen
bina çizme faaliyetini ben önemsiyordum, o zaman
hemen sonuca, yani bir kamu görevlisi olarak çizip
amaca ulaşmam gerekiyordu. Geçenlerde de bir kamu
görevlisi olan bir mimar kendisinin koskoca Topkapı
Sarayı'nın depolarındaki eserleri çok iyi bildiğini,
dolayısı ile sarayın mimari işleri için
"dışarıdan bir mimarın iş görmesinin imkansız"
olduğunu söylemişti. Bu mimar, kamu görevinin
mimarlığa yol açacak bir uğraş olduğunu değil,
kestirmeden bir teknokratik işlevin sergilenmesi
olduğunu düşünüyordu. Bu örneklerde mimarlığın
anonim bir iş olduğu, bir uygulama bilgisine
dönüştüğü görülüyor. Bütün bu hakikatlerin arkasında
kamu işlevinin kendi özel işi gibi algılandığını
söylemeye bilmiyorum gerek var mı? Anonimlikten
iktidar gücünün arkasına gizlenmiş bir öznelliği,
yani kamu fikrinin gasp edilmesini anlamak gerekir,
ortaçağda yaşamadığımıza göre!
Bu arada şunu da söyleyeyim: Tarihi Yarımada Koruma
Planı'nın gerekçe raporunda Tarihi Yarımada'da
güncel mimarlık yapılamaz anlamına gelen bir not
var. Ayrıca küçük üretim yapısının
ebruculuk, hat sanatı, tezhipçilik ile
dönüştürüleceği söyleniyor. Üstelik yenileme
alanları ile ilgili "Osmanlı Mahalleleri" yapılacağı
gibi ibareler var. Zaman zaman şöyle bir kuşkuya
kapılıyorum. Acaba bu notları kimse okumadı mı?
Acaba mesleki alanda uğraşları adına bağımsız olarak
bu konuları tartışacak, sorgulayacak kimse yok mu?
Bu nedenle mi meslek kurumları, üniversiteleri ile
modern bir örgütlenme içinde olduğumuz halde, bu
konuları kurgularken, kararlaştırırken değil de
uygularken, insanların evleri başlarına yıkılırken
tartışıyoruz? Ona da tartışmak denirse!
İktidar ile Muhalefet Aynı Dili Kullanıyor
Sorunun nedeni çok açık. Siyasetçiler kültürle
ilgili üretim yapan insanlara danışmanlık statüsü
tanıyorlar, çıkar sağlıyorlar. Böylece
"laf
yapmaktan başka iş bilmeyen" insanların
icraata bulaşmaları engelleniyor. Patronaj altına
girmeyen, bağımsız çalışan insanlar ise sınıfsal
ayrıcalıklarının ellerinden alınması ile tehdit
ediliyorlar. Böylece gizli bir uzlaşma ortaya
çıkıyor. Esnaf mimarlar özel alana, piyasa
ilişkilerine doğru kayıyorlar. Kamusal konularla
uğraşanlar da "danışman" statüsüne.
Böylece mimarlık, sanat, planlama, araştırma gibi
uğraşlarda arayüzlerin oluşturulması engelleniyor.
Entelektüel üretim de bilim adı altında kendi kamu
yararını temsil eden anonim bir hakikat halini
alıyor.
Kültür mirasının korunması ya da yok edilmesi
meselesini kullanarak kendi kamu yararını savunan ve
köşe başlarını tutmuş çok önemli bir kesim var.
Böylece iktidardan pay alıyorlar. Onlar için çözüm
değil, sorun olması önemli. Bugüne kadar süreci
sanki yönetim daralan bir katılım modeli içinde
kendi başına düzeltebilirmiş gibi bir izlenim
yaratıyorlar ve statükoyu koruyorlar. Ayrı ayrı
belediyelerle iş yapıyorlar ama kamu ile profesyonel
bir ilişki kurmuyorlar.
Kısacası iktidar ile
muhalefetin aynı dili konuştuğu, uzlaştığı bir
durumla karşı karşıyayız. Örneğin Tarihi
Yarımada'da bir yenileme projesini, örneğin Sulukule
projesini tartışırken bile aynı duruma düştüğümüzü
görüyorum. Eğer UNESCO meselesine bir çözüm
aranıyorsa, yönetimin ne yaptığına değil, mesleki
konumlarını sinik bir şekilde kendi çıkarları için
kullanan "entellektüel" çevrelerin nasıl bir
ayrıcalık peşinde olduğuna bakmak lazım.
Arkitera, Yazı: Korhan Gümüş, 02.07.2009
|
MACARİSTAN'DA 6 BİN YILLIK KÖY BULUNDU
Macaristan'ın
güneyindeki Tolna kenti yakınlarındaki Bataszek
kasabasında bulunan 6 bin yıllık köyün mezarlığında,
iyi durumda onlarca iskelete rastlandı. Kazıların
başında bulunan arkeolog Zsolt Gallina, mezardaki
iskeletlerin 6 bin yıl öncesindeki kültüre göre
gömüldüğünü, iskeletlerin yana yatmış, dizleri
karınlarına çekilmiş bir şekilde bulunduğunu
söyledi.
Yeni Şafak, 02.07.2009
|

|
MOR GABRİEL MANASTIRI AVRUPA'NIN GÜNDEMİNDE
Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Eckart Cuntz, Mor Gabriel Manastırı yöneticileri ile köylüler arasındaki arazi anlaşmazlığı davasını AB'nin ve Almanya'nın da yakından takip ettiğini söyledi. Güneydoğu gezisi kapsamında Midyat'a gelen Büyükelçi Cuntz, Federal Meclise bu konu ile ilgili sundukları ortak bildirgede bin 600 yıllık Mor Gabriel Manastırı'na ait toprakların kaybolması konusunda endişe taşıdıklarını belirttiklerini bildirdi. Cuntz, "Umuyoruz ki bu dava ile ilgili olumlu karar verilebilir, olumlu adımlar atılabilir" dedi.
Sabah, 02.07.2009
|
SÜLEYMANİYE'YE YUNAN KAZMASI

Yunanistan
tarafından 1972'de gerekçesiz bir şekilde kapatılan
Rodos'taki Süleymaniye Medresesi için şimdi de yıkım
kararı çıktı. 1876'da Türk çocuklarına ilk, orta ve
lise eğitimi vermek üzere inşa edilen tarihi okul
için, Yunan Hükümeti'nin, Türkiye'de Ruhban
Okulu'nun açılması ile ilgili çalışma başlatılan
günlerde düğmeye basması dikkat çekti. Yeni Şafak'a
konuşan Rodos, İstanköy ve 12 Ada Türkleri Kültür ve
Dayanışma Derneği Başkanı Prof.Dr. Mustafa
Kaymakçı, arkeolojik kazı gerekçesiyle okulun
altının oyulmaya başladığını söyledi. Prof. Kaymakçı
yıkımın acilen önlenmesi için girişimlerde bulunması
için Türk hükümetine yardım çağrısı yaptı.
Osmanlı mirası
tarihi medresenin yıkımının durdurulmasını isteyen
Prof. Kaymakçı, "Yunan hükümetinden Süleymaniye
Medresesi'nin temelindeki kazıyı durdurarak yıkıma
engel olmasını talep ediyoruz. Biz yıkım yerine
tadilat başlatılarak Türk çocuklarının Türkçe
öğrenmesi için okulun açılmasını talep ediyoruz.
Ruhban okulu ne kadar haksa, bu okul da en az o
kadar insanlık hakkıdır. 4 bine yakın Türk,
çocuklarına Türkçe öğretmekte zorlanıyor" dedi.
Yunan hükümetinin
yıkım için "Süleymaniye Medresesi'nin altında kalan
kilise kalıntılarının ortaya çıkartılmasını" gerekçe
gösterdiğini belirten Kaymakçı şunları söyledi: "Bu
gerekçe geçerli olamaz. O zaman tüm tarihi yapılar
altına bakmak için yıkılmalı. Yaşananlar bize
Rodos'ta Osmanlı izinin silinmeye çalışıldığını
gösteriyor."
Osmanlı
Türklerinden kalan eserlerin artık insanlığın
kültürel mirası olarak kabul edilmesi için Avrupa
Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Azınlık Hakları
Alt Komitesi'ne de başvurduklarını açıklayan Prof.
Kaymakçı, komisyon üyesi İsviçreli parlamenter
Andreas Gross'un da bir heyetle birlikte inceleme
yapmak üzere Eylül ayında Rodos'a geleceğini
söyledi. Tarihi medresenin Türklerin elinden
alındığını belirten Prof. Kaymakçı, "Aslında bu
medrese, Rodos Türklerinin kurmuş oldukları Evkaf
Dairesi'ne aittir, ancak daha sonra medreseye yasal
bir kılıf bulunarak Yunanistan Kültür Bakanlığı el
koymuş bulunmaktadır" dedi.
Yeni Şafak, haber: Yakup Bulut, 02.07.2009
|
REMBRANDT'IN TABLOLARI DİJİTAL OLARAK ÇOĞALTILIYOR
Hollanda'da Amsterdam
yakınlarında faaliyet gösteren Jouke ter Hofstede of
the Van Straaten adlı baskı firması, Rönesans'ın
usta fırçası Rembrandt'ın bilinen 317 tuvali ile 385
gravür ve 100'ün üzerinde desenini gerçek
ebatlarında dijital olarak çoğaltarak yeniden
oluşturuyor. Basılan dijital Rembrandt resimleri, 5
Temmuz'dan itibaren Amsterdam'da izlenebilecek.
Rembrandt, Hollanda için ulusal bir kültür mirası
sayılıyor.
Sabah, 02.07.2009
|
|
 |
HALI HIRSIZLARI POLİSE TAKILDI
Niğde'de camilerden antika halıları çalarak il dışında sattıkları iddiasıyla gözaltına alınan 4 kişiden 1'i tutuklandı.
Edinilen bilgiye göre, Niğde merkez ve ilçelerde bulunan camilerden antika değeri bulunan halıları çalarak il dışında sattıkları gerekçesiyle 4 kişiyi takibe alan Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi ekipleri, çalınan halılar bir evden çıkartılarak otomobile yüklendiği sırada düzenlenen operasyonla şahısları yakaladı.
Emniyet Müdürlüğü'nde ilk ifadeleri alınan A.A, F.S, S.Ö. ve M.C.'nin hırsızlıktan suç kaydı bulunduğu bildirilirken, evde ve kiralanan otomobilde yapılan aramada antika halılar ele geçirildi.
Mahkemeye sevk edilen şahıslardan A.A. tutuklanırken, diğer şüpheliler tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Zanlılardan halen asker olan ve hava değişimi nedeniyle izinde olduğu belirlenen M.C. İl Jandarma Komutanlığı'na teslim edildi.
Niğde Kent Haber, 02.07.2009
|
BOZKURT'TA TARİHİ ESER
OPERASYONU
Denizli'de düzenlenen
operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirilirken,
2 kişi gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre.
Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca kültür ve
tabiat varlıkları kaçakçılığına yönelik yapılan
çalışmalar sonucunda, Bozkurt İlçesi İnceler
bölgesinde faaliyet gösteren N.A. ve H.G. isimli
şahısların kaçak kazı yaptıkları, sahte tarihi eser
hazırladıkları ve elde ettikleri tarihi eserler ile
sahte eserleri karıştırarak tarihi eser kaçakçılığı
ve dolandırıcılık yaptıkları haberi alındı.
Düzenlenen operasyonda
suçüstü yakalanan şahısların evlerinde yapılan
aramada, bir sikke kataloğu, 1 elektroliz düzeneği,
16 kalıp, 1 tabanca, 1 havalı tüfek, 16 av tüfeği
fişeği, 73 gümüş sikke, 5 altın sikke, 7 bilezik, 2
şamdan, 1 çanak, 5 gümüş takı, 4 süs eşyası, 2
yüzük, 1 bakır yüzük, 1 bronz sikke ele geçirildi.
Olayda ele geçirilen
tarihi eserlere el konulurken, N.A. ve H.G isimli
şahıslar çıkarıldıkları adli makamlarca serbest
bırakıldı.
Denizli Kent Haber,
02.07.2009
|
|
|
KAYNAŞLI'DA TARİHİ ESER
OPERASYONU
Düzce'nin Kaynaşlı
İlçesi'nde jandarmanın düzenlediği operasyonda tarihi
eserlerle yakalanan şahıs gözaltına alındı.
Edinilen bilgiye göre, Düzce İl Jandarma Komutanlığı
ekiplerinin dün Kaynaşlı İlçesi'nde düzenlediği
operasyonda 4 adet tarihi heykel, 1 adet kılıç, 1
adet gümüş sikke, 17 adet madeni para ve 4 adet rulo
şeklinde iç içe sarılmış parşömen ve ferman ele
geçirildi. Tarihi eserlerle birlikte yakalanan bir
kişi, adli makamlara sevk edildi
Düzce Kent Haber,
02.07.2009
|
TURİSTLER NEMRUT DAĞI'NA MALATYA'DAN BALONLA GİDECEK
Malatya'nın Kale Kaymakamı Osman Bilgin, Karakaya
Baraj Gölü kenarındaki ilçenin turizme
kazandırılması için sürdürülen çalışmalar kapsamında
önümüzdeki günlerde balon turizminin başlatılacağını
söyledi.
Bilgin, hafta sonu Malatya'ya gelen YÖK Başkanı
Yusuf Ziya Özcan'ın Kale'yi ziyaret ettiğini
belirterek, "Bu ziyaret sırasında İnönü Üniversitesi
Rektörlüğü ile bir protokol imzaladık. İmzalanan
protokol kapsamında Su Sporları Meslek Yüksek Okulu
kurulmuş olacak. Bunun dışında bölgeye yapılacak
marina, kano platformu gibi yüzer sistemler ve diğer
sosyal faaliyet alanlarından üniversite sorumlu
olacak. Üniversitenin faaliyet alanı dışında halkın
yararlanacağı plaj ve sahil alanı oluşturacağız."
dedi.
Su Sporları Meslek Yüksek Okulu'nun kurulmasıyla
Kale'nin kano, yelken, kürek ve diğer su sporları
alanında uluslararası yarışmaların yapılacağı bir
merkez haline geleceğini ifade eden Kaymakam Osman
Bilgin, "Kaleli iş adamlarımızın da buraya ciddi
yatırımları olacak. Malatyalı bir iş adamımız, Çek
Cumhuriyeti'nden balon siparişi verdi. Yapımı 6
hafta sürüyormuş. Bitince Malatya'ya gelecek.
Elazığ, Harput, Doğanyol Kanyonu ve Nemrut'a balon
gezileri düzenlenecek" diye konuştu.
Kale'nin ciddi bir turizm potansiyeline sahip
olduğunu belirten Kaymakam Bilgin, yatırımcıların
ilçeye büyük ilgi gösterdiklerini kaydetti. Bilgin,
"Biz de ilçenin bu potansiyelini ortaya çıkarmak
için devlet ve özel sektör iş birliği ile şu ana
kadar 2 milyon TL'lik yatırım yaptık. Son bir yılda
10 metre genişliğinde 1.6 km ham yol, 583 metre küp
taş duvar yaptık. 870 metre kare yüzer sistem
oluşturduk. 20 bin kamyon hafriyat döküldü. Su,
elektrik ve kanalizasyon gibi diğer alt yapı
çalışmaları da sürüyor. Sahil şeridi için
çalışmalarımız devam ediyor. Kale'yi Pütürge'ye
bağlayan yolun bize düşen kısmını büyük oranda
tamamladık. Yine Malatyalı bir iş adamımız buraya
otel yapacak. Kale, gerçek bir turizm ve su sporları
merkezi olacak." şeklinde konuştu.
Zaman, Haber: Bülend Koç, 01.07.2009
|
BİZANS DAMACANASI
Adıyaman Müze
Müdürlüğü'nde Bizans dönemine ait su damacanası
sergilenmeye başlandı.
Adıyaman Müzesi'nde
sergilenen Bizans dönemine ait cam damacana müzeyi
ziyarete gelenlerin büyük ilgisini çekiyor. Bizans
Dönemine ait olduğu belirtilen 40 santim eninde, 80
santim boyundaki damacana demir küfe ile korunuyor.
Sadece ağız kısmında
küçük bir kırık olan ve tamamen sağlam olan damacana
bir vatandaş tarafından Adıyaman'da bulunarak müzeye
teslim edildi. Müze Müdürlüğü'ne teslim edilen
damacana ve küfe temizlenip konservasyonu
yapıldıktan sonra teşhir edilmeye başlandı.
Müze Müdürü Arkeolog
Fehmi Eraslan, damacananın müzede sergilenen farklı
bir obje olduğunu ve büyük ilgi gördüğünü
belirterek, "Damacananın diğer eserlerden farklı
olması nedeniyle gelen ziyaretçilerin ilgisini
çekiyor. Bizans döneminde bu tür bir damacananın
olması o dönemin insanlarının zevkine ve estetiğe
önem verdiklerinin göstergesidir" dedi.
Adıyaman Kent Haber,
01.07.2009
|
|
SERGİNİN VE RESTORASYONUN SERGİSİ
10 yıldır ilk kez
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin kapısından öfke
ve kederle değil de umutla çıktığımı söylesem,
durumu pek bir dramatize mi etmiş olurum?
Sanmıyorum. 1937'de Atatürk'ün isteğiyle halka
açılan ve o günden bugünlere tam anlamıyla ayakta
kalma mücadelesi veren kurum, 2007 yılından bu yana
ilk kez ciddi bir restorasyon geçiriyor ve ilk kez
‘hayata dönme' sinyalleri veriyor. Çürüyen kirişleri
yenileniyor, çatısı onarılıyor, müzenin muazzam
şatafatını gözler önüne seren o kararmış, harap
olmuş tavan resimleri ve bezemeleri adeta gün yüzüne
çıkıyor. Koleksiyondaki resimler ve heykeller de
bakım görüyor. Müzenin müdürü Prof. Ferit Özşen'in
deyimiyle ‘kapalı müze sendromu'ndan kurtulmak için
restorasyon sırasında da bir dizi etkinlik
gerçekleştirilecek olan kurumda şu sıralar açılan
‘Serginin Sergisi', bu hayata dönüşün ilk göstergesi
olarak sonbahara kadar izleyicilerini bekliyor.
‘Kapalı müze sendromu' derken, Özşen elbette müzenin
restorasyon sırasında kapalı olmasını kast etmiyor.
Müze aslında yıllardır açık da olsa kapalıydı.
Özellikle bir süredir özel müzelerin sergilerine
servis veren bir tür depo niteliğindeydi. Ulusal ve
kamusal miras, kültürel ve kolektif bellek gibi
konularda değer bilirlikten ne kadar mahrum
olduğumuzun simgesi haline gelmişti. Modernleşme
projemizin fena halinin bir yansıması olmuştu.
Bugün bu çok değerli kültürel miras hem
Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi olan bina, hem 10
bini aşkın yapıt barındıran koleksiyon- gerçekten
gereksiniminde olduğumuz toplumsal duyarlılıklarla
mı hayata döndürülüyor yoksa İstanbul'da özellikle
2010 çerçevesinde gözlemlenen büyük kültür
endüstrisi dönüşümünün bir uzantısı olarak kısa
vadede ve kısa vadeli bir yenilenme mi geçiriyor
şimdilik bilemeyiz ama, sonuçta müzenin hak ettiği
maddi ve manevi duyarlılığa biraz olsun kavuşmuş
olması çok, ama çok sevindirici bir gelişme olarak
görünüyor. Eski bakanlardan Abdüllatif Şener'in ismi
ilerde siyasi kariyeriyle anılır mı bilemem ama,
birkaç yıl önce İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ni
ziyaret ettikten sonra müzenin sorunlarına sözde
değil özde eğilmesi ve bir anlamda müzenin kaderini
değiştirmesi, sanatsever vatandaşların belleğinden
muhtemelen hiç silinmeyecek. Başka siyasetçilere de
seslenelim: On yılların ihmalinin yarattığı
tahribata karşılık son bir yılın restorasyonunun
bile müzede nasıl büyük bir değişim yarattığını
görmek için müzeyi mutlaka ziyaret edin. Öncelikle
sizler ziyaret edin. Böyle bir değere sahip
çıkmamanın affedilmez bir tarihsel sorumluluk
olduğunu (artık) fark edin.
Müzede şu sıralar izleyebileceğiniz ‘Serginin
Sergisi' de aslında belli ki restorasyonun
aşamalarını sergilemek için düzenlenmiş bir sergi.
Mimar Sinan Üniversitesi'nin Rektörü Prof. Rahmi
Aksungur, restorasyonun her aşamasının ‘şeffaf' bir
şekilde ilerleyeceğini, müzede düzenlenecek sergiler
sırasında restorasyonunun her aşamasının
izleyicilerle paylaşılacağını iddia ediyor. Umarız
öyle olur. Bir yandan da ‘Serginin Sergisi', bir tür
tarihsel/belgesel bir görsel arşiv sergisi: 1937'de
müze ilk açıldığında koleksiyonda yer alan yapıtları
bir araya getiren, hatta yer yer aynı salonlarda
aynı düzenleme içinde izleyiciye bir tür tarihe
yolculuk yaptıran bir sergi. Ülkemizde modern
müzeciliğin başlangıç adımlarına ilişkin önemli
ipuçları verdiği gibi, sanat tarihimizin de tarihi
olan bir sergi. Harbiyeli ve Darüşşafakalı
Ressamlar, Osmanlı Ressamları, Türk İzlenimcileri,
Müstakiller ve D Grubu Sanatçıları gibi tarihsel
gruplaşmaları, eğitici bir düzenek içinde sergileyen
‘Serginin Sergisi', Türk sanatı tarihini bugün artık
kanon statüsü kazanmış birçok yapıtını bir araya
getiriyor. Sakın kaçırmayın!
‘Serginin Sergisi' 28 Ağustos'a kadar hafta içi her
gün 10.00-16.00 arasında ziyarete açık.
Radikal, Yazı: Ahu Antmen, 01.07.2009
|
TARİHİ KAZI BAŞLIYOR
Bu zamana kadar sikkeler
dışında arkeolojik bulgu bulunamayan VI Mitridates'e
ait olduğu düşünülen köşk, Amasya'da Oluz Höyük'te
gün ışığına çıkacak.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Arkeolog Şevket
Dönmez ve ekibinin 2007 yılında başladıkları Oluz
Höyük Kazıları çerçevesinde 2007 yılında bulunan ve
2008 yılında bir kısmına ulaşılan, bu sene ise
tamamının ortaya çıkmasının hedeflendiği MÖ 120 ve
63 yılları arasında yaşamış olan VI Mitridates'e ait
olduğu düşünülen köşk, VI Mitridates Dönemi'ne
önemli derecede ışık tutacak.
Oluz Höyük kazılarının Amasya'nın tarihsel
kronolojisini yeniden kurgulamaya başladığını ifade
eden Arkeolog Şevket Dönmez, "45 dönümlük bir alanı
kapsayan Oluz Höyük'te ortalama 2 metre derinliğe
kadar indik. 200 bin liralık ödenek, 80 kişilik bir
ekip ile 8 Temmuz'da başlayacağımız kazıları 25
Ağustos'ta tamamlayacağız. Burada sadece antik
kaynaklarda adı geçen ve bu zamana kadar sadece
sikkeleri dışında arkeolojik bir bulgu bulunmayan VI
Mitridates'in dönemine ait bir yapıyı 2007 yılında
ortaya çıkarttık. Bu yapının o döneme ait bir köşk
olduğunu düşünüyoruz. Tamamen ortaya çıkarttığımızda
ne amaçlı olarak kullanıldığını belirleyeceğiz"
dedi.
Amasya'ya yaklaşık 18 kilometre uzakta bulunan Oluz
Höyük'te 2007 yılında kazı çalışmalarına başlayan
Yrd. Doç.Dr. Şevket Dönmez ve ekibi, bu sene
kazılara 8 Temmuz tarihinde başlayarak 25 Ağustos
tarihinde tamamlayacak. Oluz Höyük'te 3 kültür katı
saptandığını ifade eden Şevket Dönmez, "1. kat
Hellenistik Çağa ait. MÖ 2 ve 1. yüzyıllara ait.
Burada elde edilen sikkeler VI. Mitridates Dönemi'ni
işaret ediyor.
Ünlü Roma İmparatoru
Sezar'ın Mitridates'in oğlu Formakes'i yendiği ve
Veni vidi vici 'Geldim, gördüm, yendim' dediği Zel
Savaşı bu bölgede oldu. 2. kültür katmanında
Hellenistik Çağ öncesinde devam eden Frig Çağı'na
ait. MÖ 8 ve 3. yüzyılı kapsayan dönem. 3. kültür
katmanında ise Hitit Dönemi var. Önemli bir Hitit
kenti gizli burada. En büyük hedefimiz bu kenti
ortaya çıkartmak ve ismini belirlemek. Buran saray
veya tapınak çıkmasını bekliyoruz. Ayrıca Geldingen
Ovası'nın Hitit Dönemi'nde bir göl olduğunu
düşünüyorum" diye konuştu.
Amasya Kent Haber,
01.07.2009
|
 |
ULUS TARİHİ KENT PROJESİ TÜM HIZIYLA DEVAM EDİYOR
Ankara'nın çehresini değiştirecek önemli projelerden Ulus Tarihi Kent Projesi'nin ilk etabı tüm hızıyla devam ediyor. Geçen haftalarda Hacı Bayram Camii çevresindeki 120 evin restorasyon çalışmalarına başlayan Ankara Büyükşehir Belediyesi, bölgede bulunan tarihi evlerin yenileme çalışmalarını sürdürüyor.
Osmanlı'nın son dönemlerine şahitlik etmiş evlerin yer aldığı ve aralarında sefaret ve bakanlık olarak da kullanılmış binalar, hak ettiği yeni yüzüne kavuşturuluyor. Aralıksız sürdürülen çalışmalarla bölgenin çehresinin değiştirilmesi amaçlanıyor. Büyükşehir Belediyesi'nin girişimleri sonucunda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kurulu'ndan onay alınarak evlerde yapılan çalışmalar aslına uygun olarak onarılıyor.
Konuyla ilgili bilgi veren Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, amaçlarının Ankara'nın en eski yerleşim yerlerinden olan Ulus'un hak ettiği görünüme kavuşturmak olduğunu söyledi. Turistlerin de yoğun olarak geldiği bölgenin 'mezbelelik' görüntüsünden kurtarmak için aralıksız çalışıldığını dile getiren yetkililer, projenin 2 milyon 100 bin metrekarelik bir alanı kapsadığını kaydetti.
Zaman, 01.07.2009
|
ATATÜRK'ÜN KÖŞKÜ'NE KAÇAK RESTORASYON
Yalova Belediye Başkanı Yakup Koçal, bir çınar ağacının dallarına zarar gelmemesi için Atatürk'ün talimatıyla temelinden kaydırılan tarihi binada, geçmiş yönetim tarafından kaçak yapı yapıldığını iddia etti.
Koçal, Milli Emlak Müdürlüğü’nce Yalova Çevre Vakfına (YAÇEV) devredilen Yürüyen Köşk'ün yeniden belediyeye verilmesi için yaptıkları başvurunun olumlu sonuçlandığını ifade ederek, şöyle konuştu: "26 Haziran tarihinde Milli Emlak Müdürlüğü, YAÇEV AŞ ile ilgili sözleşmeyi fesh ettiğini bildirdi. Şimdi belediye olarak söz sahibi olmak konusunda girişimlerimizi yapacağız. Ancak orada asıl üzücü nokta köşkün yanına yapılan ahşap restoranın kaçak olması. Atatürk'ün mirasına tecavüz edilmiş. Yalova Belediyesini geçmiş dönemde yönetenler buna göz yummuşlar."
Restoranın, onayı alınan 70 metrekarelik alanın dışına taşarak, kanuna aykırı biçimde büyütüldüğünü öne süren Koçal, "Konuyu yazıyla Valiliğe ilettik. Kanunen yıkmak zorunda kalabiliriz" dedi.
Ntvmsnbc, 01.07.2009
|
 |
|
KAZI ALANINDA ÇALIŞMA BAŞLATILDI
İzmit Çukurbağ
Mahallesi 14-15 parsellerde yapılacak kazıyla ilgili
ön çalışma başladı. İzgaz ve İSU ekipleri, dün kazı
çalışmasının yapılacağı yerin üstünde bulunan eski,
kullanılmayan evin doğalgaz ve suyunu kesti,
hatlarını iptal etti.
Kocaeli Çekül Vakfı İl Temsilcisi Numan Gülşah’ın
önceki gün yaptığı, uyarı amaçlı açıklamaya ise Müze
Müdürü İlksen Özbay’dan cevap gecikmedi. Kazı
alanında dün incelemeler yapan, doğalgaz ve su
şebekesinin kesilmesi çalışmalarını izleyen Müze
Müdürü İlksen Özbay, tarihi eserler konusundaki
hassasiyeti ile tanınan Numan Gülşah hakkında sert
ifadeler kullandı, “Numan Gülşah bizim işimize
burnunu sokacağına önce üniversite bitirsin ve
arkeoloji diploması getirsin. Biz bütün eserleri
teşhire koymuyoruz. Henüz kazının yapılıp
yapılmaması konusunda net bir karar yok. Bu kazının
tek muhatabı benim.“şeklinde konuştu.
Özgür Kocaeli, 01.07.2009
|
RESTORASYON KARMAŞASI

Ödenek yokluğu
yüzünden restorasyon çalışmaları yarım kalan ve
ibadete kapatılan Bakırcı Camisi, bu kez de 'dilekçe
karmaşası'yla gündeme geldi. Vakıflar Bölge
Müdürlüğü, söz konusu restorasyon çalışmalarının,
Genel Müdürlüğün yazısı ile durdurulduğunu
açıklarken, Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, "Söz
konusu iş, sözleşme esasları içerisinde devam
etmektedir" diyor.
Ödenek yokluğu yüzünden restorasyon çalışmaları
yarım kalan ve ibadete kapatılan Bakırcı Camisi, bu
kez de ‘dilekçe karmaşası’yla gündeme geldi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, söz konusu restorasyon
çalışmalarının, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 14
Nisan 2009 tarih ve 5960 sayılı yazısı ile
durdurulduğunu açıklarken, Vakıflar Genel Müdürlüğü
ise, “Söz konusu iş, sözleşme esasları içerisinde
devam etmektedir” dedi.
Bakırcı Mahallesi Muhtarı Asef Bulmuş’un, hem
Vakıflar Genel Müdürlüğü, hem de Vakıflar Bölge
Müdürlüğü ile yaptığı resmi yazışmalara verilen
cevaplar, Bakırcı Camisi’nin durumuyla ilgili olarak
kafaları karıştırırken, mahalleli, aynı kuruma ait
iki ayrı dilekçeden bir anlam çıkarmaya çalışıyor.
Bakırcı Mahallesi Muhtarı Asef Bulmuş’un, Bakırcı
Camisi’ndeki restorasyon çalışmalarının neden
durdurulduğunu öğrenmek için yazdığı iki ayrı
dilekçe, kafaları iyice karıştırdı. Biri Vakıflar
Erzurum Bölge Müdürlüğü’ne, bir diğeri de, Vakıflar
Genel Müdürlüğü’ne yazılan iki ayrı dilekçeye
verilen cevaplar, zaten merak içerisinde olan
mahallelinin kafasını tamamen karıştırdı. Muhtar
Bulmuş’un yazdığı dilekçeye, 16 Haziran 2009 tarihli
cevabi yazıyla bir açıklama gönderen Vakıflar
Erzurum Bölge Müdürlüğü, ödenek olmadan söz konusu
işin yürütülmesinin mümkün olmadığını kaydederken,
Bakırcı Camisi’ndeki restorasyon çalışmalarının ise,
15 Nisan 2009 tarih ve 5960 sayılı yazıyla, Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından durdurulduğunu bildirdi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden gelen açıklamayı da
ekleyerek, bu kez Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bir
dilekçe yazan Mahalle Muhtarı Bulmuş, gelen cevabi
yazıyı okuyunca adeta şakına döndü. Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün, 23 Haziran 2009 tarih ve 1933 sayılı
cevabında, “Söz konusu iş, sözleşme esasları
içerisinde devam etmektedir.” denilirken, bu durum,
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, restorasyonun
durdurulduğundan haberdar bile olmadığı şeklinde bir
anlamın ortaya çıkmasına neden oldu. Bakırcı
Mahallesi Muhtarı Asef Bulmuş, “Bölge Müdürlüğü,
‘restorasyonu Genel Müdürlük durdurdu’ diyor,
Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, ‘iş devam ediyor’
diyor. Bu nasıl bir iş, anlamadık. Kafamız iyice
karıştı. Birilerinin çıkıp bizi aydınlatmasını
istiyoruz.” dedi.
Bu
arada, Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise,
restorasyon işinin ödeneksizlik yüzünden
durdurulduğunu yinelemekle yetindi.
Erzurum Gazetesi, 01.07.2009
|
ST. PETERSBURG'DAN MEKTUP
Erich Mendelsohn
tarafından 1926 yılında tasarlanan Red Flag
Fabrikası'nın kaderi yıkım ile sanat ve iş merkezine
dönüşüm arasında sıkışıp kaldı. Bu durum modern
başyapıtların kentsel uyum ve ideolojik tekrar
programlama sorusunu genişletiyor.

Geçen yıl basın, Bay Burdinsky adında bir
müteahhitin 20.yy mimari cevherlerinden biri olan,
dünyaca ünlü ekspresyonist (dışavurumcu) Alman Erich
Mendelshohn tarafından tasarlanan eski tekstil
fabrikasını yeniden keşif imkanı sunmasıyla sevince
boğuldu. Rusya'da ayakta kalan tek tasarımı olan
Leningrad Red Banner Fabrikası, sanat ve ticaret
merkezine dönüştürülmke üzereydi. Bugünlerde, Bay
Burdinsky'nin eski destekçilerini huzursuz eden,
yıkımın sihirli bir ilaç olduğuna yönelik sözleri
sunum modellerine kazınıyor. Leningrad Tekstil
Fabrikası üç büyük hol, atölye binası ve son derece
güçlü enerj santrali ile dört hektarlık endüstriyel
bir üs. Luckenwalde Şapka Fabrikasının stil
varislerinden olan bu imza yapı, ideolojik ön
saflarda bulunuyor. Zayıf bakım ve esas tasarım
özelliklerinin resmi inkarı sadece modern
tehditlerle yüz yüze kalıp, koruma bahanesi ve
dönüştürülmesine neden oldu. 2 Nisan'da St.
Petersburg Valilik Miras Konseyi, David Chipperfield
tarafından tasarlanan "onun fikirleri ne olurdu?"
adlı tasarım önerisini dikkate aldı. Haberlere göre
önerilen yeni tasarım, fabrikanın değerinin
inkarından farksız değildi. Enerji santralı
nezaketen korunmuş, Mendelsohn'un olmadığı, yapısal
anlamda güvensiz ve betonarme olmasından dolayı
zaten geri dönüştürülemez olduğu gerekçeleriyle
holler ve atölyeler yeni bir kutular aranjmanına yer
olarak görülmüştü. Bay Burdinsky, enerji santralını
ve fabrikaları miras listelerinden hepten silinmesi
için Miras Konseyi'ni aradı ve çevrenin geri
kalanında serbestlik tanındığında, enerji evini
koruyacağı sözünü vererek, Konsey'in kendi tarafını
tutmadığı taktirde yasal anlamda harekete geçeceği
şeklinde tehditte bulundu. Konsey, tartışmayı
erteledi. Yerel girişimciler, Rus Miras Koruma
Grubu, VOOPIK tarafından önayak olunan, fabrikanın
değerinin geri kazandırılması için çalışan yoğun bir
kampanya başlattı. O günlerde Almanlar'ın
Luckerwalde Fabrikası'nı eski ihtişamına kavuşturmak
için restore ediyor, imza niteliği taşıyan şapka
çatıyı tekrar inşa ediyor ve betonarmenin
özelliklerini yüceltiyor olması, Leningrad tarafında
ise yıkılmasa da büyük ölçüde değiştirilme tehdidi
ile karşı karşıya olması bir ironi oluşturdu.

Red Banner'ın Erich Mendelsohn Gesamtkunstwerk'in
değil de, enerji santralinin bir Mendelsohn
kompozisyonu olup, diğerlerinin yerel mimarlar
tarafından tasarlanan bir seri benzer tasarım
olduğuna dair makalelerin yerel mimari basında yer
almasının arkasında kim vardı?
Mandelsohn'un, sonradan inşa edilen binaların müellifliğini reddettiği ve öncekini onurlu bir istisna olarak sakladığı (Bruno Zevi'nin incelemesinde ya da başka bir araştırmacı tarafından bahsedilmeyen) hikayesini kim başlattı? Projenin müteahhiti ve mimarı, basın yayınlarının "hepsinin yanlış" olduğunu idda ederken ve "hiçbir binanın yıkıma uğramayacağı"nı savunurken neden uygulanacak tasarımı halkla paylaşmayı reddediyor? Haziran başında Konsey, üçüncü kez toplantısını Red Banner sorununa adadı. Kutlanacak bir zafer mi? Şaşılacak olsa da, sayısız palası eski ihtişamıyla tekrar kavuşturan Rus restorasyon okullarının antikalarla baş etmekte hala bazı basit eksiklikleri var. İtalyan restorasyon çalışması kapsamında St. Peter's Gate ve St. Petersburg'da Paul Fortress ve zamanla aşınmış taş ve tuğla yapıya gösterilen duyarlılık, benzer yerel profesyoneller ve otoritelerde büsbütün karışıklığa neden oldu: neden hiç kimse kalıntıya taş taş, parça parça özen göstersin? Neden yıkıp daha iyi ve yeni bir bina yapmayalım? 2007'de St. Petersburg restoratörleri ve İtalyan meslektaşları arasında bir anlaşmaya ulaşılmıştı. 2009'da görülüyor ki bu anlaşma hem temasal anlamda hem coğrafi anlamda genişletilmeli. Einstein Kulesi'nden De La Warr Pavyonu'na birçok erken modernist deneme yakın zamanda orijinal ihtişamına kavuşturulup yeni bir hayat verilmedi mi? Eldeki bilgiyi toparlamanın zamanı değil mi? Aksi halde, korkaklık ve ihmal ya da ihmalkarlık ve önyargı ortak tarihimizin değerli taşlarını çalmaya devam edecek.
Arkitera, Kaynak: Domus, Çev.: Betül Tuncer,
30.06.2009
|
ANTIOCHEA ANTİK KENTİ KAZILARI SÜRÜYOR
Isparta'nın Yalvaç İlçesi'nde bulunan Pisidia Antiokheia Antik Kenti'nde kazılar sürüyor. Kazı
Başkanı Doç.Dr. Ahmet Özhanlı, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, antik kentte bu yılın
kazılarının 10 Haziran'da başladığını belirterek,
kazılara 30 kişilik öğrenci ve bilim grubunun
katıldığını bildirdi.
Roma döneminde Pisidia bölgesine başkentlik yapacak
kadar önemli olan antik kentteki kazıların, Kültür
ve Turizm Bakanlığı temsilcisi gözetiminde sürdüğüne
işaret eden Özhanlı, tamamı surlarla çevrili 46
hektarlık alan üzerine kurulu kentin en parlak
çağını Roma döneminde yaşadığı vurguladı.
İlk kez geçen yıl başlanan kazılarda bu yılki sezona
Nympheum yani anıtsal çeşme önünde bulunan
kuzey-güney caddesinden başlandığına işaret eden
Özhanlı, caddenin kuzey ucundan başlanan kazıyla,
anıtsal çeşme önünde bulunan meydanın ortaya
çıkarılmasının amaçlandığını kaydetti.
Bunun yanında geçen sezon çizimleri tamamlanan
tiyatroda, orkestra ve sahne binasının düzenlenmesi
çalışmaları, St. Paul Kilisesi kazı ve çevre
düzenlemeleri, hamam ve doğu-batı caddesi üzerinde
tiyatrodan sonra güneye ayrılan caddede mozaiklerin
konservasyonu gibi birçok çalışma yapılmasının da
planlandığını anlatan Özhanlı, ekibin, kent meclisi
binası olan Bouleterion'da ve kentin güneyinde
olduğu tahmin edilen, şehrin ikinci giriş kapısının
yerini tespit etmek için sondaj çalışmaları da
gerçekleştireceğini söyledi.
"Antik kentin ancak yüzde beşi toprak üzerinde"
diyen Mehmet Özhanlı, amaçlarının yıl kentin bir
başka önemli yapısının gün yüzüne çıkarmak ve bunun
yanında mevcut yapıları da koruyarak gelecek
nesillere aktarmak olduğunu bildirdi.
Doç.Dr. Özhanlı, "Bu sezon daha kazının ikinci
haftasına girmemize rağmen, anıtsal çeşme önünde
mermer heykel ve kabartma parçalarıyla çeşmeye ait
önemli mimari parçalar çıkardık" dedi.
Cnn Türk, 30.06.2009
|
MYRA'YA İLK KAZMA VURULDU

Antalya'nın
Demre İlçesi'nde bulunan tarihi Myra antik ve Andriake antik liman kentleri restorasyon kazı
çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay'ın katılımı ile başladı. Kazılar Akdeniz
Üniversitesi Arkeoloji bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında 50 kişilik bir ekip
tarafından yapılacak. Söz konusu çalışmalar, tarihi
antik kentleri ve batık şehriyle her yıl 500 bin
civarında turisti ağırlayan Demre için büyük önem
taşıyor.
Uzun yıllar sürebilecek kazıların tarihsel değerinin
çok önemli olduğunu ve değerli bulgularla günümüz
insanını buluşturacağını dile getiren Bakan Ertuğrul
Günay, Myra Antik Kenti'nin yanı sıra, antik liman
bölgesi Andriake'de de Likya Uygarlığı Müzesi
Projesi'ni hayata geçirmek istediklerini ifade etti.
Müze için bilimsel danışma kurulunun proje
hazırlayacağını ve önerilerde bulunacağını belirten
Günay, bu doğrultuda projeyi hayata geçirmeye
çalışacaklarını bildirdi.
Demre'nin Myra Antik Kenti, Noel Baba Müzesi,
Kekova, Andriake bölgeleriyle çok önemli bir
uygarlık merkezi olduğunu, Noel Baba Müzesi
kalıntıları ile Kekova bölgesinin UNESCO Dünya
Kültür Mirası aday listesinde yer aldığını
hatırlatan Günay, "Ben Demre'nin bütünüyle,
çevresiyle Dünya Miras Alanı Kalıcı Listesi'ne
gireceğini umut ediyorum. Bu yıl, bu yolda adım
attık. Fethiye'den, Olimpos'a kadar olan bütün Likya
Uygarlığı kalıntıları, Türkiye tarafından Dünya
Miras Alanı Aday Listesine önerildi ve bu kabul
edildi. Demre'nin bütününü de kalıcı listeye
sokacağımızı umut ediyorum'' dedi.
Antik kentte başlayan kazılarla ilgili üzerlerine
düşeni yapmaya çalıştıklarını, tarihi amfi
tiyatronun geliştirilmesi projesini de
hazırladıklarını ifade eden Günay, Demre'nin Üçağız
Köyündeki Simena Antik Kenti'nde çıkış için
kullanılan taşlar yerine önümüzdeki süreçte ahşap
basamaklar yapılacağını söyledi. Günay, Üçağız
Köyündeki iskelenin de tamamlanacağını dile getirdi.
Törene katılan Antalya Vali Yardımcısı Yıldırım Uçar
da Türkiye, Antalya ve Demre'nin miras yönünden
zengin olduğunu, Myra Antik Kenti'nde yapılacak
kazılarda mirasın bilinmeyen kalıntılarının ortaya
çıkacağına işaret etti.
Törene, Rusya'nın Antalya Başkonsolosu Mirjalol
Husanav ile Türk ve yabancı vatandaşlar katıldı.
Myra Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Nevzat
Çevik, Günay'a teşekkür plaketi verdi. Törenin
ardından Günay, beraberindeki yetkililer ile
vatandaşlar, Antalya Devlet Opera ve Balesi
Orkestrası sanatçılarının verdiği konseri izledi.
Öte yandan Günay, bir gazetecinin, "Çevre ve Orman
Bakanlığı'nın hazırladığı Çevre Düzenleme Planı'nda,
Perge Antik Kenti'nin çevresinde organize sanayi
bölgesinin yer almasıyla" ilgili sorusu üzerine,
konuyu incelediğini söyledi.
Zaman, 30.06.2009
|
ROMA'DAN ŞEHRİN MEYDANLARINA
İslam şehrine dair
modern zihni sürekli meşgul eden sorulardan biri, bu
şehirlerin neden meydanlara sahip olmadığıdır.
Aydınlanma ile ortaya çıkan modern şehirciliğin en
bariz özelliklerinden biri devasa ölçeklerde
meydanlara sahip olmasıdır. Şehirde bütün yollar
adeta bu büyük meydana ya da meydanlara çıkar.
Modern şehir, aydınlanma düşüncesinin eseri
olduğu kadar bir tür Roma öykünmesidir. "Çağdaş
Roma" olmak isteyen her Avrupalı güç, kendi tarzında
Roma'yı yeniden inşa etmek istemiştir. Zenginlik ve
düzeni ile 19. yüzyıl Londra'sı nasıl dönemin
Roma'sı olarak gösterilmişse Paris'in de emperyal
gücün sergileyen ve bu anlamda da Roma'ya en fazla
öykünen başkentlerden biri olduğu söylenebilir.
Roma devasa yapıları, tapınakları ve
meydanlarıyla Batı medeniyetinin her anlamda olduğu
gibi şehir modeli olarak da köklerini bulduğu model
oldu. Roma'da tapınaklar, resmi binalar ve anıtlar o
kadar merkezi rol oynamıştı ki, Richart Sennett'in
tabiriyle "bak, iman et ve itaat et" telkini yapar
gibiydi. Bu iman ve itaat daha çok siyasi otoriteye
yönelikti. Şehrin meydanına kurulan forum bile
dinleyenlerin (vatandaş) katılımdan çok monarkın
söylevini dinleyemeye yönelik tasarlanmıştı. 'Izgara
sistem Roma şehri' Ortaçağ'da çökse de Aydınlanma
ile Batıda yeniden canlandı.
Paris'in meydanları, modernleşme ve Fransız
İhtilali'nin etkisiyle yeniden anlamlandırılarak
tasarlanacaktı. Emperyal güç gösterisine uygun
olarak tasarlanan Paris'in meydanları ihtilal
sırasında olduğu gibi ihtilal sonrasında da önemli
işlev görecekti. Modern şehrin meydanları aydınlanma
düşüncesinin insan ve mekan konusuna yüklediği
anlamdan bağımsız olmasa da büyük ölçüde siyasal
otoritenin "bak ve itaat et" telkininden de ayrı
düşünülemezdi.
Avrupa'da yaşanan siyasal gelişmelerden çok daha
farklı ve kendine özgü bir çizgide gelişen Amerikan
şehrinin de Aydınlanmacı düşüncenin eseri olduğu
kadar Roma etkisiyle ortaya çıktığı söylenebilir. Bu
durum, Batılı zihnin Amerikan formu olarak bu
modelden tümüyle farklılaşmadığının işaretidir.
Modern şehrin, Harvey'in insan vücudundaki kan
dolaşım sistemini keşfetmesiyle beraber, şehri bir
organizma olarak ele alan Aydınlanmacı mimarların
eseri olduğu savunulur. Buna göre insan bedeni gibi
şehirlerin de oksijen alacağı akciğer fonksiyonu
görecek meydanlara, geniş parklara ve en önemlisi
kalabalıkların devamlı hareket edebileceği
cadde-meydan düzenlemesine ihtiyacı vardır. Bu
espriden hareketle ABD başkenti olarak Washington
için bir şehir planı geliştiren Pierre C.L'fant'ın,
Roma şehir tasarımından ilham aldığı, hatta coğrafi
isimleri bile oradan esinleyerek ortaya koyduğu
biliniyor. Amerikan devrimi, henüz "üçüncü Roma"
olma iddiasına sahip değilken bile Aydınlanma
düşüncesinin "sağlıklı şehirler" ideali ile Roma
geleneğinin birleştirildiği bir başkent inşa etmeye
girişti. Washington D.C.'nin tipik Roma şehrinde
olduğu gibi ızgara sisteme benzetilmesi bir yana
siyasi otoritenin merkezi binalarının şehrin nefes
aldığı mekanlarla birleştirilmesi Aydınlanma ile
Roma değerlerinin buluşturulmasına bir örnek teşkil
etti. Daha sonraki düzenlemelerde de, Başkanlık
Sarayı ve Kongre merkezinin şehrin "akciğeri" ile
ilişkilendirilmesi, adeta tüm yolların buraya
çıkarılması tesadüf değildir.
Batı'da gelişen modern şehir mimarisinin merkezi,
büyük meydanlara ihtiyaç duymasının, salt kentte
yaşayanların rahat nefes alması gibi bir düşünceden
kaynaklandığı söylenemez. Otorite öne çıkarılırken
anıtsal yapılara bakarak iman etmese bile, seküler
zihin artık ironik biçimde itaati önceliyordu.
Napolyon'un muhtemel halk ayaklanmalarını
bastırabilmek için (kendisi de bir topçu subayı
olması hasebiyle) top ateşine uygun alanların
açılmasını istediği söylenir.
Şehrin Aydınlanmacı organizasyonu bireyin nefes
alacağı ama kitlesel olarak bir anlam
kazanamayacağı, örgütlenemeyeceği açık alan-meydan,
cadde tasarımı geliştirdi. Teknolojik gelişme buna
hız ve hareket formunu giydirdi. Sürekli hareket
eden ama tek tek insanlardan oluşan bir denetim
mekanizmasına dönüştü meydanlar.
Otoritenin kendini ifade ettiği, daha doğrusu
tahakkümünü gösterdiği, merkezi yönetimin her şeyi
belirlediği bir şehir anlayışının ürünü olarak
meydanlar hayati önem taşır. Siyasetin toplumsalı
yok ettiği modern şehir modelinin kaçınılmaz
öğeleridir meydanlar. Açık alanlar, parklar
toplumsallığı yok eden siyasanın bireylerin nefes
almasına izin verdiği kadar nefes alışını da kontrol
ettiği mekanlar olarak Roma'nın daha rafine
uzantısıdır.
Kan dolaşımını yüzlerce yıl önceden bulan
Müslümanların geliştirdikleri İslam şehrinde
meydanları neden öncelemedikleri konusunda bir fikir
verebilir.
Yeni Şafak, Yazı: Akif Emre, 30.06.2009
|
HASANKEYF İÇİN MÜCADELEYE DEVAM
Batman Hasankeyf
Yaşatma Girişimi üyeleri, Hasankeyf'in sular altında
kalmaması için mücadelelerini sonuna kadar
sürdüreceklerini söyledi.
Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi üyelerinin Hasankeyf'te
yaptığı basın açıklamasına, Batman Belediye Başkanı
Nejdet Atalay ve çeşitli kitle örgütü temsilcileri
katıldı. Girişim üyeleri, Dicle Nehri üzerinde
"Dicle Hasankeyf'i boğma", "Hasankeyf'e kıymayın
efendiler", "Hasankeyf'i yerinden değil yarına
taşıyın" yazılı pankartlar açarak eylem yaptılar.
Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi Sekretaryası adına
açıklama yapan İpek Taşlı, "Gelecek kuşaklara
bırakacağımız en büyük miras olan antik Hasankeyf
kentini korumayı ve yarınlara taşınmasını sağlamayı
görev bildiğimizden, bugün farklı bir eylem için
buradayız" dedi.
Taşlı, "Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ndeki tarihi ve
doğal zenginlikleri turizm yatırımları ile
insanlığın hizmetine sunmak varken, Ilısu Barajı'nda
ısrar etmenin hiçbir mantığı olamaz" şeklinde
konuştu. Taşlı şöyle konuştu: "10 binlerce yıl
öncesinden beri tarih, doğa ve suyun bir arada ahenk
içerisinde yaşadığı bir coğrafyada, Dicle'yi kardeşi
Hasankeyf'in katili yapmak istiyorlar. Hasankeyf ve
Dicle Vadisi'nin yaşatılması, öncelikle devletin
göreviyken bu görevi yapmaya çalışan biz gönüllüler
bir kez daha, başta Türkiye olmak üzere Ilısu
Barajı'na destek verme niyetinde olan Avrupa
ülkelerini de bu suça ortak olmamaları yönünde
uyarıyoruz." Taşlı, Hasankeyf'i yerinden taşıyarak
yok etmek isteyenlere müsaade etmeyeceklerini
söyledi.
Evrensel, 30.06.2009
******
NE PAHASINA ENERJİ?

Bakan
Eroğlu, Hasankeyf’i
kurtarmak ve korumak amacıyla sürdürülen çabalar
için “laf, laf, laf” ve
“yaygaracılık” demiş. Bakan yanıltıyor!
Bakan, geleceği düşünmüyor!
Hasankeyf
ve Ilısu yanyana gelince kültür
mirasımız adına olabilecekler çok ürkütücü. Yükselen
suların örteceği alan içinde koca bir şehir, çeşitli
höyükler yatıyor. Birçok arkeolojik alan henüz
araştırılmamış durumda. Kredi kuruluşlarının
istediklerini sağlamak için hızla yapılmakta olan
kurtarma kazıları kuşkusuz bazı bilgiler
edinilmesini sağlıyor, ancak önemli arkeolojik
alanların, kültürel peyzajların, değerli doğa
parçalarının sular altında kalacak olması
sakıncasını ortadan kaldırmıyor. Taşınmaz eserlerin
sular altında kalması, bilim insanlarını ciddi
olarak kaygılandırıyor. Tepkilerini dile getirenler,
ülkenin kalkınmasını istemeyen, kötü niyetli kişiler
değildir. Onlar, ülkenin geleceğini gören, yörenin
değerli bir parçasının yitirilmesini istemeyen, kimi
doğa ve kültürün oluşturduğu bir peyzajın pisi
pisine çöpe atılmasına karşı çıkan doğasever, güzel
sanatlara duyarlı insanlardır. Kimi ise, bayındırlık
projelerinin kültür mirası araştırılmadan
hazırlanmasının yarattığı sakıncaları bilen meslek
insanları; arkeologlar, sanat tarihçileri, mimarlar,
restorasyon uzmanları, hukukçular, mühendislerdir.
Ilısu barajının yalnız Hasankeyf’te yok edeceği
kültür değerlerini sıralamak tahribatın boyutu
konusunda aydınlatıcı olabilir. Bakanın çok
beğendiği arkeolojik park projesi ise, uzmanlara
göre, Miniatürk benzeri, Hasankeyf’i karikatürize
eden bir maketparkı olmaktan ileri gidebilecek bir
konsepte sahip değil. Aceleyle yapılmış bu
göstermelik proje, gerçek Hasankeyf’i temsil
etmekten çok uzak.
Bakan, kimsenin Hasankeyf’te restorasyon
yapmadığını, örneğin Artuklu köprüsünü ele
almadığını beyan etmiş. Bakan, herhalde yasaları pek
bilmiyor. Kültür varlıklarını korumak için
Türkiye’nin kocaman bir bakanlığı ve teşkilatı
vardır. Ayrıca tarihi köprüler Bayındırlık
Bakanlığı’nın koruması altındadır. Buradaki
arkeolojik siti korumak ise tümüyle Kültür
Bakanlığı’nın görevidir. Bakanlığın izni ve iradesi
olmadan başkaları gelip kamuya ait olan bir alanda
iş yapamaz. Yıllardır Hasankeyf’e ayrılan kaynak,
sadece kurtarma kazılarına ve belgelemeye yönelik
oldu. Kazı çalışmalarıyla birlikte belgeleme
çalışmaları da yapılmışsa da, bunlar kazılan
alanların belgelenmesi şeklinde oldu, anıtların
yerinde korunması için irade belirtilmedi. Önemli
birkaç anıtın korunması için gerekli projeler ise
ancak geçtiğimiz yıl içinde ihale edildi. Burada da
bir belirsizlik vardır; Hasankeyf’in akıbeti hala
netleşmediği için yapılan rölöve, restitüsyon ve
restorasyon projelerinin nasıl uygulanacağı
bilinmiyor.
Bu kadar önemli bir alanı değişik kültürlere ait
varlıklarıyla, bir bütün olarak korumak varken, suya
batırmak; taşınabilecek birkaç eseri bambaşka bir
doğal çevre içinde gelişigüzel yerleştirerek fakir
bir arkeolojik park yapmanın saçmalığını, umarız
yöneticilerimiz çok ileri gitmeden anlar ve kültür
varlıkları alanındaki kayıplarımızın Keban, Atatürk,
Birecik, vd. tamamlanmış barajlar altında yok
olanlarla sınırlı kalmasını sağlamaya çalışırlar.
Aşağıda Ilısu barajının, yalnız Hasankeyf’te
etkileyeceği eserler ve tahribatın boyutu hakkında
fikir verebilecek bir liste yer alıyor. Çevre ve
kültür değerlerini korumakla yükümlü olanların bu
listeye gözatmalarını dileriz:
Etkilenecek eserler
1. Dicle kenarı setlerde yer alan ve suya
gömülecek eserler:
Güneybatı yakası:
- Mardinike denen sahil sarayı harabesi,
- Bunun doğusunda resmi tesisler ve lise altında
kalan Kasımiye semti ve içerdiği harabeler
- Köprübaşı’ndan kaleye giden sokağın nehir tarafı
sahil surlarıyla karışık dükkanlar
- Tarihi köprü ucunun bu sokağa birleştiği yerde
eski şehir kapısı kalıntıları
- Aynı sokağın “Öğretmen Evi” tarafı: 1964 köprü
inşaatında altın çıkan Süryani mahallesi ve rahip
evi
- Rızk Camisi
- Kilise harabesi
Sultan Süleyman Camii
- Şahabiye Medresesi
- Avlusundaki sondajda kalkolitik seramikler bulunan
Koç Camii
- Han ve Arasta; hana bitişik küçük mescit ve
türbesi
- Kaldırımlı, kanallı sokak ve dükkanlar
- Kızlar Camii
- Kızlar Camii güneybatısında 1. semt külliyesi:
Cami, türbe ve dükkanlar
- Kızlar Camii batısında yamaçta setler halinde
kurulu, tepede mağara ve inşaatın kaynaştığı malikane veya dergah kalıntıları
- Bunların kuzeyinde, revaklı avlusu olan 2. semt
külliyesi
Doğuda, büyük kısmı yeni evler altında kalan seramik
fırınları ve atölyeleri bölgesi: Kazıda 9 fırın, 2
atölye ve çökelti havuzlarının kalıntıları,
içlerindeki curuflar, tripotlar ve seramiklerle
çıkarıldı.
- Güneybatıdaki konak ve çevre dokusu kalıntıları
Karşı Yaka (Kuzeybatı/Batman tarafı):
- Zeynel Bey Türbesi
- İmam Abdullah
- Mardinike ve kazı evi karşısına düşen büyük
mağara-kilise
- Zeynel Bey Türbesi etrafındaki harabeler
. Hamam
Kale eteğinde, kanyon içinde (Uzundere yolu) kilise
ve hücreleri mağaralar olan manastır
Kale ve “yukarı şehir”in oturduğu kaya-tepe
doğu yüzü:
- Rampadaki “Orta Kapı”
- “Büyük Saray”ın güneydoğusunda, geç devir
mezarlığının altındaki muazzam höyük, asıl sarayın
çoğu bölümlerini barındırıyor. Bu kısım, Roma
saray-kalesi üzerine ve içine oturuyor. Bunun doğuya
(kasabaya) bakan yanında, altta Roma blok taşları,
üstte Artuklu blok taşlarıyla örülü muazzam bir
cephe duvarı ve ortasında büyük bir giriş bulunuyor.
Bunlar hep “Küçük Saray”denilen burcun aşağısında
kalan kültür varlıklarıdır. Baraj sularının “Küçük
Saray” tabanına kadar yükselmesi ve kalenin üzerine
oturduğu kayanın 2/3’ünün sular altında kalması
öngörülüyor. Büyük bir bölümü suya battığında
kireçtaşı kaya kütlesinin çözülmesi hızlanacak ve
üstündekilerin dağılarak yok olması ihtimali
yükselecek.
Bakanlığın projesi yok
Hasankeyf doğal, kentsel ve arkeolojik değerleriyle
bir kültürel peyzaj olarak anlamlıdır ve bütünlüğünü
korumak önemlidir. “Baraj yapacağız ama Hasankeyf’i
de koruyacağız” demek işi basite indirgemek ve
insanları yanıltmaktır. Birkaç anıtı taşımakla göz
boyanmak isteniyor; söz konusu anıtların nasıl
taşınacağı da ayrıca teknik bir sorundur. Bu konuda
Kültür Bakanlığı’nın henüz bir projesi bulunmuyor.
Yanlış kaynaktan enerji üretmek, enerjiyi yanlış
kullanmak; çevre değerlerinin yıkımına ve çevresel
felakete yol açıyor. Ilısu Barajı’nın alternatifi
var, Dicle’nin kolları üzerinde birbirine bağlı
birden çok baraj ve HES yapılarak aynı miktar ve
daha çok enerji üretilebilir. Üstelik o durumda
Dicle’nin 16 milyar m3’lük suyunun başlangıçta 10.4
milyar m3’ünü, sonra da 7.4 milyar m3’ünü baraj
gölünde tutmak suretiyle iklim dengesinin de
bozulmasına yol açılmamış olunur.
Dünya deneyimi, suyu baraj göllerinde tutmanın,
“suyun ahlakını” bozduğunu, su rejiminin ve iklimin
değişmesine yol açtığını gösterdi. Türkiye,
“kalkınma amaçlı yatırım”larla “öteki değerler”in
korunması arasında “uygulanabilir denge” bulabilir.
Türkiye’nin, bugüne kadarki uygulamaları, Van Gölü
Kapalı Havzası ve Meriç-Ergene Havzası dışındaki 24
havzada yıkıma neden oldu.
Yıkım, yıkım, yıkım!
Ya sonra?!
Radikal, Yazı: Oluş Arık / Cevat Erder / Nur
Akın / Zeynep Ahunbay / Metin Ahunbay: Prof.Dr.,
Murat Cano: Av., 01.07.2009
******
HASANKEYF'DE BAŞLAR SUYA GÖMÜLDÜ
Ilısu'nun yapımına şartlı destek veren Avusturya ve
İsviçre ile Türkiye devletleri, Dicle'de protesto
edildi.
Doğa Derneği, ‘Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ni yok
edeceği halde hala Ilısu Barajı'nın yapımı konusunda
ısrar ettikleri' gerekçesiyle Türkiye, Avusturya ve
İsviçre'yi protesto etti. Bu ülkeleri temsil eden
cansız mankenlerin kafasını Hasankeyf'te Dicle
Nehri'nin sularına gömen eylemciler, ‘Kafanızı sudan
çıkarın' pankartı açtı.
Ilısu Barajı'na kredi sağlayacak uluslararası
konsorsiyumun, çevre, tarih ve insanla ilgili
kriterleri tamamlaması için Türkiye'ye verdiği ek
süre 6 Temmuz'da doluyor. Alman basınında yer alan
haberlere göre Almanya bu sürenin dolmasını
beklemeden, konsorsiyumdan çekilme kararı aldı.
Geriye Avusturya ve İsviçre kaldı. Çevre Bakanı
Veysel Eroğlu ise geçtiğimiz günlerde Radikal'e
yaptığı açıklamada uluslararası gelmezse,
Türkiye'nin barajı kendi imkanlarıyla
tamamlayacağını, bu konuda kararlı olduklarını
söylemişti. Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nin doğal ve
kültürel değerini ortaya koyan bilimsel raporlara
karşın Türkiye ile birlikte İsviçre ve Avusturya'nın
gerçekleri görmezden gelmeye devam ettiğini belirten
Hasankeyf Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk, "Bu
ülkelerin de artık kafalarını suyun içinden
çıkararak Hasankeyf'e başka gözle bakmalarını ve
Hasankeyf'in de içinde yer aldığı Dicle Vadisi'nin
değerini görmelerini istiyoruz" dedi.
Radikal, 01.07.2009
******
ILISU BARAJI'NA YABANCI KREDİDE KARAR ZAMANI

Tarihi Hasankeyf'i de içine alan
Ilısu Barajı'nın kaderi 6 Temmuz'da belli olacak.
Kredi musluğunu Ocak 2009'da kapatarak, sözleşmeleri
askıya alan Avusturya, Almanya, İsviçreli kredi
kuruluşlarının destek verip vermeyeceği bu tarihte
belli olacak. Ocak 2009'da Avusturya, Almanya,
İsviçreli ihracatçı kredi kuruluşları, Nihai
Değerlendirme Toplantısı Mutabakat Zaptı'nda (FAM
Protokolü) yer alan görev tanımlarının bir kısmının
yerine getirilmediği gerekçesi ile çalışmalarını
durdurmuştu. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu ise dün
konuyla ilgili basın toplantısı düzenledi. Bakan
Eroğlu, kararlılığını "Bu barajı yapacağız. Yapacak
gücümüz de var, paramız da var" diyerek dile
getirdi. Eroğlu, "Üzerimize düşen bütün vecibeleri
yerine getirdik. 6 Temmuz'da askının süresi bitiyor,
beklentimiz askının kalkması ve inşaata devam
edilmesidir" dedi. Hasankeyf'in geleceğini
etkileyecek Ilısu Projesi'nin bölgenin kalkınmasında
önemli rol oynayacağını savunan Eroğlu, "Türkiye'nin
bölgesel bir güç olmasını istemeyen, oradaki halkın
hayat seviyesinin yükselmesini istemeyen, bazı
mihraklar hatta bazı ülkelerin temsilcileri projenin
önüne set çekmeye çalışıyor" diye konuştu.
Projeye kredi sağlayan İhracatçı Kredi
Kuruluşları'na, GAP'ın en önemli unsurlarından olan
Ilısu Projesi'ni yerinde incelemeleri çağrısında
bulunan Eroğlu, gazetecilerin Ilısu Projesi'nin
durdurulması için çevre örgütlerine destek veren Pop
yıldızı Tarkan ile ilgili yönelttiği soruyu da şöyle
yanıt verdi: "Sayın Tarkan Bey'i bu konuda bilgi
vermek için Hasankeyf'e davet ediyoruz. Kapımız her
zaman açık." Tarihi Hasankeyf Yukarı Şehir'in sular
altında kalmayacağını, bu alandaki tarihi yapıların
restore edileceğini belirten Eroğlu, Aşağı
Şehir'deki kültürel varlıklarında güçlendirilerek
yerinde korunacağını ya da açık hava müzesine
taşınacağını söyledi. Bakan, ülke ekonomisine yılda
300 milyon euro katma değer sağlayacağını, 4 bin
kişiye istihdam yaratacağını söyledi. Çevre
örgütleri ise kültürel mirasın sular altında
kalacağını beirterek projeye karşı çıkıyor.
Doğa Derneği, Ilısu Barajı'nı ilginç bir eylemle
protesto etti. Projeyi destekleyen Avusturya ve
İsviçre'yi temsil eden mankenlerin kafaları Dicle'ye
gömüldü! Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk,
UNESCO'nun 10 dünya mirası kriterinden 9'unu
karşılayan Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ni yok edecek
barajda ısrar edilmemesini istedi.
Güven Eken (Doğa Derneği Başkanı): Bakan
Veysel Eroğlu 'Paramız yeter' diyor. 1950'lerde
yapılması planlanan 60 yaşındaki bir projeyi
uygulamak istiyor. Artık Eroğlu'na anlatacak
hiçbirşeyimiz yok. Önce bilim insanlarıyla aynı
masaya oturmalıydı. Biz artık anlatacaklarımızı
Başbakan Erdoğan'a anlatacağız. Son söz Başkanımızın
olacak.
Dr. Uygar Özesmi (Greenpeace Akdeniz Genel
Direktörü): Ilısu barajının, doğa başta olmak
üzere, kültürel değerleri yok edeceği bir gerçek.
Dünyada büyük barajların modası geçti. Verdiği
zararların getirdiği yararlardan fazla olduğu
kanıtlandı. Başbakan'dan destek bekliyor ve
Hasankeyf'in dünya külterel mirası ilan edilmesini
istiyoruz.''
Sabah,
02.07.2009
|
TEPEBAĞLILAR "BOŞALTIN" İHTARNAMESİNE TEPKİ GÖSTERDİ

Adana'nın
tarihi yerleşim yerlerinden Tepebağ Mahallesi'nde
oturanlar İl Özel İdare'den gönderilen "Evlerinizi
boşaltın" yönündeki ihtarnameye tepki gösterdi.
Mahalle halkı, kendilerine yer gösterilmesi
gerektiğini belirterek, "Çıkacağız ama yer
gösterilmeden bu kadar insan ne yapacak. Paramız
olsa zaten burada oturmayız" diyerek eylem yaptı.
Tepebağ Mahalle muhtarlığı önünde toplanan 100
kişilik grup, Türk bayrağı açıp slogan attı. "Çözüm
istiyoruz" diyerek Vali İlhan Atış'ı bu konuyu
çözmeye çağıran mahalleli, "Sorunumuzu çözün, açta
açıkta kalmak istemiyoruz" dedi. Aynı evlerde 40-50
yıldır oturan yaklaşık 100 aile, evlerini 15 gün
içinde tahliye etmeleri istenmesi karşısında ne
yapacaklarını şaşırdı. Ailelerin, evlerden
çıkmadıkları takdirde devlet malına karşı suç
işlemiş olacakları belirtildi.
Gökhan Öter isimli mahalle sakini, ne yapacağını
bilmediğini ifade ederek, asgari ücretle çalıştığını
çocuklarının geçimini zor sağlarken 'evden çıkın'
yazısıyla büyük çöküntü yaşadığını anlattı. Doğup
büyüdükleri evlerinin ellerinden alınacak olmasından
korkan Öter, sinir krizleri geçirirken tişörtünü
parçaladı. "Bize yardım edin" diyen Öter, "Ne
yapalım, hırsızlık mı, gasp mı? Evimizi almayın bizi
sokağa atmayın" şeklinde konuştu.
Tam 60 yıldır aynı evde kaldığını belirten 80
yaşındaki Nadide Atalay ise evden atılacağını
düşünerek gözyaşlarına boğuldu. "Bu saatten sonra
nereye giderim" diyen Atalay, "Şu ana kadar hiçbir
tebligat gelmedi bize. Madem burası kaçaktı, neden
50 yıldır, 80 yıldır boşaltılması yönünde bir
girişimde bulunulmadı. Vergimizi verdik, su parasını
verdik. Gidecek yer yok, para yok, pul yok, nereye
gideriz biz" diye konuştu.
Anne ve babasının 1928 yılında bu mahalleye
geldiğini aktaran, kendisinin de 1934 yılında şu
anda oturduğu evde doğduğunu anlatan emekli işçi
Bekir Dönmez, tebligatın kendilerine ulaşmasının
ardından yaşadığı şoku atlatamadığını söyledi.
Eşinden ayrı kardeşiyle birlikte oturan Güneş Öter
ise evlerinin ellerinden alınmaması için feryat
ederken, "Ben dul bir kadınım. Engelli bir
kardeşimle birlikte burada bir göz evde oturuyorum.
Bizi dışarı atmaya çalışıyorlar. Bu evler devletin
olabilir ama bizim de gidecek başka yerimiz yok. Bir
yer göstersinler oraya gidelim. Hepimiz çok fakir
insanlarız. İmkanımız olsa zaten burada oturmayız"
dedi.
Evinde 65 yıldır oturduğunu söyleyen 78 yaşındaki
Şadiye Gökoğlu, çıkarılırsa gideceği bir yer
olmadığını ifade etti. Kendisinin yıkım kararı çıkan
evinde büyüdüğünü, bütün çocuklarının da bu evde
doğduğunu belirten Gökoğlu, "Ben kalp ve şeker
hastasıyım. Belli bir gelirim yok. Beni evden
çıkarmaları ölümüm demek" şeklinde konuştu.
Mahalle sakini 65 yaşındaki Zarife Usta ise evini
kesinlikle terk etmeyeceğini söyledi. Evinden
çıkarsa ailesi ile ortada kalacağını belirten Usta,
"Bizi çıkarmaları için ya ev vermeliler, ya da bir
ev alacak kadar para. Bunun dışında bir seçenek yok.
Evimi ben 45 sene önce kendim yapmışım. Şimdi
çıkarmak istiyorlar" diye konuştu.
Zaman, 30.06.2009
|
İZMİR KÜLTÜR KENTİ OLAMADI
İzmir Tarih ve
Sanat Müzesi sorumlusu Araştırmacı Arkeolog Cemil
Kanca, İzmir’in binlerce yıllık tarihe sabip
olduğunu ancak hala bir kültür kenti konumuna
gelmediğini söyledi.
Kültürpark’taki İzmir Tarih ve Sanat Müzesi
sorumlusu Araştırmacı Arkeolog Cemil Kanca, İçinde
büyük bir kültürel mirası barındıran 5 bin yıllık
geçmişe sahip İzmir’in bir tarih kenti olmasına
rağmen henüz bir kültür kenti kimliğine
kavuşmadığını öne sürüldü.
Kentteki kültürel etkinliklerin devlet tiyatrosu ve
az sayıda özel tiyatro tarafından düzenlendiğine
değinen Kanca, "Yılda bir kez Tüyap Kitap Fuarı
yapılıyor. Genellikle ders kitapları satılıyor,
kültürel değerlerimizi anlatan kitaplar görmek pek
mümkün değil" dedi. Kanca şöyle sürdürdü: " Bir
kentin kültürel etkinlik özelliğine sahip olması
için bu etkinlikler uluslarası çapta, evrensel
boyutlarda ve yılın 12 ayı olmalı. Kente sürekli
çıkan ne bir edebiyat dergisi, ne ressamlar ne
şaairler ne de heykeltıraşlara özgü sanat sokakları
var."
Hürriyet, 30.06.2009
|
|
İSTANBUL'U KİM KURTARACAK?

UNESCO Dünya
Mirası Komitesi, İstanbul'u Dünya Mirası
Listesi'nden çıkarmamak için 1 yıl süre daha verdi.
Eksikliklerin 2010'a kadar tamamlaması için bir dizi
öneride bulunuldu. İspanya'daki toplantıda "Tehlike
Altındaki Miras Listesi"ne alınması gündeme gelen
İstanbul, 1985 yılından bu yana Dünya Kültür Mirası
Listesi'nde yer alıyor.
UNESCO Dünya Mirası Komitesi'nin genel toplantısında
görüşülen Dünya Kültür Mirası taslak raporunda
Osmanlı döneminden kalma ahşap binaların
korunmasına, Sulukule'ye, Sultanahmet'teki Four
Seasons Oteli'ndeki ek inşaata, Haliç'teki metro
köprüsü inşaatına ve İstanbul'un trafik master planı
gibi uygulamaların İstanbul'un kültür mirasını
tehdit ettiği değerlendirmesine yer veriliyor.
İstanbul'u en iyi bilenlerden tarihçi Prof. İlber
Ortaylı ile sanat tarihçisi Prof. Semavi Eyice ise
İstanbul için asıl tehlikenin "insan" olduğu
konusunda hemfikir. Prof. Ortaylı'ya göre kurtuluş
için hemşehri lazım: "Gayri İstanbullular şehrin
altını üstüne getiriyorlar. İstanbul'a hemşehri ve
vatandaş lazım her şeyden evvel. Kitle onlar;
hemşehri falan değil." Prof. Eyice'ye göre ise: "O
İstanbul yok artık ve 'İstanbul güzel' demekle iş
bitmiyor. Halkı düzeltmek şart. Bu yapılmadan
İstanbul düzelmez."
İstanbul için tanınan bu 1 yıllık ek sürede
neler değiştirilebilir?
Herhalde "Bazı şeyleri durdurabilirler" diye ümit
ediyorlar. Vardır durduracakları şeyler.
Listede Four Seasons’ın ek inşaatı da var...
Four Seasons’a izin vermişler; nasıl
yaparlar bilmiyorum. Ben o dosyayı yazdım; karşı
çıktığım zaman baktım, maalesef kurul adama izin
vermiş. Tasavvur edemiyorum; izin veriyorlar ve adam
başlıyor. Başladıktan sonra da Teknik Üniversite’den
tasdik alması lazım. Böyle bir kurul olur mu
kardeşim; insaf ya insaf...
UNESCO, "Ben burayı dünya mirası listesine alırım"
diyor, para mara verdiği yok. Az gelişmişlere
yaptığı yardım önemli. "Kurallara uyarsın" diyor.
Bunlar çok bayılıyorlar, "Biz miras listesindeyiz"
diye. Keyiften dört köşeler.
Uyarıları ciddiye mi almıyoruz?
Ciddiye almamaktan ziyade, kendi hayatını,
kazancını her şeyin önünde gören insanlar var bu
memlekette. Gidiyorsun mesela, Kovacılar Caddesi'ne.
Kovacılar Caddesi, Süleymaniye’de. Git orada bak
evlere; ahşap evleri yıkıp biriketten yapmışlar.
Bunlar nasıl olur bilmiyorum. Üç kuruş rüşvetle
yapılıyor; üç buçuk kuruş değil. Ondan sonra oradaki
Arpayemini Mescidi vardır. Onu acayip bir şekilde
restore etmişler. İçindeki mezar taşlarının yarısı
yok. Bir de böyle bir mezarlığı restorasyona girişti
mi, taşları çalıyor o müteahhitler. Taşları çalıp
götürüyor herif. Böyle mezar taşı meraklısı bir sürü
hödük herifler çıktı. Kendi evlerinin bahçelerine
bunları koyuyorlar. Böyle iptidai bir memleket yani.
Böyle insanlar var. Caminin yanında bir buçuk katlı
ahşap vardı. Onun yerine kocaman betonarme bina
çıkmışlar. İstanbul’a bunu yapan insanlar yabancı da
buraya. Ben neyi savunacağım? Bizim insanımız değil
ki onlar. Bunları yapanlar bizim adamımız olamaz,
garip insanlar. İstanbul’a layık olmak için etrafı
gezeceksin devamlı. Türkiye’de iktidara gelen her
parti ve belediye bir rezillik yapmış vaziyette
İstanbul’a. Kontrol edemiyorlar, bu kadar açık.
Nedir Süleymaniye’nin altı? İnsan utanır bundan.
Süleymaniye’nin altındaki binaları görün.
İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti
olması kentin durumunu kolaylaştırır mı?
Bu hiçbir şey ifade etmez. Kendin adam
olacaksın. Kendin sahip çıkacaksın malına. Maalesef,
İstanbul İstanbullu olmayan insanlarla dolu ve
bunlar her şeyi yapıyorlar. Korkunç insanlar var
böyle; bilemezsin. Nasıl yamyam herifler!
1950’den sonra göç
başlıyor...
Menderes’in yıktığı Sinan Mescitleri'ni kim
belgelemiş o zaman? Fotoğraf makinası o zaman kimde
vardı? Kaç hoca Menderes zamanında yıkılan
mescitleri fotoğraflamış, belgelemiş? Ben çocuktum
tabii. Benim için -12-13 yaşındaki çocuk için-
fotoğraf makinesi lüks bir şeydi. Ellerinde bir
fotoğraf makinesi yok muydu bunların? Beşiktaş’taki
Sinan Paşa Camii’nin hamamını yıktı Menderes.
Nerede, resmi var mı?
Peki ne olacak bu işin sonu?
Böyle heriflere bırakmazlar hiçbir yeri.
Çok açık bir şey. İstanbul’da oturanın İstanbul’dan
haberi yok. Gayri İstanbullular gelip şehrin altını
üstüne getiriyorlar; olur mu böyle şey? Ne yapayım
yani vatandaşsa? Laf mı! Vatandaş diye evime de
girsin bari.
Yönetici ve erk sahiplerinin sorumluluğu yok
mu?
Onlar da zayıflar; bazı şeyleri
engelleyemiyorlar. Süleymaniye’nin dibine 6-7 kat
kaçak bina çıkmışlar. Biriket, yığma veya aşağılık
beton binalar. Dünyada böyle bir şey olabilir mi?
Sinan eseri bu; Süleymaniye... St. Pietro
Katedrali'nin kenarına gökdelen dikebiliyor musun
veya Notre Dame’ın kenarına? O eserler, bunun
yanında nedir ki: Hiç!
İstanbul nasıl kurtulur?
Bilmiyorum nasıl kurtulacağını. Hemşehri ve
vatandaş lazım her şeyden evvel. Olacak iş değil.
Böyle insanlarla bir yere gidemezsin. Kitle onlar;
hemşehri falan değil. Kötü, küstah ve cahiller. Cav
cav konuşup, o partiye de giriyorlar, bu partiye de;
hiç mühim değil. Her şeyi yapıyorlar. Bunun sağı
solu da yok. Biri de çıkıp bizim Saray’ın
bahçesinden Darphane’yi alıyor. Darphane verilir mi
ona buna? Hanginiz yazdınız? 3-4 senedir müze
yönetiyorum. 4 senedir 'Darphane!' diye bağırıyorum.
Benden önce de Nazan Ölçer bağırmış. Adamlar
oturuyor orada daha hala! Herkes kendine göre
götürüyor malı, eline fırsat geçtikçe. Ne diye
Yıldız Sarayı’nın içine bir sürü acayip kuruluşlar
yerleşsinler? Kaç tane acayip vakıf, duvara badana
bile yapmadan oturuyorlar.
İstanbul’un bir defa rahat dolaşılır, asayişi normal
ve her hususta derli-toplu bir şehir olması lazım.
Bu sağlanamıyor. Büyük iş bunlar. Çeşit çeşit şeyler
yapıyorlar. Fakat bunlar koordine edilmiyor.
Başlanan işler yarım kalıyor. Bundan 3-4 sene evvel
Süleymaniye’de bir mahallenin olduğu gibi
yaşatılması için bir proje vardı. Bunun için
komisyonlar kuruldu. Epey çalışmalar yapıldı.
Belediye başkanı değişince, işler de bitti. Çok geç
kalındı. Sürenin bir kısmı boşuna harcandı. Bu iş
ciddi bir komisyon kurularak daha başından ele
alınabilirdi. Bu karar alındığı andan itibaren;
acele neler yapılmalıdır, zamanla neler
yapılmalıdır; bunlar programlanmalıydı.
İstanbul’un kozmopolit bir tarafı vardır ama bu
karakterini zaman içinde kaybetti. Bugün Fener’e
giderseniz oralarda Rum halkı göremiyorsunuz. O
evlerin bir kısmı boşalmış. Oda oda kiraya verilmiş,
Karadeniz’den, Doğu Anadolu’dan gelmişler. Şehrin
karakteri bozulmuş.
Süleymaniye bir devirde İstanbul’un kültür
merkeziydi. Şairler, ulema, kültür bakımından
kalburüstü olanlar Süleymaniye, Vefa etrafında
oturuyorlar. Bugün Süleymaniye’de kimler oturuyor?
Halkı düzeltmeden şehir düzelmez. Halkı düzeltmek
şart.
Kimlere danışılıyor, kimler fikir veriyor
bilmiyorum. Pierre Loti Kahvesi’ne havadan hat
açılmasına karşıyım. Çünkü oranın enteresanlığı,
aşağıdan Eyüp’ten yukarıya çıkan bir yoldur. Pierre
Loti yokuşunu göze alamayıp arabayla gitmek
isteyenler zaten arkadan otomobil yoluyla kahvenin
yanına kadar gidebilirler. Oraya bir de hat çekmenin
bence bir manası yok. Ama yapıyorlar bunu.
Ben Boğaz'ın altından tüp geçit yapılmasına da
karşıydım. Ama nedense kıyamet sayıda kişi bana
karşı çıktı.
Şöyle bir durumu hesaba katın: Ben lise talebesi
iken, yani 1940-45’lerde İstanbul’un 700-750 bin
nüfusu vardı. Şimdi 15 milyondan bahsediliyor.
Sayısı da tam kesin belli değil. İstanbul’un
çayırları vardı; Kağıthane, Göksu Çayırı vardı.
Kadıköy’de Fenarbahçe, Kuşdili Çayırı, Haydarpaşa’da
İbrahimağa Çayırı vardı. Bunların hepsi bitti.
Haydarpaşa Çayırı'na koskoca market yapıldı.
İstanbul’un çayırları meşhurdu; şimdi hiçbiri
kalmadı. Hala İstanbul’un güzelliğinden
bahsediliyor. Güzel nedir? Geriye ne kalıyor?
Anlayamıyorum...
İstanbul’un enteresan karakteri kayboldu. Benim
gezip tanıdığm, dolaştığım İstanbul, 1933-35’lerin
İstanbul’u, yok artık. Ondan sonra efendim;
"İstanbul ne güzel şehir" deniyor. "İstanbul güzel"
demekle iş bitmiyor. Boğaziçi bir zamanlar çok
güzelmiş. Boğaziçi'ni Boğaziçi yapan da Türk
medeniyeti, Osmanlı medeniyetidir. Ne kaldı
bunlardan; kaç yalı kaldı?
Eskiden hiç değilse Anıtlar Kurulu’na üye olanların
belli bir akademik ünvanları vardı. Duyuyorum,
sadece İstanbul’da sekiz tane kurul varmış. Eskiden
Edirne’den Kars’a kadar tek bir kurul bakardı. Bugün
yalnız İstanbul’da sekiz kurul var. Bunların
üyelerini de şuradan buradan topluyorlar. Şehri
tanıyan insanlar ne dereceye kadar var? Karakuşi
kararlarla şehrin pek çok özelliği gitti.
Ntvmsnbc, 30.06.2009
|

Dünya Mirası listesine Çin'deki Wutai dağı girdi.
|
KÖPRÜ, DRESDEN'İ YERİNDEN ETTİ
UNESCO Dünya Mirası
Listesi'ne yeni 16 sit bölgesini ekledi. Listeden
Almanya'nın Dresden şehrini çıkarılırken, bunun
yerine Peru'daki antik şehir Caral-Supe bölgesi ve
Çin'deki kutsal Budist Wutai dağının olduğu bölge
listeye eklendi.
2004 yılından beri listede olan Dresden şehrinin
listeden çıkarılma sebebi, bölgede sit alanlarının
hemen dibinde inşa edilen bir otoyol köprüsü. Komite
900'ü aşkın bölgenin yer aldığı listeye katılması
muhtemel 27 bölgeyi gözden geçirmek için toplandı.
Üç bölge ‘tehlike altında' sıfatıyla listede yer
aldı.
Dünya Mirası Listesi'ne İngiltere'nin
Pontcysyllte Aqueduct ve Galler'in kuzeydoğusundaki
Kanal; Almanya'nın Wadden Denizi, Hollanda, İtalyan
Alpleri'ndeki Dolomites Bölgesi, İspanya'daki Herkül
Kulesi, İsviçre'de La Chaux-de-Fonds ve Le Locle
saat üreticilerinin bulunduğu bölge, Belçika'nın
Stoclet Evi, Fransa'nın Salins-les-Bains Great
Saltwork bölgesi, Slovakya'daki tarihi merkeziyle
Levoca bölgesi eklendi.
Kırgızistan'ın Sulamain-Too kutsal dağı ve
Burkino Faso'nun Loropeni kalıntıları ve Cape
Verde'nin Cidade Velha bölgeleri ise ülkelerinden
listeye giren ilk bölgeler.
Radikal, Fotoğraf: Reuters, 30.06.2009
|
TİMURTAŞPAŞA HAYATA DÖNDÜ
Etrafını saran yapılara rağmen yüzlerce yıldır ayakta kalmayı başaran Timurtaşpaşa Camii, yeni düzenlemeyle çevresini saran yapılardan kurtarıldı.
Osmangazi Belediyesi, Timurtaşpaşa Camii çevre düzenlemesini tamamladı. Bölgede inceleme yapan Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, şehrin tarihi ve kültürel mirasında Timurtaşpaşa Camii`nin önemli bir yeri olduğunu söyledi. Dündar, `Düzenlemenin ardından kente gelen turistlere bölgeyi gururla gezdirebileceğiz` dedi.
Bazı kaynaklara göre, 1390 yılında Kara Timurtaş Paşa'nın oğlu Ali Bey tarafından, bazı kaynaklara göre ise Yıldırım Bayezit'ın emiri Kara Timurtaş Paşa tarafından yaptırıldığı belirtilen Timurtaş Paşa Camii`nin kendine has şadırvanlı minaresinin, Osmanlı mimarisinde bir benzeri daha yok. Osmangazi Belediyesi, Timurtaşpaşa Camii çevre düzenlemesi kapsamında 8 binayı kamulaştırma kapsamına aldı. Binalar şuyulandırma neticesinde belediyeye kalan parseller üzerinde yer alıyor. Bu 8 binadan üçünün kamulaştırma çalışmaları tamamlandı ve binalar yıkıldı. Geriye kalan 5 binanın hukuki süreci de tamamlanmak üzere. Bu binaların da yıkılmasıyla bölgede yalnızca binalardan yaklaşık 800 metrekare alan elde edilecek. Çevre düzenlemesi için kullanılan toplam alan ise yaklaşık bin 500 metrekare. Ayrıca camii bitişiğine tuvaletler, gasilhane ve şadırvan yapıldı.
Timurtaş Paşa ve yakınlarına ait 24 mezar da düzenlendi.
Bursa Olay, 30.06.2009
|
 |
HAVA KİRLİLİĞİ TARİHİ TAHRİP EDİYOR

Partiküler madde
kirliliği Doğu Anadolu'da tarihi eserleri tahrip
ediyor. Hava kirliliğinin tarihi eserleri
etkilediği bölge illerinin başında Erzurum ve Bitlis
geliyor. Özellikle duman kirliliği bakımından yoğun
olduğu Erzurum'da Çifteminareler ve Yakutiye'nin
hava kirliliğinden olumsuz etkilendiği uzmanlarca
belirtiliyor. Ahlat'taki dünyanın en büyük Müslüman
mezarlığı da hava kirliliğinden etkilenen nadide
eserler arasında bulunuyor.
Avrasya Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Oktay
Belli, Ahlat'ta bulunan tahribat altındaki tarihi
mezar taşlarının her bakımdan Anadolu için çok
önemli olduğunu belirterek, "Mezar taşlarının belki
kopyaları yapılıp orijinalleri taşınacak, yapılması
gereken de budur" dedi.
Selçuklu Mezarlığı'nda incelemelerde bulunan Prof.Dr. Oktay Belli, gazetecilere yaptığı açıklamada,
hava kirliliğin tarihi mezar taşlarını tahrip
ettiğini söyledi. Prof.Dr. Oktay Belli, tarihi
mezarlığın yanındaki ana yoldan günde binlerce
aracın geçtiğini ve abidevi taşların üstüne egzoz
dumanı yağdığını belirterek, "Burası 1072 de kaldı,
o zaman hava kirliliği yoktu. Ama şimdi hepinizin
bildiği gibi buradan günde binlerce araba geçiyor.
Egzoz dumanı, asit yağıyor. Taşlarımız 30-40 yıl
kadar önce temizlendi. Yosunlardan, bakterilerden,
likenlerden ayrıştırıldı, fakat 30 yıl içinde çok
daha kötüsü çıktı. Mezar taşları tahriple yüz yüze,
belki ileriki aşamada burada çok önemli konaklama
merkezleri, müzeler laboratuarlar yapılacak.
Bunların belki kopyaları yapılıp orijinalleri
taşınacak. Yapılması gereken de odur. Yani biz
buradan trafiğin geçmesini engelleyemeyiz. Ahlat
taşı çok yumuşak bir taştır. Dış etkenlerden
fazlasıyla etkilenen bir taş türü. Bizim bu taşları
çok ivedilikle korumamız gerek" dedi.
Prof.Dr. Belli, Ahlat Selçuklu Mezarlığı ve abidevi
mezar taşlarının, Anadolu için de, Anadolu'daki Türk
mührü için de çok önemli olduğunu belirterek şöyle
konuştu:
"Bunlar çok basit dikilmiş mezar taşları değil. Çok
önem arz eden bu mezar taşları bizim için ikinci bir
Orhun Abidesi'dir. Burası bizim için çok önemli bir
kültür envanteridir. Bu motifler Orta Asya'nın
Anadolu'ya taşınmış şeklidir. Buradaki mezar taşları
bu bölgedeki Türk varlığını, demografik yapıyı,
meslek guruplarını gösteriyor. Bu taşların mutlaka
korunması gerekir".
Erzurum Gazetesi, 30.06.2009
|
ZEUGMA'DA ÇALIŞMA BAŞLADI
Zeugma Antik Kenti'nde bu yılki kazı çalışmalarına
başlandı. Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve
Zeugma Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte kazı
çalışmalarının eylül ayına kadar sürdürüleceğini
söyledi. Bu yılki çalışmaları 2007 yılında bulunan
Muzalar Evi'nde yoğunlaştıracaklarını ifade eden
Görkay, ayrıca Zeugma Belkıs Tepe Kutsal Alanı ve
Tapınağı'nda bulunan Dionysos ve Danae Evleri
restorasyon çalışmalarının yapılacağını bildirdi.
Kazı çalışmalarında 60 kişilik ekibin yer aldığını
belirten Görkay, arkeolog ve restoratörlerin çeşitli
üniversitelerin öğretim üyeleri olduğunu, bunun yanı
sıra ABD, Almanya ve İngiltere'den yabancı
araştırmacıların çalışmalara katılacağını ifade
etti. Geçen yıl Muzalar Evi ile Zeugma Belkıs Tepe
Kutsal Alanı ve Tapınağı'nda yaptıkları çalışmalarda
çok önemli bulgular ve sonuçların ortaya
çıkarıldığını kaydeden Görkay, 4-4.5 metre boyunda
olduğu tahmin edilen heykelin bu çalışmalar
sırasında bulunduğunu, heykelin mitolojik tanrılara
ait olduğunu tahmin ettiklerini bildirdi. Doç.Dr.
Görkay, antik kentte kazı çalışmalarının yanı sıra
restorasyon ve konservasyon çalışmalarının
sürdürüleceğini belirtti.
Gaziantep 27 Gazetesi,
30.06.2009
|
YILDIZ SARAYI BAHÇESİNDE YÜZ YIL SONRA YENİDEN
TİYATRO OYNANIYOR

Osmanlı saray mimarisinin son örneklerinden
Yıldız Sarayı, saray olarak kullanıldığı yıllarda
devlet işlerinin yanında birçok kültürel faaliyete
de sahne oldu.
Yıldız'da sıkça rastlanan etkinliklerden biri de
tiyatro idi. Sarayın içindeki özel tiyatro binasında
ve bahçesinde oyunlar oynanır, bazen ünlü tiyatro
sanatkarları İstanbul'a gelirler ve saraya davet
edilirlerdi. Zaman zaman II. Abdülhamit'in kendisi
de komedi tarzında piyesler yazar ve bunları sarayın
tiyatro grubuna oynatırdı. Ana binaları, köşkleri,
parkları ve korusuyla İstanbul'un en güzel
noktasında konumlandırılmış olan, Osmanlı
Devleti'nin bir dönemki yönetim yeri ve kültür
hayatının kalbi Yıldız Sarayı'nda yaklaşık yüz yıl
sonra tekrar tiyatro perdesi açılıyor. Sezon boyunca
birbirinden önemli klasik eserleri tiyatroseverlerle
buluşturan Tiyatro Kedi, yarından itibaren üç farklı
oyunu Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü Bahçesi'nde
sahneleyecek. Yarın akşam saat 21.00'de Molliere'in
yazdığı ve Haldun Dormen'in başrolde oynadığı
Kibarlık Budalası'yla Yıldız Sarayı'ndaki
gösterilerine başlayacak olan tiyatro, Beaumarchais
tarafından yazılan ve 200 yılı aşkın bir süredir
oynanan Figaro'nun Düğünü ve Reşat Nuri Güntekin'in
Çalıkuşu adlı romanından tiyatroya uyarladığı oyunu
da izleyicilerle buluşturacak. Kibarlık Budalası 1
ve 8 Temmuz, Figaro'nun Düğünü 2 ve 3 Temmuz
Çalıkuşu da 9 Temmuz'da tiyatroseverleri sarayda
bekliyor olacak.
Tiyatro Kedi Genel Sanat Yönetmeni Hakan Altıner,
bu fikri geçtiğimiz sene hayata geçirmeyi
düşündüklerini; ancak daha fazla oyunla burada yer
almak için bu yazı beklediklerini söylüyor. Kibarlık
Budalası, Figaro'nun Düğünü ve Çalıkuşu gibi
klasiklerin bu ortama yakışacağını düşünüp Kültür ve
Turizm Bakanlığı'na başvurduklarını, bakanlığın da
projelerini kabul ettiğini belirten Altıner; "Burada
yaklaşık yüz yıl önce padişah emri ile tiyatro ve
operalar oynandı. Sarayın içinde günümüzde
kullanılamayan bir de tiyatro sahnesi var. Biz
gelecek kış oralarda da bir ateş yakar mıyız ümidi
ile, bu sanat etkinliğini o zamanki aydın
padişahların yaptığı şeyi sürdürelim istedik."
diyor. Çok riskli bir işe girdiklerinin farkında
olduklarını ifade eden Altıner, ancak seyircinin
tepkisinin çok olumlu olduğunu ve kendilerini
heyecanlandırdığını sözlerine ekliyor.
Tiyatromuzun ustalarından Haldun Dormen de,
sarayda yeniden tiyatro oynanacağı ve kendisi de
burada sahneye çıkacağı için mutlu olduğunu
söylüyor. Dormen, "Saraylarda hep tiyatro, opera
oynandı. Ben çok mutluyum, inşallah tiyatroseverler
de mutlu olurlar. Eğer tiyatroseverler ilgi
gösterirse burada yeniden sürekli oyunlar oynanır."
şeklinde konuşuyor.
Zaman, Haber: Ali Pektaş, 30.06.2009
|

|
ZİNCİRİYE MEDRESESİ TURİZME AÇILIYOR
Aksaray'da Anadolu'nun ilk medreselerinden olan ve1 milyon TL'ye restore edilen Zinciriye, 11 Temmuz'da 'Taş Saray' olarak hizmete açılacak.
Karamanoğlu Yahşi Bey'in 14. yüzyılda inşa ettirdiği kesme taştan, kale görünümündeki yapı, 1940'lardan sonra bir süre hapishane olarak kullanılmıştı.
Zaman, 30.06.2009
|
7 BİN YILLIK KAYA
MEZARLAR BULUNDU

Kahramanmaraş'ın merkeze
bağlı Bertiz Kemallı Köyü Pirgediği mevkiinde yol
açma ve stabilize malzeme taşınma çalışmaları
esnasında 7 bin yıllık olduğu iddia edilen kaya
mezarlar ve mezar içinde çeşitli kemikler bulundu.
Köy muhtarı Mehmet
Ardıç, bölgenin koruma altına alınmasını isteyerek,
"Define avcıları sürekli arama yapıyor, kaya mezarın
kapağını çaldılar" dedi.
Geçtiğimiz pazar günü
Kahramanmaraş İl Özel İdaresi'ne bağlı ekiplerin
yürüttüğü yol açma çalışmaları esnasında, yol
kenarında oyulan bir kayanın içerisinde 3 adet
mezara rastlandı.
Mezarların bulunmasının
ardından bölgeye giden Kemallı Köyü Muhtarı Mehmet
Ardıç, Ağabeyli Köyü Muhtarı Mustafa Kalay ve
Budaklı Köyü Muhtarı Fahri Köse, durumu hemen Vali
Vekili Hüseyin Kurşad Kırbıyık ve İl Kültür ve
Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı'ya bildirdiler. İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından bugün
bölgeye gönderilen uzman ekip çalışma başlattı.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Küçükdağlı yaptığı açıklamada, bugün bölgeye
bir uzman ekip gönderdiklerini ve gerekli
incelemeleri başlattıklarını söyledi. Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun bu ayki
toplantısını Kahramanmaraş'ta yaptığını kaydeden
Küçükdağlı, incelemenin tamamlanmasının ardından
hazırlanacak raporun kurula sunulacağını belirtti.
Küçükdağlı,
"Kahramanmaraş bu konularda oldukça zengin bir kent.
2006 yılından bu yana birçok üniversiteden
arkeologlar kentimize gelerek, bu tür tarihi
değerleri ortaya çıkartmak için araştırma yapıyor.
Bu konudan da haberdar olur olmaz bugün bölgeye bir
inceleme ekibi gönderdik. Gerekli incelemeler
yapıldıktan sonra mezarların hangi döneme ait olduğu
hakkında daha geniş fikir sahibi olacağız. Şu an
için net olarak konuşmamız mümkün değil" dedi.
Kemallı Köyü Muhtarı
Mehmet Ardıç ise, köylerinin birçok tarihi eseri
barındırdığını ve gelecekte önemli bir turizm
merkezi olmasını umut ettiklerini söyledi. Ümmü
Hazretleri Türbesi, çeşitli mağaralar ve son olarak
kaya mezarlarının köylerinde çıktığını belirten
Ardıç, bir an önce bölgenin koruma altına alınmasını
istedi.
Ardıç, "Kemallı köyü
yolları için asfalt çalışması ve stabilize
çalışmaları yapıldığı sırada Pirgediği, Namazlık
mevkiinden malzeme alınıyor. Kaya mezarlar işte bu
sırada ortaya çıkıyor. Baktığımızda kaya oyulmuş ve
kayanın 3 köşesinde üç ayrı mezar var. Bazı bilim
adamları 7 bin yıllık olabilir diyorlar. Kemikler
ise ortada, ayrıca mezarın kapak taşını ve bazı araç
gereçleri çaldırdık, ama kemikler hala içinde var.
Sahip çıkılsın ve burası koruma altına alınsın.
Çünkü define avcıları, kaya mezarın bulunduğu
bölgenin her yerinde kazı yapmaya başlamışlar. Bu
eserleri ülkemize kazandıralım" diye konuştu.
7 bin yıllık olduğu
sanılan ve içinde insan kemikleri bulunan kaya
mezarlar için değerlendirmelerde bulunan arkeolog
Levent Kutlu, bu mezarın hangi tarihte ve kim için
yapıldığına ilişkin net bir bulguya ulaşılamadığını
dile getirdi. Kaya mezarının büyük ihtimalle Antik
Çağ'da antik yerleşimin sakinlerinden birine ait
olabileceğini belirten Kutlu, "Mezarın bölgeye ve
antik yerleşime hakim konumundan yola çıkarak burada
yatan kişinin yönetici ya da asil biri olma
olasılığı yüksek diye düşünüyorum" dedi.
Antik yazar Strabon'un
Geografica adlı eserinde de bölgede Marathesion ya
da Neapolis kentlerinden biri olduğu belirtiliyor.
İlk elde edilen bulgulara göre ise antik yerleşimin
MÖ 8. yüzyıldan Bizans dönemine kadar yerleşim
yeri olarak kullanıldığı tahmin ediliyor.
Kahramanmaraş Kent
Haber, 30.06.2009
|
NOEL BABA KİLİSESİ'NDE TOPLU NİKAH
Antalyalı bir
şirket tarafından 1-7 Aralık tarihlerinde 1.
Uluslararası Noel Baba Evlilik Şöleni hazırlandı.
Etkinlik çerçevesinde yurt dışından gelecek çiftler,
Noel Baba Müzesi'nde düzenlenecek toplu nikah
töreniyle evlenecek.
Şirketin Genel Müdürü Gülseren Özdemir, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, ''Düğün Şehri
Antalya'' başlıklı bir proje hazırladıklarını
bildirdi.
Antalya'nın evlilik ve balayı için uygun bir şehir
olmasından ve kış turizmini hareketlendirmekten yola
çıkarak hazırladıkları proje çerçevesinde 1-7 Aralık
tarihlerinde 1. Uluslararası Noel Baba Evlilik
Şöleni hazırladıklarını ifade eden Özdemir,
''Çiftlerin nikahının Noel Baba Müzesi'nde
düzenlenecek toplu törenle yapılacağını'' söyledi.
''Dünyada bir ilke imza atıyoruz. Aralık ayında
ilkini gerçekleştireceğimiz etkinliğe yurt dışından
gazeteciler de gelecek. Noel Baba Müzesi'nde resmi
nikah kıyıldıktan sonra otelde çiftler için Türk
usulü düğün yapılacak. Geline kına yakılacak. Işık,
ses ve havai fişek gösterileri gerçekleştirilecek ve
çiftlerin isimleri ışıkla gökyüzüne yazılacak.
Böylece evlilik denilince akla ilk Antalya
gelecek.''
1. Uluslararası Noel Baba Evlilik Şöleni'ne 15 çift
ve 500 yakınının katılmasını hedeflediklerini
anlatan Özdemir, ''Antalya evlilik turizminin
başlangıç noktası olacak. Hesaplarımıza göre, en
düşük bütçeli düğün paketi ile konaklama, alışveriş
ve düğün hediyesi olmak üzere bir etkinlikte
Antalya'ya en az 600 bin Avro gelir sağlanacak.
Hedefimiz dünyanın en ucuz evlilik ülkesi olması''
diye konuştu.
Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın internet
sitesinde de bu etkinliğe ilişkin dört dilde duyuru
yer alıyor.
Habertürk, 29.06.2009
|
AZİZ PAUL'ÜN KEMİKLERİ BULUNDU

Roma’da, duvarın ardındaki Saint Paul
Bazilikası’nda bulunan mezar açıldı. Mezardaki
kalıntılara yapılan incelemenin sonucunu ise bizzat
Papa 16’ncı Benedikt açıkladı, ”Mezar Saint Paul’e
ait.”
Bazilika’da düzenlenen ve İstanbul’dan gelen Fener
Rum Patrikhanesi temsilcilerinin de bulunduğu Saint
Paul yılının kapanış töreninin ardından açıklamada
bulunan Papa 16’ncı Benedikt, “Derin duygular
içindeyim. Saint Paul’ün mezarında yapılan ilk
incelemeler sonuçlandı.
Mezar yüzyıllardır
kapalıydı. Küçük bir delik açılarak sonda
kullanıldı. Sonda yardımıyla mezardan mor renkli
keten bir kumaşın parçaları çıkartıldı. Kumaşın
içinde altın olduğu anlaşıldı. Mezardan ayrıca kızıl
buhur ve kemik örnekleri çıkartıldı. Kemiklere,
örneğin kaynağını bilmeyen bağımsız bir labaratuar
tarafından karbon 14 testi uygulandı. Kalıntıların
birinci ve ikinci yüzyıllar arasında yaşamış bir
erkeğe ait olduğunu doğruladılar. Test 2000 yıllık
dini gelenekleri yani mezarın içindeki vücudun Saint
Paul’e ait olduğunu doğruluyor” dedi.
29 Haziran 2008- 29 Haziran 2009 arası doğumunun
2000'ninci yıldönümü nedeniyle Vatikan tarafından
Saint Paul yılı ilan edilmişti.
Tarsus doğumlu Roma vatandaşı Saint Paul’ün,
hıristiyanlığı yaymaya çalıştığı için Roma’da
giyotinle idam edildiğine inanılıyor. İdamın
gerçekleştiği yere kurulan bazilikanın içindeki
mezar yıllardır Saint Paul’ün mezarı olarak
ziyaretçi akınına uğruyordu. Yapılan teknik
incelemeyle bizzat Papa tarafından da mezarın Saint
Paul’e ait olduğu doğrulandı.
Radikal, Haber: Eda Berkbayrak, 29.06.2009
|
PICASSO TİFLİS'TE

20. Yüzyıl sanatının dehaları arasında
sayılan İspanyol ressam Pablo Picasso'nun
eserlerinden oluşan sergi, Gürcistan'ın başkenti
Tiflis'te açıldı.
Picasso'nun "büyük hayranlık duyduğu" sanatçı
olarak da tanınan, dünyaca ünlü Gürcü naif ressam
Niko Pirosmani'nin eserlerinin de korunduğu Tiflis
Ulusal Müzesi'nde açılan sergide, Pablo Picasso'nun
40 eseri sanatseverlerle buluşuyor.
Gürcistan Ulusal Müzesi ve
Fransa Yonne Genel Konseyi tarafından organize
edilen "Picasso Gürcistan'da" sergisi, ilk olarak
Gürcistan'ın Kakheti bölgesindeki Signaki kentinde
30 Mayısta açıldı. 2 Ağustos'a kadar Tiflis'te
kalacak eserler, 8 Ağustos-6 Eylül arasında Batum'da
sergilenecek.
Niko Pirosmani'nin resimlerinden oluşan bir sergi
de
Fransa'nın Vezelay kentindeki Zervos Müzesi'nde
2008 Şubat ayında düzenlenmişti. Bu sergi sırasında,
Picasso'nun eserlerinin Gürcistan'da sergilenmesi
için Fransız yetkililerle bir anlaşma imzalandığı
kaydedildi.
Gürcistan Kültür Bakanlığı, Tiflis Belediyesi,
Kakheti bölge yönetimi, Bank Republic ve Acara
Kültür ve Eğitim Bakanlığı tarafından da desteklenen
sergi sırasında, özellikle çocuklar için çeşitli
eğitici organizasyonlar da düzenlenecek.
Sergide, çoğu 1962 yılında yapılmış 34 gravür ile
sanatçının 1930'lu yıllara ait bazı eserleri yer
alıyor. 200 bin avro değerinde olan resimlerin
sergileneceği müzeleri belirlemek için, koleksiyonun
getirildiği Zervos Müzesi yetkililerinin
Gürcistan'ı gezdikleri ve sergi mekanlarını,
"güvenlik öncelikli" değerlendirdikleri
belirtiliyor.
Gürcistan medyasında da geniş yer bulan Picasso
sergisi, ülkede büyük heyecan yarattı. Sovyetler
Birliği döneminde, plastik sanatlardan sinemaya,
edebiyattan sahne sanatlarına çok sayıda önemli
sanatçı yetiştiren ve bölgenin kültür-sanat merkezi
olarak bilinen Gürcistan'da halk, ülkenin adının
artık savaşla değil yeniden önemli sanat olaylarıyla
anılmasını istiyor.
Gürcistan'ın, ölümünden sonra büyük ün kazanan
sanatçısı Niko Pirosmani (1862-1918) ile Picasso hiç
bir araya gelmedi. Picasso, Pirosmani'nin
resimleriyle 1969'da Paris'teki Louvre Müzesinde ilk
kez düzenlenen sergide tanıştı.
Gürcü sanatçı İlya Zdavaneç, arkadaşı Picasso'dan,
Pirosmani ile ilgili hazırladığı kitabın kapağına
sanatçının bir portresini yapmasını istedi.
Picasso'nun yaptığı bu kapak resminin orjinali de
Tiflis Ulusal Müzesi'nde korunuyor.
Picasso'nun, "Tiflis'te ne zaman bir sergi
açacaksınız?" sorusuna, "Orada sergi açmama gerek
yok, Gürcistan'da Pirosmani var" yanıtını verdiği
rivayet ediliyor. Picasso, resimlerindeki özgünlük
ve samimiyet nedeniyle hayranlık duyduğu Niko
Pirosmani'nin memleketine, ölümünden 36 yıl sonra
sergisiyle konuk oldu.
Niko Pirosmani'nin 35 resmi Türkiye'de ilk kez,
İstanbul'daki Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera
Müzesi'nde 2007 yılında sergilenmişti.
Hürriyet, 29.06.2009
|
MARMARAY'IN GÜZERGAHINDA NAMAZGAH DUVARI

Asya ile
Avrupa’yı denizin altından birleştirecek Marmaray
Projesi’nin güzergahında yapılan çalışmalar
sırasında toprak altında 17. yüzyıldan kalma
namazgah duvarları bulundu. Tarih ve teknolojiyi
karşı karşıya getiren çeşmenin taşınması
gündemdeyken ortaya çıkan namazgah hakkında Anıtlar
Kurulu’nun karar vermesi bekleniyor.
Marmaray Projesi’nde kavşak noktası olarak
tasarlandığı için aslına uygun olarak taşınması
düşünülen Kadıköy Ayrılık Çeşmesi’nin altında
Osmanlı’ya ait yapılar çıkmaya başladı. Kadıköy Kent
Konseyi’nin 2006 yılında sit alanı olarak ilan
edilmesini istediği, Kadıköy-Kartal Raylı Taşıma
Sistemi’nin Marmaray projesiyle birleşeceği noktada
kazı çalışması yapan Kadıköy Belediyesi ekipleri bir
namazgahın duvarlarını buldu.
Kadıköy Belediyesi Starateji Geliştirme Müdürü Şule
Onur, 4. Murat’ın Bağdat seferine çıktığı 1638’de
Ayrılık Çeşmesi adını resmen alan tarihi çeşme ve
namazgahın orijinal yerinde kalmasını istediklerini,
bu nedenle Marmaray’ın bu bölümündeki güzergahın
değiştirilebileceğini belirtti.
Onur, şunları söyledi: "1600’lü yıllarda yapıldığı
tahmin edilen Ayrılık Çeşmesi’nin İbrahimağa’da
bulunan yerinin orijinal yeri olup olmadığı tartışma
konusuydu. Bazı araştırmacılar çeşmenin ilk yapılan
yerinin burası olduğunu söylerken, bazı
araştırmacılar da çeşmenin sonradan nakledildiğini
söylüyorlardı. Bu kazı ile orijinal yerinin olduğu
kesinleşti. Kadıköy Belediyesi olarak Ayrılık
Çeşmesi’nin ve tarihi namazgahın aslına uygun olarak
restorasyonu için gerekli rölöve çalışmalarını
yapıyoruz. Bunları Anıtlar Kurulu’na sunacağız.
İstanbul 5 No’lu Koruma Kurulu, çeşmenin başka bir
yere nakline ya da bulunduğu yerde aslına uygun
olarak restore edilip korunmasına karar verecek. Biz
Kadıköy Belediyesi olarak çeşmenin 400 yıl önce
yapıldığı yerde restore edilerek korunmasını
istiyoruz. Çeşmeyi tekrar akar hale getirip,
Kadıköylülere armağan edeceğiz."
Milliyet, 29.06.2009
******
"MARMARAY GÜZERGAHI ÇEŞMEYLE DEĞİŞMEZ"
Marmaray ile Kadıköy - Kartal Raylı taşıma
sistemini birleştirecek olan Ayrılık Çeşme
İstasyonu’ndaki kazılarda, bugüne kadar toprak
altında kalan tarihi namazgah ortaya çıkarılmasının
ardından Kadıköy Belediyesi’nden ‘Marmaray’ın güazerhanının değişebileceği’ yönünde açıklama
gelmişti. Bunun üzerine açıklama yapan Arslan, kazı
çalışmalarının, İstanbul 5 no.lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararı ile
yapıldığını, çeşme ve namazgahın kaldırılması ya da
kaldırılmamasına kurul tarafından karar verileceğini
ifade etti. Arslan şöyle konuştu:
“Marmaray Projesi’nin başından itibaren Ayrılık
Çeşme ve etrafındaki tarihi yapılardan haberdarız.
Marmaray Projesi’nin güzergahı ve yapılacak köprülü
kavşakların projelendirilmesi Ayrılık Çeşme ile
etrafındaki tarihi yapıların varlığı bilinerek
yapıldı. Ayrılık Çeşme, kaldırılmasa bile
Marmaray’ın güzergahı değişmeyecek. Söz konusu bölge
bizim kamulaştırma alanımızın da dışında.”
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’sa konuyla ilgili
şunları söyledi: “Namazgahı 2004’te ortaya çıkardık.
Kurula tescilini yaptırdık. Rölövelerini yaptırdık.
Orada sorun güzergah değişimi değil, Ayrılık
Çeşme’deki istasyonu kesen yolların kavşak
düzenlemesi sırasında, alt dikmelerinin ayağının
biri oraya isabet ediyor. Onu ya ötelemek suretiyle
dikmeyi ya da çeşmenin aslını kurul izniyle biraz
kaydırmak suretiyle muhafaza ederek çözüm
üreteceğiz.”
Radikal, 02.07.2009
|
HASANKEYF'İ CAMLASAK DA MI SAKLASAK?

Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak olan
Hasankeyf için bir çözüm önerisi de İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden Prof. Oğuz
Müftüoğlu'ndan geldi: "Tarihi yapıların üzerini cam
fanusla kapatarak sudan koruyabiliriz."
Hala gidip görmediyseniz elinizi çabuk tutmanızı
tavsiye ederim. Belki bir süre sonra Hasankeyf'i bu
haliyle görme imkanınız olmayacak. Çünkü 50 yıldır
yapımı gündemde olan ve GAP projelerinin en
büyüklerinden biri Ilısu Barajı maalesef yaklaşık 10
bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf'i sular altında
bırakacak. Hasankeyf Yukarı Şehir Alanı'nda yer alan
onlarca mezar, türbe, höyük, eski kalıntılar ve 4200
mağara ev Ilısu Projesi'nin maksimum su kotundan
etkilenmezken daha aşağılarda kalan önemli bazı
kültürel varlıklar ise su altında kalacak. Bu tarihi
eserlerin parçalarına ayrılarak taşınması ve su
kotunun etkilemediği bir alana taşınması projesinin
ise gerçekleştirilebilirliği hala tartışılan konular
arasında. Bu tartışmalar içinde farklı bir çözüm
teklifi İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Oğuz Müftüoğlu
tarafından geldi. Hasankeyf'te yer alan eserlerin
taşınmasının mümkün olmadığını söyleyen Müftüoğlu,
baraj illa ki yapılacaksa tarihi eserlerin cam
fanuslarla kapatılıp, suyun altında bir aqua
arkeolojik park oluşturulmasını öneriyor. İlk
duyduğunuzda "yapılamaz" gibi geliyor ama Müftüoğlu,
Marmaray projesine dikkat çekerek "Suyun altına 2
gidiş, 2 geliş 16 km. tünel yapabiliyorsanız bunu da
yapabilirsiniz" diyor. Proje mümkünse Hasankeyf'in
su altında kalacak olan bölümün tamamının, mümkün
değilse bazı yapıların cam fanuslarla kapatılması ve
su altından turizme açılmasını öneriyor.
Hasankeyf Taşınamaz
Prof. Müftüoğlu Hasankeyf'e gönül vermiş bir bilim
adamı. İlk kez 1986'da gittiği Hasankeyf'e
çarpılmış. 1990'da ise görevli olarak yeniden gidip
buradaki tarihi eserleri belgelemiş, rölövelerini
çıkarmış. O zamandan beri Hasankeyf'le içli dışlı
olan Müftüoğlu buradaki tarihi eserlerin söylendiği
gibi taşınamayacağını ifade ediyor. "Tarihi eserler
yanlış verilebilecek bir kararla yok edilebilir. Ben
taşınma olasılığı olduğuna inanmıyorum. Bu tür
yapılarda bir dış cidar ve iç cidar vardır ve bunlar
genelde kesme taştır. Genellikle bu bölgenin yerel
malzemesi olan Cas kullanılmış. Bu taşımaya müsait
değildir." diyor. Müftüoğlu hazırladığı raporlarla
da Zeynel Bey Türbesi, Artuklu Köprüsü, Rızk camisi,
Sultan Süleyman Cami ve Koç Cami gibi kültürel
varlıkalrın taşınamayacağını Kültür Bakanlığı'na
iletmiş. Hasankeyf'i nasıl kurtarabiliriz diye
düşünürken İnşaat Mühendisliği öğrencisi olan oğlu
ile konu üzerinde konuşmaya başlamışlar.
Hasankeyf'in camla kapatılıp saklanması projesi de
bu konuşmadaki beyin fırtınasından ortaya çıkmış.
Tatilya'yı Yapan Bunu da Yapar
Bu önerinin "çözümü bulduk" şeklinde bir zafer
çığlığı almadığının altını çizen Müftüoğlu asıl
olanın barajın yapılmaması olduğunu çünkü barajın
sadece tarihi eserleri değil ekosistemi de
mahvedeceğini söylüyor. Ama durum buysa minimum
zarar, maksimum kar hesabı üzerinden Hasankeyf'teki
kültürel varlıkları kurtarmak için bir çözüm
olduğunu anlatıyor. "Zeynel Bey türbesi mimari
özellikleri açısından Anadolu'daki tek örnektir.
Köprü ise çok iyi incelenmesi gereken muhteşem bir
köprü. Dönemi için bir mühendislik harikası. Bunları
yok olmaya bırakmak vahşice bir tablo. Bu eserler
restore edilip koruma altına alınırsa asırlarca
kalır. Taşımaya kalktığınızda parçalamak mümkün
değil. Hangi teknolojik imkanla taşıyacaksanız? Ama
cam kapatılırsa 20 metrelik suyun altında olacak.
Kubbelerin tümünün cam olması gerekmez. Bazı yerler
beton olur bazı yerler çelik olur. Marmaray
yapılabiliyorsa bu çok daha kolay yapılır. Bana
kalırsa hiçbir eseri açık bırakmamak lazım. Tatilya
gibi bir yapıyı yapabiliyorsanız burayı komple
kapatabilirsiniz. Baraj suyu çekildikten sonra da bu
eserler ortaya çıkar." diyor.
Projenin maliyetini soruyorum. Müftüoğlu "Maliyetini
hesaplayamam. Ama çok çok pahalı olduğunu
sanmıyorum. Yok edilmemesi gereken bu eserlerin
yanında hiçbir şey değil. Bakanlık bunun için bütçe
ayırır. Önce mimari tasarımı yapılır. Sonra maliyete
geçilir. 200- 300 metre karelik bir alan sadece blok
olarak belli parçaları koruyacak. Aralarında da bir
yapıdan diğerine insanların geçeceği tüneller
olacak. Burası kendisine yapılacak masrafı da amorti
eder. Böyle bir şey yok. Dünyanın ilk aquaarkeolojik
parkını inşa etmiş olacaksınız. Burası bütün
dünyadan ziyaretçi çeker." diyor.
Allianoi için de yapılabilir
Prof. Oğuz Müftüoğlu Hasankeyf için düşündüğü camla
kapatma projesinin Yortanlı Baraj gölünün suları
altında kalacak olan Bergama'daki Allianoi için de
yapılabileceğini söylüyor. Dünyada şaşırtıcı ölçüde
sağlam kalabilmiş bir Roma dönemi sağlık kompleksini
barındıran Allianoi'nin camla kapatılması halinde
bir tarihi su altı spa'sı elde edileceğini anlatan
Müftüoğlu turizm açısından çok önemli bir merkez
olacağını ifade ediyor.
Yeni Şafak, Haber: Emeti Saruhan, 29.06.2009
|
EDEPSİZ HEYKELLER

Üsküdar'da bir şeyler oluyor. Birileri köşe
başlarına birtakım dev nesneler yerleştiriyor. Bu
nesneler yolumuzu kesiyor, ayağımıza takılıyor,
küstahça karşımıza dikiliyorlar...
Üsküdar iskelesinin önü, taksiler, dolmuşlar,
çiçek kokusu, döner kokusu, daha uykudan uyanmamış,
birbirlerine çarpa çarpa yürüyen insanlar, iş
sıkıntısı ve koca bir çalar saat... Kavşakta
sıkışmış trafik, banka önü kuyrukları, kavga,
kırmızı, sarı, yeşil, korna sesi ve parlak mavi
renkli, yarasa kanatlı Hezarfen... Galata'yla Kız
Kulesi arası kale, motorcular defansta, parlak metal
futbol topu iskeleti, şut ve gol... Evlendirme
dairesi önünde dev yüzükler, 1453 ve 1923
rakamlarının üç boyutlu modelleri... Üsküdar'da bir
şeyler oluyor. Birileri köşe başlarına bir takım dev
nesneler yerleştiriyor. Bu nesneler yolumuzu
kesiyor, ayağımıza takılıyor, küstahça karşımıza
dikiliyorlar. Dev inekler, laleler ve ayakkabılar
gibi bir gün onlardan da kurtulacağınızı ummayın.
Bunlar kalıcı. Artık onlarla birlikte yaşamak
zorundayız. Üstelik bu sadece bir başlangıç. Sanat
kurumlarının, meslek örgütlerinin, sanatçıların,
Üsküdarlıların haberi yok ama Üsküdar Belediyesi
açık alanlara tam 26 heykel yerleştirmeye karar
vermiş. Projeye "Üsküdar Belediyesi Çağdaş Heykel
Koleksiyonu" adı verilmiş. İşin tuhaf yanı, bu 26
heykelin tamamı için tek bir kişiyle anlaşılmış.
Üsküdar'daki heykelleri görmezden gelemezsiniz.
Çünkü bu heykeller, kent ve kamusallık hakkında çok
şey söylüyor. Kent mekanında plastik sanat
uygulamaları kentliler, yerel yönetimler ve merkezi
iktidar arasındaki siyasi ilişkileri açığa
çıkarıyor, kamusal alanda iktidar mücadelesini
cisimleştiriyor. Üsküdar Belediyesi'nin
uygulamalarından önce, 2005'ten bugüne Türkiye'de
yaşanan heykel tartışmalarına kısaca bir göz atalım:
Heykel Hikayeleri
Türkiye'de yerel seçimler biter, heykel tartışmaları
başlar. Bu yıl Kemer Belediye Başkanı olan MHP'li
Mustafa Gül de ilk icraat olarak Atatürk Bulvarı'nı
"genç kızların ahlakını bozan, edepsiz" bir
heykelden kurtardı. Buna karşı, Kadıköy Belediye
Başkanı Selami Öztürk, "Sansürlenmek istenen Aşk
heykelini istiyoruz" dedi. Heykel artık aşkı değil
siyasi çatışmayı anlatıyor.
2005 yılına damgasını vuran, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin Haydarpaşa Mendireği'ne yaptırmak
istediği devasa Fatih Anıtı olmuştu. Bu anıt
yapılamadı ama 2009'da emir büyük yerden geldi:
Genelkurmay Başkanlığı, Beşiktaş'a Fatih Sultan
Mehmet heykeli diktirdi. Heykel açılışı askeri ve
mülki erkanı bir araya getirdi. Beşiktaş'ta, Yahya
Kemal Parkı'nda bir fetih heykelimiz oldu.
Yine 2005 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Sivri Ada'da 110 metrelik bir semazen heykeli
yapılmasını önermişti. Semazenin eteğinin altında
restoranların yer alacağı proje kabul edilmemişti.
2008'de Cem Vakfı Başkanı, Kadir Topbaş'tan semazen
heykelinin yeniden gündeme alınmasını istedi.
Topbaş: "İstanbul farklı kültürlerin bir arada
yaşadığı bir barış kentidir. Bu nedenle iki kıtanın
birleştiği noktaya Amerika'daki Özgürlük Anıtı'na
benzer bir semazen heykeli yapmak istiyoruz"[1] dedi
ve "New York Üniversitesi ciddi destek verdi. Burada
beni anlamadılar" diyerek sözlerini bitirdi.
Gerçekten konunun New York Üniversitesi'yle ilişkisi
hala anlaşılamadı.
2002'de Esenyurt'ta Nazım Hikmet Kültür Merkezi
önüne yerleştirilen Nazım heykeli, 2007'de AKP'li
yeni belediye başkanı döneminde bir gece yarısı
ortadan kayboldu. 400 kiloluk heykelin belediyenin
hemen önünden çalınmasına tepkiler büyük olunca
heykelin yerine yenisi dikildi. Yeni Nazım'ın
eskisine göre 2,5 kat daha büyük olduğunu belirten
Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu, "Nazım Hikmet
heykelini yaptık, mezarını getirmek de bize nasip
olur inşallah" dedi.
AKP'li Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu'nun
heykelden yana hiç şansı yok. Esenyurt'ta kalpaklı
ve at üzerinde bir Atatürk heykeli yaptırdı ama
heykel CHP'lilerin şiddetli tepkilerine neden oldu.
Çünkü onlara göre heykel Atatürk'ten çok Said-i
Nursi'ye benzemişti. Hatanın heykeltıraşta olduğunu
dile getiren Kadıoğlu, "Heykelin baş kısmını tekrar
yaptırıp törenle açacağız" dedi.
Kadıoğlu'na, Necip
Fazıl Kısakürek'in önerisini hatırlatmak isterim.
Atatürk'ün ölümünden sonra İsmet İnönü heykellerinin
artışı üzerine Kısakürek şunu söylemişti: "Bu işler
devletlulara zorluk çıkartıyor. Pratik bir yöntem
olarak, başı burgulu heykeller düşünülemez mi? Yeni
lider gelince, vidalı baş çıkartılır, yerine yenisi
takılır!"
Nereden Çıktı Bu Heykeller
Türkiye'nin sosyo-politik yapısı heykellerde vücut
buluyor. Aslında açık alanda heykeller ve anıtlar
her şeyden önce nasıl yönetildiğimizi anlatıyor. O
zaman Üsküdar heykelleri konusuna geri dönüp sormak
lazım: "Nereden çıktı bu heykeller? Kime danıştınız
yaşadığımız yere bu nesneleri dikerken? Kent mekanı
kimin? Kamusal alan kimin alanı?"
İşin aslı şuymuş: Üsküdar eski Belediye Başkanı
Mehmet Çakır, İstanbul'a sanat eserleri kazandırmaya
karar vermiş. Aramış taramış ve sonunda tasarımcı
Faruk Akın'ı bulmuş. Karşılıklı oturup fikir
alışverişi yapmışlar.[2] Sağ olsunlar, Üsküdar'da
yaşayan herkesin yerine karar vermişler. Belediye
tasarımcıya heykelleri ısmarlamış. Yanı başlarında
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
dururken, hocalar, heykeltıraşlar, kentliler hiçe
sayılarak tek bir tasarımcı tüm Üsküdar'a heykel
tasarlama yetkisiyle donatılmış. Bu güç elbette
yerel yönetimin kente yaklaşımından kaynaklanıyor.
Bu heykellerin Corner Otel, Park Otel, Gökkafes'ten
hiçbir farkları yok. Her biri kamusal alanın
iktidarın "özel alanı" olduğunu kanıtlıyor.
Sosyal Heykel
Diğer yandan "Üsküdar Belediyesi Çağdaş
Heykel Koleksiyonu"nun çağdaş olarak
nitelendirilmesi imkansızdır. Çağdaş sanatın içinde
heykel kavramı bu uygulamaları yapanların hayal bile
edemeyeceği bir noktaya varmıştır. 60'lı yıllarda
Joseph Beuys "sosyal heykel" kavramını ortaya
attığından beri heykel yapmak, üç boyutlu bir nesne
tasarlayıp onu açık alana yerleştirmekten öte bir
şeydir. "Sosyal heykel" der, Beuys, "yaşadığımız
dünyayı nasıl biçimlendirdiğimizdir". Sanatçının tek
tek yapıtlar ortaya koymak bir yana, bütüne nasıl
katkıda bulunabileceğini düşünmesi gerekir ve bütün
organizmanın heykeltıraşı ya da mimarı olması
önemlidir. Yani sanat yaşamı süslemek değil yaşamı
biçimlendirmektir. Bütünü göz ardı eden, kentin
fiziksel ve sosyal yapısını özellikle de kentliyi
hiçe sayan bir yaklaşımın çağdaş heykelle en ufak
bir ilgisi yoktur.
Bugün kent mekanına talip olanlara hatırlatırım:
Fazla uzaklara gitmeye gerek yok. Türkiye'de plastik
sanatlar tarihinde İlhan Koman gibi kamusal alanda
sanat yapmanın ne demek oluğunu pratikte göstermiş
ve kuramlaştırmış sanatçılar vardır. Bu sanatçılar
daha 1950'ler de çağdaş heykel sanatını
tanımlamışlardır:
Heykeltıraş İlhan Koman, heykeltıraş Hadi Bara ve
mimar Tarık Carım 1953'te temel amacı kent içinde
insani yaşam alanları yaratmak, mekanı toplumsal ve
doğal yapısıyla bir bütün olarak değerlendirmek ve
bu doğrultuda pratik çözümler önermek olan Espace
Grubu'nu kurdular ve bir manifesto yayınladı.
1955'te Espace Grubu Manifestosu'nda dile getirilen
talepler, 2009'da İstanbul'un şehircilik, mimarlık
ve plastik sanatlar alanlarında hala ne kadar geri
oluğunu yüzümüze vuruyor:
"Şehircilik ve şehirlerin yapılanması, bu konudan
sorumlu olan kişilerin sadece teknik değil
sosyal-psikolojik bilgilerinin ve sanat
kültürlerinin olmasını gerektirir. Şehirlerimizin
yeniden yapılanmasında sunulan planlar kusurludur ve
plastik değerleri tartışmalıdır. Gelecek nesillerin
içinde yaşayacağı mekanları yaratma sorumluluğunu
taşıyan kişiler, teknisyenler ve mekansal
problemlerle uğraşan plastik sanatçılarla birlikte
çalışmalı, ayrıca yasalar ve yönetmeliklerle
desteklenmelidir."
Manifesto şöyle biter: Bütün İnsan
Etkinliklerinin Uyumlu Gelişimi için Plastiğin
Varlığı Esastır
Kent mekanına çıkan sanatçı tüm kentlilere
karşı sorumludur
Sanat zekadan kaynaklanır. Sanatçı heykeli
yerleştireceği mekanın fiziksel ve sosyal dokusuna
göre çözümler üretebilmelidir.
Açık alana yerleştirilecek bir yapıtın malzemesi,
formu, hacmi, yerleştirilme biçimi mekanın fiziksel
özelliklerine göre belirlenmelidir. Açık alanda
heykelin formuna, yanındaki binalar, reklam
panoları, trafiğin akış yönü, hatta yayaların
hareketi bile dahildir. Belli ki Üsküdar'daki
heykelleri yapan tasarımcının bu tür kaygıları
olmamış. Kentin saldırgan görsel kalabalığına
çığırtkan renkleri ve dev boyutlarıyla, reklam
panolarıyla yarışan nesneler eklemiş.
Üsküdar heykellerinin mekanın sosyal yapısıyla da
en ufak bir etkileşimi yok. Bu heykeller kamusallığı
yok edilmiş, insana ve gündelik sosyal hayata kapalı
kent mekanıyla hiçbir sosyal bağ kurmuyor. Mekanı
kamusal kılmak adına hiçbir çabaları yok. Aksine
kangren olmuş mevcut kent dokusunu onaylarcasına
küstah, umursamaz, kendini dayatan halleriyle
kamusallığı tahrip ediyor.
Etik sorumluluk denince sadece çıplaklık
algılayanlara hatırlatmak gerekir. Kent mekanına
çıkan sanatçı tüm kentlilere karşı sorumludur. Biz
İstanbul'da yaşayanlar sokağımıza, kapımızın önüne,
evimizin içine yapılan müdahaleleri "edep dışı"
buluyoruz.
Kent mekanında plastik sanat uygulamaları yerel
yönetimlere ve onların sipariş verdiği birkaç kişiye
bırakılamaz. Yerel yönetimler ve sanatçılar arasında
yer alan, sanatçılara ideolojik ve estetik özerklik
sağlayan, çeşitli meslek gruplarından üyeler içeren,
kentlileri de temsil eden özerk bir sanat kurumunun
varlığı şarttır.
Üsküdar heykelleri örneğinde gördüğümüz, kamusal
alanın iktidar tarafından işgalidir. Akademisyenler,
öğrenciler, sanatçılar kamusal alandan
dışlanmışlardır. Elbette kamusal alan mücadele
alanıdır. Sanatçılar da meydanlar için mücadele eden
emekçilerin yanında yerini almalıdır. Heykeltıraşlar
da meydanlar için savaşmalıdır.
Birgün, Yazı: Ezgi Bakçay Çolak, 29.06.2009
|
GÜNAY'IN AUGUSTUS TAPINAĞI İSYANI

Bakan Ertuğrul
Günay, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ve
ilgisizlik nedeniyle restorasyonu
gerçekleştirilemeyen Augustus Tapınağı’na giderek
yetkililere yönelik çok sert açıklamalarda bulundu.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ve bir türlü
restorasyonu yapılamayan tarihi Augustus Tapınağı
ile hem kendi bürokratlarına, hem yerel yöneticilere
hem de üniversite çevrelerine yönelik çok sert
açıklamalar yaptı. Günay, "Tapınakla ilgili acil
alınması gereken önlemler var. Ama ne yazık ki bu
önlemlerin alınması için bir felaketin olmasını
bekliyor gibi bir elimiz böğrümüzde duruyoruz" dedi.
Günay, tarihi Augustus Tapınağında incelemelerde
bulunarak yetkililerden çalışmalara ilişkin bilgi
aldı. Çalışmalar için gereken kaynağı temin
edeceğini ifade eden Günay, "Projeyi kim yapacaksa
yapsın. Bunu artık uygulamaya koyacağız. Bu yapının,
bir dönem Pagan Tapınağı, bir dönem kilise, bir
dönem medrese olarak kullanılmış olan bu yapının
Hacıbayram Camii ile sırt sırta ayağa kalkması,
Anadolu’nun bu medeniyetler dayanışmasını sergilemek
açısından çok önemli" diye konuştu.
Günay, tapınağın bir duvarında üzerinde Latince
yazılar bulunan eşsiz bir kitabenin olduğunu, ancak
söz konusu yazıların da giderek okunmaz hale
geldiğini dile getirdi.
Tapınağın duvarındaki Latince yazıyı yetkililerle
birlikte okuyan Günay, "Bu çok ünik bir parça, ama
yer yer zaten dökülmüş. Gelecek yıl biraz daha
zorlanacağız bunu okumada..." eleştirisinde bulundu.
Değişik kurumlara mensup yetkililerden de bilgi alan
Ertuğrul Günay, tapınağın restorasyonunun önemine
dikkati çekerek, "Hiç kimsenin öyle bir hayali yok,
öyle bir derdi de yok. Yıkılsın diye bekliyoruz hep
beraber. Zaten yıkılacak yani neredeyse..." dedi.
Tapınağın alt duvarını da inceleyen Günay, "Bu duvar
yıkılırsa Türkiye’de yapmaya çalıştığımız her şey
üzerimize yıkılır" yorumunu yaptı. Günay, tarihi
duvarla ilgili de gereken çalışmaların yapılması
gerektiğini söyledi.
Daha sonra gazetecilere açıklamalarda bulunan Günay,
sözlerine, "Ben çok üzgünüm. Buraya geçen yıl da
geldim. Benzer sıkıntıları arkadaşlarımızla
konuştuk. Ama ne yazık ki o günden bu yana mesafe
alamadık" diye başladı.
Konuyla ilgili danışma kurulu ve bilimsel kurul
oluşturulduğunu anlatan Günay, "Ancak, ne danışma
kurulu, ne bizim bürokrasimiz, ne de konuyla ilgili
başka çevreler, hem bu yapıyı koruyacak, kurtaracak,
bir ölçüde ayağa kaldıracak bir proje yapmakta bir
mesafe aldık. Bundan çok üzüntülüyüm" dedi. Günay,
şöyle devam etti:
"Burası her zaman söylüyorum, bizim Anadolu
kültürümüz için önemli bir ismin adına kurulmuş
bulunan bir caminin duvarıyla, bir Pagan tapınağının
duvarı, omuz omuza, saçak saçağa gelmiş,
Anadolu’daki kültürlerin kaynaşmasının çok özel,
simgesel yapılarından, yapıtlarından birisi.
Tapınakla ilgili çok acil alınması gereken önlemler
var. Ama ne yazık ki bu önlemlerin alınması için bir
felaketin olmasını bekliyor gibi bir elimiz
böğrümüzde duruyoruz."
Tapınak duvarındaki yazıların korunması için ne
yapılacağını soran Günay, yetkilinin "Bunun için
çalışıyorlar ODTÜ’den. Avrupa Birliği’nden para
almışlar. Fakat ne yaptıklarını bilmiyorum"
karşılığını vermesi üzerine şunları söyledi: "Ben bu
bilimsel kurulların çalışmalarından sonuç alındığını
iki yıldır görebilmiş değilim. Nemrut Dağı’nda,
burada hiçbir bilimsel kurul çalışması önüme, ’şunu
bitirdik efendim, yapalım’ diye gelmiş değil. Böyle
bir şey olmaz. Böyle devam ederse bu bilimsel
kurulları değiştireceğiz artık...
İncelemelerini sürdüren Bakan Günay, projeyle ilgili
aşamalar konusunda yetkililerden bilgi aldı. Günay,
yetkililere, "Hepinize söylüyorum. Bu işi mümkün
olduğu kadar yakından takip edeceksiniz. Bu yaz
buranın uygulamasına başlayacağız. Bana burada
uygulanabilir bir proje getireceksiniz, kaynağını
ben bulacağım. Bu yapıyı önce bu tehlikeden
kurtaracağız" talimatını verdi.
Hürriyet, 29.06.2009
|
BİZANS'TAN BUGÜNE ADALARIN TARİHİ MÜZEDE TOPLANACAK

Kabataş iskelesinden yükünü alan Prof Dr. Aykut
Barka gemisinin yolcuları, martılar eşliğinde adaya
doğru yol alıyor... Yaklaşık 1.5 saatlik bir
yolculukta önce Kınalıada'da ziyaretçilerini indiren
vapur, ardından Sait Faik Abasıyanık ile özdeşleşen
Burgazada'ya, sonra da Ruhban okuluna ev sahipliği
yapan Heybeliada'ya uğrayıp, nihayet son durak
Büyükada'da demirliyor... İstanbul'un yanı başında
gürültüden kaçan ziyaretçilerine sakinliği vaat eden
Prens Adaları, hemen her haftasonu olduğu gibi dolup
taşıyor. Vapurdan iner inmez Anadolu Kulübü'nün
yolunu tutuyoruz.
Önünde faytoncuların müşteri alıp bıraktığı Anadolu
Kulübü, Büyükada'ya kurulacak müzenin ilk
toplantısına ev sahipliği yapıyor. Adalılar'ın geniş
katılımıyla yapılan toplantı gösteriyor ki,
kurulacak müzeye destek büyük. Büyükada Taş
Mektep'te kuruluacak "İstanbul Adalar Müzesi" için
ayrılan bütçe ise 2.5 milyon TL.
Adalar Belediyesi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı, Adalar Vakfı ve Kaymakamlık'ın
nisan ayında imzaladıkları protokolle tohumları
atılan İstanbul Adalar Müzesi'nde ilk hedef doğal
güzelliklerin yanına kültür ve tarihi zenginlikleri
de katmak.
Bunun için adaların eski sakinleri olan ve Atina'ya
yerleşmiş Rumlar'dan bile destek aldıklarını
belirten Adalar Vakfı Başkanı Aykut Mutlu, "Adalar
dünyanın çok değerli bir belgesi. Adalar Müzesi'ni
kurarken, Rumlar'dan bahsetmemek olmaz. O nedenle
onlardan da destek aldık" diyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel
Sekreteri Yılmaz Kurt ise, bu projenin kendileri
için çok önemli olduğunu kaydediyor. Kurt, "Binlerce
yıllık tarihi ve kültürel mirasıyla dünyanın gözünü
kamaştıran, evrensel kültürün ve hoşgörünün başkenti
İstanbul, böyle projelerle 2010 yılında Avrupa
Kültür Başkenti olarak dünyanın buluşma noktası
olmaya hazırlanıyor. Tarihi boyunca farklı kültür ve
dini inançları kucaklayan İstanbul'un incileri olan
Adalar'ın tarihini sergileyecek bu müze, İstanbul'un
ve Türkiye'nin uluslararası alandaki bilinirliğini
ve itibarını da doğrudan etkileyecek" diye
konuşuyor. Müzede adaların Bizans öncesinden bu yana
tarihi ve gündelik yaşama dair birikimini gösteren
eser ve objelerin sergileneceğini belirten Kurt,
müzenin gelecek yıl haziran ayında kurulacağını
açıklıyor.
Adaların İstanbul'un bir ilçesi olması rağmen,
kendine özgün bir dokusu olduğunu vurgulayan Adalar
Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu ise, adaların
her etnik yapıdan insana kapılarını açtığını
hatırlatıyor. Adalarda bugün bin 657 eserin tescilli
olduğunu, bir o kadarının da tescillenmeyi
beklediğini ifade eden Farsakoğlu, "Sait Faik,
Burgaz'da yaşadı ve evi müze olarak durmasına rağmen
kapalı, neden? Diyojen'in mezarı Kınalıada'da.
Troçki, 3 yıl yaşadı adalarda ama bunlar bilinmiyor.
Bir sürü edebiyatçıya ev sahipliği yapan adaların
tarihi geçmişini anlatan bir kent müzesi yok. Tüm bu
sorunlara karşılık bu müzeyi hayata geçirmeyi
hedefliyoruz" diyor.
Müzenin Büyükada'da Taş Mektep'e yapılacağını
anlatan Farsakoğlu, şöyle devam ediyor: "Adalılar ya
tarihlerine sahip çıkacak ya da geçmişlerinin
karanlığa gömülmesine seyirci kalacak. Kentleri
canlı tutan yerler müzelerdir. O nedenle bu müze
bizim için çok önemli. Adaları farklı noktaya
taşımak için bir basamak olacak bu müzeyle birlikte
yapacağımız diğer projeler 5 yıl sonra adaları
Türkiye'nin belediyeleri arasında ilk sıraya
taşıyacak."
Referans, Haber: Sibel Atik, 29.06.2009
|
SULTANAHMET'TE SIRLI BİR GEZİNTİ

Sultanahmet'te bir halı mağazası... Kim bilir kaç
kez geçip gittiniz önünden, belki hiç görmediniz,
belki vitrinini göz kamaştırıcı buldunuz, hepsi o
kadar değil mi? Değil işte, orası yalnızca bir
halıcı dükkanı değil.
Bahçedeki merdivenlerden, örümcek ağlarına
takılmadan aşağıya, Bizans sarayının mahzenine
iniyorsunuz. Yüksek tavanlı, loş, serin bir mahzen,
koridorlardan biri henüz kapalı, diğeri Akbıyık
Caddesi'ne çıkıyor. 10 yıl önce tadilat yapılırken
tesadüfen bulunan saray kalıntısının tarihi,
İstanbul'un kuruluşuna dek uzanıyor. O günlerde
burada misafir edilen büyükelçileri, yabancı
konukları hayal etmek kolay değil, kaldı ki biz,
halıcı dükkanından Bizans sarayının mahzenine
inmenin hayreti içindeyiz hala... Meraklısının
ziyaretine açılmış bu mahzen, bildik sarnıçların
dışındaki yeraltı keşiflerine dikkat çekiyor. Aynı
civarda yine bir halıcının zeminine doğru inerken
inancımız pekişiyor: "Evet, bu güzel şehir yalnızca
çıkmaz sokaklarında, yokuş başlarında, köşe
dönüşlerinde değil, daha zor ulaşılabilen
yeraltlarında da nice sürprizler barındırıyor." Bu
kez bir kilise kalıntısında dolaşıyoruz. Binanın
sahibi sanata düşkünmüş de mozaikleri camekanlarla
korumaya almış. "Sultanahmet'in altında bu şekilde
bilinen, bilinmeyen çok sayıda dehliz var." diyor
Nihan Azizlerli: "Marmaray kazılarında
Constantinus'un annesi Helena'nın sarayı bulundu.
Burası hem Bizans, hem Osmanlı döneminde kıymetli
olmuş bir bölge." Nihan Azizlerli kim? 'Kehanet'
romanının yazarı, arkeoloji eğitimi almış; ama
arkeolog olarak hiç çalışmamış. İstanbul'a çok
düşkün, kuruluş hikayesiyle, hiçbir dönemde etkisini
yitirmeyen kehanetleri ve esrarlı olaylarıyla
fazlasıyla ilgili. Roman, bu ilginin meyvesi, lise
yıllarında başlayan okumaların, araştırmaların ve
sırlı gezilerin bir sonucu...
Şehrin Constantinus tarafından kuruluşunun ve
sonrasındaki yüz yıllık sürecin anlatıldığı kitap;
yarı kurgusal yarı belgesel, yarı geçmişte yarı
günümüzde ilerliyor. Tanınmış tarihi kimliklerin,
kronolojiyle ilgili detayların hepsi gerçek
bilgilere dayanıyor ve roman bu haliyle eğlenceli
bir Bizans tarih kitabını andırıyor. Günümüzde geçen
bölümler ise İstanbul'la ilgili mekan önerileri
sunan gizli bir rehber gibi algılanabilir. Fakat
kitabın ana omurgasını İstanbul'un kuruluşuyla
ilgili ortaya atılan kehanetler oluşturuyor;
günümüze kadar ulaşmış, kaynaklarda bahsi geçmiş,
hatta kimileri dillere pelesenk olmuş kehanetler...
En bilineni, Delphi kahininin İstanbul'un kurulacağı
yeri işaret etmesidir: "Körler ülkesinin karşısı"...
Körler, o zamanki Khalkedon, şimdiki Kadıköy'de
bulunur hani, güzelim Sarayburnu'nu görmeyip de Asya
yakasına yerleştiği için kör kabul edilmiştir bura
ahalisi.
Armada Oteli'nin terasından başlayıp mahzenlere
inen gezimizin kaçınılmaz durağı At Meydanı, kehanet
deyince gözler dikili taşlara çevriliyor zira,
özellikle de Mısır'dan getirilen anıta... Uzunca bir
zaman en çok bu taştan ürkmüş insanlar, çok
uzaklardan hayli zahmetlerle taşındığı için
şaşırtıcı ve korkunç bulunmuş, üzerine hiyeroglif
alfabesiyle yazılan teşekkür metni, gelecekten haber
veren şifreli cümleler gibi görülmüş.
Fetihle ilgili Bizans kehanetleri var mı peki?
"Elbette" diyor yazar, "Ay tutulması, yer sarsıntısı
gibi bir tarafın hayra, diğer tarafın şerre yorduğu
olaylar vardı. Bizanslı bir müneccimin, 'İstanbul'u
fetheden, kendi soyunun yedinci imparatoru olacak.'
dediği söylenir mesela, Bizans yıkıldığında tahtta
bulunan son Constantinus da yedinci imparatordur."
Bir de Constantinus'un müneccimi Valentius'a
atfedilen bir kehanet vardır ki, hayli manidardır:
"Bu şehir ve taht, senin ve neslinindir. Ta ki
gemiler karadan yürüyünceye dek!" Gemilerin karadan
yürümesi, çıkmaz ayın son perşembesi gibi, olmayacak
iş anlamında yorumlanmış o günlerde. Demişler ki;
"Şayet böyleyse İstanbul ilelebet imparatorun ve
sülalesinindir." Olanlar ortada, gemiler karadan
yürüyeli 556 yıl oldu. "İyi kehanetler gerçek
olsun." diyen Bizanslı roman kahramanı kim bilir ne
düşünüyor?
Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 29.06.2009
|
ARKEOLOJİ TÜRKLERE NEDEN BU KADAR YABANCI?
Dünya
tarihini değiştiren kazılara ev sahipliği yapan
Türkiye'de arkeolojik kazıların pek çoğu Türkler
değil, yabancılar tarafından yürütülüyor. Doç.Dr.
Haluk Çetinkaya, tarihi eserlerin yurt dışına
kaçırılma riskinin arttığını söylüyor.
Dünya tarihini değiştiren birçok kazıya ev
sahipliği yapan Türkiye'de arkeolojik kazıların pek
çoğunun Türkler değil, yabancılar tarafından
yürütülmesi, hem tarihi eserlerin yurt dışına
kaçırılma riskinini artırıyor hem de mezun olan pek
çok arkeologumuzu işsiz bırakıyor. Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesi Doç.Dr.Haluk
Çetinkaya, kazı hakkının ise sadece üniversitelere
verildiğini ancak yetkili kurumların araştırma için
mali destek sağlamadıklarını belirten Çetinkaya "Hal
böyle olunca kazıların gerçekleşebilmesi için ya
yurt dışı ortaklığı ya da yabancı kazı başkanlarının
gözetimi gerekiyor.' diyor.
Pek Çok Kazıda
Yabancı Eli Var
Bugün yapılan kazılara baktığımızda kendi tarihimiz
ve dünya uygarlığı için gerçekten önemli ve bol
eserler veren pek çok kazıda yabancı isimlerle
karşılaşıldığını söyleyen Çetinkaya, buna örnek
olarak şu kazıları gösteriyor: Orta Anadolu'da
gerçekleştirilen ve Japonlar tarafından yürütülen
'Kaman-Kalehöyük' kazısı, kazı başkanı Japon
arkeolog Dr. Sachihiro Omura' Höyükte, Hititler,
Frigler, Asurlular, Persler, Romalılar, Bizanslılar,
Selçuklular ve Osmanlı dönemine ait yaşam
kalıntıları mevcut. Bir diğer örnek, Neolitik Döneme
verdiği eserlerle damgasını vuran 'Çatalhöyük
kazısı'dır ki bu kazı da İngiliz uzmanların
gözetiminde gerçekleştiriliyor. Kazı başkanı İngiliz
arkeolog Prof. Lan Hodder. Kazı sahasında bu işin
piri sayılan Almanlar da büyük Troya kazısını
yaptılar. Bunların dışında İtalyan ve Amerikalı kazı
başkanları da ülkemizde kendi ekibiyle birlikte
çalışmalarına devam ediyor.
Bizans Uzmanı Yok
Gibi...
Türkiye'de 24 ayrı üniversitede kurulan arkeoloji
bölümünden mezun olan arkeologlar kolay kolay iş
bulamayınca arkeoloji alanında uzmanlaşmak oldukça
güç oluyor. Ülkemizde yapılan kazılarda,
yabancıların sözünün geçmesinde bizdeki uzman
eksikliğinin de büyük bir rolü olduğunu söyleyen
Çetinkaya 'Arkeoloji bölümünden mezun olan
öğrencilerimizin pek çoğu işsiz, iş veren bazı
kurumlar ise öğrencilerin kendini yetiştirebileceği
kadar para vermiyor; bu nedenle arkeoloji,
Türkiye'de istenilerek, bilinçli olarak seçilen bir
alan olmuyor. Arkeoloji eğitimini sürdüren
arkadaşlarımızın neredeyse hepsi puanı buraya
yettiği için gelmiş. Oysa resmi kurumlarda, mezun
olan öğrencilerimizin pek çoğunun iş bulabileceği
kadar arkeolog açığı var. Mesela koskoca İstanbul'da
resmi olarak Bizans uzmanı yok denecek kadar az.
İstanbul için bu büyük bir eksikliktir. Kültür
Bakanlığı buralara arkeologlar tayin edebilir,
arkeoloji mezunları için yeni iş fırsatları
yaratabilir.' diyor.
Kültür Politikamız Yok
Her alanda olduğu gibi arkeoloji sahasında
yapılan çalışmaların da yöneticilerin ilgisine
dayandığını söyleyen Çetinkaya, kişiye göre değişen
bir politika ile değil, bu alanda geliştirilen ve
herkes tarafından kabul edilen bir kültür politikası
ile çalışmaların ilerleyebileceğini vurguluyor.
Ülkemizin pek çok eşsiz tarihi eserinin yeterli
ilginin gösterilmemesi nedeniyle zamanında yurt
dışına götürüldüğünü kaydeden Çetinkaya, 19.yy
başında Anadolu'dan kaçırılan, dünya kültürünün en
büyük parçalarından biri olan Bergama Sunağı'nın bu
örneklerden sadece birisi olduğunu söylüyor. Bu
konuda Osmanlı izniyle British Museum'a götürülen
Tanrı Athena'ya ait Parteon Tapınağı'nı da
hatırlatan Çetinkaya, o günden bugüne değişmeyen çok
büyük hataların yapıldığını, durumun Roma dönemine
ait bir kemerin üzerinden beş tonluk bir kamyon
geçirilecek kadar içler acısı olduğunu söylüyor.
Eserlerimiz tescilsiz!
'Türkiye 'de bugün kültürel zenginlikleriyle çok
övündüğümüz gözde şehirlerimizde bile kaç tane eser
var, bilemiyoruz, eserlerimizin tescilleri yok.'
diyen Çetinkaya, bu durumu değerlerimize karşı
ilgisizliğin büyük bir göstergesi olarak yorumluyor.
Hazırlanan kazı raporlarının yetersizliğinden de
yakınan Çetinkaya, bu konuda Kültür Bakanlığı'nın
kazı başkanlarına yaptırım uygulaması gerektiğini
söylüyor ve sırf bu eksiklik yüzünden akademik
çalışmaların da çok yavaşladığını önemle vurguluyor.
Tarih ve tarihi eserler konusunda halkımızın da
biraz ilgisiz olduğunu belirten Çetinkaya, bilgiyi
arttıracak ve bilinci uyandıracak filmlerin,
belgesellerin çekilebileceğini, böylece var olan
değerlerin hem dünyada hem de toplumda hak ettiği
değeri göreceğini söylüyor.
Yeni Şafak, Yazı: Şükran Çifti, 29.06.2009
|
LAODİKYA'DA PROTOKOL BASAMAKLARI
Denizli’deki Laodikya’da antik kentinde Pamukkale Üniversitesi tarafından yürütülen kazı çalışmalarında kuzey tiyatrosunda birlik ve esnaf locaları başkanları ve üyelerine ayrılmış oturma basamakları bulundu. Ortaya çıkarılan basamakların MS 2. yüzyıla ait olduğu belirlendi.
Efes antik kentinden sonra Anadolu’daki en büyük ikinci yerleşim yeri olarak bilinen Laodikya antik kentinin kuzey antik tiyatrosundaki kazı çalışmaları yürüten PAÜ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Celal Şimşek, kazı ve temizleme çalışmaları sırasında, yeni bulgulara rastlandığını söyledi. Tiyatronun basamaklarında bir takım yazılar bulduklarını belirten Şimşek, "Yazıların çevirisini yaptığımızda Laodikya’nın önde gelen ailelerinin, esnaf localarının ve birliklerin kendine özgü rezerve yapılmış oturma alanları olduğunu gördük. Basamakların büyük bölümünde yazılar yer almakta. Bu basamaklara o kişilerden başkası oturamıyor. Bu yazılar Laodikya’da esnaf birliklerinin ve locaların 1800 yıl önce bile çok önemli olduğunu gösteriyor" dedi.
Bir tekstil kenti olan Laodikya’nın dönemin en zengin kentlerinden biri olarak öne çıktığını kaydeden Şimşek, "1800 yıl önce Laodikya’da esnaf locaları ve üretim birlikleri kurulmuş. Hatta, yün boyacıları birliği bile kurulmuş. MS 2. yüzyıldan itibaren basamaklardaki yazıların zaman geçtikçe değiştiğini görüyoruz. Bu da ailelerin, birliklerin, esnaf loncalarının değiştiğini göstermektedir. Bu çok önemli bir veri" dedi.
Hürriyet, 29.06.2009
|
 |

|
GÜNAY'DAN PERGE PLANINA JET İNCELEME
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın hazırlattığı 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında Perge antik kentinin bulunduğu bölgenin yanına organize sanayi bölgesinin işlenmesi üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, jet inceleme başlattı. Günay, yaptığı açıklamada konunun incelenmesi için talimat verdiğini belirterek, "Kroki incelenecek. Perge'ye zarar verecek hiçbir uygulamaya asla göz yummayız" dedi.
Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlatılan 1/100.000 ölçekli planın Antalya ve Burdur'u kapsayan bölümünde Perge antik kentinin bulunduğu bölgenin çevresinin organize sanayi bölgesi olarak gösterilmesine Kültür ve Turizim Bakanı Ertuğrul Günay'dan jet inceleme geldi. Haberi görünce hemen harekete geçtiğini belirten Ertuğrul Günay, konunun incelenmesi için talimat verdiğini; bu konuda Perge kazılarını gerçekleştiren Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu'nun da rahatsızlığını dile getirdiğini açıkladı.
Bakan Günay, Perge'ye, sitalanına ve tarihe zarar verecek hiçbir uygulamaya asla göz yummayacağını söyledi. Organize sanayi bölgesi olarak gösterilen yerin kendisine Isparta yolunun çevresinde olduğuna ilişkin bilgi aktarıldığını da bildiren Bakan Günay, "Gazetedeki haberi dikkatlice inceledim. Kroki de incelenecek. Bu konuda özel bir bilgi istedim" diye konuştu.
Kendisinin Perge konusunda çok hassas olduğunu, hatta antik kenti dünya kültür mirasına alınması için aday gösterdiklerini de bildiren Bakan Günay, "Perge'ye zarar verecek hiçbir uygulamaya asla göz yummayız. Perge benim için çok özel bir yerdir. Geçen yıl ören yerini bizzat gidip inceledim. Hellenistik kulelerin restorasyonunu yaptırıyoruz. Şimdi buna ilaveten zafer takının onarımıyla ilgili de bir proje hazırlıyoruz" dedi.
Zaman zaman 1/100.000 planlarında hataların olduğunu belirten Bakan Günay, "Eğer planlamada yanlışlık yapıldıysa mutlaka düzeltilecektir. Bu konuda Mimarlar Odası ve sivil toplum örgütleri kadar en az biz de hassasız" diye konuştu.
Akşam, 29.06.2009
|
UNESCO'DAN İSTANBUL'A YİNE EK SÜRE
Birleşmiş Milletler'in Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Mirası Komitesi, eksikliklerini tamamlaması konusunda İstanbul'a 2010'a kadar bir kez daha süre verdi. Komite'nin İspanya'nın Sevilla kentinde yaptığı bugünkü toplantıda, İstanbul'un Dünya Mirası listesinden çıkartılarak, "tehlike altındaki miras listesine" alınması konusu gündeme geldi. Komite, İstanbul'a bir yıl daha süre vererek, bu konunun gelecek yıl yapılacak toplantıda ele alınmasını kararlaştırdı.
Toplantıda, nisan ayında İstanbul'u ziyaret eden UNESCO heyetinin raporu görüşüldü. Komite, İstanbul'a giden heyetin hazırladığı rapor doğrultusunda, İstanbul'a eksikliklerini tamamlaması konusunda 2010'a yeniden kadar süre verilmesini kararlaştırdı.
İstanbul'un, "Dünya Kültür Mirası" listesinden çıkartılması konusu 2006 yılında Litvanya'nın Vilnius'ta, ardından da 2008 yılında Kanada'nın Quebec kentinde düzenlediği toplantılarda gündeme gelmiş, her seferinde İstanbul'a eksikliklerini düzeltmesi için süre verilmişti.
Komite söz konusu toplantılarda, İstanbul'da alınması gereken önlemler konusunda bir dizi öneride bulunmuş ve görülen eksikliklerin düzeltilmesini istemişti. İstanbul'un tarihi alanları, kültürel varlık olarak 1985 yılında Dünya Kültür Mirası listesine kaydedilmişti.
Dünya Mirasını Koruma Komitesi'nin, kentsel gelişim ve sit alanlarının korunmasına yönelik endişelerinin ardından, İstanbul'un bu listeden çıkarılması gündeme gelmişti.
Dünyanın 145 ülkesinden, 679 kültürel sit ve 174 doğal sit UNESCO'nun koruması altında bulunuyor.
Habertürk, 29.06.2009
|
 |
BELLEĞİMİZ BU MÜZEDE SAKLI

Restorasyon
çalışmaları süren İstanbul Resim ve Heykel
Müzesi’nde bugün açılacak ‘Serginin
Sergisi’, müzenin 20 Eylül 1937’de
kuruluşunu müjdeleyen
‘Açılış Koleksiyonu’ndan
140’ını içeriyor. Osmanlı’dan, dönemin çağdaş
üretimine uzanan 322 kadar yapıtla açılan müze, 72
yıl sonra bu sergiyi tekrarlayarak tarihe çok önemli
bir not düşmüş oluyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle Beşiktaş’ta yer
alan Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi
binası, o yıllardaki adıyla
Güzel
Sanatlar Akademisi yönetiminde bir müze
olarak hizmet vermeye başlamış; ülkenin modern
sanattaki atılımının ‘yuva’sı olmuştu. Bugünkü
adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin
bir parçası olarak, Osmanlı’dan Cumhuriyetin
kuruluşunu izleyen yıllara, üretilen resim ve
heykelleri koruyacak, bu koleksiyonu 12 bin yapıta
kadar genişletecek çok önemli bir kuruma sahip
olduğumuzu anımsatıyor bu sergi.
‘Serginin Sergisi’, müzenin onarım çalışmalarının
sonuç vermeye başladığına, bundan böyle daha etkin
bir biçimde hizmet vereceğine işaret ediyor.
Rölövesi MSGSÜ tarafından hazırlanan, Milli Saraylar
Daire Başkanlığı’na bağlı olarak yine üniversitenin
mimarlık, restorasyon gibi ilgili bölümlerinden
uzmanların denetiminde yürütülen yenileme ve bakım
eksiksiz yapılmaya çalışılıyor. Binanın kurşundan
cephe kaplamaları yenileniyor, üst katlar dahil
tavan işlemeleri restore ediliyor, taşıyıcı unsurlar
denetleniyor. Hatta, Müze Müdürü
Prof. Ferit
Özşen’in deyimiyle, o denli titizler ki
duvarların, üstü yıllar içinde kapanmış katmanları
bile belgeleniyor, yine olması gerektiği gibi.
Geçmiş yıllarda bakımsızlığı ağır eleştirilere konu
olan müzede, ilk olarak 2006’da Devlet Planlama
Teşkilatı’ndan sorumlu Devlet Bakanı Abdüllatif
Şener’in desteğiyle aktarılan fonla çatı onarılmış,
ardından Köksal Toptan’ın onarım bütçesi oluşturmada
destek oluşuyla 2008’de tam anlamıyla onarım
başlatılmıştı.
Müze Müdürü Özşen, 2010 sonuna dek onarımı bitirmek
istediklerini, çalışmaların düşünülenden hızlı
gittiğini belirtiyor. Birçok sorun ve tartışmaya
kesin çözüm getirecek olan ayrı bir bütçe için ise
geri sayım başlamış; okulun başvurusu olumlu
karşılanmış. Başka önemli tasarıların da hayata
geçirilmesi umuluyor. Dolmabahçe Veliaht Dairesi’ne
kurulu bu ‘ilk müzemiz’in varlığı tartışmasız çok
önemli, ancak uzun zamandır istendiği gibi bir başka
çağdaş binaya da kavuşursa bu tasarılar daha da
zenginleşecek.
310 yapıt müze dışında...
Bu noktada, binanın kuzey bahçesinde yer alan iki
küçük hareket köşkünün 1995’ten bu yana Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi’nin (KEİPA)
hizmetinde olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu iki
yapı, giriş, ön ve arka bahçe ve orta bahçeyle
birlikte, Atatürk’ün müze olmak üzere bağışladığı
bölüm içinde yer alıyor. Müze bugün deniz tarafı
bahçesini, arka bahçeyi kullanamıyor. Giriş ise
KEİPA’nın otoparkı haline getirilmiş.
Müzenin envanter çalışması tamamlanmış; Özşen, tüm
yazışmaları ve belgeleriyle birlikte önemli bir
‘bellek’ oluştuğunu, koleksiyonun da çağdaş
yapıtlarla her gün zenginleştiğini söylüyor.
Koleksiyondan yapıtlar ise ilk olarak 1960’ta,
Devlet Güzel Sanatlar Galerileri’ne geçici olarak
verilmeleriyle başka yerlerde sergilenmiş. Bugün,
bunlarla birlikte koleksiyondan 310 kadar yapıt müze
dışında ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı
galerilerde. Koleksiyonları, nicelik ve nitelik
açısından çok önemli; Özşen’e göre, öncü işlere de
imza atmak için yalnızca gerekli olanakların
sunulmasına ihtiyaçları var.
‘Destek partilere bağlı olmamalı’
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü
Prof. Rahmi Aksungur şunları
söyledi: “İRHM, kurulduğu yıllarda ve İsmet
İnönü’nün cumhurbaşkanlığında destek görmüş. Sonra
ihmal edilmiş. Oysa yapılan önemli işlerin devamının
getirilmesi gerekir. 12 bin eserin bugüne gelmesinin
sağlayan Akademi’de ve bugün MSGSÜ’de bu yapıtların
doğal bekçileri var.”
“Osmanlı Dönemi’nde İDGSA’nın kurulması, bu müzenin
de 1937’de Atatürk tarafından kurulması büyük bir
şans. Buranın idare yapısı düzenlenecek, artık bir
kurulumuz var. Bizim için sanat heyecanı en önemli
şey. Kültür ve sanat bir atılım yaparsa, ülkemiz
için çok yararlı olacak. Restorasyon çalışmaları
sürerken müzenin de açık olmasını istiyoruz.”
“Kurulun kararıyla, müzecilik programına başladık,
ayrıca sanat eserleri restorasyon bölümü açılacak.
Müze, bu bölümlerin çalışma yeri de olacak. Binanın
Beşiktaş’ta merkezi bir noktada olması ve manevi
değeri çok önemli. Devletin bir kurumu, Türk
halkının malı.”
“Toplumun sanatla ilişkisinin gelişmesi için
çalışıyoruz, Kültür ve Turizm Bakanlığı da bunu
büyük ölçekte gerçekleştiriyor. Verilen destek
hiçbir zaman partilere bağlı olmamalı. Biz de
devletin bir parçası olarak bakanlıkla ülkemizin
sanatı için ortak işler yapmalıyız.”
Cumhuriyet, Haber: Selcen Aksel, 29.06.2009
|
NİŞANTAŞI'NDAN 'KENTSEL SİT' OLUR MU?

Kentsel sit’ içinden bir yol: Abdi İpekçi Caddesi
Türkiye’de korumacılığın karşısındaki engellerin
başında koruma uygulamaları geliyor. “Koruma” adına
alınan karar ve uygulamalarla, İstanbul’un ahşap
sivil mimarlığı sözde eski görünümlü, betonarme
hilkat garibelerine dönüştü, Boğaz’da hiç var
olmamış “eski” yalılar ortaya çıktı, Selçuklu
mimarlığından bugüne ulaşmış tüm yapılar eskilikleri
kendinden menkul pırıl pırıl “tarihi eserler” haline
geldi, İstanbul surlarının bugüne ulaşmış parçaları
“restorasyon”la ortadan kaldırıldı. Kısacası, geçen
30-40 yıl içinde “koruma” kavramının içini
boşaltmayı becerdik. Üstelik çoğu kez de bunları iyi
niyetlerle yani tarihsel yapıtları korumak için
yaptık. İşte iyi niyetle yola çıkıldığı açık olan,
ama sonuçta korumacılığın meşruiyetini tartışılır
hale getiren bir karar da geçtigimiz aylar içinde
alındı: İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 22 Ocak 2009
tarihinde verdiği kararla Şişli İlçesinde, Teşvikiye
mahallesinin (Nişantaşı’nın) içinde yer aldığı geniş
bir alanı (kurul başkanı Mete Tapan’ın karşı oyuna
rağmen) “kentsel sit” ilan etti. “Kentsel sit”
kavramının tanımından yola çıkmış gibi duran
kararda, söz konusu alanın, bu alanda bulunan ve
“korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil
edilmiş tek yapıların yoğunluk, mimari ve tarihi
bütünlük göstermesi nedeni ile” kentsel sit alanı
olarak belirlendiği söyleniyor.
Bu kararda da belirtildiği gibi, “kentsel sit”
belirli bir bölgedeki yapılaşmanın tarihsel ve
mimari bütünlük içermesi durumunda geçerlik taşıyan
bir kavramdır. “Kentsel sit”in önemli bir ayırıcı
özelliği de, içerdiği öğelerin bütününün taşıdığı
anlamın, her bir öğenin tek başına taşıdığı anlamın
ötesine geçmesidir. Kentsel sit, yapıların tek tek
oluşturduğu gerçeklikten farklı bir gerçeklik sunar.
Bu gerçeklik o “yer”in kendi özgül mekansal
örgütlenme mantığı içinde var olur. İşte kentsel sit
kavramsallaştırmasının gündeme getirdiği asıl
“koruma nesnesi” de bu örgütlenme mantığını içeren
bütünsel yapıdır.
“Kentsel sit”in tüm bu özellikleri, karşımıza
geleneksel yerleşmelerde çıkar; zaten “kentsel sit”
kavramsallaştırması da özellikle geleneksel
yerleşmelerin korunmasıyla ilgilidir. Geleneksel bir
yerleşme, ortak bir mimari karakterde (ortak bir
anonim dilde) somutlaşan ve belirli bir tarihsel
bağlam tanımlayan bir bütünlük gösterir. Ayrıca her
geleneksel yerleşme özgül bir mekansal yapı taşır,
bu da asıl koruma bağlamını belirler. Buna çok
bilinen bir örnek olarak Safranbolu verilebilir.
Aynı tarihsel ve mimari özellikleri taşıyan
yapılarıyla kendini gösteren bağdaşık karakteri ve
bu yapıların kentsel mekan içinde Safranbolu’ya özgü
örgütlenmesi, örnek bir “kentsel sit” tanımlar.
Modern çağın yerleşme dokularında, koruma değeri ve
“kentsel sit” niteliği taşıyan yerler ise, tek
defada tasarlanmış ve belirli bir mimari bütünlükle
kendini gösteren alanlardır. Buna da örnek olarak
Ataköy 1. Kısım yerleşmesi ya da Paul Bonatz’ın
Ankara’daki Saraçoğlu Mahallesi verilebilir.
Gelelim II Numaralı Koruma Kurulu’nun kararına. Bu
kararı değerlendirmek için “kentsel sit” ilan edilen
alana daha yakından bakmak gerek. Söz konusu alan
farklı karakterler taşıyan iki kesimden oluşuyor:
İlki Cumhuriyet Caddesi’ne bitişik dar bir şerit.
Caddenin batısında bulunan bu şerit, Askeri Müze,
Radyoevi ve Hilton otelinin tam karşısında yer
alıyor. İkinci kesim ise, Cumhuriyet Caddesi/Halaskargazi
Caddesi ekseninin doğusunda, ağırlıklı olarak
Teşvikiye mahallesinden oluşan geniş bir bölge
oluşturuyor. “Kentsel sit” kararından en fazla
etkilenen bölge de burası.
Mimari bütünlük yok
Önce ilk kesime bakalım: Cumhuriyet Caddesi’nin
batısındaki alan, bugüne ulaşmış yapısıyla, ilk
örnekleri 19. yüzyıl sonundaki modernleşme döneminde
ortaya çıkmış, bitişik düzen oluşturan dar parseller
içeriyor. İstanbul’da, Osmanlı modernleşmesinin
örnekleri olan Balat ya da Tarlabaşı gibi benzer
alanların korumaya alındığını biliyoruz. Ne var ki
bu alanlarda, erken modernleşme dönemine tanıklık
yapan ve karakter bütünlüğü taşıyan korumaya değer
öğeler de belirgin bir yoğunluk gösteriyor. Burada
konu ettiğimiz bölgede ise korumaya değer bulunarak
tescil edilmiş, belirli bir mimari bütünlük taşıyan
yapılar aynı yoğunlukta değil, tüm yapıların
yaklaşık yüzde 20’si düzeyinde. Kısacası “kentsel
sit” niteliği oldukça tartışmalı bir alanla karşı
karşıyayız.
Ağırlıklı olarak Teşvikiye Mahallesi’nden oluşan ve
çok daha geniş bir alan oluşturan ikinci kesimde
ise, tartışmaya yer vermeyecek açıklıkta bir durumla
karşılaşıyoruz. Öncelikle 1925 tarihli Pervititch
haritasına bakmakta yarar var: Teşvikiye
mahallesinin yer aldığı bölgenin, bugün artık bir
iki örnek dışında hiçbiri ayakta kalmamış olan konak
ve benzeri müstakil yapılardan oluştuğu görülüyor.
Başka bir deyişle, 84 yıl önce çizilmiş haritada,
bahçeler içindeki konaklardan, müstakil evlerden
oluştuğu görülen doku, yüzyıl içinde tümüyle ortadan
kalkmış ve yerini bitişik düzende yeni bir
yapılaşmaya bırakmış. Kısacası, yalnızca yapılar
değil, mekanın örgütlenme düzeni de tümüyle
değişmiş. Bugünkü Teşvikiye mahallesi, oluşumu
özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısına dağılmış,
kentin pek çok bölgesinde olduğu gibi modern
dünyanın tüm çoğulcu görüntüsünü taşıyan, homojen
değil heterojen karakterde bir yapılaşma içeren,
bütünsellikten alabildiğine uzak ve bu
özellikleriyle de “kentsel sit” kavramının dışında
yer alan, kurulun iddia ettiği özelliklerin
hiçbirini içermeyen bir bölge. Nitekim bu
iddialardan biri olan “tescil edilmiş tek yapıların
yoğunluk” taşıması da tümüyle gerçek dışı. Bu
bölgede tescil edilmiş yapılar, tüm yapıların yüzde
10’una bile ulaşmıyor, bu yapılar ise ağırlıklı
olarak Halaskargazi ve Teşvikiye Caddeleri üzerinde
bulunuyor, sokakların önemli bir bölümünde ise tek
bir tescilli yapı dahi yok.
Evet, açıkça görülüyor: Koruma Kurulu’nun Şişli
İlçesinin belirli bir bölgesine ilişkin “kentsel sit
alanı” kararı, yeterince araştırma yapmadan alınmış,
bilimsel temelden yoksun, “koruma” kavramının içini
boşaltan ve bu yüzden koruma pratiklerini de
zedeleyecek bir karar. Üstelik korumacılığın (ve
koruma kurullarının) meşruiyetini tartışılır duruma
getiriyor, yani en büyük zararı yine “korumacılık”a
veriyor. Büyük bir olasılıkla, kurul başkanı Mete
Tapan’ın karşı oy vermesinin nedeni de bu olsa
gerek...
Radikal İki, Yazı: Aykut Köksal -
MSGSÜ,
öğretim görevlisi, 28.06.2009
|
"BİZİ UNESCO'YA ŞİKAYET EDENLERİ AYIPLAMIYORUM"
Milliyet’in “Gökyüzü Muhabiri” Murat Öztürk’ün
gazetemizde çıkan havadan çekilmiş
İstanbul fotoğraflarını gördükçe düşünüyorduk;
“Hep mi böyle kötü İstanbul kareleri... Bu kadar mı
bitmiş...
Talan bu kadar mı büyük... Süleymaniye var, Topkapı
var, Hisar var, Kavaklar... Onlar hiç mi kurtarmıyor
silueti...
Topkapı Sarayı’nın Müdürü İlber Ortaylı’yla
çıksak kim bilir konuşacak, yukarıdan bakacak neler
buluruz...”
Yine de İstanbul’u milim milim takip eden Öztürk
uyardı bizi: “Çok zor!” Çıktık. Çıkmaz olaydık.
Yerden gördüğümüz
45 derecelik açı ne kadar idare ettiriciymiş; 360
derecelik rezalet ise ne kadar dayanılmaz.
İndiğimizde
“Allah’tan Boğaz var” dedik. Tabii o da
şimdilik...
İstanbul’un yukarıdan en çok görmek
istediğiniz yeri neresidir?
Tabii ki Suriçi, Eyüp, Galata ve Üsküdar.
Niye?
Çünkü 19’uncu yüzyıla kadar süren “klasik İstanbul”
oralardır. Yani Dersaadet ve Biladi Selase...
Dersaadet surların içidir. Gerçek İstanbul’dur.
Suriçi’nin dışındaki yerler Biladi Selase’dir.
Biladi Selase’nin birincisi Eyüp’tür.
Silivri’ye kadar bölge ona bağlıdır. İkincisi
Galata; Yeniköy’e kadar gider. Bir de Üsküdar
kadılığı vardır, Kavak-Pendik
dahil hepsi Üsküdar’a bağlıdır. Suriçi, Eyüp civarı,
Beyoğlu’na kadar Galata ve Üsküdar... Buralara
genişlemeye dönük inşaat izni verilmemeli.
Ama çoktan genişledi.
Menderes yüzünden. İyi bir adamdı ama bilmiyordu.
İstanbul’u tanımıyordu bile. Böyle bakardı
İstanbul’a, dümdüz yol çizerdi, “Yapın” diye.
Baktığı zaman ucunu görecek yolun. Çünkü haberi yok
İstanbul’dan. Hiçbir zaman şehri görmemiş,
tanımamış, bilmemiş rahmetli. Kendince bir vatan
sevgisi var, iyi iş yaptığını zannediyor ama öyle
değil tabii. Sen yol yapıyorsun diye bütün ahşap
binalar gidiyor.
UNESCO’nun bize kızma sebeplerinden biri de bu;
“Ahşap binalarınızı korumuyorsunuz” diyorlar...
Haklılar, zaten korumamışsınız, hala korunmaması
artık en büyük rezalet. Çünkü hala daha adam
olmamışız demek bu. Gidin bakın mesela; Vezneciler’de Arpa Emini Mescidi vardır. Onun
yanında da küçük, bir buçuk katlı, ahşap bir bina...
Orada geçenlerde bir vakıf kuruldu ve o tarihi bina
hop diye beş katlı, etrafı odunlarla kaplı bir
betonarmeye dönüşüverdi. Ama daha önemlisi, yapılan
yeni bina gidip bir de Valens’e (Bozdoğan kemeri)
dayandı. Şimdi ben kalkıp bunu şikayet etsem
Avrupa’ya, anında adamlar gelirler “Vay Valens
Aqueduct gidiyor” diye kıyameti koparırlar. Hatta iş
Başbakan’a kadar gider ama ben bunu yapamıyorum,
çünkü milliyetime dokunuyor. ;
Milliyetiniz mi, İstanbul mu; hangisinin
daha korunmaya ihtiyacı var sizce?
İşte o arada kalmak çok kötü bir şey ama doğrusu ben
artık ayıplamıyorum bizi gidip de UNESCO’ya, yok
Avrupa Konseyi’ne falan şikayet edenleri. Hatta
bir yerden sonra yapmak lazım. Çünkü resmen yabani
insanların elinde İstanbul. Bunlar artık ne
İstanbullu ne de Türk medeniyetiyle alakaları olan
laf ebeleri.
Kim bu dedikleriniz; o binayı
yapanlar mı, izin verenler mi, kim?
Hepsi aynı kasabanın adamları. Kendimi bildim bileli
bir sürü insan var bunların içinde. Herkes kendi
kafasına göre İstanbul’u şekillendiriyor. Ve bence
bunlarla mücadele etmenin yolları tükendi. Sen
burada istediğin kadar konuş, kimsenin umurunda
değil. O yüzden zaten benim bu şikayet mekanizmasına
bakış açım değişti. Niye? Çünkü benim bu şehirle iyi
kötü anılarım var, sokaklarında yürümüşüm,
çocukluğumdan beri sevmişim ama İstanbul’a bunu
yapan adamlar sanki aydan gelmiş gibi İstanbul’a, bu
kültüre yabancı. Peki öyleyse ben bir yabancı
insanın bu mekanı tahrip etmesine niye izin vereyim;
böyle bir şey var mı?
İstanbul’u sevmek için kim olmak gerek?
Bu işin ne okulla, ne zenginlikle, ne sağla ne de
solla alakası var. İlla Türk olmak bile gerekmiyor.
Zaten nüfus kağıdında Türk yazınca da Türk
olunmuyor. Yaşadığın yeri seveceksin önce.
İstanbul’u sevmek için Wiener Müller gibi Alman da
olabilirsin ya da ne bileyim Bert Fragner gibi
Avusturyalı olabilirsin, bu mümkün. Çünkü üniversal
bir kültür bu, o kültürü olan herkes sever
İstanbul’u...
Ama sorsanız zaten herkes çok seviyor
...
Laf ebesi onlar, bir şey anladıkları yok ne
estetikten ne tarihten... Şimdi git Dalan’a sor, o
da çok seviyor İstanbul’u, ama Conrad otelini
kondurdu değil mi oraya ya da
Swissotel’i. Niye? Çünkü beyefendinin kültürü o
kadar, fazlasına müsait değil.
Sevmeyenler ne olarak görür İstanbul’u?
Para getiren bir yer; taşı toprağı altın, bunu
yağmalamak lazım. Böyle düşünüyor çünkü adamın
burayla başka hiçbir ilintisi yok, hatta içinden
nefret ediyor buradan. Anketler yapıldı; İstanbul’da
oturan insanların yüzde 70’i nefret ediyor
İstanbul’dan, bu çıktı.
Sizce 13 milyon içinde İstanbul’u
gerçekten seven bir milyon kişi bile yok mu?
Birkaç bin bile yok. Olsa böyle olmaz. Bin kişi bile
kuvvettir bir şeylere engel olmaya ama yok işte. Bu
“Biz İstanbul’u seviyoruz” diyen adamlar dahil bana
göre yalan söylüyorlar, kimsenin sevdiği falan yok.
Sen hiç gördün mü Suriçi’nde dolaşan İstanbullu;
bulamazsınız.
Hiç mi dostu yok bu İstanbul’un?
Hayır, yok maalesef. Çünkü İstanbul’u sevmek gayret
ister. Okuyacaksın, gezeceksin, bakacaksın, üzerine
titreyeceksin. İstanbul beynelmilel bir spordur
aslında. Burayı seven insan Buharalı olur, Romalı
olur, Münihli olur.
Moskova’da yaşayıp İstanbul
aşığı olan insanlar
var. Niye? Çünkü adam gelip bu şehri etüt ediyor,
bir gayret sarf ediyor. Oysa İstanbul’da
yaşayanların çoğu Suriçi’ni bile bilmez. Suriçi’ni
bilmeyen ise İstanbul’u falan sevmez. Baylan
Pastanesi’nde laf üretmek değildir İstanbul
sevgisi...
Mesela Boğaz’ı sevmek “İstanbul sevgisi”
olabilir mi?
Ne Boğaz’ı sevmesi, o rakıyı seviyor. Boğaz dediğin
ayrı bir uygarlık. Rakıyla balığı kadın ninem de
sever ama Boğaz demek o değil ki. Ya da yol boyunca
araba çekip mangal mı yapmak Boğaz sevmek? Boğaz
başka bir medeniyet. Acaba bir sokağını merak edip
girip yürümüş mü, binalarını merak etmiş mi, bir
taşına dokunmuş mu, açıp okumuş mu, tarihini
araştırmış mı... Onun derdi ya Boğaz’da rakı içmek,
ya mangal yapmak ya da buradan para kazanmak.
Suç mu para kazanmak, dense?
Hiç değil ama şehrin en güzel yerine en berbat
binayı koyarsan tabii ki suç. Süleymaniye’nin dibine
briket bina çıkarsan tabii ki suç. Gelmiş bir
yerden, para kazanacakmış; niye kazansın, ne hali
varsa görsün. Böyle bir rezalet olabilir mi? Bunu
gelip gören adam sana iyi bir rapor verebilir mi,
niye versin?
Diyelim ki UNESCO İstanbul’u dünya
kültür mirası listesinden çıkardı ya da tehlikeye
giren miraslar arasına aldı; ne yapacağız?
UNESCO’yu ciddiye almıyorum. UNESCO’da da
çalışıyorum ama son derece hantal, birtakım
beynelmilel ilişki sahiplerinin yuvalandığı bir
yerdir. Fakat iki nedenle güvenilirdir. Birincisi,
ne de olsa bunlar mürekkep yalamış, belirli zevkleri
teşekkül etmiş, şehircilik ve mimarlık ilkelerini
bilen adamlardır. İkincisi, adamların buradaki
menfaatten, spekülasyondan uzak olduklarına şüphe
yok. Onun için dediklerinde doğruluk payı çok
yüksek.
Peki listeden çıkarılmak ne kadar kötü
bir şey; dünyanın sonu mu?
Yok canım, dünyanın sonu değil, sadece
utanmazlığının tescil edilmesi, o kadar. Aslına
bakarsanız zaten UNESCO’nun miras listesine alması
ya da almaması değil sorun olan, sorun olan sen
kendinsin, bizzat sensin!
İstanbul’u en çok mahvedenler
Latinler...
Evet.
Ona en iyi bakanlar?
Justinyanus sülalesiyle 16-17’nci asrın Osmanlısı.
İstanbul’u o zaman Türkler imar ediyor çünkü
aldığımızda bitmiş, küçülmüş, hinterlandla ilgisi
yok, iktisadi çöküntü içinde yağmalanmış.
1923-50 arası?
Perişan bir yer. Atatürk İstanbul’un kıymetini
biliyor ama biraz küskün İstanbul’a. Daha önemlisi
para yok o zamanlar. Ayrıca o dönem Muhittin
Üstündağ’ların, Lütfi Kırdar’ların da kötü kararları
var. Mithatpaşa Stadyumu ve birtakım lüzumsuz şeyler
yapıyorlar.
50’den sonra?
Asıl yıkım o tarihten sonra başlıyor. Özellikle
Menderes’in ikinci kez seçildiği 1957’den sonra.
Vatan ve Millet caddelerini bir açıyor, ondan sonra
yandık zaten.
Yani İstanbul’u hem biz imar ettik hem
de biz mi mahvettik?
Biz mahvettik, sebep de aşırı zenginliğin kontrolsüz
kullanılması. Türkiye zenginleştikçe İstanbul
mahvoldu. Oysa benim tanıdığım 50’li yıllardaki
kendine has bir fakirliği vardı İstanbul’un ve çok
hoştu. Zengin İstanbul görgüsüz ve berbat bir şey
oldu.
Peki bitti mi?
Ah bu İstanbul’u batırıp batıramıyorlar ki... Daha
bitmedi ama bu talan nereye kadar sürer onu da
kestiremiyorum.
Bir çaresi yok mu?
Var, bence arkadan yeni bir nesil gelecek, yeni bir
idare gelecek ve hepsini kazıyacak bu pisliklerin.
Yavaş yavaş, planlı bir şekilde yerine yenisini
yapacak. Bunu yapan da çok büyük bir adam demektir,
Türkiye’nin tarihine geçer.
Öndeki pilot koltuğunda Murat Öztürk, onun yanında
fotoğraf servisimizin şefi Yurttaş Tümer; İlber
Ortaylı’yla biz de arkada... Başımızda, uçağın
gürültüsünü kesip, birbirimizin sesini duyabilmemiz
için ayarlanmış mikrofonlu kulaklıklar... Mikrofon
çıkışlarından biri de teybimize takılı. Yerden
yüksekliğimiz bin 500 fitin altında. Normal
uçakların iniş-kalkışlar sırasında İstanbul
semalarında dolaştığı yüksekliğinin 4 bin fit
dolaylarında olduğunu düşünürsek bu uçakta uzansak
İstanbul’u tutacakmışız gibi duruyor. Üzerinden ilk
geçtiğimiz yer Hezarfen
Havaalanı’nın bulunduğu Büyükçekmece. Altımızda
bir taş ocağı, ormanın içinde geniş bir mıntıka
halledilmiş. Biraz daha ileride Belgrad ormanı,
orada da lüks konutlar ve yine orman tarumar:
Bu manzara için ne dersiniz?
Pislik... Orman mıntıkası bitmiş. Bu da iklimi
değiştiriyor. Benim çocukluğumda İstanbul’a yazın
dinlenmeye gelirdik
Ankara’dan çünkü serindi. Şimdi ise kaçıyor
herkes, niye, çünkü
iklim gitti. Ciğeri gidince o şehir korkunç bir
yer olur. Belediye fert başına düşen yeşil alanın
altı buçuk metrekare olduğunu söylüyor, o bile çok
az, ama realite 1,2. Orada da mangal yakıyorlar
zaten.
(Dört dakika sonra
Maslak’taki iş merkezlerine geliyoruz.)
Bu da İstanbul değil mi?
Tabii bu da İstanbul. Sonuçta bir şehre gökdelen de
lazım. Buna karşı değilim ben. Ama gidip de şehrin
ortasındakini yıkmaları şart.
Taksim’de gökdelen olmaz. Mümkün değil. Suriçi,
Eyüp, Galata, Üsküdar ve çevresine yapamazsınız
gökdeleni. Tabii bıraksan Topkapı’nın yanına bile
gökdelen diker bunlar.
(Ve geldik Galata Kulesi’ne...)
Galata Kulesi’nden gerçekten Hezarfen mi
uçtu, yoksa onu Evliya Çelebi mi uçurdu?
Yani bu memleketin anlı şanlı bir havacılık tarihi
var, bütün medeni milletler gibi biz de havacılık
yapmışız,
Mısır’a uçmuşuz, havacılık şehidi vermişiz,
Birinci Cihan Harbi’nde bizim de bir hava
kuvvetlerimiz var.
Ama Hezarfen’imiz yok mu yani?
Tabii ki yok. 17’nci asırda kim uçuyor? Kim uçtu ki
sen uçuyorsun? Havacılık tarihi diye doğruyu
anlatsana, o yeter zaten. Belki bir kişi çıkıp öyle
bir çılgınlık yapmış olabilir ama mühendislik
hesaplarıyla falan alakası yok onun.
(Biz bunları konuşurken karşımıza çıkan manzara
Galata’dan nasıl uçulmaz ki dedirtiyor.
Tarihi Yarımada ve Sarayburnu enfes! Ama
Topkapı’nın hemen eteklerindeki tenteler...)
Şu yeşil tenteli yer neresi?
O, Konyalı lokantasının tenteleri... Sultan Mecid’in
yaptığı kasrın hemen dibinde...
Muhteşem bir görüntü(!) Peki Topkapı
hocam? Sizce de o dönem Avrupa’da yapılan saraylara
göre Topkapı daha az ihtişamlı değil mi?
Aslında çok ihtişamlı, çok ustaca yapılmış,
coğrafyası çok güzel bir saray, ama görünümüne
özellikle bir mütevazılık verilmiş. Saf bir
güzelliği var ama lüksü yok.
Niye?
Çünkü öncelikle bir kışla olarak planlanıyor orası,
o dönem işleri o. İhtiyaca göre yeni yerler
eklenmiş. Terk edilene kadar sürekli yapılan bir
saraydır Topkapı; inşaatı tam dört asır sürüyor.
Dört asır sonra niye Dolmabahçe’ye
geçiyorlar?
Dar geliyor, ziyafet bile veremiyorlar, onun yerine
daha gösterişli, Boğaz kıyısında bir yer olsun
istiyorlar. Arşivi, Emaneti Mukaddesi,
Hazine’yi; yani devleti Topkapı’da bırakıyorlar.
Bak şu
sahil yolu 1950-60 arasında yapıldı, çok da
övünürler bunu yaptıkları için ama artık bunun
alternatifinin düşünülmesi lazım, o demiryolunun
sökülmesi lazım. Sarayın dibinde bunlar olmaz.
(Tam o sırada
Yenikapı kazılarının üzerinden geçiyoruz.)
Bilinen ilk insan iskeletleri buradan
çıkmış.
Evet ama inşallah bu kazının üzerine de sonradan
gelip dükkanlar mükkanlar yapılmaz. Hatta inşallah
kazı alanı daha genişler de
Aksaray’a konan şu pislikler ortadan kalkar.
(Öztürk soruyor; “Adalara gidelim mi?”; yanıt tabii
ki “Evet” oluyor ve hoppp, bir dakika içinde Kadıköy
sahilindeyiz.)
Kadıköy de başka bir güzeldir değil mi?
Kadıköylü Kadıköylüdür ama İstanbullu değildir.
Bilirse, merak ederse, dert edinirse İstanbulludur,
fakat Kadıköy İstanbul falan değildir, öyle acayip
bir yerdir. Zaten orada oldum olası öyle İstanbul’a
ait olmayan bir hayat vardı. Kafelerine, monden
hayatına bayılıyorlardı, ama İstanbul o demek değil
ki.
(Bu sırada Fenerbahçe Parkı,
Dalyan, Caddebostan hizasında ilerliyoruz. İlber
hoca gördüğü manzaraya çok üzülüyor.) Oh my god!
Fenerbahçe’nin Fenerbahçeliği mi kalmış, şuraya, şu
binalara bakın. Kadıköy bitmiş. Üstelik hepsi de
deprem mıntıkasında. Celal (Şengör) bunları
görünce “Hepiniz öleceksiniz” diyor ama haklı.
Hakikaten akıllıca bir iş değil.
(Hocanın tepesinin attığı tam bu esnada Öztürk küçük
uçağımızı bir eğiyor, bir kıvırıyor; işte Prens
Adaları ayaklarımızın altında...)
En sevdiğiniz ada?
Heybeli. Büyükada artık çok kalabalık ve manasız bir
yer oldu.
(Çok tartışılan
Ruhban Okulu’nu yukarıdan görüyoruz, manzarası
da kendi de çok güzel.)
Sizce açılmalı mı
okul?
Açılacak artık, öyle görünüyor. Zaten bence açılması
da faydalı olur. Güney
Amerikalı papazlar niye İstanbul’da eğitilmesin
ki... Selanik yerine burada okusunlar. Hem
İstanbul’u tanırlar, bizim halkla kaynaşırlar, daha
iyi olur. (Büyükada’daki İsa Tepesi’nin üzerinden
geçiyoruz...)
Aklınız oynuyor mu şu
Rum Yetimhanesinden “Yandı, yıkıldı” haberi
gelecek diye?
Tabii, ne yapıp edip bir an evvel el koysunlar
oraya. Bir bekçiye mi emanet, kim bakıyor
bilmiyorum, ama hem çok iyi korunması hem de hemen
ıslah edilmesi lazım oranın. Avrupa’nın en büyük,
dünyanın ikinci büyük ahşap binası.
(Uçak döndükçe bizim de başımız dönüyor. “Artık
inelim” diye bakıyoruz hocayla birbirimize ama
Boğaz’ı görmeden olmaz. “Bir de Kavaklar yapıp
bitirelim” diyoruz. Böylece solumuza Haliç’i alıp
Boğaz’a giriyoruz.
Marmara’dan
Karadeniz’e kadar olan bütün su yolunun iki
yakasını ve tepelerindeki rezaleti görmek uçaktaki
herkese acı veriyor. Tek kurtaran şey Boğaz’ın
kendisi. İstanbul’un gizli kalmış tek masalı...)
Dünyada hiç gördünüz mü böyle bir yer?
Hayır, hiç yok. Üstelik Boğaziçi tamamen bizim
eserimiz, 18’inci asır
Osmanlı medeniyeti. Fatih İstanbul’u aldığında
Bizans Suriçi’nde sıkışmış, Boğaz’da tek tük
evler, kiliseler var, o kadar.
(Lafımızı Anadolu yakasının binalarla doldurulmuş
sırtları kesiyor.)
Bir tepe nasıl böyle oyulabilir sizce?
Mendeburluklarını tatbik etmedikleri bir kilometre
kare dahi yok da ondan.
(Tabii o korkunç tepeye bakmaktan Rumeli Hisarı’nı
kaçırıyoruz.)
Hisarın siluetinde “Mehmet” yazdığı
doğru mudur?
Tabii, eski harflerle “MHT” yazar.
(Murat Öztürk’ten “Dönüyoruz” sinyali geliyor;
Anadolukavağı’nın Yoros Kalesi’ni geçip, gözlerden
ırak kalan Marmaracık Koyu rotasından doğru
Hezarfen yoluna koyuluyoruz.)
Bu geziden aklınızda en çok ne kalacak?
Ne Süleymaniye ne Topkapı... İstanbul’un asıl
meselesi ormanlarının içine girilmesi, çarpık
yapılaşma ve görgüsüz burjuvazi. Gökyüzünden rezalet
çok daha iyi göründü. İstanbul böyle giderse
gerçekten biter. Ve biz İstanbul’u alan değil,
İstanbul’u bitiren millet olarak tarihe geçeriz.
En sevdiğiniz tepesi?
Kesinlikle bizim Sarayburnu tepesi. Hem güzel bir
tepe hem de o güzel tepenin üzerinde onu tamamlayan
bir mimarisi var.
Camisi?
Tabii ki Süleymaniye. Süleymaniye, büyük şairlerin
ne bir beyit ne de bir kelime çıkartılıp,
eklenmeyecek şiirlerine benzer. İkincisi de
Kadırga’daki
Şehit Mehmet Paşa Camii. Nasıl bir dinginlik...
O taş, o çini,
o pulat, hepsi nefis.
Yalısı?
En sevdiğim yalı maalesef yıkılacak; Amcazade
Hüseyin Paşa Yalısı. Çok ölçülü bir güzelliği vardı;
dışı sade, içi çok gözalıcı.
İstanbul yazarı?
Hiç şüphesiz Yahya Kemal. İkincisi Ahmet Rasim,
üçüncüsü de Reşat Ekrem. İsimleri çok anılmaz ama bu
ikisi demek İstanbul demektir.
Müzesi?
Arkeoloji müzemizi çok seviyorum.
Lokantası?
En güzelini söyleyemeyeceğim çünkü hemen hücum eder
batırırsınız. Küçük, nefis bir yer çünkü. Orayı da
kaybetmeyi istemiyorum. Ama bilinenlerden Abdullah
Efendi’yle bir de Pera’da Ece’nin yeri.
Meyhanesi?
Elbette ki
Beşiktaş’taki Turgut.
Mesire alanı?
Kalmadı ama
eskiden Nuri Demirağ ya da Fethi Ahmet Paşa
korularıydı.
Kilisesi?
Aaa hiç şüphesiz Saint Antuan. Ben
İtalya’yı kokluyorum orada.
Caddesi?
Tüm vıcık vıcıklığına rağmen Beyoğlu. Divan yolu da
olabilirdi, ama önce adam akıllı temizlemek lazım
orayı.
Çarşısı?
Kapalıçarşı, hiç şüphe var mı?
Koyu?
Bebek.
Bir numaralı İstanbul uzmanı?
İstanbul’a hayatını vermiş adam Semavi Eyice’dir,
hiçbirimiz eline su dökemeyiz.
Elinizi cebinize atıp yürümeyi en çok
sevdiğiniz sokağı?
Beyoğlu’ndaki Tomtom Kaptan Sokak. Eskiden Kirazlı
Mescit sokağına, Fatih Kıztaşı’nın sokaklarına,
Niyazi Mısri sokağa da bayılırdım. Oralarda yürümek
insanın içini açardı, hep ahşap evler vardı ama
kaldı mı?
En sevdiğiniz parkı?
Bizim Gülhane’dir her şeye rağmen.
Boğaz’a bakmayı en sevdiğiniz açısı?
Kandilli Kız Lisesi, oradan görünen manzara çok
iyidir.
Bu toprağa verilen isimlerden en
sevdiğiniz?
Dersaadet, yani “Saadet evi”. Sonra da
Konstantiniyye. Melodisi güzeldir.
Bu şehre Konstantin’in büstü gerekmez
mi?
Büyük Konstantin’inki gerekir, hem de surun hemen
yanına konması lazım.
Milliyet Pazar, Haber: Devrim Sevimay, 28.06.2009
|
|
CUNDA'NIN TARİHİ KİTAPLIĞI
Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı bünyesinde
açılan Ayvalık Cunda Adası Sevim ve Necdet Kent
Kitaplığı, ziyaretçilerini bekliyor. Ortaçağ hisarı
görünümündeki tarihi yapı, yüzyıllar boyunca
manastır ve kilise olarak kullanılmış. Vakıf
tarafından restore edilen değirmen ve kilise, iki
yıldır Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak
anılıyor. Kitaplıkta, ilerleyen yaşı nedeni ile göz
sağlığı bozulan, "Göremediğime değil, okuyamadığıma
üzülüyorum" diyen Emekli Büyükelçi Necdet Kent'in
oğlu, Coca- Cola kuruluşunun CEO'su
Muhtar Kent'in, merhum babasından kalma bin üç yüzü
aşkın kitabı bulunuyor.
Sabah, 27.06.2009
|
MÜZELER VE ÖREN YERLERİ PARA BASTI
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, MHP Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul'un müze ve ören yerlerinin gelirlerine ilişkin soru önergesini yanıtladı.
Ertuğrul Bakan Günay'a “2008 yılında müze ve ören yerlerinin toplam gelirleri ne kadardır? Herhangi bir müze ve ören yeri gelininin ne kadarı içinde bulunduğu şehre verilmektedir? Sözkonusu yerlerden elde edilen gelirler, bakanlığınız tarafından amacına uygun olarak kullanılmakta mıdır?” sorularını yöneltti.
Bakan Günay ise Bakanlığına bağlı müze ve ören yerlerinin 2008 yılı gelir toplamını 116 milyon 321 bin 220 TL olarak açıkladı. Bakan Günay, elde edilen gelirin yüzde 8'inin KDV, yüzde 5'nin belediyeler, yüzde 10'unun hazine payı ve yüzde 1'inin de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurum payı olarak aktarıldığını, bundan sonra da Kurumlar Vergisi'nin ödendiğini kaydetti.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, elde edilen gelirlerin nasıl harcandığına ilişkin soruya ise şu karşılığı verdi: “Elde edilen net kar 252 sayılı Kültür Bakanlığı Döner Sermaye Kanunu hükümleri doğrultusunda kültürel mirasımız olan müze ve ören yerlerinin gelecek kuşaklara en sağlıklı şekilde aktarılabilmesinde büyük önem taşıyan, bakım, restorasyon, temizlik, güvenlik vb hizmetlerinde kullanılmaktadır.”
Hürriyet Ankara, 28.06.2009
|
 |
"ÇAĞDAŞLAŞMA ESASTIR"

Doğan Kuban,
bir Rönesans adamı, mimar ve sanat tarihçisi olmanın
ötesinde, kendini belli bir konuyla sınırlamayıp
farklı dallarda eserler veren bir bilgi adamı…. Son
zamanlarda hakkında çıkan çalışmalarda kendinden bu
şekilde söz ediliyor.
Kuban, yaptığı her çalışmanın bir tür aydınlanma
sürecinin sonucunda ortaya çıktığını belirtiyor.
Türk, İslam ve dünya tarihi konularında yaptığı
eşsiz çalışmaları ile tanınan Doğan Kuban 1949
yılından bu yana araştırmalarına devam ediyor.
Kuban aynı zamanda kendini belli konularla sınırlı
tutmayan topluma, aydınlanmaya, çağdaşlaşmaya dair
fikirler üreten, bu başlıklarda yazan bir bilim
insanı.
Kuban,
çalışmalarında, "Dünyada insanlar var, gönüller var.
Bu gönüller, kalabalıkta bazı insanlarda ışıldar.
Dünyayı aydınlatan onlardır. İnsan ne kadar bilgili
ve akıllı olsa da kinden uzak, alçakgönüllü, sevgi
dolu bir gönlü olmazsa, huzursuzluk tohumudur.
Kişisel mutluluk aklın tatminiyse, toplumsal
mutluluk, ışıldayan gönüllerin varlığıdır."
“İnsan, toplumun yarattığı her şeye; sanata, düşünce
ürünlerine ilgili olmalıdır. Dünyaya merakla bakın”
diyor..
Biz de Kuban’a son günlerde yüksek öğretim
kurumlarında İngilizce eğitime karşı olma
nedenlerini sorduk. soL’u kırmayarak kısaca
fikirlerini özetleyen Kuban, uzun yıllar yurtdışında
eğitim almış, araştırmalar yapmış bilim insanı
olarak ülkesinde çalışmayı tercih etmiş. Çağdaş
bir toplum olmanın gerekleri üzerine düşünen ve
yazan Kuban tarihi değerlerin kültür mirasının
korunması için de birçok başlıkta mücadelesini
sürdürüyor.
Siz son yıllarda biri tarihi koruma konusunda diğeri
de İTÜ'de senatonun aldığı ingilizce eğitim kararına
karşı yoğun bir çaba yürüten bir hat çiziyorsunuz.
Bu başlıklarda ne tür çalışmalar yapıyorsunuz.
Mimarlık Tarihçisi ve Restoratör olarak tarihi
mirasın korunması benim uzmanlık alanım. Fakat son
yıllarda ilgi alanım Türkiye’nin günümüz dünyasında
hak ettiği yeri alması için ulaşması gereken
çağdaşlaşma platformunu anlatmak ve toplumun iyi
bilmediği ve saptırılan tarihi konusunda doğru
bilinç uyandırmak. Bu bütün dönemleri içeriyor.
İngilizce eğitime neden karşısınız?
Üniversitede öğrenilen İngilizce bir kitabı anlamaya
yardım edebilir. Fakat üniversite düzeyinde
entellektüel içerikli bir diyaloga olanak vermez.
Bunu kendi deneylerimle ve bugünkü pratik üzerindeki
yaygın bilgimle çok iyi biliyorum. Çok özel haller
dışında İngilizce öğretim acıklı bir kekelemedir.
Niye Türkçe eğitimi savunuyorsunuz?
Türkiye’nin günümüz dünyasında saygın bir toplum
olması kendi dilinde yaptığı bilimsel, felsefi,
sanatsal üretimle doğru orantılıdır. Kültür
sömürgesi ve giderek sömürge olmak istemiyorsak,
çağdaş dünyaya kendi ve çok eski dilimizle
katılmamız gerek. Buna inanmayanların üniversiteleri
bir alışveriş yeri gibi düşünmeleri acı vericidir.
Yükseköğretim kurumlarının geleceğini nasıl
görüyorsunuz? Nasıl bir mücadele yürütülmeli? Hangi
başlıklar öne çıkarılmalı?
Türkiye’nin gelecek için her alandaki mücadelesi
çağdaşlığın doğru tanımından geçer. Bunun kapısı da
tektir: Bilimsel yeterlilik ve üretimsel yenilik.
Türkiye'nin
sorunlarını dikkate aldığınızda sizce en temel
sorunlar hangileri? Kimlik sorununu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de kimlik tartışmaları, zorlama ve boştur.
Bizim tarihi kimliğimiz Birinci Dünya Savaşı sonunda
verdiğimiz Kurtuluş mücadelesinde kanıtlanmıştır.
Bugün 75 milyon insan o zaman kurulan ülkede
bağımsız olarak yaşıyor. Bu kimlik Türk ve Müslüman
olan bir eski toplumun çağdaş dünyaya ortak olma
çabasıyla modern kimliğini kazanacaktır. Bundaki
başarı düzeyi geleceğin Türkiye’sini
tanımlayacaktır.
Haber Sol, 27.06.2009
|
AGORANIN ÇEVRESİ YIKIMLARLA AÇILIYOR
Agoranın çevresindeki binaların kamulaştırılarak
yıkılmaya başlamasıyla
İzmir’in tarihi de ortaya çıkıyor.
Tarih üzerindeki gecekondulaşmanın izleri yavaş
yavaş siliniyor. Çevresinden geçen birçok kişi,
eşsiz kalıntıları, belki de ilk kez görmenin
mutluluğunu yaşıyor.
Tamamlanmasıyla agora ve
çevresinin
arkeoloji ve tarih parkı olarak düzenleneceği
belirtiliyor.
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 27.06.2009
|
|
|
ELBE VADİSİ ARTIK DÜNYA MİRASI DEĞİL
BM Eğitim
Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, genel
görünümü bozan bir köprünün inşa edilmekte olması
nedeniyle, Almanya’nın
Elbe
nehri vadisini dünya mirası listesinden çıkardı. Adı
açıklanmayan bir UNESCO yetkilisi, Dünya Mirası
Komitesi’nin Sevilla’da yaptığı
toplantıda söz konusu kararın alındığını belirtti.
UNESCO bu yola nadiren başvuruyor. Elbe vadisi,
listeden çıkarılan ikinci bölge oldu. Umman’ın,
"Arap Afrika Antilobu" adlı tür
için sağladığı koruma alanı, kapsadığı arazinin
hükümet tarafından yüzde 90 oranında azaltılması
nedeniyle, 2007 yılında listeden çıkarılmıştı.
UNESCO listesine sadece o ülke için değil, bütün
insanlık için önemli alanlar alınıyor.
Radikal, 27.06.2009
|
HİLAR, NEOLİTİK UYGARLIKTAN
Tarih yazmak zor bir iştir. Tarihin içinde saklı
birikimin bulunup çıkarılması için sabır ve azim
gerekir. Bu nedenle Hilar gibi antik bir yerleşim
yeri üzerine tarih çalışması yapmak demek, kelimenin
tam anlamıyla iğne ucuyla kuyu kazmak demektir.
Atın ve buğdayın ilk evcilleştirildiği, ekildiği;
ekmeğin fırında ilk pişirildiği, bakırın
bulunmasıyla ilk madenciliğe geçilmesi, Hilar
yerleşim yerine aittir.
Acı olan gerçek, Hilar’ın yazının henüz bilinmediği
dönemini, yazının kullanıldığı döneme oranla daha
fazla bilmemizdir.
Hilar gibi coğrafi bir mekan olmanın ötesinde,
yazılı ve yazılı olmayan tarihin çok önemli bir
tanığını araştırıp incelemek söz konusu olunca,
tarihin o belirlenen misyonu daha iyi anlaşılır.
Böyle olunca, tarih yazmanın zorluğu daha iyi
anlaşılır.
Hilar, on bin yıllık tarihin mirası, tarihin upuzun
karanlık tünelinde saklı sırları barındırır.
Böylesine sabırlı ve azimli bir çalışma gerektiren,
saklısında kocaman bir tarihi kesiti taşıyan
yerleşim yeri değil dünyanın önemli bir parçasıdır.
Burayla ilgili araştırma ve incelemelere girişmek,
ilgili insanın başını döndürecek denli kültürel
mirasın tanıtılmasından öte bir anlam taşır.
Hilar’da ilk inceleme ve araştırmalarda bulunan,
1876-1947 yıllı arasında yaşamış olan ABD’li
coğrafyacı Ellsworth Huntington’dur. Burayla ilgili
ilk bilimsel çalışma, Huntington’un “The Hittite
Ruins of Hilar, Asia Minor” Türkçesi; Küçük Asya,
Hilar’daki Hitit Kalıntıları başlıklı ilk bilimsel
yazıdır. Bu yazıdan öğrendiğimize göre Hilar; Asur,
Hitit ve Khaldi gibi üç önemli antik imparatorluğun
hüküm sürdüğü, karşılaştığı ve önem verdiği bir
bölgedir. Kitabın yazarı Üzülmez’e göre Hilar ve
Ergani olarak birlikte düşünüldüğünde, 31 uygarlık
gelip geçmiştir.
Mezopotamya coğrafyasında, insanlığın mağara
yaşamından kurtulup meskene girdiği, meskenlerden
siteler ve devletler oluşturduğu bilinmektedir. Bu
konuda Prof. Halet Çambel’in şöyle bir tespiti
vardır: ‘Yerleşik düzene geçiş Neolitik Devrim
olarak insanlık tarihinde yeni bir çağın başlangıcı
olmuştur.’
Söylemek gerekirse, tarihin şafağında Hilar vardı.
Hilar, hem kayalıkların, hem mağaraların, hem
Çayönü’nü de içine alan bugünkü köyün ortak adıdır.
Hilar’ın bir tepesi olan Çayönü’nün, yapılan
kazılarla dünya kültür tarihine adını yazdırdığını
söylemek mümkündür.
Çayönü tepesi, Hilar köyü sınırları içerisinde, köye
çok yakındır. Tepe ile köy arasından Boğaz Çayı
geçmektedir. Çayönü’nün Kürtçe adı Qotê Ber Çem’dir.
Burası yaygın olarak resmi adıyla anılmaktadır:
Çayönü.
Çayönü, mağara ve kabartmalarıyla bilinen Hilar’ı
gölgesinde bırakmaktadır.
Diyarbakır’ın Ergani İlçesi'ne bağlı 82 köyden biri
olan Hilar Köyü, Ergani ilçe merkezine 7 km.
Güneyinde, dağlara yaslı kayalar içerisinde yer
almaktadır.
Hilar’ın Türkçe adı Sesveren Pınar olarak
belirlenmişse de, kimsenin umurunda olmamıştır. Zira
resmi evrakların dışında pek kullanılmaz; her
Hilarlı ve Erganili, bu uydurma adı kullanmamakla
adeta resmi ideolojiye karşı bir duruş
sergilemektedir.
Hilar’da halen 22 hane bulunmakta ve nüfusu 250-280
arasında değişmektedir. Köyde okuma yazma oranı çok
yüksektir. Bunun nedeni, eski bir yerleşim ve mabet
yeri olmasına bağlanır.
Çayönü kazı çalışmaları, Prof. H.Çambel ve Prof.
R.J.Braidwood tarafından başlatıldı. Daha sonra
Prof. Mehmet Özdoğan başkanlığında çalışmalara devam
edildi. 1990 yılında 15. sezonunda Roma Üniversitesi
adına Dr. Isabella Caneva ve Dr. Alberto
Palmieri’nin katılımlarıyla bu çalışmalar daha da
genişletildi. Ama Hilar, hala saklısındaki sırların
açığa çıkarılmasını bekliyor.
Arkeoloji ve Sanat Yayınları, genel olarak araştırma
ve kazı yapmış ünlü akademisyenlerin ve iyi
tarihçilerin yapıtlarının yayınlanmasıyla tanınıyor.
Ancak bu kural ilk defa arkeolog veya tarihçi
olmayan birinin çalışmasını okuyuculara sunmakla
bozuluyor. Asıl mesleği kimya mühendisliği olan ve
aslen Erganili olan Müslüm Üzülmez’in kaleme aldığı
kitap, önemli bir ihtiyacı karşılamaktadır.
Evrensel, Yazı: Vedat Çetin, 27.06.2009
|
KAZI YAPILAN YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NDE YANGIN
Ege Üniversitesi’nce 2005 yılından beri kazı
çalışmaları yürütülen Yeşilova Höyüğü’nde
yangın çıktı. Otların tutuşmasıyla büyüyen alevler, kazı evine
sıçramadan söndürüldü. Ancak
Bornova Belediyesi’nin desteğiyle hazırlanan,
antik araç ve gereçlerin, giysilerin sergilendiği
‘Zamana Yolculuk
Eğitim Bölümü’ kül oldu.
Ege Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Candeğer
Yılmaz, “Üzüntümü tarif edemem” derken, Belediye
Başkanı Kamil Okyay Sındır, yanan eğitim alanının en
kısa zamanda eski haline getirileceğini müjdeledi.
Milliyet Ege, 27.06.2009
|
ANADOLU'NUN TARİHİ DEĞİŞTİRECEK TAŞLAR

Bursa’nın Keles
İlçesi'ne bağlı Kıranışıklar Köyü
yakınlarında Altpaleolitik Çağ’a ait taş aletler
bulunduğu bildirildi.
Uludağ Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı
Prof.Dr. Mustafa
Şahin, bulunan taş aletlerin sadece
Bursa’nın değil, tüm Batı Anadolu’nun tarihini
yeniden yazdıracak kadar öneme sahip olduğunu
söyledi. Şahin, “Bu kanıtlar, yaklaşık 1 milyon yıl
ile 400 bin yılları arasında görülen ’Acheul’
kültürünün Bursa’da da yaşamış olduğunu
göstermektedir. Bursa’nın geçmişi konusunda yeni bir
sayfa açılmıştır” dedi.
Milliyet, 27.06.2009
******
TARİH YENİDEN YAZILACAK
Keles'e bağlı Kıranışıklar köyü yakınlarında
'sadece Bursa'nın değil tüm Batı Anadolu'nun
tarihini yeniden yazdıracak kadar büyük bir öneme
sahip olan' Alt Paleolitik Çağa ait taş aletler
bulunduğu bildirildi.
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi
Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin,
Rektör Prof.Dr. Mete Cengiz'in de katıldığı basın
toplantısında, Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle
2006'da başlattıkları 'Bursa ve Çevresi Kültür
Envanteri Projesi'nin devam ettiğini belirtti.
Proje kapsamında bu yıl yaptıkları
araştırmalarda, 'Uludağ yöresinde Prehistorik Çağa
ait yerleşim yerleri olmadığı' ve 'Alt Paleolitik
Çağ adı verilen, insanoğlunun dip tarihine ait
kültürlerin Orta Anadolu'nun batısında ve Akdeniz
Bölgesi'nin kuzeyinde bulunmadığı' şeklindeki iki
önemli hipotezin sona ermesine neden olan bulgulara
ulaştıklarını bildiren Şahin, şöyle devam etti:
'Bu sezon elde ettiğimiz bulgular her iki
hipotezin de yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini
ortaya koymuştur. Basın toplantısının amacı,
insanoğlunun dip tarihi açısından çok önemli olan
yeni keşfimizden kamuoyunu haberdar etmektir.
Keles'in Kıranışıklar Köyü'nün yaklaşık 1
kilometre batısında bulunan Belentepe mevkisinde
bulunan Alt Paleolitik Cağ'a ait taş aletler, sadece
Bursa'nın değil tüm Batı Anadolu'nun tarihini
yeniden yazdıracak kadar büyük bir öneme sahiptir.
Belentepe'de keşfedilen bu kanıtlar, yaklaşık 1
milyon yıl ile 400 bin yılları arasında görülen 'Acheul'
kültürünün Bursa'da da yaşamış olduğunu açık bir
şekilde göstermektedir. Bu özelliğiyle bugüne kadar
Bursa'nın tarihiyle ilgili öne sürülen hipotezlerin
tamamını çürütmüş ve Bursa'nın tarihi geçmişi
konusunda yeni bir sayfa açmıştır. Bununla birlikte
2007'de keşfedilen Şahinkaya Mağarası'ndaki
buluntuların da tesadüfi olmadığı artık çok açık bir
şekilde anlaşılmaktadır.'
Belentepe buluntularının, Bursa ve çevresinin en
eski tarihlerden başlayarak tercih edildiğini ortaya
çıkardığını dile getiren Prof.Dr. Mustafa Şahin,
şunları kaydetti:
'Bugün bildiğimiz kadarıyla, taş alet yapan ilk
insanlar yaklaşık 2,5 milyon yıl önce Afrika'da
ortaya çıkmış ve oradan yaklaşık 1,8 milyon yıl önce
'eski dünya'ya yayılmışlardır. Paleolitik Çağ olarak
adlandırılan bu dönem, insanlık tarihinin neredeyse
yüzde 99'unu kaplar.
Anadolu'nun, Afrika'dan yayılan bu ilk insanlar
için doğal bir geçiş rotası olması gerekirken, yakın
zamanlara kadar üretilen hipotezlerin tamamında bu
durum göz ardı edilmiştir. Bu konuda, Bursa ve
çevresindeki Paleolitik Çağ'a ait araştırmaların yok
denecek kadar az olması da önemli rol oynamıştır.'
Şahin, bu dönemde genel olarak insanların 'avcı',
'toplayıcı' bir yaşam tarzına sahip olduklarının
bilindiğini, bu insanların yaşamlarıyla ilgili en
önemli kalıntıların, zamana karşı dayanıklı olan taş
aletler olduğunu ifade etti.
Belentepe'de keşfettikleri buluntuların, Alt
Paleolitik Çağ'ın en önemli kültürlerinden olan 'Acheul'
kültürüne ait olduğunu bildiren Mustafa Şahin, şu
bilgileri verdi:
'Acheul kültürünün en belirgin aletleri de el
baltası olarak bilinen, iki yüzeyden işlenmiş taş
aletlerdir. Bugüne kadar bu kültürün, yakın coğrafya
olarak sadece Yakın Doğu ve Batı Avrupa'da
bulunduğu, buna karşın kuzeybatı Anadolu da dahil
olmak üzere Doğu Avrupa'da bulunmadığı
sanılmaktaydı. Yaptığımız keşifle bu hipotezin
yanlış olduğu, Yakın Doğu'yu Batı Avrupa'ya bağlayan
yollardan biri olarak Anadolu'nun, özellikle Marmara
Bölgesi'nin de düşünülmesi gerektiği sonucu ortaya
çıkmış olmaktadır. Ayrıca, Güneydoğu Anadolu ve Orta
Anadolu'dan gayet iyi bilinen 'Acheul' kültürünün
yayılım alanının güney Marmara'yı da içermesi,
bilimsel anlamda, önceki teorilerin artık yeniden
gözden geçirilmesi gerektiği sonucunu ortaya
çıkartmıştır. Tespit ettiğimiz malzemenin, Yakın
Doğu kültürleriyle yakın ilişki içinde olması da
ayrıca dikkate değerdir. Araştırmamız, kuzeybatı
Anadolu'da hiç bilinmeyen bir Alt Paleolitik
kültürün keşfedilmesini sağlamıştır. Bu keşfin
arkeoloji bilimine en önemli yansıması, bugüne kadar
üretilen teorilerin tümünü tartışılır hale getirmiş
olmasıdır. Ayrıca, böylece Bursa'nın tarihinin
bugüne kadar bilinenin aksine yüz binlerce yıl
önceye gittiğini kanıtlamış olmaktadır.'
Şahin, buluntular arasında iki yüzeyden işlenmiş
el baltalarına ait parçalar, taş alet yapımının
çeşitli aşamalarına işaret eden yongalar ve bir adet
kıyıcı satır olduğunu kaydetti.
Bu aletlerin Belentepe'de doğal olarak bulunan
çakmak taşlarından yapıldığını ifade eden Şahin, bu
nedenle Belentepe'nin ilk insanlar tarafından alet
yapılan 'işlik yerleri'nden biri olarak kullanıldığını
düşündüklerini sözlerine ekledi.
Bursa Olay, 29.06.2009
|
AMASRA'NIN SIRLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

Amasra’nın
güneyinde, sahile yaklaşık 1.5 km mesafede bulunan
ve bugün Bedesten olarak anılan alandaki arkeolojik
kazılar yakında başlayacak.
Amasra Müze Müdürlüğü'nce gerçekleştirilecek kazı
alanında MS 1. yüzyılda ya da 2. yüzyılın başındaki
yerleşimin akropolis alanında inşa edilen yapının
Roma Eyalet Meclisi Sarayı olduğu biliniyor.
Bedesten alanında, 2009 yılı içerisinde Amasra
Müzesi Müdürlüğü başkanlığında bilimsel kazı
çalışmaları yapılmasının Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından onaylandığını
söyleyen Bartın Valisi Halil Işık,
"Kültür ve Turizm Bakanlığı Strateji Geliştirme
Başkanlığı tarafından, kurtarma kazısının
başlanabilmesi için Devlet Planlama Teşkilatı Kültür
Yatırımları Fonu'ndan ödenek talebinde bulunuldu.
Talep edilen ödeneğin miktarı 100 bin TL. Ödeneğin
tahsisiyle beraber kazı çalışmaları da yıl içinde
başlatılacak" dedi.
Taraf, 26.06.2009
|
14 - 27 Haziran 2009
|
RESİM HEYKEL MÜZESİ İKİ
AYLIĞINA KAPILARINI AÇIYOR
Resim Heykel Müzesi,
iki yıl sonra tekrar kapılarını açıyor. Türk sanat
tarihinin temel yapıtlarını koleksiyonunda
bulunduran Resim Heykel Müzesi’nin
eski Veliaht
Dairesi olan tarihi binası restore edildiği
için müze kapanmıştı. Müze yönetimi, restorasyonu
tamamlanan bölümleri sanat dünyasına göstermek için,
72 yıl önce açılan
ilk sergiyi tekrar kuruyor.
‘Serginin Sergisi’
29 Haziran Pazartesi günü açılacak ve iki ay boyunca
görülebilecek. Ardından, müze tekrar kapılarını
kapatacak ve restorasyon devam edecek.
Resim ve Heykel Müzesi, 20 Eylül 1937 tarihinde
Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht
Dairesi’nde bir sergiyle açılmıştı. O sergide yer
alan 325 yapıtın bir kısmı, zamanla farklı kurumlara
gönderildiği için, ‘Serginin Sergisi’nde sadece
geride kalan resim ve heykellere yer verilecek. 116
resim ile 24 heykelin yer aldığı ‘Serginin Sergisi
kronolojik bir sıralamayla Osmanlı ve ilk dönem
Cumhuriyet ressamlarını biraya getiriyor.
Sergi, müzenin restorasyonu biten dört salonuna
yayılacak. Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi’ne bağlı olan Resim Heykel Müzesi’nin
binası ise Milli Saraylar’a ait. Bilindiği gibi kötü
durumda olan müze binası hakkında Radikal’de ve
diğer gazetelerde pek çok haber çıkmış, dönemin TBMM
Başkanı Köksal Toptan’ın devreye girmesiyle binada
kapsamlı bir onarım başlatılmıştı. Müze Müdürü
Prof Ferit Özşen’in
Radikal’e verdiği bilgiye göre iki yıl içinde
binanın yarısında restorasyon tamamlandı. Çatı
açıldı, sağlamlaştırma yapıldı, bezemeler yenilendi.
“Bu şu demek, müzemiz en az yetmiş sene akmayacak ve
yukarıdan toz yağmayacak” diyen Özşen, sergi için
panoları kiraladıklarını ve iki ay sonra iade etmek
zorunda olduklarını da söyledi. Özşen’in verdiği
bilgiye göre müzenin iki ay sonra tekrar kapanacak
olmasının temel nedeni ‘pano alacak kaynak
olmaması!’. Milli Saraylar tarafından sürdürülen
restorasyonun 2010 sonunda tamamlanması planlanıyor.
Radikal, 26.06.2009
|
TARİHİ DOKUYA UYMAYAN
ÇALIŞMA

Mimarlar Odası Hatay
Şubesi Başkanı Yaşar Coşkun, Antakya Belediyesi
tarafından çalışmaları yapılan Asi Nehri Peyzaj
çalışmaları ile ilgili görüşlerini dile getirdi.
Daha önceki belediye yönetiminin bu konuda
kendilerinin görüşlerini istemediğini, bu açıklamayı
da yeni belediye yönetiminin bu konudaki görüşlerini
sorması üzerine Belediyeye sundukları görüşlerini
kamuoyu ile paylaşmak istediklerini söyledi.
Mimarlar Odası'nda gerçekleştirdiği basın
toplantısında konuşan Coşkun, Antakya belediyesi
tarafından yürütülen ve çalışmaları devam eden Asi
Nehri çevresi Peyzaj çalışmalarını kısa süreli çözüm
olarak hazırlanmış çevre düzenlemesi olarak
değerlendirdi. Maliyeti çok yüksek Asi kıyısını
düzenleyen peyzaj çalışması ile ilgili görüşlerini
dile getiren Coşkun, “Seyir teraslarının anlamı
yoktur. Suyu seyretmek yerine, o suyun çevresinde ya
da içerisinde gezinti alanı yaratmak daha anlamlı
olacaktır. Su kaskatları da özellikle işletme
maliyeti açısından uygun değildir. Bunların
kesinlikle uygulanmaması gerekir. Su öğesine vurgu
yapmak isteniyorsa, bu suyun rehabilitasyonu
çoğaltılması ve temizlenmesi ile yapılmalıdır. Su
kaskatına ayrılacak bütçenin bu alanda kullanılması
daha doğru olacaktır” dedi. Çiçeklerde rantabıl
değil Çevre düzenlemesindeki çiçekliklerin de bakım
yönünden rantabıl olmadığının söylenebilir olduğunu
belirten Coşkun, “Çiçeklikler yerine nehir
kenarındaki eğimli yüzey boyunca ağaçlandırmanın
yapılması ve belli bir kotta yaya yolunun
düzenlenmesi, teraslamalarla küçük bahçeler
oluşturulması çok daha iyi sonuç verecek, kentle
nehri buluşturacak ve yeşil kuşak yaratılmış
olacaktır” dedi. Tarihi dokuya uygun değil Yaya ve
araç köprülerindeki geçiş simgelerinin tak ve
halatların özgün almadığını ve nehrin iki
yakasındaki tarihi dokuyla uyumsuz olduğunu belirten
Coşkun, “Yeni görüntü tarihi dokuyu dokuyu
ezmektedir. Bu yüzden bunların uygulanmaması daha
doğru olur. Yine aynı bakış açısıyla nehrin
çevresinde ve köprülerde yer alan korkuluk ve
aydınlatma elemanları tarihi kent konseptiyle
uyuşmamakta, aykırı kalmaktadır. Oysa kentimizde,
geçmişte de önemli bir yere sahip demir malzeme
işçiliği vardır” dedi. Kent merkezi ile beldeler
arasında ulaşım sağlanabilir “Geçmişten günümüze
önemli bir veri olan demir işinin bu düzenlemede
kullanılması ayrıca taş duvarlarla doluluk boşluk
yaratarak hem ekonomiklik hem de devamındaki
uygulamalara geçiş sağlanması mümkün olacaktır”
diyen Coşkun, “Rehabilitasyonu sağlanan nehirde kent
merkeziyle, beldeler arasında ulaşımın da
sağlanabileceğini öngörmek hiç de uzak-zor bir hayal
değil” diye konuştu.
Hatay Gazetesi,
26.06.2009
|
|
ATATÜRK'ÜN KALDIĞI KONAK
YIKILMA TEHLİKESİ YAŞIYOR
Şarkışla İlçesi'nde Büyük Önder Mustafa Kemal
Atatürk'ün bir gece kaldığı tarihi konak yıkılma
tehlikesi altında.
Alınan bilgiye göre, yaklaşık 3 yıl önce İl Özel
İdaresi tarafından sahiplerinden takasla alınan 100
yıllık tarihi Şemsi Efendi Konağı için koruma kararı
alındıktan sonra özelliğinden bir şey kaybetmeden
restore edilmesi planlanıyordu.
Atatürk'ün 1919 yılında Sivas Kongresi'nden sonra
bir gece kaldığı öğrenilen tarihi konağın
restorasyonu için proje çalışması başlatıldı.
Projenin tamamlanmasının ardından aslına uygun
olarak onarılacağı belirtilen tarihi konağın
etrafında çevre düzenlemesi de yapılması
düşünülüyordu.
Ancak şu ana kadar onarıma alınmayan konak yıkılma
tehlikesi altında.
İlçe merkezinde bulunan ve bin 700 metre kare
alandan oluşan tarihi konak, Şarkışla'daki eski
evlerin özelliklerini taşıyor. İlçe sakinleri harabe
görünümündeki konağın bir an önce restore
edilmesini, çirkin görünümden kurtarılmasını
istiyor.
Sivas Hürdoğan, 26.06.2009
|
TARİHE TANIKLIK EDEN OKULLAR KİTAP OLDU
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, tarihi değer taşıyan okulların korunması ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla bünyesindeki tarihi okulları, iki ciltlik bir kitapta topladı.
Yüzyıllar önce yapılan camileri, sarayları, kiliseleri ve sinagogları ile buram buram tarih kokan medeniyet beşiği İstanbul, göz kamaştıran tarihi okullarıyla da kültür mirasımız içinde önemli bir yere sahip. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, tarihi eser niteliği taşıyan okulların korunması ve gelecek nesillere en iyi şekilde aktarılmasını sağlamak için örnek bir çalışma yaptı.
Yaklaşık bir buçuk yıl süren çalışma ile İl Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesindeki tarihi okulların envanteri çıkarıldı. Yapılan çalışma sonucunda İstanbul'da yaklaşık 160 adet tarihi okulun bulunduğu belirlendi. Aralarında daha önce saray ve konak olarak kullanılan, sonradan liseye dönüştürülenlerin de bulunduğu tarihi okullar bir kitapta toplandı. 'Tarihe Tanıklık Eden Okullar' adı verilen iki ciltlik kitapta, okulların fotoğrafları ile tarihçeleri, mimari özellikleri ve tarihi açıdan taşıdıkları önemin anlatıldığı bilgi notları yer alıyor. Kendilerine bağlı faaliyet gösteren tarihi eser niteliğindeki okullara sahip çıkmak ve eserlerle ilgili gerekli çalışmaları yapmak için Tarihi Eserler Birimi oluşturduklarını belirten İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer, kitabın önemini şöyle anlatıyor: "Tarihi okullarımızın doğru restore edilmesi, tabii afetlere karşı gerekli tedbirlerin alınması ve toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi gerekiyor. Hazırlanan kitap, okullarımızın korunması için yaptığımız projelerimizden biri. Kitap sayesinde bu okullarımıza ilgi artacak ve gereken koruma duyusu oluşacak. 'Koruma eğitimle başlar' sloganıyla eserlerimize sahip çıkıyoruz" dedi. Kitap okullar arasında, sadece eğitim tarihimizin değil aynı zamanda iktisat tarihimizin de önemli mekanlarından eski Düyun-u Umumiye Meclisi binasında yer alan İstanbul Erkek Lisesi, Boğaziçi'nde bir gerdanlık gibi duran Kabataş Lisesi, Batıya açılan ilk penceremiz olan eski Mekteb-i Sultani şimdiki Galatasaray Lisesi bulunuyor.
Sabah, 26.06.2009
|
 |
KÜLTEPE'DE KAZILAR
YENİDEN BAŞLADI
Kayseri-Sivas karayolunun 20. kilometresinde bulunan
Kültepe Ören Yeri’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı
tarafından yürütülen kazı çalışmaları başladı.
Ankara Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Kutlu Emre ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığındaki 70 kişilik
ekip tarafından yürütülecek kazıların eylül ayı
sonuna kadar sürdürülmesi planlanıyor. Kazılara
antik şehrin idarecilerinin oturduğu ve şimdiye
kadar üç anıtsal sarayın açığa çıkarıldığı tepede
devam edileceğini belirten Prof.Dr. Kulakoğlu,
“Özellikle bu yılki kazılarımızı günümüzden 5 bin
yıl önceki yerleşim katlarına ulaşmak için tepe
bölgesi yani Kaniş’de yapacağız” dedi.
Türkiye Gazetesi, 26.06.2009
|
PICASSO TABLOSUNA
11.5 MİLYON DOLAR
Dünyaca ünlü ressam Pablo Picasso’nun tablosu
Sotheby’s Müzayede Evi’nde rekor fiyata satıldı.
Picasso’nun 1969 yılında yaptığı yağlı boya çalışmalarından biri olan Silah Kuşanan Silahşör tablosuna ismi açıklanmayan yeni sahibi 11.5 milyon dolar verdi.
Öte yandan geçtiğimiz salı günü Pablo Picasso’nun aynı döneme ait benzer bir tablosu da 9.3 milyon dolara alıcı bulmuştu.
Türkiye Gazetesi, 26.06.2009
|
ALPÖZEN HAKKINDA
KOVUŞTURMA YOK
5 yıl önce emekliye
ayrılan ve hakkında 11 ayrı suçtan suç duyurusunda
bulunulan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin eski
müdürü Oğuz Alpözen hakkında, savcılık kovuşturmaya
yer olmadığı kararı verdi. Alpözen, tek suçunun
Bodrum Kalesi’nin dünyanın sayılı müzeleri arasında
yer almasını sağlamak olduğunu belirterek, "Görev
yaptığım 44 yıl içerisinde de 110’un üzerinde
soruşturma açtılar. Savcılığın kovuşturmaya yer
yoktur kararı vermesi benim dışında verilen en iyi
cevap oldu" dedi.
Hürriyet Ege, Haber:
Yaşar Anter, 26.06.2009
|
 |
ANTİK LABRANDA ORTAYA ÇIKIYOR
Tarih hazinesinde, kazı çalışmaları 1948’den beri yürütülüyor. Kent, her sene biraz daha ayağa kalkıyor.
Muğla Milas’taki antik Labranda kentinde, bu yılki kazılarda görev alacak ekip ilçeye geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi arkeolog Uğur Serden, 1948’den bu yana sürdürülen kazıların başkanlığını, İsveçli arkeolog Prof.Dr. Lars Karlsson’un yaptığını hatırlattı, şu bilgileri verdi:
“Önce, Labranda kutsal alanının geniş çaplı temizliği yapılacak ve gerekli görülen yerlerde koruma önlemleri alınacak. Hisar Akropolis’in içindeki kazı çalışmalarına devam edeceğiz ve eğer vaktimiz kalırsa Kepez Kule’deki kazı çalışmalarına başlayacağız. Sarıçay’dan Labranda’ya doğru uzanan kutsal yolun etrafına yayılmış mezarların, kazı, temizleme ve belgeleme çalışmaları sürecek. Kilise kompleksiyle Roma dönemi Tetrakonkhos hamam yapısının kazı ve belgeleme çalışmaları da devam edilecek.”
Milliyet, 26.06.2009
|
KAZININ İLK GÜNÜNDE KOKU
ŞİŞESİ BULUNDU
Muğla’nın Yatağan
İlçesi’ne bağlı Eskihisar Köyü’ndeki Stratonikeia
Antik Kenti’nde kazı çalışmalarına, yeniden
başlandı.
Pamukkale Üniversitesi öğretim görevlisi Doç Dr.
Bilal Söğüt Başkanlığı’nda 80 kişilik kazı ekibinin
görev aldığı çalışmaların ilk gününde Bizans
Dönemi’ne ait "Ampulya" adı verilen koku şişesi
bulundu. Pamukkale, Mimar Sinan, Selçuk,
Ankara, Mersin ve Kocaeli üniversitelerinden
toplam 50 öğrenci ve 30 mevsimlik işçinin görev
aldığı çalışmalar 10 Eylül’e kadar sürecek. Kazı
Başkanı Bilal Söğüt geçen yıl kazı çalışmalarının
ödenek sıkıntısı nedeniyle geç başlanmasına rağmen
yaklaşık 150 tarihi eserin gün yüzüne çıkartılarak
Muğla Müzesi’ne teslim ettiklerini hatırlattı.
Antik kenti bu yıl 5 bin kişinin ziyaret etmesi
bekleniyor.
Hürriyet Ege, Haber:
Cavit Yıldırım, 26.06.2009
|
|
|
ÇAKMA ŞEHZADEBAŞI
Türkiye’deki
estetik yoksunu cami bolluğu sorununa
Giresun’un
Bulancak
İlçesinde ilginç bir çözüm geliştirildi. İnşaatı 22
yıldır devam eden
Sarayburnu Camisi, İstanbul’daki
Şehzadebaşı Camisi’nin
birebir kopyası olarak yapılıyor.
Kesme taş
işçiliğiyle inşa edilen caminin, temeli 1987
yılında atıldı. İnşaatta çalışan ustalar belli
aralıklarla İstanbul’a gidip Şehzadebaşı Camii’ni
inceliyor. Ama yeni caminin iki farkı var: Giriş
kapısı Divriği Ulu
Cami, havuzu da
Bursa Ulu Camii’deki
gibi olacak!
Radikal, 25.06.2009
|
EDİRNE SARAYI YENİDEN AYAĞA KALKIYOR
Edirne Sarayı, ihtişamlı günlerine yeniden kavuşacak. Edirne Valisi Mustafa Büyük, dün düzenlediği basın toplantısında sarayın ayağa kalkmasının zaman alacağını, ancak bu konuda bir yol haritası çizildiğini söyledi. Büyük, kazı çalışmaları yönetecek heyetin başkanlığına Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer'in atandığını bildirdi.
Bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin yönetildiği sarayın eski günlerine kavuşması için Edirne Valiliği öncülüğünde başlatılan çalışmalar kısa süre içerisinde destek buldu. Bu amaçla TBMM tarafından 5 milyon TL destek sağlandı. Kazı çalışmaları için Bakanlar Kurulu kararı çıktı. Edirne Sarayı 1450 yılında II. Murat döneminde yapımına başlanarak Fatih Sultan Mehmet zamanında tamamlandı. 1875'te Rusların Edirne'yi işgal edeceği haberi üzerine sarayın yakınında bulunan cephanelik düşman eline geçmesin diye valinin emriyle ateşlendi. Harabeye dönen sarayın kalıntıları da zamanla büyük oranda ortadan kalktı.
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 26.06.2009
|
 |
TARİHİ TÜTÜN DEPOSU 7
YILDIZLI OTEL OLACAK

Mülkiyeti
Tanrıverdi Holding'e
ait olan, Cumhuriyet'in ilk sanayi yapılarından
Beşiktaş'taki tarihi
Tütün Deposu, 7 katı yerin altında olmak
üzere 14 katlı ve 7 yıldızlı otel olacak. Otel
inşaatı hakkında bilgi veren Tanrıverdi Holding
Yönetim Kurulu Başkan Asistanı
Aziz İba,
Beşiktaş'ta 1929'da mimar Victor Adaman tarafından
yapılan ve Astro Tütün Deposu olarak yıllarca hizmet
veren binanın, bir süre Grundig televizyon fabrikası
olarak kullanıldığını belirterek, 1985'ten bu yana
boş bulunan binayı Tekfen Holding'ten satın
aldıklarını anlattı.
İba, metruk bir şekilde yıllarca boş kalan, zamanla
tinercilerin yuvası haline gelen binayı temizlerken
bir kamyon martı ölüsü attıklarına dikkati çekerek,
“Satın aldıktan sonra binada aşırı derecede pire
vardı. İnceleme yapmak üzere gelen Kültür ve Turizm
Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu
üyeleri içeri giremedi. Binayı temizledik,
ilaçladık, sonra üyeler içeri girebildi” dedi.
Basında ve kamuoyunda Tütün Deposu'nun yıkılmasının
sert eleştirilere neden olduğunu anımsatan İba,
Tanrıverdi Holding'in, yolculuğu Sultanhamam'da
başlayan 100 yıllık bir firma olduğuna işaret
ederek, şöyle konuştu:
“Firma olarak tarihin içindeyiz. Binanın 'tarihi
eser' olması için başvuru yapanlardan birisi de
biziz. Burayı satın aldıktan sonra belediye,
kaymakamlık ve valilik bize sürekli yazı yazdı.
'Binanın güvenliğini alın, taş düşüyor, insanlar
açısından tehlike oluşturuyor' diye. Bina yıllardan
beri boş kaldığı ve herhangi bir bakım yapılmadığı
için çok kötü durumdaydı. Oteli, gerçekten binayı
onararak yapmak mümkün değildi. Tütün Deposu'nu
kafamıza göre yıkmadık. Kurul, bu konuda çok ciddi
araştırmalar yaptı. Defalarca rapor alındı. Yıkmadan
yapılabilmenin çözümleri arandı. Bunun mümkün
olmadığı ortaya çıktığında teknik olarak yıkılmaya
karar verildi.”
Aziz İba, bina yıkılırken fotoğrametrik rölöve
yapıldığını, her katın fotoğraflarının bilgisayar
ortamına aktarıldığını anlatarak, otelin de kurul
kararı doğrultusunda eski binanın birebir aynısı
olacak şekilde inşa edileceğini, binanın tarihi eser
olmasının sebeplerini gerektiren her şeyin
korunacağını vurguladı.
Binanın, üzerindeki bir rölyeften ya da bir
işlemeden dolayı değil, yıllarca insanların
hafızasında bir kütle olarak yer aldığı, farklı cam
büyüklüklerine sahip olduğu ve Cumhuriyet'in ilk
sanayi yapılarından biri olduğu için tarihi eser
ilan edildiğine dikkati çeken İba, sözlerine şöyle
devam etti:
“Yıkıp yeniden yapıldığı zaman bunun aynısını yapmak
çok kolay. Üzerinde bir el işçiliği yok, sıva ve
boya. Sıradan bir bina. Özelliği olan bir bina
değil. İnsanlar Dolmabahçe Sarayı yıkılmış gibi
davranıyorlar, işin içini bilmedikleri için
konuşuyorlar. Yıkmadan yapılabilseydi elbette öyle
yapardık ama teknik olarak mümkün değildi. Otel,
eski binanın birebir aynısı, kütlesi ve yüksekliği
kadar olacak. Biz içinde oynayacağız. Farklılık
içinde olacak, binanın içinde yaptıklarımızla farklı
olacağız. Kurul kararı da binanın bir kütle olarak
korunması ve galerinin korunması doğrultusunda.”
Aziz İba, çalışmaya başlamadan önce hazırlatılan
trafik raporunda 430 araçlık bir otopark ihtiyacı
ortaya çıktığını belirterek, bu nedenle otelin 4
zemin katının otopark olacağını bildirdi. Otelin
yerin 7 kat altında, 7 kat üstünde toplam 14 kat
olacağı bilgisini veren İba, “Aslında işin parasal
olarak en fazla tutacak yönlerinden birisi de o
kadar inmek. Biz burada farklı bir şey, Türkiye'de
yapılmamış bir otel olmasını istedik” dedi. İba,
otelin işletmesini yabancı bir grubun yapacağını ve
görüşmelerin sürdüğünü ifade ederek, sözleşmenin 2-3
ay içinde imzalanacağını söyledi.
Otel alanı içindeki tescilli tarihi eser ağaçların
da korunacağını belirten İba, “Onlar bizim için
otelden daha kıymetli” diye konuştu.
Aziz İba, otelin 7 yıldızlı olacağını, Türkiye'de
kimsenin kullanmadığı kalitede malzeme
kullanılacağını kaydederek, “Boğaz'da şu lokasyonda
çok fazla yer yok. Bizim yerimiz denize sıfır olan
binalardan çok daha iyi durumda” dedi.
İba, Deniz Müzesi'nin
yeni projesi ile odalarının yüzde 85'inin deniz
görür hale geldiğini bildirdi. Basında, “otelin
akvaryum otel şeklinde inşa edildiği yönünde
haberler” yer aldığını anımsatan İba, “Akvaryum otel
olmayacak. Muhakkak akvaryumlar olacak ama camdan
bakınca denizin dibini göremeyeceksiniz” diye
konuştu.
Otelin 2012 yılının ilk aylarında tamamlanmasının
planlandığını belirten İba, bugüne kadar yapılan
çalışmalar hakkında şu bilgileri verdi:
“Bugüne kadar dışarıdan gelecek suyu kesmek için
arsanın çevresini diyafram duvarla çevirdik. Deniz
taraflarında 50 metre, diğer yerlerde 40 metre yerin
altına doğru duvarlar yapıldı ve 7-8 metre ana
kayaya soketlendi. Şimdi kazıklar çakılacak. Binayı
üstten alta doğru yapacağız. Önce bir katın betonu
dökülecek, betonda kısmi boşluklar bırakılacak,
sonraki aşamada bu boşluklardan aşağıya inilecek,
toprak çıkarılacak ve bir katın daha betonu
dökülecek. Yeni betonda da yine kısmi boşluklar
bırakılacak, bu boşluklardan alt katın toprağı
çıkarılacak ve bir beton daha dökülecek. En alt
katın zemin betonu da döküldükten sonra eksik kalan
yerleri tamamlayarak zemine çıkacağız. Türkiye'de bu
büyüklükte bu şekilde yapılan bir başka otel yok.”
Projesi Piramit
Mimarlık'tan
Turgut Toydemir, statiği
İrfan Balioğlu
tarafından yapılan otelin kaba inşaatının 50 milyon
dolara mal olacağını bildiren Aziz İba, otelin
tamamlanmış halinin maliyetinin anlaşılacak grupla
alakalı olduğunu söyledi. İba, depreme dayanıklı
inşa edilen otelin ana kayaya soketlendiğini
anımsatarak, “Dolayısıyla deniz kenarında olmamız
zeminin gevşek olduğu manasına gelmez, İstanbul'da
bir deprem olursa, otelimiz en güvenli yerlerden
birisi olacak” dedi.
Hürriyet, 25.06.2009
|

|
AMASYA EVLERİ TEHLİKE ATLATTI
Tarihi Amasya Evleri yangın tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. 1915’te büyük bir yangın geçiren evlerin bulunduğu bölgede 6 gün üst üste yangın çıktı. Amasya evlerinin arkasındaki?kurumuş otların her gün tutuşması Hatuniye Mahallesi sakinlerinin ve çevredeki turizmcileri korkuttu.?
411’i koruma altında olmasına karşın yangına karşı yetkililerin önlem almaması ise tepkilere yol açtı. Mahalle sakinleri tepkilerini, “Evlerimiz tamamen yanınca mı önlem alınacak” diye dile getirdi.
Cumhuriyet, 25.06.2009
|
"UNESCO'NUN RAPORU SON 4
YILIN EN İYİSİ
İstanbul Sit Alanları
Yönetimi Başkanı İlhan Sarı, Birleşmiş Milletler
Eğitim Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) İstanbul
ile ilgili son raporunun geçmiş 4 yıla göre en
olumlu rapor olduğunu belirterek, "Dünyada tehlike
altındaki ülkelerin yer aldığı bir listede herhalde
hiçbirimiz olmak istemeyiz" dedi.
Sarı, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın geleneksel
"Çarşamba Buluşmaları"na katılarak, "İstanbul'un Sit
Alanlarında Alan Yönetimi" hakkında bilgi verdi.
UNESCO ile yaptıkları
toplantılarda, İstanbul'un yönetim planını ilgili
kanun ve yönetmelik çerçevesinde yapacaklarını,
onlar (UNESCO) için yapmayacaklarını dile
getirdiklerini belirten Sarı, "Bu işi kendimiz için
yapmamız lazım" dedi.
Kültür varlıklarına
yaklaşım açısından durumun iç açıcı olmadığını dile
getiren Sarı, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Yönetim planı yapılacak
sınırların netleşmesi lazım. İlgili üniversiteler
temsilcilerini atadı, alan yönetimi danışma
kurulları oluşturuldu, alan yönetimi yasal olarak
çalışmalara başladı. Bizim en önemli 3 ilkemiz
oluştu. Kesinlikle doğayı korumak sorumluluğumuz
var. Bu bizim birinci ilkemiz. İkinci ilkemiz; ne
yaparsak yapalım kesinlikle kanuni olmak
zorunluluğumuz var. Ne yaparsak yapalım kültürel
olmak zorunluluğumuz var, bu da üçüncü ilkemiz. Bir
kültür kurumuyuz sonuç itibariyle."
Alan yönetiminin bütün
alt yapısını İstanbul Büyükşehir Belediyesinin
karşıladığını ifade eden Sarı, partiler üstü çalışma
yapacak alan yönetiminin yasal hale
dönüştürülmesinin, sınırlarının netleştirilmesiyle
mümkün olduğunu belirtti.
"UNESCO'nun İstanbul ile
ilgili son yayınladığı rapor, geçmiş 4 yıla göre en
olumlu rapordur. Dünyada tehlike altındaki ülkelerin
yer aldığı bir listede herhalde hiçbirimiz olmak
istemeyiz" diyen Sarı, şöyle devam etti:
"Bu listedeki ülkelerin
nerede olduğunu birçok insan bilemez. Diğer
ülkelerden niye hiçbiri bu tehlike altındaki listede
yok. Venedik Katedrali'nin içine paslanmaz çelikten
asansör ve tuvalet yapıldığını ben gördüm. 12.
yüzyıl eseri, aynısı Molla Zeyrek Camisi. Böyle bir
şeyi biz hayal edebilir miyiz? Bir şeyleri görmemiz
lazım."
Danışma kurullarının ve
alan sınırlarının oluşturulduğunu hatırlatan Sarı,
"Yarımadadaki tarihi sit alanının tamamına artık
kimsenin karışmaması lazım. Peki ne oluyor? Topkapı
Sarayı'nda çalışmalar, yeni yeni kimlik
arayışları... Hanlar bölgesi Süleymaniye'de yeni
yeni binalar yakılıyor. Her gün bir iki evi daha,
kültür varlığını daha kaybediyoruz" diye konuştu.
Dünya, 25.06.2009
|
ZEUGMA'DA KAZILAR YENİDEN BAŞLADI
Nizip'te bulunan Zeugma Antik
Kenti'nde kazı ve kurtarma çalışmaları tekrar
başladı.
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı
Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, Mart ayında
başlayan ve yaklaşık iki ay devam ettikten sonra ara
verilen kazı çalışmalarının bugün tekrar başladığını
ve Eylül ayına kadar devam edeceğini açıkladı. Bu
yılki kazı çalışmalarının 2007 yılında ortaya çıkan
Muzalar Evleri Villası ile yine buranın en önemli
eski kutsal birimlerinden olan Belkıs tepede
gerçekleştirileceğini kaydeden Görkay, Dianosos ve
Diane evlerinde de restorasyon ve konservasyon
çalışmalarının devam edeceğini ifade etti.
Çalışmaların 60 kişilik ekiple devam edeceğini
belirten Görkay, kazıya Türkiye'deki birçok
üniversiteden öğretim görevlileri ile Amerika,
İngiltere ve Almanya'dan araştırmacıların
katıldığını söyledi.
Gaziantep 27 Gazetesi,
25.06.2009
|
|
ENEZ'DEKİ 'SINIR
UYGARLIĞI'MIZ: AİNOS

Ülkemiz için “Edirne’den Kars’a” derken sadece sınır
kentlerimizi anmayız. Edirne, antik Hadrianopolis
olarak Anadolu’yu Balkanlar’la, Kars da yüce
kalesiyle Kafkasya’yla buluşturur. Bu derinliğin
doğal sınırları olan Meriç’i Yunanistan’la,
Arpaçay’ı da Ermenistan’la paylaşırken çağlar boyu
aynı sularla yaşayan antik Ainos ile Ani’nin
“Türkiye güvencesinde” olmaları anlamlı değil midir?
“Misak-ı Milli” sınırlarımızın, bin yılların
yaşanmışlıklarıyla kucaklaşması, “Cumhuriyetin
temeli kültürdür” diyen Atatürk’ün efsanevi “tarih
bilinci”ni kanıtlar... Şimdi ise o muhteşem
atalarımızın “sınır bekçilerimiz” yaptığı uygarlık
köklerimizi barajlara kurban ediyor; hatta
apartmanlarla boğan planlara “koruma amaçlı”!
diyebiliyoruz, hele ki Enez’de...
Adını onurla sürdürdüğü Ainos’un, kaldırımlı mermer
caddelerini, çılgın agorasını, lahitlerle donanmış
nekropolünü, hatta 2 bin yıl öncesinin kent
kanalizasyonunu ve her yerini... özensiz yapılarla
dolduranlar, o parasız savaş yıllarında bile
arkeolojiye kaynak ayırabilen bir ülkenin “çağdaş(!)
yönetici”leri nasıl olabildiler? Antik yerleşimin “3
kızlar Sokağı”ndaki Şafiye (Çabuk) Teyze’nin evine
girerek bahçesinde, “depo” yapılan tarihi “Roma
Hamamı” kalıntısını inceliyoruz. 45 yıl önce “gelin”
geldiğinde yıkanılıyormuş!..
Keşan’dan 1 saatlik yolculuğun sonunda Meriç
Deltası’nı, Ege’yi ve “karşı kıyı”daki Dedeağaç’ı (Aleksandrapolis)
aynı anda görünce, kuş cenneti lagün gölleri
arasındaki Enez’e de varmış oluyorsunuz... Ya da 16.
yüzyılda Piri Reis’in “Kitab-ı Bahriye”sindeki
tanımla “iki limanlı” kente... Ainos’tan Meriç’e
giren gemiler ta Bulgaristan’a kadar giderlermiş...
Geçmişin anıtsal tanığı “Ainos Kalesi”ne
girdiğinizde ise 1456’dan 1965’teki depreme kadar
“Fatih Camisi” olarak yaşatılan muhteşem
“Ayasofya”yla karşılaşıyorsunuz. En ünlüsü “Hagios
Gregorios Neokaiserias” olan 30’a yakın kilise,
şapel, şarap mahzenleri ve mozaik döşemeli villa
kalıntıları üzerlerindeki beton yığını “20. yüzyıly”
yapılarının arasından “buradayız” diyorlar...
Yaklaşık 3500 nüfuslu kentin yeni Belediye Başkanı
Ahmet Çayır, 1. Derece Arkeolojik Sit’teki 800 kadar
yapı sahibinin “taşınma”ya çoktan razı olduklarını
belirterek diyor ki: “Hem Ainos’u bakımlı bir ören
yeri olarak yaşatacak, hem de Enezlilerin çağdaş
kent ortamına kavuşmalarını sağlayacak yeni bir
yerleşim projesi en büyük hayalim...”
‘Tarih’sel proje
Bu kutlanacak “hayal”, hani şu sadece rant yaratmak
için yaygınlaşan “kentsel dönüşüm” uygulamalarında
talana değil, uygarlığa hizmet edecek bir örneğe
dönüşemez mi?
Bahçeli evlerden oluşan, sokakları, meydancıkları,
pazar yerleri, parkları ve sosyal, kültürel
mekanlarıyla en çok 1000 konutluk kimlikli bir yeni
yerleşme neden kurulamasın?
Hatta belediye, kaymakamlık, okul, kültür merkezi
vb. yapılar Ainos’ta kalarak tarih ve çağdaşlık
birlikte yaşanabilir. Dahası bir de müze yapılarak
sayısız buluntunun Edirne’ye taşınması ya da
ortalıkta kalması önlenebilir. Böylece Ainos beton
işgalcilerinden arınarak Türkiye’nin Yunanistan
sınırındaki bir tarih ve turizm merkezi olabilir.
Enezliler de böylesi bir beraberliğin maddi ve
manevi katkılarıyla kuşaktan kuşağa esenliğe
kavuşabilirler...
Yeter ki TOKİ, olur olmaz her yere kimliksiz
kulelerini sıralamak yerine, “kültür”e duyarlı
“kentsel yenileme” projelerini benimsesin…
Atatürk’ün ilgisi
Ainos’un “üretken” tarihini Prof.Dr. Sait Başaran
yönetimindeki kazılar aydınlatıyor. Sayısız sanat
ürününden özellikle “Doğuran Kadın” heykelciğindeki
“acının gururunu gülümseyerek yaşayan” yüz ifadesi,
çağlar öncesinin mucizevi becerisini kanıtlıyor...
Enez’e “Trak”lardan sonra MÖ 7. yüzyılda Aioller,
sonra Midilli Adası’ndaki Mytileneliler yerleşmiş.
Bizans’ın Prenslik merkeziymiş. Fatih’in kaptanı Has
Yunus Bey’in almasıyla da 1456’da Osmanlı’nın liman
kenti olmuş...
Aynı limanda 1983’e dek “gümrük” varmış ve
Yunanistan’a çeltikle, balık ihraç edilirmiş.
Belediye başkanı diyor ki: “Bugün de turizm limanı
olur; çünkü Dedeağaç feribotla sadece 10 dakika...”
Enez’in Cumhuriyet dönemi serüveni ise eğer dili
olsaydı “hayatım roman” diyebileceği türden...
1924’teki mübadelede 8 Roman, 10 Türk aile kalınca,
Atatürk’ün isteği üzerine dönemin pehlivan ağası
Bekir Kara işçileriyle birlikte buraya taşınır.
Malikanesi şimdi adını taşıyan cadde üzerinde...
Kente 1951’de Bulgaristan’dan gelen 60 aile arasında
ise belediye başkanının büyükleri de var. Türklerin
özellikle Romanlarla yaşattıkları “hemşerilik”
bilinci, aydınlık bir kent kültürüyle huzur
veriyor...
‘Üniversite’den
beklenen
Başkanın gönüllü yardımcılarından mimar Sedat Kuru,
önceki yıl “kültür ve turizm bölgesi” ilan edilen
yörenin doğasını ve tarihini koruyarak turizmle
buluşması için, yatak sayısına değil, “çevre”ye
öncelik veren “dikkatli” bir planlama gerektiğini
belirtiyor.
1980’lerde imara açıldıktan sonra 4 bin yazlık
konutun yapıldığı “Kışlaaltı”ndaki birkaç motelden
birini işleten Sait Balcı da şunu anımsatıyor:
“Buraya adını veren tarihi yapı, bir ara kışla
olarak kullanılsa da Osmanlı’nın yegane deniz
kervansarayı. Tekneler Platin Dere’den girerek
kervansaraya yanaşıp deve kervanlarına aktarılacak
yüklerini boşaltırlarmış. İki katlı yapının altında
geleneksel pazar yeri, üstte konaklama odaları
öngören proje ise yıllardır bekliyor...”
Aynı kıyıdan “sosyal tesisler”iyle yararlanan
İstanbul ile Trakya üniversiteleri, bu projeyi
uygulayarak Enez’e armağan edemezler mi?
Türkiye’deki çeltik tarlalarının yüzde 40’ının
bulunduğu Meriç Deltası’daki Tuz Gölü, Pesa Gölü ve
Gala Gölü’nün arasında sınırımızı beklediği için
1953’te ilçe yapılarak belediyeye kavuşan Enez’den
“dayanışma” sözü vererek ayrıldık. Aynı göllerin
armağanı eşsiz lezzetteki yılan balıklarının bile ta
Meksika Körfezi’nden okyanus aşıp gelerek üremek
için Ainos’a sığındıklarını da öğrenerek...
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 25.06.2009
|
|
HALİÇ-SÜLEYMANİYE TABLOSUNA 1 MİLYON 385 BİN STERLİN
Müzayede evi Sotheby's tarafından dün akşam Londra'da düzenlenen 'Empresyonist ve Modern Sanat' başlıklı açık arttırmada Fransız ressam Paul Signac'ın "Haliç. Süleymaniye" adlı tuval üzerine yağlı boya tablosu, 1 milyon 385 bin 250 sterline yeni sahibini buldu.
Avrupalı bir koleksiyonerin Sothebys'e getirdiği tablo açıkarttırmaya 900 bin sterline sunuldu. Tabloyu açık arttırmaya telefonla katılarak alan kişinin adı
açıklanmadı.
Sabah, Haber. Perihan
Korkmaz, 25.06.2009
|
TOPHANE'NİN HAZİN TARİHİ

Avrupa Kültür Başkentliğine hazırlanan İstanbul’da,
son bir asırda büyük bir değişim ve gelişim yaşandı.
Ancak değişimler, daha çok imar hareketleriyle
kendini gösterdi ve İstanbul’un tarihi siluetinden
gün geçtikçe uzaklaşıldı. Zira, şehrin ‘yeniden
imarı’ sırasında, binlerce ecdad yadigarı yerle bir
edildi. Bu felaketin zirveye ulaştığı yıllar ise
1935-60 arasında oldu. İstanbul’un yok edilen yitik
mirasının peşine düşen İstanbul Kültür Tarihi
Araştırmaları Merkezi Başkanı, Kültür Tarihi Uzmanı
Süleyman Faruk Göncüoğlu, kültür varlıklarının nasıl
yıkıldığını tarihi belgelerle gözler önüne seriyor.

Göncüoğlu, İstanbul’un fethiyle kurulan şehrin en
eski sanayi semti Tophane’nin tarihini ve yol
genişletme bahanesiyle yıkılışını ilk defa günyüzüne
çıkmış fotoğraflarla bir kitapta topladı. Göncüoğlu,
“Bir Semt-i Meşhur: Tophane” isimli kitapta, yeni
araştırmacılara, şehri imar etmeye çalışanlara bir
veri tabanı sunuyor.
Mütevazı bütçelerle ortaya emsalsiz eserler koymaya
çalıştığını belirten Göncüoğlu, tarihi varlıklar
konusunda yeterli duyarlılığın oluşmadığını
söylüyor. Göncüoğlu şöyle diyor: “Kasımpaşa’nın,
Fatih’in, Haliç ve semtlerinin tarihini üç ayrı
kitapta topladık. Ama iki yıldır beklemede... Çünkü,
bunları basacak yönetici ve sponsorların bunu
anlayacak kapasitede olması gerekiyor. Kurumlar
bunları basmaya tenezzül etmiyor.”

Çivilimanı Camii önce depo yapıldı, ardından yıkıldı
Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun anlattığına göre,
fetihten sonra kurulan ve topçuların kışla bölgesi
olan Tophane’nin birçok yapısı, 1956-59 yılları
arasında yol açma çalışmaları sırasında yok edildi,
meydanın önüne de gümrük binaları yapılarak
Boğaziçi’yle irtibatı kesildi. Meydanı süsleyen saat
kulesi bu yıkımdan kurtulmuş, ama bugün depo olarak
kullanılıyor. Tophane semti içerisinde varlığı
bilinip de bugüne ulaşmamış birçok tarihi yapı var.
Sultan IV. Murad döneminde Mahmud Çavuş tarafından
yaptırılan Çivililimanı (İzari Mehmed Efendi)
Mescidi bunlardan biriydi. 1935 yılında kadro dışı
bırakılıp depo yapılan mescid, 1956 yılında yol
genişletilmesinde yıktırılmış.
Tophane Müşirlik
Binaları arasındaki Kışla Camii’nin kapısına 1935
yılında kilit vurulmuş. Daha sonra da Müşirlik
binası ile yerle bir edilmiş. 1590 yılında yapılan Sakabaşı Mescidi, 1936 yılında Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından satılmış. Dizbariye Yusuf
Efendi Camii, 1935 yılında çıkarılan kanunla terk
edilmiş, yıktırılana kadar ibadete kapalı tutulmuş.
Bölgedeki topların bazıları, Sultan II. Abdülhamid
Han tarafından Yıldız Sarayı’nda müze yaptırılarak
koruma altına alınırken, birçoğu da işgal yıllarında
İtalyanlara hurda niyetine satılmış.
Türkiye Gazetesi, 25.06.2009
|
TARİHİN EN ESKİ MÜZİK ALETİ
Almanya'da Ach
vadisindeki bir mağarada en az 35 bin yıllık olduğu
belirtilen bir kaval bulundu. Şimdiye kadar
rastlanan bu en eski enstrüman, müzik geleneğinin ne
kadar eski olduğunu gösterdi. Fildişinden yapılma 12
parçalık kavalın yüzeyi ve yapısının mükemmel
durumda olması dikkat çekti.
5 delik ve 4 ince çizgi bulunan kavalın bir
ucunda da 'V' şeklinde girinti gözlendi. Girintinin
ağızlık olduğu tahmin ediliyor.
Zaman, 25.06.2009
|
|
SÜRYANİLER MOR GABRİEL
İÇİN AİHM'NE BAŞVURMAYA HAZIRLANIYOR

Süryanilerin merkezi
konumundaki 1600 yıllık Deyrulumur/Mor Gabriel
Manastırı aleyhine hazinenin açtığı kadastro
tespitine itiraz davası ile manastırın orman alanına
ilişkin kadastro tespitine itiraz davasının karar
duruşması dün görüldü.
Midyat Adliyesi'nde
yoğun güvenlik önlemleri altında gerçekleşen
duruşmaya yurt içi ve yurt dışından çok sayıda
parlamenter ve temsilci katıldı.
Süryani Avukat
Rudi Sümer'in
manastırı savunduğu duruşmaya Süryani Asıllı İsveç
Sosyal Demokrat Parti Milletvekili
Yılmaz Kerimo
ve Anne Ludvigson
ile Sosyal Demokrat Parti temsilcileri
Yekbun Alp,
Evin Çetin,
Alman Büyükelçiliği temsilcisi
Katrin Bucholz,
AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu Siyasi Danışmanı
Sema Kılıçer
ve DTP Batman milletvekili
Ayla Akat Ata
katıldı.
Maliye hazinesinin Mor
Gabriel Manastırı Vakfı aleyhinde 12 parsel için
açmış olduğu dava sonuçlandı.
Midyat Kadastro
Mahkemesi'nde görülen 2009/11 esas sayılı davanın 5.
duruşmasında karar Mor Gabriel'in lehine karar oldu.
Maliye hazinesinin
Midyat Süryani (Deyrulumur) Mor Gabriel Manastırı
Vakfı aleyhinde 12 parsel için açmış olduğu dava
sonuçlandı.
Bu dava Mor Gabriel
Manastırı lehine neticelendi. Toplamda 244 dönümlük
arazi mor Gabriel'in tesciline karar verildi. Hukuki
süreç henüz bitmiş değil, yargıtay yolu açık olmak
üzere karar verildi.
Mor Gabriel Manastırı
Vakfı'nın hazine ve orman idaresi aleyhinde açmış
olduğu orman arazisi davası Manastır aleyhine karar
çıktı. Mor Gabriel Manastırı duvarının kapsamı
içinde kalan 276 dönüm ile manastırın dışında kalan
60 dönümlük arazilerin Mor Gabriel Deyrulumur
Manastırı adına tescili istemi ile Midyat Kadastro
Mahkemesinde dava açtı.
Karar duruşmasında
mahkeme davanın reddine kara vererek dava konusu
edilen ve manastır duvarı dışında bulunan 60
dönümlük arazi ile duvarın içinde yer alan 276
dönümlük arazinin orman vasfı ile davalı hazine
adına tesciline karar verildi.
Yine orman davasıyla
bağlantılı olarak Midyat sulh ceza mahkemesinde
görülen 2008/251 sayılı dava dosyası orman davası
ile bağlantılı olduğu için 30 Eylül 2009'a
ertelendi.
Bu davada orman
idaresinin Mor Gabriel manastırı vakfının açmış
olduğu kadastro itiraz davasının sonucu bekleniyor.
İsveç Sosyal Demokrat
Parti Milletvekili Yılmaz Kerimo şöyle dedi:
"1600 Yıllık Mor Gabriel
Manastırı Süryanilerin malı değil Türkiye'nin
malıdır. Süryaniler Türkiye'nin bir parçasıdır. 1937
yılından bugüne kadar manastır bu topraklar için
vergi veriyor. Şimdiye kadar ormanlık değildi şimdi
mi ormanlık oldu. Bu vakıf malıdır vakıfta
Türkiye'nin malıdır. Taşınacak bir mal değildir ve
satılmayacaktır da. Türkiye'nin bu davaya sahip
çıkması gerekirken maalesef halen bunun farkında
değil, bunu anlamış değilim. Mahkeme sonuçlandı.
Mahkeme tarafından kabul görmeyen ve aleyhimize
sonuçlanan kararlar bizim nezdimizde daha
bitmemiştir. Yargı yolu açıktır, AHİM'ye gideceğiz."
Süryani Avukat Rudi
Sümer, "Midyat Süryani Mor Gabriel Manastırı
aleyhinde sonuçlanan kadastro tespitine itiraz
davaları temyiz yoluna götürülecek tarafımızca.
Kadastro mahkemesinde açtığımız Bu davalar manastır
aleyhinde sonuçlandı. Söz konusu taşınmazların orman
vasfıyla maliye hazinesi adına tesciline karar
verilmiş oldu. Bu kararda da temyiz yolu açık olduğu
için temyiz yoluna başvuracağız. Buradan gelecek
sonucu bekleyeceğiz. Oradan istenilen netice elde
edilmezse halinde dava AHİM' taşınacak" dedi.
Bianet, Haber: Mehmet
Halis İş, 25.06.2009
|

|
"TARİHİ KÖŞK TURİZME KAZANDIRILMALI" ÇAĞRISI
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ali Osman Uysal, Ezine’ye bağlı Yeniköy yakınlarında bulunan tarihi köşke sahip çıkılması gerektiğini söyledi.
Uysal, "Kule tarzında inşa edilen köşkü, yıkılmadan günümüze kadar gelebilmiş. Osmanlı ordusunda Kaptan-ı Deryalık yapan Cezayirli Hasan Paşa’ya aitmiş. Yakınlarda hamam kalıntısı da bulunuyor. Buranın etraflıca kazılıp, turizme kazandırılması gerek" dedi.
Milliyet, 24.06.2009
|
DEFİNE AVCILARINA EK SÜRE

Giresun’un Bulancak İlçesi kırsalındaki 2 bin
rakımlı yaylada, 2 aydır "Kırım Krallığı"na ait
olduğu iddia edilen hazinenin izlerini süren ekibin
çalışma süresi, 1 ay uzatıldı. Tarihi kalıntıların
yanı sıra 90 ton altın bulunduğu tahmin edilen
alanda 40 metre sondaj yapan kazı ekibi, 2 hafta
içinde sonuç almayı planlıyor.
Kazı sorumlusu Turan Gögerçin, yaklaşık 2 aydır
devam eden kazıda çok büyük aşama kaydettiklerini
ancak Define Arama Yönetmeliği’nin ilgili maddeleri
gereği yasal olan kazı sürelerinin 19 Haziran Cuma
günü sona erdiğini söyledi.
Kazı programında planladıkları tüm aşamaları
kaydettiklerini, tahmin ettikleri tarihsel izlere
ulaştıklarını ifade eden Gögerçin, "çok büyük aşama
kaydetmemize, gecemizi gündüzümüzü bu arazide
geçirmemize karşın yasal süre içerisinde amacımıza
ulaşamadık. Bunun üzerine, hava ve arazi şartlarının
bizi engellediği çalışamadığımız günleri de hesaba
koyarak ek süre talep ettik" dedi.
Taleplerini ilettikleri yetkili birimlerin, konuyu
Kültür ve Turizm Bakanlığındaki yetkililerle
paylaştıklarını, bunun üzerine kendilerini çok
sevindiren süre uzatma kararının çıktığını anlatan
Gögerçin, "bize resmi olarak 1 aylık ek süre
verildi. Biz de bu sürenin başladığı dünden beri (23
Haziran) çalışmalarımızı kaldığımız yerden
sürdürüyoruz" diye konuştu.
Sürenin uzatılmasında emeği geçen herkese teşekkür
eden Gögerçin, şöyle devam etti: "Kazı alanına çok
büyük yatırım yaptık. Sondaj malzemesi, seyyar
kompresör, jeneratör, yapay asansör, 13 kişilik
ekibimizin yatacağı çadırlar ve malzemeler çıkardık.
Çalışmaların sonlanmadan bitmesi, bu yatırımın boşa
gitmesine neden olacaktı. Onun için alınan bu karar,
hem bizim hem de burada olduğunu düşündüğümüz
kültürel varlığın ortaya çıkarılması açısından
’tarihi’ öneme sahip."
Gögerçin, kazıda 1,5 metrekarelik alanda 40 metrelik
derinliğe ulaştıklarını, iki hafta içerisinde sonuca
ulaşmayı ve tarihi kalıntılar ile defineyi gün
yüzüne çıkarmayı umduklarını dile getirerek, "biz
başta çalışmalarımızı devlet gözetiminde ama sessiz
sedasız yürütüyorduk, ama kazı yapıldığı haberi
basın yayın organlarında yer alınca buraya olan ilgi
arttı. Vatandaşlar da artık bizim sonuca ulaşmamızı,
buradaki kültür varlığını açığa çıkarmamızı
bekliyor. İnşallah beklentileri haklı çıkaracağız"
dedi.
Tarihçiler, eski çağlarda, MÖ 1500’lü yıllarda
bölgede "Kırım Krallığı"nın var olduğuna dair
herhangi bir tarihsel bilgi olmadığını, bulunacağı
iddia edilen tarihsel kalıntıların MÖ 8’inci
yüzyılın ilk yarısına kadar Kafkasya’dan
Karadeniz’in kuzeyine doğru uzanan alanda yaşayan
atlı göçebe kavim "Kimmerler"e ait olabileceğini
belirtiyor.
Define Arama Yönetmeliği, define aramak
isteyenlerin, define arayacakları yerin bağlı olduğu
mülki amire bir dilekçeyle müracaat etmelerini ve
dilekçede arama amacının açıkça belirtilmesini şart
koşuyor.
Bulunan definenin Maliye Bakanlığınca geçer akçe
olarak değerinin tespit edilmesini öngören
yönetmelik, define Hazineye ait arazide bulunmuşsa
değerinin yüzde 50’sini çıkaran kişi olan aracıya
verilmesini karara bağlıyor.
Bulancak’ta yapılan kazıda, yönetmelikte belirtilen
devlet gözlemcileri de bulunuyor.
Radikal, 24.06.2009
|
VİYANA'NIN MÜZE MEYDANI VE İZLEYİCİLERİ - BİR BAŞARI
ÖYKÜSÜ
Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleştirilen
Müze Konuşmaları seminerlerin sonuncusu geçtiğimiz
Cuma günü Claudia Haas tarafından Viyana'daki Museum
Quarter üzerine verildi. "Viyana'nın Müze Meydanı ve
İzleyicileri - Bir Başarı Öyküsü" adlı seminer 18.
yy'da "Imperial Stables" olarak görev yapan Barok
tarzdaki binanın müzeler topluluğuna dönüşürken,
farklı katılımcıların nasıl biraraya geldiği
üzerineydi.

Museum Quartier Ön Cephesi
19 ve 20. yy'larda ticari fuarlara ve
festivallere ev sahipliği yapan bina, yıprandığı
gerekçesiyle koruma altına alındı. 1980'lerde Modern
Sanat Müzesi'nin daha fazla yere ihtiyaç duymasıyla
beraber, eski "Imperial Stables" binasının yeni
kültürel merkez haline dönüştürülme çabaları
başladı. 1990'lı yıllarda açılan mimari yarışmayı
Ortner&Ortner firması kazandı ve projenin
tamamlanması 10 yıl sürdü. 2001 yılında hizmete
giren binanın, Barok tarzı cephesi korunmuş ve
cephenin gerisine Modern Sanat Binası ve Leopold
Müzesi inşa edilmişti.

MUMOK

Leopold Müzesi
Bugün Museum Quarter bünyesinde Leopold Müzesi,
MUMOK (Modern Sanat Müzesi Ludwig Vakfı) ve
KUNSTHALLE sergi alanı ile birlikte dans merkezi
olan TanzQuartier, çeşitli yeni medya stüdyoları,
çocuklar için tasarlanmış kültürel ve sanatsal
imkanlarla beraber çeşitli kar amaçlı ya da kar
amacı gütmeyen enstitüler bulunuyor.
Museum Quarter bünyesinde yer alan irili ufaklı
enstitüler ve müzelerin farklı ziyaretçi kitlelerini
biraraya getirmeye başlamasıyla, alışıldık müze
ziyaretçilerinin yanı sıra aileler, çocuklar,
gençler de Museum Quarter'ı ziyaret etmeye başladı.
Müze ve çeşitli enstitüler dışında çeşitli restoran
ve dükkanları ile, kamusal bir meydan da sağlayan
Museum Quarter özellikle gençlerin ilgisini çekerek,
şehir hayatını canlandırıyor.
Arkitera, Yazı: Betül Tuncer, 24.06.2009
|
TARİHİ KIZILAY PTT BİNASI OTEL Mİ OLACAK?

Ankara'nın
tarihi Kızılay PTT binası otel mi olacak? SSK İş
Hanı yıkılacak mı? Bu soruları, "Ankara'ya kötü
görüntü yakışmıyor. Bütün eski başkanlar hatta
Başbakan bile bundan sorumlu" diyen Çankaya'nın
CHP'li Belediye Başkanı Tanık yanıtladı.
29 Mart Yerel Seçimleri'nde Ankara'nın en önemli
ilçelerinden Çankaya'nın Belediye Başkanlığı
koltuğuna oturan CHP'li Bülent Tanık, Akşam
Gazetesi'nin sorularını yanıtladı. Belediyedeki
makam odasında bir araya geldiğimiz Tanık,
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yapıcı ilişkiler
kurduklarını, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih
Gökçek ile ilişkileri rayına oturtmak için girişimde
bulunduklarını ve 'uzlaşmacı' bir anlayışı temel
aldıklarını söyledi.
"Gökçek'le uzlaşmaya ve işin gereğini yapmaya
yönelik çalışmamız oldu. Kavgacı değil, işbirliğini
esas alan bir anlayışa sahibiz" diyen Tanık,
Cumhurbaşkanı Gül ile yaptıkları görüşmeye ilişkin
şunları söyledi:
"Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü ziyaret ettiğimde,
bizi takdir ettiklerini söyledi. Bana, 'Çankaya
Belediyesi'ndeki ekip yapısını diğer belediyelere
örnek olacak bir şekilde oluşturmuşsunuz. Kent
estetiği konusunda sizden beklentilerimiz var. Bu
konuda da size her konuda destek olacağız dedi".
Yüksel Caddesi'nde çıkan olayların aslında bir rant
kavgası olduğunu ve bunun siyasi kamuflaja
büründürüldüğünü söyleyen Tanık, "Oralarda yozlaşma
olarak tabir ettiğimiz, düşük düzeyli ve kayıt dışı
ticari hegemonyanın kurulması nedeniyle bu tür
çirkin olaylar yaşanıyor" diye konuştu.
Bazı merkezi bölgelerin, kasaba görüntüsünden daha
kötü durumda olduğunu anlatan Tanık, "Bu görüntüler
Ankara'ya yakışmıyor. Bunda benim, önceki
başkanların, Başbakan'ın, hatta Cumhurbaşkanı'nın
bile sorumluluğu bulunuyor" dedi. Tanık, bu gibi
yerlerdeki esnafın durumunun da gözden
geçirileceğini, Kızılay çevresindeki merkezlerde
artık sıkı kontrol mekanizmasının işletileceğini
belirtti.
Yaklaşık 30 yıldır, üst katında bir alışveriş
merkezi bulunan Kızılay PTT binasıyla ilgili
önerilere açık olduğunu söyleyen Tanık, Büyükşehir
Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, binanın otel
yapılması fikrine tepki göstermesine katılmadığını
söyledi. Tanık, "Bina satıldıktan sonra otel olacağı
söylendi. Ankara'ya canlılık getirecekse ve otopark
sorunu olmayacaksa neden olmasın? Geceleri karanlık
kalan Kızılay'ı cazibe merkezi haline getirebilir"
dedi. Tanık yine de tek seçeneğin otel olmadığını,
Ankara'nın sembollerinden biri olan PTT binasının
kültür merkezine dönüştürülebileceğini de anlattı.
"Çankaya'nIn, aşırı betonlaşma nedeniyle giderek
çirkinleştiği, nefes alınamaz hale gelindiği"
eleştirilerini ise Tanık şöyle yanıtladı: "Benim
belediye başkanlığım döneminde bir karış yeşil
alanın üzerine bile inşaat izni vermedik. Her semte,
her bölgeye yeşil alanlar hedeflerimiz arasında.
Halkımız çok yakında farklı bir anlayışı, yaşam
kalitesinin yükseldiğini görecek."
Akşam, 24.06.2009
|
İLK KEZ BİR TÜRK, ÇAĞDAŞ SANAT MÜZAYEDESİ'NDE
Sotheby's, tarihinde ilk kez bir Türk sanatçının
eserini Çağdaş
Sanat Müzayedesi’ne dahil etti.
Cuma günü
Londra’daki Sotheby’s Müzayede Evi’nde
gerçekleştirilecek Uluslararası Çağdaş
Sanat Müzayedesi’nde, Mubin Orhon’un isimsiz
tablosu satışa sunuluyor. Sotheby’s, Mübin Orhon’un
(1924-1981) isimsiz tablosunun 40 bin-60 bin
sterlin değer aralığıyla satışa çıkarılacağını
bildirdi. Sotheby’s direktörlerinden, Londra
Uluslararası Çağdaş Sanat Gündüz Müzayedesi’nin
Başkanı Isabelle Paagman, “Çağdaş Türk Sanat”ı
Müzayedesi’nde mart ayında elde ettikleri başarıya
dikkat çekerken, özellikle Mubin Orhon’un tablosunun
193 bin 250 sterlin gibi rekor bir fiyata
satıldığını hatırlattı.
Milliyet, Haber: Nevsal Elevli, 24.06.2009
|
|
 |
AHŞAP BİNALAR ALEV ALEV
Tarihi yarımadada son zamanlarda artan ahşap bina yangınları akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Geçtiğimiz hafta Fatih'te iki bina birden kül olurken, vatandaşlar yetkililerin ilgisizliğinden şikayet etti.
Fatih'te önceki gün alev alev yanan tarihi ahşap binanın ardından dün bir yapı daha kül oldu. Bina yangınla birlikte yerle bir olurken, vatandaşlar tüm uyarılara rağmen binayı yıkmayan belediyeyi suçladı. Fatih Hacı Evhaddin mahallesinde kullanılmayan 3 katlı ahşap bir binanın yanmasının ardından dün de Atik Mustafa Paşa mahallesi Ahmet Rufai sokak üzerindeki 3 katlı tarihi ahşap binada belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı. Alevler kısa sürede bütün binayı sararken, yangın bitişikteki apartmanın çatısına sıçradı. Yangınla birlikte kendilerini dışarı atan bina sakinleri, söndürme çalışmasına gelen itfaiye ekipleriyle tartıştı. Kendi evlerinin yanmasından korkan vatandaşlar, itfaiyenin gerektiği gibi çalışmadığını ileri sürdü. Yangına müdahalede Fatih itfaiye grubu yetersiz kalınca, Şişli, Bayrampaşa ve Eyüp itfaiyesinden yardım istendi. Olay yerinden yükselen dumanlar Haliç Köprüsü'nden geçen sürücüler tarafından da görüldü.
Mahalle sakinleri başta belediye olmak üzere birçok kuruma başvurmalarına rağmen binayla ilgili olarak işlem yapılmamasına tepki gösterdi. Kullanılamaz hale gelen bina bir süre sonra kısmen çöktü. Vatandaşlar Fatih'te bu şekilde yüzlerce eski bina bulunduğunu ve yıkımına izin verilmediğinden çevre sakinleri için büyük tehlike oluşturduğunu belirtti. Bu tip binaların madde bağımlıları ya da kötü niyetli kişilerce özellikle yakıldığını iddia eden vatandaşlar, bu konuda yetkililerin ilgisizliğinden de akındılar.
Sabah, Haber: Erdoğan Yapık, 24.06.2009
|
İSTANBUL DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NDEN ÇIKABİLİR

UNESCO Dünya
Kültür Mirası Komitesi’nin önünde,
İstanbul’daki uygulamaları yerden yere vuran bir
rapor var.?Raporda özellikle
Sulukule, Four Seasons inşaatı,
Haliç’teki metro inşaatı eleştiriliyor.
İspanya’nın
Sevilla kentinde halen devam eden
UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin genel
toplantısında görüşülen Dünya Kültür Mirası taslak
raporunda;
Sulukule,
Osmanlı döneminden kalma ahşap binaların
korunması,
Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli’ndeki ek
inşaat, Haliç’teki metro köprüsü inşaatı ve
İstanbul’un trafik mastır planı gibi
uygulamaların İstanbul’un kültür mirasını
tehdit ettiği değerlendirmesine yer verilerek,
bu uygulamalardan dolayı Hükümet’e ağır eleştiriler
yöneltildi.
2009 yılı Nisan ayında İstanbul’a gelerek
incelemelerde bulunan UNESCO heyetinin gözlemlerine
yer verilen raporun, 30 Haziran’a kadar sürecek olan
toplantının sonunda kabul edilmesi durumunda
İstanbul’un UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası
listesinden çıkarılması riski ortaya çıkacak.
Sulukule Platformu sözcülerinden Viki Çiprut’a göre
ise en iyimser senaryoyla heyet, gerekli
düzenlemeleri yapması için Hükümet’e bir yıl daha ek
süre verebilir.
Özellikle Sulukule ile ilgili olarak “tescilli
binaların yıkılmasının yanı sıra yerel yöneticiler
tarafından uygulanan soylulaştırma programı sonucu
yerel toplulukların dağıtıldığı ve bölgenin somut ve
somut olmayan değerlerinin kabul edilemez bir
şekilde yok edildiği” tespitinde bulunan UNESCO
heyeti, önceki yıllarda incelemelerde bulunan UNESCO
heyetlerinin Hükümet’e sundukları inceleme
raporlarının da dikkate alınmadığını belirtiyor.
Heyet raporunda özellikle, tarihi alanların
yenilenmesi konusunda çıkarılan 5366 Sayılı
Yasa’nın, koruma değil aksine yıkımlara ve tarihi
değerlerin yok edilmesine yol açtığı açıkça
belirtiliyor ve daha önceki raporlarda olduğu gibi
bu yasanın değiştirilmesi tavsiye ediliyor.
UNESCO’nun taslak raporunda İstanbul’un kültürel
mirasını tehdit eden uygulamaların her birine ayrı
bir başlık açılarak yer verildi. Raporda özetle şu
başlıklar yer aldı:
Heyet, İstanbul için hazırlanan trafik mastır
planının uygulanması durumunda bunun
tarihi yarımada üzerinde yaratacağı olumsuz
etkilerden duyduğu kaygıyı dile getiriyor. Özellikle
de Boğaz’dan geçecek olan ve
Harem’le Kumkapı’yı birleştirmesi düşünülen
tünelin, Sultanahmet’in hemen batısından geçeceği
için tarihi yarımadanın kalbine ve Boğaz’ın doğu
yakasına şüphesiz bir biçimde çok ağır bir trafik
yükü getireceği belirtiliyor. Heyet, bu nedenlerden
dolayı Hükümet’ten bu planın uygulamaya sokulmadan
önce bağımsız bir çevre değerlendirme raporunun
hazırlanmasını istiyor.
“İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, Sultanahmet’te
arkeolojik kalıntılar üstüne yapılan Four Seasons
Oteli’nin ek binasının inşaat ruhsatını iptal etti.
Ancak bu karar nedeniyle tarihi kalıntılar üzerinde
yapılan tüm arkeolojik çalışmalar ve koruma
çalışmaları da durdu. Bu nedenle bu önemli
arkeolojik kalıntılar, uzun süre kötü hava
koşullarına maruz kalma ihtimallerinden dolayı hala
risk altında bulunmaktadır.”
“Heyet, Haliç’te yapılması düşünülen ve görsel hali
çoktan belirlenmiş olan yeni metro köprüsü
inşaatının yüksek kuleli ve asma köprü yapısının,
üzerine inşa edilmesi düşünülen toprağın, buradaki
binalar ve özellikle de Süleymaniye Camii üzerinde
belirgin biçimde olumsuz ve kötü etkilerinin olacağı
kaygısını taşıyor. Heyet, hükümeti bu projeden
vazgeçmesi ya da alternatif başka öneriler
geliştirmesi yönünde uyarıyor.”
Heyet, İstanbul’daki Osmanlı döneminden kalma eski
ahşap binaların tehlikede olduğuna dikkat çekiyor.
Bu evlerin büyük bölümünün boş kaldığına dikkat
çeken heyet, “Ancak bu evlerin korunmasına yönelik
herhangi bütünlüklü bir koruma planı ya da
rehabilitasyon programı bulunmamaktadır.
Hükümet’i bu yönde uyarıyoruz” diyor.
Rapor, 5366 Sayılı Yasa’nın özellikle Sulukule’de
yol açtığı sonuçların ne kadar yıkıcı olabileceğini
kanıtladığını vurguluyor. Raporun Sulukule’yle
ilgili bölümünde şöyle deniyor:
“Heyet, buradaki tescilli binaların yıkılmasının
yanı sıra yerel yöneticiler tarafından uygulanan
soylulaştırma programı sonucu yerel toplulukların
dağıtıldığını ve bölgenin somut ve somut olmayan
değerlerinin kabul edilemez bir şekilde yok
edildiğini tespit etti. (...)
Fatih Belediyesi şimdi 5366 Sayılı
Kanun’un çerçevesinde bu bölge için bir imar
planı sundu. (...)
Misyona gönderilen taslaktan Deniz Surları’ndaki
evlerin yıkılacağı ve Bulgar piskoposunun eski
sarayını çevreleyen duvarların önüne şaşaalı bir
merdiven inşa edileceği anlaşılmıştır.
Bu bir koruma projesi değil imara açmadır ve önceki
heyetlerin de tavsiye ettiği üzere, bu proje
buradaki şahsi mal sahiplerinin yararına da
değildir.”
“Tarihi yarımadadaki önemli altyapı projeleri ile
kent topraklarını kullanıma açmaya odaklanan ve
dolayısıyla Dünya Mirası Listesi’ndeki önemli
bölgeler için uygun olmayan kentsel yenileme
projeleri hakkındaki kaygı devam etmektedir.
Heyet, 2006 ve 2008 heyetlerinin tavsiyelerini
tekrarlayarak, bu türden tüm projelerin, yeniden
inşa etmek veya yeni bina yapmak yerine mevcut
tarihi yapıların korunmasına saygı göstermesi
gerektiğini belirtir.
5366 sayılı, ‘Yıpranan tarihi ve kültürel taşınmaz
varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak
kullanılması hakkında kanun’ çerçevesinde önerilen
kentsel yenileme projelerinde önemli hiçbir
değişiklik yapılmadığı görülmüştür. Bu projeler bir
dünya miras varlığı ile bağdaşacak koruma planlarını
içerecek şekilde düzeltilmemişlerdir.
Böylece, 5366 Sayılı Kanun’un tatbikatta
uygulanması, Dünya Miras Listesi’nin önemli
bölgelerinin varlığı ve bütünlüğü için önemli bir
potansiyel tehdit oluşturmaktadır.”
Milliyet, Haber: İpek Yezdani, 24.06.2009
******
GÜNAY: İSTANBUL, "TEHLİKE ALTINDAKİLER" LİSTESİNE
ALINABİLİR
Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
İstanbul’un
UNESCO
Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılması
riskinin ortaya çıkmasıyla ilgili olarak, “İstanbul
listeden çıkmayacak. Yalnız bu listeden ‘tehlike
altındaki dünya mirası’ listesine alınma ihtimali
var” dedi.
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Milliyet’in dün
manşetten “İstanbul’a
acı rapor” başlığıyla verdiği habere konu olan,
UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin,
İstanbul’daki kültür mirasının korunamamasına
ilişkin yoğun eleştirilerinin yer aldığı taslak
raporuyla ilgili olarak
CNN Türk’ün sorularını cevapladı. Bakan Günay,
İstanbul’un Dünya Kültür Mirası listesinden
çıkmayacağını belirterek, “Tehlike
altındaki dünya mirası listesine alınma ihtimali
var. Bu da ‘Her şey güllük gülistanlık değil, bu
miras tehlike altında’ anlamına geliyor. Eğer bu
listeye alınırsa İstanbul’a SOS kapsamında daha acil
yardımlar gelecek. Ancak ben tehlike altındakiler
listesine alınmasından yana değilim” dedi.
Günay,
Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli’nin ek
inşaatının durdurulmasıyla ilgili olarak da, “Rapor
diyor ki; yargı otel inşaatını durdurdu ama orada 15
dönümlük bir arkeolojik alan vardı o alandaki
çalışma da durduruldu. Ben de bunu söylüyorum zaten.
Yargı; evet burada o otel inşaatını durdurun, ama
burada bir de arkeolojik çalışma yapılıyordu, onu
neden durdurdun? UNESCO da bunu söylüyor. UNESCO ile
bizim bakış açımızda yer yer benzerlikler var.
İstanbul’da yapılan bazı düzenlemelere ben de
tereddütle yaklaşıyorum, UNESCO da öyle. Benim ve
hükümetin bakış açısıyla UNESCO arasında ciddi bir
ayrım yok. Ama UNESCO şunu söylüyor; İstanbul çok
değerlidir, ama bu değerine uygun bir yenileme
yapmakta gecikiyorsunuz” diye konuştu.
İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü ve aynı zamanda
2010 Ajansı Yürütme Kurulu Başkan Vekili Prof.Dr.
Ahmet Emre Bilgili, UNESCO raporunda bahsi geçen
konuların, UNESCO istediği için değil kültür
mirasına sahip çıkmak için dikkate alınması
gerektiğini söyledi.
Milliyet, 25.06.2009
|
|
TARİHİ KÖPRÜYE RESTORASYON
Kırıkkale’nin
Keskin İlçesi'ndeki tarihi Çeşnigir Köprüsü,
restorasyon çalışmalarına başlanmak üzere araç ve
yaya trafiğine kapatıldı.
Edinilen bilgiye göre, ilk olarak 13. yüzyılda
yapıldıktan sonra Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi
sırasında Mimar Sinan tarafından yeniden inşa edilen
Köprüköy beldesi yakınındaki Çeşnigir Köprüsü
onarılıyor.
Zaman zaman Kapulukaya Barajı’ndan tahliye edilen
suyun altında kalan ve ağır tonajlı araçların
geçişiyle ana kemer taşları düşmeye başlayan köprüyü
kurtarmak için harekete geçen Karayolları Genel
Müdürlüğü, 2007 yılında ilk ölçümleri yaptıktan
sonra şimdi de restorasyonu yapacak firma, köprüyü
araç ve yaya trafiğine kapatarak restorasyon
çalışmalarına başladı.
Ağustos ayına kadar su tutularak, köprünün temel ve
ayaklarından başlamak üzere platform ve iskeleler
kurulacağı daha sonra köprünün çimento kullanılmadan
orijinalına uygun şekilde onarılacağı öğrenildi.
Köprüköy Belediye Başkanı Hasan Taşpınar yaptığı
açıklamada, 13. yüzyılda inşa edilen ve İpek yolu
güzergahında bulunan köprünün kurtarılması için
sürekli girişimlerde bulunduğunu söyledi.
Nihayet başlayan restorasyon çalışmasının iki yıl
süreciğini anlatan Taşpınar, "Fizibilite raporları
hazırlanmış ve çalışmalara tecrübeli bir firma ile
başlanmıştır. Belediye olarak çalışmaya destek
vermeye hazırız" dedi.
Hürriyet Ankara, 24.06.2009
|
PERRE ANTİK KENTİ'NDE
GÜZ DÖNEMİ KAZISI YAPILACAK

Kommagene uygarlığının 5
büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti'nde bu
yıl kazı çalışmaları güz dönemimde yapılacak.
2001 yılından bugüne
Adıyaman Valiliği, Müze Müdürlüğü ve Özel İdare
destekleriyle yapılan çalışmalarda 50 dönümlük
alanda kazı çalışmaları yapıldı. 400 dekar üzerine
kurulu Perre Antik Kenti’ndeki çalışmalara bu yıl
100 bin TL ödenek ayrıldı.
Kommagene Uygarlığı’nın
5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti’ndeki
kaya mezarlarının, o dönem insanlarının sosyal
yapılarını ortaya çıkarmakla birlikte antik kentte
zenginlere ayrı fakirlere ayrı mezarların
yapıldığını da ortaya çıkarıyor. Perre Antik
Kenti’nde bugüne kadar devam eden kazılarda, çok
sayıda arkeolojik eser ortaya çıkarıldı.
Bölgenin kuzeydoğusunda
yapılan kazı çalışmalarında 44 galeri açıldı ve bu
galerilerde çok sayıda eser ve mezar bulundu. Müze
Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan geçtiğimiz yıla kadar
her bahar ve güz döneminde yapılan Perre Antik Kenti
nekropol alanındaki kazı çalışmalarının bu yıl bahar
döneminde yapılmayacağını ama güz döneminde yeniden
kazı çalışmalarının yapılacağını bildirdi.
Her gün yüzlerce
ziyaretçiye ev sahipliği yapan Perre Antik Kentinde
incelemelerde bulunan Eraslan, güz döneminde 8.
dönem kazılarını başlatacaklarını söyleyerek, kazı
çalışmalarına Adıyaman Üniversitesi, Gaziantep
Üniversitesi ve Dicle Üniversitesi öğretim
görevlileri ve öğrencilerinin de katılacağını
belirtti.
Eraslan, 2001 yılından
bugüne Perre Antik Kentinde yapılan kazı
çalışmalarında 44 galerinin açıldığını 300 lahit
mezar, 40 oda mezar ve 200 üzerinde objenin de
müzeye kazandırıldığını kaydetti.
Adıyaman Haber,
24.06.2009
|
AMASYA KALESİ'NDE KAZI
YAPILACAK
Osmanlı, Selçuklu,
Bizans ve Roma dönemlerinde savunma amaçlı
kullanılan Amasya Kalesi, Yrd. Doç.Dr. Emine Dönmez
ve ekibi tarafından kazılarak turizme
kazandırılacak.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat
Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Emine
Dönmez, yaklaşık 40 kişilik ekibi ile birlikte
Amasya'nın ortasında bulunan Harşena Dağı üzerindeki
Amasya Kalesi'nde uzun soluklu bir arkeolojik kazı
yapacak.
İstanbul Üniversitesi, TÜBİTAK ve yerel kaynakların
destekleyeceği kazı çalışmalarında Osmanlı,
Selçuklu, Bizans ve Roma Dönemi eserlerinin ortaya
çıkartılacağı kazı çalışmalarının yaklaşık 30 yıl
gibi bir zamana yayılacağı öğrenilirken, bu kazı
sayesinde Amasya Kalesi'nin ören yeri olarak turizme
kazandırılacak ve yer altında kalan kültür
varlıkları gün ışığına çıkartılacak.
Amasya Kent Haber,
24.06.2009
|
|
 |
RESTORASYON ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI
Sultan II. Beyazıt'ın annesi Gülbahar Hatun için 1484 yılında cami, medrese, imaret olarak yaptırdığı eserler arasında bulunan külliyenin restorasyon çalışmaları yüzde 99 oranında tamamlandı.
Tokat'ta, 'Meydan Çarşısı' olarak bilenen 'Gülbahar Hatun Külliyesi'nde restorasyon çalışmaları bitmek üzere. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2006 yılında onarıma alınan Gülbahar Hatun Külliyesi'nde yapım sırasında meydana gelen çökme nedeniyle proje revize edilmişti. Revize edilen proje ile yaklaşık 1 milyon 100 bin TL'ye restore edilecek tarihi mekan, yok olmaktan kurtarıldı. Tarihi mekanın dokusuna uygun olarak lokanta ve kafeterya olarak hizmet vermesi bekleniyor.
Tokat Kent Haber, 26.06.2009
|
SELÇUKLU ESERİ PİŞİRİCİ MESCİDİ VE KASTELİ
KANALİZASYON SULARINDAN ZARAR GÖRÜYOR
Gaziantep'te
su mimarisinin eşsiz örneklerinden Pişirici Mescidi
ve Kasteli, çevresindeki tarihi evlerin kanalizasyon
sularından zarar görüyor. Su giderleri kanalizasyona
verilmeyen tarihi Antep evlerinin lağım sularının
bir bölümü, Pişirici Mescidi'nin içine akıyor.
Tarihi yapının tavan ve duvarlarını aşındıran atık
su, ortama da pis bir koku yayıyor.
Kozluca Mahallesi Müftüoğlu Sokak'ta bulunan
Selçuklu Mimarisi örneği Pişirici Mescidi ve Kasteli,
özellikle yaz aylarında vatandaşların sıcaktan
korundukları ve bir müddet dinlendikleri mekanların
başında geliyor. Yeraltından çıkan soğuk suyla el ve
yüzlerini yıkayan vatandaşlar, yorgunluklarını
attıktan sonra günlük uğraşlarına dönüyor.
Ancak tarihi mekan bugünlerde çevresindeki tarihi
Antep evlerinin kanalizasyon sularından zarar
görüyor. Su giderleri kanalizasyona verilmeyen
tarihi evlerin lağım sularının bir bölümü mescidin
tavan ve duvarlarından sızarak içine akıyor.
Kanalizasyon suları ortama pis koku yaymanın yanı
sıra duvardaki Arapça yazılar ile Salavat-ı Şerife,
12 imam ismi ve Ayet-el Kürsi'ye de zarar vermeye
başlamış.
Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün
restorasyonu sonrası Pişirici Mescidi ve Kasteli'nin
işletmeciliğini üstlenen Erdal Yağlı, problemin 6
aydır devam ettiğini ve Gaziantep Su ve Kanalizasyon
İdaresi'nin (GASKİ) bu dönemde 6-7 kez çalışma
yaparak sızıntıları önlemeye çalıştığını söyledi.
Sızıntının bir bölümünün durdurulduğunu ancak tam
anlamıyla bitirilemediğini söyleyen Yağlı, problemin
çevredeki eski Antep evlerinin su giderlerinin
kanalizasyon şebekesine bağlanmamasından
kaynaklandığını belirtti.
GASKİ'nin sorunu çözmek için çalışmalarını
sürdürdüğünü ve evlerin tamamının su giderlerini
kanalizasyona bağlayacağını anlatan Yağlı, mekanı
kafeterya şeklinde kullanmayı düşündüklerini,
sızmanın önlenmesinin ardından Pişirici Mescidi ve
Kasteli'ni kafeteryaya dönüştüreceklerini ifade
etti.
Şehrin en eski kasteli olarak gösterilen
Pişirici'nin sıcaklığı, dışarıya göre 10-15 derece
daha düşük. Üst örtüsü yol seviyesinde olan kastele,
28 basamaklı bir merdivenle iniliyor. Girişte havuz,
çimecelik ve bugün kullanılmayan tuvaletlerin olduğu
bir bölüm var. Tavan kısmı oyma taştan olan mescidin
tam ortasında ise 100 yıllardır fokur fokur kaynayan
berrak su, insanı adeta büyülüyor. Mescidin iç
duvarlarında da, Arapça yazılar, Salavat-ı Şerife,
12 İmam ismi ve Ayet-el Kürsü yer alıyor.
Havuzların çevresinde oluşturulan dinlenme
yerlerinde vatandaşlar, bir süre oturup
yorgunluklarını atıyor. Şifalı olduğuna inanılan
sudan içiyor; ellerini ve yüzlerini yıkıyor. Ortamın
serinliği ve suyu ile yeniden 'tazelenenler', yarım
saatlik molanın ardından günlük koşuşturmasına
dönüyor. Hergün yüzlerce insanın uğradığı kasteldeki
havuzlardan birine salınan küçük balıklar, ortama
ayrı bir hava katıyor.
Zaman, Haber: Serkan Canbaz, 23.06.2009
|
GÖRKEMLİ AKROPOLİS MÜZESİ!
Yunanistan, 1821’de Osmanlı’dan
bağımsızlığını almadan önce Lord Elgin İstanbul’da
büyükelçiydi. Ülkenin simgesi olan Atina’da
Akropolis Tepesi’ndeki Parthenon Tapınağı’nın
görkemli mermer kabartmalarını, British Müzesi’ne
taşımıştı. Yaklaşık iki yüz yıldır Yunanların aklı,
bu yitik kabartmalarda kalmıştı.
1981’de
Andreas Papandreu başbakan seçilince ünlü sinema
sanatçısı Melina Merküri’yi (MM) kültür bakanı yaptı.
Yunanistan dışına yaptıkları resmi gezilerde
Papandreu’nun basın toplantısını, sözgelişi 30 kadar
yabancı medya temsilcisi izliyorsa, MM’ninkine 300
kişi katılıyordu. MM, “Barbar Osmanlı’nın
yağmalanmasına göz yumduğu Yunanistan tarihsel
mirası Parthenon kabartmaları geri verilmeli”
kampanyasını başlattı.
MM,
kampanyasıyla yalnızca Yunan halkında bir
bilinçlenme yaratmakla kalmadı, Yunan turizmi için
çok önemli ve etkin bir tanıtımı da gerçekleştirdi.
Yabancı meslektaşlarını, UNESCO’yu harekete geçirdi.
British Müzesi’nde TV kameraları önünde
“Atalarımızın mirasını geri istiyoruz” sözleri ile
gösteriler düzenledi.
Ancak
İngilizler “Siz, bu yapıtları Atina’daki yoğun
‘nefos (hava kirliliği)’ altında mı koruyacaksınız?
Biz, Yunan sanatını müzemizde sizden daha iyi
koruyoruz” sözleri ile alay ederek MM’yi ciddiye
almadıklarını gösterdiler. Yunanlar yılmadılar.
Yunanlar,
Akropolis’in eteğinde görkemli bir müze yapımına
başladılar. Amaç, İngilizlerin “daha iyi koruma”
kozunu ellerinden almaktı. Geçen yıl, açılmadan önce
gezme şansı elde ettiğim bu görkemli müzeyle bu
amaca ulaştıklarını gördüm. Tabii bu müzeyi yapmak,
bu kabartmaları geri getirmeye yetmeyecekti. Keşke
Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bu
müzeyi görselerdi.
Ziyaretçiler,
Akropolis’in yamacında camla kaplı tarihsel
kalıntıların üzerinden yürüyerek müzeye giriyorlar.
Böylece dışarıda arkeolojik kalıntılar, içeride
buluntular sergileniyor. Müzenin yapımına 130,
sergilemeye 30 olmak üzere toplam 150 milyon Avro
harcandı.
Cumhuriyet,
Yazı: Özgen Acar, 23.06.2009
|
YAMAÇ EVLERİ'NE KAYNAK SAĞLANDI
Borusan Holding Yönetim Kurulu
Başkanı Ahmet Kocabıyık, Efes antik kentindeki Yamaç
Evleri mermer salonunun restorasyonu için yaklaşık
300 bin Avro kaynak sağladıklarını bildirdi.
Kocabıyık, Avusturya Bilim ve Araştırma Bakanı
Johannes Hahn ile İzmir’in Selçuk İlçesi'ndeki Efes
antik kentinde Avusturya kazı ekibi tarafından
yürütülen kazıları inceledi.
Kocabıyık,
Efes Yamaç Evleri’ndeki mermer salonunun
restorasyonu için yaklaşık 300 bin Avro kaynak ile
restorasyonun devam etmesini sağladıklarını, ileriye
dönük projelere de katkı sağlayacaklarını belirtti.
Efes antik kentinde birçok önemli noktanın henüz gün
yüzüne çıkmadığını, yeni kazılarda ortaya
çıkabilecek önemli projelere destek vereceklerini
kaydeden Kocabıyık, şöyle dedi:
“Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü ile detayları görüşüyoruz.
Efes’e daha fazla kaynak ayırmak için vakıf kurma
düşüncemiz var. Topuklu ayakkabıların tarihi
kentteki taşlara zarar verdiği yönünde söylemler
var. Efes antik kentine gelen yerli ve yabancı
turistlerin daha rahat yürümesi için bir çalışma
yapılabilir diye düşünüyoruz. Yamaç Evleri’ndeki
gibi yürüme bantları olmasa da daha farklı bir
çalışma yapılabilir. Bu konuda bize düşen görev
olursa yerine getiririz.”
Cumhuriyet,
23.06.2009
|
YARIM ASIRDIR EFES ANTİK KENTİNDE
Avusturyalı mimar ve arkeolog
Anton Bammer, 50 yıldır antik Efes kentinin tarihi
zenginliklerinin ortaya çıkarılması için çalışıyor.
Efes’te 1895 yılından bu yana Avusturyalılar
tarafından yürütülen kazılara, 25 yaşında mesleğinin
ilk yıllarında katılan Bammer, 50 yıldır yılın büyük
bölümünü Selçuk’ta geçiriyor ve çalışmalarını
sürdürüyor. Bammer, antik kentin kendisini çok
etkilediğini ve yıllardır yorulmadan çalışmalarını
sürdürdüğünü belirterek, “Hayatımı Efes’e adadım”
dedi.
Efes’e
geldiği ilk yıllarda Roma şehrinde çalıştığını ve
Memmius anıtının rekonstrüksiyonunu yaptığını
anlatan Bammer, 1965 yılında Artemision kazısına
başladığını, 1970’te büyük tapınağın bir sütununu
yeniden ayağa kaldırmayı başardığını, bu yıldan
sonra her yıl Artemis’te çeşitli kazılar yaptığını,
çok sayıda kutsal temeller ve tapınaklar bulduğunu
söyledi. MÖ 8. yüzyıla ait “Hekatompedos” ve
“Peripteros” buluntularının kendisi için ayrı bir
önemi olduğunu belirten Bammer, 29 Mayıs 2009’da 75.
yaşını Efes’te kutlamanın mutluluğunu yaşadığını
kaydetti.
Efes’in,
antik çağın siyasi, ekonomik, dinsel ve kültürel
açıdan en önemli kentlerinden biri olduğuna işaret
eden Bammer, Efes’in Roma dünyasında, “Asya’nın
Işığı” olarak ünlendiğini hatırlattı. Bammer,
uluslararası alanda özellikle Artemis üzerine
yaptığı çalışmalarla, 1965 yılında, o döneme kadar
yeri tespit edilemeyen tapınak sunağını bulan kişi
olarak tanınıyor.
Bammer’in
uzun yıllar süren çalışmaları sonunda antik çağ
mimarisinde birçok anıtsal sunağın öncüsü olarak
kabul edilen Artemis sunağının, arkaik çağlardan
beri var olduğu ve MÖ 4. yüzyılda görkemli bir
şekilde yeniden inşa edildiği ortaya çıkmıştı.
Yalnızca
arkeoloji ve mimariyle ilgilenmeyen, Türkiye ve
Yunanistan gezileri sırasında rastladığı özgün
tasarımlı ahşap evlerle ilgili yazılar yazan,
suluboya resim çalışmaları yapan “Selçuk’un fahri
hemşerisi” Bammer, 2008 yılında kurulan Artemis
Tapınağı’nı bir dünya harikası olarak yeniden ayağa
kaldırmayı amaçlayan Zürih’teki “Artemis Kültür,
Sanat ve Eğitim Vakfı”nın da kurucu üyeleri arasında
yer alıyor.
Cumhuriyet, 23.06.2009
|
ESKİ ESERLERE YENİ PAZARLAR

Divriği
Külliyesi, Türkiye'de tarihi mirasın korunması
alanında atılan yanlış adımlardan birini temsil
ediyor. Cevaplanmaya muhtaç birçok soru var.
Bundan bir
süre önce Türkiye Bilimler Akademisi'nde (TÜBA)
Bosna'daki Osmanlı anıtlarının TİKA (Türk İşbirliği
ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı) tarafından yürütülen
restorasyon uygulamalarını tanıtan bir sunumun
ardından, konuşmayı dinleyen öğretim üyelerinden
biri "Restorasyon nedir?" sorusunu sordu. Bu doğru
bir soruydu, çünkü eski eser restorasyonunu musluk
tamirinden bir çentik yukarıda tutan Türkiye'de bu
sorunun sorulması bir zorunluluk, sorunun
restorasyon işlerinden sorumlu olanlara yönelmesi
ise bir gerekliliktir.
İmdi, bu
konuyu biraz açmak için güncel bir örneğe, 28
Nisan'da İTÜ Mimarlık Fakültesi'nde Prof. Doğan
Kuban danışmanlığında açılan, küratörü ve
tasarımcısı Y. Mimar H. Basri Hamulu olan bir
sergiye gözatalım: Divriği'de bulunan ve Ortaçağ
Anadolu'sunun en seçkin yapıtlarından olduğu öteden
beri bilinen, 1228 tarihli Mengücekoğulları'nın
külliyesiyle ilgili olan bu serginin afiş başlığında,
serginin, taş işçiliğiyle ünlenen külliyenin "yontu"larıyla
ilgili olduğu belirtiliyordu. Ancak, asıl amaçlanan,
öyle anlaşılıyor ki, bir müzeye dönüştürülmesi
tavsiye edilen bu külliyeyi ‘korumak' üzere
tasarlanan ve onu ‘külliyen' örtmesi öngörülen cam
çardağı tanıtmak ve promosyonunu yapmak. Salı pazarı
güneşliği havasındaki çardağın pratik ve estetik
fukaralığına geçmeden, bu girişimin hangi ilkesel
tabana oturtulmaya çalışıldığını ve hangi kuramsal
gerekçelere dayandırıldığını anlamaya çalışalım!
Öteden beri
vurgulandığı gibi Divriği külliyesi, Ortaçağ
Anadolu'sunun en ilginç ve şaşırtıcı yapıtlarından
biridir ve bu özelliğini sadece çok yüksek düzeydeki
taş işçiliği ile dekorasyonundan değil ama
alışılmışın dışında öğeler içeren planimetrik ve
yapısal özelliklerinden de alır. Ve bu özellikler,
Kafkaslardan İran ve Ortadoğu'ya uzandığı anlaşılan,
ancak bütün parametreleri açıklığa kavuşmamış olan
karmaşık bir kültürel ortamın tarihsel
dinamiklerinin kesiştikleri bir ‘an'ın ifadesidir.
Ne ki, kötü bir sergilemeyle hakkı yenen Cemal
Emden'in gözalıcı fotoğraflarına eşlik eden tanıtma
metni, külliyenin kültürel ve estetik önemini
duygusal, yuvarlak tanımlamalarla vurgularken,
anıtsal değeri su götürmeyen bu yapıdan neden bir "müze"
yapılması istendiğini, külliyeyi müze haline
getirmenin ise neden cam bir şemsiyeyi
gerektirdiğini yeterince makul gerekçelerle
anlatmıyor. Başka türlü söylersek, değeri ve
ilginçliği kendi mimari yapısından menkul olan bu
yapıyı korumaya almak için, onun bir anıt olma
özelliğinin neden yeterli bulunmadığı ve ona neden
ille fazladan bir müze işlevi yüklenmek istendiği
doğrusu anlaşılmıyor.
Öte yandan,
onarım ve koruma işlemleri söz konusu olduğunda,
herhangi bir yapının taşıdığı kültürel ya da
tarihsel önemin sadece bir başlangıç, zorlu bir
sürece verilen bir pasaporttan fazlası olmadığı
unutulmuş gibi! Gerçekten de, Divriği külliyesinin
akıllara ziyan saçaklı bir müzeye çevrilmesinin,
herhalde aşağıdaki şu sorulara yanıt verildikten
sonra önerilmesi, serginin, hiç olmazsa bu sorulara
yol açılmasına fırsat vermeyecek içerikte
düzenlenmesi gerekirdi. Şöyle ki:
Sorular
Divriği
külliyesinin korunması yolunda atılacak ilk adımın,
yani yakın çevresi ve karşı karşıya durduğu bilinen
Mengücek Sarayı ile mekansal ilişkisinin
araştırılması ve bu konuda veri elde etmek için
sondaj ya da kazılar yapılması olması beklenir. Bu
yapıldı mı?
Divriği
külliyesinin müzeye dönüştürülmesi önerisine
geçmeden önce, korunması için gerekli bütün
önlemlerin alınmış olması, bunun için de öncelikle
ayrıntılı yapısal analizinin yapılması, malzeme
özellikleri, bozulmaları, statik durumunun
incelenmesi ve en önemlisi, bu işlerin ehil kişiler,
yani deneyimli ve iyi eğitilmiş ‘restorasyon
uzmanları'na bırakılmış olması gerekirdi. Bu yapıldı
mı? Yapılmışsa elde edilen bilgi ve sonuçlar neden
sergiye yansıtılmadı? Unutmamalı ki, koruma alanında
uzmanlık ve deneyimin ölçüsü salt kişilerin
unvanları olsaydı, Assos kalıntılarından Mahmut Paşa
hamamına uzanan bir skaladaki yapıtlar onarımla
maskaraya dönmezdi.
Müzeye
dönüştürülmesi istenen Divriği külliyesinin daha
önce yapılan onarımının bir değerlendirmesi yapıldı
ve bu onarım onaylandı mı? Varsa, yanlışları ve
yapıya getirdiği zararın giderilmesi yolunda bir
rapor hazırlandı ve işleme sokuldu mu?
Ve nihayet, külliyeyi koruması öngörülen (?) cam çardak formülünün dışında başka seçenekler üzerinde duruldu mu? Bunlar hangileri ve neden sergide tanıtılmadı? Cam çardak formülü külliyenin korunması için düşünülmüş tek ve biricik seçenek mi? Niçin? Değilse bu formülün yeğlenmesine götüren kriterler nelerdir?
Anlayan
anladı, Divriği külliyesi Türkiye'de tarihi mirasın
korunması alanında atılan yanlış adımlardan sadece
bir tanesini temsil ediyor. Koruma alanında yapılan
yanlış ve sabuklamaların haddi hesabı yok ve bütün
bunlar, turistlere göstereceğiz diye telaşa
düştüğümüz kültürel malvarlığımızı geriye dönüşü
olmayacak derecede sakatlıyor, giderek yok ediyor.
Selçuk Belediyesi'nin Selçuk Üniversitesi'nden
uzmanlarla -ve belli ki halisane niyetlerle-
hazırladığı iki kocaman, kuşe kağıdına basılmış
Selçuk mimarisi örneklerini tanıtan albümlerde
fotoğrafları bulunan yapılara bir gözatmak sanırım
yetiyor!.. Adından başka eskiliği kalmamış yapıların
fayanslar briketler ve yeşile boyanmış
parmaklıklarla nasıl korunduğuna bakılsın. Ve
düşünülsün ki, mevzuatı, örgütlenişi ve
uygulamalarıyla Türkiye'de koruma olgusunu
tartışmaya açmadığımız, ‘koruma' başlığı altında
yapılan maskaralıklara, işlenen suçlara çaresizlik
ve bıkkınlıkla göz yummayı sürdürdüğümüz takdirde,
en yetkili ağızların çok bilmiş edalarla terennüm
ettikleri "kültür turizm içindir, turizm ise kültür
için" saptırmasına daha uzun süre katlanmak zorunda
kalacağız.
Bu ülkede
alaylı takımından olmayan, bu işi hakkıyla ve doğru
yerlerde öğrenmiş bunca genç ya da genç irisi kişi
dururken, bu ülkenin kültürel ve tarihsel
taşınmazları, çoğu ‘koruma' işinin kuram ve
mevzuatından bihaber, akademik çevreden gelen mimar,
şehirci, arkeolog ya da sanat tarihçisi olmanın
ötesinde, koruma alanında bir ehliyeti olmayan kurul
üyelerinin kararlarına ve en düşük rakkama prim
veren bir ihale anlayışının başdöndürücü sefaletine
mahkumdur. Yapmayın Allah aşkına!
Radikal, Yazı: Prof.Dr. Ayda Arel, 23.06.2009
|
TRALLEIS'DE KAZILAR 1 TEMMUZ'DA BAŞLIYOR
Tralleis Antik Kenti'nde yeni
sezon kazı çalışmaları 1 Temmuz'da başlıyor.
Tralleis
Kazı Başkanı, Adnan Menderes Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim
Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Rafet Dinç, gazetecilere
yaptığı açıklamada, ruhsat prosedürü uyarınca kazı
çalışmalarına 1 Temmuz'da başlayacaklarını söyledi.
Yrd.
Doç.Dr. Dinç, bu yıl ağırlıklı olarak bakım ve koruma
çalışmaları yapacaklarını, Tralleis kazı alanını
tamamen temizleyeceklerini, dolgu toprak kaymalarını
düzelteceklerini belirterek, şöyle konuştu: "Bugüne
kadar Tralleis'in yüzde 3-4'ünü kazdık. Daha gün
yüzüne çıkacak çok önemli eserler olduğunu
düşünüyorum. Bugüne kadar çok önemli bulgular elde
ettik. Artık geçmişi bir kenara bırakıp bu yıl
çalışmalarımızı bakım, onarım ve koruma üzerine
kurduk. Aydın, Tralleis'in meyvelerini toplamalı. Bu
kapsamda Tralleis'in tanıtımına büyük önem veriyoruz.
Tralleis yakınlarındaki taş ocakları ve su
kemerlerini içine alan bir destinasyon yaratıp gelen
turistleri en az yarım gün burada tutabilecek hale
getirmemiz lazım. Bu konuda el birliği içinde
çalışmalıyız."
Kendisinin
1996-2002 yıllarında Tralleis Antik Kenti
kazılarında başkanlık yaptığını hatırlatan Dinç,
kazılarının en önemli noktası olan master plan
çalışmasının da yine kendisi tarafından 1993-1996
yıllarında 3 yıllık yoğun çalışma sonucu ortaya
çıkarıldığını kaydetti.
Haber
Ekspres, 23.06.2009
|
"MÜHENDİSLER TARİHİ YAPILARI İNCELEMELİ"
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ)
Mimarlık Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Adem Doğangün, Bursalı inşaat mühendislerine
tarihi yapıları dikkatle incelemeleri tavsiyesinde
bulundu.
İnşaat
Mühendisleri Odası (İMO) Bursa Şubesi tarafından
tertiplenen `Tarihi Yapılarda Taşıyıcı Sistem Seçimi`
seminerine katılan Prof.Dr. Doğangün, inşaat
mühendislerine seslenerek, `Bursa bir tarihi yapı
şehri. Bu eserlerdeki sağlamlık ve zarafeti bütün
mimar ve mühendisler örnek almalıdır` dedi.
İMO Bursa
Şubesi, üyelerini bilgilendirmek amacıyla
düzenlediği seminerlere bir yenisini daha ekledi.
Prof.Dr. Adem Doğangün tarafından verilen `Tarihi
Yapılarda Taşıyıcı Sistem Seçimi` isimli seminerde,
eski yapıların taşıyıcı sistemleri incelendi.
Seminerde, eski mimarların dikkat ettiği unsurlar
anlatılırken, ikinci kısımda ise hesaplarda dikkate
alınmayan, ancak yapı davranışlarını etkileyen dolgu
duvarlar ayrıntılı bir şekilde ele alındı.
İstanbul`un
ardından tarihi yapıların en çok Bursa`da
bulunduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Doğangün,
eserlerin dikkatle incelenmesi ve güçsüz durumda
bulunanlara müdahale edilmesi gerektiğini aktardı.
Bursa`daki tarihi yapıların mevcut durumunu henüz
inceleme fırsatı bulamadığını söyleyen Doğangün, Çok
geniş bir araştırma yapılması gerekiyor. Kent
yöneticileri, Uludağ Üniversitesi yetkilileri ve
meslek odaları bu konuda birleşip başarılı bir
çalışma yapabilir. Umarım Bursa`da bulunan bu tarihi
eser zenginliği kaybedilmeden değeri anlaşılır` diye
konuştu
Bursa Olay, 23.06.2009
|
"AYASULUK TEPESİ'Nİ ARKEOLOJİK PARK HALİNE
GETİRECEĞİZ"
Selçuk
Kalesi ve St. Jean Anıtı'nın bulunduğu Ayasuluk
Tepesi'nde 2009 dönemi kazı çalışmaları başladı.
Kazı ve onarım çalışmaları, Pamukkale Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı başkanlığındaki 20 kişilik ekiple
yürütülüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün izniyle 2
yıldan beri kazı ve onarım çalışmalarına başkanlık
yapan Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Anıtı Kazı Başkanı
Büyükkolancı, çalışmanın 2007 yılında Pamukkale
Üniversitesine verildiğini ve geçen iki yıl içinde
kazı çalışmalarının kalede yoğunlaştığını söyledi.
Bu yıl
çalışmaların 4 ay süreceğini ve 15 Ekimde sona
ereceğini anlatan Büyükkolancı, şöyle dedi: ''Bu
dönemde özellikle Kalenin batısındaki sur
duvarlarının kazısı yapılacak ve hemen arkasından
onarımına başlanacak. Şartlar uygun olursa amacımız
3 yıl içinde Kaleyi arkeolojik bir park haline
getirebilmek ve ziyarete açmaktır. Selçuk İlçesine
gelen ziyaretçilere Kale, St. Jean Anıtı, İsabey
Camisi ve mümkün olursa Artemision'u da içine alan
yeni bir güzergah yaratmayı hedefliyoruz.''
Dr.
Büyükkolancı, bu güzergahın Selçuk'a gelen
ziyaretçilerin ilçede kalma sürelerini artıracağını
belirterek, şunları söyledi: ''2009 yılında Kültür
ve Turizm Bakanlığının kazımıza 100 bin TL işçi
ücreti vereceğini öğrendik. Bu konuda Bakanlığa ve
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne
minnettarız. Bu ödenekle Kalenin batı sur
duvarlarının yanı sıra, Kale komutanına ait konutun
kazısı yapılıp ortaya çıkarılacaktır. 2008 yılında
Kültür ve Turizm Bakanlığının yanı sıra Selçuk
Belediyesi de Kalede yapılacak acil onarımlara
önemli destek sağladı. Selçuk Belediye Başkanı Vefa
Ülgür 2009 yılında da kazımıza 30 işçi, 5 usta ve
restorasyon malzemesi desteğinde bulunacağına dair
söz verdi.''
Ayasuluk
Tepesi Kazı Başkanlığı ile Selçuk Belediyesi'nin
işbirliğinin bu yıl da devam edecek olmasından
memnuniyet duyduklarını kaydeden Büyükkolancı şöyle
devam etti: ''Kale duvarları ve içindeki yapıların
onarım projelerinin yapımıyla ilgili olarak Selçuk
Belediyesi bize projelerin yapımı için destek olacak.
Bu amaçla Vefa Ülgür, geçen ay İzmir Valiliği ve İl
Özel İdaresinden sur duvarlarının restorasyon
projesinin yapımı için proje ödeneği isteğinde
bulundu.''
Dr.
Büyükkolancı, Selçuk Kaymakamı Aziz İnci, Efes
Müzesi Müdürü Cengiz Topal, müze çalışanlarının,
ayrıca kazı evi ve ekibinin ihtiyaçlarını karşılayan
Selçuk Ticaret Odası Başkanı Cumhur Yelken'in
kendilerine destek sağladığını anlattı.
Yeni Asır, 23.06.2009
|
TARİHİ TAŞHAN'A ÖZEL
İLGİ

Amasya'da 250 yıl önce
yaptırılan ve bu zamana kadar çok sayıda doğal afet
ve yangına maruz kalan tarihi Taşhan, onarımının
tamamlanmasından sonra turizme hizmet edecek.
Amasya'da Mutasarrıf Hacı Mehmet Paşa tarafından
1758 yılında yaptırılan ve bu zamana kadar çok
sayıda deprem ve yangına maruz kalan tarihi Taşhan,
Amasya Valiliği tarafından onarılacak. 1758 yılında
yapıldıktan sonra bu zamana kadar çok sayıda deprem,
yangın, su baskını gibi afetlere maruz kalan, bakım,
onarım ve restorasyon yapılmadığı için taşıyıcı
kolan ve duvarları zarar gören tarihi Taşhan'ın
sahiplerinin yönetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne
devretmesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün de
Yap-İşlet-Devret modeliyle tarihi Taşhan'ın
onarımını üstlenecek kimseyi bulamamasından sonra
devreye giren Amasya Valiliği, tarihi Taşhan'ı 29
yıllığına Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden aslına uygun
olarak yaptırmak ve kiraya vermek üzere kiralamıştı.
İl Özel İdaresi tarafından projesi ihale edilen
Taşhan, aslına uygun olarak onarıldıktan sonra
içerisinde otel, restoran, turistik eşya satış
reyonları ve kafeler olacak. 2001 yılında
tamamlanması planlanan Taşhan'ın onarımının üzerinde
titizlikle durulurken, aslına tam olarak uygun
olması için yoğun çaba harcanıyor.
Amasya Kent Haber,
23.06.2009
|
CHRISTIE'S SAHTE RESİM SATMIŞ
The Sunday Times gazetesi, dünkü
sayısında dünyaca ünlü Christie's müzayede evinin
düzenlediği eski bir açık artırmada 'sahte' eser
sattığını öne süren bir haber yayımladı. Habere göre
19'uncu yüzyıl Rus sanatçısı Bork Kustodiev'e ait
olduğu iddia olunan, Odalık adlı, 1 milyon 690 bin
sterlin değerindeki resmin, 'sahte' olduğu anlaşıldı.
Çıplak bir kadını uzanmış halde tasvir eden resmin
sahteliği, Rusya'daki kültürel inceleme kuruluşu
Rosokhankultura tarafından öne sürüldü. Rus uzman
Vladimir Roschin, Christie's'in 2000, Sotheby's
müzayede evinin ise 2002'de yaptığı satışlarda da
sahte resimleri piyasaya sürdüğüne de dikkati çekti.
Sabah,
23.06.2009
|
ANTİK YOLCULUĞA FIRTINALI BAŞLANGIÇ
İzmir-Foça-Marsilya Tarihe
Yolculuk projesi kapsamında antik gemiler model
alınarak hazırlanan "Kybele" adlı yelkenli, bin 700
millik yolculuğuna "fırtınalı'' başladı. 8
Haziran'da İzmir Urla'dan yola çıkan Kybele, sadece
yelken ve küreklerle MÖ 600'lü yıllarda
Phokialıların Ege ve Akdeniz'de koloni kurduğu Velia,
Alalia, Nice ve Antibes limanlarına uğrayarak,
Marsilya'ya gitmeyi amaçlıyordu. 20 kürekçi, 3
yelkenci ve 2 dümenciyle yola çıkan gemi
Yunanistan'ın Pire Limanı'na şiddetli fırtınaya
yakalandı. Kea Adası'na 10 gün fırtınanın dinmesini
bekleyen Kybele bugün Korent Kanalı'ndan geçecek.
Sabah, 23.06.2009
|
|
 |
1 MİLYON TL'LİK TARİHİ ONARIM
Tokat'ta yaklaşık 1 milyon TL'ye mal olacak 52 tarihi evin dış cephesinin onarımına başlandı.
Tarihi Beyhamam Sokak'ta bulunan 52 eski Tokat evinin proje kapsamında dış cephesi onarılarak Mevlevihane ile bir bütünlük sağlaması amacıyla restorasyon çalışmaları başlatıldı. İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz, yaklaşık 1 milyon TL'ye mal olacak projeyle binaların dış cephe giydirme, camlar, yağmur olukları ve tavanlarının yaptırılacağını açıkladı. Tokat'a Bey Sokağı, Halis Sokağı gibi bir sokağın daha kazandırılacağını ifade eden Akyüz, "Tarihi ve turistik zenginliklerimizi gün yüzüne çıkartmak, insanların hizmetine sunmak bizim birinci vazifemiz. Burada Tokat'a gelen yerli ve yabancı turistlerin gezebileceği mekanları gün yüzüne çıkartmak. En büyük amacımız, restoresi yapılan evlerin sahiplerinin daha sonradan müracaat ederek, butik evler, restoranlar, otel şeklinde hizmete sunulması. Bunu örnekleri Amasya'da var. Burada vatandaşlarımıza iş düşüyor" dedi.
Tokat Kent Haber, 23.06.2009
|
MARMARAY İNŞAATI ANA MERKEZDEKİ KAZILARDA SONA
YAKLAŞILDI

Arkeoloji
Müzesi olarak metro istasyonunun geçeceği Ana Merkez
alandaki çalışmalarını tamamladıklarını açıklayan
arkeolog Yaşar Anılır, bu alanda Marmaray inşaatına
başlanabileceğini ve jeologların miosen dediği son
noktaya gelerek ana toprağa indiklerini belirtti.
İstanbul
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü işbirliği ile
Yenikapı'daki Marmaray ve metro inşaatının yapıldığı
arkelojik kazı alanına bir inceleme gezisi
düzenleyen Turizm Gazetecileri ve Yazarları Derneği
(TUYED) üyeleri, Kazı alanı sorumlusu arkeolog Yaşar
Anılır'dan kazılara ilişkin son bilgileri alarak
sona yaklaşılan kazılarda ortaya çıkarılan bazı
eserleri yerinde gördü.
TUYED
üyelerine kazılar hakkında bilgi veren arkeolog
Yaşar Anılır, Arkeoloji Müzesi olarak metro
istasyonunun geçeceği Ana Merkez alandaki
çalışmalarını tamamladıklarını belirterek, "Şu anda
bu alanda Marmaray inşaatına başlanabilir.
Jeologların miosen dediği son noktaya geldik, ana
toprağa indik. Bulduklarımızı Arkeoloji Müzesi'nde
teşhir edeceğiz. Buradan çıkan mezarlar belki 2010
yılında müzede sergilenecek" dedi.

Kazılarda
ortaya çıkarılan eserlerin sayısının bu ay
itibariyle 12 bin 600'e ulaştığını ifade eden Anılır,
Marmaray inşaatının gecikmesi nedeniyle kazıların
aceleye getirildiği iddiaları ile ilgili olarak da,
“Medyaya da yansıyan bu iddiayı reddeden Yaşar
Anılır, "Kazıları metro inşaatı aksayacak diye
aceleye getirseydik, şimdi ulaştığımız eserleri
bulmamız mümkün olmazdı. Bizim zaman sınırımız yok,
kazı ne zaman biterse o zaman bu alandan gideceğiz"
diye konuştu.
Marmaray
Projesi'nin gerçekleştirileceği alandaki kazılarda
ana toprağa indiklerini, eksi 8,5-10 metre arasına
kadar geldiklerini bildiren Anılır, metro kazısında
ana toprağa henüz gelmediklerini, eksi 7,78 metre
mesafede olduklarını kaydetti.
Türkiye'de
ilk defa böylesine büyük bir alanda ve balçığın
içinde kazı yaptıklarını söyleyen Anılır, TUYED
üyelerinin kazının bütçesine ilişkin sorularına ise
bütçe konusunun kendilerini ilgilendirmediğini
vurgulayarak şu yanıtı verdi: "Büyükşehir Belediyesi
ve Ulaştırma Bakanlığı kazıların masraflarını
karşılıyor. Burada böyle bir inşaata başlanmamış
olsaydı bu kadar büyük bir kazı yapma imkanımız asla
olmazdı, kimse bu kadar parayı karşılamazdı. Şu anda
zorunlu bir kurtarma kazısı yapıyoruz. Bir anlamda
buradan metro inşaatının geçmesi arkelojik açıdan
büyük bir şans oldu."
İstanbul
Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nün Yenikapı'da yaptığı
kazının son durumu ve alandaki son bulgular özetle
şöyle:
* 2004
yılının kasım ayında arkeolojik kazı çalışmaları
başladı. Şu anda kazı alanının büyük bir kısmında iş
bitti, sadece batı tarafta çalışmalar devam ediyor.
* Kazıları
İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü yapıyor,
bulunanlar da İstanbul Üniversitesi tarafından
kaldırılıyor. Marmaray metro kazılarında 350 kişi
çalışıyor, bunun 50'si teknik eleman; aralarında 5
mimar, 4 fotoğrafçı, serbest arkeologlar vs. gibi
elemanlar var.
* Kazı
yapılan alan 11 bin m2, metro inşaatının olduğu
alanın tamamı ise 58 bin m2.
* Bu bölge
Bizans döneminde Theodosius Limanı olarak
bilinmekteydi. Kazı alanının ilk katmanında Osmanlı
dönemine ait eserler, onun altında 13. yy'dan kalma
bir kilise kalıntısı bulundu. Bu kilise Anıtlar
Kurulu kararıyla kesilip daha sonra yerine monte
edilmek üzere kaldırıldı.
* Öte yandan
MS 11. ve 16. yy'a ait 33 tane gemi batığı ortaya
çıkarıldı. Bu batıkların çoğu kaldırıldı, birkaç
tanesi alanda özel olarak muhafaza ediliyor.
Batıklarının çoğunlukla ticaret yapan gemiler olduğu
düşünülüyor.
* Kazı, bir
deniz tabanı üzerinde gerçekleştirildi. Jeologlar
burada MÖ birinci 1000'den itibaren bir deniz
tabanı olduğunu ifade ediyor; son kazıda da MÖ. 4
yy'a ait seramikler ortaya çıktı. MS 11. yy'de
denizin dolduğu ve limanın terk edildiği anlaşılıyor.
* Deniz
tabanının altında ikinci bir deniz tabanı daha vardı.
Jeologlar tarih olarak MÖ. 5200 yıllarını veriyor.
* Neolitik döneme ilişkin ortaya çıkarılan kalıntılar arasındaki ölü küpleri de bir ilkti. O döneme ilişkin ilk kez ölülerin yakıldığına ilişkin bulgular tespit edildi. Anadolu'da daha önce ölülerin yakıldığına ilişkin bulguya rastlanmamıştı.
* Ölü gömü
şekli konusunda da bir ilke rastlandı. Bir mezarın
altında ahşap ızgaralar vardı, yanında başka bir ölü
küpü çıktı.
* Toprak
altında eksi 8,5 seviyelerinde 123 tane ağaç ortaya
çıkarıldı, bu da bir ilkti. Bu ağaçlar temizlendi,
kaldırıldı; incelemeler sürüyor.
* Kazılar
İstanbul'un tarihinde tsunami diye bir şey
olmadığını ortaya koydu. Arkeolog Yaşar Anılır'a
göre çünkü bulunan gemi batıklarının hepsi düz bir
alana yayılmıştı, dağınık bir alana yayılmamıştı.
Herşey düz bulundu. Tsunami olsaydı kalıntılar
dağınık vaziyette olurdu.
* Theodosius
Limanı’nın altındaki katmanda MÖ 6.500’lü yıllara
ait olduğu tahmin edilen 4 insan iskeleti ile ahşap
savunma silahları, ahşap eşyalar ve kano kürekleri
bulundu. Daha önce İstanbul’un çevrelerinde
neolotik döneme ait bulgulara rastlanılmıştı ancak
tarihi yarımada da ilk kez böyle bulgular ortaya
çıkarıldı.
* Neolitik (Cilalı Taş Devri) dönem bataklık içinde 'urne' tipi 8 bin yıllık tarihi mezarlar bulundu. Anadolu tarihinde bir ilk olan mezarların ortaya çıkarılmasıyla, İstanbul'da tarihin ilk insan topluluklarının yaşadığı kesinleşmiş oldu.

Eski çağlarda mezarlıklarda yapılan gömüler, çoğunlukla normal gömme, kimi zaman da yakarak gömme şeklinde oluyordu. Yakılarak gömülmüş ölülerin külleri ve yakma töreninden geriye kalanlar çoğu kez urne (pişmiş toprak kap) denilen kaba, bazen de tekne ve kapaktan oluşan "ostothek" ya da "larnax" denen küçük taş, mahfaza içine konuyordu.
Kremasyon
gömülerde yani ceset yakılmışsa ölen kişinin giysisi,
süs eşyaları veya örneğin okla öldüyse bu ok kabın
içine konurdu. Bilinen kremasyon gömü şekli Anadolu
arkeolojisinde bugüne kadar erken tunç çağında
görüldü. Ancak bu gömü şekli, 8 bin yıl öncesine
dayanan Neolitik dönem kazılarında rastlanılan bir
durum değildi.
Bu tip gömü
şekli, ilk kez Yenikapı'da devam eden Marmaray
kazıları sırasında ortaya çıktı. Urnelerin içinde
ölülerin özel eşyaları ile bir beze sarılı küller ve
bunun üzerine günlük kullanım kapları konulduğu
görüldü. Ayrıca bir urne içinde de bebek iskeletine
ait kemikler bulundu. Uzmanlar, buranın bir mezarlık
olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Daha önce
bulunan eserler için yapılan, dere yatağı ile başka
yerlerden taşındığı görüşünün son buluntularla
çürüdüğü kaydediliyor.
Neolitik Çağ
(MÖ 8000-5500) ya da diğer adıyla Cilalı Taş
Devri’nde önceki devirlere göre daha sert ve daha
düzgün taş aletler yapıldı. Topraktan veya kilden
yapılan kaplar ateşte pişirildi, bunun sonucunda
seramik sanatı başladı. Bu devirdeki insanlar bilgi
ve teknikte önceki dönemlere göre oldukça ileri bir
düzeye çıktı. İnsanların avcılık ve göçebeliği
bırakıp yerleşik düzene geçmesi de bu dönemde
başladı. Birbirine yakın aileler topluca bir yerde
oturarak köyleri meydana getirdi. Böylece tarihteki
ilk köyler kuruldu.
Ayrıca
insanlar tahıl üretimine de başlayıp, hayvanlar
evcilleştirilip, insanlar tüketicilikten üretici
duruma geçti. İlk defa ticaret de başladı. Neolitik
Devrim, ilk olarak Orta Doğu, Önasya, Uzakdoğu gibi
geniş ve düzenli akarsuların yaygın olduğu
bölgelerde ortaya çıktı.
Turizm Gazetesi, 22.06.2009
|
ESKİ HAMAMLAR BİR BİR KAFE OLUYOR

Türkiye'nin dört bir yanındaki metruk hamamlar,
bir bir restore edilip kafe yapılıyor. Su şırıltısı,
sabun kokusu ve dost muhabbetiyle hayat bulan
'hamam' kavramı artık bu yapıların sadece adında ve
tarihinde yer alıyor. Görmüş geçirmiş neslin
çocukluk hamamlarından geriye bir dost muhabbeti
baki kalıyor.
Bir zamanlar sıcak buharların yükseldiği
kubbelerin altında, doğal kaynak sularıyla
temizlenme mekanıydı hamamlar. Erkeklerin dinlenme,
kadınların sosyalleşme, kayınvalidelerin gelin bulma
yeriydi yüzyıllar boyu. Zaman değişti. Alışkanlıklar
da. Tabii hamamlar da... Selçuklu'nun, Osmanlı'nın
Türk İslam motifleriyle kurduğu hamamların pek çoğu
önce çarpık kentleşmenin, duyarsızlığın, hoyratlığın
kurbanı oldu. Kimi yıkılıp gitti, kimi depo oldu.
Tarihi mirasa hep kötü eller uzanacak değil ya!
Türkiye'nin dört bir yanında hırpalanmış, terk
edilmiş hamamlar, farklı alanlarda hizmet vermesi
için bir bir restore edildi, ediliyor. Su şırıltısı,
sabun kokusu ve dost muhabbetiyle hayat bulan
'hamam' kavramı artık bu yapıların sadece adında ve
tarihinde yer alıyor. Görmüş geçirmiş neslin
çocukluk hamamlarından geriye bir dost muhabbeti
baki kalıyor. Koca kubbenin lale ya da hilal desenli
minik deliklerinden sızan ışıkların altında, artık
Türk kahvesi yudumlanıyor, nargile fokurduyor,
yöresel yemekler yeniyor, kültürel faaliyetler
düzenleniyor. Çarşı, pazar yürüyüşlerinin ferahfeza
durağı, şehir hengamesinde boğulan hayatların
soluklanma mekanı... Öyle bir de doğal serinliği var
ki; yaz sıcağından bunalıp da kendini eski hamam
yeni kafeye atanların değmeyin keyfine. Hem bu
keyif, bir değil, her yerde. İstanbul'da, Bursa'da,
Gaziantep'te, Erzurum'da...
Tahtakale Hamamı'nda İstanbul Kahvehanesi
Tahtakale Hamamı, İstanbul'un en büyük ve en eski
hamamı. Tabii şimdilerde hamam değil. Bir kısmı han
olarak kullanılan hamamın tam merkezinde İstanbul
Kahvehanesi bulunuyor. Uzun yıllar asıl işlevinin
dışında kullanılmış Tahtakale Hamamı. 1980'li
yıllarda soğuk hava deposu olarak İstanbul'un buz
ihtiyacını karşılamış. 1988'de Azmi Sebat Grubu
satın almış burayı.
Restorasyonunu da Prof.Dr.
Doğan Kubat'a yaptırmış. Restorasyon beş yıl sürmüş.
Tarihi hamamdan 700 kamyon moloz çıkarıldığını
söylersek restorasyon süresinin neden bu kadar uzun
olduğu anlaşılır herhalde. Ardından hamamın bir
kısmı dükkan olarak kiralanmış. Fakat beş yüz yıllık
Tahtakale Hamamı'nın asıl yüzü, İstanbul
Kahvehanesi.
Eminönü'ndeki Mısır Çarşısı'nın allı morlu
dükkanlarını aşıp Rüstem Paşa Camii'ne ulaşınca sola
dönüp minik bir arayı aşınca 'Bu koca hamam buraya
nasıl sıkışmış?' dedirten heybetiyle karşılıyor
Tahtakale Hamamı. İçeri ilk adımı atmak ferahlamak
için yetiyor yaz sıcağında. Sağlı sollu dükkanlar,
tam karşıda İstanbul Kahvehanesi... Türk sanat musikisinin ruh okşayan tınılarıyla gelen hoş davete
kim icabet etmez ki? İşlemeli sehpalar, sedirler...
Duvarları Osmanlı padişahlarının, Safiye Sultan'ın
resimleri süslüyor. Bir köşeye oturup kubbeyi,
ortadaki havuzu, sütunları seyre dalıyoruz. Klima
yok, ama ortam gayet serin. Sipariş verdiğimiz Türk
kahvesi geliyor bu arada. Kahveyi getiren Başak
Özdemir'le muhabbet ediyoruz biraz. Konyalı Ahmet
Cizrelioğlu işletiyormuş İstanbul Kahvehanesi'ni.
Kardeşi Mithat ile Londra'da yaşarken bir internet
sitesinde Tahtakale Hamamı'nı görmüşler. 'Burayı
değerlendirelim.' deyip altı yıl önce İstanbul
Kahvehanesi'ni açmışlar. Daha çok turistler
geliyormuş buraya. Türk kahvesi ve sandviçleri
ünlüymüş. Türk kahvesi, Başak'ın dediği kadar var.
Gaziantep Cafe Şehzade
Gaziantep'in Şahinbey İlçesi'ndeki Keyvanbey Hamamı
da eski hamam, yeni kafelerden. 1161 yılında
Selçuklular tarafından yaptırılan hamam, yaklaşık 30
yıl öncesine kadar asıl işlevini sürdürmüş. Ardından
mobilya galerisi olmuş tarihi hamam. Sonrasında da
boş kalmış, bir süre depo olmuş. İşte bu sırada
İstanbul'da kebapçılık yapan Mehmet Ciğerli,
memlekete dönüş kararı almış. Bakmış ki Alaybey
Mahallesi'ndeki Keyvanbey Hamamı, yatırım için uygun
bir yer. Kiralamış hemen. Aslına uygun olarak
restorasyonunu yaptırmış. Tadilata başladığında
çevre esnaftan 'Döktüğün paraya yazık' eleştirileri
gelmiş. "Epey gülen oldu ama Mevla'm nasip etti."
diyor Mehmet Ciğerli. Böylece Keyvanbey Hamamı'nı
2000 yılında Cafe Şehzade olarak yeniden hizmete
açmış. Hamamın iç dekorasyonunu eski saray döşeme
tarzına uygun yaptırmış. Ağaç işçiliği kullanılmış
mobilyalarda. Sıcak Gaziantep günlerini kapı dışında
bırakıp doğal serinlikte çay ya da kahve
yudumlamanın mekanı olmuş böylece.
Amasra Hamam Kafe
Bartın'ın Amasra İlçesi'nde de kafeye dönüştürülen
tarihi bir hamam var. Deniz kıyısındaki tarihi Sağır
Osmanlar Hamamı, yaklaşık 20 yıl boyunca kapalı
tutulduktan sonra 2000'de Aysel Uyan tarafından
kiralanmış. Aysel Hanım, "İzbe bir yerdi.
Orijinalini bozmadan ayağa kaldırmaya çalıştık."
diyor. Çevre illerden dahi müşterilerinin olduğunu
söylüyor Aysel Hanım. Rağbetin büyüklüğünü
anlatırken, "Her türlü ürün elimden çıkma da ondan."
diyor. Özellikle Aysel Hanım'ın lokma tatlısı çok
ünlü. "Lokmamın Türkiye'de eşi benzeri yoktur." diye
sözlerine ekliyor. Tabii İskele Caddesi'ndeki Hamam Kafe'ye gitmişken Amasra mantısını tatmadan
ayrılmamak gerek.
Bursa Ördekli Hamamı
Bakımsızlıktan yaklaşık 100 yıldır kaderiyle baş
başa kalan tarihi Ördekli Hamamı'na Bursa Osmangazi
Belediyesi el attı. Hamamı 20 yıllığına Vakıflar
Bölge Müdürlüğü'nden kiralayan belediye, hızla
restorasyona başladı. Tarihi 1400'lü yılların başına
dayanan hamam, böylece Bursa'da 'yıkık hamam' olarak
anılmaktan kurtuldu. Tarihi Ördekli Hamamı, artık
bir kültür merkezi. Yaklaşık iki bin metrekarelik
alana sahip hamamda sergi ve toplantı salonları
bulunuyor. Hatta tiyatro oyunlarının
sergilenebileceği oditoryum tarzı bir salonu bile
var. Hamamın hol ve odaları ise hat, ebru, minyatür
ve tezhip gibi geleneksel el sanatlarının icra
edilebileceği şekilde düzenlenmiş. Abdal Mehmet
Mahallesi'ndeki Ördekli Hamamı, şimdilerde kültürel
faaliyetlere ilgi gösteren Bursalıların uğrak yeri.
Yüzyıllık hizmetlerini veremez olunca kaderlerine
terk edilen birçok hamam, bugünlerde kafe olarak
işletilmek üzere restore ediliyor. Kocaeli'ndeki
Süleymanpaşa Hamamı bunlardan biri. Orhan Gazi
döneminde yapılan hamam, kısa bir süre sonra kafe
olarak Kocaelililere hizmet verecek. Isparta Hükümet
Konağı'nın yakınında bulunan tarihi Bey Hamamı'nın
restorasyon çalışmaları devam ediyor. Ordu'nun
Eskipazar Köyü'ndeki tarihi iki Osmanlı hamamı,
valiliğin isteğiyle Ordu Belediyesi tarafından kafe
olarak işletilmek üzere restore ediliyor.
Zaman, Haber: Önder Deligöz, 22.06.2009
|
ALMANYA ILISU'DAN ÇEKİLDİ

Frankfurter Rundschau Gazetesi, Türkiye kredi
koşulları yerine getirmediği için Almanya'nın Ilısu
Barajı'ndan çekildiğini açıkladı.
Hasankeyf için destek veren Tarkan, Orhan
Gencebay, Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal'in de yer
aldığı haberde, Almanya'daki ilgili bakanlıkların
yaptıkları toplantı sonucu Ilısu Barajı'ndan çekilme
kararı aldıkları belirtildi. Kredi koşullarını
denetleyen komitenin Türkiye'ye yaptıkları ziyaretin
sonunda projenin uluslar arası standartlardan çok
uzak olduğu ortaya çıktı.
Doğa Derneği kampanya koordinatörü Erkut Ertürk
"Kredi kuruluşları, Ilısu Barajı'na kredi verebilmek
için, Türkiye Hükümetinin uygulaması gereken 153
şart belirlemişti. Zaman içerisinde bu şartların
gerçekleştirilemeyeceği, Hasankeyf'in başka bir yere
taşınamayacağı Avrupa tarafından da anlaşıldı. Biz
de Türkiye Hükümetinden, bu yanlıştan derhal
vazgeçerek Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nin UNESCO
Dünya Mirası Listesine dahil edilmesi için
yaptığımız çağrıyı bir kez daha yineliyoruz" dedi.
Doğa Derneği Başkanı Güven Eken ise "Hasankeyf
Yok Olmasın kampanyası giderek büyüyor ve yok olmak
üzere olan doğamızın ve kültürel mirasımızın sesi
oluyor. Sonunda Avrupa bu sesi duyarak, doğru yolu
seçti. Tüm Türkiye'yi ve dünyayı kampanyamıza destek
vermeye çağırıyoruz" dedi.
Dicle Vadisi ve Hasankeyf, tarihi zenginliklerin
yanı sıra biyolojik çeşitliliği ve bölgeye has
türleri nedeniyle de büyük önem taşımakta. Doğa
Derneği ve çeşitli uzmanların yaptığı çalışmaya
göre, eğer Ilısu baraj projesi hayata geçerse,
bölgedeki beş Önemli Doğa Alanı ve 400 kilometrelik
nehir yatağını kapsayan doğal alanlar geri dönülmez
bir biçimde zarar görmüş olacak.
Ntvmsnbc, Fotoğraf: Ahmet Özyurt, 22.06.2009
|
AGORA'DA DEV MOZAİK ALAN BULUNDU
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Agora Antik Kenti çevresinde yaptığı kamulaştırmalar, tarihi zenginlik olarak geri dönüyor. İzmir'in Roma dönemine ait korunmuş en büyük mozaik alanı, geçtiğimiz aylarda kamulaştırılan bölgede ortaya çıktı. Yaklaşık 250 metrekarelik mozaik alan hakkında bilgi veren Agora Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Geç Roma Dönemi'ne ait bu mozaik alanın, Kent Meclisi'nin önündeki salonun tabanı olduğunu düşünüyoruz. Kent Meclisi'nin büyük bölümü kamulaştırılan alanın altında duruyor. İzmir'in Roma dönemine ait ve iyi korunmuş en büyük mozaik alanının Agora'da olduğunu söyleyebiliriz" dedi.
Mozaik alanın, "tessera" adı verilen 1 santimetreküplük mermerlerden oluştuğunu belirten Ersoy, toprak temizliği sonrasında fırça kullanarak çalıştıklarını söyledi. Mozaik üzerinde geometrik motifler olduğunu belirten Ersoy, "Şu anda mozaik alanın 5-10 metrekarelik kısmını ortaya çıkardığımız için geometrik şekillerin anlamlarıyla ilgili tam olarak bir şey söyleyemiyoruz. Ama iç içe geçmiş zincir ve değişik şekiller var. Alan tamamen kazıldıktan sonra bir fikre sahip olacağız" şeklinde konuştu.
Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 22.06.2009
|
 |
 |
HAYATIMIZI BİNLERCE YIL ÖNCE DEĞİŞTİRDİLER
Listverse.com internet sitesi, modern zamanın vazgeçilmezi olan, ancak kökeni zannedildiğinden çok daha eskilere, antik çağlara kadar dayanan on buluşu derledi. Listede, Antik Yunanlar ve Romalılar arasında son derece popüler olan futbol, 4 bin yılı aşkın geçmişiyle tıbbi dikiş ipleri, diş macunu ve şemsiye de yer alıyor.
1- DİŞ MACUNU: İlk diş macunu tarifi, MS 4. yüzyıla ait olan bir Mısır el yazmasında yer alıyor. Tarifin ana maddesini, süsen çiçeklerinden elde edilen bir karışım oluşturuyordu.
2- ŞEMSİYE: Asur Devleti’ne başkentlik yapan Ninova’da bulunan heykeller, şemsiyenin kullanımına dair ilk izleri taşıyor. Şemsiyeler, o devirlerde güneşten korunmak için kullanılıyordu. İlk açılıp kapanabilen şemsiyeler ise 2. yüzyılda Çin’de üretildi.
3- İŞLENMİŞ?KAUÇUK: Aztekler, MÖ 1600’de bölgede yetişen bir ağaçtan kauçuk elde ediyorlardı.
4- SPEKULUM: Bedenin iç kısımlarını muayene etmeye yarayan spekulumlara dair ilk izler, volkanik küller altına gömülen Pompeii’de bulundu. 5- TERSANE: Dünyanın bilinen en eski tersanesi, MÖ 2400’de Hindistan’da inşa edildi.
6- SABUN: Sabun üretimine dair ilk kanıt, MÖ 2800’de Babil uygarlığına dek dayanıyor.
7- HARİTA: Dünyanın en eski haritası, Babil’de bulunan ve MÖ 2500’den kalan bir tablette kazılı.
8- TIBBİ?DİKİŞ?İPİ: En azından 4 bin yıllık geçmişi olan tıbbi dikiş ipleri, eski çağlarda ketenden ya da hayvanların kas liflerinden yapılıyordu.
9- DİŞ?FIRÇASI: Eski çağlarda diş fırçası olarak kuş tüyleri, hayvan kemikleri ve misvak kullanılıyordu.
10- FUTBOL: Tarihçilere göre futbolun ilk versiyonu sayılan ‘harpastum’, Romalıların ‘episkyros’ dedikleri bir takım oyunundan geliştirildi.
Milliyet, 22.06.2009
|
YENİ 'MİRAS LİSTESİ' GELİYOR

Dünyanın dört
bir yanından toplam 30 kültürel ve doğal sit alanı
bugünden itibaren İspanya’nın
Sevilla kentinde başlayacak olan
UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve
Kültür Örgütü) toplantısında dünya mirası
listesine girecek. UNESCO komitesi pazartesiden
itibaren, şu anda 145 ülkeden 878 alanın yer aldığı
Dünya Kültür Mirası listesine ilk
kez girecek 30 yeni sit alanını
belirleyecek. Burkina Faso, Cape Verde ve
Kırgızistan listeye ilk kez gireceğini umuyor.
Ayrıca İsviçreli mimar
Le Corbusier’in
Arjantin, Belçika, Fransa, Almanya, Japonya ve
İsviçre’de yaptığı işlerin de listeye girmesi
bekleniyor.
İstanbul’un ‘Dünya Kültür Mirası Listesi’nde kalıp
kalmayacağı da bu toplantıda kesinleşecek. Üç
kişilik UNESCO heyeti, raporu hazırlamak üzere
geçtiğimiz nisanda İstanbul’da incelemelerde
bulunmuş, Aya İrini, Four Seasons ek otel inşaatı ve
Yenikapı Marmaray kazı alanını gezmişti.
Öte yandan Almanya’nın
Dresden
kentinin dünya mirası sıfatını kaybetmesi
bekleniyor. UNESCO yetkililerin kentin dokusunu
bozacağını belirttikleri bir köprünün, yapılan
ikazlara rağmen inşa edilmesi, kentin listeden
çıkarılmasına neden oldu.
UNESCO dünya mirası komitesi uzmanları Burkina
Faso’daki ‘olağanüstü bir evrensel değer’ olarak
tanımlanan köy kalıntıları ‘Loropeni Kalıntıları’ ve
Cape Verde’deki tarihi kent merkezi Ribeira Grande
hakkında da karar verecek.
Mağara ve kayaları Orta Asya’nın Müslüman mirasının
eşsiz parçaları olduğu kabul edilen, Fergana
Vadisi’ndeki Süleyman Dağı’nın listeye alınmasıyla,
Kırgızistan da ilk kez UNESCO’nun dünya mirası
listesine girmiş olacak.
Toplantıda iki Fransız alanının da ‘tehlike
altındakiler’ listesine geçmesi bekleniyor. Bir
köprü inşaatından dolayı Bordeaux şehri ve tarih
öncesi resimlerin bakteri tehdidi altında olduğu
Lascaux mağaraları.
UNESCO koruma projeleri ve kültür mirası alanlarının
korunmasına yönelik ülkeler arasında yapılacak
teknik işbirlikleri için her sene 2.9 milyon dolar
(Yaklaşık 4 milyon TL) ayırıyor. Sit alanlarının
özel statüleri turizmi de geliştiren bir faktör
olarak etki ediyor. Dünya Mirası Komitesi
toplantıları 30 Haziran’a dek sürecek.
Radikal, 21.06.2009
|
SARAYDA KARGA KABUSU

Topkapı Sarayı'nda karga kabusu
yaşanıyor. Saray, Patrona Halil isyanından beri
böyle kalkışma görmedi. Gremlinler gibiler: Yüzlerce
yıllık oymalar pisletiliyor, mermerler kırılıyor,
bahçeler talan ediliyor, havalandırmaların
silikonları, camların macunları, tesisatın kabloları
sökülüyor. Müze yönetimi çaresiz. Kargalarla
mücadele için güvenlik görevlilerine sapan verildi,
kar etmedi. Şimdi saraya eskiden olduğu gibi,
yırtıcı doğanlar getirilmesi düşünülüyor.
Topkapı Sarayı Müzesi'nin yönetiminin başı
kargalarla dertte. Sayıları artarak 300-400'ü bulan
kargalar sarayın müdürü İlber Ortaylı'nın şu sıralar
en büyük derdi. Prof. Ortaylı'ya göre çare, sarayda
eskiden olduğu gibi yırtıcı doğan beslemek: “Osmanlı
zamanında doğancılar varmış. Saraya getirtecek doğan
arıyorum. Bakalım o zaman ne yapacaklar bu
haşarılar?”
Topkapı'nın 22 yıllık güvenlik amiri Mehmet Aydın,
hocayla aynı fikirde değil: “Hoca saraya doğan
alacağım diyor ama bunları doğan da durdurmaz.
Birkaç yıl öncesine kadar atmacalar vardı, onları da
bitirdi bu yamyamlar.”
Kabuğu kırılsın diye yüksekten attıkları cevizler
sarayın mermerlerine bile zarar veriyor. Sarayda
çalışıp da kargalarla macerası olmayan kimse yok.
Herkes onlara sinir oluyor. Korkutup
sindiremedikleri tek kişi güvenlik görevlisi Coşkun
Bey. Coşkun Bey kargaların kırdığı cevizleri tuttuğu
gibi hemen ağzına atıyor. Deliriyorlar bu harekete
ama bir şey de yapamıyorlar. Çünkü sapanı var.
Kargalar sapandan fırlayan taşların ne kadar
acıttığını çok iyi biliyor.
Sadece insanlar mı? Hayvanat ya da nebatat, Topkapı
Sarayı'nda ömür süren ne kadar canlı varsa
kargalardan illallah dedi. Bir kere birbirlerini
kolluyorlar. Birinin başına en ufak bir şey gelse,
hepsi bir araya gelip arkadaşlarını savunuyorlar.
Bir martı hasta mı, hepsi birden çullanıp canına ot
tıkıyorlar. Biri bir kediye ya da köpeğe kuru mama
mı verdi? Önce arkadan kuyruğunu çekiyorlar, hayvan
can havliyle dönünce de önündeki yemleri kapıyorlar.
Fakat asıl savaş papağanlarla. Topkapı Sarayı'nın
bahçesinde bir papağan kolonisi yaşıyor. Kargalar bu
Hintli akrabalarının kanlarından içseler
doymayacaklar. Yemlerini çalıyor, yuvalarını
dağıtıyor, yumurtalarını kırıp yavrularını
öldürüyorlar.
Dikkat başınıza ceviz düşebilir
Sarayın bahçesinde ceviz ağacı bol. Fakat
kabuğunu kırmak için cevizle mümkün olduğu kadar
yükselip sonra yüksekten sert zemine bırakmaları
lazım. Bu da mermerlere zarar veriyor. III. Osman
taşlarını görmelisiniz. Ceviz kırmaktan yemyeşil!
Kola içmeleri bir alem
Ne kadar çöp varsa didik didik. Çöpleri
karıştırdıkları yetmiyormuş gibi, her metrekareye
bir çöp düşecek şekilde bütün saraya yayıyorlar.
Kargaları çöpten kola içerken görenler var. Bir
alem: Önce kola kutusunun deliğine gagasını sokuyor,
sonra kutuyu havaya kaldırıp, dibinde kalanı kafaya
dikiyor.
Lale devrinin sonu
Sarayda bahçelere çiçek ekmek mümkün değil. Sabah
ekilen laleler, akşamında soğanından sökülmüş
oluyor. ‘Bu çiçeklerin hepsi bu akşam sökülmüş
olacak' diye görev verseniz, mümkün değil yetişmez.
Sanki inadına yapıyorlar. Ertesi sabah aynı terane
tekrar başlıyor.
Silikon, çivi, kablo bana mısın demiyor
Pencerelerin etrafındaki macunlar, havalandırma
fanuslarının silikonları, kablolar, hatta çivi ve
vidalar sökülüyor. Kargalar öyle janjan delisi ki,
onlar için bu parlak çivi ve vidalar sarayın bütün
hazinelerinden daha kıymetli.
Hürriyet Pazar, Haber: Savaş Özbey, 21.06.2009
|
PICASSO TABLOLARININ SAVAŞI

İki ünlü müzayede evi Sotheby’s ve Christie’s,
tesadüf eseri ünlü sanatçı Picasso’nun art arda
yaptığı iki tablosunu açık arttırma ile satışa
sundu.
Sanat dünyası
Picasso tablolarının savaşına sahne oluyor. Dünyanın
en saygı duyulan iki müzayede evi Sotheby’s ve
Christie’s usta ressamın iki tablosunu açık arttırma
ile satışa çıkardı.
Birbirine çok benzeyen tablolar, Picasso tarafından
kısa aralıklarla resmedilmiş.
Sanat çevrelerinde 20. yüzyılın en iyi ressamı
olarak tanımlanan sanatçının 25 Temmuz 1969’da
resmettiği ve Homme à l’épée adını taşıyan tablosu,
Sotheby’s’de alıcısını arıyor.
Empresyonist ve modern sanat eserlerinin satıldığı
müzayedede, tablonun 6 ile 8 milyon sterlin arasında
bir fiyata alıcı bulması bekleniyor.
Christie’s Müzayede Evi ise aynı isimli ve
diğerinden yalnızca birkaç gün sonra resmedilmiş
başka bir tabloyu, satışa çıkarıyor. Tabloya biçilen
fiyat ise 5 ile 7 milyon sterlin arasında...
Uzmanlar tarafından “dikkat çekici bir tesadüf”
olarak nitelendirilen Picasso tablolarının
savaşının, ekonomik kriz nedeniyle sekteye uğrayan
sanat piyasasını bir miktar da olsa
hareketlendirmesi bekleniyor.
Yapılan analizlere göre mayıs 2008’den bu yana
gerçekleştirilen müzayedelerde, modern sanat
eserlerinin averaj satış fiyatları yüzde 76.2
oranında düştü.
Picasso’nun satıştaki tabloları, bir silahşörü
tasvir ettiği serinin parçaları. Usta ressamın
ölümünden dört yıl önce resmettiği eserlerde,
Rembrandt ve Velázquez gibi önemli sanatçıların
etkileri gözlemleniyor.
Sotheby’s Müzayede Evi’nde düzenlenen açık
arttırmanın posteri olarak seçilen resim, sanatçının
1970 yılında Avignon’da yaptığı son dönem
eserlerinden biri.
Tablo daha önce hiçbir müzayedede satışa
sunulmamıştı. Christie’s’de satışa sunulan tablo
ise, diğerinden daha büyük ve Londra’daki bir sanat
koleksiyoncusu tarafından 2005 yılında 2.7 milyon
sterline satın alınmıştı. Şimdiyse dört yıl sonra
değerini ikiye katlayacağı düşünülüyor.
Sotheby’s’deki Empresyonist ve Modern Sanat
Bölümü’nün başkan yardımcısı Melanie Clore,
Picasso’nun 20. yüzyılın en büyük sanatçısı
olduğunu, silahşör serisindeki tabloların, onun
ustalığını kanıtladığını söylüyor ve sözlerine şöyle
devam ediyor:
“Bu, son derece muazzam ve güçlü bir eser. Onu takip
eden modern sanat eserlerinin özelliklerini de
yansıtıyor.”
1973 yılında 91 yaşındayken hayatını kaybeden
İspanyol sanatçı, benzer tablolar resmederek seriler
oluşturan tek ressam değil. Monet’nin Water Lillies
adlı serisi, birbirine benzer 250 tablo içeriyor.
Christie’s’de gerçekleştirilecek müzayedede Joan
Miró, Marcel Duchamp, Henri Matisse ve René Magritte
gibi sanatçıların eserlerinin yanı sıra, usta ressam
Monet’nin Au Parc Monceau adında 4.5 milyon sterline
alıcı bulması beklenen bir tablosu da yer alıyor.
Sotheby’s’de eserleri bulunan sanatçılar arasında
ise Monet, Giacometti, Renoir ve Toulouse-Lautrec
bulunuyor.
Taraf,
21.06.2009
|
ATİNA'DAKİ AKROPOL MÜZESİ ERDOĞAN'SIZ AÇILDI

“Artık dünyanın en iyi müzelerinden birine sahibiz” diyen Yunanistan Kültür Bakanı Samaras, Britanya’daki Yunan eserleri için ‘Yunanistan’ın onları sergileyecek yeri yok ki’ diyen Britanya’ya çattı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Atina ’daki
Akropolis Müzesi’nin açılışı törenine katılmak için
programladığı altı saatlik Yunanistan ziyaretini son
anda iptal etti.
Müzenin açılışı, tıpkı Türkiye gibi tarihi eserleri
dünya müzelerine yayılan Yunanistan’da günün
konusuydu. Erdoğan’ın Atina ziyaretini ertelemesi
de Yunan radyo ve TV’leri öğle bültenlerinde ilk
haber olarak duyuruldu. Ziyaretin son anda
ertelenmesi üzerine Yunan başkentinde “AB’nin cuma
günkü zirvesinde yabancı göçmenlerle ilgili
Türkiye’yi uyaran kararları yüzünden erteledi”
söylentisi dolaştı.
Başbakan ziyareti iptal ettiğini Yunanistan
Başbakanı Kostas Karamanlis’e telefon ederek iletti.
Türkiye Başbakanlık Bürosu’ndan ise yazılı bir
açıklama yapılmadı. Erdoğan’ın 4.5 saatlik Atina
ziyareti için saat sayan Türk Dışişleri Bakanlığı,
‘iptal’ haberiyle birlikte önce ‘şaşkınlık’ geçirdi.
Radikal’e bilgi veren Başbakan’a yakın kaynaklar,
‘Başbakan Erdoğan’ın bir gün önce Edirne’de güneş
altında fazla yürüdüğünü, bunun güneş çarpması
olmasa da rahatsızlığa yol açtığını, İzmir’deki
konuşma dışında bütün programların ve Kahramanmaraş
AKP İl Kongresi’nin de iptal edildiğini’ söyledi.
Atina’daki Akropolis Tepesi’nin ayağındaki muhteşem
Akropolis Müzesi’yse dün akşam Bulgaristan
cumhurbaşkanı Georgi Parvanov, AB Komisyonu başkanı
Jose Manuel Barrosso, Bosna Hersek, Hırvatistan,
Sırbistan, Slovakya, Finlandiya, Karadağ, Vietnam ve
Çin başbakanları ile Kıbrıs Rum Yönetimi lideri
Dimitris Hristofyas’ın katılımıyla açıldı. Müze
Yunanistan’ın 35 yıllık rüyasıydı.

Akropolis’in hemen eteğindeki çelik ve çam
ağırlıklı yapı 23 bin metrekareye yayılıyor. 2009
sonuna kadar giriş ücreti 1 avro.
Yunanistan 35 yıllık rüyası müzeyle eski eserlerini
geri istediğini dünyaya ilan etti. Yunanistan Kültür
Bakanı Andonis Samaras geçen hafta British Museum’un
‘Elgin Mermerlerini size üç aylığına verelim’
önerisini reddederek “Britanyalılar Parthenon
heykellerini hak etmediğimizi, çünkü onları koyacak
yerimiz olmadığını söylüyordu. Ama artık dünyanın en
iyi müzelerinden birine sahibiz” dedi. Bu talebinin
en açık göstergesi müzedeki Parthenon Salonu’nun
tümüyle boş tutulması.
Radikal, Fotoğraf: AP &
EPA, 21.06.2009
******
YENİ AKROPOLİS'İN 1 AVROLUK BİLETLERİ İLK 4 GÜNDE
TÜKENDİ
Yunanistan tanrıçası Athena onuruna MÖ 447-432 arasında yapılan Akropolis tapınağı eteklerindeki 14 bin metrekarelik yeni Akropolis Müzesi, içerdiği dört bin dolayında tarihi eser ile nihayet halka açıldı. Müze, yıl sonuna kadar 1 euroluk bilet karşılığı gezilebilecek. Ancak müze biletleri gelecek yıl 5 euroya çıkarılacak. Müzenin internetten satılan ilk dört günlük biletlerinin ise tükendiği bildiriliyor. Yeni Akropolis Müzesi'nin uluslararası basın ve kamuoyundaki yankıları ise sürüyor. 180 milyon euroluk bütçeyle hayata geçirien müze, son 200 yıldır Londra'daki British Museum'da bulunan Elgin Mermerleri (Eski Parthenon kabartmaları) için ayrılan camlı bölümüyle de sansasyon yaratmış durumda. Müzedeki bölümlerde, Almanya, İtalya ve Vatikan'dan geri alınan antik Yunan parçalarına da rastlanıyor.
Sabah, 22.06.2009
|
AYA ELENA'DAKİ SON SÜSLEME DE ÇALINDI
Konya'da restorasyonu devam eden tarihi Aya Elena Kilisesi'nde ceylan derisi üzerine İncil'den ayetler yazan havarilerin siluetinin bulunduğu ve duvara yapıştırılmış durumdaki son süsleme de çalındı.
Selçuklu İlçesi Sille Mahallesi'nde, İ.S. 327 yılında Bizans İmparatoru Konstantin'in annesi Helena tarafından yaptırılan Aya Elena Kilisesi soyuldu. Kilisenin duvarında bulunan ceylan derisinin üzerine havari siluetlerinin yer aldı son süsleme de kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından çalındı. Hırsızlığın, 7 Haziran Pazar günü gerçekleştiğini belirten kilise görevlisi Adem Issı, "Hırsız, kilisenin arka tarafındaki penceredeki demir parmaklıkları keserek içeri girmiş ve duvardaki süslemeyi çalmış. Bu süslemelerin üçü yaklaşık üç ay önce çalındı. Geriye kalan bir tanesi de 7 Haziran pazar günü çalındı. Kilise kapalı olduğu için zaman zaman kontrol edip gidiyorum. Zaten yaklaşık bir aydır da restorasyon çalışması sürüyor" dedi.
Hürriyet, Haber: Özgür Sarı, 21.06.2009
|
 |
 |
EFES KAZILARI BAŞKANI DEĞİŞTİ
Avusturya Bilim ve Araştırma Bakanı Johannes Hahn, Efes Antik Kenti'ni ve kazı evini ziyaret etti. Hahn, kazı başkanı Dr. Johannes Koder'in emekli olduğunu, yerine yardımcısı Doç.Dr. Sabine Ladstatter'in getirildiğini açıkladı.
Efes'te 115 yıldır kazı çalışmalarını yürüten Avusturya'nın Bilim ve Araştırma Bakanı Johannes Hahn, Selçuk İlçesi'ne geldi. Hahn, önce Efes Antik Kenti'ni gezdi, ardından ilçe merkezindeki kazı evinde incelemelerde bulundu ve basın toplantısı düzenledi. 21 yıl önce Efes Antik Kenti'ni bir turist olarak gezdiğini, o zaman kazı çalışmalarının çok dikkatini çektiğini belirten Hahn, bu kez bakan geldiğini ve incelemelerde bulunduğunu söyledi.
115 yıldır olduğu gibi bundan sonra Efes'teki çalışmaların devam edeceğini ifade eden bakan Hahn, "Türk meslektaşlarımızla ortak projeler üreteceğiz. Türk sponsorların da desteğini görmek istiyoruz. Bugün çalışanlarımız arasında Türk bilim adamlarının oranı yüzde 7'dir. Her yıl bunun sayısı artacaktır. Bunun yanı sıra biz Efes'te uluslararası bilimsel çalışmalar yapıyoruz. Dünyanın her ülkesinden bilim adamını burada çalıştırıyoruz. Meslektaşlarımızla uzun vadeli projeler üretmek en büyük hedefimiz" diye konuştu. Hahn, üniversitelerle işbirliği yaparak Türk öğrencileri burslu olarak Avusturya'da okutmayı istediklerini de söyledi. Bakan Hahn, Kazı Başkanı Prof. Johannes Koder'in emekli olduğunu ve bakanlık bünyesinde toplanan komisyonun Doç. Sabine Ladstatter'i yeni kazı başkanı olarak atadığını açıkladı.
Hürriyet Ege, Haber: Veysel Erol, 21.06.2009
|
BU YIL DA KAÇAK KAZIYA DEVAM MI?
Yaz aylarının gelmesi ile beraber
arkeologlar için kazı mevsimi başladı artık! Büyük
bir heyecanla ekip listeleri hazırlanacak, Kültür
Bakanlığı döner sermayesinden ödeneğin gelmesi
beklenecek, şayet bir kazı evi var ise onarılması
planlanacak derken, çok zevkli bir koşuşturma
süregelir. Tüm hazırlıklar yapıldıktan sonra ise,
kazı ekibinin hiç de hoşlanmadığı Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın görevlendirdiği yetkilinin de dahil
olması ile artık kazıya başlanabilir. Peki ama
bakanlığın görevlendirdiği ve kazı ekibinin
hoşlanmadığı bu yetkili kimdir ve niçin oradadır?
Eyvah
komiser!
2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 48.
maddesi, yabancı heyet ve kurumlar tarafından
yapılan araştırma, kazı ve sondajlarda Kültür ve
Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel
Müdürlüğü uzmanlarından bir veya birkaç temsilcinin;
Türk heyet ve kurumlarınca yapılan araştırma, kazı
ve sondajlara, Kültür ve Turizm Bakanlığı adına
yetkili bir uzmanın katılmasını zorunlu kılar. Söz
konusu mevzuat bu görevlinin adını ‘temsilci’ olarak
niteliyor. Kazılarda ise bu yetkiliye, niyeti çok da
belli eder biçimde öteden beri ‘kazı komiseri’
deniyor. Kazı başkanı hocaların varlıklarından
rahatsızlık duydukları bu kişinin seçimi ve
görevleri, ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla İlgili
Olarak Yapılacak Araştırma, Sondaj ve Kazılar
Hakkındaki Yönetmelik’ ile belirlenir. Temsilcilerin
kazı sırasındaki en önemli görevleri belirli
periyotlarla kazı hakkında düzenledikleri raporları
bakanlıkla paylaşmak ve kazı sonunda çıkan eserleri
bölge müzesine teslim etmek. Buraya kadar
bakıldığında hiçbir yanlışlık yok gibi gözüküyor.
Hatta bakanlık temsilciliği görevinin son derece
gerekli olduğunu bile söyleyebilirim. Peki bu
durumda problem nedir?
Kart hamili
‘temsilcimdir’
Özellikle
Kültür ve Turizm eski Bakanı Atilla Koç’un döneminde;
657 sayılı kanunun 4. maddesinin b bendinde geçtiği
için kısaca 4B diye bilinen, yüzlerce sözleşmeli
personel alımı yapıldı. Hiçbir puan sıralaması ya da
bilimsel yeterlilik gibi değerlendirme yapılmadan
‘kart hamili yakınımdır’ iş bitiriciliği ile alınan
bu personellerin büyükçe bölümü arkeoloji mezunu
olmakla beraber ağırlıklı olarak müzelerde
çalıştırılıyor. Bakanlık tartışmalı biçimde aldığı
bu sözleşmeli personelleri de ‘Bakanlık Temsilcisi’
olarak kazılarda görevlendiriyor. İşte tam da bu
noktada, kimsenin farkına varmadığı bir sorun
başlıyor!
Hizmet içi
eğitim semineri
Yukarıda da
bahsettiğimiz ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla İlgili
Olarak Yapılacak Araştırma, Sondaj ve Kazılar
Hakkındaki Yönetmelik’in 18. maddesinin c fıkrası
Bakanlık temsilcisi olabilmenin şartlarından biri
olarak da ‘Hizmet İçi Eğitim Semineri’ni başarı ile
tamamlamış olmak gerekliliğini sayar. 657 sayılı
yasaya göre ise hizmet içi eğitim seminerine,
devletin açtığı sınavlarda başarılı olanlardan,
başarı listesindeki sıraya göre memurluğu kazanmış
ve aday memur olarak çalışan kişiler girebilir ancak.
Yani ‘Hizmet İçi Eğitim Semineri’nden başarılı
olmamış hiçbir aday memur kazılarda temsilci olarak
görevlendirilemiyor.
Bakanlık,
bırakın ‘Hizmet İçi Eğitim Semineri’nde başarılı
olmayı, bu seminere katılmayan 4B’li uzman
personelini, kendi çıkardığı yönetmeliği hiçe
sayarak nasıl kazılarda görevlendirir? Bu arada
mevcut 4B’li personelin ‘Hizmet İçi Eğitim
Seminerini’ alması da yasal değildir. Çünkü, bir
başarı listesi sırası ile değil, bizlerin ‘tanımadığı’,
‘tanıdıkları’ vasıtasıyla bu işlere girmişlerdir.
Kaçak kazı
Haykırıyorum!
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu ve kazılar hakkındaki yönetmeliği
hiçe sayarak, kazılarda kendi adına görevlendirdiği
temsilciler yasal değildir! Dolayısıyla 4B’li
personeli görevlendirdikleri her kazı, ‘Bakanlık
izni ile yapılan kaçak kazıdır’.
Soruyorum!
Son yıllarda kaç kazıda 4B’li personel
görevlendirildi? Yasaların saydığı niteliklere sahip
olmayan kişilere niçin bu görevlendirmeler yapılıyor?
Bu yıl da 4B’li personel kazılara temsilci olarak
görevlendirilecek mi?
Sayın
Ertuğrul Günay; yoksa zar mı tutuyorsunuz? Ellere
dört ceherler bize hep yekler... Zar da tutulmadan
atanmıyor değil mi?
Radikal İki,
Yazı: Seniha Sam / Tarihçi, 21.06.2009
|
IRAK ULUSAL MÜZESİ SANAL ORTAMDA
Amerika Birleşik Devletleri’nin
(ABD) 2003 yılında Irak’ı işgal etmesiyle birlikte
yağmalanan Irak Ulusal Müzesi sanal ortama taşındı.
“virtualmuseumiraq.cnr.it” isimli site, İtalya
Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle İtalya Ulusal
Araştırma Konseyi tarafından hazırlandı. Sitede
“Tarih öncesi”, “Sümer”, “Akkad”, “Babil”, “Asur”,
“Sasani” ve İslami” başlıkları altında değişik
dönemlerde egemenlik kurmuş kültürlere ait eserlerin
resimleri, dönemi anlatan haritalar ve bilgiler de
bulunuyor.
Kültürlerin beşiği Mezopotamya’nın; tarih öncesi
dönemden İslam dönemine kadar egemen olan tüm
kültürleri ve bu kültürlerin sanatına, mimarisine,
geleneklerine ve tarihlerine dair en önemli
eserlerin yer aldığı sanal ortamda, üç boyutlu
fotoğraflar, haritalar, yeniden çizimler, mimari
planlar, efsaneler ve yazılı belgelerden alıntılar
ve canlandırmalarla renklendirilmiş videoları
izlemek de mümkün.
Tarım devrimiyle insanlığın geçmişine imzasını atan
Mezopotamya halkları, Fırat ve Dicle arasında kalan
bereketli Mezopotamya Ovası’nda inşa edilen ilk
dinsel-sosyal yapılar, yazıyı keşfeden Sümerler,
cilalı çanak-çömlek yapımı, tarım için yapılan su
kanalları, yerleşik hayata geçiş… Hepsi bu sitede
mevcut. Saymakla bitmez ilkleriyle Mezopotamya,
halklar tarafından yüzyıllarca dünyanın merkezi
kabul edilmişti. Bu nedenle, insanoğlunun yakın
geçmişte başlayan serüvenini tanımak için
vazgeçilmez bir mekan olan Irak Ulusal Müzesi’ni
sanal ortamda izleyebilmek ayrı bir keyif. “Bağdat
Müzesi” olarak da bilinen “Irak Ulusal Müzesi”ni
görmek isteyenlerin, sadece bilgisayarların
“virtualmuseumiraq.cnr.it” adresini girmeleri
yetiyor.
Amerika’nın 2003 yılındaki Irak işgali sırasında
diğer bütün kamu kurumları gibi, özellikle de Bağdat
Müzesi yağmalanmış, bu yağma, dünyanın gözü önünde,
canlı yayınlardan da izlenmişti.
Irak’ta binlerce insan kadın, çocuk, yaşlı
denilmeden katledilmiş, on binlercesi işkenceden
geçirilmişti. Ancak bu Amerikalılar için yetmemiş
olacaktı ki, dünyanın en kayda değer kültür
hazinelerini içinde barındıran Irak Ulusal Müzesi de
yağmalanmıştı.
Müzenin girişinde bulunan Asur Kapısı ve müze
içerisinde bulunan pek çok eser, Amerikan askerleri
tarafından ya paramparça edilmiş ya da kaçırılmıştı.
Tarihi eser kaçakçılarının ağızlarını sulandıran
paha biçilmez binlerce sanat yapıtı Amerika ordusu
eliyle organize bir biçimde Irak’tan çıkarılmıştı.
23 Şubat 2009’da, Irak hükümeti tarafından yeniden
açılan müzenin 15 bin dolayında eseri ise hala
kayıp.
Evrensel, 20.06.2009
|
BİR FOSİL DEPOSU: GRUBE MESSEL
Grube Messel, ismini dünyaya
kısa bir süre önce, Ida adı verilen bir fosille
duyurdu. Şimdilik maymun ve insanların birlikte
evrimleştiği kök bölümüne yerleştirilen Ida, bundan
26 yıl önce Grube Messel’de bulundu. Ida’yı insanlar
bir yıl sonra ne kadar hatırlar bilinmez, ama onun
bulunduğu yer olan Grube Messel, on yıllardır bilim
çevrelerinde bir fosil deposu olarak biliniyor.
Grube Messel, dünyada en çok bitki ve hayvan
fosilinin bulunduğu bir depo özelliğine sahip ender
yerlerden biri. Kazı yapan paleontolog grupları, her
gün onlarca balık ve yaprak fosiline rastladıklarını
ve bunun sıradan günlük bir iş olduğunu ifade
ediyorlar. Bugüne kadar sadece memeli hayvanlara ait
40 binin üzerinde fosil bulunduğu belirtiliyor.
On binlerce yaprak ve balığın yanında böcek, kuş,
timsah ve daha yüzlerce hayvana ait fosil bulundu.
Burada bulunan ve Frankfurt Senckenberg Müzesi’nde
sergilenen böcek fosili sayısı 11 binin üzerinde.
Messel, sadece fosillerin çokluğu ile değil, aynı
zamanda bitki ve hayvan türlerinin çokluğu bakımında
da zengin bir fosil yatağı. Bugüne kadar 109 bitki
familyasına ait fosil bulundu. Bulunan fosillerden
bir zamanlar burada 8 balık, 31 sürüngen, 50 den
fazla kuş, 5 kurbağagil, 30 omurgasız hayvan türünün
yaşadığı tespit edildi.
Ama Grube Messel’de bulunan fosillerin en önemli
özelliği kaliteleri. Burada canlılara ait sadece
birkaç kemik ya da diş değil, bütün iskeletleriyle
korunmuş birçok fosil bulundu. Üstelik sadece bütün
iskeletleri değil, aynı zamanda bütün deri, tüyler
ve Ida’da da olduğu gibi midesinde son yedikleri ile
birlikte... Yine birçok hamile hayvan bulunurken
aynı zamanda bazı kaplumbağaların karnında da
yumurtalar bulundu. Birçok yaprak hala dalları ile
birlikte olduğu gibi dururken, aynı zamanda birçok
çiçeğe ait polen fosili bulundu. Ama en ilginç ve
insanı şaşırtanlar böceklere ait fosiller. Burada
bulunan fosillerin yüzde 60’ı böcek fosilleri ve
bunlar hala ilk günkü gibi bütün renklerini
koruyorlar. İnsanı şaşırtan bir diğer fosil de bir
primata ait sadece bir el. Elde hala timsaha ait diş
izleri duruyor ve primatın su içerken timsahın
saldırısına uğradığı tahmin ediliyor.
Grube Messel, ilk önce fosilleri ile değil,
fosillerin oluşturduğu kahverengi kömür ve
kayağantaşı da denilen arduaz ile ismini duyuruyor.
Petrolün bir ön formu olan kayağantaşı, yanıcı bir
özelliğe sahip ve işletilerek parafin, petrol,
benzin, asfalt yapımında kullanılan bitüm gibi
maddeler elde ediliyor. 18. yüzyılda keşfedilen
kömür ve kayağantaşının, çeşitli aralıklarla 1971
yılına kadar işletilmesine devam ediliyor. Bugün
hala işletildikten sonra geriye kalan küçük
tepecikler halindeki molozları görmek mümkün. İlk
kez 1875 yılında bulunan bir timsah fosilinden sonra
bir fosil yeri olarak Grube Messel dikkat çekiyor
ama hiçbir zaman düzenli fosil arama çalışmaları
yapılmıyor. Fosillerin de içinde bulunduğu
kayağantaşı işletilirken birçok fosil yok oluyor.
İlk kez Senckenberg Enstitüsü ve Darmstadt Müzesi,
1975’te bilimsel yöntemlerle düzenli olarak fosil
kazılarına başlıyorlar.
Yine 1971 yılında Grube Messel’in bir çöp deposu
olması yönünde bir karar alınıyor ve 1981’de bu plan
uygulamaya geçirilmeye çalışılıyor. Bu planı
Yeşiller dışındaki bütün partiler destekliyorlar. Bu
plana karşı bir ‘Halk İnisiyatifi’ kuruluyor ve çöp
deposuna karşı hukuki bir süreç başlatıyorlar. Daha
sonraki yıllarda bulunan çok sayıda fosilden dolayı
Messel bilim çevrelerinin daha fazla dikkatini
çekiyor ve ancak 1990’da mahkeme, çöp deposu olma
kararına karşı bir karar alıyor ve tartışmalara son
veriyor. 1990’larda Hessen Eyaleti Çevre Bakanı olan
Politikacı Joschka Fisher, Messel’in çöp deposu
olmasına karşı yoğun bir mücadele verdiği için 2005
yılında bulunan bir yılan fosiline Alman
politikacının soyadı ‘Palaeopython fischeri’
verildi. 1995 yılında da UNESCO, Grube Messel’in
Dünya Kültür ve Doğa Mirası olmasını karar altına
alıyor.
Evrensel, 20.06.2009
******
EVRİME MESSEL'DEN BAKMAK
Messel’de bulunan fosiller,
geçmişten günümüze birçok bilgi taşıyorlar. O dönem
yaşayan bitki ve hayvan türlerinin nasıl bir ortamda
yaşadıklarını, nasıl bir iskelet yapısına sahip
olduklarını, nelerle beslendiklerini anlamak
açısından fosillerin değeri tartışılmaz. Fosiller
sadece o dönemi anlamak açısından değil, aynı
zamanda canlıların nasıl bir süreçten geçerek
evrimleştiğini anlamak açısından da önemli.
Messel’de bulunan fosiller arasında atın atasına ait
fosiller en bilinenlerden. Bugüne kadar üç türe ait
toplam elli yedi atın atasına ait fosil bulundu.
Orta büyüklükte bir köpek kadar olan bu ata-atların
ayakları da bugünkü atlardan daha farklı. Ön
ayaklarında dört, arka ayaklarında ise üç parmak
bulunuyor. Midesinde bulunan artıklardan da bugünkü
atalarından farklı olarak ormanlarda yaşadıkları ve
yaprak, üzüm gibi şeylerle beslendikleri tespit
edildi. Bu fosiller, evrim karşıtlarının ‘canlılar
değişmiyor’ tezini en iyi çürüten kanıtlar arasında
bulunuyor. Messel’de insanların da dahil olduğu
primatlara ait çok az fosil bulunmasına rağmen yine
de üç türe ait çeşitli fosiller bulundu. Soyu
tükenen bu üç tür daha çok yarı-maymun, lemur
benzeri canlılar. Ida, bunların arasında özel bir
özelliğe sahip. İnsanlarla, maymunların bundan mı
evrimleştiği yoksa soyu tükenen bir tür mü olduğu
tartışmalı da olsa Ida, evrim açısından önemli bir
yere sahip. Benzer şekilde bugün yaşayan
papağanların ataları sayılan birçok fosil bulundu. O
dönem yaşayan birçok canlı türünün bugün artık
yaşamadığını yine fosiller ortaya koyuyor. Bu da bir
dönem doğaya uyum sağlayan birçok canlının
koşulların değişmesi ile nasıl soyu tükenip öldüğünü
göstermesi açısından önemli. Örneğin o dönem yaşayan
birçok kuş türünün bugün doğrudan torunları
bulunmuyor. Grube Messel’de bulunan fosiller, bugüne
kadar Evrim Teorisi’ni destekleyen birçok kanıt
sundu. Daha milyonlarca fosilin yerin altında olduğu
düşünüldüğünde, Ida gibi insanı şaşırtan birçok yeni
kanıtın bulunacağına da kesin gözüyle bakılıyor.
Evrensel, 20.06.2009
|
SEYİTÖMER HÖYÜĞÜ'NDE
TARİH YATIYOR
Dumlupınar Üniversitesi
(DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nejat Bilgen, Seyitömer Höyüğü'ndeki kazı
çalışmalarında elde ettikleri bulgulardan, burada
tarımla uğraşan bir kentin, üretime yönelik yaşayan
bir bölgenin varlığını gördüklerini, uluslararası
ilişkilerinin üst düzeyde olduğunu anladıklarını
bildirdi.
Türkiye Kömür
İşletmeleri'ne (TKİ) bağlı Seyitömer Linyitleri
İşletmesinin (SLİ) arazisinde yer alan ve çeşitli
uygarlıklara ev sahipliği yapan höyükteki kazı
çalışmalarına ilişkin DPÜ Rektörlüğünce tanıtım
etkinliği düzenlendi.
Rektör Prof.Dr. Önce,
kazı alanında yaptığı açıklamada, bu kazıya büyük
önem verdiklerini belirterek, höyükteki değerlerin
ortaya çıkarılmasından mutluluk duyduğunu söyledi. Prof.Dr. Nejat Bilgen
de, kazıların 2006 yılından bu yana her yıl 6'şar
aylık dönemlerde sürdürüldüğünü ve burada 5 kültür
katmanı bulunduğunu anlattı.
En üstte eski
kazılardan kalan Roma Tapınağı'nın parçasını
inceleyip kaldırmakla işe başladıklarını bildiren Prof.Dr. Bilgen, şöyle konuştu:
“Daha sonra Hellenistik
döneme inip kaldırdık. Geçen yıl ise Akhamenik diye
tanımladığımız dönemin kalıntılarıyla karşılaştık ve
bütün bulguları tarihledik. Buradaki bütün duvarlar,
bulgular, mimari unsurlar, taşlar tek tek çiziliyor,
plana aktarılıyor. Amerikalılar tarafından üç
boyutlu gösterimleri yapılıyor. Bu arada küçük
buluntuları değerlendirip tarihlemesini yapıyoruz.
Buradaki 20 büyük fırında seramik, dokuma, tezgah
ağırlıkları, ağırşaklar (yün, iplik eğrilen iği
ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen yarım küre
biçiminde, ortası delik ağaç veya kemik parça)
üretmiş, madeni işlemişler. Ege'den Suriye ve
Mezopotamya'ya kadar bütün Anadolu'yu kapsayan büyük
bir ticari ilişkide bulunmuşlar. Bu bölgenin bütün
seramikleri, malları buraya gelip gitmiş.”
Prof.Dr. Bilgen, geçen yıl Orta Tunç Çağı olarak
adlandırılan katmana ait bulgulara ulaştıklarını
bildirdi. Bu bulguların çoğunun
atölyelere ait parçalardan oluştuğunu ifade eden
Prof.Dr. Bilgen, MÖ 1800'lerde olduğu tespit edilen
deprem ve yangının izlerinin de yine geçen yıl
bulunduğunu anlattı. Prof.Dr. Bilgen, şöyle
devam etti:
“Bu yılki kazılarda
deprem katının altına inmeye başladık. Şu anda
höyüğün yarısında hala MÖ 18. yüzyılın yapıları
görülüyor. Tarımla uğraşan bir kentin, üretime
yönelik yaşayan bir bölgenin varlığını burada
görüyoruz ve uluslararası ilişkilerinin üst düzeyde
olduğunu buluntulardan anlıyoruz. Höyüğün bir
kısmında ise MÖ 3. binin son çeyreğine ait Erken
Tunç Çağı dediğimiz dönemde seramik eserler üretilen
atölyeler var. Belki dünyanın hiçbir yerinde
görülmeyen çok önemli teknik, MÖ 3000'li yıllarda
kalıpla seramik üretimi yapılmış.”
Konuşmaların ardından, Prof.Dr. Önce ve beraberindekilere, kazı alanından
çıkarılan eserlerin sergilendiği kazı evinde
çalışmalarla ilgili bilgi verildi.
Seyitömer Höyüğü'nün
tarihi, yaklaşık 5 bin yıl öncesine dayanıyor. DPÜ
Arkeoloji Bölümü'nün öncülüğünde yapılan ve 4.
dönemi 11 Kasım 2009'da sona erecek, kazılarda
öğrenciler ve öğretim elemanlarından oluşan 32 kişi
ile 100 işçi görev yapıyor.
Tellal Gazetesi,
17.06.2009
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NİN
TUVALET SORUNU ÇÖZÜLÜYOR
UNESCO’nun koruma çalışmaları kapsamında ’’Dünya
Kültür Mirası’’ listesinde yer alan Ulucamii’nin
yıllardır yaşanan tuvalet sorununun çözümü için,
Divriği Kaymakamlığı ve Belediye Başkanlığı
ortaklaşa bir çalışma başlattı.
Çalışma kapsamında, tarihi yapının bahçesinin dışına
tuvalet yeri kazıldı. Alt yapısı tamamlanan ve temel
betonu atılan yere, Kayseri’de yaptırılan tuvalet
kabini konulacak.. PVC malzeme ile yapılan, bir
tarafı erkekler, diğer tarafı kadınlar için
oluşturulan 2 kişilik tuvalet kabini önümüzdeki
günlerde kullanılmaya başlanacak.
Tarihi eserlerin yakınından suyu uzak tutmak
gerektiğini belirten Belediye Başkanı Hakan Gök,
suyun tarihi yapının temeline zarar vereceği
düşüncesiyle tuvaleti yapının bahçesinin dışında
planladıklarını söyledi. Kaymakam Önder Bakan’a
katkılarından dolayı teşekkür eden Gök, ’’Dışarıdan
gelen misafirlerimiz, turistlerimiz artık kapı kapı
dolaşmayacaklar, çarşıya inmek zorunda
kalmayacaklar’’ dedi.
Ülkenin ve dünyanın dört bir yanından eseri gezmeye
gelen turistler, burada özellikle tuvalet ihtiyacını
karşılama konusunda büyük sorunlarla karşılaşıyordu.
Tarihi yapıyı gezen turistler, eserin yakınlarında
tuvalet olmaması nedeniyle ilçe merkezine dönmek
zorunda kalıyordu. Turistlerin uzun süredir yaşadığı
bu sorun, eserin çevresinde kamulaştırma
yapılamaması nedeniyle çözülemiyordu.
Yeşil Divriği,
08.06.2009
|
CUMHURİYET TARİHİNİN EN
BÜYÜK MÜZESİ

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük, Türkiye'nin
6. büyük kenti Gaziantep, müzeler kenti olmasıyla
dikkati çekiyor. Gaziantep Büyükşehir Belediye
Başkanı Asım Güzelbey, yaptığı açıklamada,
Gaziantep'i turizm şehri yapmak için turiste
istediği mekanları sunmak gerektiğini belirterek,
''Yeni hizmete girecek müzelerle, müzeler kenti
olduk'' dedi. Tarihi ve kültürel dokunun ortaya
çıkarılmasına yönelik projelerle Gaziantep'i turizm
kenti yaptıklarını söyleyen Güzelbey, Zeugma Mozaik
Müzesi ve Kongre Merkezi'ni 2 ay içinde açmayı
planladıklarını belirtti. Güzelbey, yeni Gaziantep
vizyonunda şehrin sanayisiyle birlikte cazibe
merkezi olmasını düşündüklerini, bunun da kültür ve
turizmle olacağını belirtti. Turizm denildiği zaman
insanların aklına sadece güneş, deniz ve kum
gelmediğini, farklı beklentiler olduğunu ifade eden
Güzelbey, şunları kaydetti: ''Bunların başında
kültür ve inanç turizmi önemli bir yer tutuyor. Şu
bir gerçek ki şehrimizi bir turizm şehri yapacaksak
turiste istediği mekanları sunmamız lazım. Bunların
başında da müzeler geliyor. Kentimizde hizmete
girecek 4 müze var. Bunlardan en büyüğü Arkeoloji
Müzesi, Mozaik Müzesi ve Kongre Merkezi'nden oluşan
komplekstir. Gaziantep'e gelen insanlar hem müzemizi
gezecek hem de kongre yapma imkanı bulacak. ''
Gaziantep Müze Kompleksi
yapımı için eski tekel fabrikasının 40 dönümlük
arazisi satın alınarak çalışmalara başlandığını,
dünyanın en büyük müze kompleksi yapılarak Zeugma
mozaiklerinin teşhirini sağlamış olacaklarını ifade
eden Güzelbey, şöyle konuştu: ''Şu an itibarıyla
sadece 550 metrekaresi sergilenen mozaiklerin yeni
müze kompleksiyle tamamı (1500 metrekare)
sergilenebilecektir. Müze kompleksinde yer alan
seyir terası ile müze, kent ve kale tüm ihtişamıyla
seyredilebilecek. Ayrıca müze ile kale arasında
teleferikle bağlantı sağlanacak, böylece
ziyaretçiler tarihi dokunun içinden geçerek şehri
kuş bakışı seyredebilecek.''
Gaziantep Kalesi'nin
güneyindeki Göğüş Konağı'nın da tarihi dokuda yer
aldığını, 1905 yılında yapıldığı bilinen konağı
restore ettirerek Emine Göğüş Mutfak Müzesi olarak
hizmete verdiklerini belirten Güzelbey, şöyle devam
etti: ''Müzede Gaziantep'in geleneksel mutfak
kültürü tanıtılıyor. Kap kacaklar özel vitrinlerde
sergileniyor. Antep yemek malzemesinden mutfak araç
gereçlerine, yöresel yemeklerimizden içeceklerimize
ve erzakların saklanmasına varıncaya değin mutfak
kültürümüz detaylıca anlatılmaktadır. Ayrıca kent
tarihi ve gelişimi, tarihi eserler, doğal
güzellikler, turizm, doğa ve coğrafya, nüfus, sanayi
ve ticaret, tarım, hayvan ve ormancılık, kültür ve
gelenek, spor, rakamlarla Gaziantep, yerel
yönetimler, Gaziantep rehberi konuları da kiosklar
yardımıyla tanıtılmaktadır.''
Asım Güzelbey,
belediyenin şehre kazandırdığı, 1909 yılında
yaptırılan tarihi Beyaz Han Kent Müzesi'nde de sesli
rehber sistemi bulunduğunu, odalardaki plazmalarda
oynayan filmlerin sesleri ve maketlerin bilgileri
otomatik olarak kulaklıktan dinlendiğini,
kiosklardan kent rehberine ulaşılabildiğini ifade
etti. Güzelbey, kent müzesinde Gaziantep'in yöresel
el sanatı olan gümüş işlemeciliği, bakırcılık,
kalaycılık, yemenicilik, sedef işlemeciliği, kutnu
dokumacılığı, kilim ve halıcılık, Antep evi, Antep
işi çeyiz yapımı, baklavacılık, yemek kültürü,
eğlence kültürü, mesken kültürü, fıstık ve tarımı
konuları kısa tanıtım filmleriyle ziyaretçilere
sunulduğunu, el sanatlarını icra eden yöresel
kıyafetli mankenlerle baklava yapımı, Antep
kiliminin dokunması, Antep nakışının işlenmesinin
canlandırıldığını söyledi.
Büyükşehir Belediye
Başkanı Güzelbey, Kurtuluş Savaşı'nda
Gazianteplilerin yaptığı kahramanlıkların
Kahramanlık Panoraması Müzesi'nde 18 panoyla
anlatıldığını, belgesel niteliğinde kurgulanmış
filmin de izlenebildiğini söyledi.
Türkiye'nin ilk özel cam
müzesi olan Medusa Cam Eserler Müzesi de geçen yıl
Gaziantep'te açıldı. Müzede, Roma ve İslam
tarihinden bugüne gelen bin 200 parça eser
sergileniyor. Eserlerin 4 ayrı salonda sergilendiği
müze, Füsun İşsever ve eşinin 20 yıllık
çalışmalarının ürünü. Müzede ''üflemeli cam ocağı
gösterileri'' yapılıyor, uygulamalı cam üfleme dersi
veriliyor.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Salih Efiloğlu da Gaziantep'te Zeugma Antik
Kenti'nden çıkarılan eserlerin yer aldığı Arkeoloji
Müzesi ile Hasan Süzer Etnografya Müzesi ve Yesemek
Açık Hava Müzesi'ni her yıl binlerce turistin
ziyaret ettiğini ifade etti. Salih Efiloğlu, bölgeyi
sadece kültür turizminde değil inanç, kongre ve
sağlık turizminde de cazibe merkezi haline getirmeye
çalıştıklarını belirten Efiloğlu, böylece turist
sayısının daha da artacağını söyledi. Tarihi ve
kültürel bilinçlenmenin müzelere ilginin artmasını
sağladığını bildiren Efiloğlu, şöyle konuştu:
''Özellikle Zeugma Antik Kenti'nden çıkan
mozaiklerin sergilendiği, 100 binin üzerinde tarihi
ve kültürel eserin yer aldığı Gaziantep Arkeoloji
Müzesi, yerli ve yabancı ziyaretçilerin müzelere
ilgisinin artmasını sağladı. Sanayi ve ticaret
merkezi Gaziantep, tarihi ve kültürel mekanlarıyla
da insanların ilgisini çekmeye başladı.''
Gaziantep 27 Gazetesi,
20.06.2009
|
TAŞHAN KADERİNE TERK EDİLDİ
Afyonkarahisar'da, Osmanlı dönemi yapıtları arasında yer alan Taşhan bakımsızlıktan dolayı kaybolmaya yüz tuttu.
Afyonkarahisar'ın önemli tarihi abidelerinden biri olan Taşhan'ın geçen 2005 yılında restorasyon yapılması konusunda proje tamamlaması hazırlanmıştı. Yap-işlet-devret mantığı ile topluma kazandırılması hedeflenen tarihi Taşhan'ın çevresinde bulunan dükkanlar yıkıldı. Demirciler çarşısında bulunan Taşhan'ın yeni teşvik paketi kapsamında Afyonkarahisar'a kazandırılması bekleniyor. Demirciler çarşısı esnafı ise Taşhan'ın canlanması ile işlerinin açılacağı umudu içerisinde olduklarını ifade etti.
Restorasyon projesi 2005 yılı Temmuz ayında tamamlanan şehrin en merkezi yerindeki Taşhan, Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından da onaylanmıştı. 2003 yılında Afyonkarahisar Valisi Muzaffer Dilek tarafından Taşhan'la ilgili çalışmalar yürütülmüştü. 2003 ve 2005 yılında sürdürülen çalışmaların devamı gelmeyince çarşı esnafı tarihi yapının yeniden canlanması umudunu yitirmişti. 2008 yılında Taşhan'ın etrafında bulunan dükkanlar yıkılmış, yeniden restore edilmesi gündeme gelmişti.
Fakat bir türlü restorasyon çalışmaları başlamayarak yap-işlet-devret modeli ile yapılması uygun görülmüştü. Yap-işlet-devlet modeli ile yapı konusunda girişimlerde bulunulmamasının ardından Taşhan kaderine terk edilmiş şekilde bekliyor. Bu arada yeni açıklanan teşvik paketinde Taşhan'ın da yap-işlet-devret modeliyle yapılması bekleniyor.
Afyonkarahisar Kent Haber, 19.06.2009
|
 |
|
TARİHİ BİNALAR YOK
OLUYOR
Muğla’da kaderine
terk edilen tarihi binalar, hem yok oluyor hem de
çirkin görüntü yaratıyor.
İnönü ve
Kocamustafaefendi caddelerinde özgün mimariye göre
inşa edilmiş bu güzelim evler, aynı zamanda koruma
altında. Ancak sahipleri tarafından restore
ettirilmeyince, herkesin gözü önünde yavaş yavaş
yıkılıyor, simge olması gerekirken yok oluyor. Satın
alınıp restore ettirilen ve kullanılan birkaç bina
dışında belediyenin elinden de pek bir şey gelmiyor.
Muğla Belediye
Başkanı Osman Gürün, bugüne kadar 22 binanın
restorasyonunu yaptıklarını belirtiyor. Kent
merkezinde koruma altında 4 bin 400 bina bulunuyor.
Önemli bir kısmı sahipleri tarafından kullanılarak
korunuyor.
Milliyet Ege, 20.06.2009
|
MÜZE VE ÖRENYERLERİNİN GELİRİ 116 MİLYON TL
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, müze ve ören
yerlerinin 2008 yılı gelir toplamının 116 milyon 321
bin 220 TL olduğunu açıkladı.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul
Günay, MHP Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul'un
müze ve ören yerlerinin gelirlerine ilişkin soru
önergesini yanıtladı. Ertuğrul Bakan Günay'a "2008
yılında müze ve ören yerlerinin toplam gelirleri ne
kadardır? Herhangi bir müze ve ören yeri gelininin
ne kadarı içinde bulunduğu şehre verilmektedir?
Sözkonusu yerlerden elde edilen gelirler,
bakanlığınız tarafından amacına uygun olarak
kullanılmakta mıdır?" sorularını yöneltti.
Bakan Günay ise Bakanlığına bağlı
müze ve ören yerlerinin 2008 yılı gelir toplamını
116 milyon 321 bin 220 TL olarak açıkladı. Elde
edilen gelirin yüzde 8'inin Kdv, yüzde 5'nin
belediyeler, yüzde 10'unun hazine payı ve yüzde
1'inin de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurum
payı olarak aktarıldığını, bundan sonra da Kurumlar
Vergisinin ödendiğini kaydeden Bakan Günay, elde
edilen gelirlerin nasıl harcandığına ilişkin soruya
ise şu karşılığı verdi:
"Elde edilen net kar 252 sayılı
Kültür Bakanlığı Döner Sermaye Kanunu hükümleri
doğrultusunda kültürel mirasımız olan müze ve ören
yerlerinin gelecek kuşaklara en sağlıklı şekilde
aktarılabilmesinde büyük önem taşıyan, bakım,
restorasyon, temizlik, güvenlik vb hizmetlerinde
kullanılmaktadır."
Turizm Habercisi, 19.06.2009
|
AH BU PİPİLER!

Ayetullah Humeyni’nin 1979’da
Şah
Rıza Pehlevi’yi devirip ülkeyi karanlığa
soktuğu yılların henüz başlarıydı.
Tahran
Kent Tiyatrosu’nun önünde ünlü heykeltıraş
Henry Moore’un flüt çalan bir
heykeli vardı. Üstelik
Berlin’de
tiyatro eğitimi görmüş olan tiyatronun müdürü yeni
yönetime yalakalık yapmak için heykelin
“pipisini” kestirdi. Ama ardından sorunlar
yumaklaştı. İnsanlar bu kez yontunun
“dişi
mi, erkek mi” olduğunu tartışmaya
başladılar. Müdür başına iş açtığını fark edince,
heykeli giydirmek istedi. Humeyni “mollarşi”sinde
komedi, tiyatro binasının içinde değil, önünde
oynanır oldu. Kesin çözümü mollalar buldu. Heykel
parçalanarak çöpe atıldı, müdür kapının önüne
konuldu, tiyatronun kapısına kilit vuruldu.
***
Bu anlatacaklarımız ise İran “mollarşi”sinden değil,
Atatürk’ün laik Cumhuriyetinden…
1996’da Necmettin Erbakan’ın
üstelik Kültür Bakanı
İsmail Kahraman
Efes’e incelemeye gitmeden önce
Selçuk
Müzesi Müdürü’ne gönderilen bir talimatla,
“pipisi” boyundan büyük olan, bir karışçık kırların
baba tanrısı, turistik posta kartlarının,
anahtarlıkların ünlü “Priapos”
heykelciğinin üzerinin örtülmesi istendi.
Çanakkale’nin Kara Biga’sının antik
adı “Priapos”tu! Yanındaki antik
“Lampsakos (bugünkü Lapseki)”
kentinin sikkelerinin üzerinde de bu, “pipisi”
boyundan büyük “Priapos”un kabartması vardı. 1800
yıl önce sikkeler, her gün kadınların ellerinde
tedavül ediyordu, ama 20. yüzyılda TC’nin Kültür
Bakanı “Priapos”u görmeye tahammül edemiyordu!
***
Salı günü Cumhuriyet’te İzmir çıkışlı bir başka
“pipi” haberi vardı. “Karun Hazinesi”ne
ev sahipliği yapan Uşak Müzesi’nin
tanıtımı için valiliğin girişine asılan bir afişte,
bir erkek figürünün “pipisi” görülüyormuş! Görülmüş
de ne olmuş? Hemen “pipinin” üzeri bir çarpı işareti
ile sansürlenmiş! Okurlarımız anımsayacaklardır!
Uzun mücadelelerden sonra Türkiye’ye Nev York’tan
getirilen Karun Hazinesi’nin simgesi olan altın
“Kanatlı At” broşu çalındı.
Hazinenin en olağanüstü, en görkemli, benzersiz
yapıtı, yonca ağızlı sürahidir.
Metropolitan
Müzesi bu parçayı 1966’da 100 bin dolara
satın almıştı. Bugün bir müzayedeye çıksa en azından
4-5 milyon dolar eder. Bu parça bile, dava için
ödenen mahkeme masraflarını karşılamaya yeterlidir.
17.3 cm. yüksekliğindeki gümüş sürahinin sapında,
iki koçun üzerinde duran, dışa dönük çıplak bir
erkek, iki eliyle yukarıda iki aslanın kuyruklarını
tutarak “güç gösterisi” yapmaktadır.
Nereden nereye? 1989’da ABD’de dava sürerken
Uşak Belediyesi sürahinin resmini, benim
“Tarih Yerinde Güzeldir” sözümü
kullanarak yaptığı afişi kentin her yerine asmıştı.
Aradan 20 yıl geçmiş laik devletin koruyucusu
valilik binasında, 2600 yıl öncesinin bir
yapıtındaki “pipi” sansürleniyordu!
Yozlaştırılan Hatay Müzesi!
Amasya gibi şirin bir kentten, dinler tarihinin
başkenti Hatay’a yeni atanan Vali
Celalettin Lekesiz’e açık
mektubumuzdur!
Sayın Vali Lekesiz!
Bilmiyorum daha önce Hatay’a gittiniz mi? Ben,
genelde bir - iki yıl ara ile Hatay’ı karış karış
gezip yeniden içime sindirmeyi severim. Hele Hatay
Müzesi’ni koyacak yer bulamam. Dünyada en “önemli”
üç mozaik müzesi -yeni sıralamaya göre- Gaziantep,
Tunus Bardo ve Hatay’dakilerdir. Hatay, mozaik
sayısı açısından birinci olmakla birlikte,
ilgisizlikten 3’üncülüğe düşürülmüştür.
1997 ve sonrasındaki depremler müzede sergilenen
mozaiklerde çatlamalara ve dağılmalara neden
olmuştu. O zaman soruna dikkati çektik. Ankara’dan
gönderilen sınırlı ödeneklerle bazı onarımlar
yapıldı.
Geçen yıl 23 Mayıs’taki yeni yazımızdan şu bölümü
anımsayalım: “Gelişigüzel yapılmış hangarımsı müzede
mozaikler, sanki duvarlara yamanmış gibi duruyor.
Çimento harcı ve inşaat demiriyle duvara gömülen
mozaiklerde, bu tekniğin genleşmesi ve depremlerin
zorlaması ile önemli çatlaklar görülüyor. Mozaiğin
düşmanı güneş ışığıdır. Çünkü renkler solar. Antakya
güneşinin alnına dayalı mozaiklerde renk kaybı, bu
konudan anlamayan ziyaretçiyi bile üzüyor. Pek çok
mozaik sergilenemiyor. Yeni bulunan yüzlerce mozaik
koyacak yer olmadığı için topraktan çıkartılamıyor.
1999’da yeni müze yapımı için 13 dönümlük arazi
kamulaştırılmış, sonra bu alan 40 dönüme çıkmıştı.
Dönemin kültür bakanları, valileri, belediye
başkanları, ticaret ve sanayi odaları dalga geçip 7
trilyonu bir araya getirememişlerdi. Buna karşılık
Gaziantepliler ne yaptılar? Yapımı bitmemiş kültür
merkezini Zeugma Mozaik Müzesi’ne dönüştürdüler.
Mozaikleri, alüminyum petekler içinde çağdaş koruma
içinde sergilediler. Bu da yetmeyince çağdaş bir
müze yapımı için şimdi belediye 15 milyon dolar
ayırmış. (İnşallah rasgele bir bina yerine, bir
mimari yarışma ile yenisini gerçekleştirirler.)
Geçenlerde Urfa’da ‘Amazon’ mozaiği bulundu.
Urfalılar da mozaiği sergilemek için ödenek
ayırmışlar.
Sayın Vali Miroğlu’yu güç günler bekliyor. Bana göre
birinci önceliği ‘Yeni Antakya Mozaik Müzesini’
gerçekleştirmek olmalıdır. Sayın Vali Miroğlu!
Antakya’ya hoş geldiniz. Dikkat ettiyseniz vefalı
Antakyalılar, kente hizmet etmiş eski valilerin
adlarını çeşitli kamu alanlarına vermişler. Adınızın
Antakya’da kalıcı olmasını ve başarılarınızı
dileriz.”
Merkeze alınan öncülünüz, konuya seyirci kaldı!
Şimdi, o koltukta siz oturuyorsunuz. Bu uzun vadeli
sorunun yerine sizin ve bakanlığın gündeminde bir
ivedi sorun yer alacak. Belediye, müzenin
bahçesinden 7 metre genişliğinde bir yol geçirme
hevesinde. Yol geçince ne olacak?
1. Bahçedeki birkaç yüz taş yapıt ve lahitler müze
dışında ilgisiz bir alana taşınacak.
2. Bırakın bulundukları yerde çıkarılmayıp üzeri
toprakla örtülen ve kaçakçıların ağızlarını
sulandıran görkemli mozaiklerin müzeye taşınıp
sergilenmelerini, bahçede duran ve onarımları hala
yapılmamış, ahşap cendereler içinde yazgılarını
bekleyen ve müzeyi dünya üçüncülüğüne düşüren pek
çok mozaik de kapı dışı edilecek.
3. Yol açılınca trafiğin depremsel sarsıntılarının
çatlak mozaikler üzerindeki olumsuz etkilerini
düşünmek bile istemiyoruz.
Sayın Lekesiz, 1999’dan bu yana atılmayan adımı
inşallah siz başarıyla noktalarsınız. Ondan sonra da
belediye bu yörede istediğini yapar!
Yerli Halkın Günahı Ne?
Bir başka “doğa”, bir başka “tarih”, bir başka “din”
kavramlarını bütünleştiren, bir bölümü batık bir
deniz kıyısı kenti olan
Kekova’ya
yolunuz düştü mü bilmiyorum! Antik adı
“Simena” olan Muğla’nın
Kale İlçesine bağlı
Üçağız Köyünden söz
ediyoruz. Burası 1989’dan beri 1. derece sit
alanıdır. Böylesine olağandışı bir yerde, yıllardır
yaşayan yerli halk, çürüyen evlerine bir çivi
çakamazken çöken duvarlarını onaramazken tam kıyıda
yasağa aykırı 8-9 yıl önce kaçak yapılan bir lokanta
ve pansiyonu Oktay Ekinci sütununa
taşımıştı. İlgililer olaya el koymuş, bina için
yıkım kararı vermişlerdi.
Ama aradan 7-8 yıl geçtiği halde, her nedense yıkım
kararı uygulanmıyor. Yerli halk da “Bizim günahımız
ne” diye soruyor.
Cumhuriyet, Haber: Özgen Acar, 19.06.2009
|
FOUR SEASONS'A İKİNCİ KERE RET
Danıştay, Sultanahmet’teki tarihi kalıntılar üzerine yapılan Four Seasons Oteli ek inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararına yönelik itirazları da reddetti.
İstanbul Sultanahmet’te yapılan Four Seasons Oteli ek inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararı veren Danıştay, bu kararın kaldırılması istemiyle yapılan başvuruyu da reddetti. Danıştay, Muğla Bodrum Yarımadası çevre düzenleme planının yürütmesinin durdurulması kararına karşı yapılan itirazı da geri çevirdi.
Danıştay 6. Daire, Milliyet’in Sultanahmet’teki tarihi alana yapılan inşaatın, tarihi kalıntıları bütünüyle ortadan kaldıracağına yönelik ısrarlı haberleriyle gündeme getirdiği Four Seasons Oteli ek inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararı vermişti.
22 Eylül 2005’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca onanan nazım imar planı doğrultusunda yapılan ek inşaatla ilgili yürütmeyi durdurma kararına bakanlık, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Sultanahmet Turizm A.Ş. itiraz etti. İtirazları değerlendiren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, yürütmeyi durdurma kararının yerinde olduğuna hükmetti. Kurul, itirazları reddetti. Buna göre daire, davayı esastan karara bağlayacak. Dava sonuçlanana kadar, ek inşaat yapımı gerçekleştirilemeyecek. Daire, davada iptal kararı verirse, ek inşaat yapımı ihtimali bütünüyle ortadan kalkacak. İstanbul 1. Bölge İdare Mahkemesi de kısa süre önce ek inşaat için verilen inşaat ruhsatının iptaline hükmetti. Bu karar kesinleşirse, inşaatın bugüne kadar yapılan bölümlerinin de yıkılması gündeme gelecek.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, dünkü oturumunda Muğla Bodrum Yarımadası Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nı da görüştü. Danıştay 6. Daire, planla ilgili açılan davada yürütmeyi durdurma kararı vermişti.
Yoğun yapılaşmaya imkan vereceği söylenen planla ilgili karara Kültür ve Turizm Bakanlığı itiraz etti. İtirazı değerlendiren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, yürütmeyi durdurma kararını yerinde buldu.
Milliyet, 19.06.2009
|
 |
|
MUDURNU'DA 70 TARİHİ DÜKKAN ONARILACAK
Mudurnu Belediyesi tarafından Demirciler Çarşısı'nda
bulunan 240 dükkandan 70'i onarılacak.
Belediye Başkanı Mehmet İnegöl, yetmiş dükkanın
projelendirilerek iyileştirme çalışması yapılacağını
söyledi.
İnegöl, daha sonra kalan dükkanların onarılacağını
kaydetti.
Bolu'nun Sesi, 19.06.2009
|
YUNAN RÜYASINA ERDOĞAN'LI AÇILIŞ

Yunanistan'da 30 yıldır hayali kurulan ve 9
yılda 130 milyon Euro harcanarak inşa edilen
Akropolis Müzesi, Başbakan
Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla açılıyor.
Erdoğan, çok sayıda dünya liderinin katılacağı
Akropolis Müzesi’nin açılışı nedeniyle 5 yıl sonra
Atina’ya gelmiş olacak. Çok sayıda dünya liderinin
katılacağı açılışta ikili görüşmeler de yapacak
Erdoğan,
Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis ile de
bir araya gelecek. Görüşmede Heybeliada Ruhban
Okulu’nun açılması, Batı Trakya’da müftülerin seçimi
konusunda yaşanan sıkıntılar,
Kıbrıs ve Rum kesimine limanların açılması gibi
konuların gündeme gelmesi bekleniyor.
Müzede ziyaretçiler, girişte kendilerine verilen
telsiz kulaklık aracılığıyla sergilenen eserler
hakkında bilgi alacak. Birbirinden değerli eserlerin
yangın, deprem, güneş, rüzgar, ışık, gürültü gibi
faktörlerden etkilenmemesi için bazı eserler cam
zemin altında sergilenecek. En üst kat, eski
Yunan’da Olimpos Dağı’nın tepesinde yaşadıklarına
inanılan 12 tanrıya ayrılmış. Camdan olan dış cephe
sayesinde eserlerin bir bölümünü binanın dışından
görmek mümkün. Müzenin bir cephesinde kullanılan cam
sayesinde, MÖ 447-438 yıllarında, kral Perikles
zamanında İktinos ve Kalikratis adlı iki mimar
tarafından inşa edilen ve o dönemlerde içinde
tanrıça Athena’nın 1150 kilo altından yapılmış
heykelinin bulunduğu söylenen Akropolis mabedi bütün
ihtişamı ile yansıyor.
Ancak, Akropolis ve eteklerinde bulunan en önemli
eserler Atina’daki yeni müzede değil Londra’daki
British Museum’da sergileniyor. 19’uncu yüzyılın
başlarında
İstanbul’daki İngiliz büyükelçisi Lord Elgin,
Akropolis’deki 96 plakadan 56’sını ülkesine
götürmüştü.
Yunanistan "Elgin mermerleri" olarak bilinen bu
eserleri İngiltere’den geri istiyor. İngilizlerin
gerekçelerinden biri "İnsanlık tarihi için önemli bu
eserleri Atina’da barındırabilecek bir müze yok"
idi. Atina şimdi "bu müze var" diyerek Akropolis’in
parçalarını daha iddialı argümanlarla geri
isteyebilecek.
Mabedin eteklerinde 25 bin metrekarelik bir
alanda (müze bölümü 14 bin metrekare) cam, paslanmaz
çelik ve beton kullanılarak yapılan müzenin başmimarı İsveçreli Bernard Tscuhmi. Giriş ücreti 1
Euro olarak belirlenen müzeyi yılda 2.5 milyon
kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.
Hürriyet, Haber: Yırgo Kirbaki, 19.06.2009
|
YENİKAPI KAZILARINDA SONA DOĞRU

Turizm Gazetecileri ve Yazarları
Derneği (TUYED), İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü
işbirliği ile Yenikapı'daki Marmaray ve metro
inşaatının yapıldığı arkeolojik kazı alanına bir
inceleme gezisi düzenledi. Kazı alanı sorumlusu
arkeolog Yaşar Anılır'dan kazılara ilişkin son
bilgileri alan TUYED üyeleri, sona yaklaşılan
kazılarda ortaya çıkarılan bazı eserleri yerinde
görme fırsatı buldu.
Arkeoloji Müzesi olarak metro
istasyonunun geçeceği Ana Merkez alandaki
çalışmalarını tamamladıklarını açıklayan arkeolog
Yaşar Anılır, "Şu anda bu alanda Marmaray inşaatına
başlanabilir. Jeologların miosen dediği son noktaya
geldik, ana toprağa indik. Bulduklarımızı Arkeoloji
Müzesi'nde teşhir edeceğiz. Buradan çıkan mezarlar
belki 2010 yılında müzede sergilenecek." dedi.
Kazılarda ortaya çıkarılan
eserlerin sayısının bu ay itibariyle 12 bin 600'e
ulaştığını bildiren Anılır, Marmaray inşaatının
gecikmesi nedeniyle kazıların aceleye getirildiği
iddialarına yanıt verdi. Medyaya da yansıyan bu
iddiayı reddeden Yaşar Anılır, "Kazıları metro
inşaatı aksayacak diye aceleye getirseydik, şimdi
ulaştığımız eserleri bulmamız mümkün olmazdı. Bizim
zaman sınırımız yok, kazı ne zaman biterse o zaman
bu alandan gideceğiz." diye konuştu.
Marmaray Projesi'nin
gerçekleştirileceği alandaki kazılarda ana toprağa
indiklerini, eksi 8,5-10 metre arasına kadar
geldiklerini söyleyen Anılır, metro kazısında ana
toprağa henüz gelmediklerini, eksi 7,78 metre
mesafede olduklarını kaydetti.
Türkiye'de ilk defa böylesine
büyük bir alanda ve balçığın içinde kazı
yaptıklarını ifade eden arkeolog Anılır, TUYED
üyelerinin kazının bütçesine ilişkin sorularını da
yanıtladı. Anılır, bütçe konusunun kendilerini
ilgilendirmediğini belirterek şöyle konuştu:
"Büyükşehir Belediyesi ve Ulaştırma Bakanlığı
kazıların masraflarını karşılıyor. Burada böyle bir
inşaata başlanmamış olsaydı bu kadar büyük bir kazı
yapma imkanımız asla olmazdı, kimse bu kadar parayı
karşılamazdı. Şu anda zorunlu bir kurtarma kazısı
yapıyoruz. Bir anlamda buradan metro inşaatının
geçmesi arkeolojik açıdan büyük bir şans oldu."

İstanbul Arkeoloji Müzesi
Müdürlüğü'nün Yenikapı'da yaptığı kazının son durumu
ve alandaki son bulgular özetle şöyle:
* 2004 yılının kasım ayında
arkeolojik kazı çalışmaları başladı. Şu anda kazı
alanının büyük bir kısmında iş bitti, sadece batı
tarafta çalışmalar devam ediyor.
* Kazıları İstanbul Arkeoloji
Müzesi Müdürlüğü yapıyor, bulunanlar da İstanbul
Üniversitesi tarafından kaldırılıyor. Marmaray metro
kazılarında 350 kişi çalışıyor, bunun 50'si teknik
eleman; aralarında 5 mimar, 4 fotoğrafçı, serbest
arkeologlar vs. gibi elemanlar var.
* Kazı yapılan alan 11 bin m2,
metro inşaatının olduğu alanın tamamı ise 58 bin m2.
* Bu bölge Bizans döneminde
Theodosius Limanı olarak bilinmekteydi. Kazı
alanının ilk katmanında Osmanlı dönemine ait
eserler, onun altında 13. yy'dan kalma bir kilise
kalıntısı bulundu. Bu kilise Anıtlar Kurulu
kararıyla kesilip daha sonra yerine monte edilmek
üzere kaldırıldı.
* Öte yandan MS. 11. ve 16. yy'a
ait 33 tane gemi batığı ortaya çıkarıldı. Bu
batıkların çoğu kaldırıldı, birkaç tanesi alanda
özel olarak muhafaza ediliyor. Batıklarının
çoğunlukla ticaret yapan gemiler olduğu düşünülüyor.
* Kazı, bir deniz tabanı üzerinde
gerçekleştirildi. Jeologlar burada MÖ. birinci
1000'den itibaren bir deniz tabanı olduğunu ifade
ediyor; son kazıda da MÖ. 4 yy'a ait seramikler
ortaya çıktı. MS. 11. yy'de denizin dolduğu ve
limanın terk edildiği anlaşılıyor.

* Deniz tabanının altında ikinci
bir deniz tabanı daha vardı. Jeologlar tarih olarak
MÖ. 5200 yıllarını veriyor.
* Neolotik döneme ilişkin ortaya
çıkarılan kalıntılar arasındaki ölü küpleri de bir
ilkti. O döneme ilişkin ilk kez ölülerin yakıldığına
ilişkin bulgular tespit edildi. Anadolu'da daha önce
ölülerin yakıldığına ilişkin bulguya rastlanmamıştı.
* Ölü gömü şekli konusunda da bir
ilke rastlandı. Bir mezarın altında ahşap ızgaralar
vardı, yanında başka bir ölü küpü çıktı.
* Toprak altında eksi 8,5
seviyelerinde 123 tane ağaç ortaya çıkarıldı, bu da
bir ilkti. Bu ağaçlar temizlendi, kaldırıldı;
incelemeler sürüyor.
Tsunami tezi çürüdü
* Kazılar İstanbul'un tarihinde
tsunami diye bir şey olmadığını ortaya koydu.
Arkeolog Yaşar Anılır'a göre çünkü bulunan gemi
batıklarının hepsi düz bir alana yayılmıştı, dağınık
bir alana yayılmamıştı. Herşey düz bulundu. Tsunami
olsaydı kalıntılar dağınık vaziyette olurdu.
* Theodosius Limanı’nın altındaki
katmanda MÖ 6.500’lü yıllara ait olduğu tahmin
edilen 4 insan iskeleti ile ahşap savunma silahları,
ahşap eşyalar ve kano kürekleri bulundu. Daha önce
İstanbul’un çevrelerinde neolotik döneme ait
bulgulara rastlanılmıştı ancak tarihi yarımada da
ilk kez böyle bulgular ortaya çıkarıldı.
* Neolotik (Cilalı Taş Devri)
dönem bataklık içinde 'urne' tipi 8 bin yıllık
tarihi mezarlar bulundu. Anadolu tarihinde bir ilk
olan mezarların ortaya çıkarılmasıyla, İstanbul'da
tarihin ilk insan topluluklarının yaşadığı
kesinleşmiş oldu.
Eski çağlarda mezarlıklarda
yapılan gömüler, çoğunlukla normal gömme, kimi zaman
da yakarak gömme şeklinde oluyordu. Yakılarak
gömülmüş ölülerin külleri ve yakma töreninden geriye
kalanlar çoğu kez urne (pişmiş toprak kap) denilen
kaba, bazen de tekne ve kapaktan oluşan "ostothek"
ya da "larnax" denen küçük taş, mahfaza içine
konuyordu.
Kremasyon gömülerde yani ceset
yakılmışsa ölen kişinin giysisi, süs eşyaları veya
örneğin okla öldüyse bu ok kabın içine konurdu.
Bilinen kremasyon gömü şekli Anadolu arkeolojisinde
bugüne kadar erken tunç çağında görüldü. Ancak bu
gömü şekli, 8 bin yıl öncesine dayanan Neolitik
dönem kazılarında rastlanılan bir durum değildi.
Bu tip gömü şekli, ilk kez
Yenikapı'da devam eden Marmaray kazıları sırasında
ortaya çıktı. Urnelerin içinde ölülerin özel
eşyaları ile bir beze sarılı küller ve bunun üzerine
günlük kullanım kapları konulduğu görüldü. Ayrıca
bir urne içinde de bebek iskeletine ait kemikler
bulundu. Uzmanlar, buranın bir mezarlık olma
ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Daha önce
bulunan eserler için yapılan, dere yatağı ile başka
yerlerden taşındığı görüşünün son buluntularla
çürüdüğü kaydediliyor.
Turizm Habercisi, Haber: Özlem Kapar, 18.06.2009
|
GERGER KALESİ'NE PARKE TAŞI
Kommagene Uygarlığı'na ait tarihi Gerger Kalesi'nin
zorlu ulaşım yolu kilitli parke taşı ile döşeneceği
bildirildi.
Gerger İlçesi'ne yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta
bulunan rakımı bin 100 metre olan Gerger Kalesi'ne
ulaşım kolaylaşıyor. 400 metrelik zorlu tırmanış
yolu kilitli parke taş döşenecek. Gerger Kaymakamı
Şenol Koca daha önceki yıllarda turistler tarafından
rağbet gören fakat daha sonra kaderine terk edilen
Gerger Kalesi'nin yeniden eski günlerine döneceğini
ifade etti.
Koca, "Gerger kalesi kesinlikle kaderine terk
edilmeyecektir. Yol yapım çalışmalarına başladık,
kısa süre içinde bitirmeyi hedefliyoruz. Ulaşım
sorunu bulunan kale yolunda yaklaşık 10 bin metre
kare kilitli parke taşı döşenecektir. Yol yapımı
bittikten sonra yerli ve yabancı turistlerin en
uğrak yerlerinden biride Gerger Kalesi olacaktır. Şu
anda incelemelerde bulunduk fakat kaleye tırmanmak
için çok zorlandık, çünkü kale çetin bir dağ
sarpının üzerine yapılmıştır. Bu nedenle ulaşım
güçlükle sağlanıyor. En zoru kale yoluydu onu da en
kısa zamanda bitireceğiz ve Gerger Kalesi'ni turizme
kazandıracağız" dedi.
Adıyaman Kent Haber, 18.06.2009
|
|
MÜZENİN KAPISI TURİSTE KAPALI!

Sivas’a gelen yabancı turistlerden bazıları
Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’ni gezemeden
Sivas’tan ayrılmak zorunda kalıyor.
Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’ne gelen yabancı
turistlerin bazıları müzenin İnönü Bulvarı kısmında
bulunan kapısının kapalı olması nedeniyle müzeyi
ziyarete kapalı zannederek, müzeyi gezmeden geri
dönüyorlar.
1892 yılında Sivas Valisi Memduh Paşa tarafından
yaptırılan ve 1981 yılına kadar okul olarak
kullanılan bina, onarımı teşhir ve tanzimi
gerçekleştirildikten sonra, 1990 yılında müze olarak
ziyarete açıldı.
O tarihte ana caddenin orduevi önünden geçmesi
dolayısıyla müze girişi orduevi tarafı olarak
belirlendi. Fakat aradan geçen zaman içerisinde
Orduevi tarafında ki cadde güvenlik nedeniyle
kapatılması sonucu işlevini kaybetti ve insan
yoğunluğu İnönü Bulvarı’na kaydı. Fakat müzenin
giriş kısmı değiştirilmedi.
Müze girişinin İnönü Bulvarı kısmına bakan kapıdan
yapılmaması müze ziyaretçilerinin sayısını oldukça
aşağıya çekti. Hem yerli hem de yabancı turistlerin
müzeyi kapalı zannetmesi Sivas açısından son derece
olumsuz bir görüntü ortaya çıkarıyor.
1981 yılına kadar lise olarak hizmet veren Kongre
binası, 1984 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na
devredilmiş ve bu tarihte bina onarımdan
geçirilmişti. Aradan geçen 25 yılın ardından Kongre
Binası’nda restorasyon çalışması yapılması
kaçınılmaz hale geldi. Bu nedenle geçtiğimiz aylarda
rölöve ve restorasyon projesi ihalesi yapılan Kongre
binası, projelerin hazırlanması ve Anıtlar Yüksek
Kurulu’nun onayından geçmesinin ardından restore
edilecek.
Bu restorasyon kapsamında müze girişinin Orduevi
tarafından alınarak İnönü Bulvarı tarafına verilmesi
bekleniyor.
Sivas Hürdoğan, 18.06.2009
|
"TARİHİ YAŞATACAĞIZ"
Büyükşehir Belediye Başkanı
Recep Altepe, kentin kalbi olan Hanlar Bölgesi'nin
gün yüzüne çıkartılmasına yönelik çalışmalar
kapsamında Cumhuriyet Caddesi'ndeki sağlık ocağının
yıkılmasının ardından Geyve Han'ın önünde yapılan
düzenlemeleri yerinde inceledi.
İncelemelere Büyükşehir Belediyesi Projeler
Koordinatörü Aziz Elbas ve BURFAŞ Genel Müdürü
Zeynel Abidin Turan ve Fen İşleri Daire Başkanı
Fehmi Ökten de katıldı.
Bazı turist kafilelerinin Hanlar Bölgesi'ndeki
parklanmada yaşanılan sıkıntıdan dolayı Bursa'nın
görülmesi gereken en güzel bölgeyi gezinti yapmadan
ayrıldığına dikkat çeken Altepe, "Cumhuriyet
Caddesi'ndeki eski sağlık ocağının yıkılmasıyla,
Hanlar Bölgesi farklı bir noktadan daha ferahladı.
Yıkımla açılan bu alanda turist otobüslerinin
parklanmasına imkan sağlayacağız. Çünkü Hanlar
Bölgesi Bursa'nın fethinden sonra ilk oluşturulan
ticaret ve sosyal yaşam merkezi. Bu bölgenin kimliği
korunurken, yaşayan bir bölge haline gelmesini,
kültür ve turizmi ile yaşamasını istiyoruz" dedi.
Bölgede yapacakları düzenlemelerle Geyve Han,
Koza Han Taç Kapı ile Fidan Han'ın da
fonksiyonlarını artıracağını belirten Başkan Altepe,
"Tarihi eserlerimizi restore ederken halkın istifade
edeceği mekanlar haline de getiriyoruz. Geyve Han'ın
önündeki atıl alanı da bu vatandaşlarımızın istifade
edecek şekilde düzenliyoruz. Tarihi mirasımızı
yaşatarak geleceğe taşıyoruz, taşımaya da devam
edeceğiz" diye konuştu.
Bursa Olay, 18.06.2009
|
YAĞMALANAN TARİHİ GERİ İSTEME ZAMANI

Ege’den
Akdeniz’e inerken arkeolojik alanlara her
uğradığımda yağmacıların sesi gelir kulağıma...
Devrik sütunlar, freskleri sökülmüş duvarlar, kafası
kopmuş heykeller, büyük bir talanın artıkları
gibidirler.
O kopuk parçalara Berlin’in, Londra’nın gösterişli
müzelerinde rastlayınca içim sızlar; yağmacılara
beddua ederim.
* * *
Onlardan birini tanıyoruz:
1799-1803 arası İngiltere’nin Osmanlı’daki
büyükelçisi olan Lord Elgin, bir koleksiyoncuydu.
Sultan II. Mahmud’dan, ilgisizlikten yok olacak
haldeki Akropolis heykellerinin alçı kalıplarını
çıkarmak ve “değersiz birkaç kalıntıyı” götürmek
üzere izin almıştı. Bu izinle Atina’yı yağmalamış,
heykellerini söktüğü Parthenon’u tamamen
parçalamıştı.
1802’de maceralı bir gemi yolculuğuyla Londra’ya
taşınan ve 35 bin sterline British Museum’a satılan
heykel ve kabartmalar, bugün İngiliz müzesinde
“Elgin Mermerleri” adlı bölümde sergileniyor.
Yunanistan ise yıllardır bu heykelleri anavatanına
geri getirme mücadelesi veriyor.
* * *
İngiltere, 3 gerekçeyle iade etmiyor:
1. ”Lord Elgin, mermerleri padişah fermanıyla
nakletti; yani yaptığı yasaldı” diyorlar. Bu, kısmen
doğru.
2. ”Nakletmese heykeller daha da beter hale
gelecekti” diyorlar; bu da büyük ölçüde doğru.
3. “Zaten Yunanistan’ın bunları sergileyebileceği
bir yeri yok” diyorlar; ki bu tamamen doğru(ydu).
Ama Yunanistan bir atak yapıp son gerekçeyi
İngilizlerin elinden aldı.
150 milyon euro harcayarak Akropolis’in eteğine 21
bin metrekarelik muhteşem bir müze yaptılar. 4 bin
tarihi eserin, arkeolojik kalıntılarla iç içe
sergileneceği müze bu hafta sonu açılacak. Açılışa
İngiliz Kraliçesi de davetli...
* * *
Ne var ki, eserlerin yüzde 60’ı Londra’da...
Yunan Kültür Bakanlığı yeniden British Museum’a
başvurup eserlerini istedi.
Müze bu kez ilk kez- farklı bir yanıt verdi:
“Elgin Mermerleri’ni 3 ay sergilemeniz için size
gönderebiliriz” dedi. Ama bir şartları vardı:
“Atina, eserler üzerindeki hak iddiasından
vazgeçecek ve eserlerin asıl sahibinin İngiliz
Müzesi olduğunu kabul edecek”.
Yunan Kültür Bakanı, bunca yıl konuyu müzakereye
bile yanaşmayan müzenin şimdi “ödünç verme eğilimi”
göstermesini memnuniyetle karşıladı; ama teklifi
reddetti. Çünkü koşulu kabul etmek, 207 yıl önceki
yağmayı meşrulaştırmak anlamına gelecekti. Onun
yerine,“Tarihsel mirasın, ait olduğu topraklara
iadesi” için verdikleri mücadeleyi hızlandırdılar.
* * *
Zeus Sunağı’ndan Troya hazinelerine kadar arkeolojik
varlığının önemli bölümü sürgünde olan Türkiye, bu
“geri alma” mücadelesinde ön safta olmalı. Ama
dilekçe vermek, beddua ya da rica etmek yetmiyor.
Yunanistan, izlenmesi gereken yolu gösteriyor. Bu
eserlerin anayurdunda daha iyi sergileneceğini de
kanıtlamak gerekiyor. Kültür Bakanı Ertuğrul
Günay’ın dün okuduğumuz açıklaması bu açıdan
sevindirici... Günay, Ankara’da Atatürk Kültür
Merkezi’nin bulunduğu 40 bin metrekarelik alana
Paris’teki Louvre ayarında, Türkiye’nin en büyük
müzesini yapmayı planladıklarını söylüyor.
Bir gün orada bu toprakların tüm arkeolojik varlığı
buluşursa, biz de içimiz sızlamadan geçeriz
yağmalanmış tarih alanlarından...
Milliyet, Yazı: Can Dündar, 18.06.2009
|
MÜZE KENT ÇOK YAKIN
Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'un "Sur-i
Sultani" olarak bilinen; Topkapı Sarayı, Gülhane
Parkı ve Sirkeci Garı'nı da içine alan tarihi
yarımada bölgesini "Müze Kent" yapma çalışmalarının
hızlandırıldığını açıkladı. Bu yönüyle tarihi
Topkapı Sarayı içindeki "Deri ve Zührevi Hastalıklar
Hastanesi" de boşaltıldı.
Bakan Günay, "Sağlık Bakanlığı ile istişarede
bulunarak o hastaneyi boşalttık. Şimdi bir butik
otel haline getirmeye çalışıyoruz. İstanbul'un doğal
ve tarihsel güzelliğini göstermek için bir adım
olacak" dedi. Çeşitli bakanlık ve kurumların
elindeki turizme
hizmet verebilecek tesisleri
istediklerini kaydeden Günay, şöyle konuştu: "Turizm
açısından son derece verimli kullanılabilecek
yerlerde devlet daireleri, misafirhaneler, okullar,
askeri liseler, tersaneler yapılmış. Türkiye turizmi
açısından altın değerindeki bu yerleri daha verimli
hale nasıl getirebiliriz diye bir envanter çalışması
yapıyoruz. İstanbul'la ilgili olanı bu ayın sonuna
kadar çıkarılmış olacak. İstanbul'un daha fazla
kültür ve sanat mekanına ihtiyacı var. Türkiye'nin
de öyle. Biz, geçmiş yıllarda okul, tersane haline
getirilen binaları, otel, butik otel yapmayı
düşünüyoruz. İstanbul'un doğal ve tarihi güzelliğini
daha da ön plana çıkarmak için bunlar bir ön adım
olacak."
Sabah, 18.06.2009
|
TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA SUÇÜSTÜ
Sinop'ta jandarma tarafından yapılan operasyonda,
tarihi eser kaçakçıları suçüstü yakalandı. 4 kişinin
gözaltına alındığı operasyonda, Hellenistik döneme
ait 13 adet Aminos sikkesi ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, Sinop'un Ayancık İlçesi'nde
istihbarat çalışması yapan jandarma ekipleri, Kepez
mevkiinde kaçak kazı yapan 4 kişiyi suçüstü
yakaladı. Olayla ilgili M.D. (38), A.Ş. (45), Y.Ç.
(40) ile S.E. (38) gözaltına alınırken, şahısların
kazıdan elde ettikleri MÖ 300 yıllarına ait Aminos
parası adı verilen 13 adet sikke ile 2 adet dedektör,
1 adet kamera ve çok sayıda kazı malzemesi ele
geçirildi. Gözaltına alınan şahısların sorguları
sürüyor.
Sinop Kent Haber, 18.06.2009
|
|
EGE MEDENİYETLER MÜZESİ'NE YER YOK
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın söz
verdiği ‘Ege Medeniyetleri Müzesi’ için valilik,
büyükşehir belediyesi, ilgili kurum ve kuruluşların
temsilcileri yer belirlemeye çalışıyor.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın,
Ankara’da yapılacağını açıkladığı ‘Türkiye
Uygarlıklar Müzesi’nin ardından; gözler, İzmir’de
kurulması planlanan ‘Ege Medeniyetleri Müzesi’ne
çevrildi.
Bakan Günay’ın, seçimden önce İnciraltı’na
yapılacağını açıkladığı müzeyle ilgili tek eksiğin,
‘yerine karar verilmesi’ olduğu belirtildi. Vali
Cahit Kıraç, projenin takip edilip, konunun sıcak
tutulması gerektiğini vurguladı.
Vali Kıraç, “Kültür ve Turizm Bakanlığı, Büyükşehir
Belediyesi, sivil toplum örgütleri olarak ortak bir
irade var. Sayın bakanımız da yapılacağını söyledi.
Nerede olacağı tartışılıyor. İnciraltı önerisi var.
Büyükşehir Belediyesi’nin, turizm alanı ilan edilen
bölgedeki imar planını göreceğiz. Turizm
potansiyeli, doğal yapı, ulaşım gibi imkanlar
değerlendirilerek, en uygun yere karar verilecek”
dedi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu da kentte
yaşayan herkesin, müzenin yapılması konusunda
birleştiğini ifade ederek, “Hem sayın bakanımız
Ertuğrul Günay hem sivil toplum örgütleri bu konuyu
tartışıyor. Yeri şurası olsun, burası olsun...
Önemli olan İzmir’de olmasıdır. Belediye, en makul,
en uygun yere planlamasını yapar” diye konuştu.
Düşünceyi ilk ortaya atanlardan, Milliyet EGE
yazarı, ekonomist Ali Nail Kubalı da şu görüşleri
ifade etti: “Projeyi sayın bakanımız da onayladı ve
seçimden önce yapılacak diye ortaya attı. Ancak bir
ivme kazandırılması gerekiyor. Duyduğum kadarıyla da
büyükşehir belediye başkanımız sayın Aziz Kocaoğlu,
yer tespit ediyormuş, bu konuda girişimleri varmış.
Batı dünyası için Ege’deki medeniyetler önemli. O
medeniyetlere sahip çıkmamız gerek.”
Konuyu gündeme taşıyanlardan Ege Ekonomisini
Güçlendirme Vakfı’nın eski başkanı Uğur Yüce, en
büyük sorunun, müzenin nereye yapılacağının
belirlenmemesi olduğunu ifade etti. Yüce, şöyle
konuştu: “Sayın bakan da bu müzenin İzmir’e
yapılacağını komfirme etti. Ankara’ya müze
yapılması, buraya yapılmayacak anlamına gelmiyor.
Sasalı ya da İnciraltı düşünülüyor. Ancak bu konuyu
takip eden bizler, Agora-amfitiyatro-Varyant aksının
içinde olması gerektiğini savunuyoruz. Dünyaca ünlü
bir mimar tarafından yapılıp ses getirmesi, bundan
istifade edilmesi gerektiğine inanıyoruz.”
Milliyet Ege, Haber: Banu Şen, 18.06.2009
|
|
500 YILLIK İNCİL ELE GEÇTİ
İstanbul’da
düzenlenen iki tarihi eser operasyonunda, 500 yıl
önce yazıldığı belirlenen el yazması İncil ile
Hellenistik döneme ait altından heykel ve takılar
ele geçti.
Alıcı rolündeki polislere İncil’i 2 milyon dolara,
heykel ve takıları 3 milyon Euro’ya satmaya çalışan
biri doktor beş kişi yakalandı.
Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, altı
yıl önce Diyarbakır’daki bir kiliseden çalınan
İncil’in piyasaya sürülmeye çalışıldığı bilgisini
aldı. İncil’in Yusuf S.’nin elinde olduğunu
belirlendi. Alıcı rolünde Yusuf S. ile
Bahçelievler’de buluşuldu. Yusuf S. İncil’e 2 milyon
dolar istedi. Diyarbakır’da bir kiliseden çalındığı
tespit edilen İncil’e müze yetkilileri 5 milyon
dolar değer biçti. Yusuf S. tutuksuz yargılanmak
üzere serbest kaldı.
Öte yandan, Hellenistik döneme ait altından heykelin
satılmaya çalışıldığını ihbar alan ekipler Doktor
Metin G. ile irtibat kurdu. Polisler, Atilla S.,
İlyas C. ve Tuncay K.’yı gözaltına aldı. Doktor
Metin G. de yakalandı. Sanıklar tutuksuz yargılanmak
üzere serbest kaldı.
Hürriyet, Haber. Çetin Aydın, 18.06.2009
|
MOSTAR KÖPRÜSÜ'NE KARDEŞ GELDİ

Bosna-Hersek'teki önemli Osmanlı miraslarından
Mostar Köprüsü'ne kardeş geldi. Türk İşbirliği ve
Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) tarafından
restore ettirilen tarihi Konjic Köprüsü, önceki
akşam düzenlenen muhteşem bir törenle açıldı. Devlet
bakanları Faruk Çelik ile Faruk Nafiz Özak'ın da
katıldığı merasimde izleyicilere birbirinden güzel
gösteriler sunuldu.
Su, gece ve ışıkla birleşen gösterileri binlerce
Boşnak'ın yanı sıra özel uçakla Türkiye'den gelen
100'ün üzerindeki davetli de izledi. Açılış töreninde ilahiler okundu, şarkılar
söylendi. Folklor ekipleri her iki ülkenin halk
danslarından örnekler sundu. Türkçe ve Boşnakça
eserlerin seslendirildiği gecede Konya Türk Tasavvuf
Musikisi Topluluğu ile Sema Grubu da sahne aldı.
Mehteran Takımı Konjic Köprüsü üzerinde minik bir
konser verdi. Törendeki heyecan ve coşku, Bosnalı
gençlerin ellerindeki meşalelerle köprünün altından
geçişi sırasında zirveye çıktı. Yerel kıyafetler
giymiş yüzlerce çocuk ise ellerindeki renkli
balonları gökyüzüne bırakarak, barışın hakim olduğu
bir dünya istediklerine dair mesaj verdi.
Törende konuşan Devlet Bakanı Faruk Çelik,
Türkiye ile Bosna-Hersek arasındaki dostane
ilişkilerin önemine dikkat çekti. "Kader birliğimiz
1463'ten bu yana süregelmektedir." diyen Çelik,
hoşgörü medeniyetinin Bosna-Hersek topraklarına
hayat ve ruh verdiğini belirtti. Cami, han, hamam,
türbe ve köprülerle nakış nakış işlenen bu medeniyet
sayesinde aynı ruhun izlerini Saraybosna'da,
Konya'da, Bursa'da, İstanbul'da görmenin mümkün
olduğunu söyledi. Bakan Çelik, başkent
Saraybosna'nın Avrupa'nın Kudüs'ü olduğunu
vurgulayarak Bosna-Hersek'in, medeniyetlerin
çatıştığı değil medeniyetlerin ittifak ettiği bir
merkez olma potansiyeline sahip olduğunun altını
çizdi.
Konjic Belediye Başkanı Emir Bubalo da
yıkılmasından 63 sene sonra bu şehre Taşköprü'yü
yeniden hediye ettiklerini söyledi. Restorasyona
maddi-manevi destek veren Türkiye'ye müteşekkir
olduklarını ifade eden Bubalo, köprünün herkes için
birleşme ve kaynaşmanın merkezi olması temennisini
dile getirdi. Konuşmaların ardından bakanlar Çelik
ile Özak ve Başkan Bubalo, köprünün açılışını
birlikte yaptı. Ardından Konjic Köprüsü'nün bir
yakasından diğerine yürüyerek geçtiler.
Konjic şehri, başkent Saraybosna'ya yaklaşık 50
kilometre uzaklıkta şirin bir yerleşim yeri. Neretva
Nehri, kentin tam ortasından geçiyor. Osmanlı
zamanında Saraybosna'dan çıkan akıncılar burada mola
verdiklerinden şehrin ismi 'atların dinlendiği yer'
anlamına gelen Konjic olarak tarihe geçiyor. Açılışı
yapılan köprü de Neretva üzerinde bulunuyor. Sultan
IV. Mehmet tarafından 1682'de inşa ettirilen köprü,
6 kemerden oluşuyor. II. Dünya Savaşı'nda Alman
piyadeleri geri çekilirken başlayan bombardıman
sırasında (3 Mart 1945) ağır hasar görüyor. 1945'ten
itibaren tam 59 yıl aslına uygun biçimde restore
edilemiyor. Bugünkü görünümüne yaşlı bir Boşnak
kadının Bosna-Hersek'i ziyaret eden Türk
yetkililerden ricası sayesinde ulaşıyor. 2005'te
TİKA bir proje hazırlıyor. Köprünün ihale yoluyla
aslına uygun biçimde restore edilmesi
kararlaştırılıyor. Bir yıl sonra başlayan çalışmalar
2009'da tamamlanıyor.
Zaman, Haber. Mehmet Yılmaz, 18.06.2009
|
İZNİK'TE İZİNSİZ KAZIYA SUÇÜSTÜ
Bursa'nın İznik İlçesi'nde izinsiz kazı yapan
şahıslar jandarmayı fark edince kaçtı. Zanlılardan
biri yakalanırken, kazıda kullanılan malzemeler ele
geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, olay, Yörükler Köyü'nde
meydana geldi. Köy civarında izinsiz kazı yapan
şahısların şüpheli bir otomobil ile dolaştığı
ihbarını alan jandarma ekipleri harekete geçti.
Otomobil içinde bulunan zanlılar jandarmayı fark
ederek kaçarken, zanlılardan İ.E kaçamayarak
yakalandı. Yapılan aramada 1 jeneratör, 1 hilti,
elektrik kablosu, balyoz, kazma ve ip ele
geçirildi.
Kazan zanlıların yakalanması için çalışmalar
sürüyor.
Bursa Hakimiyet, 17.06.2009
|
GÖZLER SATILIK SÜLEYMANİYE SİLUETİNDE

Ünlü müzayede evi Sotheby’s’in 24 Haziran günü
Londra’da düzenleyeceği empresyonist ve modern sanat
müzayedesine Fransız ressam Paul Signac’ın "La
Suleimanie" (Süleymaniye) adlı tuval üzerine yağlı
boya tablosu damgasını vuracak.
1907 tarihi taşıyan tabloda Haliç ve Süleymaniye
Camisi’nin Boğaz üzerindeki yükselişi bütün
ihtişamıyla yer alıyor. Signac’ın 1900’lü yılların
başlarında yaptığı İstanbul tablolarından biri olan
bu eserin 1,2 ile 1,8 milyon sterlin arasında bir
fiyatla alıcı bulması bekleniyor.
Sotheby’s Empresyonist ve Modern Sanat Bölümü
Başkanı Helena Newman, "Bu kadar güzel ve görkemli
bir İstanbul manzarasını yansıtan bir tabloyu satışa
sunmaktan büyük heyecan duyuyoruz. Signac’ın
1907’den itibaren yaptığı İstanbul manzaraları
serisi her zaman çok beğenilmiştir. Bu tablo ise
İstanbul’un ikinci büyük camisi olan Süleymaniye
Camisi’ne bütün haşmetiyle yer vermiş olmasıyla,
diğerleri arasında da özel bir yere sahiptir" dedi.
1904 yılından itibaren Avrupa’yı gezmeye başlayan,
bu süre içinde Venedik, Rotterdam, Londra gibi
kentlerde çalışmalar yapan Fransız ressam Paul
Signac, 1907 tarihinden itibaren de İstanbul’da
çalışmaya başladı. Gezdiği liman kentleri içinde
İstanbul’a özel önem veren Signac, tablolarına fırça
darbeleriyle mozaik havası yaratmasıyla tanınıyor.
24 Haziran günü akşam saatlerinde düzenlenecek
müzayedenin sanatseverlerden büyük ilgi görmesi
bekleniyor.
Radikal, 18.06.2009
|
"İSTANBUL'U GÜZELLEŞTİRMEK İÇİN ESKİYE BENZETMEK
GEREKMİYOR"

Türkiye'de 20. yüzyıl mimarlık tarihi
dendiğinde ilk akla gelen, 1930'lardan 1980'lere dek
mimarlık alanını en çok etkileyen isim kuşkusuz
Sedat Hakkı Eldem.
Osmanlı
Bankası Müzesi, doğumunun 100. yılında
efsanevi mimarı bir dizi etkinlikle andı. Dizinin
ilk ayağı geçen yıl düzenlenen
"Sedat Hakkı
Eldem I: Gençlik Yılları" başlıklı
sergiydi. Bugüne dek benzeri görülmemiş çok geniş
kapsamlı bir çalışma olan, Eldem'in doğumundan
başlayarak çocukluğu, gençliği ve eğitim yıllarını
anlatan sergi yeğeni Ethem Eldem'in sağladığı
belgelerle oluşturulmuştu.
8 Nisan'dan bu yana sergilenen
"Sedat Hakkı
Eldem II Retrospektif"inde ise Eldem'in
1930'lardan yaşamının sonuna dek sürdürdüğü
çalışmaları yer alıyor.
Vehbi Koç Vakfı
ve Sadberk Hanım Müzesi desteğiyle
ortaya çıkan bu arşiv serginin ve eşzamanlı
yayımlanan kitabın küratörlüğünü
Bülent
Tanju ve Uğur Tanyeli
üstlenmiş. Tasarım da
Bülent Erkmen'e
ait.
Serginin ortaya çıkış öyküsünü ve Sedat Hakkı
Eldem'in Türk mimarlığı üzerindeki etkilerini Yıldız
Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğretim üyesi
Uğur Tanyeli ve Osmanlı Bankası
Müzesi Müdürü Sima Benaroya ile
konuştuk.
Sedat Hakkı Eldem'e ait çok ciddi bir malzeme ve
arşiv olması Osmanlı Bankası Müzesi Müdürü
Sima Benaroya'yı böyle bir sergiye
yöneltmiş. Benaroya, "Hiçbir mimarda olmayan bir
arşivi vardı, böyle bir malzemeyle sergi yapmamak
olmazdı" diyor. Osmanlı Bankası Müzesi'nin arşive
verdiği önemle Sedat Hakkı Eldem'in müthiş zengin
arşivi birleşince ortaya bugüne dek benzeri
görülmeyen tarihi sürekliliği olan, doğumdan ölüme
uzanan farklı bir sergi çıkmış. Gelecekte de
kendisiyle ya da mimarlık tarihimizle ilgili her
araştırmaya yol gösterecek nitelikte bir çalışma
olmuş. "Eğer içinde çok önemli ölçüde Osmanlı konut
mimarisiyle de ilgili bol malzeme olan bu arşivin
kullanıma açılmasına aracılık edebilirsek büyük bir
mutluluk olur bu bizim için" diyor Uğur Tanyeli.
Sedat Hakkı Eldem, "İkinci Ulusalcı
Mimarlık" denen tarihselci akıma öncülük
ettiği için hem övülen hem de yerilen bir isim.
Mimarlığı hakkında farklı düşünceler olsa da
herkesin birleştiği bir nokta var: Onun aurası.
Sinan'dan sonra en önemli Türk mimarı kabul
ediliyor. Ama yine de Uğur Tanyeli ve Bülent Tanju
sergi için hazırlanan kitabın önsözünde "Bu sergide
kutsanan bir şey varsa o da Sedat Hakkı Eldem değil,
arşividir" diyorlar.
Uğur Tanyeli'ye göre "erken cumhuriyet dönemi"nde
yetişen Sedat Hakkı Eldem, düşünce biçimi olarak
ulusalcı bir anlayışa sahip olmasa da ulusalcı
damara çok büyük katkıda bulunmuş bir mimari
anlayışa sahip. Türkiye'deki gelenekselliğe
eklemlenen bir mimarlık yapmaya çalışıyor.
Kişiliğinde de mimarlığında da geleneksellikle
modernizm arasında çekiştirilen bir adam. Hilton
Oteli, Akbank Genel Merkezi, bugünkü Başbakanlık
Binası, Le Corbusier etkili binalar ama bir yandan
da Türkiye'nin o yıllardaki beklentilerinin sonucu
olarak ulusalcı tarafa çekildiğini söylemek mümkün.
Uğur Tanyeli, bir yere ait olamama ve yurtsuz olma
durumunun Sedat Hakkı Eldem'e verimlilik kattığını
söylüyor. "Yaptıkları bir markaya dönüşünce ortamın
etkisiyle bir Sedat Hakkı Eldem üslubu oluştu. Talep
oldukça da o markaya uygun eserler üretti" diyor.
Tarihimizde, onun kadar mimarlığı hoca ve tasarımcı
olarak yönlendiren, etkisine alan bir başka isim
yok.
Eldem'in çok bilinen çalışmaları arasında Yalova
Termal Oteli, Ayaşlı Yalısı, Ilıcak Yalısı, İstanbul
Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi, İstanbul
Sosyal Sigortalar Kurumu, Taksim Atatürk Kitaplığı,
Alarko Ofis Blokları, Koç Holding Yönetim Merkezi,
Koç Konutu, TBMM Başkanlık Konutları, Florya
Tesisleri, Naciye Sultan Korusu Konutları gibi
binalar sayılabilir.
Tanyeli, "Sedat Hakkı Eldem'in mimari geleneğini
sürdürmeli miyiz, bugün mimari anlayışı yaşatılmalı
mı" sorumu "Hayır bu anlamda Sedat Bey'i yaşatmak
değil öldürmek lazım" diyerek cevaplıyor. Tanyeli'ye
göre Türkiye'de geleneksel mimari ile ilişkili olsun
denilen her yapıda adı söylensin söylenmesin
Eldem'in etkisi var: "Dünyanın her yerinde
gelenekselci yaklaşımlar olur ama bunun özellikle
propagandasının yapıldığı, özellikle talep edildiği
anlayıştan kurtulmak gerekiyor. İstanbul'u
güzelleştirmenin yolu eskiye benzetmekten geçmiyor.
Sedat Hakkı Eldem'in adı konmamış etkisinin
azaltılması lazım".
Osmanlı Bankası Müzesi'ndeki sergi 5 Temmuz'a dek
görülebilir. Daha sonra Bankalar Caddesi'ndeki
tarihi binanın bir kültür kompleksine dönüştürülmek
üzere restorasyon çalışmaları başlıyor.
Referans, Haber: Müge Akgün, 17.06.2009
|
ÇÖZÜLEMEDEN PARÇALANACAK
Frig
uygarlığının gizemli anıtı
Yazılıkaya,
alarm verdi. Eskişehir’in 80 kilometre güneyinde,
‘Dağlık Frigya’ bölgesinde bulunan
2 bin 800 yıllık anıttaki çatlak ve kopmalar
korkutuyor. Anadolu Üniversitesi’nden
Doç.Dr. Taciser Sivas, “Çatlaklar büyüyor.
Kapsamlı bir restorasyon çalışması gerekiyor” diye
uyardı.
17 metrelik anıttaki Frig dilindeki yazılarsa hala
çözülemedi. Sivas, “Pek çok bilim adamı yazılar
üzerinde inceleme, araştırma yaptı. Sadece Kral
Midas, Matar (ana tanrıçanın adı), büyük kral gibi
birkaç kelime anlaşılabildi. Yazıların sırrını
çözmek için çalışmalar devam ediyor” dedi.
Radikal, 17.06.2009
|
|
ILISU'DA 9 EKİP KAZI İZNİ ALDI
Diyarbakır'ın
Bismil İlçesi'nde Ilısu Baraj Gölü altında kalacak
yerlerdeki kazı çalışmaları için 4'ü yabancı 9 ekip
izin aldı.
Diyarbakır Arkeoloji Müzesi Müdür vekili Nevin
Soyukaya, yaptığı açıklamada, Ilısu Baraj Gölü
altında kalacak eserlerin kurtarılması için süren
kazı çalışmalarının bu yılki kısmına başlandığını
bildirdi. Bu yıl 4'ü yabancı toplam 9 ekibin 12
alanda kazı yapacağını belirten Soyukaya,
Kavuşantepe ile Hırbimerdan höyüklerinde kazıların
başladığını, diğerlerinin ise Temmuz ayı başına
kadar başlayacağını söyledi. Soyukaya, "Ilısu Baraj
Gölü Altında Kalacak Kültür Varlıklarının
Korunması'' projesi kapsamında, Kültür ve Turizm
Bakanlığı ve DSİ'nin işbirliğiyle Diyarbakır Müze
Müdürlüğü başkanlığında, Bismil'deki bazı höyüklerde
kurtarma kazılarının 2000 yılından bu yana
yürütüldüğünü belirtti.
Zaman, 17.06.2009
|
İSTANBUL'DAKİ 'TARİHİ CAMİLER' 2010'DA BÜYÜKŞEHİR'E
EMANET

Büyükşehir Belediye Meclisi, İstanbul’daki
23 büyük caminin güvenlik, rehberlik, temizlik,
bakım ve onarım hizmetlerinin 2010’da da Büyükşehir
Belediyesi tarafından karşılanmasına onay verdi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi konuyla ilgili
raporu Meclis Başkan Vekili
Ahmet Selamet
yönetimindeki birleşiminde ele aldı.
Raporda, “2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti
seçilen İstanbul’da bulunan 23 büyük camide eleman
yetersizliği nedeniyle güvenlik ve temizlik
hizmetlerine ihtiyaç duyulduğu” belirtilerek, söz
konusu hizmetlerin İstanbul Büyükşehir Belediyesi
ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve İstanbul Müftülüğü
arasında hazırlanan protokol çerçevesinde yapılması
istendi. İmzalanacak protokol için Başkan Kadir
Topbaş’a yetki verilmesini içeren rapor, meclis
üyelerinin oyçokluğuyla kabul edildi.
İmzalanacak protokole göre, aralarında Sultanahmet,
Süleymaniye, Fatih, Yeni Cami ve Ortaköy Cami’nin de
bulunduğu İstanbul’daki 23 Selatin (Sultanlar)
Camisinin güvenlik, rehberlik, temizlik, bakım ve
onarım hizmetleri geçmiş yıllarda olduğu gibi
İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olacağı 2010
yılında da Büyükşehir Belediyesi tarafından
karşılanacak.
Büyükşehir Belediyesi tarafından bakım, onarım,
güvenlik, rehberlik ve temizlik hizmetleri
karşılanacak İstanbul’daki 23 büyük cami
şöyle:
1- Sultanahmet Cami
2- Süleymaniye Cami
3- Beyazıt Camii
4- Yeni Cami
5- Rüstempaşa Cami
6- Fatih Cami
7- Piyalepaşa Cami
8- Nuruosmaniye Cami
9- Eyüp Sultan Cami
10- Şehzadebaşı Cami
11- Laleli Cami
12- Aksaray Valide Sultan Cami
13- Edirnekapı Mihrimah Sultan Cami
14- Yavuzselim Cami
15- Nusretiye Cami
16- Kılıç Ali Paşa Cami
17- Dolmabahçe Cami
18- Ortaköy Cami
19- Üsküdar Mihrimah Sultan Cami
20- Üsküdar Valide-i Cedid Cami
21- Üsküdar Valide-i Atik Cami
22- Sümbül Efendi Cami
23- Hırka-i Şerif Cami
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 17.06.2009
|
ANTİK KENT: KROMNİ

Gümüşhane'nin Yağlıdere
Köyü sınırları içerisinde
bulunan ve şehir merkezine bir saat mesafedeki Krom
Vadisi'nde bir zamanlar 10 bin kişinin yaşadığı
rivayet ediliyor.
İrili ufaklı 57 manastır ve kilisenin bulunduğu ve
tarihi İpek Yolu'nun geçtiği Krom Vadisi'ndeki (Kromni)
kiliselerin bazılarının 300 yıllık olduğu tahmin
ediliyor.
Bölge ile ilgili çok fazla bilgi bulunmamasına
rağmen yapılan araştırmalarda Krom Vadisi'nde,
Osmanlılardan önce yerleşmiş bulunan ve madenlerde
çalışan yerli halkın, Bizans döneminde ilkel
dinlerini bırakarak Hıristiyanlaştığı ve zamanla
Hıristiyan papazların etkisiyle dillerini unutarak
bugünkü Yunancaya çok yakın Rumca kullanmaya
başladıkları, Hıristiyan halkın 1920'lerdeki nüfus
mübadelesine kadar yörede yaşadığı ve Hıristiyanlığı
da yaşattıkları bilinmekte.
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1461 yılında Trabzon'u
fethetmesinden 1700 yılına kadar, yörede yaşayan
insanların dinine karışılmamıştır. İmparatorluk,
1700'lü yıllarda Hıristiyanlara, Müslüman olmaları
durumunda bazı imtiyazlar sağlayacağını duyurunca
Müslüman olmuşlardır.
Hıristiyan halk yaklaşık 200 yıl boyunca dinlerini
yaşatmıştır. 1856 yılında İmparatorluk, herkesi
inancında serbest bırakmıştır. O tarihten sonra
Hıristiyanlar, yıkılan kiliselerini onarmış ve
birçok kilise yapmışlardır. Bugün ayakta kalan
kiliselerin birçoğu, o dönemde yapılmış
kiliselerdir.
Bazı uzmanlara göre bölgede bu kadar fazla kilise ve
manastır olmasının nedeni olarak, Osmanlı'nın çöküş
döneminde bölgede yaşayan azınlıkların propaganda
amaçlı çok sayıda manastır ve kilise yaptıkları
ifade edilmekte. Öte yandan bölgenin maden açısından
da zengin olduğunu ifade eden uzmanlar, bu yüzden
bazı kayalıkların rengarenk olduğunu bunun ise
Alterasyon Zonu'na işaret ettiğini söylüyorlar.
Gümüşhane Kent Haber, 16.06.2009
|
HARRAN KALESİ'NE GİRİLEMİYOR

Urfa'nın 11 bin 500 yıllık tarihine sahip ve
dünyanın ilk üniversitesinin bulunduğu Harran
İlçesi'ndeki tarihi kalede onarım çalışmaları devam
ediyor.
Urfa'nın 11 bin 500 yıllık tarihine sahip ve
dünyanın ilk üniversitesinin bulunduğu Harran
İlçesindeki tarihi kalede onarım çalışmaları devam
ediyor. Tarihi kalenin etrafı, onarımının yapılması
için tel örgülerle çevrildi. Böylece, tarihi kaleye
yerli ve yabancı turistlerin giriş ve çıkışlarına da
kapanmış oldu.
AKnews'e konuşan İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami
Yıldız, Harran Kalesi'nin restorasyonu için
çalışmalara başladıklarını söyledi. Harran
Kalesi'nin 3 katlı devasa yapısıyla Dünya Kültür
Mirası'na girmesi gereken çok önemli bir yapı
olduğunu belirten Yıldız, şöyle konuştu:
“Yaptığımız çalışmalarla Harran Dünya Kültür Mirası
Aday Listesi'ne girdi. Adaylığı 2010 yılında
inşallah gerçekleştireceğiz. Valimizin ve
milletvekillerinin girişimleriyle Harran Kalesi'nin
restorasyonu ve çevre düzenlemesini Kültür ve Turizm
Bakanlığı'nın yatırım programına aldık ve gerekli
ödeneği bakanlığımız Şanlıurfa İl Özel İdaresi Genel
Sekreterliği hesabına aktardı. Urfa Kalesi'nde
olduğu gibi ilk etapta rölöve, restitüsyon ve
restorasyon projelerini ihale edeceğiz. Projeler
koruma kurulunun onayından geçtikten sonra
restorasyon ve çevre düzenleme uygulama işlerini
ihale edeceğiz.”
2009 yılında Urfa ve Harran kalelerinin restorasyon
ve çevre düzenlemesinin bitirilmiş olacağını ifade
eden Yıldız, "Urfa Kalesi'nde olduğu gibi, Harran
Kalesi de ilk defa kapsamlı bir şekilde
onarılacaktır. Kendi dönemimizde 2 kalenin onarımını
gerçekleştirme gururunu yaşmış olacağız. Bu
projelerin gerçekleştirmesine katkı sağlayan başta
sayın bakanımız Ertuğrul Günay'a, sayın valimiz
Yusuf Yavaşcan'a ve sayın milletvekillerine teşekkür
ederiz" diye konuştu.
Haber Diyarbakır, 17.06.2009
|
TÜRKİYE'NİN HEYKELLE İMTİHANI BİTMİYOR

29 Mart seçimlerinden sonra belediye başkanları
değişti ama heykellerin kaderi değişmedi. Tartışmaya
konu olan heykellerin ortak özelliği 'müstehcen'
olmaları...
Yerel seçimlerin üzerinden üç aya yakın bir süre
geçti, birçok belediyede yeni yönetimler iş başına
geldi. Ancak yeni göreve gelen belediyeler de,
heykellere yaklaşımlarıyla eskileri aratmıyor.
Son heykel tartışması Kars'ta yaşandı. 29 Mart'a
kadar belediye başkanlığını sürdüren AKP'li Naif
Alibeyoğlu tarafından kentin çeşitli yerlerine 30
kadar heykel yerleştirilmişti.
Naif Alibeyoğlu 29 Mart'ta parti değiştirerek
CHP'den girdiği seçimleri kaybetti. AKP'den
seçilen yeni Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş'un
döneminde heykeller yeni bir tartışmanın konusu
oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kars'a
gelişinden bir gün önce, 12 Haziran tarihinde,
önceki belediye başkanının yerleştirdiği
heykellerden bazıları kaidelerinden çıkarılarak
depoya kaldırıldı. Kaldırılan heykeller arasında
belediye binasının girişinde yer alan iki kadın
heykeli ve Yusufpaşa Mahallesi Şehit Hulusi Aytekin
Caddesi'ndeki tarihi Kars evlerinin önüne konulan
kadın heykeli vardı.
Belediyenin deposuna kaldırılan heykellerden
biri, kentteki 12 Havariler Kilisesi'nin yanına
konulan, üst kısmında ağzından su fışkıran dört
aslan kafası, alt kısmında da göğüsleri açık dört
kadın figürünün yer aldığı heykeldi. Bu heykel,
2005'te kenti ziyaret eden AB Komisyonu Türkiye
Temsilcisi Hans Jörg Kretschmer'i de şaşırtmıştı.
Heykellerin kaldırılmasından sonra yaşanan
tartışmalarla ilgili olarak Belediye Başkanı Nevzat
Bozkuş şunları söyledi:
"Özellikle seçim sürecinde halkın heykellere
karşı antipatisi olduğunu gördük. Birçok yerde de
gündeme getirdiler. Bizim de programımızda vardı.
Ama tesadüf oldu, Başbakan'ın geldiği günlere
rastladı. Onun ötesinde bir şey yok. Biz de bunları
doğru yerlerde kullanacağıma dair söz vermiştik.
İleride başka yerlerde kullanmak için kaldırdık.
Heykelleri çıplak olduğu için kaldırmadım. Başka
yerlerdeki heykelleri de gözden geçireceğiz."
Son dönemin en tartışmalı heykellerindn biri 'Aşk
Yağmuru' oldu.
29 Mart'tan sonra iş başına gelen ve heykel
tartışmalarına dahil olan belediyelerden biri de
Kemer Belediyesi. Yeni dönemde MHP'den belediye
başkanı seçilen Mustafa Gül'ün ilk icraatlarından
biri, daha önceki Belediye Başkanı CHP'li Hasan
Şeker tarafından heykeltıraş Zafer Sarı'ya
yaptırılan ‘Aşk Yağmuru' adlı heykeli kaldırmak
oldu.
Mazbatasını aldığı gün heykeli 'genç kızların
ahlakını bozduğu gerekçesiyle' kaldıran Gül, yaşanan
tartışmalar ve Kültür Bakanı Günay'ın tepkisi
üzerine geri adım atarak heykeli ilçede başka bir
yere dikeceğini söyledi.
Heykel kaldırılmasından yaklaşık 3 ay sonra, 14
Haziran'da Akdeniz Caddesi'nde bulunan Kuğulu Park'a
yerleştirildi. Heykelin resmi açılışı, bu yıl
6'ncısı düzenlenen Altın Nar Festivali'nde yapıldı.
Heykeller yeni yerine samba ve çeşitli dans
gösterileriyle yerleştirildi.
Heykelin şu anki yerine monte edilmesinden de daha
önce kaldırılmasında olduğu gibi basın aracılığı ile
haberdar olduğunu belirten heykeltıraş Zafer Sarı
ise eserinin şu anki yerinden hoşnut değil:
"Heykelin şu anda bulunduğu yeri görmedim. Görmek
de istemiyorum. Ben o heykeli, daha önce bulunduğu
yer için tasarlamıştım. Şu anda benim için heykelin
başka bir yerde olması önemli değil. Olması
gerektiği yerde olmadığı sürece değişen hiçbir şey
yok. Bugüne kadar Kemer Belediyesi beni hiç muhatap
almadı. Bugün de muhatap almıyor. Benimle görüşme
gereği duymuyorlar. Hukuki süreç devam ediyor. O
hukuki süreçte de heykelin bulunduğu yere yeniden
konulması talebi de var."
Ntvmsnbc, Haber: Fatih Aça, 17.06.2009
|
600 YILLIK RAMAZANOĞLU KONAĞI, SOSYAL VE KÜLTÜREL
ETKİNLİKLERE KAPISINI AÇTI
Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'nce restore edildikten sonra Çukurova
Üniversitesi (ÇÜ) Kültür Merkezi'ne dönüştürülen
Ramazanoğlu Konağı, sosyal ve kültürel faaliyetlere
açılıyor.
Merkez Müdürü Yrd.
Doç.Dr. Gözde Ramazanoğlu,
düzenlediği basın toplantısında Adana'nın en eski
yapılarından birisi olan konakta konser, sergi,
konferans gibi etkinliklerin yanında nikah
kıyılabileceğini dile getirdi. Ramazanoğlu, "14'üncü
yüzyıldan kalma bir binada nikah kıymak, kaç kişiye
nasip olmuştur." dedi. Mekanın elit veya avam halkın
tüm kesimlerine açık olacağını vurgulayan Ramazanoğlu, bu konağın içinde bulunmanın Adana'nın
tarihine sahip olmak anlamına geldiğini kaydetti.
Adana Valisi ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün
tarihi ve kültürel varlıklara büyük önem verdiğini
ve bu bakımdan kentin "çok talihli bir dönem"
yaşadığını ifade eden Ramazanoğlu, şöyle devam etti:
"Vali İlhan Atış, -Bize; Adanalılara rağmen- tarihe
çok önem veriyor. Tabi bunu utanarak söylüyorum.
Herkesin bildiği gibi Adana tarihine sahip çıkmayan
bir şehir. Dünyanın her yerinde; hatta komşu
şehirlerde mezarlıklar var. Bunlar korunur. Çünkü
mezarlar, şehrin tapusudur. Adana'da mezar yoktur.
Biz Adanalılar Kapalı Çarşı'yı tamamen yıkmışız.
Ondan sonra bazılarımız bunu, 'Güneş girsin' diye
espri yapıyor' Bunların hiçbir açıklaması yok. Ama
şimdi kentimiz 'çok talihli bir dönem' geçiriyor."
Mezunlar Derneği aracılığıyla ÇÜ'ye kiralanan
binanın bağışlarla bir buçuk ayda içinin tefriş
edildiğini hatırlatan Yrd. Doç.Dr. Gözde Ramazanoğlu, halılarından perde ve mobilyalarına
kadar tüm eşyalarının farklı kişilerce hediye
edildiğini anlattı. Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Türk
İslam Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı olan
Ramazanoğlu, Ulu Cami ve Ramazanoğlu Külliyesi'nin
ildeki diğer eserleri yeniden kazanma açısından bir
başlangıç teşkil ettiğini açıkladı. Bu çevrenin
bundan sonra kendi kendisini toparlayacağına işaret
eden Ramazanoğlu, İstanbul'da Ortaköy'ün bu şekilde
birkaç bina ile başladığına ve şimdi Türkiye'de bir
merkez haline geldiğine dikkat çekti. Ramazanoğlu,
konağın geçmişi hakkında ise şu bilgileri verdi:
"Binanın yapılış tarihi tam olarak bilinmiyor.
1350-1390 yıllarında inşa edilmiş olabileceği tahmin
ediliyor. Bu durumuyla Adana'nın en eski binası,
Türkiye'nin hatta dünyanın da en eski sivil
binalarından biri. Kanuni Sultan Süleyman'ın Irak
seferinden dönüşünde ve 4. Murat'ın Bağdat
seferinden dönüşünde kaldığı biliniyor. Hatta Kanuni
Sultan Süleyman, Irak fethedildikten sonra
Ramazanoğlu Kubat Bey'i Irak Beylerbeyi olarak
atıyor ve bunu büyük ihtimalle bu binada yapıyor.
Büyük şair ve Adana Valisi Ziya Paşa, valilik
döneminde bu binadaki odayı kabul odası olarak
kullanmış."
Zaman, Haber: Mehmet Şahin, 17.06.2009
|
DENİZLİ'Yİ İZLİYORUZ

Yerel
demokrasiyi “kayırmacı”lık, imar yetkisini de “talan
özgürlüğü” sananlar için
Denizli’den
gelen yargı haberleri iyi değil...
“Hukuk
devleti”, seçilmiş yöneticilerin çıkar
amaçlı sözde demokratik kararlarına karşı toplumun
haklarını korumayı sürdürüyor. Bu yönde Denizli için
alınan “yargı kararları” ise cadde
isimlerinin değiştirilmesinden, cumhuriyet dönemi
yapılarının gözden çıkartılmasına; hatta yeşil
alanların imara açılmasına kadar her türden “kente
karşı suç” niteliğindeki uygulamaları hukuka aykırı
buldu.
Diğer kentlerimiz için de “ders” niteliğindeki
kararlara bakalım:
‘Şeyh Bedrettin’...
Belediye Meclisi dört mahalleden geçen
“Şeyh
Bedrettin Caddesi”nin adını “Denizli’yle ve
ülkemizin tarihi geçmişiyle ilgisi olmadığı ve
tanınmadığı” gerekçesiyle 2005’te kaldırmıştı. Yeni
adını ise “Müftü Ahmet Hulusi Efendi”
olarak belirlemişti...
Mimarlar Odası
Denizli Şubesi’nin açtığı davada yüksek
mahkeme “eski adların o yerlerle özdeşleştiği”ni
vurgulayarak, yeni adların yeni caddelere
verilmesini hükme bağladı. Şimdi Denizli,
belediyenin yargı kararını uygulamasını, Şeyh
Bedrettin Caddesi’ne tarihi adın yeniden asılmasını
bekliyor.
‘Ayrıcalıklı’ AVM...
Kentlerin geleneksel çarşı ve pazarlarını giderek
söndüren; kendi ürünümüzü uluslararası şirketlerden
satın aldığımız; kendi esnafımızı ve üreticimizi ise
boynu bükük bıraktığımız alışveriş merkezlerinden (AVM)
biri de Denizli’nin “yeşil alan”ına göz koydu.
“Muhafazakar”(!) yönetimin sağladığı ayrıcalıklı
imarıyla toplumsal alanı işgal eden
“Forum
Çamlık” için de yüce yargı “iptal” kararı
verdi.
Halkın “Demokrasi Meydanı” dediği
ve planda “Park ve Belediye Hizmet Alanı”na
ayrılan yerin “ticari tesis için satılamayacağı”nı
hükme bağlayan idare mahkemesi kararına belediyenin
itirazı da reddedildi.
Danıştay,
parkta yükselen AVM’yi yasalara aykırı bulunca,
Forum Çamlık’ın ruhsatıyla birlikte “tapu”su bile
geçersiz oldu. Bakalım yeşil alanı pazarlayanlara
hangi “yaptırım” uygulanacak; hukuken gecekondudan
farksız AVM, ne zaman yıkılacak?
... Ve Cumhuriyet mirası
Denizli’nin en “gerilimli” gündemi ise
“Tarihi Hükümet Konağı”nın “yerinde
kalması” için “yargı destekli” direniş... Valilik
“yıkmak” için açtığı “kültür varlığı sayılmaması”
davasını kaybedince, “depreme dayanaksız raporu”yla
Koruma Kurulu’na başvurmuş; ancak
istediği “yıkım izni”ni yine alamamıştı.
Mimarlar Odası’nca mayıs başında düzenlenen
“Denizli Geleceğini Arıyor” sempozyumunun
sonuç bildirgesinde de şu çağrı vardı: “Endüstri
Meslek Lisesi taş atölye binaları, mevcut tescilli
Hükümet Konağı, Gazi İlkokulu ve Kız Meslek Lisesi
ile birlikte alanın ‘Cumhuriyet Sit Bölgesi’
kimliğiyle düzenlenmesi...”
Bildirgede, vaktiyle var olan “Halkevi ve eski
belediye binası”nın da canlandırılması önerilirken;
Vilayet Konağı için dendi ki: “...yıkılarak
taşınması, tarihi dokunun karakterini ve yapının
özgünlüğünü bozacağı için uygun değildir...”
Nitekim aynı alanın “Kentsel Tasarım”projesi için
bir “yarışma”açılması amacıyla Valilik ile Mimarlar
Odası arasında 11 Haziran’da imzalanan “Protokol”de
şu koşul yer aldı: “Mevcut Hükümet Konağı mutlaka
korunacaktır...” (Madde 1)
Ne var ki Vali, bu koşulu da gözetmeksizin yeni bir
“taşıma projesi”ne Koruma Kurulu’ndan “acil” onay
istemesin mi? Hükümet Konağı için “mutlaka
korunacak” diye imza atılmasından “bir gün sonra”ki
kurul toplantısında da bu kez “uygun” (!) görülmesin
mi? Üstelik yargının da “yerinde yaşatılması”nı
öngörmesine rağmen...
Oysa tarihi binanın konumu için “yeniden” karar
vermeden önce, en doğru kentsel tasarımı seçecek
“yarışma jürisi”nin de görüşünü beklemek, “kamusal
ve bilimsel etik” gereğidir. Vali’nin ve Koruma
Kurulu’nun hiç değilse bu evrensel kuralı
gözetmelerini bekliyoruz...
Denizli’yi izlemeyi sürdüreceğiz...
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 17.06.2009
|
KARKAMIŞ'DAKİ MAYINLAR ELLE TEMİZLENECEK

Karkamış İlçesi'nde yer alan tarihi SİT alanındaki
mayınların temizlenmesiyle ilgili ihale yapılacak.
Türkiye bir ilk olacak bu ihale 24 Temmuz 2009'da
yapılacak. Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Efiloğlu,
“Bu alanda yapılacak olan mayın temizleme işi
kesinlikle el ile yapılacak, hiçbir şekilde
makineyle temizleme işi yaptırılmayacak. Sökülen
mayınlar sit alanı dışında, çevreye zarar vermeyecek
şekilde, gerekli güvenlik tedbirleri alınmış, ilgili
birimler nezaretinde imha merkezlerinde imha
edilecektir" dedi.
Efiloğlu, yaptığı açıklamada, Karkamış Antik
Kenti alanında bulunan 663 bin 800 metrekare mayınlı
alanın, mayından elle temizleme hizmeti işini
yaptırılacağını belirtti. İhalenin, 24 Temmuz 2009
tarihinde saat 10.00'da Gaziantep İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğünde ''açık ihale usulü'' ile
yapılacağını ifade eden Efiloğlu, “Bu alanda
yapılacak olan mayın temizleme işi hiçbir şekilde
yer altında ve yer üstündeki tarihi dokuya ve tabiat
varlıklarına, ekolojik yapıya zarar vermeyecek
şekilde yürütülecektir. İhale şartnamesinin ilgili
maddelerinde mayın temizleme işinde kimlerin
çalıştırılabileceği, hangi tedbirleri alacakları,
temizleme işinin nasıl yapılacağı bütün detaylarıyla
açıklanmış, yüklenici firmaya yükümlülükler
getirilmiştir" diye konuştu.
“Sökülen mayınlar SİT alanı dışında, çevreye
zarar vermeyecek şekilde, gerekli güvenlik
tedbirleri alınmış, ilgili birimler nezaretinde imha
merkezlerinde imha edilecektir" diyen Efiloğlu,
“Mayın temizleme işi sürecinde arkeolog ve sanat
tarihçisi çalıştırma zorunluluğu getirilmiştir.
Ayrıca, mayın temizleme süreci başladığı andan
itibaren müzemizden de yeterli sayıda arkeolog ve
sanat tarihçisi kontrol elemanı olarak
görevlendirilecektir. Her aşaması kontrol edilecek,
kayıt altına alınacaktır" dedi. Efiloğlu, mayından
temizlenen alanda arkeolojik çalışmalar
başlatılmadan önce bu alanda çalışacak bütün
personele mayınla ilgili eğitim verilmesinin zorunlu
hale getirildiğini de vurguladı.
Yaptırılmak istenen işin tarihi alanda mayın
temizleme işi olduğunu ve bunun Türkiye'de bir ilk
olduğuna dikkati çeken Efiloğlu, “Konuya bugüne
kadar ilgi göstermeyen bir kısım akademik çevrelerin
ihale aşamasında konuyu araştırmadan, bilgi
edinmeden, temizleme işinin hangi kriterlere
yapılacağı hususunda bilgi edinme zahmetine girmeden
kamuoyuna yanlış bilgi vermelerini anlamış değiliz.
Bizim gayemiz Anadolu ve dünya medeniyetinde çok
önemli bir yer alan Karkamış tarihi SİT alanını
mayınlardan temizleyerek, arkeolojik kazı
çalışmalarına başlayacak hale getirmek, kültür ve
turizm hayatımıza kazandırmaktır" dedi.
İhale, 24 Temmuz 2009 tarihinde saat 10.00'da
Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünde ''açık
ihale usulü'' ile yapılacak. Yer tesliminden
itibaren 300 günlük süreyi kapsayacak olan işin
ihalesine yerli ve yabancı tüm firmalar
katılabilecek. Ancak ihalede yerli istekliler lehine
yüzde 15 oranında fiyat avantajı uygulanacak.
Katılımcılar ihaleye ait şartnameyi bedel ödeyerek
müdürlükten temin edebilecekler.
Gaziantep 27 Gazetesi, 17.06.2009
|
 |
KALE DEĞER KAZANDI
Gaziantep Kalesi ve çevresinde yapılan restorasyonların ardından kale ve çevresi turizm merkezi haline geldi. Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, tarihi eserlerin, gelecek nesillere aktarılacak en büyük emanet olması gerektiğini ve tarihi mekanların turizme kazandırılması gerektiğini söyledi.
Başkan Güzelbey, Gaziantep'in yeni açılımlara ihtiyacı olduğunu ve sanayi gelirlerinden aldığı kadar turizmden de pay alınabileceğini de ifade ederek, "Göreve geldiğimiz günden itibaren tarihi mekanlarımızın yeniden turizme kazandırılması için çalışmalarımıza başladık. Günümüzde Kale şehirlerin merkezidir, yani kalbidir. Biz de şehrin kalbini yeniden canlandırmak için çalışmalarımıza kale ve çevresinden başladık" dedi.
“Büyükşehir Belediyesi olarak, tarihi mirasımızı yaşatmak, geleneksel sanat, zanaat, kültür zenginliklerimizi daha nezih bir ortamda yaşatmak ve tanıtmak adına yeni projeler üreterek bunları hayata geçirdik" diyen Güzelbey, “Koruma çalışmalarında öncelikle kültür varlıklarının korunması ve yaşatılması ile toplumun konuya duyarlı hale gelmesi ve bölgenin turizm potansiyelinin arttırılmasını amaçladık. Bu bağlamda gerek AB gerekse kendi öz kaynaklarımızdan finanse ettiğimiz çalışmalarla başta Kale Çevresi, Naip Hamamı, Kır Kahvesi, Butik Otel, Bakırcılar Çarşısı gibi bir çok yapının restorasyonunu tamamlayarak gelecek nesillere ve insanlığa kazandırılmasını sağladık" şeklinde konuştu.
Gaziantep 27 Gazetesi, 17.06.2009
|
TARİHİ ÇINARI DENİZ SUYU KURUTUYOR
Atatürk’ün zamanında bir dalının kesilmemesi için
uğruna köşkü kaydırdığı, Yalova’daki asırlık çınar
ağacının kurtarılması için harekete geçildi. Yalova
Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü
arazileri içinde yer alan Yürüyen Köşk’ün yanındaki
asırlık çınar, Yalova İl Koordinasyon Kurulunda
gündeme geldi. Toplantıda söz alan Enstitü Müdürü
Dr. Emin Ergun, çınar ağacının tedavi ve bakıma
ihtiyacı olduğunu belirterek, “Çınarın durumunu hiç
iyi görmüyorum. Mutlak suretle bir an önce çınar
ağacına tedavi yapılmalı” dedi. Bursa Orman Bölge
Müdürü Ali Girgin de çınar ağacının bulunduğu konum
itibariyle, köklerinin tuzlu suya maruz kalma
ihtimalinin olduğunu belirtti. Girgin, kurumlarının
bünyesinde uzman personel bulunduğunu, ağaçla
ilgilenebileceklerini kaydetti. Yalova Valisi Mehmet
Ersoy da bunun çok önemli bir konu olduğunu
belirterek, “O ağaç, Ata’mızın bize en büyük
armağanlarından biri. Bir an önce belediyemiz ve
ilgili kurumlar konunun üzerine eğilsin” talimatını
verdi.
Türkiye Gazetesi, 17.06.2009
|
|
GÜNAY: KULELİ MÜZE OLABİLİR

Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kamunun geçmişte
en prestijli yerleri aldığını, bu durumun yeniden
değerlendirilmesi görüşünde olduğunu söyledi.
Türkmenistan’da Avaza Turizm Bölgesi’nin açılış
törenine giderken uçakta gazetecilerin sorularını
yanıtlayan Günay, “Kamu geçmişte en prestijli
yerleri almış. Buna yeniden bakalım diyorum. Bu
saatten sonra kamu misafirhanesi mi kalmış? Binalar
için hiç kıskançlık göstermemeliyiz” diye konuştu.
Bu kapsamda
İstanbul’daki Kuleli Askeri Lisesi’nin binasının
müze olabileceğini belirten Günay, “Genelkurmay’dan
tescilli yapıları istedim. Prensipte anlaştık” dedi.
Kıyılar üzerindeki tasarrufun belediyelerden
alınarak merkezi yönetime devredilmesi konusunda
değerlendirmelerde bulunan Günay şunları söyledi:
“Sahil
kasabalarında her seçimde
rant kavgası oluyor. Her belediye kafasına göre
imar yetkisi kullanıyor. Sahillere betonlaşma ve
yoğunluk kriterleri koyacağız. Kaçak katları yıkma
yetkisi bizde olacak.”
Türkiye’de turizm potansiyeli olan yerlere yapılaşma
kriteri getireceklerini belirten Günay, “Buna
yaylalar da dahil” dedi.
Krizde kendileri için
teşvik paketi hazırlanmamasını eleştiren
turizmcilerin haklı olduğunu vurgulayan Günay şöyle
konuştu:
“Bu paketin hazırlanması,
Bakanlar Kurulu değişikliği nedeniyle uzadı. Ay
sonuna kadar netleşir. Ancak geri kalmış bölgelere
yatırım yapan turizmciler son çıkan teşvik
paketinden de yararlanabilir.”
Ankara’da Atatürk Kültür Merkezi alanına
Paris’teki Louvre ayarında bir müze yapmak
istediklerini belirten Günay, “Eylülde bir proje
yarışması düzenleyeceğiz” dedi. 40 bin metrekarelik
alana sahip olması planlanan müzeyle ilgili bilgi
veren Günay şunları söyledi:
“Buraya ancak bir haftada gezilebilecek şekilde
Türkiye’nin en büyük müzesini yapmak istiyoruz.
Galeriler yatay olarak tematik, dikey olarak da
kronolojik şekilde tasarlanacak. Adı da Türkiye
Uygarlıklar Müzesi olabilir.”
İstanbul’da da
Sultanahmet bölgesini yeniden planladıklarını,
Arkeoloji Müzesi’nin sergilemede yetersiz
kaldığını,
Darphane binasının da Arkeoloji Müzesi’ne dahil
edileceğini anlatan Günay şöyle dedi:
“Böylece Arkeoloji Müzesi’nin teşhir alanı 20 bin
metrekare çıkacak. Uygulama düğmesine basmanın
eşiğindeyiz. İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’na
bakan
Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü binası, adliye
binası var. Adliye binası oradan kalktığında orası
yeni bir kamu dairesi olmasın. Ya yıkmalıyız,
arkeolojik bir park varsa çıkmalı ya da orasını müze
yapmalıyız. Örneğin Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü
binasını da butik otel yapabiliriz.”
Herkesin oturduğu yerin Türkiye için çok daha
nitelikli değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini
tartması gerektiğini kaydeden Günay, “Ankara’daki
makam binamız, Resim Heykel Müzesi, Etnografya
Müzesi gibi özel bir bina. Taşınabileceğim bir bina
bulabilirsem, oturduğum binayı müze yapma
niyetindeyim” şeklinde konuştu.
Günay,
Troya Müzesi kurmak için de uluslararası bir
yarışma açacaklarını bildirdi.
Milliyet, Haber: Ebru Sungur, 17.06.2009
|
ROMA ORDUGAHINA AİT KALINTILAR BULUNDU
Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da bir tramvay hattı
inşaatı sırasında Romalılara ait bir ordugahın
kalıntıları bulundu.
Politika gazetesindeki habere göre, Belgrad
Arkeoloji Enstitüsü'nün araştırmalardan sorumlu
yetkilisi Stefan Pop Laziç, "Binalara ait temeller,
lejyonerlere ait barakalar, subaylara tahsis edilen
binalar ve depo kalıntıları bulduk" dedi.
Laziç, arkeologların İmparator Flavius dönemine ait
olduğu belirtilen ordugahın içinde 4'üncü yüzyıla
ait bir yol bulduklarını da belirtti.
Romalıların Belgrad'daki varlıkları biliniyor.
1'inci yüzyıldan 5'inci yüzyıla kadar bölgede
yaşayan Romalıların bu döneme ait çok sayıda eser
bıraktığı, ancak finansman sıkıntısı nedeniyle kazı
yapılamadığı için arkeolojik alanların yağmalandığı
ifade ediliyor.
Cnn Türk, 16.06.2009
|
'VAHŞİ BARBARLAR' ROMALILARI NASIL YENDİ?

Cermen kavimleri, bundan tam iki bin yıl önce
Arminius olarak da bilinen Cermen lideri Hermann’ın
öncülüğünde, Romalı komutan Varus önderliğindeki
Romalı istilacılara karşı bir ayaklanma başlattı.
Tarihe Varus Savaşı olarak geçen savaşta Roma
ordusunu büyük bir yenilgiye uğratan Cermenler’in bu
zaferinin iki bininci yıldönümü dolayısıyla
Almanya’nın Detmold kentinde pek çok etkinlik
düzenleniyor.
Roma İmparatorluğu hakkında pek çok tarihi bulgu
mevcutken, Cermenler hakkında hala çok az şey
biliniyor.
Teutoburger Ormanları'nda meydana gelen savaş tam üç
gün sürdü. Romalılar’ın, Cermenlerin lideri
Hermann’a karşı verdiği savaşta binlerce Roma askeri
hayatını kaybetti.
Gördüğü manzaraya dayanamayan Romalı komutan Varus,
askerlerinin cesetleri arasında intihar etti. "Vahşi
barbarlar" adlandırılan Cermenler imkansızı
başarmıştı.

Tarihçi ve Arkeolog Miachael Zelle, bilinenin aksine
bu savaşın Alman tarihi bakımından bir dönüm noktası
olarak nitelendirilemeyeceğini söylüyor.
Zelle, “Cermenler, Alman olmadıkları için bu savaş
Alman tarihi açısından büyük bir olay olarak
değerlendirilemez. Bu bakımdan Alman tarihinde
hiçbir zaman bir büyük dönüm noktası meydana
gelmedi" diyor.
Peki Alman değillerse, Cermenler kimdi? Cermen
halkı, kendisini hiçbir zaman "Cermen" olarak
tanımlamadı.
Bu niteleme Roma İmparatoru Sezar’a dayanıyor.
Sezar, Ren Nehri’nin sol tarafında kalan kavimleri
Keltler, sağ tarafında kalan kavimleri ise Cermenler
şeklinde isimlendirmişti.

Tarihçi Michael Zelle, Varus Savaşı’nın meydana
geldiği dönemde "Cermenler" diye bütünlük içerisinde
bir halkın varlığından söz edilemeyeceğini
belirtiyor.
Uzman, “bu, Romalıları da ilgilendiren bir konuydu,
Cermen kavimleri arasında katı bir siyasi yapı
yoktu. Birbirini takip eden bu kavimler Romalılara
da bölgedeki köyleri etki alanına alma konusunda
zorluk çıkarıyordu. Yol üstündeki beş köy
Romalıların kontrolüne girmeyi kabul etse bile 10
kilometre ilerideki başka bir köy tamamen farklı bir
görüşteydi" şeklinde konuşuyor.
Yani bundan iki bin yıl önce her Cermen köyü
özerkti. Köyler arasında ne mal takası ne de yazılı
bir bilgi alışverişi yapılıyordu.
Bunların yerine ise sürekli bir savaş hakimdi. Bu
nedenle, Hermann’ın kendi kavmine komşu olan bütün
kavimleri birleştirerek Romalı istilacılara karşı
bir ayaklanma başlatmış olması bugün bile hayret
uyandırıyor.

Varus Savaşı’nın iki bininci yılı dolayısıyla açılan
Detmold Eyalet Müzesi'ndeki “Mitler” sergisinin
küratörü Elke Treude, Cermenlerin dış görünüşünü
şöyle anlatıyor:
“Kıyafetlere gelince, uzun pantolonlar giyiyorlardı.
Bu Romalılar için oldukça sıra dışıydı, Romalılar
tunik ya da toga giyiyorlardı, pantolonlarla
resmettikleri ise her zaman barbarlardı.”
Uzmanlar Cermenler'in uzun boylu, sarışın, güçlü
kuvvetli olduğu ve saf ırk olma özelliği taşıdığı
gibi iddiaların birer söylenceden ibaret olduğunu
belirtiyor.
Tarihçi ve arkeolog Michael Zelle şöyle konuşuyor:
“Cermenlerin saf bir etnik grup olduğuna ve Hitler
döneminde sanıldığı gibi başka hiçbir etnik kökenle
karışmadığına inanmak zor.”
Cnn Türk, Kaynak: Deutsche Welle, 16.06.2009
|
FATİH'İN İDRARI TADILDI, DİYABET OLDUĞU ANLAŞILDI
Fatih Sultan Mehmet'in diyabet olduğunu bir İngiliz,
Fatih'in idrarının tadına bakarak anladı.
İstanbul'a ilk defa idrarda şeker arama metodu
1861'de girmiş. Daha önce tadından bakılıyordu.
İdrarın şekerli bir tadı vardı, tadından
anlıyorlardı. Fatih'in idrarına parmak batırıp
tadına bakan ve diyabet olduğunu anlayan kişi bir
İngiliz'di. Doktor olmayan şahıs acaba ne özelliği
var diye Fatih'in idrarına parmağına batırıp diline
dokundurup "Aaa tatlı" diye söylediği tarihi
kaynaklarda var.
Diyabetin genellikle genetik olduğunu aktaran Prof.
Hatemi,
"Diyabet enflasyona benzer en sonunda IMF'ye teslim
olursunuz"
Tarihteki diyabetlileri açıklayan Prof.Dr. Hüsrev
Hatemi: "Diyabet enflasyon hikayesidir. Paranın alım
gücünün düştüğünü gören Merkez Bankası'nın para
basması, pankreasın fazla insülin ve emisyonu
artırması gibidir. Kemal Derviş tipi ilaçlar
yetmezse IMF'den yani dışarıdan insülin kredisi
alınır" diyor.
Tarih boyunca kan şekerine bakılmıyordu ama çeşitli
gözlemlerle diyebilir ki Fatih Sultan Mehmet
diyabetti. Yavuz Sultan Selim, Sultan Reşat da
diyabetikti. Ama hiçbiri ilaç kullanamazdı Sultan
Reşat da insüline karşı ilaç bulunduğu devirde
yaşamıyordu. Fatih'ten Sultan Reşat'a kadar geçen
400-500 senede bütün insanlık ilaçsızdı. 1921'de
insülinin keşfedildi. İnsülin bulununca çare
bulunmuş oldu. 1930: "Bir ilaç çıkmış" sözlerinin
bırakılıp ilacın kullanılmaya başlandığı yıl. Bütün
dünya 50'li yıllara kadar ağızdan ilaç bulamamıştı.
Herkese mecburi insülin verildi. Bu zorunluluktan
pankreasa insülin salgılatma emri veren ilaçların
bulunması, ağızdan insülin salgılatan ilaçların
bulunması büyük bir rahatlama sağladı.
Haber Ekspres, 16.06.2009
|
ÇATALHÖYÜK BULUNTULARINA LABORATUAR İNCELEMESİ

İnsanoğlunun bilinen en eski toplu yerleşim
yerlerinden olan ve Neolitik dönemde sanat eseri
sayılan duvar resimlerinin bulunduğu Çatalhöyük'te
bu yıl çalışmalar, elde edilen bulguların,
laboratuar ortamında incelenmesiyle başlayacak.
Neolitik dönem yerleşim yeri olan ve 9 bin yıllık
geçmişi bulunan Konya'nın Çumra İlçesindeki
Çatalhöyük'te, İngiliz arkeolog Profesör Ian Hodder
başkanlığında 1993 yılından bu yana süren kazı
çalışmalarında bu yıl, Neolitik dönemle ilgili,
arkeolojik çevrelerce büyük merak uyandıran
bilgilere ulaşılması planlanıyor.
Kazı başkan yardımcısı Shahina Farid, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, bugüne kadar kazı
çalışmalarından elde edilen bulguların kitap haline
getirildiğini belirtti.
Kazı alanında ortaya çıkarılan, kemik, heykelcikler
ve çömlek gibi bulguların kabaca incelendiğini ifade
eden Farid, şunları kaydetti:
"Türkiye, ABD ve İngiltere başta olmak üzere farklı
ülkelerin üniversitelerinden 40 kadar görevli bu
yılki çalışmalarda görev alacak. Çalışmalar,
önümüzdeki haftadan itibaren başlıyor. İlk olarak 6
hafta boyunca, bugüne kadar elde edilen bulgular,
laboratuar ortamında detaylı şekilde incelenecek.
Sonraki 6 haftada ise kazı çalışmaları başlayacak ve
yeni ipuçları bulmak için çaba harcayacağız.
Laboratuar çalışmalarında, özellikle çene
kemiklerindeki dişler üzerinde yoğunlaşılacak, o
dönem insanlarının daha çok ne tür yiyecekler
tükettikleri ve yaşam koşulları hakkında daha
ayrıntılı bilgiler ortaya çıkacak."
Farid, Çatalhöyük'teki insanların tarlalarda
çalıştıklarını bildiklerini vurgulayarak, "Kazı
alanındaki binamızda, Boeing ve Shell firmasının
desteğiyle çok detaylı analizler yapılabilen
laboratuarlar kuruldu. Bu laboratuarlarda, buluntu
kemiklerin kalınlıklarını ölçerek, bölgede yaşayan
insanların, boylarını, iriliklerini, ne kadar zor
şartlarda çalıştıklarını belirlemeye çalışacağız.
Ayrıca, barındıkları yerin yakınındaki tarlalarda
mı, yoksa uzaktaki bir tarlada mı çalıştıklarını
tespitine yöneleceğiz" diye konuştu.
Kazı ekibinin Konya'ya gelmeye başladığını belirten
Farid, 22 Haziran Pazartesi günü çalışmaların bu
yılki bölümünün başlayacağını, ancak yaz döneminde
gerçekleştirilen kazının yaklaşık 3 ay boyunca devam
edeceğini sözlerine ekledi.
Cnn Türk, 16.06.2009
|
ARTEMİS TAPINAĞI'NDA TÜRBE BULUNDU

Efes Antik Kenti kazıları kapsamında Artemis
Tapınağı’nın bulunduğu alanda yapılan arkeolojik
çalışmalar, Aydınoğlu Beyliği dönemine ait olduğu
belirlenen bir türbeyi de gün yüzüne çıkardı.
Efes Kazıları kapsamında Artemis Tapınağı’nın
bulunduğu alanda Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülen
İslami dönem eserleri kazıları, bir tarihi yapının
daha gün ortaya çıkmasını sağladı.
Efes Kazıları Başkan Vekili Doç.Dr. Sabine Ladstatter, Artemis Tapınağı alanında yürütülen
arkeolojik çalışmalarda, 14. yüzyıl sonu, 15. yüzyıl
başına denk düşen tarih aralığında Aydınoğlu Beyliği
dönemine ait olduğu düşünülen bir türbe bulunduğunu
bildirdi.
Türbenin sonraki yıllarda Osmanlı döneminde de
kullanım gördüğünün belirlendiğini bildiren Doç.Dr. Ladstatter, şunları söyledi:
"Kazı çalışmalarının gösterdiği sonuçlara göre,
türbenin girişi batıda olup, mermer bir kapısı
bulunmaktadır. Türbenin içerisinde çalışmalar
sırasında iki ayrı mezar tespit edildi. Bu
mezarlardan biri merkezde, bir diğeri ise türbenin
iç cephe kuzeybatısındadır. Merkezdeki mezarın üzeri
taşla örülmüş ve mezar taşı mermerden. Duvarın
kuzeybatısındaki ikinci mezarın üzeri ise tuğla ile
örülmüş ve zemine yerleştirilmiş. Türbenin etrafında
bulunan mezar taşları ve mezarları örtmekte
kullanılan taşlar, türbe etrafında bir mezarlık
alanı olduğunu düşündürmektedir."
Doç.Dr. Ladstatter, çalışmalarda türbenin kim için
yapılmış olduğu veya içinde yer alan mezarların
kimlere ait olduğu konusunda henüz bir bilgiye
ulaşamadıklarını söyledi.
Buna rağmen türbenin ve ortasındaki mezarın yapısına
bakılarak, burasının saygın bir kişiye ait olduğunu
düşündüklerini dile getiren Doç.Dr. Ladstatter,
türbenin, yapılacak restorasyon çalışmalarının
ardından Selçuk İlçesini bir arkeolojik park haline
getirme hedefi doğrultusunda ziyarete açılmasının
planlandığını belirtti.
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nde görevli Josel
Eitler de, kazıda ortaya çıkarılan bulgular hakkında
bilgi verdi.
Aydınoğulları Beyliği dönemine dayandığı tahmin
edilen türbede, 2 adet mezarın yanı sıra abdest
malzemeleri, tezgah, üzeri süslerle işlenmiş mermer
taşlar, gül figürleri ve koruma amaçlı taş
duvarların gün yüzüne çıkarıldığını belirten Eitler,
3 haftalık bir çalışma süresi olan kazı projesinin
3’te 2’lik kısmının sona erdiğini, alanda gelecek
yıl restorasyona dönük daha büyük bir çalışma
yapılmasının planlandığını sözlerine ekledi.
Radikal, 16.06.2009
|
HARRAN'A İLGİ ARTIYOR

Konik kubbeli
evleriyle ünlü Şanlıurfa'nın Harran İlçesi'ni yılın 5
aylık döneminde yaklaşık 90 bin kişi ziyaret etti.
Harran Kaymakamı Hasan Yaman, geçen yılın tamamında
170 bin civarında yerli ve yabancı turistin ilçedeki
tarihi ve turistik mekanları ziyaret ettiğini
belirtti.
Dünyanın ilk İslam üniversitesinin kalıntıları,
Harran Kalesi, konik kubbeli evler, Firdevs Cami,
Hayatı Harrani türbesi, Bazda Mağaraları gibi
mekanların önemli bir turizm altyapısına sahip
ilçede en çok ziyaret edilen yerler arasında yer
aldığını anlatan Yaman, konaklama sorunu nedeniyle
genellikle GAP turları kapsamında bölgeye gelen
yerli ve yabancı turistlerin günübirlik ziyaretleri
tercih ettiğini söyledi.
Sıcak bir iklim yapısına sahip olan bölgeye
turistlerin genellikle ilkbahar ve sonbahar
dönemlerinde rağbet gösterdiğini dile getiren Yaman
şu bilgileri verdi:
"İlçeyi 5 aylık dönemde yaklaşık 90 bin kişi ziyaret
etti. Bunun büyük bölümünü yerli turistler
oluşturuyor. Henüz haziran ayının ikinci haftasında
olmamıza rağmen yoğun bir ziyaretçi trafiği olduğunu
görüyoruz. Ancak yaz döneminde sıcağın da etkisiyle
ziyaretçi sayısında azalma olabilir. Bu geçici
durumu sonbaharda aşacağımızı ve turist
kafilelerinin yeniden yoğun şekilde ilçemizi ziyaret
edeceğini düşünüyoruz."
Kaymakam Hasan Yaman, yerli ve yabancı turistler
için ilçede 29 yataklı bir motelin yanı sıra
Kaymakamlık bünyesindeki 18 yataklı misafirhaneyi
yaz aylarında kullanıma açtıklarını kaydetti.
Yaman, daha fazla turisti en iyi şekilde ağırlamak
için konaklama tesisinin şart olduğunu, onun için de
iş adamlarından ilçeye yatırım yapmasını
beklediklerini ifade etti.
Habertürk, 16.06.2009
|
|
KALDIRDIĞI HEYKELİ ŞOV KIZLARIYLA AÇTI
Antalya Kemer
Belediye Başkanı MHP’li Mustafa Gül, seçimlerden
sonra kaldırdığı Aşk Yağmuru Heykeli’ni Kuğulu
Park’a koydurdu. Başkan heykelin açılışını bu yıl
6’ncısı düzenlenen Altın Nar Festivali’ne katılan
sanatçı ve şov kızlarıyla yaptı, sonra da onlarla
poz verdi.
Kemer Belediye Başkanı Mustafa Gül, son günlerde
tartışmalara neden olduktan sonra Kuğulu Park'a
yerleştirilen 'Aşk Yağmuru' heykelinin açılışını
gerçekleştirdi. Burada bir açıklama yapan Başkan
Gül, "2004 yılında heykeltraş Zafer Sarı tarafından
yapılan 'Aşk Yağmuru' adlı heykelin yerinin Kuğulu
Park olduğunu, bu heykel ilk defa 2007 yılında
açıldığında da söylemiştim. Bu heykelin yerinin
çınarlı kavşak olmadığını her defasında ilettim.
Seçimleri kazanıp göreve geldikten sonra da heykeli
buraya taşıdık. Bizi bu olayın ardından sanat
düşmanı ilan ettiler. Biz ise sanatçının yanında
olduğumuzu heykelin açılışını sanatçı dostlarımızla
birlikte yaparak gösterdik" diye konuştu.
Hürriyet, 16.06.2009
|
KİLİSE AÇILIMINA SAKIZ'DAN DESTEK
Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Çeşme’deki tarihi Aya
Haralambos Kilisesi’nin ibadete açılabileceği
yönündeki açıklamasına, Yunanistan’ın Sakız
Adası’ndan destek geldi.
Günay, 15 Nisan’da, Turizm Haftası’nın açılışı için
geldiği Çeşme’de, restorasyonu yapılan tarihi
kilisede düzenlenen törene katılmış, gazetecilerin,
kilisenin ibate açılıp açılmayacağı sorusu üzerine,
"Olabilir. Sakız Adası’ndaki camide cuma günü namaz
kılabiliyorsak sorun yok" demişti.
Günay’ın bu demecine, Sakız Valisi Polidoros
Lamprinoidis’den destek geldi. Lamprinoidis,
"Çeşme’deki kilisenin, Sakız’daki üç camiden müze
olan dışındaki ikisinden birinin ibadete açılması
fikrine sıcak bakıyoruz" dedi ve şunları söyledi:
"Bizdeki camilerden birinin ibadete açılması, Kültür
Bakanlığı’nın inisiyatifinde. Bakanlık izin verirse
böyle bir şeyin olmasını biz de isteriz. Çeşme’deki
Aya Haralambos Kilisesi’nin de ibadete açılmasını,
buradan insanların Çeşme’ye gidip ayine
katılmalarını çok isteriz. Böylece hem Türk-Yunan
dostluğu pekişir hem de bölge ekonomilerine de katkı
sağlanmış olur."
Milliyet, 16.06.2009
|
|
 |
AKP'Lİ BELEDİYENİN HEYKEL OPERASYONU
Kars’ta 29 Mart’ta göreve AKP’den seçilen Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş’un belediye önündeki 2 kadın heykelinden başka göğüsleri açık olan kadın heykelini de depoya kaldırttığı ortaya çıktı. Tarihi 12 Havariler Kilisesi’nin yanına konulan, üst kısmında 4 aslan kafası, alt kısmında da göğüsleri açık 4 kadın figürünün bulunduğu ve aslanların ağzında su fışkıran heykeli 2005 yılında gören AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Hans- Jörg Kretchmer şaşırdı.
29 Mart seçimlerine CHP’den giren fakat kazanamayan Alibeyoğlu’nun kentte yerleştirdiği heykeller, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kars’a gelişinden bir gün önce 12 Haziran’da kaidelerinden çıkarılarak Fen İşleri Müdürlüğü’ne ait depoya konuldu. Semt sakinleri heykellerin Başbakan Erdoğan’ın gelişinden bir gün önce gece yarısına doğru kaldırıldığını söyledi. Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, kadın heykeller konusunda şunları söyledi:
"Özellikle seçim sürecinde halkın heykellere karşı antipatisi olduğunu gördük. Birçok yerde de gündeme getirdiler. Bizim de programımızda vardı. Ama tesadüf oldu, Başbakanın geldiği günlere rastladı. Başka yerlerdeki heykelleri de gözden geçireceğiz. Kaz heykelinin yerinin bile çok doğru olmadığı kanaatindeyim. Heykelleri Kars kamuoyunun tepkisini çekmeyecek, daha hoş görüntülü yerlerde kullanacağız."
Vatan, 16.06.2009
|
TARİHİ ESER MÜSTEHCEN BULUNDU
Uşak
Valiliği protokol girişine asılan afişte
yer alan tarihi eser üzerindeki erkek figürünün
cinsel organı, müstehcen olduğu gerekçesiyle
sansürlendi. Edinilen bilgiye göre,
Karun
Hazineleri’nin en değerli parçaları
arasında gösterilen Yonca Ağızlı Gümüş
Sürahi’nin fotoğrafı afiş haline
getirilerek Uşak Valiliği protokol giriş bölümüne
asıldı. “Uşak Müzesi” yazan afişte, tarihi eserin
üzerindeki çıplak erkek figürünün cinsel organının
üzerine çarpı işareti konuldu.
Daha önce Türkiye’de sergilenen en iyi parçalar
eserler arasında gösterilen sürahinin, MÖ 7.
yüzyılda Lidyalılar tarafından
yapıldığı, erkekliğin gücünü simgeleyen eserdeki
çıplak erkek figürünün ayaklarının altında koç,
kollarında da iki aslan bulunduğu belirtildi. Eser,
1996 yılında ABD’deki
Metropolitan Müzesi’nden
alınarak Türkiye’ye getirilmiş ve Uşak Arkeoloji
Müzesi’nde sergilenmeye başlanmıştı. Uşak
Valiliği’nden sansürle ilgili açıklama yapılmazken
eserin bir fotoğrafının,
Uşak Kültürel
Değerler Yapı Envanteri kitabının kapağında
ve iç kısmında orijinal haliyle yer aldığı
bildirildi.
Cumhuriyet, 16.06.2009
|
SELİMİYE UNESCO LİSTESİ'NE GİRECEK

Edirne'de
bulunan Selimiye Camii ve çevresi Dünya Kültür
Mirası Listesi'ne girmeye hazır. Osmanlı döneminin
en önemli mimari yapılarından biri olan ve Mimar
Sinan'ın "ustalık eserim" dediği Selimiye dünya
markası olma yolunda. Edirne Belediyesi tarafından
iki yıldan bu yana sürdürülen çalışmalarda son
aşamaya gelindi. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile
UNESCO'nun istediği bütün şartların gereği en ince
ayrıntısına kadar yerine getiriliyor.
Bu kapsamda Selimiye Camii ve çevresinde bulunan
diğer tarihi eserler, ağaç ve bitki türleri
envanteri çıkarıldı. Bölgenin yeraltı ve yer üstü
özelliklerini belirten ayrıntılı rapor hazırlandı.
Son olarak Edirne Belediyesi Park ve Bahçeler
Müdürlüğü alanda bulunan ağaç türlerini belirleyerek
numaralandırmasını yaptı. Bütün ayrıntıların dikkate
alındığı çalışmalar tamamlanarak bir dosya haline
getirilip Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığı ile
UNESCO'ya gönderecek. Dosya'nın Eylül ayında UNESCO
tarafından değerlendirmeye alınması bekleniyor.
Edirne Belediye Başkan Yardımcısı Namık Kemal
Döleneken, Selimiye ve çevresinin Dünya Kültür
Mirası Listesi'ne girmesi için iki yıldan beri
hazırlık yaptıklarını söyledi.
Çalışmaların son aşamaya geldiğini kaydeden
Döleneken, daha önce listeye alınan eserin sadece
kendi özelliklerinin dikkate alındığını, ancak
bundan sonra eserle birlikte çevresinin de dikkate
alınacağını ifade etti.
Döleneken, "Bir eserin listeye alınması için gerekli
çalışmalar en ince ayrıntısına kadar yapılıyor.
UNESCO'ya başvuru sırasında herhangi bir eseri tek
başına götüremiyorsun. Selimiye elbette çok önemli
bir yapıdır. Ancak UNESCO'nun kuralı gereği eserin
çevresinde bulunan her şeyin belirtildiği bir
dosyanın hazırlanması gerekiyor. Bu nedenle çalışma
sırasında alandaki bütün binalar, ağaçlar yani bu
bölgede ne varsa bütün hepsinin belirtilmesi lazım.
Bunun için bölgede ne varsa hepsinin envanteri
çıkartılıyor. Sadece toprağın üzerindeki değil
altındakinin de envanteri çıkarılıyor. Alt yapı
olarak ne var, hangi kurumun ne tür tesisatı var.
Nereden geçiyor. Nerede trafo var, nerede
telekomünikasyon ile ilgili noktalar var. Bunların
hepsi tek tek tespit ediliyor. Bunların hem
paftaları hem de bilgileri dosyaya konuluyor. Bu
kadar ayrıntılı ve ciddi bir rapor" dedi.
Hazırlıkların tamamlanma aşamasına geldiğini anlatan
Namık Kemal Döleneken, "Raporumuzu Ağustos ayında
bitirip Kültür ve Turizm Bakanlığı'na göndereceğiz.
Bakanlık da dosyayı UNESCO'ya gönderecek" diye
konuştu.
Edirne'nin Dünya Kültür Mirası Listesine alınacak
alanı Selimiye'nin arkasındaki Taşodalar, Saray
Hamamı'ndan başlayarak Üç şerefeli camii, Sokullu
Hamamı, Mekedonya Kulesi, Alipaşa Çarşısı,
Kervansaray, Eski Camii, Halk Eğitim Müdürlüğü'nün
bulunduğu alanı kapsıyor.
Habertürk, 16.06.2009
|
ODA TV 2010'UN ŞİFRESİNİ ÇÖZDÜ

Hükümetin
bir süredir kullandığı “İstanbul Avrupa 2010 Kültür
Başkentleri’nden biri oldu” ifadeleri için
çalışmalar devam ediyor. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi başta olmak üzere, ilçe belediyeleri,
müzeler, kültür bakanlığı yetkilileri,
üniversitelerin güzel sanatlar bölümünden
akademisyenler bir araya gelip İstanbul’a “2010
Avrupa Kültür Başkenti” imajları tasarlıyor.
İstanbul’u “yabancı sermaye için çekim merkezi”
haline getirmeye çabalıyor.
Oda.tv'de
yer alan haberde tasarımcıların 2010 çalışmalarına
dikkat çekilmiş. Devasa bir reklam kampanyasının
devam ettiği belirtilen haberde her reklamda olduğu
gibi, burada da yaratılan imaj, gerçeklikten çok, o
mala ilişkin hayalleri, beklentileri, iddiaları
yansıttığı hatırlatılarak 2010 projesinin son
reklamı eleştirilmiş.
"Bu dev kadronun yurtdışı kampanyası için
hazırladığı son afişin başlığı şu: “Meet the Roots
of Fun.” Yabancıları, 2010 yılında İstanbul’a
eğlencenin, zevk-ü sefanın kökleriyle buluşmaya
çağırıyor. Alt metinde, Türkçe anlamıyla, “bu
toprağın insanları her zaman eğlenmenin en iyi
yollarını bildiler. Eğlencenin başkentine büyüleyici
bir yolculuk yapın ve Eğlence İmparatorluğu’nun
torunlarının bu mirası nasıl sürdürdüğüne tanık
olun.”
"Bu mirası
anlatmak üzere, en son afiş tasarımlarında Osmanlı
atalarımızı resmetmeye karar vermişler. Herhalde
Osmanlı’yı savaşçı ve fetihçi bir imparatorluk
olarak biliyordunuz. Batılılar da öyle sanıyorlardı.
Ama resmi yetkililer ile iyi para aldıklarını
umduğumuz tasarımcıların, reklamcıların
oluşturdukları Osmanlı imajı, çok farklı.
Kafalarındaki ve hayallerindeki Osmanlı, Ortaçağ
Avrupasında Doğu’yu develer ve cariyelerle
tanımlayan oryantalist eserler gibi."
"İstanbul
2010'un yurtdışı tanıtımı için hazırlanan yukarıda
gördüğünüz afişte, Osmanlı’yı tam bir sefa ayininde
görüyoruz. Çalgıcılar, oynak dansözler, çıplak
cariyeler, itaatkar köleler, güreş tutan erkekler,
güreşçilere doğru bakan saray oğlanı giysili bir
başka “parlak” erkek ve en sonda cariyesinin köpüklü
bira sunduğu padişah, geçmişle bugünü anlatan bu
sefa ayininin bize ait unsurları olarak tasvir
edilmiş. En solda, bu şehvet ortamına hışımla dalmış
bir Avrupalı şövalye dikkati çekiyor. Sefa
sahnesindeki tek başı dik karakter. Silahlı, belli
ki savaşmaya gelmiş. Karşısında, İstanbul’u bir
fahişe misali zevk vaat ederken buluyor."
Oda.tv'nin "İşte Yeni Osmanlıcılık" başlığıyla
verdiği haberde kampanyayı yürüten yandaş ve cahil
reklamcılar eleştiriliyor: "Osmanlı haremi için bile
son derece aşağılık bir üslupla, eşcinsellik, zevk
ve fuhuş imalarıyla, bu Avrupalı şövalyeyi “barışa”
cezbedebileceğini düşünüyor. Medeniyetler
buluşmasında bize düşen rolü öğreniyoruz."
Haberin
devamı şu şekilde:
"Bu, AKP’li belediyenin gurur duyduğu kampanyanın,
onca sponsorun önünden geçerek üretilen imajı. Bir
Cumhuriyet dönemi, iki yüz yıllık koskoca bir ülke
ve yeni insan yaratma mücadelesi, bu mücadelede
yaratılan yapıtlar, tarih, birikim; bunların hiçbiri
yok.
Bunlar
yerine, Osmanlı var. Üstelik kadınların cariye ve
dansöz, erkeklerin çalgıcı, güreşçi ya da “parlak”
oğlan olduğu, zevkle vecd halinde bir “Yeni Osmanlı”
var. AKP döneminde, bu ataların mirasçısı olduğumuzu
öğreniyoruz. Demek, kafalarındaki Osmanlı imajı ve
Türkiye temennisi bu.
Bazen
ülkemizin bu “ılımlı İslamcı” tayfasının elinde İran
olmasından korkuluyor. Hayır, İran Mollaları, kendi
medeniyetlerine bu kadar saygısızca yaklaşmamış, onu
bir turistik mal haline getirmek üzere böyle rezilce
çarpıtmamışlardı.
AKP dönemi
İslamı’nın farklı bir anlayışa sahip olduğu burada
bir kez daha görülüyor. Yoksul mahallelerine tarikat
ve taassub salgılarken, Batılı şövalyeleri zengin
kent merkezlerindeki zev-ü sefaya davet ediyorlar.
Belki de
daha çarpıcı nokta, bu Yeni Osmanlı’yı yalnız AKP’li
“ılımlı İslamcıların” değil, basbayağı eğitimli
kadroların, bir akademisyen, reklamcı tayfasının da
mideleri bulanmadan üretebilmiş olması.
İster
istemez insanın aklına şu soru geliyor: Bu afişe
bakarak Avrupa Kültür Başkenti’ne hevesle gelecek
bir bol paralı “yatırımcı”, cariye, oğlan ve sert
erkekler aramaya başlayıp huzursuzlanırsa Kadir
Topbaş ne yapacak?"
Haber Sol, 16.06.2009
|
ILISU YA YAPILACAK YA YAPILACAK

“Yeni Hasankeyf’in temelleri 30 Temmuz’da
atılacak. ‘Tarihi korumaya çalışanlar’ bugüne kadar
ne yaptı, bir yeri mi tamir etti? Beş kuruş faydası
yok bu insanların. Laf laf laf...” diye eleştiren
Eroğlu, Hasankeyf’in kurtulması için imza veren
Orhan Gencebay, Tarkan ve Orhan Pamuk’u ise
eleştirilerin dışında bıraktı: “Onlar iyi niyetli.”
Tarihi Hasankeyf’i sular altında bırakacağı
gerekçesiyle yıllardır tartışma konusu olan ‘Ilısu
Barajı’ için Avusturya, Almanya ve İsviçre’deki üç
kredi kuruluşu kredi sağlayacaktı. Ancak bu üç ülke,
kredi için Türkiye’nin önüne 153 kriter koymuş
(biyolojik çeşitlilik araştırması, tarihi eserlerin
planını çıkarılması, barajdan etkilenecek insanlarla
istimlak koşulları konusunda anlaşma gibi...) ve
Aralık 2008’e kadar da tarih vermişti. Aralık 2008
geldiğinde ‘kriterlerin yerine getirilmediği’
belirtilerek kredi askıya alındı. Türkiye’ye ek süre
verildi. Ek süre 6 Temmuz’da doluyor. Ek sürenin
dolmasına kısa süre kala hükümetin Ilısu konusunda
atağa geçtiği anlaşıldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 10
Haziran Çarşamba yapılan toplantıda,
Hasankeyflilerin taşınacağı ‘Yeni Hasankeyf’ için 30
Temmuz’da temel atılma kararı alındı.
Radikal’in sorularını yanıtlayan Çevre ve Orman
Bakanı Eroğlu, 6 Temmuz’a kadar bekleyeceklerini
ancak gerekirse öz kaynakları kullanarak barajı
yapacaklarını açıkladı:
“Daha hiçbir faaliyete başlanmadan ‘Kriterler yerine
getirilmeli’ denildi. Ancak avans verilmedi. Avans
verilince de süre bitti. 2008’de krediyi askıya
aldılar. 6 Temmuz’da üç kredi kuruluşunun son
kararı açıklaması gerekiyor. Açıklamazsa iyi niyetli
olmadıklarını düşüneceğiz. Kredi alınmazsa bile
baraj kendi öz kaynaklarımızla yapılacak.”
Eroğlu, Hasankeyf’te baraj yapımına karşı olanları
da sert bir dille eleştirdi: “Beş kuruş faydası yok
bu insanların. Zeynel Abidin Türbesi var, onu mu
tamir ettiler? Artuklu Köprüsü’nü mü onardılar? Hep
laf, laf, laf... Yaygara yapanların maksadı başka.
Atatürk Barajı için de bu yaygaralar yapılmıştı.”
Orhan Gencebay ve Tarkan’ın ardından Nobel ödüllü
yazar Orhan Pamuk da ‘Hasankeyf Yok Olmasın’
kampanyası için imza atmıştı. Eroğlu, onları
‘yaygaracı’lardan ayırdı: “Aslında Hasankeyf’i
korumaya çalışıyorlar. Tabii ki iyi niyetli bir
hareket. Biz yeterince bu insanları
bilgilendiremedik.”
Bölgedeki tarihi eserlerin korunacağını, bunun için
25 milyon avro ayrıldığını belirten Eroğlu,
Hasankeyf’le şu anda turist gelmediğini, ama
projeyle birlikte bölgenin turistik çekim merkezi
olacağını düşünüyor:
“Burası yeni Hasankeyf’e birlikte cazibe merkezi
haline gelecek. Asıl turisti baraj yapıldıktan sonra
göreceksiniz. Başbakan bile Yeni Hasankeyf’in son
halini görünce inanamadı.”
Radikal, Haber: Serkan Ocak, 16.06.2009
******
HASANKEYF İÇİN DUYARLILIK ÇAĞRISI
Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi
Üyesi Diren Özkan, Ilısu Barajı ile sadece tarihin
değil, aynı zamanda kültürlerin de yok olacağına
işaret ederek, 12 bin yıllık tarihe sahip bir yerin
sular altında kalmaması için bütün sivil toplum
örgütlerini; aydın, yazar ve sanatçıları,
seçilmişler ve akademisyenleri duyarlılığa çağırdı.
Özkan, barajın yapımı için Türkiye’ye kredi veren
ülkelerin, 6 Temmuz’a kadar Türkiye’ye tanıdıkları
süre sonunda, kendi prestijlerinin yıkılmaması adına
bu barajdan tamamen geri çekilmelerini istedi.
Ulusal ve uluslararası platformda
gerçekleştirilen birçok kampanya ve Türkiye’nin 153
şartı yerine getirmemesinden kaynaklı baraja
desteğin 180 günlük süre ile askıya alındığını ve bu
sürenin 6 Temmuz itibariyle dolacağını hatırlatan
Özkan, “Bu süreye kadar Hasankeyf’te yapacağımız
sivil itaatsizlik eylemleri olacak. Aynı zamanda
kredi veren hükümetlere barajdan geri çekilmelerini
talep eden mektuplar yollayacağız. Bu süre dolana
kadar mücadelemizi susmadan sürdüreceğiz” dedi.
Evrensel, 16.06.2009
|
VAKIF CAMİLERİ 2010 İÇİN HAZIRLANACAK
2010 Avrupa Kültür
Başkenti seçilen İstanbul'daki 23 camide eleman
yetersizliği nedeniyle
güvenlik ve temizlik hizmetlerine
ihtiyaç duyulduğu gerekçesiyle sunulan rapor, dün
Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nden onay aldı.
İmzalanacak protokole göre; Sultanahmet,
Süleymaniye, Fatih, Yeni Cami ve Ortaköy Camisi'nin
de aralarında bulunduğu İstanbul'daki 23 Selatin
(Sultanlar) camisinin tüm masrafları Büyükşehir
Belediyesi tarafından karşılanacak.
Sabah, Haber: Zeynel Yaman,
15.06.2009
|
SİMENA KALESİ'NE TAHTA MERDİVEN
Demre’nin
Üçağız Köyü'ne bağlı Kaleköy mahallesindeki Simena
Antik Kenti’ne artık merdivenle çıkılabilecek.
40 metre yükseklikteki antik yerleşime geçmişte
kayalıklardan tırmanılarak ulaşılıyordu. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın girişimiyle 70 metre
uzunluğunda ahşap merdiven yaptırıldı.
Korkulukları henüz tamamlanmayan merdiven, geçen
hafta kullanılmaya başlandı. Merdiven 82 bin TL’ye
mal oldu. Yetkililer, kaleye çıkan biletli turist
sayısının bu sayede iki katına çıktığını bildirdi.
Hürriyet Seyahat, 15.06.2009
|
KAYIP HAZİNELER GERİ DÖNÜYOR
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anadolu'nun kayıp
hazinelerini tekrar kazanmak için yılın ilk
yarısında 1 milyon 125 bin TL kaynak ayırdı.
Ocak-Haziran döneminde satın alma yoluyla, Roma
Dönemi altın yüzükten MÖ 2000 yılına ait pişmiş
toprak kaplara birçok eser, müzelerin sergi
salonlarında yerini aldı.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü,
geçmişin kültürel izlerini taşıyan ve tarihe ışık
tutan paha biçilmez eserleri gün yüzüne çıkartıp
sergileyebilmek için tarihi eser alımı yapıyor.
Bu kapsamda her yıl bütçe doğrultusunda yapılan eser
alım çalışmasına, bu yıl da ilk 6 ay için 1 milyon
125 bin TL ödenek ayrıldı. Bu bütçe, tarihi
"hazinelerin" müze koleksiyonlarında yer alması için
kullanıldı.
Bu sayede, yılın yarısına kadar dönemde satın alma
yoluyla, Roma Dönemi Karneol ve altından yapılmış
yüzük, Çankırı bölgesinden MÖ 2000 yılına ait pişmiş toprak kaplar, çeşitli
dönemlere ait madeni, pişmiş toprak ve taş eserler
ile MÖ 2. ve MÖ 1. bin yılına ait pişmiş toprak
ve madeni eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne
kazandırıldı.
Ayrıca, kaçak yollarla Almanya'nın Bremen kentine
götürülen bronz ve gümüş sikkeler, 1. bin yılına ait
mahmuzlu bronz ok ucu ve geç Bizans dönemine ait
bronz kadın figürü de yapılan girişimler sonucu geri
getirildi ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde koruma
altına alındı.
Genel Müdürlük, geçen yıl da tarihi eser alımı için
bütçesinden 2 milyon TL ayırmıştı.Kültür Varlıkları
ve Müzeler Genel Müdürlüğü, yılda ortalama 30 bin
civarında tarihi eserin alımını yapıyor, tarihi
varlıkların yasadışı yollarla yurtdışına
kaçırılmasını önlüyor.
Bu kapsamda 2003-2005 yılları arasında 800 civarında
olan kaçakçılık sayısı 2006 yılında 512'ye, 2007'de
206'ya ve 2008'de de 194'e düştü. 2007-2009 Haziran
ayı itibariyle de toplam bin 669 adet eserin
Türkiye'ye iadesi gerçekleştirildi.
Cnn Türk, 15.06.2009
|
KAZI ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI

Tokat'ta bulunan Sebastopolis Antik Kenti'nde 20
yıl aradan sonra kazı çalışmalarının yeniden
başlatılması için girişimler devam ediyor.
Tokat merkeze 69 kilometre uzaklıktaki Sulusaray
İlçesi'nde bulunan ve 'Büyük Azametli' şehir anlamına
gelen Sebastopolis kentinin kesin olarak
bilinmemekle bazı kaynaklarda MÖ 1. yüzyılda
kurulmuş olduğu kayıt ediliyor. Turizmde önemli bir
yere gelmesi beklenen ilçede yaklaşık 20 yıl önce
ara verilen kazı çalışmalarının yeniden başlatılması
hedefleniyor. Sulusaray Kaymakamı İbrahim Civelek'in
daveti üzerine ilçeye gelen Fransız Anadolu
Araştırmaları Enstitüsü'nde görevli arkeologlar Aksel Tibet ile Markuz Cohl, İl Kültür ve Turizm
Müdürü Abdurrahman Akyüz ve Sulusaray Belediye
Başkanı Şahin Hasgül'le birlikte bölgede
incelemelerde bulundu. Akyüz, bazı sebeplerden
dolayı 20 yıldır yapılamayan kazı çalışmalarının
tekrar başlatılması için çaba sarf ettiklerini
belirterek, "Bu konuda kaymakamımızın katkıları
lokomotif görev gördü. Kazı çalışmaları için
istimlak çalışmaları tamamlandı. Şuanda kazı
aşamasında. Bu anlamda Fransız Anadolu Araştırmaları
Enstitüsü'nden gelen arkeologlar kazı alanımızı
gezdi.
Sulusaray Belediye Başkanı Şahin Hasgül ise, Tokat
Valiliği koordinesinde arkeolojik kazıları yeniden
başlatılmak için gayret gösterildiğini ifade ederek,
"Bu sene altyapısını hazırlıyoruz, seneye de
istimlak edilen alanlarda 20 yıl önce başlatılan
kazıların yeniden başlatılması sağlanacak.
Sebastopolis döneminde bu büyük şehirde 70 bin
zengin Romalının yaşadığını taşlardaki yazıtlardan
anlıyoruz. Zengin Romalıların arena, kilise,
hamamların olduğu büyük bir şehir ortaya çıkacak.
Orta Anadolu'nun kültür
harikası olacak" diye konuştu.
Sulusaray Kaymakamı İbrahim Civelek de, antik kentin
yakında başlayacak kazı çalışmaları ile turizmde hak
ettiği yere geleceğini söyledi.
Arkeolog Aksel Tibet, kaymakamın daveti üzerine
bölgeye geldiklerini, 20 yıl önce yapılan kazı
çalışmaları tekrar başlatabilir mi, bunları
değerlendirdiklerini belirterek, "İlk izlenimlerim
büyük bir potansiyel var, Antik Çağ dönemi üzerine.
Daha ilginç olan ise bu Antik Çağ'ın yakın dönem
Osmanlı dönemi sivil mimarisi ile iç içe olmaları.
Bunu bu şekilde değerlendirmenin ilginç
olabileceğini düşünüyorum. Mevcut evleri restore
ederek turizme açılabilir" dedi.
Arkeolog Markuz Cohl de, ilk defa geldiği
Sulusaray'da çok potansiyel olduğunu söyledi.
Tokat Kent Haber, 15.06.2009
|
KAB CAMİİ YENİDEN İBADETE KAPATILDI

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu
yapılan ve uzun bir süre sonra yeniden ibadete
açılan Kab Camii yeniden ibadete kapatıldı.
Kubbeden düşen taşlar nedeniyle bir ay boyunca
kapalı kalacak olan caminin yapımını vakıflar genel
müdürlüğü üstlenmişti. Yapılan restorasyonun
ardından ibadete açılan ancak aradan geçen bir ay
süre içerisinde yeniden onarım için kapatılan
caminin yapımını yapan vakıflar genel müdürlüğüne
vatandaş tepkili. Namaz kılmak için gelen cemaat ise
kapıdaki ‘ Kubbedeki onarım nedeniyle bir ay
kapalıyız” yazısıyla karşılaşınca şaşkınlıklarını
gizleyemiyorlar.
Tarihi yapısı ve kent merkezinde olması nedeniyle
büyük önem arz eden Kap Cami'nin restorasyon ve
güçlendirme çalışmalarının bitirilip ibadete
açılmasıyla vatandaşlar Cuma namazlarını burada
kılmanın mutluluğunu yaşadılar. Ama bu kısa sürdü.
Bir ay sonunda cami yeniden ibadete kapatıldı.
Dokuz Eylül Caddesi'nde
bulunan bin kişi kapasiteli Kab Camii'nin
içerisindeki çatlaklar ve bozulmalar nedeniyle
restorasyon ve güçlendirme çalışmaları sonrasında
ibadete açılan ve bir ay sonra yeniden ibadete
kapatılan Kab Camii, kitabesine göre 1768 yılında
yapılmış, 1923 yılında da Hacı Mehmet Ali isimli bir
kişi tarafından yeniden yapılmıştır. Bunları
belirten kitabeler kuzey ve güney yönündeki
kapıların üzerindedir.
1764 yılında Hacı Mehmet Ali Efendi tarafından
inşa edilen Kab Camii'ne 100 yıldır bir çivi dahi
çakılmadığı ifade edildi. Yaklaşık bir yıl süren
çalışmaların sonunda ibadete açılan 1934 yılında
yıldırım düşmesi sonucu yıkılan minaresi, Vakıflar
Genel Müdürlüğü tarafından yeniden onarılarak
yapılmıştı. Kab Camii'nin ayrıca ildeki tek,
Türkiye’de de ender bulunan ahşap kubbeli camiler
arasında yer aldığı belirtildi.
Adıyamanlı vatandaşlar bir an önce caminin
restorasyonun tamamlanarak yeniden ibadete açılacağı
günü sabırsızlıkla beklediklerini ifade ettiler.
Adıyaman Haber, 14.06.2009
|
STONEHENGE'E KOMŞU
Arkeologlar,
Britanya’daki Hampshire kentinin yakınlarında,
içinde iki tane 6 bin yıllık mezarın da bulunduğu
tarih öncesi dönemlere ait bir alan tespit ettiler.
Stonehenge’in 15 mil uzağındaki mezarlar,
Britanya’da bugüne kadar tesbit edilen en eski
arkeolojik kalıntılardan biri.
Arkeologlar, bu arkeolojik kalıntıların o dönemde
insanların nasıl yaşadığı ve çevrenin neye benzediği
konusunda değerli ipuçları vereceğini söylüyorlar.
Buranın bir diğer önemi ise, Avrupa’daki tarih
öncesine ilişkin kalıntılar barındıran en zengin
alanlardan biri olması.
Projenin lideri olan Kingston Üniversitesi Öğretim
Üyesi Dr. Helen Wickstead konu hakkında şunları
söyledi:
“Burası Avrupa’nın tarih öncesine ilişkin kalıntılar
barındıran en ünlü alanlarından biri. Adeta tarih
öncesine ilişkin çalışmalar yapan uzmanların
Mekke’si.”
Arkeologlar bu alanın cenaze ritüelleri için
kullanıldığını söylüyorlar.
Bu tür törenlerde, ceset açıkhavaya bırakılır ve
iskelet haline gelinceye kadar bekletilirdi.
Ardından kemikler, mezarın içine yerleştirilirdi.
Taraf,
14.06.2009
|
10 YIL EROS DİYE SERGİLENMİŞ
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde altın bir yüzük üzerindeki hermafrodit heykelciğinin Eros diye sergilendiği ortaya çıktı. Hatayı heykelciğin yerinin değiştirilmesi sırasında müze müdürü fark etti.
Roma Dönemi’ne ait Balgat Mezarlığı’ndaki kazıda bulunan MÖ 2’nci yüzyıla ait altın yüzük üzerindeki heykelciğin tanısı, yıllar sonra minik bir farenin etkisiyle değiştirildi. Yaklaşık 10 yıldır, "Eros" olarak Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen heykelciğin yeri bir fare yüzünden değiştirilirken, yeni müze müdürü, heykelciğin Eros değil "hermafrodit" olduğunu fark etti.
Yüzüğün isim değişikliği, tarih meraklılarının dikkatini çekince, Müze Müdürü Melih Arslan değişimi şöyle açıkladı: "Bir fare sergilediğimiz yerden yüzüğü kaçırmaya yeltenince, teşhir şeklini değiştirmeye karar verdim. Bu sırada yüzüğün üzerinde göğüs ve erkeklik organı motifleri olduğunu gördüm. Bu, hem kadınlık hem de erkeklik özelliklerini birleştiren Hermafrodit’tir. Hermafrodit, mitolojide Hermes ile Afrodit’in gizli birleşmesinden doğan çocukları olarak biliniyor. Bu heykele çok az rastlanıyor. Bir tanesi Paris’teki ünlü Louvre Müzesi’nde."
Hermafrodit, Hermes ile Afrodit’in Ares’ten gizledikleri çocukları olarak bilinir. Afrodit, o doğar doğmaz, Ares’in öfkesinden ve nefretinden koruyabilmek için İda Dağı’ndaki perilere emanet bırakır. Kariol Dağı’nın eteklerinde gezerken çok temiz bir göle gelir. Gölün Selmakis adındaki perisinden habersiz bir şekilde soyunup göle girer. Çırılçıplak yüzen genci görünce bir anda aşık olan peri, dayanamayarak karşısında belirir. Onu çok sevdiğini ve aşık olduğunu haykırır. Fakat hermafrodit elinin tersi ile iter. Peri, "Zalim delikanlı, boş yere çabalıyorsun. Ey tanrılar, emir veriniz ki, ne o benden ayrılsın, ne de ben ondan. Hiç kimse bizi ayıramasın" diye haykırır ve anında, iki vücut bir olur, iki ayrı cins bir bedene taşınır.
Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 14.06.2009
|
 |

|
BAŞKENTTE "NÜ" RESİMLERE SANSÜR
Ressam Savaş Simitli’nin kursiyerlerinin yaptığı 46 eserin 9’u, “aşırı pornografik” bulunduğu gerekçesiyle sergilendiği Bilkent Sanat Sokağı’ndaki galerinin yetkililerince, aynı yerde bulunan iç galeriye taşındı. CUMHURİYET gazetesinden Selda Güneysu’nun haberine göre galeri yönetimi, “Herkesin gelip geçtiği, alışveriş yaptığı yerde, ‘aşırı pornografik’ eserlerin konulmasını istemediğimizden, rahatsızlık yarattığı için, iç kısımdaki büyük galeriye taşıdık” derken, ressam Simitli, “Yapılan sanata darbedir” diye konuştu.
Ressam Simitli’nin kursiyerlerinin yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştığı eserlerden oluşan sergisi, geçen pazartesi günü Bilkent Sanat Sokağı’nda açıldı. Ancak Sanat Sokağı’ndaki galerinin yetkilileri, kursiyerlerin 46 eserinden 9’unu “aşırı pornografik” bulduğu gerekçesiyle, bulunduğu yerden kaldırarak, aynı yerdeki iç galeriye taşıdı.
Simitli şunları söyledi: “‘Nü’ resimler başkentlileri nasıl rahatsız eder? Böyle bir mantığı anlamak mümkün değil. Geçen gün Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi’ne gitmiştim. Orada da çeşitli ressamların ‘nü’ tabloları bulunuyor. Resim öğretmenleri ilkokul öğrencilerini müzeye geziye getirmiş, geziyorlardı. Sergi gezmek yurttaşlara nasıl rahatsızlık verir? Böyle bir şey olabilir mi? Tepki olarak galerideki bütün eserlerimi toplayacağım. Çünkü bu durumu benim kursiyerlerime izah etmem mümkün değil. Kursiyerlerim de son derece rahatsız. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na da durumu bildireceğim. Gereği yapılmalı. Çünkü yapılan sanata darbedir. Sanatçıların çalışmasını istemiyorlar.”
Galeri yönetimi de konuya ilişkin yaptığı açıklamada, Simitli’nin kursiyerlerinin yaptığı eserlerin açık mekanda, çoluk çocuk herkesin alışveriş yaptığı, gezdiği yerde sergilendiğini, bu nedenle eserlerden “nü” olanların yurttaşları rahatsız ettiği belirtildi. Açıklamada, “Eserleri kaldırmadık. Sürekli olarak herkesin gelip geçtiği, alışveriş yaptığı yerde, ‘aşırı pornografik’ eserlerin konulmasını istemediğimizden, rahatsızlık yarattığı için, iç kısımdaki büyük galeriye taşıdık” denildi.
Radikal, 14.06.2009
|
NEKROPOLE KEPÇE'YE 'KORUMA' ÖDÜLÜ

Tarihi
Kentler Birliği (TKB), tarihi kent
dokularını ve kültürel mirasın korumasını özendirmek
amacıyla, 2001 yılında,
“en iyi proje”
ve “en iyi uygulama” dallarında bir
yarışma başlatmıştı. Ancak, 2008 yılı yarışması
sonuçları, TKB’nin bu temel amacıyla çelişen, hatta
“tarih katliamı” sayılacak bir
projeye de ödül verildiğini ortaya çıkardı. TKB,
sekiz dönümü Antalya Nekropolü
üzerini kapatacak olan ve kepçe ile temel kazısında
sekizi lahit tipi onlarca antik mezarın tahrip
edildiği Büyükşehir İş Merkezi’ni (Doğu
Garajı ve Halk Pazarı Düzenlemesi) de
içeren, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin
Tarihi Kültürel Merkez (TKM) proje grubunu
“En İyi Uygulama” örneği olarak açıkladı.
TKB’nin ödül gerekçesinde,
Kaleiçi’nden eski
Doğu Garajı’na uzanan TKM projesinin
“meydan, kamu yapıları, kale ve surlar, mahalle ve
sokaklar, okul, ticari merkez ve çarşılar, yat
limanından oluşan çok çeşitlilik sergileyen bir
alanda geniş kapsamlı ve bütüncül bir çalışma”
olarak dikkat çektiği ve “katılımcı” bir yaklaşımla
yürütüldüğü ifade ediliyor. Projenin “alan”
çeşitliliği ve “kapsam” genişliğinin dikkat çekici
olduğu doğrudur ama “katılımcı” iddiası, en azından
Büyükşehir İş Merkezi (BİM) ve Okullar Bölgesi için
geçerli değildir. Çünkü, BİM için sekiz dönümlük
yeşil alanı ticaret alanına dönüştüren plan
tadilatına Şehir Plancıları Odası’nın
itirazı (Son Nokta, 410.7.2007) ve bu plan
tadilatıyla ortaya çıkan yeşil alan ve otopark
ihtiyacını karşılamak amacıyla yıkılan Okullar
Bölgesi’ndeki Doğumevi,
İnönü İlköğretim,
Kız Enstitüsü
binalarının yıkımına karşı eski mezunlar ve
STK’ların itirazları da (Radikal İki, 22.07.2007)
dikkate alınmadı. TKB’nin ödül kararını sakatlayan
en önemli kriterler ise bunlar değil.
Yarışmanın öncelikli amacına vurgu yapan gerekçe,
TKM projesinin “Bölgedeki tarihi ve kültürel
değerleri koruma projeleri” içermesi. Ödül kararını
sakatlayan da bu cümledeki “koruma” vurgusudur.
Doğrudur, kısmi kusurlarına karşın, TKM sınırları
içindeki Kaleiçi ve çevresinde koruma projeleri
uygulanıyor. Peki, “en iyi uygulama” ödülü verilen
TKM projeleri arasında sıralanan BİM projesinin
kepçe ile temel kazısında sekizi lahit tipi onlarca
antik mezarın tahribatı hangi “koruma” ketagorisine
giriyor? Müze kazıları (Adalya, 1999-2000) BİM proje
alanının Nekropol sınırları içinde olduğunu
belgelemesine rağmen “üç maymun” tavrı ile sekiz
dönüm yeşil alanı ticaret alanına dönüştürmekte
ısrar eden Büyükşehir yönetimi, ihale sürecinde bu
raporu hatırlatan “Doğu Garajı sit alanı olmalıdır”
uyarılarını da (Son Nokta, 410.7.2007) duymazdan
geldi. Büyükşehir’in Nekropol için gerçek niyeti BİM
projesi temel kazısında ortaya çıktı. Koruma
Kurulu’nca, 1992’de, arkeolojik alan ilan edilen
Antalya Nekropolü’nde Müze gözetiminde ve elle
yapılması gereken temel kazısının “loader” tipi iş
makineleriyle yapılarak onlarca mezarın parçalanması
ticari alan açmak için bir antik mezarlık temizliği
değilse başka ne olabilir?
21 dönüm alanı üç günde 2 m’den fazla temizleyen bu
tarih katliamı girişiminin, bir iş makinesinin 3 m
derinlikteki bir oda mezara düşünceye kadar
sürdüğünü ve bu tahribatın da “iş kazası” sayılarak
örtbast edildiğini Radikal İki’de (12.04.2009)
açıklamıştık. (Bu “iş kazası”nda Antalya’nın
tarihini 100 yıl geriye götüren bulgular içeren kaç
adet antik mezarın tümden kazındığı ise halen bir
sırdır.) Bu haber üzerine, Kültür Sanat-Sen ve
Peyzaj Mimarları Odası’nın da aralarında bulunduğu
STK’lar, bir basın açıklaması ile BİM projesinin
tümüyle iptal edilmesini istedi.
Projenin “potansiyel sit alanı” ilan edilen sekiz
dönümlük bölümünün “arkeolojik park” ve geriye kalan
13 dönüm alana da müze yapılmasını talep eden
STK’lar, Büyükşehir’in Nekropol ve çevresi için
Koruma Kanunu’na uygun Koruma Amaçlı İmar Planı
hazırlaması gerektiğini hatırlattılar. (www.mimdap.org,
28.04.2009) Yeni Büyükşehir yönetimi, STK’ların
açıklamasından bir hafta sonra, 13 dönüm alandaki
BİM temel kazılarını durdurdu ve Müze’nin kurtarma
kazısı bitiminde Nekropol’ün sit derecesini ilan
edecek Koruma Kurulu kararına uygun olarak projeyi
değiştirmek üzere, çalışmalarını dondurdu.
Bu nedenle, TKB Danışma Kurulu (jüri) da yukarıdaki
bilgiler ışığındaki kararını gözden geçirerek,
Büyükşehir’in Antalya Nekropolü’ndeki tarih
katliamını “meşrulaştırma” olarak yorumlanabilecek
ödül kararında tashih yapmalı ve (tarihin
korunmasını özendirmek isterken) sehven de olsa kötü
örneği ödüllendirmiş olmaktan kurtulmalıdır
Radikal İki, Haber: Hasan Üstün, 14.06.2009
|
SAGALASSOS KAZISI TEMMUZ'DA BAŞLIYOR

Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde, 1990 yılında kurtarma
çalışmaları başlanan Sagalassos Antik Kenti'nde yeni
dönem kazı çalışmaları Temmuz ayında başlayacak.
Burdur Müze Müdürü Hacı Ali Ekinci, AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ilk kez 1700'lü yıllarda tespit
edilen, 19 yıldır kazı çalışması sürdürülen kentteki
çalışmalar için Belçika'dan 10 kişilik restorasyon
ekibinin 15 Haziran'da bölgeye geleceğini, 150
kişiden oluşan asıl kazı ekibinin ise Türkiye'ye
Temmuz ayının başında giriş yapacağını söyledi.
Her yıl olduğu gibi yine yaklaşık yedi hafta sürmesi
beklenen kazılar için ilçeden de 100'e yakın kişinin
çalıştırılacağını ifade eden Ekinci, şu bilgileri
verdi:
"Doğu batı yönünde 2,5 kilometre, kuzey güney
yönünde ise 1,5 kilometre uzunluğundaki antik kentte
kazılar 19 yıldır Belçikalı uzmanlar tarafından
yapılıyor. Belçika Kraliyet ailesi başta olmak üzere
birçok Belçikalı firma tarafından da desteklenen
kazıların bu yılki bölümünde çıkacak eserlerle
ilgili heyecan içindeyiz"
Hellenistik çeşme, kütüphane gibi yapıların
restorasyonunun tamamladığını hatırlatan Ekinci, Antoninler Çeşmesi, Heroon yapısı gibi alanlarda
restorasyon çalışmalarının sürdüğünü bildirdi.
Apollo Klarios Tapınağı, Antonin Pius Tapınağı,
Dorik Tapınak, aşağı ve yukarı Agora, Tiyatro,
Hamamlar ve kütüphanenin bulunduğu antik kentteki
çalışmalarda çıkan eserlerden bazılarının şu an
depoda bekletildiğini aktaran Ekinci, "Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan büyük bir
proje sayesinde, depodaki birçok eser, sergilenmeye
açılacak" dedi.
Burdur Müzesi arkeologlarından Jülide Kayahan da,
Sagalassos'taki çalışmaların Türkiye'de ilk ona
gireceğini iddia etti. Yapılan çalışmalarla kentin
dörtte birinden daha az bölümünün çıkartıldığını
anlatan Kayahan, bu yılki kazıları heyecanla
beklediklerini ifade etti
Cnn Türk, 13.06.2009
|
TARİHİ MUĞLA'YA ONAY
Muğla’nın kentsel sit alanı içinde yer alan tarihi Arasta bölgesiyle, yine tarihi Saburhane Meydanı’nı birbirine bağlayan Kentsel Tasarım Projesi’ne koruma kurulundan onay çıktı. Projeyle kent merkezinde yeni bir prestij alanı yaratılması ve geleneksel dokunun canlandırılması amaçlanıyor.
Yaklaşık 400 yapının tescilli olduğu Muğla’nın kentsel SİT alanı içinde bulunan tarihi mekanların çatı ve ön cephe düzenlemesi için Muğla Belediyesi tarafından Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’na gönderilen proje onaylandı. Toplu restorasyon ve düzenleme işi ihale aşamasına geldi. Belediye yetkililerinden edinilen bilgilere göre, Muğla’nın prestij projelerinden biri olarak gösterilen çalışma tarihi Arasta Bölgesi’nden başlanarak Kurşunlu Camisi, Orgeneral Mustafa Muğlalı İşhanı ve açık pazar yerinden Yılanlı yol ayrımına dek olan bölümü kapsıyor.
Projenin oldukça geniş bir alanı kapsadığını belirten Muğla Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, “Yıllardır bu projenin uygulanması için bekliyorduk. Sayın valimiz de bu çalışmaya yoğun destek veriyor. İl özel idaresi ve belediyemiz tarafından yaşama geçirilecek bu çalışmanın danışmanlığını ise kentsel SİT alanının ve Muğla’da koruma bilincinin yaratılmasında büyük emekleri olan ÇEKÜL Vakfı Başkanı ve Tarihi Kentler Birliği Danışmanı sayın Prof.Dr. Metin Sözen yapacak” dedi.
Cumhuriyet Ege, 12.06.2009
|
 |
 |
KAÇAK KAZI TAKİBİNDE SÜRPRİZ FİNAL
Uygarlıklar beşiği Anadolu'dan tarih fışkırıyor. Tokat'ta 2 bin yıllık tarihi kalıntı bulundu.
İlginç olan, kalıntılara güvenlik güçlerinin kaçak kazı yapan şüphelileri takibi sırasında ulaşılması oldu.
Güvenlik güçleri Tokat'ın Turhal İlçesi'nde izinsiz kazı yaptıkları bilgisiyle bazı kişileri takibe aldı. Ardından, Gümüştop Köyü Karşılar Mahallesi çevresinde şüphelilerin kaçak kazı yapacağı bilgisine ulaştı. Operasyon sonrası 3 kişi, kazı sırasında malzemeleriyle birlikte suçüstü yakalandı.
Daha sonra kazı yapılan yer incelemeye alındı. Basit gibi görünen operasyon bir anda büyüdü. Bulunan, tahmin edilenin çok üstünde tarihi bir sanat harikasıydı.
Uzmanlar kazı alanında yaptıkları çalışmada, milattan önce 2 ve 6'ncı yüzyıllar arasına ait olduğu sanılan, zemini mozaikle kaplı mezarlığa ulaştı.
Zanlılar hakkında işlem başlatan ekipler, kalıntıları naylonla kapatıp bölgeyi korumaya aldı.
Tokat'ın, arkeoloji açısından zengin bir bölge olduğunu belirten yetkililer, bilimsel kazı yapılması halinde önemli eserlere ulaşılacağını belirtiyor.
Trt/Haber, 11.06.2009
|
7 - 13 Haziran 2009
|
"Yıllardır Aranan" Kırım Krallığı Nerede?
BULANCAK'TA,
2 BİN RAKIMLI YAYLADA,
YERİN 30 METRE ALTINDA!!!
|
Giresun'un Bulancak İlçesi
kırsalındaki 2 bin rakımlı yaylada, definecilerin 45
gündür ''Kırım Krallığı'' olarak ifade ettikleri
medeniyete ait olduğunu iddia ettikleri hazineyi
bulmak için kazı çalışması yapılıyor.
Kazı alanında 30 metrenin üzerinde sondaj yapan kazı
ekibi, bu süre içerisinde arama çalışmalarına 200
bin lira harcadı. Yaklaşık bir yıllık planlamanın
ardından başlanan kazı çalışmasında, olduğu var
sayılan krallığa ait şehrin gözetleme kulesinden
aşağıya iniliyor.
Kazı ekibi, 90 ton altının bulunduğu sanılan hazineyi ortaya çıkarma heyecanını yaşarken, ilçe yöneticileri de hazineyle değil, ortaya çıkacak yeraltı şehrinin bölgenin kaderini değiştireceğine inanıyor.
Kazı için yaklaşık 45 gün önce Giresun Valiliği'nden
izin alarak ekibiyle birlikte çalışmalara başlayan
Turan Gögerçin (44), AA muhabirine yaptığı
açıklamada, mesleğinin definecilik olduğunu,
tamamıyla yasal prosedürler çerçevesinde devlet
gözlemcileriyle birlikte kazı yaptıkları söyledi.
Kazı yaptıkları alan üzerinde bizzat kendisinin bir
yıllık çalışma yaptığını, tarihi kaynaklar ile
haritaları inceleyerek koordinatlara ulaştıklarını
ifade eden Gögerçin, ''İzin alınır alınmaz ekibimizi
oluşturarak kazı yapacağımız noktada hemen
çalışmalara başladık. Biz profesyonel definecileriz,
cihazımızla tespitini yaptık, dokümanları topladık,
aynen hepsi doğru çıktı. 10 gün içinde hedefe
ulaşmayı planlıyoruz'' dedi.
Kazı yaptıkları 1,5 metrekarelik alanda 45 gün
içerisinde 32 metrelik derinliğe ulaştıklarını,
şehrin kulesi olduğunu düşündükleri bu alandan, o
dönemin harçlarıyla oluşturulmuş ve ''kesme'' diye
tabir edilen taşlardan yapılan bölümler
bulduklarını, kulenin aydınlatılması için kullanılan
meşale koyma yerlerini ortaya çıkardıklarını anlatan
Gögerçin, ''Bulduğumuz izlerden olayın doğru
olduğunu anladık, doğru yolda olduğumuza inandık.
Yasal olarak 15 günümüz kaldı. Makinelerimizin arıza
yapması bizi etkiledi ama 10 gün içinde ulaşmayı
planlıyoruz'' diye konuştu.
Gögerçin, kazı alanına sondaj malzemesi, seyyar
kompresör, jeneratör, yapay asansör, 13 kişilik
ekiplerinin yatacakları çadırlar ve malzemeler
çıkardıklarını, şimdiye kadar kazı için 200 bin lira
harcadıklarını vurgulayarak, ''Doğru yolda
olduğumuza eminiz. Çünkü yere vuruyoruz, altının boş
olduğuna dair sesler geliyor. Buradan hem büyük bir
define, hem de bir medeniyetin izlerini
çıkaracağımızdan eminiz'' dedi.
Kazı çalışmalarını yerinde inceleyen Bulancak
Belediye Başkanı Kadir Aydın ise bakir doğası ve
yaylalarının güzelliğiyle adından söz ettiren
Karadeniz'de, ilçelerinin sınırları içerisindeki bir
yaylada böyle bir hazinenin varlığının kendilerini
son derece heyecanlandırdığını söyledi. Aydın, şöyle
devam etti:
''Sonuçlarını merakla bekliyoruz. Başlangıçta bir
define kazısı olarak algılandı ama işin üzerine
gidildikçe, biraz daha boyutları ilerleyince farklı
noktalara gitti.
Yerel idareci olarak buradaki ekonomik değeri olan
altınla ilgilenmiyorum. Benim açımdan bunların zerre
kadar bir değeri yok. Benim için asıl değerli olan,
asıl hazine, burada böyle bir medeniyetin olmasıdır.
Bu boyutla değerlendirildiğinde, Bulancak açısından,
yayla turizminin yanı sıra kültür ve inanç turizmi
açısından önemli olacaktır. Bu boyutuyla
ilgileniyoruz ve sonucunu burada kazı yapanlardan
daha merakla ve heyecanla bekliyoruz.''
Bulancak Turizm ve Tanıtma Derneği (TUDER) Başkanı
Zafer Çamaltı da kazının resmi, devletten izinli bir
define kazısı olduğunu belirterek, ''İlginç bir yer,
orman içerisinde. Ben de kazı yapılan bölüme girdim.
Değişik bir deneyim oldu benim için. Arkadaşlar
burada 3 bin 500 yıl önce bu topraklarda hüküm
sürmüş 'Kırım Krallığı'nın izlerini arıyorlar. Doğal
olarak da hazinesini arıyorlar'' diye konuştu.
Dernek olarak olaya turizm açısından baktıklarını
ifade eden Çamaltı, ''Burada arkadaşların beklediği
bulgulara ulaşılırsa, bizim bölgemiz için, Giresun
için çok farklı boyut ortaya çıkacak. Belki buranın
tarihi,kaderi değişecek. Turizm açısından burası bir
ziyaret yeri olacak. Burada arkadaşların anlatmasına
göre bir yer altı şehri, tarihi bir uygarlığın
kalıntıları var. Tıpkı Ürgüp, Göreme, Derinkuyu gibi
bir yer altı şehri bekleniyor. Kral mezarlarına
ulaşılma hedefleniyor. Ciddi anlamda da değerli bir
hazine bekleniyor'' dedi.
Temennilerinin alana ulaşılması olduğunu ifade eden
Çamaltı, ''Onlar altınları alsın, yer altı şehri de
bizim olsun'' diye konuştu.
Bulancak Dernekler Federasyonu (BUFED) İhsan Yüksel
ise alandan çıkarılacak ne olursa olsun, bunun
bölgeye hem maddi hem de manevi anlamda önemli
katkılar sağlayacağını söyledi.
Yüksel, kazının Karadeniz Bölgesi'nin turizme
kazandırılması noktasında önemli bir rol
oynayacağına ve insanların yöreye sürekli gelerek
buraları ziyaret etmesine katkıda bulunacağını
umduklarını belirtti.
Kazı ekibinden Bahri Karayaka da çalışma yaptıkları
alanın kültürel açıdan önemli bir yer olduğuna ekip
olarak inandıklarını, 5-6 metreye kadar kalıntıları
bulmayı ümit ettiklerini söyledi.
Cemil Erol ise 45 gündür ailelerinden uzak
olduklarını ancak buna alışmaya çalıştıklarını
belirterek, ''Ne kadar zor olsa da biz
çalışmalarımızı sürdürüp amacımıza ulaşacağız'' diye
konuştu.
Bulancak halkı ise konuyu çeşitli kaynaklardan
duyduklarını, aramanın ''altın'' için yapıldığına
inandıklarını belirtti.
Erdal Yeşiltepe, ''Duyduk. Burada eski çağdan kalma
bir şeyler varmış. Ama ne kadar doğru bilemem''
derken
Recep Başoğlu, ''Altın arıyorlar''
dedi.
AA muhabirinin görüştüğü tarihçiler ise eski
çağlarda, milattan önce 1500'lü yıllarda bölgede
''Kırım Krallığı''nın var olduğuna dair herhangi bir
tarihsel bilgi olmadığını, bulunacağı iddia edilen
şehrin MÖ 8'inci yüzyılın
ilk yarısına kadar Kafkasya'dan
Karadeniz'in kuzeyine doğru uzanan alanda yaşayan
atlı göçebe kavim ''Kimmerler''e ait olabileceğini
belirttiler.
Define Arama Yönetmeliği, define aramak
isteyenlerin, define arayacakları yerin bağlı olduğu
mülki amire bir dilekçeyle müracaat etmelerini ve
dilekçede arama amacının açıkça belirtilmesini şart
koşuyor.
Bulunan definenin Maliye Bakanlığı'nca geçer akçe
olarak değerinin tespit edilmesini öngören
yönetmelik, define Hazine'ye ait arazide bulunmuşsa
değerinin yüzde 50'sini çıkaran kişi olan aracıya
verilmesini karara bağlıyor.
Bulancak'ta yapılan kazıda, yönetmelikte belirtilen
devlet gözlemcileri de yer alıyor.
Turk.net, 05.06.2009
******
KIMMER HAZİNESİ'NİN PEŞİNDE 34 METREDELER

Giresun’un Bulancak İlçesi’nin kırsal
kesiminde 50 günden bu yana ’Kimmerler’e ait olduğu
öne sürülen Hazine’yi bulmak için sürdürülen kazı
çalışmasında 34 metreye kadar inildi.
Mesleğinin definecilik olduğunu ve kazı için
yaklaşık 50 gün önce Giresun Valiliği’nden izin
alarak ekibiyle birlikte çalışmalara başladıklarını
anlatan Turan Gögerçin, kazı yaptıkları alana tarihi
kaynaklar ile haritaları inceleyerek ulaştıklarını
söyledi. Kazı sonucunu merakla beklediklerini
söyleyen Vali Mustafa Taşkesen, önemli buluntuya
rastlanıldığında kazının genişletileceğini bildirdi.
Kazı ekibinin iki aylık izinlerinin olduğunu ve bu
süre dolunca kazı çalışmasının duracağını kaydeden
Vali Taşkesen, bu izin süresinin yeni bulgulara
ulaşıldığı takdirde devam edeceğini dile getirdi.
Hürriyet, Haber: Hakan Kabahasanoğlu, 10.06.2009
Nano-Yorum:
"Definecilik" çocukluğumuzda anlatılan hikayeler olmaktan çıktı günümüzde. Artık "definecilik" bir "meslek". Her köyün bir delisi ve en az on definecisi var. Define aramak için çeşitli aletler açık bir şekilde (hatta internet üzerinden) satılabiliyor; akıllı uslu belgesel/haber kanallarında bile reklamı yapılabiliyor; hatta harita/işaret çözümlemesi kitapları kitapçılarda bol bol satılıyor. Hatta ve hatta definecilerin siteleri ve dernekleri bile var...
2005 yılında Edirne'de
aranan define vesilesi ile yazdığımız yazıya
ekleyecek pek bir şey yok ne yazık ki.
http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=134&html=haber_detail_tu.html&layout=web
Bakanlığın üç-beş çapulcunun eline bakması gibi bir saçmalık kabul edilemez. "Yasal definecilik kaçak kazılara karşı bir subaptır" palavrası da bir kenara bırakılmalı (Son 4-5 yıldır kaçak kazıcıların/kazıların gözle görünen artışı bunun bir kanıtı). Bu nedenle 2863 no'lu kanunun ilgili maddeleri ve yönetmelikleri ve bu kanuna bağlı ilgili kanunlar değişmelidir. Ülkemizdeki kültür varlıklarının korunması konusunda yapılması gerekenler üzerine bilimsel bir kurul oluşturulmalı ve bu iş Bakanlık'taki ilgili-ilgisiz disiplinlerden gelen personelin yetkisinden çıkarılmalıdır. Kurulun önerileri dikkate alınmalı ve geniş ölçekli bir bütçe ile yola çıkılmalıdır. Ve bunlar artık hemen yapılmalıdır...
A.D. Bayvas
|
|
'FRANSAWOOD' İÇİN GERİ
SAYIM
Fransa,
Paris’in dışında
yer alan ve kullanılmayan eski elektrik santralını
dev bir sinema şehrine dönüştürmeye hazırlanıyor.
Film endüstrisinin dev
isimlerinden olan ve
Fransa’nın
Steven Spielberg’ü
olarak anılan
Luc Besson’un
açıklamasına göre, tüm inşaatlar 2012 yılında,
Cannes Film Festivali’nden hemen önce tamamlanmış
olacak. ‘La Cite du Cinema’ (Sinema Şehri) adı
verilecek olan dev komplekste film setleri, kurgu ve
ışık stüdyoları, ofisler, sinemalar ve bir de film
okulu bulunacak. 1929’da inşa edilen ve şu anda terk
edilmiş bir halde bulunan 62 bin metrekarelik
santralın yeni bir yüze kavuşması ise 197 milyon
dolara (yaklaşık 300 milyon TL) mal olacak. Yeni
sinema şehrinde yapımcılar, film çekimleri için
kendilerine yer de kiralayabilecek.
Milliyet, 13.06.2009
|
MURADİYE KÜLLİYESİ
RESTORE EDİLİYOR

Osmanlı padişahlarından
2. Murat ile Cem Sultan ve çok sayıda şehzadenin
kabirlerinin bulunduğu `Muradiye Külliyesi'nin
restore edilmesi için çalışma başlatılacak.
İl Kültür Müdürü Ahmet
Gedik ve şube müdürleriyle birlikte külliyede
incelemelerde bulunan Vali Şahabettin Harput,
Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulduğu Bursa`da, bir
tarih başkenti olmanın sorumluluğuyla Osmanlı'nın
mirasına sahip çıkacaklarını söyledi.
Harput, Osmanlı'yı imparatorluk haline getiren 6
padişahın mezarlarının Bursa`da bulunduğunu
anımsatarak, 2. Murat, Cem Sultan ve Şehzade
Mustafa'nın türbelerinin bulunduğu Muradiye
Külliyesi'nde restorasyon çalışması yapacaklarını
bildirdi.
Padişahların bıraktıkları mirasa sahip çıkmak
gerektiğini ifade eden Vali Harput, şunları söyledi:
`Bu eserleri bütün ihtişamıyla gelecek kuşaklara
aktarmak bizim görevimiz. Bu çerçevede özellikle 6
Osmanlı padişahının türbelerini esas aldık.
Bunlardan Osman ve Orhan gazinin türbelerindeki
faaliyetler başladı, bitmek üzere. 1 Murat'ın
türbesi de bitmek üzere. Çelebi Mehmet`in türbesi
Yeşil Türbe'nin içi bitti, dışındaki çalışmalar
sürüyor. Türbelerin en büyüğü olan Fatih Sultan
Mehmet`in babası 2. Murat'ın türbesi ve külliyesinin
restorasyonu bizim önemli ve öncelikli
konularımızdan biri.`
Vali Harput, restorasyonun sadece proje bedelinin
250 bin TL olduğunu, İl Özel İdaresi kaynaklarıyla
işin ihaleye çıkarıldığını söyledi. Projenin bitmesi
ve Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan onay alınmasının
ardından çalışmalara başlayacaklarını bildiren
Harput, yine bunun için de İl Özel İdaresi
bütçesinden 1 milyon TL civarında kaynak
ayırdıklarını ifade etti.
Türbelerin iç ve dışının restorasyonlarıyla birlikte
mezarların da düzenleneceğini belirten Bursa Valisi
Şahabettin Harput, `Külliye büyük ecdadın şanına,
yüceliğine layık hale getirilecek` dedi.
Harput, Osman Gazi ve Orhan Gazi'nin türbelerinin
bulunduğu Tophane bölgesinin de yeniden
düzenleneceğini, tarihi ve manevi yapıya uymayan
bütün yapıların kaldırılacağını, bölgenin Osmanlı'yı
kuran padişahlara yakışır hale getirileceğini
söyledi.
Sultan 2. Murat tarafından 1424-1426 yıllarında
Muradiye Külliyesi, cami, medrese, imarethane ve
hamamın yanı sıra 12 türbeden oluşuyor.
Bursa Olay, 13.06.2009
|
"GECE MÜZEDE KAFAYI
TAKARSANIZ OLMADIK ŞEYLER GÖRÜRSÜNÜZ"

Topkapı Sarayı Müzesi’nin emniyetini sağlayan kadro bu kadar değil tabii ki. Güvenlik Amiri Mehmet Aydın (soldan üçüncü) bu iş için yaklaşık 150 kişi bulunduğunu söylüyor.
Vizyondaki “Müzede Bir
Gece 2” filminin konusu, canlanan tarihi eserlerle
mücadele eden bir gece bekçisi. Biz de merak edip
İstanbul’un önemli
müzelerinde gece çalışan
güvenlik
görevlilerine sorduk: “Issız koridorlarda hiç
korktuğunuz oluyor mu?”
Vakit gecenin yarısı.
Koridorlar bomboş, ortalık karanlık, ıssız;
sessizlik kulakları tırmalıyor. Dünyanın en büyük
müzelerinden
Washington’daki
Smithsonian Enstitüsü’nün gece bekçisi Larry Daley
gecenin bir yarısı aniden canlanan
sanat eserlerinin
ortasında buluyor kendini. Tablolardaki ünlü isimler
hareket ediyor; heykeller, maketler, İkinci Dünya
Savaşı’nda savaşan askerlere kadar bir anda bütün
tarih canlanıyor, kafalarına göre hareket ediyor.
Böylece bekçinin de macera dolu mesaisi başlıyor...
Bu, geçenlerde vizyona giren “Müzede Bir Gece 2”
adlı komedi filminin senaryosu. Peki bizim müzelerde
geceleri neler oluyor?
Topkapı Sarayı’ndaki
Saltanat Kapısı’ndan Fatih Sultan Mehmet’in
geçeceği,
Arkeoloji
Müzesi’nde Büyük İskender lahitinin canlanıp salonda
at koşturacağı ya da
Roma devri
heykellerinin aslan avına çıkacağı tutuyor mu?
Güvenlik görevlileri sabaha kadar nasıl çalışıyor,
uykuları geliyor mu, korkuyorlar mı? Merak ettik ve
İstanbul’un en
önemli müzelerinde gece çalışan güvenlik
görevlileriyle mesai saatleri içinde sohbet ettik.
Kendimizi öyle kaptırdık ki bir an Pera Müzesi’nde
Osman
Hamdi Bey’in “Kaplumbağa
Terbiyecisi” göz kırpar gibi oldu sanki...
Mehmet
Aydın (45 / Topkapı Sarayı)
- Müze filmini seyrettim, çok güldüm. Güvenlik amiri
olarak gece-gündüz buradayım. Eşim “Sen sarayla
evlisin” diyor.
-1988’den beri buradayım. Gece bütün kapılar
kilitlenip mühürlenir, biraz hareket etseler alarm
çalar. Kameralar da var. Sarayda turlarız. Her tur
yaklaşık 25 dakika sürer.
-Gece bazı arkadaşlar
Harem’de
irkilebiliyor. Bu bölüm kapalı bir alan, çok sessiz
ve az ışık var. Aniden çarpan pencere kanatları
insanı korkutabiliyor mesela.
-Komik şeyler de oluyor. Bazen sergi salonlarına kuş
giriyor. Saatlerce uğraşıp dışarı çıkarıyoruz. Geçen
yıl kangal köpeklerimiz vardı. Bir tanesi sarayın
imamını duvara sıkıştırmıştı. Neyse sonunda
kurtardık adamı.
Ali Şenol (43 / Topkapı Sarayı)
- 20 yıldır bu işi yapıyorum. 2000’den beri de
sarayda çalışıyorum. Gece şefiyim.
-Ziyaret saati bittiğinde dışarı çıkmak istemeyen
ziyaretçiler oluyor. Israr etmek bizim insanların
yapısında var zaten.
-Sarayda korkmuyorum. Aklıma “Tarih canlanacak” gibi
düşünceler de gelmiyor. Ama kafanızı buna çok
takarsanız bu sarayda ne isterseniz görürsünüz.
Mesela eskiden cenazelerin çıktığı bir meyt odası
var. Yeni gelmiş bir arkadaşımız bu bölümü
bilmiyordu, ona burayı gösterdiğimde hemen gitmek
istedi, rengi değişti.
Muhittin Orhan (49 /
Arkeoloji Müzesi)
-1990’dan beri
Arkeoloji Müzesi’nde çalışıyorum. Evliyim, Bahar
(22) ve Betül (17) adında iki kızım var. İşimi
seviyorum. Müzeyle bir bütün oldum adeta.
-Müzede eserlerin canlandığını konu alan filmin
reklamlarını gördüm, mutlaka izleyeceğim. Çok komik.
Burada da heykeller var. Ama heykeller canlanacak
gibi düşüncelerim olmuyor. Saat 16.30’dan ertesi
sabaha kadar müzedeyim. Müzenin belirli kontrol
noktalarını sürekli arkadaşlarla gezeriz. Alarm
sistemlerimiz 24 saat çalışıyor, kapılar mühürlü.
-Gece bir ses geldiğinde irkilmiyorum, sessizlikten
sıkılmıyorum. Aksine huzurlu bir ortam. Bizim
mesleğin en güzel yanı düşünmeye çok vaktimiz
oluyor. Çoğu insan sakin kafayla oturup
düşünemediğinden şikayetçi. Ben sabaha kadar
düşünebiliyorum. Her tarafım arkeolojiyle çevrili.
Aslında bütün eserler, heykeler birer canlı gibi
konuşuyorlar. Herhangi bir eserin karşısına
geçtiğiniz zaman derin bir tarihe yolculuk
yapıyorsunuz. Tarihle ilgileniyorum, çok kitap
okuyorum. Bilmediğim, anlam veremediğim bir şeyi
korumak istemem. Değer verdiğiniz şeyleri korumak ve
kontrol altına almak istersiniz.
Cevdet Sepetçi (40 /
Sakıp Sabancı
Müzesi)
-Yaklaşık 15 yıldır bu
işi yapıyorum. 10 yıldır da Sakıp Sabancı
Müzesi’ndeyim. Üst seviyede korunan bir yer burası.
Hem müzeyi hem bahçeyi kameralar görüyor. Pır
dedektörleri de var. Müzeye girdiğiniz an
görüntüleniyorsunuz.
-Bu işi seviyorum. Özellikle bu müzeyi. Deniz
manzaralı, havası temiz bir yer burası. Güvenlik
görevlileri olarak şüpheci insanlarız. Birkaç kere
şüpheli şahıs ya da şüpheli bir paketle
karşılaştığımız oldu. Hemen polise haber verdik.
İmha ekipleri geldi, paket boş çıktı. Şüphecilik
özel hayatımıza da yansıyor. Sokakta, yolda,
otobüste herkese şüpheyle yaklaşıyoruz.
-Biz soğukkanlı insanlarız, içimizi gece bir korku
kaplamıyor. Her şeyin üzerine gideriz. Heykeller,
tablolar canlanacak diye gece espri yaparız
arkadaşlarla aramızda ama bu sadece espridir,
korkmayız.
Yaşar Şahin (46 / İstanbul Modern)
Geçen gün vizyona giren
filmin afişini gördüm. Konusu ilginç. Ama benim
aklıma gece “Heykeller, tabloların içindeki figürler
canlanacak” gibi düşünceler gelmiyor. İrkilmiyorum.
Başıma herhangi garip bir olay da gelmedi. Sadece
bir keresinde elektrik panosuna bir
kedi girmişti.
Evimizden bile kalkıp geldiğimiz oldu.
-Üç yılı aşkın bir süredir
İstanbul Modern’de
çalışıyorum. Burada 24 saat güvenlik var. Geceleri
müze tabii ki biraz sakin oluyor ama yine de can
sıkılacak vakit bulamıyoruz. Temizlik, güvenlik veya
teknik işler olduğu için müzenin içi yine hareketli
oluyor. “Nasıl vakit geçecek?” gibi bir düşüncemiz
olmuyor. Sağı solu kontrol et, dolaş, güvenlik
sistemlerini kontrol et derken sabah oluyor. Uykum
gelmiyor. İnsan alışıyor. Vardiyalı olarak, kimi
zaman gündüz çalıştığımız da oluyor.
-Her ziyaretçi müzeye girdiği andan itibaren en az
50 kameraya takılıyor. Alarm sistemlerimiz var.
Buraya dünyanın her tarafından insanlar geliyor.
Sanatçılar,
bilim adamları,
devlet adamları,
siyasetçiler,
gazeteciler... Farklı insanları görmek çok güzel.
İşimi çok seviyorum. Hiç sıkılmıyorum. Zaman zaman
tedirgin oluyoruz. Ama tehlikeli bir durumla
karşılaşmadık bugüne kadar.
Yılmaz Özdemir (36 / Pera Müzesi)
-Bu işi 10 yıldır yapıyorum. 4 yıldır Pera
Müzesi’ndeyim. Öğleden sonra evimde kesinlikle
uyuduktan sonra buraya gelirim. Böylece uykum
gelmez. Müzenin dört bir yanında kamera ve farklı
güvenlik sistemlerimiz var. Kameralar sayesinde
monitörlerden müzenin her köşesini izleyebiliyoruz.
24 saat gözümüzü ayırmadan monitörü izlememize gerek
yok çünkü pır dedektörleri sayesinde anında alarm
devreye giriyor.
-Dış cephede de pır dedektörlerimiz var. Gece
herhangi bir hayvanın oradan geçmesi dedektörleri
devreye sokabiliyor, alarm çalıyor. Bir kere böyle
bir şey olmuştu ama olay yerinde bir şey yoktu
tabii.
-Müzeye gelen ziyaretçilerle sürekli diyalog
halindeyiz. Mesleğin en keyifli yönlerinden biri de
bu. Ben işimi çok seviyorum. 11 yıllık evliyim. Eşim
de gece nöbetlerine alıştı.
-Gece çalışmaktan hiç sıkılmıyorum. Bir “çıt” sesi
geldiğinde de irkilmiyorum artık. Çünkü o kadar
alışmışım ki mesela kafeden gelen buzdolabının,
kapının ya da asansörün sesine. Sadece yabancı bir
ses beni tedirgin edebilir. Kulaklarım bu sessizliğe
ve müzenin kendi sesine çok alıştı. Korkmuyorum.
Milliyet Cumartesi,
Haber: Bade Gürleyen, 13.06.2009
|
YERALTI ASKERLERİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR
Çinliler tarafından dünyanın sekizinci harikası olarak kabul edilen ve Terra Cotta askerleri olarak da bilinen Yeraltı Heykeller Ordusu’nun bulunduğu sit alanında yapılması beklenen üçüncü kazı çalışmasının bugün başlaması bekleniyor.
Heykelleri sağlamlaştırma ve onarım tekniklerinin artık geliştiği ve bunların üçüncü kazı çalışmaları için gerekli güvenceyi sağladığı belirtildi. Boyları 183-195 santimetre arasında değişen heykel askerlerin her birinin yüz ifadesi farklı. Kazı alanından çıkarılacaklarla beraber 8 bin asker, 520 atıyla birlikte 130 savaş arabası ve 150 süvari atının bulunduğu tahmin ediliyor. 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesi’ne alınan Yeraltı Heykeller Ordusu 1974 yılında keşfedilmişti.
Milliyet, 13.06.2009
|
|
GÜNAY: BOĞAZ'DAKİ TARİHİ
BİNALARI OTEL YAPACAĞIZ
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, İstanbul’da başta Boğaziçi bölgesi
olmak üzere kentte kamu kurumları tarafından
kullanılmakta olan tarihi binaların otel olarak
kullanılması için çalışma başlattıklarını söyledi.
Akşam Gazetesi’nden
Nagehan Alçı ile yaptığı söyleşide Bakan Günay,
bakanlığının ikinci dönemindeki ilk projesinin
Boğaz'daki kamu binalarının otel ya da müzeye
çevirmek olduğunu belirterek, aralarında Kuleli
Askeri Lisesi, Sepetçiler Kasrı, Haydarpaşa
Lisesi’nin de bulunduğu kamu binalarının başka
yerlere taşınarak boşaltılması ve buraların otel
olarak kullanılmasına yönelik çalışma yaptıklarını
söyledi.
Bakan Günay, Nagehan Alçı’nın, "İkinci dönem
bakanlığınızda öne çıkacak bir proje var mı? Bizim
Ankara bürodan Volkan Yanardağ'ın söylediğine göre
Boğaz'daki kamu binaları ile ilgili bir takım
projeleriniz varmış. Doğru mu?" sorusunu yanıtlarken
şunları söylüyor:
"Evet. Kuleli Askeri Lisesi, Haydarpaşa Lisesi,
Sultanahmet'teki Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü,
Sepetçiler Kasrı askerin elinde, Milli Eğitim'in
elinde, kamunun elinde. İstanbul'da çok fazla yapı
var. Bunlar dünyada emsali olmayan konuma sahip,
tarihi yapılar. Yatakhane olarak ya da büro olarak
kullanılması bir eksiklik."
Alçı'nın "Bu eksikliği gidermek için ne
düşünüyorsunuz?" sorusuna ise Günay şu yanıtı
veriyor:
"Turizm Bakanlığı'na devrini. Bazıları butik otel ya
da müze olsa dünya çapında olabilir. Şimdi Sayın
Başbakan'ın talimatıyla bir envanter çalışması
yapıyoruz. Belediyeden, Milli Savunma'dan vs. neleri
kültür ve turizmin hizmetine sokabiliriz diye
bakıyoruz. Bunları önümüzdeki tarihlerde talep
edeceğiz."
Turizm Gazetesi,
12.06.2009
|
İSHAK PAŞA SARAYI, 2
AYDA 40 BİN ZİYARETÇİ AĞIRLADI
Ağrı'nın Doğubayazıt
İlçesi'nde bulunan Tarihî İshak Paşa Sarayı'na ilgi
her geçen gün artıyor. Sarayı 2 ayda 40 bin kişi
ziyaret etti.
Doğubayazıt'a hâkim bir
tepede kurulan ve geçen yıllara inat dimdik ayakta
duran İshak Paşa Sarayı yerli ve yabancı turistleri
konuk ediyor. Sarayı nisan ve mayıs ayında yaklaşık
40 bin turist ziyaret etti.
İl Kültür ve Turizm
Müdürü Muhsin Bulut, İshak Paşa Sarayı'nın yılın 4
mevsimi açık olmasına rağmen turizm mevsiminin nisan
ayında açıldığını belirterek, "Bu aydan bu güne
toplam biletli ziyaretçi sayısı 40 bini buldu.
İnşallah son rötuşlardan sonra tarihî sarayımız 2010
yılında yeni yüzüyle daha fazla ziyaretçiye ev
sahipliği yapacaktır." dedi.
Zaman, 12.06.2009
|
DİVRİĞİ ULU CAMİİ
MAHVOLUYOR
Mayıs başında İTÜ
Mimarlık Fakültesi'nde -Taşkışla- açılmış 'Divriği
Ulucami' ile ilgili bir sergi gezdim.
Böyle bir yapıta sahip
olduğumuz için çok gurur duyarken sanat
şaheserlerinden, güzel duygulardan 1947'den bu yana
iki yıldır iktidar olan sağcı, dinci görüşlerle
sanatsız, bilimsiz, yobaz ve yoz bir topluma
dönüşmemizden ötürü de çok üzüldüm.
Divriği Ulucami, UNESCO
tarafından 'dünyanın en iyi 500 mimari yapıtı' içine
alınan tek Türk eseri. Mengücekoğulları 1228'de
yapmış; 780 yıl önce Divriği'de. Bir şaheser yapıta
gereken değeri veren ve bu sergiyi açan mimar Doğan
Kuban ve Basri Hamulu'ya teşekkür ederiz.
Ancak serginin çok güzel
resimlerindeki bir görüntü beni iki nedenle çok
rahatsız etti.
1- Minare tepesine
eğri-büğrü konan hoparlörler, çok çirkin ve rahatsız
edici bir görüntü oluşturmuş. Dünyanın en güzel
eserini mahvetmiş.
2- O canım minareler 800
yıldır ayakta. Ama bu hoparlörler yüzünden en çok
bir-iki yüzyıl sonra yıkılacaklardır. Çünkü;
Hoparlörlerin,
tutucularının kablolarının kendi ağırlıkları vardır.
Montaj için çakılan dübeller, çiviler ve delikleri
vardır.
Hoparlörlerin aldığı
rüzgar, yağmur ve kar güçleri vardır. Çivi benzeri
tutuculardan sızıntılar olur, böcek yuvaları
oluşabilir.
Hepsinden önemlisi ezan
okunurken ses gücünün neden olduğu güçlü bir
titreşim vardır. Titreşim, frekansı yüksek hafif bir
deprem gibidir.
O canım minareler bu ek
güçler hesaplanmadan yapılmıştır. Her mühendis, aklı
statiğe, dinamiğe biraz eren her sağduyulu insan
bunu görür ve bilir. Ama ne yazık ki -dincilerin
zulmünden olsa gerek- hiç kimse olayın üzerine
gitmedi, gitmiyor. Ben konuya şiddetle dikkat çekmek
istiyorum. Bilim/mantık çerçevesinde tartışılsın.
İktidar başta çok
kişinin özlediği Hz. Muhammed dönemi, sünneti içinde
hoparlör mü vardı? Ezan kavramı Kuran'da da yok
zaten. Herkes çıplak sesle okuyan ezan dahil her
yerde, her zaman en az 20 yerden anında namaz
vakitlerini öğrenebilir. Hoparlörler
kaldırılmalıdır, özellikle eski eserlerdekiler.
Yoksa minarelerin hepsi dökülecek.
Hürriyet, Yazı: Yalçın
Bayer, 12.06.2009
|

|
JANDARMA GÖZ AÇTIRMIYOR
Adıyaman'da jandarma tarafından yapılan operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.
Edinilen bilgiye göre, bazı şahısların ellerinde bulunan tarihi eserleri Adıyaman'da satacaklarının öğrenilmesi üzerine jandarma ekipleri şüphelileri takibe aldı.
Bir süre sonra operasyon için düğmeye basan jandarma ekipleri, H.B isimli şahsın evinde arama yaptı. Yapılan aramada 495 adet sikke, 5 adet çömlek, 6 adet bilezik, 12 adet mühür, 18 adet ok ucu, 75 adet yüzük, 3 adet kulp, 430 adet tarihi eser niteliğinde obje olmak üzere toplam bin 44 adet eser ele geçirildi. H.B ifadesinin alınmasının ardından adli makamlara sevk edilirken, olayla ilgili soruşturma devam ediyor.
Adıyaman Kent Haber, 12.09.2009
|
KAÇAK KAZIYA TUTUKLAMA
Hatay'ın Dörtyol İlçesi'nde, kaçak
kazı yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınan,
aralarında bir polis memurunun da bulunduğu 9 kişi
tutuklandı. Alınan bilgiye göre, İskenderun İlçe
Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla
Mücadele Amirliği ekipleri, kaçak kazı yapıldığı
yönündeki istihbarat çalışmaları doğrultusunda
Dörtyol'un kırsal kesiminde bir yere operasyon
düzenledi. Operasyonda kepçe ile kaçak kazı
yaptıkları iddia edilen 9 kişi suçüstü yakalandı.
Zanlılarla birlikte üç kurusıkı, iki ruhsatsız
tabanca ve ''define haritası'' olduğu belirtilen
çizim ele geçirildi. Sorgulanmalarının
tamamlanmasının ardından Dörtyol Adliyesi'ne sevk
edilen Hasan Çiftçi, Yücel Durna, Mustafa Günay,
Kemal Zobu, Hilmi Koca, Nurettin Bingör, Mehmet
Dikencik, Ali Gür ve Hacı Ahmet Pamuk, tutuklandı.
Tutuklanan zanlılardan birinin polis memuru olduğu
belirtildi.
Hatay Gazetesi, 12.06.2009
|
EMNİYETTEN TARİHİ ESER OPERASYONU
Aralarında Erzurum'un
da yer aldığı 10 ilde yapılan eşzamanlı operasyonda,
45 kişiyi 1 milyon TL dolandıran ve son 2 yıl
içerisinde yaklaşık 15 milyon TL dolandırıcılık
yaptıkları iddia edilen suç örgütü çökertildi.
Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren
Asayiş Şube Müdürlüğü Yankesicilik ve Dolandırıcılık
Büro Amirliği ekipleri, tarihi eser dolandırıcılığı,
sahte evrak tanzimi, tehdit ve gasp yoluyla suç
işledikleri tespit edilen bir şebekeyi takibe aldı.
Gaziantep, Diyarbakır, Ankara, İzmir, Şanlıurfa,
Muş, Erzurum, Mardin, Balıkesir ve Batman'da
belirlenen yerlere düzenlenen eşzamanlı operasyonda
toplam 29 kişi gözaltına alındı.
Yapılan aramalarda ise, 46 adet sahte olduğu
anlaşılan heykel, 4 adet tarihi eser görünümlü küp,
4 adet tabanca, 160 adet tabanca mermisi, çok sayıda
sahte kimlik, dolandırıcılık işlerinde kullanılan
not kağıtları, askeri hatıra defterleri ve banka
hesap cüzdanları ele geçirildi.
Operasyonla 35 ilde meydana gelen 45 faili meçhul
dolandırıcılık olayı da aydınlatıldı.
Gaziantep Emniyet Müdürü Ali Yılmaz, Asayiş Şube
Müdürü Ali Mustafa Çavuş ile birlikte yaptığı
açıklamada, "Asayiş Şube Müdürlüğü Yankesicilik ve
Dolandırıcılık Büro Amirliği ekiplerimizce 4 ay
sürdürülen planlı operasyonda 10 ilde eşzamanlı
olarak yapılan operasyonda 35 ilde 45 kişiyi
dolandırdıkları ortaya çıkan 29 kişi yakalandı. Bu
şüphelilerin 4 ay içinde bir milyon TL, 2 yıl içinde
ise 15 milyon TL dolandırdıkları ortaya çıktı.
Yapılan aramalarda ise tarihi heykel görünümünde 46
adet sahte heykel, 4 adet
küp, 4 adet tabanca ele geçirildi. Şüphelilerin
haritalar üzerinde gömü varmış gibi sahte
heykellerle vatandaşları dolandırdıkları ortaya
çıkmıştır. Bu operasyonu başarıyla sonuçlandıran
ekibimi kutluyorum" dedi.
Açıklamanın ardından Emniyet Müdürü Ali Yılmaz ve
Asayiş Şube Müdürü Ali Mustafa Çavuş, basın
mensuplarına ele geçirilen malzemeleri gösterdi.
Gözaltına alınan 29 kişi emniyetteki işlemlerinin
ardından adli makamlara sevk edildi.
Erzurum Gazetesi, 12.06.2009
|
ALTINPARK KAZILARI PARASIZLIĞA TAKILDI
Asırlar
öncesindeki
İzmir’in keşfinin yapıldığı yerlerden biri de
Altınpark.
Konak’ın bu bölgesinde ilk kazma 2007’de vuruldu.
Geçmişe yolculukta
Osmanlı’dan
Roma dönemine kadar varıldı. Milattan Sonra
birinci yüzyıla ait kemer köprüsü ve antik çarşı
Agora’ya giden yol bulundu. Toprak altından
çıkarılanlar heyecan yarattı. Yakındaki Agora’yla
birlikte çekim merkezi olacağı, turizmi
canlandıracağı hesaplandı.
Bu gelişme başta çevredeki esnafta olmak üzere
sevinçle karşılandı. Altınpark’ın çehresini
değiştirecek kazıların tamamlanacağı gün
sabırsızlıkla beklenmeye başlandı. Ancak hayal
kırıklığı yaşandı. Ödeneksizlik yüzünden aylar önce
çalışmalara ara verildi. Tarihi eserler sahipsiz
durumda. Kuruyan otların arasında insan kafatasları
göze çarpıyor. Kültür ve
Turizm Bakanlığı’ndan yardım isteniyor.
Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 12.06.2009
|
|
"MAYINLAR PATLATILIRSA TARİHİ ESERLER TAHRİP OLUR"

Gaziantep Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Öğretim Üyesi
Yrd. Doç.Dr. Rifat Ergeç, Rifat Ergeç, Suriye
sınırındaki temizleme çalışmasının mayınlar
patlatılarak yapılması halinde antik kentler ve
höyüklerdeki eserlerin tahrip olacağının
unutulmaması gerektiğini vurguladı. ''Mayınların
patlatılmasının eserlerde yapacağı tahribatın
boyutunu düşünmek insanın tüylerini diken diken
yapmak için yeterli'' diyen Rifat Ergeç, temizlik
çalışmasının mayınlar patlatılarak yapılması halinde
bütün kültür katlarının ve eserlerin tahrip olması
gibi potansiyel bir tehlikenin söz konusu olduğunu
vurguladı. Rifat Ergeç, hem bir Türk vatandaşı hem
de bir arkeolog olarak Kargamiş ve Cyrrhus antik
kentlerinin ve höyüklerin bulunduğu alanların bir an
önce mayınlardan temizlenmesini, bu arkeolojik
alanların insanlığın hizmetine açılmasını temenni
ettiğini bildirdi
Rifat Ergeç'e göre, Suriye sınırındaki mayınlar
temizlendiğinde Gaziantep ve Kilis'te 2 antik kent
ve çok sayıda höyük bilimsel kazılara yasaklı
arkeolojik yerleşim alanları olmaktan çıkacak ve çok
önemli bir alan arkeologlar için çalışma sahası
olacak. Bu konuyla ilgili bilgi veren Rifat Ergeç,
Gaziantep ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin
insanlığın kültürel anlamda ilk kez ortaya çıktığı
''Bereketli Hilal'' içinde yer aldığını belirterek,
sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bu bölge aynı zamanda
Anadolu platosunun sona erip Suriye düzlüklerinin
başladığı doğu-batı hattı üzerinde uzanan coğrafi
bir sınırdır. İnsanlığın en eski kültür merkezleri
bu hattın üzerinde ya da hemen yakınındadır. Bugünkü
Türkiye-Suriye ülke sınırı, aşağı yukarı bahsedilen
bu hat üzerindedir. Sınırın hem Türkiye hem de
Suriye tarafında sayısı tam olarak tespit edilememiş
arkeolojik yerleşim yerleri olan höyükler ile başta
Kargamış ve Cyrrhus gibi antik şehirler yer
almaktadır. Bunların hepsi de birer uygarlık merkezi
olan Anadolu ile Suriye ve Mezopotamya arasındaki
kültürel geçiş güzergahını oluşturmaktadır.
Arkeoloji bilimi ve kültür tarihi açısından bu kadar
önemli olan bölgede güzelim sanat eserleri ile
mayınlar toprağın altında koyun koyuna yatıyor.''
Yapılan kazılar sonucunda Kargamış'ın aşağı şehir
ile yukarı şehir ve aslında tarih öncesi dönemlere
ait olan fakat sonradan akropol haline getirilen
höyük kesimi olmak üzere üç ana bölümden oluştuğunun
anlaşıldığını vurgulayan Rifat Ergeç, buradan elde
edilmiş, büyük taş bloklar üzerine yapılmış resmi ve
dini konulu kabartmaların halen Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nde sergilendiğini kaydetti.
Cyrrhus Antik Kenti'nin ise Roma dönemi yerleşmesi
olduğunu ifade eden Rifat Ergeç, şunları anlattı: ''Cyrrhus
Antik Kenti, Kilis il merkezinin güney-batısında
bulunuyor. Sonradan yapılan sınır düzenlemeleri
sonucunda mayın tarlasının ortasında kalan Cyrrhus
Antik Kenti'ni son 20-25 yıldan beri görmek mümkün
olmamıştır. Gaziantep-Kilis sınır kesiminde bu 2
antik kentin yanı sıra birçok höyük de mayınlı saha
içinde kaldığı için araştırılamamaktadır.''
Rifat Ergeç, temizleme çalışmasının mayınlar
patlatılarak yapılması halinde antik kentler ve
höyüklerdeki eserlerin tahrip olacağının
unutulmaması gerektiğini vurguladı. ''Mayınların
patlatılmasının eserlerde yapacağı tahribatın
boyutunu düşünmek insanın tüylerini diken diken
yapmak için yeterli'' diyen Rifat Ergeç, temizlik
çalışmasının mayınlar patlatılarak yapılması halinde
bütün kültür katlarının ve eserlerin tahrip olması
gibi potansiyel bir tehlikenin söz konusu olduğunu
vurguladı. Rifat Ergeç, sınırdaki mayınlı arazilerin
mayınlardan temizlenmesinin sağlayacağı faydanın iki
bakımdan önemli olduğunu vurgulayarak, şunları
kaydetti: ''Oldukça geniş bir alanda tarım
yapılabilecek. Diğer yandan bu bölgede yapılacak
kazılar sonucunda bulunacak taşınır eserlerin
müzeleri doldurması, ören yerlerinin düzenlenerek
turizme açılması, bilimde ve turizmde itibar
seviyemizi yükseltecek. Kargamış gibi tüm dünyaca
merak edilen bir ören yerinin kazılarının
tamamlanması, meydana çıkarılacak antik kentin
ziyarete açılması, özellikle kültür turizmi
bakımından büyük bir kazanım olacaktır. Hele bir de
Geç Hitit Sarayı'nın Tören Salonu'nun Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nden getirilecek kabartmalı taş
blokların en azından fiberglas kopyaları yerlerine
konulursa, oluşacak muhteşem atmosferi düşünmek bile
insanı şimdiden heyecanlandırıyor. Hitit medeniyeti
gibi sadece Anadolu coğrafyasına ait bir kültürün,
dünyada başka benzeri olmayan bir sarayına ait taht
salonunu orijinal malzemesiyle düzenleyip dünya
turizmine açmanın ülke tanıtımı ve maddi getirisi
bakımından önemini herhalde turizm yatırımcıları ve
planlamacılar çok daha gerçekçi biçimde
değerlendirebilir.''
Gaziantep 27 Gazetesi, 12.06.2009
|
"SULUKULE'DE YAPILANLAR HİÇBİR YERDE YAŞANMADI"
Birleşmiş Milletler HABITAT Genel Başkanlığı’na
bağlı “Zorla Tahliyeler Konusunda Danışmanlar Grubu”
(AGFE), Kentsel Dönüşüm kapsamında binaların
yıkıldığı Sulukule’yle ilgili gözlem çalışmalarını
tamamladı. Hazırladığı raporu BM’ye sunacak olan
Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen toplantıda konuşan
Heyet Başkanı Yves Cabannes, “Ziyaret ettiğimiz
insanlar yaşadıkları yerlere yatırım yapmış.
Belediyeler buralara yol, su, elektrik getirmiş.
Yıkımlar yatırımları yok ediyor. Bu durum Güney
Afrika’nın Johannesburg, Pakistan’ın Karaçi şehrinde
yaşanmadı” diye konuştu.
Hürriyet, Haber: Selçuk Yaşar, 12.06.2009
|
AVRUPA'NIN KÜLTÜR BAŞKENTİ OLMAYA HAZIR DEĞİLİZ
İstanbul’un 2010 Kültür Başkentliği’ne ev sahipliği
yapmasına az bir zaman kala İstanbullular ile
yapılan bir anket çalışmasının sonuçları ‘Avrupa’nın
Kültür Başkenti olmaya hazır mıyız’ tartışmasını
başlattı. Ankete göre, 6.878 kişinin yüzde 57’si
İstanbul’u Avrupa’nın Kültür Başkenti olmasına hazır
bulmuyor. İstanbullu yurttaşların üyesi olduğu
istanbul.com internet sitesi üyelerine “İstanbul
Avrupa’nın Başkenti olmasına hazır mı?” başlığındaki
anketi başlatarak bir hafta içinde, 6.878 kişinin
konuyla ilgili değerlendirmelerini aldı.
Site yöneticileri, üyelerine “Tarihi yapıları, eşsiz
boğazı, kendine has dokusuyla medeniyetler beşiği
olan İstanbul, sadece Avrupa’nın değil Dünya’nın da
sayılı şehirleri arasında. Peki dillere destan
güzelliği ile herkesin beğenisini kazanan şehir,
2010 Kültür Başkentliliğine gerçekten hazır mı?”
sorusunu yöneltti. İlk etapta 400 bin yurttaşa
ulaşmayı hedefleyen anket çalışmasının ilk
haftasında değerlendirmeleri alınan 6.878
İstanbulludan yüzde 57’si İstanbul’un Avrupa’nın
Kültür Başkenti olması için hazır olmadığını
belirtti.
Kültüre ev sahipliği yapan ve kültürün
paylaşılmasında en önemli rolü oynayan kültür
merkezleri, tiyatrolar, sinemalar, galeriler gibi
mekanların sayıca yeterliliği hakkında ise ankete
katılanların 4.225’i sayıca bu tip mekanların
“yetersiz” olduğunu belirtiyor.
3.919 İstanbullu İstanbul’un daimi sorununun trafik
olduğuna dikkat çekti. Trafik probleminin kültür
sanat faaliyetlerine ulaşmada zorluk çıkaracağını
düşündüklerini belirtti. Medyanın kültür başkentliği
konusundaki rolü hakkında 3.058 yurttaş yapılan
çalışmaları yetersiz görürken, 5.425’i Kültür
Başkentliliği çerçevesinde yapılan tanıtımları
yeterli bulmadı.
Anketin son sorusunda, İstanbul’un 2010 kültür
başkentliliğinde atılması gereken adıma işaret
edildi. ‘İstanbul’un tanıtımındaki eksik yönün ne
olduğu’ sorusuna katılımcıların 3.652’si altyapının
yetersizliğini gösterdi.
***
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmalarını
sürdüren "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı"ndan martta istifalar yaşanmıştı. İstifa eden
Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ile
yardımcılıklarını yürüten Prof.Dr. İskender Pala ve
Gürhan Ertür ile Yürütme Kurulu Üyesi Prof.Dr.
Metin Sözen yaptıkları ortak açıklamada bazı
engellerle karşılaştıklarını belirtmişlerdi.
Açıklamada şöyle denilmişti:
“İstanbul ve Türkiye için büyük bir fırsat olarak
gördüğümüz bu projede güzel şeyler yapmak istedik;
bazılarını yaptık.
Lakin karşılaştığımız olumsuzlukları giderme
konusunda gayret göstermemize rağmen birtakım
engellere de takıldık."
***
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın MHP Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un soru önergesine
verdiği yanıt, 2008’de 2.345 aile ve 17.489
yurttaşın İstanbul’dan göç ettiğini ortaya çıkardı.
Bakan Atalay, memleketlerine dönmek isteyenlere
nakliye ya da yol parası yardımı şeklinde olmak
üzere toplam 2 milyon 725 bin 812 TL ödeme
yapıldığını bildirdi.
Atalay, Kayseri, Kocaeli, Yalova ve Samsun’dan göç
edenlere ödenen nakliye ve yol parası ile ilgili de
bilgi verdi. Buna göre 2008’de Kayseri
Belediyesi’nce 6 aileye yol parası ve nakliye ücreti
olarak 2.950 TL, Kocaeli Belediyesi’nce 5 aileye
toplam 6.829 TL, Yalova Belediyesi’nce bir aileye
450 TL, Samsun’da da 300 kişiye toplam 12 bin TL
yardımda bulunuldu.
Birgün, 11.06.2009
|
 |
2 BİN YILLIK NEKROPOL BULUNDU
Suriyeli arkeologlar, antik zamanların önemli dini ve ticari merkezi Palmira’nın bulunduğu bölgede iki bin yıllık bir nekropol ortaya çıkardı. Resmi Sana ajansındaki habere göre, misyon şefi Halil Hariri, şimdiye kadar birçok mezar, taş sütun, birçok kırık heykelcik bulunduğunu anlattı.
Haberde, arkeologların, nekropolde yatanların aile isimlerinin öğrenilebilmesi için alanda bulunan bir panoda Palmira dilinde yazılan yazıların deşifre edilmesi gerektiği de ifade edildi.
Birgün, 11.06.2009
|
TARİHİ ESERLERE KORUMA
AKP Gaziantep
milletvekili Mehmet Erdoğan, tarihi eserlere sahip
çıkılarak koruma altına alınıp, gerekli çevre
düzenlemesi ve restorasyon çalışmaları
başlatılacağını belirtti. Erdoğan, Araban’daki
tarihi Raban Kalesi, Zerrin Kalesi, Elif Beldesi,
Hisar Köyü, Hasanoğlu Köyü Roma Dönemi Anıt
Mezarların ve Karasu çayı üzerindeki Gümüşpınar Köyü
sınırlarındaki tarihi Septimus Severus Köprüsü'nün
bugüne kadar hiç gündeme getirilmediğini kaydetti.
İlçedeki tarihi eserlerin koruma altına alınarak,
çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışmalarının
yapılması için Ankara’da elinden geleni yaptığını
ifade eden Erdoğan, en kısa zamanda tüm tarihi
eserlerin kurtarılacağını dile getirdi.
Olay Medya, 11.06.2009
|
|
OYUNCAK MÜZESİ 'AVRUPA'NIN EN İYİSİ' ÖDÜLÜNE ADAY
Şair Sunay Akın'ın kurduğu İstanbul Oyuncak Müzesi,
2010 yılı için "Avrupa'nın En İyi Müzesi Ödülü"ne
aday gösterildi. İstanbul Oyuncak Müzesi, nisan
ayında International Council of Museums /
Milletlerarası Müzeler Konseyi (İKOM) üyeliğine
kabul edilirken, ayrıca müze Avrupa müzelerinin
Oscar'ı olarak bilinen European Museum Forum/Avrupa
Müzeler Forumu (EMF) ödüllerine aday olmaya da hak
kazandı. İstanbul Oyuncak Müzesi'nin de aday
gösterildiği ödül, gelecek yıl Finlandiya'da
düzenlenecek olan toplantıda açıklanacak. İstanbul
Oyuncak Müzesi'ni kuran şair ve yazar Sunay Akın da
adaylıkla ilgili görüşlerini şöyle ifade etti:
"Sanatçı ödül avcısı olmamalıdır. Önemli olan
kültürümüze, yaşadığımız kente ödül kazandırmaktır.
En iyi müze ödülünü kazanırsak sevincim, onurum
kendi adıma değil, kültürümüz ve İstanbul adına
olacaktır. 2010 yılında, Avrupa'nın kültür
başkentlerinden biri olan İstanbul'daki bir müzenin
Avrupa Müzeler Forumu'nun vereceği ödüle aday olması
bile bizi onurlandırıyor."
Zaman, 11.06.2009
|
EN BÜYÜK PICASSO, SONRA CEZANNE
İngiliz basınından Times, 20.
yüzyılın en büyük 200 sanatçısını belirledi ve
listenin bir numarasına İspanyol Ressam-Heykeltıraş
Pablo Picasso yerleşti. 20. yüzyılda öncelikle resim
sanatında akla gelen ilk isimlerden biri olan
Picasso, 1937 yılında, en tanınmış eseri
Guernica’yla İspanya tarihinin önemli bir sayfasına
da izlenimlerini yansıtmıştı.
Listede Picasso’yu takip eden ilk üçteki isimler ise
Fransız post-empresyonist ressam ve aynı zamanda
gezgin Paul Cezanne ve Avustralyalı sembolist ressam
Gustav Klimt oldu. Listede Türkiye’den hiçbir ressam
yer almadı. Listede, ilk üçten sonraki bazı
ressamlar şunlar: Claude Monet, Marcel Duchamp,
Henri Matisse, Jackson Pollock, Andy Warhol, Willem
De Kooning, Piet Mondrian, Paul Gauguin, Francis
Bacon.
Evrensel, 11.06.2009
|
KAÇAK KAZIDA 2 BİN YILLIK TARİH ÇIKTI
Tokat'ın Turhal
İlçesi'nde izinsiz yapılan kazı, yaklaşık 2 bin
yıllık tarihi günışığına çıkardı. Jandarma ekipleri,
kazı yapılan Gümüştop Köyü Karşılar Mahallesi'nde 3
kişiyi suçüstü yakaladı. Zanlılar gözaltına alındı.
Bölgede inceleme yapan Tokat Müze Müdürlüğü
ekipleri, milattan önce 2 ve 6. yüzyıllar arasına
ait zemini mozaikle kaplı mekanlar ve mezar yerleri
buldu.
Tarihi kalıntıların üzeri naylonla örtüldü. Koruma
altına alınan alanda kazı çalışması başlatılacak.
ntvmsnbc, 11.06.2009
|

|
TRALLEIS
KAZILARINA
RAFET DİNÇ
ATANDI
Tralleis Antik Kenti Kazı Başkanlığına Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rafet Dinç atandı.
Turizm Gazetesi, 11.09.2009
|
MANAS EFENDİ YALISI 2.3 MİLYONA SATILDI
Sultan Abdülmecid döneminde saray ressamlığı yapan Jozef
Manas’ın inşa ettirdiği ve sahiplerinin
paylaşamadığı Tarabya sahilindeki 131 yıllık tarihi
yalı açık artırma ile satıldı. Manas Efendi
Yalısını, 2,3 milyon TL’ye, yan tarafındaki yalının
sahibi Erdal Aslan Menemenlioğlu satın aldı.
Ankara’da yaşayan Emekli Lahey Büyükelçisi Reşat
Erhan, yalıyı 1955’te çocukluk arkadaşı Vehbi
Koç’tan yazlık konut olarak satın aldı. Erhan daha
sonra, dört katlı yalının bir katını kiralık verdiği
Kerim Erduran’a evin yüzde 25 hissesini devretti.
Erhan ve Erduran yaşamını yitirince Erduran’ın ilk
eşinden olan kızı ile son eşi arasında miras kavgası
çıktı. Mahkemesi yalının tümünün satışa
çıkarılmasına karar verdi. Bilirkişi,yalıya 2 milyon
750 bin TL değer biçti. Yalı, 2 milyon 397 bin
TL’nin üzerinde teklif veren olmadığı için
Menemenlioğlu’na satıldı.
Hürriyet, Haber: Eray Erollu, 11.06.2009
|
FRİGYA İÇİN ORTAK ÇALIŞMA
Önemli bir tarihi turizm potansiyelini içinde
barındıran Afyonkarahisar – Eskişehir ve Kütahya
sınırları içerisinde yer olan Frig Vadisi tek
merkezden tanıtılacak. Valilerin başkanlığında
kurulacak ve dönüşümlü yürütülecek olan Frig Vadisi
Tanıtım Komisyonu’nun ilk başkanlık görevini
Afyonkarahisar Valisi Haluk İmga üstlenecek.
Afyonkarahisar Eskişehir ve
Kütahya Valiliği Frig Vadisi’nin tanıtımı için ciddi
çalışmalara başladı. Daha önceden üç ilin valiliği
tarafından farklı çalışmalar ile tanıtımı yapılmaya
çalışılan vadi artık ortak yapılacak olan çalışma
ile tanıtılacak.
Afyonkarahisar Valisi Haluk İmga’nın ortak yapılacak
çalışma için başkanlığın alfabetik sıra ile
başlaması önerisi Sonucu’nda Frig Vadi için
oluşturulacak birliğe Afyonkarahisar Valiliği ilk 1
yıl boyunca başkanlık yapacak.
AB’den alınacak olan tanıtım fonları ve her ilin İl
Özel İdaresi bütçesinin yüzde biri kadar pay alacak
olan tanıtım birliğine; Vali Haluk İmga Muzaffer
Dilek’in Valiliği döneminde oluşturulan ADUYBİM’in
Frig Vadisi’nin tanıtımında etkin olarak rol
üstlenmesini teklif edecek.
Afyon Haber, 11.06.2009
|
EDİNCİK'TE TARİHİ
BİNALAR YENİLENECEK
Balıkesir'in Bandırma
İlçesi'ne bağlı Edincik Belediye Başkanı Mehmet
Yağcı, beldelerindeki tarihi binalarının tespit
edilerek restore edilmesi için çalışma
başlatıldığını açıkladı.
Bandırma Müze Derneği
Başkanı Erdoğan Moralı, Yönetim Kurulu üyeleri Hayri
Erdem, Nesrin Aydoğmuş ve Bandırma Arkeoloji Müzesi
Müdür Vekili Tülin Tan Edincik Belediye Başkanı
Mehmet Yağcı'yı makamında ziyaret etti. Dernek
Başkanı Moralı ve Yönetim Kurulu üyeleri Belediye
Başkanı Yağcı'dan Edincik'teki 52 tarihi binanın
restorasyonu için belediyeden destek istediler.
Beldelerindeki tarihi
binalardan bazılarının restore edildiğini ve diğer
binalarında özel bir firma tarafından
fotoğraflarının çekildiğini kaydeden Edincik
Belediye Başkanı Mehmet Yağcı, "Edincik beldemizdeki
tarihi binaların sahipsiz kalmaması adına yerel
yönetim olarak üzerimize düşen görevi yapıyoruz.
Beledimizde bulunan bazı tarihi binalar restore
edildi. Kalan diğer 49 tarihi ev ve 3 tarihi hamamın
restorasyon çalışmaları da başladı. Tasarı Mimarlık
firması tarafından tarihi binaların fotoğrafları
çekildi. Bir yerel yönetim olarak tarihi binaların
önemini çok iyi biliyor ve bu binaların restore
edilmesine dönük yapılan ve yapılacak çalışmalara
destek veriyoruz" dedi.
Balıkesir Kent Haber,
11.06.2009
|
|
|
KAYSERİ KALESİ BAKIMA
ALINDI
Kayseri Kalesi'nin dış
surları onarılıyor.
Kültür Varlıkları ve
Müzeler Genel Müdürlüğü Kayseri Rölöve ve Anıtlar
Bölge Müdürlüğü denetiminde Kayseri Kalesi'nin
Meydan-Düvenönü arası dış surları özel bir firma
tarafından onarılıyor.
Kale surlarının tehlike
arz eden bölümlerinden başlanılan onarım çalışması
tüm hızıyla devam ediyor. Kale surlarının yıkılan ve
malzemesi dökülen bölümleri itina ile onarılıyor.
Özel işlenilen taşlar, kale surlarının eski
görünümünü aratmayacak şekilde onarılırken, 2 ay
içinde çalışmaların bitirilmesi planlanılıyor.
Kayseri Kent Haber,
11.06.2009
|
PICASSO'NUN 33 ÇİZİMİ ÇALINDI
Ünlü ressam Pablo
Picasso'ya ait 33 çizimin bulunduğu defterin
çalındığı ortaya çıktı. Fransa'nın başkenti Paris'te
bulunan Picasso Müzesi'nde dün sabah yapılan sayımda
ortadan kaybolduğu belirlenen çizimlerin 8 milyon
Euro değerinde olduğu tahmin ediliyor.
Fransız Kültür Bakanlığı'nın konu ile ilgili
açıklama yapması bekleniyor.
Zaman, 10.06.2009
******
PARİS'TE PICASSO
BİLMECESİ

Ünlü ressam Picasso'nun Paris'teki müzeden çalınan
eskizlerini bulma çalışmaları sürüyor. 33 eskizin
yer aldığı defterin, tablolardan farklı olarak
'bilimsel değer' taşıdığı, satılma şansı bulunmadığı
belirtiliyor.
Dünyaca ünlü ressam Pablo Picasso’nun en az üç
milyon euro değerinde olduğu tahmin edilen eskiz
defterinin Paris’teki Picasso müzesinden
çalınmasıyla ilgili bilmece sürüyor.
Fransa Kültür Bakanı Christine Albanel, çalınan 33
eskizin tablolardan farklı olarak 'bilimsel değer'
taşıdığını belirterek, hırsızlık olayını 'garip'
diye nitelendirdi. Albanel, eskizleri satmanın zor
olacağına da dikkat çekti.
Picasso’nun 1917-1924 tarihleri arasında yaptığı 33
eskizi kapsayan defterin bulunduğu kapalı vitrinden
kaybolması, müze yetkilileri tarafından Salı sabahı
fark edilmişti. Yetkililer, vitrinin yalnızca özel
aletlerle açılabildiğine dikkat çekiyor. Hırsızlığın
bir koleksiyoncunun siparişi üzerine yapılmış olma
olasılığı üzerinde duruluyor.
Diğer yandan Fransız 'Le Figaro' gazetesinin
haberinde, vitrinin bulunduğu salonda alarm ve
kamera sistemi olmadığı iddiası dile getirildi.
Picasso’nun eserlerinden en son 2007
yılının Şubat ayında toplam 50 milyon euro değerinde
iki tablo ve bir çizim çalınmıştı. Yine Paris'te,
ancak bu kez ressamın torununun evinden çalınan
eserler, birkaç ay sonra bulunmuştu.
Avrupa’da en çok yankı uyandıran sanat hırsızlığı
vakalarından biri ise 2008 yılında İsviçre’de
gerçekleşmişti. Zürih kentinde bulunan ünlü Bührle
koleksiyonundan değeri 110 milyon euro(yu aşan Van
Gogh, Monet, Cezanne ve Degas tabloları silahlı bir
çete tarafından çalınmıştı.
Cnn Türk, Kaynak: Deutsche Welle , 12.06.2009
|
SADECE ÜÇ AY MAAŞ ALMAMIŞLAR!
İstanbul'un iki yakasını deniz altından birleştirecek Marmaray Projesi'nde çalışan işçiler, bağlı oldukları taşeron firmadan dört aydır paralarını alamadıkları gerekçesiyle iş bıraktılar.
Marmaray Projesi kapsamında Yenikapı'da kazı çalışması yürüten yaklaşık 200 işçi, aylardır maaşlarını alamayınca iş bıraktı. İşçiler yaptıkları açıklamada "Yetkililer bize belediyeden para alamadıklarını ve bu yüzden ödeme yapılmadığını söylüyorlar. Tam 4 aydır 'ha bugün ha yarın' diye oyalanıyoruz. Artık yemeyi içmeyi bırakın işe gelecek yol parasını dahi bulamıyoruz. Paralarımız ödenmezse çalışmayacağız” dediler. Vergi iadelerini de alamadıklarını ve sigortalarının tam yatırılmadığını söyleyen işçilerin eylemine taşeron firma yetkililerinin verdiği tepki ise, “Aylardır paralarını tıkır tıkır alıyorlardı. 3 ay alamadılar diye böyle şey yapılır mı?” oldu.
Haber Sol, 10.06.2009
|
 |
TARİH KAÇAKÇILARINA SUÇÜSTÜ
İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince
yürütülen çalışmalar sonucu, Denizli’den gelen
Turgut K, Mehmet T. ve Levent Alper D’nin
ellerindeki tarihi eserleri satmak için müşteri
aradıkları belirlendi. Bunun üzerine önce teknik ve
fiziki takibe alınan bu kişiler, daha sonra
gerçekleştirilen operasyonla yakalandı. Zanlıların
içinde bulunduğu araçta yapılan aramalarda, Yunan,
Roma ve Neolitik dönemlere ait 940 adet madeni
sikke, 52 adet cam ve tahta boncuk, 3 adet madeni
takı, 15 adet madeni yüzük, 2 adet madeni çan, 52
adet kemik saç iğnesi ve parçaları, 11 adet kemik
obje, 1 adet kadın figürlü kemik heykel, 26 adet tam
bronz bilezik, 13 adet bronz bilezik parçası, 5 adet
toprak kandil, 3 adet tam cam bilezik, 13 adet cam
bilezik parçası, 5 adet bronz saç iğnesi, 5 adet
bronz obje, 1 adet madeni ok ucu, 1 adet pirinç
kerata, 1 adet CD ve 8 adet tarihi eser harita
bilgisayar çıktısı ele geçirildi.
Türkiye Gazetesi, 10.06.2009
|
|
MECİDİYE TABYASI
RESTORASYONU
Çanakkale’nin Eceabat
İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü'nde bulunan ve 2.
Abdülhamit döneminde topçu birlikleri için inşa
edilen tarihi Rumeli Mecidiye Tabyası'nın restorasyon
çalışmalarına başlandı.
Eceabat Kaymakamı
Muhterem İnce, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür
Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından
finansmanı yapılan tarihi Rumeli Mecidiye Tabyasının
restorasyon çalışmalarına başlandığını belirterek,
“İhalesi Eceabat Köylere Hizmet Götürme Birliği
tarafından yapılan restorasyon çalışması 1.691.000
TL’ye mal olacak. 2009 yılı sonuna kadar tamamlanması
planlanan restorasyonun ardından 8 adet cephanelik
ve 7 top yerinin restoresi tamamlanmış olacak. Bunun
dışında çevre düzenlenmesi ve teşhir bölümü ile
ilgili ise ayrı bir ihale yapılacak. Amacımız tarihi
Rumeli Mecidiye tabyasını gerçek kimliğine
kavuşturmak” dedi.
Çanakkale Kent Haber,
10.06.2009
|
KYBELE AÇIK DENİZDE
MÖ
Foça’dan bugünkü Fransa topraklarına yapılan deniz
yolculuğu tekrarlanıyor. Özel hazırlanan antik tekne Kybele, Çeşme’den uluslararasısulara yelken açtı
360 Derece Tarih Araştırmaları Grubu’nun Arkas
Holding destekli “İzmir-Foça-Marsilya Tarihe
Yolculuk Projesi”nde mutlu sona ilerleniyor. MÖ
600 yılında Phokaialıların (Foçalılar) Ege ve
Akdeniz’de bugünkü Marsilya’ya kadar yaptığı
yolculuk yüzyıllar sonra canlandırılıyor. Bu amaçla
o dönemdeki antik teknelerin benzeri olan Kybele
hazırlandı ve Foça’dan yola çıkıldı.
Kybele, bir sonraki durakları Çeşme’den uluslarası
sulara 7’si kadın 24 mürettebatıyla yelken açtı.
Harem isimli bir diğer tekne de onlara eşlik ediyor.
Yolculuk mümkün olduğunca antik dönemlerdeki gibi
yelken ve kürekle gerçekleştirilecek.
Fransa’da 2009 Türkiye Yılı’nın başlangıcı olarak
kabul edilen 1 Temmuz’da Marsilya’ya varılması
hedefleniyor.
Milliyet Ege, Haber: Ahmet Aktaş, 10.06.2009
|
|
 |
GECEKONDUNUN ALTINDA TARİHİ 'HAREM KONAĞI'
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, 1997'de çıkan yangın nedeniyle tamamen harap olan Zeytinburnu'ndaki Yenikapı Mevlevihanesi'nde yürüttüğü restorasyon sırasında, tarihi binanın etrafını saran gecekonduların altından Mevlevihane'nin bir parçası olan Harem Konağı çıktı.
Yeniçeri Ocağı baş halifesi Malkoç Mehmet Efendi tarafından 1598'de inşa ettirilen ve Türk tasavvuf musikisinin önde gelen isimleri olan İsmail Dede Efendi, Itri, Şeyh Galip'in yetiştiği Yenikapı Mevlevihanesi, 1906'da çıkan bir yangın sonucu büyük hasar gördü. Semahane, selamlık, harem, türbe, somathane, muvakkithane, hünkar mahfili, matbah-ı şerif bölümlerinden oluşan Mevlevihane, 1910'da yeniden inşa edildi. Ancak 1997'de çıkan yangınla Mevlevihane kullanılmaz hale geldi. Zaman içerisinde Mevlevihane yenilenmeye başladı.
Şerbethaneye bitişik Harem Konağı'nın yerinde gecekondular olduğu için ilk olarak kamulaştırma yapıldı. Daha sonra buradaki gecekondular Zeytinburnu Belediyesi ekipleri tarafından yıkıldı. Yıkımın ardından yapılan detaylı kazılar sonucu Harem Konağı'na ait temel izlerine ulaşıldı. Koruma Kurulu'nun onayının ardından arşiv fotoğraflarının ışığında yeniden yapılmaya başlanan binanın tamamlanmak üzere olduğu belirtildi.
Sabah, Haber: Hasan Ay, 10.06.2009
|
TRABZON'DA YERALTI ŞEHRİ
İDDİASI

Trabzon'un Ortahisar Mahallesi'nin altında bir yeraltı şehri olduğu ve bu
şehrin dört kapısının geçmişte briketlerle örülerek
kapatıldığı ortaya çıktı.
Tarihçi ve yazar Mustafa Yazıcı, Ortahisar'daki
Zağnos surlarında ortaya çıkan ve '4 Kapı' olarak
bilinen kapıların açılarak 'Ortahisar Yeraltı
Şehri'nin Trabzon turizmine kazandırılması
gerektiğini söyledi.
Trabzon'un Türkiye'nin en önemli tarihi kentlerinden
biri olduğunu ifade eden Yazıcı, Ortahisar'da bir
yeraltı şehri olduğunu ve bu yeraltı şehrinin
geçmişte Trabzon'un iktisat merkezi olduğunu
belirtti. Ortahisar yeraltı şehrinde darphane ve
Kuyumcular Çarşısı olduğunu anlatan Mustafa Yazıcı
şöyle konuştu: "Şu an surların üst kısmında yer alan
bahçeden ve surlardaki bu dört kapıdan buraya inilip
çıkılırdı. Hatta Ortahisar Camii'nin içindeki tünel
yeraltından moloza kadar gider ve burada denize
ulaşırdı. Geçmişte bunlar güvenlik için yapılmış. Bu
bölge tarihi Trabzon'u yeniden tanıtacak en güzel
projedir. Belediye başkanımızın buranın turizme
kazandırılması için harekete geçmesini istiyoruz."
Bölgenin turizme kazandırılmasının önünde çeşitli
engellerin çıkarıldığını hatırlatan Yazıcı şunları
söyledi: "Efendim Avrupa Birliği ve Yunanistan hak
iddia edip izin vermiyormuş. Tapusu bizde değil mi?
Tabiat ve Tarihi Koruma Kurulları neyin
müdafaacısıdır? Zağnos Paşa Köprüsü'nden geçerken
yeraltı şehrinin briket taşla örülmüş dört kapısının
muhteşemliğini gördükçe kapalı oluşlarına
hayıflanmamak elde değil. İsteyen gidip görebilir.
Bu kapıların açılması Trabzon'a çok yakışır, turizm
açısından gelir de getirir."
Trabzon Kent Haber,
10.06.2009
|
OSMANLI, DÜNYAYA BU HARİTALARDAN BAKTI

Osmanlı Devleti'nin altı asırlık dünya
hakimiyetinin altında yatan sebeplerden biri de
Fatih devrinden itibaren belirli bir sisteme oturan
bilimsel çalışmalar ve bilime verilen önemdi
kuşkusuz.
Dünya milletlerine öncülük eden bu gelişmeler
çoğu zaman gölgede bırakılsa da Dolmabahçe Sanat
Galerisi'nde önceki gün açılan "Piri Reis'ten Katip
Çelebi'ye Osmanlı'nın Dünyaya Bakışı" adlı harita
sergisi, bu konuda yönlerini şaşıranları epey
aydınlatacak bir çalışma. Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları
Merkezi tarafından Katip Çelebi'nin 400. doğum
yıldönümü kutlamaları kapsamında hazırlanan sergi,
UNESCO tarafından 2009'un Katip Çelebi yılı ilan
edilmesi vesilesiyle derli toplu bir halde görücüye
çıktı. Sergide, Piri Reis, Katip Çelebi, Mürsiyeli
İbrahim, Gelibolulu Mustafa Ali, Ebubekir Behram
Dimaşki, Ali Macar Reis, Suud El Niksari ve adı sanı
bilinmeyen daha nice Müslüman coğrafyacının yanı
sıra Osmanlı'dan önceki dönemlere ait elliyi aşkın
harita ve çizim yer alıyor. Sergiye Muhtar
Kantarcıoğlu'nun koleksiyonundan alınan Batı'da
yayımlanmış haritalar da Osmanlı ile Batı arasındaki
coğrafya anlayışını ele veriyor. Kitap aralarından
çıkan bu eserler, dijital resimleme tekniğiyle
birebir kopya olarak sergileniyor. Bahçeşehir
Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Deniz Ülke Arıboğan,
sergi açılışındaki konuşmasında "Tarihte
Müslümanların bilime yaptığı katkıları bu tür
sergilerle anlatmaya çalışıyoruz. Amacımız üstü toz
bulutuyla örtülmüş birtakım hakikatleri gün ışığına
çıkarmak.'' dedi.
Katip Çelebi'nin Cihannüma'daki Sabit Yıldızlar
Feleği, Piri Reis'in Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki
dünya haritası, Halife el-Me'mun'un emriyle 9.
yüzyılda yapılan dünya haritası, Kaşgarlı Mahmud'un
Türk dünyası odaklı dünya haritası gibi eserlerin
kopyaları Topkapı Sarayı, Millet Kütüphanesi, Türk
İslam Eserleri Müzesi ve Süleymaniye
Kütüphanesi'nden derlenmiş. Sergiyi gezerken tarihçi
Franz Babinger'in Katip Çelebi için söylediği
"Bilgisi akla gelebilecek bütün sahalara yayılmış
olan en büyük Osmanlı tarihçisi" sözüne hak
veriyorsunuz. Dünyanın dört bir yanından bilim
adamlarının katılımıyla hazırlanan ve sergi alanında
gösterilen belgesel bu haklılığı katmerleştiriyor.
Kim bilir kütüphanelerimizin tozlu raflarında el
sürülmeden bekleyen daha nice yazmalar, kitaplar
bekliyor. Bir yol tutturup 17 Haziran'a kadar
sergiye uğrayın, haritalar size bir medeniyetin
nereden gelip nereye gittiğini açıkça işaret
edecektir
Zaman, Haber: Musa İğrek, 10.06.2009
|
ALTINLARI FİDAN OLARAK GERİ DÖNDÜ
Osmanlı
Padişahı II. Abdülmahid’in 1894’te büyük bir orman
yangını yaşayan ABD’ye yaptığı 300 altınlık yardım
115 yıl sonra döndü.
Antalya’da geçen yıl meydana gelen orman yangınına
üzülen
ABD’liler, ’100 Yıl Önceki Yardımın Dönüşü’
kampanyası kapsamında 10 bin dolar topladı. Bu
parayla
Antalya’da 2 bin fidan dikildi.
ABD’nin Teksas Eyaleti’nde faaliyet gösteren
’Raindrop Türkevi’nin yardım bölümü tarafından
organize edilen kampanya hakkında bilgi veren Texas
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Yetkin Yıldırım,
şunları söyledi: "Başbakanlıktan temin edilen
belgeler kitap haline getirildi. Kitap elimize
geçtiğinde biz de
ABD’lilerle paylaştık. Onların da çok hoşuna
gitti. "
Hürriyet, Haber: Mehmet Çınar, 10.06.2009
|
|
TARİHİ MİLAS EVİNDE
RESTORASYON

Muğla’nın Milas
İlçesi'nde tarihi Milas evi restore edilerek ilçeye
ve gelecek kuşaklara kazandırılacak. Milas’ın Hoca
Bedrettin Mahallesi 1. Sakarya Sokak’ta yer alan
tarihi Milas evi için restorasyon çalışmalarına
başlanıyor.
Yer tesliminin yapılması
öncesinde konuşan Mimarlar Odası Milas Temsilcisi
Mustafa Sinemce: “TMMOB Mimarlar Odası Milas
Temsilciliği tarafından satın alınan tescilli eski
eser yapının rölöve ve restorasyon projeleri
temsilciliğimiz üyesi mimar Nursen Ören tarafından
hazırlanarak Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kuruluna onaylatılmış ve 13 Ağustos
2008 tarihinde de Milas Belediyesi’nden restorasyon
ruhsatı alınmıştır” dedi.
Yönetim kurulunun
yapının bir an önce restorasyonun yapılarak Mimarlar
Odası Milas Temsilciliği hizmet binası olarak
Milas’a ve gelecek kuşaklara kazandırılması ve diğer
tescilli yapılar için de örnek olunması için
girişimlerde bulunarak ihale sürecini tamamlandığını
kaydeden Sinemce, “Milas Mimar Evi restorasyon
çalışmaları için Asar Anı Sanat Araştırması
Restorasyon Limited Şirketi'nin sahibi odamız üyesi
Yüksek Mimar Meral Oğuz ile anlaşma sağlanmış ve yer
teslimi aşamasına gelinmiştir. Yer teslimi yapılarak
restorasyonuna başlanacak olan yapımız için arzumuz
ekim ayının ilk haftası olarak kutlanan mimarlık
haftasında restorasyonu tamamlanmış olan
temsilciliğimizin açılışını yapmaktır” diye konuştu.
Konuşmaların ardından
Mimarlar Odası Milas Temsilcisi Mustafa Sinemce
tarafından Mimar Nursen Ören’e işyeri teslim
tutanağını verildi. Restore edilecek ev, Körpezler
evi olarak biliniyor. Pembe Körpezoğlu adına
yaptırılan bu evin 22 Kasım 2001’de TMMOB Mimarlar
Odası tarafından alındığı belirtildi.
Muğla Kent Haber,
10.06.2009
|
KÜLTÜR A.Ş. İSTANBUL TURLARINA 13 HAZİRAN'DA
BAŞLAYACAK
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)
Kültür A.Ş. tarafından her yıl yaz aylarında
düzenlenen "İstanbul Kültür Gezileri" 13 Haziran'da
başlayacak. Kültür tarihçileri Süleyman Zeki Bağlan
ve Cemal Öztürk'ün anlatımıyla ücretsiz olarak
gerçekleştirilecek gezilere kayıtlar internet
üzerinden yapılıyor.
İBB Kültür
A.Ş'den yapılan açıklamaya göre, ilki 2006 yılında
gerçekleştirilen İstanbul Kültür Gezileri ile şehrin
tarihi kültür mirasının İstanbullulara tanıtılması
ve İstanbullu olma bilincinin arttırılması
amaçlanıyor. İstanbul Kültür Gezileri kapsamında
Topkapı ve çevresi, Sultanahmet, Süleymaniye, Yıldız
Sarayı, Fatih, Üsküdar ve Eyüp bölgelerinin tarihi
ve kültürel zenginlikleri, kültür tarihçileri
Süleyman Zeki Bağlan ve Cemal Öztürk'ün anlatımıyla
İstanbullulara tanıtılacak. Yaz boyunca her hafta
sonu Cumartesi günü gerçekleştirilecek gezilere
kayıtlar, her Pazartesi 09.00 - 09.30 saatleri arası
www.kultursanat.org
sitesinden yapılabilecek. Katılım için 16 yaşından
büyük olma şartı aranan her gezi için kontenjan
sayısının 30 kişi ile sınırlı.
Açıklamada, 13 Haziran'da Sultanahmet, 20 Haziran'da
Süleymaniye ve 27 Haziran'da Fatih bölgelerine
gerçekleştirilecek geziler için kayıtların devam
ettiği belirtildi.
Turizm Gazetesi,
09.06.2009
|
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDA ATAMALAR
Kültür ve Turizm Bakanlığı; Gümüşhane, Ardahan,
Ordu, Aksaray, Antalya, Tekirdağ, Kayseri ve İzmir
İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri’nde atamalar yaptı.
Buna göre;
Gümüşhane İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Nizameddin Duran,
Ardahan İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Emin Özatak,
Ordu İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğüne, Abdurrahman Akyüz,
Aksaray İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Ahmet Varol,
Antalya İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, İbrahim Acar,
Tekirdağ İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, İsmet Taymuş,
Kayseri İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Necmiddin Kurt,
İzmir İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Osman Murat Süslü
atandı
Turizm Gazetesi, 09.06.2009
|
ANADOLU'NUN TAŞI TOPRAĞI ANTİK TİYATRO

Türkiye'nin kimi harabe, kimi sapasağlam, kimi de
derin bir uykuda olan 150'yi aşkın antik tiyatrosu
bir kitaba girdi. Yazar Yaşar Yılmaz,dağ taş, yağmur
çamur demeden 41 bin kilometre yol kat edip
hazırladığı kitapta, ülkemizin antik tiyatrolarının
izini sürmüş, nerede, kaç kişilik diye araştırmış ve
fotoğraflamış. 'Anadolu Antik Tiyatroları' kitabı,
ülkemizin tarihi zenginliğini bir kez daha ortaya
koyuyor.
Antik çağ insanlarının en önemli toplanma
alanıydı tiyatrolar. Dövüşler yapılır, şarkılar
söylenir, şiirler okunurdu buralarda. Kimi kentin
ortasındaki bir tepede, kimi denizin hemen
kıyısında, kimi genişçe bir alanda kurulmuştu.
Türkiye antik tiyatroların yer aldığı en zengin
ülkelerden biri olsa da bu tarihi yapıların pek çoğu
toprak altında derin bir uykuda gün yüzüne çıkmayı
beklerken, kiminin içinde keçiler otluyor, kimi de
yeşilliğe bürünmüş halde. Aynı zamanda inşaat
mühendisi olan Yaşar Yılmaz, dağ taş, yağmur çamur
demeden bir kartalın on günde uçabileceği 41 bin
kilometrelik yolu on dört ayda kat etmiş.
Anadolu'da, Trakya'da şehir şehir dolaşarak 115
antik kent ile 119 tiyatronun tarihçesini o dönemin
kültürel özellikleriyle birlikte kaydetmiş. Anadolu
Antik Tiyatroları (YEM Yayın) kitabı adıyla bir
kitaba giren tiyatrolar nerede, nasıl, kaç tane ve
kaç kişilik diye araştırmış, fotoğraflamış. Peşine
düştüğü pek çok tiyatro 'kağıt üzerindeki
fotoğraflar kadar suskun' olsa da ortaya, sayıları
150'yi aşan, ölçülebilir durumdakilerin ise 135'e
ulaştığı Anadolu antik tiyatrosu çıkmış.
İlkçağ kentlerinin ören yerlerini gezerken bu
denli zengin kültür mirasını başka bir ülkede
göremeyeceğini anladığını söyleyen Yaşar Yılmaz,
"Yaşadığımız topraklar üzerindeki tiyatroları
incelemek fikri bana hep çekici gelmiştir. Bir
mühendis gözüyle bu görkemli yapılara bakmayı,
onları incelemeyi, tiyatronun içinde bulunduğu
kentin tarihini araştırıp Türkiye sınırları içindeki
tiyatroların tamamını ilk defa bir araya
getirebilmeyi hayal etmiştim. Tiyatrolar kentin
kalbiydi: Orada her türlü toplantı yapılırken
bugünkü gazetelerin, televizyonların, stadyumların
tüm işlevlerini tek başına yerine getiriyorlardı."
diyor. Bir sanat tarihi kitabından öte anlam taşıyan
kitapta, okura mitolojiler, efsaneler, şiirler ve
gezi yazısını andıran metinler var. Yazara, MÖ
yaşamış Amasyalı tarihçi Strabon'un 'Geographika-Antik
Anadolu Coğrafyası' adlı eseri yol boyunca eşlik
etmiş. Yılmaz, ilkçağ mühendislerinin antik
tiyatroların en önemli özelliği olarak öne çıkan
akustik mükemmelliğe hangi yöntemle ulaşabildikleri
üzerine de kafa yoruyor kitapta. Kitap, ülkemizin
tarihi zenginliğini bir kez daha ortaya koyarken
okurun da etrafını kekik kokuları, tatlı bir meltem
esintisi sarıyor
Zaman, Haber: Musa İğrek, 09.06.2009
|


 |
MARAŞ'IN SAKLI KALMIŞ HAZİNELERİ
Kahramanmaraş'ta iki mahalle, Roma İmparatorluğu'ndan kalma eserlerin üzerinde oturuyor. Geçmişte gecekondu olan ancak sonradan imar affıyla tapu verilen bölgedeki evlerden birinin alt kat odasında eşsiz Germenicia mozaiği yer alırken, evin üst katında insanlar yaşamaya devam ediyor. MS 300-400 yıllarına ait olan Germenicia Antik Kenti'nin mozaiklerinin bir bölümü, geçtiğimiz yıl kaçak kazılar yapılırken ihbar üzerine ortaya çıktı.
Yetkililer kamulaştırma sonrasında mozaikleri kurtarma çalışmalarının başlatılacağını ifade ediyor. Bazı evler sit alanı olarak tescil edilse de kamulaştırma çalışmasının yavaş ilerlediği dikkat çekiyor.
İhbar sonucu ortaya çıkan mozaikler, sadece buz dağının görünen yüzü. Germenicia mozaikleri, Kahramanmaraş'ın Bağlarbaşı ve Dulkadiroğlu mahallelerindeki 4 farklı evde tespit edildi. Şimdilerde Kahramanmaraş'ın arka mahallelerinin bulunduğu bölgede, Roma döneminde zenginlerin kullandığı yamaç villalarının yer aldığı belirtiliyor. Mozaiklerin de bu yamaç villalarının taban döşemeleri olduğu ifade ediliyor. Bölgede her biri 15-20 odalı 100'ün üzerinde tarihi yamaç villarının bulunduğu tahmin ediliyor.
Arkeolog Ömer Avcıbaşı, Roma döneminde şehrin zenginleri ve generallerin kullandığı bu yamaç villalarının Efes ve Zeugma Antik kentinde bulunan mozaiklerle büyük benzerlik gösterdiğini vurgulayarak, "Asıl kent, kentin altında bulunuyor. Mozaiklerin yanı sıra bölgede Germenicia Antik Kenti'nin agorası ve tapınağının da olabileceğini tahmin ediyoruz" diye konuştu.
Kahramanmaraş'a inceleme gezisi düzenleyen Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy, Kahramanmaraş'ta turizmin gelişimi için ortaya çıkarılan mozaiklerin büyük önem taşıdığını vurgulayarak, "Efes ve Zeugma'dakilere benzer yamaç evlerinin Kahramanmaraş'ta bulunması çok etkileyici. Kahramanmaraş mozaikleri iyi değerlendirmeli" dedi. Kahramanmaraş'ın bürokratlarına ve işadamlarına şehrin tarihi ve doğa zenginliğine sahip çıkmaları çağrısında bulunarak, "Kahramanmaraş doğa ve tarihi değerleriyle büyük bir hazineye sahip ama bu hazinenin tanıtımını yapmamakta ısrarlı. Kahramanmaraş'ın eski yerleşim yerlerindeki otantiklik ve orijinallik korunmalı.
Maraş'ın saklı kalmış zenginlikleri mozaiklerle de bitmiyor. Kahramanmaraş'taki Gavur Gölü bölgesi, mamut fosili konusunda dünyada önemli bir yere sahip. Kahramanmaraş Müzesi'nde prehistorik çağa ait iki mamut fosili bulunuyor. Müze bakım ve onarım çalışması nedeniyle müze kapalı. Yenileme çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte müzedeki mamut kemiklerinin birleştirilerek sergileneceği söyleniyor.
Öte yandan dört farklı birimden oluşan Eshab'ı Kehf (Mağara Arkadaşlığı) Külliyesi, Maraş'ın en önemli tarihi eserleri arasında. Kutsal mağarayı da içine alan külliye, Afşin'in 6 km kuzeybatısında küçük bir dağ üzerinde yer alıyor. Eshab-ı Kehf Mağarası, Yedi Uyurlar olarak farklı dinlerde benimsenen, kutsallık atfedilen yedi inanmış gencin uyudukları yer olarak biliniyor. Afşin'deki Eshab-ı Kehf'in yanısıra 33 ülkede ve Anadolu'da Yedi Uyurlar'ın uyuduklarına inanılan başka yerler de var.
Sabah, Haber: Nilüfer Şensöz, 09.06.2009
|
SOKRATES ADALET KURBANI DEĞİLMİŞ
Antik
Yunan’da yaşayan Atinalı filozof Sokrates’in
şimdiye kadar zannedildiği gibi hatalı yargılamaya
kurban giden masum bir kişi olmadığı, zamanının
yasalarına göre hak ettiği cezaya çarptırılan bir
suçlu olduğu ileri sürüldü.
Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Paul Cartledge
yaptığı tarih araştırmaları sonucunda, zamanının
yasalarını çiğneyerek suç işleyen Sokrates’in adil
bir şekilde yargılandığı ve yasanın öngördüğü ölüm
cezasına çarptırıldığını belirtti.
Tarihçiler yüzyıllardır Sokrates’in yok yere
suçlandığını ve adli bir hataya kurban gittiğine
inanıyorlardı. Sokrates MÖ 399’da yargılandığı
davada, dinsizlik ve gençleri kötü yola sevk
etmekten suçlu bulunmuş ve baldıranotu zehri içmeye
mahkum edilmişti. Prof. Cartledge, “Sokrates’e
yöneltilen suçlar bize saçma gelebilir ama antik
Yunan’da bunlar toplumsal düzen için gerekliydi”
dedi.
Milliyet, 09.06.2009
|
|
TURİSTLER MÜZEDE KİLİTLİ KALDI
Bursa'nın İznik İlçesi'ndeki tarihi Ayasofya
Müzesi'nde görevli olan İsa Uyar, ziyarete gelen 30
kişilik Alman turist kafilesinden, ‘Mezar odası’
diye bilinen bölümü gezen 2 kişiyi müzede unutup,
kapıyı kilitleyerek yemeğe gitti. Mezar odasından
çıkınca diğer arkadaşlarını göremeyen, kapının
kilitli olduğunu anlayınca da paniğe kapılan 2
turist, görevlinin 1 saat sonra yemekten dönmesiyle
mahsur kalmaktan kurtuldu. Olayda ihmali bulunan İsa
Uyar ise Belediye yetkileri tarafından bu görevden
alınıp Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nde
görevlendirildi.
Hıristiyanlar için çok
önemli olan 1'inci ve 7'nci konsüle ev sahipliği
yapan İznik İlçesi'ndeki Ayasofya Müzesi'ne önceki
gün gelen 30 kişilik Alman turist kafilesi, müze
hakkında bilgiler aldı. Yaklaşık bir saat müzede
kalan turist kafilesi, ‘Mezar odası’ diye bilinen
bölümü gezen iki arkadaşlarını fark etmeyip müzeden
çıktı. Otobüslerine binen kafiledekiler İznik'ten
ayrıldı.
Müzede görevli olan İsa
Uyar ise kafilenin ayrılmasıyla herkesin gittiğini
düşünerek müzenin kapısını kilitleyip, öğle yemeği
için yakında bulunan evine gitti. Mezar odasından
çıkınca arkadaşlarını göremeyen, kapının kilitli
olduğunu anlayınca paniğe kapılan ikisi de erkek 2
Alman turist, pencereye çıkarak çevreden yardım
istedi. Bu sırada ilçeden ayrılan kafile iki
arkadaşının otobüste olmadığını anlayınca dönüp
müzeye geldi. Müzede mahsur kalan turistler, bir
saat sonra yemekten dönen İsa Uyar tarafından
müzeden çıkarıldı.
Uyar bu görevinden alınıp
belediyeye bağlı Park ve Bahçeler Müdürlüğü'ne
sürgün edildi. Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz,
“Maalesef bu olayı yaşadık. Üzüldüm. Görevli
arkadaşımızı bir başka birimde görevlendirdim."
dedi.
Turizm habercisi, 09.06.2009
|
 |
GÖZLÜKULE'DE KAZI ÇALIŞMALARI
Binlerce yıllık tarihe geçmişe sahip Gözlükule höyüğünde kazı çalışmaları yeniden başladı. 2007 yılında başlayan kazı çalışmalarının üçüncü bölümü yaz aylarında gerçekleştirilecek.
Kazı çalışmalarına Boğaziçi Üniversitesiyle birlikte, Amerika’dan ve Avrupa’dan gelen arkeologlar ve bilim adamları da katılıyor.
1940 yıllarda Gözlükule’de yapılan ilk arkeolojik kazılarda görev yapan Machteld Mellink adlı Hollandalı Profesörün destek verdiği kazı çalışmalarında bu yıl Abbasi dönemine ait kalıntılara ulaşılması planlanıyor.
Höyük, iki ayrı tepeden oluşmakta ve toplam 300 m. uzunlukta. Bünyesinde İlk Tunç evrelerinden Osmanlı dönemine kadar kesintisiz bir yerleşimi ortaya koymakta.
"Boğaziçi Bilimsel Araştırma Projesi" kapsamında başlatılan kazı çalışmaları Temmuz ayında sona erecek.
Tarsus Haber, 08.06.2009
|
UÇHİSAR KALESİ BAKIMA
ALINIYOR
Nevşehir'in Uçhisar
beldesinde bulunan tarihi Uçhisar Kalesi'nde bakım
ve onarım çalışması yapılacağı bildirildi.
Uçhisar Belediye Başkanı
Osman Süslü, 200 metre yüksekliğindeki Uçhisar
Kalesi'nin her yıl on binlerce yerli ve yabancı
turist tarafından ziyaret edildiğini söyledi.
Bölgede, Roma döneminden
günümüze kadar ayakta kalabilmiş ender yapılardan
biri olan Uçhisar Kalesi'nin zirvesinden tüm
Kapadokya'yı seyretmenin mümkün olduğunu belirten
Süslü, daha önce ışıklandırılması yapılan kaleyle
ilgili yeni düzenlemelerin gündemde olduğunu
açıkladı.
Süslü, "Uçhisar Kalesi
bölge turizmi açısından önemli bir yere sahip. Çok
sayıda ziyaretçi girişi olan Uçhisar Kalesi'nin
özellikle bu yıl fazla yağış olması sebebiyle yolu
ve bazı yerleri tahrip oldu. Bu kapsamda kale ve
çevresinde kurulun da onayıyla bakım çalışmalarını
başlattık. İlk olarak kaleye ulaşımı sağlayan yolun
istinat duvarı yenileniyor. Ayrıca kale yoluna taş
döşenecek. Yakın zamanda da kale içinde de
ziyaretçilerin can güvenliğini tam anlamıyla
sağlamak için bazı bakım çalışmaları yapacağız.
Çalışmalar tamamlandığında inanıyorum ki kaleyi
ziyaret eden yerli ve yabancı turist sayısında artış
olacaktır" dedi.
Nevşehir Kent Haber,
08.06.2009
|
|
TARİHİ ESERİ KORUMA İSTEĞİ PAHALIYA MAL OLDU

Bursa'da
çocuk kütüphanesi olarak kullanılan Osmanlı'nın ilk
anıt eserlerinden Lala Şahin Paşa Medresesi'ne
mutfak ve tuvalet yapma kararı mahkemelik oldu.
Tarihi bina içerisine ıslak zeminli tuvalet ve
mutfak yapılmasını öngören proje değişikliğinin
iptali için Bursa 2'nci İdare Mahkemesi'ne
dava açan gönüllü tarihi çevre koruma müfettişi
Ali Turan, kendisinden bin 700 TL
bilirkişi parası istenmesi üzerine şoke oldu. Kararı
şaşkınlıkla karşılayan Turan, "Ecdad yadigarı tarihi
esere tuvalet ve mutfak yapılıyor. Bu hatadan
dönülmeli." dedi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait
tarihi binadaki restorasyonun proje çalışmaları 2
yıl önce başladı. Çalışmalar sürerken yerel
mahkemenin verdiği karar halen
Danıştay'da.
Konuyu yargıya taşıyan Bursa Eski Eserleri Sevenler
Kurumu Üyesi, Bursa Yerel Gündem 21 Tarihi Kültürel
Miras ve Çevre Grubu Üyesi ve Gönüllü Çevre
Müfettişi Ali Turan, borç aldığı
120 TL ile projenin durdurulması istemiyle
Bursa 2. İdare Mahkemesi'ne dava açtı.
Mahkeme olay yerinde keşif yapılmasını, bunun için
de Ali Turan'ın bin 700 TL ödemesine karar verdi.
İdare Mahkemesi'nin davayı reddetmesiyle beraber
mahkeme masrafları da 2 bin 150 TL'yi buldu.
Turan, tuvalet ve mutfağın tarihi binada rutubete
yol açabileceğini ifade ederek, açtığı dava ile
ilgili şunları söyledi: "Tophane Çocuk Kütüphanesi
olarak kullanılan binanın bahçesinde zaten
öğrencilerin ve görevlilerin ihtiyacını karşılamak
için tuvalet bulunuyor. Bunun yanında Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'nün talebiyle tarihi binanın çevresindeki
parsellerin kamulaştırılması tamamlandı, oraya da
tuvalet ve mutfak yapılabilir. Daha önce bu medrese
binasının orijinalliğinin bozulmaması, orijinal olan
yer tuğlalarının rutubetlenerek binanın ve zeminin
zarar görmemesi için bu hatalı uygulamaya karşı
çıkıyorum. Ancak idarenin uygulamasını
değerlendirecek olan mahkeme, şehrin merkezindeki bu
yeri görmek için bin 700 TL keşif bedeli istiyor.
Ben kamunun tarihi eserini korumak için mücadele
ediyorum. Bina bana ait değil, dava benim şahsi
davam değil, bina Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün
mülkündedir. Mahkeme, ben şikayet dilekçesi verdiğim
için böyle büyük bir parayı benden talep ediyor. Ben
emekli maaşı ile ancak ailemin maişetini
karşılıyorum. Çok mücadele ederken ailemin rızkını
da harcamak zorunda kalıyorum, daha ne yapayım?
Konuyu valiliğe de bildirdim. Tarihi Yeşil Bursa
aşığı, sorumluluk bilincine sahip bir vatandaş
olarak herkesi, kurum ve kuruluşları tarihi eserlere
sahip çıkmaya çağırıyorum."
Lala Şahin Paşa Medresesi
Lala Şahin Paşa Medresesi, kale içinde Kavaklı
Caddesi üzerinde bulunuyor. Orhan Gazi ve Sultan I.
Murad'ın kumandanı, Rumeli beylerbeyi Lala Şahin
Paşa tarafından 1339 yılında yaptırılan medresenin
savaş ganimetleri ile yapıldığı belirtiliyor. Köfeki
taşı ve tuğladan inşa edilen medrese, kuzey-güney
doğrultusunda tonozlu bir eyvan ile bunun önünde
üzeri kubbeli bir kare mekan, iki yanında da sekiz
adet tonozlu birbirlerine simetrik odalardan
oluşuyor. Medresenin mermer söveli girişinden sonra
zeminden 0,60 m yüksekliğinde tonozlu bir bölüme
geçiliyor. 1515, 1787, 1818, 1844 ve 1968 yıllarında
onarım geçiren medrese, günümüzde çocuk kütüphanesi
olarak kullanılıyor.
Zaman, 08.06.2009
|
İSLAM MEDENİYETİNİN HAZİNESİ YILDIZ'DA

70 bin cilt kitap, 10 bin kitap dışı malzeme
(makale, rapor, broşür), bin 150 mikrofilm ve
mikrofiş, bin 500 atlas, harita ve plan, bin 570
süreli yayın, binlerce fotoğraf, 140 dilde eser...
Bu rakamlar silsilesi uzayıp gidiyor.
Emsallerine daha çok Avrupa'da rastlayacağınız
ferahfeza bir mekan. Tavanındaki kalem işleri,
aydınlık pencereleri, okaliptüs ağacından yapılmış
yıldız motifli kitaplıkları, boylu boyunca
raflarıyla kitaptan bir rüyayı andırıyor burası.
'Ben artık eskisi gibi değilim' diyen bu tarihi
yapıda barut kokusu yerini, insanı içine çeken kitap
kokusuna devretmiş. Depolarda saklı bir düşten
uyanan kitaplar, kendilerine mahsus bir dünya
kurmuş, okurlarını bekliyor. Kitap tutkunlarının ve
araştırmacıların merakını depreştiren bu mekan
İslam, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi'ne (IRCICA)
kütüphane olarak tahsis edilen Yıldız Sarayı
Silahhane Binası. 1980 yılında kurulan merkezin
yıllar içinde çoğalan, sonunda da taşan kitapları
Çit Kasrı'na sığmayınca 2007'de Başbakanlık'ın
desteğiyle Silahhane binasına yerleşme kararı çıktı.
Geçtiğimiz haftalarda açılan kütüphane Türkiye'de bu
alanda pek çok 'ilk'e sahip.
İstanbul'a yeni bir kütüphane kazandırdıklarını
söyleyen IRCICA Genel Direktörü Dr. Halit Eren,
"Silahhane sanki kütüphane olması için yapılmış bir
bina. Büyüyen kütüphanemizde iki yenilik var.
'Sayısal kütüphane' olarak adlandırdığımız sistemle
kitapları elektronik ortama aktarıyoruz. Diğer bir
yenilik ise radyo frekanslı kimlik yöntemi. Kitapla
ilgili tüm bilgiler bir çiple esere yerleştiriliyor.
Kumanda gibi bir aletle rafları dolaşıyoruz. Alet
eksik kitabın notunu alıyor ve onun yerini bir
dedektör misali gösteriyor. Kitapların sayımı ve
okurlar için kolaylık sağlayan bu sistem dünyada çok
yeni, Türkiye'de ise sadece IRCICA'da var. Bu
yenilikler ve yeni kütüphanemiz, okuyucuların ve
araştırmacıların şevkini artıracak." diyor.
IRCICA'nın kütüphanesinde kültür, tarih, edebiyat
ve entelektüel tarih konularında zengin bir
koleksiyon yer alıyor. Yurtiçi ve dışından Zeki Ali,
Oktay Aslanapa, Vedat Eldem, Haydar Bammate,
Necmettin Bammate, Ahmet Ateş, N. Nurettin Ege, ve
Nuri Arlases gibi sahalarında isim yapmış kişilerin
koleksiyonlarının da kütüphaneye bağışlanmasıyla
oldukça geniş ve seçkin bir koleksiyon oluşturulmuş.
Kitaplar, yakın bir zamana kadar konser, kokteyl ve
resepsiyon gibi faaliyetler için kullanılan
Silahhane'de gölgelerden çıkıp aydınlığa kavuşmuş. 5
km'ye ulaşan raflar adeta bir mağaza vitrini gibi
parlıyor. İki katlı kütüphanenin ortasına kurulmuş
okuma masalarının, birkaç insan boyundaki rafların
aralarında dolaşmak insana farklı bir huzur veriyor.
75 ülkeden 582 kişi ve kurumla yayın değiştiren
IRCICA Kütüphanesi; aralarında Kur'an-ı Kerim'in ilk
Latince tercümeleri, İbrahim Müteferrika baskıları
ve Batı dillerinde yazılmış nadir eserler olmak
üzere binlerce kitap ve eseri dünya ile paylaşıyor.
İslam medeniyetini, dünya toplumlarının dil ve
kültür coğrafyasını belgeleyen 130 farklı dilde 400
binden fazla tarih, coğrafya, bilim, sanat, din,
edebiyat, felsefe konulu kitaba dokunmak, koklamak
ayrı bir heyecan uyandırıyor. Yolunuzu bir zamanlar
II. Abdülhamid'in dillere destan Yıldız
Kütüphanesi'ni de içinde barındıran saraya
düşürürseniz bu 'kitap kokulu rüya' sizi muhtemelen,
IRCICA Kütüphanesi'nin müdavimleri arasına
ekleyecektir. Kütüphane pazar hariç her gün
09.00-18.00 arasında ziyaret edilebilir.
Zaman, Haber: Musa İğrek, 08.06.2009
|
İSHAK PAŞA'YA ARTIK KAR YAĞMAYACAK

Geleneksel Selçuklu mimarisinin en görkemli
eserlerinden biri olan İshak Paşa Sarayı, 7 bin
metre çapında temperli camla kaplanıyor. Sarayı
kışın kardan yazın da güneşten koruyacak olan örtü,
ekimde tamamlanacak.
Türk turizminin gözde yapılarından tarihi İshak
Paşa Sarayı'na bir daha kar yağmayacak.
Doğubayazıt'ın 8 km uzağında, sarp kayalıklar
üzerinde bir kartal yuvasını andıran 116 odalı
sarayın üzeri eylül ayında 7 bin metre çapında cam
bir örtü ile kaplanacak. 2010'un sonunda
tamamlanması beklenen proje, inşaatı üstlenen
firmanın gayretleriyle üç ay sonra bitirilecek.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kontrol Amiri Prof.Dr.
Ahmet Selbesoğlu'nun verdiği bilgiye göre sarayın
üstünü örtecek temperli cam, kışın ısısını artırarak
karları eritecek. Yazın da yapıyı güneşin
zararlarından koruyacak.
İshak Paşa Sarayı Şantiye Şefi Adnan Vural, şu an
sarayın çatısını örtecek kırılmaz camı yerleştirme
aşamasına geldiklerini ifade etti. Eylül ayından
sonra sarayı ziyarete gelenlerin içeriden gökyüzünü
göreceği sözünü veren Vural, "Eski resmi aklımıza
getirdiğimizde siyah bakır çatının yerini kullanışlı
modern bir cam alacak." diye konuştu. Temperli camın
arasında özel bir film kullandıklarını, bunun ısıyı
az, ışığı çok geçirme özelliğine sahip olduğunu
ifade eden şantiye şefi, bu şekilde sarayda muhtemel
sera etkisinin önüne geçileceğini kaydetti. Kar,
yağmur, dolu ve fırtına gibi meteorolojik olaylardan
etkilenmeyecek olan sarayda yenileme çalışmalarının
devam edeceğini bildiren Ağrı Kültür ve Turizm
Müdürü Muhsin Bulut da düzenleyecekleri sergi ve
konferanslarla sarayın yeni yüzünü ziyaretçilere
tanıtacaklarını söyledi. Saray, Ortadoğu Teknik
Üniversitesi (ODTÜ) öğretim üyelerinin de aralarında
bulunduğu 20 kişilik bilim kurulunun raporuna göre
ilk defa usulüne uygun restore ediliyor. İnşaatı
üstlenen Zeydamlı Turizm, daha önce Van Akdamar
Kilisesi, Mardin Deyru'z Zaferan Manastırı, Niğde,
Amasya, Şanlıurfa kaleleri, Malatya Beşkonaklar ve
Kırşehir'de 9 tarihi köprüyü restore etmesiyle
tanınıyor.
Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 08.06.2009
|
AİZANOİ TABELASINI ATLAMAYIN
İsa’dan önce 3
bin. Ege’nin bahçeleri.
Erato,
Penkalas ırmağının yukarı
kesiminde, tanrıça Meter Steunene’nin
kutsal mağarası civarında yaşayan
Friglerin
su perisiymiş. Dokunduğunu suya, inciye çeviren,
parmakları ipekten bir halk kahramanıymış. Bu su
perisi Erato ile efsanevi kral
Arkas’ın birleşmesinden Azan
dünyaya gelmiş. Azan’ın çocukları,
Aizanitisler, Aizanoi antik
kentinin ilk kurucuları olmuş...
Denizli’den İstanbul’a dönüyorum. Yol üzerinde,
Kütahya’dan geçerken
“Aizanoi” yazan kahverengi tabela, ilgimi
çekiyor. Çavdarhisar
İlçesinde
kendimi birdenbire bir antik kentin, Aizanoi’nin
içinde buluveriyorum. Gittikçe daralan, asfalttan
şoseye dönüşen yola giriyorum. Biraz ilerleyince
kararmış olduğu halde görkeminden pek bir şey
yitirmemiş, belli belirsiz bir siluet halinde
sütunlu bir yapı gözüme ilişiyor. Yaklaştıkça yolun
sol tarafındaki bu yapının bir tapınak olduğunu
anlıyorum. Diğer tarafta dikilitaşa benzer yapılar,
antik tiyatronun taş iskemlelerini görüyorum.
Aizanoi antik kentinin kökenini araştırırken, su
perisi ile kralın öyküsüne inanmak durumunda
kalıyorum. Zeus Tapınağı’nın çevresinde yapılan
kazılarda MÖ 3000 yıllarına ait yerleşme tabakaları
çıkmış. Efes’le aynı yüzyılda kurulmuş, bir anlamda
Aizanoi ile Efes yaşıt kentler denilebilir. Ancak
kesin kentleşme bulgularına l. yüzyılın sonlarına
doğru rastlanıyor. Roma İmparatorluğu döneminde
tahıl, şarap ve yün üretimi sayesinde zenginleşmiş.
Erken Bizans döneminde (MS 395) Piskoposluk merkezi
iken 7. yüzyıldan itibaren önemini yitirmiş.
Selçuklu döneminde Çavdar Tatarları tarafından üs
olarak kullanılmış (13. yy), bu yüzden Çavdarhisar
adını almış.
Dünyanın ilk borsası
Gökyüzüne doğru uzanan, yüksek taşın üzerinde, Roma
dilinden olmayan, fakat pek Yunanca’ya da
benzetemediğim bir dil ve harflerle yukarıdan aşağı
doğru yazılar iniyor. Öğreniyorum ki, günümüzden
yaklaşık 1750 yıl önce inşa edilen Aizanoi binasında
borsa işlemleri yapılmış. Gördüğüm, Roma İmparatoru
Dioeletianus’un enflasyonla mücadele amacıyla
hazırladığı mal satış bedellerinin taş bloklar
üzerindeki duyurusuymuş. İşte birkaç örnek: Tahıl,
kuru madde ölçeği 17.51 litre. 100 dinar/Arpa, kuru
madde ölçeği 17.51 litre. 60 dinar/Piesum şarabı,
Roma ölçüsü 0.347 litre, 30 dinar/En iyi kalite bal,
Roma ölçüsü 0.347 litre, 40 dinar/Tavuk, 1 çifti 60
dinar/Kuru peynir, 1 çifti, 12 dinar/Bir işçinin
yövmiyesi, azığıyla birlikte (günlük) 25 dinar/Kadın
ve erkek köle, 16 yaşından büyük, 30.000 dinar.
Onlarca tarihi filme ev sahipliği yapabilecek zengin
dekoruyla Zeus tapınağı, yapılışının üzerinden geçen
binlerce yıla karşın dimdik ayakta duruyor. Göze
çarpacak kadar yüksekçe bir tepenin üzerine
konumlandırılmış. Yüksek dikey işlemeli, kabartmalı,
yontma süslemeli, ak sütunları, üst bölümlerine
doğru griye çalıyor, kararıyor. Bir bölümü yıkılmış,
yan yatmış. Yanıbaşında mezar başları özenle inceden
inceye tasarlanmış gömütler, lahitler dünya durdukça
daima kalacakmışçasına yan yana dizilmiş. Gerçekten
görülmeye, hissetmeye, değer. Tapınağın eteklerine
gömülü yaşanmışlık, hayatı ve ölümü yeniden
düşündürüyor.
Çevresine belli aralıklarla sütunlar diktirilmiş
antik çağ caddesinde yürümek, egzotik tatlar
bırakıyor. Hemen ileride büyükçe bir ceylan
kabartması görüyorum. Bu da neyin nesi? Aizanoi,
Frigya’ya bağlı bir şehir ve Frig kralının arması
ceylan motifi, belirgince caddenin ortasına
işlenmiş. Binlerce yıl önce yapılan böyle bir
kabartmanın bugüne kalışı gerçekten çok şaşırtıcı.
Sütunlu cadde, tapınaktan, şehrin ana köprüsünden
geçerek şehir dışındaki Meter Steunene Kutsal
Alanı’na giden törensel yolun bir parçasıymış.
Hala kullanılan antik köprüler
Antik dönemde iki yakayı birbirine bağlayan dört
köprüden ikisi bugün bile geçişe hizmet ediyor.
Üzerinden geçtiğim köprü meğer 2 bin yıllıkmış! Yaya
geçidi amaçlı kullanılan alçak ahşap köprü ile
kemerli köprü yıkılmış, beş kemerli taş köprü
günümüze dek korunagelmiş. Şehrin ana köprüsü olan
bir diğer beş kemerli köprü ise şimdi de şehrin
bütün trafik yükünü taşıyor. Arkeologlar köprü
korkuluğunun bir kaidesi üzerindeki yazıttan açılış
merasiminin MS 157 yılının Eylül ayında yapıldığını
öngörüyor. Köprünün önünde sergilenen yazıt ve
kabartmalı iki korkuluk taşında köprüyü bağışlayan
M. Apuleius Eurykles’in deniz yolculuğu (İmparator
Hadrian tarafından kurulan Panhellenion denilen
Hellen Birliği’nde, MS 153-157 yılları arasında
Aizanoi’yi Atina’da temsil etti) tasvir ediliyor.
Antik tiyatronun taş basamaklarının bir bölümü
yerlerinden oynasa da önemli kısmı ayakta. Akustiği
iyi, birkaç şarkı denemesi, karşıdan pürüzsüz
biçimde duyulabildiğini doğruluyor. Stadyum ve
tiyatronun ayrı ayrı sosyal organizasyon alanı
olarak özgülenmesi dikkat çekici. Aizanoi’deki
stadyum-tiyatro kombinasyonunun dünyada benzeri yok.
20 bin kişilik tiyatro ve 13.500 kişilik stadyum,
nüfusunun yaklaşık 100-120 bin olduğu tahmin edilen
Aizanoi Antik Kenti’nin dönemin önemli yerleşim
yerlerinden biri olduğunun göstergesi. Stadyumun
tiyatroya bakan cephesi mermer kaplı bir duvarla
sınırlı. Bu aynı zamanda tiyatro sahnesinin de arka
tarafının kaplaması oluyor. Mermer parçaları
stadyumun kuzeyinde rahatça görülebiliyor. Bu cephe
duvarının alçak kaidesi Dor denilen bir düzenle
dekore edilmiş. Pencereli ilk kat üzerinde büyük
kemer açıklıklı yüksek Attika katı geliyor.
Umulmadık bir şekilde karşımıza çıkıveren
Aizanoi’den ayrılırken, ölümlü insanları
sonsuzlaştıran ölümsüz eserlerin üzerimizde
bıraktığı görsel zevkle, yaşanmışlığın dayanılmaz
güzelliği ruhumuzda kalıcı izler bırakarak arkada
kalıyor...
Radikal İki, Yazı:
Faruk
Turinay / Bilgi Üni., 07.06.2009
|
MÜZE VE ÖREN YERLERİ 'TATLIYA' BAĞLANDI
Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın müze ve ören yerlerindeki satış
noktalarının özelleştirilmesiyle ilgili yaptığı
açıklamalar tam anlamıyla “dağ fare doğurdu”
dedirtecek. Yüzlerce metin yazarını bünyesinde
barındıran ülkenin en önemli bakanlıklarından
biriyle, binlerce öğretim üyesi bulunan eğitim
kurumlarına sahip Bilkent Holding’in bulduğu slogan,
“Müzelerde tatlı yiyelim, tatlı konuşalım”
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ülke genelindeki 56
müze ve ören yerinin satış noktalarını
özelleştirmesiyle ilgili gelişmeleri yakından takip
edenler bir süredir konuyla ilgili ayrıntıları
fazlasıyla merak eder olmuştu.
Geçtiğimiz ay sonuçlanan ihaleyi Bilkent Holding
bünyesinde faaliyet gösteren Bilintur kazanmıştı.
Ancak hem bakanlık yetkilileriyle hem de Bilintur
yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde uygulamanın
içeriğine dair kamuoyunda merak edilen ayrıntıları
öğrenememiştik. Bu konudaki haberlerimizde
yansıttığımız gibi, hem bakanlık hem de Bilintur
yetkilileri ilerleyen zamanda bir açıklama
yapacaklarını duyurmuşlardı…
Nihayet beklenen açıklama geldi. Ancak ayrıntılarına
geçmeden önce bu açıklamanın kamuoyunda oluşan
beklentiyi karşılamadığını belirtmek gerekiyor. Zira
önceki gün Türk İslam Eserleri Müzesinde bir araya
gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve
Bilintur’un proje sorumlusu Orhan Hallik’in konuyla
ilgili yaptığı açıklamalar “Müzelerde tatlı yiyelim,
tatlı tatlı konuşalım, Bir müzenin kırk yıl hatırı
var” gibi derinlikten uzak ve bir o kadar görüntüyü
kurtarmak amaçlı gibi görünen sloganlardan öteye
geçmedi.
Toplantıda Bilintur adına söz alan Bilkent
Üniversitesi Rektör Yardımcısı Abdullah Atalar,
Bilintur’un yüzde 100 üniversiteye ait olduğunu ve
amacının üniversiteye kaynak sağlamak olduğunu
söyleyerek bir anlamda işin ekonomik kısmına ilişkin
bir çerçeve çizse de çok kırılgan bir alana ilişkin
yapılan sunum ve değerlendirmeler kafalardaki
soruları çözmek şöyle dursun yeni soru işaretleri
oluşturdu.
Müze ve ören yerlerindeki hediyelik eşya
mağazalarının sorumluluğunu alan Bilintur yöneticisi
Orhan Hallik de 55 mağaza açılacağını dile
getirirken, mağazaların tamamının 2010 yılı sonuna
kadar bitirilmesini hedeflediklerini söyledi.
Hallik, kamuoyunda oluşan “Çin malları istilası”
endişesine karşı bu ürünlerden uzak duracaklarını
vurguladı. Ve tabii Türk kahvesi ve lokumunu da en
iyi şartlarda sunacaklarını söylemeyi ihmal etmedi.
Projenin tanıtımı için yapılan toplantıdan
yansıyanlar, “dağ fare doğurdu” şeklinde
özetlenebilecek ayrıntılar içeriyor. Bir ilköğretim
öğrencisinin bile daha pırıltılı, zekice sloganlar
ve projeler geliştirebileceğini iddia etmek hiç de
zor değil. Hele de Bilkent Üniversitesi gibi dünya
çapında bir eğitim kurumu olma iddiası taşıyan
kurumun bağlı olduğu bir holdingten geliyorsa bu
açıklamalar, durum daha da vahim hale geliyor.
Ülkenin milyarlarca dolarlık devasa bir ekonomiye
hükmeden holdingiyle, kültür ve turizmini emanet
ettiği bakanlığın bulduğu sloganlar işte bunlar…
Gülelim mi, ağlayalım mı?
Neyse biz yine işin özüne dönelim. Müze ve ören
yerlerine ilave edilecek olan yeni yapıların tarihi
dokuyla uyumu, ören yerlerinde satılacak ürünlerin
niteliği ve yayıncılık alanındaki yetkinin çerçevesi
gibi konular yeterince tartışılmış değil. Özellikle
ören yerlerindeki arkeolojik değerlerin yeni
yapılacak olan ve daha çok kar amacına yönelik
olarak tasarlanan yapılardan nasıl etkileneceğine
dair ayrıntıları bilmiyoruz.
Bakan Günay, bu konuya ilişkin yaptığı konuşmasında,
geçen yıl Türkiye’deki turizm gelişmesine değinerek
dünyada 8’inci olduğumuzu dile getirdi. Günay,
İstanbul’un en fazla ziyaretçi çeken şehirler
arasında Avrupa'nın üçüncüsü olduğunu belirterek
“Türkiye'nin dünyada saygınlığı giderek artan bir
çizgiye kavuşmasını istiyoruz. Türkiye’nin akılda
kalan bir ülke olmasını istiyoruz. Belli bir kültür
ve gelir durumundaki insanlar için Türkiye'ye
gelmemek eksiklik olsun istiyoruz” şeklinde
özetlenebilecek konuşmasını pembe tablolar çizerek
sürdürdü.
Bakan Günay’ın konuşmasının müze ve ören yerleriyle
ilgili bölümüne geçmeden önce bu özelleştirme
projesinin ta başından beri vurgu yapılan lokum,
kahve ve fındığa bunca değinilirken örneğin
Türkiye’nin sosyo-kültürel ve inanç yapısında derin
izleri olan ve her yıl milyonlarca yurttaşın ziyaret
ettiği Hacıbektaş Müzesi, Mevlana Müzesi ve Galata
Mevlevihanesi gibi önemli merkezler üzerinde oluşan
hasasiyete ilişkin hiçbir ayrıntıya yer verilmemesi
bu projenin en zayıf ayaklarından birini
oluşturuyor. İnanç gibi özenle korunması gereken bir
alanda yapılacak ticari uygulamaların toplumsal
alanda yaratacağı etkiyi iyi hesaplamak gerekiyor.
Ayrıca ziyaretçi sayısı açısından rantabl olmayan
ancak taşıdığı değerler açısından özenle korunması
gereken müze ve ören yerlerinin geleceğine dair
oluşan olumsuz izlenimi silecek bir uygulama ve bu
uygulamayı denetleyecek mekanizmanın nasıl olacağını
bekleyip göreceğiz. Ancak şimdiye kadar
gördüklerimiz pek umut vermiyor.
Müzelerimizi daha bakımlı, güvenli, dünya
standartlarına yakın hale getirmek istediklerini
belirten bakan Günay bu girişimin bir kültür hamlesi
olduğunu belirttiği konuşmasına dönecek olursak,
özetle, ciddi ziyaret alan müze ve ören yerlerinde
geleneksel Türk ürünleri, lokum, kahve, fındık, el
sanatları gibi ürünler bulunacağına değindi. Yapılan
ihaleyi Bilintur’un kazandığını vurgulayan Günay, bu
firmanın satış noktalarını işleteceğine değindiği
konuşmasında DÖSİMM’e bağlı 11 satış mağazasından
toplam 3 milyon 800 bin TL ciro elde edildiğini
belirterek, yeni süreçte bu rakamın 7-8 katı kar
garantisiyle yola çıktıklarının altını çizdi.
Bakan Günay, tek amaçlarının para kazanmak
olmadığının da altını çiziyor ancak, bir ülkenin,
dahası dünyada bir benzeri daha olmayan Anadolu’nun
binlerce yıllık mirasının vitrini diyebileceğimiz
kültür gibi çok geniş bir alanı, turizmin kenar süsü
haline sokan bu sürecin sonucunu net bir şekilde
görüyordur umarız.
Yoksa aganigi soslu, lokum ve kahve dekorlu,
şallı-tüllü Oryantalist algıya yönelik olduğu apaçık
ortada olan bu özelleştirme projesinin gelecek
kuşakların besleneceği ruh damarlarını kurutmasının
önüne hiç kimse geçemez!
Açık Gazete, Yazı: Yusuf Yavuz, 06.06.2009
******
MÜZE VE ÖREN YERLERİ YENİDEN DÜZENLENİYOR
Batı ülkelerinde dolaştığım müzelerden aldığım
hediyelik eşyayı saklarım.
Orada sergilenen
bir resmin kopyasını, el sanatlarından
örnekleri alırım.
Türkiye’deki özel müzelerde yapılmaya
başlanan bu hizmet artık devlet müzelerinde de verilecek.
5 Haziran 2009 günü
Türk ve İslám Eserleri Müzesi’nde Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın düzenlediği basın toplantısında, Bakanlık ile Bilintur (Bilkent Turizm İnşaat
Yatırım ve Ticaret A.Ş.) arasında yapılan
anlaşma açıklandı. Bu anlaşma
ile Türkiye’deki 55 müze ve ören
yerinde bakın neler yapılacak:
* * *
Müze ve ören
yerlerinde markalanmış çağdaş
ve geleneksel tasarımlar ile eser kopyaları satışa
sunulacak.
Müzede gördüğünüz, beğendiğiniz
bir şeyin replikasını evinize
götürebileceksiniz.
Geleneksel el sanatı üreticileri ve tasarımcılar için yeni
ve büyük bir pazar yaratılacak.
Bilintur A.Ş., 436 milyon
495 bin 793
TL’lik ciro hedeflemiş
ve bu meblağın 156 milyon
623 bin 330
TL’lik bölümünü garanti
ediyor.
Gittiğim yerde o
yerin, o
ülkenin yiyeceklerini de merak ederim,
tatmak isterim.
Bu düzenlemeden sonra satış ünitelerinde
Türk kahvesi, Türk lokumu yeni paketiyle satılacak.
Müze ve ören yerlerinde böylece
yerli ve yabancı ziyaretçiler
bizim geleneksel lezzetimizi tadacaklar, alabilecekler.
Beni büyük ölçüde ilgilendiren,
Yayıncılık ve Yayın Satışı
bölümündeki yenilikler:
Müze ve ören yerleri üzerine
Türkçe ve yabancı
dillerde kitaplar hazırlanacak.
Bizim en çok gereksinim duyduğumuz
çalışmalar bunlar. Farklı ebatlarda
ve içerikte hazırlanacak bu çalışmalar
turiste kılavuzluk edeceği
gibi konunun uzmanlarına da hizmet etmeli.
Gelen ziyaretçilere
satılacak bu kitaplar yurtdışındaki
temsilciliklerde ve önemli
kitap satış noktalarında da bulundurulmalı.
Hatta her ülkenin tanınmış bir yayınevi ile
birlikte ortak olarak da yayımlanmalı.
İnternet yayıncılığı da müze
ve örenler hakkında daha çok bilgi edinilmesini
sağlayacaktır.
* * *
Bu yenilenme ile
müzelerin, ören yerlerinin
çağdaş bir kişilik kazanacağını umuyorum
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 10.06.2009
|