Haberler logo Haziran '09 Arşivi

28 Haziran - 4 Temmuz 2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI YAPAN İKİ KİŞİ YAKALANDI

 

Denizli'de tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen 2 kişi gözaltına alındı.
Denizli İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Bozkurt İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla N.A. (28) ve H.G'nin (43) ev ve iş yerlerine baskın düzenledi.


Yapılan aramalarda, 1 sikke kataloğu, 1 elektroliz düzeneği, 16 kalıp, 1 tabanca, 1 havalı tüfek, 16 av tüfeği fişeği, 73 gümüş sikke, 5 altın sikke, 7 bilezik, 2 şamdan, 1 çanak, 5 gümüş takı, 4 süs eşyası, 2 yüzük, 1 bakır yüzük ve 1 bronz sikke ele geçirildi.


Tarihi eserlere el konulurken, N.A. ve H.G'nin çıkartıldığı mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı bildirildi.

Haber Ekspres, 04.07.2009

İSTANBUL NASIL KURTULUR: KORU, SEV VE ÇOK ÇALIŞ





UNESCO, İstanbul'un kültür mirasının korunmadığını belirterek kentin Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılmaması için yöneticilere bir yıl ek süre tanıdı Uzmanlar ise "İstanbul'un kurtulması zor" diyor ancak umutsuz değiller. Acil eylem planı, kurumların eşgüdümü ve çalışmanın önemine dikkat çekiliyor.

 

Birleşmiş Milletler, UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) Dünya Mirası Komitesi'nin, İstanbul'u Dünya Mirası Listesi'nden çıkarmamak için 1 yıl süre tanıması, "Bu sürede İstanbul nasıl kurtulur?" sorusunu akıllara getirdi. İspanya'daki toplantıda UNESCO Dünya Mirası Komitesi, Osmanlı döneminden kalma ahşap yapıların korunması, Sulukule, Sultanahmet'teki Four Seasons Oteli'ndeki ek inşaat, Haliç'teki metro köprüsü inşaatı ve İstanbul'un master planı uygulamalarına dikkat çekti ve bunların kentin kültür mirasını tehdit ettiği değerlendirmesinde bulundu. Şehir planlamacıları, "Eğer bilimsel özerkliği olan kurumlar atanır, hamle yapılabilirse bir şans var" derken, İstanbul'u en iyi tanıyan Topkapı Müzesi Müdürü ve Tarihçi Prof.Dr. İlber Ortaylı, "Ben şans görmüyorum" demekle yetindi. Uzmanların görüşleri şöyle:

Erhan Demirdizin (İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı): Bu 1 yıl içinde hükümetimizle, Kültür Bakanımızla, Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri ile bir adım atılırsa, hamle olur. Alan yönetimi ve koruma kurulu yönetimleriyle bilimsel özerkliği olan bir kurul oluşturulursa, siyasi etkiler azaltılırsa hamle yapabiliriz. Böylece İstanbul'u kurtarabiliriz. Zaten UNESCO da bir yıl içinde her şeyi yapmamızı beklemiyor. Dünya standartlarında bir başlangıç yapmamızı bekliyor. UNESCO'nun İstanbul için uzun bir listesi var. Örneğin Sulukule'de geri dönüş olur mu? Ben kaygılıyım.

Ahmet Turgut (Eski İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı): Bir kere benim kültürel mirasımı korumamı neden UNESCO söylesin ki? Bunu ben yapmalıyım. 1 yıl süre vererek, UNESCO iyi niyetli davranmıştır. UNESCO'yu etkileyen sivil toplum kuruluşları, sivil inisiyatif oldu. İstanbul mesela 2010 Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyor. İstanbul diğer başkentlerle, kültürde kıyas kabul etmeyecek kadar iddialı. Bu bir sinerji yarattı. İstanbul'u kurtarmak için kurulan ajans parayı çok iyi harcayarak gereğini yapmalı.

Pınar Özden (İstanbul Şehir Plancıları Odası 2'nci Başkanı): Uyarı almak bile onur kırıcı. UNESCO'nun görevlerini yerine getirememişiz. Uyarı almak, kendi değerlerimize sahip çıkamamış olmak utanç verici. 1 yıllık süre içinde ne kadar yol alabiliriz bilmiyorum. Çünkü yapılan uygulamalar başlıbaşına yanlış. Komite Zeyrek'i, Süleymaniye'yi gezdi. Yanlış işler yapıldığını gördü. Şu noktada İstanbul'u kurtarabilmek için en iyi şey zirveyi toplamak. Acil eylem planı hazırlamak. Doğru yola girmek.

Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü ve tarihçi Prof.Dr. İlber Ortaylı bu konuda umutsuz. Uzmanlığının yanı sıra tam bir İstanbul aşığı olan Profesör Ortaylı, "İstanbul'a 'Ne güzel bir şehir ama bir eksik var. Gökdelenler yok' diyen zihniyetle bu iş çözülemez. Bu nesil bunu yapamıyor. İstanbul'u kurtarabilmek için çok çalışmalıyız. Hem de çok. İstanbul için şans görmüyorum" diyor.

Sabah, Haber: Gül Kireklo, 04.07.2009

MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞMA YAPIYOR




Van'da dün akşam saatlerinde bir inşaat hafriyatının döküldüğü yerde ortaya çıkan çok sayıda kemik ve kafatası parçaları Emniyet Müdürlüğü ve Müze Müdürlüğü'nü harekete geçirdi.


Olay, dün akşam saatlerinde Cevdet Paşa Mahallesi Emniyet 4. Sokak'ta hak sahiplerinden aldığı ve üzerinde eski evlerin bulunduğu alanda konut yapmak isteyen bir inşaat firmasının 2 gün önce iş makineleriyle kazı yapması sonucu ortaya çıktı. Temelden çıkan ve kamyonlarla Şabaniye Mahallesi'nde bulunan mezarlık arkasında boş araziye dökülen hafriyat içinde demir parçaları arayan çocuklar, kafatası ve kemikleri bularak polise haber vermişlerdi. Kordon altında tutulan bölgede, Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğü ile Van Müze Müdiresi Fütuhat Başar'ın incelemesinin ardından polis sabaha kadar nöbet tuttu. Sabah saatlerinde Emniyet Müdürlüğü ekipleri ile Van Müze Müdiresi Fütuhat Başar, bu kez kazı yapılan alanda bulunan kemikler üzerinde yeni bir inceleme yaptılar. Daha detaylı incelemenin, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'nden gelecek olan antropologların yapacağı belirtildi.


Konu ile ilgili basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Van Emniyet Müdürü Şükrü Rafet Mert, Şabaniye Mahallesi'nde hafriyat esnasında eski bir mezarlık olduğu değerlendirilen bir yerin ortaya çıktığını ve savcılık ise olaya el koyduğunu söyledi. Mert, eski mezarlığın olduğunu değerlendirdikleri yerden şu ana kadar 6 kafatasının ve insanlara ait kemiklerin çıktığını ifade etti. Mert, "Bunlara da arkadaşlarımız incelemek üzere el koydu. Savcımızla birlikte hem müzeden bir yetkili, hem de bir antropolog orayı inceleyecek. Çıkan kemiklerde ölüm sebepleri ile ilgili her hangi bir iz ve emare şu ana kadar bize intikal etmedi. Bayağı eski bir kemik ve tabii ki deforme olmuş bunlar. Dolayısıyla bu sonuçlar bize ulaştığında ve tahkikat bittiğinde size geniş çaplı bir açıklamaya yapacağız. Buradaki vatandaşlarla görüştüğümüzde bölgenin eski bir mezarlık olduğunu söylediler" dedi.


Bir basın mensubunun, "Bazı kafatasları mermi ve darp izleri vardı, bu bir soykırıma ait bir mezarlık olabilir mi"? sorusuna ise Mert, "Şimdi bizim öyle bir şey söylememiz mümkün değil. Çünkü bizim kendi polislik anlayışımız içerisinde böyle bir şeyi değerlendirmedik ve görmedik" şeklinde konuştu.

Van Kent Haber, 03.07.2009




Gelibolu Yarım Adası Milli Parkı, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk Milletinin temelinin atıldığı ve Ecdadımızın canı pahasına mücadele vererek bizlere bıraktığı kutsal Topraklardır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk “ Çanakkale zaferini kazanarak, Vatanı ve Bayrağı uğruna şehit olan kahramanlarımızın, sizleri beklediği ve her Türk evladının mutlaka gelip görmesi gereken yegane yerdir bu topraklar “ diyerek tarif ettiği ve Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un “ Gökten Yıldızları indirsem yinede bir şey yapabildim diyemem hatırana “ söylemi ile yücelttiği kutsal bir Milli Parktır.

 

Son dönemlerde maalesef bu toprakların yeni nesillere Milli Şuurun verileceği bir Milli Park olma özelliğinden git gide uzaklaştırıldığını görmekteyiz.

 

07.07.2009 Tarihinde Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından, Ankara’da açılacak bir ihale ile 253 Bin şehidimizin yattığı Tarihi Milli Park, bir rant kapısı haline dönüştürülmek istenmektedir. Gezi Organizasyonu ve Milli Park girişi kimlere verilmek üzere hazırlandığını tahmin ettiğimiz, bir ihale ile siyasileştirilerek, Türk Milletinin bağları bu topraklardan koparılmak istenmektedir.

 

Son yıllarda başka hiçbir Milli Parkta uygulanmayan, gelen ziyaretçi otobüslerine 5000.-TL – 6000.-TL gibi yüksek rakamlarla ceza kesmeler, Siper ve Tabyaların üzerinde cay kahve üniteleri açılmasına izin vermeler, bu bölgenin yanlış zihniyetler tarafından yönetildiğinin somut göstergeleridir.

 

Mevcut İktidar, Savaş dönemi İngiliz Savaş Bakanı Churchill’in “Türkler Çanakkale Zaferini kazanarak, bizim bu topraklardaki hedeflerimizi en fazla 100 yıl geciktirebilirler.” Sözüne hizmet eden ve 2015 tarihinden önce Şehitler Diyarımızı Uluslar arası Park konumuna getirmeyi mi hedefliyor?

 

Türkiye Cumhuriyetinin ön sözünün yazıldığı Kutsal Toprakların, bir şirkete verilerek bir rant kapısı haline dönüştürülmesini şiddetle kınıyoruz.

 

Mevcut AKP iktidarında, Gelibolu Yarımadası Milli Şuurun verileceği bir Milli Park olmaktan çıkarılıp, tarikatların hurafelerle beslenip güçlendirildiği bir alan konumuna getirilmek istenmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak Genel Başkan Yardımcımız Sn. Oktay Vural’ın da Meclis kürsüsünden ifade ettiği gibi, Türk Milleti her türlü zorluğu aşacak ilham kaynağı olan bu topraklara sahip çıkmaya kararlıdır.

 

Bundan 3 yıl önce Gelibolu Tarihi Milli Park alanı Uluslar arası Park alanı olmak üzere Dış işleri Bakanlığınca yasa taslağı hazırlanmış, Meclisten geçirilmiş, fakat dönemin Cumhur Başkanı A. Necdet Sezer tarafından engellenmiştir. Bu gün aynı senaryolar tekrar gündeme getirilmeye çalışılmaktadır.

 

Özellikle biz Çanakkalelilere bu yönde tarihi bir görev düşmektedir. Ecdadımızın emanetine biz torunları olarak sahip çıkmazsak, gelecek nesiller bizden hesap soracaktır. Her Türk evladının üzerine vazife olduğu gibi özellikle Çanakkalelileri bu konuya duyarlı olmaya davet ediyoruz.

Burası Çanakkale, Yazı: İsmet Balkan Milliyetçi Hareket Partisi Çanakkale İl Başkanı, 03.07.2009

YIKIMA DİREKLİ ÖNLEM





Kilis'te sit alanı içerisinde yıkılması an meselesi olan tarihi evin duvarı ile karşı evin duvarı arasına konulan direkle çözüm bulanmaya çalışıldı.

 

Abdi Oymağı Mahallesi Ağalarağası Sokak'ta sit alanı içerisinde bulunan evin çatlayan duvarının yıkılmaması için vatandaşlar, duvar ile karşıdaki evin duvarı arasına uzun direkler koydu.

 

Abdi Oymağı Mahallesi Muhtarı Mehmet Şıkoğlu, her gün sokaktan onlarca insanın geçtiğini belirterek, "Burası her an yıkılabilir. Sit alanı içerisinde olduğu için kimse buraya karışamıyor. Yıllar önce Anıtlar ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tarihi bina olduğu için tescil edildi. Bu bina yıkılsa, ölen ya da yaralanan kişiler olsa bunun hesabını kim verecek. Her an yıkılma tehlikesi bulunan bu evin yıkılmasını istiyoruz.

 

Bu evin duvarlarının açılmaya başlaması üzerine Kilis Valiliği'ne, Kilis Belediyesi'ne, Adana Anıtlar ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'na müracaat ettim. Ama bir netice alamadım. Çocukları sokağa bırakamıyoruz. Kalıpçı tahtaları ile ben yaptırdım. Yoksa başımıza çökecek. Bu evi Kilis Belediyesi, Hazreti Zübeyr ile Hazreti Talha'nın türbesinin etrafını açmak için satın aldı. Sit alanı içerisinde olduğu için bir şey yapılamıyor. Yetkililerden yardım bekliyoruz" diye konuştu.

 

Mahalle sakinleri ise, Hazreti Zübeyr ile Hazreti Talha'nın türbesinin bulunduğu sokağa günde yüzlerce ziyaretçi geldiğini dile getirerek, "Bir an önce burasının yakılmasını istiyoruz. Büyük tehlike arz ediyor" dediler.

Kilis Kent Haber, 03.07.2009

KİBYRA, GELECEKTE AKDENİZ'İN EFES'İ OLACAK

 

Burdur'un Gölhisar İlçesi'nde bulunan 3 bin yıllık Kibyra Antik Kenti'ni gün yüzüne çıkarma çalışmaları bu sene de başladı. Üçüncü sezonuna giren Kibyra Antik Kenti kazı ve temizlik çalışmaları üniversite öğretim görevlileri ve öğrenciler tarafından yapılıyor. Yetkililer, kazılar sonucu şehrin ortaya çıkmasıyla birlikte bölgenin en cazip antik kenti haline geleceğini söylüyor.

Burdur'un Gölhisar İlçesi sınırlarında yer alan Kibyra Antik Kenti'nde 2006'dan beri stadyumda devam eden kazı çalışmalarına bu yıl ilk defa meclis binası da dahil edilecek. Çalışmaları çeşitli üniversitelerin arkeoloji bölümlerinde okuyan yaklaşık 30 öğrenci ve öğretim görevlileri yürütecek.

Kazının bilimsel heyetinde bulunan Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi (MAKÜ) öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, Kibyra'nın gelecekte Akdeniz'in Efes'i olacağını ifade etti. Kazılar sayesinde Kibyra Antik Kenti'nin toprak altında kalan stadyumunun büyük bir bölümünü ortaya çıkardıklarını kaydeden Özüdoğru şunları söyledi: "Bu antik kent çok büyük bir yer. Kazı çalışmaları bitirildiğinde birçok antik kentte görülmediği kadar sağlam çıkacak yapılar var. Burada bulunan meclis binası Anadolu'nun en büyüğü ve 4 bin kişilik. Şehrin tiyatrosu 8 bin, stadyumu ise 14 bin kişilik. Bu bilgilere ve antik dönem kaynaklarına göre Kibyra'nın en görkemli zamanında nüfusu 150 bin civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Biz bunu kamu binalarından, yapıların büyüklüğünden, alanın genişliğinden anlayabiliyoruz. Kibrya tam bir sanayi ve ticaret kenti."

Çıkan eserlere bakıldığında Kibyra Antik Kenti'nde at yetiştiriciliğinin önemli bir yer tuttuğunu kaydeden Özüdoğru, özellikle Roma İmparatorluğu döneminde şehrin en parlak dönemini yaşadığını dile getirdi. Kentin bütün Roma'nın, yargı merkezi olduğunu vurgulayan Özüdoğru, "Burası 25 şehrin başkenti. Roma döneminden önce de 4 büyük ilin başkentiymiş." ifadelerini kullandı. MAKÜ Arkeoloji bölümünün yeni açıldığını ve 2010 yılında öğrenci alacağını dile getiren Özüdoğru, bu bölümün öğrencilerinin Kibyra'da yetişeceğini ifade etti.
Zaman, 03.07.2009

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Düzce İl Jandarma Komutanlığı tarafından Kaynaşlı'da yapılan operasyonda tarihi eser ele geçirildi.


İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince 01 Temmuz.2009 günü Kaynaşlı İlçesi'nde yapılan operasyon sonucu 1 şahıs ile birlikte 4 adet heykel, 1 adet kılıç, 1 adet gümüş sikke, 17 adet madeni para ve 4 adet rulo şeklinde iç içe sarılmış vaziyette parşömen ve ferman ele geçirildi. Tarihi eserlerle birlikte yakalanan şahıs adli makamlara sevk edildi.

Düzce Damla, 03.07.2009

DA VINCI'DEN BİR ŞİFRE DAHA

 

Gelmiş geçmiş en gizemli sanatçılardan olan Leonardo da Vinci’nin adı bir gizeme daha karıştı.
Katolikler tarafından kutsal emanet olarak kabul edilen “Torino Kefeni”ni inceleyen sanat uzmanları, kumaş üzerinde bulunan surat görüntüsünün Leonardo Da Vinci’nin yüz ifadesine benzediğini belirtti. Ayrıca uzmanlar, bu izleri Da Vinci’nin kumaş parçasına kendisinin yaptığını öne sürdü.


Nesiller boyunca bu yapay dokunun, İsa’nın çarmıha gerilmesinin ardından sarıldığı kumaş olduğuna inanıldı. Ama yapılan karbon testleri, bu kumaş parçasının orta çağlara ait olduğunu ortaya çıkardı.


New York Görsel Sanatlar Okulu’nda grafik danışmanı olan Amerikalı Ressam Lillian Schwartz, 1980’lerde Leonardo’nun portresini Mona Lisa’ın yüzüyle eşleştirdiğinde, tüm dünyanın dikkatlerini üzerine çekmişti. Schwartz şimdi de, yaptığı bilgisayar taraması sonucu kefendeki yüzün Vinci’nin yüzüyle aynı ölçülere sahip olduğunu söylüyor. Kumaş üzerindeki yüzle Vinci’nin portresinin uyuştuğunu söyleyen Schwartz, sözlerine şöyle devam etti: “Leonardo’nun kullandığı oranları kefendeki yüzü oluştururken kullandığımdan hiç şüphem yok.” Bazı sanat uzmanları, bunu yapmış olan kişi ya da kişilerin insanları 20’nci yüzyıla kadar nasıl kandırabildiği konusunda şaşkınlar ve böyle bir sahtekarın, bunu sanat adına değil de ancak kendi egosunu tatmin etmek amacıyla yaptığını düşünüyorlar.


Virgina’daki Longwood Üniversitesi’nden Amerikalı Profesör Larissa Tracy, neden Da Vinci’den şüphelendiklerini ise programda şöyle açıklıyor:
“Da Vinci gerekli yeteneklere sahipti. Anatomi ve insan vücudunun fiziksel kas yapısı hakkında bilgisi vardı. Da Vinci, kefenin üzerindeki gibi bir görüntüyü oluşturabilecek kapasitedeydi. Eğer birisi eski fotoğraf teknikleriyle böyle bir şeyi yaptıysa, bu kesinlikle Da Vinci’den başkası olamaz.” Colarado’daki Torino Kefeni Merkezi’nden Profesör John Jackson ise tüm bu iddialara karşı çıkarak, kefenin İsa’nın çarmıha gerildiği zamandan kalma olduğuna inanıyor ve kefen hakkındaki en eski bilginin 14’üncü yüzyıl ortalarında yapılan ve şu anda Paris Cluny Müzesi’nde sergilenen bir madalyonda görülebileceğini ekliyor. Jackson sözlerine şöyle devam ediyor: “Madalyon, kefeni tutan rahipleri net bir şekilde gösteriyor ve Leonardo’nun doğumundan 100 yıl kadar öncesine ait. Yani Leonardo’nun bu işle ilgisi olması imkansız.”

Evrensel, 03.07.2009

TARİHİ EVLER KORUMAYA ALINIYOR

 

 

Isparta Belediyesi ve Antalya Anıtlar Kurulu işbirliğiyle Isparta’da tarihi tescilli binalar için koruma amaçlı imar planı hazırlanacak.

 

Proje kapsamında Damgacı Sokak, Üzüm Çarşısı ve Valilik etrafını kapsayan bölgedeki yaklaşık 100 yapı üzerinde çalışma başlatılacak. Kentte tarihi binaları inceleyen Antalya Anıtlar Kurulu yetkilileri, korunması gereken binaların belirlenmesi amacıyla 9-10 Temmuz tarihlerinde bir çalışma yapacak.

 

Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin örnekleri olan tarihi binaların bu proje ile restore edileceğini belirten Belediye İmar Müdürü Adnan Coşkunsu, “Koruma amaçlı imar planı çalışmasının ikinci etabını yeniden canlandırma adı verilen Restitüsyon Projesi oluşturacak” dedi.Proje sayesinde 1850 yılında yapılan bir binanın o günkü haline döndürüleceğini ifade eden Coşkunsu, “Böylelikle tarihimiz yeniden canlanacak. Isparta’da muhteşem evler var. Küçük çaplı çalışmalarla bu binaların çok daha uzun süre ayakta kalması sağlanacak” şeklinde konuştu.

 

Isparta Belediyesi İmar Müdürü Adnan Coşkunsu, kurulun direktifleri doğrultusunda izinsiz cephe giydirme ile çalışmanın da başladığını ifade ederek, şunları söyledi:

“Tabela takma gibi çeşitli cephe giydirme çalışmalarına müsaade edilmiyor. Bu korunması gereken yapılarda yasak. Biz de bu konuda çalışmalarımıza başladık.”

Isparta Kent Haber, 03.07.2009

HÜNKAR KÖŞKÜ KAFE OLUYOR





Sultan Abdülmecit Han'ın 19 günde av köşkü olarak inşa ettirdiği 140 yıllık Hünkar Köşkü`nün Bahçesi yeniden düzenlenerek, önümüzdeki hafta kafeterya olarak hizmete açılacak.

 

Tarihi Hünkar Köşkü, Büyükşehir Belediyesi işletmelerinden BURFAŞ tarafından önümüzdeki hafta başında kafeterya olarak vatandaşların hizmetine açılıyor.


Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe`nin talimatıyla 4 yılda 50 bin kişinin ziyarete geldiği Hünkar Köşkü Müzes'nin bahçesi yaz ve bahar aylarında kafeterya olarak hizmet verecek. Başkan Altepe, yılda 100 bin kişiyi köşkün bahçesinde misafir etmeyi planladıklarını söyledi. Bursa`nın tamamının seyredilebildiği bir manzaraya sahip olan 140 yıllık tarihi köşk, Sultan Abdülmecid Han tarafından 19 günde inşa ettirildi. Sultan Abdülaziz, Reşat ve Vahideddin Han ile Atatürk`ün de Bursa`ya geldiğinde konakladığı köşk, 2003 yılında tamir edilerek müze olarak ziyarete açılmıştı.


BURFAŞ tarafından işletilecek olan köşkün bahçesinde bütün masalar Bursa'nın tamamını görüyor. Gece saat 24`e kadar hizmet verecek olan Hünkar Köşkü kafeteryasına gelenler gündüz saatlerinde içerideki tarihi eşyaları da görebilecekler. Otopark sıkıntısı olmayan Hünkar Köşkü`ne rahat ulaşım için Ulucami önünden otobüs seferlerinin sıklaştırılması da planlanıyor. Cuma günü hazırlıkların tamamlanmasının ardından hafta sonu veya önümüzdeki hafta başından itibaren vatandaşlara açık kafeterya hizmetleri başlayacak. Uygun fiyatlarla hizmet verecek olan Hünkar Köşkü kafeteryasının özellikle yerli turistler ve vatandaşlar tarafından büyük rağbet görmesi bekleniyor.


Fransız ampir üslubunda yapılan köşkün içindeki tezyinat 19. yüzyıl özelliklerini taşıyor. Tavan kalem işi süslemeleri, Bursa seyir panoramasına hakim bahçesi, dönemi yansıtan orijinal eşyaları ve Atatürk odası ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. İki katlı zarif bir yapıya sahip olan Hünkar Köşkü`nün bahçesinde de, cephesi Kütahya çinileri ile kaplanmış bir çeşme bulunuyor. Sıvanmış duvarları ahşap çatkılı ve ince çıtalarla kaplı olan köşkte, bekçi ve danışma odası ile bir de garaj yer alıyor. Köşk 1996 ve 2002 yılları arasında TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı tarafından restore ettirildi. Ayrıca tamirat sırasında köşkün içindeki mobilya ve tefriş malzemeleri Dolmabahçe Sarayı`nın atölyelerinde onarıldı.

Bursa Olay, 03.07.2009

'SARIKLI OSMANLI PAŞA'SI SOTHEBY'S'DE

 

Sotheby's müzayede evinin 8 Temmuz’da Londra’da düzenleyeceği “Eski Üstat Resimleri” müzayedesinde, İtalyan ressam Jacopa Ligozzi’nin bir Osmanlı paşasını çizdiği “Sarıklı Paşa ve Fil” adlı resmi de satışa sunulacak.

 

Resmin, 340 bin-380 bin sterlin arası bir fiyata satılması bekleniyor. Sotheby’s resmi, 16. asır İtalyan sanatının şaheserlerinden biri olarak tanımladı.

Ligozzi’nin Türkiye’ye hiç gitmediği ancak Türk resimlerini Fransız Nicolo de Nicolay’ın çizimlerinden etkilenerek yaptığı biliniyor.

Milliyet, Haber: Nevsal Elevli, 03.07.2009

TARİHİ HAMAM KENT MÜZESİ OLACAK

 

Dört bini aşkın tescilli yapısıyla önemli bir kültür kenti olan Muğla’da tarihi binalar, tek tek restore edilerek kültür turizmine kazandırılıyor. Yörede Osmanlılar dönemi sanat eserleri arasında gösterilen, "Tarihi Muğla Hamamı" restorasyon çalışmaları tamamlandıktan sonra Kent Müzesi haline getirilerek kültür turizmine açılacak. Bir bahçe içindeki tarihi hamamın, 3 kubbesiyle üç ayrı odası ve ön kısmında da salon bölümü bulunuyor. Tarihi hamamı, bilim ve sanat adamlarının çalışmalarını yapabileceği bir mekan haline getireceklerini belirten Belediye Başkanı Osman Gürün, "Kültür kenti olmanın bazı şartları var. Bu şartlardan birisi ise kentin hafızasının toplandığı, sunulduğu alanların olması" dedi.

Hürriyet Ege, Haber: Cavit Akgün, 03.07.2009

YASTIKTAN PICASSO ÇIKTI

 

Elazığ’da jandarmanın yaptığı yol kontrollerinde bir otomobilde bulunan yastıktan tablo çıktı.

 

Tablonun dünyaca ünlü ressam Picasso’ya ait olduğu iddia edildi. Elazığ-Malatya karayolunun 40’ıncı kilometresinde, Jandarma, içinde 5 kişinin bulunduğu otomobili durdurup arama yaptı. Araçta bulunan şişkin bir yastıktan şüphelenen jandarma ekipleri, yastığı dikkatlice kesti. Ekipler, yastıktaki pamuklar içerisinde rulo haline getirilmiş bir tablo buldu. 30x40 santimetre ebadında, dokuma bez üzerine yağlı boya ile yapılmış üzerinde Picasso imzası olan tablonun gerçek olup olmadığı inceleme sonrası belirlenecek. Zanlılar gözaltına alındı.

Milliyet, 03.07.2009

KÖY ENSTİTÜLERİNİN BİNALARI YENİLENİYOR





Faaliyette bulunduğu 1940-1954 yılları arasında köylerdeki öğretmen açığını kapatan, 17 bin 341 köy öğretmeni, 7 bin 300 sağlık memuru ve 8 bin 756 eğitmen yetiştiren Köy Enstitüleri binaları yenileniyor.

Ankara’da bulunan üniversitelerin çeşitli fakülte ve yüksekokul yöneticilikleri, öğrenci toplulukları, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, öğretmen örgütleri, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler ve Hasanoğlan halkının elbirliğiyle hayata geçirilecek proje, 1940 yılında açılan ilk köy enstitüsü olan Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde 3-5 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek çalışma kampı ile başlıyor. Yaklaşık üç yıl sürecek proje ile Köy Enstitüsü binalarının etrafı temizlenecek, tadilat projeleri çizilecek ve binalar restore edilecek.

Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği ve Yapı-Der öncülüğünde düzenlenen etkinlik bugün katılımcıların yerleşmesi, çalışma kümelerinin oluşması ile başlayacak.

Saha çalışmalarında enstitü binası ile çevresinin temizliği ve düzenlemesi yapılacak. Saha çalışmalarının ardından tiyatro, sinema, heykel, resim, edebiyat, müzik, fotoğrafçılık, halkbilim, felsefe ve seramik-ebru işliği başlıkları altında çeşitli çalışma grupları oluşturularak kültürel ve zihinsel etkinlikler gerçekleştirilecek.

Etkinlik Elmadağ İlçe Milli Eğitim Müdürü Saim Kuş ve Elmadağ Kaymakamı Ejder Sarıçiçek’in katılımıyla 5 Temmuz Pazar günü saat 17:00’da yapılacak kapanış töreniyle sona erecek.

Hürriyet Ankara, 03.07.2009

TROIA ANTİK KENTİ KAZILARI

 

Troy filmiyle bütün dünyanın tanıdığı Çanakkale merkeze bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içerisinde bulunan Troia Antik Kenti'nde 2009 yılı arkeolojik kazılarının 20 Temmuz’da başlayacağı açıklandı.

 

ÇOMÜ Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Troia Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç.Dr. Rüstem Aslan, antik kentte 2009 yılı kazı çalışmalarına 20 Temmuz itibarıyla başlanacağını belirterek, “Almanya'nın Tübingen Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ernst Pernicka’nın başkanlığını yapacağı kazı çalışmalarına bu yıl içlerinde Türkiye, Almanya, ABD, Bulgaristan, İngiltere ve Hollanda gibi 8 ülkeden 60’a yakın bilim adamı katılacak. 21.dönem kazılarında bu yıl ağırlıklı olarak geçtiğimiz yıl gerçekleştirilen aşağı şehir savunma hendeği bölgesinde çalışmalar yapılacak.

 

Gerçekleştireceğimiz çalışmalarda aşağı kentin ne kadar büyük olduğunu belirlemek istiyoruz. Ayrıca bu dönem içinde kazı çalışmalarının yanı sıra Korfmann dönemine ait yayına yönelik değerlendirmelere de ağırlık vereceğiz. Kazı çalışmaları Eylül ayının ilk haftası sona erecek” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 02.07.2009

TARİHİ ŞAHBENDERLER KONAĞI RESTORE EDİLECEK





Gümüşhane Eskibağlar mahallesinde şehir merkezindeki ilk konaklardan birisi olarak kabul edilen Şahbenderler konağının varisi, konağı Turizm Bakanlığından aldığı hibe kredi ile restore ettirecek. Trabzon Rolöve ve Anıtlar Müdürlüğü yetkilileri tarafından konakta yapılan incelemelerin ardından bir açıklama yapan İl Kültür ve Turizm Müdürü Temel Yalçın, “Bakanlığımız, 81 ilde tarihi eserlerin bakım, onarım ve restorasyonlarının yaptırılması için bireysel olarak vatandaşlara hibe kredisi vermektedir. Buna göre Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nden gelen yetkili arkadaşlarımız konak sahibine yer teslimini yaptı. Bundan sonra restorasyonunun denetimini de onlar yapacak. Bu konağın restorasyonunu yaparak gelecek nesillere aktaracağız.” dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bu konuda Gümüşhane'ye verilen ilk kredinin Şahbenderler konağında kullanılacağını ifade eden Yalçın, “Bu konağın projesi hazır olduğu için hibe kredisi erken çıktı. Bu tip durumlarda Bakanlık ilk önce proje kredisi veriyor. Daha sonra onarım kredisi veriyor. Şahbenderler konağı için Karadeniz Teknik Üniversitesinden uzman ekipler proje hazırlamıştı. Şimdi vatandaşımız Bakanlığımızdan aldığı kredi ve Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğünün denetiminde restorasyonunu yapacak.”diye konuştu.

 

Hicri 1291 yılında yapılan konağın yüzde 90 hissesine sahip olan Cahit Olay Başaran ise konağın bundan 134 yıl önce 1875 yılında yazlık olarak kullanılmak üzere dedeleri tarafından yaptırıldığını belirterek, “Binamız ahşap karkas, 1,5 metrelik taş duvar temelin üzerine çıkıyor. Binada belki de en enteresan özellik kat yüksekliğinin 4,40 metreye yaklaşması. Bu özelliğini şuana kadar muhafaza etmiş Gümüşhane'deki ender yapılardan bir tanesi. Onarım projesi KTÜ tarafından yapıldı. Uygulamayı ben yapacağım. Turizm bakanlığından 40 bin TL hibe kredisi aldım. Geri kalan kısmını ben kendi imkanlarımla yaptıracağım ve bina en geç 3 ay içerisinde kullanılır hale gelecek.” dedi.

Yeni Şafak, 02.07.2009

VAKIFLAR İŞ BİTİM TARİHİNİ BEKLİYOR

 

Çifte Minare ve Şifahiye Medresesi’nde yapılan restorasyon çalışması yaklaşık 2 aydır devam etmiyor. Yüklenici firmadan alacakları parayı alamayan işçiler, iş bırakarak paralarını alana kadar çalışmama kararı almışlardı. Gelinen noktada yüklenici firmaya ihtar tebligatı gönderen Vakıflar Bölge Müdürlüğü, firmadan iş bitim tarihi olan 31.12.2009’a kadar restorasyon işinin bitirilmesini istedi. Sözleşme tarihi bitene kadar yüklenici firmayı beklemek zorunda olan Vakıflar Bölge Müdürlüğü, yüklenici firmanın 2009 yılı sonuna kadar restorasyon işini tamamlamaması durumunda firmanın teminatı olan yaklaşık 3 milyar TL’yi geri iade etmeyecek. Firma ihale süresi bitene kadar işi tamamlamazsa Vakıflar Bölge Müdürlüğü yeniden ihaleye çıkarak Çifte Minare ve Şifahiye Medresesi restorasyon işini başka bir firmaya verecek.

 

Restorasyon çalışması duran ve halen iskelelerin kurulu olduğu Şifahiye Medresesi ve Çifte Minare yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olmaya devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’nde görevli 40 kişilik ekip Sivas’ta ki taş eserleri incelemek üzere kente geldi. Şifahiye Medresesi ve Çifte Minare’yi dolaşan ekip, tarihi eserlere olan hayranlıklarını gizleyemedi. Bol bol fotoğraf çeken 40 kişilik ekip daha sonra Kongre ve Etnografya Müzesi’ni gezdi. Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’nde görevli 40 kişilik ekip bugün ise Divriği geçerek Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’nı gezecek.

Sivas Hürdoğan, 02.07.2009

DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NE 13 YENİ SİTE EKLENDİ

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu (UNESCO) Dünya Miras Listesi'ne 13 sitenin daha eklendiği bildirildi.

Dünya Miras Komitesi'nin 33'üncü toplantısının başkanlığını İspanya'nın UNESCO elçisi ve daimi delegesi Maria Jesus San Segundo yaptı. Listeye iki yeni tabii ve 11 kültürel mekan eklendi.

Listeden Almanya'daki Dresden Elbe Vadisi çıkarıldı ve toplam site sayısı 890 oldu.

 

Komite, 'Tehlike Altındaki Miras Listesi'ne de üç yeni yer ekledi ve bu alanların korunması için uluslararası desteğe ihtiyaç olduğunu vurguladı. Dünya Miras Listesi'ne tabii alanlar kategorisinde Wadden Denizi (Almanya-Hollanda) ve Dolomiteler Dağları (İtalya) dahil edildi.

Sabah, 02.07.2009

DEFİNECİLER MEZARLARI BULUYOR, ARKEOLOGLAR İZLİYOR





Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rafet Çavuşoğlu, "Defineciler Urartulara ait 25 mezar bulup tahrip ettiler, bizler onların buldukları mezarlarda inceleme yapıyoruz, şimdiye kadar üniversite olarak bulduğumuz bir Urartu mezarı yok" dedi.

Yrd. Doç.Dr. Çavuşoğlu, Van ve çevresinin birçok uygarlığın izlerini taşıdığını ve Urartu medeniyetine başkentlik yaptığını ifade etti.

Van'da Hititler, Persler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi birçok kültüre ait izlerin bulunduğunu anlatan Çavuşoğlu, ancak önemli medeniyetlere ait tarihi eserlerin defineciler tarafından tahrip edildiğine dikkat çekti.

Urartuların 3 bin yıllık eserlerinden biri olan Kalecik Kalesi'nin arka kısmında definecilerin 25 mezarı keşfederek tahrip ettiklerini dile getiren Çavuşoğlu, "Definecilerin ardından biz kalan eserler üzerinden ya da unuttukları kemik parçalarının üzerinden araştırma yapıyoruz. Üniversite olarak şimdiye kadar bulduğumuz bir Urartu mezarı yok. Definecilerin bulduğu 25 mezarda 120 kişinin gömüldüğünü tespit ettik" dedi.

"Kazı izinlerinin geç gelmesi definecilere yarıyor"
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda kazı izinlerinin erken gelmesi durumunda birçok Urartu mezarına definecilerden önce ulaşılacağını vurgulayan Çavuşoğlu, "İzinler nisan ve mayıs ayında çıkmış olsa toprak yumuşak ve bu alanlarda bulunan mezarların yerleri belli oluyor. Defineciler bunu çok iyi biliyor" dedi.

"Defineciler eliyle bırakmış gibi buluyorlar. Bir gece içeresinde mezarı tamamen tahrip ederek içerisini boşaltıyorlar" diyen çavuşoğlu, "Biz ulaşmış olsak Urartularda ölü gömme adetinin son halini bulmuş olacağız. 'Üzerlerinde ne tür takılarla gömülmüşler kefen kullanmışlar mı, erkek ve kadının gömülüşünde bir fark var mı, bir mezarda kaç kişi gömülüyor?' gibi soruların cevabını rahatlıkla bulabileceğiz" diye konuştu.

"Urartu erkekleri küpe takıyor"
Mezardaki kemik parçalarından yapılan incelemelerde Urartuların ortalama ömürlerinin 50 yaş olduğunu ifade eden Çavuşoğlu, "Omuriliklerinden bunların çok ağır işlerde çalıştıklarını tespit ettik. Bir diğeri ise diş çürüklerinin yok denecek kadar az olduğunu iskeletlerde görüyoruz. Özellikle süt ve süt ürünlerinden çok güzel faydalandıklarını tespit ettik. En önemli özelliklerden bir tanesi de erkekler ve kadınların eski çağda takıları ortak kullanıyor olması. Mesela erkeklerin kolye, bilezik ve küpe taktıklarını görüyoruz. Kadınların saçlarına çok iyi baktıklarını estetiğe çok önem verdiklerini tespit ettik. Mezarı ilk biz açmış olsak daha fazla bilgiye ulaşmış olacağız" ifadelerini kullandı.

Geleceğe bırakılan en büyük mirasın her geçen gün defineciler tarafından tahrip edilerek yok edildiğine işaret eden Çavuşoğlu, "Bunlardan en önemli tedbirlerin bir tanesi köyden bir vatandaşın devlet tarafından bekçi olarak görevlendirilmesidir. En etkili tedbirlerden bir tanesi bu. Köylüler özellikle definecilere karşı son zamanlarda çok dikkat ediyor. Gecenin bir vakti arıyorlar kaçak kazı olduğunu ihbarını veriyorlar. Bu eserler hepimizin. Sahip çıkılması gerekiyor" şeklinde konuştu.

Cnn Türk, 02.07.2009

JANDARMADAN GEÇİT YOK

 

Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlı ekipleri Dinar’da yaptığı operasyonda E.A. U.C ve Y.Ç isimli kişilerin ruhsatsız silah bulundurmaları nedeniyle gözaltına alındı.

Afyonkarahisar Valiliği’nden yapılan yazılı açıklamada “Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığınca yapılan istihbari çalışmalar sonucunda 29 Haziran 2009 günü Dinar-Dikici köye yol ayrımında; E.A. U.C. ve Y.Ç. isimli şahısların üzerlerinde ve kullandıkları araçlardaruhsatsız silah bulundurdukları tespit edilmiştir” denildi. Açıklamada Jandarma’nın adli makamlardan alınan karar neticesinde yapılan arama sonucunda E.A. U.C ve Y.Ç’nın yakalandığı kaydedildi.

 

Açıklamada şöyle denildi:
“Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince bu kapsamda adli makamlardan arama kararı alınarak 29 Haziran 2009 günü E.A. U.C. ve Y.Ç.'nin üzerlerinde ve araçlarında arama yapılmıştır. Yapılan aramalarda 3 adet ruhsatsız tabanca 34 adet şarjör ve 23 adet fişek ele geçirilmiş olup olay şüphelileri hakkında yasal işlem başlatılmıştır.”

Afyon Haber, 02.07.2009

TEKİRDAĞ'DA TOPRAK ALTINDAN TARİHİ KENT ÇIKTI

 

 

Tekirdağ'da Ganos Dağı'nın eteklerinde MÖ 5000'de kurulduğu tahmin edilen kent bulundu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Arkeolog Yrd. Doç.Dr. Zeynep Koçel Erdem, Kumbağ, Yeniköy, Uçmakdere ve Ganos Dağı üzerinde kırsal yerleşim alanlarını tespit etmek amacıyla çalışmalar yürüttüklerini söyledi.

Erdem, her yıl 10 kişilik arkeolog ekiple birlikte çalıştıklarını ve bölgedeki kalıntıları dikkatle incelediklerini ifade etti. Yüzey çalışması sırasında birden fazla kırsal kent buluntusuna rastlandığını belirten Erdem, Prehistorik döneme ait bir çanak parçasına rastladığını, antik kentin bulunmasına bu çanak parçasının ışık tuttuğunu söyledi.

Bölgede antik mimari parçalar, kent bulguları ve işlenmiş taş bloklardan yapılan yol bulgularına rastladığını, iç kesim yerleşim yerinin çok büyük bir alanı kapsadığını anlatan Erdem, "İnanılmaz büyüklükte bir kentin toprak altında olduğunu gösteren tüm buluntuları elde ettik. Kentin, tarih öncesine ait olduğu yüzey araştırmasında çok açık görülüyor. Bölgede, Prehistorik dönem, Bizans, Traklar ve Romalılara ait çok sayıda kalıntı var." dedi. Erdem ve ekibi, bölgede eylül ayında yeni çalışmalar yapacak.

Zaman, 02.07.2009

BİRİLERİ YİNE ZENGİN OLACAK





Akmerkez’in tam karşısında yer alan ve 2. Dünya Savaşı’nda Naziler’den kaçan mülteciler için yapılan bina, 25 yıllığına 35.5 milyon euro karşılığı Elumatec A.Ş’ye kiralanmıştı. Kiralayan firma, emsalin ikiden üçe çıkarılması ve 21.5 metre olan yükseklik sınırının kaldırılması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başvurdu.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler’den kaçan mülteciler Türkiye’ye sığındı. Birleşmiş Milletler ise bu sığınmacılara Beşiktaş Etiler’de 2 bin 500 metrekare üzerine mülteci sığınma binası yaptı. 1960 yılında ise bu bina Kızılay’a "Son mülteci ölene kadar burada yaşayacak" şartıyla devredildi. Kızılay da gelir getirmesi için binayı satmaya karar verdi. Ancak sonradan satış yerine 25 yıllığına yap işlet devret modeli ile kiralama yöntemi tercih edildi.

2008 yılında söz konusu arazi için ihale düzenlendi. İhaleye Taner Triko, Altaca İnşaat, Kapıcıoğlu İnşaat, Türkerler İnşaat, Yıldırımlar İnşaat ve Elumatec Makine ve İnşaat katıldı. Mülkiyeti Kızılay Derneği Genel Müdürlüğü’ne ait, 55 parselinde kayıtlı 2 bin 453 metrekarelik arazinin 25 yıllık kullanım ihalesini 35.5 milyon euro kira bedeli ile Elumatec Makine ve İnşaat firması kazandı. Firma ihaleyi kazandıktan kısa süre sonra faaliyete başladı. Birleşmiş Milletler tarafından, Nazi Almanyası’ndan kaçan multeciler için yapılan apartmanda tahliye işlemi başlatıldı. Binada kalan mülteciler çıkartıldı. Bu aşamadan sonra da imar tadilatı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kapısı çalındı. Ancak bu talep İBB’ye Elumatec Makina ve İnşaat’ın talebi olarak değil, Kızılay’ın talebi olarak geldi. Çünkü hazırlanan evraklarda mülkiyet bölümünde 'Kızılay' ifadesi kullanıldı.

İmar planlarında konut alanı olarak görünen yerin hem işlevinin hem de bina yapım koşullarının değiştirilmesi talep edildi. Öncelikle konut alanının otel alanına çevrilmesi istendi. Daha sonraki taleplerde ise daha büyük bina yapmak için izin talep edildi.

Var olan imar koşullarına göre bu alana ancak 2 emsal ve 21.5 metre yüksekliğinde bina yapılabiliyor. Bir başka ifadeyle yapılacak inşaat toplam 5 bin 92 metrekare ile sınırlandırılmış. İhaleyi kazanan Elumatec firması ise söz konusu alana 3 emsal inşaat izni isterken yüksekliğin ise serbest bırakılmasını talep etti. Yani bir başka ifadeyle inşaat alanının 5 bin 92 metreden 7 bin 359 metrekareye çıkartılmasını talep etti. Kafe ve restoranların yapılacağı terasın ve bodrum katlarının emsal dışında bırakılması da istendi.

İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı Planlama Müdürlüğü söz konusu talep için değerlendirme yaptı. Raporunda ise bu değişiklik talebine karşı çıktı. Söz konusu plan teklifi kabul edilirse, trafik ve nüfus yoğunluğunu artırıcı, boğaz sulietini olumsuz etkileyici, emsal teşkil edici, çevresindeki fonksiyon ve yapılaşma koşullarına uyumsuz, plan niteliklerini bozucu niteliklere sahip olduğunun altı çizildi. Bu rapor önümüzdeki günlerde İBB Meclisi’ne gelecek. Eğer rapora rağmen imar tadilatı değişikliği kabul edilirse Akmerkez’e komşu yeni bir otel yapılmış olacak.

Elumatec söz konusu arsayı 25 yıllığına 35.5 milyon euro’ya kiraladı. Bu da yıllık 1 milyon 420 bin Euro demek oluyor. Aylık fiyat ise 118 bin euro. TL bazında ise aylık 254 bin 290 TL yapıyor. Kızılay’ın yerinin hemen karşısında ise Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezlerinden biri olan Akmerkez bulunuyor. Burada ise kiralar son ekonomik krizden sonra metrekaresi 1.250 dolara indi. TL bazında 1.900 TL yapıyor. Bir başka ifadeyle Akmerkez’de 133 metrekarelik bir mağaza için ödenen kira bedeli karşılığında Kızılay’ın yeri kiralandı.

Elumatec kimdir?
Araziyi 25 yıllığına kiralayan Elumatec Makina AŞ’nin kökeni 1980’li yıllarda atıldı. Alümünyüm ve PVC üretimi yapan makinalar üretmeye başladı. Murat Makina adıyla kurulan şirketin ortakları ise Hulusi Bulduk ve Murat Buda. Şirket kısa zamanda büyüdü ve 75 ülkeye ihracat yapmaya başladı.

Vatan, 02.07.2009

OSMANİYE'DE ANTİK KENT BULUNDU

 

Osmaniye'nin Toprakkale İlçesi'ne bağlı Tüysüz beldesinde Roma döneminden kalma antik kent bulundu.

 

Deli Halil Tepesi'nde ortaya çıkarılan antik kentin milattan sonra 4 ve 7. yüzyıla ait olduğu tahmin ediliyor.

 

100 haneden oluşan ve yaklaşık bin kişinin yaşadığı düşünülen antik kentte, tapınaklar, kilit ve kemer taşları ile sarnıçlar bulunuyor.

 

Kentte, bölgedeki ekonomik canlılığın işareti olan zeytinyağı üretilen yapılar da yer alıyor.

Antik kentin, yüzey araştırması ve vaziyet planını çıkarma çalışmaları sürdürülüyor.

 

Kocaeli Üniversitesi'nden gelen ekibin sürdürdüğü çalışmaların ardından eserlerin bir kısmının sergilenmesi bekleniyor.

Trt/Haber, 02.07.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

"2010 KÜLTÜR BAŞKENTİ ORGANİZASYONU TATİL KÖYÜ ANİMASYONUNA BENZEDİ"





Hilton Otelleri İstanbul Bölge Müdürü Armin Zerunyan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Organizasyonu'nunda hala elle tutulur bir projenin ortaya çıkmadığını ileri sürdü. Zerunyan "Şu anda elle tutulur bir proje yok. Sadece turistlere yönelik bir organizasyon yapılıyor. Bu haliyle tatil köyündeki animasyona benzedi" diye konuştu. Zerunyan, organizasyonun önce İstanbulluların faydalanabileceği ve sahiplenebileceği yapıda olması gerektiğini de sözlerine ekledi. Sütlüce ve Kongre Vadisi'ndeki kongre merkezlerinin işletmecilerinin de hala belli olmadığını ve İstanbul'un hahk ettiği gibi pazarlanamadığını da dile getirdi. "Biz bundan faydalanabilecek taraf olarak bakıyoruz. İnsanlar orayla ilgili muhatap bulamıyorlar. Bu nedenle çok sayıda kongre kaçırılıyor" diye konuştu.

Sabah, 02.07.2009


******


"İSTANBUL 2010 BAKKAL GİBİ İŞLETİLİYOR"

Tiyatro Eleştirmeni Prof. Dikmen Gürün'ün İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği görevinden istifa etmesi üzerine, Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) Türkiye Merkezi, bir açıklama yaptı. Açıklamada "Dikmen Gürün'ün istifasından 2010 Yürütme Kurulu utanç duymalıdır" denildi. TEB Başkanı Üstün Akmen, SABAH'a yaptığı açıklamada "Yürütme kurulu bugüne istifa hakkında açıklama bile yapmadı. Bu bakkal dükkanı işletmek gibi bir şey. Bu sistemin, bu insanların değişmesi lazım" dedi.

Sabah, 02.07.2009

GÜRÜN DE 2010'DAN AYRILDI

 

Prof.Dr. Dikmen Gürün, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tiyatro yönetmenliği görevinden istifa etti. 2008'den beri ajans bünyesinde çalışan Gürün, yayımladığı mektupta istifa nedenini, 2010 için sundukları dört projeden üçünün (Şimdi Burada, Misafir, EON) gerekçe gösterilmeden reddedilmesi olarak açıkladı.

Gürün, "Yönetmenliğimizce çok önceden sunulmuş olan dört projeden üçünün reddini tarafıma bir güvensizlik olarak kabul ediyorum ve bu koşullar altında ajansta daha fazla çalışamayacağım. Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği görevimden istifa ediyorum." dedi.

Zaman, 29.06.2009


AYASOFYA, EFES VE ASPENDOS'TA GREV TEHLİKESİ





Türk-İş'e bağlı Tez-Koop-İş Sendikası'nın Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı iş yerlerinde sürdüğü toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşmaya varılamaması nedeniyle yaklaşık 2 bin 500 işçiyi kapsayan grev kararları alındı.

Grev kararı alınan yerler arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, Efes, Ürgüp, Göreme, Aspendos, Perge, Phaselis, Olympos, Ani, Saklıkent, Milet gibi müze ve ören yerler bulunuyor.

CnnTürk'te yayınlanan habere göre; Tez-Koop-İş Genel Sekreteri Hakan Bozkurt, yaptığı açıklamada, aylardır süren görüşmelerde taleplerinin kabul edilmemesi üzerine bakanlığa bağlı iş yerlerinde grev kararı aldıklarını söyledi.

Talepleri karşısında işverenlerin "haklı olduklarını" söylemelerine rağmen görüşmelerde sonuç alınamamasını anlamadıklarını ifade eden Bozkurt, ücretleri düşük, sosyal ve yan hakları diğer kamu işçilerinin gerisinde kalan üyelerinin ciddi sıkıntı içinde olduğunu belirtti.

Müze ve ören yerlerinde çalışan arkadaşlarının 760 TL'lik ücretler aldıklarını anlatan Bozkurt, şöyle konuştu:

"Mali haklara ilişkin taleplerimiz karşısında bize kamu işçilerinin ortalama maaşının bin 760 TL olduğunu söyleyerek karşı çıkıyorlar. Oysa ücretlerle ilgili yanlış bilgilendirme var. Arkadaşlarımız 760 TL ile ay sonunu getirmeye çalışıyorlar. Bu ücretle özellikle metropol kentlerde yaşayan üyelerimiz çok büyük sıkıntı çekiyorlar. Birçok arkadaşımız yüklü kredi kartı borcu altında ezilmekte. Günün moda deyimiyle 'pazara çıkın' deniyorsa öncelikle pazara çıkması beklenenlere ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri ücretler verilmeli. Ücretlerin dışında da mesailer ve promosyon ödemeleri konusunda arkadaşlarımızın çözüm bekleyen sorunları var. Biz sendika olarak makul önerilerimizi sunduk. Şimdi işverenlerden iş yerlerindeki bu sorunların çözümü için katkı bekliyoruz."

Türkiye'nin dört bir yanında en ücra köşelerdeki iş yerlerine birer birer grev kararlarını astıklarını ifade eden Bozkurt, düşük ücretlerin iyileştirilmemesi, sosyal ve yan haklarda diğer kamu işçileriyle olan farklılıkların giderilmemesi halinde turizm sezonunda ağustos ayında grev kararlarını uygulamak durumunda kalacaklarını bildirdi.

Sendika, Kültür ve Turizm Bakanlığı iş yerleri dışında toplu iş sözleşmelerinde anlaşma sağlanamayan Ardahan, Bitlis, Giresun, Hakkari, Nevşehir ve Trabzon il özel idareleri, Ankara Defterdarlığı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, İSGÜM, Sümer Holding A.Ş, Toprak Mahsulleri Ofisi, Teşkilatlandırma ve Destekleme Genel Müdürlüğü'nde grev kararları aldı.

Turizmde Bu Sabah, 02.07.2009

FATİH DÖKÜMHANESİNİ İLGİSİZLİK YOK ETTİ

 

 

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethi sırasında Demirköy'de döktürdüğü dev topların imal edildiği tarihi dökümhane kaderine terk edildi. Kırklareli'nin Demirköy İlçesi'ndeki Fatih Sultan Mehmet'in dökümhanesi, çobanların hayvanlarını otlattığı sahipsiz bir yer haline geldi. Geçmişi Roma ve Bizans dönemine uzanan, top, gülle, örs, mızrak ucu gibi savaş aletlerinin yapıldığı "Fatih Dökümhanesi" açık hava müzesi olacağı günleri bekliyor. Sadece yöre halkının bildiği yolu olmayan dökümhanede, kazı çalışmaları bugüne kadar iki başkan eskitti. Prof.Dr. Zülküf Yılmaz'ın ardından kazı başkanlığına getirilen Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof.Dr. Günhan Danışman'ın da bir süre önce ölmesi üzerine kazı alanı, güneş ışınları ile şiddetli rüzgar ve yağışlara karşı korunması için özel alaşımlı örtüyle kapatıldı. Ancak bir süre sonra bu örtünün yer yer yırtıldığı, bazı bölümlerinin açılarak içine çöplerin atıldığı görüldü. Tarihi dökümhanede acı bir gerçek daha gün yüzüne çıktı. İstanbul'un fethi sırasında 13 bin maden işçisi, 400 baş maden eriticisi ve binlerce askerin çalıştığı dökümhanede meydana gelen patlamada yanarak ölen işçilerin mezarlarının da yakın tarihte yok olduğu ortaya çıktı.

Sabah, Haber: Ali Oktay - Erdoğan Yapık, 02.07.2009

KENTİ MİMARLIKTAN ARINDIRMAK

 

Birleşmiş Milletler'in Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO Dünya Mirası Komitesi, İstanbul'a 2010'a kadar bir kez daha süre verdi. Komite'nin İspanya'nın Sevilla kentinde yaptığı toplantıda, İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'nden çıkartılarak, "Tehlike Altındaki Miras Listesi"ne alınması konusu değerlendirildi. Komite İstanbul'a bir yıl daha süre vererek, bu konunun gelecek yıl yapılacak toplantıda ele alınmasını kararlaştırdı. Bu, 2006 Vilnius toplantısından bugüne kadar geçen sürede verilen üçüncü uzatma. 1985 yılından bugüne Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan İstanbul'la ilgili gelişmeler özetle böyle.

Ancak meselenin bir de görünmeyen yüzü var. Bu sorun yalnızca kentte kültür mirasının korunamadığını göstermiyor, kentin kurumlarıyla, bilgi üretimiyle modern anlam dünyasından koptuğunu gösteriyor. Restorasyon konusunun bir yaratıcı konu, güncel mimarlık meselesi değil de teknokratik bir iş olarak algılanması bu gelişmenin tipik bir örneği.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi'nin aldığı son kararda, yani onayladığı raporda liste içinde yer alan tescilli konut dokusunun yok olmakta olduğu ve "restorasyon" adı altında yapılan çalışmalarda "kent merkezinde arazi üretmek ve yeni konut inşa etmekten farkı olmayan yerleşim alanları yapılmakta olduğu" söyleniyor. Aynı konuda, Türkiye'deki sorumlu yönetimlerin hazırladığı projelerinin gerekçelerinde ise "yapılan çalışmaların Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan sit alanlarının korunmasının amaçlandığı" yer alıyor.

Bir düşünün: UNESCO yıkılan ya da artık yerlerinde bulunmayan binaların yerine taklit binalar inşa edilmesi nedeniyle İstanbul'un "Tehdit Altındaki Dünya Kültür Mirası Listesi"ne alınma ihtimalinden söz ediyor. Yetkililer ise bu uygulamaları "İstanbul'un sivil mimarlık eserlerinin korunması amacıyla" yapıldığını açıklıyor.

Şimdi kolaysa çıkın bu işin içinden: Bir mimari uygulamanın hem sorun, hem de çözüm olarak gösterilebildiği; iki farklı anlam dünyasının karşılaştığı eşi ve benzeri az görülen bir çelişki acaba İstanbul dışında başka nerede yaşanıyor? Mesleki profesyonel alanda kültür mirasının uluslararası normlar ile ulusal (yerel) normlar açısından anlamlandırılması arasındaki bu "eşsiz" çelişki başka nerede var?

Restorasyonunun Mimarlıktan Arındırılması
Çok zaman önce, üstelik yurtdışında eğitim gördüğünü iddia eden bir kamu yöneticisiyle giriştiğim uzun bir tartışma sonucunda, proje kavramından uygulamayı anladığını fark etmiştim. Meğersem anlaşmazlığımız buradaymış. Aramızdaki tartışma projenin bitiş süresi ile ilgiliydi. Bilirsiniz, iktidar tesis etmek için kullanılan araçlardan biri zamandır. Yönetici "İşte proje için karar verildi ya, daha ne bekliyorsunuz," dedi. Ben ilk önce projenin hazırlanmasının gerektiğini, bu sürecin başlatılması ve tamamlanması gerektiğini söyledim. 

Yöneticinin proje ile zaman geçirmeye niyeti yoktu. Bir an önce inşaata başlanması gerektiğini söyledi. Ben proje diye ısrar edince , "Çizmekle zaman kaybetmeyelim, siz mimarsınız, gerek duyuyorsanız bu akşam oturun çiziverin" dedi. Yönetici için mimarlık, araştırmakla, düşünmekle zaman kaybedilmemesi gerekmeyen bir çizim işiydi. Bu yüzden mademki bu işi, yani proje denen bina çizme faaliyetini ben önemsiyordum, o zaman hemen sonuca, yani bir kamu görevlisi olarak çizip amaca ulaşmam gerekiyordu. Geçenlerde de bir kamu görevlisi olan bir mimar kendisinin koskoca Topkapı Sarayı'nın depolarındaki eserleri çok iyi bildiğini, dolayısı ile sarayın mimari işleri için "dışarıdan bir mimarın iş görmesinin imkansız" olduğunu söylemişti. Bu mimar, kamu görevinin mimarlığa yol açacak bir uğraş olduğunu değil, kestirmeden bir teknokratik işlevin sergilenmesi olduğunu düşünüyordu. Bu örneklerde mimarlığın anonim bir iş olduğu, bir uygulama bilgisine dönüştüğü görülüyor. Bütün bu hakikatlerin arkasında kamu işlevinin kendi özel işi gibi algılandığını söylemeye bilmiyorum gerek var mı? Anonimlikten iktidar gücünün arkasına gizlenmiş bir öznelliği, yani kamu fikrinin gasp edilmesini anlamak gerekir, ortaçağda yaşamadığımıza göre!

Bu arada şunu da söyleyeyim: Tarihi Yarımada Koruma Planı'nın gerekçe raporunda Tarihi Yarımada'da güncel mimarlık yapılamaz anlamına gelen bir not var. Ayrıca küçük üretim yapısının ebruculuk, hat sanatı, tezhipçilik ile dönüştürüleceği söyleniyor. Üstelik yenileme alanları ile ilgili "Osmanlı Mahalleleri" yapılacağı gibi ibareler var. Zaman zaman şöyle bir kuşkuya kapılıyorum. Acaba bu notları kimse okumadı mı? Acaba mesleki alanda uğraşları adına bağımsız olarak bu konuları tartışacak, sorgulayacak kimse yok mu? Bu nedenle mi meslek kurumları, üniversiteleri ile modern bir örgütlenme içinde olduğumuz halde, bu konuları kurgularken, kararlaştırırken değil de uygularken, insanların evleri başlarına yıkılırken tartışıyoruz?  Ona da tartışmak denirse!

İktidar ile Muhalefet Aynı Dili Kullanıyor
Sorunun nedeni çok açık. Siyasetçiler kültürle ilgili üretim yapan insanlara danışmanlık statüsü tanıyorlar, çıkar sağlıyorlar. Böylece "laf yapmaktan başka iş bilmeyen" insanların icraata bulaşmaları engelleniyor. Patronaj altına girmeyen, bağımsız çalışan insanlar ise sınıfsal ayrıcalıklarının ellerinden alınması ile tehdit ediliyorlar. Böylece gizli bir uzlaşma ortaya çıkıyor. Esnaf mimarlar özel alana, piyasa ilişkilerine doğru kayıyorlar. Kamusal konularla uğraşanlar da "danışman" statüsüne. Böylece mimarlık, sanat, planlama, araştırma gibi uğraşlarda arayüzlerin oluşturulması engelleniyor. Entelektüel üretim de bilim adı altında kendi kamu yararını temsil eden anonim bir hakikat halini alıyor.

Kültür mirasının korunması ya da yok edilmesi meselesini kullanarak kendi kamu yararını savunan ve köşe başlarını tutmuş çok önemli bir kesim var. Böylece iktidardan pay alıyorlar. Onlar için çözüm değil, sorun olması önemli. Bugüne kadar süreci sanki yönetim daralan bir katılım modeli içinde kendi başına düzeltebilirmiş gibi bir izlenim yaratıyorlar ve statükoyu koruyorlar. Ayrı ayrı belediyelerle iş yapıyorlar ama kamu ile profesyonel bir ilişki kurmuyorlar. Kısacası iktidar ile muhalefetin aynı dili konuştuğu, uzlaştığı bir durumla karşı karşıyayız. Örneğin Tarihi Yarımada'da bir yenileme projesini, örneğin Sulukule projesini tartışırken bile aynı duruma düştüğümüzü görüyorum. Eğer UNESCO meselesine bir çözüm aranıyorsa, yönetimin ne yaptığına değil, mesleki konumlarını sinik bir şekilde kendi çıkarları için kullanan "entellektüel" çevrelerin nasıl bir ayrıcalık peşinde olduğuna bakmak lazım.

Arkitera, Yazı: Korhan Gümüş, 02.07.2009

MACARİSTAN'DA 6 BİN YILLIK KÖY BULUNDU

 

Macaristan'ın güneyindeki Tolna kenti yakınlarındaki Bataszek kasabasında bulunan 6 bin yıllık köyün mezarlığında, iyi durumda onlarca iskelete rastlandı. Kazıların başında bulunan arkeolog Zsolt Gallina, mezardaki iskeletlerin 6 bin yıl öncesindeki kültüre göre gömüldüğünü, iskeletlerin yana yatmış, dizleri karınlarına çekilmiş bir şekilde bulunduğunu söyledi.

Yeni Şafak, 02.07.2009

MOR GABRİEL MANASTIRI AVRUPA'NIN GÜNDEMİNDE

 

Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Eckart Cuntz, Mor Gabriel Manastırı yöneticileri ile köylüler arasındaki arazi anlaşmazlığı davasını AB'nin ve Almanya'nın da yakından takip ettiğini söyledi. Güneydoğu gezisi kapsamında Midyat'a gelen Büyükelçi Cuntz, Federal Meclise bu konu ile ilgili sundukları ortak bildirgede bin 600 yıllık Mor Gabriel Manastırı'na ait toprakların kaybolması konusunda endişe taşıdıklarını belirttiklerini bildirdi. Cuntz, "Umuyoruz ki bu dava ile ilgili olumlu karar verilebilir, olumlu adımlar atılabilir" dedi.

Sabah, 02.07.2009

SÜLEYMANİYE'YE YUNAN KAZMASI





Yunanistan tarafından 1972'de gerekçesiz bir şekilde kapatılan Rodos'taki Süleymaniye Medresesi için şimdi de yıkım kararı çıktı. 1876'da Türk çocuklarına ilk, orta ve lise eğitimi vermek üzere inşa edilen tarihi okul için, Yunan Hükümeti'nin, Türkiye'de Ruhban Okulu'nun açılması ile ilgili çalışma başlatılan günlerde düğmeye basması dikkat çekti. Yeni Şafak'a konuşan Rodos, İstanköy ve 12 Ada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Prof.Dr. Mustafa Kaymakçı, arkeolojik kazı gerekçesiyle okulun altının oyulmaya başladığını söyledi. Prof. Kaymakçı yıkımın acilen önlenmesi için girişimlerde bulunması için Türk hükümetine yardım çağrısı yaptı.

 

Osmanlı mirası tarihi medresenin yıkımının durdurulmasını isteyen Prof. Kaymakçı, "Yunan hükümetinden Süleymaniye Medresesi'nin temelindeki kazıyı durdurarak yıkıma engel olmasını talep ediyoruz. Biz yıkım yerine tadilat başlatılarak Türk çocuklarının Türkçe öğrenmesi için okulun açılmasını talep ediyoruz. Ruhban okulu ne kadar haksa, bu okul da en az o kadar insanlık hakkıdır. 4 bine yakın Türk, çocuklarına Türkçe öğretmekte zorlanıyor" dedi.

 

Yunan hükümetinin yıkım için "Süleymaniye Medresesi'nin altında kalan kilise kalıntılarının ortaya çıkartılmasını" gerekçe gösterdiğini belirten Kaymakçı şunları söyledi: "Bu gerekçe geçerli olamaz. O zaman tüm tarihi yapılar altına bakmak için yıkılmalı. Yaşananlar bize Rodos'ta Osmanlı izinin silinmeye çalışıldığını gösteriyor."

 

Osmanlı Türklerinden kalan eserlerin artık insanlığın kültürel mirası olarak kabul edilmesi için Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Azınlık Hakları Alt Komitesi'ne de başvurduklarını açıklayan Prof. Kaymakçı, komisyon üyesi İsviçreli parlamenter Andreas Gross'un da bir heyetle birlikte inceleme yapmak üzere Eylül ayında Rodos'a geleceğini söyledi. Tarihi medresenin Türklerin elinden alındığını belirten Prof. Kaymakçı, "Aslında bu medrese, Rodos Türklerinin kurmuş oldukları Evkaf Dairesi'ne aittir, ancak daha sonra medreseye yasal bir kılıf bulunarak Yunanistan Kültür Bakanlığı el koymuş bulunmaktadır" dedi.

Yeni Şafak, haber: Yakup Bulut, 02.07.2009

REMBRANDT'IN TABLOLARI DİJİTAL OLARAK ÇOĞALTILIYOR

 

Hollanda'da Amsterdam yakınlarında faaliyet gösteren Jouke ter Hofstede of the Van Straaten adlı baskı firması, Rönesans'ın usta fırçası Rembrandt'ın bilinen 317 tuvali ile 385 gravür ve 100'ün üzerinde desenini gerçek ebatlarında dijital olarak çoğaltarak yeniden oluşturuyor. Basılan dijital Rembrandt resimleri, 5 Temmuz'dan itibaren Amsterdam'da izlenebilecek. Rembrandt, Hollanda için ulusal bir kültür mirası sayılıyor.

Sabah, 02.07.2009

HALI HIRSIZLARI POLİSE TAKILDI

 

 

Niğde'de camilerden antika halıları çalarak il dışında sattıkları iddiasıyla gözaltına alınan 4 kişiden 1'i tutuklandı.

 

Edinilen bilgiye göre, Niğde merkez ve ilçelerde bulunan camilerden antika değeri bulunan halıları çalarak il dışında sattıkları gerekçesiyle 4 kişiyi takibe alan Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi ekipleri, çalınan halılar bir evden çıkartılarak otomobile yüklendiği sırada düzenlenen operasyonla şahısları yakaladı.

 

Emniyet Müdürlüğü'nde ilk ifadeleri alınan A.A, F.S, S.Ö. ve M.C.'nin hırsızlıktan suç kaydı bulunduğu bildirilirken, evde ve kiralanan otomobilde yapılan aramada antika halılar ele geçirildi.

Mahkemeye sevk edilen şahıslardan A.A. tutuklanırken, diğer şüpheliler tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Zanlılardan halen asker olan ve hava değişimi nedeniyle izinde olduğu belirlenen M.C. İl Jandarma Komutanlığı'na teslim edildi.

Niğde Kent Haber, 02.07.2009

BOZKURT'TA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Denizli'de düzenlenen operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirilirken, 2 kişi gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre. Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığına yönelik yapılan çalışmalar sonucunda, Bozkurt İlçesi İnceler bölgesinde faaliyet gösteren N.A. ve H.G. isimli şahısların kaçak kazı yaptıkları, sahte tarihi eser hazırladıkları ve elde ettikleri tarihi eserler ile sahte eserleri karıştırarak tarihi eser kaçakçılığı ve dolandırıcılık yaptıkları haberi alındı.

 

Düzenlenen operasyonda suçüstü yakalanan şahısların evlerinde yapılan aramada, bir sikke kataloğu, 1 elektroliz düzeneği, 16 kalıp, 1 tabanca, 1 havalı tüfek, 16 av tüfeği fişeği, 73 gümüş sikke, 5 altın sikke, 7 bilezik, 2 şamdan, 1 çanak, 5 gümüş takı, 4 süs eşyası, 2 yüzük, 1 bakır yüzük, 1 bronz sikke ele geçirildi.

 

Olayda ele geçirilen tarihi eserlere el konulurken, N.A. ve H.G isimli şahıslar çıkarıldıkları adli makamlarca serbest bırakıldı.

Denizli Kent Haber, 02.07.2009

KAYNAŞLI'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Düzce'nin Kaynaşlı İlçesi'nde jandarmanın düzenlediği operasyonda tarihi eserlerle yakalanan şahıs gözaltına alındı.


Edinilen bilgiye göre, Düzce İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin dün Kaynaşlı İlçesi'nde düzenlediği operasyonda 4 adet tarihi heykel, 1 adet kılıç, 1 adet gümüş sikke, 17 adet madeni para ve 4 adet rulo şeklinde iç içe sarılmış parşömen ve ferman ele geçirildi. Tarihi eserlerle birlikte yakalanan bir kişi, adli makamlara sevk edildi

Düzce Kent Haber, 02.07.2009

TURİSTLER NEMRUT DAĞI'NA MALATYA'DAN BALONLA GİDECEK

 

Malatya'nın Kale Kaymakamı Osman Bilgin, Karakaya Baraj Gölü kenarındaki ilçenin turizme kazandırılması için sürdürülen çalışmalar kapsamında önümüzdeki günlerde balon turizminin başlatılacağını söyledi.

 

Bilgin, hafta sonu Malatya'ya gelen YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın Kale'yi ziyaret ettiğini belirterek, "Bu ziyaret sırasında İnönü Üniversitesi Rektörlüğü ile bir protokol imzaladık. İmzalanan protokol kapsamında Su Sporları Meslek Yüksek Okulu kurulmuş olacak. Bunun dışında bölgeye yapılacak marina, kano platformu gibi yüzer sistemler ve diğer sosyal faaliyet alanlarından üniversite sorumlu olacak. Üniversitenin faaliyet alanı dışında halkın yararlanacağı plaj ve sahil alanı oluşturacağız." dedi.

 

Su Sporları Meslek Yüksek Okulu'nun kurulmasıyla Kale'nin kano, yelken, kürek ve diğer su sporları alanında uluslararası yarışmaların yapılacağı bir merkez haline geleceğini ifade eden Kaymakam Osman Bilgin, "Kaleli iş adamlarımızın da buraya ciddi yatırımları olacak. Malatyalı bir iş adamımız, Çek Cumhuriyeti'nden balon siparişi verdi. Yapımı 6 hafta sürüyormuş. Bitince Malatya'ya gelecek. Elazığ, Harput, Doğanyol Kanyonu ve Nemrut'a balon gezileri düzenlenecek" diye konuştu.

 

Kale'nin ciddi bir turizm potansiyeline sahip olduğunu belirten Kaymakam Bilgin, yatırımcıların ilçeye büyük ilgi gösterdiklerini kaydetti. Bilgin, "Biz de ilçenin bu potansiyelini ortaya çıkarmak için devlet ve özel sektör iş birliği ile şu ana kadar 2 milyon TL'lik yatırım yaptık. Son bir yılda 10 metre genişliğinde 1.6 km ham yol, 583 metre küp taş duvar yaptık. 870 metre kare yüzer sistem oluşturduk. 20 bin kamyon hafriyat döküldü. Su, elektrik ve kanalizasyon gibi diğer alt yapı çalışmaları da sürüyor. Sahil şeridi için çalışmalarımız devam ediyor. Kale'yi Pütürge'ye bağlayan yolun bize düşen kısmını büyük oranda tamamladık. Yine Malatyalı bir iş adamımız buraya otel yapacak. Kale, gerçek bir turizm ve su sporları merkezi olacak." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Bülend Koç, 01.07.2009

BİZANS DAMACANASI

 

Adıyaman Müze Müdürlüğü'nde Bizans dönemine ait su damacanası sergilenmeye başlandı.

 

Adıyaman Müzesi'nde sergilenen Bizans dönemine ait cam damacana müzeyi ziyarete gelenlerin büyük ilgisini çekiyor. Bizans Dönemine ait olduğu belirtilen 40 santim eninde, 80 santim boyundaki damacana demir küfe ile korunuyor.

 

Sadece ağız kısmında küçük bir kırık olan ve tamamen sağlam olan damacana bir vatandaş tarafından Adıyaman'da bulunarak müzeye teslim edildi. Müze Müdürlüğü'ne teslim edilen damacana ve küfe temizlenip konservasyonu yapıldıktan sonra teşhir edilmeye başlandı.

 

Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan, damacananın müzede sergilenen farklı bir obje olduğunu ve büyük ilgi gördüğünü belirterek, "Damacananın diğer eserlerden farklı olması nedeniyle gelen ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Bizans döneminde bu tür bir damacananın olması o dönemin insanlarının zevkine ve estetiğe önem verdiklerinin göstergesidir" dedi.

Adıyaman Kent Haber, 01.07.2009

SERGİNİN VE RESTORASYONUN SERGİSİ

 

10 yıldır ilk kez İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin kapısından öfke ve kederle değil de umutla çıktığımı söylesem, durumu pek bir dramatize mi etmiş olurum? Sanmıyorum. 1937'de Atatürk'ün isteğiyle halka açılan ve o günden bugünlere tam anlamıyla ayakta kalma mücadelesi veren kurum, 2007 yılından bu yana ilk kez ciddi bir restorasyon geçiriyor ve ilk kez ‘hayata dönme' sinyalleri veriyor. Çürüyen kirişleri yenileniyor, çatısı onarılıyor, müzenin muazzam şatafatını gözler önüne seren o kararmış, harap olmuş tavan resimleri ve bezemeleri adeta gün yüzüne çıkıyor. Koleksiyondaki resimler ve heykeller de bakım görüyor. Müzenin müdürü Prof. Ferit Özşen'in deyimiyle ‘kapalı müze sendromu'ndan kurtulmak için restorasyon sırasında da bir dizi etkinlik gerçekleştirilecek olan kurumda şu sıralar açılan ‘Serginin Sergisi', bu hayata dönüşün ilk göstergesi olarak sonbahara kadar izleyicilerini bekliyor. ‘Kapalı müze sendromu' derken, Özşen elbette müzenin restorasyon sırasında kapalı olmasını kast etmiyor. Müze aslında yıllardır açık da olsa kapalıydı. Özellikle bir süredir özel müzelerin sergilerine servis veren bir tür depo niteliğindeydi. Ulusal ve kamusal miras, kültürel ve kolektif bellek gibi konularda değer bilirlikten ne kadar mahrum olduğumuzun simgesi haline gelmişti. Modernleşme projemizin fena halinin bir yansıması olmuştu.
 

Bugün bu çok değerli kültürel miras hem Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi olan bina, hem 10 bini aşkın yapıt barındıran koleksiyon- gerçekten gereksiniminde olduğumuz toplumsal duyarlılıklarla mı hayata döndürülüyor yoksa İstanbul'da özellikle 2010 çerçevesinde gözlemlenen büyük kültür endüstrisi dönüşümünün bir uzantısı olarak kısa vadede ve kısa vadeli bir yenilenme mi geçiriyor şimdilik bilemeyiz ama, sonuçta müzenin hak ettiği maddi ve manevi duyarlılığa biraz olsun kavuşmuş olması çok, ama çok sevindirici bir gelişme olarak görünüyor. Eski bakanlardan Abdüllatif Şener'in ismi ilerde siyasi kariyeriyle anılır mı bilemem ama, birkaç yıl önce İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ni ziyaret ettikten sonra müzenin sorunlarına sözde değil özde eğilmesi ve bir anlamda müzenin kaderini değiştirmesi, sanatsever vatandaşların belleğinden muhtemelen hiç silinmeyecek. Başka siyasetçilere de seslenelim: On yılların ihmalinin yarattığı tahribata karşılık son bir yılın restorasyonunun bile müzede nasıl büyük bir değişim yarattığını görmek için müzeyi mutlaka ziyaret edin. Öncelikle sizler ziyaret edin. Böyle bir değere sahip çıkmamanın affedilmez bir tarihsel sorumluluk olduğunu (artık) fark edin.

 

Müzede şu sıralar izleyebileceğiniz ‘Serginin Sergisi' de aslında belli ki restorasyonun aşamalarını sergilemek için düzenlenmiş bir sergi. Mimar Sinan Üniversitesi'nin Rektörü Prof. Rahmi Aksungur, restorasyonun her aşamasının ‘şeffaf' bir şekilde ilerleyeceğini, müzede düzenlenecek sergiler sırasında restorasyonunun her aşamasının izleyicilerle paylaşılacağını iddia ediyor. Umarız öyle olur. Bir yandan da ‘Serginin Sergisi', bir tür tarihsel/belgesel bir görsel arşiv sergisi: 1937'de müze ilk açıldığında koleksiyonda yer alan yapıtları bir araya getiren, hatta yer yer aynı salonlarda aynı düzenleme içinde izleyiciye bir tür tarihe yolculuk yaptıran bir sergi. Ülkemizde modern müzeciliğin başlangıç adımlarına ilişkin önemli ipuçları verdiği gibi, sanat tarihimizin de tarihi olan bir sergi. Harbiyeli ve Darüşşafakalı Ressamlar, Osmanlı Ressamları, Türk İzlenimcileri, Müstakiller ve D Grubu Sanatçıları gibi tarihsel gruplaşmaları, eğitici bir düzenek içinde sergileyen ‘Serginin Sergisi', Türk sanatı tarihini bugün artık kanon statüsü kazanmış birçok yapıtını bir araya getiriyor. Sakın kaçırmayın!


‘Serginin Sergisi' 28 Ağustos'a kadar hafta içi her gün 10.00-16.00 arasında ziyarete açık.

Radikal, Yazı: Ahu Antmen, 01.07.2009

TARİHİ KAZI BAŞLIYOR

 

Bu zamana kadar sikkeler dışında arkeolojik bulgu bulunamayan VI Mitridates'e ait olduğu düşünülen köşk, Amasya'da Oluz Höyük'te gün ışığına çıkacak.


İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Arkeolog Şevket Dönmez ve ekibinin 2007 yılında başladıkları Oluz Höyük Kazıları çerçevesinde 2007 yılında bulunan ve 2008 yılında bir kısmına ulaşılan, bu sene ise tamamının ortaya çıkmasının hedeflendiği MÖ 120 ve 63 yılları arasında yaşamış olan VI Mitridates'e ait olduğu düşünülen köşk, VI Mitridates Dönemi'ne önemli derecede ışık tutacak.


Oluz Höyük kazılarının Amasya'nın tarihsel kronolojisini yeniden kurgulamaya başladığını ifade eden Arkeolog Şevket Dönmez, "45 dönümlük bir alanı kapsayan Oluz Höyük'te ortalama 2 metre derinliğe kadar indik. 200 bin liralık ödenek, 80 kişilik bir ekip ile 8 Temmuz'da başlayacağımız kazıları 25 Ağustos'ta tamamlayacağız. Burada sadece antik kaynaklarda adı geçen ve bu zamana kadar sadece sikkeleri dışında arkeolojik bir bulgu bulunmayan VI Mitridates'in dönemine ait bir yapıyı 2007 yılında ortaya çıkarttık. Bu yapının o döneme ait bir köşk olduğunu düşünüyoruz. Tamamen ortaya çıkarttığımızda ne amaçlı olarak kullanıldığını belirleyeceğiz" dedi.


Amasya'ya yaklaşık 18 kilometre uzakta bulunan Oluz Höyük'te 2007 yılında kazı çalışmalarına başlayan Yrd. Doç.Dr. Şevket Dönmez ve ekibi, bu sene kazılara 8 Temmuz tarihinde başlayarak 25 Ağustos tarihinde tamamlayacak. Oluz Höyük'te 3 kültür katı saptandığını ifade eden Şevket Dönmez, "1. kat Hellenistik Çağa ait. MÖ 2 ve 1. yüzyıllara ait. Burada elde edilen sikkeler VI. Mitridates Dönemi'ni işaret ediyor.

 

Ünlü Roma İmparatoru Sezar'ın Mitridates'in oğlu Formakes'i yendiği ve Veni vidi vici 'Geldim, gördüm, yendim' dediği Zel Savaşı bu bölgede oldu. 2. kültür katmanında Hellenistik Çağ öncesinde devam eden Frig Çağı'na ait. MÖ 8 ve 3. yüzyılı kapsayan dönem. 3. kültür katmanında ise Hitit Dönemi var. Önemli bir Hitit kenti gizli burada. En büyük hedefimiz bu kenti ortaya çıkartmak ve ismini belirlemek. Buran saray veya tapınak çıkmasını bekliyoruz. Ayrıca Geldingen Ovası'nın Hitit Dönemi'nde bir göl olduğunu düşünüyorum" diye konuştu.

Amasya Kent Haber, 01.07.2009

ULUS TARİHİ KENT PROJESİ TÜM HIZIYLA DEVAM EDİYOR

 

 

Ankara'nın çehresini değiştirecek önemli projelerden Ulus Tarihi Kent Projesi'nin ilk etabı tüm hızıyla devam ediyor. Geçen haftalarda Hacı Bayram Camii çevresindeki 120 evin restorasyon çalışmalarına başlayan Ankara Büyükşehir Belediyesi, bölgede bulunan tarihi evlerin yenileme çalışmalarını sürdürüyor.

Osmanlı'nın son dönemlerine şahitlik etmiş evlerin yer aldığı ve aralarında sefaret ve bakanlık olarak da kullanılmış binalar, hak ettiği yeni yüzüne kavuşturuluyor. Aralıksız sürdürülen çalışmalarla bölgenin çehresinin değiştirilmesi amaçlanıyor. Büyükşehir Belediyesi'nin girişimleri sonucunda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kurulu'ndan onay alınarak evlerde yapılan çalışmalar aslına uygun olarak onarılıyor.

Konuyla ilgili bilgi veren Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, amaçlarının Ankara'nın en eski yerleşim yerlerinden olan Ulus'un hak ettiği görünüme kavuşturmak olduğunu söyledi. Turistlerin de yoğun olarak geldiği bölgenin 'mezbelelik' görüntüsünden kurtarmak için aralıksız çalışıldığını dile getiren yetkililer, projenin 2 milyon 100 bin metrekarelik bir alanı kapsadığını kaydetti.

Zaman, 01.07.2009

ATATÜRK'ÜN KÖŞKÜ'NE KAÇAK RESTORASYON

 

 

Yalova Belediye Başkanı Yakup Koçal, bir çınar ağacının dallarına zarar gelmemesi için Atatürk'ün talimatıyla temelinden kaydırılan tarihi binada, geçmiş yönetim tarafından kaçak yapı yapıldığını iddia etti.

Koçal, Milli Emlak Müdürlüğü’nce Yalova Çevre Vakfına (YAÇEV) devredilen Yürüyen Köşk'ün yeniden belediyeye verilmesi için yaptıkları başvurunun olumlu sonuçlandığını ifade ederek, şöyle konuştu: "26 Haziran tarihinde Milli Emlak Müdürlüğü, YAÇEV AŞ ile ilgili sözleşmeyi fesh ettiğini bildirdi. Şimdi belediye olarak söz sahibi olmak konusunda girişimlerimizi yapacağız. Ancak orada asıl üzücü nokta köşkün yanına yapılan ahşap restoranın kaçak olması. Atatürk'ün mirasına tecavüz edilmiş. Yalova Belediyesini geçmiş dönemde yönetenler buna göz yummuşlar."

Restoranın, onayı alınan 70 metrekarelik alanın dışına taşarak, kanuna aykırı biçimde büyütüldüğünü öne süren Koçal, "Konuyu yazıyla Valiliğe ilettik. Kanunen yıkmak zorunda kalabiliriz" dedi.

Ntvmsnbc, 01.07.2009

KAZI ALANINDA ÇALIŞMA BAŞLATILDI

 

İzmit Çukurbağ Mahallesi 14-15 parsellerde yapılacak kazıyla ilgili ön çalışma başladı. İzgaz ve İSU ekipleri, dün kazı çalışmasının yapılacağı yerin üstünde bulunan eski, kullanılmayan evin doğalgaz ve suyunu kesti, hatlarını iptal etti.


Kocaeli Çekül Vakfı İl Temsilcisi Numan Gülşah’ın önceki gün yaptığı, uyarı amaçlı açıklamaya ise Müze Müdürü İlksen Özbay’dan cevap gecikmedi. Kazı alanında dün incelemeler yapan, doğalgaz ve su şebekesinin kesilmesi çalışmalarını izleyen Müze Müdürü İlksen Özbay, tarihi eserler konusundaki hassasiyeti ile tanınan Numan Gülşah hakkında sert ifadeler kullandı, “Numan Gülşah bizim işimize burnunu sokacağına önce üniversite bitirsin ve arkeoloji diploması getirsin. Biz bütün eserleri teşhire koymuyoruz. Henüz kazının yapılıp yapılmaması konusunda net bir karar yok. Bu kazının tek muhatabı benim.“şeklinde konuştu.

Özgür Kocaeli, 01.07.2009

RESTORASYON KARMAŞASI





Ödenek yokluğu yüzünden restorasyon çalışmaları yarım kalan ve ibadete kapatılan Bakırcı Camisi, bu kez de 'dilekçe karmaşası'yla gündeme geldi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, söz konusu restorasyon çalışmalarının, Genel Müdürlüğün yazısı ile durdurulduğunu açıklarken, Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, "Söz konusu iş, sözleşme esasları içerisinde devam etmektedir" diyor.

 

Ödenek yokluğu yüzünden restorasyon çalışmaları yarım kalan ve ibadete kapatılan Bakırcı Camisi, bu kez de ‘dilekçe karmaşası’yla gündeme geldi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, söz konusu restorasyon çalışmalarının, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 14 Nisan 2009 tarih ve 5960 sayılı yazısı ile durdurulduğunu açıklarken, Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, “Söz konusu iş, sözleşme esasları içerisinde devam etmektedir” dedi.

 

Bakırcı Mahallesi Muhtarı Asef Bulmuş’un, hem Vakıflar Genel Müdürlüğü, hem de Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yaptığı resmi yazışmalara verilen cevaplar, Bakırcı Camisi’nin durumuyla ilgili olarak kafaları karıştırırken, mahalleli, aynı kuruma ait iki ayrı dilekçeden bir anlam çıkarmaya çalışıyor.

Bakırcı Mahallesi Muhtarı Asef Bulmuş’un, Bakırcı Camisi’ndeki restorasyon çalışmalarının neden durdurulduğunu öğrenmek için yazdığı iki ayrı dilekçe, kafaları iyice karıştırdı. Biri Vakıflar Erzurum Bölge Müdürlüğü’ne, bir diğeri de, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne yazılan iki ayrı dilekçeye verilen cevaplar, zaten merak içerisinde olan mahallelinin kafasını tamamen karıştırdı. Muhtar Bulmuş’un yazdığı dilekçeye, 16 Haziran 2009 tarihli cevabi yazıyla bir açıklama gönderen Vakıflar Erzurum Bölge Müdürlüğü, ödenek olmadan söz konusu işin yürütülmesinin mümkün olmadığını kaydederken, Bakırcı Camisi’ndeki restorasyon çalışmalarının ise, 15 Nisan 2009 tarih ve 5960 sayılı yazıyla, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından durdurulduğunu bildirdi.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden gelen açıklamayı da ekleyerek, bu kez Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bir dilekçe yazan Mahalle Muhtarı Bulmuş, gelen cevabi yazıyı okuyunca adeta şakına döndü. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, 23 Haziran 2009 tarih ve 1933 sayılı cevabında, “Söz konusu iş, sözleşme esasları içerisinde devam etmektedir.” denilirken, bu durum, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, restorasyonun durdurulduğundan haberdar bile olmadığı şeklinde bir anlamın ortaya çıkmasına neden oldu. Bakırcı Mahallesi Muhtarı Asef Bulmuş, “Bölge Müdürlüğü, ‘restorasyonu Genel Müdürlük durdurdu’ diyor, Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, ‘iş devam ediyor’ diyor. Bu nasıl bir iş, anlamadık. Kafamız iyice karıştı. Birilerinin çıkıp bizi aydınlatmasını istiyoruz.” dedi.

 

Bu arada, Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise, restorasyon işinin ödeneksizlik yüzünden durdurulduğunu yinelemekle yetindi.

Erzurum Gazetesi, 01.07.2009

ST. PETERSBURG'DAN MEKTUP

 

Erich Mendelsohn tarafından 1926 yılında tasarlanan Red Flag Fabrikası'nın kaderi yıkım ile sanat ve iş merkezine dönüşüm arasında sıkışıp kaldı. Bu durum modern başyapıtların kentsel uyum ve ideolojik tekrar programlama sorusunu genişletiyor.





Geçen yıl basın, Bay Burdinsky adında bir müteahhitin 20.yy mimari cevherlerinden biri olan, dünyaca ünlü ekspresyonist (dışavurumcu) Alman Erich Mendelshohn tarafından tasarlanan eski tekstil fabrikasını yeniden keşif imkanı sunmasıyla sevince boğuldu. Rusya'da ayakta kalan tek tasarımı olan Leningrad Red Banner Fabrikası, sanat ve ticaret merkezine dönüştürülmke üzereydi. Bugünlerde, Bay Burdinsky'nin eski destekçilerini huzursuz eden, yıkımın sihirli bir ilaç olduğuna yönelik sözleri sunum modellerine kazınıyor. Leningrad Tekstil Fabrikası üç büyük hol, atölye binası ve son derece güçlü enerj santrali ile dört hektarlık endüstriyel bir üs. Luckenwalde Şapka Fabrikasının stil varislerinden olan bu imza yapı, ideolojik ön saflarda bulunuyor. Zayıf bakım ve esas tasarım özelliklerinin resmi inkarı sadece modern tehditlerle yüz yüze kalıp, koruma bahanesi ve dönüştürülmesine neden oldu. 2 Nisan'da St. Petersburg Valilik Miras Konseyi, David Chipperfield tarafından tasarlanan "onun fikirleri ne olurdu?" adlı tasarım önerisini dikkate aldı. Haberlere göre önerilen yeni tasarım, fabrikanın değerinin inkarından farksız değildi. Enerji santralı nezaketen korunmuş, Mendelsohn'un olmadığı, yapısal anlamda güvensiz ve betonarme olmasından dolayı zaten geri dönüştürülemez olduğu gerekçeleriyle holler ve atölyeler yeni bir kutular aranjmanına yer olarak görülmüştü. Bay Burdinsky, enerji santralını ve fabrikaları miras listelerinden hepten silinmesi için Miras Konseyi'ni aradı ve çevrenin geri kalanında serbestlik tanındığında, enerji evini koruyacağı sözünü vererek, Konsey'in kendi tarafını tutmadığı taktirde yasal anlamda harekete geçeceği şeklinde tehditte bulundu. Konsey, tartışmayı erteledi. Yerel girişimciler, Rus Miras Koruma Grubu, VOOPIK tarafından önayak olunan, fabrikanın değerinin geri kazandırılması için çalışan yoğun bir kampanya başlattı. O günlerde Almanlar'ın Luckerwalde Fabrikası'nı eski ihtişamına kavuşturmak için restore ediyor, imza niteliği taşıyan şapka çatıyı tekrar inşa ediyor ve betonarmenin özelliklerini yüceltiyor olması, Leningrad tarafında ise yıkılmasa da büyük ölçüde değiştirilme tehdidi ile karşı karşıya olması bir ironi oluşturdu.





Red Banner'ın Erich Mendelsohn Gesamtkunstwerk'in değil de, enerji santralinin bir Mendelsohn kompozisyonu olup, diğerlerinin yerel mimarlar tarafından tasarlanan bir seri benzer tasarım olduğuna dair makalelerin yerel mimari basında yer almasının arkasında kim vardı?

Mandelsohn'un, sonradan inşa edilen binaların müellifliğini reddettiği ve öncekini onurlu bir istisna olarak sakladığı (Bruno Zevi'nin incelemesinde ya da başka bir araştırmacı tarafından bahsedilmeyen) hikayesini kim başlattı? Projenin müteahhiti ve mimarı, basın yayınlarının "hepsinin yanlış" olduğunu idda ederken ve "hiçbir binanın yıkıma uğramayacağı"nı savunurken neden uygulanacak tasarımı halkla paylaşmayı reddediyor? Haziran başında Konsey, üçüncü kez toplantısını Red Banner sorununa adadı. Kutlanacak bir zafer mi? Şaşılacak olsa da, sayısız palası eski ihtişamıyla tekrar kavuşturan Rus restorasyon okullarının antikalarla baş etmekte hala bazı basit eksiklikleri var. İtalyan restorasyon çalışması kapsamında St. Peter's Gate ve St. Petersburg'da Paul Fortress ve zamanla aşınmış taş ve tuğla yapıya gösterilen duyarlılık, benzer yerel profesyoneller ve otoritelerde büsbütün karışıklığa neden oldu: neden hiç kimse kalıntıya taş taş, parça parça özen göstersin? Neden yıkıp daha iyi ve yeni bir bina yapmayalım? 2007'de St. Petersburg restoratörleri ve İtalyan meslektaşları arasında bir anlaşmaya ulaşılmıştı. 2009'da görülüyor ki bu anlaşma hem temasal anlamda hem coğrafi anlamda genişletilmeli. Einstein Kulesi'nden De La Warr Pavyonu'na birçok erken modernist deneme yakın zamanda orijinal ihtişamına kavuşturulup yeni bir hayat verilmedi mi? Eldeki bilgiyi toparlamanın zamanı değil mi? Aksi halde, korkaklık ve ihmal ya da ihmalkarlık ve önyargı ortak tarihimizin değerli taşlarını çalmaya devam edecek.

Arkitera, Kaynak: Domus, Çev.: Betül Tuncer, 30.06.2009

ANTIOCHEA ANTİK KENTİ KAZILARI SÜRÜYOR

 

Isparta'nın Yalvaç İlçesi'nde bulunan Pisidia Antiokheia Antik Kenti'nde kazılar sürüyor. Kazı Başkanı Doç.Dr. Ahmet Özhanlı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte bu yılın kazılarının 10 Haziran'da başladığını belirterek, kazılara 30 kişilik öğrenci ve bilim grubunun katıldığını bildirdi.

 

Roma döneminde Pisidia bölgesine başkentlik yapacak kadar önemli olan antik kentteki kazıların, Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi gözetiminde sürdüğüne işaret eden Özhanlı, tamamı surlarla çevrili 46 hektarlık alan üzerine kurulu kentin en parlak çağını Roma döneminde yaşadığı vurguladı.

İlk kez geçen yıl başlanan kazılarda bu yılki sezona Nympheum yani anıtsal çeşme önünde bulunan kuzey-güney caddesinden başlandığına işaret eden Özhanlı, caddenin kuzey ucundan başlanan kazıyla, anıtsal çeşme önünde bulunan meydanın ortaya çıkarılmasının amaçlandığını kaydetti.

Bunun yanında geçen sezon çizimleri tamamlanan tiyatroda, orkestra ve sahne binasının düzenlenmesi çalışmaları, St. Paul Kilisesi kazı ve çevre düzenlemeleri, hamam ve doğu-batı caddesi üzerinde tiyatrodan sonra güneye ayrılan caddede mozaiklerin konservasyonu gibi birçok çalışma yapılmasının da planlandığını anlatan Özhanlı, ekibin, kent meclisi binası olan Bouleterion'da ve kentin güneyinde olduğu tahmin edilen, şehrin ikinci giriş kapısının yerini tespit etmek için sondaj çalışmaları da gerçekleştireceğini söyledi.

"Antik kentin ancak yüzde beşi toprak üzerinde" diyen Mehmet Özhanlı, amaçlarının yıl kentin bir başka önemli yapısının gün yüzüne çıkarmak ve bunun yanında mevcut yapıları da koruyarak gelecek nesillere aktarmak olduğunu bildirdi.

Doç.Dr. Özhanlı, "Bu sezon daha kazının ikinci haftasına girmemize rağmen, anıtsal çeşme önünde mermer heykel ve kabartma parçalarıyla çeşmeye ait önemli mimari parçalar çıkardık" dedi.

Cnn Türk, 30.06.2009

MYRA'YA İLK KAZMA VURULDU





Antalya'nın Demre İlçesi'nde bulunan tarihi Myra antik ve Andriake antik liman kentleri restorasyon kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın katılımı ile başladı. Kazılar Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik başkanlığında 50 kişilik bir ekip tarafından yapılacak. Söz konusu çalışmalar, tarihi antik kentleri ve batık şehriyle her yıl 500 bin civarında turisti ağırlayan Demre için büyük önem taşıyor.

Uzun yıllar sürebilecek kazıların tarihsel değerinin çok önemli olduğunu ve değerli bulgularla günümüz insanını buluşturacağını dile getiren Bakan Ertuğrul Günay, Myra Antik Kenti'nin yanı sıra, antik liman bölgesi Andriake'de de Likya Uygarlığı Müzesi Projesi'ni hayata geçirmek istediklerini ifade etti. Müze için bilimsel danışma kurulunun proje hazırlayacağını ve önerilerde bulunacağını belirten Günay, bu doğrultuda projeyi hayata geçirmeye çalışacaklarını bildirdi.

Demre'nin Myra Antik Kenti, Noel Baba Müzesi, Kekova, Andriake bölgeleriyle çok önemli bir uygarlık merkezi olduğunu, Noel Baba Müzesi kalıntıları ile Kekova bölgesinin UNESCO Dünya Kültür Mirası aday listesinde yer aldığını hatırlatan Günay, "Ben Demre'nin bütünüyle, çevresiyle Dünya Miras Alanı Kalıcı Listesi'ne gireceğini umut ediyorum. Bu yıl, bu yolda adım attık. Fethiye'den, Olimpos'a kadar olan bütün Likya Uygarlığı kalıntıları, Türkiye tarafından Dünya Miras Alanı Aday Listesine önerildi ve bu kabul edildi. Demre'nin bütününü de kalıcı listeye sokacağımızı umut ediyorum'' dedi.

Antik kentte başlayan kazılarla ilgili üzerlerine düşeni yapmaya çalıştıklarını, tarihi amfi tiyatronun geliştirilmesi projesini de hazırladıklarını ifade eden Günay, Demre'nin Üçağız Köyündeki Simena Antik Kenti'nde çıkış için kullanılan taşlar yerine önümüzdeki süreçte ahşap basamaklar yapılacağını söyledi. Günay, Üçağız Köyündeki iskelenin de tamamlanacağını dile getirdi.

Törene katılan Antalya Vali Yardımcısı Yıldırım Uçar da Türkiye, Antalya ve Demre'nin miras yönünden zengin olduğunu, Myra Antik Kenti'nde yapılacak kazılarda mirasın bilinmeyen kalıntılarının ortaya çıkacağına işaret etti.

Törene, Rusya'nın Antalya Başkonsolosu Mirjalol Husanav ile Türk ve yabancı vatandaşlar katıldı. Myra Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Nevzat Çevik, Günay'a teşekkür plaketi verdi. Törenin ardından Günay, beraberindeki yetkililer ile vatandaşlar, Antalya Devlet Opera ve Balesi Orkestrası sanatçılarının verdiği konseri izledi.

Öte yandan Günay, bir gazetecinin, "Çevre ve Orman Bakanlığı'nın hazırladığı Çevre Düzenleme Planı'nda, Perge Antik Kenti'nin çevresinde organize sanayi bölgesinin yer almasıyla" ilgili sorusu üzerine, konuyu incelediğini söyledi.
Zaman, 30.06.2009

ROMA'DAN ŞEHRİN MEYDANLARINA

 

İslam şehrine dair modern zihni sürekli meşgul eden sorulardan biri, bu şehirlerin neden meydanlara sahip olmadığıdır. Aydınlanma ile ortaya çıkan modern şehirciliğin en bariz özelliklerinden biri devasa ölçeklerde meydanlara sahip olmasıdır. Şehirde bütün yollar adeta bu büyük meydana ya da meydanlara çıkar.

 

Modern şehir, aydınlanma düşüncesinin eseri olduğu kadar bir tür Roma öykünmesidir. "Çağdaş Roma" olmak isteyen her Avrupalı güç, kendi tarzında Roma'yı yeniden inşa etmek istemiştir. Zenginlik ve düzeni ile 19. yüzyıl Londra'sı nasıl dönemin Roma'sı olarak gösterilmişse Paris'in de emperyal gücün sergileyen ve bu anlamda da Roma'ya en fazla öykünen başkentlerden biri olduğu söylenebilir.

 

Roma devasa yapıları, tapınakları ve meydanlarıyla Batı medeniyetinin her anlamda olduğu gibi şehir modeli olarak da köklerini bulduğu model oldu. Roma'da tapınaklar, resmi binalar ve anıtlar o kadar merkezi rol oynamıştı ki, Richart Sennett'in tabiriyle "bak, iman et ve itaat et" telkini yapar gibiydi. Bu iman ve itaat daha çok siyasi otoriteye yönelikti. Şehrin meydanına kurulan forum bile dinleyenlerin (vatandaş) katılımdan çok monarkın söylevini dinleyemeye yönelik tasarlanmıştı. 'Izgara sistem Roma şehri' Ortaçağ'da çökse de Aydınlanma ile Batıda yeniden canlandı.

Paris'in meydanları, modernleşme ve Fransız İhtilali'nin etkisiyle yeniden anlamlandırılarak tasarlanacaktı. Emperyal güç gösterisine uygun olarak tasarlanan Paris'in meydanları ihtilal sırasında olduğu gibi ihtilal sonrasında da önemli işlev görecekti. Modern şehrin meydanları aydınlanma düşüncesinin insan ve mekan konusuna yüklediği anlamdan bağımsız olmasa da büyük ölçüde siyasal otoritenin "bak ve itaat et" telkininden de ayrı düşünülemezdi.

 

Avrupa'da yaşanan siyasal gelişmelerden çok daha farklı ve kendine özgü bir çizgide gelişen Amerikan şehrinin de Aydınlanmacı düşüncenin eseri olduğu kadar Roma etkisiyle ortaya çıktığı söylenebilir. Bu durum, Batılı zihnin Amerikan formu olarak bu modelden tümüyle farklılaşmadığının işaretidir. Modern şehrin, Harvey'in insan vücudundaki kan dolaşım sistemini keşfetmesiyle beraber, şehri bir organizma olarak ele alan Aydınlanmacı mimarların eseri olduğu savunulur. Buna göre insan bedeni gibi şehirlerin de oksijen alacağı akciğer fonksiyonu görecek meydanlara, geniş parklara ve en önemlisi kalabalıkların devamlı hareket edebileceği cadde-meydan düzenlemesine ihtiyacı vardır. Bu espriden hareketle ABD başkenti olarak Washington için bir şehir planı geliştiren Pierre C.L'fant'ın, Roma şehir tasarımından ilham aldığı, hatta coğrafi isimleri bile oradan esinleyerek ortaya koyduğu biliniyor. Amerikan devrimi, henüz "üçüncü Roma" olma iddiasına sahip değilken bile Aydınlanma düşüncesinin "sağlıklı şehirler" ideali ile Roma geleneğinin birleştirildiği bir başkent inşa etmeye girişti. Washington D.C.'nin tipik Roma şehrinde olduğu gibi ızgara sisteme benzetilmesi bir yana siyasi otoritenin merkezi binalarının şehrin nefes aldığı mekanlarla birleştirilmesi Aydınlanma ile Roma değerlerinin buluşturulmasına bir örnek teşkil etti. Daha sonraki düzenlemelerde de, Başkanlık Sarayı ve Kongre merkezinin şehrin "akciğeri" ile ilişkilendirilmesi, adeta tüm yolların buraya çıkarılması tesadüf değildir.

Batı'da gelişen modern şehir mimarisinin merkezi, büyük meydanlara ihtiyaç duymasının, salt kentte yaşayanların rahat nefes alması gibi bir düşünceden kaynaklandığı söylenemez. Otorite öne çıkarılırken anıtsal yapılara bakarak iman etmese bile, seküler zihin artık ironik biçimde itaati önceliyordu. Napolyon'un muhtemel halk ayaklanmalarını bastırabilmek için (kendisi de bir topçu subayı olması hasebiyle) top ateşine uygun alanların açılmasını istediği söylenir.

 

Şehrin Aydınlanmacı organizasyonu bireyin nefes alacağı ama kitlesel olarak bir anlam kazanamayacağı, örgütlenemeyeceği açık alan-meydan, cadde tasarımı geliştirdi. Teknolojik gelişme buna hız ve hareket formunu giydirdi. Sürekli hareket eden ama tek tek insanlardan oluşan bir denetim mekanizmasına dönüştü meydanlar.

 

Otoritenin kendini ifade ettiği, daha doğrusu tahakkümünü gösterdiği, merkezi yönetimin her şeyi belirlediği bir şehir anlayışının ürünü olarak meydanlar hayati önem taşır. Siyasetin toplumsalı yok ettiği modern şehir modelinin kaçınılmaz öğeleridir meydanlar. Açık alanlar, parklar toplumsallığı yok eden siyasanın bireylerin nefes almasına izin verdiği kadar nefes alışını da kontrol ettiği mekanlar olarak Roma'nın daha rafine uzantısıdır.

 

Kan dolaşımını yüzlerce yıl önceden bulan Müslümanların geliştirdikleri İslam şehrinde meydanları neden öncelemedikleri konusunda bir fikir verebilir.

Yeni Şafak, Yazı: Akif Emre, 30.06.2009

HASANKEYF İÇİN MÜCADELEYE DEVAM

 

Batman Hasankeyf Yaşatma Girişimi üyeleri, Hasankeyf'in sular altında kalmaması için mücadelelerini sonuna kadar sürdüreceklerini söyledi.

Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi üyelerinin Hasankeyf'te yaptığı basın açıklamasına, Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay ve çeşitli kitle örgütü temsilcileri katıldı. Girişim üyeleri, Dicle Nehri üzerinde "Dicle Hasankeyf'i boğma", "Hasankeyf'e kıymayın efendiler", "Hasankeyf'i yerinden değil yarına taşıyın" yazılı pankartlar açarak eylem yaptılar.

Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi Sekretaryası adına açıklama yapan İpek Taşlı, "Gelecek kuşaklara bırakacağımız en büyük miras olan antik Hasankeyf kentini korumayı ve yarınlara taşınmasını sağlamayı görev bildiğimizden, bugün farklı bir eylem için buradayız" dedi.

Taşlı, "Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ndeki tarihi ve doğal zenginlikleri turizm yatırımları ile insanlığın hizmetine sunmak varken, Ilısu Barajı'nda ısrar etmenin hiçbir mantığı olamaz" şeklinde konuştu. Taşlı şöyle konuştu: "10 binlerce yıl öncesinden beri tarih, doğa ve suyun bir arada ahenk içerisinde yaşadığı bir coğrafyada, Dicle'yi kardeşi Hasankeyf'in katili yapmak istiyorlar. Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nin yaşatılması, öncelikle devletin göreviyken bu görevi yapmaya çalışan biz gönüllüler bir kez daha, başta Türkiye olmak üzere Ilısu Barajı'na destek verme niyetinde olan Avrupa ülkelerini de bu suça ortak olmamaları yönünde uyarıyoruz." Taşlı, Hasankeyf'i yerinden taşıyarak yok etmek isteyenlere müsaade etmeyeceklerini söyledi.

Evrensel, 30.06.2009


******


NE PAHASINA ENERJİ?





Bakan Eroğlu, Hasankeyf’i kurtarmak ve korumak amacıyla sürdürülen çabalar için “laf, laf, laf” ve “yaygaracılık” demiş. Bakan yanıltıyor! Bakan, geleceği düşünmüyor! Hasankeyf ve Ilısu yanyana gelince kültür mirasımız adına olabilecekler çok ürkütücü. Yükselen suların örteceği alan içinde koca bir şehir, çeşitli höyükler yatıyor. Birçok arkeolojik alan henüz araştırılmamış durumda. Kredi kuruluşlarının istediklerini sağlamak için hızla yapılmakta olan kurtarma kazıları kuşkusuz bazı bilgiler edinilmesini sağlıyor, ancak önemli arkeolojik alanların, kültürel peyzajların, değerli doğa parçalarının sular altında kalacak olması sakıncasını ortadan kaldırmıyor. Taşınmaz eserlerin sular altında kalması, bilim insanlarını ciddi olarak kaygılandırıyor. Tepkilerini dile getirenler, ülkenin kalkınmasını istemeyen, kötü niyetli kişiler değildir. Onlar, ülkenin geleceğini gören, yörenin değerli bir parçasının yitirilmesini istemeyen, kimi doğa ve kültürün oluşturduğu bir peyzajın pisi pisine çöpe atılmasına karşı çıkan doğasever, güzel sanatlara duyarlı insanlardır. Kimi ise, bayındırlık projelerinin kültür mirası araştırılmadan hazırlanmasının yarattığı sakıncaları bilen meslek insanları; arkeologlar, sanat tarihçileri, mimarlar, restorasyon uzmanları, hukukçular, mühendislerdir.

Ilısu barajının yalnız Hasankeyf’te yok edeceği kültür değerlerini sıralamak tahribatın boyutu konusunda aydınlatıcı olabilir. Bakanın çok beğendiği arkeolojik park projesi ise, uzmanlara göre, Miniatürk benzeri, Hasankeyf’i karikatürize eden bir maketparkı olmaktan ileri gidebilecek bir konsepte sahip değil. Aceleyle yapılmış bu göstermelik proje, gerçek Hasankeyf’i temsil etmekten çok uzak.

Bakan, kimsenin Hasankeyf’te restorasyon yapmadığını, örneğin Artuklu köprüsünü ele almadığını beyan etmiş. Bakan, herhalde yasaları pek bilmiyor. Kültür varlıklarını korumak için Türkiye’nin kocaman bir bakanlığı ve teşkilatı vardır. Ayrıca tarihi köprüler Bayındırlık Bakanlığı’nın koruması altındadır. Buradaki arkeolojik siti korumak ise tümüyle Kültür Bakanlığı’nın görevidir. Bakanlığın izni ve iradesi olmadan başkaları gelip kamuya ait olan bir alanda iş yapamaz. Yıllardır Hasankeyf’e ayrılan kaynak, sadece kurtarma kazılarına ve belgelemeye yönelik oldu. Kazı çalışmalarıyla birlikte belgeleme çalışmaları da yapılmışsa da, bunlar kazılan alanların belgelenmesi şeklinde oldu, anıtların yerinde korunması için irade belirtilmedi. Önemli birkaç anıtın korunması için gerekli projeler ise ancak geçtiğimiz yıl içinde ihale edildi. Burada da bir belirsizlik vardır; Hasankeyf’in akıbeti hala netleşmediği için yapılan rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin nasıl uygulanacağı bilinmiyor.

Bu kadar önemli bir alanı değişik kültürlere ait varlıklarıyla, bir bütün olarak korumak varken, suya batırmak; taşınabilecek birkaç eseri bambaşka bir doğal çevre içinde gelişigüzel yerleştirerek fakir bir arkeolojik park yapmanın saçmalığını, umarız yöneticilerimiz çok ileri gitmeden anlar ve kültür varlıkları alanındaki kayıplarımızın Keban, Atatürk, Birecik, vd. tamamlanmış barajlar altında yok olanlarla sınırlı kalmasını sağlamaya çalışırlar.


Aşağıda Ilısu barajının, yalnız Hasankeyf’te etkileyeceği eserler ve tahribatın boyutu hakkında fikir verebilecek bir liste yer alıyor. Çevre ve kültür değerlerini korumakla yükümlü olanların bu listeye gözatmalarını dileriz:

Etkilenecek eserler

1. Dicle kenarı setlerde yer alan ve suya gömülecek eserler:

Güneybatı yakası:

- Mardinike denen sahil sarayı harabesi,
- Bunun doğusunda resmi tesisler ve lise altında kalan Kasımiye semti ve içerdiği harabeler
- Köprübaşı’ndan kaleye giden sokağın nehir tarafı sahil surlarıyla karışık dükkanlar
- Tarihi köprü ucunun bu sokağa birleştiği yerde eski şehir kapısı kalıntıları
- Aynı sokağın “Öğretmen Evi” tarafı: 1964 köprü inşaatında altın çıkan Süryani mahallesi ve rahip evi
- Rızk Camisi
- Kilise harabesi
Sultan Süleyman Camii
- Şahabiye Medresesi
- Avlusundaki sondajda kalkolitik seramikler bulunan Koç Camii
- Han ve Arasta; hana bitişik küçük mescit ve türbesi
- Kaldırımlı, kanallı sokak ve dükkanlar
- Kızlar Camii
- Kızlar Camii güneybatısında 1. semt külliyesi: Cami, türbe ve dükkanlar
- Kızlar Camii batısında yamaçta setler halinde kurulu, tepede mağara ve inşaatın kaynaştığı malikane veya dergah kalıntıları
- Bunların kuzeyinde, revaklı avlusu olan 2. semt külliyesi
Doğuda, büyük kısmı yeni evler altında kalan seramik fırınları ve atölyeleri bölgesi: Kazıda 9 fırın, 2 atölye ve çökelti havuzlarının kalıntıları, içlerindeki curuflar, tripotlar ve seramiklerle çıkarıldı.
- Güneybatıdaki konak ve çevre dokusu kalıntıları

Karşı Yaka (Kuzeybatı/Batman tarafı):

- Zeynel Bey Türbesi
- İmam Abdullah
- Mardinike ve kazı evi karşısına düşen büyük mağara-kilise
- Zeynel Bey Türbesi etrafındaki harabeler
. Hamam
Kale eteğinde, kanyon içinde (Uzundere yolu) kilise ve hücreleri mağaralar olan manastır

Kale ve “yukarı şehir”in oturduğu kaya-tepe doğu yüzü:

- Rampadaki “Orta Kapı”
- “Büyük Saray”ın güneydoğusunda, geç devir mezarlığının altındaki muazzam höyük, asıl sarayın çoğu bölümlerini barındırıyor. Bu kısım, Roma saray-kalesi üzerine ve içine oturuyor. Bunun doğuya (kasabaya) bakan yanında, altta Roma blok taşları, üstte Artuklu blok taşlarıyla örülü muazzam bir cephe duvarı ve ortasında büyük bir giriş bulunuyor.
Bunlar hep “Küçük Saray”denilen burcun aşağısında kalan kültür varlıklarıdır. Baraj sularının “Küçük Saray” tabanına kadar yükselmesi ve kalenin üzerine oturduğu kayanın 2/3’ünün sular altında kalması öngörülüyor. Büyük bir bölümü suya battığında kireçtaşı kaya kütlesinin çözülmesi hızlanacak ve üstündekilerin dağılarak yok olması ihtimali yükselecek.

Bakanlığın projesi yok
Hasankeyf doğal, kentsel ve arkeolojik değerleriyle bir kültürel peyzaj olarak anlamlıdır ve bütünlüğünü korumak önemlidir. “Baraj yapacağız ama Hasankeyf’i de koruyacağız” demek işi basite indirgemek ve insanları yanıltmaktır. Birkaç anıtı taşımakla göz boyanmak isteniyor; söz konusu anıtların nasıl taşınacağı da ayrıca teknik bir sorundur. Bu konuda Kültür Bakanlığı’nın henüz bir projesi bulunmuyor. Yanlış kaynaktan enerji üretmek, enerjiyi yanlış kullanmak; çevre değerlerinin yıkımına ve çevresel felakete yol açıyor. Ilısu Barajı’nın alternatifi var, Dicle’nin kolları üzerinde birbirine bağlı birden çok baraj ve HES yapılarak aynı miktar ve daha çok enerji üretilebilir. Üstelik o durumda Dicle’nin 16 milyar m3’lük suyunun başlangıçta 10.4 milyar m3’ünü, sonra da 7.4 milyar m3’ünü baraj gölünde tutmak suretiyle iklim dengesinin de bozulmasına yol açılmamış olunur.

Dünya deneyimi, suyu baraj göllerinde tutmanın, “suyun ahlakını” bozduğunu, su rejiminin ve iklimin değişmesine yol açtığını gösterdi. Türkiye, “kalkınma amaçlı yatırım”larla “öteki değerler”in korunması arasında “uygulanabilir denge” bulabilir. Türkiye’nin, bugüne kadarki uygulamaları, Van Gölü Kapalı Havzası ve Meriç-Ergene Havzası dışındaki 24 havzada yıkıma neden oldu.
Yıkım, yıkım, yıkım!
Ya sonra?!

Radikal, Yazı: Oluş Arık / Cevat Erder / Nur Akın / Zeynep Ahunbay / Metin Ahunbay: Prof.Dr., Murat Cano: Av., 01.07.2009


******


HASANKEYF'DE BAŞLAR SUYA GÖMÜLDÜ

 

Ilısu'nun yapımına şartlı destek veren Avusturya ve İsviçre ile Türkiye devletleri, Dicle'de protesto edildi.

 

Doğa Derneği, ‘Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ni yok edeceği halde hala Ilısu Barajı'nın yapımı konusunda ısrar ettikleri' gerekçesiyle Türkiye, Avusturya ve İsviçre'yi protesto etti. Bu ülkeleri temsil eden cansız mankenlerin kafasını Hasankeyf'te Dicle Nehri'nin sularına gömen eylemciler, ‘Kafanızı sudan çıkarın' pankartı açtı.

 

Ilısu Barajı'na kredi sağlayacak uluslararası konsorsiyumun, çevre, tarih ve insanla ilgili kriterleri tamamlaması için Türkiye'ye verdiği ek süre 6 Temmuz'da doluyor. Alman basınında yer alan haberlere göre Almanya bu sürenin dolmasını beklemeden, konsorsiyumdan çekilme kararı aldı. Geriye Avusturya ve İsviçre kaldı. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu ise geçtiğimiz günlerde Radikal'e yaptığı açıklamada uluslararası gelmezse, Türkiye'nin barajı kendi imkanlarıyla tamamlayacağını, bu konuda kararlı olduklarını söylemişti. Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nin doğal ve kültürel değerini ortaya koyan bilimsel raporlara karşın Türkiye ile birlikte İsviçre ve Avusturya'nın gerçekleri görmezden gelmeye devam ettiğini belirten Hasankeyf Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk, "Bu ülkelerin de artık kafalarını suyun içinden çıkararak Hasankeyf'e başka gözle bakmalarını ve Hasankeyf'in de içinde yer aldığı Dicle Vadisi'nin değerini görmelerini istiyoruz" dedi.

Radikal, 01.07.2009


******


ILISU BARAJI'NA YABANCI KREDİDE KARAR ZAMANI






Tarihi Hasankeyf'i de içine alan Ilısu Barajı'nın kaderi 6 Temmuz'da belli olacak. Kredi musluğunu Ocak 2009'da kapatarak, sözleşmeleri askıya alan Avusturya, Almanya, İsviçreli kredi kuruluşlarının destek verip vermeyeceği bu tarihte belli olacak. Ocak 2009'da Avusturya, Almanya, İsviçreli ihracatçı kredi kuruluşları, Nihai Değerlendirme Toplantısı Mutabakat Zaptı'nda (FAM Protokolü) yer alan görev tanımlarının bir kısmının yerine getirilmediği gerekçesi ile çalışmalarını durdurmuştu. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu ise dün konuyla ilgili basın toplantısı düzenledi. Bakan Eroğlu, kararlılığını "Bu barajı yapacağız. Yapacak gücümüz de var, paramız da var" diyerek dile getirdi. Eroğlu, "Üzerimize düşen bütün vecibeleri yerine getirdik. 6 Temmuz'da askının süresi bitiyor, beklentimiz askının kalkması ve inşaata devam edilmesidir" dedi. Hasankeyf'in geleceğini etkileyecek Ilısu Projesi'nin bölgenin kalkınmasında önemli rol oynayacağını savunan Eroğlu, "Türkiye'nin bölgesel bir güç olmasını istemeyen, oradaki halkın hayat seviyesinin yükselmesini istemeyen, bazı mihraklar hatta bazı ülkelerin temsilcileri projenin önüne set çekmeye çalışıyor" diye konuştu.

Projeye kredi sağlayan İhracatçı Kredi Kuruluşları'na, GAP'ın en önemli unsurlarından olan Ilısu Projesi'ni yerinde incelemeleri çağrısında bulunan Eroğlu, gazetecilerin Ilısu Projesi'nin durdurulması için çevre örgütlerine destek veren Pop yıldızı Tarkan ile ilgili yönelttiği soruyu da şöyle yanıt verdi: "Sayın Tarkan Bey'i bu konuda bilgi vermek için Hasankeyf'e davet ediyoruz. Kapımız her zaman açık." Tarihi Hasankeyf Yukarı Şehir'in sular altında kalmayacağını, bu alandaki tarihi yapıların restore edileceğini belirten Eroğlu, Aşağı Şehir'deki kültürel varlıklarında güçlendirilerek yerinde korunacağını ya da açık hava müzesine taşınacağını söyledi. Bakan, ülke ekonomisine yılda 300 milyon euro katma değer sağlayacağını, 4 bin kişiye istihdam yaratacağını söyledi. Çevre örgütleri ise kültürel mirasın sular altında kalacağını beirterek projeye karşı çıkıyor.

Doğa Derneği, Ilısu Barajı'nı ilginç bir eylemle protesto etti. Projeyi destekleyen Avusturya ve İsviçre'yi temsil eden mankenlerin kafaları Dicle'ye gömüldü! Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk, UNESCO'nun 10 dünya mirası kriterinden 9'unu karşılayan Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ni yok edecek barajda ısrar edilmemesini istedi.

Güven Eken (Doğa Derneği Başkanı): Bakan Veysel Eroğlu 'Paramız yeter' diyor. 1950'lerde yapılması planlanan 60 yaşındaki bir projeyi uygulamak istiyor. Artık Eroğlu'na anlatacak hiçbirşeyimiz yok. Önce bilim insanlarıyla aynı masaya oturmalıydı. Biz artık anlatacaklarımızı Başbakan Erdoğan'a anlatacağız. Son söz Başkanımızın olacak.

Dr. Uygar Özesmi (Greenpeace Akdeniz Genel Direktörü): Ilısu barajının, doğa başta olmak üzere, kültürel değerleri yok edeceği bir gerçek. Dünyada büyük barajların modası geçti. Verdiği zararların getirdiği yararlardan fazla olduğu kanıtlandı. Başbakan'dan destek bekliyor ve Hasankeyf'in dünya külterel mirası ilan edilmesini istiyoruz.''

Sabah, 02.07.2009

TEPEBAĞLILAR "BOŞALTIN" İHTARNAMESİNE TEPKİ GÖSTERDİ





Adana'nın tarihi yerleşim yerlerinden Tepebağ Mahallesi'nde oturanlar İl Özel İdare'den gönderilen "Evlerinizi boşaltın" yönündeki ihtarnameye tepki gösterdi. Mahalle halkı, kendilerine yer gösterilmesi gerektiğini belirterek, "Çıkacağız ama yer gösterilmeden bu kadar insan ne yapacak. Paramız olsa zaten burada oturmayız" diyerek eylem yaptı.

Tepebağ Mahalle muhtarlığı önünde toplanan 100 kişilik grup, Türk bayrağı açıp slogan attı. "Çözüm istiyoruz" diyerek Vali İlhan Atış'ı bu konuyu çözmeye çağıran mahalleli, "Sorunumuzu çözün, açta açıkta kalmak istemiyoruz" dedi. Aynı evlerde 40-50 yıldır oturan yaklaşık 100 aile, evlerini 15 gün içinde tahliye etmeleri istenmesi karşısında ne yapacaklarını şaşırdı. Ailelerin, evlerden çıkmadıkları takdirde devlet malına karşı suç işlemiş olacakları belirtildi.

Gökhan Öter isimli mahalle sakini, ne yapacağını bilmediğini ifade ederek, asgari ücretle çalıştığını çocuklarının geçimini zor sağlarken 'evden çıkın' yazısıyla büyük çöküntü yaşadığını anlattı. Doğup büyüdükleri evlerinin ellerinden alınacak olmasından korkan Öter, sinir krizleri geçirirken tişörtünü parçaladı. "Bize yardım edin" diyen Öter, "Ne yapalım, hırsızlık mı, gasp mı? Evimizi almayın bizi sokağa atmayın" şeklinde konuştu.

Tam 60 yıldır aynı evde kaldığını belirten 80 yaşındaki Nadide Atalay ise evden atılacağını düşünerek gözyaşlarına boğuldu. "Bu saatten sonra nereye giderim" diyen Atalay, "Şu ana kadar hiçbir tebligat gelmedi bize. Madem burası kaçaktı, neden 50 yıldır, 80 yıldır boşaltılması yönünde bir girişimde bulunulmadı. Vergimizi verdik, su parasını verdik. Gidecek yer yok, para yok, pul yok, nereye gideriz biz" diye konuştu.

Anne ve babasının 1928 yılında bu mahalleye geldiğini aktaran, kendisinin de 1934 yılında şu anda oturduğu evde doğduğunu anlatan emekli işçi Bekir Dönmez, tebligatın kendilerine ulaşmasının ardından yaşadığı şoku atlatamadığını söyledi.

Eşinden ayrı kardeşiyle birlikte oturan Güneş Öter ise evlerinin ellerinden alınmaması için feryat ederken, "Ben dul bir kadınım. Engelli bir kardeşimle birlikte burada bir göz evde oturuyorum. Bizi dışarı atmaya çalışıyorlar. Bu evler devletin olabilir ama bizim de gidecek başka yerimiz yok. Bir yer göstersinler oraya gidelim. Hepimiz çok fakir insanlarız. İmkanımız olsa zaten burada oturmayız" dedi.

Evinde 65 yıldır oturduğunu söyleyen 78 yaşındaki Şadiye Gökoğlu, çıkarılırsa gideceği bir yer olmadığını ifade etti. Kendisinin yıkım kararı çıkan evinde büyüdüğünü, bütün çocuklarının da bu evde doğduğunu belirten Gökoğlu, "Ben kalp ve şeker hastasıyım. Belli bir gelirim yok. Beni evden çıkarmaları ölümüm demek" şeklinde konuştu.

Mahalle sakini 65 yaşındaki Zarife Usta ise evini kesinlikle terk etmeyeceğini söyledi. Evinden çıkarsa ailesi ile ortada kalacağını belirten Usta, "Bizi çıkarmaları için ya ev vermeliler, ya da bir ev alacak kadar para. Bunun dışında bir seçenek yok. Evimi ben 45 sene önce kendim yapmışım. Şimdi çıkarmak istiyorlar" diye konuştu.

Zaman, 30.06.2009

İZMİR KÜLTÜR KENTİ OLAMADI

 

İzmir Tarih ve Sanat Müzesi sorumlusu Araştırmacı Arkeolog Cemil Kanca, İzmir’in binlerce yıllık tarihe sabip olduğunu ancak hala bir kültür kenti konumuna gelmediğini söyledi.

Kültürpark’taki İzmir Tarih ve Sanat Müzesi sorumlusu Araştırmacı Arkeolog Cemil Kanca, İçinde büyük bir kültürel mirası barındıran 5 bin yıllık geçmişe sahip İzmir’in bir tarih kenti olmasına rağmen henüz bir kültür kenti kimliğine kavuşmadığını öne sürüldü.

Kentteki kültürel etkinliklerin devlet tiyatrosu ve az sayıda özel tiyatro tarafından düzenlendiğine değinen Kanca, "Yılda bir kez Tüyap Kitap Fuarı yapılıyor. Genellikle ders kitapları satılıyor, kültürel değerlerimizi anlatan kitaplar görmek pek mümkün değil" dedi. Kanca şöyle sürdürdü: " Bir kentin kültürel etkinlik özelliğine sahip olması için bu etkinlikler uluslarası çapta, evrensel boyutlarda ve yılın 12 ayı olmalı.  Kente sürekli çıkan ne bir edebiyat dergisi, ne ressamlar ne şaairler ne de  heykeltıraşlara özgü sanat sokakları var."

Hürriyet, 30.06.2009

İSTANBUL'U KİM KURTARACAK?





UNESCO Dünya Mirası Komitesi, İstanbul'u Dünya Mirası Listesi'nden çıkarmamak için 1 yıl süre daha verdi. Eksikliklerin 2010'a kadar tamamlaması için bir dizi öneride bulunuldu. İspanya'daki toplantıda "Tehlike Altındaki Miras Listesi"ne alınması gündeme gelen İstanbul, 1985 yılından bu yana Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alıyor.

UNESCO Dünya Mirası Komitesi'nin genel toplantısında görüşülen Dünya Kültür Mirası taslak raporunda Osmanlı döneminden kalma ahşap binaların korunmasına, Sulukule'ye, Sultanahmet'teki Four Seasons Oteli'ndeki ek inşaata, Haliç'teki metro köprüsü inşaatına ve İstanbul'un trafik master planı gibi uygulamaların İstanbul'un kültür mirasını tehdit ettiği değerlendirmesine yer veriliyor.

İstanbul'u en iyi bilenlerden tarihçi Prof. İlber Ortaylı ile sanat tarihçisi Prof. Semavi Eyice ise İstanbul için asıl tehlikenin "insan" olduğu konusunda hemfikir. Prof. Ortaylı'ya göre kurtuluş için hemşehri lazım: "Gayri İstanbullular şehrin altını üstüne getiriyorlar. İstanbul'a hemşehri ve vatandaş lazım her şeyden evvel. Kitle onlar; hemşehri falan değil."  Prof. Eyice'ye göre ise: "O İstanbul yok artık ve 'İstanbul güzel' demekle iş bitmiyor. Halkı düzeltmek şart. Bu yapılmadan İstanbul düzelmez."

İstanbul için tanınan bu 1 yıllık ek sürede neler değiştirilebilir?
Herhalde "Bazı şeyleri durdurabilirler" diye ümit ediyorlar. Vardır durduracakları şeyler.

Listede Four Seasons’ın ek inşaatı da var...
Four Seasons’a izin vermişler; nasıl yaparlar bilmiyorum. Ben o dosyayı yazdım; karşı çıktığım zaman baktım, maalesef kurul adama izin vermiş. Tasavvur edemiyorum; izin veriyorlar ve adam başlıyor. Başladıktan sonra da Teknik Üniversite’den tasdik alması lazım. Böyle bir kurul olur mu kardeşim; insaf ya insaf...

UNESCO, "Ben burayı dünya mirası listesine alırım" diyor, para mara verdiği yok. Az gelişmişlere yaptığı yardım önemli. "Kurallara uyarsın" diyor. Bunlar çok bayılıyorlar, "Biz miras listesindeyiz" diye. Keyiften dört köşeler.

Uyarıları ciddiye mi almıyoruz?
Ciddiye almamaktan ziyade, kendi hayatını, kazancını her şeyin önünde gören insanlar var bu memlekette. Gidiyorsun mesela, Kovacılar Caddesi'ne. Kovacılar Caddesi, Süleymaniye’de. Git orada bak evlere; ahşap evleri yıkıp biriketten yapmışlar. Bunlar nasıl olur bilmiyorum. Üç kuruş rüşvetle yapılıyor; üç buçuk kuruş değil. Ondan sonra oradaki Arpayemini Mescidi vardır. Onu acayip bir şekilde restore etmişler. İçindeki mezar taşlarının yarısı yok. Bir de böyle bir mezarlığı restorasyona girişti mi, taşları çalıyor o müteahhitler. Taşları çalıp götürüyor herif. Böyle mezar taşı meraklısı bir sürü hödük herifler çıktı. Kendi evlerinin bahçelerine bunları koyuyorlar. Böyle iptidai bir memleket yani. Böyle insanlar var. Caminin yanında bir buçuk katlı ahşap vardı. Onun yerine kocaman betonarme bina çıkmışlar. İstanbul’a bunu yapan insanlar yabancı da buraya. Ben neyi savunacağım? Bizim insanımız değil ki onlar. Bunları yapanlar bizim adamımız olamaz, garip insanlar. İstanbul’a layık olmak için etrafı gezeceksin devamlı. Türkiye’de iktidara gelen her parti ve belediye bir rezillik yapmış vaziyette İstanbul’a. Kontrol edemiyorlar, bu kadar açık. Nedir Süleymaniye’nin altı? İnsan utanır bundan. Süleymaniye’nin altındaki binaları görün.

İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması kentin durumunu kolaylaştırır mı? 
Bu hiçbir şey ifade etmez. Kendin adam olacaksın. Kendin sahip çıkacaksın malına. Maalesef, İstanbul İstanbullu olmayan insanlarla dolu ve bunlar her şeyi yapıyorlar. Korkunç insanlar var böyle; bilemezsin. Nasıl yamyam herifler!

1950’den sonra göç başlıyor...
Menderes’in yıktığı Sinan Mescitleri'ni kim belgelemiş o zaman? Fotoğraf makinası o zaman kimde vardı? Kaç hoca Menderes zamanında yıkılan mescitleri fotoğraflamış, belgelemiş? Ben çocuktum tabii. Benim için -12-13 yaşındaki çocuk için- fotoğraf makinesi lüks bir şeydi. Ellerinde bir fotoğraf makinesi yok muydu bunların? Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camii’nin hamamını yıktı Menderes. Nerede, resmi var mı?

Peki ne olacak bu işin sonu?
Böyle heriflere bırakmazlar hiçbir yeri. Çok açık bir şey. İstanbul’da oturanın İstanbul’dan haberi yok. Gayri İstanbullular gelip şehrin altını üstüne getiriyorlar; olur mu böyle şey? Ne yapayım yani vatandaşsa? Laf mı! Vatandaş diye evime de girsin bari.

Yönetici ve erk sahiplerinin sorumluluğu yok mu?
Onlar da zayıflar; bazı şeyleri engelleyemiyorlar. Süleymaniye’nin dibine 6-7 kat kaçak bina çıkmışlar. Biriket, yığma veya aşağılık beton binalar. Dünyada böyle bir şey olabilir mi? Sinan eseri bu; Süleymaniye... St. Pietro Katedrali'nin kenarına gökdelen dikebiliyor musun veya Notre Dame’ın kenarına? O eserler, bunun yanında nedir ki: Hiç!

 

İstanbul nasıl kurtulur?
Bilmiyorum nasıl kurtulacağını. Hemşehri ve vatandaş lazım her şeyden evvel. Olacak iş değil. Böyle insanlarla bir yere gidemezsin. Kitle onlar; hemşehri falan değil. Kötü, küstah ve cahiller. Cav cav konuşup, o partiye de giriyorlar, bu partiye de; hiç mühim değil. Her şeyi yapıyorlar. Bunun sağı solu da yok. Biri de çıkıp bizim Saray’ın bahçesinden Darphane’yi alıyor. Darphane verilir mi ona buna? Hanginiz yazdınız? 3-4 senedir müze yönetiyorum. 4 senedir 'Darphane!' diye bağırıyorum. Benden önce de Nazan Ölçer bağırmış. Adamlar oturuyor orada daha hala! Herkes kendine göre götürüyor malı, eline fırsat geçtikçe. Ne diye Yıldız Sarayı’nın içine bir sürü acayip kuruluşlar yerleşsinler? Kaç tane acayip vakıf, duvara badana bile yapmadan oturuyorlar.

İstanbul’un bir defa rahat dolaşılır, asayişi normal ve her hususta derli-toplu bir şehir olması lazım. Bu sağlanamıyor. Büyük iş bunlar. Çeşit çeşit şeyler yapıyorlar. Fakat bunlar koordine edilmiyor. Başlanan işler yarım kalıyor. Bundan 3-4 sene evvel Süleymaniye’de bir mahallenin olduğu gibi yaşatılması için bir proje vardı. Bunun için komisyonlar kuruldu. Epey çalışmalar yapıldı.  Belediye başkanı değişince, işler de bitti. Çok geç kalındı. Sürenin bir kısmı boşuna harcandı. Bu iş ciddi bir komisyon kurularak daha başından ele alınabilirdi. Bu karar alındığı andan itibaren; acele neler yapılmalıdır, zamanla neler yapılmalıdır; bunlar programlanmalıydı.

İstanbul’un kozmopolit bir tarafı vardır ama bu karakterini zaman içinde kaybetti. Bugün Fener’e giderseniz oralarda Rum halkı göremiyorsunuz. O evlerin bir kısmı boşalmış. Oda oda kiraya verilmiş, Karadeniz’den, Doğu Anadolu’dan gelmişler. Şehrin karakteri bozulmuş.

Süleymaniye bir devirde İstanbul’un kültür merkeziydi. Şairler, ulema, kültür bakımından kalburüstü olanlar Süleymaniye, Vefa etrafında oturuyorlar. Bugün Süleymaniye’de kimler oturuyor? Halkı düzeltmeden şehir düzelmez. Halkı düzeltmek şart.

Kimlere danışılıyor, kimler fikir veriyor bilmiyorum. Pierre Loti Kahvesi’ne havadan hat açılmasına karşıyım. Çünkü oranın enteresanlığı, aşağıdan Eyüp’ten yukarıya çıkan bir yoldur. Pierre Loti yokuşunu göze alamayıp arabayla gitmek isteyenler zaten arkadan otomobil yoluyla kahvenin yanına kadar gidebilirler. Oraya bir de hat çekmenin bence bir manası yok. Ama yapıyorlar bunu.

Ben Boğaz'ın altından tüp geçit yapılmasına da karşıydım. Ama nedense kıyamet sayıda kişi bana karşı çıktı.

Şöyle bir durumu hesaba katın: Ben lise talebesi iken, yani 1940-45’lerde İstanbul’un 700-750 bin nüfusu vardı. Şimdi 15 milyondan bahsediliyor. Sayısı da tam kesin belli değil. İstanbul’un çayırları vardı; Kağıthane, Göksu Çayırı vardı. Kadıköy’de Fenarbahçe, Kuşdili Çayırı, Haydarpaşa’da İbrahimağa Çayırı vardı. Bunların hepsi bitti. Haydarpaşa Çayırı'na koskoca market yapıldı. İstanbul’un çayırları meşhurdu; şimdi hiçbiri kalmadı. Hala İstanbul’un güzelliğinden bahsediliyor. Güzel nedir? Geriye ne kalıyor? Anlayamıyorum...

İstanbul’un enteresan karakteri kayboldu. Benim gezip tanıdığm, dolaştığım İstanbul, 1933-35’lerin İstanbul’u, yok artık. Ondan sonra efendim; "İstanbul ne güzel şehir" deniyor. "İstanbul güzel" demekle iş bitmiyor. Boğaziçi bir zamanlar çok güzelmiş. Boğaziçi'ni Boğaziçi yapan da Türk medeniyeti, Osmanlı medeniyetidir. Ne kaldı bunlardan; kaç yalı kaldı?

Eskiden hiç değilse Anıtlar Kurulu’na üye olanların belli bir akademik ünvanları vardı. Duyuyorum, sadece İstanbul’da sekiz tane kurul varmış. Eskiden Edirne’den Kars’a kadar tek bir kurul bakardı. Bugün yalnız İstanbul’da sekiz kurul var. Bunların üyelerini de şuradan buradan topluyorlar. Şehri tanıyan insanlar ne dereceye kadar var? Karakuşi kararlarla şehrin pek çok özelliği gitti.
Ntvmsnbc, 30.06.2009



Dünya Mirası listesine Çin'deki Wutai dağı girdi.

KÖPRÜ, DRESDEN'İ YERİNDEN ETTİ

 

UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne yeni 16 sit bölgesini ekledi. Listeden Almanya'nın Dresden şehrini çıkarılırken, bunun yerine Peru'daki antik şehir Caral-Supe bölgesi ve Çin'deki kutsal Budist Wutai dağının olduğu bölge listeye eklendi.
 

2004 yılından beri listede olan Dresden şehrinin listeden çıkarılma sebebi, bölgede sit alanlarının hemen dibinde inşa edilen bir otoyol köprüsü. Komite 900'ü aşkın bölgenin yer aldığı listeye katılması muhtemel 27 bölgeyi gözden geçirmek için toplandı. Üç bölge ‘tehlike altında' sıfatıyla listede yer aldı.

 

Dünya Mirası Listesi'ne İngiltere'nin Pontcysyllte Aqueduct ve Galler'in kuzeydoğusundaki Kanal; Almanya'nın Wadden Denizi, Hollanda, İtalyan Alpleri'ndeki Dolomites Bölgesi, İspanya'daki Herkül Kulesi, İsviçre'de La Chaux-de-Fonds ve Le Locle saat üreticilerinin bulunduğu bölge, Belçika'nın Stoclet Evi, Fransa'nın Salins-les-Bains Great Saltwork bölgesi, Slovakya'daki tarihi merkeziyle Levoca bölgesi eklendi.

Kırgızistan'ın Sulamain-Too kutsal dağı ve Burkino Faso'nun Loropeni kalıntıları ve Cape Verde'nin Cidade Velha bölgeleri ise ülkelerinden listeye giren ilk bölgeler.

Radikal, Fotoğraf: Reuters, 30.06.2009

TİMURTAŞPAŞA HAYATA DÖNDÜ

 

 

Etrafını saran yapılara rağmen yüzlerce yıldır ayakta kalmayı başaran Timurtaşpaşa Camii, yeni düzenlemeyle çevresini saran yapılardan kurtarıldı.

 

Osmangazi Belediyesi, Timurtaşpaşa Camii çevre düzenlemesini tamamladı. Bölgede inceleme yapan Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, şehrin tarihi ve kültürel mirasında Timurtaşpaşa Camii`nin önemli bir yeri olduğunu söyledi. Dündar, `Düzenlemenin ardından kente gelen turistlere bölgeyi gururla gezdirebileceğiz` dedi.

 

Bazı kaynaklara göre, 1390 yılında Kara Timurtaş Paşa'nın oğlu Ali Bey tarafından, bazı kaynaklara göre ise Yıldırım Bayezit'ın emiri Kara Timurtaş Paşa tarafından yaptırıldığı belirtilen Timurtaş Paşa Camii`nin kendine has şadırvanlı minaresinin, Osmanlı mimarisinde bir benzeri daha yok. Osmangazi Belediyesi, Timurtaşpaşa Camii çevre düzenlemesi kapsamında 8 binayı kamulaştırma kapsamına aldı. Binalar şuyulandırma neticesinde belediyeye kalan parseller üzerinde yer alıyor. Bu 8 binadan üçünün kamulaştırma çalışmaları tamamlandı ve binalar yıkıldı. Geriye kalan 5 binanın hukuki süreci de tamamlanmak üzere. Bu binaların da yıkılmasıyla bölgede yalnızca binalardan yaklaşık 800 metrekare alan elde edilecek. Çevre düzenlemesi için kullanılan toplam alan ise yaklaşık bin 500 metrekare. Ayrıca camii bitişiğine tuvaletler, gasilhane ve şadırvan yapıldı.

Timurtaş Paşa ve yakınlarına ait 24 mezar da düzenlendi.

Bursa Olay, 30.06.2009

HAVA KİRLİLİĞİ TARİHİ TAHRİP EDİYOR





Partiküler madde kirliliği Doğu Anadolu'da tarihi eserleri tahrip ediyor. Hava kirliliğinin tarihi eserleri etkilediği bölge illerinin başında Erzurum ve Bitlis geliyor. Özellikle duman kirliliği bakımından yoğun olduğu Erzurum'da Çifteminareler ve Yakutiye'nin hava kirliliğinden olumsuz etkilendiği uzmanlarca belirtiliyor. Ahlat'taki dünyanın en büyük Müslüman mezarlığı da hava kirliliğinden etkilenen nadide eserler arasında bulunuyor.

 

Avrasya Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Oktay Belli, Ahlat'ta bulunan tahribat altındaki tarihi mezar taşlarının her bakımdan Anadolu için çok önemli olduğunu belirterek, "Mezar taşlarının belki kopyaları yapılıp orijinalleri taşınacak, yapılması gereken de budur" dedi.

 

Selçuklu Mezarlığı'nda incelemelerde bulunan Prof.Dr. Oktay Belli, gazetecilere yaptığı açıklamada, hava kirliliğin tarihi mezar taşlarını tahrip ettiğini söyledi. Prof.Dr. Oktay Belli, tarihi mezarlığın yanındaki ana yoldan günde binlerce aracın geçtiğini ve abidevi taşların üstüne egzoz dumanı yağdığını belirterek, "Burası 1072 de kaldı, o zaman hava kirliliği yoktu. Ama şimdi hepinizin bildiği gibi buradan günde binlerce araba geçiyor. Egzoz dumanı, asit yağıyor. Taşlarımız 30-40 yıl kadar önce temizlendi. Yosunlardan, bakterilerden, likenlerden ayrıştırıldı, fakat 30 yıl içinde çok daha kötüsü çıktı. Mezar taşları tahriple yüz yüze, belki ileriki aşamada burada çok önemli konaklama merkezleri, müzeler laboratuarlar yapılacak. Bunların belki kopyaları yapılıp orijinalleri taşınacak. Yapılması gereken de odur. Yani biz buradan trafiğin geçmesini engelleyemeyiz. Ahlat taşı çok yumuşak bir taştır. Dış etkenlerden fazlasıyla etkilenen bir taş türü. Bizim bu taşları çok ivedilikle korumamız gerek" dedi.

 

Prof.Dr. Belli, Ahlat Selçuklu Mezarlığı ve abidevi mezar taşlarının, Anadolu için de, Anadolu'daki Türk mührü için de çok önemli olduğunu belirterek şöyle konuştu:

"Bunlar çok basit dikilmiş mezar taşları değil. Çok önem arz eden bu mezar taşları bizim için ikinci bir Orhun Abidesi'dir. Burası bizim için çok önemli bir kültür envanteridir. Bu motifler Orta Asya'nın Anadolu'ya taşınmış şeklidir. Buradaki mezar taşları bu bölgedeki Türk varlığını, demografik yapıyı, meslek guruplarını gösteriyor. Bu taşların mutlaka korunması gerekir".

Erzurum Gazetesi, 30.06.2009

ZEUGMA'DA ÇALIŞMA BAŞLADI

 

Zeugma Antik Kenti'nde bu yılki kazı çalışmalarına başlandı. Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Zeugma Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik kentte kazı çalışmalarının eylül ayına kadar sürdürüleceğini söyledi. Bu yılki çalışmaları 2007 yılında bulunan Muzalar Evi'nde yoğunlaştıracaklarını ifade eden Görkay, ayrıca Zeugma Belkıs Tepe Kutsal Alanı ve Tapınağı'nda bulunan Dionysos ve Danae Evleri restorasyon çalışmalarının yapılacağını bildirdi. Kazı çalışmalarında 60 kişilik ekibin yer aldığını belirten Görkay, arkeolog ve restoratörlerin çeşitli üniversitelerin öğretim üyeleri olduğunu, bunun yanı sıra ABD, Almanya ve İngiltere'den yabancı araştırmacıların çalışmalara katılacağını ifade etti. Geçen yıl Muzalar Evi ile Zeugma Belkıs Tepe Kutsal Alanı ve Tapınağı'nda yaptıkları çalışmalarda çok önemli bulgular ve sonuçların ortaya çıkarıldığını kaydeden Görkay, 4-4.5 metre boyunda olduğu tahmin edilen heykelin bu çalışmalar sırasında bulunduğunu, heykelin mitolojik tanrılara ait olduğunu tahmin ettiklerini bildirdi. Doç.Dr. Görkay, antik kentte kazı çalışmalarının yanı sıra restorasyon ve konservasyon çalışmalarının sürdürüleceğini belirtti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 30.06.2009

YILDIZ SARAYI BAHÇESİNDE YÜZ YIL SONRA YENİDEN TİYATRO OYNANIYOR





Osmanlı saray mimarisinin son örneklerinden Yıldız Sarayı, saray olarak kullanıldığı yıllarda devlet işlerinin yanında birçok kültürel faaliyete de sahne oldu.

 

Yıldız'da sıkça rastlanan etkinliklerden biri de tiyatro idi. Sarayın içindeki özel tiyatro binasında ve bahçesinde oyunlar oynanır, bazen ünlü tiyatro sanatkarları İstanbul'a gelirler ve saraya davet edilirlerdi. Zaman zaman II. Abdülhamit'in kendisi de komedi tarzında piyesler yazar ve bunları sarayın tiyatro grubuna oynatırdı. Ana binaları, köşkleri, parkları ve korusuyla İstanbul'un en güzel noktasında konumlandırılmış olan, Osmanlı Devleti'nin bir dönemki yönetim yeri ve kültür hayatının kalbi Yıldız Sarayı'nda yaklaşık yüz yıl sonra tekrar tiyatro perdesi açılıyor. Sezon boyunca birbirinden önemli klasik eserleri tiyatroseverlerle buluşturan Tiyatro Kedi, yarından itibaren üç farklı oyunu Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü Bahçesi'nde sahneleyecek. Yarın akşam saat 21.00'de Molliere'in yazdığı ve Haldun Dormen'in başrolde oynadığı Kibarlık Budalası'yla Yıldız Sarayı'ndaki gösterilerine başlayacak olan tiyatro, Beaumarchais tarafından yazılan ve 200 yılı aşkın bir süredir oynanan Figaro'nun Düğünü ve Reşat Nuri Güntekin'in Çalıkuşu adlı romanından tiyatroya uyarladığı oyunu da izleyicilerle buluşturacak. Kibarlık Budalası 1 ve 8 Temmuz, Figaro'nun Düğünü 2 ve 3 Temmuz Çalıkuşu da 9 Temmuz'da tiyatroseverleri sarayda bekliyor olacak.

 

Tiyatro Kedi Genel Sanat Yönetmeni Hakan Altıner, bu fikri geçtiğimiz sene hayata geçirmeyi düşündüklerini; ancak daha fazla oyunla burada yer almak için bu yazı beklediklerini söylüyor. Kibarlık Budalası, Figaro'nun Düğünü ve Çalıkuşu gibi klasiklerin bu ortama yakışacağını düşünüp Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvurduklarını, bakanlığın da projelerini kabul ettiğini belirten Altıner; "Burada yaklaşık yüz yıl önce padişah emri ile tiyatro ve operalar oynandı. Sarayın içinde günümüzde kullanılamayan bir de tiyatro sahnesi var. Biz gelecek kış oralarda da bir ateş yakar mıyız ümidi ile, bu sanat etkinliğini o zamanki aydın padişahların yaptığı şeyi sürdürelim istedik." diyor. Çok riskli bir işe girdiklerinin farkında olduklarını ifade eden Altıner, ancak seyircinin tepkisinin çok olumlu olduğunu ve kendilerini heyecanlandırdığını sözlerine ekliyor.

 

Tiyatromuzun ustalarından Haldun Dormen de, sarayda yeniden tiyatro oynanacağı ve kendisi de burada sahneye çıkacağı için mutlu olduğunu söylüyor. Dormen, "Saraylarda hep tiyatro, opera oynandı. Ben çok mutluyum, inşallah tiyatroseverler de mutlu olurlar. Eğer tiyatroseverler ilgi gösterirse burada yeniden sürekli oyunlar oynanır." şeklinde konuşuyor.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 30.06.2009

ZİNCİRİYE MEDRESESİ TURİZME AÇILIYOR

 

Aksaray'da Anadolu'nun ilk medreselerinden olan ve1 milyon TL'ye restore edilen Zinciriye, 11 Temmuz'da 'Taş Saray' olarak hizmete açılacak.

 

Karamanoğlu Yahşi Bey'in 14. yüzyılda inşa ettirdiği kesme taştan, kale görünümündeki yapı, 1940'lardan sonra bir süre hapishane olarak kullanılmıştı.

Zaman, 30.06.2009

7 BİN YILLIK KAYA MEZARLAR BULUNDU





Kahramanmaraş'ın merkeze bağlı Bertiz Kemallı Köyü Pirgediği mevkiinde yol açma ve stabilize malzeme taşınma çalışmaları esnasında 7 bin yıllık olduğu iddia edilen kaya mezarlar ve mezar içinde çeşitli kemikler bulundu.

 

Köy muhtarı Mehmet Ardıç, bölgenin koruma altına alınmasını isteyerek, "Define avcıları sürekli arama yapıyor, kaya mezarın kapağını çaldılar" dedi.

 

Geçtiğimiz pazar günü Kahramanmaraş İl Özel İdaresi'ne bağlı ekiplerin yürüttüğü yol açma çalışmaları esnasında, yol kenarında oyulan bir kayanın içerisinde 3 adet mezara rastlandı.

 

Mezarların bulunmasının ardından bölgeye giden Kemallı Köyü Muhtarı Mehmet Ardıç, Ağabeyli Köyü Muhtarı Mustafa Kalay ve Budaklı Köyü Muhtarı Fahri Köse, durumu hemen Vali Vekili Hüseyin Kurşad Kırbıyık ve İl Kültür ve Turizm Müdürü Seydi Küçükdağlı'ya bildirdiler. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından bugün bölgeye gönderilen uzman ekip çalışma başlattı.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Küçükdağlı yaptığı açıklamada, bugün bölgeye bir uzman ekip gönderdiklerini ve gerekli incelemeleri başlattıklarını söyledi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun bu ayki toplantısını Kahramanmaraş'ta yaptığını kaydeden Küçükdağlı, incelemenin tamamlanmasının ardından hazırlanacak raporun kurula sunulacağını belirtti.

 

Küçükdağlı, "Kahramanmaraş bu konularda oldukça zengin bir kent. 2006 yılından bu yana birçok üniversiteden arkeologlar kentimize gelerek, bu tür tarihi değerleri ortaya çıkartmak için araştırma yapıyor. Bu konudan da haberdar olur olmaz bugün bölgeye bir inceleme ekibi gönderdik. Gerekli incelemeler yapıldıktan sonra mezarların hangi döneme ait olduğu hakkında daha geniş fikir sahibi olacağız. Şu an için net olarak konuşmamız mümkün değil" dedi.

 

Kemallı Köyü Muhtarı Mehmet Ardıç ise, köylerinin birçok tarihi eseri barındırdığını ve gelecekte önemli bir turizm merkezi olmasını umut ettiklerini söyledi. Ümmü Hazretleri Türbesi, çeşitli mağaralar ve son olarak kaya mezarlarının köylerinde çıktığını belirten Ardıç, bir an önce bölgenin koruma altına alınmasını istedi.

 

Ardıç, "Kemallı köyü yolları için asfalt çalışması ve stabilize çalışmaları yapıldığı sırada Pirgediği, Namazlık mevkiinden malzeme alınıyor. Kaya mezarlar işte bu sırada ortaya çıkıyor. Baktığımızda kaya oyulmuş ve kayanın 3 köşesinde üç ayrı mezar var. Bazı bilim adamları 7 bin yıllık olabilir diyorlar. Kemikler ise ortada, ayrıca mezarın kapak taşını ve bazı araç gereçleri çaldırdık, ama kemikler hala içinde var. Sahip çıkılsın ve burası koruma altına alınsın. Çünkü define avcıları, kaya mezarın bulunduğu bölgenin her yerinde kazı yapmaya başlamışlar. Bu eserleri ülkemize kazandıralım" diye konuştu.

 

7 bin yıllık olduğu sanılan ve içinde insan kemikleri bulunan kaya mezarlar için değerlendirmelerde bulunan arkeolog Levent Kutlu, bu mezarın hangi tarihte ve kim için yapıldığına ilişkin net bir bulguya ulaşılamadığını dile getirdi. Kaya mezarının büyük ihtimalle Antik Çağ'da antik yerleşimin sakinlerinden birine ait olabileceğini belirten Kutlu, "Mezarın bölgeye ve antik yerleşime hakim konumundan yola çıkarak burada yatan kişinin yönetici ya da asil biri olma olasılığı yüksek diye düşünüyorum" dedi.

 

Antik yazar Strabon'un Geografica adlı eserinde de bölgede Marathesion ya da Neapolis kentlerinden biri olduğu belirtiliyor. İlk elde edilen bulgulara göre ise antik yerleşimin MÖ 8. yüzyıldan Bizans dönemine kadar yerleşim yeri olarak kullanıldığı tahmin ediliyor.

Kahramanmaraş Kent Haber, 30.06.2009

NOEL BABA KİLİSESİ'NDE TOPLU NİKAH

 

Antalyalı bir şirket tarafından 1-7 Aralık tarihlerinde 1. Uluslararası Noel Baba Evlilik Şöleni hazırlandı. Etkinlik çerçevesinde yurt dışından gelecek çiftler, Noel Baba Müzesi'nde düzenlenecek toplu nikah töreniyle evlenecek.

Şirketin Genel Müdürü Gülseren Özdemir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ''Düğün Şehri Antalya'' başlıklı bir proje hazırladıklarını bildirdi.

Antalya'nın evlilik ve balayı için uygun bir şehir olmasından ve kış turizmini hareketlendirmekten yola çıkarak hazırladıkları proje çerçevesinde 1-7 Aralık tarihlerinde 1. Uluslararası Noel Baba Evlilik Şöleni hazırladıklarını ifade eden Özdemir, ''Çiftlerin nikahının Noel Baba Müzesi'nde düzenlenecek toplu törenle yapılacağını'' söyledi.

''Dünyada bir ilke imza atıyoruz. Aralık ayında ilkini gerçekleştireceğimiz etkinliğe yurt dışından gazeteciler de gelecek. Noel Baba Müzesi'nde resmi nikah kıyıldıktan sonra otelde çiftler için Türk usulü düğün yapılacak. Geline kına yakılacak. Işık, ses ve havai fişek gösterileri gerçekleştirilecek ve çiftlerin isimleri ışıkla gökyüzüne yazılacak. Böylece evlilik denilince akla ilk Antalya gelecek.''

1. Uluslararası Noel Baba Evlilik Şöleni'ne 15 çift ve 500 yakınının katılmasını hedeflediklerini anlatan Özdemir, ''Antalya evlilik turizminin başlangıç noktası olacak. Hesaplarımıza göre, en düşük bütçeli düğün paketi ile konaklama, alışveriş ve düğün hediyesi olmak üzere bir etkinlikte Antalya'ya en az 600 bin Avro gelir sağlanacak. Hedefimiz dünyanın en ucuz evlilik ülkesi olması'' diye konuştu.

Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın internet sitesinde de bu etkinliğe ilişkin dört dilde duyuru yer alıyor.

Habertürk, 29.06.2009

AZİZ PAUL'ÜN KEMİKLERİ BULUNDU





Roma’da, duvarın ardındaki Saint Paul Bazilikası’nda bulunan mezar açıldı. Mezardaki kalıntılara yapılan incelemenin sonucunu ise bizzat Papa 16’ncı Benedikt açıkladı, ”Mezar Saint Paul’e ait.”
Bazilika’da düzenlenen ve İstanbul’dan gelen Fener Rum Patrikhanesi temsilcilerinin de bulunduğu Saint Paul yılının kapanış töreninin ardından açıklamada bulunan Papa 16’ncı Benedikt, “Derin duygular içindeyim. Saint Paul’ün mezarında yapılan ilk incelemeler sonuçlandı.

 

Mezar yüzyıllardır kapalıydı. Küçük bir delik açılarak sonda kullanıldı. Sonda yardımıyla mezardan mor renkli keten bir kumaşın parçaları çıkartıldı. Kumaşın içinde altın olduğu anlaşıldı. Mezardan ayrıca kızıl buhur ve kemik örnekleri çıkartıldı. Kemiklere, örneğin kaynağını bilmeyen bağımsız bir labaratuar tarafından karbon 14 testi uygulandı. Kalıntıların birinci ve ikinci yüzyıllar arasında yaşamış bir erkeğe ait olduğunu doğruladılar. Test 2000 yıllık dini gelenekleri yani mezarın içindeki vücudun Saint Paul’e ait olduğunu doğruluyor” dedi.


29 Haziran 2008- 29 Haziran 2009 arası doğumunun 2000'ninci yıldönümü nedeniyle Vatikan tarafından Saint Paul yılı ilan edilmişti.


Tarsus doğumlu Roma vatandaşı Saint Paul’ün, hıristiyanlığı yaymaya çalıştığı için Roma’da giyotinle idam edildiğine inanılıyor. İdamın gerçekleştiği yere kurulan bazilikanın içindeki mezar yıllardır Saint Paul’ün mezarı olarak ziyaretçi akınına uğruyordu. Yapılan teknik incelemeyle bizzat Papa tarafından da mezarın Saint Paul’e ait olduğu doğrulandı.

Radikal, Haber: Eda Berkbayrak, 29.06.2009

PICASSO TİFLİS'TE





20. Yüzyıl sanatının dehaları arasında sayılan İspanyol ressam Pablo Picasso'nun eserlerinden oluşan sergi, Gürcistan'ın başkenti Tiflis'te açıldı.
 

Picasso'nun "büyük hayranlık duyduğu" sanatçı olarak da tanınan, dünyaca ünlü Gürcü naif ressam Niko Pirosmani'nin eserlerinin de korunduğu Tiflis Ulusal Müzesi'nde açılan sergide, Pablo Picasso'nun 40 eseri sanatseverlerle buluşuyor.

 

Gürcistan Ulusal Müzesi ve Fransa Yonne Genel Konseyi tarafından organize edilen "Picasso Gürcistan'da" sergisi, ilk olarak Gürcistan'ın Kakheti bölgesindeki Signaki kentinde 30 Mayısta açıldı. 2 Ağustos'a kadar Tiflis'te kalacak eserler, 8 Ağustos-6 Eylül arasında Batum'da sergilenecek.

 

Niko Pirosmani'nin resimlerinden oluşan bir sergi de Fransa'nın Vezelay kentindeki Zervos Müzesi'nde 2008 Şubat ayında düzenlenmişti. Bu sergi sırasında, Picasso'nun eserlerinin Gürcistan'da sergilenmesi için Fransız yetkililerle bir anlaşma imzalandığı kaydedildi.

 

Gürcistan Kültür Bakanlığı, Tiflis Belediyesi, Kakheti bölge yönetimi, Bank Republic ve Acara Kültür ve Eğitim Bakanlığı tarafından da desteklenen sergi sırasında, özellikle çocuklar için çeşitli eğitici organizasyonlar da düzenlenecek.


Sergide, çoğu 1962 yılında yapılmış 34 gravür ile sanatçının 1930'lu yıllara ait bazı eserleri yer alıyor. 200 bin avro değerinde olan resimlerin sergileneceği müzeleri belirlemek için, koleksiyonun getirildiği Zervos Müzesi yetkililerinin Gürcistan'ı gezdikleri ve sergi mekanlarını, "güvenlik öncelikli" değerlendirdikleri belirtiliyor.


Gürcistan medyasında da geniş yer bulan Picasso sergisi, ülkede büyük heyecan yarattı. Sovyetler Birliği döneminde, plastik sanatlardan sinemaya, edebiyattan sahne sanatlarına çok sayıda önemli sanatçı yetiştiren ve bölgenin kültür-sanat merkezi olarak bilinen Gürcistan'da halk, ülkenin adının artık savaşla değil yeniden önemli sanat olaylarıyla anılmasını istiyor.

 

Gürcistan'ın, ölümünden sonra büyük ün kazanan sanatçısı Niko Pirosmani (1862-1918) ile Picasso hiç bir araya gelmedi. Picasso, Pirosmani'nin resimleriyle 1969'da Paris'teki Louvre Müzesinde ilk kez düzenlenen sergide tanıştı.


Gürcü sanatçı İlya Zdavaneç, arkadaşı Picasso'dan, Pirosmani ile ilgili hazırladığı kitabın kapağına sanatçının bir portresini yapmasını istedi. Picasso'nun yaptığı bu kapak resminin orjinali de Tiflis Ulusal Müzesi'nde korunuyor.


Picasso'nun, "Tiflis'te ne zaman bir sergi açacaksınız?" sorusuna, "Orada sergi açmama gerek yok, Gürcistan'da Pirosmani var" yanıtını verdiği rivayet ediliyor. Picasso, resimlerindeki özgünlük ve samimiyet nedeniyle hayranlık duyduğu Niko Pirosmani'nin memleketine, ölümünden 36 yıl sonra sergisiyle konuk oldu.

 

Niko Pirosmani'nin 35 resmi Türkiye'de ilk kez, İstanbul'daki Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'nde 2007 yılında sergilenmişti.

Hürriyet, 29.06.2009

MARMARAY'IN GÜZERGAHINDA NAMAZGAH DUVARI





Asya ile Avrupa’yı denizin altından birleştirecek Marmaray Projesi’nin güzergahında yapılan çalışmalar sırasında toprak altında 17. yüzyıldan kalma namazgah duvarları bulundu. Tarih ve teknolojiyi karşı karşıya getiren çeşmenin taşınması gündemdeyken ortaya çıkan namazgah hakkında Anıtlar Kurulu’nun karar vermesi bekleniyor.

Marmaray Projesi’nde kavşak noktası olarak tasarlandığı için aslına uygun olarak taşınması düşünülen Kadıköy Ayrılık Çeşmesi’nin altında Osmanlı’ya ait yapılar çıkmaya başladı. Kadıköy Kent Konseyi’nin 2006 yılında sit alanı olarak ilan edilmesini istediği, Kadıköy-Kartal Raylı Taşıma Sistemi’nin Marmaray projesiyle birleşeceği noktada kazı çalışması yapan Kadıköy Belediyesi ekipleri bir namazgahın duvarlarını buldu.

Kadıköy Belediyesi Starateji Geliştirme Müdürü Şule Onur, 4. Murat’ın Bağdat seferine çıktığı 1638’de Ayrılık Çeşmesi adını resmen alan tarihi çeşme ve namazgahın orijinal yerinde kalmasını istediklerini, bu nedenle Marmaray’ın bu bölümündeki güzergahın değiştirilebileceğini belirtti.

Onur, şunları söyledi: "1600’lü yıllarda yapıldığı tahmin edilen Ayrılık Çeşmesi’nin İbrahimağa’da bulunan yerinin orijinal yeri olup olmadığı tartışma konusuydu. Bazı araştırmacılar çeşmenin ilk yapılan yerinin burası olduğunu söylerken, bazı araştırmacılar da çeşmenin sonradan nakledildiğini söylüyorlardı. Bu kazı ile orijinal yerinin olduğu kesinleşti. Kadıköy Belediyesi olarak Ayrılık Çeşmesi’nin ve tarihi namazgahın aslına uygun olarak restorasyonu için gerekli rölöve çalışmalarını yapıyoruz. Bunları Anıtlar Kurulu’na sunacağız. İstanbul 5 No’lu Koruma Kurulu, çeşmenin başka bir yere nakline ya da bulunduğu yerde aslına uygun olarak restore edilip korunmasına karar verecek. Biz Kadıköy Belediyesi olarak çeşmenin 400 yıl önce yapıldığı yerde restore edilerek korunmasını istiyoruz. Çeşmeyi tekrar akar hale getirip, Kadıköylülere armağan edeceğiz."

Milliyet, 29.06.2009


******


"MARMARAY GÜZERGAHI ÇEŞMEYLE DEĞİŞMEZ"

 

Marmaray ile Kadıköy - Kartal Raylı taşıma sistemini birleştirecek olan Ayrılık Çeşme İstasyonu’ndaki kazılarda, bugüne kadar toprak altında kalan tarihi namazgah ortaya çıkarılmasının ardından Kadıköy Belediyesi’nden ‘Marmaray’ın güazerhanının değişebileceği’ yönünde açıklama gelmişti. Bunun üzerine açıklama yapan Arslan, kazı çalışmalarının, İstanbul 5 no.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararı ile yapıldığını, çeşme ve namazgahın kaldırılması ya da kaldırılmamasına kurul tarafından karar verileceğini ifade etti. Arslan şöyle konuştu:


“Marmaray Projesi’nin başından itibaren Ayrılık Çeşme ve etrafındaki tarihi yapılardan haberdarız. Marmaray Projesi’nin güzergahı ve yapılacak köprülü kavşakların projelendirilmesi Ayrılık Çeşme ile etrafındaki tarihi yapıların varlığı bilinerek yapıldı. Ayrılık Çeşme, kaldırılmasa bile Marmaray’ın güzergahı değişmeyecek. Söz konusu bölge bizim kamulaştırma alanımızın da dışında.”


Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’sa konuyla ilgili şunları söyledi: “Namazgahı 2004’te ortaya çıkardık. Kurula tescilini yaptırdık. Rölövelerini yaptırdık. Orada sorun güzergah değişimi değil, Ayrılık Çeşme’deki istasyonu kesen yolların kavşak düzenlemesi sırasında, alt dikmelerinin ayağının biri oraya isabet ediyor. Onu ya ötelemek suretiyle dikmeyi ya da çeşmenin aslını kurul izniyle biraz kaydırmak suretiyle muhafaza ederek çözüm üreteceğiz.”

Radikal, 02.07.2009

HASANKEYF'İ CAMLASAK DA MI SAKLASAK?





Ilısu Barajı'nın suları altında kalacak olan Hasankeyf için bir çözüm önerisi de İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nden Prof. Oğuz Müftüoğlu'ndan geldi: "Tarihi yapıların üzerini cam fanusla kapatarak sudan koruyabiliriz."
 

Hala gidip görmediyseniz elinizi çabuk tutmanızı tavsiye ederim. Belki bir süre sonra Hasankeyf'i bu haliyle görme imkanınız olmayacak. Çünkü 50 yıldır yapımı gündemde olan ve GAP projelerinin en büyüklerinden biri Ilısu Barajı maalesef yaklaşık 10 bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf'i sular altında bırakacak. Hasankeyf Yukarı Şehir Alanı'nda yer alan onlarca mezar, türbe, höyük, eski kalıntılar ve 4200 mağara ev Ilısu Projesi'nin maksimum su kotundan etkilenmezken daha aşağılarda kalan önemli bazı kültürel varlıklar ise su altında kalacak. Bu tarihi eserlerin parçalarına ayrılarak taşınması ve su kotunun etkilemediği bir alana taşınması projesinin ise gerçekleştirilebilirliği hala tartışılan konular arasında. Bu tartışmalar içinde farklı bir çözüm teklifi İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Oğuz Müftüoğlu tarafından geldi. Hasankeyf'te yer alan eserlerin taşınmasının mümkün olmadığını söyleyen Müftüoğlu, baraj illa ki yapılacaksa tarihi eserlerin cam fanuslarla kapatılıp, suyun altında bir aqua arkeolojik park oluşturulmasını öneriyor. İlk duyduğunuzda "yapılamaz" gibi geliyor ama Müftüoğlu, Marmaray projesine dikkat çekerek "Suyun altına 2 gidiş, 2 geliş 16 km. tünel yapabiliyorsanız bunu da yapabilirsiniz" diyor. Proje mümkünse Hasankeyf'in su altında kalacak olan bölümün tamamının, mümkün değilse bazı yapıların cam fanuslarla kapatılması ve su altından turizme açılmasını öneriyor.

 

Hasankeyf Taşınamaz
Prof. Müftüoğlu Hasankeyf'e gönül vermiş bir bilim adamı. İlk kez 1986'da gittiği Hasankeyf'e çarpılmış. 1990'da ise görevli olarak yeniden gidip buradaki tarihi eserleri belgelemiş, rölövelerini çıkarmış. O zamandan beri Hasankeyf'le içli dışlı olan Müftüoğlu buradaki tarihi eserlerin söylendiği gibi taşınamayacağını ifade ediyor. "Tarihi eserler yanlış verilebilecek bir kararla yok edilebilir. Ben taşınma olasılığı olduğuna inanmıyorum. Bu tür yapılarda bir dış cidar ve iç cidar vardır ve bunlar genelde kesme taştır. Genellikle bu bölgenin yerel malzemesi olan Cas kullanılmış. Bu taşımaya müsait değildir." diyor. Müftüoğlu hazırladığı raporlarla da Zeynel Bey Türbesi, Artuklu Köprüsü, Rızk camisi, Sultan Süleyman Cami ve Koç Cami gibi kültürel varlıkalrın taşınamayacağını Kültür Bakanlığı'na iletmiş. Hasankeyf'i nasıl kurtarabiliriz diye düşünürken İnşaat Mühendisliği öğrencisi olan oğlu ile konu üzerinde konuşmaya başlamışlar. Hasankeyf'in camla kapatılıp saklanması projesi de bu konuşmadaki beyin fırtınasından ortaya çıkmış.

 

Tatilya'yı Yapan Bunu da Yapar
Bu önerinin "çözümü bulduk" şeklinde bir zafer çığlığı almadığının altını çizen Müftüoğlu asıl olanın barajın yapılmaması olduğunu çünkü barajın sadece tarihi eserleri değil ekosistemi de mahvedeceğini söylüyor. Ama durum buysa minimum zarar, maksimum kar hesabı üzerinden Hasankeyf'teki kültürel varlıkları kurtarmak için bir çözüm olduğunu anlatıyor. "Zeynel Bey türbesi mimari özellikleri açısından Anadolu'daki tek örnektir. Köprü ise çok iyi incelenmesi gereken muhteşem bir köprü. Dönemi için bir mühendislik harikası. Bunları yok olmaya bırakmak vahşice bir tablo. Bu eserler restore edilip koruma altına alınırsa asırlarca kalır. Taşımaya kalktığınızda parçalamak mümkün değil. Hangi teknolojik imkanla taşıyacaksanız? Ama cam kapatılırsa 20 metrelik suyun altında olacak. Kubbelerin tümünün cam olması gerekmez. Bazı yerler beton olur bazı yerler çelik olur. Marmaray yapılabiliyorsa bu çok daha kolay yapılır. Bana kalırsa hiçbir eseri açık bırakmamak lazım. Tatilya gibi bir yapıyı yapabiliyorsanız burayı komple kapatabilirsiniz. Baraj suyu çekildikten sonra da bu eserler ortaya çıkar." diyor.

 

Projenin maliyetini soruyorum. Müftüoğlu "Maliyetini hesaplayamam. Ama çok çok pahalı olduğunu sanmıyorum. Yok edilmemesi gereken bu eserlerin yanında hiçbir şey değil. Bakanlık bunun için bütçe ayırır. Önce mimari tasarımı yapılır. Sonra maliyete geçilir. 200- 300 metre karelik bir alan sadece blok olarak belli parçaları koruyacak. Aralarında da bir yapıdan diğerine insanların geçeceği tüneller olacak. Burası kendisine yapılacak masrafı da amorti eder. Böyle bir şey yok. Dünyanın ilk aquaarkeolojik parkını inşa etmiş olacaksınız. Burası bütün dünyadan ziyaretçi çeker." diyor.

 

Allianoi için de yapılabilir
Prof. Oğuz Müftüoğlu Hasankeyf için düşündüğü camla kapatma projesinin Yortanlı Baraj gölünün suları altında kalacak olan Bergama'daki Allianoi için de yapılabileceğini söylüyor. Dünyada şaşırtıcı ölçüde sağlam kalabilmiş bir Roma dönemi sağlık kompleksini barındıran Allianoi'nin camla kapatılması halinde bir tarihi su altı spa'sı elde edileceğini anlatan Müftüoğlu turizm açısından çok önemli bir merkez olacağını ifade ediyor.

Yeni Şafak, Haber: Emeti Saruhan, 29.06.2009

EDEPSİZ HEYKELLER





Üsküdar'da bir şeyler oluyor. Birileri köşe başlarına birtakım dev nesneler yerleştiriyor. Bu nesneler yolumuzu kesiyor, ayağımıza takılıyor, küstahça karşımıza dikiliyorlar...
 

Üsküdar iskelesinin önü, taksiler, dolmuşlar, çiçek kokusu, döner kokusu, daha uykudan uyanmamış, birbirlerine çarpa çarpa yürüyen insanlar, iş sıkıntısı ve koca bir çalar saat... Kavşakta sıkışmış trafik, banka önü kuyrukları, kavga, kırmızı, sarı, yeşil, korna sesi ve parlak mavi renkli, yarasa kanatlı Hezarfen... Galata'yla Kız Kulesi arası kale, motorcular defansta, parlak metal futbol topu iskeleti, şut ve gol... Evlendirme dairesi önünde dev yüzükler, 1453 ve 1923 rakamlarının üç boyutlu modelleri... Üsküdar'da bir şeyler oluyor. Birileri köşe başlarına bir takım dev nesneler yerleştiriyor. Bu nesneler yolumuzu kesiyor, ayağımıza takılıyor, küstahça karşımıza dikiliyorlar. Dev inekler, laleler ve ayakkabılar gibi bir gün onlardan da kurtulacağınızı ummayın. Bunlar kalıcı. Artık onlarla birlikte yaşamak zorundayız. Üstelik bu sadece bir başlangıç. Sanat kurumlarının, meslek örgütlerinin, sanatçıların, Üsküdarlıların haberi yok ama Üsküdar Belediyesi açık alanlara tam 26 heykel yerleştirmeye karar vermiş. Projeye "Üsküdar Belediyesi Çağdaş Heykel Koleksiyonu" adı verilmiş. İşin tuhaf yanı, bu 26 heykelin tamamı için tek bir kişiyle anlaşılmış.

 

Üsküdar'daki heykelleri görmezden gelemezsiniz. Çünkü bu heykeller, kent ve kamusallık hakkında çok şey söylüyor. Kent mekanında plastik sanat uygulamaları kentliler, yerel yönetimler ve merkezi iktidar arasındaki siyasi ilişkileri açığa çıkarıyor, kamusal alanda iktidar mücadelesini cisimleştiriyor. Üsküdar Belediyesi'nin uygulamalarından önce, 2005'ten bugüne Türkiye'de yaşanan heykel tartışmalarına kısaca bir göz atalım:

 

Heykel Hikayeleri
Türkiye'de yerel seçimler biter, heykel tartışmaları başlar. Bu yıl Kemer Belediye Başkanı olan MHP'li Mustafa Gül de ilk icraat olarak Atatürk Bulvarı'nı "genç kızların ahlakını bozan, edepsiz" bir heykelden kurtardı. Buna karşı, Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, "Sansürlenmek istenen Aşk heykelini istiyoruz" dedi. Heykel artık aşkı değil siyasi çatışmayı anlatıyor.

 

2005 yılına damgasını vuran, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Haydarpaşa Mendireği'ne yaptırmak istediği devasa Fatih Anıtı olmuştu. Bu anıt yapılamadı ama 2009'da emir büyük yerden geldi: Genelkurmay Başkanlığı, Beşiktaş'a Fatih Sultan Mehmet heykeli diktirdi. Heykel açılışı askeri ve mülki erkanı bir araya getirdi. Beşiktaş'ta, Yahya Kemal Parkı'nda bir fetih heykelimiz oldu.

 

Yine 2005 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sivri Ada'da 110 metrelik bir semazen heykeli yapılmasını önermişti. Semazenin eteğinin altında restoranların yer alacağı proje kabul edilmemişti. 2008'de Cem Vakfı Başkanı, Kadir Topbaş'tan semazen heykelinin yeniden gündeme alınmasını istedi. Topbaş: "İstanbul farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bir barış kentidir. Bu nedenle iki kıtanın birleştiği noktaya Amerika'daki Özgürlük Anıtı'na benzer bir semazen heykeli yapmak istiyoruz"[1] dedi ve "New York Üniversitesi ciddi destek verdi. Burada beni anlamadılar" diyerek sözlerini bitirdi. Gerçekten konunun New York Üniversitesi'yle ilişkisi hala anlaşılamadı.

 

2002'de Esenyurt'ta Nazım Hikmet Kültür Merkezi önüne yerleştirilen Nazım heykeli, 2007'de AKP'li yeni belediye başkanı döneminde bir gece yarısı ortadan kayboldu. 400 kiloluk heykelin belediyenin hemen önünden çalınmasına tepkiler büyük olunca heykelin yerine yenisi dikildi. Yeni Nazım'ın eskisine göre 2,5 kat daha büyük olduğunu belirten Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu, "Nazım Hikmet heykelini yaptık, mezarını getirmek de bize nasip olur inşallah" dedi.

 

AKP'li Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu'nun heykelden yana hiç şansı yok. Esenyurt'ta kalpaklı ve at üzerinde bir Atatürk heykeli yaptırdı ama heykel CHP'lilerin şiddetli tepkilerine neden oldu. Çünkü onlara göre heykel Atatürk'ten çok Said-i Nursi'ye benzemişti. Hatanın heykeltıraşta olduğunu dile getiren Kadıoğlu, "Heykelin baş kısmını tekrar yaptırıp törenle açacağız" dedi.

Kadıoğlu'na, Necip Fazıl Kısakürek'in önerisini hatırlatmak isterim. Atatürk'ün ölümünden sonra İsmet İnönü heykellerinin artışı üzerine Kısakürek şunu söylemişti: "Bu işler devletlulara zorluk çıkartıyor. Pratik bir yöntem olarak, başı burgulu heykeller düşünülemez mi? Yeni lider gelince, vidalı baş çıkartılır, yerine yenisi takılır!"

 

Nereden Çıktı Bu Heykeller
Türkiye'nin sosyo-politik yapısı heykellerde vücut buluyor. Aslında açık alanda heykeller ve anıtlar her şeyden önce nasıl yönetildiğimizi anlatıyor. O zaman Üsküdar heykelleri konusuna geri dönüp sormak lazım: "Nereden çıktı bu heykeller? Kime danıştınız yaşadığımız yere bu nesneleri dikerken? Kent mekanı kimin? Kamusal alan kimin alanı?"


İşin aslı şuymuş: Üsküdar eski Belediye Başkanı Mehmet Çakır, İstanbul'a sanat eserleri kazandırmaya karar vermiş. Aramış taramış ve sonunda tasarımcı Faruk Akın'ı bulmuş. Karşılıklı oturup fikir alışverişi yapmışlar.[2] Sağ olsunlar, Üsküdar'da yaşayan herkesin yerine karar vermişler. Belediye tasarımcıya heykelleri ısmarlamış. Yanı başlarında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi dururken, hocalar, heykeltıraşlar, kentliler hiçe sayılarak tek bir tasarımcı tüm Üsküdar'a heykel tasarlama yetkisiyle donatılmış. Bu güç elbette yerel yönetimin kente yaklaşımından kaynaklanıyor. Bu heykellerin Corner Otel, Park Otel, Gökkafes'ten hiçbir farkları yok. Her biri kamusal alanın iktidarın "özel alanı" olduğunu kanıtlıyor.

 

Sosyal Heykel
Diğer yandan "Üsküdar Belediyesi Çağdaş Heykel Koleksiyonu"nun çağdaş olarak nitelendirilmesi imkansızdır. Çağdaş sanatın içinde heykel kavramı bu uygulamaları yapanların hayal bile edemeyeceği bir noktaya varmıştır. 60'lı yıllarda Joseph Beuys "sosyal heykel" kavramını ortaya attığından beri heykel yapmak, üç boyutlu bir nesne tasarlayıp onu açık alana yerleştirmekten öte bir şeydir. "Sosyal heykel" der, Beuys, "yaşadığımız dünyayı nasıl biçimlendirdiğimizdir". Sanatçının tek tek yapıtlar ortaya koymak bir yana, bütüne nasıl katkıda bulunabileceğini düşünmesi gerekir ve bütün organizmanın heykeltıraşı ya da mimarı olması önemlidir. Yani sanat yaşamı süslemek değil yaşamı biçimlendirmektir. Bütünü göz ardı eden, kentin fiziksel ve sosyal yapısını özellikle de kentliyi hiçe sayan bir yaklaşımın çağdaş heykelle en ufak bir ilgisi yoktur.

 

Bugün kent mekanına talip olanlara hatırlatırım: Fazla uzaklara gitmeye gerek yok. Türkiye'de plastik sanatlar tarihinde İlhan Koman gibi kamusal alanda sanat yapmanın ne demek oluğunu pratikte göstermiş ve kuramlaştırmış sanatçılar vardır. Bu sanatçılar daha 1950'ler de çağdaş heykel sanatını tanımlamışlardır:


Heykeltıraş İlhan Koman, heykeltıraş Hadi Bara ve mimar Tarık Carım 1953'te temel amacı kent içinde insani yaşam alanları yaratmak, mekanı toplumsal ve doğal yapısıyla bir bütün olarak değerlendirmek ve bu doğrultuda pratik çözümler önermek olan Espace Grubu'nu kurdular ve bir manifesto yayınladı. 1955'te Espace Grubu Manifestosu'nda dile getirilen talepler, 2009'da İstanbul'un şehircilik, mimarlık ve plastik sanatlar alanlarında hala ne kadar geri oluğunu yüzümüze vuruyor:


"Şehircilik ve şehirlerin yapılanması, bu konudan sorumlu olan kişilerin sadece teknik değil sosyal-psikolojik bilgilerinin ve sanat kültürlerinin olmasını gerektirir. Şehirlerimizin yeniden yapılanmasında sunulan planlar kusurludur ve plastik değerleri tartışmalıdır. Gelecek nesillerin içinde yaşayacağı mekanları yaratma sorumluluğunu taşıyan kişiler, teknisyenler ve mekansal problemlerle uğraşan plastik sanatçılarla birlikte çalışmalı, ayrıca yasalar ve yönetmeliklerle desteklenmelidir."

 

Manifesto şöyle biter: Bütün İnsan Etkinliklerinin Uyumlu Gelişimi için Plastiğin Varlığı Esastır
Kent mekanına çıkan sanatçı tüm kentlilere karşı sorumludur
Sanat zekadan kaynaklanır. Sanatçı heykeli yerleştireceği mekanın fiziksel ve sosyal dokusuna göre çözümler üretebilmelidir.

 

Açık alana yerleştirilecek bir yapıtın malzemesi, formu, hacmi, yerleştirilme biçimi mekanın fiziksel özelliklerine göre belirlenmelidir. Açık alanda heykelin formuna, yanındaki binalar, reklam panoları, trafiğin akış yönü, hatta yayaların hareketi bile dahildir. Belli ki Üsküdar'daki heykelleri yapan tasarımcının bu tür kaygıları olmamış. Kentin saldırgan görsel kalabalığına çığırtkan renkleri ve dev boyutlarıyla, reklam panolarıyla yarışan nesneler eklemiş.

 

Üsküdar heykellerinin mekanın sosyal yapısıyla da en ufak bir etkileşimi yok. Bu heykeller kamusallığı yok edilmiş, insana ve gündelik sosyal hayata kapalı kent mekanıyla hiçbir sosyal bağ kurmuyor. Mekanı kamusal kılmak adına hiçbir çabaları yok. Aksine kangren olmuş mevcut kent dokusunu onaylarcasına küstah, umursamaz, kendini dayatan halleriyle kamusallığı tahrip ediyor.

 

Etik sorumluluk denince sadece çıplaklık algılayanlara hatırlatmak gerekir. Kent mekanına çıkan sanatçı tüm kentlilere karşı sorumludur. Biz İstanbul'da yaşayanlar sokağımıza, kapımızın önüne, evimizin içine yapılan müdahaleleri "edep dışı" buluyoruz.

 

Kent mekanında plastik sanat uygulamaları yerel yönetimlere ve onların sipariş verdiği birkaç kişiye bırakılamaz. Yerel yönetimler ve sanatçılar arasında yer alan, sanatçılara ideolojik ve estetik özerklik sağlayan, çeşitli meslek gruplarından üyeler içeren, kentlileri de temsil eden özerk bir sanat kurumunun varlığı şarttır.

 

Üsküdar heykelleri örneğinde gördüğümüz, kamusal alanın iktidar tarafından işgalidir. Akademisyenler, öğrenciler, sanatçılar kamusal alandan dışlanmışlardır. Elbette kamusal alan mücadele alanıdır. Sanatçılar da meydanlar için mücadele eden emekçilerin yanında yerini almalıdır. Heykeltıraşlar da meydanlar için savaşmalıdır.

Birgün, Yazı: Ezgi Bakçay Çolak, 29.06.2009

GÜNAY'IN AUGUSTUS TAPINAĞI İSYANI





Bakan Ertuğrul Günay, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ve ilgisizlik nedeniyle restorasyonu gerçekleştirilemeyen Augustus Tapınağı’na giderek yetkililere yönelik çok sert açıklamalarda bulundu.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan ve bir türlü restorasyonu yapılamayan tarihi Augustus Tapınağı ile hem kendi bürokratlarına, hem yerel yöneticilere hem de üniversite çevrelerine yönelik çok sert açıklamalar yaptı. Günay, "Tapınakla ilgili acil alınması gereken önlemler var. Ama ne yazık ki bu önlemlerin alınması için bir felaketin olmasını bekliyor gibi bir elimiz böğrümüzde duruyoruz" dedi.

Günay, tarihi Augustus Tapınağında incelemelerde bulunarak yetkililerden çalışmalara ilişkin bilgi aldı. Çalışmalar için gereken kaynağı temin edeceğini ifade eden Günay, "Projeyi kim yapacaksa yapsın. Bunu artık uygulamaya koyacağız. Bu yapının, bir dönem Pagan Tapınağı, bir dönem kilise, bir dönem medrese olarak kullanılmış olan bu yapının Hacıbayram Camii ile sırt sırta ayağa kalkması, Anadolu’nun bu medeniyetler dayanışmasını sergilemek açısından çok önemli" diye konuştu.

Günay, tapınağın bir duvarında üzerinde Latince yazılar bulunan eşsiz bir kitabenin olduğunu, ancak söz konusu yazıların da giderek okunmaz hale geldiğini dile getirdi.

Tapınağın duvarındaki Latince yazıyı yetkililerle birlikte okuyan Günay, "Bu çok ünik bir parça, ama yer yer zaten dökülmüş. Gelecek yıl biraz daha zorlanacağız bunu okumada..." eleştirisinde bulundu.

Değişik kurumlara mensup yetkililerden de bilgi alan Ertuğrul Günay, tapınağın restorasyonunun önemine dikkati çekerek, "Hiç kimsenin öyle bir hayali yok, öyle bir derdi de yok. Yıkılsın diye bekliyoruz hep beraber. Zaten yıkılacak yani neredeyse..." dedi.

Tapınağın alt duvarını da inceleyen Günay, "Bu duvar yıkılırsa Türkiye’de yapmaya çalıştığımız her şey üzerimize yıkılır" yorumunu yaptı. Günay, tarihi duvarla ilgili de gereken çalışmaların yapılması gerektiğini söyledi.

Daha sonra gazetecilere açıklamalarda bulunan Günay, sözlerine, "Ben çok üzgünüm. Buraya geçen yıl da geldim. Benzer sıkıntıları arkadaşlarımızla konuştuk. Ama ne yazık ki o günden bu yana mesafe alamadık" diye başladı.

Konuyla ilgili danışma kurulu ve bilimsel kurul oluşturulduğunu anlatan Günay, "Ancak, ne danışma kurulu, ne bizim bürokrasimiz, ne de konuyla ilgili başka çevreler, hem bu yapıyı koruyacak, kurtaracak, bir ölçüde ayağa kaldıracak bir proje yapmakta bir mesafe aldık. Bundan çok üzüntülüyüm" dedi. Günay, şöyle devam etti:

"Burası her zaman söylüyorum, bizim Anadolu kültürümüz için önemli bir ismin adına kurulmuş bulunan bir caminin duvarıyla, bir Pagan tapınağının duvarı, omuz omuza, saçak saçağa gelmiş, Anadolu’daki kültürlerin kaynaşmasının çok özel, simgesel yapılarından, yapıtlarından birisi.

Tapınakla ilgili çok acil alınması gereken önlemler var. Ama ne yazık ki bu önlemlerin alınması için bir felaketin olmasını bekliyor gibi bir elimiz böğrümüzde duruyoruz."

Tapınak duvarındaki yazıların korunması için ne yapılacağını soran Günay, yetkilinin "Bunun için çalışıyorlar ODTÜ’den. Avrupa Birliği’nden para almışlar. Fakat ne yaptıklarını bilmiyorum" karşılığını vermesi üzerine şunları söyledi: "Ben bu bilimsel kurulların çalışmalarından sonuç alındığını iki yıldır görebilmiş değilim. Nemrut Dağı’nda, burada hiçbir bilimsel kurul çalışması önüme, ’şunu bitirdik efendim, yapalım’ diye gelmiş değil. Böyle bir şey olmaz. Böyle devam ederse bu bilimsel kurulları değiştireceğiz artık...

İncelemelerini sürdüren Bakan Günay, projeyle ilgili aşamalar konusunda yetkililerden bilgi aldı. Günay, yetkililere, "Hepinize söylüyorum. Bu işi mümkün olduğu kadar yakından takip edeceksiniz. Bu yaz buranın uygulamasına başlayacağız. Bana burada uygulanabilir bir proje getireceksiniz, kaynağını ben bulacağım. Bu yapıyı önce bu tehlikeden kurtaracağız" talimatını verdi.

Hürriyet, 29.06.2009

BİZANS'TAN BUGÜNE ADALARIN TARİHİ MÜZEDE TOPLANACAK





Kabataş iskelesinden yükünü alan Prof Dr. Aykut Barka gemisinin yolcuları, martılar eşliğinde adaya doğru yol alıyor... Yaklaşık 1.5 saatlik bir yolculukta önce Kınalıada'da ziyaretçilerini indiren vapur, ardından Sait Faik Abasıyanık ile özdeşleşen Burgazada'ya, sonra da Ruhban okuluna ev sahipliği yapan Heybeliada'ya uğrayıp, nihayet son durak Büyükada'da demirliyor... İstanbul'un yanı başında gürültüden kaçan ziyaretçilerine sakinliği vaat eden Prens Adaları, hemen her haftasonu olduğu gibi dolup taşıyor. Vapurdan iner inmez Anadolu Kulübü'nün yolunu tutuyoruz.

Önünde faytoncuların müşteri alıp bıraktığı Anadolu Kulübü, Büyükada'ya kurulacak müzenin ilk toplantısına ev sahipliği yapıyor. Adalılar'ın geniş katılımıyla yapılan toplantı gösteriyor ki, kurulacak müzeye destek büyük. Büyükada Taş Mektep'te kuruluacak "İstanbul Adalar Müzesi" için ayrılan bütçe ise 2.5 milyon TL.

Adalar Belediyesi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Adalar Vakfı ve Kaymakamlık'ın nisan ayında imzaladıkları protokolle tohumları atılan İstanbul Adalar Müzesi'nde ilk hedef doğal güzelliklerin yanına kültür ve tarihi zenginlikleri de katmak.

Bunun için adaların eski sakinleri olan ve Atina'ya yerleşmiş Rumlar'dan bile destek aldıklarını belirten Adalar Vakfı Başkanı Aykut Mutlu, "Adalar dünyanın çok değerli bir belgesi. Adalar Müzesi'ni kurarken, Rumlar'dan bahsetmemek olmaz. O nedenle onlardan da destek aldık" diyor.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreteri Yılmaz Kurt ise, bu projenin kendileri için çok önemli olduğunu kaydediyor. Kurt, "Binlerce yıllık tarihi ve kültürel mirasıyla dünyanın gözünü kamaştıran, evrensel kültürün ve hoşgörünün başkenti İstanbul, böyle projelerle 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak dünyanın buluşma noktası olmaya hazırlanıyor. Tarihi boyunca farklı kültür ve dini inançları kucaklayan İstanbul'un incileri olan Adalar'ın tarihini sergileyecek bu müze, İstanbul'un ve Türkiye'nin uluslararası alandaki bilinirliğini ve itibarını da doğrudan etkileyecek" diye konuşuyor. Müzede adaların Bizans öncesinden bu yana tarihi ve gündelik yaşama dair birikimini gösteren eser ve objelerin sergileneceğini belirten Kurt, müzenin gelecek yıl haziran ayında kurulacağını açıklıyor.

Adaların İstanbul'un bir ilçesi olması rağmen, kendine özgün bir dokusu olduğunu vurgulayan Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu ise, adaların her etnik yapıdan insana kapılarını açtığını hatırlatıyor. Adalarda bugün bin 657 eserin tescilli olduğunu, bir o kadarının da tescillenmeyi beklediğini ifade eden Farsakoğlu, "Sait Faik, Burgaz'da yaşadı ve evi müze olarak durmasına rağmen kapalı, neden? Diyojen'in mezarı Kınalıada'da. Troçki, 3 yıl yaşadı adalarda ama bunlar bilinmiyor. Bir sürü edebiyatçıya ev sahipliği yapan adaların tarihi geçmişini anlatan bir kent müzesi yok. Tüm bu sorunlara karşılık bu müzeyi hayata geçirmeyi hedefliyoruz" diyor.

Müzenin Büyükada'da Taş Mektep'e yapılacağını anlatan Farsakoğlu, şöyle devam ediyor: "Adalılar ya tarihlerine sahip çıkacak ya da geçmişlerinin karanlığa gömülmesine seyirci kalacak. Kentleri canlı tutan yerler müzelerdir. O nedenle bu müze bizim için çok önemli. Adaları farklı noktaya taşımak için bir basamak olacak bu müzeyle birlikte yapacağımız diğer projeler 5 yıl sonra adaları Türkiye'nin belediyeleri arasında ilk sıraya taşıyacak."

Referans, Haber: Sibel Atik, 29.06.2009

SULTANAHMET'TE SIRLI BİR GEZİNTİ





Sultanahmet'te bir halı mağazası... Kim bilir kaç kez geçip gittiniz önünden, belki hiç görmediniz, belki vitrinini göz kamaştırıcı buldunuz, hepsi o kadar değil mi? Değil işte, orası yalnızca bir halıcı dükkanı değil.

 

Bahçedeki merdivenlerden, örümcek ağlarına takılmadan aşağıya, Bizans sarayının mahzenine iniyorsunuz. Yüksek tavanlı, loş, serin bir mahzen, koridorlardan biri henüz kapalı, diğeri Akbıyık Caddesi'ne çıkıyor. 10 yıl önce tadilat yapılırken tesadüfen bulunan saray kalıntısının tarihi, İstanbul'un kuruluşuna dek uzanıyor. O günlerde burada misafir edilen büyükelçileri, yabancı konukları hayal etmek kolay değil, kaldı ki biz, halıcı dükkanından Bizans sarayının mahzenine inmenin hayreti içindeyiz hala... Meraklısının ziyaretine açılmış bu mahzen, bildik sarnıçların dışındaki yeraltı keşiflerine dikkat çekiyor. Aynı civarda yine bir halıcının zeminine doğru inerken inancımız pekişiyor: "Evet, bu güzel şehir yalnızca çıkmaz sokaklarında, yokuş başlarında, köşe dönüşlerinde değil, daha zor ulaşılabilen yeraltlarında da nice sürprizler barındırıyor." Bu kez bir kilise kalıntısında dolaşıyoruz. Binanın sahibi sanata düşkünmüş de mozaikleri camekanlarla korumaya almış. "Sultanahmet'in altında bu şekilde bilinen, bilinmeyen çok sayıda dehliz var." diyor Nihan Azizlerli: "Marmaray kazılarında Constantinus'un annesi Helena'nın sarayı bulundu. Burası hem Bizans, hem Osmanlı döneminde kıymetli olmuş bir bölge." Nihan Azizlerli kim? 'Kehanet' romanının yazarı, arkeoloji eğitimi almış; ama arkeolog olarak hiç çalışmamış. İstanbul'a çok düşkün, kuruluş hikayesiyle, hiçbir dönemde etkisini yitirmeyen kehanetleri ve esrarlı olaylarıyla fazlasıyla ilgili. Roman, bu ilginin meyvesi, lise yıllarında başlayan okumaların, araştırmaların ve sırlı gezilerin bir sonucu...

 

Şehrin Constantinus tarafından kuruluşunun ve sonrasındaki yüz yıllık sürecin anlatıldığı kitap; yarı kurgusal yarı belgesel, yarı geçmişte yarı günümüzde ilerliyor. Tanınmış tarihi kimliklerin, kronolojiyle ilgili detayların hepsi gerçek bilgilere dayanıyor ve roman bu haliyle eğlenceli bir Bizans tarih kitabını andırıyor. Günümüzde geçen bölümler ise İstanbul'la ilgili mekan önerileri sunan gizli bir rehber gibi algılanabilir. Fakat kitabın ana omurgasını İstanbul'un kuruluşuyla ilgili ortaya atılan kehanetler oluşturuyor; günümüze kadar ulaşmış, kaynaklarda bahsi geçmiş, hatta kimileri dillere pelesenk olmuş kehanetler... En bilineni, Delphi kahininin İstanbul'un kurulacağı yeri işaret etmesidir: "Körler ülkesinin karşısı"... Körler, o zamanki Khalkedon, şimdiki Kadıköy'de bulunur hani, güzelim Sarayburnu'nu görmeyip de Asya yakasına yerleştiği için kör kabul edilmiştir bura ahalisi.

 

Armada Oteli'nin terasından başlayıp mahzenlere inen gezimizin kaçınılmaz durağı At Meydanı, kehanet deyince gözler dikili taşlara çevriliyor zira, özellikle de Mısır'dan getirilen anıta... Uzunca bir zaman en çok bu taştan ürkmüş insanlar, çok uzaklardan hayli zahmetlerle taşındığı için şaşırtıcı ve korkunç bulunmuş, üzerine hiyeroglif alfabesiyle yazılan teşekkür metni, gelecekten haber veren şifreli cümleler gibi görülmüş.

 

Fetihle ilgili Bizans kehanetleri var mı peki? "Elbette" diyor yazar, "Ay tutulması, yer sarsıntısı gibi bir tarafın hayra, diğer tarafın şerre yorduğu olaylar vardı. Bizanslı bir müneccimin, 'İstanbul'u fetheden, kendi soyunun yedinci imparatoru olacak.' dediği söylenir mesela, Bizans yıkıldığında tahtta bulunan son Constantinus da yedinci imparatordur." Bir de Constantinus'un müneccimi Valentius'a atfedilen bir kehanet vardır ki, hayli manidardır: "Bu şehir ve taht, senin ve neslinindir. Ta ki gemiler karadan yürüyünceye dek!" Gemilerin karadan yürümesi, çıkmaz ayın son perşembesi gibi, olmayacak iş anlamında yorumlanmış o günlerde. Demişler ki; "Şayet böyleyse İstanbul ilelebet imparatorun ve sülalesinindir." Olanlar ortada, gemiler karadan yürüyeli 556 yıl oldu. "İyi kehanetler gerçek olsun." diyen Bizanslı roman kahramanı kim bilir ne düşünüyor?

Zaman, Haber: Ülkü Özel Akagündüz, 29.06.2009

ARKEOLOJİ TÜRKLERE NEDEN BU KADAR YABANCI?

 

Dünya tarihini değiştiren kazılara ev sahipliği yapan Türkiye'de arkeolojik kazıların pek çoğu Türkler değil, yabancılar tarafından yürütülüyor. Doç.Dr. Haluk Çetinkaya, tarihi eserlerin yurt dışına kaçırılma riskinin arttığını söylüyor.
 

Dünya tarihini değiştiren birçok kazıya ev sahipliği yapan Türkiye'de arkeolojik kazıların pek çoğunun Türkler değil, yabancılar tarafından yürütülmesi, hem tarihi eserlerin yurt dışına kaçırılma riskinini artırıyor hem de mezun olan pek çok arkeologumuzu işsiz bırakıyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesi Doç.Dr.Haluk Çetinkaya, kazı hakkının ise sadece üniversitelere verildiğini ancak yetkili kurumların araştırma için mali destek sağlamadıklarını belirten Çetinkaya "Hal böyle olunca kazıların gerçekleşebilmesi için ya yurt dışı ortaklığı ya da yabancı kazı başkanlarının gözetimi gerekiyor.' diyor.

 

Pek Çok Kazıda Yabancı Eli Var
Bugün yapılan kazılara baktığımızda kendi tarihimiz ve dünya uygarlığı için gerçekten önemli ve bol eserler veren pek çok kazıda yabancı isimlerle karşılaşıldığını söyleyen Çetinkaya, buna örnek olarak şu kazıları gösteriyor: Orta Anadolu'da gerçekleştirilen ve Japonlar tarafından yürütülen 'Kaman-Kalehöyük' kazısı, kazı başkanı Japon arkeolog Dr. Sachihiro Omura' Höyükte, Hititler, Frigler, Asurlular, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlı dönemine ait yaşam kalıntıları mevcut. Bir diğer örnek, Neolitik Döneme verdiği eserlerle damgasını vuran 'Çatalhöyük kazısı'dır ki bu kazı da İngiliz uzmanların gözetiminde gerçekleştiriliyor. Kazı başkanı İngiliz arkeolog Prof. Lan Hodder. Kazı sahasında bu işin piri sayılan Almanlar da büyük Troya kazısını yaptılar. Bunların dışında İtalyan ve Amerikalı kazı başkanları da ülkemizde kendi ekibiyle birlikte çalışmalarına devam ediyor.

 

Bizans Uzmanı Yok Gibi...
Türkiye'de 24 ayrı üniversitede kurulan arkeoloji bölümünden mezun olan arkeologlar kolay kolay iş bulamayınca arkeoloji alanında uzmanlaşmak oldukça güç oluyor. Ülkemizde yapılan kazılarda, yabancıların sözünün geçmesinde bizdeki uzman eksikliğinin de büyük bir rolü olduğunu söyleyen Çetinkaya 'Arkeoloji bölümünden mezun olan öğrencilerimizin pek çoğu işsiz, iş veren bazı kurumlar ise öğrencilerin kendini yetiştirebileceği kadar para vermiyor; bu nedenle arkeoloji, Türkiye'de istenilerek, bilinçli olarak seçilen bir alan olmuyor. Arkeoloji eğitimini sürdüren arkadaşlarımızın neredeyse hepsi puanı buraya yettiği için gelmiş. Oysa resmi kurumlarda, mezun olan öğrencilerimizin pek çoğunun iş bulabileceği kadar arkeolog açığı var. Mesela koskoca İstanbul'da resmi olarak Bizans uzmanı yok denecek kadar az. İstanbul için bu büyük bir eksikliktir. Kültür Bakanlığı buralara arkeologlar tayin edebilir, arkeoloji mezunları için yeni iş fırsatları yaratabilir.' diyor.

 

Kültür Politikamız Yok
Her alanda olduğu gibi arkeoloji sahasında yapılan çalışmaların da yöneticilerin ilgisine dayandığını söyleyen Çetinkaya, kişiye göre değişen bir politika ile değil, bu alanda geliştirilen ve herkes tarafından kabul edilen bir kültür politikası ile çalışmaların ilerleyebileceğini vurguluyor. Ülkemizin pek çok eşsiz tarihi eserinin yeterli ilginin gösterilmemesi nedeniyle zamanında yurt dışına götürüldüğünü kaydeden Çetinkaya, 19.yy başında Anadolu'dan kaçırılan, dünya kültürünün en büyük parçalarından biri olan Bergama Sunağı'nın bu örneklerden sadece birisi olduğunu söylüyor. Bu konuda Osmanlı izniyle British Museum'a götürülen Tanrı Athena'ya ait Parteon Tapınağı'nı da hatırlatan Çetinkaya, o günden bugüne değişmeyen çok büyük hataların yapıldığını, durumun Roma dönemine ait bir kemerin üzerinden beş tonluk bir kamyon geçirilecek kadar içler acısı olduğunu söylüyor.

 

Eserlerimiz tescilsiz!
'Türkiye 'de bugün kültürel zenginlikleriyle çok övündüğümüz gözde şehirlerimizde bile kaç tane eser var, bilemiyoruz, eserlerimizin tescilleri yok.' diyen Çetinkaya, bu durumu değerlerimize karşı ilgisizliğin büyük bir göstergesi olarak yorumluyor. Hazırlanan kazı raporlarının yetersizliğinden de yakınan Çetinkaya, bu konuda Kültür Bakanlığı'nın kazı başkanlarına yaptırım uygulaması gerektiğini söylüyor ve sırf bu eksiklik yüzünden akademik çalışmaların da çok yavaşladığını önemle vurguluyor. Tarih ve tarihi eserler konusunda halkımızın da biraz ilgisiz olduğunu belirten Çetinkaya, bilgiyi arttıracak ve bilinci uyandıracak filmlerin, belgesellerin çekilebileceğini, böylece var olan değerlerin hem dünyada hem de toplumda hak ettiği değeri göreceğini söylüyor.

Yeni Şafak, Yazı: Şükran Çifti, 29.06.2009

LAODİKYA'DA PROTOKOL BASAMAKLARI

 

 

Denizli’deki Laodikya’da antik kentinde Pamukkale Üniversitesi tarafından yürütülen kazı çalışmalarında kuzey tiyatrosunda birlik ve esnaf locaları başkanları ve üyelerine ayrılmış oturma basamakları bulundu. Ortaya çıkarılan basamakların MS 2. yüzyıla ait olduğu belirlendi.

Efes antik kentinden sonra Anadolu’daki en büyük ikinci yerleşim yeri olarak bilinen Laodikya antik kentinin kuzey antik tiyatrosundaki kazı çalışmaları yürüten PAÜ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Celal Şimşek, kazı ve temizleme çalışmaları sırasında, yeni bulgulara rastlandığını söyledi. Tiyatronun basamaklarında bir takım yazılar bulduklarını belirten Şimşek, "Yazıların çevirisini yaptığımızda Laodikya’nın önde gelen ailelerinin, esnaf localarının ve birliklerin kendine özgü rezerve yapılmış oturma alanları olduğunu gördük. Basamakların büyük bölümünde yazılar yer almakta. Bu basamaklara o kişilerden başkası oturamıyor. Bu yazılar Laodikya’da esnaf birliklerinin ve locaların 1800 yıl önce bile çok önemli olduğunu gösteriyor" dedi.

Bir tekstil kenti olan Laodikya’nın dönemin en zengin kentlerinden biri olarak öne çıktığını kaydeden Şimşek, "1800 yıl önce Laodikya’da esnaf locaları ve üretim birlikleri kurulmuş. Hatta, yün boyacıları birliği bile kurulmuş. MS 2. yüzyıldan itibaren basamaklardaki yazıların zaman geçtikçe değiştiğini görüyoruz. Bu da ailelerin, birliklerin, esnaf loncalarının değiştiğini göstermektedir. Bu çok önemli bir veri" dedi.

Hürriyet, 29.06.2009

GÜNAY'DAN PERGE PLANINA JET İNCELEME

 

 

Çevre ve Orman Bakanlığı'nın hazırlattığı 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında Perge antik kentinin bulunduğu bölgenin yanına organize sanayi bölgesinin işlenmesi üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, jet inceleme başlattı. Günay, yaptığı açıklamada konunun incelenmesi için talimat verdiğini belirterek, "Kroki incelenecek. Perge'ye zarar verecek hiçbir uygulamaya asla göz yummayız" dedi.

Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlatılan 1/100.000 ölçekli planın Antalya ve Burdur'u kapsayan bölümünde Perge antik kentinin bulunduğu bölgenin çevresinin organize sanayi bölgesi olarak gösterilmesine Kültür ve Turizim Bakanı Ertuğrul Günay'dan jet inceleme geldi. Haberi görünce hemen harekete geçtiğini belirten Ertuğrul Günay, konunun incelenmesi için talimat verdiğini; bu konuda Perge kazılarını gerçekleştiren Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu'nun da rahatsızlığını dile getirdiğini açıkladı.

Bakan Günay, Perge'ye, sitalanına ve tarihe zarar verecek hiçbir uygulamaya asla göz yummayacağını söyledi. Organize sanayi bölgesi olarak gösterilen yerin kendisine Isparta yolunun çevresinde olduğuna ilişkin bilgi aktarıldığını da bildiren Bakan Günay, "Gazetedeki haberi dikkatlice inceledim. Kroki de incelenecek. Bu konuda özel bir bilgi istedim" diye konuştu.

Kendisinin Perge konusunda çok hassas olduğunu, hatta antik kenti dünya kültür mirasına alınması için aday gösterdiklerini de bildiren Bakan Günay, "Perge'ye zarar verecek hiçbir uygulamaya asla göz yummayız. Perge benim için çok özel bir yerdir. Geçen yıl ören yerini bizzat gidip inceledim. Hellenistik kulelerin restorasyonunu yaptırıyoruz. Şimdi buna ilaveten zafer takının onarımıyla ilgili de bir proje hazırlıyoruz" dedi.

Zaman zaman 1/100.000 planlarında hataların olduğunu belirten Bakan Günay, "Eğer planlamada yanlışlık yapıldıysa mutlaka düzeltilecektir. Bu konuda Mimarlar Odası ve sivil toplum örgütleri kadar en az biz de hassasız" diye konuştu.

Akşam, 29.06.2009

UNESCO'DAN İSTANBUL'A YİNE EK SÜRE

 

 

Birleşmiş Milletler'in Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Mirası Komitesi, eksikliklerini tamamlaması konusunda İstanbul'a 2010'a kadar bir kez daha süre verdi. Komite'nin İspanya'nın Sevilla kentinde yaptığı bugünkü toplantıda, İstanbul'un Dünya Mirası listesinden çıkartılarak, "tehlike altındaki miras listesine" alınması konusu gündeme geldi. Komite, İstanbul'a bir yıl daha süre vererek, bu konunun gelecek yıl yapılacak toplantıda ele alınmasını kararlaştırdı.

Toplantıda, nisan ayında İstanbul'u ziyaret eden UNESCO heyetinin raporu görüşüldü. Komite, İstanbul'a giden heyetin hazırladığı rapor doğrultusunda, İstanbul'a eksikliklerini tamamlaması konusunda 2010'a yeniden kadar süre verilmesini kararlaştırdı.

İstanbul'un, "Dünya Kültür Mirası" listesinden çıkartılması konusu 2006 yılında Litvanya'nın Vilnius'ta, ardından da 2008 yılında Kanada'nın Quebec kentinde düzenlediği toplantılarda gündeme gelmiş, her seferinde İstanbul'a eksikliklerini düzeltmesi için süre verilmişti.

Komite söz konusu toplantılarda, İstanbul'da alınması gereken önlemler konusunda bir dizi öneride bulunmuş ve görülen eksikliklerin düzeltilmesini istemişti. İstanbul'un tarihi alanları, kültürel varlık olarak 1985 yılında Dünya Kültür Mirası listesine kaydedilmişti.

Dünya Mirasını Koruma Komitesi'nin, kentsel gelişim ve sit alanlarının korunmasına yönelik endişelerinin ardından, İstanbul'un bu listeden çıkarılması gündeme gelmişti.

Dünyanın 145 ülkesinden, 679 kültürel sit ve 174 doğal sit UNESCO'nun koruması altında bulunuyor.
Habertürk, 29.06.2009

BELLEĞİMİZ BU MÜZEDE SAKLI





Restorasyon çalışmaları süren İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bugün açılacak ‘Serginin Sergisi’, müzenin 20 Eylül 1937’de kuruluşunu müjdeleyen ‘Açılış Koleksiyonu’ndan 140’ını içeriyor. Osmanlı’dan, dönemin çağdaş üretimine uzanan 322 kadar yapıtla açılan müze, 72 yıl sonra bu sergiyi tekrarlayarak tarihe çok önemli bir not düşmüş oluyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle Beşiktaş’ta yer alan Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi binası, o yıllardaki adıyla Güzel Sanatlar Akademisi yönetiminde bir müze olarak hizmet vermeye başlamış; ülkenin modern sanattaki atılımının ‘yuva’sı olmuştu. Bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin bir parçası olarak, Osmanlı’dan Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yıllara, üretilen resim ve heykelleri koruyacak, bu koleksiyonu 12 bin yapıta kadar genişletecek çok önemli bir kuruma sahip olduğumuzu anımsatıyor bu sergi.

‘Serginin Sergisi’, müzenin onarım çalışmalarının sonuç vermeye başladığına, bundan böyle daha etkin bir biçimde hizmet vereceğine işaret ediyor. Rölövesi MSGSÜ tarafından hazırlanan, Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı olarak yine üniversitenin mimarlık, restorasyon gibi ilgili bölümlerinden uzmanların denetiminde yürütülen yenileme ve bakım eksiksiz yapılmaya çalışılıyor. Binanın kurşundan cephe kaplamaları yenileniyor, üst katlar dahil tavan işlemeleri restore ediliyor, taşıyıcı unsurlar denetleniyor. Hatta, Müze Müdürü Prof. Ferit Özşen’in deyimiyle, o denli titizler ki duvarların, üstü yıllar içinde kapanmış katmanları bile belgeleniyor, yine olması gerektiği gibi.

Geçmiş yıllarda bakımsızlığı ağır eleştirilere konu olan müzede, ilk olarak 2006’da Devlet Planlama Teşkilatı’ndan sorumlu Devlet Bakanı Abdüllatif Şener’in desteğiyle aktarılan fonla çatı onarılmış, ardından Köksal Toptan’ın onarım bütçesi oluşturmada destek oluşuyla 2008’de tam anlamıyla onarım başlatılmıştı.

Müze Müdürü Özşen, 2010 sonuna dek onarımı bitirmek istediklerini, çalışmaların düşünülenden hızlı gittiğini belirtiyor. Birçok sorun ve tartışmaya kesin çözüm getirecek olan ayrı bir bütçe için ise geri sayım başlamış; okulun başvurusu olumlu karşılanmış. Başka önemli tasarıların da hayata geçirilmesi umuluyor. Dolmabahçe Veliaht Dairesi’ne kurulu bu ‘ilk müzemiz’in varlığı tartışmasız çok önemli, ancak uzun zamandır istendiği gibi bir başka çağdaş binaya da kavuşursa bu tasarılar daha da zenginleşecek.

310 yapıt müze dışında...

Bu noktada, binanın kuzey bahçesinde yer alan iki küçük hareket köşkünün 1995’ten bu yana Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi’nin (KEİPA) hizmetinde olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu iki yapı, giriş, ön ve arka bahçe ve orta bahçeyle birlikte, Atatürk’ün müze olmak üzere bağışladığı bölüm içinde yer alıyor. Müze bugün deniz tarafı bahçesini, arka bahçeyi kullanamıyor. Giriş ise KEİPA’nın otoparkı haline getirilmiş.

Müzenin envanter çalışması tamamlanmış; Özşen, tüm yazışmaları ve belgeleriyle birlikte önemli bir ‘bellek’ oluştuğunu, koleksiyonun da çağdaş yapıtlarla her gün zenginleştiğini söylüyor. Koleksiyondan yapıtlar ise ilk olarak 1960’ta, Devlet Güzel Sanatlar Galerileri’ne geçici olarak verilmeleriyle başka yerlerde sergilenmiş. Bugün, bunlarla birlikte koleksiyondan 310 kadar yapıt müze dışında ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı galerilerde. Koleksiyonları, nicelik ve nitelik açısından çok önemli; Özşen’e göre, öncü işlere de imza atmak için yalnızca gerekli olanakların sunulmasına ihtiyaçları var.

‘Destek partilere bağlı olmamalı’

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Rahmi Aksungur şunları söyledi: “İRHM, kurulduğu yıllarda ve İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığında destek görmüş. Sonra ihmal edilmiş. Oysa yapılan önemli işlerin devamının getirilmesi gerekir. 12 bin eserin bugüne gelmesinin sağlayan Akademi’de ve bugün MSGSÜ’de bu yapıtların doğal bekçileri var.”

“Osmanlı Dönemi’nde İDGSA’nın kurulması, bu müzenin de 1937’de Atatürk tarafından kurulması büyük bir şans. Buranın idare yapısı düzenlenecek, artık bir kurulumuz var. Bizim için sanat heyecanı en önemli şey. Kültür ve sanat bir atılım yaparsa, ülkemiz için çok yararlı olacak. Restorasyon çalışmaları sürerken müzenin de açık olmasını istiyoruz.”

“Kurulun kararıyla, müzecilik programına başladık, ayrıca sanat eserleri restorasyon bölümü açılacak. Müze, bu bölümlerin çalışma yeri de olacak. Binanın Beşiktaş’ta merkezi bir noktada olması ve manevi değeri çok önemli. Devletin bir kurumu, Türk halkının malı.”

“Toplumun sanatla ilişkisinin gelişmesi için çalışıyoruz, Kültür ve Turizm Bakanlığı da bunu büyük ölçekte gerçekleştiriyor. Verilen destek hiçbir zaman partilere bağlı olmamalı. Biz de devletin bir parçası olarak bakanlıkla ülkemizin sanatı için ortak işler yapmalıyız.”

Cumhuriyet, Haber: Selcen Aksel, 29.06.2009

NİŞANTAŞI'NDAN 'KENTSEL SİT' OLUR MU?




Kentsel sit’ içinden bir yol: Abdi İpekçi Caddesi


Türkiye’de korumacılığın karşısındaki engellerin başında koruma uygulamaları geliyor. “Koruma” adına alınan karar ve uygulamalarla, İstanbul’un ahşap sivil mimarlığı sözde eski görünümlü, betonarme hilkat garibelerine dönüştü, Boğaz’da hiç var olmamış “eski” yalılar ortaya çıktı, Selçuklu mimarlığından bugüne ulaşmış tüm yapılar eskilikleri kendinden menkul pırıl pırıl “tarihi eserler” haline geldi, İstanbul surlarının bugüne ulaşmış parçaları “restorasyon”la ortadan kaldırıldı. Kısacası, geçen 30-40 yıl içinde “koruma” kavramının içini boşaltmayı becerdik. Üstelik çoğu kez de bunları iyi niyetlerle yani tarihsel yapıtları korumak için yaptık. İşte iyi niyetle yola çıkıldığı açık olan, ama sonuçta korumacılığın meşruiyetini tartışılır hale getiren bir karar da geçtigimiz aylar içinde alındı: İstanbul II Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, 22 Ocak 2009 tarihinde verdiği kararla Şişli İlçesinde, Teşvikiye mahallesinin (Nişantaşı’nın) içinde yer aldığı geniş bir alanı (kurul başkanı Mete Tapan’ın karşı oyuna rağmen) “kentsel sit” ilan etti. “Kentsel sit” kavramının tanımından yola çıkmış gibi duran kararda, söz konusu alanın, bu alanda bulunan ve “korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmiş tek yapıların yoğunluk, mimari ve tarihi bütünlük göstermesi nedeni ile” kentsel sit alanı olarak belirlendiği söyleniyor.


Bu kararda da belirtildiği gibi, “kentsel sit” belirli bir bölgedeki yapılaşmanın tarihsel ve mimari bütünlük içermesi durumunda geçerlik taşıyan bir kavramdır. “Kentsel sit”in önemli bir ayırıcı özelliği de, içerdiği öğelerin bütününün taşıdığı anlamın, her bir öğenin tek başına taşıdığı anlamın ötesine geçmesidir. Kentsel sit, yapıların tek tek oluşturduğu gerçeklikten farklı bir gerçeklik sunar. Bu gerçeklik o “yer”in kendi özgül mekansal örgütlenme mantığı içinde var olur. İşte kentsel sit kavramsallaştırmasının gündeme getirdiği asıl “koruma nesnesi” de bu örgütlenme mantığını içeren bütünsel yapıdır.


“Kentsel sit”in tüm bu özellikleri, karşımıza geleneksel yerleşmelerde çıkar; zaten “kentsel sit” kavramsallaştırması da özellikle geleneksel yerleşmelerin korunmasıyla ilgilidir. Geleneksel bir yerleşme, ortak bir mimari karakterde (ortak bir anonim dilde) somutlaşan ve belirli bir tarihsel bağlam tanımlayan bir bütünlük gösterir. Ayrıca her geleneksel yerleşme özgül bir mekansal yapı taşır, bu da asıl koruma bağlamını belirler. Buna çok bilinen bir örnek olarak Safranbolu verilebilir. Aynı tarihsel ve mimari özellikleri taşıyan yapılarıyla kendini gösteren bağdaşık karakteri ve bu yapıların kentsel mekan içinde Safranbolu’ya özgü örgütlenmesi, örnek bir “kentsel sit” tanımlar.
Modern çağın yerleşme dokularında, koruma değeri ve “kentsel sit” niteliği taşıyan yerler ise, tek defada tasarlanmış ve belirli bir mimari bütünlükle kendini gösteren alanlardır. Buna da örnek olarak Ataköy 1. Kısım yerleşmesi ya da Paul Bonatz’ın Ankara’daki Saraçoğlu Mahallesi verilebilir.


Gelelim II Numaralı Koruma Kurulu’nun kararına. Bu kararı değerlendirmek için “kentsel sit” ilan edilen alana daha yakından bakmak gerek. Söz konusu alan farklı karakterler taşıyan iki kesimden oluşuyor: İlki Cumhuriyet Caddesi’ne bitişik dar bir şerit. Caddenin batısında bulunan bu şerit, Askeri Müze, Radyoevi ve Hilton otelinin tam karşısında yer alıyor. İkinci kesim ise, Cumhuriyet Caddesi/Halaskargazi Caddesi ekseninin doğusunda, ağırlıklı olarak Teşvikiye mahallesinden oluşan geniş bir bölge oluşturuyor. “Kentsel sit” kararından en fazla etkilenen bölge de burası.

Mimari bütünlük yok
Önce ilk kesime bakalım: Cumhuriyet Caddesi’nin batısındaki alan, bugüne ulaşmış yapısıyla, ilk örnekleri 19. yüzyıl sonundaki modernleşme döneminde ortaya çıkmış, bitişik düzen oluşturan dar parseller içeriyor. İstanbul’da, Osmanlı modernleşmesinin örnekleri olan Balat ya da Tarlabaşı gibi benzer alanların korumaya alındığını biliyoruz. Ne var ki bu alanlarda, erken modernleşme dönemine tanıklık yapan ve karakter bütünlüğü taşıyan korumaya değer öğeler de belirgin bir yoğunluk gösteriyor. Burada konu ettiğimiz bölgede ise korumaya değer bulunarak tescil edilmiş, belirli bir mimari bütünlük taşıyan yapılar aynı yoğunlukta değil, tüm yapıların yaklaşık yüzde 20’si düzeyinde. Kısacası “kentsel sit” niteliği oldukça tartışmalı bir alanla karşı karşıyayız.
Ağırlıklı olarak Teşvikiye Mahallesi’nden oluşan ve çok daha geniş bir alan oluşturan ikinci kesimde ise, tartışmaya yer vermeyecek açıklıkta bir durumla karşılaşıyoruz. Öncelikle 1925 tarihli Pervititch haritasına bakmakta yarar var: Teşvikiye mahallesinin yer aldığı bölgenin, bugün artık bir iki örnek dışında hiçbiri ayakta kalmamış olan konak ve benzeri müstakil yapılardan oluştuğu görülüyor. Başka bir deyişle, 84 yıl önce çizilmiş haritada, bahçeler içindeki konaklardan, müstakil evlerden oluştuğu görülen doku, yüzyıl içinde tümüyle ortadan kalkmış ve yerini bitişik düzende yeni bir yapılaşmaya bırakmış. Kısacası, yalnızca yapılar değil, mekanın örgütlenme düzeni de tümüyle değişmiş. Bugünkü Teşvikiye mahallesi, oluşumu özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısına dağılmış, kentin pek çok bölgesinde olduğu gibi modern dünyanın tüm çoğulcu görüntüsünü taşıyan, homojen değil heterojen karakterde bir yapılaşma içeren, bütünsellikten alabildiğine uzak ve bu özellikleriyle de “kentsel sit” kavramının dışında yer alan, kurulun iddia ettiği özelliklerin hiçbirini içermeyen bir bölge. Nitekim bu iddialardan biri olan “tescil edilmiş tek yapıların yoğunluk” taşıması da tümüyle gerçek dışı. Bu bölgede tescil edilmiş yapılar, tüm yapıların yüzde 10’una bile ulaşmıyor, bu yapılar ise ağırlıklı olarak Halaskargazi ve Teşvikiye Caddeleri üzerinde bulunuyor, sokakların önemli bir bölümünde ise tek bir tescilli yapı dahi yok.
Evet, açıkça görülüyor: Koruma Kurulu’nun Şişli İlçesinin belirli bir bölgesine ilişkin “kentsel sit alanı” kararı, yeterince araştırma yapmadan alınmış, bilimsel temelden yoksun, “koruma” kavramının içini boşaltan ve bu yüzden koruma pratiklerini de zedeleyecek bir karar. Üstelik korumacılığın (ve koruma kurullarının) meşruiyetini tartışılır duruma getiriyor, yani en büyük zararı yine “korumacılık”a veriyor. Büyük bir olasılıkla, kurul başkanı Mete Tapan’ın karşı oy vermesinin nedeni de bu olsa gerek...
Radikal İki, Yazı: Aykut Köksal - MSGSÜ, öğretim görevlisi, 28.06.2009

"BİZİ UNESCO'YA ŞİKAYET EDENLERİ AYIPLAMIYORUM"

 

Milliyet’in “Gökyüzü Muhabiri” Murat Öztürk’ün gazetemizde çıkan havadan çekilmiş İstanbul fotoğraflarını gördükçe düşünüyorduk; “Hep mi böyle kötü İstanbul kareleri... Bu kadar mı bitmiş...
Talan bu kadar mı büyük... Süleymaniye var, Topkapı var, Hisar var, Kavaklar... Onlar hiç mi kurtarmıyor silueti... Topkapı Sarayı’nın Müdürü İlber Ortaylı’yla çıksak kim bilir konuşacak, yukarıdan bakacak neler buluruz...”


Yine de İstanbul’u milim milim takip eden Öztürk uyardı bizi: “Çok zor!” Çıktık. Çıkmaz olaydık. Yerden gördüğümüz 45 derecelik açı ne kadar idare ettiriciymiş; 360 derecelik rezalet ise ne kadar dayanılmaz. İndiğimizde “Allah’tan Boğaz var” dedik. Tabii o da şimdilik...  

İstanbul’un yukarıdan en çok görmek istediğiniz yeri neresidir?
Tabii ki Suriçi, Eyüp, Galata ve Üsküdar. 

Niye?
Çünkü 19’uncu yüzyıla kadar süren “klasik İstanbul” oralardır. Yani Dersaadet ve Biladi Selase... Dersaadet surların içidir. Gerçek İstanbul’dur. Suriçi’nin dışındaki yerler Biladi Selase’dir. Biladi Selase’nin birincisi Eyüp’tür. Silivri’ye kadar bölge ona bağlıdır. İkincisi Galata; Yeniköy’e kadar gider. Bir de Üsküdar kadılığı vardır, Kavak-Pendik dahil hepsi Üsküdar’a bağlıdır. Suriçi, Eyüp civarı, Beyoğlu’na kadar Galata ve Üsküdar... Buralara genişlemeye dönük inşaat izni verilmemeli. 

Ama çoktan genişledi.
Menderes yüzünden. İyi bir adamdı ama bilmiyordu. İstanbul’u tanımıyordu bile. Böyle bakardı İstanbul’a, dümdüz yol çizerdi, “Yapın” diye. Baktığı zaman ucunu görecek yolun. Çünkü haberi yok İstanbul’dan. Hiçbir zaman şehri görmemiş, tanımamış, bilmemiş rahmetli. Kendince bir vatan sevgisi var, iyi iş yaptığını zannediyor ama öyle değil tabii. Sen yol yapıyorsun diye bütün ahşap binalar gidiyor. 

UNESCO’nun bize kızma sebeplerinden biri de bu; “Ahşap binalarınızı korumuyorsunuz” diyorlar...
Haklılar, zaten korumamışsınız, hala korunmaması artık en büyük rezalet. Çünkü hala daha adam olmamışız demek bu. Gidin bakın mesela; Vezneciler’de Arpa Emini Mescidi vardır. Onun yanında da küçük, bir buçuk katlı, ahşap bir bina... Orada geçenlerde bir vakıf kuruldu ve o tarihi bina hop diye beş katlı, etrafı odunlarla kaplı bir betonarmeye dönüşüverdi. Ama daha önemlisi, yapılan yeni bina gidip bir de Valens’e (Bozdoğan kemeri) dayandı. Şimdi ben kalkıp bunu şikayet etsem Avrupa’ya, anında adamlar gelirler “Vay Valens Aqueduct gidiyor” diye kıyameti koparırlar. Hatta iş Başbakan’a kadar gider ama ben bunu yapamıyorum, çünkü milliyetime dokunuyor. ;

Milliyetiniz mi, İstanbul mu; hangisinin daha korunmaya ihtiyacı var sizce?
İşte o arada kalmak çok kötü bir şey ama doğrusu ben artık ayıplamıyorum bizi gidip de UNESCO’ya, yok Avrupa Konseyi’ne falan şikayet edenleri. Hatta bir yerden sonra yapmak lazım. Çünkü resmen yabani insanların elinde İstanbul. Bunlar artık ne İstanbullu ne de Türk medeniyetiyle alakaları olan laf ebeleri.

 

Kim bu dedikleriniz; o binayı yapanlar mı, izin verenler mi, kim?
Hepsi aynı kasabanın adamları. Kendimi bildim bileli bir sürü insan var bunların içinde. Herkes kendi kafasına göre İstanbul’u şekillendiriyor. Ve bence bunlarla mücadele etmenin yolları tükendi. Sen burada istediğin kadar konuş, kimsenin umurunda değil. O yüzden zaten benim bu şikayet mekanizmasına bakış açım değişti. Niye? Çünkü benim bu şehirle iyi kötü anılarım var, sokaklarında yürümüşüm, çocukluğumdan beri sevmişim ama İstanbul’a bunu yapan adamlar sanki aydan gelmiş gibi İstanbul’a, bu kültüre yabancı. Peki öyleyse ben bir yabancı insanın bu mekanı tahrip etmesine niye izin vereyim; böyle bir şey var mı?

İstanbul’u sevmek için kim olmak gerek?
Bu işin ne okulla, ne zenginlikle, ne sağla ne de solla alakası var. İlla Türk olmak bile gerekmiyor. Zaten nüfus kağıdında Türk yazınca da Türk olunmuyor. Yaşadığın yeri seveceksin önce. İstanbul’u sevmek için Wiener Müller gibi Alman da olabilirsin ya da ne bileyim Bert Fragner gibi Avusturyalı olabilirsin, bu mümkün. Çünkü üniversal bir kültür bu, o kültürü olan herkes sever İstanbul’u... 

Ama sorsanız zaten herkes çok seviyor ...
Laf ebesi onlar, bir şey anladıkları yok ne estetikten ne tarihten... Şimdi git Dalan’a sor, o da çok seviyor İstanbul’u, ama Conrad otelini kondurdu değil mi oraya ya da Swissotel’i. Niye? Çünkü beyefendinin kültürü o kadar, fazlasına müsait değil. 

Sevmeyenler ne olarak görür İstanbul’u?
Para getiren bir yer; taşı toprağı altın, bunu yağmalamak lazım. Böyle düşünüyor çünkü adamın burayla başka hiçbir ilintisi yok, hatta içinden nefret ediyor buradan. Anketler yapıldı; İstanbul’da oturan insanların yüzde 70’i nefret ediyor İstanbul’dan, bu çıktı. 

Sizce 13 milyon içinde İstanbul’u gerçekten seven bir milyon kişi bile yok mu?
Birkaç bin bile yok. Olsa böyle olmaz. Bin kişi bile kuvvettir bir şeylere engel olmaya ama yok işte. Bu “Biz İstanbul’u seviyoruz” diyen adamlar dahil bana göre yalan söylüyorlar, kimsenin sevdiği falan yok. Sen hiç gördün mü Suriçi’nde dolaşan İstanbullu; bulamazsınız. 

Hiç mi dostu yok bu İstanbul’un?
Hayır, yok maalesef. Çünkü İstanbul’u sevmek gayret ister. Okuyacaksın, gezeceksin, bakacaksın, üzerine titreyeceksin. İstanbul beynelmilel bir spordur aslında. Burayı seven insan Buharalı olur, Romalı olur, Münihli olur. Moskova’da yaşayıp İstanbul aşığı olan insanlar var. Niye? Çünkü adam gelip bu şehri etüt ediyor, bir gayret sarf ediyor. Oysa İstanbul’da yaşayanların çoğu Suriçi’ni bile bilmez. Suriçi’ni bilmeyen ise İstanbul’u falan sevmez. Baylan Pastanesi’nde laf üretmek değildir İstanbul sevgisi... 

Mesela Boğaz’ı sevmek “İstanbul sevgisi” olabilir mi?
Ne Boğaz’ı sevmesi, o rakıyı seviyor. Boğaz dediğin ayrı bir uygarlık. Rakıyla balığı kadın ninem de sever ama Boğaz demek o değil ki. Ya da yol boyunca araba çekip mangal mı yapmak Boğaz sevmek? Boğaz başka bir medeniyet. Acaba bir sokağını merak edip girip yürümüş mü, binalarını merak etmiş mi, bir taşına dokunmuş mu, açıp okumuş mu, tarihini araştırmış mı... Onun derdi ya Boğaz’da rakı içmek, ya mangal yapmak ya da buradan para kazanmak.

 

Suç mu para kazanmak, dense?
Hiç değil ama şehrin en güzel yerine en berbat binayı koyarsan tabii ki suç. Süleymaniye’nin dibine briket bina çıkarsan tabii ki suç. Gelmiş bir yerden, para kazanacakmış; niye kazansın, ne hali varsa görsün. Böyle bir rezalet olabilir mi? Bunu gelip gören adam sana iyi bir rapor verebilir mi, niye versin? 

Diyelim ki UNESCO İstanbul’u dünya kültür mirası listesinden çıkardı ya da tehlikeye giren miraslar arasına aldı; ne yapacağız?
UNESCO’yu ciddiye almıyorum. UNESCO’da da çalışıyorum ama son derece hantal, birtakım beynelmilel ilişki sahiplerinin yuvalandığı bir yerdir. Fakat iki nedenle güvenilirdir. Birincisi, ne de olsa bunlar mürekkep yalamış, belirli zevkleri teşekkül etmiş, şehircilik ve mimarlık ilkelerini bilen adamlardır. İkincisi, adamların buradaki menfaatten, spekülasyondan uzak olduklarına şüphe yok. Onun için dediklerinde doğruluk payı çok yüksek. 

Peki listeden çıkarılmak ne kadar kötü bir şey; dünyanın sonu mu?
Yok canım, dünyanın sonu değil, sadece utanmazlığının tescil edilmesi, o kadar. Aslına bakarsanız zaten UNESCO’nun miras listesine alması ya da almaması değil sorun olan, sorun olan sen kendinsin, bizzat sensin!


İstanbul’u en çok mahvedenler Latinler...
Evet. 

Ona en iyi bakanlar?
Justinyanus sülalesiyle 16-17’nci asrın Osmanlısı. İstanbul’u o zaman Türkler imar ediyor çünkü aldığımızda bitmiş, küçülmüş, hinterlandla ilgisi yok, iktisadi çöküntü içinde yağmalanmış.  

1923-50 arası?
Perişan bir yer. Atatürk İstanbul’un kıymetini biliyor ama biraz küskün İstanbul’a. Daha önemlisi para yok o zamanlar. Ayrıca o dönem Muhittin Üstündağ’ların, Lütfi Kırdar’ların da kötü kararları var. Mithatpaşa Stadyumu ve birtakım lüzumsuz şeyler yapıyorlar.

50’den sonra?
Asıl yıkım o tarihten sonra başlıyor. Özellikle Menderes’in ikinci kez seçildiği 1957’den sonra. Vatan ve Millet caddelerini bir açıyor, ondan sonra yandık zaten. 

Yani İstanbul’u hem biz imar ettik hem de biz mi mahvettik?
Biz mahvettik, sebep de aşırı zenginliğin kontrolsüz kullanılması. Türkiye zenginleştikçe İstanbul mahvoldu. Oysa benim tanıdığım 50’li yıllardaki kendine has bir fakirliği vardı İstanbul’un ve çok hoştu. Zengin İstanbul görgüsüz ve berbat bir şey oldu.

Peki bitti mi?
Ah bu İstanbul’u batırıp batıramıyorlar ki... Daha bitmedi ama bu talan nereye kadar sürer onu da kestiremiyorum. 

Bir çaresi yok mu?
Var, bence arkadan yeni bir nesil gelecek, yeni bir idare gelecek ve hepsini kazıyacak bu pisliklerin. Yavaş yavaş, planlı bir şekilde yerine yenisini yapacak. Bunu yapan da çok büyük bir adam demektir, Türkiye’nin tarihine geçer.

Öndeki pilot koltuğunda Murat Öztürk, onun yanında fotoğraf servisimizin şefi Yurttaş Tümer; İlber Ortaylı’yla biz de arkada... Başımızda, uçağın gürültüsünü kesip, birbirimizin sesini duyabilmemiz için ayarlanmış mikrofonlu kulaklıklar... Mikrofon çıkışlarından biri de teybimize takılı. Yerden yüksekliğimiz bin 500 fitin altında. Normal uçakların iniş-kalkışlar sırasında İstanbul semalarında dolaştığı yüksekliğinin 4 bin fit dolaylarında olduğunu düşünürsek bu uçakta uzansak İstanbul’u tutacakmışız gibi duruyor. Üzerinden ilk geçtiğimiz yer Hezarfen Havaalanı’nın bulunduğu Büyükçekmece. Altımızda bir taş ocağı, ormanın içinde geniş bir mıntıka halledilmiş. Biraz daha ileride Belgrad ormanı, orada da lüks konutlar ve yine orman tarumar:

 

Bu manzara için ne dersiniz?
Pislik... Orman mıntıkası bitmiş. Bu da iklimi değiştiriyor. Benim çocukluğumda İstanbul’a yazın dinlenmeye gelirdik Ankara’dan çünkü serindi. Şimdi ise kaçıyor herkes, niye, çünkü iklim gitti. Ciğeri gidince o şehir korkunç bir yer olur. Belediye fert başına düşen yeşil alanın altı buçuk metrekare olduğunu söylüyor, o bile çok az, ama realite 1,2. Orada da mangal yakıyorlar zaten.
(Dört dakika sonra Maslak’taki iş merkezlerine geliyoruz.)

Bu da İstanbul değil mi?
Tabii bu da İstanbul. Sonuçta bir şehre gökdelen de lazım. Buna karşı değilim ben. Ama gidip de şehrin ortasındakini yıkmaları şart. Taksim’de gökdelen olmaz. Mümkün değil. Suriçi, Eyüp, Galata, Üsküdar ve çevresine yapamazsınız gökdeleni. Tabii bıraksan Topkapı’nın yanına bile gökdelen diker bunlar. 
(Ve geldik Galata Kulesi’ne...) 

Galata Kulesi’nden gerçekten Hezarfen mi uçtu, yoksa onu Evliya Çelebi mi uçurdu?
Yani bu memleketin anlı şanlı bir havacılık tarihi var, bütün medeni milletler gibi biz de havacılık yapmışız, Mısır’a uçmuşuz, havacılık şehidi vermişiz, Birinci Cihan Harbi’nde bizim de bir hava kuvvetlerimiz var. 

Ama Hezarfen’imiz yok mu yani?
Tabii ki yok. 17’nci asırda kim uçuyor? Kim uçtu ki sen uçuyorsun? Havacılık tarihi diye doğruyu anlatsana, o yeter zaten. Belki bir kişi çıkıp öyle bir çılgınlık yapmış olabilir ama mühendislik hesaplarıyla falan alakası yok onun.
(Biz bunları konuşurken karşımıza çıkan manzara Galata’dan nasıl uçulmaz ki dedirtiyor. Tarihi Yarımada ve Sarayburnu enfes! Ama Topkapı’nın hemen eteklerindeki tenteler...)

Şu yeşil tenteli yer neresi?
O, Konyalı lokantasının tenteleri... Sultan Mecid’in yaptığı kasrın hemen dibinde... 

Muhteşem bir görüntü(!) Peki Topkapı hocam? Sizce de o dönem Avrupa’da yapılan saraylara göre Topkapı daha az ihtişamlı değil mi?
Aslında çok ihtişamlı, çok ustaca yapılmış, coğrafyası çok güzel bir saray, ama  görünümüne özellikle bir mütevazılık verilmiş. Saf bir güzelliği var ama lüksü yok.

Niye?
Çünkü öncelikle bir kışla olarak planlanıyor orası, o dönem işleri o. İhtiyaca göre yeni yerler eklenmiş. Terk edilene kadar sürekli yapılan bir saraydır Topkapı; inşaatı tam dört asır sürüyor. 

Dört asır sonra niye Dolmabahçe’ye geçiyorlar?
Dar geliyor, ziyafet bile veremiyorlar, onun yerine daha gösterişli, Boğaz kıyısında bir yer olsun istiyorlar. Arşivi, Emaneti Mukaddesi, Hazine’yi; yani devleti Topkapı’da bırakıyorlar. Bak şu sahil yolu 1950-60 arasında yapıldı, çok da övünürler bunu yaptıkları için ama artık bunun alternatifinin düşünülmesi lazım, o demiryolunun sökülmesi lazım. Sarayın dibinde bunlar olmaz.
(Tam o sırada Yenikapı kazılarının üzerinden geçiyoruz.)

Bilinen ilk insan iskeletleri buradan çıkmış.
Evet ama inşallah bu kazının üzerine de sonradan gelip dükkanlar mükkanlar yapılmaz. Hatta inşallah kazı alanı daha genişler de Aksaray’a konan şu pislikler ortadan kalkar.
(Öztürk soruyor; “Adalara gidelim mi?”; yanıt tabii ki “Evet” oluyor ve hoppp, bir dakika içinde Kadıköy sahilindeyiz.) 

Kadıköy de başka bir güzeldir değil mi?
Kadıköylü Kadıköylüdür ama İstanbullu değildir. Bilirse, merak ederse, dert edinirse İstanbulludur, fakat Kadıköy İstanbul falan değildir, öyle acayip bir yerdir. Zaten orada oldum olası öyle İstanbul’a ait olmayan bir hayat vardı. Kafelerine, monden hayatına bayılıyorlardı, ama İstanbul o demek değil ki.
(Bu sırada Fenerbahçe Parkı, Dalyan, Caddebostan hizasında ilerliyoruz. İlber hoca gördüğü manzaraya çok üzülüyor.) Oh my god! Fenerbahçe’nin Fenerbahçeliği mi kalmış, şuraya, şu binalara bakın. Kadıköy bitmiş. Üstelik hepsi de deprem mıntıkasında. Celal (Şengör) bunları görünce “Hepiniz öleceksiniz” diyor ama haklı. Hakikaten akıllıca bir iş değil.
(Hocanın tepesinin attığı tam bu esnada Öztürk küçük uçağımızı bir eğiyor, bir kıvırıyor; işte Prens Adaları ayaklarımızın altında...) 

En sevdiğiniz ada?
Heybeli. Büyükada artık çok kalabalık ve manasız bir yer oldu.
(Çok tartışılan Ruhban Okulu’nu yukarıdan görüyoruz, manzarası da kendi de çok güzel.)

Sizce açılmalı mı okul?
Açılacak artık, öyle görünüyor. Zaten bence açılması da faydalı olur. Güney Amerikalı papazlar niye İstanbul’da eğitilmesin ki... Selanik yerine burada okusunlar. Hem İstanbul’u tanırlar, bizim halkla kaynaşırlar, daha iyi olur. (Büyükada’daki İsa Tepesi’nin üzerinden geçiyoruz...)

Aklınız oynuyor mu şu Rum Yetimhanesinden “Yandı, yıkıldı” haberi gelecek diye?
Tabii, ne yapıp edip bir an evvel el koysunlar oraya. Bir bekçiye mi emanet, kim bakıyor bilmiyorum, ama hem çok iyi korunması hem de hemen ıslah edilmesi lazım oranın. Avrupa’nın en büyük, dünyanın ikinci büyük ahşap binası.
(Uçak döndükçe bizim de başımız dönüyor. “Artık inelim” diye bakıyoruz hocayla birbirimize ama Boğaz’ı görmeden olmaz. “Bir de Kavaklar yapıp bitirelim” diyoruz. Böylece solumuza Haliç’i alıp Boğaz’a giriyoruz. Marmara’dan Karadeniz’e kadar olan bütün su yolunun iki yakasını ve tepelerindeki rezaleti görmek uçaktaki herkese acı veriyor. Tek kurtaran şey Boğaz’ın kendisi. İstanbul’un gizli kalmış tek masalı...)

Dünyada hiç gördünüz mü böyle bir yer?
Hayır, hiç yok. Üstelik Boğaziçi tamamen bizim eserimiz, 18’inci asır Osmanlı medeniyeti. Fatih İstanbul’u aldığında Bizans Suriçi’nde sıkışmış, Boğaz’da tek tük evler, kiliseler var, o kadar.
(Lafımızı Anadolu yakasının binalarla doldurulmuş sırtları kesiyor.)

Bir tepe nasıl böyle oyulabilir sizce?
Mendeburluklarını tatbik etmedikleri bir kilometre kare dahi yok da ondan.
(Tabii o korkunç tepeye bakmaktan Rumeli Hisarı’nı kaçırıyoruz.)

Hisarın siluetinde “Mehmet” yazdığı doğru mudur?
Tabii, eski harflerle “MHT” yazar.
(Murat Öztürk’ten “Dönüyoruz” sinyali geliyor; Anadolukavağı’nın Yoros Kalesi’ni geçip, gözlerden ırak kalan Marmaracık Koyu rotasından doğru Hezarfen yoluna koyuluyoruz.)

Bu geziden aklınızda en çok ne kalacak?
Ne Süleymaniye ne Topkapı... İstanbul’un asıl meselesi ormanlarının içine girilmesi, çarpık yapılaşma ve görgüsüz burjuvazi. Gökyüzünden rezalet çok daha iyi göründü. İstanbul böyle giderse gerçekten biter. Ve biz İstanbul’u alan değil, İstanbul’u bitiren millet olarak tarihe geçeriz. 

En sevdiğiniz tepesi?
Kesinlikle bizim Sarayburnu tepesi. Hem güzel bir tepe hem de o güzel tepenin üzerinde onu tamamlayan bir mimarisi var. 

Camisi?
Tabii ki Süleymaniye. Süleymaniye, büyük şairlerin ne bir beyit ne de bir kelime çıkartılıp, eklenmeyecek şiirlerine benzer. İkincisi de Kadırga’daki Şehit Mehmet Paşa Camii. Nasıl bir dinginlik... O taş, o çini, o pulat, hepsi nefis.

Yalısı?
En sevdiğim yalı maalesef yıkılacak; Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı. Çok ölçülü bir güzelliği vardı; dışı sade, içi çok gözalıcı.

İstanbul yazarı?
Hiç şüphesiz Yahya Kemal. İkincisi Ahmet Rasim, üçüncüsü de Reşat Ekrem. İsimleri çok anılmaz ama bu ikisi demek İstanbul demektir.

Müzesi?
Arkeoloji müzemizi çok seviyorum. 

Lokantası?
En güzelini söyleyemeyeceğim çünkü hemen hücum eder batırırsınız. Küçük, nefis bir yer çünkü. Orayı da kaybetmeyi istemiyorum. Ama bilinenlerden Abdullah Efendi’yle bir de Pera’da Ece’nin yeri. 

Meyhanesi?
Elbette ki Beşiktaş’taki Turgut.

Mesire alanı?

Kalmadı ama eskiden Nuri Demirağ ya da Fethi Ahmet Paşa korularıydı. 

Kilisesi?
Aaa hiç şüphesiz Saint Antuan. Ben İtalya’yı kokluyorum orada. 

Caddesi?
Tüm vıcık vıcıklığına rağmen Beyoğlu. Divan yolu da olabilirdi, ama önce adam akıllı temizlemek lazım orayı.

Çarşısı?
Kapalıçarşı, hiç şüphe var mı?

Koyu?
Bebek.

Bir numaralı İstanbul uzmanı?
İstanbul’a hayatını vermiş adam Semavi Eyice’dir, hiçbirimiz eline su dökemeyiz.

Elinizi cebinize atıp yürümeyi en çok sevdiğiniz sokağı?
Beyoğlu’ndaki Tomtom Kaptan Sokak. Eskiden Kirazlı Mescit sokağına, Fatih Kıztaşı’nın sokaklarına, Niyazi Mısri sokağa da bayılırdım. Oralarda yürümek insanın içini açardı, hep ahşap evler vardı ama kaldı mı? 

En sevdiğiniz parkı?
Bizim Gülhane’dir her şeye rağmen. 

Boğaz’a bakmayı en sevdiğiniz açısı?
Kandilli Kız Lisesi, oradan görünen manzara çok iyidir.

Bu toprağa verilen isimlerden en sevdiğiniz?
Dersaadet, yani “Saadet evi”. Sonra da Konstantiniyye. Melodisi güzeldir.

Bu şehre Konstantin’in büstü gerekmez mi?
Büyük Konstantin’inki gerekir, hem de surun hemen yanına konması lazım.

Milliyet Pazar, Haber: Devrim Sevimay, 28.06.2009

CUNDA'NIN TARİHİ KİTAPLIĞI

 

Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı bünyesinde açılan Ayvalık Cunda Adası Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı, ziyaretçilerini bekliyor. Ortaçağ hisarı görünümündeki tarihi yapı, yüzyıllar boyunca manastır ve kilise olarak kullanılmış. Vakıf tarafından restore edilen değirmen ve kilise, iki yıldır Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak anılıyor. Kitaplıkta, ilerleyen yaşı nedeni ile göz sağlığı bozulan, "Göremediğime değil, okuyamadığıma üzülüyorum" diyen Emekli Büyükelçi Necdet Kent'in oğlu, Coca- Cola kuruluşunun CEO'su Muhtar Kent'in, merhum babasından kalma bin üç yüzü aşkın kitabı bulunuyor.

Sabah, 27.06.2009

MÜZELER VE ÖREN YERLERİ PARA BASTI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, MHP Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul'un müze ve ören yerlerinin gelirlerine ilişkin soru önergesini yanıtladı.
 

Ertuğrul Bakan Günay'a “2008 yılında müze ve ören yerlerinin toplam gelirleri ne kadardır? Herhangi bir müze ve ören yeri gelininin ne kadarı içinde bulunduğu şehre verilmektedir? Sözkonusu yerlerden elde edilen gelirler, bakanlığınız tarafından amacına uygun olarak kullanılmakta mıdır?” sorularını yöneltti.

Bakan Günay ise Bakanlığına bağlı müze ve ören yerlerinin 2008 yılı gelir toplamını 116 milyon 321 bin 220 TL olarak açıkladı. Bakan Günay, elde edilen gelirin yüzde 8'inin KDV, yüzde 5'nin belediyeler, yüzde 10'unun hazine payı ve yüzde 1'inin de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurum payı olarak aktarıldığını, bundan sonra da Kurumlar Vergisi'nin ödendiğini kaydetti.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, elde edilen gelirlerin nasıl harcandığına ilişkin soruya ise şu karşılığı verdi: “Elde edilen net kar 252 sayılı Kültür Bakanlığı Döner Sermaye Kanunu hükümleri doğrultusunda kültürel mirasımız olan müze ve ören yerlerinin gelecek kuşaklara en sağlıklı şekilde aktarılabilmesinde büyük önem taşıyan, bakım, restorasyon, temizlik, güvenlik vb hizmetlerinde kullanılmaktadır.”

Hürriyet Ankara, 28.06.2009

"ÇAĞDAŞLAŞMA ESASTIR"





Doğan Kuban, bir Rönesans adamı, mimar ve sanat tarihçisi olmanın ötesinde, kendini belli bir konuyla sınırlamayıp farklı dallarda eserler veren bir bilgi adamı…. Son zamanlarda hakkında çıkan çalışmalarda kendinden bu şekilde söz ediliyor.
 

Kuban, yaptığı her çalışmanın bir tür aydınlanma sürecinin sonucunda ortaya çıktığını belirtiyor. Türk, İslam ve dünya tarihi konularında yaptığı eşsiz çalışmaları ile tanınan Doğan Kuban 1949 yılından bu yana araştırmalarına devam ediyor.

 


Kuban aynı zamanda kendini belli konularla sınırlı tutmayan topluma, aydınlanmaya, çağdaşlaşmaya dair fikirler üreten, bu başlıklarda yazan bir bilim insanı.
 

 

Kuban, çalışmalarında, "Dünyada insanlar var, gönüller var. Bu gönüller, kalabalıkta bazı insanlarda ışıldar. Dünyayı aydınlatan onlardır. İnsan ne kadar bilgili ve akıllı olsa da kinden uzak, alçakgönüllü, sevgi dolu bir gönlü olmazsa, huzursuzluk tohumudur. Kişisel mutluluk aklın tatminiyse, toplumsal mutluluk, ışıldayan gönüllerin varlığıdır."


“İnsan, toplumun yarattığı her şeye; sanata, düşünce ürünlerine ilgili olmalıdır. Dünyaya merakla bakın” diyor..

 


Biz de Kuban’a son günlerde yüksek öğretim kurumlarında İngilizce eğitime karşı olma nedenlerini sorduk. soL’u kırmayarak kısaca fikirlerini özetleyen Kuban, uzun yıllar yurtdışında eğitim almış, araştırmalar yapmış bilim insanı olarak ülkesinde çalışmayı tercih etmiş.  Çağdaş bir toplum olmanın gerekleri üzerine düşünen ve yazan Kuban tarihi değerlerin kültür mirasının korunması için de birçok başlıkta mücadelesini sürdürüyor.


Siz son yıllarda biri tarihi koruma konusunda diğeri de İTÜ'de senatonun aldığı ingilizce eğitim kararına karşı yoğun bir çaba yürüten bir hat çiziyorsunuz. Bu başlıklarda ne tür çalışmalar yapıyorsunuz.

Mimarlık Tarihçisi ve Restoratör olarak tarihi mirasın korunması benim uzmanlık alanım. Fakat son yıllarda ilgi alanım Türkiye’nin günümüz dünyasında hak ettiği yeri alması için ulaşması gereken çağdaşlaşma platformunu anlatmak ve toplumun iyi bilmediği ve saptırılan tarihi konusunda doğru bilinç uyandırmak. Bu bütün dönemleri içeriyor.


İngilizce eğitime neden karşısınız?

Üniversitede öğrenilen İngilizce bir kitabı anlamaya yardım edebilir. Fakat üniversite düzeyinde entellektüel içerikli bir diyaloga olanak vermez. Bunu kendi deneylerimle ve bugünkü pratik üzerindeki yaygın bilgimle çok iyi biliyorum. Çok özel haller dışında İngilizce öğretim acıklı bir kekelemedir. 


Niye Türkçe eğitimi savunuyorsunuz?
Türkiye’nin günümüz dünyasında saygın bir toplum olması kendi dilinde yaptığı bilimsel, felsefi, sanatsal üretimle doğru orantılıdır. Kültür sömürgesi ve giderek sömürge olmak istemiyorsak, çağdaş dünyaya kendi ve çok eski dilimizle katılmamız gerek. Buna inanmayanların üniversiteleri bir alışveriş yeri gibi düşünmeleri acı vericidir.


Yükseköğretim kurumlarının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Nasıl bir mücadele yürütülmeli? Hangi başlıklar öne çıkarılmalı?

Türkiye’nin gelecek için her alandaki mücadelesi çağdaşlığın doğru tanımından geçer. Bunun kapısı da tektir: Bilimsel yeterlilik ve üretimsel yenilik.
 

Türkiye'nin sorunlarını dikkate aldığınızda sizce en temel sorunlar hangileri? Kimlik sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de kimlik tartışmaları, zorlama ve boştur. Bizim tarihi kimliğimiz Birinci Dünya Savaşı sonunda verdiğimiz Kurtuluş mücadelesinde kanıtlanmıştır. Bugün 75 milyon insan o zaman kurulan ülkede bağımsız olarak yaşıyor. Bu kimlik Türk ve Müslüman olan bir eski toplumun çağdaş dünyaya ortak olma çabasıyla modern kimliğini kazanacaktır. Bundaki başarı düzeyi geleceğin Türkiye’sini tanımlayacaktır.

Haber Sol, 27.06.2009

AGORANIN ÇEVRESİ YIKIMLARLA AÇILIYOR

 

Agoranın çevresindeki binaların kamulaştırılarak yıkılmaya başlamasıyla İzmir’in tarihi de ortaya çıkıyor.

 

Tarih üzerindeki gecekondulaşmanın izleri yavaş yavaş siliniyor. Çevresinden geçen birçok kişi, eşsiz kalıntıları, belki de ilk kez görmenin mutluluğunu yaşıyor.

 

Tamamlanmasıyla agora ve çevresinin  arkeoloji ve tarih parkı olarak düzenleneceği belirtiliyor.

Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 27.06.2009

ELBE VADİSİ ARTIK DÜNYA MİRASI DEĞİL

 

BM Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO, genel görünümü bozan bir köprünün inşa edilmekte olması nedeniyle, Almanya’nın Elbe nehri vadisini dünya mirası listesinden çıkardı. Adı açıklanmayan bir UNESCO yetkilisi, Dünya Mirası Komitesi’nin Sevilla’da yaptığı toplantıda söz konusu kararın alındığını belirtti. 

UNESCO bu yola nadiren başvuruyor. Elbe vadisi, listeden çıkarılan ikinci bölge oldu. Umman’ın, "Arap Afrika Antilobu" adlı tür için sağladığı koruma alanı, kapsadığı arazinin hükümet tarafından yüzde 90 oranında azaltılması nedeniyle, 2007 yılında listeden çıkarılmıştı.  UNESCO listesine sadece o ülke için değil, bütün insanlık için önemli alanlar alınıyor.
Radikal, 27.06.2009

HİLAR, NEOLİTİK UYGARLIKTAN

 

Tarih yazmak zor bir iştir. Tarihin içinde saklı birikimin bulunup çıkarılması için sabır ve azim gerekir. Bu nedenle Hilar gibi antik bir yerleşim yeri üzerine tarih çalışması yapmak demek, kelimenin tam anlamıyla iğne ucuyla kuyu kazmak demektir.


Atın ve buğdayın ilk evcilleştirildiği, ekildiği; ekmeğin fırında ilk pişirildiği, bakırın bulunmasıyla ilk madenciliğe geçilmesi, Hilar yerleşim yerine aittir.


Acı olan gerçek, Hilar’ın yazının henüz bilinmediği dönemini, yazının kullanıldığı döneme oranla daha fazla bilmemizdir.


Hilar gibi coğrafi bir mekan olmanın ötesinde, yazılı ve yazılı olmayan tarihin çok önemli bir tanığını araştırıp incelemek söz konusu olunca, tarihin o belirlenen misyonu daha iyi anlaşılır. Böyle olunca, tarih yazmanın zorluğu daha iyi anlaşılır.


Hilar, on bin yıllık tarihin mirası, tarihin upuzun karanlık tünelinde saklı sırları barındırır. Böylesine sabırlı ve azimli bir çalışma gerektiren, saklısında kocaman bir tarihi kesiti taşıyan yerleşim yeri değil dünyanın önemli bir parçasıdır. Burayla ilgili araştırma ve incelemelere girişmek, ilgili insanın başını döndürecek denli kültürel mirasın tanıtılmasından öte bir anlam taşır.


Hilar’da ilk inceleme ve araştırmalarda bulunan, 1876-1947 yıllı arasında yaşamış olan ABD’li coğrafyacı Ellsworth Huntington’dur. Burayla ilgili ilk bilimsel çalışma, Huntington’un “The Hittite Ruins of Hilar, Asia Minor” Türkçesi; Küçük Asya, Hilar’daki Hitit Kalıntıları başlıklı ilk bilimsel yazıdır. Bu yazıdan öğrendiğimize göre Hilar; Asur, Hitit ve Khaldi gibi üç önemli antik imparatorluğun hüküm sürdüğü, karşılaştığı ve önem verdiği bir bölgedir. Kitabın yazarı Üzülmez’e göre Hilar ve Ergani olarak birlikte düşünüldüğünde, 31 uygarlık gelip geçmiştir.


Mezopotamya coğrafyasında, insanlığın mağara yaşamından kurtulup meskene girdiği, meskenlerden siteler ve devletler oluşturduğu bilinmektedir. Bu konuda Prof. Halet Çambel’in şöyle bir tespiti vardır: ‘Yerleşik düzene geçiş Neolitik Devrim olarak insanlık tarihinde yeni bir çağın başlangıcı olmuştur.’


Söylemek gerekirse, tarihin şafağında Hilar vardı. Hilar, hem kayalıkların, hem mağaraların, hem Çayönü’nü de içine alan bugünkü köyün ortak adıdır. Hilar’ın bir tepesi olan Çayönü’nün, yapılan kazılarla dünya kültür tarihine adını yazdırdığını söylemek mümkündür.

 
Çayönü tepesi, Hilar köyü sınırları içerisinde, köye çok yakındır. Tepe ile köy arasından Boğaz Çayı geçmektedir. Çayönü’nün Kürtçe adı Qotê Ber Çem’dir. Burası yaygın olarak resmi adıyla anılmaktadır: Çayönü.


Çayönü, mağara ve kabartmalarıyla bilinen Hilar’ı gölgesinde bırakmaktadır.


Diyarbakır’ın Ergani İlçesi'ne bağlı 82 köyden biri olan Hilar Köyü, Ergani ilçe merkezine 7 km. Güneyinde, dağlara yaslı kayalar içerisinde yer almaktadır.


Hilar’ın Türkçe adı Sesveren Pınar olarak belirlenmişse de, kimsenin umurunda olmamıştır. Zira resmi evrakların dışında pek kullanılmaz; her Hilarlı ve Erganili, bu uydurma adı kullanmamakla adeta resmi ideolojiye karşı bir duruş sergilemektedir.


Hilar’da halen 22 hane bulunmakta ve nüfusu 250-280 arasında değişmektedir. Köyde okuma yazma oranı çok yüksektir. Bunun nedeni, eski bir yerleşim ve mabet yeri olmasına bağlanır.

Çayönü kazı çalışmaları, Prof. H.Çambel ve Prof. R.J.Braidwood tarafından başlatıldı. Daha sonra Prof. Mehmet Özdoğan başkanlığında çalışmalara devam edildi. 1990 yılında 15. sezonunda Roma Üniversitesi adına Dr. Isabella Caneva ve Dr. Alberto Palmieri’nin katılımlarıyla bu çalışmalar daha da genişletildi. Ama Hilar, hala saklısındaki sırların açığa çıkarılmasını bekliyor.

Arkeoloji ve Sanat Yayınları, genel olarak araştırma ve kazı yapmış ünlü akademisyenlerin ve iyi tarihçilerin yapıtlarının yayınlanmasıyla tanınıyor. Ancak bu kural ilk defa arkeolog veya tarihçi olmayan birinin çalışmasını okuyuculara sunmakla bozuluyor. Asıl mesleği kimya mühendisliği olan ve aslen Erganili olan Müslüm Üzülmez’in kaleme aldığı kitap, önemli bir ihtiyacı karşılamaktadır.

Evrensel, Yazı: Vedat Çetin, 27.06.2009

KAZI YAPILAN YEŞİLOVA HÖYÜĞÜ'NDE YANGIN

 

Ege Üniversitesi’nce 2005 yılından beri kazı çalışmaları yürütülen Yeşilova Höyüğü’nde yangın çıktı. Otların tutuşmasıyla büyüyen alevler, kazı evine sıçramadan söndürüldü. Ancak Bornova Belediyesi’nin desteğiyle hazırlanan, antik araç ve gereçlerin, giysilerin sergilendiği ‘Zamana Yolculuk Eğitim Bölümü’ kül oldu. Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, “Üzüntümü tarif edemem” derken, Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır, yanan eğitim alanının en kısa zamanda eski haline getirileceğini müjdeledi.

Milliyet Ege, 27.06.2009

ANADOLU'NUN TARİHİ DEĞİŞTİRECEK TAŞLAR





Bursa’nın Keles İlçesi'ne bağlı Kıranışıklar Köyü yakınlarında Altpaleolitik Çağ’a ait taş aletler bulunduğu bildirildi.

 

Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, bulunan taş aletlerin sadece Bursa’nın değil, tüm Batı Anadolu’nun tarihini yeniden yazdıracak kadar öneme sahip olduğunu söyledi. Şahin, “Bu kanıtlar, yaklaşık 1 milyon yıl ile 400 bin yılları arasında görülen ’Acheul’ kültürünün Bursa’da da yaşamış olduğunu göstermektedir. Bursa’nın geçmişi konusunda yeni bir sayfa açılmıştır” dedi.

Milliyet, 27.06.2009


******


TARİH YENİDEN YAZILACAK

 

Keles'e bağlı Kıranışıklar köyü yakınlarında 'sadece Bursa'nın değil tüm Batı Anadolu'nun tarihini yeniden yazdıracak kadar büyük bir öneme sahip olan' Alt Paleolitik Çağa ait taş aletler bulunduğu bildirildi.

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Mustafa Şahin, Rektör Prof.Dr. Mete Cengiz'in de katıldığı basın toplantısında, Kültür ve Turizm Bakanlığının izniyle 2006'da başlattıkları 'Bursa ve Çevresi Kültür Envanteri Projesi'nin devam ettiğini belirtti.
 

Proje kapsamında bu yıl yaptıkları araştırmalarda, 'Uludağ yöresinde Prehistorik Çağa ait yerleşim yerleri olmadığı' ve 'Alt Paleolitik Çağ adı verilen, insanoğlunun dip tarihine ait kültürlerin Orta Anadolu'nun batısında ve Akdeniz Bölgesi'nin kuzeyinde bulunmadığı' şeklindeki iki önemli hipotezin sona ermesine neden olan bulgulara ulaştıklarını bildiren Şahin, şöyle devam etti:

'Bu sezon elde ettiğimiz bulgular her iki hipotezin de yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Basın toplantısının amacı, insanoğlunun dip tarihi açısından çok önemli olan yeni keşfimizden kamuoyunu haberdar etmektir.

 

Keles'in Kıranışıklar Köyü'nün yaklaşık 1 kilometre batısında bulunan Belentepe mevkisinde bulunan Alt Paleolitik Cağ'a ait taş aletler, sadece Bursa'nın değil tüm Batı Anadolu'nun tarihini yeniden yazdıracak kadar büyük bir öneme sahiptir. Belentepe'de keşfedilen bu kanıtlar, yaklaşık 1 milyon yıl ile 400 bin yılları arasında görülen 'Acheul' kültürünün Bursa'da da yaşamış olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bu özelliğiyle bugüne kadar Bursa'nın tarihiyle ilgili öne sürülen hipotezlerin tamamını çürütmüş ve Bursa'nın tarihi geçmişi konusunda yeni bir sayfa açmıştır. Bununla birlikte 2007'de keşfedilen Şahinkaya Mağarası'ndaki buluntuların da tesadüfi olmadığı artık çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır.'


Belentepe buluntularının, Bursa ve çevresinin en eski tarihlerden başlayarak tercih edildiğini ortaya çıkardığını dile getiren Prof.Dr. Mustafa Şahin, şunları kaydetti:

'Bugün bildiğimiz kadarıyla, taş alet yapan ilk insanlar yaklaşık 2,5 milyon yıl önce Afrika'da ortaya çıkmış ve oradan yaklaşık 1,8 milyon yıl önce 'eski dünya'ya yayılmışlardır. Paleolitik Çağ olarak adlandırılan bu dönem, insanlık tarihinin neredeyse yüzde 99'unu kaplar.

 

Anadolu'nun, Afrika'dan yayılan bu ilk insanlar için doğal bir geçiş rotası olması gerekirken, yakın zamanlara kadar üretilen hipotezlerin tamamında bu durum göz ardı edilmiştir. Bu konuda, Bursa ve çevresindeki Paleolitik Çağ'a ait araştırmaların yok denecek kadar az olması da önemli rol oynamıştır.'

 

Şahin, bu dönemde genel olarak insanların 'avcı', 'toplayıcı' bir yaşam tarzına sahip olduklarının bilindiğini, bu insanların yaşamlarıyla ilgili en önemli kalıntıların, zamana karşı dayanıklı olan taş aletler olduğunu ifade etti.

 

Belentepe'de keşfettikleri buluntuların, Alt Paleolitik Çağ'ın en önemli kültürlerinden olan 'Acheul' kültürüne ait olduğunu bildiren Mustafa Şahin, şu bilgileri verdi:

'Acheul kültürünün en belirgin aletleri de el baltası olarak bilinen, iki yüzeyden işlenmiş taş aletlerdir. Bugüne kadar bu kültürün, yakın coğrafya olarak sadece Yakın Doğu ve Batı Avrupa'da bulunduğu, buna karşın kuzeybatı Anadolu da dahil olmak üzere Doğu Avrupa'da bulunmadığı sanılmaktaydı. Yaptığımız keşifle bu hipotezin yanlış olduğu, Yakın Doğu'yu Batı Avrupa'ya bağlayan yollardan biri olarak Anadolu'nun, özellikle Marmara Bölgesi'nin de düşünülmesi gerektiği sonucu ortaya çıkmış olmaktadır. Ayrıca, Güneydoğu Anadolu ve Orta Anadolu'dan gayet iyi bilinen 'Acheul' kültürünün yayılım alanının güney Marmara'yı da içermesi, bilimsel anlamda, önceki teorilerin artık yeniden gözden geçirilmesi gerektiği sonucunu ortaya çıkartmıştır. Tespit ettiğimiz malzemenin, Yakın Doğu kültürleriyle yakın ilişki içinde olması da ayrıca dikkate değerdir. Araştırmamız, kuzeybatı Anadolu'da hiç bilinmeyen bir Alt Paleolitik kültürün keşfedilmesini sağlamıştır. Bu keşfin arkeoloji bilimine en önemli yansıması, bugüne kadar üretilen teorilerin tümünü tartışılır hale getirmiş olmasıdır. Ayrıca, böylece Bursa'nın tarihinin bugüne kadar bilinenin aksine yüz binlerce yıl önceye gittiğini kanıtlamış olmaktadır.'

 

Şahin, buluntular arasında iki yüzeyden işlenmiş el baltalarına ait parçalar, taş alet yapımının çeşitli aşamalarına işaret eden yongalar ve bir adet kıyıcı satır olduğunu kaydetti.

 

Bu aletlerin Belentepe'de doğal olarak bulunan çakmak taşlarından yapıldığını ifade eden Şahin, bu nedenle Belentepe'nin ilk insanlar tarafından alet yapılan 'işlik yerleri'nden biri olarak kullanıldığını düşündüklerini sözlerine ekledi.

Bursa Olay, 29.06.2009

AMASRA'NIN SIRLARI GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK





Amasra’nın güneyinde, sahile yaklaşık 1.5 km mesafede bulunan ve bugün Bedesten olarak anılan alandaki arkeolojik kazılar yakında başlayacak.

Amasra Müze Müdürlüğü'nce gerçekleştirilecek kazı alanında MS 1. yüzyılda ya da 2. yüzyılın başındaki yerleşimin akropolis alanında inşa edilen yapının Roma Eyalet Meclisi Sarayı olduğu biliniyor.


Bedesten alanında, 2009 yılı içerisinde Amasra Müzesi Müdürlüğü başkanlığında bilimsel kazı çalışmaları yapılmasının Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından onaylandığını söyleyen Bartın Valisi Halil Işık, "Kültür ve Turizm Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından, kurtarma kazısının başlanabilmesi için Devlet Planlama Teşkilatı Kültür Yatırımları Fonu'ndan ödenek talebinde bulunuldu.


Talep edilen ödeneğin miktarı 100 bin TL. Ödeneğin tahsisiyle beraber kazı çalışmaları da yıl içinde başlatılacak" dedi.

Taraf, 26.06.2009

Tell Atchana (Woolley)
...1937




14 - 27 Haziran 2009

RESİM HEYKEL MÜZESİ İKİ AYLIĞINA KAPILARINI AÇIYOR

 

Resim Heykel Müzesi, iki yıl sonra tekrar kapılarını açıyor. Türk sanat tarihinin temel yapıtlarını koleksiyonunda bulunduran Resim Heykel Müzesi’nin eski Veliaht Dairesi olan tarihi binası restore edildiği için müze kapanmıştı. Müze yönetimi, restorasyonu tamamlanan bölümleri sanat dünyasına göstermek için, 72 yıl önce açılan ilk sergiyi tekrar kuruyor.

‘Serginin Sergisi’ 29 Haziran Pazartesi günü açılacak ve iki ay boyunca görülebilecek. Ardından, müze tekrar kapılarını kapatacak ve restorasyon devam edecek.

Resim ve Heykel Müzesi, 20 Eylül 1937 tarihinde Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde bir sergiyle açılmıştı. O sergide yer alan 325 yapıtın bir kısmı, zamanla farklı kurumlara gönderildiği için, ‘Serginin Sergisi’nde sadece geride kalan resim ve heykellere yer verilecek. 116 resim ile 24 heykelin yer aldığı ‘Serginin Sergisi kronolojik bir sıralamayla Osmanlı ve ilk dönem Cumhuriyet ressamlarını biraya getiriyor.

Sergi, müzenin restorasyonu biten dört salonuna yayılacak. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı olan Resim Heykel Müzesi’nin binası ise Milli Saraylar’a ait. Bilindiği gibi kötü durumda olan müze binası hakkında Radikal’de ve diğer gazetelerde pek çok haber çıkmış, dönemin TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın devreye girmesiyle binada kapsamlı bir onarım başlatılmıştı. Müze Müdürü Prof Ferit Özşen’in Radikal’e verdiği bilgiye göre iki yıl içinde binanın yarısında restorasyon tamamlandı. Çatı açıldı, sağlamlaştırma yapıldı, bezemeler yenilendi. “Bu şu demek, müzemiz en az yetmiş sene akmayacak ve yukarıdan toz yağmayacak” diyen Özşen, sergi için panoları kiraladıklarını ve iki ay sonra iade etmek zorunda olduklarını da söyledi. Özşen’in verdiği bilgiye göre müzenin iki ay sonra tekrar kapanacak olmasının temel nedeni ‘pano alacak kaynak olmaması!’. Milli Saraylar tarafından sürdürülen restorasyonun 2010 sonunda tamamlanması planlanıyor.

Radikal, 26.06.2009

TARİHİ DOKUYA UYMAYAN ÇALIŞMA





Mimarlar Odası Hatay Şubesi Başkanı Yaşar Coşkun, Antakya Belediyesi tarafından çalışmaları yapılan Asi Nehri Peyzaj çalışmaları ile ilgili görüşlerini dile getirdi. Daha önceki belediye yönetiminin bu konuda kendilerinin görüşlerini istemediğini, bu açıklamayı da yeni belediye yönetiminin bu konudaki görüşlerini sorması üzerine Belediyeye sundukları görüşlerini kamuoyu ile paylaşmak istediklerini söyledi. Mimarlar Odası'nda gerçekleştirdiği basın toplantısında konuşan Coşkun, Antakya belediyesi tarafından yürütülen ve çalışmaları devam eden Asi Nehri çevresi Peyzaj çalışmalarını kısa süreli çözüm olarak hazırlanmış çevre düzenlemesi olarak değerlendirdi. Maliyeti çok yüksek Asi kıyısını düzenleyen peyzaj çalışması ile ilgili görüşlerini dile getiren Coşkun, “Seyir teraslarının anlamı yoktur. Suyu seyretmek yerine, o suyun çevresinde ya da içerisinde gezinti alanı yaratmak daha anlamlı olacaktır. Su kaskatları da özellikle işletme maliyeti açısından uygun değildir. Bunların kesinlikle uygulanmaması gerekir. Su öğesine vurgu yapmak isteniyorsa, bu suyun rehabilitasyonu çoğaltılması ve temizlenmesi ile yapılmalıdır. Su kaskatına ayrılacak bütçenin bu alanda kullanılması daha doğru olacaktır” dedi. Çiçeklerde rantabıl değil Çevre düzenlemesindeki çiçekliklerin de bakım yönünden rantabıl olmadığının söylenebilir olduğunu belirten Coşkun, “Çiçeklikler yerine nehir kenarındaki eğimli yüzey boyunca ağaçlandırmanın yapılması ve belli bir kotta yaya yolunun düzenlenmesi, teraslamalarla küçük bahçeler oluşturulması çok daha iyi sonuç verecek, kentle nehri buluşturacak ve yeşil kuşak yaratılmış olacaktır” dedi. Tarihi dokuya uygun değil Yaya ve araç köprülerindeki geçiş simgelerinin tak ve halatların özgün almadığını ve nehrin iki yakasındaki tarihi dokuyla uyumsuz olduğunu belirten Coşkun, “Yeni görüntü tarihi dokuyu dokuyu ezmektedir. Bu yüzden bunların uygulanmaması daha doğru olur. Yine aynı bakış açısıyla nehrin çevresinde ve köprülerde yer alan korkuluk ve aydınlatma elemanları tarihi kent konseptiyle uyuşmamakta, aykırı kalmaktadır. Oysa kentimizde, geçmişte de önemli bir yere sahip demir malzeme işçiliği vardır” dedi. Kent merkezi ile beldeler arasında ulaşım sağlanabilir “Geçmişten günümüze önemli bir veri olan demir işinin bu düzenlemede kullanılması ayrıca taş duvarlarla doluluk boşluk yaratarak hem ekonomiklik hem de devamındaki uygulamalara geçiş sağlanması mümkün olacaktır” diyen Coşkun, “Rehabilitasyonu sağlanan nehirde kent merkeziyle, beldeler arasında ulaşımın da sağlanabileceğini öngörmek hiç de uzak-zor bir hayal değil” diye konuştu.

Hatay Gazetesi, 26.06.2009

ATATÜRK'ÜN KALDIĞI KONAK YIKILMA TEHLİKESİ YAŞIYOR

 

Şarkışla İlçesi'nde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bir gece kaldığı tarihi konak yıkılma tehlikesi altında.


Alınan bilgiye göre, yaklaşık 3 yıl önce İl Özel İdaresi tarafından sahiplerinden takasla alınan 100 yıllık tarihi Şemsi Efendi Konağı için koruma kararı alındıktan sonra özelliğinden bir şey kaybetmeden restore edilmesi planlanıyordu.


Atatürk'ün 1919 yılında Sivas Kongresi'nden sonra bir gece kaldığı öğrenilen tarihi konağın restorasyonu için proje çalışması başlatıldı.

Projenin tamamlanmasının ardından aslına uygun olarak onarılacağı belirtilen tarihi konağın etrafında çevre düzenlemesi de yapılması düşünülüyordu.
Ancak şu ana kadar onarıma alınmayan konak yıkılma tehlikesi altında.


İlçe merkezinde bulunan ve bin 700 metre kare alandan oluşan tarihi konak, Şarkışla'daki eski evlerin özelliklerini taşıyor. İlçe sakinleri harabe görünümündeki konağın bir an önce restore edilmesini, çirkin görünümde
n kurtarılmasını istiyor.

Sivas Hürdoğan, 26.06.2009

TARİHE TANIKLIK EDEN OKULLAR KİTAP OLDU

İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, tarihi değer taşıyan okulların korunması ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla bünyesindeki tarihi okulları, iki ciltlik bir kitapta topladı.

 

Yüzyıllar önce yapılan camileri, sarayları, kiliseleri ve sinagogları ile buram buram tarih kokan medeniyet beşiği İstanbul, göz kamaştıran tarihi okullarıyla da kültür mirasımız içinde önemli bir yere sahip. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, tarihi eser niteliği taşıyan okulların korunması ve gelecek nesillere en iyi şekilde aktarılmasını sağlamak için örnek bir çalışma yaptı.

Yaklaşık bir buçuk yıl süren çalışma ile İl Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesindeki tarihi okulların envanteri çıkarıldı. Yapılan çalışma sonucunda İstanbul'da yaklaşık 160 adet tarihi okulun bulunduğu belirlendi. Aralarında daha önce saray ve konak olarak kullanılan, sonradan liseye dönüştürülenlerin de bulunduğu tarihi okullar bir kitapta toplandı. 'Tarihe Tanıklık Eden Okullar' adı verilen iki ciltlik kitapta, okulların fotoğrafları ile tarihçeleri, mimari özellikleri ve tarihi açıdan taşıdıkları önemin anlatıldığı bilgi notları yer alıyor. Kendilerine bağlı faaliyet gösteren tarihi eser niteliğindeki okullara sahip çıkmak ve eserlerle ilgili gerekli çalışmaları yapmak için Tarihi Eserler Birimi oluşturduklarını belirten İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer, kitabın önemini şöyle anlatıyor: "Tarihi okullarımızın doğru restore edilmesi, tabii afetlere karşı gerekli tedbirlerin alınması ve toplumun bu konuda bilinçlendirilmesi gerekiyor. Hazırlanan kitap, okullarımızın korunması için yaptığımız projelerimizden biri. Kitap sayesinde bu okullarımıza ilgi artacak ve gereken koruma duyusu oluşacak. 'Koruma eğitimle başlar' sloganıyla eserlerimize sahip çıkıyoruz" dedi. Kitap okullar arasında, sadece eğitim tarihimizin değil aynı zamanda iktisat tarihimizin de önemli mekanlarından eski Düyun-u Umumiye Meclisi binasında yer alan İstanbul Erkek Lisesi, Boğaziçi'nde bir gerdanlık gibi duran Kabataş Lisesi, Batıya açılan ilk penceremiz olan eski Mekteb-i Sultani şimdiki Galatasaray Lisesi bulunuyor.

Sabah, 26.06.2009

KÜLTEPE'DE KAZILAR YENİDEN BAŞLADI

 

Kayseri-Sivas karayolunun 20. kilometresinde bulunan Kültepe Ören Yeri’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen kazı çalışmaları başladı. Ankara Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kutlu Emre ve Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu başkanlığındaki 70 kişilik ekip tarafından yürütülecek kazıların eylül ayı sonuna kadar sürdürülmesi planlanıyor. Kazılara antik şehrin idarecilerinin oturduğu ve şimdiye kadar üç anıtsal sarayın açığa çıkarıldığı tepede devam edileceğini belirten Prof.Dr. Kulakoğlu, “Özellikle bu yılki kazılarımızı günümüzden 5 bin yıl önceki yerleşim katlarına ulaşmak için tepe bölgesi yani Kaniş’de yapacağız” dedi.

Türkiye Gazetesi, 26.06.2009

PICASSO TABLOSUNA
11.5 MİLYON DOLAR

 

Dünyaca ünlü ressam Pablo Picasso’nun tablosu Sotheby’s Müzayede Evi’nde rekor fiyata satıldı.

 

Picasso’nun 1969 yılında yaptığı yağlı boya çalışmalarından biri olan Silah Kuşanan Silahşör tablosuna ismi açıklanmayan yeni sahibi 11.5 milyon dolar verdi.

Öte yandan geçtiğimiz salı günü Pablo Picasso’nun aynı döneme ait benzer bir tablosu da 9.3 milyon dolara alıcı bulmuştu.

Türkiye Gazetesi, 26.06.2009

ALPÖZEN HAKKINDA KOVUŞTURMA YOK

 

5 yıl önce emekliye ayrılan ve hakkında 11 ayrı suçtan suç duyurusunda bulunulan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin eski müdürü Oğuz Alpözen hakkında, savcılık kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdi. Alpözen, tek suçunun Bodrum Kalesi’nin dünyanın sayılı müzeleri arasında yer almasını sağlamak olduğunu belirterek, "Görev yaptığım 44 yıl içerisinde de 110’un üzerinde soruşturma açtılar. Savcılığın kovuşturmaya yer yoktur kararı vermesi benim dışında verilen en iyi cevap oldu" dedi.

Hürriyet Ege, Haber: Yaşar Anter, 26.06.2009

ANTİK LABRANDA ORTAYA ÇIKIYOR

 

 

Tarih hazinesinde, kazı çalışmaları 1948’den beri yürütülüyor. Kent, her sene biraz daha ayağa kalkıyor.

 

Muğla Milas’taki antik Labranda kentinde, bu yılki kazılarda görev alacak ekip ilçeye geldi. Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi arkeolog Uğur Serden, 1948’den bu yana sürdürülen kazıların başkanlığını, İsveçli arkeolog Prof.Dr. Lars Karlsson’un yaptığını hatırlattı, şu bilgileri verdi:
“Önce, Labranda kutsal alanının geniş çaplı temizliği yapılacak ve gerekli görülen yerlerde koruma önlemleri alınacak. Hisar Akropolis’in içindeki kazı çalışmalarına devam edeceğiz ve eğer vaktimiz kalırsa Kepez Kule’deki kazı çalışmalarına başlayacağız. Sarıçay’dan Labranda’ya doğru uzanan kutsal yolun etrafına yayılmış mezarların, kazı, temizleme ve belgeleme çalışmaları sürecek.  Kilise kompleksiyle Roma dönemi Tetrakonkhos hamam yapısının kazı ve belgeleme çalışmaları da devam edilecek.”

Milliyet, 26.06.2009

KAZININ İLK GÜNÜNDE KOKU ŞİŞESİ BULUNDU

 

Muğla’nın Yatağan İlçesi’ne bağlı Eskihisar Köyü’ndeki Stratonikeia Antik Kenti’nde kazı çalışmalarına, yeniden başlandı.

Pamukkale Üniversitesi öğretim görevlisi Doç Dr. Bilal Söğüt Başkanlığı’nda 80 kişilik kazı ekibinin görev aldığı çalışmaların ilk gününde Bizans Dönemi’ne ait "Ampulya" adı verilen koku şişesi bulundu. Pamukkale, Mimar Sinan, Selçuk, Ankara, Mersin ve Kocaeli üniversitelerinden toplam 50 öğrenci ve 30 mevsimlik işçinin görev aldığı çalışmalar 10 Eylül’e kadar sürecek. Kazı Başkanı Bilal Söğüt geçen yıl kazı çalışmalarının ödenek sıkıntısı nedeniyle geç başlanmasına rağmen yaklaşık 150 tarihi eserin gün yüzüne çıkartılarak Muğla Müzesi’ne teslim ettiklerini hatırlattı. Antik kenti bu yıl 5 bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.

Hürriyet Ege, Haber: Cavit Yıldırım, 26.06.2009

ÇAKMA ŞEHZADEBAŞI

 

Türkiye’deki estetik yoksunu cami bolluğu sorununa Giresun’un Bulancak İlçesinde ilginç bir çözüm geliştirildi. İnşaatı 22 yıldır devam eden Sarayburnu Camisi, İstanbul’daki Şehzadebaşı Camisi’nin birebir kopyası olarak yapılıyor.

 

Kesme taş işçiliğiyle inşa edilen  caminin, temeli 1987 yılında atıldı. İnşaatta çalışan ustalar belli aralıklarla İstanbul’a gidip Şehzadebaşı Camii’ni inceliyor. Ama yeni caminin iki farkı var: Giriş kapısı Divriği Ulu Cami, havuzu da Bursa Ulu Camii’deki gibi olacak!

Radikal, 25.06.2009

EDİRNE SARAYI YENİDEN AYAĞA KALKIYOR

 

 

Edirne Sarayı, ihtişamlı günlerine yeniden kavuşacak. Edirne Valisi Mustafa Büyük, dün düzenlediği basın toplantısında sarayın ayağa kalkmasının zaman alacağını, ancak bu konuda bir yol haritası çizildiğini söyledi. Büyük, kazı çalışmaları yönetecek heyetin başkanlığına Yrd. Doç.Dr. Mustafa Özer'in atandığını bildirdi.

 

Bir zamanlar Osmanlı Devleti'nin yönetildiği sarayın eski günlerine kavuşması için Edirne Valiliği öncülüğünde başlatılan çalışmalar kısa süre içerisinde destek buldu. Bu amaçla TBMM tarafından 5 milyon TL destek sağlandı. Kazı çalışmaları için Bakanlar Kurulu kararı çıktı. Edirne Sarayı 1450 yılında II. Murat döneminde yapımına başlanarak Fatih Sultan Mehmet zamanında tamamlandı. 1875'te Rusların Edirne'yi işgal edeceği haberi üzerine sarayın yakınında bulunan cephanelik düşman eline geçmesin diye valinin emriyle ateşlendi. Harabeye dönen sarayın kalıntıları da zamanla büyük oranda ortadan kalktı.

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 26.06.2009

TARİHİ TÜTÜN DEPOSU 7 YILDIZLI OTEL OLACAK





Mülkiyeti Tanrıverdi Holding'e ait olan, Cumhuriyet'in ilk sanayi yapılarından Beşiktaş'taki tarihi Tütün Deposu, 7 katı yerin altında olmak üzere 14 katlı ve 7 yıldızlı otel olacak. Otel inşaatı hakkında bilgi veren Tanrıverdi Holding Yönetim Kurulu Başkan Asistanı Aziz İba, Beşiktaş'ta 1929'da mimar Victor Adaman tarafından yapılan ve Astro Tütün Deposu olarak yıllarca hizmet veren binanın, bir süre Grundig televizyon fabrikası olarak kullanıldığını belirterek, 1985'ten bu yana boş bulunan binayı Tekfen Holding'ten satın aldıklarını anlattı.

İba, metruk bir şekilde yıllarca boş kalan, zamanla tinercilerin yuvası haline gelen binayı temizlerken bir kamyon martı ölüsü attıklarına dikkati çekerek, “Satın aldıktan sonra binada aşırı derecede pire vardı. İnceleme yapmak üzere gelen Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu üyeleri içeri giremedi. Binayı temizledik, ilaçladık, sonra üyeler içeri girebildi” dedi.

Basında ve kamuoyunda Tütün Deposu'nun yıkılmasının sert eleştirilere neden olduğunu anımsatan İba, Tanrıverdi Holding'in, yolculuğu Sultanhamam'da başlayan 100 yıllık bir firma olduğuna işaret ederek, şöyle konuştu:

“Firma olarak tarihin içindeyiz. Binanın 'tarihi eser' olması için başvuru yapanlardan birisi de biziz. Burayı satın aldıktan sonra belediye, kaymakamlık ve valilik bize sürekli yazı yazdı. 'Binanın güvenliğini alın, taş düşüyor, insanlar açısından tehlike oluşturuyor' diye. Bina yıllardan beri boş kaldığı ve herhangi bir bakım yapılmadığı için çok kötü durumdaydı. Oteli, gerçekten binayı onararak yapmak mümkün değildi. Tütün Deposu'nu kafamıza göre yıkmadık. Kurul, bu konuda çok ciddi araştırmalar yaptı. Defalarca rapor alındı. Yıkmadan yapılabilmenin çözümleri arandı. Bunun mümkün olmadığı ortaya çıktığında teknik olarak yıkılmaya karar verildi.”

Aziz İba, bina yıkılırken fotoğrametrik rölöve yapıldığını, her katın fotoğraflarının bilgisayar ortamına aktarıldığını anlatarak, otelin de kurul kararı doğrultusunda eski binanın birebir aynısı olacak şekilde inşa edileceğini, binanın tarihi eser olmasının sebeplerini gerektiren her şeyin korunacağını vurguladı.

Binanın, üzerindeki bir rölyeften ya da bir işlemeden dolayı değil, yıllarca insanların hafızasında bir kütle olarak yer aldığı, farklı cam büyüklüklerine sahip olduğu ve Cumhuriyet'in ilk sanayi yapılarından biri olduğu için tarihi eser ilan edildiğine dikkati çeken İba, sözlerine şöyle devam etti:

“Yıkıp yeniden yapıldığı zaman bunun aynısını yapmak çok kolay. Üzerinde bir el işçiliği yok, sıva ve boya. Sıradan bir bina. Özelliği olan bir bina değil. İnsanlar Dolmabahçe Sarayı yıkılmış gibi davranıyorlar, işin içini bilmedikleri için konuşuyorlar. Yıkmadan yapılabilseydi elbette öyle yapardık ama teknik olarak mümkün değildi. Otel, eski binanın birebir aynısı, kütlesi ve yüksekliği kadar olacak. Biz içinde oynayacağız. Farklılık içinde olacak, binanın içinde yaptıklarımızla farklı olacağız. Kurul kararı da binanın bir kütle olarak korunması ve galerinin korunması doğrultusunda.”

Aziz İba, çalışmaya başlamadan önce hazırlatılan trafik raporunda 430 araçlık bir otopark ihtiyacı ortaya çıktığını belirterek, bu nedenle otelin 4 zemin katının otopark olacağını bildirdi. Otelin yerin 7 kat altında, 7 kat üstünde toplam 14 kat olacağı bilgisini veren İba, “Aslında işin parasal olarak en fazla tutacak yönlerinden birisi de o kadar inmek. Biz burada farklı bir şey, Türkiye'de yapılmamış bir otel olmasını istedik” dedi. İba, otelin işletmesini yabancı bir grubun yapacağını ve görüşmelerin sürdüğünü ifade ederek, sözleşmenin 2-3 ay içinde imzalanacağını söyledi.

Otel alanı içindeki tescilli tarihi eser ağaçların da korunacağını belirten İba, “Onlar bizim için otelden daha kıymetli” diye konuştu.

Aziz İba, otelin 7 yıldızlı olacağını, Türkiye'de kimsenin kullanmadığı kalitede malzeme kullanılacağını kaydederek, “Boğaz'da şu lokasyonda çok fazla yer yok. Bizim yerimiz denize sıfır olan binalardan çok daha iyi durumda” dedi.

İba, Deniz Müzesi'nin yeni projesi ile odalarının yüzde 85'inin deniz görür hale geldiğini bildirdi. Basında, “otelin akvaryum otel şeklinde inşa edildiği yönünde haberler” yer aldığını anımsatan İba, “Akvaryum otel olmayacak. Muhakkak akvaryumlar olacak ama camdan bakınca denizin dibini göremeyeceksiniz” diye konuştu.

Otelin 2012 yılının ilk aylarında tamamlanmasının planlandığını belirten İba, bugüne kadar yapılan çalışmalar hakkında şu bilgileri verdi:

“Bugüne kadar dışarıdan gelecek suyu kesmek için arsanın çevresini diyafram duvarla çevirdik. Deniz taraflarında 50 metre, diğer yerlerde 40 metre yerin altına doğru duvarlar yapıldı ve 7-8 metre ana kayaya soketlendi. Şimdi kazıklar çakılacak. Binayı üstten alta doğru yapacağız. Önce bir katın betonu dökülecek, betonda kısmi boşluklar bırakılacak, sonraki aşamada bu boşluklardan aşağıya inilecek, toprak çıkarılacak ve bir katın daha betonu dökülecek. Yeni betonda da yine kısmi boşluklar bırakılacak, bu boşluklardan alt katın toprağı çıkarılacak ve bir beton daha dökülecek. En alt katın zemin betonu da döküldükten sonra eksik kalan yerleri tamamlayarak zemine çıkacağız. Türkiye'de bu büyüklükte bu şekilde yapılan bir başka otel yok.”

Projesi Piramit Mimarlık'tan Turgut Toydemir, statiği İrfan Balioğlu tarafından yapılan otelin kaba inşaatının 50 milyon dolara mal olacağını bildiren Aziz İba, otelin tamamlanmış halinin maliyetinin anlaşılacak grupla alakalı olduğunu söyledi. İba, depreme dayanıklı inşa edilen otelin ana kayaya soketlendiğini anımsatarak, “Dolayısıyla deniz kenarında olmamız zeminin gevşek olduğu manasına gelmez, İstanbul'da bir deprem olursa, otelimiz en güvenli yerlerden birisi olacak” dedi.
Hürriyet, 25.06.2009

AMASYA EVLERİ TEHLİKE ATLATTI

 

Tarihi Amasya Evleri yangın tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. 1915’te büyük bir yangın geçiren evlerin bulunduğu bölgede 6 gün üst üste yangın çıktı. Amasya evlerinin arkasındaki?kurumuş otların her gün tutuşması Hatuniye Mahallesi sakinlerinin ve çevredeki turizmcileri korkuttu.?

411’i koruma altında olmasına karşın yangına karşı yetkililerin önlem almaması ise tepkilere yol açtı. Mahalle sakinleri tepkilerini, “Evlerimiz tamamen yanınca mı önlem alınacak” diye dile getirdi.

Cumhuriyet, 25.06.2009

"UNESCO'NUN RAPORU SON 4 YILIN EN İYİSİ

 

İstanbul Sit Alanları Yönetimi Başkanı İlhan Sarı, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) İstanbul ile ilgili son raporunun geçmiş 4 yıla göre en olumlu rapor olduğunu belirterek, "Dünyada tehlike altındaki ülkelerin yer aldığı bir listede herhalde hiçbirimiz olmak istemeyiz" dedi.

 

Sarı, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın geleneksel "Çarşamba Buluşmaları"na katılarak, "İstanbul'un Sit Alanlarında Alan Yönetimi" hakkında bilgi verdi.

 

UNESCO ile yaptıkları toplantılarda, İstanbul'un yönetim planını ilgili kanun ve yönetmelik çerçevesinde yapacaklarını, onlar (UNESCO) için yapmayacaklarını dile getirdiklerini belirten Sarı, "Bu işi kendimiz için yapmamız lazım" dedi.

 

Kültür varlıklarına yaklaşım açısından durumun iç açıcı olmadığını dile getiren Sarı, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Yönetim planı yapılacak sınırların netleşmesi lazım. İlgili üniversiteler temsilcilerini atadı, alan yönetimi danışma kurulları oluşturuldu, alan yönetimi yasal olarak çalışmalara başladı. Bizim en önemli 3 ilkemiz oluştu. Kesinlikle doğayı korumak sorumluluğumuz var. Bu bizim birinci ilkemiz. İkinci ilkemiz; ne yaparsak yapalım kesinlikle kanuni olmak zorunluluğumuz var. Ne yaparsak yapalım kültürel olmak zorunluluğumuz var, bu da üçüncü ilkemiz. Bir kültür kurumuyuz sonuç itibariyle."

 

Alan yönetiminin bütün alt yapısını İstanbul Büyükşehir Belediyesinin karşıladığını ifade eden Sarı, partiler üstü çalışma yapacak alan yönetiminin yasal hale dönüştürülmesinin, sınırlarının netleştirilmesiyle mümkün olduğunu belirtti.

 

"UNESCO'nun İstanbul ile ilgili son yayınladığı rapor, geçmiş 4 yıla göre en olumlu rapordur. Dünyada tehlike altındaki ülkelerin yer aldığı bir listede herhalde hiçbirimiz olmak istemeyiz" diyen Sarı, şöyle devam etti:

"Bu listedeki ülkelerin nerede olduğunu birçok insan bilemez. Diğer ülkelerden niye hiçbiri bu tehlike altındaki listede yok. Venedik Katedrali'nin içine paslanmaz çelikten asansör ve tuvalet yapıldığını ben gördüm. 12. yüzyıl eseri, aynısı Molla Zeyrek Camisi. Böyle bir şeyi biz hayal edebilir miyiz? Bir şeyleri görmemiz lazım."

 

Danışma kurullarının ve alan sınırlarının oluşturulduğunu hatırlatan Sarı, "Yarımadadaki tarihi sit alanının tamamına artık kimsenin karışmaması lazım. Peki ne oluyor? Topkapı Sarayı'nda çalışmalar, yeni yeni kimlik arayışları... Hanlar bölgesi Süleymaniye'de yeni yeni binalar yakılıyor. Her gün bir iki evi daha, kültür varlığını daha kaybediyoruz" diye konuştu.

Dünya, 25.06.2009

ZEUGMA'DA KAZILAR YENİDEN BAŞLADI

 

Nizip'te bulunan Zeugma Antik Kenti'nde kazı ve kurtarma çalışmaları tekrar başladı.

 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay, Mart ayında başlayan ve yaklaşık iki ay devam ettikten sonra ara verilen kazı çalışmalarının bugün tekrar başladığını ve Eylül ayına kadar devam edeceğini açıkladı. Bu yılki kazı çalışmalarının 2007 yılında ortaya çıkan Muzalar Evleri Villası ile yine buranın en önemli eski kutsal birimlerinden olan Belkıs tepede gerçekleştirileceğini kaydeden Görkay, Dianosos ve Diane evlerinde de restorasyon ve konservasyon çalışmalarının devam edeceğini ifade etti. Çalışmaların 60 kişilik ekiple devam edeceğini belirten Görkay, kazıya Türkiye'deki birçok üniversiteden öğretim görevlileri ile Amerika, İngiltere ve Almanya'dan araştırmacıların katıldığını söyledi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 25.06.2009

ENEZ'DEKİ 'SINIR UYGARLIĞI'MIZ: AİNOS





Ülkemiz için “Edirne’den Kars’a” derken sadece sınır kentlerimizi anmayız. Edirne, antik Hadrianopolis olarak Anadolu’yu Balkanlar’la, Kars da yüce kalesiyle Kafkasya’yla buluşturur. Bu derinliğin doğal sınırları olan Meriç’i Yunanistan’la, Arpaçay’ı da Ermenistan’la paylaşırken çağlar boyu aynı sularla yaşayan antik Ainos ile Ani’nin “Türkiye güvencesinde” olmaları anlamlı değil midir?

“Misak-ı Milli” sınırlarımızın, bin yılların yaşanmışlıklarıyla kucaklaşması, “Cumhuriyetin temeli kültürdür” diyen Atatürk’ün efsanevi “tarih bilinci”ni kanıtlar... Şimdi ise o muhteşem atalarımızın “sınır bekçilerimiz” yaptığı uygarlık köklerimizi barajlara kurban ediyor; hatta apartmanlarla boğan planlara “koruma amaçlı”! diyebiliyoruz, hele ki Enez’de...

Adını onurla sürdürdüğü Ainos’un, kaldırımlı mermer caddelerini, çılgın agorasını, lahitlerle donanmış nekropolünü, hatta 2 bin yıl öncesinin kent kanalizasyonunu ve her yerini... özensiz yapılarla dolduranlar, o parasız savaş yıllarında bile arkeolojiye kaynak ayırabilen bir ülkenin “çağdaş(!) yönetici”leri nasıl olabildiler? Antik yerleşimin “3 kızlar Sokağı”ndaki Şafiye (Çabuk) Teyze’nin evine girerek bahçesinde, “depo” yapılan tarihi “Roma Hamamı” kalıntısını inceliyoruz. 45 yıl önce “gelin” geldiğinde yıkanılıyormuş!..

Keşan’dan 1 saatlik yolculuğun sonunda Meriç Deltası’nı, Ege’yi ve “karşı kıyı”daki Dedeağaç’ı (Aleksandrapolis) aynı anda görünce, kuş cenneti lagün gölleri arasındaki Enez’e de varmış oluyorsunuz... Ya da 16. yüzyılda Piri Reis’in “Kitab-ı Bahriye”sindeki tanımla “iki limanlı” kente... Ainos’tan Meriç’e giren gemiler ta Bulgaristan’a kadar giderlermiş...

Geçmişin anıtsal tanığı “Ainos Kalesi”ne girdiğinizde ise 1456’dan 1965’teki depreme kadar “Fatih Camisi” olarak yaşatılan muhteşem “Ayasofya”yla karşılaşıyorsunuz. En ünlüsü “Hagios Gregorios Neokaiserias” olan 30’a yakın kilise, şapel, şarap mahzenleri ve mozaik döşemeli villa kalıntıları üzerlerindeki beton yığını “20. yüzyıly” yapılarının arasından “buradayız” diyorlar...

Yaklaşık 3500 nüfuslu kentin yeni Belediye Başkanı Ahmet Çayır, 1. Derece Arkeolojik Sit’teki 800 kadar yapı sahibinin “taşınma”ya çoktan razı olduklarını belirterek diyor ki: “Hem Ainos’u bakımlı bir ören yeri olarak yaşatacak, hem de Enezlilerin çağdaş kent ortamına kavuşmalarını sağlayacak yeni bir yerleşim projesi en büyük hayalim...”

‘Tarih’sel proje
Bu kutlanacak “hayal”, hani şu sadece rant yaratmak için yaygınlaşan “kentsel dönüşüm” uygulamalarında talana değil, uygarlığa hizmet edecek bir örneğe dönüşemez mi?

Bahçeli evlerden oluşan, sokakları, meydancıkları, pazar yerleri, parkları ve sosyal, kültürel mekanlarıyla en çok 1000 konutluk kimlikli bir yeni yerleşme neden kurulamasın?

Hatta belediye, kaymakamlık, okul, kültür merkezi vb. yapılar Ainos’ta kalarak tarih ve çağdaşlık birlikte yaşanabilir. Dahası bir de müze yapılarak sayısız buluntunun Edirne’ye taşınması ya da ortalıkta kalması önlenebilir. Böylece Ainos beton işgalcilerinden arınarak Türkiye’nin Yunanistan sınırındaki bir tarih ve turizm merkezi olabilir. Enezliler de böylesi bir beraberliğin maddi ve manevi katkılarıyla kuşaktan kuşağa esenliğe kavuşabilirler...

Yeter ki TOKİ, olur olmaz her yere kimliksiz kulelerini sıralamak yerine, “kültür”e duyarlı “kentsel yenileme” projelerini benimsesin…

Atatürk’ün ilgisi
Ainos’un “üretken” tarihini Prof.Dr. Sait Başaran yönetimindeki kazılar aydınlatıyor. Sayısız sanat ürününden özellikle “Doğuran Kadın” heykelciğindeki “acının gururunu gülümseyerek yaşayan” yüz ifadesi, çağlar öncesinin mucizevi becerisini kanıtlıyor...

Enez’e “Trak”lardan sonra MÖ 7. yüzyılda Aioller, sonra Midilli Adası’ndaki Mytileneliler yerleşmiş. Bizans’ın Prenslik merkeziymiş. Fatih’in kaptanı Has Yunus Bey’in almasıyla da 1456’da Osmanlı’nın liman kenti olmuş...

Aynı limanda 1983’e dek “gümrük” varmış ve Yunanistan’a çeltikle, balık ihraç edilirmiş. Belediye başkanı diyor ki: “Bugün de turizm limanı olur; çünkü Dedeağaç feribotla sadece 10 dakika...”

Enez’in Cumhuriyet dönemi serüveni ise eğer dili olsaydı “hayatım roman” diyebileceği türden... 1924’teki mübadelede 8 Roman, 10 Türk aile kalınca, Atatürk’ün isteği üzerine dönemin pehlivan ağası Bekir Kara işçileriyle birlikte buraya taşınır. Malikanesi şimdi adını taşıyan cadde üzerinde...

Kente 1951’de Bulgaristan’dan gelen 60 aile arasında ise belediye başkanının büyükleri de var. Türklerin özellikle Romanlarla yaşattıkları “hemşerilik” bilinci, aydınlık bir kent kültürüyle huzur veriyor...

‘Üniversite’den beklenen
Başkanın gönüllü yardımcılarından mimar Sedat Kuru, önceki yıl “kültür ve turizm bölgesi” ilan edilen yörenin doğasını ve tarihini koruyarak turizmle buluşması için, yatak sayısına değil, “çevre”ye öncelik veren “dikkatli” bir planlama gerektiğini belirtiyor.

1980’lerde imara açıldıktan sonra 4 bin yazlık konutun yapıldığı “Kışlaaltı”ndaki birkaç motelden birini işleten Sait Balcı da şunu anımsatıyor: “Buraya adını veren tarihi yapı, bir ara kışla olarak kullanılsa da Osmanlı’nın yegane deniz kervansarayı. Tekneler Platin Dere’den girerek kervansaraya yanaşıp deve kervanlarına aktarılacak yüklerini boşaltırlarmış. İki katlı yapının altında geleneksel pazar yeri, üstte konaklama odaları öngören proje ise yıllardır bekliyor...”

Aynı kıyıdan “sosyal tesisler”iyle yararlanan İstanbul ile Trakya üniversiteleri, bu projeyi uygulayarak Enez’e armağan edemezler mi?

Türkiye’deki çeltik tarlalarının yüzde 40’ının bulunduğu Meriç Deltası’daki Tuz Gölü, Pesa Gölü ve Gala Gölü’nün arasında sınırımızı beklediği için 1953’te ilçe yapılarak belediyeye kavuşan Enez’den “dayanışma” sözü vererek ayrıldık. Aynı göllerin armağanı eşsiz lezzetteki yılan balıklarının bile ta Meksika Körfezi’nden okyanus aşıp gelerek üremek için Ainos’a sığındıklarını da öğrenerek...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 25.06.2009

HALİÇ-SÜLEYMANİYE TABLOSUNA 1 MİLYON 385 BİN STERLİN

 

Müzayede evi Sotheby's tarafından dün akşam Londra'da düzenlenen 'Empresyonist ve Modern Sanat' başlıklı açık arttırmada Fransız ressam Paul Signac'ın "Haliç. Süleymaniye" adlı tuval üzerine yağlı boya tablosu, 1 milyon 385 bin 250 sterline yeni sahibini buldu.

Avrupalı bir koleksiyonerin Sothebys'e getirdiği tablo açıkarttırmaya 900 bin sterline sunuldu. Tabloyu açık arttırmaya telefonla katılarak alan kişinin adı açıklanmadı.

Sabah, Haber. Perihan Korkmaz, 25.06.2009

TOPHANE'NİN HAZİN TARİHİ





Avrupa Kültür Başkentliğine hazırlanan İstanbul’da, son bir asırda büyük bir değişim ve gelişim yaşandı. Ancak değişimler, daha çok imar hareketleriyle kendini gösterdi ve İstanbul’un tarihi siluetinden gün geçtikçe uzaklaşıldı. Zira, şehrin ‘yeniden imarı’ sırasında, binlerce ecdad yadigarı yerle bir edildi. Bu felaketin zirveye ulaştığı yıllar ise 1935-60 arasında oldu. İstanbul’un yok edilen yitik mirasının peşine düşen İstanbul Kültür Tarihi Araştırmaları Merkezi Başkanı, Kültür Tarihi Uzmanı Süleyman Faruk Göncüoğlu, kültür varlıklarının nasıl yıkıldığını tarihi belgelerle gözler önüne seriyor.





Göncüoğlu, İstanbul’un fethiyle kurulan şehrin en eski sanayi semti Tophane’nin tarihini ve yol genişletme bahanesiyle yıkılışını ilk defa günyüzüne çıkmış fotoğraflarla bir kitapta topladı. Göncüoğlu, “Bir Semt-i Meşhur: Tophane” isimli kitapta, yeni araştırmacılara, şehri imar etmeye çalışanlara bir veri tabanı sunuyor.


Mütevazı bütçelerle ortaya emsalsiz eserler koymaya çalıştığını belirten Göncüoğlu, tarihi varlıklar konusunda yeterli duyarlılığın oluşmadığını söylüyor. Göncüoğlu şöyle diyor: “Kasımpaşa’nın, Fatih’in, Haliç ve semtlerinin tarihini üç ayrı kitapta topladık. Ama iki yıldır beklemede... Çünkü, bunları basacak yönetici ve sponsorların bunu anlayacak kapasitede olması gerekiyor. Kurumlar bunları basmaya tenezzül etmiyor.”





Çivilimanı Camii önce depo yapıldı, ardından yıkıldı


Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun anlattığına göre, fetihten sonra kurulan ve topçuların kışla bölgesi olan Tophane’nin birçok yapısı, 1956-59 yılları arasında yol açma çalışmaları sırasında yok edildi, meydanın önüne de gümrük binaları yapılarak Boğaziçi’yle irtibatı kesildi. Meydanı süsleyen saat kulesi bu yıkımdan kurtulmuş, ama bugün depo olarak kullanılıyor. Tophane semti içerisinde varlığı bilinip de bugüne ulaşmamış birçok tarihi yapı var. Sultan IV. Murad döneminde Mahmud Çavuş tarafından yaptırılan Çivililimanı (İzari Mehmed Efendi) Mescidi bunlardan biriydi. 1935 yılında kadro dışı bırakılıp depo yapılan mescid, 1956 yılında yol genişletilmesinde yıktırılmış.

 

Tophane Müşirlik Binaları arasındaki Kışla Camii’nin kapısına 1935 yılında kilit vurulmuş. Daha sonra da Müşirlik binası ile yerle bir edilmiş. 1590 yılında yapılan Sakabaşı Mescidi, 1936 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satılmış. Dizbariye Yusuf Efendi Camii, 1935 yılında çıkarılan kanunla terk edilmiş, yıktırılana kadar ibadete kapalı tutulmuş.


Bölgedeki topların bazıları, Sultan II. Abdülhamid Han tarafından Yıldız Sarayı’nda müze yaptırılarak koruma altına alınırken, birçoğu da işgal yıllarında İtalyanlara hurda niyetine satılmış.

Türkiye Gazetesi, 25.06.2009

TARİHİN EN ESKİ MÜZİK ALETİ

 

Almanya'da Ach vadisindeki bir mağarada en az 35 bin yıllık olduğu belirtilen bir kaval bulundu. Şimdiye kadar rastlanan bu en eski enstrüman, müzik geleneğinin ne kadar eski olduğunu gösterdi. Fildişinden yapılma 12 parçalık kavalın yüzeyi ve yapısının mükemmel durumda olması dikkat çekti.

 

5 delik ve 4 ince çizgi bulunan kavalın bir ucunda da 'V' şeklinde girinti gözlendi. Girintinin ağızlık olduğu tahmin ediliyor.

Zaman, 25.06.2009

SÜRYANİLER MOR GABRİEL İÇİN AİHM'NE BAŞVURMAYA HAZIRLANIYOR





Süryanilerin merkezi konumundaki 1600 yıllık Deyrulumur/Mor Gabriel Manastırı aleyhine hazinenin açtığı kadastro tespitine itiraz davası ile manastırın orman alanına ilişkin kadastro tespitine itiraz davasının karar duruşması dün görüldü.

 

Midyat Adliyesi'nde yoğun güvenlik önlemleri altında gerçekleşen duruşmaya yurt içi ve yurt dışından çok sayıda parlamenter ve temsilci katıldı.

 

Süryani Avukat Rudi Sümer'in manastırı savunduğu duruşmaya Süryani Asıllı İsveç Sosyal Demokrat Parti Milletvekili Yılmaz Kerimo ve Anne Ludvigson ile Sosyal Demokrat Parti temsilcileri Yekbun Alp, Evin Çetin, Alman Büyükelçiliği temsilcisi Katrin Bucholz, AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu Siyasi Danışmanı Sema Kılıçer ve DTP Batman milletvekili Ayla Akat Ata katıldı.

 

Maliye hazinesinin Mor Gabriel Manastırı Vakfı aleyhinde 12 parsel için açmış olduğu dava sonuçlandı.

 

Midyat Kadastro Mahkemesi'nde görülen 2009/11 esas sayılı davanın 5. duruşmasında karar Mor Gabriel'in lehine karar oldu.

 

Maliye hazinesinin Midyat Süryani (Deyrulumur) Mor Gabriel Manastırı Vakfı aleyhinde 12 parsel için açmış olduğu dava sonuçlandı.

 

Bu dava Mor Gabriel Manastırı lehine neticelendi. Toplamda 244 dönümlük arazi mor Gabriel'in tesciline karar verildi. Hukuki süreç henüz bitmiş değil, yargıtay yolu açık olmak üzere karar verildi.

 

Mor Gabriel Manastırı Vakfı'nın hazine ve orman idaresi aleyhinde açmış olduğu orman arazisi davası Manastır aleyhine karar çıktı. Mor Gabriel Manastırı duvarının kapsamı içinde kalan 276 dönüm ile manastırın dışında kalan 60 dönümlük arazilerin Mor Gabriel Deyrulumur Manastırı adına tescili istemi ile Midyat Kadastro Mahkemesinde dava açtı.

 

Karar duruşmasında mahkeme davanın reddine kara vererek dava konusu edilen ve manastır duvarı dışında bulunan 60 dönümlük arazi ile duvarın içinde yer alan 276 dönümlük arazinin orman vasfı ile davalı hazine adına tesciline karar verildi.

 

Yine orman davasıyla bağlantılı olarak Midyat sulh ceza mahkemesinde görülen 2008/251 sayılı dava dosyası orman davası ile bağlantılı olduğu için 30 Eylül 2009'a ertelendi.

 

Bu davada orman idaresinin Mor Gabriel manastırı vakfının açmış olduğu kadastro itiraz davasının sonucu bekleniyor.

 

İsveç Sosyal Demokrat Parti Milletvekili Yılmaz Kerimo şöyle dedi:

"1600 Yıllık Mor Gabriel Manastırı Süryanilerin malı değil Türkiye'nin malıdır. Süryaniler Türkiye'nin bir parçasıdır. 1937 yılından bugüne kadar manastır bu topraklar için vergi veriyor. Şimdiye kadar ormanlık değildi şimdi mi ormanlık oldu. Bu vakıf malıdır vakıfta Türkiye'nin malıdır. Taşınacak bir mal değildir ve satılmayacaktır da. Türkiye'nin bu davaya sahip çıkması gerekirken maalesef halen bunun farkında değil, bunu anlamış değilim. Mahkeme sonuçlandı. Mahkeme tarafından kabul görmeyen ve aleyhimize sonuçlanan kararlar bizim nezdimizde daha bitmemiştir. Yargı yolu açıktır, AHİM'ye gideceğiz."

 

Süryani Avukat Rudi Sümer, "Midyat Süryani Mor Gabriel Manastırı aleyhinde sonuçlanan kadastro tespitine itiraz davaları temyiz yoluna götürülecek tarafımızca. Kadastro mahkemesinde açtığımız Bu davalar manastır aleyhinde sonuçlandı. Söz konusu taşınmazların orman vasfıyla maliye hazinesi adına tesciline karar verilmiş oldu. Bu kararda da temyiz yolu açık olduğu için temyiz yoluna başvuracağız. Buradan gelecek sonucu bekleyeceğiz. Oradan istenilen netice elde edilmezse halinde dava AHİM' taşınacak" dedi.

Bianet, Haber: Mehmet Halis İş, 25.06.2009

"TARİHİ KÖŞK TURİZME KAZANDIRILMALI" ÇAĞRISI

 

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ali Osman Uysal, Ezine’ye bağlı Yeniköy yakınlarında bulunan tarihi köşke sahip çıkılması gerektiğini söyledi.

Uysal, "Kule tarzında inşa edilen köşkü, yıkılmadan günümüze kadar gelebilmiş. Osmanlı ordusunda Kaptan-ı Deryalık yapan Cezayirli Hasan Paşa’ya aitmiş. Yakınlarda hamam kalıntısı da bulunuyor. Buranın etraflıca kazılıp, turizme kazandırılması gerek" dedi.

Milliyet, 24.06.2009

DEFİNE AVCILARINA EK SÜRE





Giresun’un Bulancak İlçesi kırsalındaki 2 bin rakımlı yaylada, 2 aydır "Kırım Krallığı"na ait olduğu iddia edilen hazinenin izlerini süren ekibin çalışma süresi, 1 ay uzatıldı. Tarihi kalıntıların yanı sıra 90 ton altın bulunduğu tahmin edilen alanda 40 metre sondaj yapan kazı ekibi, 2 hafta içinde sonuç almayı planlıyor.


Kazı sorumlusu Turan Gögerçin, yaklaşık 2 aydır devam eden kazıda çok büyük aşama kaydettiklerini ancak Define Arama Yönetmeliği’nin ilgili maddeleri gereği yasal olan kazı sürelerinin 19 Haziran Cuma günü sona erdiğini söyledi.


Kazı programında planladıkları tüm aşamaları kaydettiklerini, tahmin ettikleri tarihsel izlere ulaştıklarını ifade eden Gögerçin, "çok büyük aşama kaydetmemize, gecemizi gündüzümüzü bu arazide geçirmemize karşın yasal süre içerisinde amacımıza ulaşamadık. Bunun üzerine, hava ve arazi şartlarının bizi engellediği çalışamadığımız günleri de hesaba koyarak ek süre talep ettik" dedi.


Taleplerini ilettikleri yetkili birimlerin, konuyu Kültür ve Turizm Bakanlığındaki yetkililerle paylaştıklarını, bunun üzerine kendilerini çok sevindiren süre uzatma kararının çıktığını anlatan Gögerçin, "bize resmi olarak 1 aylık ek süre verildi. Biz de bu sürenin başladığı dünden beri (23 Haziran) çalışmalarımızı kaldığımız yerden sürdürüyoruz" diye konuştu.


Sürenin uzatılmasında emeği geçen herkese teşekkür eden Gögerçin, şöyle devam etti:  "Kazı alanına çok büyük yatırım yaptık. Sondaj malzemesi, seyyar kompresör, jeneratör, yapay asansör, 13 kişilik ekibimizin yatacağı çadırlar ve malzemeler çıkardık. Çalışmaların sonlanmadan bitmesi, bu yatırımın boşa gitmesine neden olacaktı. Onun için alınan bu karar, hem bizim hem de burada olduğunu düşündüğümüz kültürel varlığın ortaya çıkarılması açısından ’tarihi’ öneme sahip."


Gögerçin, kazıda 1,5 metrekarelik alanda 40 metrelik derinliğe ulaştıklarını, iki hafta içerisinde sonuca ulaşmayı ve tarihi kalıntılar ile defineyi gün yüzüne çıkarmayı umduklarını dile getirerek, "biz başta çalışmalarımızı devlet gözetiminde ama sessiz sedasız yürütüyorduk, ama kazı yapıldığı haberi basın yayın organlarında yer alınca buraya olan ilgi arttı. Vatandaşlar da artık bizim sonuca ulaşmamızı, buradaki kültür varlığını açığa çıkarmamızı bekliyor. İnşallah beklentileri haklı çıkaracağız" dedi.


Tarihçiler, eski çağlarda, MÖ 1500’lü yıllarda bölgede "Kırım Krallığı"nın var olduğuna dair herhangi bir tarihsel bilgi olmadığını, bulunacağı iddia edilen tarihsel kalıntıların MÖ 8’inci yüzyılın ilk yarısına kadar Kafkasya’dan Karadeniz’in kuzeyine doğru uzanan alanda yaşayan atlı göçebe kavim "Kimmerler"e ait olabileceğini belirtiyor.
 

Define Arama Yönetmeliği, define aramak isteyenlerin, define arayacakları yerin bağlı olduğu mülki amire bir dilekçeyle müracaat etmelerini ve dilekçede arama amacının açıkça belirtilmesini şart koşuyor.


Bulunan definenin Maliye Bakanlığınca geçer akçe olarak değerinin tespit edilmesini öngören yönetmelik, define Hazineye ait arazide bulunmuşsa değerinin yüzde 50’sini çıkaran kişi olan aracıya verilmesini karara bağlıyor.


Bulancak’ta yapılan kazıda, yönetmelikte belirtilen devlet gözlemcileri de bulunuyor.

Radikal, 24.06.2009

VİYANA'NIN MÜZE MEYDANI VE İZLEYİCİLERİ - BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ

 

Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleştirilen Müze Konuşmaları seminerlerin sonuncusu geçtiğimiz Cuma günü Claudia Haas tarafından Viyana'daki Museum Quarter üzerine verildi. "Viyana'nın Müze Meydanı ve İzleyicileri - Bir Başarı Öyküsü" adlı seminer 18. yy'da "Imperial Stables" olarak görev yapan Barok tarzdaki binanın müzeler topluluğuna dönüşürken, farklı katılımcıların nasıl biraraya geldiği üzerineydi.




Museum Quartier Ön Cephesi


19 ve 20. yy'larda ticari fuarlara ve festivallere ev sahipliği yapan bina, yıprandığı gerekçesiyle koruma altına alındı. 1980'lerde Modern Sanat Müzesi'nin daha fazla yere ihtiyaç duymasıyla beraber, eski "Imperial Stables" binasının yeni kültürel merkez haline dönüştürülme çabaları başladı. 1990'lı yıllarda açılan mimari yarışmayı Ortner&Ortner firması kazandı ve projenin tamamlanması 10 yıl sürdü. 2001 yılında hizmete giren binanın, Barok tarzı cephesi korunmuş ve cephenin gerisine Modern Sanat Binası ve Leopold Müzesi inşa edilmişti.




MUMOK




Leopold Müzesi


Bugün Museum Quarter bünyesinde Leopold Müzesi, MUMOK (Modern Sanat Müzesi Ludwig Vakfı) ve KUNSTHALLE sergi alanı ile birlikte dans merkezi olan TanzQuartier, çeşitli yeni medya stüdyoları, çocuklar için tasarlanmış kültürel ve sanatsal imkanlarla beraber çeşitli kar amaçlı ya da kar amacı gütmeyen enstitüler bulunuyor.

 

Museum Quarter bünyesinde yer alan irili ufaklı enstitüler ve müzelerin farklı ziyaretçi kitlelerini biraraya getirmeye başlamasıyla, alışıldık müze ziyaretçilerinin yanı sıra aileler, çocuklar, gençler de Museum Quarter'ı ziyaret etmeye başladı. Müze ve çeşitli enstitüler dışında çeşitli restoran ve dükkanları ile, kamusal bir meydan da sağlayan Museum Quarter özellikle gençlerin ilgisini çekerek, şehir hayatını canlandırıyor.

Arkitera, Yazı: Betül Tuncer, 24.06.2009

TARİHİ KIZILAY PTT BİNASI OTEL Mİ OLACAK?





Ankara'nın tarihi Kızılay PTT binası otel mi olacak? SSK İş Hanı yıkılacak mı? Bu soruları, "Ankara'ya kötü görüntü yakışmıyor. Bütün eski başkanlar hatta Başbakan bile bundan sorumlu" diyen Çankaya'nın CHP'li Belediye Başkanı Tanık yanıtladı.

29 Mart Yerel Seçimleri'nde Ankara'nın en önemli ilçelerinden Çankaya'nın Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan CHP'li Bülent Tanık, Akşam Gazetesi'nin sorularını yanıtladı. Belediyedeki makam odasında bir araya geldiğimiz Tanık, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yapıcı ilişkiler kurduklarını, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile ilişkileri rayına oturtmak için girişimde bulunduklarını ve 'uzlaşmacı' bir anlayışı temel aldıklarını söyledi.

"Gökçek'le uzlaşmaya ve işin gereğini yapmaya yönelik çalışmamız oldu. Kavgacı değil, işbirliğini esas alan bir anlayışa sahibiz" diyen Tanık, Cumhurbaşkanı Gül ile yaptıkları görüşmeye ilişkin şunları söyledi:

"Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü ziyaret ettiğimde, bizi takdir ettiklerini söyledi. Bana, 'Çankaya Belediyesi'ndeki ekip yapısını diğer belediyelere örnek olacak bir şekilde oluşturmuşsunuz. Kent estetiği konusunda sizden beklentilerimiz var. Bu konuda da size her konuda destek olacağız dedi".

Yüksel Caddesi'nde çıkan olayların aslında bir rant kavgası olduğunu ve bunun siyasi kamuflaja büründürüldüğünü söyleyen Tanık, "Oralarda yozlaşma olarak tabir ettiğimiz, düşük düzeyli ve kayıt dışı ticari hegemonyanın kurulması nedeniyle bu tür çirkin olaylar yaşanıyor" diye konuştu.

Bazı merkezi bölgelerin, kasaba görüntüsünden daha kötü durumda olduğunu anlatan Tanık, "Bu görüntüler Ankara'ya yakışmıyor. Bunda benim, önceki başkanların, Başbakan'ın, hatta Cumhurbaşkanı'nın bile sorumluluğu bulunuyor" dedi. Tanık, bu gibi yerlerdeki esnafın durumunun da gözden geçirileceğini, Kızılay çevresindeki merkezlerde artık sıkı kontrol mekanizmasının işletileceğini belirtti.

Yaklaşık 30 yıldır, üst katında bir alışveriş merkezi bulunan Kızılay PTT binasıyla ilgili önerilere açık olduğunu söyleyen Tanık, Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, binanın otel yapılması fikrine tepki göstermesine katılmadığını söyledi. Tanık, "Bina satıldıktan sonra otel olacağı söylendi. Ankara'ya canlılık getirecekse ve otopark sorunu olmayacaksa neden olmasın? Geceleri karanlık kalan Kızılay'ı cazibe merkezi haline getirebilir" dedi. Tanık yine de tek seçeneğin otel olmadığını, Ankara'nın sembollerinden biri olan PTT binasının kültür merkezine dönüştürülebileceğini de anlattı.

"Çankaya'nIn, aşırı betonlaşma nedeniyle giderek çirkinleştiği, nefes alınamaz hale gelindiği" eleştirilerini ise Tanık şöyle yanıtladı: "Benim belediye başkanlığım döneminde bir karış yeşil alanın üzerine bile inşaat izni vermedik. Her semte, her bölgeye yeşil alanlar hedeflerimiz arasında. Halkımız çok yakında farklı bir anlayışı, yaşam kalitesinin yükseldiğini görecek."

Akşam, 24.06.2009

İLK KEZ BİR TÜRK, ÇAĞDAŞ SANAT MÜZAYEDESİ'NDE

 

Sotheby's, tarihinde ilk kez bir Türk sanatçının eserini Çağdaş Sanat Müzayedesi’ne dahil etti.

 

Cuma günü Londra’daki Sotheby’s Müzayede Evi’nde gerçekleştirilecek Uluslararası Çağdaş Sanat Müzayedesi’nde, Mubin Orhon’un isimsiz tablosu satışa sunuluyor. Sotheby’s, Mübin Orhon’un (1924-1981) isimsiz tablosunun 40 bin-60 bin sterlin değer aralığıyla satışa çıkarılacağını bildirdi. Sotheby’s direktörlerinden, Londra Uluslararası Çağdaş Sanat Gündüz Müzayedesi’nin Başkanı Isabelle Paagman, “Çağdaş Türk Sanat”ı Müzayedesi’nde mart ayında elde ettikleri başarıya dikkat çekerken, özellikle Mubin Orhon’un tablosunun 193 bin 250 sterlin gibi rekor bir fiyata satıldığını hatırlattı.

Milliyet, Haber: Nevsal Elevli, 24.06.2009

AHŞAP BİNALAR ALEV ALEV

 

 

Tarihi yarımadada son zamanlarda artan ahşap bina yangınları akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Geçtiğimiz hafta Fatih'te iki bina birden kül olurken, vatandaşlar yetkililerin ilgisizliğinden şikayet etti.

 

Fatih'te önceki gün alev alev yanan tarihi ahşap binanın ardından dün bir yapı daha kül oldu. Bina yangınla birlikte yerle bir olurken, vatandaşlar tüm uyarılara rağmen binayı yıkmayan belediyeyi suçladı. Fatih Hacı Evhaddin mahallesinde kullanılmayan 3 katlı ahşap bir binanın yanmasının ardından dün de Atik Mustafa Paşa mahallesi Ahmet Rufai sokak üzerindeki 3 katlı tarihi ahşap binada belirlenemeyen bir nedenle yangın çıktı. Alevler kısa sürede bütün binayı sararken, yangın bitişikteki apartmanın çatısına sıçradı. Yangınla birlikte kendilerini dışarı atan bina sakinleri, söndürme çalışmasına gelen itfaiye ekipleriyle tartıştı. Kendi evlerinin yanmasından korkan vatandaşlar, itfaiyenin gerektiği gibi çalışmadığını ileri sürdü. Yangına müdahalede Fatih itfaiye grubu yetersiz kalınca, Şişli, Bayrampaşa ve Eyüp itfaiyesinden yardım istendi. Olay yerinden yükselen dumanlar Haliç Köprüsü'nden geçen sürücüler tarafından da görüldü.

Mahalle sakinleri başta belediye olmak üzere birçok kuruma başvurmalarına rağmen binayla ilgili olarak işlem yapılmamasına tepki gösterdi. Kullanılamaz hale gelen bina bir süre sonra kısmen çöktü. Vatandaşlar Fatih'te bu şekilde yüzlerce eski bina bulunduğunu ve yıkımına izin verilmediğinden çevre sakinleri için büyük tehlike oluşturduğunu belirtti. Bu tip binaların madde bağımlıları ya da kötü niyetli kişilerce özellikle yakıldığını iddia eden vatandaşlar, bu konuda yetkililerin ilgisizliğinden de akındılar.

Sabah, Haber: Erdoğan Yapık, 24.06.2009

İSTANBUL DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NDEN ÇIKABİLİR





UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin önünde, İstanbul’daki uygulamaları yerden yere vuran bir rapor var.?Raporda özellikle Sulukule, Four Seasons inşaatı, Haliç’teki metro inşaatı eleştiriliyor.

 

İspanya’nın Sevilla kentinde halen devam eden UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin genel toplantısında görüşülen Dünya Kültür Mirası taslak raporunda; Sulukule, Osmanlı döneminden kalma ahşap binaların korunması, Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli’ndeki ek inşaat, Haliç’teki metro köprüsü inşaatı ve İstanbul’un trafik mastır planı gibi uygulamaların İstanbul’un kültür mirasını tehdit ettiği değerlendirmesine yer verilerek, bu uygulamalardan dolayı Hükümet’e ağır eleştiriler yöneltildi.


2009 yılı Nisan ayında İstanbul’a gelerek incelemelerde bulunan UNESCO heyetinin gözlemlerine yer verilen raporun, 30 Haziran’a kadar sürecek olan toplantının sonunda kabul edilmesi durumunda İstanbul’un UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinden çıkarılması riski ortaya çıkacak. Sulukule Platformu sözcülerinden Viki Çiprut’a göre ise en iyimser senaryoyla heyet, gerekli düzenlemeleri yapması için Hükümet’e bir yıl daha ek süre verebilir. 

Özellikle Sulukule ile ilgili olarak “tescilli binaların yıkılmasının yanı sıra yerel yöneticiler tarafından uygulanan soylulaştırma programı sonucu yerel toplulukların dağıtıldığı ve bölgenin somut ve somut olmayan değerlerinin kabul edilemez bir şekilde yok edildiği” tespitinde bulunan UNESCO heyeti, önceki yıllarda incelemelerde bulunan UNESCO heyetlerinin Hükümet’e sundukları inceleme raporlarının da dikkate alınmadığını belirtiyor.


Heyet raporunda özellikle, tarihi alanların yenilenmesi konusunda çıkarılan 5366 Sayılı Yasa’nın, koruma değil aksine yıkımlara ve tarihi değerlerin yok edilmesine yol açtığı açıkça belirtiliyor ve daha önceki raporlarda olduğu gibi bu yasanın değiştirilmesi tavsiye ediliyor.


UNESCO’nun taslak raporunda İstanbul’un kültürel mirasını tehdit eden uygulamaların her birine ayrı bir başlık açılarak yer verildi. Raporda özetle şu başlıklar yer aldı: 

Heyet, İstanbul için hazırlanan trafik mastır planının uygulanması durumunda bunun tarihi yarımada üzerinde yaratacağı olumsuz etkilerden duyduğu kaygıyı dile getiriyor. Özellikle de Boğaz’dan geçecek olan ve Harem’le Kumkapı’yı birleştirmesi düşünülen tünelin, Sultanahmet’in hemen batısından geçeceği için tarihi yarımadanın kalbine ve Boğaz’ın doğu yakasına şüphesiz bir biçimde çok ağır bir trafik yükü getireceği belirtiliyor. Heyet, bu nedenlerden dolayı Hükümet’ten bu planın uygulamaya sokulmadan önce bağımsız bir çevre değerlendirme raporunun hazırlanmasını istiyor.   


“İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, Sultanahmet’te arkeolojik kalıntılar üstüne yapılan Four Seasons Oteli’nin ek binasının inşaat ruhsatını iptal etti. Ancak bu karar nedeniyle tarihi kalıntılar üzerinde yapılan tüm arkeolojik çalışmalar ve koruma çalışmaları da durdu. Bu nedenle bu önemli arkeolojik kalıntılar, uzun süre kötü hava koşullarına maruz kalma ihtimallerinden dolayı hala risk altında bulunmaktadır.”  

 

“Heyet, Haliç’te yapılması düşünülen ve görsel hali çoktan belirlenmiş olan yeni metro köprüsü inşaatının yüksek kuleli ve asma köprü yapısının, üzerine inşa edilmesi düşünülen toprağın, buradaki binalar ve özellikle de Süleymaniye Camii üzerinde belirgin biçimde olumsuz ve kötü etkilerinin olacağı kaygısını taşıyor. Heyet, hükümeti bu projeden vazgeçmesi ya da alternatif başka öneriler geliştirmesi yönünde uyarıyor.” 


Heyet, İstanbul’daki Osmanlı döneminden kalma eski ahşap binaların tehlikede olduğuna dikkat çekiyor. Bu evlerin büyük bölümünün boş kaldığına dikkat çeken heyet, “Ancak bu evlerin korunmasına yönelik herhangi bütünlüklü bir koruma planı ya da rehabilitasyon programı bulunmamaktadır. Hükümet’i bu yönde uyarıyoruz” diyor.


Rapor, 5366 Sayılı Yasa’nın özellikle Sulukule’de yol açtığı sonuçların ne kadar yıkıcı olabileceğini kanıtladığını vurguluyor. Raporun Sulukule’yle ilgili bölümünde şöyle deniyor:
“Heyet, buradaki tescilli binaların yıkılmasının yanı sıra yerel yöneticiler tarafından uygulanan soylulaştırma programı sonucu yerel toplulukların dağıtıldığını ve bölgenin somut ve somut olmayan değerlerinin kabul edilemez bir şekilde yok edildiğini tespit etti. (...) Fatih Belediyesi şimdi 5366 Sayılı Kanun’un çerçevesinde bu bölge için bir imar planı sundu. (...)
Misyona gönderilen taslaktan Deniz Surları’ndaki evlerin yıkılacağı ve Bulgar piskoposunun eski sarayını çevreleyen duvarların önüne şaşaalı bir merdiven inşa edileceği anlaşılmıştır.
Bu bir koruma projesi değil imara açmadır ve önceki heyetlerin de tavsiye ettiği üzere, bu proje buradaki şahsi mal sahiplerinin yararına da değildir.” 

“Tarihi yarımadadaki önemli altyapı projeleri ile kent topraklarını kullanıma açmaya odaklanan ve dolayısıyla Dünya Mirası Listesi’ndeki önemli bölgeler için uygun olmayan kentsel yenileme projeleri hakkındaki kaygı devam etmektedir.


Heyet, 2006 ve 2008 heyetlerinin tavsiyelerini tekrarlayarak, bu türden tüm projelerin, yeniden inşa etmek veya yeni bina yapmak yerine mevcut tarihi yapıların korunmasına saygı göstermesi gerektiğini belirtir.


5366 sayılı, ‘Yıpranan tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması hakkında kanun’ çerçevesinde önerilen kentsel yenileme projelerinde önemli hiçbir değişiklik yapılmadığı görülmüştür. Bu projeler bir dünya miras varlığı ile bağdaşacak koruma planlarını içerecek şekilde düzeltilmemişlerdir.


Böylece, 5366 Sayılı Kanun’un tatbikatta uygulanması, Dünya Miras Listesi’nin önemli bölgelerinin varlığı ve bütünlüğü için önemli bir potansiyel tehdit oluşturmaktadır.”

Milliyet, Haber: İpek Yezdani, 24.06.2009


******


GÜNAY: İSTANBUL, "TEHLİKE ALTINDAKİLER" LİSTESİNE ALINABİLİR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul’un UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılması riskinin ortaya çıkmasıyla ilgili olarak, “İstanbul listeden çıkmayacak. Yalnız bu listeden ‘tehlike altındaki dünya mirası’ listesine alınma ihtimali var” dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Milliyet’in dün manşetten “İstanbul’a acı rapor” başlığıyla verdiği habere konu olan, UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin, İstanbul’daki kültür mirasının korunamamasına ilişkin yoğun eleştirilerinin yer aldığı taslak raporuyla ilgili olarak CNN Türk’ün sorularını cevapladı. Bakan Günay, İstanbul’un Dünya Kültür Mirası listesinden çıkmayacağını belirterek, “Tehlike altındaki dünya mirası listesine alınma ihtimali var. Bu da ‘Her şey güllük gülistanlık değil, bu miras tehlike altında’ anlamına geliyor. Eğer bu listeye alınırsa İstanbul’a SOS kapsamında daha acil yardımlar gelecek. Ancak ben tehlike altındakiler listesine alınmasından yana değilim” dedi. 

Günay, Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli’nin ek inşaatının durdurulmasıyla ilgili olarak da, “Rapor diyor ki; yargı otel inşaatını durdurdu ama orada 15 dönümlük bir arkeolojik alan vardı o alandaki çalışma da durduruldu. Ben de bunu söylüyorum zaten. Yargı; evet burada o otel inşaatını durdurun, ama burada bir de arkeolojik çalışma yapılıyordu, onu neden durdurdun? UNESCO da bunu söylüyor. UNESCO ile bizim bakış açımızda yer yer benzerlikler var. İstanbul’da yapılan bazı düzenlemelere ben de tereddütle yaklaşıyorum, UNESCO da öyle. Benim ve hükümetin bakış açısıyla UNESCO arasında ciddi bir ayrım yok. Ama UNESCO şunu söylüyor; İstanbul çok değerlidir, ama bu değerine uygun bir yenileme yapmakta gecikiyorsunuz” diye konuştu.

İstanbul İl Kültür Turizm Müdürü ve aynı zamanda 2010 Ajansı Yürütme Kurulu Başkan Vekili Prof.Dr. Ahmet Emre Bilgili, UNESCO raporunda bahsi geçen konuların, UNESCO istediği için değil kültür mirasına sahip çıkmak için dikkate alınması gerektiğini söyledi.

Milliyet, 25.06.2009

TARİHİ KÖPRÜYE RESTORASYON

 

Kırıkkale’nin Keskin İlçesi'ndeki tarihi Çeşnigir Köprüsü, restorasyon çalışmalarına başlanmak üzere araç ve yaya trafiğine kapatıldı.

Edinilen bilgiye göre, ilk olarak 13. yüzyılda yapıldıktan sonra Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Mimar Sinan tarafından yeniden inşa edilen Köprüköy beldesi yakınındaki Çeşnigir Köprüsü onarılıyor.

Zaman zaman Kapulukaya Barajı’ndan tahliye edilen suyun altında kalan ve ağır tonajlı araçların geçişiyle ana kemer taşları düşmeye başlayan köprüyü kurtarmak için harekete geçen Karayolları Genel Müdürlüğü, 2007 yılında ilk ölçümleri yaptıktan sonra şimdi de restorasyonu yapacak firma, köprüyü araç ve yaya trafiğine kapatarak restorasyon çalışmalarına başladı.

Ağustos ayına kadar su tutularak, köprünün temel ve ayaklarından başlamak üzere platform ve iskeleler kurulacağı daha sonra köprünün çimento kullanılmadan orijinalına uygun şekilde onarılacağı öğrenildi.

Köprüköy Belediye Başkanı Hasan Taşpınar yaptığı açıklamada, 13. yüzyılda inşa edilen ve İpek yolu güzergahında bulunan köprünün kurtarılması için sürekli girişimlerde bulunduğunu söyledi.

Nihayet başlayan restorasyon çalışmasının iki yıl süreciğini anlatan Taşpınar, "Fizibilite raporları hazırlanmış ve çalışmalara tecrübeli bir firma ile başlanmıştır. Belediye olarak çalışmaya destek vermeye hazırız" dedi.

Hürriyet Ankara, 24.06.2009

PERRE ANTİK KENTİ'NDE GÜZ DÖNEMİ KAZISI YAPILACAK





Kommagene uygarlığının 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti'nde bu yıl kazı çalışmaları güz dönemimde yapılacak.

 

2001 yılından bugüne Adıyaman Valiliği, Müze Müdürlüğü ve Özel İdare destekleriyle yapılan çalışmalarda 50 dönümlük alanda kazı çalışmaları yapıldı. 400 dekar üzerine kurulu Perre Antik Kenti’ndeki çalışmalara bu yıl 100 bin TL ödenek ayrıldı.

 

Kommagene Uygarlığı’nın 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti’ndeki kaya mezarlarının, o dönem insanlarının sosyal yapılarını ortaya çıkarmakla birlikte antik kentte zenginlere ayrı fakirlere ayrı mezarların yapıldığını da ortaya çıkarıyor. Perre Antik Kenti’nde bugüne kadar devam eden kazılarda, çok sayıda arkeolojik eser ortaya çıkarıldı.

 

Bölgenin kuzeydoğusunda yapılan kazı çalışmalarında 44 galeri açıldı ve bu galerilerde çok sayıda eser ve mezar bulundu. Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan geçtiğimiz yıla kadar her bahar ve güz döneminde yapılan Perre Antik Kenti nekropol alanındaki kazı çalışmalarının bu yıl bahar döneminde yapılmayacağını ama güz döneminde yeniden kazı çalışmalarının yapılacağını bildirdi.

 

Her gün yüzlerce ziyaretçiye ev sahipliği yapan Perre Antik Kentinde incelemelerde bulunan Eraslan, güz döneminde 8. dönem kazılarını başlatacaklarını söyleyerek, kazı çalışmalarına Adıyaman Üniversitesi, Gaziantep Üniversitesi ve Dicle Üniversitesi öğretim görevlileri ve öğrencilerinin de katılacağını belirtti.

 

Eraslan, 2001 yılından bugüne Perre Antik Kentinde yapılan kazı çalışmalarında 44 galerinin açıldığını 300 lahit mezar, 40 oda mezar ve 200 üzerinde objenin de müzeye kazandırıldığını kaydetti.

Adıyaman Haber, 24.06.2009

AMASYA KALESİ'NDE KAZI YAPILACAK

 

Osmanlı, Selçuklu, Bizans ve Roma dönemlerinde savunma amaçlı kullanılan Amasya Kalesi, Yrd. Doç.Dr. Emine Dönmez ve ekibi tarafından kazılarak turizme kazandırılacak.


İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Emine Dönmez, yaklaşık 40 kişilik ekibi ile birlikte Amasya'nın ortasında bulunan Harşena Dağı üzerindeki Amasya Kalesi'nde uzun soluklu bir arkeolojik kazı yapacak.


İstanbul Üniversitesi, TÜBİTAK ve yerel kaynakların destekleyeceği kazı çalışmalarında Osmanlı, Selçuklu, Bizans ve Roma Dönemi eserlerinin ortaya çıkartılacağı kazı çalışmalarının yaklaşık 30 yıl gibi bir zamana yayılacağı öğrenilirken, bu kazı sayesinde Amasya Kalesi'nin ören yeri olarak turizme kazandırılacak ve yer altında kalan kültür varlıkları gün ışığına çıkartılacak.

Amasya Kent Haber, 24.06.2009

RESTORASYON ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

 

 

Sultan II. Beyazıt'ın annesi Gülbahar Hatun için 1484 yılında cami, medrese, imaret olarak yaptırdığı eserler arasında bulunan külliyenin restorasyon çalışmaları yüzde 99 oranında tamamlandı.


Tokat'ta, 'Meydan Çarşısı' olarak bilenen 'Gülbahar Hatun Külliyesi'nde restorasyon çalışmaları bitmek üzere. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2006 yılında onarıma alınan Gülbahar Hatun Külliyesi'nde yapım sırasında meydana gelen çökme nedeniyle proje revize edilmişti. Revize edilen proje ile yaklaşık 1 milyon 100 bin TL'ye restore edilecek tarihi mekan, yok olmaktan kurtarıldı. Tarihi mekanın dokusuna uygun olarak lokanta ve kafeterya olarak hizmet vermesi bekleniyor.

Tokat Kent Haber, 26.06.2009

SELÇUKLU ESERİ PİŞİRİCİ MESCİDİ VE KASTELİ KANALİZASYON SULARINDAN ZARAR GÖRÜYOR

 

Gaziantep'te su mimarisinin eşsiz örneklerinden Pişirici Mescidi ve Kasteli, çevresindeki tarihi evlerin kanalizasyon sularından zarar görüyor. Su giderleri kanalizasyona verilmeyen tarihi Antep evlerinin lağım sularının bir bölümü, Pişirici Mescidi'nin içine akıyor. Tarihi yapının tavan ve duvarlarını aşındıran atık su, ortama da pis bir koku yayıyor.

 

Kozluca Mahallesi Müftüoğlu Sokak'ta bulunan Selçuklu Mimarisi örneği Pişirici Mescidi ve Kasteli, özellikle yaz aylarında vatandaşların sıcaktan korundukları ve bir müddet dinlendikleri mekanların başında geliyor. Yeraltından çıkan soğuk suyla el ve yüzlerini yıkayan vatandaşlar, yorgunluklarını attıktan sonra günlük uğraşlarına dönüyor.

 

Ancak tarihi mekan bugünlerde çevresindeki tarihi Antep evlerinin kanalizasyon sularından zarar görüyor. Su giderleri kanalizasyona verilmeyen tarihi evlerin lağım sularının bir bölümü mescidin tavan ve duvarlarından sızarak içine akıyor. Kanalizasyon suları ortama pis koku yaymanın yanı sıra duvardaki Arapça yazılar ile Salavat-ı Şerife, 12 imam ismi ve Ayet-el Kürsi'ye de zarar vermeye başlamış.

 

Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün restorasyonu sonrası Pişirici Mescidi ve Kasteli'nin işletmeciliğini üstlenen Erdal Yağlı, problemin 6 aydır devam ettiğini ve Gaziantep Su ve Kanalizasyon İdaresi'nin (GASKİ) bu dönemde 6-7 kez çalışma yaparak sızıntıları önlemeye çalıştığını söyledi. Sızıntının bir bölümünün durdurulduğunu ancak tam anlamıyla bitirilemediğini söyleyen Yağlı, problemin çevredeki eski Antep evlerinin su giderlerinin kanalizasyon şebekesine bağlanmamasından kaynaklandığını belirtti.

 

GASKİ'nin sorunu çözmek için çalışmalarını sürdürdüğünü ve evlerin tamamının su giderlerini kanalizasyona bağlayacağını anlatan Yağlı, mekanı kafeterya şeklinde kullanmayı düşündüklerini, sızmanın önlenmesinin ardından Pişirici Mescidi ve Kasteli'ni kafeteryaya dönüştüreceklerini ifade etti.

 

Şehrin en eski kasteli olarak gösterilen Pişirici'nin sıcaklığı, dışarıya göre 10-15 derece daha düşük. Üst örtüsü yol seviyesinde olan kastele, 28 basamaklı bir merdivenle iniliyor. Girişte havuz, çimecelik ve bugün kullanılmayan tuvaletlerin olduğu bir bölüm var. Tavan kısmı oyma taştan olan mescidin tam ortasında ise 100 yıllardır fokur fokur kaynayan berrak su, insanı adeta büyülüyor. Mescidin iç duvarlarında da, Arapça yazılar, Salavat-ı Şerife, 12 İmam ismi ve Ayet-el Kürsü yer alıyor.

 

Havuzların çevresinde oluşturulan dinlenme yerlerinde vatandaşlar, bir süre oturup yorgunluklarını atıyor. Şifalı olduğuna inanılan sudan içiyor; ellerini ve yüzlerini yıkıyor. Ortamın serinliği ve suyu ile yeniden 'tazelenenler', yarım saatlik molanın ardından günlük koşuşturmasına dönüyor. Hergün yüzlerce insanın uğradığı kasteldeki havuzlardan birine salınan küçük balıklar, ortama ayrı bir hava katıyor.

Zaman, Haber: Serkan Canbaz, 23.06.2009

GÖRKEMLİ AKROPOLİS MÜZESİ!

 

Yunanistan, 1821’de Osmanlı’dan bağımsızlığını almadan önce Lord Elgin İstanbul’da büyükelçiydi. Ülkenin simgesi olan Atina’da Akropolis Tepesi’ndeki Parthenon Tapınağı’nın görkemli mermer kabartmalarını, British Müzesi’ne taşımıştı. Yaklaşık iki yüz yıldır Yunanların aklı, bu yitik kabartmalarda kalmıştı. 

 

1981’de Andreas Papandreu başbakan seçilince ünlü sinema sanatçısı Melina Merküri’yi (MM) kültür bakanı yaptı. Yunanistan dışına yaptıkları resmi gezilerde Papandreu’nun basın toplantısını, sözgelişi 30 kadar yabancı medya temsilcisi izliyorsa, MM’ninkine 300 kişi katılıyordu. MM, “Barbar Osmanlı’nın yağmalanmasına göz yumduğu Yunanistan tarihsel mirası Parthenon kabartmaları geri verilmeli” kampanyasını başlattı. 

 

MM, kampanyasıyla yalnızca Yunan halkında bir bilinçlenme yaratmakla kalmadı, Yunan turizmi için çok önemli ve etkin bir tanıtımı da gerçekleştirdi. Yabancı meslektaşlarını, UNESCO’yu harekete geçirdi. British Müzesi’nde TV kameraları önünde “Atalarımızın mirasını geri istiyoruz” sözleri ile gösteriler düzenledi. 

 

Ancak İngilizler “Siz, bu yapıtları Atina’daki yoğun ‘nefos (hava kirliliği)’ altında mı koruyacaksınız? Biz, Yunan sanatını müzemizde sizden daha iyi koruyoruz” sözleri ile alay ederek MM’yi ciddiye almadıklarını gösterdiler. Yunanlar yılmadılar. 

 

Yunanlar, Akropolis’in eteğinde görkemli bir müze yapımına başladılar. Amaç, İngilizlerin “daha iyi koruma” kozunu ellerinden almaktı. Geçen yıl, açılmadan önce gezme şansı elde ettiğim bu görkemli müzeyle bu amaca ulaştıklarını gördüm. Tabii bu müzeyi yapmak, bu kabartmaları geri getirmeye yetmeyecekti. Keşke Erdoğan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bu müzeyi görselerdi. 

 

Ziyaretçiler, Akropolis’in yamacında camla kaplı tarihsel kalıntıların üzerinden yürüyerek müzeye giriyorlar. Böylece dışarıda arkeolojik kalıntılar, içeride buluntular sergileniyor. Müzenin yapımına 130, sergilemeye 30 olmak üzere toplam 150 milyon Avro harcandı.

Cumhuriyet, Yazı: Özgen Acar, 23.06.2009

YAMAÇ EVLERİ'NE KAYNAK SAĞLANDI

 

Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık, Efes antik kentindeki Yamaç Evleri mermer salonunun restorasyonu için yaklaşık 300 bin Avro kaynak sağladıklarını bildirdi. Kocabıyık, Avusturya Bilim ve Araştırma Bakanı Johannes Hahn ile İzmir’in Selçuk İlçesi'ndeki Efes antik kentinde Avusturya kazı ekibi tarafından yürütülen kazıları inceledi. 

 

Kocabıyık, Efes Yamaç Evleri’ndeki mermer salonunun restorasyonu için yaklaşık 300 bin Avro kaynak ile restorasyonun devam etmesini sağladıklarını, ileriye dönük projelere de katkı sağlayacaklarını belirtti. Efes antik kentinde birçok önemli noktanın henüz gün yüzüne çıkmadığını, yeni kazılarda ortaya çıkabilecek önemli projelere destek vereceklerini kaydeden Kocabıyık, şöyle dedi: 

“Avusturya Arkeoloji Enstitüsü ile detayları görüşüyoruz. Efes’e daha fazla kaynak ayırmak için vakıf kurma düşüncemiz var. Topuklu ayakkabıların tarihi kentteki taşlara zarar verdiği yönünde söylemler var. Efes antik kentine gelen yerli ve yabancı turistlerin daha rahat yürümesi için bir çalışma yapılabilir diye düşünüyoruz. Yamaç Evleri’ndeki gibi yürüme bantları olmasa da daha farklı bir çalışma yapılabilir. Bu konuda bize düşen görev olursa yerine getiririz.”

Cumhuriyet, 23.06.2009

YARIM ASIRDIR EFES ANTİK KENTİNDE

 

Avusturyalı mimar ve arkeolog Anton Bammer, 50 yıldır antik Efes kentinin tarihi zenginliklerinin ortaya çıkarılması için çalışıyor. Efes’te 1895 yılından bu yana Avusturyalılar tarafından yürütülen kazılara, 25 yaşında mesleğinin ilk yıllarında katılan Bammer, 50 yıldır yılın büyük bölümünü Selçuk’ta geçiriyor ve çalışmalarını sürdürüyor. Bammer, antik kentin kendisini çok etkilediğini ve yıllardır yorulmadan çalışmalarını sürdürdüğünü belirterek, “Hayatımı Efes’e adadım” dedi. 

Efes’e geldiği ilk yıllarda Roma şehrinde çalıştığını ve Memmius anıtının rekonstrüksiyonunu yaptığını anlatan Bammer, 1965 yılında Artemision kazısına başladığını, 1970’te büyük tapınağın bir sütununu yeniden ayağa kaldırmayı başardığını, bu yıldan sonra her yıl Artemis’te çeşitli kazılar yaptığını, çok sayıda kutsal temeller ve tapınaklar bulduğunu söyledi. MÖ 8. yüzyıla ait “Hekatompedos” ve “Peripteros” buluntularının kendisi için ayrı bir önemi olduğunu belirten Bammer, 29 Mayıs 2009’da 75. yaşını Efes’te kutlamanın mutluluğunu yaşadığını kaydetti. 

Efes’in, antik çağın siyasi, ekonomik, dinsel ve kültürel açıdan en önemli kentlerinden biri olduğuna işaret eden Bammer, Efes’in Roma dünyasında, “Asya’nın Işığı” olarak ünlendiğini hatırlattı. Bammer, uluslararası alanda özellikle Artemis üzerine yaptığı çalışmalarla, 1965 yılında, o döneme kadar yeri tespit edilemeyen tapınak sunağını bulan kişi olarak tanınıyor. 

Bammer’in uzun yıllar süren çalışmaları sonunda antik çağ mimarisinde birçok anıtsal sunağın öncüsü olarak kabul edilen Artemis sunağının, arkaik çağlardan beri var olduğu ve MÖ 4. yüzyılda görkemli bir şekilde yeniden inşa edildiği ortaya çıkmıştı. 

 

Yalnızca arkeoloji ve mimariyle ilgilenmeyen, Türkiye ve Yunanistan gezileri sırasında rastladığı özgün tasarımlı ahşap evlerle ilgili yazılar yazan, suluboya resim çalışmaları yapan “Selçuk’un fahri hemşerisi” Bammer, 2008 yılında kurulan Artemis Tapınağı’nı bir dünya harikası olarak yeniden ayağa kaldırmayı amaçlayan Zürih’teki “Artemis Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı”nın da kurucu üyeleri arasında yer alıyor.

Cumhuriyet, 23.06.2009

ESKİ ESERLERE YENİ PAZARLAR





Divriği Külliyesi, Türkiye'de tarihi mirasın korunması alanında atılan yanlış adımlardan birini temsil ediyor. Cevaplanmaya muhtaç birçok soru var. 

 

Bundan bir süre önce Türkiye Bilimler Akademisi'nde (TÜBA) Bosna'daki Osmanlı anıtlarının TİKA (Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı) tarafından yürütülen restorasyon uygulamalarını tanıtan bir sunumun ardından, konuşmayı dinleyen öğretim üyelerinden biri "Restorasyon nedir?" sorusunu sordu. Bu doğru bir soruydu, çünkü eski eser restorasyonunu musluk tamirinden bir çentik yukarıda tutan Türkiye'de bu sorunun sorulması bir zorunluluk, sorunun restorasyon işlerinden sorumlu olanlara yönelmesi ise bir gerekliliktir. 

 

İmdi, bu konuyu biraz açmak için güncel bir örneğe, 28 Nisan'da İTÜ Mimarlık Fakültesi'nde Prof. Doğan Kuban danışmanlığında açılan, küratörü ve tasarımcısı Y. Mimar H. Basri Hamulu olan bir sergiye gözatalım: Divriği'de bulunan ve Ortaçağ Anadolu'sunun en seçkin yapıtlarından olduğu öteden beri bilinen, 1228 tarihli Mengücekoğulları'nın külliyesiyle ilgili olan bu serginin afiş başlığında, serginin, taş işçiliğiyle ünlenen külliyenin "yontu"larıyla ilgili olduğu belirtiliyordu. Ancak, asıl amaçlanan, öyle anlaşılıyor ki, bir müzeye dönüştürülmesi tavsiye edilen bu külliyeyi ‘korumak' üzere tasarlanan ve onu ‘külliyen' örtmesi öngörülen cam çardağı tanıtmak ve promosyonunu yapmak. Salı pazarı güneşliği havasındaki çardağın pratik ve estetik fukaralığına geçmeden, bu girişimin hangi ilkesel tabana oturtulmaya çalışıldığını ve hangi kuramsal gerekçelere dayandırıldığını anlamaya çalışalım! 

 

Öteden beri vurgulandığı gibi Divriği külliyesi, Ortaçağ Anadolu'sunun en ilginç ve şaşırtıcı yapıtlarından biridir ve bu özelliğini sadece çok yüksek düzeydeki taş işçiliği ile dekorasyonundan değil ama alışılmışın dışında öğeler içeren planimetrik ve yapısal özelliklerinden de alır. Ve bu özellikler, Kafkaslardan İran ve Ortadoğu'ya uzandığı anlaşılan, ancak bütün parametreleri açıklığa kavuşmamış olan karmaşık bir kültürel ortamın tarihsel dinamiklerinin kesiştikleri bir ‘an'ın ifadesidir. Ne ki, kötü bir sergilemeyle hakkı yenen Cemal Emden'in gözalıcı fotoğraflarına eşlik eden tanıtma metni, külliyenin kültürel ve estetik önemini duygusal, yuvarlak tanımlamalarla vurgularken, anıtsal değeri su götürmeyen bu yapıdan neden bir "müze" yapılması istendiğini, külliyeyi müze haline getirmenin ise neden cam bir şemsiyeyi gerektirdiğini yeterince makul gerekçelerle anlatmıyor. Başka türlü söylersek, değeri ve ilginçliği kendi mimari yapısından menkul olan bu yapıyı korumaya almak için, onun bir anıt olma özelliğinin neden yeterli bulunmadığı ve ona neden ille fazladan bir müze işlevi yüklenmek istendiği doğrusu anlaşılmıyor. 

Öte yandan, onarım ve koruma işlemleri söz konusu olduğunda, herhangi bir yapının taşıdığı kültürel ya da tarihsel önemin sadece bir başlangıç, zorlu bir sürece verilen bir pasaporttan fazlası olmadığı unutulmuş gibi! Gerçekten de, Divriği külliyesinin akıllara ziyan saçaklı bir müzeye çevrilmesinin, herhalde aşağıdaki şu sorulara yanıt verildikten sonra önerilmesi, serginin, hiç olmazsa bu sorulara yol açılmasına fırsat vermeyecek içerikte düzenlenmesi gerekirdi. Şöyle ki: 

 

Sorular

Divriği külliyesinin korunması yolunda atılacak ilk adımın, yani yakın çevresi ve karşı karşıya durduğu bilinen Mengücek Sarayı ile mekansal ilişkisinin araştırılması ve bu konuda veri elde etmek için sondaj ya da kazılar yapılması olması beklenir. Bu yapıldı mı? 

 

Divriği külliyesinin müzeye dönüştürülmesi önerisine geçmeden önce, korunması için gerekli bütün önlemlerin alınmış olması, bunun için de öncelikle ayrıntılı yapısal analizinin yapılması, malzeme özellikleri, bozulmaları, statik durumunun incelenmesi ve en önemlisi, bu işlerin ehil kişiler, yani deneyimli ve iyi eğitilmiş ‘restorasyon uzmanları'na bırakılmış olması gerekirdi. Bu yapıldı mı? Yapılmışsa elde edilen bilgi ve sonuçlar neden sergiye yansıtılmadı? Unutmamalı ki, koruma alanında uzmanlık ve deneyimin ölçüsü salt kişilerin unvanları olsaydı, Assos kalıntılarından Mahmut Paşa hamamına uzanan bir skaladaki yapıtlar onarımla maskaraya dönmezdi. 

 

Müzeye dönüştürülmesi istenen Divriği külliyesinin daha önce yapılan onarımının bir değerlendirmesi yapıldı ve bu onarım onaylandı mı? Varsa, yanlışları ve yapıya getirdiği zararın giderilmesi yolunda bir rapor hazırlandı ve işleme sokuldu mu? 

 

Ve nihayet, külliyeyi koruması öngörülen (?) cam çardak formülünün dışında başka seçenekler üzerinde duruldu mu? Bunlar hangileri ve neden sergide tanıtılmadı? Cam çardak formülü külliyenin korunması için düşünülmüş tek ve biricik seçenek mi? Niçin? Değilse bu formülün yeğlenmesine götüren kriterler nelerdir? 

 

Anlayan anladı, Divriği külliyesi Türkiye'de tarihi mirasın korunması alanında atılan yanlış adımlardan sadece bir tanesini temsil ediyor. Koruma alanında yapılan yanlış ve sabuklamaların haddi hesabı yok ve bütün bunlar, turistlere göstereceğiz diye telaşa düştüğümüz kültürel malvarlığımızı geriye dönüşü olmayacak derecede sakatlıyor, giderek yok ediyor. Selçuk Belediyesi'nin Selçuk Üniversitesi'nden uzmanlarla -ve belli ki halisane niyetlerle- hazırladığı iki kocaman, kuşe kağıdına basılmış Selçuk mimarisi örneklerini tanıtan albümlerde fotoğrafları bulunan yapılara bir gözatmak sanırım yetiyor!.. Adından başka eskiliği kalmamış yapıların fayanslar briketler ve yeşile boyanmış parmaklıklarla nasıl korunduğuna bakılsın. Ve düşünülsün ki, mevzuatı, örgütlenişi ve uygulamalarıyla Türkiye'de koruma olgusunu tartışmaya açmadığımız, ‘koruma' başlığı altında yapılan maskaralıklara, işlenen suçlara çaresizlik ve bıkkınlıkla göz yummayı sürdürdüğümüz takdirde, en yetkili ağızların çok bilmiş edalarla terennüm ettikleri "kültür turizm içindir, turizm ise kültür için" saptırmasına daha uzun süre katlanmak zorunda kalacağız. 

 

Bu ülkede alaylı takımından olmayan, bu işi hakkıyla ve doğru yerlerde öğrenmiş bunca genç ya da genç irisi kişi dururken, bu ülkenin kültürel ve tarihsel taşınmazları, çoğu ‘koruma' işinin kuram ve mevzuatından bihaber, akademik çevreden gelen mimar, şehirci, arkeolog ya da sanat tarihçisi olmanın ötesinde, koruma alanında bir ehliyeti olmayan kurul üyelerinin kararlarına ve en düşük rakkama prim veren bir ihale anlayışının başdöndürücü sefaletine mahkumdur. Yapmayın Allah aşkına!

Radikal, Yazı: Prof.Dr. Ayda Arel, 23.06.2009

TRALLEIS'DE KAZILAR 1 TEMMUZ'DA BAŞLIYOR

 

Tralleis Antik Kenti'nde yeni sezon kazı çalışmaları 1 Temmuz'da başlıyor.

 

Tralleis Kazı Başkanı, Adnan Menderes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yrd. Doç.Dr. Rafet Dinç, gazetecilere yaptığı açıklamada, ruhsat prosedürü uyarınca kazı çalışmalarına 1 Temmuz'da başlayacaklarını söyledi.

 

Yrd. Doç.Dr. Dinç, bu yıl ağırlıklı olarak bakım ve koruma çalışmaları yapacaklarını, Tralleis kazı alanını tamamen temizleyeceklerini, dolgu toprak kaymalarını düzelteceklerini belirterek, şöyle konuştu: "Bugüne kadar Tralleis'in yüzde 3-4'ünü kazdık. Daha gün yüzüne çıkacak çok önemli eserler olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar çok önemli bulgular elde ettik. Artık geçmişi bir kenara bırakıp bu yıl çalışmalarımızı bakım, onarım ve koruma üzerine kurduk. Aydın, Tralleis'in meyvelerini toplamalı. Bu kapsamda Tralleis'in tanıtımına büyük önem veriyoruz. Tralleis yakınlarındaki taş ocakları ve su kemerlerini içine alan bir destinasyon yaratıp gelen turistleri en az yarım gün burada tutabilecek hale getirmemiz lazım. Bu konuda el birliği içinde çalışmalıyız."

 

Kendisinin 1996-2002 yıllarında Tralleis Antik Kenti kazılarında başkanlık yaptığını hatırlatan Dinç, kazılarının en önemli noktası olan master plan çalışmasının da yine kendisi tarafından 1993-1996 yıllarında 3 yıllık yoğun çalışma sonucu ortaya çıkarıldığını kaydetti.

Haber Ekspres, 23.06.2009

"MÜHENDİSLER TARİHİ YAPILARI İNCELEMELİ"

 

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Mimarlık Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Adem Doğangün, Bursalı inşaat mühendislerine tarihi yapıları dikkatle incelemeleri tavsiyesinde bulundu. 

 

İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Bursa Şubesi tarafından tertiplenen `Tarihi Yapılarda Taşıyıcı Sistem Seçimi` seminerine katılan Prof.Dr. Doğangün, inşaat mühendislerine seslenerek, `Bursa bir tarihi yapı şehri. Bu eserlerdeki sağlamlık ve zarafeti bütün mimar ve mühendisler örnek almalıdır` dedi. 

 

İMO Bursa Şubesi, üyelerini bilgilendirmek amacıyla düzenlediği seminerlere bir yenisini daha ekledi. Prof.Dr. Adem Doğangün tarafından verilen `Tarihi Yapılarda Taşıyıcı Sistem Seçimi` isimli seminerde, eski yapıların taşıyıcı sistemleri incelendi. Seminerde, eski mimarların dikkat ettiği unsurlar anlatılırken, ikinci kısımda ise hesaplarda dikkate alınmayan, ancak yapı davranışlarını etkileyen dolgu duvarlar ayrıntılı bir şekilde ele alındı. 

 

İstanbul`un ardından tarihi yapıların en çok Bursa`da bulunduğuna dikkat çeken Prof.Dr. Doğangün, eserlerin dikkatle incelenmesi ve güçsüz durumda bulunanlara müdahale edilmesi gerektiğini aktardı. Bursa`daki tarihi yapıların mevcut durumunu henüz inceleme fırsatı bulamadığını söyleyen Doğangün, Çok geniş bir araştırma yapılması gerekiyor. Kent yöneticileri, Uludağ Üniversitesi yetkilileri ve meslek odaları bu konuda birleşip başarılı bir çalışma yapabilir. Umarım Bursa`da bulunan bu tarihi eser zenginliği kaybedilmeden değeri anlaşılır` diye konuştu

Bursa Olay, 23.06.2009

"AYASULUK TEPESİ'Nİ ARKEOLOJİK PARK HALİNE GETİRECEĞİZ"

 

Selçuk Kalesi ve St. Jean Anıtı'nın bulunduğu Ayasuluk Tepesi'nde 2009 dönemi kazı çalışmaları başladı. Kazı ve onarım çalışmaları, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı başkanlığındaki 20 kişilik ekiple yürütülüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünün izniyle 2 yıldan beri kazı ve onarım çalışmalarına başkanlık yapan Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Anıtı Kazı Başkanı Büyükkolancı, çalışmanın 2007 yılında Pamukkale Üniversitesine verildiğini ve geçen iki yıl içinde kazı çalışmalarının kalede yoğunlaştığını söyledi. 

 

Bu yıl çalışmaların 4 ay süreceğini ve 15 Ekimde sona ereceğini anlatan Büyükkolancı, şöyle dedi: ''Bu dönemde özellikle Kalenin batısındaki sur duvarlarının kazısı yapılacak ve hemen arkasından onarımına başlanacak. Şartlar uygun olursa amacımız 3 yıl içinde Kaleyi arkeolojik bir park haline getirebilmek ve ziyarete açmaktır. Selçuk İlçesine gelen ziyaretçilere Kale, St. Jean Anıtı, İsabey Camisi ve mümkün olursa Artemision'u da içine alan yeni bir güzergah yaratmayı hedefliyoruz.'' 

 

Dr. Büyükkolancı, bu güzergahın Selçuk'a gelen ziyaretçilerin ilçede kalma sürelerini artıracağını belirterek, şunları söyledi: ''2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının kazımıza 100 bin TL işçi ücreti vereceğini öğrendik. Bu konuda Bakanlığa ve Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne minnettarız. Bu ödenekle Kalenin batı sur duvarlarının yanı sıra, Kale komutanına ait konutun kazısı yapılıp ortaya çıkarılacaktır. 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının yanı sıra Selçuk Belediyesi de Kalede yapılacak acil onarımlara önemli destek sağladı. Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür 2009 yılında da kazımıza 30 işçi, 5 usta ve restorasyon malzemesi desteğinde bulunacağına dair söz verdi.'' 

 

Ayasuluk Tepesi Kazı Başkanlığı ile Selçuk Belediyesi'nin işbirliğinin bu yıl da devam edecek olmasından memnuniyet duyduklarını kaydeden Büyükkolancı şöyle devam etti: ''Kale duvarları ve içindeki yapıların onarım projelerinin yapımıyla ilgili olarak Selçuk Belediyesi bize projelerin yapımı için destek olacak. Bu amaçla Vefa Ülgür, geçen ay İzmir Valiliği ve İl Özel İdaresinden sur duvarlarının restorasyon projesinin yapımı için proje ödeneği isteğinde bulundu.'' 

 

Dr. Büyükkolancı, Selçuk Kaymakamı Aziz İnci, Efes Müzesi Müdürü Cengiz Topal, müze çalışanlarının, ayrıca kazı evi ve ekibinin ihtiyaçlarını karşılayan Selçuk Ticaret Odası Başkanı Cumhur Yelken'in kendilerine destek sağladığını anlattı.

Yeni Asır, 23.06.2009

TARİHİ TAŞHAN'A ÖZEL İLGİ





Amasya'da 250 yıl önce yaptırılan ve bu zamana kadar çok sayıda doğal afet ve yangına maruz kalan tarihi Taşhan, onarımının tamamlanmasından sonra turizme hizmet edecek.


Amasya'da Mutasarrıf Hacı Mehmet Paşa tarafından 1758 yılında yaptırılan ve bu zamana kadar çok sayıda deprem ve yangına maruz kalan tarihi Taşhan, Amasya Valiliği tarafından onarılacak. 1758 yılında yapıldıktan sonra bu zamana kadar çok sayıda deprem, yangın, su baskını gibi afetlere maruz kalan, bakım, onarım ve restorasyon yapılmadığı için taşıyıcı kolan ve duvarları zarar gören tarihi Taşhan'ın sahiplerinin yönetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devretmesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün de Yap-İşlet-Devret modeliyle tarihi Taşhan'ın onarımını üstlenecek kimseyi bulamamasından sonra devreye giren Amasya Valiliği, tarihi Taşhan'ı 29 yıllığına Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden aslına uygun olarak yaptırmak ve kiraya vermek üzere kiralamıştı.


İl Özel İdaresi tarafından projesi ihale edilen Taşhan, aslına uygun olarak onarıldıktan sonra içerisinde otel, restoran, turistik eşya satış reyonları ve kafeler olacak. 2001 yılında tamamlanması planlanan Taşhan'ın onarımının üzerinde titizlikle durulurken, aslına tam olarak uygun olması için yoğun çaba harcanıyor.

Amasya Kent Haber, 23.06.2009

CHRISTIE'S SAHTE RESİM SATMIŞ

 

The Sunday Times gazetesi, dünkü sayısında dünyaca ünlü Christie's müzayede evinin düzenlediği eski bir açık artırmada 'sahte' eser sattığını öne süren bir haber yayımladı. Habere göre 19'uncu yüzyıl Rus sanatçısı Bork Kustodiev'e ait olduğu iddia olunan, Odalık adlı, 1 milyon 690 bin sterlin değerindeki resmin, 'sahte' olduğu anlaşıldı. Çıplak bir kadını uzanmış halde tasvir eden resmin sahteliği, Rusya'daki kültürel inceleme kuruluşu Rosokhankultura tarafından öne sürüldü. Rus uzman Vladimir Roschin, Christie's'in 2000, Sotheby's müzayede evinin ise 2002'de yaptığı satışlarda da sahte resimleri piyasaya sürdüğüne de dikkati çekti.

Sabah, 23.06.2009

ANTİK YOLCULUĞA FIRTINALI BAŞLANGIÇ

 

İzmir-Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk projesi kapsamında antik gemiler model alınarak hazırlanan "Kybele" adlı yelkenli, bin 700 millik yolculuğuna "fırtınalı'' başladı. 8 Haziran'da İzmir Urla'dan yola çıkan Kybele, sadece yelken ve küreklerle MÖ 600'lü yıllarda Phokialıların Ege ve Akdeniz'de koloni kurduğu Velia, Alalia, Nice ve Antibes limanlarına uğrayarak, Marsilya'ya gitmeyi amaçlıyordu. 20 kürekçi, 3 yelkenci ve 2 dümenciyle yola çıkan gemi Yunanistan'ın Pire Limanı'na şiddetli fırtınaya yakalandı. Kea Adası'na 10 gün fırtınanın dinmesini bekleyen Kybele bugün Korent Kanalı'ndan geçecek.

Sabah, 23.06.2009

1 MİLYON TL'LİK TARİHİ ONARIM

 

 

Tokat'ta yaklaşık 1 milyon TL'ye mal olacak 52 tarihi evin dış cephesinin onarımına başlandı.


Tarihi Beyhamam Sokak'ta bulunan 52 eski Tokat evinin proje kapsamında dış cephesi onarılarak Mevlevihane ile bir bütünlük sağlaması amacıyla restorasyon çalışmaları başlatıldı. İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz, yaklaşık 1 milyon TL'ye mal olacak projeyle binaların dış cephe giydirme, camlar, yağmur olukları ve tavanlarının yaptırılacağını açıkladı. Tokat'a Bey Sokağı, Halis Sokağı gibi bir sokağın daha kazandırılacağını ifade eden Akyüz, "Tarihi ve turistik zenginliklerimizi gün yüzüne çıkartmak, insanların hizmetine sunmak bizim birinci vazifemiz. Burada Tokat'a gelen yerli ve yabancı turistlerin gezebileceği mekanları gün yüzüne çıkartmak. En büyük amacımız, restoresi yapılan evlerin sahiplerinin daha sonradan müracaat ederek, butik evler, restoranlar, otel şeklinde hizmete sunulması. Bunu örnekleri Amasya'da var. Burada vatandaşlarımıza iş düşüyor" dedi.

Tokat Kent Haber, 23.06.2009

MARMARAY İNŞAATI ANA MERKEZDEKİ KAZILARDA SONA YAKLAŞILDI





Arkeoloji Müzesi olarak metro istasyonunun geçeceği Ana Merkez alandaki çalışmalarını tamamladıklarını açıklayan arkeolog Yaşar Anılır, bu alanda Marmaray inşaatına başlanabileceğini ve jeologların miosen dediği son noktaya gelerek ana toprağa indiklerini belirtti. 

 

İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü işbirliği ile Yenikapı'daki Marmaray ve metro inşaatının yapıldığı arkelojik kazı alanına bir inceleme gezisi düzenleyen Turizm Gazetecileri ve Yazarları Derneği (TUYED) üyeleri, Kazı alanı sorumlusu arkeolog Yaşar Anılır'dan kazılara ilişkin son bilgileri alarak sona yaklaşılan kazılarda ortaya çıkarılan bazı eserleri yerinde gördü. 

 

TUYED üyelerine kazılar hakkında bilgi veren arkeolog Yaşar Anılır,  Arkeoloji Müzesi olarak metro istasyonunun geçeceği Ana Merkez alandaki çalışmalarını tamamladıklarını belirterek, "Şu anda bu alanda Marmaray inşaatına başlanabilir. Jeologların miosen dediği son noktaya geldik, ana toprağa indik. Bulduklarımızı Arkeoloji Müzesi'nde teşhir edeceğiz. Buradan çıkan mezarlar belki 2010 yılında müzede sergilenecek" dedi. 





Kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin sayısının bu ay itibariyle 12 bin 600'e ulaştığını ifade eden Anılır, Marmaray inşaatının gecikmesi nedeniyle kazıların aceleye getirildiği iddiaları ile ilgili olarak da, “Medyaya da yansıyan bu iddiayı reddeden Yaşar Anılır, "Kazıları metro inşaatı aksayacak diye aceleye getirseydik, şimdi ulaştığımız eserleri bulmamız mümkün olmazdı. Bizim zaman sınırımız yok, kazı ne zaman biterse o zaman bu alandan gideceğiz" diye konuştu. 

 

Marmaray Projesi'nin gerçekleştirileceği alandaki kazılarda ana toprağa indiklerini, eksi 8,5-10 metre arasına kadar geldiklerini bildiren Anılır, metro kazısında ana toprağa henüz gelmediklerini, eksi 7,78 metre mesafede olduklarını kaydetti. 

 

Türkiye'de ilk defa böylesine büyük bir alanda ve balçığın içinde kazı yaptıklarını söyleyen Anılır, TUYED üyelerinin kazının bütçesine ilişkin sorularına ise bütçe konusunun kendilerini ilgilendirmediğini vurgulayarak şu yanıtı verdi: "Büyükşehir Belediyesi ve Ulaştırma Bakanlığı kazıların masraflarını karşılıyor. Burada böyle bir inşaata başlanmamış olsaydı bu kadar büyük bir kazı yapma imkanımız asla olmazdı, kimse bu kadar parayı karşılamazdı. Şu anda zorunlu bir kurtarma kazısı yapıyoruz. Bir anlamda buradan metro inşaatının geçmesi arkelojik açıdan büyük bir şans oldu." 

 

İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nün Yenikapı'da yaptığı kazının son durumu ve alandaki son bulgular özetle şöyle: 

* 2004 yılının kasım ayında arkeolojik kazı çalışmaları başladı. Şu anda kazı alanının büyük bir kısmında iş bitti, sadece batı tarafta çalışmalar devam ediyor. 

* Kazıları İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü yapıyor, bulunanlar da İstanbul Üniversitesi tarafından kaldırılıyor. Marmaray metro kazılarında 350 kişi çalışıyor, bunun 50'si teknik eleman; aralarında 5 mimar, 4 fotoğrafçı, serbest arkeologlar vs. gibi elemanlar var. 

* Kazı yapılan alan 11 bin m2, metro inşaatının olduğu alanın tamamı ise 58 bin m2. 

* Bu bölge Bizans döneminde Theodosius Limanı olarak bilinmekteydi.  Kazı alanının ilk katmanında Osmanlı dönemine ait eserler, onun altında 13. yy'dan kalma bir kilise kalıntısı bulundu. Bu kilise Anıtlar Kurulu kararıyla kesilip daha sonra yerine monte edilmek üzere kaldırıldı. 

* Öte yandan MS 11. ve 16. yy'a ait 33 tane gemi batığı ortaya çıkarıldı. Bu batıkların çoğu kaldırıldı, birkaç tanesi alanda özel olarak muhafaza ediliyor. Batıklarının çoğunlukla ticaret yapan gemiler olduğu düşünülüyor. 

* Kazı, bir deniz tabanı üzerinde gerçekleştirildi. Jeologlar burada MÖ birinci 1000'den itibaren bir deniz tabanı olduğunu ifade ediyor; son kazıda da MÖ. 4 yy'a ait seramikler ortaya çıktı. MS 11. yy'de denizin dolduğu ve limanın terk edildiği anlaşılıyor. 

* Deniz tabanının altında ikinci bir deniz tabanı daha vardı. Jeologlar tarih olarak MÖ. 5200 yıllarını veriyor. 

* Neolitik döneme ilişkin ortaya çıkarılan kalıntılar arasındaki ölü küpleri de bir ilkti. O döneme ilişkin ilk kez ölülerin yakıldığına ilişkin bulgular tespit edildi. Anadolu'da daha önce ölülerin yakıldığına ilişkin bulguya rastlanmamıştı. 

* Ölü gömü şekli konusunda da bir ilke rastlandı. Bir mezarın altında ahşap ızgaralar vardı, yanında başka bir ölü küpü çıktı. 

* Toprak altında eksi 8,5 seviyelerinde 123 tane ağaç ortaya çıkarıldı, bu da bir ilkti. Bu ağaçlar temizlendi, kaldırıldı; incelemeler sürüyor. 

* Kazılar İstanbul'un tarihinde tsunami diye bir şey olmadığını ortaya koydu. Arkeolog Yaşar Anılır'a göre çünkü bulunan gemi batıklarının hepsi düz bir alana yayılmıştı, dağınık bir alana yayılmamıştı. Herşey düz bulundu. Tsunami olsaydı kalıntılar dağınık vaziyette olurdu. 

* Theodosius Limanı’nın altındaki katmanda MÖ 6.500’lü yıllara ait olduğu tahmin edilen 4 insan iskeleti ile ahşap savunma silahları, ahşap eşyalar ve kano kürekleri bulundu. Daha önce İstanbul’un  çevrelerinde neolotik döneme ait bulgulara rastlanılmıştı ancak tarihi yarımada da ilk kez böyle bulgular ortaya çıkarıldı. 

* Neolitik (Cilalı Taş Devri) dönem bataklık içinde 'urne' tipi 8 bin yıllık tarihi mezarlar bulundu. Anadolu tarihinde bir ilk olan mezarların ortaya çıkarılmasıyla, İstanbul'da tarihin ilk insan topluluklarının yaşadığı kesinleşmiş oldu. 





Eski çağlarda mezarlıklarda yapılan gömüler, çoğunlukla normal gömme, kimi zaman da yakarak gömme şeklinde oluyordu. Yakılarak gömülmüş ölülerin külleri ve yakma töreninden geriye kalanlar çoğu kez urne (pişmiş toprak kap) denilen kaba, bazen de tekne ve kapaktan oluşan "ostothek" ya da "larnax" denen küçük taş, mahfaza içine konuyordu. 

 

Kremasyon gömülerde yani ceset yakılmışsa ölen kişinin giysisi, süs eşyaları veya örneğin okla öldüyse bu ok kabın içine konurdu. Bilinen kremasyon gömü şekli Anadolu arkeolojisinde bugüne kadar erken tunç çağında görüldü. Ancak bu gömü şekli, 8 bin yıl öncesine dayanan Neolitik dönem kazılarında rastlanılan bir durum değildi. 

 

Bu tip gömü şekli, ilk kez Yenikapı'da devam eden Marmaray kazıları sırasında ortaya çıktı. Urnelerin içinde ölülerin özel eşyaları ile bir beze sarılı küller ve bunun üzerine günlük kullanım kapları konulduğu görüldü. Ayrıca bir urne içinde de bebek iskeletine ait kemikler bulundu. Uzmanlar, buranın bir mezarlık olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Daha önce bulunan eserler için yapılan, dere yatağı ile başka yerlerden taşındığı görüşünün son buluntularla çürüdüğü kaydediliyor. 

 

Neolitik Çağ (MÖ 8000-5500) ya da diğer adıyla Cilalı Taş Devri’nde önceki devirlere göre daha sert ve daha düzgün taş aletler yapıldı. Topraktan veya kilden yapılan kaplar ateşte pişirildi, bunun sonucunda seramik sanatı başladı. Bu devirdeki insanlar bilgi ve teknikte önceki dönemlere göre oldukça ileri bir düzeye çıktı. İnsanların avcılık ve göçebeliği bırakıp yerleşik düzene geçmesi de bu dönemde başladı. Birbirine yakın aileler topluca bir yerde oturarak köyleri meydana getirdi. Böylece tarihteki ilk köyler kuruldu.

 

Ayrıca insanlar tahıl üretimine de başlayıp, hayvanlar evcilleştirilip, insanlar tüketicilikten üretici duruma geçti. İlk defa ticaret de başladı. Neolitik Devrim, ilk olarak Orta Doğu, Önasya, Uzakdoğu gibi geniş ve düzenli akarsuların yaygın olduğu bölgelerde ortaya çıktı.

Turizm Gazetesi, 22.06.2009

ESKİ HAMAMLAR BİR BİR KAFE OLUYOR





Türkiye'nin dört bir yanındaki metruk hamamlar, bir bir restore edilip kafe yapılıyor. Su şırıltısı, sabun kokusu ve dost muhabbetiyle hayat bulan 'hamam' kavramı artık bu yapıların sadece adında ve tarihinde yer alıyor. Görmüş geçirmiş neslin çocukluk hamamlarından geriye bir dost muhabbeti baki kalıyor.

 

Bir zamanlar sıcak buharların yükseldiği kubbelerin altında, doğal kaynak sularıyla temizlenme mekanıydı hamamlar. Erkeklerin dinlenme, kadınların sosyalleşme, kayınvalidelerin gelin bulma yeriydi yüzyıllar boyu. Zaman değişti. Alışkanlıklar da. Tabii hamamlar da... Selçuklu'nun, Osmanlı'nın Türk İslam motifleriyle kurduğu hamamların pek çoğu önce çarpık kentleşmenin, duyarsızlığın, hoyratlığın kurbanı oldu. Kimi yıkılıp gitti, kimi depo oldu.

 

Tarihi mirasa hep kötü eller uzanacak değil ya! Türkiye'nin dört bir yanında hırpalanmış, terk edilmiş hamamlar, farklı alanlarda hizmet vermesi için bir bir restore edildi, ediliyor. Su şırıltısı, sabun kokusu ve dost muhabbetiyle hayat bulan 'hamam' kavramı artık bu yapıların sadece adında ve tarihinde yer alıyor. Görmüş geçirmiş neslin çocukluk hamamlarından geriye bir dost muhabbeti baki kalıyor. Koca kubbenin lale ya da hilal desenli minik deliklerinden sızan ışıkların altında, artık Türk kahvesi yudumlanıyor, nargile fokurduyor, yöresel yemekler yeniyor, kültürel faaliyetler düzenleniyor. Çarşı, pazar yürüyüşlerinin ferahfeza durağı, şehir hengamesinde boğulan hayatların soluklanma mekanı... Öyle bir de doğal serinliği var ki; yaz sıcağından bunalıp da kendini eski hamam yeni kafeye atanların değmeyin keyfine. Hem bu keyif, bir değil, her yerde. İstanbul'da, Bursa'da, Gaziantep'te, Erzurum'da...

 

Tahtakale Hamamı'nda İstanbul Kahvehanesi
Tahtakale Hamamı, İstanbul'un en büyük ve en eski hamamı. Tabii şimdilerde hamam değil. Bir kısmı han olarak kullanılan hamamın tam merkezinde İstanbul Kahvehanesi bulunuyor. Uzun yıllar asıl işlevinin dışında kullanılmış Tahtakale Hamamı. 1980'li yıllarda soğuk hava deposu olarak İstanbul'un buz ihtiyacını karşılamış. 1988'de Azmi Sebat Grubu satın almış burayı.

 

Restorasyonunu da Prof.Dr. Doğan Kubat'a yaptırmış. Restorasyon beş yıl sürmüş. Tarihi hamamdan 700 kamyon moloz çıkarıldığını söylersek restorasyon süresinin neden bu kadar uzun olduğu anlaşılır herhalde. Ardından hamamın bir kısmı dükkan olarak kiralanmış. Fakat beş yüz yıllık Tahtakale Hamamı'nın asıl yüzü, İstanbul Kahvehanesi.

 

Eminönü'ndeki Mısır Çarşısı'nın allı morlu dükkanlarını aşıp Rüstem Paşa Camii'ne ulaşınca sola dönüp minik bir arayı aşınca 'Bu koca hamam buraya nasıl sıkışmış?' dedirten heybetiyle karşılıyor Tahtakale Hamamı. İçeri ilk adımı atmak ferahlamak için yetiyor yaz sıcağında. Sağlı sollu dükkanlar, tam karşıda İstanbul Kahvehanesi... Türk sanat musikisinin ruh okşayan tınılarıyla gelen hoş davete kim icabet etmez ki? İşlemeli sehpalar, sedirler... Duvarları Osmanlı padişahlarının, Safiye Sultan'ın resimleri süslüyor. Bir köşeye oturup kubbeyi, ortadaki havuzu, sütunları seyre dalıyoruz. Klima yok, ama ortam gayet serin. Sipariş verdiğimiz Türk kahvesi geliyor bu arada. Kahveyi getiren Başak Özdemir'le muhabbet ediyoruz biraz. Konyalı Ahmet Cizrelioğlu işletiyormuş İstanbul Kahvehanesi'ni. Kardeşi Mithat ile Londra'da yaşarken bir internet sitesinde Tahtakale Hamamı'nı görmüşler. 'Burayı değerlendirelim.' deyip altı yıl önce İstanbul Kahvehanesi'ni açmışlar. Daha çok turistler geliyormuş buraya. Türk kahvesi ve sandviçleri ünlüymüş. Türk kahvesi, Başak'ın dediği kadar var.

 

Gaziantep Cafe Şehzade
Gaziantep'in Şahinbey İlçesi'ndeki Keyvanbey Hamamı da eski hamam, yeni kafelerden. 1161 yılında Selçuklular tarafından yaptırılan hamam, yaklaşık 30 yıl öncesine kadar asıl işlevini sürdürmüş. Ardından mobilya galerisi olmuş tarihi hamam. Sonrasında da boş kalmış, bir süre depo olmuş. İşte bu sırada İstanbul'da kebapçılık yapan Mehmet Ciğerli, memlekete dönüş kararı almış. Bakmış ki Alaybey Mahallesi'ndeki Keyvanbey Hamamı, yatırım için uygun bir yer. Kiralamış hemen. Aslına uygun olarak restorasyonunu yaptırmış. Tadilata başladığında çevre esnaftan 'Döktüğün paraya yazık' eleştirileri gelmiş. "Epey gülen oldu ama Mevla'm nasip etti." diyor Mehmet Ciğerli. Böylece Keyvanbey Hamamı'nı 2000 yılında Cafe Şehzade olarak yeniden hizmete açmış. Hamamın iç dekorasyonunu eski saray döşeme tarzına uygun yaptırmış. Ağaç işçiliği kullanılmış mobilyalarda. Sıcak Gaziantep günlerini kapı dışında bırakıp doğal serinlikte çay ya da kahve yudumlamanın mekanı olmuş böylece.

 

Amasra Hamam Kafe
Bartın'ın Amasra İlçesi'nde de kafeye dönüştürülen tarihi bir hamam var. Deniz kıyısındaki tarihi Sağır Osmanlar Hamamı, yaklaşık 20 yıl boyunca kapalı tutulduktan sonra 2000'de Aysel Uyan tarafından kiralanmış. Aysel Hanım, "İzbe bir yerdi. Orijinalini bozmadan ayağa kaldırmaya çalıştık." diyor. Çevre illerden dahi müşterilerinin olduğunu söylüyor Aysel Hanım. Rağbetin büyüklüğünü anlatırken, "Her türlü ürün elimden çıkma da ondan." diyor. Özellikle Aysel Hanım'ın lokma tatlısı çok ünlü. "Lokmamın Türkiye'de eşi benzeri yoktur." diye sözlerine ekliyor. Tabii İskele Caddesi'ndeki Hamam Kafe'ye gitmişken Amasra mantısını tatmadan ayrılmamak gerek.

 

Bursa Ördekli Hamamı
Bakımsızlıktan yaklaşık 100 yıldır kaderiyle baş başa kalan tarihi Ördekli Hamamı'na Bursa Osmangazi Belediyesi el attı. Hamamı 20 yıllığına Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden kiralayan belediye, hızla restorasyona başladı. Tarihi 1400'lü yılların başına dayanan hamam, böylece Bursa'da 'yıkık hamam' olarak anılmaktan kurtuldu. Tarihi Ördekli Hamamı, artık bir kültür merkezi. Yaklaşık iki bin metrekarelik alana sahip hamamda sergi ve toplantı salonları bulunuyor. Hatta tiyatro oyunlarının sergilenebileceği oditoryum tarzı bir salonu bile var. Hamamın hol ve odaları ise hat, ebru, minyatür ve tezhip gibi geleneksel el sanatlarının icra edilebileceği şekilde düzenlenmiş. Abdal Mehmet Mahallesi'ndeki Ördekli Hamamı, şimdilerde kültürel faaliyetlere ilgi gösteren Bursalıların uğrak yeri.

Yüzyıllık hizmetlerini veremez olunca kaderlerine terk edilen birçok hamam, bugünlerde kafe olarak işletilmek üzere restore ediliyor. Kocaeli'ndeki Süleymanpaşa Hamamı bunlardan biri. Orhan Gazi döneminde yapılan hamam, kısa bir süre sonra kafe olarak Kocaelililere hizmet verecek. Isparta Hükümet Konağı'nın yakınında bulunan tarihi Bey Hamamı'nın restorasyon çalışmaları devam ediyor. Ordu'nun Eskipazar Köyü'ndeki tarihi iki Osmanlı hamamı, valiliğin isteğiyle Ordu Belediyesi tarafından kafe olarak işletilmek üzere restore ediliyor.

Zaman, Haber: Önder Deligöz, 22.06.2009

ALMANYA ILISU'DAN ÇEKİLDİ





Frankfurter Rundschau Gazetesi, Türkiye kredi koşulları yerine getirmediği için Almanya'nın Ilısu Barajı'ndan çekildiğini açıkladı.
 

Hasankeyf için destek veren Tarkan, Orhan Gencebay, Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal'in de yer aldığı haberde, Almanya'daki ilgili bakanlıkların yaptıkları toplantı sonucu Ilısu Barajı'ndan çekilme kararı aldıkları belirtildi. Kredi koşullarını denetleyen komitenin Türkiye'ye yaptıkları ziyaretin sonunda projenin uluslar arası standartlardan çok uzak olduğu ortaya çıktı.

 

Doğa Derneği kampanya koordinatörü Erkut Ertürk "Kredi kuruluşları, Ilısu Barajı'na kredi verebilmek için, Türkiye Hükümetinin uygulaması gereken 153 şart belirlemişti. Zaman içerisinde bu şartların gerçekleştirilemeyeceği, Hasankeyf'in başka bir yere taşınamayacağı Avrupa tarafından da anlaşıldı. Biz de Türkiye Hükümetinden, bu yanlıştan derhal vazgeçerek Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nin UNESCO Dünya Mirası Listesine dahil edilmesi için yaptığımız çağrıyı bir kez daha yineliyoruz" dedi.

 

Doğa Derneği Başkanı Güven Eken ise "Hasankeyf Yok Olmasın kampanyası giderek büyüyor ve yok olmak üzere olan doğamızın ve kültürel mirasımızın sesi oluyor. Sonunda Avrupa bu sesi duyarak, doğru yolu seçti. Tüm Türkiye'yi ve dünyayı kampanyamıza destek vermeye çağırıyoruz" dedi.

 

Dicle Vadisi ve Hasankeyf, tarihi zenginliklerin yanı sıra biyolojik çeşitliliği ve bölgeye has türleri nedeniyle de büyük önem taşımakta. Doğa Derneği ve çeşitli uzmanların yaptığı çalışmaya göre, eğer Ilısu baraj projesi hayata geçerse, bölgedeki beş Önemli Doğa Alanı ve 400 kilometrelik nehir yatağını kapsayan doğal alanlar geri dönülmez bir biçimde zarar görmüş olacak.

Ntvmsnbc, Fotoğraf: Ahmet Özyurt, 22.06.2009

AGORA'DA DEV MOZAİK ALAN BULUNDU

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin Agora Antik Kenti çevresinde yaptığı kamulaştırmalar, tarihi zenginlik olarak geri dönüyor. İzmir'in Roma dönemine ait korunmuş en büyük mozaik alanı, geçtiğimiz aylarda kamulaştırılan bölgede ortaya çıktı. Yaklaşık 250 metrekarelik mozaik alan hakkında bilgi veren Agora Kazı Başkanı Yrd. Doç.Dr. Akın Ersoy, "Geç Roma Dönemi'ne ait bu mozaik alanın, Kent Meclisi'nin önündeki salonun tabanı olduğunu düşünüyoruz. Kent Meclisi'nin büyük bölümü kamulaştırılan alanın altında duruyor. İzmir'in Roma dönemine ait ve iyi korunmuş en büyük mozaik alanının Agora'da olduğunu söyleyebiliriz" dedi.

Mozaik alanın, "tessera" adı verilen 1 santimetreküplük mermerlerden oluştuğunu belirten Ersoy, toprak temizliği sonrasında fırça kullanarak çalıştıklarını söyledi. Mozaik üzerinde geometrik motifler olduğunu belirten Ersoy, "Şu anda mozaik alanın 5-10 metrekarelik kısmını ortaya çıkardığımız için geometrik şekillerin anlamlarıyla ilgili tam olarak bir şey söyleyemiyoruz. Ama iç içe geçmiş zincir ve değişik şekiller var. Alan tamamen kazıldıktan sonra bir fikre sahip olacağız" şeklinde konuştu.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 22.06.2009

HAYATIMIZI BİNLERCE YIL ÖNCE DEĞİŞTİRDİLER

 

 

Listverse.com internet sitesi, modern zamanın vazgeçilmezi olan, ancak kökeni zannedildiğinden çok daha eskilere, antik çağlara kadar dayanan on buluşu derledi. Listede, Antik Yunanlar ve Romalılar arasında son derece popüler olan futbol, 4 bin yılı aşkın geçmişiyle tıbbi dikiş ipleri, diş macunu ve şemsiye de yer alıyor.

 

1- DİŞ MACUNU:  İlk diş macunu tarifi, MS 4. yüzyıla ait olan bir Mısır el yazmasında yer alıyor. Tarifin ana maddesini, süsen çiçeklerinden elde edilen bir karışım oluşturuyordu.
2- ŞEMSİYE: Asur Devleti’ne başkentlik yapan Ninova’da bulunan heykeller, şemsiyenin kullanımına dair ilk izleri taşıyor. Şemsiyeler, o devirlerde güneşten korunmak için kullanılıyordu. İlk açılıp kapanabilen şemsiyeler ise 2. yüzyılda Çin’de üretildi.
3- İŞLENMİŞ?KAUÇUK: Aztekler, MÖ 1600’de bölgede yetişen bir ağaçtan kauçuk elde ediyorlardı.
4- SPEKULUM: Bedenin iç kısımlarını muayene etmeye yarayan spekulumlara dair ilk izler, volkanik küller altına gömülen Pompeii’de bulundu. 5- TERSANE: Dünyanın bilinen en eski tersanesi, MÖ 2400’de Hindistan’da inşa edildi.
6- SABUN: Sabun üretimine dair ilk kanıt, MÖ 2800’de Babil uygarlığına dek dayanıyor.
7- HARİTA: Dünyanın en eski haritası, Babil’de bulunan ve MÖ 2500’den kalan bir tablette kazılı. 
8- TIBBİ?DİKİŞ?İPİ: En azından 4 bin yıllık geçmişi olan tıbbi dikiş ipleri, eski çağlarda ketenden ya da hayvanların kas liflerinden yapılıyordu.
9- DİŞ?FIRÇASI: Eski çağlarda diş fırçası olarak kuş tüyleri, hayvan kemikleri ve misvak kullanılıyordu.
10- FUTBOL: Tarihçilere göre futbolun ilk versiyonu sayılan ‘harpastum’, Romalıların ‘episkyros’ dedikleri bir takım oyunundan geliştirildi.

Milliyet, 22.06.2009

YENİ 'MİRAS LİSTESİ' GELİYOR





Dünyanın dört bir yanından toplam 30 kültürel ve doğal sit alanı bugünden itibaren İspanya’nın Sevilla kentinde başlayacak olan UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü) toplantısında dünya mirası listesine girecek. UNESCO komitesi pazartesiden itibaren, şu anda 145 ülkeden 878 alanın yer aldığı Dünya Kültür Mirası listesine ilk kez girecek 30 yeni sit alanını belirleyecek. Burkina Faso, Cape Verde ve Kırgızistan listeye ilk kez gireceğini umuyor. Ayrıca İsviçreli mimar Le Corbusier’in Arjantin, Belçika, Fransa, Almanya, Japonya ve İsviçre’de yaptığı işlerin de listeye girmesi bekleniyor.

İstanbul’un ‘Dünya Kültür Mirası Listesi’nde kalıp kalmayacağı da bu toplantıda kesinleşecek. Üç kişilik UNESCO heyeti, raporu hazırlamak üzere geçtiğimiz nisanda İstanbul’da incelemelerde bulunmuş, Aya İrini, Four Seasons ek otel inşaatı ve Yenikapı Marmaray kazı alanını gezmişti.

Öte yandan Almanya’nın Dresden kentinin dünya mirası sıfatını kaybetmesi bekleniyor. UNESCO yetkililerin kentin dokusunu bozacağını belirttikleri bir köprünün, yapılan ikazlara rağmen inşa edilmesi, kentin listeden çıkarılmasına neden oldu.

UNESCO dünya mirası komitesi uzmanları Burkina Faso’daki ‘olağanüstü bir evrensel değer’ olarak tanımlanan köy kalıntıları ‘Loropeni Kalıntıları’ ve Cape Verde’deki tarihi kent merkezi Ribeira Grande hakkında da karar verecek.

Mağara ve kayaları Orta Asya’nın Müslüman mirasının eşsiz parçaları olduğu kabul edilen, Fergana Vadisi’ndeki Süleyman Dağı’nın listeye alınmasıyla, Kırgızistan da ilk kez UNESCO’nun dünya mirası listesine girmiş olacak.

Toplantıda iki Fransız alanının da ‘tehlike altındakiler’ listesine geçmesi bekleniyor. Bir köprü inşaatından dolayı Bordeaux şehri ve tarih öncesi resimlerin bakteri tehdidi altında olduğu Lascaux mağaraları.

UNESCO koruma projeleri ve kültür mirası alanlarının korunmasına yönelik ülkeler arasında yapılacak teknik işbirlikleri için her sene 2.9 milyon dolar (Yaklaşık 4 milyon TL) ayırıyor. Sit alanlarının özel statüleri turizmi de geliştiren bir faktör olarak etki ediyor. Dünya Mirası Komitesi toplantıları 30 Haziran’a dek sürecek.
Radikal, 21.06.2009

SARAYDA KARGA KABUSU





Topkapı Sarayı'nda karga kabusu yaşanıyor. Saray, Patrona Halil isyanından beri böyle kalkışma görmedi. Gremlinler gibiler: Yüzlerce yıllık oymalar pisletiliyor, mermerler kırılıyor, bahçeler talan ediliyor, havalandırmaların silikonları, camların macunları, tesisatın kabloları sökülüyor. Müze yönetimi çaresiz. Kargalarla mücadele için güvenlik görevlilerine sapan verildi, kar etmedi. Şimdi saraya eskiden olduğu gibi, yırtıcı doğanlar getirilmesi düşünülüyor.

Topkapı Sarayı Müzesi'nin yönetiminin başı kargalarla dertte. Sayıları artarak 300-400'ü bulan kargalar sarayın müdürü İlber Ortaylı'nın şu sıralar en büyük derdi. Prof. Ortaylı'ya göre çare, sarayda eskiden olduğu gibi yırtıcı doğan beslemek: “Osmanlı zamanında doğancılar varmış. Saraya getirtecek doğan arıyorum. Bakalım o zaman ne yapacaklar bu haşarılar?”
Topkapı'nın 22 yıllık güvenlik amiri Mehmet Aydın, hocayla aynı fikirde değil: “Hoca saraya doğan alacağım diyor ama bunları doğan da durdurmaz. Birkaç yıl öncesine kadar atmacalar vardı, onları da bitirdi bu yamyamlar.”


Kabuğu kırılsın diye yüksekten attıkları cevizler sarayın mermerlerine bile zarar veriyor. Sarayda çalışıp da kargalarla macerası olmayan kimse yok. Herkes onlara sinir oluyor. Korkutup sindiremedikleri tek kişi güvenlik görevlisi Coşkun Bey. Coşkun Bey kargaların kırdığı cevizleri tuttuğu gibi hemen ağzına atıyor. Deliriyorlar bu harekete ama bir şey de yapamıyorlar. Çünkü sapanı var. Kargalar sapandan fırlayan taşların ne kadar acıttığını çok iyi biliyor.

Sadece insanlar mı? Hayvanat ya da nebatat, Topkapı Sarayı'nda ömür süren ne kadar canlı varsa kargalardan illallah dedi. Bir kere birbirlerini kolluyorlar. Birinin başına en ufak bir şey gelse, hepsi bir araya gelip arkadaşlarını savunuyorlar. Bir martı hasta mı, hepsi birden çullanıp canına ot tıkıyorlar. Biri bir kediye ya da köpeğe kuru mama mı verdi? Önce arkadan kuyruğunu çekiyorlar, hayvan can havliyle dönünce de önündeki yemleri kapıyorlar. Fakat asıl savaş papağanlarla. Topkapı Sarayı'nın bahçesinde bir papağan kolonisi yaşıyor. Kargalar bu Hintli akrabalarının kanlarından içseler doymayacaklar. Yemlerini çalıyor, yuvalarını dağıtıyor, yumurtalarını kırıp yavrularını öldürüyorlar.

Dikkat başınıza ceviz düşebilir
Sarayın bahçesinde ceviz ağacı bol. Fakat kabuğunu kırmak için cevizle mümkün olduğu kadar yükselip sonra yüksekten sert zemine bırakmaları lazım. Bu da mermerlere zarar veriyor. III. Osman taşlarını görmelisiniz. Ceviz kırmaktan yemyeşil!

Kola içmeleri bir alem
Ne kadar çöp varsa didik didik. Çöpleri karıştırdıkları yetmiyormuş gibi, her metrekareye bir çöp düşecek şekilde bütün saraya yayıyorlar. Kargaları çöpten kola içerken görenler var. Bir alem: Önce kola kutusunun deliğine gagasını sokuyor, sonra kutuyu havaya kaldırıp, dibinde kalanı kafaya dikiyor.

Lale devrinin sonu
Sarayda bahçelere çiçek ekmek mümkün değil. Sabah ekilen laleler, akşamında soğanından sökülmüş oluyor. ‘Bu çiçeklerin hepsi bu akşam sökülmüş olacak' diye görev verseniz, mümkün değil yetişmez. Sanki inadına yapıyorlar. Ertesi sabah aynı terane tekrar başlıyor.

Silikon, çivi, kablo bana mısın demiyor
Pencerelerin etrafındaki macunlar, havalandırma fanuslarının silikonları, kablolar, hatta çivi ve vidalar sökülüyor. Kargalar öyle janjan delisi ki, onlar için bu parlak çivi ve vidalar sarayın bütün hazinelerinden daha kıymetli.

Hürriyet Pazar, Haber: Savaş Özbey, 21.06.2009

PICASSO TABLOLARININ SAVAŞI





İki ünlü müzayede evi Sotheby’s ve Christie’s, tesadüf eseri ünlü sanatçı Picasso’nun art arda yaptığı iki tablosunu açık arttırma ile satışa sundu.

 

Sanat dünyası Picasso tablolarının savaşına sahne oluyor. Dünyanın en saygı duyulan iki müzayede evi Sotheby’s ve Christie’s usta ressamın iki tablosunu açık arttırma ile satışa çıkardı.

Birbirine çok benzeyen tablolar, Picasso tarafından kısa aralıklarla resmedilmiş.

Sanat çevrelerinde 20. yüzyılın en iyi ressamı olarak tanımlanan sanatçının 25 Temmuz 1969’da resmettiği ve Homme à l’épée adını taşıyan tablosu, Sotheby’s’de alıcısını arıyor.

Empresyonist ve modern sanat eserlerinin satıldığı müzayedede, tablonun 6 ile 8 milyon sterlin arasında bir fiyata alıcı bulması bekleniyor.

Christie’s Müzayede Evi ise aynı isimli ve diğerinden yalnızca birkaç gün sonra resmedilmiş başka bir tabloyu, satışa çıkarıyor. Tabloya biçilen fiyat ise 5 ile 7 milyon sterlin arasında...

Uzmanlar tarafından “dikkat çekici bir tesadüf” olarak nitelendirilen Picasso tablolarının savaşının, ekonomik kriz nedeniyle sekteye uğrayan sanat piyasasını bir miktar da olsa hareketlendirmesi bekleniyor.

Yapılan analizlere göre mayıs 2008’den bu yana gerçekleştirilen müzayedelerde, modern sanat eserlerinin averaj satış fiyatları yüzde 76.2 oranında düştü.

Picasso’nun satıştaki tabloları, bir silahşörü tasvir ettiği serinin parçaları. Usta ressamın ölümünden dört yıl önce resmettiği eserlerde,  Rembrandt ve Velázquez gibi önemli sanatçıların etkileri gözlemleniyor.

Sotheby’s Müzayede Evi’nde düzenlenen açık arttırmanın posteri olarak seçilen resim, sanatçının 1970 yılında Avignon’da yaptığı son dönem eserlerinden biri.

Tablo daha önce hiçbir müzayedede satışa sunulmamıştı. Christie’s’de satışa sunulan tablo ise, diğerinden daha büyük ve Londra’daki bir sanat koleksiyoncusu tarafından 2005 yılında 2.7 milyon sterline satın alınmıştı. Şimdiyse dört yıl sonra değerini ikiye katlayacağı düşünülüyor.

Sotheby’s’deki Empresyonist ve Modern Sanat Bölümü’nün başkan yardımcısı Melanie Clore, Picasso’nun 20. yüzyılın en büyük sanatçısı olduğunu, silahşör serisindeki tabloların, onun ustalığını kanıtladığını söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:

“Bu, son derece muazzam ve güçlü bir eser. Onu takip eden modern sanat eserlerinin özelliklerini de yansıtıyor.”

1973 yılında 91 yaşındayken hayatını kaybeden İspanyol sanatçı, benzer tablolar resmederek seriler oluşturan tek ressam değil. Monet’nin Water Lillies adlı serisi, birbirine benzer 250 tablo içeriyor.

Christie’s’de gerçekleştirilecek müzayedede Joan Miró, Marcel Duchamp, Henri Matisse ve René Magritte gibi sanatçıların eserlerinin yanı sıra, usta ressam Monet’nin Au Parc Monceau adında 4.5 milyon sterline alıcı bulması beklenen bir tablosu da yer alıyor.

Sotheby’s’de eserleri bulunan sanatçılar arasında ise Monet, Giacometti, Renoir ve Toulouse-Lautrec bulunuyor.

Taraf, 21.06.2009

ATİNA'DAKİ AKROPOL MÜZESİ ERDOĞAN'SIZ AÇILDI




“Artık dünyanın en iyi müzelerinden birine sahibiz” diyen Yunanistan Kültür Bakanı Samaras, Britanya’daki Yunan eserleri için ‘Yunanistan’ın onları sergileyecek yeri yok ki’ diyen Britanya’ya çattı.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Atina ’daki Akropolis Müzesi’nin açılışı törenine katılmak için programladığı altı saatlik Yunanistan ziyaretini son anda iptal etti.


Müzenin açılışı, tıpkı Türkiye gibi tarihi eserleri dünya müzelerine yayılan Yunanistan’da günün konusuydu. Erdoğan’ın Atina ziyaretini ertelemesi de  Yunan radyo ve TV’leri öğle bültenlerinde ilk haber olarak duyuruldu.  Ziyaretin son anda ertelenmesi üzerine Yunan başkentinde “AB’nin cuma günkü zirvesinde yabancı göçmenlerle ilgili Türkiye’yi uyaran kararları yüzünden erteledi” söylentisi dolaştı.


Başbakan ziyareti iptal ettiğini Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis’e telefon ederek iletti. Türkiye Başbakanlık Bürosu’ndan ise yazılı bir açıklama yapılmadı. Erdoğan’ın 4.5 saatlik Atina ziyareti için saat sayan Türk Dışişleri Bakanlığı, ‘iptal’ haberiyle birlikte önce ‘şaşkınlık’ geçirdi. Radikal’e bilgi veren Başbakan’a yakın kaynaklar, ‘Başbakan Erdoğan’ın bir gün önce Edirne’de güneş altında fazla yürüdüğünü, bunun güneş çarpması olmasa da rahatsızlığa yol açtığını, İzmir’deki konuşma dışında bütün programların ve Kahramanmaraş AKP İl Kongresi’nin de iptal edildiğini’ söyledi. 


Atina’daki Akropolis Tepesi’nin ayağındaki muhteşem Akropolis Müzesi’yse dün akşam Bulgaristan cumhurbaşkanı Georgi Parvanov, AB Komisyonu başkanı Jose Manuel Barrosso, Bosna Hersek, Hırvatistan, Sırbistan, Slovakya, Finlandiya, Karadağ, Vietnam ve Çin başbakanları ile Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’ın katılımıyla açıldı. Müze Yunanistan’ın 35 yıllık rüyasıydı. 





Akropolis’in hemen eteğindeki çelik ve çam ağırlıklı yapı 23 bin metrekareye yayılıyor. 2009 sonuna kadar giriş ücreti 1 avro.

Yunanistan 35 yıllık rüyası müzeyle eski eserlerini geri istediğini dünyaya ilan etti. Yunanistan Kültür Bakanı Andonis Samaras geçen hafta British Museum’un ‘Elgin Mermerlerini size üç aylığına verelim’ önerisini reddederek “Britanyalılar Parthenon heykellerini hak etmediğimizi, çünkü onları koyacak yerimiz olmadığını söylüyordu. Ama artık dünyanın en iyi müzelerinden birine sahibiz” dedi. Bu talebinin en açık göstergesi müzedeki Parthenon Salonu’nun tümüyle boş tutulması.

Radikal, Fotoğraf: AP & EPA, 21.06.2009


******


YENİ AKROPOLİS'İN 1 AVROLUK BİLETLERİ İLK 4 GÜNDE TÜKENDİ

 

Yunanistan tanrıçası Athena onuruna MÖ 447-432 arasında yapılan Akropolis tapınağı eteklerindeki 14 bin metrekarelik yeni Akropolis Müzesi, içerdiği dört bin dolayında tarihi eser ile nihayet halka açıldı. Müze, yıl sonuna kadar 1 euroluk bilet karşılığı gezilebilecek. Ancak müze biletleri gelecek yıl 5 euroya çıkarılacak. Müzenin internetten satılan ilk dört günlük biletlerinin ise tükendiği bildiriliyor. Yeni Akropolis Müzesi'nin uluslararası basın ve kamuoyundaki yankıları ise sürüyor. 180 milyon euroluk bütçeyle hayata geçirien müze, son 200 yıldır Londra'daki British Museum'da bulunan Elgin Mermerleri (Eski Parthenon kabartmaları) için ayrılan camlı bölümüyle de sansasyon yaratmış durumda. Müzedeki bölümlerde, Almanya, İtalya ve Vatikan'dan geri alınan antik Yunan parçalarına da rastlanıyor.

Sabah, 22.06.2009

AYA ELENA'DAKİ SON SÜSLEME DE ÇALINDI

 

 

Konya'da restorasyonu devam eden tarihi Aya Elena Kilisesi'nde ceylan derisi üzerine İncil'den ayetler yazan havarilerin siluetinin bulunduğu ve duvara yapıştırılmış durumdaki son süsleme de çalındı.

Selçuklu İlçesi Sille Mahallesi'nde, İ.S. 327 yılında Bizans İmparatoru Konstantin'in annesi Helena tarafından yaptırılan Aya Elena Kilisesi soyuldu. Kilisenin duvarında bulunan ceylan derisinin üzerine havari siluetlerinin yer aldı son süsleme de kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından çalındı. Hırsızlığın, 7 Haziran Pazar günü gerçekleştiğini belirten kilise görevlisi Adem Issı, "Hırsız, kilisenin arka tarafındaki penceredeki demir parmaklıkları keserek içeri girmiş ve duvardaki süslemeyi çalmış. Bu süslemelerin üçü yaklaşık üç ay önce çalındı. Geriye kalan bir tanesi de 7 Haziran pazar günü çalındı. Kilise kapalı olduğu için zaman zaman kontrol edip gidiyorum. Zaten yaklaşık bir aydır da restorasyon çalışması sürüyor" dedi.

Hürriyet, Haber: Özgür Sarı, 21.06.2009

EFES KAZILARI BAŞKANI DEĞİŞTİ

 

 

Avusturya Bilim ve Araştırma Bakanı Johannes Hahn, Efes Antik Kenti'ni ve kazı evini ziyaret etti. Hahn, kazı başkanı Dr. Johannes Koder'in emekli olduğunu, yerine yardımcısı Doç.Dr. Sabine Ladstatter'in getirildiğini açıkladı.

Efes'te 115 yıldır kazı çalışmalarını yürüten Avusturya'nın Bilim ve Araştırma Bakanı Johannes Hahn, Selçuk İlçesi'ne geldi. Hahn, önce Efes Antik Kenti'ni gezdi, ardından ilçe merkezindeki kazı evinde incelemelerde bulundu ve basın toplantısı düzenledi. 21 yıl önce Efes Antik Kenti'ni bir turist olarak gezdiğini, o zaman kazı çalışmalarının çok dikkatini çektiğini belirten Hahn, bu kez bakan geldiğini ve incelemelerde bulunduğunu söyledi.

115 yıldır olduğu gibi bundan sonra Efes'teki çalışmaların devam edeceğini ifade eden bakan Hahn, "Türk meslektaşlarımızla ortak projeler üreteceğiz. Türk sponsorların da desteğini görmek istiyoruz. Bugün çalışanlarımız arasında Türk bilim adamlarının oranı yüzde 7'dir. Her yıl bunun sayısı artacaktır. Bunun yanı sıra biz Efes'te uluslararası bilimsel çalışmalar yapıyoruz. Dünyanın her ülkesinden bilim adamını burada çalıştırıyoruz. Meslektaşlarımızla uzun vadeli projeler üretmek en büyük hedefimiz" diye konuştu. Hahn, üniversitelerle işbirliği yaparak Türk öğrencileri burslu olarak Avusturya'da okutmayı istediklerini de söyledi. Bakan Hahn, Kazı Başkanı Prof. Johannes Koder'in emekli olduğunu ve bakanlık bünyesinde toplanan komisyonun Doç. Sabine Ladstatter'i yeni kazı başkanı olarak atadığını açıkladı.

Hürriyet Ege, Haber: Veysel Erol, 21.06.2009

BU YIL DA KAÇAK KAZIYA DEVAM MI?

 

Yaz aylarının gelmesi ile beraber arkeologlar için kazı mevsimi başladı artık! Büyük bir heyecanla ekip listeleri hazırlanacak, Kültür Bakanlığı döner sermayesinden ödeneğin gelmesi beklenecek, şayet bir kazı evi var ise onarılması planlanacak derken, çok zevkli bir koşuşturma süregelir. Tüm hazırlıklar yapıldıktan sonra ise, kazı ekibinin hiç de hoşlanmadığı Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın görevlendirdiği yetkilinin de dahil olması ile artık kazıya başlanabilir. Peki ama bakanlığın görevlendirdiği ve kazı ekibinin hoşlanmadığı bu yetkili kimdir ve niçin oradadır? 

 

Eyvah komiser! 

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 48. maddesi, yabancı heyet ve kurumlar tarafından yapılan araştırma, kazı ve sondajlarda Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü uzmanlarından bir veya birkaç temsilcinin; Türk heyet ve kurumlarınca yapılan araştırma, kazı ve sondajlara, Kültür ve Turizm Bakanlığı adına yetkili bir uzmanın katılmasını zorunlu kılar. Söz konusu mevzuat bu görevlinin adını ‘temsilci’ olarak niteliyor. Kazılarda ise bu yetkiliye, niyeti çok da belli eder biçimde öteden beri ‘kazı komiseri’ deniyor. Kazı başkanı hocaların varlıklarından rahatsızlık duydukları bu kişinin seçimi ve görevleri, ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla İlgili Olarak Yapılacak Araştırma, Sondaj ve Kazılar Hakkındaki Yönetmelik’ ile belirlenir. Temsilcilerin kazı sırasındaki en önemli görevleri belirli periyotlarla kazı hakkında düzenledikleri raporları bakanlıkla paylaşmak ve kazı sonunda çıkan eserleri bölge müzesine teslim etmek. Buraya kadar bakıldığında hiçbir yanlışlık yok gibi gözüküyor. Hatta bakanlık temsilciliği görevinin son derece gerekli olduğunu bile söyleyebilirim. Peki bu durumda problem nedir? 

 

Kart hamili ‘temsilcimdir’ 

Özellikle Kültür ve Turizm eski Bakanı Atilla Koç’un döneminde; 657 sayılı kanunun 4. maddesinin b bendinde geçtiği için kısaca 4B diye bilinen, yüzlerce sözleşmeli personel alımı yapıldı. Hiçbir puan sıralaması ya da bilimsel yeterlilik gibi değerlendirme yapılmadan ‘kart hamili yakınımdır’ iş bitiriciliği ile alınan bu personellerin büyükçe bölümü arkeoloji mezunu olmakla beraber ağırlıklı olarak müzelerde çalıştırılıyor. Bakanlık tartışmalı biçimde aldığı bu sözleşmeli personelleri de ‘Bakanlık Temsilcisi’ olarak kazılarda görevlendiriyor. İşte tam da bu noktada, kimsenin farkına varmadığı bir sorun başlıyor! 

 

Hizmet içi eğitim semineri 

Yukarıda da bahsettiğimiz ‘Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla İlgili Olarak Yapılacak Araştırma, Sondaj ve Kazılar Hakkındaki Yönetmelik’in 18. maddesinin c fıkrası Bakanlık temsilcisi olabilmenin şartlarından biri olarak da ‘Hizmet İçi Eğitim Semineri’ni başarı ile tamamlamış olmak gerekliliğini sayar. 657 sayılı yasaya göre ise hizmet içi eğitim seminerine, devletin açtığı sınavlarda başarılı olanlardan, başarı listesindeki sıraya göre memurluğu kazanmış ve aday memur olarak çalışan kişiler girebilir ancak. Yani ‘Hizmet İçi Eğitim Semineri’nden başarılı olmamış hiçbir aday memur kazılarda temsilci olarak görevlendirilemiyor. 

 

Bakanlık, bırakın ‘Hizmet İçi Eğitim Semineri’nde başarılı olmayı, bu seminere katılmayan 4B’li uzman personelini, kendi çıkardığı yönetmeliği hiçe sayarak nasıl kazılarda görevlendirir? Bu arada mevcut 4B’li personelin ‘Hizmet İçi Eğitim Seminerini’ alması da yasal değildir. Çünkü, bir başarı listesi sırası ile değil, bizlerin ‘tanımadığı’, ‘tanıdıkları’ vasıtasıyla bu işlere girmişlerdir. 

 

Kaçak kazı 

Haykırıyorum! Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve kazılar hakkındaki yönetmeliği hiçe sayarak, kazılarda kendi adına görevlendirdiği temsilciler yasal değildir! Dolayısıyla 4B’li personeli görevlendirdikleri her kazı, ‘Bakanlık izni ile yapılan kaçak kazıdır’. 

 

Soruyorum! Son yıllarda kaç kazıda 4B’li personel görevlendirildi? Yasaların saydığı niteliklere sahip olmayan kişilere niçin bu görevlendirmeler yapılıyor? Bu yıl da 4B’li personel kazılara temsilci olarak görevlendirilecek mi? 

 

Sayın Ertuğrul Günay; yoksa zar mı tutuyorsunuz? Ellere dört ceherler bize hep yekler... Zar da tutulmadan atanmıyor değil mi?

Radikal İki, Yazı: Seniha Sam / Tarihçi, 21.06.2009

IRAK ULUSAL MÜZESİ SANAL ORTAMDA

 

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 2003 yılında Irak’ı işgal etmesiyle birlikte yağmalanan Irak Ulusal Müzesi sanal ortama taşındı. “virtualmuseumiraq.cnr.it” isimli site, İtalya Dışişleri Bakanlığı’nın desteğiyle İtalya Ulusal Araştırma Konseyi tarafından hazırlandı. Sitede “Tarih öncesi”, “Sümer”, “Akkad”, “Babil”, “Asur”, “Sasani” ve İslami” başlıkları altında değişik dönemlerde egemenlik kurmuş kültürlere ait eserlerin resimleri, dönemi anlatan haritalar ve bilgiler de bulunuyor.


Kültürlerin beşiği Mezopotamya’nın; tarih öncesi dönemden İslam dönemine kadar egemen olan tüm kültürleri ve bu kültürlerin sanatına, mimarisine, geleneklerine ve tarihlerine dair en önemli eserlerin yer aldığı sanal ortamda, üç boyutlu fotoğraflar, haritalar, yeniden çizimler, mimari planlar, efsaneler ve yazılı belgelerden alıntılar ve canlandırmalarla renklendirilmiş videoları izlemek de mümkün.

Tarım devrimiyle insanlığın geçmişine imzasını atan Mezopotamya halkları, Fırat ve Dicle arasında kalan bereketli Mezopotamya Ovası’nda inşa edilen ilk dinsel-sosyal yapılar, yazıyı keşfeden Sümerler, cilalı çanak-çömlek yapımı, tarım için yapılan su kanalları, yerleşik hayata geçiş… Hepsi bu sitede mevcut. Saymakla bitmez ilkleriyle Mezopotamya, halklar tarafından yüzyıllarca dünyanın merkezi kabul edilmişti. Bu nedenle, insanoğlunun yakın geçmişte başlayan serüvenini tanımak için vazgeçilmez bir mekan olan Irak Ulusal Müzesi’ni sanal ortamda izleyebilmek ayrı bir keyif. “Bağdat Müzesi” olarak da bilinen “Irak Ulusal Müzesi”ni görmek isteyenlerin, sadece bilgisayarların “virtualmuseumiraq.cnr.it” adresini girmeleri yetiyor.

Amerika’nın 2003 yılındaki Irak işgali sırasında diğer bütün kamu kurumları gibi, özellikle de Bağdat Müzesi yağmalanmış, bu yağma, dünyanın gözü önünde, canlı yayınlardan da izlenmişti.
Irak’ta binlerce insan kadın, çocuk, yaşlı denilmeden katledilmiş, on binlercesi işkenceden geçirilmişti. Ancak bu Amerikalılar için yetmemiş olacaktı ki, dünyanın en kayda değer kültür hazinelerini içinde barındıran Irak Ulusal Müzesi de yağmalanmıştı.


Müzenin girişinde bulunan Asur Kapısı ve müze içerisinde bulunan pek çok eser, Amerikan askerleri tarafından ya paramparça edilmiş ya da kaçırılmıştı. Tarihi eser kaçakçılarının ağızlarını sulandıran paha biçilmez binlerce sanat yapıtı Amerika ordusu eliyle organize bir biçimde Irak’tan çıkarılmıştı. 23 Şubat 2009’da, Irak hükümeti tarafından yeniden açılan müzenin 15 bin dolayında eseri ise hala kayıp.

Evrensel, 20.06.2009

BİR FOSİL DEPOSU: GRUBE MESSEL

 

Grube Messel, ismini dünyaya kısa bir süre önce, Ida adı verilen bir fosille duyurdu. Şimdilik maymun ve insanların birlikte evrimleştiği kök bölümüne yerleştirilen Ida, bundan 26 yıl önce Grube Messel’de bulundu. Ida’yı insanlar bir yıl sonra ne kadar hatırlar bilinmez, ama onun bulunduğu yer olan Grube Messel, on yıllardır bilim çevrelerinde bir fosil deposu olarak biliniyor.

Grube Messel, dünyada en çok bitki ve hayvan fosilinin bulunduğu bir depo özelliğine sahip ender yerlerden biri. Kazı yapan paleontolog grupları, her gün onlarca balık ve yaprak fosiline rastladıklarını ve bunun sıradan günlük bir iş olduğunu ifade ediyorlar. Bugüne kadar sadece memeli hayvanlara ait 40 binin üzerinde fosil bulunduğu belirtiliyor.


On binlerce yaprak ve balığın yanında böcek, kuş, timsah ve daha yüzlerce hayvana ait fosil bulundu. Burada bulunan ve Frankfurt Senckenberg Müzesi’nde sergilenen böcek fosili sayısı 11 binin üzerinde. Messel, sadece fosillerin çokluğu ile değil, aynı zamanda bitki ve hayvan türlerinin çokluğu bakımında da zengin bir fosil yatağı. Bugüne kadar 109 bitki familyasına ait fosil bulundu. Bulunan fosillerden bir zamanlar burada 8 balık, 31 sürüngen, 50 den fazla kuş, 5 kurbağagil, 30 omurgasız hayvan türünün yaşadığı tespit edildi.


Ama Grube Messel’de bulunan fosillerin en önemli özelliği kaliteleri. Burada canlılara ait sadece birkaç kemik ya da diş değil, bütün iskeletleriyle korunmuş birçok fosil bulundu. Üstelik sadece bütün iskeletleri değil, aynı zamanda bütün deri, tüyler ve Ida’da da olduğu gibi midesinde son yedikleri ile birlikte... Yine birçok hamile hayvan bulunurken aynı zamanda bazı kaplumbağaların karnında da yumurtalar bulundu. Birçok yaprak hala dalları ile birlikte olduğu gibi dururken, aynı zamanda birçok çiçeğe ait polen fosili bulundu. Ama en ilginç ve insanı şaşırtanlar böceklere ait fosiller. Burada bulunan fosillerin yüzde 60’ı böcek fosilleri ve bunlar hala ilk günkü gibi bütün renklerini koruyorlar. İnsanı şaşırtan bir diğer fosil de bir primata ait sadece bir el. Elde hala timsaha ait diş izleri duruyor ve primatın su içerken timsahın saldırısına uğradığı tahmin ediliyor.

Grube Messel, ilk önce fosilleri ile değil, fosillerin oluşturduğu kahverengi kömür ve kayağantaşı da denilen arduaz ile ismini duyuruyor. Petrolün bir ön formu olan kayağantaşı, yanıcı bir özelliğe sahip ve işletilerek parafin, petrol, benzin, asfalt yapımında kullanılan bitüm gibi maddeler elde ediliyor. 18. yüzyılda keşfedilen kömür ve kayağantaşının, çeşitli aralıklarla 1971 yılına kadar işletilmesine devam ediliyor. Bugün hala işletildikten sonra geriye kalan küçük tepecikler halindeki molozları görmek mümkün. İlk kez 1875 yılında bulunan bir timsah fosilinden sonra bir fosil yeri olarak Grube Messel dikkat çekiyor ama hiçbir zaman düzenli fosil arama çalışmaları yapılmıyor. Fosillerin de içinde bulunduğu kayağantaşı işletilirken birçok fosil yok oluyor. İlk kez Senckenberg Enstitüsü ve Darmstadt Müzesi, 1975’te bilimsel yöntemlerle düzenli olarak fosil kazılarına başlıyorlar.


Yine 1971 yılında Grube Messel’in bir çöp deposu olması yönünde bir karar alınıyor ve 1981’de bu plan uygulamaya geçirilmeye çalışılıyor. Bu planı Yeşiller dışındaki bütün partiler destekliyorlar. Bu plana karşı bir ‘Halk İnisiyatifi’ kuruluyor ve çöp deposuna karşı hukuki bir süreç başlatıyorlar. Daha sonraki yıllarda bulunan çok sayıda fosilden dolayı Messel bilim çevrelerinin daha fazla dikkatini çekiyor ve ancak 1990’da mahkeme, çöp deposu olma kararına karşı bir karar alıyor ve tartışmalara son veriyor. 1990’larda Hessen Eyaleti Çevre Bakanı olan Politikacı Joschka Fisher, Messel’in çöp deposu olmasına karşı yoğun bir mücadele verdiği için 2005 yılında bulunan bir yılan fosiline Alman politikacının soyadı ‘Palaeopython fischeri’ verildi. 1995 yılında da UNESCO, Grube Messel’in Dünya Kültür ve Doğa Mirası olmasını karar altına alıyor.

Evrensel, 20.06.2009


******


EVRİME MESSEL'DEN BAKMAK

 

Messel’de bulunan fosiller, geçmişten günümüze birçok bilgi taşıyorlar. O dönem yaşayan bitki ve hayvan türlerinin nasıl bir ortamda yaşadıklarını, nasıl bir iskelet yapısına sahip olduklarını, nelerle beslendiklerini anlamak açısından fosillerin değeri tartışılmaz. Fosiller sadece o dönemi anlamak açısından değil, aynı zamanda canlıların nasıl bir süreçten geçerek evrimleştiğini anlamak açısından da önemli. Messel’de bulunan fosiller arasında atın atasına ait fosiller en bilinenlerden. Bugüne kadar üç türe ait toplam elli yedi atın atasına ait fosil bulundu. Orta büyüklükte bir köpek kadar olan bu ata-atların ayakları da bugünkü atlardan daha farklı. Ön ayaklarında dört, arka ayaklarında ise üç parmak bulunuyor. Midesinde bulunan artıklardan da bugünkü atalarından farklı olarak ormanlarda yaşadıkları ve yaprak, üzüm gibi şeylerle beslendikleri tespit edildi. Bu fosiller, evrim karşıtlarının ‘canlılar değişmiyor’ tezini en iyi çürüten kanıtlar arasında bulunuyor. Messel’de insanların da dahil olduğu primatlara ait çok az fosil bulunmasına rağmen yine de üç türe ait çeşitli fosiller bulundu. Soyu tükenen bu üç tür daha çok yarı-maymun, lemur benzeri canlılar. Ida, bunların arasında özel bir özelliğe sahip. İnsanlarla, maymunların bundan mı evrimleştiği yoksa soyu tükenen bir tür mü olduğu tartışmalı da olsa Ida, evrim açısından önemli bir yere sahip. Benzer şekilde bugün yaşayan papağanların ataları sayılan birçok fosil bulundu. O dönem yaşayan birçok canlı türünün bugün artık yaşamadığını yine fosiller ortaya koyuyor. Bu da bir dönem doğaya uyum sağlayan birçok canlının koşulların değişmesi ile nasıl soyu tükenip öldüğünü göstermesi açısından önemli. Örneğin o dönem yaşayan birçok kuş türünün bugün doğrudan torunları bulunmuyor. Grube Messel’de bulunan fosiller, bugüne kadar Evrim Teorisi’ni destekleyen birçok kanıt sundu. Daha milyonlarca fosilin yerin altında olduğu düşünüldüğünde, Ida gibi insanı şaşırtan birçok yeni kanıtın bulunacağına da kesin gözüyle bakılıyor.

Evrensel, 20.06.2009

SEYİTÖMER HÖYÜĞÜ'NDE TARİH YATIYOR

Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, Seyitömer Höyüğü'ndeki kazı çalışmalarında elde ettikleri bulgulardan, burada tarımla uğraşan bir kentin, üretime yönelik yaşayan bir bölgenin varlığını gördüklerini, uluslararası ilişkilerinin üst düzeyde olduğunu anladıklarını bildirdi.

 

Türkiye Kömür İşletmeleri'ne (TKİ) bağlı Seyitömer Linyitleri İşletmesinin (SLİ) arazisinde yer alan ve çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapan höyükteki kazı çalışmalarına ilişkin DPÜ Rektörlüğünce tanıtım etkinliği düzenlendi.

 

Rektör Prof.Dr. Önce, kazı alanında yaptığı açıklamada, bu kazıya büyük önem verdiklerini belirterek, höyükteki değerlerin ortaya çıkarılmasından mutluluk duyduğunu söyledi. Prof.Dr. Nejat Bilgen de, kazıların 2006 yılından bu yana her yıl 6'şar aylık dönemlerde sürdürüldüğünü ve burada 5 kültür katmanı bulunduğunu anlattı.

 

En üstte eski kazılardan kalan Roma Tapınağı'nın parçasını inceleyip kaldırmakla işe başladıklarını bildiren Prof.Dr. Bilgen, şöyle konuştu:

“Daha sonra Hellenistik döneme inip kaldırdık. Geçen yıl ise Akhamenik diye tanımladığımız dönemin kalıntılarıyla karşılaştık ve bütün bulguları tarihledik. Buradaki bütün duvarlar, bulgular, mimari unsurlar, taşlar tek tek çiziliyor, plana aktarılıyor. Amerikalılar tarafından üç boyutlu gösterimleri yapılıyor. Bu arada küçük buluntuları değerlendirip tarihlemesini yapıyoruz. Buradaki 20 büyük fırında seramik, dokuma, tezgah ağırlıkları, ağırşaklar (yün, iplik eğrilen iği ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen yarım küre biçiminde, ortası delik ağaç veya kemik parça) üretmiş, madeni işlemişler. Ege'den Suriye ve Mezopotamya'ya kadar bütün Anadolu'yu kapsayan büyük bir ticari ilişkide bulunmuşlar. Bu bölgenin bütün seramikleri, malları buraya gelip gitmiş.”

 

Prof.Dr. Bilgen, geçen yıl Orta Tunç Çağı olarak adlandırılan katmana ait bulgulara ulaştıklarını bildirdi.  Bu bulguların çoğunun atölyelere ait parçalardan oluştuğunu ifade eden Prof.Dr. Bilgen, MÖ 1800'lerde olduğu tespit edilen deprem ve yangının izlerinin de yine geçen yıl bulunduğunu anlattı. Prof.Dr. Bilgen, şöyle devam etti:

“Bu yılki kazılarda deprem katının altına inmeye başladık. Şu anda höyüğün yarısında hala MÖ 18. yüzyılın yapıları görülüyor. Tarımla uğraşan bir kentin, üretime yönelik yaşayan bir bölgenin varlığını burada görüyoruz ve uluslararası ilişkilerinin üst düzeyde olduğunu buluntulardan anlıyoruz. Höyüğün bir kısmında ise MÖ 3. binin son çeyreğine ait Erken Tunç Çağı dediğimiz dönemde seramik eserler üretilen atölyeler var. Belki dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen çok önemli teknik, MÖ 3000'li yıllarda kalıpla seramik üretimi yapılmış.”

 

Konuşmaların ardından, Prof.Dr. Önce ve beraberindekilere, kazı alanından çıkarılan eserlerin sergilendiği kazı evinde çalışmalarla ilgili bilgi verildi.

 

Seyitömer Höyüğü'nün tarihi, yaklaşık 5 bin yıl öncesine dayanıyor. DPÜ Arkeoloji Bölümü'nün öncülüğünde yapılan ve 4. dönemi 11 Kasım 2009'da sona erecek, kazılarda öğrenciler ve öğretim elemanlarından oluşan 32 kişi ile 100 işçi görev yapıyor.

Tellal Gazetesi, 17.06.2009

DİVRİĞİ ULU CAMİİ'NİN TUVALET SORUNU ÇÖZÜLÜYOR

 

UNESCO’nun koruma çalışmaları kapsamında ’’Dünya Kültür Mirası’’ listesinde yer alan  Ulucamii’nin yıllardır yaşanan tuvalet sorununun çözümü için, Divriği Kaymakamlığı ve Belediye Başkanlığı ortaklaşa bir çalışma başlattı.

Çalışma kapsamında, tarihi yapının bahçesinin dışına tuvalet yeri kazıldı. Alt yapısı tamamlanan ve temel betonu atılan yere, Kayseri’de yaptırılan tuvalet kabini konulacak.. PVC malzeme ile yapılan, bir tarafı erkekler, diğer tarafı kadınlar için oluşturulan 2 kişilik tuvalet kabini önümüzdeki günlerde kullanılmaya başlanacak.

Tarihi eserlerin yakınından suyu uzak tutmak gerektiğini belirten Belediye Başkanı Hakan Gök, suyun tarihi yapının temeline zarar vereceği düşüncesiyle tuvaleti yapının bahçesinin dışında planladıklarını söyledi.  Kaymakam Önder Bakan’a katkılarından dolayı teşekkür eden Gök, ’’Dışarıdan gelen misafirlerimiz, turistlerimiz artık kapı kapı dolaşmayacaklar, çarşıya inmek zorunda kalmayacaklar’’ dedi. 

Ülkenin ve dünyanın dört bir yanından eseri gezmeye gelen turistler, burada özellikle tuvalet ihtiyacını karşılama konusunda büyük sorunlarla karşılaşıyordu. Tarihi yapıyı gezen turistler, eserin yakınlarında tuvalet olmaması nedeniyle ilçe merkezine dönmek zorunda kalıyordu. Turistlerin uzun süredir yaşadığı bu sorun, eserin çevresinde kamulaştırma yapılamaması nedeniyle çözülemiyordu.

Yeşil Divriği, 08.06.2009

CUMHURİYET TARİHİNİN EN BÜYÜK MÜZESİ





Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük, Türkiye'nin 6. büyük kenti Gaziantep, müzeler kenti olmasıyla dikkati çekiyor. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, yaptığı açıklamada, Gaziantep'i turizm şehri yapmak için turiste istediği mekanları sunmak gerektiğini belirterek, ''Yeni hizmete girecek müzelerle, müzeler kenti olduk'' dedi. Tarihi ve kültürel dokunun ortaya çıkarılmasına yönelik projelerle Gaziantep'i turizm kenti yaptıklarını söyleyen Güzelbey, Zeugma Mozaik Müzesi ve Kongre Merkezi'ni 2 ay içinde açmayı planladıklarını belirtti. Güzelbey, yeni Gaziantep vizyonunda şehrin sanayisiyle birlikte cazibe merkezi olmasını düşündüklerini, bunun da kültür ve turizmle olacağını belirtti. Turizm denildiği zaman insanların aklına sadece güneş, deniz ve kum gelmediğini, farklı beklentiler olduğunu ifade eden Güzelbey, şunları kaydetti: ''Bunların başında kültür ve inanç turizmi önemli bir yer tutuyor. Şu bir gerçek ki şehrimizi bir turizm şehri yapacaksak turiste istediği mekanları sunmamız lazım. Bunların başında da müzeler geliyor. Kentimizde hizmete girecek 4 müze var. Bunlardan en büyüğü Arkeoloji Müzesi, Mozaik Müzesi ve Kongre Merkezi'nden oluşan komplekstir. Gaziantep'e gelen insanlar hem müzemizi gezecek hem de kongre yapma imkanı bulacak. ''

 

Gaziantep Müze Kompleksi yapımı için eski tekel fabrikasının 40 dönümlük arazisi satın alınarak çalışmalara başlandığını, dünyanın en büyük müze kompleksi yapılarak Zeugma mozaiklerinin teşhirini sağlamış olacaklarını ifade eden Güzelbey, şöyle konuştu: ''Şu an itibarıyla sadece 550 metrekaresi sergilenen mozaiklerin yeni müze kompleksiyle tamamı (1500 metrekare) sergilenebilecektir. Müze kompleksinde yer alan seyir terası ile müze, kent ve kale tüm ihtişamıyla seyredilebilecek. Ayrıca müze ile kale arasında teleferikle bağlantı sağlanacak, böylece ziyaretçiler tarihi dokunun içinden geçerek şehri kuş bakışı seyredebilecek.''

 

Gaziantep Kalesi'nin güneyindeki Göğüş Konağı'nın da tarihi dokuda yer aldığını, 1905 yılında yapıldığı bilinen konağı restore ettirerek Emine Göğüş Mutfak Müzesi olarak hizmete verdiklerini belirten Güzelbey, şöyle devam etti: ''Müzede Gaziantep'in geleneksel mutfak kültürü tanıtılıyor. Kap kacaklar özel vitrinlerde sergileniyor. Antep yemek malzemesinden mutfak araç gereçlerine, yöresel yemeklerimizden içeceklerimize ve erzakların saklanmasına varıncaya değin mutfak kültürümüz detaylıca anlatılmaktadır. Ayrıca kent tarihi ve gelişimi, tarihi eserler, doğal güzellikler, turizm, doğa ve coğrafya, nüfus, sanayi ve ticaret, tarım, hayvan ve ormancılık, kültür ve gelenek, spor, rakamlarla Gaziantep, yerel yönetimler, Gaziantep rehberi konuları da kiosklar yardımıyla tanıtılmaktadır.''

 

Asım Güzelbey, belediyenin şehre kazandırdığı, 1909 yılında yaptırılan tarihi Beyaz Han Kent Müzesi'nde de sesli rehber sistemi bulunduğunu, odalardaki plazmalarda oynayan filmlerin sesleri ve maketlerin bilgileri otomatik olarak kulaklıktan dinlendiğini, kiosklardan kent rehberine ulaşılabildiğini ifade etti. Güzelbey, kent müzesinde Gaziantep'in yöresel el sanatı olan gümüş işlemeciliği, bakırcılık, kalaycılık, yemenicilik, sedef işlemeciliği, kutnu dokumacılığı, kilim ve halıcılık, Antep evi, Antep işi çeyiz yapımı, baklavacılık, yemek kültürü, eğlence kültürü, mesken kültürü, fıstık ve tarımı konuları kısa tanıtım filmleriyle ziyaretçilere sunulduğunu, el sanatlarını icra eden yöresel kıyafetli mankenlerle baklava yapımı, Antep kiliminin dokunması, Antep nakışının işlenmesinin canlandırıldığını söyledi.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Güzelbey, Kurtuluş Savaşı'nda Gazianteplilerin yaptığı kahramanlıkların Kahramanlık Panoraması Müzesi'nde 18 panoyla anlatıldığını, belgesel niteliğinde kurgulanmış filmin de izlenebildiğini söyledi.

 

Türkiye'nin ilk özel cam müzesi olan Medusa Cam Eserler Müzesi de geçen yıl Gaziantep'te açıldı. Müzede, Roma ve İslam tarihinden bugüne gelen bin 200 parça eser sergileniyor. Eserlerin 4 ayrı salonda sergilendiği müze, Füsun İşsever ve eşinin 20 yıllık çalışmalarının ürünü. Müzede ''üflemeli cam ocağı gösterileri'' yapılıyor, uygulamalı cam üfleme dersi veriliyor.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Salih Efiloğlu da Gaziantep'te Zeugma Antik Kenti'nden çıkarılan eserlerin yer aldığı Arkeoloji Müzesi ile Hasan Süzer Etnografya Müzesi ve Yesemek Açık Hava Müzesi'ni her yıl binlerce turistin ziyaret ettiğini ifade etti. Salih Efiloğlu, bölgeyi sadece kültür turizminde değil inanç, kongre ve sağlık turizminde de cazibe merkezi haline getirmeye çalıştıklarını belirten Efiloğlu, böylece turist sayısının daha da artacağını söyledi. Tarihi ve kültürel bilinçlenmenin müzelere ilginin artmasını sağladığını bildiren Efiloğlu, şöyle konuştu: ''Özellikle Zeugma Antik Kenti'nden çıkan mozaiklerin sergilendiği, 100 binin üzerinde tarihi ve kültürel eserin yer aldığı Gaziantep Arkeoloji Müzesi, yerli ve yabancı ziyaretçilerin müzelere ilgisinin artmasını sağladı. Sanayi ve ticaret merkezi Gaziantep, tarihi ve kültürel mekanlarıyla da insanların ilgisini çekmeye başladı.''

Gaziantep 27 Gazetesi, 20.06.2009

TAŞHAN KADERİNE TERK EDİLDİ

 

 

Afyonkarahisar'da, Osmanlı dönemi yapıtları arasında yer alan Taşhan bakımsızlıktan dolayı kaybolmaya yüz tuttu.

 

Afyonkarahisar'ın önemli tarihi abidelerinden biri olan Taşhan'ın geçen 2005 yılında restorasyon yapılması konusunda proje tamamlaması hazırlanmıştı. Yap-işlet-devret mantığı ile topluma kazandırılması hedeflenen tarihi Taşhan'ın çevresinde bulunan dükkanlar yıkıldı. Demirciler çarşısında bulunan Taşhan'ın yeni teşvik paketi kapsamında Afyonkarahisar'a kazandırılması bekleniyor. Demirciler çarşısı esnafı ise Taşhan'ın canlanması ile işlerinin açılacağı umudu içerisinde olduklarını ifade etti.

 

Restorasyon projesi 2005 yılı Temmuz ayında tamamlanan şehrin en merkezi yerindeki Taşhan, Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından da onaylanmıştı. 2003 yılında Afyonkarahisar Valisi Muzaffer Dilek tarafından Taşhan'la ilgili çalışmalar yürütülmüştü. 2003 ve 2005 yılında sürdürülen çalışmaların devamı gelmeyince çarşı esnafı tarihi yapının yeniden canlanması umudunu yitirmişti. 2008 yılında Taşhan'ın etrafında bulunan dükkanlar yıkılmış, yeniden restore edilmesi gündeme gelmişti.

 

Fakat bir türlü restorasyon çalışmaları başlamayarak yap-işlet-devret modeli ile yapılması uygun görülmüştü. Yap-işlet-devlet modeli ile yapı konusunda girişimlerde bulunulmamasının ardından Taşhan kaderine terk edilmiş şekilde bekliyor. Bu arada yeni açıklanan teşvik paketinde Taşhan'ın da yap-işlet-devret modeliyle yapılması bekleniyor.

Afyonkarahisar Kent Haber, 19.06.2009

TARİHİ BİNALAR YOK OLUYOR

 

Muğla’da kaderine terk edilen tarihi binalar, hem yok oluyor hem de çirkin görüntü yaratıyor.

İnönü ve Kocamustafaefendi caddelerinde özgün mimariye göre inşa edilmiş bu güzelim evler, aynı zamanda koruma altında. Ancak sahipleri tarafından restore ettirilmeyince, herkesin gözü önünde yavaş yavaş yıkılıyor, simge olması gerekirken yok oluyor. Satın alınıp restore ettirilen ve kullanılan birkaç bina dışında belediyenin elinden de pek bir şey gelmiyor. Muğla Belediye Başkanı Osman Gürün, bugüne kadar 22 binanın restorasyonunu yaptıklarını belirtiyor. Kent merkezinde koruma altında 4 bin 400 bina bulunuyor. Önemli bir kısmı sahipleri tarafından kullanılarak korunuyor.

Milliyet Ege, 20.06.2009

MÜZE VE ÖRENYERLERİNİN GELİRİ 116 MİLYON TL

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, müze ve ören yerlerinin 2008 yılı gelir toplamının 116 milyon 321 bin 220 TL olduğunu açıkladı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, MHP Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul'un müze ve ören yerlerinin gelirlerine ilişkin soru önergesini yanıtladı. Ertuğrul Bakan Günay'a "2008 yılında müze ve ören yerlerinin toplam gelirleri ne kadardır? Herhangi bir müze ve ören yeri gelininin ne kadarı içinde bulunduğu şehre verilmektedir? Sözkonusu yerlerden elde edilen gelirler, bakanlığınız tarafından amacına uygun olarak kullanılmakta mıdır?" sorularını yöneltti.

 

Bakan Günay ise Bakanlığına bağlı müze ve ören yerlerinin 2008 yılı gelir toplamını 116 milyon 321 bin 220 TL olarak açıkladı. Elde edilen gelirin yüzde 8'inin Kdv, yüzde 5'nin belediyeler, yüzde 10'unun hazine payı ve yüzde 1'inin de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurum payı olarak aktarıldığını, bundan sonra da Kurumlar Vergisinin ödendiğini kaydeden Bakan Günay, elde edilen gelirlerin nasıl harcandığına ilişkin soruya ise şu karşılığı verdi:

 

"Elde edilen net kar 252 sayılı Kültür Bakanlığı Döner Sermaye Kanunu hükümleri doğrultusunda kültürel mirasımız olan müze ve ören yerlerinin gelecek kuşaklara en sağlıklı şekilde aktarılabilmesinde büyük önem taşıyan, bakım, restorasyon, temizlik, güvenlik vb hizmetlerinde kullanılmaktadır."

Turizm Habercisi, 19.06.2009

AH BU PİPİLER!





Ayetullah Humeyni’nin 1979’da Şah Rıza Pehlevi’yi devirip ülkeyi karanlığa soktuğu yılların henüz başlarıydı. Tahran Kent Tiyatrosu’nun önünde ünlü heykeltıraş Henry Moore’un flüt çalan bir heykeli vardı. Üstelik Berlin’de tiyatro eğitimi görmüş olan tiyatronun müdürü yeni yönetime yalakalık yapmak için heykelin “pipisini” kestirdi. Ama ardından sorunlar yumaklaştı. İnsanlar bu kez yontunun “dişi mi, erkek mi” olduğunu tartışmaya başladılar. Müdür başına iş açtığını fark edince, heykeli giydirmek istedi. Humeyni “mollarşi”sinde komedi, tiyatro binasının içinde değil, önünde oynanır oldu. Kesin çözümü mollalar buldu. Heykel parçalanarak çöpe atıldı, müdür kapının önüne konuldu, tiyatronun kapısına kilit vuruldu.

***

Bu anlatacaklarımız ise İran “mollarşi”sinden değil, Atatürk’ün laik Cumhuriyetinden…

1996’da Necmettin Erbakan’ın üstelik Kültür Bakanı İsmail Kahraman Efes’e incelemeye gitmeden önce Selçuk Müzesi Müdürü’ne gönderilen bir talimatla, “pipisi” boyundan büyük olan, bir karışçık kırların baba tanrısı, turistik posta kartlarının, anahtarlıkların ünlü “Priapos” heykelciğinin üzerinin örtülmesi istendi.

Çanakkale’nin Kara Biga’sının antik adı “Priapos”tu! Yanındaki antik “Lampsakos (bugünkü Lapseki)” kentinin sikkelerinin üzerinde de bu, “pipisi” boyundan büyük “Priapos”un kabartması vardı. 1800 yıl önce sikkeler, her gün kadınların ellerinde tedavül ediyordu, ama 20. yüzyılda TC’nin Kültür Bakanı “Priapos”u görmeye tahammül edemiyordu!

***

Salı günü Cumhuriyet’te İzmir çıkışlı bir başka “pipi” haberi vardı. “Karun Hazinesi”ne ev sahipliği yapan Uşak Müzesi’nin tanıtımı için valiliğin girişine asılan bir afişte, bir erkek figürünün “pipisi” görülüyormuş! Görülmüş de ne olmuş? Hemen “pipinin” üzeri bir çarpı işareti ile sansürlenmiş! Okurlarımız anımsayacaklardır! Uzun mücadelelerden sonra Türkiye’ye Nev York’tan getirilen Karun Hazinesi’nin simgesi olan altın “Kanatlı At” broşu çalındı. Hazinenin en olağanüstü, en görkemli, benzersiz yapıtı, yonca ağızlı sürahidir. Metropolitan Müzesi bu parçayı 1966’da 100 bin dolara satın almıştı. Bugün bir müzayedeye çıksa en azından 4-5 milyon dolar eder. Bu parça bile, dava için ödenen mahkeme masraflarını karşılamaya yeterlidir.

17.3 cm. yüksekliğindeki gümüş sürahinin sapında, iki koçun üzerinde duran, dışa dönük çıplak bir erkek, iki eliyle yukarıda iki aslanın kuyruklarını tutarak “güç gösterisi” yapmaktadır.

Nereden nereye? 1989’da ABD’de dava sürerken Uşak Belediyesi sürahinin resmini, benim “Tarih Yerinde Güzeldir” sözümü kullanarak yaptığı afişi kentin her yerine asmıştı. Aradan 20 yıl geçmiş laik devletin koruyucusu valilik binasında, 2600 yıl öncesinin bir yapıtındaki “pipi” sansürleniyordu!

Yozlaştırılan Hatay Müzesi!

Amasya gibi şirin bir kentten, dinler tarihinin başkenti Hatay’a yeni atanan Vali Celalettin Lekesiz’e açık mektubumuzdur!

Sayın Vali Lekesiz!

Bilmiyorum daha önce Hatay’a gittiniz mi? Ben, genelde bir - iki yıl ara ile Hatay’ı karış karış gezip yeniden içime sindirmeyi severim. Hele Hatay Müzesi’ni koyacak yer bulamam. Dünyada en “önemli” üç mozaik müzesi -yeni sıralamaya göre- Gaziantep, Tunus Bardo ve Hatay’dakilerdir. Hatay, mozaik sayısı açısından birinci olmakla birlikte, ilgisizlikten 3’üncülüğe düşürülmüştür.

1997 ve sonrasındaki depremler müzede sergilenen mozaiklerde çatlamalara ve dağılmalara neden olmuştu. O zaman soruna dikkati çektik. Ankara’dan gönderilen sınırlı ödeneklerle bazı onarımlar yapıldı.

Geçen yıl 23 Mayıs’taki yeni yazımızdan şu bölümü anımsayalım: “Gelişigüzel yapılmış hangarımsı müzede mozaikler, sanki duvarlara yamanmış gibi duruyor. Çimento harcı ve inşaat demiriyle duvara gömülen mozaiklerde, bu tekniğin genleşmesi ve depremlerin zorlaması ile önemli çatlaklar görülüyor. Mozaiğin düşmanı güneş ışığıdır. Çünkü renkler solar. Antakya güneşinin alnına dayalı mozaiklerde renk kaybı, bu konudan anlamayan ziyaretçiyi bile üzüyor. Pek çok mozaik sergilenemiyor. Yeni bulunan yüzlerce mozaik koyacak yer olmadığı için topraktan çıkartılamıyor.

1999’da yeni müze yapımı için 13 dönümlük arazi kamulaştırılmış, sonra bu alan 40 dönüme çıkmıştı. Dönemin kültür bakanları, valileri, belediye başkanları, ticaret ve sanayi odaları dalga geçip 7 trilyonu bir araya getirememişlerdi. Buna karşılık Gaziantepliler ne yaptılar? Yapımı bitmemiş kültür merkezini Zeugma Mozaik Müzesi’ne dönüştürdüler. Mozaikleri, alüminyum petekler içinde çağdaş koruma içinde sergilediler. Bu da yetmeyince çağdaş bir müze yapımı için şimdi belediye 15 milyon dolar ayırmış. (İnşallah rasgele bir bina yerine, bir mimari yarışma ile yenisini gerçekleştirirler.) Geçenlerde Urfa’da ‘Amazon’ mozaiği bulundu. Urfalılar da mozaiği sergilemek için ödenek ayırmışlar.

Sayın Vali Miroğlu’yu güç günler bekliyor. Bana göre birinci önceliği ‘Yeni Antakya Mozaik Müzesini’ gerçekleştirmek olmalıdır. Sayın Vali Miroğlu! Antakya’ya hoş geldiniz. Dikkat ettiyseniz vefalı Antakyalılar, kente hizmet etmiş eski valilerin adlarını çeşitli kamu alanlarına vermişler. Adınızın Antakya’da kalıcı olmasını ve başarılarınızı dileriz.”

Merkeze alınan öncülünüz, konuya seyirci kaldı! Şimdi, o koltukta siz oturuyorsunuz. Bu uzun vadeli sorunun yerine sizin ve bakanlığın gündeminde bir ivedi sorun yer alacak. Belediye, müzenin bahçesinden 7 metre genişliğinde bir yol geçirme hevesinde. Yol geçince ne olacak?

1. Bahçedeki birkaç yüz taş yapıt ve lahitler müze dışında ilgisiz bir alana taşınacak.

2. Bırakın bulundukları yerde çıkarılmayıp üzeri toprakla örtülen ve kaçakçıların ağızlarını sulandıran görkemli mozaiklerin müzeye taşınıp sergilenmelerini, bahçede duran ve onarımları hala yapılmamış, ahşap cendereler içinde yazgılarını bekleyen ve müzeyi dünya üçüncülüğüne düşüren pek çok mozaik de kapı dışı edilecek.

3. Yol açılınca trafiğin depremsel sarsıntılarının çatlak mozaikler üzerindeki olumsuz etkilerini düşünmek bile istemiyoruz.

Sayın Lekesiz, 1999’dan bu yana atılmayan adımı inşallah siz başarıyla noktalarsınız. Ondan sonra da belediye bu yörede istediğini yapar!

Yerli Halkın Günahı Ne?

Bir başka “doğa”, bir başka “tarih”, bir başka “din” kavramlarını bütünleştiren, bir bölümü batık bir deniz kıyısı kenti olan Kekova’ya yolunuz düştü mü bilmiyorum! Antik adı “Simena” olan Muğla’nın Kale İlçesine bağlı Üçağız Köyünden söz ediyoruz. Burası 1989’dan beri 1. derece sit alanıdır. Böylesine olağandışı bir yerde, yıllardır yaşayan yerli halk, çürüyen evlerine bir çivi çakamazken çöken duvarlarını onaramazken tam kıyıda yasağa aykırı 8-9 yıl önce kaçak yapılan bir lokanta ve pansiyonu Oktay Ekinci sütununa taşımıştı. İlgililer olaya el koymuş, bina için yıkım kararı vermişlerdi.

Ama aradan 7-8 yıl geçtiği halde, her nedense yıkım kararı uygulanmıyor. Yerli halk da “Bizim günahımız ne” diye soruyor.

Cumhuriyet, Haber: Özgen Acar, 19.06.2009

FOUR SEASONS'A İKİNCİ KERE RET

 

 

Danıştay, Sultanahmet’teki tarihi kalıntılar üzerine yapılan Four Seasons Oteli ek inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararına yönelik itirazları da reddetti.

 

İstanbul Sultanahmet’te yapılan Four Seasons Oteli ek inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararı veren Danıştay, bu kararın kaldırılması istemiyle yapılan başvuruyu da reddetti. Danıştay, Muğla Bodrum Yarımadası çevre düzenleme planının yürütmesinin durdurulması kararına karşı yapılan itirazı da geri çevirdi.


Danıştay 6. Daire, Milliyet’in Sultanahmet’teki tarihi alana yapılan inşaatın, tarihi kalıntıları bütünüyle ortadan kaldıracağına yönelik ısrarlı haberleriyle gündeme getirdiği Four Seasons Oteli ek inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararı vermişti. 

22 Eylül 2005’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca onanan nazım imar planı doğrultusunda yapılan ek inşaatla ilgili yürütmeyi durdurma kararına bakanlık, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Sultanahmet Turizm A.Ş. itiraz etti. İtirazları değerlendiren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, yürütmeyi durdurma kararının yerinde olduğuna hükmetti. Kurul, itirazları reddetti. Buna göre daire, davayı esastan karara bağlayacak. Dava sonuçlanana kadar, ek inşaat yapımı gerçekleştirilemeyecek. Daire, davada iptal kararı verirse, ek inşaat yapımı ihtimali bütünüyle ortadan kalkacak. İstanbul 1. Bölge İdare Mahkemesi de kısa süre önce ek inşaat için verilen inşaat ruhsatının iptaline hükmetti. Bu karar kesinleşirse, inşaatın bugüne kadar yapılan bölümlerinin de yıkılması gündeme gelecek.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, dünkü oturumunda Muğla Bodrum Yarımadası Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi 1/25000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nı da görüştü. Danıştay 6. Daire, planla ilgili açılan davada yürütmeyi durdurma kararı vermişti.


Yoğun yapılaşmaya imkan vereceği söylenen planla ilgili karara Kültür ve Turizm Bakanlığı itiraz etti. İtirazı değerlendiren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, yürütmeyi durdurma kararını yerinde buldu.

Milliyet, 19.06.2009

MUDURNU'DA 70 TARİHİ DÜKKAN ONARILACAK

 

Mudurnu Belediyesi tarafından Demirciler Çarşısı'nda bulunan 240 dükkandan 70'i onarılacak.


Belediye Başkanı Mehmet İnegöl, yetmiş dükkanın projelendirilerek iyileştirme çalışması yapılacağını söyledi.


İnegöl, daha sonra kalan dükkanların onarılacağını kaydetti.

Bolu'nun Sesi, 19.06.2009

YUNAN RÜYASINA ERDOĞAN'LI AÇILIŞ





Yunanistan'da 30 yıldır hayali kurulan ve 9 yılda 130 milyon Euro harcanarak inşa edilen Akropolis Müzesi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla açılıyor. Erdoğan, çok sayıda dünya liderinin katılacağı Akropolis Müzesi’nin açılışı nedeniyle 5 yıl sonra Atina’ya gelmiş olacak. Çok sayıda dünya liderinin katılacağı açılışta ikili görüşmeler de yapacak Erdoğan, Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis ile de bir araya gelecek. Görüşmede Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Batı Trakya’da müftülerin seçimi konusunda yaşanan sıkıntılar, Kıbrıs ve Rum kesimine limanların açılması gibi konuların gündeme gelmesi bekleniyor.

Müzede ziyaretçiler, girişte kendilerine verilen telsiz kulaklık aracılığıyla sergilenen eserler hakkında bilgi alacak. Birbirinden değerli eserlerin yangın, deprem, güneş, rüzgar, ışık, gürültü gibi faktörlerden etkilenmemesi için bazı eserler cam zemin altında sergilenecek. En üst kat, eski Yunan’da Olimpos Dağı’nın tepesinde yaşadıklarına inanılan 12 tanrıya ayrılmış. Camdan olan dış cephe sayesinde eserlerin bir bölümünü binanın dışından görmek mümkün. Müzenin bir cephesinde kullanılan cam sayesinde, MÖ 447-438 yıllarında, kral Perikles zamanında İktinos ve Kalikratis adlı iki mimar tarafından inşa edilen ve o dönemlerde içinde tanrıça Athena’nın 1150 kilo altından yapılmış heykelinin bulunduğu söylenen Akropolis mabedi bütün ihtişamı ile yansıyor.

Ancak, Akropolis ve eteklerinde bulunan en önemli eserler Atina’daki yeni müzede değil Londra’daki British Museum’da sergileniyor. 19’uncu yüzyılın başlarında İstanbul’daki İngiliz büyükelçisi Lord Elgin, Akropolis’deki 96 plakadan 56’sını ülkesine götürmüştü. Yunanistan "Elgin mermerleri" olarak bilinen bu eserleri İngiltere’den geri istiyor. İngilizlerin gerekçelerinden biri "İnsanlık tarihi için önemli bu eserleri Atina’da barındırabilecek bir müze yok" idi. Atina şimdi "bu müze var" diyerek Akropolis’in parçalarını daha iddialı argümanlarla geri isteyebilecek.

Mabedin eteklerinde 25 bin metrekarelik bir alanda (müze bölümü 14 bin metrekare) cam, paslanmaz çelik ve beton kullanılarak yapılan müzenin başmimarı İsveçreli Bernard Tscuhmi. Giriş ücreti 1 Euro olarak belirlenen müzeyi yılda 2.5 milyon kişinin ziyaret etmesi bekleniyor.

Hürriyet, Haber: Yırgo Kirbaki, 19.06.2009

YENİKAPI KAZILARINDA SONA DOĞRU





Turizm Gazetecileri ve Yazarları Derneği (TUYED), İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü işbirliği ile Yenikapı'daki Marmaray ve metro inşaatının yapıldığı arkeolojik kazı alanına bir inceleme gezisi düzenledi. Kazı alanı sorumlusu arkeolog Yaşar Anılır'dan kazılara ilişkin son bilgileri alan TUYED üyeleri, sona yaklaşılan kazılarda ortaya çıkarılan bazı eserleri yerinde görme fırsatı buldu.

Arkeoloji Müzesi olarak metro istasyonunun geçeceği Ana Merkez alandaki çalışmalarını tamamladıklarını açıklayan arkeolog Yaşar Anılır, "Şu anda bu alanda Marmaray inşaatına başlanabilir. Jeologların miosen dediği son noktaya geldik, ana toprağa indik. Bulduklarımızı Arkeoloji Müzesi'nde teşhir edeceğiz. Buradan çıkan mezarlar belki 2010 yılında müzede sergilenecek." dedi.

 

Kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin sayısının bu ay itibariyle 12 bin 600'e ulaştığını bildiren Anılır, Marmaray inşaatının gecikmesi nedeniyle kazıların aceleye getirildiği iddialarına yanıt verdi. Medyaya da yansıyan bu iddiayı reddeden Yaşar Anılır, "Kazıları metro inşaatı aksayacak diye aceleye getirseydik, şimdi ulaştığımız eserleri bulmamız mümkün olmazdı. Bizim zaman sınırımız yok, kazı ne zaman biterse o zaman bu alandan gideceğiz." diye konuştu.

 

Marmaray Projesi'nin gerçekleştirileceği alandaki kazılarda ana toprağa indiklerini, eksi 8,5-10 metre arasına kadar geldiklerini söyleyen Anılır, metro kazısında ana toprağa henüz gelmediklerini, eksi 7,78 metre mesafede olduklarını kaydetti.

 

Türkiye'de ilk defa böylesine büyük bir alanda ve balçığın içinde kazı yaptıklarını ifade eden arkeolog Anılır, TUYED üyelerinin kazının bütçesine ilişkin sorularını da yanıtladı. Anılır, bütçe konusunun kendilerini ilgilendirmediğini belirterek şöyle konuştu: "Büyükşehir Belediyesi ve Ulaştırma Bakanlığı kazıların masraflarını karşılıyor. Burada böyle bir inşaata başlanmamış olsaydı bu kadar büyük bir kazı yapma imkanımız asla olmazdı, kimse bu kadar parayı karşılamazdı. Şu anda zorunlu bir kurtarma kazısı yapıyoruz. Bir anlamda buradan metro inşaatının geçmesi arkeolojik açıdan büyük bir şans oldu."





İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nün Yenikapı'da yaptığı kazının son durumu ve alandaki son bulgular özetle şöyle:

* 2004 yılının kasım ayında arkeolojik kazı çalışmaları başladı. Şu anda kazı alanının büyük bir kısmında iş bitti, sadece batı tarafta çalışmalar devam ediyor.

* Kazıları İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü yapıyor, bulunanlar da İstanbul Üniversitesi tarafından kaldırılıyor. Marmaray metro kazılarında 350 kişi çalışıyor, bunun 50'si teknik eleman; aralarında 5 mimar, 4 fotoğrafçı, serbest arkeologlar vs. gibi elemanlar var.

* Kazı yapılan alan 11 bin m2, metro inşaatının olduğu alanın tamamı ise 58 bin m2.

* Bu bölge Bizans döneminde Theodosius Limanı olarak bilinmekteydi.  Kazı alanının ilk katmanında Osmanlı dönemine ait eserler, onun altında 13. yy'dan kalma bir kilise kalıntısı bulundu. Bu kilise Anıtlar Kurulu kararıyla kesilip daha sonra yerine monte edilmek üzere kaldırıldı.

* Öte yandan MS. 11. ve 16. yy'a ait 33 tane gemi batığı ortaya çıkarıldı. Bu batıkların çoğu kaldırıldı, birkaç tanesi alanda özel olarak muhafaza ediliyor. Batıklarının çoğunlukla ticaret yapan gemiler olduğu düşünülüyor.

* Kazı, bir deniz tabanı üzerinde gerçekleştirildi. Jeologlar burada MÖ. birinci 1000'den itibaren bir deniz tabanı olduğunu ifade ediyor; son kazıda da MÖ. 4 yy'a ait seramikler ortaya çıktı. MS. 11. yy'de denizin dolduğu ve limanın terk edildiği anlaşılıyor.





* Deniz tabanının altında ikinci bir deniz tabanı daha vardı. Jeologlar tarih olarak MÖ. 5200 yıllarını veriyor.

* Neolotik döneme ilişkin ortaya çıkarılan kalıntılar arasındaki ölü küpleri de bir ilkti. O döneme ilişkin ilk kez ölülerin yakıldığına ilişkin bulgular tespit edildi. Anadolu'da daha önce ölülerin yakıldığına ilişkin bulguya rastlanmamıştı.

* Ölü gömü şekli konusunda da bir ilke rastlandı. Bir mezarın altında ahşap ızgaralar vardı, yanında başka bir ölü küpü çıktı.

* Toprak altında eksi 8,5 seviyelerinde 123 tane ağaç ortaya çıkarıldı, bu da bir ilkti. Bu ağaçlar temizlendi, kaldırıldı; incelemeler sürüyor.

Tsunami tezi çürüdü

* Kazılar İstanbul'un tarihinde tsunami diye bir şey olmadığını ortaya koydu. Arkeolog Yaşar Anılır'a göre çünkü bulunan gemi batıklarının hepsi düz bir alana yayılmıştı, dağınık bir alana yayılmamıştı. Herşey düz bulundu. Tsunami olsaydı kalıntılar dağınık vaziyette olurdu.

* Theodosius Limanı’nın altındaki katmanda MÖ 6.500’lü yıllara ait olduğu tahmin edilen 4 insan iskeleti ile ahşap savunma silahları, ahşap eşyalar ve kano kürekleri bulundu. Daha önce İstanbul’un  çevrelerinde neolotik döneme ait bulgulara rastlanılmıştı ancak tarihi yarımada da ilk kez böyle bulgular ortaya çıkarıldı.

* Neolotik (Cilalı Taş Devri) dönem bataklık içinde 'urne' tipi 8 bin yıllık tarihi mezarlar bulundu. Anadolu tarihinde bir ilk olan mezarların ortaya çıkarılmasıyla, İstanbul'da tarihin ilk insan topluluklarının yaşadığı kesinleşmiş oldu.

 

Eski çağlarda mezarlıklarda yapılan gömüler, çoğunlukla normal gömme, kimi zaman da yakarak gömme şeklinde oluyordu. Yakılarak gömülmüş ölülerin külleri ve yakma töreninden geriye kalanlar çoğu kez urne (pişmiş toprak kap) denilen kaba, bazen de tekne ve kapaktan oluşan "ostothek" ya da "larnax" denen küçük taş, mahfaza içine konuyordu.

 

Kremasyon gömülerde yani ceset yakılmışsa ölen kişinin giysisi, süs eşyaları veya örneğin okla öldüyse bu ok kabın içine konurdu. Bilinen kremasyon gömü şekli Anadolu arkeolojisinde bugüne kadar erken tunç çağında görüldü. Ancak bu gömü şekli, 8 bin yıl öncesine dayanan Neolitik dönem kazılarında rastlanılan bir durum değildi.

 

Bu tip gömü şekli, ilk kez Yenikapı'da devam eden Marmaray kazıları sırasında ortaya çıktı. Urnelerin içinde ölülerin özel eşyaları ile bir beze sarılı küller ve bunun üzerine günlük kullanım kapları konulduğu görüldü. Ayrıca bir urne içinde de bebek iskeletine ait kemikler bulundu. Uzmanlar, buranın bir mezarlık olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Daha önce bulunan eserler için yapılan, dere yatağı ile başka yerlerden taşındığı görüşünün son buluntularla çürüdüğü kaydediliyor.

Turizm Habercisi, Haber: Özlem Kapar, 18.06.2009

GERGER KALESİ'NE PARKE TAŞI

Kommagene Uygarlığı'na ait tarihi Gerger Kalesi'nin zorlu ulaşım yolu kilitli parke taşı ile döşeneceği bildirildi.

 

Gerger İlçesi'ne yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta bulunan rakımı bin 100 metre olan Gerger Kalesi'ne ulaşım kolaylaşıyor. 400 metrelik zorlu tırmanış yolu kilitli parke taş döşenecek. Gerger Kaymakamı Şenol Koca daha önceki yıllarda turistler tarafından rağbet gören fakat daha sonra kaderine terk edilen Gerger Kalesi'nin yeniden eski günlerine döneceğini ifade etti.

 

Koca, "Gerger kalesi kesinlikle kaderine terk edilmeyecektir. Yol yapım çalışmalarına başladık, kısa süre içinde bitirmeyi hedefliyoruz. Ulaşım sorunu bulunan kale yolunda yaklaşık 10 bin metre kare kilitli parke taşı döşenecektir. Yol yapımı bittikten sonra yerli ve yabancı turistlerin en uğrak yerlerinden biride Gerger Kalesi olacaktır. Şu anda incelemelerde bulunduk fakat kaleye tırmanmak için çok zorlandık, çünkü kale çetin bir dağ sarpının üzerine yapılmıştır. Bu nedenle ulaşım güçlükle sağlanıyor. En zoru kale yoluydu onu da en kısa zamanda bitireceğiz ve Gerger Kalesi'ni turizme kazandıracağız" dedi.

Adıyaman Kent Haber, 18.06.2009

MÜZENİN KAPISI TURİSTE KAPALI!





Sivas’a gelen yabancı turistlerden bazıları Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’ni gezemeden Sivas’tan ayrılmak zorunda kalıyor.


Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’ne gelen yabancı turistlerin bazıları müzenin İnönü Bulvarı kısmında bulunan kapısının kapalı olması nedeniyle müzeyi ziyarete kapalı zannederek, müzeyi gezmeden geri dönüyorlar.


1892 yılında Sivas Valisi Memduh Paşa tarafından yaptırılan ve 1981 yılına kadar okul olarak kullanılan bina, onarımı teşhir ve tanzimi gerçekleştirildikten sonra, 1990 yılında müze olarak ziyarete açıldı.


O tarihte ana caddenin orduevi önünden geçmesi dolayısıyla müze girişi orduevi tarafı olarak belirlendi. Fakat aradan geçen zaman içerisinde Orduevi tarafında ki cadde güvenlik nedeniyle kapatılması sonucu işlevini kaybetti ve insan yoğunluğu İnönü Bulvarı’na kaydı. Fakat müzenin giriş kısmı değiştirilmedi.


Müze girişinin İnönü Bulvarı kısmına bakan kapıdan yapılmaması müze ziyaretçilerinin sayısını oldukça aşağıya çekti. Hem yerli hem de yabancı turistlerin müzeyi kapalı zannetmesi Sivas açısından son derece olumsuz bir görüntü ortaya çıkarıyor.


1981 yılına kadar lise olarak hizmet veren Kongre binası, 1984 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilmiş ve bu tarihte bina onarımdan geçirilmişti. Aradan geçen 25 yılın ardından Kongre Binası’nda restorasyon çalışması yapılması kaçınılmaz hale geldi. Bu nedenle geçtiğimiz aylarda rölöve ve restorasyon projesi ihalesi yapılan Kongre binası, projelerin hazırlanması ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun onayından geçmesinin ardından restore edilecek.


Bu restorasyon kapsamında müze girişinin Orduevi tarafından alınarak İnönü Bulvarı tarafına verilmesi bekleniyor.

Sivas Hürdoğan, 18.06.2009

"TARİHİ YAŞATACAĞIZ"

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, kentin kalbi olan Hanlar Bölgesi'nin gün yüzüne çıkartılmasına yönelik çalışmalar kapsamında Cumhuriyet Caddesi'ndeki sağlık ocağının yıkılmasının ardından Geyve Han'ın önünde yapılan düzenlemeleri yerinde inceledi.

İncelemelere Büyükşehir Belediyesi Projeler Koordinatörü Aziz Elbas ve BURFAŞ Genel Müdürü Zeynel Abidin Turan ve Fen İşleri Daire Başkanı Fehmi Ökten de katıldı.
 

Bazı turist kafilelerinin Hanlar Bölgesi'ndeki parklanmada yaşanılan sıkıntıdan dolayı Bursa'nın görülmesi gereken en güzel bölgeyi gezinti yapmadan ayrıldığına dikkat çeken Altepe, "Cumhuriyet Caddesi'ndeki eski sağlık ocağının yıkılmasıyla, Hanlar Bölgesi farklı bir noktadan daha ferahladı. Yıkımla açılan bu alanda turist otobüslerinin parklanmasına imkan sağlayacağız. Çünkü Hanlar Bölgesi Bursa'nın fethinden sonra ilk oluşturulan ticaret ve sosyal yaşam merkezi. Bu bölgenin kimliği korunurken, yaşayan bir bölge haline gelmesini, kültür ve turizmi ile yaşamasını istiyoruz" dedi.

 

Bölgede yapacakları düzenlemelerle Geyve Han, Koza Han Taç Kapı ile Fidan Han'ın da fonksiyonlarını artıracağını belirten Başkan Altepe, "Tarihi eserlerimizi restore ederken halkın istifade edeceği mekanlar haline de getiriyoruz. Geyve Han'ın önündeki atıl alanı da bu vatandaşlarımızın istifade edecek şekilde düzenliyoruz. Tarihi mirasımızı yaşatarak geleceğe taşıyoruz, taşımaya da devam edeceğiz" diye konuştu.

Bursa Olay, 18.06.2009

YAĞMALANAN TARİHİ GERİ İSTEME ZAMANI





Ege’den Akdeniz’e inerken arkeolojik alanlara her uğradığımda yağmacıların sesi gelir kulağıma...
Devrik sütunlar, freskleri sökülmüş duvarlar, kafası kopmuş heykeller, büyük bir talanın artıkları gibidirler.


O kopuk parçalara Berlin’in, Londra’nın gösterişli müzelerinde rastlayınca içim sızlar; yağmacılara beddua ederim.

* * *

Onlardan birini tanıyoruz:
1799-1803 arası İngiltere’nin Osmanlı’daki büyükelçisi olan Lord Elgin, bir koleksiyoncuydu. Sultan II. Mahmud’dan, ilgisizlikten yok olacak haldeki Akropolis heykellerinin alçı kalıplarını çıkarmak ve “değersiz birkaç kalıntıyı” götürmek üzere izin almıştı. Bu izinle Atina’yı yağmalamış, heykellerini söktüğü Parthenon’u tamamen parçalamıştı.
1802’de maceralı bir gemi yolculuğuyla Londra’ya taşınan ve 35 bin sterline British Museum’a satılan heykel ve kabartmalar, bugün İngiliz müzesinde “Elgin Mermerleri” adlı bölümde sergileniyor.
Yunanistan ise yıllardır bu heykelleri anavatanına geri getirme mücadelesi veriyor.

* * *

İngiltere, 3 gerekçeyle iade etmiyor:
1. ”Lord Elgin, mermerleri padişah fermanıyla nakletti; yani yaptığı yasaldı” diyorlar. Bu, kısmen doğru.
2. ”Nakletmese heykeller daha da beter hale gelecekti” diyorlar; bu da büyük ölçüde doğru.
3. “Zaten Yunanistan’ın bunları sergileyebileceği bir yeri yok” diyorlar; ki bu tamamen doğru(ydu).
Ama Yunanistan bir atak yapıp son gerekçeyi İngilizlerin elinden aldı.
150 milyon euro harcayarak Akropolis’in eteğine 21 bin metrekarelik muhteşem bir müze yaptılar. 4 bin tarihi eserin, arkeolojik kalıntılarla iç içe sergileneceği müze bu hafta sonu açılacak. Açılışa İngiliz Kraliçesi de davetli...

* * *

Ne var ki, eserlerin yüzde 60’ı Londra’da...
Yunan Kültür Bakanlığı yeniden British Museum’a başvurup eserlerini istedi.
Müze bu kez ilk kez- farklı bir yanıt verdi:
“Elgin Mermerleri’ni 3 ay sergilemeniz için size gönderebiliriz” dedi. Ama bir şartları vardı:
“Atina, eserler üzerindeki hak iddiasından vazgeçecek ve eserlerin asıl sahibinin İngiliz Müzesi olduğunu kabul edecek”.
Yunan Kültür Bakanı, bunca yıl konuyu müzakereye bile yanaşmayan müzenin şimdi “ödünç verme eğilimi” göstermesini memnuniyetle karşıladı; ama teklifi reddetti. Çünkü koşulu kabul etmek, 207 yıl önceki yağmayı meşrulaştırmak anlamına gelecekti. Onun yerine,“Tarihsel mirasın, ait olduğu topraklara iadesi” için verdikleri mücadeleyi hızlandırdılar.

* * *

Zeus Sunağı’ndan Troya hazinelerine kadar arkeolojik varlığının önemli bölümü sürgünde olan Türkiye, bu “geri alma” mücadelesinde ön safta olmalı. Ama dilekçe vermek, beddua ya da rica etmek yetmiyor.
Yunanistan, izlenmesi gereken yolu gösteriyor. Bu eserlerin anayurdunda daha iyi sergileneceğini de kanıtlamak gerekiyor. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın dün okuduğumuz açıklaması bu açıdan sevindirici... Günay, Ankara’da Atatürk Kültür Merkezi’nin bulunduğu 40 bin metrekarelik alana Paris’teki Louvre ayarında, Türkiye’nin en büyük müzesini yapmayı planladıklarını söylüyor.
Bir gün orada bu toprakların tüm arkeolojik varlığı buluşursa, biz de içimiz sızlamadan geçeriz yağmalanmış tarih alanlarından...

Milliyet, Yazı: Can Dündar, 18.06.2009

MÜZE KENT ÇOK YAKIN

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'un "Sur-i Sultani" olarak bilinen; Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı ve Sirkeci Garı'nı da içine alan tarihi yarımada bölgesini "Müze Kent" yapma çalışmalarının hızlandırıldığını açıkladı. Bu yönüyle tarihi Topkapı Sarayı içindeki "Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesi" de boşaltıldı.

Bakan Günay, "Sağlık Bakanlığı ile istişarede bulunarak o hastaneyi boşalttık. Şimdi bir butik otel haline getirmeye çalışıyoruz. İstanbul'un doğal ve tarihsel güzelliğini göstermek için bir adım olacak" dedi. Çeşitli bakanlık ve kurumların elindeki turizme hizmet verebilecek tesisleri istediklerini kaydeden Günay, şöyle konuştu: "Turizm açısından son derece verimli kullanılabilecek yerlerde devlet daireleri, misafirhaneler, okullar, askeri liseler, tersaneler yapılmış. Türkiye turizmi açısından altın değerindeki bu yerleri daha verimli hale nasıl getirebiliriz diye bir envanter çalışması yapıyoruz. İstanbul'la ilgili olanı bu ayın sonuna kadar çıkarılmış olacak. İstanbul'un daha fazla kültür ve sanat mekanına ihtiyacı var. Türkiye'nin de öyle. Biz, geçmiş yıllarda okul, tersane haline getirilen binaları, otel, butik otel yapmayı düşünüyoruz. İstanbul'un doğal ve tarihi güzelliğini daha da ön plana çıkarmak için bunlar bir ön adım olacak."

Sabah, 18.06.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA SUÇÜSTÜ

Sinop'ta jandarma tarafından yapılan operasyonda, tarihi eser kaçakçıları suçüstü yakalandı. 4 kişinin gözaltına alındığı operasyonda, Hellenistik döneme ait 13 adet Aminos sikkesi ele geçirildi.


Edinilen bilgiye göre, Sinop'un Ayancık İlçesi'nde istihbarat çalışması yapan jandarma ekipleri, Kepez mevkiinde kaçak kazı yapan 4 kişiyi suçüstü yakaladı. Olayla ilgili M.D. (38), A.Ş. (45), Y.Ç. (40) ile S.E. (38) gözaltına alınırken, şahısların kazıdan elde ettikleri MÖ 300 yıllarına ait Aminos parası adı verilen 13 adet sikke ile 2 adet dedektör, 1 adet kamera ve çok sayıda kazı malzemesi ele geçirildi. Gözaltına alınan şahısların sorguları sürüyor.

Sinop Kent Haber, 18.06.2009

EGE MEDENİYETLER MÜZESİ'NE YER YOK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın söz verdiği ‘Ege Medeniyetleri Müzesi’ için valilik, büyükşehir belediyesi, ilgili kurum ve kuruluşların temsilcileri yer belirlemeye çalışıyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Ankara’da yapılacağını açıkladığı ‘Türkiye Uygarlıklar Müzesi’nin ardından; gözler, İzmir’de kurulması planlanan ‘Ege Medeniyetleri Müzesi’ne çevrildi.
Bakan Günay’ın, seçimden önce İnciraltı’na yapılacağını açıkladığı müzeyle ilgili tek eksiğin, ‘yerine karar verilmesi’ olduğu belirtildi. Vali Cahit Kıraç, projenin takip edilip, konunun sıcak tutulması gerektiğini vurguladı.

Vali Kıraç, “Kültür ve Turizm Bakanlığı, Büyükşehir Belediyesi, sivil toplum örgütleri olarak ortak bir irade var. Sayın bakanımız da yapılacağını söyledi. Nerede olacağı tartışılıyor. İnciraltı önerisi var. Büyükşehir Belediyesi’nin, turizm alanı ilan edilen bölgedeki imar planını göreceğiz. Turizm potansiyeli, doğal yapı, ulaşım gibi imkanlar değerlendirilerek, en uygun yere karar verilecek” dedi.


Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu da kentte yaşayan herkesin, müzenin yapılması konusunda birleştiğini ifade ederek, “Hem sayın bakanımız Ertuğrul Günay hem sivil toplum örgütleri bu konuyu tartışıyor. Yeri şurası olsun, burası olsun... Önemli olan İzmir’de olmasıdır. Belediye, en makul, en uygun yere planlamasını yapar” diye konuştu.  

Düşünceyi ilk ortaya atanlardan, Milliyet EGE yazarı, ekonomist Ali Nail Kubalı da şu görüşleri ifade etti: “Projeyi sayın bakanımız da onayladı ve seçimden önce yapılacak diye ortaya attı. Ancak bir ivme kazandırılması gerekiyor. Duyduğum kadarıyla da büyükşehir belediye başkanımız sayın Aziz Kocaoğlu, yer tespit ediyormuş, bu konuda girişimleri varmış. Batı dünyası için Ege’deki medeniyetler önemli. O medeniyetlere sahip çıkmamız gerek.”


Konuyu gündeme taşıyanlardan Ege Ekonomisini Güçlendirme Vakfı’nın eski başkanı Uğur Yüce, en büyük sorunun, müzenin nereye yapılacağının belirlenmemesi olduğunu ifade etti. Yüce, şöyle konuştu: “Sayın bakan da bu müzenin İzmir’e yapılacağını komfirme etti. Ankara’ya müze yapılması, buraya yapılmayacak anlamına gelmiyor. Sasalı ya da İnciraltı düşünülüyor. Ancak bu konuyu takip eden bizler, Agora-amfitiyatro-Varyant aksının içinde olması gerektiğini savunuyoruz. Dünyaca ünlü bir mimar tarafından yapılıp ses getirmesi, bundan istifade edilmesi gerektiğine inanıyoruz.”

Milliyet Ege, Haber: Banu Şen, 18.06.2009

500 YILLIK İNCİL ELE GEÇTİ

 

İstanbul’da düzenlenen iki tarihi eser operasyonunda, 500 yıl önce yazıldığı belirlenen el yazması İncil ile Hellenistik döneme ait altından heykel ve takılar ele geçti.

Alıcı rolündeki polislere İncil’i 2 milyon dolara, heykel ve takıları 3 milyon Euro’ya satmaya çalışan biri doktor beş kişi yakalandı.

Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, altı yıl önce Diyarbakır’daki bir kiliseden çalınan İncil’in piyasaya sürülmeye çalışıldığı bilgisini aldı. İncil’in Yusuf S.’nin elinde olduğunu belirlendi. Alıcı rolünde Yusuf S. ile Bahçelievler’de buluşuldu. Yusuf S. İncil’e 2 milyon dolar istedi. Diyarbakır’da bir kiliseden çalındığı tespit edilen İncil’e müze yetkilileri 5 milyon dolar değer biçti. Yusuf S. tutuksuz yargılanmak üzere serbest kaldı.

Öte yandan, Hellenistik döneme ait altından heykelin satılmaya çalışıldığını ihbar alan ekipler Doktor Metin G. ile irtibat kurdu. Polisler, Atilla S., İlyas C. ve Tuncay K.’yı gözaltına aldı. Doktor Metin G. de yakalandı. Sanıklar tutuksuz yargılanmak üzere serbest kaldı.

Hürriyet, Haber. Çetin Aydın, 18.06.2009

MOSTAR KÖPRÜSÜ'NE KARDEŞ GELDİ





Bosna-Hersek'teki önemli Osmanlı miraslarından Mostar Köprüsü'ne kardeş geldi. Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) tarafından restore ettirilen tarihi Konjic Köprüsü, önceki akşam düzenlenen muhteşem bir törenle açıldı. Devlet bakanları Faruk Çelik ile Faruk Nafiz Özak'ın da katıldığı merasimde izleyicilere birbirinden güzel gösteriler sunuldu.

 

Su, gece ve ışıkla birleşen gösterileri binlerce Boşnak'ın yanı sıra özel uçakla Türkiye'den gelen 100'ün üzerindeki davetli de izledi. Açılış töreninde ilahiler okundu, şarkılar söylendi. Folklor ekipleri her iki ülkenin halk danslarından örnekler sundu. Türkçe ve Boşnakça eserlerin seslendirildiği gecede Konya Türk Tasavvuf Musikisi Topluluğu ile Sema Grubu da sahne aldı. Mehteran Takımı Konjic Köprüsü üzerinde minik bir konser verdi. Törendeki heyecan ve coşku, Bosnalı gençlerin ellerindeki meşalelerle köprünün altından geçişi sırasında zirveye çıktı. Yerel kıyafetler giymiş yüzlerce çocuk ise ellerindeki renkli balonları gökyüzüne bırakarak, barışın hakim olduğu bir dünya istediklerine dair mesaj verdi.

 

Törende konuşan Devlet Bakanı Faruk Çelik, Türkiye ile Bosna-Hersek arasındaki dostane ilişkilerin önemine dikkat çekti. "Kader birliğimiz 1463'ten bu yana süregelmektedir." diyen Çelik, hoşgörü medeniyetinin Bosna-Hersek topraklarına hayat ve ruh verdiğini belirtti. Cami, han, hamam, türbe ve köprülerle nakış nakış işlenen bu medeniyet sayesinde aynı ruhun izlerini Saraybosna'da, Konya'da, Bursa'da, İstanbul'da görmenin mümkün olduğunu söyledi. Bakan Çelik, başkent Saraybosna'nın Avrupa'nın Kudüs'ü olduğunu vurgulayarak Bosna-Hersek'in, medeniyetlerin çatıştığı değil medeniyetlerin ittifak ettiği bir merkez olma potansiyeline sahip olduğunun altını çizdi.

 

Konjic Belediye Başkanı Emir Bubalo da yıkılmasından 63 sene sonra bu şehre Taşköprü'yü yeniden hediye ettiklerini söyledi. Restorasyona maddi-manevi destek veren Türkiye'ye müteşekkir olduklarını ifade eden Bubalo, köprünün herkes için birleşme ve kaynaşmanın merkezi olması temennisini dile getirdi. Konuşmaların ardından bakanlar Çelik ile Özak ve Başkan Bubalo, köprünün açılışını birlikte yaptı. Ardından Konjic Köprüsü'nün bir yakasından diğerine yürüyerek geçtiler.

 

Konjic şehri, başkent Saraybosna'ya yaklaşık 50 kilometre uzaklıkta şirin bir yerleşim yeri. Neretva Nehri, kentin tam ortasından geçiyor. Osmanlı zamanında Saraybosna'dan çıkan akıncılar burada mola verdiklerinden şehrin ismi 'atların dinlendiği yer' anlamına gelen Konjic olarak tarihe geçiyor. Açılışı yapılan köprü de Neretva üzerinde bulunuyor. Sultan IV. Mehmet tarafından 1682'de inşa ettirilen köprü, 6 kemerden oluşuyor. II. Dünya Savaşı'nda Alman piyadeleri geri çekilirken başlayan bombardıman sırasında (3 Mart 1945) ağır hasar görüyor. 1945'ten itibaren tam 59 yıl aslına uygun biçimde restore edilemiyor. Bugünkü görünümüne yaşlı bir Boşnak kadının Bosna-Hersek'i ziyaret eden Türk yetkililerden ricası sayesinde ulaşıyor. 2005'te TİKA bir proje hazırlıyor. Köprünün ihale yoluyla aslına uygun biçimde restore edilmesi kararlaştırılıyor. Bir yıl sonra başlayan çalışmalar 2009'da tamamlanıyor.

Zaman, Haber. Mehmet Yılmaz, 18.06.2009

İZNİK'TE İZİNSİZ KAZIYA SUÇÜSTÜ

 

Bursa'nın İznik İlçesi'nde izinsiz kazı yapan şahıslar jandarmayı fark edince kaçtı. Zanlılardan biri yakalanırken, kazıda kullanılan malzemeler ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, olay, Yörükler Köyü'nde meydana geldi. Köy civarında izinsiz kazı yapan şahısların şüpheli bir otomobil ile dolaştığı ihbarını alan jandarma ekipleri harekete geçti. Otomobil içinde bulunan zanlılar jandarmayı fark ederek kaçarken, zanlılardan İ.E kaçamayarak yakalandı. Yapılan aramada 1 jeneratör, 1 hilti, elektrik kablosu, balyoz, kazma ve ip ele geçirildi.

Kazan zanlıların yakalanması için çalışmalar sürüyor.

Bursa Hakimiyet, 17.06.2009

GÖZLER SATILIK SÜLEYMANİYE SİLUETİNDE





Ünlü müzayede evi Sotheby’s’in 24 Haziran günü Londra’da düzenleyeceği empresyonist ve modern sanat müzayedesine Fransız ressam Paul Signac’ın "La Suleimanie" (Süleymaniye) adlı tuval üzerine yağlı boya tablosu damgasını vuracak.


1907 tarihi taşıyan tabloda Haliç ve Süleymaniye Camisi’nin Boğaz üzerindeki yükselişi bütün ihtişamıyla yer alıyor. Signac’ın 1900’lü yılların başlarında yaptığı İstanbul tablolarından biri olan bu eserin 1,2 ile 1,8 milyon sterlin arasında bir fiyatla alıcı bulması bekleniyor.


Sotheby’s Empresyonist ve Modern Sanat Bölümü Başkanı Helena Newman, "Bu kadar güzel ve görkemli bir İstanbul manzarasını yansıtan bir tabloyu satışa sunmaktan büyük heyecan duyuyoruz. Signac’ın 1907’den itibaren yaptığı İstanbul manzaraları serisi her zaman çok beğenilmiştir. Bu tablo ise İstanbul’un ikinci büyük camisi olan Süleymaniye Camisi’ne bütün haşmetiyle yer vermiş olmasıyla, diğerleri arasında da özel bir yere sahiptir" dedi.


1904 yılından itibaren Avrupa’yı gezmeye başlayan, bu süre içinde Venedik, Rotterdam, Londra gibi kentlerde çalışmalar yapan Fransız ressam Paul Signac, 1907 tarihinden itibaren de İstanbul’da çalışmaya başladı. Gezdiği liman kentleri içinde İstanbul’a özel önem veren Signac, tablolarına fırça darbeleriyle mozaik havası yaratmasıyla tanınıyor.


24 Haziran günü akşam saatlerinde düzenlenecek müzayedenin sanatseverlerden büyük ilgi görmesi bekleniyor.

Radikal, 18.06.2009

"İSTANBUL'U GÜZELLEŞTİRMEK İÇİN ESKİYE BENZETMEK GEREKMİYOR"





Türkiye'de 20. yüzyıl mimarlık tarihi dendiğinde ilk akla gelen, 1930'lardan 1980'lere dek mimarlık alanını en çok etkileyen isim kuşkusuz Sedat Hakkı Eldem. Osmanlı Bankası Müzesi, doğumunun 100. yılında efsanevi mimarı bir dizi etkinlikle andı. Dizinin ilk ayağı geçen yıl düzenlenen "Sedat Hakkı Eldem I: Gençlik Yılları" başlıklı sergiydi. Bugüne dek benzeri görülmemiş çok geniş kapsamlı bir çalışma olan, Eldem'in doğumundan başlayarak çocukluğu, gençliği ve eğitim yıllarını anlatan sergi yeğeni Ethem Eldem'in sağladığı belgelerle oluşturulmuştu.

8 Nisan'dan bu yana sergilenen "Sedat Hakkı Eldem II Retrospektif"inde ise Eldem'in 1930'lardan yaşamının sonuna dek sürdürdüğü çalışmaları yer alıyor. Vehbi Koç Vakfı ve Sadberk Hanım Müzesi desteğiyle ortaya çıkan bu arşiv serginin ve eşzamanlı yayımlanan kitabın küratörlüğünü Bülent Tanju ve Uğur Tanyeli üstlenmiş. Tasarım da Bülent Erkmen'e ait.

Serginin ortaya çıkış öyküsünü ve Sedat Hakkı Eldem'in Türk mimarlığı üzerindeki etkilerini Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Uğur Tanyeli ve Osmanlı Bankası Müzesi Müdürü Sima Benaroya ile konuştuk.
 
Sedat Hakkı Eldem'e ait çok ciddi bir malzeme ve arşiv olması Osmanlı Bankası Müzesi Müdürü Sima Benaroya'yı böyle bir sergiye yöneltmiş. Benaroya, "Hiçbir mimarda olmayan bir arşivi vardı, böyle bir malzemeyle sergi yapmamak olmazdı" diyor. Osmanlı Bankası Müzesi'nin arşive verdiği önemle Sedat Hakkı Eldem'in müthiş zengin arşivi birleşince ortaya bugüne dek benzeri görülmeyen tarihi sürekliliği olan, doğumdan ölüme uzanan farklı bir sergi çıkmış. Gelecekte de kendisiyle ya da mimarlık tarihimizle ilgili her araştırmaya yol gösterecek nitelikte bir çalışma olmuş. "Eğer içinde çok önemli ölçüde Osmanlı konut mimarisiyle de ilgili bol malzeme olan bu arşivin kullanıma açılmasına aracılık edebilirsek büyük bir mutluluk olur bu bizim için" diyor Uğur Tanyeli.

Sedat Hakkı Eldem, "İkinci Ulusalcı Mimarlık" denen tarihselci akıma öncülük ettiği için hem övülen hem de yerilen bir isim. Mimarlığı hakkında farklı düşünceler olsa da herkesin birleştiği bir nokta var: Onun aurası. Sinan'dan sonra en önemli Türk mimarı kabul ediliyor. Ama yine de Uğur Tanyeli ve Bülent Tanju sergi için hazırlanan kitabın önsözünde "Bu sergide kutsanan bir şey varsa o da Sedat Hakkı Eldem değil, arşividir" diyorlar.

Uğur Tanyeli'ye göre "erken cumhuriyet dönemi"nde yetişen Sedat Hakkı Eldem, düşünce biçimi olarak ulusalcı bir anlayışa sahip olmasa da ulusalcı damara çok büyük katkıda bulunmuş bir mimari anlayışa sahip. Türkiye'deki gelenekselliğe eklemlenen bir mimarlık yapmaya çalışıyor. Kişiliğinde de mimarlığında da geleneksellikle modernizm arasında çekiştirilen bir adam. Hilton Oteli, Akbank Genel Merkezi, bugünkü Başbakanlık Binası, Le Corbusier etkili binalar ama bir yandan da Türkiye'nin o yıllardaki beklentilerinin sonucu olarak ulusalcı tarafa çekildiğini söylemek mümkün.
 
Uğur Tanyeli, bir yere ait olamama ve yurtsuz olma durumunun Sedat Hakkı Eldem'e verimlilik kattığını söylüyor. "Yaptıkları bir markaya dönüşünce ortamın etkisiyle bir Sedat Hakkı Eldem üslubu oluştu. Talep oldukça da o markaya uygun eserler üretti" diyor. Tarihimizde, onun kadar mimarlığı hoca ve tasarımcı olarak yönlendiren, etkisine alan bir başka isim yok.

Eldem'in çok bilinen çalışmaları arasında Yalova Termal Oteli, Ayaşlı Yalısı, Ilıcak Yalısı, İstanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi, İstanbul Sosyal Sigortalar Kurumu, Taksim Atatürk Kitaplığı, Alarko Ofis Blokları, Koç Holding Yönetim Merkezi, Koç Konutu, TBMM Başkanlık Konutları, Florya Tesisleri, Naciye Sultan Korusu Konutları gibi binalar sayılabilir.

Tanyeli, "Sedat Hakkı Eldem'in mimari geleneğini sürdürmeli miyiz, bugün mimari anlayışı yaşatılmalı mı" sorumu "Hayır bu anlamda Sedat Bey'i yaşatmak değil öldürmek lazım" diyerek cevaplıyor. Tanyeli'ye göre Türkiye'de geleneksel mimari ile ilişkili olsun denilen her yapıda adı söylensin söylenmesin Eldem'in etkisi var: "Dünyanın her yerinde gelenekselci yaklaşımlar olur ama bunun özellikle propagandasının yapıldığı, özellikle talep edildiği anlayıştan kurtulmak gerekiyor. İstanbul'u güzelleştirmenin yolu eskiye benzetmekten geçmiyor. Sedat Hakkı Eldem'in adı konmamış etkisinin azaltılması lazım".

Osmanlı Bankası Müzesi'ndeki sergi 5 Temmuz'a dek görülebilir. Daha sonra Bankalar Caddesi'ndeki tarihi binanın bir kültür kompleksine dönüştürülmek üzere restorasyon çalışmaları başlıyor.

Referans, Haber: Müge Akgün, 17.06.2009

ÇÖZÜLEMEDEN PARÇALANACAK

 

Frig uygarlığının gizemli anıtı Yazılıkaya, alarm verdi. Eskişehir’in 80 kilometre güneyinde, ‘Dağlık Frigya’ bölgesinde bulunan 2 bin 800 yıllık anıttaki çatlak ve kopmalar korkutuyor. Anadolu Üniversitesi’nden Doç.Dr. Taciser Sivas, “Çatlaklar büyüyor. Kapsamlı bir restorasyon çalışması gerekiyor” diye uyardı.

17 metrelik anıttaki Frig dilindeki yazılarsa hala çözülemedi. Sivas, “Pek çok bilim  adamı yazılar üzerinde inceleme, araştırma yaptı. Sadece Kral Midas, Matar (ana  tanrıçanın adı), büyük kral gibi birkaç kelime anlaşılabildi. Yazıların sırrını çözmek için çalışmalar devam ediyor” dedi.

Radikal, 17.06.2009

ILISU'DA 9 EKİP KAZI İZNİ ALDI

 

Diyarbakır'ın Bismil İlçesi'nde Ilısu Baraj Gölü altında kalacak yerlerdeki kazı çalışmaları için 4'ü yabancı 9 ekip izin aldı.

 

Diyarbakır Arkeoloji Müzesi Müdür vekili Nevin Soyukaya, yaptığı açıklamada, Ilısu Baraj Gölü altında kalacak eserlerin kurtarılması için süren kazı çalışmalarının bu yılki kısmına başlandığını bildirdi. Bu yıl 4'ü yabancı toplam 9 ekibin 12 alanda kazı yapacağını belirten Soyukaya, Kavuşantepe ile Hırbimerdan höyüklerinde kazıların başladığını, diğerlerinin ise Temmuz ayı başına kadar başlayacağını söyledi. Soyukaya, "Ilısu Baraj Gölü Altında Kalacak Kültür Varlıklarının Korunması'' projesi kapsamında, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve DSİ'nin işbirliğiyle Diyarbakır Müze Müdürlüğü başkanlığında, Bismil'deki bazı höyüklerde kurtarma kazılarının 2000 yılından bu yana yürütüldüğünü belirtti.

Zaman, 17.06.2009

İSTANBUL'DAKİ 'TARİHİ CAMİLER' 2010'DA BÜYÜKŞEHİR'E EMANET





Büyükşehir Belediye Meclisi, İstanbul’daki 23 büyük caminin güvenlik, rehberlik, temizlik, bakım ve onarım hizmetlerinin 2010’da da Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılanmasına onay verdi. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi konuyla ilgili raporu Meclis Başkan Vekili Ahmet Selamet yönetimindeki birleşiminde ele aldı.

Raporda, “2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’da bulunan 23 büyük camide eleman yetersizliği nedeniyle güvenlik ve temizlik hizmetlerine ihtiyaç duyulduğu” belirtilerek, söz konusu hizmetlerin İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve İstanbul Müftülüğü arasında hazırlanan protokol çerçevesinde yapılması istendi. İmzalanacak protokol için Başkan Kadir Topbaş’a yetki verilmesini içeren rapor, meclis üyelerinin oyçokluğuyla kabul edildi.

İmzalanacak protokole göre, aralarında Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih, Yeni Cami ve Ortaköy Cami’nin de bulunduğu İstanbul’daki 23 Selatin (Sultanlar) Camisinin güvenlik, rehberlik, temizlik, bakım ve onarım hizmetleri geçmiş yıllarda olduğu gibi İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olacağı 2010 yılında da Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılanacak.

Büyükşehir Belediyesi tarafından bakım, onarım, güvenlik, rehberlik ve temizlik hizmetleri karşılanacak İstanbul’daki 23 büyük cami şöyle:

1- Sultanahmet Cami
2- Süleymaniye Cami
3- Beyazıt Camii
4- Yeni Cami
5- Rüstempaşa Cami
6- Fatih Cami
7- Piyalepaşa Cami
8- Nuruosmaniye Cami
9- Eyüp Sultan Cami
10-  Şehzadebaşı Cami
11-  Laleli Cami
12-  Aksaray Valide Sultan Cami
13-  Edirnekapı Mihrimah Sultan Cami
14-  Yavuzselim Cami
15-  Nusretiye Cami
16-  Kılıç Ali Paşa Cami
17- Dolmabahçe Cami
18-  Ortaköy Cami
19- Üsküdar Mihrimah Sultan Cami
20- Üsküdar Valide-i Cedid Cami
21- Üsküdar Valide-i Atik Cami
22- Sümbül Efendi Cami
23- Hırka-i Şerif Cami

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 17.06.2009

ANTİK KENT: KROMNİ





Gümüşhane'nin Yağlıdere Köyü sınırları içerisinde bulunan ve şehir merkezine bir saat mesafedeki Krom Vadisi'nde bir zamanlar 10 bin kişinin yaşadığı rivayet ediliyor.


İrili ufaklı 57 manastır ve kilisenin bulunduğu ve tarihi İpek Yolu'nun geçtiği Krom Vadisi'ndeki (Kromni) kiliselerin bazılarının 300 yıllık olduğu tahmin ediliyor.


Bölge ile ilgili çok fazla bilgi bulunmamasına rağmen yapılan araştırmalarda Krom Vadisi'nde, Osmanlılardan önce yerleşmiş bulunan ve madenlerde çalışan yerli halkın, Bizans döneminde ilkel dinlerini bırakarak Hıristiyanlaştığı ve zamanla Hıristiyan papazların etkisiyle dillerini unutarak bugünkü Yunancaya çok yakın Rumca kullanmaya başladıkları, Hıristiyan halkın 1920'lerdeki nüfus mübadelesine kadar yörede yaşadığı ve Hıristiyanlığı da yaşattıkları bilinmekte.
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1461 yılında Trabzon'u fethetmesinden 1700 yılına kadar, yörede yaşayan insanların dinine karışılmamıştır. İmparatorluk, 1700'lü yıllarda Hıristiyanlara, Müslüman olmaları durumunda bazı imtiyazlar sağlayacağını duyurunca Müslüman olmuşlardır.


Hıristiyan halk yaklaşık 200 yıl boyunca dinlerini yaşatmıştır. 1856 yılında İmparatorluk, herkesi inancında serbest bırakmıştır. O tarihten sonra Hıristiyanlar, yıkılan kiliselerini onarmış ve birçok kilise yapmışlardır. Bugün ayakta kalan kiliselerin birçoğu, o dönemde yapılmış kiliselerdir.


Bazı uzmanlara göre bölgede bu kadar fazla kilise ve manastır olmasının nedeni olarak, Osmanlı'nın çöküş döneminde bölgede yaşayan azınlıkların propaganda amaçlı çok sayıda manastır ve kilise yaptıkları ifade edilmekte. Öte yandan bölgenin maden açısından da zengin olduğunu ifade eden uzmanlar, bu yüzden bazı kayalıkların rengarenk olduğunu bunun ise Alterasyon Zonu'na işaret ettiğini söylüyorlar.

Gümüşhane Kent Haber, 16.06.2009

HARRAN KALESİ'NE GİRİLEMİYOR





Urfa'nın 11 bin 500 yıllık tarihine sahip ve dünyanın ilk üniversitesinin bulunduğu Harran İlçesi'ndeki tarihi kalede onarım çalışmaları devam ediyor.

 

Urfa'nın 11 bin 500 yıllık tarihine sahip ve dünyanın ilk üniversitesinin bulunduğu Harran İlçesindeki tarihi kalede onarım çalışmaları devam ediyor. Tarihi kalenin etrafı, onarımının yapılması için tel örgülerle çevrildi. Böylece, tarihi kaleye yerli ve yabancı turistlerin giriş ve çıkışlarına da kapanmış oldu.

AKnews'e konuşan İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, Harran Kalesi'nin restorasyonu için çalışmalara başladıklarını söyledi. Harran Kalesi'nin 3 katlı devasa yapısıyla Dünya Kültür Mirası'na girmesi gereken çok önemli bir yapı olduğunu belirten Yıldız, şöyle konuştu:

“Yaptığımız çalışmalarla Harran Dünya Kültür Mirası Aday Listesi'ne girdi. Adaylığı 2010 yılında inşallah gerçekleştireceğiz. Valimizin ve milletvekillerinin girişimleriyle Harran Kalesi'nin restorasyonu ve çevre düzenlemesini Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yatırım programına aldık ve gerekli ödeneği bakanlığımız Şanlıurfa İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği hesabına aktardı. Urfa Kalesi'nde olduğu gibi ilk etapta rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini ihale edeceğiz. Projeler koruma kurulunun onayından geçtikten sonra restorasyon ve çevre düzenleme uygulama işlerini ihale edeceğiz.”

2009 yılında Urfa ve Harran kalelerinin restorasyon ve çevre düzenlemesinin bitirilmiş olacağını ifade eden Yıldız, "Urfa Kalesi'nde olduğu gibi, Harran Kalesi de ilk defa kapsamlı bir şekilde onarılacaktır. Kendi dönemimizde 2 kalenin onarımını gerçekleştirme gururunu yaşmış olacağız. Bu projelerin gerçekleştirmesine katkı sağlayan başta sayın bakanımız Ertuğrul Günay'a, sayın valimiz Yusuf Yavaşcan'a ve sayın milletvekillerine teşekkür ederiz" diye konuştu.
Haber Diyarbakır, 17.06.2009

TÜRKİYE'NİN HEYKELLE İMTİHANI BİTMİYOR





29 Mart seçimlerinden sonra belediye başkanları değişti ama heykellerin kaderi değişmedi. Tartışmaya konu olan heykellerin ortak özelliği 'müstehcen' olmaları...

Yerel seçimlerin üzerinden üç aya yakın bir süre geçti, birçok belediyede yeni yönetimler iş başına geldi. Ancak yeni göreve gelen belediyeler de, heykellere yaklaşımlarıyla eskileri aratmıyor.

 

Son heykel tartışması Kars'ta yaşandı. 29 Mart'a kadar belediye başkanlığını sürdüren AKP'li Naif Alibeyoğlu tarafından kentin çeşitli yerlerine 30 kadar heykel yerleştirilmişti.

 

Naif Alibeyoğlu 29 Mart'ta parti değiştirerek CHP'den girdiği seçimleri kaybetti. AKP'den seçilen yeni Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş'un döneminde heykeller yeni bir tartışmanın konusu oldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kars'a gelişinden bir gün önce, 12 Haziran tarihinde, önceki belediye başkanının yerleştirdiği heykellerden bazıları kaidelerinden çıkarılarak depoya kaldırıldı. Kaldırılan heykeller arasında belediye binasının girişinde yer alan iki kadın heykeli ve Yusufpaşa Mahallesi Şehit Hulusi Aytekin Caddesi'ndeki tarihi Kars evlerinin önüne konulan kadın heykeli vardı.

 

Belediyenin deposuna kaldırılan heykellerden biri, kentteki 12 Havariler Kilisesi'nin yanına konulan, üst kısmında ağzından su fışkıran dört aslan kafası, alt kısmında da göğüsleri açık dört kadın figürünün yer aldığı heykeldi. Bu heykel, 2005'te kenti ziyaret eden AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Hans Jörg Kretschmer'i de şaşırtmıştı.


Heykellerin kaldırılmasından sonra yaşanan tartışmalarla ilgili olarak Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş şunları söyledi:

"Özellikle seçim sürecinde halkın heykellere karşı antipatisi olduğunu gördük. Birçok yerde de gündeme getirdiler. Bizim de programımızda vardı. Ama tesadüf oldu, Başbakan'ın geldiği günlere rastladı. Onun ötesinde bir şey yok. Biz de bunları doğru yerlerde kullanacağıma dair söz vermiştik. İleride başka yerlerde kullanmak için kaldırdık. Heykelleri çıplak olduğu için kaldırmadım. Başka yerlerdeki heykelleri de gözden geçireceğiz."

 

Son dönemin en tartışmalı heykellerindn biri 'Aşk Yağmuru' oldu.


29 Mart'tan sonra iş başına gelen ve heykel tartışmalarına dahil olan belediyelerden biri de Kemer Belediyesi. Yeni dönemde MHP'den belediye başkanı seçilen Mustafa Gül'ün ilk icraatlarından biri, daha önceki Belediye Başkanı CHP'li Hasan Şeker tarafından heykeltıraş Zafer Sarı'ya yaptırılan ‘Aşk Yağmuru' adlı heykeli kaldırmak oldu.


Mazbatasını aldığı gün heykeli 'genç kızların ahlakını bozduğu gerekçesiyle' kaldıran Gül, yaşanan tartışmalar ve Kültür Bakanı Günay'ın tepkisi üzerine geri adım atarak heykeli ilçede başka bir yere dikeceğini söyledi.

 

Heykel kaldırılmasından yaklaşık 3 ay sonra, 14 Haziran'da Akdeniz Caddesi'nde bulunan Kuğulu Park'a yerleştirildi. Heykelin resmi açılışı, bu yıl 6'ncısı düzenlenen Altın Nar Festivali'nde yapıldı. Heykeller yeni yerine samba ve çeşitli dans gösterileriyle yerleştirildi.


Heykelin şu anki yerine monte edilmesinden de daha önce kaldırılmasında olduğu gibi basın aracılığı ile haberdar olduğunu belirten heykeltıraş Zafer Sarı ise eserinin şu anki yerinden hoşnut değil:

"Heykelin şu anda bulunduğu yeri görmedim. Görmek de istemiyorum. Ben o heykeli, daha önce bulunduğu yer için tasarlamıştım. Şu anda benim için heykelin başka bir yerde olması önemli değil. Olması gerektiği yerde olmadığı sürece değişen hiçbir şey yok. Bugüne kadar Kemer Belediyesi beni hiç muhatap almadı. Bugün de muhatap almıyor. Benimle görüşme gereği duymuyorlar. Hukuki süreç devam ediyor. O hukuki süreçte de heykelin bulunduğu yere yeniden konulması talebi de var."

Ntvmsnbc, Haber: Fatih Aça, 17.06.2009

600 YILLIK RAMAZANOĞLU KONAĞI, SOSYAL VE KÜLTÜREL ETKİNLİKLERE KAPISINI AÇTI

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce restore edildikten sonra Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Kültür Merkezi'ne dönüştürülen Ramazanoğlu Konağı, sosyal ve kültürel faaliyetlere açılıyor.

 

Merkez Müdürü Yrd. Doç.Dr. Gözde Ramazanoğlu, düzenlediği basın toplantısında Adana'nın en eski yapılarından birisi olan konakta konser, sergi, konferans gibi etkinliklerin yanında nikah kıyılabileceğini dile getirdi. Ramazanoğlu, "14'üncü yüzyıldan kalma bir binada nikah kıymak, kaç kişiye nasip olmuştur." dedi. Mekanın elit veya avam halkın tüm kesimlerine açık olacağını vurgulayan Ramazanoğlu, bu konağın içinde bulunmanın Adana'nın tarihine sahip olmak anlamına geldiğini kaydetti.

 

Adana Valisi ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün tarihi ve kültürel varlıklara büyük önem verdiğini ve bu bakımdan kentin "çok talihli bir dönem" yaşadığını ifade eden Ramazanoğlu, şöyle devam etti: "Vali İlhan Atış, -Bize; Adanalılara rağmen- tarihe çok önem veriyor. Tabi bunu utanarak söylüyorum. Herkesin bildiği gibi Adana tarihine sahip çıkmayan bir şehir. Dünyanın her yerinde; hatta komşu şehirlerde mezarlıklar var. Bunlar korunur. Çünkü mezarlar, şehrin tapusudur. Adana'da mezar yoktur. Biz Adanalılar Kapalı Çarşı'yı tamamen yıkmışız. Ondan sonra bazılarımız bunu, 'Güneş girsin' diye espri yapıyor' Bunların hiçbir açıklaması yok. Ama şimdi kentimiz 'çok talihli bir dönem' geçiriyor."

 

Mezunlar Derneği aracılığıyla ÇÜ'ye kiralanan binanın bağışlarla bir buçuk ayda içinin tefriş edildiğini hatırlatan Yrd. Doç.Dr. Gözde Ramazanoğlu, halılarından perde ve mobilyalarına kadar tüm eşyalarının farklı kişilerce hediye edildiğini anlattı. Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Türk İslam Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı olan Ramazanoğlu, Ulu Cami ve Ramazanoğlu Külliyesi'nin ildeki diğer eserleri yeniden kazanma açısından bir başlangıç teşkil ettiğini açıkladı. Bu çevrenin bundan sonra kendi kendisini toparlayacağına işaret eden Ramazanoğlu, İstanbul'da Ortaköy'ün bu şekilde birkaç bina ile başladığına ve şimdi Türkiye'de bir merkez haline geldiğine dikkat çekti. Ramazanoğlu, konağın geçmişi hakkında ise şu bilgileri verdi: "Binanın yapılış tarihi tam olarak bilinmiyor. 1350-1390 yıllarında inşa edilmiş olabileceği tahmin ediliyor. Bu durumuyla Adana'nın en eski binası, Türkiye'nin hatta dünyanın da en eski sivil binalarından biri. Kanuni Sultan Süleyman'ın Irak seferinden dönüşünde ve 4. Murat'ın Bağdat seferinden dönüşünde kaldığı biliniyor. Hatta Kanuni Sultan Süleyman, Irak fethedildikten sonra Ramazanoğlu Kubat Bey'i Irak Beylerbeyi olarak atıyor ve bunu büyük ihtimalle bu binada yapıyor. Büyük şair ve Adana Valisi Ziya Paşa, valilik döneminde bu binadaki odayı kabul odası olarak kullanmış."

Zaman, Haber: Mehmet Şahin, 17.06.2009

DENİZLİ'Yİ İZLİYORUZ





Yerel demokrasiyi “kayırmacı”lık, imar yetkisini de “talan özgürlüğü” sananlar için Denizli’den gelen yargı haberleri iyi değil... “Hukuk devleti”, seçilmiş yöneticilerin çıkar amaçlı sözde demokratik kararlarına karşı toplumun haklarını korumayı sürdürüyor. Bu yönde Denizli için alınan “yargı kararları” ise cadde isimlerinin değiştirilmesinden, cumhuriyet dönemi yapılarının gözden çıkartılmasına; hatta yeşil alanların imara açılmasına kadar her türden “kente karşı suç” niteliğindeki uygulamaları hukuka aykırı buldu.

Diğer kentlerimiz için de “ders” niteliğindeki kararlara bakalım:

‘Şeyh Bedrettin’...

Belediye Meclisi dört mahalleden geçen “Şeyh Bedrettin Caddesi”nin adını “Denizli’yle ve ülkemizin tarihi geçmişiyle ilgisi olmadığı ve tanınmadığı” gerekçesiyle 2005’te kaldırmıştı. Yeni adını ise “Müftü Ahmet Hulusi Efendi” olarak belirlemişti... Mimarlar Odası Denizli Şubesi’nin açtığı davada yüksek mahkeme “eski adların o yerlerle özdeşleştiği”ni vurgulayarak, yeni adların yeni caddelere verilmesini hükme bağladı. Şimdi Denizli, belediyenin yargı kararını uygulamasını, Şeyh Bedrettin Caddesi’ne tarihi adın yeniden asılmasını bekliyor.

‘Ayrıcalıklı’ AVM...

Kentlerin geleneksel çarşı ve pazarlarını giderek söndüren; kendi ürünümüzü uluslararası şirketlerden satın aldığımız; kendi esnafımızı ve üreticimizi ise boynu bükük bıraktığımız alışveriş merkezlerinden (AVM) biri de Denizli’nin “yeşil alan”ına göz koydu. “Muhafazakar”(!) yönetimin sağladığı ayrıcalıklı imarıyla toplumsal alanı işgal eden “Forum Çamlık” için de yüce yargı “iptal” kararı verdi.

Halkın “Demokrasi Meydanı” dediği ve planda “Park ve Belediye Hizmet Alanı”na ayrılan yerin “ticari tesis için satılamayacağı”nı hükme bağlayan idare mahkemesi kararına belediyenin itirazı da reddedildi. Danıştay, parkta yükselen AVM’yi yasalara aykırı bulunca, Forum Çamlık’ın ruhsatıyla birlikte “tapu”su bile geçersiz oldu. Bakalım yeşil alanı pazarlayanlara hangi “yaptırım” uygulanacak; hukuken gecekondudan farksız AVM, ne zaman yıkılacak?

... Ve Cumhuriyet mirası

Denizli’nin en “gerilimli” gündemi ise “Tarihi Hükümet Konağı”nın “yerinde kalması” için “yargı destekli” direniş... Valilik “yıkmak” için açtığı “kültür varlığı sayılmaması” davasını kaybedince, “depreme dayanaksız raporu”yla Koruma Kurulu’na başvurmuş; ancak istediği “yıkım izni”ni yine alamamıştı.

Mimarlar Odası’nca mayıs başında düzenlenen “Denizli Geleceğini Arıyor” sempozyumunun sonuç bildirgesinde de şu çağrı vardı: “Endüstri Meslek Lisesi taş atölye binaları, mevcut tescilli Hükümet Konağı, Gazi İlkokulu ve Kız Meslek Lisesi ile birlikte alanın ‘Cumhuriyet Sit Bölgesi’ kimliğiyle düzenlenmesi...”

Bildirgede, vaktiyle var olan “Halkevi ve eski belediye binası”nın da canlandırılması önerilirken; Vilayet Konağı için dendi ki: “...yıkılarak taşınması, tarihi dokunun karakterini ve yapının özgünlüğünü bozacağı için uygun değildir...”

Nitekim aynı alanın “Kentsel Tasarım”projesi için bir “yarışma”açılması amacıyla Valilik ile Mimarlar Odası arasında 11 Haziran’da imzalanan “Protokol”de şu koşul yer aldı: “Mevcut Hükümet Konağı mutlaka korunacaktır...” (Madde 1)

Ne var ki Vali, bu koşulu da gözetmeksizin yeni bir “taşıma projesi”ne Koruma Kurulu’ndan “acil” onay istemesin mi? Hükümet Konağı için “mutlaka korunacak” diye imza atılmasından “bir gün sonra”ki kurul toplantısında da bu kez “uygun” (!) görülmesin mi? Üstelik yargının da “yerinde yaşatılması”nı öngörmesine rağmen...

Oysa tarihi binanın konumu için “yeniden” karar vermeden önce, en doğru kentsel tasarımı seçecek “yarışma jürisi”nin de görüşünü beklemek, “kamusal ve bilimsel etik” gereğidir. Vali’nin ve Koruma Kurulu’nun hiç değilse bu evrensel kuralı gözetmelerini bekliyoruz...

Denizli’yi izlemeyi sürdüreceğiz...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 17.06.2009

KARKAMIŞ'DAKİ MAYINLAR ELLE TEMİZLENECEK





Karkamış İlçesi'nde yer alan tarihi SİT alanındaki mayınların temizlenmesiyle ilgili ihale yapılacak. Türkiye bir ilk olacak bu ihale 24 Temmuz 2009'da yapılacak. Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Efiloğlu, “Bu alanda yapılacak olan mayın temizleme işi kesinlikle el ile yapılacak, hiçbir şekilde makineyle temizleme işi yaptırılmayacak. Sökülen mayınlar sit alanı dışında, çevreye zarar vermeyecek şekilde, gerekli güvenlik tedbirleri alınmış, ilgili birimler nezaretinde imha merkezlerinde imha edilecektir" dedi.

 

Efiloğlu, yaptığı açıklamada, Karkamış Antik Kenti alanında bulunan 663 bin 800 metrekare mayınlı alanın, mayından elle temizleme hizmeti işini yaptırılacağını belirtti. İhalenin, 24 Temmuz 2009 tarihinde saat 10.00'da Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünde ''açık ihale usulü'' ile yapılacağını ifade eden Efiloğlu, “Bu alanda yapılacak olan mayın temizleme işi hiçbir şekilde yer altında ve yer üstündeki tarihi dokuya ve tabiat varlıklarına, ekolojik yapıya zarar vermeyecek şekilde yürütülecektir. İhale şartnamesinin ilgili maddelerinde mayın temizleme işinde kimlerin çalıştırılabileceği, hangi tedbirleri alacakları, temizleme işinin nasıl yapılacağı bütün detaylarıyla açıklanmış, yüklenici firmaya yükümlülükler getirilmiştir" diye konuştu.

 

“Sökülen mayınlar SİT alanı dışında, çevreye zarar vermeyecek şekilde, gerekli güvenlik tedbirleri alınmış, ilgili birimler nezaretinde imha merkezlerinde imha edilecektir" diyen Efiloğlu, “Mayın temizleme işi sürecinde arkeolog ve sanat tarihçisi çalıştırma zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca, mayın temizleme süreci başladığı andan itibaren müzemizden de yeterli sayıda arkeolog ve sanat tarihçisi kontrol elemanı olarak görevlendirilecektir. Her aşaması kontrol edilecek, kayıt altına alınacaktır" dedi. Efiloğlu, mayından temizlenen alanda arkeolojik çalışmalar başlatılmadan önce bu alanda çalışacak bütün personele mayınla ilgili eğitim verilmesinin zorunlu hale getirildiğini de vurguladı.

 

Yaptırılmak istenen işin tarihi alanda mayın temizleme işi olduğunu ve bunun Türkiye'de bir ilk olduğuna dikkati çeken Efiloğlu, “Konuya bugüne kadar ilgi göstermeyen bir kısım akademik çevrelerin ihale aşamasında konuyu araştırmadan, bilgi edinmeden, temizleme işinin hangi kriterlere yapılacağı hususunda bilgi edinme zahmetine girmeden kamuoyuna yanlış bilgi vermelerini anlamış değiliz. Bizim gayemiz Anadolu ve dünya medeniyetinde çok önemli bir yer alan Karkamış tarihi SİT alanını mayınlardan temizleyerek, arkeolojik kazı çalışmalarına başlayacak hale getirmek, kültür ve turizm hayatımıza kazandırmaktır" dedi.

 

İhale, 24 Temmuz 2009 tarihinde saat 10.00'da Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünde ''açık ihale usulü'' ile yapılacak. Yer tesliminden itibaren 300 günlük süreyi kapsayacak olan işin ihalesine yerli ve yabancı tüm firmalar katılabilecek. Ancak ihalede yerli istekliler lehine yüzde 15 oranında fiyat avantajı uygulanacak. Katılımcılar ihaleye ait şartnameyi bedel ödeyerek müdürlükten temin edebilecekler.

Gaziantep 27 Gazetesi, 17.06.2009

KALE DEĞER KAZANDI

 

 

Gaziantep Kalesi ve çevresinde yapılan restorasyonların ardından kale ve çevresi turizm merkezi haline geldi. Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, tarihi eserlerin, gelecek nesillere aktarılacak en büyük emanet olması gerektiğini ve tarihi mekanların turizme kazandırılması gerektiğini söyledi.

Başkan Güzelbey, Gaziantep'in yeni açılımlara ihtiyacı olduğunu ve sanayi gelirlerinden aldığı kadar turizmden de pay alınabileceğini de ifade ederek, "Göreve geldiğimiz günden itibaren tarihi mekanlarımızın yeniden turizme kazandırılması için çalışmalarımıza başladık. Günümüzde Kale şehirlerin merkezidir, yani kalbidir. Biz de şehrin kalbini yeniden canlandırmak için çalışmalarımıza kale ve çevresinden başladık" dedi.

 

“Büyükşehir Belediyesi olarak, tarihi mirasımızı yaşatmak, geleneksel sanat, zanaat, kültür zenginliklerimizi daha nezih bir ortamda yaşatmak ve tanıtmak adına yeni projeler üreterek bunları hayata geçirdik" diyen Güzelbey, “Koruma çalışmalarında öncelikle kültür varlıklarının korunması ve yaşatılması ile toplumun konuya duyarlı hale gelmesi ve bölgenin turizm potansiyelinin arttırılmasını amaçladık. Bu bağlamda gerek AB gerekse kendi öz kaynaklarımızdan finanse ettiğimiz çalışmalarla başta Kale Çevresi, Naip Hamamı, Kır Kahvesi, Butik Otel, Bakırcılar Çarşısı gibi bir çok yapının restorasyonunu tamamlayarak gelecek nesillere ve insanlığa kazandırılmasını sağladık" şeklinde konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 17.06.2009

TARİHİ ÇINARI DENİZ SUYU KURUTUYOR

 

Atatürk’ün zamanında bir dalının kesilmemesi için uğruna köşkü kaydırdığı, Yalova’daki asırlık çınar ağacının kurtarılması için harekete geçildi. Yalova Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü arazileri içinde yer alan Yürüyen Köşk’ün yanındaki asırlık çınar, Yalova İl Koordinasyon Kurulunda gündeme geldi. Toplantıda söz alan Enstitü Müdürü Dr. Emin Ergun, çınar ağacının tedavi ve bakıma ihtiyacı olduğunu belirterek, “Çınarın durumunu hiç iyi görmüyorum. Mutlak suretle bir an önce çınar ağacına tedavi yapılmalı” dedi. Bursa Orman Bölge Müdürü Ali Girgin de çınar ağacının bulunduğu konum itibariyle, köklerinin tuzlu suya maruz kalma ihtimalinin olduğunu belirtti. Girgin, kurumlarının bünyesinde uzman personel bulunduğunu, ağaçla ilgilenebileceklerini kaydetti. Yalova Valisi Mehmet Ersoy da bunun çok önemli bir konu olduğunu belirterek, “O ağaç, Ata’mızın bize en büyük armağanlarından biri. Bir an önce belediyemiz ve ilgili kurumlar konunun üzerine eğilsin” talimatını verdi.

Türkiye Gazetesi, 17.06.2009

GÜNAY: KULELİ MÜZE OLABİLİR





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kamunun geçmişte en prestijli yerleri aldığını, bu durumun yeniden değerlendirilmesi görüşünde olduğunu söyledi. Türkmenistan’da Avaza Turizm Bölgesi’nin açılış törenine giderken uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Günay, “Kamu geçmişte en prestijli yerleri almış. Buna yeniden bakalım diyorum. Bu saatten sonra kamu misafirhanesi mi kalmış? Binalar için hiç kıskançlık göstermemeliyiz” diye konuştu.


Bu kapsamda İstanbul’daki Kuleli Askeri Lisesi’nin binasının müze olabileceğini belirten Günay, “Genelkurmay’dan tescilli yapıları istedim. Prensipte anlaştık” dedi.

Kıyılar üzerindeki tasarrufun belediyelerden alınarak merkezi yönetime devredilmesi konusunda değerlendirmelerde bulunan Günay şunları söyledi:
Sahil kasabalarında her seçimde rant kavgası oluyor. Her belediye kafasına göre imar yetkisi kullanıyor. Sahillere betonlaşma ve yoğunluk kriterleri koyacağız. Kaçak katları yıkma yetkisi bizde olacak.”
Türkiye’de turizm potansiyeli olan yerlere yapılaşma kriteri getireceklerini belirten Günay, “Buna yaylalar da dahil” dedi.


Krizde kendileri için teşvik paketi hazırlanmamasını eleştiren turizmcilerin haklı olduğunu vurgulayan Günay şöyle konuştu:
“Bu paketin hazırlanması, Bakanlar Kurulu değişikliği nedeniyle uzadı. Ay sonuna kadar netleşir. Ancak geri kalmış bölgelere yatırım yapan turizmciler son çıkan teşvik paketinden de yararlanabilir.”

Ankara’da Atatürk Kültür Merkezi alanına Paris’teki Louvre ayarında bir müze yapmak istediklerini belirten Günay, “Eylülde bir proje yarışması düzenleyeceğiz” dedi. 40 bin metrekarelik alana sahip olması planlanan müzeyle ilgili bilgi veren Günay şunları söyledi:
“Buraya ancak bir haftada gezilebilecek şekilde Türkiye’nin en büyük müzesini yapmak istiyoruz. Galeriler yatay olarak tematik, dikey olarak da kronolojik şekilde tasarlanacak. Adı da Türkiye Uygarlıklar Müzesi olabilir.”


İstanbul’da da Sultanahmet bölgesini yeniden planladıklarını, Arkeoloji Müzesi’nin sergilemede yetersiz kaldığını, Darphane binasının da Arkeoloji Müzesi’ne dahil edileceğini anlatan Günay şöyle dedi:
“Böylece Arkeoloji Müzesi’nin teşhir alanı 20 bin metrekare çıkacak. Uygulama düğmesine basmanın eşiğindeyiz. İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’na bakan Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü binası, adliye binası var. Adliye binası oradan kalktığında orası yeni bir kamu dairesi olmasın. Ya yıkmalıyız, arkeolojik bir park varsa çıkmalı ya da orasını müze yapmalıyız. Örneğin Tapu Kadastro Bölge Müdürlüğü binasını da butik otel yapabiliriz.”


Herkesin oturduğu yerin Türkiye için çok daha nitelikli değerlendirilip değerlendirilmeyeceğini tartması gerektiğini kaydeden Günay, “Ankara’daki makam binamız, Resim Heykel Müzesi, Etnografya Müzesi gibi özel bir bina. Taşınabileceğim bir bina bulabilirsem, oturduğum binayı müze yapma niyetindeyim” şeklinde konuştu.


Günay, Troya Müzesi kurmak için de uluslararası bir yarışma açacaklarını bildirdi.

Milliyet, Haber: Ebru Sungur, 17.06.2009

ROMA ORDUGAHINA AİT KALINTILAR BULUNDU

 

Sırbistan'ın başkenti Belgrad'da bir tramvay hattı inşaatı sırasında Romalılara ait bir ordugahın kalıntıları bulundu.

 

Politika gazetesindeki habere göre, Belgrad Arkeoloji Enstitüsü'nün araştırmalardan sorumlu yetkilisi Stefan Pop Laziç, "Binalara ait temeller, lejyonerlere ait barakalar, subaylara tahsis edilen binalar ve depo kalıntıları bulduk" dedi.

Laziç, arkeologların İmparator Flavius dönemine ait olduğu belirtilen ordugahın içinde 4'üncü yüzyıla ait bir yol bulduklarını da belirtti.

Romalıların Belgrad'daki varlıkları biliniyor. 1'inci yüzyıldan 5'inci yüzyıla kadar bölgede yaşayan Romalıların bu döneme ait çok sayıda eser bıraktığı, ancak finansman sıkıntısı nedeniyle kazı yapılamadığı için arkeolojik alanların yağmalandığı ifade ediliyor.

Cnn Türk, 16.06.2009

'VAHŞİ BARBARLAR' ROMALILARI NASIL YENDİ?





Cermen kavimleri, bundan tam iki bin yıl önce Arminius olarak da bilinen Cermen lideri Hermann’ın öncülüğünde, Romalı komutan Varus önderliğindeki Romalı istilacılara karşı bir ayaklanma başlattı.

Tarihe Varus Savaşı olarak geçen savaşta Roma ordusunu büyük bir yenilgiye uğratan Cermenler’in bu zaferinin iki bininci yıldönümü dolayısıyla Almanya’nın Detmold kentinde pek çok etkinlik düzenleniyor.

Roma İmparatorluğu hakkında pek çok tarihi bulgu mevcutken, Cermenler hakkında hala çok az şey biliniyor.

Teutoburger Ormanları'nda meydana gelen savaş tam üç gün sürdü. Romalılar’ın, Cermenlerin lideri Hermann’a karşı verdiği savaşta binlerce Roma askeri hayatını kaybetti.

Gördüğü manzaraya dayanamayan Romalı komutan Varus, askerlerinin cesetleri arasında intihar etti. "Vahşi barbarlar" adlandırılan Cermenler imkansızı başarmıştı.






Tarihçi ve Arkeolog Miachael Zelle, bilinenin aksine bu savaşın Alman tarihi bakımından bir dönüm noktası olarak nitelendirilemeyeceğini söylüyor.

Zelle, “Cermenler, Alman olmadıkları için bu savaş Alman tarihi açısından büyük bir olay olarak değerlendirilemez. Bu bakımdan Alman tarihinde hiçbir zaman bir büyük dönüm noktası meydana gelmedi" diyor.

Peki Alman değillerse, Cermenler kimdi? Cermen halkı, kendisini hiçbir zaman "Cermen" olarak tanımlamadı.

Bu niteleme Roma İmparatoru Sezar’a dayanıyor. Sezar, Ren Nehri’nin sol tarafında kalan kavimleri Keltler, sağ tarafında kalan kavimleri ise Cermenler şeklinde isimlendirmişti.






Tarihçi Michael Zelle, Varus Savaşı’nın meydana geldiği dönemde "Cermenler" diye bütünlük içerisinde bir halkın varlığından söz edilemeyeceğini belirtiyor.

Uzman, “bu, Romalıları da ilgilendiren bir konuydu, Cermen kavimleri arasında katı bir siyasi yapı yoktu. Birbirini takip eden bu kavimler Romalılara da bölgedeki köyleri etki alanına alma konusunda zorluk çıkarıyordu. Yol üstündeki beş köy Romalıların kontrolüne girmeyi kabul etse bile 10 kilometre ilerideki başka bir köy tamamen farklı bir görüşteydi" şeklinde konuşuyor.

Yani bundan iki bin yıl önce her Cermen köyü özerkti. Köyler arasında ne mal takası ne de yazılı bir bilgi alışverişi yapılıyordu.

Bunların yerine ise sürekli bir savaş hakimdi. Bu nedenle, Hermann’ın kendi kavmine komşu olan bütün kavimleri birleştirerek Romalı istilacılara karşı bir ayaklanma başlatmış olması bugün bile hayret uyandırıyor.





Varus Savaşı’nın iki bininci yılı dolayısıyla açılan Detmold Eyalet Müzesi'ndeki “Mitler” sergisinin küratörü Elke Treude, Cermenlerin dış görünüşünü şöyle anlatıyor:

“Kıyafetlere gelince, uzun pantolonlar giyiyorlardı. Bu Romalılar için oldukça sıra dışıydı, Romalılar tunik ya da toga giyiyorlardı, pantolonlarla resmettikleri ise her zaman barbarlardı.”

Uzmanlar Cermenler'in uzun boylu, sarışın, güçlü kuvvetli olduğu ve saf ırk olma özelliği taşıdığı gibi iddiaların birer söylenceden ibaret olduğunu belirtiyor.

Tarihçi ve arkeolog Michael Zelle şöyle konuşuyor: “Cermenlerin saf bir etnik grup olduğuna ve Hitler döneminde sanıldığı gibi başka hiçbir etnik kökenle karışmadığına inanmak zor.”

Cnn Türk, Kaynak: Deutsche Welle, 16.06.2009

FATİH'İN İDRARI TADILDI, DİYABET OLDUĞU ANLAŞILDI

 

Fatih Sultan Mehmet'in diyabet olduğunu bir İngiliz, Fatih'in idrarının tadına bakarak anladı.

İstanbul'a ilk defa idrarda şeker arama metodu 1861'de girmiş. Daha önce tadından bakılıyordu. İdrarın şekerli bir tadı vardı, tadından anlıyorlardı. Fatih'in idrarına parmak batırıp tadına bakan ve diyabet olduğunu anlayan kişi bir İngiliz'di. Doktor olmayan şahıs acaba ne özelliği var diye Fatih'in idrarına parmağına batırıp diline dokundurup "Aaa tatlı" diye söylediği tarihi kaynaklarda var.


Diyabetin genellikle genetik olduğunu aktaran Prof. Hatemi, "Diyabet enflasyona benzer en sonunda IMF'ye teslim olursunuz"

Tarihteki diyabetlileri açıklayan Prof.Dr. Hüsrev Hatemi: "Diyabet enflasyon hikayesidir. Paranın alım gücünün düştüğünü gören Merkez Bankası'nın para basması, pankreasın fazla insülin ve emisyonu artırması gibidir. Kemal Derviş tipi ilaçlar yetmezse IMF'den yani dışarıdan insülin kredisi alınır" diyor.

Tarih boyunca kan şekerine bakılmıyordu ama çeşitli gözlemlerle diyebilir ki Fatih Sultan Mehmet diyabetti. Yavuz Sultan Selim, Sultan Reşat da diyabetikti. Ama hiçbiri ilaç kullanamazdı Sultan Reşat da insüline karşı ilaç bulunduğu devirde yaşamıyordu. Fatih'ten Sultan Reşat'a kadar geçen 400-500 senede bütün insanlık ilaçsızdı. 1921'de insülinin keşfedildi. İnsülin bulununca çare bulunmuş oldu. 1930: "Bir ilaç çıkmış" sözlerinin bırakılıp ilacın kullanılmaya başlandığı yıl. Bütün dünya 50'li yıllara kadar ağızdan ilaç bulamamıştı. Herkese mecburi insülin verildi. Bu zorunluluktan pankreasa insülin salgılatma emri veren ilaçların bulunması, ağızdan insülin salgılatan ilaçların bulunması büyük bir rahatlama sağladı.

Haber Ekspres, 16.06.2009

ÇATALHÖYÜK BULUNTULARINA LABORATUAR İNCELEMESİ





İnsanoğlunun bilinen en eski toplu yerleşim yerlerinden olan ve Neolitik dönemde sanat eseri sayılan duvar resimlerinin bulunduğu Çatalhöyük'te bu yıl çalışmalar, elde edilen bulguların, laboratuar ortamında incelenmesiyle başlayacak.

 

Neolitik dönem yerleşim yeri olan ve 9 bin yıllık geçmişi bulunan Konya'nın Çumra İlçesindeki Çatalhöyük'te, İngiliz arkeolog Profesör Ian Hodder başkanlığında 1993 yılından bu yana süren kazı çalışmalarında bu yıl, Neolitik dönemle ilgili, arkeolojik çevrelerce büyük merak uyandıran bilgilere ulaşılması planlanıyor.

Kazı başkan yardımcısı Shahina Farid, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bugüne kadar kazı çalışmalarından elde edilen bulguların kitap haline getirildiğini belirtti.

Kazı alanında ortaya çıkarılan, kemik, heykelcikler ve çömlek gibi bulguların kabaca incelendiğini ifade eden Farid, şunları kaydetti:

"Türkiye, ABD ve İngiltere başta olmak üzere farklı ülkelerin üniversitelerinden 40 kadar görevli bu yılki çalışmalarda görev alacak. Çalışmalar, önümüzdeki haftadan itibaren başlıyor. İlk olarak 6 hafta boyunca, bugüne kadar elde edilen bulgular, laboratuar ortamında detaylı şekilde incelenecek.

Sonraki 6 haftada ise kazı çalışmaları başlayacak ve yeni ipuçları bulmak için çaba harcayacağız. Laboratuar çalışmalarında, özellikle çene kemiklerindeki dişler üzerinde yoğunlaşılacak, o dönem insanlarının daha çok ne tür yiyecekler tükettikleri ve yaşam koşulları hakkında daha ayrıntılı bilgiler ortaya çıkacak."

Farid, Çatalhöyük'teki insanların tarlalarda çalıştıklarını bildiklerini vurgulayarak, "Kazı alanındaki binamızda, Boeing ve Shell firmasının desteğiyle çok detaylı analizler yapılabilen laboratuarlar kuruldu. Bu laboratuarlarda, buluntu kemiklerin kalınlıklarını ölçerek, bölgede yaşayan insanların, boylarını, iriliklerini, ne kadar zor şartlarda çalıştıklarını belirlemeye çalışacağız. Ayrıca, barındıkları yerin yakınındaki tarlalarda mı, yoksa uzaktaki bir tarlada mı çalıştıklarını tespitine yöneleceğiz" diye konuştu.

Kazı ekibinin Konya'ya gelmeye başladığını belirten Farid, 22 Haziran Pazartesi günü çalışmaların bu yılki bölümünün başlayacağını, ancak yaz döneminde gerçekleştirilen kazının yaklaşık 3 ay boyunca devam edeceğini sözlerine ekledi.

Cnn Türk, 16.06.2009

ARTEMİS TAPINAĞI'NDA TÜRBE BULUNDU





Efes Antik Kenti kazıları kapsamında Artemis Tapınağı’nın bulunduğu alanda yapılan arkeolojik çalışmalar, Aydınoğlu Beyliği dönemine ait olduğu belirlenen bir türbeyi de gün yüzüne çıkardı.

Efes Kazıları kapsamında Artemis Tapınağı’nın bulunduğu alanda Vakıflar Genel Müdürlüğünün izniyle Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülen İslami dönem eserleri kazıları, bir tarihi yapının daha gün ortaya çıkmasını sağladı.

Efes Kazıları Başkan Vekili Doç.Dr. Sabine Ladstatter, Artemis Tapınağı alanında yürütülen arkeolojik çalışmalarda, 14. yüzyıl sonu, 15. yüzyıl başına denk düşen tarih aralığında Aydınoğlu Beyliği dönemine ait olduğu düşünülen bir türbe bulunduğunu bildirdi.

Türbenin sonraki yıllarda Osmanlı döneminde de kullanım gördüğünün belirlendiğini bildiren Doç.Dr. Ladstatter, şunları söyledi:

"Kazı çalışmalarının gösterdiği sonuçlara göre, türbenin girişi batıda olup, mermer bir kapısı bulunmaktadır. Türbenin içerisinde çalışmalar sırasında iki ayrı mezar tespit edildi. Bu mezarlardan biri merkezde, bir diğeri ise türbenin iç cephe kuzeybatısındadır. Merkezdeki mezarın üzeri taşla örülmüş ve mezar taşı mermerden. Duvarın kuzeybatısındaki ikinci mezarın üzeri ise tuğla ile örülmüş ve zemine yerleştirilmiş. Türbenin etrafında bulunan mezar taşları ve mezarları örtmekte kullanılan taşlar, türbe etrafında bir mezarlık alanı olduğunu düşündürmektedir."

Doç.Dr. Ladstatter, çalışmalarda türbenin kim için yapılmış olduğu veya içinde yer alan mezarların kimlere ait olduğu konusunda henüz bir bilgiye ulaşamadıklarını söyledi.

Buna rağmen türbenin ve ortasındaki mezarın yapısına bakılarak, burasının saygın bir kişiye ait olduğunu düşündüklerini dile getiren Doç.Dr. Ladstatter, türbenin, yapılacak restorasyon çalışmalarının ardından Selçuk İlçesini bir arkeolojik park haline getirme hedefi doğrultusunda ziyarete açılmasının planlandığını belirtti.

Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nde görevli Josel Eitler de, kazıda ortaya çıkarılan bulgular hakkında bilgi verdi.

Aydınoğulları Beyliği dönemine dayandığı tahmin edilen türbede, 2 adet mezarın yanı sıra abdest malzemeleri, tezgah, üzeri süslerle işlenmiş mermer taşlar, gül figürleri ve koruma amaçlı taş duvarların gün yüzüne çıkarıldığını belirten Eitler, 3 haftalık bir çalışma süresi olan kazı projesinin 3’te 2’lik kısmının sona erdiğini, alanda gelecek yıl restorasyona dönük daha büyük bir çalışma yapılmasının planlandığını sözlerine ekledi.

Radikal, 16.06.2009

HARRAN'A İLGİ ARTIYOR





Konik kubbeli evleriyle ünlü Şanlıurfa'nın Harran İlçesi'ni yılın 5 aylık döneminde yaklaşık 90 bin kişi ziyaret etti. Harran Kaymakamı Hasan Yaman, geçen yılın tamamında 170 bin civarında yerli ve yabancı turistin ilçedeki tarihi ve turistik mekanları ziyaret ettiğini belirtti.

Dünyanın ilk İslam üniversitesinin kalıntıları, Harran Kalesi, konik kubbeli evler, Firdevs Cami, Hayatı Harrani türbesi, Bazda Mağaraları gibi mekanların önemli bir turizm altyapısına sahip ilçede en çok ziyaret edilen yerler arasında yer aldığını anlatan Yaman, konaklama sorunu nedeniyle genellikle GAP turları kapsamında bölgeye gelen yerli ve yabancı turistlerin günübirlik ziyaretleri tercih ettiğini söyledi.

Sıcak bir iklim yapısına sahip olan bölgeye turistlerin genellikle ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde rağbet gösterdiğini dile getiren Yaman şu bilgileri verdi:

"İlçeyi 5 aylık dönemde yaklaşık 90 bin kişi ziyaret etti. Bunun büyük bölümünü yerli turistler oluşturuyor. Henüz haziran ayının ikinci haftasında olmamıza rağmen yoğun bir ziyaretçi trafiği olduğunu görüyoruz. Ancak yaz döneminde sıcağın da etkisiyle ziyaretçi sayısında azalma olabilir. Bu geçici durumu sonbaharda aşacağımızı ve turist kafilelerinin yeniden yoğun şekilde ilçemizi ziyaret edeceğini düşünüyoruz."

Kaymakam Hasan Yaman, yerli ve yabancı turistler için ilçede 29 yataklı bir motelin yanı sıra Kaymakamlık bünyesindeki 18 yataklı misafirhaneyi yaz aylarında kullanıma açtıklarını kaydetti.

Yaman, daha fazla turisti en iyi şekilde ağırlamak için konaklama tesisinin şart olduğunu, onun için de iş adamlarından ilçeye yatırım yapmasını beklediklerini ifade etti.
Habertürk, 16.06.2009

KALDIRDIĞI HEYKELİ ŞOV KIZLARIYLA AÇTI

 

Antalya Kemer Belediye Başkanı MHP’li Mustafa Gül, seçimlerden sonra kaldırdığı Aşk Yağmuru Heykeli’ni Kuğulu Park’a koydurdu. Başkan heykelin açılışını bu yıl 6’ncısı düzenlenen Altın Nar Festivali’ne katılan sanatçı ve şov kızlarıyla yaptı, sonra da onlarla poz verdi.

Kemer Belediye Başkanı Mustafa Gül, son günlerde tartışmalara neden olduktan sonra Kuğulu Park'a yerleştirilen 'Aşk Yağmuru' heykelinin açılışını gerçekleştirdi. Burada bir açıklama yapan Başkan Gül, "2004 yılında heykeltraş Zafer Sarı tarafından yapılan 'Aşk Yağmuru' adlı heykelin yerinin Kuğulu Park olduğunu, bu heykel ilk defa 2007 yılında açıldığında da söylemiştim. Bu heykelin yerinin çınarlı kavşak olmadığını her defasında ilettim. Seçimleri kazanıp göreve geldikten sonra da heykeli buraya taşıdık. Bizi bu olayın ardından sanat düşmanı ilan ettiler. Biz ise sanatçının yanında olduğumuzu heykelin açılışını sanatçı dostlarımızla birlikte yaparak gösterdik" diye konuştu.
Hürriyet, 16.06.2009

KİLİSE AÇILIMINA SAKIZ'DAN DESTEK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Çeşme’deki tarihi Aya Haralambos Kilisesi’nin ibadete açılabileceği yönündeki açıklamasına, Yunanistan’ın Sakız Adası’ndan destek geldi.

Günay, 15 Nisan’da, Turizm Haftası’nın açılışı için geldiği Çeşme’de, restorasyonu yapılan tarihi kilisede düzenlenen törene katılmış, gazetecilerin, kilisenin ibate açılıp açılmayacağı sorusu üzerine, "Olabilir. Sakız Adası’ndaki camide cuma günü namaz kılabiliyorsak sorun yok" demişti.

Günay’ın bu demecine, Sakız Valisi Polidoros Lamprinoidis’den destek geldi. Lamprinoidis, "Çeşme’deki kilisenin, Sakız’daki üç camiden müze olan dışındaki ikisinden birinin ibadete açılması fikrine sıcak bakıyoruz" dedi ve şunları söyledi: "Bizdeki camilerden birinin ibadete açılması, Kültür Bakanlığı’nın inisiyatifinde. Bakanlık izin verirse böyle bir şeyin olmasını biz de isteriz. Çeşme’deki Aya Haralambos Kilisesi’nin de ibadete açılmasını, buradan insanların Çeşme’ye gidip ayine katılmalarını çok isteriz. Böylece hem Türk-Yunan dostluğu pekişir hem de bölge ekonomilerine de katkı sağlanmış olur."

Milliyet, 16.06.2009

AKP'Lİ BELEDİYENİN HEYKEL OPERASYONU

 

 

Kars’ta 29 Mart’ta göreve AKP’den seçilen Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş’un belediye önündeki 2 kadın heykelinden başka göğüsleri açık olan kadın heykelini de depoya kaldırttığı ortaya çıktı. Tarihi 12 Havariler Kilisesi’nin yanına konulan, üst kısmında 4 aslan kafası, alt kısmında da göğüsleri açık 4 kadın figürünün bulunduğu ve aslanların ağzında su fışkıran heykeli 2005 yılında gören AB Komisyonu Türkiye Temsilcisi Hans- Jörg Kretchmer şaşırdı.

29 Mart seçimlerine CHP’den giren fakat kazanamayan Alibeyoğlu’nun kentte yerleştirdiği heykeller, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kars’a gelişinden bir gün önce 12 Haziran’da kaidelerinden çıkarılarak Fen İşleri Müdürlüğü’ne ait depoya konuldu. Semt sakinleri heykellerin Başbakan Erdoğan’ın gelişinden bir gün önce gece yarısına doğru kaldırıldığını söyledi. Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş, kadın heykeller konusunda şunları söyledi:

"Özellikle seçim sürecinde halkın heykellere karşı antipatisi olduğunu gördük. Birçok yerde de gündeme getirdiler. Bizim de programımızda vardı. Ama tesadüf oldu, Başbakanın geldiği günlere rastladı. Başka yerlerdeki heykelleri de gözden geçireceğiz. Kaz heykelinin yerinin bile çok doğru olmadığı kanaatindeyim. Heykelleri Kars kamuoyunun tepkisini çekmeyecek, daha hoş görüntülü yerlerde kullanacağız."
Vatan, 16.06.2009

TARİHİ ESER MÜSTEHCEN BULUNDU

 

Uşak Valiliği protokol girişine asılan afişte yer alan tarihi eser üzerindeki erkek figürünün cinsel organı, müstehcen olduğu gerekçesiyle sansürlendi. Edinilen bilgiye göre, Karun Hazineleri’nin en değerli parçaları arasında gösterilen Yonca Ağızlı Gümüş Sürahi’nin fotoğrafı afiş haline getirilerek Uşak Valiliği protokol giriş bölümüne asıldı. “Uşak Müzesi” yazan afişte, tarihi eserin üzerindeki çıplak erkek figürünün cinsel organının üzerine çarpı işareti konuldu.

Daha önce Türkiye’de sergilenen en iyi parçalar eserler arasında gösterilen sürahinin, MÖ 7. yüzyılda Lidyalılar tarafından yapıldığı, erkekliğin gücünü simgeleyen eserdeki çıplak erkek figürünün ayaklarının altında koç, kollarında da iki aslan bulunduğu belirtildi. Eser, 1996 yılında ABD’deki Metropolitan Müzesi’nden alınarak Türkiye’ye getirilmiş ve Uşak Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmeye başlanmıştı. Uşak Valiliği’nden sansürle ilgili açıklama yapılmazken eserin bir fotoğrafının, Uşak Kültürel Değerler Yapı Envanteri kitabının kapağında ve iç kısmında orijinal haliyle yer aldığı bildirildi.

Cumhuriyet, 16.06.2009

SELİMİYE UNESCO LİSTESİ'NE GİRECEK





Edirne'de bulunan Selimiye Camii ve çevresi Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmeye hazır. Osmanlı döneminin en önemli mimari yapılarından biri olan ve Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" dediği Selimiye dünya markası olma yolunda. Edirne Belediyesi tarafından iki yıldan bu yana sürdürülen çalışmalarda son aşamaya gelindi. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile UNESCO'nun istediği bütün şartların gereği en ince ayrıntısına kadar yerine getiriliyor.

Bu kapsamda Selimiye Camii ve çevresinde bulunan diğer tarihi eserler, ağaç ve bitki türleri envanteri çıkarıldı. Bölgenin yeraltı ve yer üstü özelliklerini belirten ayrıntılı rapor hazırlandı. Son olarak Edirne Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü alanda bulunan ağaç türlerini belirleyerek numaralandırmasını yaptı. Bütün ayrıntıların dikkate alındığı çalışmalar tamamlanarak bir dosya haline getirilip Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığı ile UNESCO'ya gönderecek. Dosya'nın Eylül ayında UNESCO tarafından değerlendirmeye alınması bekleniyor.

Edirne Belediye Başkan Yardımcısı Namık Kemal Döleneken, Selimiye ve çevresinin Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girmesi için iki yıldan beri hazırlık yaptıklarını söyledi.

Çalışmaların son aşamaya geldiğini kaydeden Döleneken, daha önce listeye alınan eserin sadece kendi özelliklerinin dikkate alındığını, ancak bundan sonra eserle birlikte çevresinin de dikkate alınacağını ifade etti.

Döleneken, "Bir eserin listeye alınması için gerekli çalışmalar en ince ayrıntısına kadar yapılıyor. UNESCO'ya başvuru sırasında herhangi bir eseri tek başına götüremiyorsun. Selimiye elbette çok önemli bir yapıdır. Ancak UNESCO'nun kuralı gereği eserin çevresinde bulunan her şeyin belirtildiği bir dosyanın hazırlanması gerekiyor. Bu nedenle çalışma sırasında alandaki bütün binalar, ağaçlar yani bu bölgede ne varsa bütün hepsinin belirtilmesi lazım. Bunun için bölgede ne varsa hepsinin envanteri çıkartılıyor. Sadece toprağın üzerindeki değil altındakinin de envanteri çıkarılıyor. Alt yapı olarak ne var, hangi kurumun ne tür tesisatı var. Nereden geçiyor. Nerede trafo var, nerede telekomünikasyon ile ilgili noktalar var. Bunların hepsi tek tek tespit ediliyor. Bunların hem paftaları hem de bilgileri dosyaya konuluyor. Bu kadar ayrıntılı ve ciddi bir rapor" dedi.

Hazırlıkların tamamlanma aşamasına geldiğini anlatan Namık Kemal Döleneken, "Raporumuzu Ağustos ayında bitirip Kültür ve Turizm Bakanlığı'na göndereceğiz. Bakanlık da dosyayı UNESCO'ya gönderecek" diye konuştu.

Edirne'nin Dünya Kültür Mirası Listesine alınacak alanı Selimiye'nin arkasındaki Taşodalar, Saray Hamamı'ndan başlayarak Üç şerefeli camii, Sokullu Hamamı, Mekedonya Kulesi, Alipaşa Çarşısı, Kervansaray, Eski Camii, Halk Eğitim Müdürlüğü'nün bulunduğu alanı kapsıyor.
Habertürk, 16.06.2009

ODA TV 2010'UN ŞİFRESİNİ ÇÖZDÜ





Hükümetin bir süredir kullandığı “İstanbul Avrupa 2010 Kültür Başkentleri’nden biri oldu” ifadeleri için çalışmalar devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere, ilçe belediyeleri, müzeler, kültür bakanlığı yetkilileri, üniversitelerin güzel sanatlar bölümünden akademisyenler bir araya gelip İstanbul’a “2010 Avrupa Kültür Başkenti” imajları tasarlıyor. İstanbul’u “yabancı sermaye için çekim merkezi” haline getirmeye çabalıyor.

 

Oda.tv'de yer alan haberde tasarımcıların 2010 çalışmalarına dikkat çekilmiş. Devasa bir reklam kampanyasının devam ettiği belirtilen haberde her reklamda olduğu gibi, burada da yaratılan imaj, gerçeklikten çok, o mala ilişkin  hayalleri, beklentileri, iddiaları yansıttığı hatırlatılarak 2010 projesinin son reklamı eleştirilmiş.

"Bu dev kadronun yurtdışı kampanyası için hazırladığı son afişin başlığı şu: “Meet the Roots of Fun.” Yabancıları, 2010 yılında İstanbul’a eğlencenin, zevk-ü sefanın kökleriyle buluşmaya çağırıyor. Alt metinde, Türkçe anlamıyla, “bu toprağın insanları her zaman eğlenmenin en iyi yollarını bildiler. Eğlencenin başkentine büyüleyici bir yolculuk yapın ve Eğlence İmparatorluğu’nun torunlarının bu mirası nasıl sürdürdüğüne tanık olun.”

 

"Bu mirası anlatmak üzere, en son afiş tasarımlarında Osmanlı atalarımızı resmetmeye karar vermişler. Herhalde Osmanlı’yı savaşçı ve fetihçi bir imparatorluk olarak biliyordunuz. Batılılar da öyle sanıyorlardı. Ama resmi yetkililer ile iyi para aldıklarını umduğumuz tasarımcıların, reklamcıların oluşturdukları Osmanlı imajı, çok farklı. Kafalarındaki ve hayallerindeki Osmanlı, Ortaçağ Avrupasında Doğu’yu develer ve cariyelerle tanımlayan oryantalist eserler gibi."

 

"İstanbul 2010'un yurtdışı tanıtımı için hazırlanan yukarıda gördüğünüz afişte, Osmanlı’yı tam bir sefa ayininde görüyoruz. Çalgıcılar, oynak dansözler, çıplak cariyeler, itaatkar köleler, güreş tutan erkekler, güreşçilere doğru bakan saray oğlanı giysili bir başka “parlak” erkek ve en sonda cariyesinin köpüklü bira sunduğu padişah, geçmişle bugünü anlatan bu sefa ayininin bize ait unsurları olarak tasvir edilmiş. En solda, bu şehvet ortamına hışımla dalmış bir Avrupalı şövalye dikkati çekiyor. Sefa sahnesindeki tek başı dik karakter. Silahlı, belli ki savaşmaya gelmiş. Karşısında, İstanbul’u bir fahişe misali zevk vaat ederken buluyor."

Oda.tv'nin "İşte Yeni Osmanlıcılık" başlığıyla verdiği haberde kampanyayı yürüten yandaş ve cahil reklamcılar eleştiriliyor: "Osmanlı haremi için bile son derece aşağılık bir üslupla, eşcinsellik, zevk ve fuhuş imalarıyla, bu Avrupalı şövalyeyi “barışa” cezbedebileceğini düşünüyor. Medeniyetler buluşmasında bize düşen rolü öğreniyoruz."

 

Haberin devamı şu şekilde:
"Bu, AKP’li belediyenin gurur duyduğu kampanyanın, onca sponsorun önünden geçerek üretilen imajı. Bir Cumhuriyet dönemi, iki yüz yıllık koskoca bir ülke ve yeni insan yaratma mücadelesi, bu mücadelede yaratılan yapıtlar, tarih, birikim; bunların hiçbiri yok.

 

Bunlar yerine, Osmanlı var. Üstelik kadınların cariye ve dansöz, erkeklerin çalgıcı, güreşçi ya da “parlak” oğlan olduğu, zevkle vecd halinde bir “Yeni Osmanlı” var. AKP döneminde, bu ataların mirasçısı olduğumuzu öğreniyoruz. Demek, kafalarındaki Osmanlı imajı ve Türkiye temennisi bu.

Bazen ülkemizin bu “ılımlı İslamcı” tayfasının elinde İran olmasından korkuluyor. Hayır, İran Mollaları, kendi medeniyetlerine bu kadar saygısızca yaklaşmamış, onu bir turistik mal haline getirmek üzere böyle rezilce çarpıtmamışlardı.

 

AKP dönemi İslamı’nın farklı bir anlayışa sahip olduğu burada bir kez daha görülüyor. Yoksul mahallelerine tarikat ve taassub salgılarken, Batılı şövalyeleri zengin kent merkezlerindeki zev-ü sefaya davet ediyorlar.

 

Belki de daha çarpıcı nokta, bu Yeni Osmanlı’yı yalnız AKP’li “ılımlı İslamcıların” değil, basbayağı eğitimli kadroların, bir akademisyen, reklamcı tayfasının da mideleri bulanmadan üretebilmiş olması.

 

İster istemez insanın aklına şu soru geliyor: Bu afişe bakarak Avrupa Kültür Başkenti’ne hevesle gelecek bir bol paralı “yatırımcı”, cariye, oğlan ve sert erkekler aramaya başlayıp huzursuzlanırsa Kadir Topbaş ne yapacak?"

Haber Sol, 16.06.2009

ILISU YA YAPILACAK YA YAPILACAK





“Yeni Hasankeyf’in temelleri 30 Temmuz’da atılacak. ‘Tarihi korumaya çalışanlar’ bugüne kadar ne yaptı, bir yeri mi tamir etti? Beş kuruş faydası yok bu insanların. Laf laf laf...” diye eleştiren Eroğlu, Hasankeyf’in kurtulması için imza veren Orhan Gencebay, Tarkan ve Orhan Pamuk’u ise eleştirilerin dışında bıraktı: “Onlar iyi niyetli.”


Tarihi Hasankeyf’i sular altında bırakacağı gerekçesiyle yıllardır tartışma konusu olan ‘Ilısu Barajı’ için Avusturya, Almanya ve İsviçre’deki üç kredi kuruluşu kredi sağlayacaktı. Ancak bu üç ülke, kredi için Türkiye’nin önüne 153 kriter koymuş (biyolojik çeşitlilik araştırması, tarihi eserlerin planını çıkarılması, barajdan etkilenecek insanlarla istimlak koşulları konusunda anlaşma gibi...) ve Aralık 2008’e kadar da tarih vermişti. Aralık 2008 geldiğinde ‘kriterlerin yerine getirilmediği’ belirtilerek kredi askıya alındı. Türkiye’ye ek süre verildi. Ek süre 6 Temmuz’da doluyor. Ek sürenin dolmasına kısa süre kala hükümetin Ilısu konusunda atağa geçtiği anlaşıldı.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında 10 Haziran Çarşamba yapılan toplantıda, Hasankeyflilerin taşınacağı ‘Yeni Hasankeyf’ için 30 Temmuz’da temel atılma kararı alındı.
Radikal’in sorularını yanıtlayan Çevre ve Orman Bakanı Eroğlu, 6 Temmuz’a kadar bekleyeceklerini ancak gerekirse öz kaynakları kullanarak barajı yapacaklarını açıkladı:
“Daha hiçbir faaliyete başlanmadan ‘Kriterler yerine getirilmeli’ denildi. Ancak avans verilmedi. Avans verilince de süre bitti. 2008’de krediyi askıya aldılar. 6 Temmuz’da üç kredi kuruluşunun son kararı açıklaması gerekiyor. Açıklamazsa iyi niyetli olmadıklarını düşüneceğiz. Kredi alınmazsa bile baraj kendi öz kaynaklarımızla yapılacak.”


Eroğlu, Hasankeyf’te baraj yapımına karşı olanları da sert bir dille eleştirdi: “Beş kuruş faydası yok bu insanların. Zeynel Abidin Türbesi var, onu mu tamir ettiler? Artuklu Köprüsü’nü mü onardılar? Hep laf, laf, laf... Yaygara yapanların maksadı başka. Atatürk Barajı için de bu yaygaralar yapılmıştı.”


Orhan Gencebay ve Tarkan’ın ardından Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk da ‘Hasankeyf Yok Olmasın’ kampanyası için imza atmıştı. Eroğlu, onları ‘yaygaracı’lardan ayırdı: “Aslında Hasankeyf’i korumaya çalışıyorlar. Tabii ki iyi niyetli bir hareket. Biz yeterince bu insanları bilgilendiremedik.”

Bölgedeki tarihi eserlerin korunacağını, bunun için 25 milyon avro ayrıldığını belirten Eroğlu, Hasankeyf’le şu anda turist gelmediğini, ama projeyle birlikte bölgenin turistik çekim merkezi olacağını düşünüyor:
“Burası yeni Hasankeyf’e birlikte cazibe merkezi haline gelecek. Asıl turisti baraj yapıldıktan sonra göreceksiniz. Başbakan bile Yeni Hasankeyf’in son halini görünce inanamadı.”

Radikal, Haber: Serkan Ocak, 16.06.2009


******


HASANKEYF İÇİN DUYARLILIK ÇAĞRISI

 

Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi Üyesi Diren Özkan, Ilısu Barajı ile sadece tarihin değil, aynı zamanda kültürlerin de yok olacağına işaret ederek, 12 bin yıllık tarihe sahip bir yerin sular altında kalmaması için bütün sivil toplum örgütlerini; aydın, yazar ve sanatçıları, seçilmişler ve akademisyenleri duyarlılığa çağırdı.


Özkan, barajın yapımı için Türkiye’ye kredi veren ülkelerin, 6 Temmuz’a kadar Türkiye’ye tanıdıkları süre sonunda, kendi prestijlerinin yıkılmaması adına bu barajdan tamamen geri çekilmelerini istedi.


Ulusal ve uluslararası platformda gerçekleştirilen birçok kampanya ve Türkiye’nin 153 şartı yerine getirmemesinden kaynaklı baraja desteğin 180 günlük süre ile askıya alındığını ve bu sürenin 6 Temmuz itibariyle dolacağını hatırlatan Özkan, “Bu süreye kadar Hasankeyf’te yapacağımız sivil itaatsizlik eylemleri olacak. Aynı zamanda kredi veren hükümetlere barajdan geri çekilmelerini talep eden mektuplar yollayacağız. Bu süre dolana kadar mücadelemizi susmadan sürdüreceğiz” dedi.

Evrensel, 16.06.2009

VAKIF CAMİLERİ 2010 İÇİN HAZIRLANACAK

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul'daki 23 camide eleman yetersizliği nedeniyle güvenlik ve temizlik hizmetlerine ihtiyaç duyulduğu gerekçesiyle sunulan rapor, dün Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nden onay aldı. İmzalanacak protokole göre; Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih, Yeni Cami ve Ortaköy Camisi'nin de aralarında bulunduğu İstanbul'daki 23 Selatin (Sultanlar) camisinin tüm masrafları Büyükşehir Belediyesi tarafından karşılanacak.

Sabah, Haber: Zeynel Yaman, 15.06.2009

SİMENA KALESİ'NE TAHTA MERDİVEN

 

Demre’nin Üçağız Köyü'ne bağlı Kaleköy mahallesindeki Simena Antik Kenti’ne artık merdivenle çıkılabilecek.

40 metre yükseklikteki antik yerleşime geçmişte kayalıklardan tırmanılarak ulaşılıyordu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın girişimiyle 70 metre uzunluğunda ahşap merdiven yaptırıldı.

Korkulukları henüz tamamlanmayan merdiven, geçen hafta kullanılmaya başlandı. Merdiven 82 bin TL’ye mal oldu. Yetkililer, kaleye çıkan biletli turist sayısının bu sayede iki katına çıktığını bildirdi.

Hürriyet Seyahat, 15.06.2009

KAYIP HAZİNELER GERİ DÖNÜYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anadolu'nun kayıp hazinelerini tekrar kazanmak için yılın ilk yarısında 1 milyon 125 bin TL kaynak ayırdı. Ocak-Haziran döneminde satın alma yoluyla, Roma Dönemi altın yüzükten MÖ 2000 yılına ait pişmiş toprak kaplara birçok eser, müzelerin sergi salonlarında yerini aldı.

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, geçmişin kültürel izlerini taşıyan ve tarihe ışık tutan paha biçilmez eserleri gün yüzüne çıkartıp sergileyebilmek için tarihi eser alımı yapıyor.

Bu kapsamda her yıl bütçe doğrultusunda yapılan eser alım çalışmasına, bu yıl da ilk 6 ay için 1 milyon 125 bin TL ödenek ayrıldı. Bu bütçe, tarihi "hazinelerin" müze koleksiyonlarında yer alması için kullanıldı.

Bu sayede, yılın yarısına kadar dönemde satın alma yoluyla, Roma Dönemi Karneol ve altından yapılmış yüzük, Çankırı bölgesinden MÖ 2000 yılına ait pişmiş toprak kaplar, çeşitli dönemlere ait madeni, pişmiş toprak ve taş eserler ile MÖ 2. ve MÖ 1. bin yılına ait pişmiş toprak ve madeni eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne kazandırıldı.

Ayrıca, kaçak yollarla Almanya'nın Bremen kentine götürülen bronz ve gümüş sikkeler, 1. bin yılına ait mahmuzlu bronz ok ucu ve geç Bizans dönemine ait bronz kadın figürü de yapılan girişimler sonucu geri getirildi ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde koruma altına alındı.

Genel Müdürlük, geçen yıl da tarihi eser alımı için bütçesinden 2 milyon  TL ayırmıştı.Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, yılda ortalama 30 bin civarında tarihi eserin alımını yapıyor, tarihi varlıkların yasadışı yollarla yurtdışına kaçırılmasını önlüyor.

Bu kapsamda 2003-2005 yılları arasında 800 civarında olan kaçakçılık  sayısı 2006 yılında 512'ye, 2007'de 206'ya ve 2008'de de 194'e düştü. 2007-2009 Haziran ayı itibariyle de toplam bin 669 adet eserin Türkiye'ye iadesi gerçekleştirildi.

Cnn Türk, 15.06.2009

KAZI ÇALIŞMALARI YENİDEN BAŞLADI





Tokat'ta bulunan Sebastopolis Antik Kenti'nde 20 yıl aradan sonra kazı çalışmalarının yeniden başlatılması için girişimler devam ediyor.


Tokat merkeze 69 kilometre uzaklıktaki Sulusaray İlçesi'nde bulunan ve 'Büyük Azametli' şehir anlamına gelen Sebastopolis kentinin kesin olarak bilinmemekle bazı kaynaklarda MÖ 1. yüzyılda kurulmuş olduğu kayıt ediliyor. Turizmde önemli bir yere gelmesi beklenen ilçede yaklaşık 20 yıl önce ara verilen kazı çalışmalarının yeniden başlatılması hedefleniyor. Sulusaray Kaymakamı İbrahim Civelek'in daveti üzerine ilçeye gelen Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nde görevli arkeologlar Aksel Tibet ile Markuz Cohl, İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz ve Sulusaray Belediye Başkanı Şahin Hasgül'le birlikte bölgede incelemelerde bulundu. Akyüz, bazı sebeplerden dolayı 20 yıldır yapılamayan kazı çalışmalarının tekrar başlatılması için çaba sarf ettiklerini belirterek, "Bu konuda kaymakamımızın katkıları lokomotif görev gördü. Kazı çalışmaları için istimlak çalışmaları tamamlandı. Şuanda kazı aşamasında. Bu anlamda Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nden gelen arkeologlar kazı alanımızı gezdi.


Sulusaray Belediye Başkanı Şahin Hasgül ise, Tokat Valiliği koordinesinde arkeolojik kazıları yeniden başlatılmak için gayret gösterildiğini ifade ederek, "Bu sene altyapısını hazırlıyoruz, seneye de istimlak edilen alanlarda 20 yıl önce başlatılan kazıların yeniden başlatılması sağlanacak. Sebastopolis döneminde bu büyük şehirde 70 bin zengin Romalının yaşadığını taşlardaki yazıtlardan anlıyoruz. Zengin Romalıların arena, kilise, hamamların olduğu büyük bir şehir ortaya çıkacak. Orta Anadolu'nun kültür harikası olacak" diye konuştu.


Sulusaray Kaymakamı İbrahim Civelek de, antik kentin yakında başlayacak kazı çalışmaları ile turizmde hak ettiği yere geleceğini söyledi.


Arkeolog Aksel Tibet, kaymakamın daveti üzerine bölgeye geldiklerini, 20 yıl önce yapılan kazı çalışmaları tekrar başlatabilir mi, bunları değerlendirdiklerini belirterek, "İlk izlenimlerim büyük bir potansiyel var, Antik Çağ dönemi üzerine. Daha ilginç olan ise bu Antik Çağ'ın yakın dönem Osmanlı dönemi sivil mimarisi ile iç içe olmaları. Bunu bu şekilde değerlendirmenin ilginç olabileceğini düşünüyorum. Mevcut evleri restore ederek turizme açılabilir" dedi.


Arkeolog Markuz Cohl de, ilk defa geldiği Sulusaray'da çok potansiyel olduğunu söyledi.

Tokat Kent Haber, 15.06.2009

KAB CAMİİ YENİDEN İBADETE KAPATILDI





Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılan ve uzun bir süre sonra yeniden ibadete açılan Kab Camii yeniden ibadete kapatıldı.

 

Kubbeden düşen taşlar nedeniyle bir ay boyunca kapalı kalacak olan caminin yapımını vakıflar genel müdürlüğü üstlenmişti. Yapılan restorasyonun ardından ibadete açılan ancak aradan geçen bir ay süre içerisinde yeniden onarım için kapatılan caminin yapımını yapan vakıflar genel müdürlüğüne vatandaş tepkili. Namaz kılmak için gelen cemaat ise kapıdaki ‘ Kubbedeki onarım nedeniyle bir ay kapalıyız” yazısıyla karşılaşınca şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar.

 

Tarihi yapısı ve kent merkezinde olması nedeniyle büyük önem arz eden Kap Cami'nin restorasyon ve güçlendirme çalışmalarının bitirilip ibadete açılmasıyla vatandaşlar Cuma namazlarını burada kılmanın mutluluğunu yaşadılar. Ama bu kısa sürdü. Bir ay sonunda cami yeniden ibadete kapatıldı.

 

Dokuz Eylül Caddesi'nde bulunan bin kişi kapasiteli Kab Camii'nin içerisindeki çatlaklar ve bozulmalar nedeniyle restorasyon ve güçlendirme çalışmaları sonrasında ibadete açılan ve bir ay sonra yeniden ibadete kapatılan Kab Camii, kitabesine göre 1768 yılında yapılmış, 1923 yılında da Hacı Mehmet Ali isimli bir kişi tarafından yeniden yapılmıştır. Bunları belirten kitabeler kuzey ve güney yönündeki kapıların üzerindedir.

 

1764 yılında Hacı Mehmet Ali Efendi tarafından inşa edilen Kab Camii'ne 100 yıldır bir çivi dahi çakılmadığı ifade edildi. Yaklaşık bir yıl süren çalışmaların sonunda ibadete açılan 1934 yılında yıldırım düşmesi sonucu yıkılan minaresi, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden onarılarak yapılmıştı. Kab Camii'nin ayrıca ildeki tek, Türkiye’de de ender bulunan ahşap kubbeli camiler arasında yer aldığı belirtildi.

 

Adıyamanlı vatandaşlar bir an önce caminin restorasyonun tamamlanarak yeniden ibadete açılacağı günü sabırsızlıkla beklediklerini ifade ettiler.

Adıyaman Haber, 14.06.2009

STONEHENGE'E KOMŞU

 

Arkeologlar, Britanya’daki Hampshire kentinin yakınlarında, içinde iki tane 6 bin yıllık mezarın da bulunduğu tarih öncesi dönemlere ait bir alan tespit ettiler.

Stonehenge’in 15 mil uzağındaki mezarlar, Britanya’da bugüne kadar tesbit edilen en eski arkeolojik kalıntılardan biri.

Arkeologlar, bu arkeolojik kalıntıların o dönemde insanların nasıl yaşadığı ve çevrenin neye benzediği konusunda değerli ipuçları vereceğini söylüyorlar.

Buranın bir diğer önemi ise,  Avrupa’daki tarih öncesine ilişkin kalıntılar barındıran en zengin alanlardan biri olması.

Projenin lideri olan Kingston Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Helen Wickstead konu hakkında şunları söyledi:

“Burası Avrupa’nın tarih öncesine ilişkin kalıntılar barındıran en ünlü alanlarından biri. Adeta tarih öncesine ilişkin çalışmalar yapan uzmanların Mekke’si.”

Arkeologlar bu alanın cenaze ritüelleri için kullanıldığını söylüyorlar.

Bu tür törenlerde, ceset açıkhavaya bırakılır ve iskelet haline gelinceye kadar bekletilirdi.

Ardından kemikler, mezarın içine yerleştirilirdi.

Taraf, 14.06.2009

10 YIL EROS DİYE SERGİLENMİŞ

 

 

Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde altın bir yüzük üzerindeki hermafrodit heykelciğinin Eros diye sergilendiği ortaya çıktı. Hatayı heykelciğin yerinin değiştirilmesi sırasında müze müdürü fark etti.

Roma Dönemi’ne ait Balgat Mezarlığı’ndaki kazıda bulunan MÖ 2’nci yüzyıla ait altın yüzük üzerindeki heykelciğin tanısı, yıllar sonra minik bir farenin etkisiyle değiştirildi. Yaklaşık 10 yıldır, "Eros" olarak Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen heykelciğin yeri bir fare yüzünden değiştirilirken, yeni müze müdürü, heykelciğin Eros değil "hermafrodit" olduğunu fark etti.

Yüzüğün isim değişikliği, tarih meraklılarının dikkatini çekince, Müze Müdürü Melih Arslan değişimi şöyle açıkladı: "Bir fare sergilediğimiz yerden yüzüğü kaçırmaya yeltenince, teşhir şeklini değiştirmeye karar verdim. Bu sırada yüzüğün üzerinde göğüs ve erkeklik organı motifleri olduğunu gördüm. Bu, hem kadınlık hem de erkeklik özelliklerini birleştiren Hermafrodit’tir. Hermafrodit, mitolojide Hermes ile Afrodit’in gizli birleşmesinden doğan çocukları olarak biliniyor. Bu heykele çok az rastlanıyor. Bir tanesi Paris’teki ünlü Louvre Müzesi’nde."

Hermafrodit, Hermes ile Afrodit’in Ares’ten gizledikleri çocukları olarak bilinir. Afrodit, o doğar doğmaz, Ares’in öfkesinden ve nefretinden koruyabilmek için İda Dağı’ndaki perilere emanet bırakır. Kariol Dağı’nın eteklerinde gezerken çok temiz bir göle gelir. Gölün Selmakis adındaki perisinden habersiz bir şekilde soyunup göle girer. Çırılçıplak yüzen genci görünce bir anda aşık olan peri, dayanamayarak karşısında belirir. Onu çok sevdiğini ve aşık olduğunu haykırır. Fakat hermafrodit elinin tersi ile iter. Peri, "Zalim delikanlı, boş yere çabalıyorsun. Ey tanrılar, emir veriniz ki, ne o benden ayrılsın, ne de ben ondan. Hiç kimse bizi ayıramasın" diye haykırır ve anında, iki vücut bir olur, iki ayrı cins bir bedene taşınır.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 14.06.2009

BAŞKENTTE "NÜ" RESİMLERE SANSÜR

 

 

Ressam Savaş Simitli’nin kursiyerlerinin yaptığı 46 eserin 9’u, “aşırı pornografik” bulunduğu gerekçesiyle sergilendiği Bilkent Sanat Sokağı’ndaki galerinin yetkililerince, aynı yerde bulunan iç galeriye taşındı. CUMHURİYET gazetesinden Selda Güneysu’nun haberine göre galeri yönetimi, “Herkesin gelip geçtiği, alışveriş yaptığı yerde, ‘aşırı pornografik’ eserlerin konulmasını istemediğimizden, rahatsızlık yarattığı için, iç kısımdaki büyük galeriye taşıdık” derken, ressam Simitli, “Yapılan sanata darbedir” diye konuştu.


Ressam Simitli’nin kursiyerlerinin yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştığı eserlerden oluşan sergisi, geçen pazartesi günü Bilkent Sanat Sokağı’nda açıldı. Ancak Sanat Sokağı’ndaki galerinin yetkilileri, kursiyerlerin 46 eserinden 9’unu “aşırı pornografik” bulduğu gerekçesiyle, bulunduğu yerden kaldırarak, aynı yerdeki iç galeriye taşıdı.

Simitli şunları söyledi: “‘Nü’ resimler başkentlileri nasıl rahatsız eder? Böyle bir mantığı anlamak mümkün değil. Geçen gün Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi’ne gitmiştim. Orada da çeşitli ressamların ‘nü’ tabloları bulunuyor. Resim öğretmenleri ilkokul öğrencilerini müzeye geziye getirmiş, geziyorlardı. Sergi gezmek yurttaşlara nasıl rahatsızlık verir? Böyle bir şey olabilir mi? Tepki olarak galerideki bütün eserlerimi toplayacağım. Çünkü bu durumu benim kursiyerlerime izah etmem mümkün değil. Kursiyerlerim de son derece rahatsız. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na da durumu bildireceğim. Gereği yapılmalı. Çünkü yapılan sanata darbedir. Sanatçıların çalışmasını istemiyorlar.”


Galeri yönetimi de konuya ilişkin yaptığı açıklamada, Simitli’nin kursiyerlerinin yaptığı eserlerin açık mekanda, çoluk çocuk herkesin alışveriş yaptığı, gezdiği yerde sergilendiğini, bu nedenle eserlerden “nü” olanların yurttaşları rahatsız ettiği belirtildi. Açıklamada, “Eserleri kaldırmadık. Sürekli olarak herkesin gelip geçtiği, alışveriş yaptığı yerde, ‘aşırı pornografik’ eserlerin konulmasını istemediğimizden, rahatsızlık yarattığı için, iç kısımdaki büyük galeriye taşıdık” denildi.

Radikal, 14.06.2009

NEKROPOLE KEPÇE'YE 'KORUMA' ÖDÜLÜ





Tarihi Kentler Birliği (TKB), tarihi kent dokularını ve kültürel mirasın korumasını özendirmek amacıyla, 2001 yılında, “en iyi proje” ve “en iyi uygulama” dallarında bir yarışma başlatmıştı. Ancak, 2008 yılı yarışması sonuçları, TKB’nin bu temel amacıyla çelişen, hatta “tarih katliamı” sayılacak bir projeye de ödül verildiğini ortaya çıkardı. TKB, sekiz dönümü Antalya Nekropolü üzerini kapatacak olan ve kepçe ile temel kazısında sekizi lahit tipi onlarca antik mezarın tahrip edildiği Büyükşehir İş Merkezi’ni (Doğu Garajı ve Halk Pazarı Düzenlemesi) de içeren, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin Tarihi Kültürel Merkez (TKM) proje grubunu “En İyi Uygulama” örneği olarak açıkladı.

TKB’nin ödül gerekçesinde, Kaleiçi’nden eski Doğu Garajı’na uzanan TKM projesinin “meydan, kamu yapıları, kale ve surlar, mahalle ve sokaklar, okul, ticari merkez ve çarşılar, yat limanından oluşan çok çeşitlilik sergileyen bir alanda geniş kapsamlı ve bütüncül bir çalışma” olarak dikkat çektiği ve “katılımcı” bir yaklaşımla yürütüldüğü ifade ediliyor. Projenin “alan” çeşitliliği ve “kapsam” genişliğinin dikkat çekici olduğu doğrudur ama “katılımcı” iddiası, en azından Büyükşehir İş Merkezi (BİM) ve Okullar Bölgesi için geçerli değildir. Çünkü, BİM için sekiz dönümlük yeşil alanı ticaret alanına dönüştüren plan tadilatına Şehir Plancıları Odası’nın itirazı (Son Nokta, 410.7.2007) ve bu plan tadilatıyla ortaya çıkan yeşil alan ve otopark ihtiyacını karşılamak amacıyla yıkılan Okullar Bölgesi’ndeki Doğumevi, İnönü İlköğretim, Kız Enstitüsü binalarının yıkımına karşı eski mezunlar ve STK’ların itirazları da (Radikal İki, 22.07.2007) dikkate alınmadı. TKB’nin ödül kararını sakatlayan en önemli kriterler ise bunlar değil.

Yarışmanın öncelikli amacına vurgu yapan gerekçe, TKM projesinin “Bölgedeki tarihi ve kültürel değerleri koruma projeleri” içermesi. Ödül kararını sakatlayan da bu cümledeki “koruma” vurgusudur. Doğrudur, kısmi kusurlarına karşın, TKM sınırları içindeki Kaleiçi ve çevresinde koruma projeleri uygulanıyor. Peki, “en iyi uygulama” ödülü verilen TKM projeleri arasında sıralanan BİM projesinin kepçe ile temel kazısında sekizi lahit tipi onlarca antik mezarın tahribatı hangi “koruma” ketagorisine giriyor? Müze kazıları (Adalya, 1999-2000) BİM proje alanının Nekropol sınırları içinde olduğunu belgelemesine rağmen “üç maymun” tavrı ile sekiz dönüm yeşil alanı ticaret alanına dönüştürmekte ısrar eden Büyükşehir yönetimi, ihale sürecinde bu raporu hatırlatan “Doğu Garajı sit alanı olmalıdır” uyarılarını da (Son Nokta, 410.7.2007) duymazdan geldi. Büyükşehir’in Nekropol için gerçek niyeti BİM projesi temel kazısında ortaya çıktı. Koruma Kurulu’nca, 1992’de, arkeolojik alan ilan edilen Antalya Nekropolü’nde Müze gözetiminde ve elle yapılması gereken temel kazısının “loader” tipi iş makineleriyle yapılarak onlarca mezarın parçalanması ticari alan açmak için bir antik mezarlık temizliği değilse başka ne olabilir?

21 dönüm alanı üç günde 2 m’den fazla temizleyen bu tarih katliamı girişiminin, bir iş makinesinin 3 m derinlikteki bir oda mezara düşünceye kadar sürdüğünü ve bu tahribatın da “iş kazası” sayılarak örtbast edildiğini Radikal İki’de (12.04.2009) açıklamıştık. (Bu “iş kazası”nda Antalya’nın tarihini 100 yıl geriye götüren bulgular içeren kaç adet antik mezarın tümden kazındığı ise halen bir sırdır.) Bu haber üzerine, Kültür Sanat-Sen ve Peyzaj Mimarları Odası’nın da aralarında bulunduğu STK’lar, bir basın açıklaması ile BİM projesinin tümüyle iptal edilmesini istedi.

Projenin “potansiyel sit alanı” ilan edilen sekiz dönümlük bölümünün “arkeolojik park” ve geriye kalan 13 dönüm alana da müze yapılmasını talep eden STK’lar, Büyükşehir’in Nekropol ve çevresi için Koruma Kanunu’na uygun Koruma Amaçlı İmar Planı hazırlaması gerektiğini hatırlattılar. (www.mimdap.org, 28.04.2009) Yeni Büyükşehir yönetimi, STK’ların açıklamasından bir hafta sonra, 13 dönüm alandaki BİM temel kazılarını durdurdu ve Müze’nin kurtarma kazısı bitiminde Nekropol’ün sit derecesini ilan edecek Koruma Kurulu kararına uygun olarak projeyi değiştirmek üzere, çalışmalarını dondurdu.

Bu nedenle, TKB Danışma Kurulu (jüri) da yukarıdaki bilgiler ışığındaki kararını gözden geçirerek, Büyükşehir’in Antalya Nekropolü’ndeki tarih katliamını “meşrulaştırma” olarak yorumlanabilecek ödül kararında tashih yapmalı ve (tarihin korunmasını özendirmek isterken) sehven de olsa kötü örneği ödüllendirmiş olmaktan kurtulmalıdır

Radikal İki, Haber: Hasan Üstün, 14.06.2009

SAGALASSOS KAZISI TEMMUZ'DA BAŞLIYOR





Burdur'un Ağlasun İlçesi'nde, 1990 yılında kurtarma çalışmaları başlanan Sagalassos Antik Kenti'nde yeni dönem kazı çalışmaları Temmuz ayında başlayacak.

 

Burdur Müze Müdürü Hacı Ali Ekinci, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilk kez 1700'lü yıllarda tespit edilen, 19 yıldır kazı çalışması sürdürülen kentteki çalışmalar için Belçika'dan 10 kişilik restorasyon ekibinin 15 Haziran'da bölgeye geleceğini, 150 kişiden oluşan asıl kazı ekibinin ise Türkiye'ye Temmuz ayının başında giriş yapacağını söyledi.

Her yıl olduğu gibi yine yaklaşık yedi hafta sürmesi beklenen kazılar için ilçeden de 100'e yakın kişinin çalıştırılacağını ifade eden Ekinci, şu bilgileri verdi:

"Doğu batı yönünde 2,5 kilometre, kuzey güney yönünde ise 1,5 kilometre uzunluğundaki antik kentte kazılar 19 yıldır Belçikalı uzmanlar tarafından yapılıyor. Belçika Kraliyet ailesi başta olmak üzere birçok Belçikalı firma tarafından da desteklenen kazıların bu yılki bölümünde çıkacak eserlerle ilgili heyecan içindeyiz"

Hellenistik çeşme, kütüphane gibi yapıların restorasyonunun tamamladığını hatırlatan Ekinci, Antoninler Çeşmesi, Heroon yapısı gibi alanlarda restorasyon çalışmalarının sürdüğünü bildirdi.

Apollo Klarios Tapınağı, Antonin Pius Tapınağı, Dorik Tapınak, aşağı ve yukarı Agora, Tiyatro, Hamamlar ve kütüphanenin bulunduğu antik kentteki çalışmalarda çıkan eserlerden bazılarının şu an depoda bekletildiğini aktaran Ekinci, "Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan büyük bir proje sayesinde, depodaki birçok eser, sergilenmeye açılacak" dedi.

Burdur Müzesi arkeologlarından Jülide Kayahan da, Sagalassos'taki çalışmaların Türkiye'de ilk ona gireceğini iddia etti. Yapılan çalışmalarla kentin dörtte birinden daha az bölümünün çıkartıldığını anlatan Kayahan, bu yılki kazıları heyecanla beklediklerini ifade etti

Cnn Türk, 13.06.2009

TARİHİ MUĞLA'YA ONAY

 

 

Muğla’nın kentsel sit alanı içinde yer alan tarihi Arasta bölgesiyle, yine tarihi Saburhane Meydanı’nı birbirine bağlayan Kentsel Tasarım Projesi’ne koruma kurulundan onay çıktı. Projeyle kent merkezinde yeni bir prestij alanı yaratılması ve geleneksel dokunun canlandırılması amaçlanıyor.

Yaklaşık 400 yapının tescilli olduğu Muğla’nın kentsel SİT alanı içinde bulunan tarihi mekanların çatı ve ön cephe düzenlemesi için Muğla Belediyesi tarafından Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’na gönderilen proje onaylandı. Toplu restorasyon ve düzenleme işi ihale aşamasına geldi. Belediye yetkililerinden edinilen bilgilere göre, Muğla’nın prestij projelerinden biri olarak gösterilen çalışma tarihi Arasta Bölgesi’nden başlanarak Kurşunlu Camisi, Orgeneral Mustafa Muğlalı İşhanı ve açık pazar yerinden Yılanlı yol ayrımına dek olan bölümü kapsıyor.

Projenin oldukça geniş bir alanı kapsadığını belirten Muğla Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, “Yıllardır bu projenin uygulanması için bekliyorduk. Sayın valimiz de bu çalışmaya yoğun destek veriyor. İl özel idaresi ve belediyemiz tarafından yaşama geçirilecek bu çalışmanın danışmanlığını ise kentsel SİT alanının ve Muğla’da koruma bilincinin yaratılmasında büyük emekleri olan ÇEKÜL Vakfı Başkanı ve Tarihi Kentler Birliği Danışmanı sayın Prof.Dr. Metin Sözen yapacak” dedi.

Cumhuriyet Ege, 12.06.2009

KAÇAK KAZI TAKİBİNDE SÜRPRİZ FİNAL

 

 

Uygarlıklar beşiği Anadolu'dan tarih fışkırıyor. Tokat'ta 2 bin yıllık tarihi kalıntı bulundu.

İlginç olan, kalıntılara güvenlik güçlerinin kaçak kazı yapan şüphelileri takibi sırasında ulaşılması oldu.

Güvenlik güçleri Tokat'ın Turhal İlçesi'nde izinsiz kazı yaptıkları bilgisiyle bazı kişileri takibe aldı. Ardından, Gümüştop Köyü Karşılar Mahallesi çevresinde şüphelilerin kaçak kazı yapacağı bilgisine ulaştı. Operasyon sonrası 3 kişi, kazı sırasında malzemeleriyle birlikte suçüstü yakalandı.

Daha sonra kazı yapılan yer incelemeye alındı. Basit gibi görünen operasyon bir anda büyüdü. Bulunan, tahmin edilenin çok üstünde tarihi bir sanat harikasıydı.

Uzmanlar kazı alanında yaptıkları çalışmada, milattan önce 2 ve 6'ncı yüzyıllar arasına ait olduğu sanılan, zemini mozaikle kaplı mezarlığa ulaştı.

Zanlılar hakkında işlem başlatan ekipler, kalıntıları naylonla kapatıp bölgeyi korumaya aldı.

Tokat'ın, arkeoloji açısından zengin bir bölge olduğunu belirten yetkililer, bilimsel kazı yapılması halinde önemli eserlere ulaşılacağını belirtiyor.

Trt/Haber, 11.06.2009

Karatepe (Bossert, Kurt Marek’e (W.Ceram) yazıtları açıklıyor)
...1947




7 - 13 Haziran 2009


"Yıllardır Aranan" Kırım Krallığı Nerede?

BULANCAK'TA,

2 BİN RAKIMLI YAYLADA,
YERİN 30 METRE ALTINDA!!!

Giresun'un Bulancak İlçesi kırsalındaki 2 bin rakımlı yaylada, definecilerin 45 gündür ''Kırım Krallığı'' olarak ifade ettikleri medeniyete ait olduğunu iddia ettikleri hazineyi bulmak için kazı çalışması yapılıyor.

Kazı alanında 30 metrenin üzerinde sondaj yapan kazı ekibi, bu süre içerisinde arama çalışmalarına 200 bin lira harcadı. Yaklaşık bir yıllık planlamanın ardından başlanan kazı çalışmasında, olduğu var sayılan krallığa ait şehrin gözetleme kulesinden aşağıya iniliyor.

Kazı ekibi, 90 ton altının bulunduğu sanılan hazineyi ortaya çıkarma heyecanını yaşarken, ilçe yöneticileri de hazineyle değil, ortaya çıkacak yeraltı şehrinin bölgenin kaderini değiştireceğine inanıyor.

Kazı için yaklaşık 45 gün önce Giresun Valiliği'nden izin alarak ekibiyle birlikte çalışmalara başlayan Turan Gögerçin (44), AA muhabirine yaptığı açıklamada, mesleğinin definecilik olduğunu, tamamıyla yasal prosedürler çerçevesinde devlet gözlemcileriyle birlikte kazı yaptıkları söyledi.

Kazı yaptıkları alan üzerinde bizzat kendisinin bir yıllık çalışma yaptığını, tarihi kaynaklar ile haritaları inceleyerek koordinatlara ulaştıklarını ifade eden Gögerçin, ''İzin alınır alınmaz ekibimizi oluşturarak kazı yapacağımız noktada hemen çalışmalara başladık. Biz profesyonel definecileriz, cihazımızla tespitini yaptık, dokümanları topladık, aynen hepsi doğru çıktı. 10 gün içinde hedefe ulaşmayı planlıyoruz'' dedi.

Kazı yaptıkları 1,5 metrekarelik alanda 45 gün içerisinde 32 metrelik derinliğe ulaştıklarını, şehrin kulesi olduğunu düşündükleri bu alandan, o dönemin harçlarıyla oluşturulmuş ve ''kesme'' diye tabir edilen taşlardan yapılan bölümler bulduklarını, kulenin aydınlatılması için kullanılan meşale koyma yerlerini ortaya çıkardıklarını anlatan Gögerçin, ''Bulduğumuz izlerden olayın doğru olduğunu anladık, doğru yolda olduğumuza inandık. Yasal olarak 15 günümüz kaldı. Makinelerimizin arıza yapması bizi etkiledi ama 10 gün içinde ulaşmayı planlıyoruz'' diye konuştu.

Gögerçin, kazı alanına sondaj malzemesi, seyyar kompresör, jeneratör, yapay asansör, 13 kişilik ekiplerinin yatacakları çadırlar ve malzemeler çıkardıklarını, şimdiye kadar kazı için 200 bin lira harcadıklarını vurgulayarak, ''Doğru yolda olduğumuza eminiz. Çünkü yere vuruyoruz, altının boş olduğuna dair sesler geliyor. Buradan hem büyük bir define, hem de bir medeniyetin izlerini çıkaracağımızdan eminiz'' dedi.

Kazı çalışmalarını yerinde inceleyen Bulancak Belediye Başkanı Kadir Aydın ise bakir doğası ve yaylalarının güzelliğiyle adından söz ettiren Karadeniz'de, ilçelerinin sınırları içerisindeki bir yaylada böyle bir hazinenin varlığının kendilerini son derece heyecanlandırdığını söyledi. Aydın, şöyle devam etti:

''Sonuçlarını merakla bekliyoruz. Başlangıçta bir define kazısı olarak algılandı ama işin üzerine gidildikçe, biraz daha boyutları ilerleyince farklı noktalara gitti. 

Yerel idareci olarak buradaki ekonomik değeri olan altınla ilgilenmiyorum. Benim açımdan bunların zerre kadar bir değeri yok. Benim için asıl değerli olan, asıl hazine, burada böyle bir medeniyetin olmasıdır. Bu boyutla değerlendirildiğinde, Bulancak açısından, yayla turizminin yanı sıra kültür ve inanç turizmi açısından önemli olacaktır. Bu boyutuyla ilgileniyoruz ve sonucunu burada kazı yapanlardan daha merakla ve heyecanla bekliyoruz.''

Bulancak Turizm ve Tanıtma Derneği (TUDER) Başkanı Zafer Çamaltı da kazının resmi, devletten izinli bir define kazısı olduğunu belirterek, ''İlginç bir yer, orman içerisinde. Ben de kazı yapılan bölüme girdim. Değişik bir deneyim oldu benim için. Arkadaşlar burada 3 bin 500 yıl önce bu topraklarda hüküm sürmüş 'Kırım Krallığı'nın izlerini arıyorlar. Doğal olarak da hazinesini arıyorlar'' diye konuştu.

Dernek olarak olaya turizm açısından baktıklarını ifade eden Çamaltı, ''Burada arkadaşların beklediği bulgulara ulaşılırsa, bizim bölgemiz için, Giresun için çok farklı boyut ortaya çıkacak. Belki buranın tarihi,kaderi değişecek. Turizm açısından burası bir ziyaret yeri olacak. Burada arkadaşların anlatmasına göre bir yer altı şehri, tarihi bir uygarlığın kalıntıları var. Tıpkı Ürgüp, Göreme, Derinkuyu gibi bir yer altı şehri bekleniyor. Kral mezarlarına ulaşılma hedefleniyor. Ciddi anlamda da değerli bir hazine bekleniyor'' dedi.

Temennilerinin alana ulaşılması olduğunu ifade eden Çamaltı, ''Onlar altınları alsın, yer altı şehri de bizim olsun'' diye konuştu.

Bulancak Dernekler Federasyonu (BUFED) İhsan Yüksel ise alandan çıkarılacak ne olursa olsun, bunun bölgeye hem maddi hem de manevi anlamda önemli katkılar sağlayacağını söyledi.

Yüksel, kazının Karadeniz Bölgesi'nin turizme kazandırılması noktasında önemli bir rol oynayacağına ve insanların yöreye sürekli gelerek buraları ziyaret etmesine katkıda bulunacağını umduklarını belirtti.

Kazı ekibinden Bahri Karayaka da çalışma yaptıkları alanın kültürel açıdan önemli bir yer olduğuna ekip olarak inandıklarını, 5-6 metreye kadar kalıntıları bulmayı ümit ettiklerini söyledi.

Cemil Erol ise 45 gündür ailelerinden uzak olduklarını ancak buna alışmaya çalıştıklarını belirterek, ''Ne kadar zor olsa da biz çalışmalarımızı sürdürüp amacımıza ulaşacağız'' diye konuştu.

Bulancak halkı ise konuyu çeşitli kaynaklardan duyduklarını, aramanın ''altın'' için yapıldığına inandıklarını belirtti.

Erdal Yeşiltepe, ''Duyduk. Burada eski çağdan kalma bir şeyler varmış. Ama ne kadar doğru bilemem'' derken Recep Başoğlu, ''Altın arıyorlar'' dedi.

AA muhabirinin görüştüğü tarihçiler ise eski çağlarda, milattan önce 1500'lü yıllarda bölgede ''Kırım Krallığı''nın var olduğuna dair herhangi bir tarihsel bilgi olmadığını, bulunacağı iddia edilen şehrin MÖ 8'inci yüzyılın ilk yarısına kadar Kafkasya'dan Karadeniz'in kuzeyine doğru uzanan alanda yaşayan atlı göçebe kavim ''Kimmerler''e ait olabileceğini belirttiler. 

Define Arama Yönetmeliği, define aramak isteyenlerin, define arayacakları yerin bağlı olduğu mülki amire bir dilekçeyle müracaat etmelerini ve dilekçede arama amacının açıkça belirtilmesini şart koşuyor.

Bulunan definenin Maliye Bakanlığı'nca geçer akçe olarak değerinin tespit edilmesini öngören yönetmelik, define Hazine'ye ait arazide bulunmuşsa değerinin yüzde 50'sini çıkaran kişi olan aracıya verilmesini karara bağlıyor.

Bulancak'ta yapılan kazıda, yönetmelikte belirtilen devlet gözlemcileri de yer alıyor.

Turk.net, 05.06.2009



******


KIMMER HAZİNESİ'NİN PEŞİNDE 34 METREDELER





Giresun’un Bulancak İlçesi’nin kırsal kesiminde 50 günden bu yana ’Kimmerler’e ait olduğu öne sürülen Hazine’yi bulmak için sürdürülen kazı çalışmasında 34 metreye kadar inildi.

Mesleğinin definecilik olduğunu ve kazı için yaklaşık 50 gün önce Giresun Valiliği’nden izin alarak ekibiyle birlikte çalışmalara başladıklarını anlatan Turan Gögerçin, kazı yaptıkları alana tarihi kaynaklar ile haritaları inceleyerek ulaştıklarını söyledi. Kazı sonucunu merakla beklediklerini söyleyen Vali Mustafa Taşkesen, önemli buluntuya rastlanıldığında kazının genişletileceğini bildirdi. Kazı ekibinin iki aylık izinlerinin olduğunu ve bu süre dolunca kazı çalışmasının duracağını kaydeden Vali Taşkesen, bu izin süresinin yeni bulgulara ulaşıldığı takdirde devam edeceğini dile getirdi.

Hürriyet, Haber: Hakan Kabahasanoğlu, 10.06.2009




Nano-Yorum:

"Definecilik" çocukluğumuzda anlatılan hikayeler olmaktan çıktı günümüzde. Artık "definecilik" bir "meslek". Her köyün bir delisi ve en az on definecisi var. Define aramak için çeşitli aletler açık bir şekilde (hatta internet üzerinden) satılabiliyor; akıllı uslu belgesel/haber kanallarında bile reklamı yapılabiliyor; hatta harita/işaret çözümlemesi kitapları kitapçılarda bol bol satılıyor. Hatta ve hatta definecilerin siteleri ve dernekleri bile var...

 

2005 yılında Edirne'de aranan define vesilesi ile yazdığımız yazıya ekleyecek pek bir şey yok ne yazık ki. http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=134&html=haber_detail_tu.html&layout=web

 

Bakanlığın üç-beş çapulcunun eline bakması gibi bir saçmalık kabul edilemez. "Yasal definecilik kaçak kazılara karşı bir subaptır" palavrası da bir kenara bırakılmalı (Son 4-5 yıldır kaçak kazıcıların/kazıların gözle görünen artışı bunun bir kanıtı). Bu nedenle 2863 no'lu kanunun ilgili maddeleri ve yönetmelikleri ve bu kanuna bağlı ilgili kanunlar değişmelidir. Ülkemizdeki kültür varlıklarının korunması konusunda yapılması gerekenler üzerine bilimsel bir kurul oluşturulmalı ve bu iş Bakanlık'taki ilgili-ilgisiz disiplinlerden gelen personelin yetkisinden çıkarılmalıdır. Kurulun önerileri dikkate alınmalı ve geniş ölçekli bir bütçe ile yola çıkılmalıdır. Ve bunlar artık hemen yapılmalıdır...

A.D. Bayvas


'FRANSAWOOD' İÇİN GERİ SAYIM

 

Fransa, Paris’in dışında yer alan ve kullanılmayan eski elektrik santralını dev bir sinema şehrine dönüştürmeye hazırlanıyor.

 

Film endüstrisinin dev isimlerinden olan ve Fransa’nın Steven Spielberg’ü olarak anılan Luc Besson’un açıklamasına göre, tüm inşaatlar 2012 yılında, Cannes Film Festivali’nden hemen önce tamamlanmış olacak. ‘La Cite du Cinema’ (Sinema Şehri) adı verilecek olan dev komplekste film setleri, kurgu ve ışık stüdyoları, ofisler, sinemalar ve bir de film okulu bulunacak. 1929’da inşa edilen ve şu anda terk edilmiş bir halde bulunan 62 bin metrekarelik santralın yeni bir yüze kavuşması ise 197 milyon dolara (yaklaşık 300 milyon TL) mal olacak. Yeni sinema şehrinde yapımcılar, film çekimleri için kendilerine yer de kiralayabilecek.

Milliyet, 13.06.2009

MURADİYE KÜLLİYESİ RESTORE EDİLİYOR





Osmanlı padişahlarından 2. Murat ile Cem Sultan ve çok sayıda şehzadenin kabirlerinin bulunduğu `Muradiye Külliyesi'nin restore edilmesi için çalışma başlatılacak.

 

İl Kültür Müdürü Ahmet Gedik ve şube müdürleriyle birlikte külliyede incelemelerde bulunan Vali Şahabettin Harput, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulduğu Bursa`da, bir tarih başkenti olmanın sorumluluğuyla Osmanlı'nın mirasına sahip çıkacaklarını söyledi.


Harput, Osmanlı'yı imparatorluk haline getiren 6 padişahın mezarlarının Bursa`da bulunduğunu anımsatarak, 2. Murat, Cem Sultan ve Şehzade Mustafa'nın türbelerinin bulunduğu Muradiye Külliyesi'nde restorasyon çalışması yapacaklarını bildirdi.


Padişahların bıraktıkları mirasa sahip çıkmak gerektiğini ifade eden Vali Harput, şunları söyledi:
`Bu eserleri bütün ihtişamıyla gelecek kuşaklara aktarmak bizim görevimiz. Bu çerçevede özellikle 6 Osmanlı padişahının türbelerini esas aldık. Bunlardan Osman ve Orhan gazinin türbelerindeki faaliyetler başladı, bitmek üzere. 1 Murat'ın türbesi de bitmek üzere. Çelebi Mehmet`in türbesi Yeşil Türbe'nin içi bitti, dışındaki çalışmalar sürüyor. Türbelerin en büyüğü olan Fatih Sultan Mehmet`in babası 2. Murat'ın türbesi ve külliyesinin restorasyonu bizim önemli ve öncelikli konularımızdan biri.`


Vali Harput, restorasyonun sadece proje bedelinin 250 bin TL olduğunu, İl Özel İdaresi kaynaklarıyla işin ihaleye çıkarıldığını söyledi. Projenin bitmesi ve Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan onay alınmasının ardından çalışmalara başlayacaklarını bildiren Harput, yine bunun için de İl Özel İdaresi bütçesinden 1 milyon TL civarında kaynak ayırdıklarını ifade etti.


Türbelerin iç ve dışının restorasyonlarıyla birlikte mezarların da düzenleneceğini belirten Bursa Valisi Şahabettin Harput, `Külliye büyük ecdadın şanına, yüceliğine layık hale getirilecek` dedi.
Harput, Osman Gazi ve Orhan Gazi'nin türbelerinin bulunduğu Tophane bölgesinin de yeniden düzenleneceğini, tarihi ve manevi yapıya uymayan bütün yapıların kaldırılacağını, bölgenin Osmanlı'yı kuran padişahlara yakışır hale getirileceğini söyledi.


Sultan 2. Murat tarafından 1424-1426 yıllarında Muradiye Külliyesi, cami, medrese, imarethane ve hamamın yanı sıra 12 türbeden oluşuyor.

Bursa Olay, 13.06.2009

"GECE MÜZEDE KAFAYI TAKARSANIZ OLMADIK ŞEYLER GÖRÜRSÜNÜZ"




Topkapı Sarayı Müzesi’nin emniyetini sağlayan kadro bu kadar değil tabii ki. Güvenlik Amiri Mehmet Aydın (soldan üçüncü) bu iş için yaklaşık 150 kişi bulunduğunu söylüyor.


Vizyondaki “Müzede Bir Gece 2” filminin konusu, canlanan tarihi eserlerle mücadele eden bir gece bekçisi. Biz de merak edip İstanbul’un önemli müzelerinde gece çalışan güvenlik görevlilerine sorduk: “Issız koridorlarda hiç korktuğunuz oluyor mu?”

 

Vakit gecenin yarısı. Koridorlar bomboş, ortalık karanlık, ıssız; sessizlik kulakları tırmalıyor. Dünyanın en büyük müzelerinden Washington’daki Smithsonian Enstitüsü’nün gece bekçisi Larry Daley gecenin bir yarısı aniden canlanan sanat eserlerinin ortasında buluyor kendini. Tablolardaki ünlü isimler hareket ediyor; heykeller, maketler, İkinci Dünya Savaşı’nda savaşan askerlere kadar bir anda bütün tarih canlanıyor, kafalarına göre hareket ediyor. Böylece bekçinin de macera dolu mesaisi başlıyor...


Bu, geçenlerde vizyona giren “Müzede Bir Gece 2” adlı komedi filminin senaryosu. Peki bizim müzelerde geceleri neler oluyor? Topkapı Sarayı’ndaki Saltanat Kapısı’ndan Fatih Sultan Mehmet’in geçeceği, Arkeoloji Müzesi’nde Büyük İskender lahitinin canlanıp salonda at koşturacağı ya da Roma devri heykellerinin aslan avına çıkacağı tutuyor mu? Güvenlik görevlileri sabaha kadar nasıl çalışıyor, uykuları geliyor mu, korkuyorlar mı? Merak ettik ve İstanbul’un en önemli müzelerinde gece çalışan güvenlik görevlileriyle mesai saatleri içinde sohbet ettik. Kendimizi öyle kaptırdık ki bir an Pera Müzesi’nde Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” göz kırpar gibi oldu sanki...

 

Mehmet Aydın (45 / Topkapı Sarayı)
- Müze filmini seyrettim, çok güldüm. Güvenlik amiri olarak gece-gündüz buradayım. Eşim “Sen sarayla evlisin” diyor.
-1988’den beri buradayım. Gece bütün kapılar kilitlenip mühürlenir, biraz hareket etseler alarm çalar. Kameralar da var. Sarayda turlarız. Her tur yaklaşık 25 dakika sürer.
-Gece bazı arkadaşlar Harem’de irkilebiliyor. Bu bölüm kapalı bir alan, çok sessiz ve az ışık var. Aniden çarpan pencere kanatları insanı korkutabiliyor mesela.
-Komik şeyler de oluyor. Bazen sergi salonlarına kuş giriyor. Saatlerce uğraşıp dışarı çıkarıyoruz. Geçen yıl kangal köpeklerimiz vardı. Bir tanesi sarayın imamını duvara sıkıştırmıştı. Neyse sonunda kurtardık adamı.

Ali Şenol (43 / Topkapı Sarayı)
- 20 yıldır bu işi yapıyorum. 2000’den beri de sarayda çalışıyorum. Gece şefiyim.
-Ziyaret saati bittiğinde dışarı çıkmak istemeyen ziyaretçiler oluyor. Israr etmek bizim insanların yapısında var zaten.
-Sarayda korkmuyorum. Aklıma “Tarih canlanacak” gibi düşünceler de gelmiyor. Ama kafanızı buna çok takarsanız bu sarayda ne isterseniz görürsünüz. Mesela eskiden cenazelerin çıktığı bir meyt odası var. Yeni gelmiş bir arkadaşımız bu bölümü bilmiyordu, ona burayı gösterdiğimde hemen gitmek istedi, rengi değişti.

Muhittin Orhan (49 / Arkeoloji Müzesi)

-1990’dan beri Arkeoloji Müzesi’nde çalışıyorum. Evliyim, Bahar (22) ve Betül (17) adında iki kızım var. İşimi seviyorum. Müzeyle bir bütün oldum adeta.
-Müzede eserlerin canlandığını konu alan filmin reklamlarını gördüm, mutlaka izleyeceğim. Çok komik. Burada da heykeller var. Ama heykeller canlanacak gibi düşüncelerim olmuyor. Saat 16.30’dan ertesi sabaha kadar müzedeyim. Müzenin belirli kontrol noktalarını sürekli arkadaşlarla gezeriz. Alarm sistemlerimiz 24 saat çalışıyor, kapılar mühürlü.
-Gece bir ses geldiğinde irkilmiyorum, sessizlikten sıkılmıyorum. Aksine huzurlu bir ortam. Bizim mesleğin en güzel yanı düşünmeye çok vaktimiz oluyor. Çoğu insan sakin kafayla oturup düşünemediğinden şikayetçi. Ben sabaha kadar düşünebiliyorum. Her tarafım arkeolojiyle çevrili. Aslında bütün eserler, heykeler birer canlı gibi konuşuyorlar. Herhangi bir eserin karşısına geçtiğiniz zaman derin bir tarihe yolculuk yapıyorsunuz. Tarihle ilgileniyorum, çok kitap okuyorum. Bilmediğim, anlam veremediğim bir şeyi korumak istemem. Değer verdiğiniz şeyleri korumak ve kontrol altına almak istersiniz.

Cevdet Sepetçi (40 / Sakıp Sabancı Müzesi)

-Yaklaşık 15 yıldır bu işi yapıyorum. 10 yıldır da Sakıp Sabancı Müzesi’ndeyim. Üst seviyede korunan bir yer burası. Hem müzeyi hem bahçeyi kameralar görüyor. Pır dedektörleri de var. Müzeye girdiğiniz an görüntüleniyorsunuz.
-Bu işi seviyorum. Özellikle bu müzeyi. Deniz manzaralı, havası temiz bir yer burası. Güvenlik görevlileri olarak şüpheci insanlarız. Birkaç kere şüpheli şahıs ya da şüpheli bir paketle karşılaştığımız oldu. Hemen polise haber verdik. İmha ekipleri geldi, paket boş çıktı. Şüphecilik özel hayatımıza da yansıyor. Sokakta, yolda, otobüste herkese şüpheyle yaklaşıyoruz.
-Biz soğukkanlı insanlarız, içimizi gece bir korku kaplamıyor. Her şeyin üzerine gideriz. Heykeller, tablolar canlanacak diye gece espri yaparız arkadaşlarla aramızda ama bu sadece espridir, korkmayız. 

Yaşar Şahin (46 / İstanbul Modern) 

Geçen gün vizyona giren filmin afişini gördüm. Konusu ilginç. Ama benim aklıma gece “Heykeller, tabloların içindeki figürler canlanacak” gibi düşünceler gelmiyor. İrkilmiyorum. Başıma herhangi garip bir olay da gelmedi. Sadece bir keresinde elektrik panosuna bir kedi girmişti. Evimizden bile kalkıp geldiğimiz oldu.
-Üç yılı aşkın bir süredir İstanbul Modern’de çalışıyorum. Burada 24 saat güvenlik var. Geceleri müze tabii ki biraz sakin oluyor ama yine de can sıkılacak vakit bulamıyoruz. Temizlik, güvenlik veya teknik işler olduğu için müzenin içi yine hareketli oluyor. “Nasıl vakit geçecek?” gibi bir düşüncemiz olmuyor. Sağı solu kontrol et, dolaş, güvenlik sistemlerini kontrol et derken sabah oluyor. Uykum gelmiyor. İnsan alışıyor. Vardiyalı olarak, kimi zaman gündüz çalıştığımız da oluyor.
-Her ziyaretçi müzeye girdiği andan itibaren en az 50 kameraya takılıyor. Alarm sistemlerimiz var. Buraya dünyanın her tarafından insanlar geliyor. Sanatçılar, bilim adamları, devlet adamları, siyasetçiler, gazeteciler... Farklı insanları görmek çok güzel. İşimi çok seviyorum. Hiç sıkılmıyorum. Zaman zaman tedirgin oluyoruz. Ama tehlikeli bir durumla karşılaşmadık bugüne kadar.


Yılmaz Özdemir (36 / Pera Müzesi)

-Bu işi 10 yıldır yapıyorum. 4 yıldır Pera Müzesi’ndeyim. Öğleden sonra evimde kesinlikle uyuduktan sonra buraya gelirim. Böylece uykum gelmez. Müzenin dört bir yanında kamera ve farklı güvenlik sistemlerimiz var. Kameralar sayesinde monitörlerden müzenin her köşesini izleyebiliyoruz. 24 saat gözümüzü ayırmadan monitörü izlememize gerek yok çünkü pır dedektörleri sayesinde anında alarm devreye giriyor.
-Dış cephede de pır dedektörlerimiz var. Gece herhangi bir hayvanın oradan geçmesi dedektörleri devreye sokabiliyor, alarm çalıyor. Bir kere böyle bir şey olmuştu ama olay yerinde bir şey yoktu tabii.
-Müzeye gelen ziyaretçilerle sürekli diyalog halindeyiz. Mesleğin en keyifli yönlerinden biri de bu. Ben işimi çok seviyorum. 11 yıllık evliyim. Eşim de gece nöbetlerine alıştı.
-Gece çalışmaktan hiç sıkılmıyorum. Bir “çıt” sesi geldiğinde de irkilmiyorum artık. Çünkü o kadar alışmışım ki mesela kafeden gelen buzdolabının, kapının ya da asansörün sesine. Sadece yabancı bir ses beni tedirgin edebilir. Kulaklarım bu sessizliğe ve müzenin kendi sesine çok alıştı. Korkmuyorum.

Milliyet Cumartesi, Haber: Bade Gürleyen, 13.06.2009

YERALTI ASKERLERİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

Çinliler tarafından dünyanın sekizinci harikası olarak kabul edilen ve Terra Cotta askerleri olarak da bilinen Yeraltı Heykeller Ordusu’nun bulunduğu sit alanında yapılması beklenen üçüncü kazı çalışmasının bugün başlaması bekleniyor.

 

Heykelleri sağlamlaştırma ve onarım tekniklerinin artık geliştiği ve bunların üçüncü kazı çalışmaları için gerekli güvenceyi sağladığı belirtildi. Boyları 183-195 santimetre arasında değişen heykel askerlerin her birinin yüz ifadesi farklı. Kazı alanından çıkarılacaklarla beraber 8 bin asker, 520 atıyla birlikte 130 savaş arabası ve 150 süvari atının bulunduğu tahmin ediliyor. 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesi’ne alınan Yeraltı Heykeller Ordusu 1974 yılında keşfedilmişti.

Milliyet, 13.06.2009

GÜNAY: BOĞAZ'DAKİ TARİHİ BİNALARI OTEL YAPACAĞIZ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul’da başta Boğaziçi bölgesi olmak üzere kentte kamu kurumları tarafından kullanılmakta olan tarihi binaların otel olarak kullanılması için çalışma başlattıklarını söyledi.

 

Akşam Gazetesi’nden Nagehan Alçı ile yaptığı söyleşide Bakan Günay, bakanlığının ikinci dönemindeki ilk projesinin Boğaz'daki kamu binalarının otel ya da müzeye çevirmek olduğunu belirterek, aralarında Kuleli Askeri Lisesi, Sepetçiler Kasrı, Haydarpaşa Lisesi’nin de bulunduğu kamu binalarının başka yerlere taşınarak boşaltılması ve buraların otel olarak kullanılmasına yönelik çalışma yaptıklarını söyledi.

Bakan Günay, Nagehan Alçı’nın, "İkinci dönem bakanlığınızda öne çıkacak bir proje var mı? Bizim Ankara bürodan Volkan Yanardağ'ın söylediğine göre Boğaz'daki kamu binaları ile ilgili bir takım projeleriniz varmış. Doğru mu?" sorusunu yanıtlarken şunları söylüyor:
"Evet. Kuleli Askeri Lisesi, Haydarpaşa Lisesi, Sultanahmet'teki Tapu Kadastro  Bölge Müdürlüğü, Sepetçiler Kasrı askerin elinde, Milli Eğitim'in elinde, kamunun elinde. İstanbul'da çok fazla yapı var. Bunlar dünyada emsali olmayan konuma sahip, tarihi yapılar. Yatakhane olarak ya da büro olarak kullanılması bir eksiklik."

Alçı'nın "Bu eksikliği gidermek için ne düşünüyorsunuz?" sorusuna ise Günay şu yanıtı veriyor:
"Turizm Bakanlığı'na devrini. Bazıları butik otel ya da müze olsa dünya çapında olabilir. Şimdi Sayın Başbakan'ın talimatıyla bir envanter çalışması yapıyoruz. Belediyeden, Milli Savunma'dan vs. neleri kültür ve turizmin hizmetine sokabiliriz diye bakıyoruz. Bunları önümüzdeki tarihlerde talep edeceğiz."

Turizm Gazetesi, 12.06.2009

İSHAK PAŞA SARAYI, 2 AYDA 40 BİN ZİYARETÇİ AĞIRLADI

 

Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesi'nde bulunan Tarihî İshak Paşa Sarayı'na ilgi her geçen gün artıyor. Sarayı 2 ayda 40 bin kişi ziyaret etti.

 

Doğubayazıt'a hâkim bir tepede kurulan ve geçen yıllara inat dimdik ayakta duran İshak Paşa Sarayı yerli ve yabancı turistleri konuk ediyor. Sarayı nisan ve mayıs ayında yaklaşık 40 bin turist ziyaret etti.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, İshak Paşa Sarayı'nın yılın 4 mevsimi açık olmasına rağmen turizm mevsiminin nisan ayında açıldığını belirterek, "Bu aydan bu güne toplam biletli ziyaretçi sayısı 40 bini buldu. İnşallah son rötuşlardan sonra tarihî sarayımız 2010 yılında yeni yüzüyle daha fazla ziyaretçiye ev sahipliği yapacaktır." dedi.

Zaman, 12.06.2009

DİVRİĞİ ULU CAMİİ MAHVOLUYOR

 

Mayıs başında İTÜ Mimarlık Fakültesi'nde -Taşkışla- açılmış 'Divriği Ulucami' ile ilgili bir sergi gezdim.

 

Böyle bir yapıta sahip olduğumuz için çok gurur duyarken sanat şaheserlerinden, güzel duygulardan 1947'den bu yana iki yıldır iktidar olan sağcı, dinci görüşlerle sanatsız, bilimsiz, yobaz ve yoz bir topluma dönüşmemizden ötürü de çok üzüldüm.

 

Divriği Ulucami, UNESCO tarafından 'dünyanın en iyi 500 mimari yapıtı' içine alınan tek Türk eseri. Mengücekoğulları 1228'de yapmış; 780 yıl önce Divriği'de. Bir şaheser yapıta gereken değeri veren ve bu sergiyi açan mimar Doğan Kuban ve Basri Hamulu'ya teşekkür ederiz.

 

Ancak serginin çok güzel resimlerindeki bir görüntü beni iki nedenle çok rahatsız etti.

 

1- Minare tepesine eğri-büğrü konan hoparlörler, çok çirkin ve rahatsız edici bir görüntü oluşturmuş. Dünyanın en güzel eserini mahvetmiş.

 

2- O canım minareler 800 yıldır ayakta. Ama bu hoparlörler yüzünden en çok bir-iki yüzyıl sonra yıkılacaklardır. Çünkü;

 

Hoparlörlerin, tutucularının kablolarının kendi ağırlıkları vardır. Montaj için çakılan dübeller, çiviler ve delikleri vardır.

 

Hoparlörlerin aldığı rüzgar, yağmur ve kar güçleri vardır. Çivi benzeri tutuculardan sızıntılar olur, böcek yuvaları oluşabilir.

 

Hepsinden önemlisi ezan okunurken ses gücünün neden olduğu güçlü bir titreşim vardır. Titreşim, frekansı yüksek hafif bir deprem gibidir.

 

O canım minareler bu ek güçler hesaplanmadan yapılmıştır. Her mühendis, aklı statiğe, dinamiğe biraz eren her sağduyulu insan bunu görür ve bilir. Ama ne yazık ki -dincilerin zulmünden olsa gerek- hiç kimse olayın üzerine gitmedi, gitmiyor. Ben konuya şiddetle dikkat çekmek istiyorum. Bilim/mantık çerçevesinde tartışılsın.

 

İktidar başta çok kişinin özlediği Hz. Muhammed dönemi, sünneti içinde hoparlör mü vardı? Ezan kavramı Kuran'da da yok zaten. Herkes çıplak sesle okuyan ezan dahil her yerde, her zaman en az 20 yerden anında namaz vakitlerini öğrenebilir. Hoparlörler kaldırılmalıdır, özellikle eski eserlerdekiler. Yoksa minarelerin hepsi dökülecek.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 12.06.2009

JANDARMA GÖZ AÇTIRMIYOR

 

Adıyaman'da jandarma tarafından yapılan operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, bazı şahısların ellerinde bulunan tarihi eserleri Adıyaman'da satacaklarının öğrenilmesi üzerine jandarma ekipleri şüphelileri takibe aldı.

 

Bir süre sonra operasyon için düğmeye basan jandarma ekipleri, H.B isimli şahsın evinde arama yaptı. Yapılan aramada 495 adet sikke, 5 adet çömlek, 6 adet bilezik, 12 adet mühür, 18 adet ok ucu, 75 adet yüzük, 3 adet kulp, 430 adet tarihi eser niteliğinde obje olmak üzere toplam bin 44 adet eser ele geçirildi. H.B ifadesinin alınmasının ardından adli makamlara sevk edilirken, olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Adıyaman Kent Haber, 12.09.2009

KAÇAK KAZIYA TUTUKLAMA

 

Hatay'ın Dörtyol İlçesi'nde, kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla gözaltına alınan, aralarında bir polis memurunun da bulunduğu 9 kişi tutuklandı. Alınan bilgiye göre, İskenderun İlçe Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Amirliği ekipleri, kaçak kazı yapıldığı yönündeki istihbarat çalışmaları doğrultusunda Dörtyol'un kırsal kesiminde bir yere operasyon düzenledi. Operasyonda kepçe ile kaçak kazı yaptıkları iddia edilen 9 kişi suçüstü yakalandı. Zanlılarla birlikte üç kurusıkı, iki ruhsatsız tabanca ve ''define haritası'' olduğu belirtilen çizim ele geçirildi. Sorgulanmalarının tamamlanmasının ardından Dörtyol Adliyesi'ne sevk edilen Hasan Çiftçi, Yücel Durna, Mustafa Günay, Kemal Zobu, Hilmi Koca, Nurettin Bingör, Mehmet Dikencik, Ali Gür ve Hacı Ahmet Pamuk, tutuklandı. Tutuklanan zanlılardan birinin polis memuru olduğu belirtildi.

Hatay Gazetesi, 12.06.2009

EMNİYETTEN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Aralarında Erzurum'un da yer aldığı 10 ilde yapılan eşzamanlı operasyonda, 45 kişiyi 1 milyon TL dolandıran ve son 2 yıl içerisinde yaklaşık 15 milyon TL dolandırıcılık yaptıkları iddia edilen suç örgütü çökertildi.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Asayiş Şube Müdürlüğü Yankesicilik ve Dolandırıcılık Büro Amirliği ekipleri, tarihi eser dolandırıcılığı, sahte evrak tanzimi, tehdit ve gasp yoluyla suç işledikleri tespit edilen bir şebekeyi takibe aldı. Gaziantep, Diyarbakır, Ankara, İzmir, Şanlıurfa, Muş, Erzurum, Mardin, Balıkesir ve Batman'da belirlenen yerlere düzenlenen eşzamanlı operasyonda toplam 29 kişi gözaltına alındı.

 

Yapılan aramalarda ise, 46 adet sahte olduğu anlaşılan heykel, 4 adet tarihi eser görünümlü küp, 4 adet tabanca, 160 adet tabanca mermisi, çok sayıda sahte kimlik, dolandırıcılık işlerinde kullanılan not kağıtları, askeri hatıra defterleri ve banka hesap cüzdanları ele geçirildi.

Operasyonla 35 ilde meydana gelen 45 faili meçhul dolandırıcılık olayı da aydınlatıldı.

 

Gaziantep Emniyet Müdürü Ali Yılmaz, Asayiş Şube Müdürü Ali Mustafa Çavuş ile birlikte yaptığı açıklamada, "Asayiş Şube Müdürlüğü Yankesicilik ve Dolandırıcılık Büro Amirliği ekiplerimizce 4 ay sürdürülen planlı operasyonda 10 ilde eşzamanlı olarak yapılan operasyonda 35 ilde 45 kişiyi dolandırdıkları ortaya çıkan 29 kişi yakalandı. Bu şüphelilerin 4 ay içinde bir milyon TL, 2 yıl içinde ise 15 milyon TL dolandırdıkları ortaya çıktı. Yapılan aramalarda ise tarihi heykel görünümünde 46 adet sahte heykel, 4 adet küp, 4 adet tabanca ele geçirildi. Şüphelilerin haritalar üzerinde gömü varmış gibi sahte heykellerle vatandaşları dolandırdıkları ortaya çıkmıştır. Bu operasyonu başarıyla sonuçlandıran ekibimi kutluyorum" dedi.

 

Açıklamanın ardından Emniyet Müdürü Ali Yılmaz ve Asayiş Şube Müdürü Ali Mustafa Çavuş, basın mensuplarına ele geçirilen malzemeleri gösterdi. Gözaltına alınan 29 kişi emniyetteki işlemlerinin ardından adli makamlara sevk edildi.

Erzurum Gazetesi, 12.06.2009

ALTINPARK KAZILARI PARASIZLIĞA TAKILDI

 

Asırlar öncesindeki İzmir’in keşfinin yapıldığı yerlerden biri de Altınpark.

Konak’ın bu bölgesinde ilk kazma 2007’de vuruldu. Geçmişe yolculukta Osmanlı’dan Roma dönemine kadar varıldı. Milattan Sonra birinci yüzyıla ait kemer köprüsü ve antik çarşı Agora’ya giden yol bulundu. Toprak altından çıkarılanlar heyecan yarattı. Yakındaki Agora’yla birlikte çekim merkezi olacağı, turizmi canlandıracağı hesaplandı.

Bu gelişme başta çevredeki esnafta olmak üzere sevinçle karşılandı. Altınpark’ın çehresini değiştirecek kazıların tamamlanacağı gün sabırsızlıkla beklenmeye başlandı. Ancak hayal kırıklığı yaşandı. Ödeneksizlik yüzünden aylar önce çalışmalara ara verildi. Tarihi eserler sahipsiz durumda. Kuruyan otların arasında insan kafatasları göze çarpıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yardım isteniyor.

Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 12.06.2009

"MAYINLAR PATLATILIRSA TARİHİ ESERLER TAHRİP OLUR"





Gaziantep Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rifat Ergeç, Rifat Ergeç, Suriye sınırındaki temizleme çalışmasının mayınlar patlatılarak yapılması halinde antik kentler ve höyüklerdeki eserlerin tahrip olacağının unutulmaması gerektiğini vurguladı. ''Mayınların patlatılmasının eserlerde yapacağı tahribatın boyutunu düşünmek insanın tüylerini diken diken yapmak için yeterli'' diyen Rifat Ergeç, temizlik çalışmasının mayınlar patlatılarak yapılması halinde bütün kültür katlarının ve eserlerin tahrip olması gibi potansiyel bir tehlikenin söz konusu olduğunu vurguladı. Rifat Ergeç, hem bir Türk vatandaşı hem de bir arkeolog olarak Kargamiş ve Cyrrhus antik kentlerinin ve höyüklerin bulunduğu alanların bir an önce mayınlardan temizlenmesini, bu arkeolojik alanların insanlığın hizmetine açılmasını temenni ettiğini bildirdi


Rifat Ergeç'e göre, Suriye sınırındaki mayınlar temizlendiğinde Gaziantep ve Kilis'te 2 antik kent ve çok sayıda höyük bilimsel kazılara yasaklı arkeolojik yerleşim alanları olmaktan çıkacak ve çok önemli bir alan arkeologlar için çalışma sahası olacak. Bu konuyla ilgili bilgi veren Rifat Ergeç, Gaziantep ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin insanlığın kültürel anlamda ilk kez ortaya çıktığı ''Bereketli Hilal'' içinde yer aldığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Bu bölge aynı zamanda Anadolu platosunun sona erip Suriye düzlüklerinin başladığı doğu-batı hattı üzerinde uzanan coğrafi bir sınırdır. İnsanlığın en eski kültür merkezleri bu hattın üzerinde ya da hemen yakınındadır. Bugünkü Türkiye-Suriye ülke sınırı, aşağı yukarı bahsedilen bu hat üzerindedir. Sınırın hem Türkiye hem de Suriye tarafında sayısı tam olarak tespit edilememiş arkeolojik yerleşim yerleri olan höyükler ile başta Kargamış ve Cyrrhus gibi antik şehirler yer almaktadır. Bunların hepsi de birer uygarlık merkezi olan Anadolu ile Suriye ve Mezopotamya arasındaki kültürel geçiş güzergahını oluşturmaktadır. Arkeoloji bilimi ve kültür tarihi açısından bu kadar önemli olan bölgede güzelim sanat eserleri ile mayınlar toprağın altında koyun koyuna yatıyor.''

 

Yapılan kazılar sonucunda Kargamış'ın aşağı şehir ile yukarı şehir ve aslında tarih öncesi dönemlere ait olan fakat sonradan akropol haline getirilen höyük kesimi olmak üzere üç ana bölümden oluştuğunun anlaşıldığını vurgulayan Rifat Ergeç, buradan elde edilmiş, büyük taş bloklar üzerine yapılmış resmi ve dini konulu kabartmaların halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilendiğini kaydetti. Cyrrhus Antik Kenti'nin ise Roma dönemi yerleşmesi olduğunu ifade eden Rifat Ergeç, şunları anlattı: ''Cyrrhus Antik Kenti, Kilis il merkezinin güney-batısında bulunuyor. Sonradan yapılan sınır düzenlemeleri sonucunda mayın tarlasının ortasında kalan Cyrrhus Antik Kenti'ni son 20-25 yıldan beri görmek mümkün olmamıştır. Gaziantep-Kilis sınır kesiminde bu 2 antik kentin yanı sıra birçok höyük de mayınlı saha içinde kaldığı için araştırılamamaktadır.''

 

Rifat Ergeç, temizleme çalışmasının mayınlar patlatılarak yapılması halinde antik kentler ve höyüklerdeki eserlerin tahrip olacağının unutulmaması gerektiğini vurguladı. ''Mayınların patlatılmasının eserlerde yapacağı tahribatın boyutunu düşünmek insanın tüylerini diken diken yapmak için yeterli'' diyen Rifat Ergeç, temizlik çalışmasının mayınlar patlatılarak yapılması halinde bütün kültür katlarının ve eserlerin tahrip olması gibi potansiyel bir tehlikenin söz konusu olduğunu vurguladı. Rifat Ergeç, sınırdaki mayınlı arazilerin mayınlardan temizlenmesinin sağlayacağı faydanın iki bakımdan önemli olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti: ''Oldukça geniş bir alanda tarım yapılabilecek. Diğer yandan bu bölgede yapılacak kazılar sonucunda bulunacak taşınır eserlerin müzeleri doldurması, ören yerlerinin düzenlenerek turizme açılması, bilimde ve turizmde itibar seviyemizi yükseltecek. Kargamış gibi tüm dünyaca merak edilen bir ören yerinin kazılarının tamamlanması, meydana çıkarılacak antik kentin ziyarete açılması, özellikle kültür turizmi bakımından büyük bir kazanım olacaktır. Hele bir de Geç Hitit Sarayı'nın Tören Salonu'nun Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nden getirilecek kabartmalı taş blokların en azından fiberglas kopyaları yerlerine konulursa, oluşacak muhteşem atmosferi düşünmek bile insanı şimdiden heyecanlandırıyor. Hitit medeniyeti gibi sadece Anadolu coğrafyasına ait bir kültürün, dünyada başka benzeri olmayan bir sarayına ait taht salonunu orijinal malzemesiyle düzenleyip dünya turizmine açmanın ülke tanıtımı ve maddi getirisi bakımından önemini herhalde turizm yatırımcıları ve planlamacılar çok daha gerçekçi biçimde değerlendirebilir.''

Gaziantep 27 Gazetesi, 12.06.2009

"SULUKULE'DE YAPILANLAR HİÇBİR YERDE YAŞANMADI"

 

Birleşmiş Milletler HABITAT Genel Başkanlığı’na bağlı “Zorla Tahliyeler Konusunda Danışmanlar Grubu” (AGFE), Kentsel Dönüşüm kapsamında binaların yıkıldığı Sulukule’yle ilgili gözlem çalışmalarını tamamladı. Hazırladığı raporu BM’ye sunacak olan Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen toplantıda konuşan Heyet Başkanı Yves Cabannes, “Ziyaret ettiğimiz insanlar yaşadıkları yerlere yatırım yapmış. Belediyeler buralara yol, su, elektrik getirmiş. Yıkımlar yatırımları yok ediyor. Bu durum Güney Afrika’nın Johannesburg, Pakistan’ın Karaçi şehrinde yaşanmadı” diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Selçuk Yaşar, 12.06.2009

AVRUPA'NIN KÜLTÜR BAŞKENTİ OLMAYA HAZIR DEĞİLİZ

 

İstanbul’un 2010 Kültür Başkentliği’ne ev sahipliği yapmasına az bir zaman kala İstanbullular ile yapılan bir anket çalışmasının sonuçları ‘Avrupa’nın Kültür Başkenti olmaya hazır mıyız’ tartışmasını başlattı. Ankete göre, 6.878 kişinin yüzde 57’si İstanbul’u Avrupa’nın Kültür Başkenti olmasına hazır bulmuyor. İstanbullu yurttaşların üyesi olduğu istanbul.com internet sitesi üyelerine “İstanbul Avrupa’nın Başkenti olmasına hazır mı?” başlığındaki anketi başlatarak bir hafta içinde, 6.878 kişinin konuyla ilgili değerlendirmelerini aldı.


Site yöneticileri, üyelerine “Tarihi yapıları, eşsiz boğazı, kendine has dokusuyla medeniyetler beşiği olan İstanbul, sadece Avrupa’nın değil Dünya’nın da sayılı şehirleri arasında. Peki dillere destan güzelliği ile herkesin beğenisini kazanan şehir, 2010 Kültür Başkentliliğine gerçekten hazır mı?” sorusunu yöneltti. İlk etapta 400 bin yurttaşa ulaşmayı hedefleyen anket çalışmasının ilk haftasında değerlendirmeleri alınan 6.878 İstanbulludan yüzde 57’si İstanbul’un Avrupa’nın Kültür Başkenti olması için hazır olmadığını belirtti.


Kültüre ev sahipliği yapan ve kültürün paylaşılmasında en önemli rolü oynayan kültür merkezleri, tiyatrolar, sinemalar, galeriler gibi mekanların sayıca yeterliliği hakkında ise ankete katılanların 4.225’i sayıca bu tip mekanların “yetersiz” olduğunu belirtiyor.

3.919 İstanbullu İstanbul’un daimi sorununun trafik olduğuna dikkat çekti. Trafik probleminin kültür sanat faaliyetlerine ulaşmada zorluk çıkaracağını düşündüklerini belirtti. Medyanın kültür başkentliği konusundaki rolü hakkında 3.058 yurttaş yapılan çalışmaları yetersiz görürken, 5.425’i Kültür Başkentliliği çerçevesinde yapılan tanıtımları yeterli bulmadı.

Anketin son sorusunda, İstanbul’un 2010 kültür başkentliliğinde atılması gereken adıma işaret edildi. ‘İstanbul’un tanıtımındaki eksik yönün ne olduğu’ sorusuna katılımcıların 3.652’si altyapının yetersizliğini gösterdi.


***

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmalarını sürdüren "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı"ndan martta istifalar yaşanmıştı. İstifa eden Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ile yardımcılıklarını yürüten Prof.Dr. İskender Pala ve Gürhan Ertür ile Yürütme Kurulu Üyesi Prof.Dr. Metin Sözen yaptıkları ortak açıklamada bazı engellerle karşılaştıklarını belirtmişlerdi.


Açıklamada şöyle denilmişti:
“İstanbul ve Türkiye için büyük bir fırsat olarak gördüğümüz bu projede güzel şeyler yapmak istedik; bazılarını yaptık. Lakin karşılaştığımız olumsuzlukları giderme konusunda gayret göstermemize rağmen birtakım engellere de takıldık."


***

İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın MHP Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un soru önergesine verdiği yanıt, 2008’de 2.345 aile ve 17.489 yurttaşın İstanbul’dan göç ettiğini ortaya çıkardı. Bakan Atalay, memleketlerine dönmek isteyenlere nakliye ya da yol parası yardımı şeklinde olmak üzere toplam 2 milyon 725 bin 812 TL ödeme yapıldığını bildirdi.

Atalay, Kayseri, Kocaeli, Yalova ve Samsun’dan göç edenlere ödenen nakliye ve yol parası ile ilgili de bilgi verdi. Buna göre 2008’de Kayseri Belediyesi’nce 6 aileye yol parası ve nakliye ücreti olarak 2.950 TL, Kocaeli Belediyesi’nce 5 aileye toplam 6.829 TL, Yalova Belediyesi’nce bir aileye 450 TL, Samsun’da da 300 kişiye toplam 12 bin TL yardımda bulunuldu.

Birgün, 11.06.2009

2 BİN YILLIK NEKROPOL BULUNDU

 

Suriyeli arkeologlar, antik zamanların önemli dini ve ticari merkezi Palmira’nın bulunduğu bölgede iki bin yıllık bir nekropol ortaya çıkardı. Resmi Sana ajansındaki habere göre, misyon şefi Halil Hariri, şimdiye kadar birçok mezar, taş sütun, birçok kırık heykelcik bulunduğunu anlattı.

 

Haberde, arkeologların, nekropolde yatanların aile isimlerinin öğrenilebilmesi için alanda bulunan bir panoda Palmira dilinde yazılan yazıların deşifre edilmesi gerektiği de ifade edildi.

Birgün, 11.06.2009

TARİHİ ESERLERE KORUMA

 

AKP Gaziantep milletvekili Mehmet Erdoğan, tarihi eserlere sahip çıkılarak koruma altına alınıp, gerekli çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışmaları başlatılacağını belirtti. Erdoğan, Araban’daki tarihi Raban Kalesi, Zerrin Kalesi, Elif Beldesi, Hisar Köyü, Hasanoğlu Köyü Roma Dönemi Anıt Mezarların ve Karasu çayı üzerindeki Gümüşpınar Köyü sınırlarındaki tarihi Septimus Severus Köprüsü'nün bugüne kadar hiç gündeme getirilmediğini kaydetti.


İlçedeki tarihi eserlerin koruma altına alınarak, çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışmalarının yapılması için Ankara’da elinden geleni yaptığını ifade eden Erdoğan, en kısa zamanda tüm tarihi eserlerin kurtarılacağını dile getirdi.

Olay Medya, 11.06.2009

OYUNCAK MÜZESİ 'AVRUPA'NIN EN İYİSİ' ÖDÜLÜNE ADAY

 

Şair Sunay Akın'ın kurduğu İstanbul Oyuncak Müzesi, 2010 yılı için "Avrupa'nın En İyi Müzesi Ödülü"ne aday gösterildi. İstanbul Oyuncak Müzesi, nisan ayında International Council of Museums / Milletlerarası Müzeler Konseyi (İKOM) üyeliğine kabul edilirken, ayrıca müze Avrupa müzelerinin Oscar'ı olarak bilinen European Museum Forum/Avrupa Müzeler Forumu (EMF) ödüllerine aday olmaya da hak kazandı. İstanbul Oyuncak Müzesi'nin de aday gösterildiği ödül, gelecek yıl Finlandiya'da düzenlenecek olan toplantıda açıklanacak. İstanbul Oyuncak Müzesi'ni kuran şair ve yazar Sunay Akın da adaylıkla ilgili görüşlerini şöyle ifade etti: "Sanatçı ödül avcısı olmamalıdır. Önemli olan kültürümüze, yaşadığımız kente ödül kazandırmaktır. En iyi müze ödülünü kazanırsak sevincim, onurum kendi adıma değil, kültürümüz ve İstanbul adına olacaktır. 2010 yılında, Avrupa'nın kültür başkentlerinden biri olan İstanbul'daki bir müzenin Avrupa Müzeler Forumu'nun vereceği ödüle aday olması bile bizi onurlandırıyor."

Zaman, 11.06.2009

EN BÜYÜK PICASSO, SONRA CEZANNE

 

İngiliz basınından Times, 20. yüzyılın en büyük 200 sanatçısını belirledi ve listenin bir numarasına İspanyol Ressam-Heykeltıraş Pablo Picasso yerleşti. 20. yüzyılda öncelikle resim sanatında akla gelen ilk isimlerden biri olan Picasso, 1937 yılında, en tanınmış eseri Guernica’yla İspanya tarihinin önemli bir sayfasına da izlenimlerini yansıtmıştı.


Listede Picasso’yu takip eden ilk üçteki isimler ise Fransız post-empresyonist ressam ve aynı zamanda gezgin Paul Cezanne ve Avustralyalı sembolist ressam Gustav Klimt oldu. Listede Türkiye’den hiçbir ressam yer almadı. Listede, ilk üçten sonraki bazı ressamlar şunlar: Claude Monet, Marcel Duchamp, Henri Matisse, Jackson Pollock, Andy Warhol, Willem De Kooning, Piet Mondrian, Paul Gauguin, Francis Bacon.

Evrensel, 11.06.2009

KAÇAK KAZIDA 2 BİN YILLIK TARİH ÇIKTI

 

Tokat'ın Turhal İlçesi'nde izinsiz yapılan kazı, yaklaşık 2 bin yıllık tarihi günışığına çıkardı. Jandarma ekipleri, kazı yapılan Gümüştop Köyü Karşılar Mahallesi'nde 3 kişiyi suçüstü yakaladı. Zanlılar gözaltına alındı.

Bölgede inceleme yapan Tokat Müze Müdürlüğü ekipleri, milattan önce 2 ve 6. yüzyıllar arasına ait zemini mozaikle kaplı mekanlar ve mezar yerleri buldu.

Tarihi kalıntıların üzeri naylonla örtüldü. Koruma altına alınan alanda kazı çalışması başlatılacak.
ntvmsnbc, 11.06.2009

TRALLEIS
KAZILARINA
RAFET DİNÇ
ATANDI

 

Tralleis Antik Kenti Kazı Başkanlığına Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rafet Dinç atandı.

Turizm Gazetesi, 11.09.2009

MANAS EFENDİ YALISI 2.3 MİLYONA SATILDI

 

Sultan Abdülmecid döneminde saray ressamlığı yapan Jozef Manas’ın inşa ettirdiği ve sahiplerinin paylaşamadığı Tarabya sahilindeki 131 yıllık tarihi yalı açık artırma ile satıldı. Manas Efendi Yalısını, 2,3 milyon TL’ye, yan tarafındaki yalının sahibi Erdal Aslan Menemenlioğlu satın aldı.

Ankara’da yaşayan Emekli Lahey Büyükelçisi Reşat Erhan, yalıyı 1955’te çocukluk arkadaşı Vehbi Koç’tan yazlık konut olarak satın aldı. Erhan daha sonra, dört katlı yalının bir katını kiralık verdiği Kerim Erduran’a evin yüzde 25 hissesini devretti.

Erhan ve Erduran yaşamını yitirince Erduran’ın ilk eşinden olan kızı ile son eşi arasında miras kavgası çıktı. Mahkemesi yalının tümünün satışa çıkarılmasına karar verdi. Bilirkişi,yalıya 2 milyon 750 bin TL değer biçti. Yalı, 2 milyon 397 bin TL’nin üzerinde teklif veren olmadığı için Menemenlioğlu’na satıldı.

Hürriyet, Haber: Eray Erollu, 11.06.2009

FRİGYA İÇİN ORTAK ÇALIŞMA

 

Önemli bir tarihi turizm potansiyelini içinde barındıran Afyonkarahisar – Eskişehir ve Kütahya sınırları içerisinde yer olan Frig Vadisi tek merkezden tanıtılacak. Valilerin başkanlığında kurulacak ve dönüşümlü yürütülecek olan Frig Vadisi Tanıtım Komisyonu’nun ilk başkanlık görevini Afyonkarahisar Valisi Haluk İmga üstlenecek.

 

Afyonkarahisar Eskişehir ve Kütahya Valiliği Frig Vadisi’nin tanıtımı için ciddi çalışmalara başladı. Daha önceden üç ilin valiliği tarafından farklı çalışmalar ile tanıtımı yapılmaya çalışılan vadi artık ortak yapılacak olan çalışma ile tanıtılacak.

Afyonkarahisar Valisi Haluk İmga’nın ortak yapılacak çalışma için başkanlığın alfabetik sıra ile başlaması önerisi Sonucu’nda Frig Vadi için oluşturulacak birliğe Afyonkarahisar Valiliği ilk 1 yıl boyunca başkanlık yapacak.

AB’den alınacak olan tanıtım fonları ve her ilin İl Özel İdaresi bütçesinin yüzde biri kadar pay alacak olan tanıtım birliğine; Vali Haluk İmga Muzaffer Dilek’in Valiliği döneminde oluşturulan ADUYBİM’in Frig Vadisi’nin tanıtımında etkin olarak rol üstlenmesini teklif edecek.

Afyon Haber, 11.06.2009

EDİNCİK'TE TARİHİ BİNALAR YENİLENECEK

 

Balıkesir'in Bandırma İlçesi'ne bağlı Edincik Belediye Başkanı Mehmet Yağcı, beldelerindeki tarihi binalarının tespit edilerek restore edilmesi için çalışma başlatıldığını açıkladı.

 

Bandırma Müze Derneği Başkanı Erdoğan Moralı, Yönetim Kurulu üyeleri Hayri Erdem, Nesrin Aydoğmuş ve Bandırma Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Tülin Tan Edincik Belediye Başkanı Mehmet Yağcı'yı makamında ziyaret etti. Dernek Başkanı Moralı ve Yönetim Kurulu üyeleri Belediye Başkanı Yağcı'dan Edincik'teki 52 tarihi binanın restorasyonu için belediyeden destek istediler.

 

Beldelerindeki tarihi binalardan bazılarının restore edildiğini ve diğer binalarında özel bir firma tarafından fotoğraflarının çekildiğini kaydeden Edincik Belediye Başkanı Mehmet Yağcı, "Edincik beldemizdeki tarihi binaların sahipsiz kalmaması adına yerel yönetim olarak üzerimize düşen görevi yapıyoruz. Beledimizde bulunan bazı tarihi binalar restore edildi. Kalan diğer 49 tarihi ev ve 3 tarihi hamamın restorasyon çalışmaları da başladı. Tasarı Mimarlık firması tarafından tarihi binaların fotoğrafları çekildi. Bir yerel yönetim olarak tarihi binaların önemini çok iyi biliyor ve bu binaların restore edilmesine dönük yapılan ve yapılacak çalışmalara destek veriyoruz" dedi.

Balıkesir Kent Haber, 11.06.2009

KAYSERİ KALESİ BAKIMA ALINDI

 

Kayseri Kalesi'nin dış surları onarılıyor.

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Kayseri Rölöve ve Anıtlar Bölge Müdürlüğü denetiminde Kayseri Kalesi'nin Meydan-Düvenönü arası dış surları özel bir firma tarafından onarılıyor.

 

Kale surlarının tehlike arz eden bölümlerinden başlanılan onarım çalışması tüm hızıyla devam ediyor. Kale surlarının yıkılan ve malzemesi dökülen bölümleri itina ile onarılıyor. Özel işlenilen taşlar, kale surlarının eski görünümünü aratmayacak şekilde onarılırken, 2 ay içinde çalışmaların bitirilmesi planlanılıyor.

Kayseri Kent Haber, 11.06.2009

PICASSO'NUN 33 ÇİZİMİ ÇALINDI

 

Ünlü ressam Pablo Picasso'ya ait 33 çizimin bulunduğu defterin çalındığı ortaya çıktı. Fransa'nın başkenti Paris'te bulunan Picasso Müzesi'nde dün sabah yapılan sayımda ortadan kaybolduğu belirlenen çizimlerin 8 milyon Euro değerinde olduğu tahmin ediliyor.

 

Fransız Kültür Bakanlığı'nın konu ile ilgili açıklama yapması bekleniyor.

Zaman, 10.06.2009


******


PARİS'TE PICASSO BİLMECESİ






Ünlü ressam Picasso'nun Paris'teki müzeden çalınan eskizlerini bulma çalışmaları sürüyor. 33 eskizin yer aldığı defterin, tablolardan farklı olarak 'bilimsel değer' taşıdığı, satılma şansı bulunmadığı belirtiliyor.

 

Dünyaca ünlü ressam Pablo Picasso’nun en az üç milyon euro değerinde olduğu tahmin edilen eskiz defterinin Paris’teki Picasso müzesinden çalınmasıyla ilgili bilmece sürüyor.

Fransa Kültür Bakanı Christine Albanel, çalınan 33 eskizin tablolardan farklı olarak 'bilimsel değer' taşıdığını belirterek, hırsızlık olayını 'garip' diye nitelendirdi. Albanel, eskizleri satmanın zor olacağına da dikkat çekti.

Picasso’nun 1917-1924 tarihleri arasında yaptığı 33 eskizi kapsayan defterin bulunduğu kapalı vitrinden kaybolması, müze yetkilileri tarafından Salı sabahı fark edilmişti. Yetkililer, vitrinin yalnızca özel aletlerle açılabildiğine dikkat çekiyor. Hırsızlığın bir koleksiyoncunun siparişi üzerine yapılmış olma olasılığı üzerinde duruluyor.

Diğer yandan Fransız 'Le Figaro' gazetesinin haberinde, vitrinin bulunduğu salonda alarm ve kamera sistemi olmadığı iddiası dile getirildi.

Picasso’nun eserlerinden en son 2007 yılının Şubat ayında toplam 50 milyon euro değerinde iki tablo ve bir çizim çalınmıştı. Yine Paris'te, ancak bu kez ressamın torununun evinden çalınan eserler, birkaç ay sonra bulunmuştu.

Avrupa’da en çok yankı uyandıran sanat hırsızlığı vakalarından biri ise 2008 yılında İsviçre’de gerçekleşmişti. Zürih kentinde bulunan ünlü Bührle koleksiyonundan değeri 110 milyon euro(yu aşan Van Gogh, Monet, Cezanne ve Degas tabloları silahlı bir çete tarafından çalınmıştı.
Cnn Türk, Kaynak: Deutsche Welle , 12.06.2009

SADECE ÜÇ AY MAAŞ ALMAMIŞLAR!

 

 

İstanbul'un iki yakasını deniz altından birleştirecek Marmaray Projesi'nde çalışan işçiler, bağlı oldukları taşeron firmadan dört aydır paralarını alamadıkları gerekçesiyle iş bıraktılar.

 

Marmaray Projesi kapsamında Yenikapı'da kazı çalışması yürüten yaklaşık 200 işçi, aylardır maaşlarını alamayınca iş bıraktı. İşçiler yaptıkları açıklamada "Yetkililer bize belediyeden para alamadıklarını ve bu yüzden ödeme yapılmadığını söylüyorlar. Tam 4 aydır 'ha bugün ha yarın' diye oyalanıyoruz. Artık yemeyi içmeyi bırakın işe gelecek yol parasını dahi bulamıyoruz. Paralarımız ödenmezse çalışmayacağız” dediler.  Vergi iadelerini de alamadıklarını ve sigortalarının tam yatırılmadığını söyleyen işçilerin eylemine taşeron firma yetkililerinin verdiği tepki ise, “Aylardır paralarını tıkır tıkır alıyorlardı. 3 ay alamadılar diye böyle şey yapılır mı?” oldu.

Haber Sol, 10.06.2009

TARİH KAÇAKÇILARINA SUÇÜSTÜ

 

İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince yürütülen çalışmalar sonucu, Denizli’den gelen Turgut K, Mehmet T. ve Levent Alper D’nin ellerindeki tarihi eserleri satmak için müşteri aradıkları belirlendi. Bunun üzerine önce teknik ve fiziki takibe alınan bu kişiler, daha sonra gerçekleştirilen operasyonla yakalandı. Zanlıların içinde bulunduğu araçta yapılan aramalarda, Yunan, Roma ve Neolitik dönemlere ait 940 adet madeni sikke, 52 adet cam ve tahta boncuk, 3 adet madeni takı, 15 adet madeni yüzük, 2 adet madeni çan, 52 adet kemik saç iğnesi ve parçaları, 11 adet kemik obje, 1 adet kadın figürlü kemik heykel, 26 adet tam bronz bilezik, 13 adet bronz bilezik parçası, 5 adet toprak kandil, 3 adet tam cam bilezik, 13 adet cam bilezik parçası, 5 adet bronz saç iğnesi, 5 adet bronz obje, 1 adet madeni ok ucu, 1 adet pirinç kerata, 1 adet CD ve 8 adet tarihi eser harita bilgisayar çıktısı ele geçirildi.

Türkiye Gazetesi, 10.06.2009

MECİDİYE TABYASI RESTORASYONU

 

Çanakkale’nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü'nde bulunan ve 2. Abdülhamit döneminde topçu birlikleri için inşa edilen tarihi Rumeli Mecidiye Tabyası'nın restorasyon çalışmalarına başlandı.

 

Eceabat Kaymakamı Muhterem İnce, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından finansmanı yapılan tarihi Rumeli Mecidiye Tabyasının restorasyon çalışmalarına başlandığını belirterek, “İhalesi Eceabat Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından yapılan restorasyon çalışması 1.691.000 TL’ye mal olacak. 2009 yılı sonuna kadar tamamlanması planlanan restorasyonun ardından 8 adet cephanelik ve 7 top yerinin restoresi tamamlanmış olacak. Bunun dışında çevre düzenlenmesi ve teşhir bölümü ile ilgili ise ayrı bir ihale yapılacak. Amacımız tarihi Rumeli Mecidiye tabyasını gerçek kimliğine kavuşturmak” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 10.06.2009

KYBELE AÇIK DENİZDE

 

MÖ Foça’dan bugünkü Fransa topraklarına yapılan deniz yolculuğu tekrarlanıyor. Özel hazırlanan antik tekne Kybele, Çeşme’den uluslararasısulara yelken açtı


360 Derece Tarih Araştırmaları Grubu’nun Arkas Holding destekli “İzmir-Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi”nde mutlu sona ilerleniyor. MÖ 600 yılında Phokaialıların (Foçalılar) Ege ve Akdeniz’de bugünkü Marsilya’ya kadar yaptığı yolculuk yüzyıllar sonra canlandırılıyor. Bu amaçla o dönemdeki antik teknelerin benzeri olan Kybele hazırlandı ve Foça’dan yola çıkıldı. 

Kybele, bir sonraki durakları Çeşme’den uluslarası sulara 7’si kadın 24 mürettebatıyla yelken açtı. Harem isimli bir diğer tekne de onlara eşlik ediyor. Yolculuk mümkün olduğunca antik dönemlerdeki gibi yelken ve kürekle gerçekleştirilecek.

Fransa’da 2009 Türkiye Yılı’nın başlangıcı olarak kabul edilen 1 Temmuz’da Marsilya’ya varılması hedefleniyor.

Milliyet Ege, Haber: Ahmet Aktaş, 10.06.2009

GECEKONDUNUN ALTINDA TARİHİ 'HAREM KONAĞI'

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, 1997'de çıkan yangın nedeniyle tamamen harap olan Zeytinburnu'ndaki Yenikapı Mevlevihanesi'nde yürüttüğü restorasyon sırasında, tarihi binanın etrafını saran gecekonduların altından Mevlevihane'nin bir parçası olan Harem Konağı çıktı.

 

Yeniçeri Ocağı baş halifesi Malkoç Mehmet Efendi tarafından 1598'de inşa ettirilen ve Türk tasavvuf musikisinin önde gelen isimleri olan İsmail Dede Efendi, Itri, Şeyh Galip'in yetiştiği Yenikapı Mevlevihanesi, 1906'da çıkan bir yangın sonucu büyük hasar gördü. Semahane, selamlık, harem, türbe, somathane, muvakkithane, hünkar mahfili, matbah-ı şerif bölümlerinden oluşan Mevlevihane, 1910'da yeniden inşa edildi. Ancak 1997'de çıkan yangınla Mevlevihane kullanılmaz hale geldi. Zaman içerisinde Mevlevihane yenilenmeye başladı.

Şerbethaneye bitişik Harem Konağı'nın yerinde gecekondular olduğu için ilk olarak kamulaştırma yapıldı. Daha sonra buradaki gecekondular Zeytinburnu Belediyesi ekipleri tarafından yıkıldı. Yıkımın ardından yapılan detaylı kazılar sonucu Harem Konağı'na ait temel izlerine ulaşıldı. Koruma Kurulu'nun onayının ardından arşiv fotoğraflarının ışığında yeniden yapılmaya başlanan binanın tamamlanmak üzere olduğu belirtildi.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 10.06.2009

TRABZON'DA YERALTI ŞEHRİ İDDİASI





Trabzon'un Ortahisar Mahallesi'nin altında bir yeraltı şehri olduğu ve bu şehrin dört kapısının geçmişte briketlerle örülerek kapatıldığı ortaya çıktı.


Tarihçi ve yazar Mustafa Yazıcı, Ortahisar'daki Zağnos surlarında ortaya çıkan ve '4 Kapı' olarak bilinen kapıların açılarak 'Ortahisar Yeraltı Şehri'nin Trabzon turizmine kazandırılması gerektiğini söyledi.


Trabzon'un Türkiye'nin en önemli tarihi kentlerinden biri olduğunu ifade eden Yazıcı, Ortahisar'da bir yeraltı şehri olduğunu ve bu yeraltı şehrinin geçmişte Trabzon'un iktisat merkezi olduğunu belirtti. Ortahisar yeraltı şehrinde darphane ve Kuyumcular Çarşısı olduğunu anlatan Mustafa Yazıcı şöyle konuştu: "Şu an surların üst kısmında yer alan bahçeden ve surlardaki bu dört kapıdan buraya inilip çıkılırdı. Hatta Ortahisar Camii'nin içindeki tünel yeraltından moloza kadar gider ve burada denize ulaşırdı. Geçmişte bunlar güvenlik için yapılmış. Bu bölge tarihi Trabzon'u yeniden tanıtacak en güzel projedir. Belediye başkanımızın buranın turizme kazandırılması için harekete geçmesini istiyoruz."


Bölgenin turizme kazandırılmasının önünde çeşitli engellerin çıkarıldığını hatırlatan Yazıcı şunları söyledi: "Efendim Avrupa Birliği ve Yunanistan hak iddia edip izin vermiyormuş. Tapusu bizde değil mi? Tabiat ve Tarihi Koruma Kurulları neyin müdafaacısıdır? Zağnos Paşa Köprüsü'nden geçerken yeraltı şehrinin briket taşla örülmüş dört kapısının muhteşemliğini gördükçe kapalı oluşlarına hayıflanmamak elde değil. İsteyen gidip görebilir. Bu kapıların açılması Trabzon'a çok yakışır, turizm açısından gelir de getirir."

Trabzon Kent Haber, 10.06.2009

OSMANLI, DÜNYAYA BU HARİTALARDAN BAKTI





Osmanlı Devleti'nin altı asırlık dünya hakimiyetinin altında yatan sebeplerden biri de Fatih devrinden itibaren belirli bir sisteme oturan bilimsel çalışmalar ve bilime verilen önemdi kuşkusuz.

 

Dünya milletlerine öncülük eden bu gelişmeler çoğu zaman gölgede bırakılsa da Dolmabahçe Sanat Galerisi'nde önceki gün açılan "Piri Reis'ten Katip Çelebi'ye Osmanlı'nın Dünyaya Bakışı" adlı harita sergisi, bu konuda yönlerini şaşıranları epey aydınlatacak bir çalışma. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi tarafından Katip Çelebi'nin 400. doğum yıldönümü kutlamaları kapsamında hazırlanan sergi, UNESCO tarafından 2009'un Katip Çelebi yılı ilan edilmesi vesilesiyle derli toplu bir halde görücüye çıktı. Sergide, Piri Reis, Katip Çelebi, Mürsiyeli İbrahim, Gelibolulu Mustafa Ali, Ebubekir Behram Dimaşki, Ali Macar Reis, Suud El Niksari ve adı sanı bilinmeyen daha nice Müslüman coğrafyacının yanı sıra Osmanlı'dan önceki dönemlere ait elliyi aşkın harita ve çizim yer alıyor. Sergiye Muhtar Kantarcıoğlu'nun koleksiyonundan alınan Batı'da yayımlanmış haritalar da Osmanlı ile Batı arasındaki coğrafya anlayışını ele veriyor. Kitap aralarından çıkan bu eserler, dijital resimleme tekniğiyle birebir kopya olarak sergileniyor. Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Deniz Ülke Arıboğan, sergi açılışındaki konuşmasında "Tarihte Müslümanların bilime yaptığı katkıları bu tür sergilerle anlatmaya çalışıyoruz. Amacımız üstü toz bulutuyla örtülmüş birtakım hakikatleri gün ışığına çıkarmak.'' dedi.

 

Katip Çelebi'nin Cihannüma'daki Sabit Yıldızlar Feleği, Piri Reis'in Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki dünya haritası, Halife el-Me'mun'un emriyle 9. yüzyılda yapılan dünya haritası, Kaşgarlı Mahmud'un Türk dünyası odaklı dünya haritası gibi eserlerin kopyaları Topkapı Sarayı, Millet Kütüphanesi, Türk İslam Eserleri Müzesi ve Süleymaniye Kütüphanesi'nden derlenmiş. Sergiyi gezerken tarihçi Franz Babinger'in Katip Çelebi için söylediği "Bilgisi akla gelebilecek bütün sahalara yayılmış olan en büyük Osmanlı tarihçisi" sözüne hak veriyorsunuz. Dünyanın dört bir yanından bilim adamlarının katılımıyla hazırlanan ve sergi alanında gösterilen belgesel bu haklılığı katmerleştiriyor. Kim bilir kütüphanelerimizin tozlu raflarında el sürülmeden bekleyen daha nice yazmalar, kitaplar bekliyor. Bir yol tutturup 17 Haziran'a kadar sergiye uğrayın, haritalar size bir medeniyetin nereden gelip nereye gittiğini açıkça işaret edecektir

Zaman, Haber: Musa İğrek, 10.06.2009

ALTINLARI FİDAN OLARAK GERİ DÖNDÜ

 

Osmanlı Padişahı II. Abdülmahid’in 1894’te büyük bir orman yangını yaşayan ABD’ye yaptığı 300 altınlık yardım 115 yıl sonra döndü.

Antalya’da geçen yıl meydana gelen orman yangınına üzülen ABD’liler, ’100 Yıl Önceki Yardımın Dönüşü’ kampanyası kapsamında 10 bin dolar topladı. Bu parayla Antalya’da 2 bin fidan dikildi. ABD’nin Teksas Eyaleti’nde faaliyet gösteren ’Raindrop Türkevi’nin yardım bölümü tarafından organize edilen kampanya hakkında bilgi veren Texas Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Yetkin Yıldırım, şunları söyledi: "Başbakanlıktan temin edilen belgeler kitap haline getirildi. Kitap elimize geçtiğinde biz de ABD’lilerle paylaştık. Onların da çok hoşuna gitti. "

Hürriyet, Haber: Mehmet Çınar, 10.06.2009

TARİHİ MİLAS EVİNDE RESTORASYON





Muğla’nın Milas İlçesi'nde tarihi Milas evi restore edilerek ilçeye ve gelecek kuşaklara kazandırılacak. Milas’ın Hoca Bedrettin Mahallesi 1. Sakarya Sokak’ta yer alan tarihi Milas evi için restorasyon çalışmalarına başlanıyor.

 

Yer tesliminin yapılması öncesinde konuşan Mimarlar Odası Milas Temsilcisi Mustafa Sinemce: “TMMOB Mimarlar Odası Milas Temsilciliği tarafından satın alınan tescilli eski eser yapının rölöve ve restorasyon projeleri temsilciliğimiz üyesi mimar Nursen Ören tarafından hazırlanarak Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kuruluna onaylatılmış ve 13 Ağustos 2008 tarihinde de Milas Belediyesi’nden restorasyon ruhsatı alınmıştır” dedi.

 

Yönetim kurulunun yapının bir an önce restorasyonun yapılarak Mimarlar Odası Milas Temsilciliği hizmet binası olarak Milas’a ve gelecek kuşaklara kazandırılması ve diğer tescilli yapılar için de örnek olunması için girişimlerde bulunarak ihale sürecini tamamlandığını kaydeden Sinemce, “Milas Mimar Evi restorasyon çalışmaları için Asar Anı Sanat Araştırması Restorasyon Limited Şirketi'nin sahibi odamız üyesi Yüksek Mimar Meral Oğuz ile anlaşma sağlanmış ve yer teslimi aşamasına gelinmiştir. Yer teslimi yapılarak restorasyonuna başlanacak olan yapımız için arzumuz ekim ayının ilk haftası olarak kutlanan mimarlık haftasında restorasyonu tamamlanmış olan temsilciliğimizin açılışını yapmaktır” diye konuştu.

 

Konuşmaların ardından Mimarlar Odası Milas Temsilcisi Mustafa Sinemce tarafından Mimar Nursen Ören’e işyeri teslim tutanağını verildi. Restore edilecek ev, Körpezler evi olarak biliniyor. Pembe Körpezoğlu adına yaptırılan bu evin 22 Kasım 2001’de TMMOB Mimarlar Odası tarafından alındığı belirtildi.

Muğla Kent Haber, 10.06.2009

KÜLTÜR A.Ş. İSTANBUL TURLARINA 13 HAZİRAN'DA BAŞLAYACAK

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür A.Ş. tarafından her yıl yaz aylarında düzenlenen "İstanbul Kültür Gezileri" 13 Haziran'da başlayacak. Kültür tarihçileri Süleyman Zeki Bağlan ve Cemal Öztürk'ün anlatımıyla ücretsiz olarak gerçekleştirilecek gezilere kayıtlar internet üzerinden yapılıyor.

 

İBB Kültür A.Ş'den yapılan açıklamaya göre, ilki 2006 yılında gerçekleştirilen İstanbul Kültür Gezileri ile şehrin tarihi kültür mirasının İstanbullulara tanıtılması ve İstanbullu olma bilincinin arttırılması amaçlanıyor. İstanbul Kültür Gezileri kapsamında Topkapı ve çevresi, Sultanahmet, Süleymaniye, Yıldız Sarayı, Fatih, Üsküdar ve Eyüp bölgelerinin tarihi ve kültürel zenginlikleri, kültür tarihçileri Süleyman Zeki Bağlan ve Cemal Öztürk'ün anlatımıyla İstanbullulara tanıtılacak. Yaz boyunca her hafta sonu Cumartesi günü gerçekleştirilecek gezilere kayıtlar, her Pazartesi 09.00 - 09.30 saatleri arası www.kultursanat.org sitesinden yapılabilecek. Katılım için 16 yaşından büyük olma şartı aranan her gezi için kontenjan sayısının 30 kişi ile sınırlı.

Açıklamada, 13 Haziran'da Sultanahmet, 20 Haziran'da Süleymaniye ve 27 Haziran'da Fatih bölgelerine gerçekleştirilecek geziler için kayıtların devam ettiği belirtildi.

Turizm Gazetesi, 09.06.2009

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NDA ATAMALAR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı; Gümüşhane, Ardahan, Ordu, Aksaray, Antalya, Tekirdağ, Kayseri ve İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri’nde atamalar yaptı.

 

Buna göre;

Gümüşhane İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Nizameddin Duran,

Ardahan İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Emin Özatak,

Ordu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Abdurrahman Akyüz,

Aksaray İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Ahmet Varol,

Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, İbrahim Acar,

Tekirdağ İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, İsmet Taymuş,

Kayseri İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Necmiddin Kurt,

İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Osman Murat Süslü atandı

Turizm Gazetesi, 09.06.2009

ANADOLU'NUN TAŞI TOPRAĞI ANTİK TİYATRO





Türkiye'nin kimi harabe, kimi sapasağlam, kimi de derin bir uykuda olan 150'yi aşkın antik tiyatrosu bir kitaba girdi. Yazar Yaşar Yılmaz,dağ taş, yağmur çamur demeden 41 bin kilometre yol kat edip hazırladığı kitapta, ülkemizin antik tiyatrolarının izini sürmüş, nerede, kaç kişilik diye araştırmış ve fotoğraflamış. 'Anadolu Antik Tiyatroları' kitabı, ülkemizin tarihi zenginliğini bir kez daha ortaya koyuyor.

 

Antik çağ insanlarının en önemli toplanma alanıydı tiyatrolar. Dövüşler yapılır, şarkılar söylenir, şiirler okunurdu buralarda. Kimi kentin ortasındaki bir tepede, kimi denizin hemen kıyısında, kimi genişçe bir alanda kurulmuştu. Türkiye antik tiyatroların yer aldığı en zengin ülkelerden biri olsa da bu tarihi yapıların pek çoğu toprak altında derin bir uykuda gün yüzüne çıkmayı beklerken, kiminin içinde keçiler otluyor, kimi de yeşilliğe bürünmüş halde. Aynı zamanda inşaat mühendisi olan Yaşar Yılmaz, dağ taş, yağmur çamur demeden bir kartalın on günde uçabileceği 41 bin kilometrelik yolu on dört ayda kat etmiş. Anadolu'da, Trakya'da şehir şehir dolaşarak 115 antik kent ile 119 tiyatronun tarihçesini o dönemin kültürel özellikleriyle birlikte kaydetmiş. Anadolu Antik Tiyatroları (YEM Yayın) kitabı adıyla bir kitaba giren tiyatrolar nerede, nasıl, kaç tane ve kaç kişilik diye araştırmış, fotoğraflamış. Peşine düştüğü pek çok tiyatro 'kağıt üzerindeki fotoğraflar kadar suskun' olsa da ortaya, sayıları 150'yi aşan, ölçülebilir durumdakilerin ise 135'e ulaştığı Anadolu antik tiyatrosu çıkmış.

 

İlkçağ kentlerinin ören yerlerini gezerken bu denli zengin kültür mirasını başka bir ülkede göremeyeceğini anladığını söyleyen Yaşar Yılmaz, "Yaşadığımız topraklar üzerindeki tiyatroları incelemek fikri bana hep çekici gelmiştir. Bir mühendis gözüyle bu görkemli yapılara bakmayı, onları incelemeyi, tiyatronun içinde bulunduğu kentin tarihini araştırıp Türkiye sınırları içindeki tiyatroların tamamını ilk defa bir araya getirebilmeyi hayal etmiştim. Tiyatrolar kentin kalbiydi: Orada her türlü toplantı yapılırken bugünkü gazetelerin, televizyonların, stadyumların tüm işlevlerini tek başına yerine getiriyorlardı." diyor. Bir sanat tarihi kitabından öte anlam taşıyan kitapta, okura mitolojiler, efsaneler, şiirler ve gezi yazısını andıran metinler var. Yazara, MÖ yaşamış Amasyalı tarihçi Strabon'un 'Geographika-Antik Anadolu Coğrafyası' adlı eseri yol boyunca eşlik etmiş. Yılmaz, ilkçağ mühendislerinin antik tiyatroların en önemli özelliği olarak öne çıkan akustik mükemmelliğe hangi yöntemle ulaşabildikleri üzerine de kafa yoruyor kitapta. Kitap, ülkemizin tarihi zenginliğini bir kez daha ortaya koyarken okurun da etrafını kekik kokuları, tatlı bir meltem esintisi sarıyor

Zaman, Haber: Musa İğrek, 09.06.2009









MARAŞ'IN SAKLI KALMIŞ HAZİNELERİ

 

Kahramanmaraş'ta iki mahalle, Roma İmparatorluğu'ndan kalma eserlerin üzerinde oturuyor. Geçmişte gecekondu olan ancak sonradan imar affıyla tapu verilen bölgedeki evlerden birinin alt kat odasında eşsiz Germenicia mozaiği yer alırken, evin üst katında insanlar yaşamaya devam ediyor. MS 300-400 yıllarına ait olan Germenicia Antik Kenti'nin mozaiklerinin bir bölümü, geçtiğimiz yıl kaçak kazılar yapılırken ihbar üzerine ortaya çıktı.

 

Yetkililer kamulaştırma sonrasında mozaikleri kurtarma çalışmalarının başlatılacağını ifade ediyor. Bazı evler sit alanı olarak tescil edilse de kamulaştırma çalışmasının yavaş ilerlediği dikkat çekiyor.

İhbar sonucu ortaya çıkan mozaikler, sadece buz dağının görünen yüzü. Germenicia mozaikleri, Kahramanmaraş'ın Bağlarbaşı ve Dulkadiroğlu mahallelerindeki 4 farklı evde tespit edildi. Şimdilerde Kahramanmaraş'ın arka mahallelerinin bulunduğu bölgede, Roma döneminde zenginlerin kullandığı yamaç villalarının yer aldığı belirtiliyor. Mozaiklerin de bu yamaç villalarının taban döşemeleri olduğu ifade ediliyor. Bölgede her biri 15-20 odalı 100'ün üzerinde tarihi yamaç villarının bulunduğu tahmin ediliyor.


Arkeolog Ömer Avcıbaşı, Roma döneminde şehrin zenginleri ve generallerin kullandığı bu yamaç villalarının Efes ve Zeugma Antik kentinde bulunan mozaiklerle büyük benzerlik gösterdiğini vurgulayarak, "Asıl kent, kentin altında bulunuyor. Mozaiklerin yanı sıra bölgede Germenicia Antik Kenti'nin agorası ve tapınağının da olabileceğini tahmin ediyoruz" diye konuştu.

Kahramanmaraş'a inceleme gezisi düzenleyen Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy, Kahramanmaraş'ta turizmin gelişimi için ortaya çıkarılan mozaiklerin büyük önem taşıdığını vurgulayarak, "Efes ve Zeugma'dakilere benzer yamaç evlerinin Kahramanmaraş'ta bulunması çok etkileyici. Kahramanmaraş mozaikleri iyi değerlendirmeli" dedi. Kahramanmaraş'ın bürokratlarına ve işadamlarına şehrin tarihi ve doğa zenginliğine sahip çıkmaları çağrısında bulunarak, "Kahramanmaraş doğa ve tarihi değerleriyle büyük bir hazineye sahip ama bu hazinenin tanıtımını yapmamakta ısrarlı. Kahramanmaraş'ın eski yerleşim yerlerindeki otantiklik ve orijinallik korunmalı.


Maraş'ın saklı kalmış zenginlikleri mozaiklerle de bitmiyor. Kahramanmaraş'taki Gavur Gölü bölgesi, mamut fosili konusunda dünyada önemli bir yere sahip. Kahramanmaraş Müzesi'nde prehistorik çağa ait iki mamut fosili bulunuyor. Müze bakım ve onarım çalışması nedeniyle müze kapalı. Yenileme çalışmalarının tamamlanmasıyla birlikte müzedeki mamut kemiklerinin birleştirilerek sergileneceği söyleniyor.

 

Öte yandan dört farklı birimden oluşan Eshab'ı Kehf (Mağara Arkadaşlığı) Külliyesi, Maraş'ın en önemli tarihi eserleri arasında. Kutsal mağarayı da içine alan külliye, Afşin'in 6 km kuzeybatısında küçük bir dağ üzerinde yer alıyor. Eshab-ı Kehf Mağarası, Yedi Uyurlar olarak farklı dinlerde benimsenen, kutsallık atfedilen yedi inanmış gencin uyudukları yer olarak biliniyor. Afşin'deki Eshab-ı Kehf'in yanısıra 33 ülkede ve Anadolu'da Yedi Uyurlar'ın uyuduklarına inanılan başka yerler de var.

Sabah, Haber: Nilüfer Şensöz, 09.06.2009

SOKRATES ADALET KURBANI DEĞİLMİŞ

 

Antik Yunan’da yaşayan Atinalı filozof Sokrates’in şimdiye kadar zannedildiği gibi hatalı yargılamaya kurban giden masum bir kişi olmadığı, zamanının yasalarına göre hak ettiği cezaya çarptırılan bir suçlu olduğu ileri sürüldü.

 

Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Paul Cartledge yaptığı tarih araştırmaları sonucunda, zamanının yasalarını çiğneyerek suç işleyen Sokrates’in adil bir şekilde yargılandığı ve yasanın öngördüğü ölüm cezasına çarptırıldığını belirtti.

 

Tarihçiler yüzyıllardır Sokrates’in yok yere suçlandığını ve adli bir hataya kurban gittiğine inanıyorlardı. Sokrates MÖ 399’da yargılandığı davada, dinsizlik ve gençleri kötü yola sevk etmekten suçlu bulunmuş ve baldıranotu zehri içmeye mahkum edilmişti. Prof. Cartledge, “Sokrates’e yöneltilen suçlar bize saçma gelebilir ama antik Yunan’da bunlar toplumsal düzen için gerekliydi” dedi.

Milliyet, 09.06.2009

TURİSTLER MÜZEDE KİLİTLİ KALDI

 

Bursa'nın İznik İlçesi'ndeki tarihi Ayasofya Müzesi'nde görevli olan İsa Uyar, ziyarete gelen 30 kişilik Alman turist kafilesinden, ‘Mezar odası’ diye bilinen bölümü gezen 2 kişiyi müzede unutup, kapıyı kilitleyerek yemeğe gitti. Mezar odasından çıkınca diğer arkadaşlarını göremeyen, kapının kilitli olduğunu anlayınca da paniğe kapılan 2 turist, görevlinin 1 saat sonra yemekten dönmesiyle mahsur kalmaktan kurtuldu. Olayda ihmali bulunan İsa Uyar ise Belediye yetkileri tarafından bu görevden alınıp Park ve Bahçeler Müdürlüğü'nde görevlendirildi.

 

Hıristiyanlar için çok önemli olan 1'inci ve 7'nci konsüle ev sahipliği yapan İznik İlçesi'ndeki Ayasofya Müzesi'ne önceki gün gelen 30 kişilik Alman turist kafilesi, müze hakkında bilgiler aldı. Yaklaşık bir saat müzede kalan turist kafilesi, ‘Mezar odası’ diye bilinen bölümü gezen iki arkadaşlarını fark etmeyip müzeden çıktı. Otobüslerine binen kafiledekiler İznik'ten ayrıldı.

Müzede görevli olan İsa Uyar ise kafilenin ayrılmasıyla herkesin gittiğini düşünerek müzenin kapısını kilitleyip, öğle yemeği için yakında bulunan evine gitti. Mezar odasından çıkınca arkadaşlarını göremeyen, kapının kilitli olduğunu anlayınca paniğe kapılan ikisi de erkek 2 Alman turist, pencereye çıkarak çevreden yardım istedi. Bu sırada ilçeden ayrılan kafile iki arkadaşının otobüste olmadığını anlayınca dönüp müzeye geldi. Müzede mahsur kalan turistler, bir saat sonra yemekten dönen İsa Uyar tarafından müzeden çıkarıldı.

 

Uyar bu görevinden alınıp belediyeye bağlı Park ve Bahçeler Müdürlüğü'ne sürgün edildi. Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz, “Maalesef bu olayı yaşadık. Üzüldüm. Görevli arkadaşımızı bir başka birimde görevlendirdim." dedi.

Turizm habercisi, 09.06.2009

GÖZLÜKULE'DE KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

Binlerce yıllık tarihe geçmişe sahip Gözlükule höyüğünde kazı çalışmaları yeniden başladı. 2007 yılında başlayan kazı çalışmalarının üçüncü bölümü yaz aylarında gerçekleştirilecek.

 

Kazı çalışmalarına Boğaziçi Üniversitesiyle birlikte, Amerika’dan ve Avrupa’dan gelen arkeologlar ve bilim adamları da katılıyor.

 

1940 yıllarda Gözlükule’de yapılan ilk arkeolojik kazılarda görev yapan Machteld Mellink adlı Hollandalı Profesörün destek verdiği kazı çalışmalarında bu yıl Abbasi dönemine ait kalıntılara ulaşılması planlanıyor.

 

Höyük, iki ayrı tepeden oluşmakta ve toplam 300 m. uzunlukta. Bünyesinde İlk Tunç evrelerinden Osmanlı dönemine kadar kesintisiz bir yerleşimi ortaya koymakta.

 

"Boğaziçi Bilimsel Araştırma Projesi" kapsamında başlatılan kazı çalışmaları Temmuz ayında sona erecek.

Tarsus Haber, 08.06.2009

UÇHİSAR KALESİ BAKIMA ALINIYOR

 

Nevşehir'in Uçhisar beldesinde bulunan tarihi Uçhisar Kalesi'nde bakım ve onarım çalışması yapılacağı bildirildi.

 

Uçhisar Belediye Başkanı Osman Süslü, 200 metre yüksekliğindeki Uçhisar Kalesi'nin her yıl on binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edildiğini söyledi.

 

Bölgede, Roma döneminden günümüze kadar ayakta kalabilmiş ender yapılardan biri olan Uçhisar Kalesi'nin zirvesinden tüm Kapadokya'yı seyretmenin mümkün olduğunu belirten Süslü, daha önce ışıklandırılması yapılan kaleyle ilgili yeni düzenlemelerin gündemde olduğunu açıkladı.

 

Süslü, "Uçhisar Kalesi bölge turizmi açısından önemli bir yere sahip. Çok sayıda ziyaretçi girişi olan Uçhisar Kalesi'nin özellikle bu yıl fazla yağış olması sebebiyle yolu ve bazı yerleri tahrip oldu. Bu kapsamda kale ve çevresinde kurulun da onayıyla bakım çalışmalarını başlattık. İlk olarak kaleye ulaşımı sağlayan yolun istinat duvarı yenileniyor. Ayrıca kale yoluna taş döşenecek. Yakın zamanda da kale içinde de ziyaretçilerin can güvenliğini tam anlamıyla sağlamak için bazı bakım çalışmaları yapacağız. Çalışmalar tamamlandığında inanıyorum ki kaleyi ziyaret eden yerli ve yabancı turist sayısında artış olacaktır" dedi.

Nevşehir Kent Haber, 08.06.2009

TARİHİ ESERİ KORUMA İSTEĞİ PAHALIYA MAL OLDU





Bursa'da çocuk kütüphanesi olarak kullanılan Osmanlı'nın ilk anıt eserlerinden Lala Şahin Paşa Medresesi'ne mutfak ve tuvalet yapma kararı mahkemelik oldu. Tarihi bina içerisine ıslak zeminli tuvalet ve mutfak yapılmasını öngören proje değişikliğinin iptali için Bursa 2'nci İdare Mahkemesi'ne dava açan gönüllü tarihi çevre koruma müfettişi Ali Turan, kendisinden bin 700 TL bilirkişi parası istenmesi üzerine şoke oldu. Kararı şaşkınlıkla karşılayan Turan, "Ecdad yadigarı tarihi esere tuvalet ve mutfak yapılıyor. Bu hatadan dönülmeli." dedi.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait tarihi binadaki restorasyonun proje çalışmaları 2 yıl önce başladı. Çalışmalar sürerken yerel mahkemenin verdiği karar halen Danıştay'da. Konuyu yargıya taşıyan Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu Üyesi, Bursa Yerel Gündem 21 Tarihi Kültürel Miras ve Çevre Grubu Üyesi ve Gönüllü Çevre Müfettişi Ali Turan, borç aldığı 120 TL ile projenin durdurulması istemiyle Bursa 2. İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Mahkeme olay yerinde keşif yapılmasını, bunun için de Ali Turan'ın bin 700 TL ödemesine karar verdi. İdare Mahkemesi'nin davayı reddetmesiyle beraber mahkeme masrafları da 2 bin 150 TL'yi buldu.

Turan, tuvalet ve mutfağın tarihi binada rutubete yol açabileceğini ifade ederek, açtığı dava ile ilgili şunları söyledi: "Tophane Çocuk Kütüphanesi olarak kullanılan binanın bahçesinde zaten öğrencilerin ve görevlilerin ihtiyacını karşılamak için tuvalet bulunuyor. Bunun yanında Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün talebiyle tarihi binanın çevresindeki parsellerin kamulaştırılması tamamlandı, oraya da tuvalet ve mutfak yapılabilir. Daha önce bu medrese binasının orijinalliğinin bozulmaması, orijinal olan yer tuğlalarının rutubetlenerek binanın ve zeminin zarar görmemesi için bu hatalı uygulamaya karşı çıkıyorum. Ancak idarenin uygulamasını değerlendirecek olan mahkeme, şehrin merkezindeki bu yeri görmek için bin 700 TL keşif bedeli istiyor. Ben kamunun tarihi eserini korumak için mücadele ediyorum. Bina bana ait değil, dava benim şahsi davam değil, bina Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün mülkündedir. Mahkeme, ben şikayet dilekçesi verdiğim için böyle büyük bir parayı benden talep ediyor. Ben emekli maaşı ile ancak ailemin maişetini karşılıyorum. Çok mücadele ederken ailemin rızkını da harcamak zorunda kalıyorum, daha ne yapayım? Konuyu valiliğe de bildirdim. Tarihi Yeşil Bursa aşığı, sorumluluk bilincine sahip bir vatandaş olarak herkesi, kurum ve kuruluşları tarihi eserlere sahip çıkmaya çağırıyorum."

Lala Şahin Paşa Medresesi
Lala Şahin Paşa Medresesi, kale içinde Kavaklı Caddesi üzerinde bulunuyor. Orhan Gazi ve Sultan I. Murad'ın kumandanı, Rumeli beylerbeyi Lala Şahin Paşa tarafından 1339 yılında yaptırılan medresenin savaş ganimetleri ile yapıldığı belirtiliyor. Köfeki taşı ve tuğladan inşa edilen medrese, kuzey-güney doğrultusunda tonozlu bir eyvan ile bunun önünde üzeri kubbeli bir kare mekan, iki yanında da sekiz adet tonozlu birbirlerine simetrik odalardan oluşuyor. Medresenin mermer söveli girişinden sonra zeminden 0,60 m yüksekliğinde tonozlu bir bölüme geçiliyor. 1515, 1787, 1818, 1844 ve 1968 yıllarında onarım geçiren medrese, günümüzde çocuk kütüphanesi olarak kullanılıyor.
Zaman, 08.06.2009

İSLAM MEDENİYETİNİN HAZİNESİ YILDIZ'DA





70 bin cilt kitap, 10 bin kitap dışı malzeme (makale, rapor, broşür), bin 150 mikrofilm ve mikrofiş, bin 500 atlas, harita ve plan, bin 570 süreli yayın, binlerce fotoğraf, 140 dilde eser... Bu rakamlar silsilesi uzayıp gidiyor.

 

Emsallerine daha çok Avrupa'da rastlayacağınız ferahfeza bir mekan. Tavanındaki kalem işleri, aydınlık pencereleri, okaliptüs ağacından yapılmış yıldız motifli kitaplıkları, boylu boyunca raflarıyla kitaptan bir rüyayı andırıyor burası. 'Ben artık eskisi gibi değilim' diyen bu tarihi yapıda barut kokusu yerini, insanı içine çeken kitap kokusuna devretmiş. Depolarda saklı bir düşten uyanan kitaplar, kendilerine mahsus bir dünya kurmuş, okurlarını bekliyor. Kitap tutkunlarının ve araştırmacıların merakını depreştiren bu mekan İslam, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi'ne (IRCICA) kütüphane olarak tahsis edilen Yıldız Sarayı Silahhane Binası. 1980 yılında kurulan merkezin yıllar içinde çoğalan, sonunda da taşan kitapları Çit Kasrı'na sığmayınca 2007'de Başbakanlık'ın desteğiyle Silahhane binasına yerleşme kararı çıktı. Geçtiğimiz haftalarda açılan kütüphane Türkiye'de bu alanda pek çok 'ilk'e sahip.

 

İstanbul'a yeni bir kütüphane kazandırdıklarını söyleyen IRCICA Genel Direktörü Dr. Halit Eren, "Silahhane sanki kütüphane olması için yapılmış bir bina. Büyüyen kütüphanemizde iki yenilik var. 'Sayısal kütüphane' olarak adlandırdığımız sistemle kitapları elektronik ortama aktarıyoruz. Diğer bir yenilik ise radyo frekanslı kimlik yöntemi. Kitapla ilgili tüm bilgiler bir çiple esere yerleştiriliyor. Kumanda gibi bir aletle rafları dolaşıyoruz. Alet eksik kitabın notunu alıyor ve onun yerini bir dedektör misali gösteriyor. Kitapların sayımı ve okurlar için kolaylık sağlayan bu sistem dünyada çok yeni, Türkiye'de ise sadece IRCICA'da var. Bu yenilikler ve yeni kütüphanemiz, okuyucuların ve araştırmacıların şevkini artıracak." diyor.

 

IRCICA'nın kütüphanesinde kültür, tarih, edebiyat ve entelektüel tarih konularında zengin bir koleksiyon yer alıyor. Yurtiçi ve dışından Zeki Ali, Oktay Aslanapa, Vedat Eldem, Haydar Bammate, Necmettin Bammate, Ahmet Ateş, N. Nurettin Ege, ve Nuri Arlases gibi sahalarında isim yapmış kişilerin koleksiyonlarının da kütüphaneye bağışlanmasıyla oldukça geniş ve seçkin bir koleksiyon oluşturulmuş. Kitaplar, yakın bir zamana kadar konser, kokteyl ve resepsiyon gibi faaliyetler için kullanılan Silahhane'de gölgelerden çıkıp aydınlığa kavuşmuş. 5 km'ye ulaşan raflar adeta bir mağaza vitrini gibi parlıyor. İki katlı kütüphanenin ortasına kurulmuş okuma masalarının, birkaç insan boyundaki rafların aralarında dolaşmak insana farklı bir huzur veriyor.

 

75 ülkeden 582 kişi ve kurumla yayın değiştiren IRCICA Kütüphanesi; aralarında Kur'an-ı Kerim'in ilk Latince tercümeleri, İbrahim Müteferrika baskıları ve Batı dillerinde yazılmış nadir eserler olmak üzere binlerce kitap ve eseri dünya ile paylaşıyor. İslam medeniyetini, dünya toplumlarının dil ve kültür coğrafyasını belgeleyen 130 farklı dilde 400 binden fazla tarih, coğrafya, bilim, sanat, din, edebiyat, felsefe konulu kitaba dokunmak, koklamak ayrı bir heyecan uyandırıyor. Yolunuzu bir zamanlar II. Abdülhamid'in dillere destan Yıldız Kütüphanesi'ni de içinde barındıran saraya düşürürseniz bu 'kitap kokulu rüya' sizi muhtemelen, IRCICA Kütüphanesi'nin müdavimleri arasına ekleyecektir. Kütüphane pazar hariç her gün 09.00-18.00 arasında ziyaret edilebilir.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 08.06.2009

İSHAK PAŞA'YA ARTIK KAR YAĞMAYACAK





Geleneksel Selçuklu mimarisinin en görkemli eserlerinden biri olan İshak Paşa Sarayı, 7 bin metre çapında temperli camla kaplanıyor. Sarayı kışın kardan yazın da güneşten koruyacak olan örtü, ekimde tamamlanacak.

 

Türk turizminin gözde yapılarından tarihi İshak Paşa Sarayı'na bir daha kar yağmayacak. Doğubayazıt'ın 8 km uzağında, sarp kayalıklar üzerinde bir kartal yuvasını andıran 116 odalı sarayın üzeri eylül ayında 7 bin metre çapında cam bir örtü ile kaplanacak. 2010'un sonunda tamamlanması beklenen proje, inşaatı üstlenen firmanın gayretleriyle üç ay sonra bitirilecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kontrol Amiri Prof.Dr. Ahmet Selbesoğlu'nun verdiği bilgiye göre sarayın üstünü örtecek temperli cam, kışın ısısını artırarak karları eritecek. Yazın da yapıyı güneşin zararlarından koruyacak.

 

İshak Paşa Sarayı Şantiye Şefi Adnan Vural, şu an sarayın çatısını örtecek kırılmaz camı yerleştirme aşamasına geldiklerini ifade etti. Eylül ayından sonra sarayı ziyarete gelenlerin içeriden gökyüzünü göreceği sözünü veren Vural, "Eski resmi aklımıza getirdiğimizde siyah bakır çatının yerini kullanışlı modern bir cam alacak." diye konuştu. Temperli camın arasında özel bir film kullandıklarını, bunun ısıyı az, ışığı çok geçirme özelliğine sahip olduğunu ifade eden şantiye şefi, bu şekilde sarayda muhtemel sera etkisinin önüne geçileceğini kaydetti. Kar, yağmur, dolu ve fırtına gibi meteorolojik olaylardan etkilenmeyecek olan sarayda yenileme çalışmalarının devam edeceğini bildiren Ağrı Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut da düzenleyecekleri sergi ve konferanslarla sarayın yeni yüzünü ziyaretçilere tanıtacaklarını söyledi. Saray, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğretim üyelerinin de aralarında bulunduğu 20 kişilik bilim kurulunun raporuna göre ilk defa usulüne uygun restore ediliyor. İnşaatı üstlenen Zeydamlı Turizm, daha önce Van Akdamar Kilisesi, Mardin Deyru'z Zaferan Manastırı, Niğde, Amasya, Şanlıurfa kaleleri, Malatya Beşkonaklar ve Kırşehir'de 9 tarihi köprüyü restore etmesiyle tanınıyor.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 08.06.2009

AİZANOİ TABELASINI ATLAMAYIN

 

İsa’dan önce 3 bin. Ege’nin bahçeleri. Erato, Penkalas ırmağının yukarı kesiminde, tanrıça Meter Steunene’nin kutsal mağarası civarında yaşayan Friglerin su perisiymiş. Dokunduğunu suya, inciye çeviren, parmakları ipekten bir halk kahramanıymış. Bu su perisi Erato ile efsanevi kral Arkas’ın birleşmesinden Azan dünyaya gelmiş. Azan’ın çocukları, Aizanitisler, Aizanoi antik kentinin ilk kurucuları olmuş...

Denizli’den İstanbul’a dönüyorum. Yol üzerinde, Kütahya’dan geçerken “Aizanoi” yazan kahverengi tabela, ilgimi çekiyor. Çavdarhisar İlçesinde kendimi birdenbire bir antik kentin, Aizanoi’nin içinde buluveriyorum. Gittikçe daralan, asfalttan şoseye dönüşen yola giriyorum. Biraz ilerleyince kararmış olduğu halde görkeminden pek bir şey yitirmemiş, belli belirsiz bir siluet halinde sütunlu bir yapı gözüme ilişiyor. Yaklaştıkça yolun sol tarafındaki bu yapının bir tapınak olduğunu anlıyorum. Diğer tarafta dikilitaşa benzer yapılar, antik tiyatronun taş iskemlelerini görüyorum.

Aizanoi antik kentinin kökenini araştırırken, su perisi ile kralın öyküsüne inanmak durumunda kalıyorum. Zeus Tapınağı’nın çevresinde yapılan kazılarda MÖ 3000 yıllarına ait yerleşme tabakaları çıkmış. Efes’le aynı yüzyılda kurulmuş, bir anlamda Aizanoi ile Efes yaşıt kentler denilebilir. Ancak kesin kentleşme bulgularına l. yüzyılın sonlarına doğru rastlanıyor. Roma İmparatorluğu döneminde tahıl, şarap ve yün üretimi sayesinde zenginleşmiş. Erken Bizans döneminde (MS 395) Piskoposluk merkezi iken 7. yüzyıldan itibaren önemini yitirmiş. Selçuklu döneminde Çavdar Tatarları tarafından üs olarak kullanılmış (13. yy), bu yüzden Çavdarhisar adını almış.

Dünyanın ilk borsası
Gökyüzüne doğru uzanan, yüksek taşın üzerinde, Roma dilinden olmayan, fakat pek Yunanca’ya da benzetemediğim bir dil ve harflerle yukarıdan aşağı doğru yazılar iniyor. Öğreniyorum ki, günümüzden yaklaşık 1750 yıl önce inşa edilen Aizanoi binasında borsa işlemleri yapılmış. Gördüğüm, Roma İmparatoru Dioeletianus’un enflasyonla mücadele amacıyla hazırladığı mal satış bedellerinin taş bloklar üzerindeki duyurusuymuş. İşte birkaç örnek: Tahıl, kuru madde ölçeği 17.51 litre. 100 dinar/Arpa, kuru madde ölçeği 17.51 litre. 60 dinar/Piesum şarabı, Roma ölçüsü 0.347 litre, 30 dinar/En iyi kalite bal, Roma ölçüsü 0.347 litre, 40 dinar/Tavuk, 1 çifti 60 dinar/Kuru peynir, 1 çifti, 12 dinar/Bir işçinin yövmiyesi, azığıyla birlikte (günlük) 25 dinar/Kadın ve erkek köle, 16 yaşından büyük, 30.000 dinar.

Onlarca tarihi filme ev sahipliği yapabilecek zengin dekoruyla Zeus tapınağı, yapılışının üzerinden geçen binlerce yıla karşın dimdik ayakta duruyor. Göze çarpacak kadar yüksekçe bir tepenin üzerine konumlandırılmış. Yüksek dikey işlemeli, kabartmalı, yontma süslemeli, ak sütunları, üst bölümlerine doğru griye çalıyor, kararıyor. Bir bölümü yıkılmış, yan yatmış. Yanıbaşında mezar başları özenle inceden inceye tasarlanmış gömütler, lahitler dünya durdukça daima kalacakmışçasına yan yana dizilmiş. Gerçekten görülmeye, hissetmeye, değer. Tapınağın eteklerine gömülü yaşanmışlık, hayatı ve ölümü yeniden düşündürüyor.

Çevresine belli aralıklarla sütunlar diktirilmiş antik çağ caddesinde yürümek, egzotik tatlar bırakıyor. Hemen ileride büyükçe bir ceylan kabartması görüyorum. Bu da neyin nesi? Aizanoi, Frigya’ya bağlı bir şehir ve Frig kralının arması ceylan motifi, belirgince caddenin ortasına işlenmiş. Binlerce yıl önce yapılan böyle bir kabartmanın bugüne kalışı gerçekten çok şaşırtıcı. Sütunlu cadde, tapınaktan, şehrin ana köprüsünden geçerek şehir dışındaki Meter Steunene Kutsal Alanı’na giden törensel yolun bir parçasıymış.

Hala kullanılan antik köprüler
Antik dönemde iki yakayı birbirine bağlayan dört köprüden ikisi bugün bile geçişe hizmet ediyor. Üzerinden geçtiğim köprü meğer 2 bin yıllıkmış! Yaya geçidi amaçlı kullanılan alçak ahşap köprü ile kemerli köprü yıkılmış, beş kemerli taş köprü günümüze dek korunagelmiş. Şehrin ana köprüsü olan bir diğer beş kemerli köprü ise şimdi de şehrin bütün trafik yükünü taşıyor. Arkeologlar köprü korkuluğunun bir kaidesi üzerindeki yazıttan açılış merasiminin MS 157 yılının Eylül ayında yapıldığını öngörüyor. Köprünün önünde sergilenen yazıt ve kabartmalı iki korkuluk taşında köprüyü bağışlayan M. Apuleius Eurykles’in deniz yolculuğu (İmparator Hadrian tarafından kurulan Panhellenion denilen Hellen Birliği’nde, MS 153-157 yılları arasında Aizanoi’yi Atina’da temsil etti) tasvir ediliyor.

Antik tiyatronun taş basamaklarının bir bölümü yerlerinden oynasa da önemli kısmı ayakta. Akustiği iyi, birkaç şarkı denemesi, karşıdan pürüzsüz biçimde duyulabildiğini doğruluyor. Stadyum ve tiyatronun ayrı ayrı sosyal organizasyon alanı olarak özgülenmesi dikkat çekici. Aizanoi’deki stadyum-tiyatro kombinasyonunun dünyada benzeri yok. 20 bin kişilik tiyatro ve 13.500 kişilik stadyum, nüfusunun yaklaşık 100-120 bin olduğu tahmin edilen Aizanoi Antik Kenti’nin dönemin önemli yerleşim yerlerinden biri olduğunun göstergesi. Stadyumun tiyatroya bakan cephesi mermer kaplı bir duvarla sınırlı. Bu aynı zamanda tiyatro sahnesinin de arka tarafının kaplaması oluyor. Mermer parçaları stadyumun kuzeyinde rahatça görülebiliyor. Bu cephe duvarının alçak kaidesi Dor denilen bir düzenle dekore edilmiş. Pencereli ilk kat üzerinde büyük kemer açıklıklı yüksek Attika katı geliyor.


Umulmadık bir şekilde karşımıza çıkıveren Aizanoi’den ayrılırken, ölümlü insanları sonsuzlaştıran ölümsüz eserlerin üzerimizde bıraktığı görsel zevkle, yaşanmışlığın dayanılmaz güzelliği ruhumuzda kalıcı izler bırakarak arkada kalıyor...

Radikal İki, Yazı: Faruk Turinay / Bilgi Üni., 07.06.2009

MÜZE VE ÖREN YERLERİ 'TATLIYA' BAĞLANDI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müze ve ören yerlerindeki satış noktalarının özelleştirilmesiyle ilgili yaptığı açıklamalar tam anlamıyla “dağ fare doğurdu” dedirtecek. Yüzlerce metin yazarını bünyesinde barındıran ülkenin en önemli bakanlıklarından biriyle, binlerce öğretim üyesi bulunan eğitim kurumlarına sahip Bilkent Holding’in bulduğu slogan, “Müzelerde tatlı yiyelim, tatlı konuşalım”

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ülke genelindeki 56 müze ve ören yerinin satış noktalarını özelleştirmesiyle ilgili gelişmeleri yakından takip edenler bir süredir konuyla ilgili ayrıntıları fazlasıyla merak eder olmuştu.

Geçtiğimiz ay sonuçlanan ihaleyi Bilkent Holding bünyesinde faaliyet gösteren Bilintur kazanmıştı. Ancak hem bakanlık yetkilileriyle hem de Bilintur yetkilileriyle yaptığımız görüşmelerde uygulamanın içeriğine dair kamuoyunda merak edilen ayrıntıları öğrenememiştik. Bu konudaki haberlerimizde yansıttığımız gibi, hem bakanlık hem de Bilintur yetkilileri ilerleyen zamanda bir açıklama yapacaklarını duyurmuşlardı…

Nihayet beklenen açıklama geldi. Ancak ayrıntılarına geçmeden önce bu açıklamanın kamuoyunda oluşan beklentiyi karşılamadığını belirtmek gerekiyor. Zira önceki gün Türk İslam Eserleri Müzesinde bir araya gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve Bilintur’un proje sorumlusu Orhan Hallik’in konuyla ilgili yaptığı açıklamalar “Müzelerde tatlı yiyelim, tatlı tatlı konuşalım, Bir müzenin kırk yıl hatırı var” gibi derinlikten uzak ve bir o kadar görüntüyü kurtarmak amaçlı gibi görünen sloganlardan öteye geçmedi.

Toplantıda Bilintur adına söz alan Bilkent Üniversitesi Rektör Yardımcısı Abdullah Atalar, Bilintur’un yüzde 100 üniversiteye ait olduğunu ve amacının üniversiteye kaynak sağlamak olduğunu söyleyerek bir anlamda işin ekonomik kısmına ilişkin bir çerçeve çizse de çok kırılgan bir alana ilişkin yapılan sunum ve değerlendirmeler kafalardaki soruları çözmek şöyle dursun yeni soru işaretleri oluşturdu.

Müze ve ören yerlerindeki hediyelik eşya mağazalarının sorumluluğunu alan Bilintur yöneticisi Orhan Hallik de 55 mağaza açılacağını dile getirirken, mağazaların tamamının 2010 yılı sonuna kadar bitirilmesini hedeflediklerini söyledi. Hallik, kamuoyunda oluşan “Çin malları istilası” endişesine karşı bu ürünlerden uzak duracaklarını vurguladı. Ve tabii Türk kahvesi ve lokumunu da en iyi şartlarda sunacaklarını söylemeyi ihmal etmedi.

Projenin tanıtımı için yapılan toplantıdan yansıyanlar, “dağ fare doğurdu” şeklinde özetlenebilecek ayrıntılar içeriyor. Bir ilköğretim öğrencisinin bile daha pırıltılı, zekice sloganlar ve projeler geliştirebileceğini iddia etmek hiç de zor değil. Hele de Bilkent Üniversitesi gibi dünya çapında bir eğitim kurumu olma iddiası taşıyan kurumun bağlı olduğu bir holdingten geliyorsa bu açıklamalar, durum daha da vahim hale geliyor. Ülkenin milyarlarca dolarlık devasa bir ekonomiye hükmeden holdingiyle, kültür ve turizmini emanet ettiği bakanlığın bulduğu sloganlar işte bunlar…

Gülelim mi, ağlayalım mı?
Neyse biz yine işin özüne dönelim. Müze ve ören yerlerine ilave edilecek olan yeni yapıların tarihi dokuyla uyumu, ören yerlerinde satılacak ürünlerin niteliği ve yayıncılık alanındaki yetkinin çerçevesi gibi konular yeterince tartışılmış değil. Özellikle ören yerlerindeki arkeolojik değerlerin yeni yapılacak olan ve daha çok kar amacına yönelik olarak tasarlanan yapılardan nasıl etkileneceğine dair ayrıntıları bilmiyoruz.

Bakan Günay, bu konuya ilişkin yaptığı konuşmasında, geçen yıl Türkiye’deki turizm gelişmesine değinerek dünyada 8’inci olduğumuzu dile getirdi. Günay, İstanbul’un en fazla ziyaretçi çeken şehirler arasında Avrupa'nın üçüncüsü olduğunu belirterek “Türkiye'nin dünyada saygınlığı giderek artan bir çizgiye kavuşmasını istiyoruz. Türkiye’nin akılda kalan bir ülke olmasını istiyoruz. Belli bir kültür ve gelir durumundaki insanlar için Türkiye'ye gelmemek eksiklik olsun istiyoruz” şeklinde özetlenebilecek konuşmasını pembe tablolar çizerek sürdürdü.

Bakan Günay’ın konuşmasının müze ve ören yerleriyle ilgili bölümüne geçmeden önce bu özelleştirme projesinin ta başından beri vurgu yapılan lokum, kahve ve fındığa bunca değinilirken örneğin Türkiye’nin sosyo-kültürel ve inanç yapısında derin izleri olan ve her yıl milyonlarca yurttaşın ziyaret ettiği Hacıbektaş Müzesi, Mevlana Müzesi ve Galata Mevlevihanesi gibi önemli merkezler üzerinde oluşan hasasiyete ilişkin hiçbir ayrıntıya yer verilmemesi bu projenin en zayıf ayaklarından birini oluşturuyor. İnanç gibi özenle korunması gereken bir alanda yapılacak ticari uygulamaların toplumsal alanda yaratacağı etkiyi iyi hesaplamak gerekiyor.

Ayrıca ziyaretçi sayısı açısından rantabl olmayan ancak taşıdığı değerler açısından özenle korunması gereken müze ve ören yerlerinin geleceğine dair oluşan olumsuz izlenimi silecek bir uygulama ve bu uygulamayı denetleyecek mekanizmanın nasıl olacağını bekleyip göreceğiz. Ancak şimdiye kadar gördüklerimiz pek umut vermiyor.

Müzelerimizi daha bakımlı, güvenli, dünya standartlarına yakın hale getirmek istediklerini belirten bakan Günay bu girişimin bir kültür hamlesi olduğunu belirttiği konuşmasına dönecek olursak, özetle, ciddi ziyaret alan müze ve ören yerlerinde geleneksel Türk ürünleri, lokum, kahve, fındık, el sanatları gibi ürünler bulunacağına değindi. Yapılan ihaleyi Bilintur’un kazandığını vurgulayan Günay, bu firmanın satış noktalarını işleteceğine değindiği konuşmasında DÖSİMM’e bağlı 11 satış mağazasından toplam 3 milyon 800 bin TL ciro elde edildiğini belirterek, yeni süreçte bu rakamın 7-8 katı kar garantisiyle yola çıktıklarının altını çizdi.

Bakan Günay, tek amaçlarının para kazanmak olmadığının da altını çiziyor ancak, bir ülkenin, dahası dünyada bir benzeri daha olmayan Anadolu’nun binlerce yıllık mirasının vitrini diyebileceğimiz kültür gibi çok geniş bir alanı, turizmin kenar süsü haline sokan bu sürecin sonucunu net bir şekilde görüyordur umarız.


Yoksa aganigi soslu, lokum ve kahve dekorlu, şallı-tüllü Oryantalist algıya yönelik olduğu apaçık ortada olan bu özelleştirme projesinin gelecek kuşakların besleneceği ruh damarlarını kurutmasının önüne hiç kimse geçemez!

Açık Gazete, Yazı: Yusuf Yavuz, 06.06.2009


******


MÜZE VE ÖREN YERLERİ YENİDEN DÜZENLENİYOR

 

Batı ülkelerinde dolaştığım müzelerden aldığım hediyelik eşyayı saklarım.

 

Orada sergilenen bir resmin kopyasını, el sanatlarından örnekleri alırım.

Türkiye’deki özel müzelerde yapılmaya başlanan bu hizmet artık devlet müzelerinde de verilecek.

5 Haziran 2009 günü Türk ve İslám Eserleri Müzesi’nde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın düzenlediği basın toplantısında, Bakanlık ile Bilintur (Bilkent Turizm İnşaat Yatırım ve Ticaret A.Ş.) arasında yapılan anlaşma açıklandı. Bu anlaşma ile Türkiye’deki 55 müze ve ören yerinde bakın neler yapılacak:

 

* * *

 

Müze ve ören yerlerinde markalanmış çağdaş ve geleneksel tasarımlar ile eser kopyaları satışa sunulacak.

Müzede gördüğünüz, beğendiğiniz bir şeyin replikasını evinize götürebileceksiniz.

Geleneksel el sanatı üreticileri ve tasarımcılar için yeni ve büyük bir pazar yaratılacak.

Bilintur A.Ş., 436 milyon 495 bin 793 TL’lik ciro hedeflemiş ve bu meblağın 156 milyon 623 bin 330 TL’lik bölümünü garanti ediyor.

Gittiğim yerde o yerin, o ülkenin yiyeceklerini de merak ederim, tatmak isterim.

Bu düzenlemeden sonra satış ünitelerinde Türk kahvesi, Türk lokumu yeni paketiyle satılacak.

 

Müze ve ören yerlerinde böylece yerli ve yabancı ziyaretçiler bizim geleneksel lezzetimizi tadacaklar, alabilecekler.

 

Beni büyük ölçüde ilgilendiren, Yayıncılık ve Yayın Satışı bölümündeki yenilikler:

Müze ve ören yerleri üzerine Türkçe ve yabancı dillerde kitaplar hazırlanacak. 

Bizim en çok gereksinim duyduğumuz çalışmalar bunlar. Farklı ebatlarda ve içerikte hazırlanacak bu çalışmalar turiste kılavuzluk edeceği gibi konunun uzmanlarına da hizmet etmeli. 

Gelen ziyaretçilere satılacak bu kitaplar yurtdışındaki temsilciliklerde ve önemli kitap satış noktalarında da bulundurulmalı.

Hatta her ülkenin tanınmış bir yayınevi ile birlikte ortak olarak da yayımlanmalı.

İnternet yayıncılığı da müze ve örenler hakkında daha çok bilgi edinilmesini sağlayacaktır.

* * *

Bu yenilenme ile müzelerin, ören yerlerinin çağdaş bir kişilik kazanacağını umuyorum

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 10.06.2009


Hierapolis (National Geographic - Kasım)
...1908






.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi