Haberler logo Mayıs '09 Arşivi



31 Mayıs - 6 Haziran 2009

İster inanın ister inanmayın...

 

İşte demokrasinin vardığı son nokta:

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı 3. TKP’yi Kuruyor!

 

• Hatta "TKP Tüzüğü"nü, “Teknik Şartname” adı altında kendi internet sitesine koydu

 

Peki yalnızca TAYHaber’in ele geçirdiği belgede neler var?

 

“...TKP’nin kesintisiz ve yeterli performansta çalışması için gerekli olan...”

 

“TKP’ye belirli yetkiler çerçevesinde veri ekleyecek kişiler...”

 

“...bütün bu bileşenlerin entegrasyonunun sağlanarak TKP’nin hizmete açılmasını tanımlamaktadır.”





“TKP Sistem Mimarisi Tasarım Raporu...”

 

“TKP’ye farklı bir çok kamu kurumundan veri alışverişi yapılacaktır.”





“...kullanıcılar Bakanlık çalışanları, ilgili Kurum ve Kuruluş çalışanı, Dernekler, Vakıflar, Meslek Birlikleri, Özel Şahıslar TKP’ye üye kullanıcılar vb. Gibi çok çeşitlilik göstermektedir.”





“TKP’nin bütünü Görme engelli ziyaretçiler tarafından da rahatça gezilebilir olmalı...”

 

“Üye kullanıcılar da TKP’ye veri aktarabilecektir...”





“Bunları biliyor muydunuz?: Farklı profildeki TKP kullanıcılarının ilgisini çekebilecek içerikte, pek duyulmamş, okunduğunda şaşkınlık yaratabilecek, Türkiye ile ilgili kültürel içerikli bilgilerin verilebileceği bir bölümdür.”

 

“TKP’ye daha sonraki zamanlarda farklı özel bölümler  eklenerek geliştirilebilmelidir. Bunun için bir kısıtlama  olmamalıdır.”

 

Eh artık bu kadar alıntıdan sonra T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kuracağı 3. TKP’ye üye olmak için asağıdaki bağlantıdaki “Teknik Şartname”yi indirmeleri yeterli olacaktır ;-))

 

http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF8560B426143B01BAC64021E4744284FD

 

TAYHaber, S.B. Sinirli, 06.06.2009

TARİHİ TÜRBE KURTARILACAK





Üzerindeki dam çöktüğü için göçük altında kalan Külhancı Baba Hazretleri’nin türbesine, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler sahip çıktı. Şeyhler Hamamı’nın hemen yan tarafında bulunan ve içerisinde Külhancı Baba’ya ait olan kabrin üzerine, yaklaşık 3 aydır kar ve yağmur suları boşalıyor. Damı, toprakla yapıldığı için rutubete daha fazla dayanamayan yapı, Şeyhler Hamamı’nın da işletilmemesi yüzünden adeta viraneye dönerken, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, “Söz konusu türbenin onarımı için ne gerekiyorsa yaparız.” dedi.

 

Külhancı Baba Hazretleri’nin kabrinin bulunduğu yapının, bir vakfın sorumluluğunda olduğunu, onarım için de, söz konusu vakıftan izin alınması gerektiğini anlatan Başkan Küçükler, “Teknik ekibimizi göndererek, çöken yapı üzerinde incelemeler yaptırdık. Erzurum’da bir vakfın sorumluluğunda bulunan bu yapının durumu gerçekten çok kötü. Vakıf yetkilileriyle bir araya gelecek ve restorasyon için kendilerinden izin isteyeceğiz. Bu izni almamız halinde, Külhancı Baba Hazretleri’nin türbesini baştan aşağı yenileyeceğiz.” diye konuştu.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, Külhancı Baba Hazretleri’nin de, Erzurum’da yaşamış çok sayıda Allah dostundan birisi olduğuna dikkati çeken Başkan Küçükler, gerekli izni almaları halinde, kabrin bulunduğu yapıyı restore etmekten büyük memnuniyet duyacaklarını ifade etti. Başkan Küçükler, önümüzdeki günlerde ilgili vakfın yetkilileriyle görüşeceklerini belirterek, gerekli tüm çalışmaların büyük bir itinayla yürütüleceğini ifade etti.

 

Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler’in, göçük altında kalan Külhancı Baba Hazretleri’nin türbesi için harekete geçmesi, Şeyhler Mahallesi sakinlerini de sevindirdi. Mahalle sakinleri, Büyükşehir Belediyesi’nden teknik bir ekibin gelerek, türbede incelemelerde bulunduklarını belirterek, “Biz önce vakıflardan gelindiğini zannettik, ama gelen ekip, Başkan Küçükler’in talimatıyla burada bulunduklarını söylediler. Türbenin onarımını Büyükşehir Belediyesi üstlenecekmiş. Bunu duyunca çok sevindik. Hassasiyetinden ötürü Büyükşehir Belediye Başkanımız Ahmet Küçükler’e teşekkür ediyoruz. Allah kendisinden razı olsun.” dediler.

Erzurum Gazetesi, 06.06.2009

AKM NİHAYET İHALEYE GİRİYOR

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Koruma Kurulu tarafından projeleri onaylanan Atatürk Kültür Merkezi'nin yenilenme-onarım çalışmaları için ihale sürecini başlattı.

 

29 Haziran 2009'da yapılacak ihalenin ardından başlayacak çalışmaların 2010 yılının ilk çeyreğinde tamamlanması öngörülüyor. Mimari uygulama, elektrik-makine ve güçlendirme projelerinin tümünü içeren çalışma 29 Mayıs 2009'da onaylandı. AKM'nin yenilenme çalışmaları, yaklaşık 35 bin m2'lik bir uygulama içeriyor.

Zaman, 06.06.2009

KAYSERİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Kayseri'de tarihi eser kaçakçılığı yaptığı öne sürülen 1 kişi gözaltına alınırken farklı dönemlere ait olduğu belirlenen 140 antika eser ele geçirildi.

 

Kayseri İl Jandarma Komutanlığı'ndan alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Kayseri-Malatya karayolu Pazarören mevkiinde bir otomobilde arama yaptı. Aramada farklı dönemlere ait olduğu belirlenen 122 sikke, 2 toprak vazo, 3 gözyaşı şişesi, 1 riton, 4 metal yüzük, 1 madalyon, 1 cam bilezik, 4 farklı obje olmak üzere toplam 140 adet tarihi eser ele geçirildi. Eserlerle ilgili olarak V.A(41) gözaltına alındı. Konuyla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

Haberler.com, 05.06.2009

ANTİK SİDE'NİN ORTASINA ASFALT

 

Side Belediyesi’nin Koruma Amaçlı İmar Planı doğrultusunda antik kentte gerçekleştirdiği uygulamalar tepki topladı. Side Manavgat Turizm İşletmecileri Derneği Başkanı Cengiz Haydar Barut da, yola asfalt döşenmesinin halkı rahatlatsa da tarihi dokuya uygun görüntü oluşturmadığını söyledi. Side’nin bölgenin aynası olduğunu vurgulayan Barut, şöyle konuştu: “O bölge birinci dereceden sit alanı ve tarihi bir dokuya sahip. Daha önce tarihi dokuya uygun doğal taşlarla kaplanması için gerekli bütün izinler, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan alınmıştı. Bu sezon geçici olarak ince asfaltla kaplanacak, önümüzdeki sezon bu izinler kullanılarak bölgemizin tarihi dokusuna uygun doğal taşlar döşenecekti ama çok kalın, alttaki tarihi gömen bir asfalt yapıldı.”

Vatan, 05.06.2009

1400 YILLIK CESET ÖZELLİĞİNİ KAYBEDİYOR





Karaman Müzesi'nde sergilenen ve yaklaşık 1400 yıllık olduğu tahmin edilen genç kız cesedinin sergilenmeye başladıktan sonra özelliğini kaybetmeye başladığı bildirildi.

 

Karaman Müzesi Müdürü Nureddin Özkan, müzede sergilenen bu cesedin dünyada mumyalanmadan bu kadar yıl dayanabilen bir kaç cesetten biri olduğunu belirterek, "Cesedin şimdiye kadar sağlam kalması gömülü olduğu yerde hava almaması ile ilgili ve aynı ortamı sağlamak çok güç" dedi.

 

Yanardağların aktif hale gelmeden hemen önce bacalarından sıcak ve ateşli bir duman verdiklerini ifade eden Özkan, "Karadağ'ın aktif olduğu dönemlerde bu durum söz konusu ve bu dumanlar rüzgarla 40-50 kilometrekarelik bir alana yayılabilir. Bu dumanlar indikleri yerde kum, çakıl, kil, kireç gibi maddelerle birleşerek bir kütle oluştururlar. Jeolojide bu kütlelere Tüf Kaya denir. Bu kayalar içeriklerine göre işlemesi kolay yumuşak bir dokudan oluşurlar. Manazan Mağaraları da bu şekilde oluşmuştur. Aynı şekilde Gülkaya ve Taşkale de bu tüf kayalardan oluşmuştur. Kayaların işlenen dış yüzeyleri hava temasından sonra sertleşmektedirler. Ama derinler hala yumuşaktır. O dönemin inanç yapısına göre insanlar ölülerini yaşanılan mekanlara gömerlerdi. Bu ceset de bu şekilde gömülmüştür. Bu tüf kayalar içerisindeki ısı dört mevsim aynı kaldığı için o ısı ve hava şartlarında hangi canlı yaşayabiliyorsa yalnızca o canlı kalabiliyor. Yani dışarıdan yeni mikroorganizmalar bu ortamda yaşayamıyorlar. Dolayısıyla bu ortamda bakteriler yaşayamadıkları için ceset sağlam kalabilmiş. 1982'de bu ceset vatandaşların ihbarıyla jandarma tarafından çıkarılmıştı. O dönemlerde imkanlar dahilinde şimdiki muhafazaya konulmuş. Yalnız şimdi bu sistem uygun değil.Konuyla ilgili genel müdürlükle, cesedin daha uygun şartlarda muhafaza edilmesi, steril ortamda konserve edilerek sergilenmesi konusunda yazışmalarımız devam ediyor. Düşüncemiz bu cesedin özelliklerini kaybetmeden sergilenebilmesi için Manazan Mağarası'ndan getireceğimiz orijinal kayalardan müzede bir minyatür mağara yapıp, burada uygun ısı ve hava şartlarını oluşturarak, bu mağaranın içine bu cesedi havası alınmış bir cam faunusta sergilemek. Bu şekilde Bizans'ın nazlı kızının daha yüzyıllarca yaşamasını
sağlayabiliriz" dedi.

Karaman Kent Haber, 05.06.2009



TARİHİ EVLER YARDIM BEKLİYOR

 

  

 

Hatay'da dar sokakların kenarlarında bulunan ve bir dönem en görkemli binalar arasında yer alan 600 tescilli yapının kurtarılması için ise kentte sadece 3 restorasyon uzmanı bulunduğu bildirildi.

 

Restoratör Yüksek Mimar Ceren Emir, yaptığı açıklamada, zor ve zahmetli bir meslek olan restoratörlükte ülke genelinde sıkıntı bulunduğunu söyledi. Son yıllarda binalar konusunda eskiye bir dönüşüm olduğunu ifade eden Emir, bazı kişilerin bu evleri restore ettirerek, otel, lokanta olarak değerlendirmesinin yanı sıra konut olarak da kullandığını söyledi. 200 restoratör var Buna karşın Türkiye genelinde yaklaşık 200 restoratör olduğunu ifade eden Emir, çok sayıda tescilli yapı bulunan Hatay'da ise sadece 3 uzmanın bulunduğunu gösterdiğini kaydetti. Kentteki yapıların yıllardır kaderine terk edildiğini ve bu nedenle harabe bir görünümde olduğuna işaret eden Emir, ''Osmanlı ve Fransız mimari yapısındaki binaların kurtarılması için daha çok uzmana ihtiyaç var'' dedi. Çok uzun ve zahmetli bir iş Yapıların restorasyonunun çok uzun, zahmetli ve masraflı bir iş olduğunu vurgulayan Emir, ''Kentimizde birbirinden güzel 600 tescilli yapımız var. Ancak bunlar, yıllardır kaderine terk edilmesi ve bakımının yapılmaması nedeniyle taş yığını olarak duruyor. Bir dönemin ihtişamlı yapıları arasında yer alan binalarımızın restorasyonunun yapılması için yeterli sayıda restorasyon uzmanımız yok. Kentimizdeki harabe görünümdeki binaların kurtarılması, Safranbolu ve Mardin örneğinde olduğu gibi turizme kazandırılması için seferber olmalıyız. Çünkü binalarımızın restorasyonuyla tarihi dokuyu canlandırıp, turizmde daha iddialı konuma gelebiliriz'' dedi. Yeni bina yapmaktan daha zor Bir binanın restorasyonunun yeniden yapmaktan daha zor olduğuna dikkati çeken Restoratör Yüksek Mimar Ceren Emir, şunları söyledi: ''Restorasyon yaparken, hem taş, hep ahşap ustası hem de iyi bir araştırmacı olmanız gerekiyor. Restore edeceğiniz binanın öncelikle tarihini çıkartıp kullanılan malzemeleri incelememiz lazım. Yapıyı restore ederken adeta dedektif gibi iyi bir araştırma yapmanız şart. Çünkü yapıyı aslına uygun olarak restore etmek ve aynı malzemeleri kullanmak zorundasınız. Bu nedenle işimiz yeni bir bina yapmaktan çok daha zor. Normal şartlarda, çok harabe olmayan bir binanın restorasyonu en az üç yıl sürüyor, oysa yeni bir bina bir yıl gibi kısa bir zamanda tamamlanabiliyor.'' Kentteki evlerin onarımını yapacak taş ve ahşap ustası bulmakta da zorlandıklarını anlatan Emir, bu işlemler için Konya, Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi kentlerden eleman getirdiklerini söyledi.

Hatay Gazetesi, 05.06.2009

ANTİK LİKYA LİMANLARINDA ARAŞTIRMA BAŞLATILDI

 

Konya Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sualtı Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Araştırma Görevlisi Erdoğan Aslan başkalığındaki ekip, Likya antik limanlarında araştırma başlattı.
Araştırma Görevlisi Erdoğan Aslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sualtı arkeoloğu Ahmet Bilir, harita mühendisleri İlke İkizoğlu, Ahmet Telci'den oluşan araştırma ekibiyle, Kekova yöresinde, Likya limanları olan batık kent, Simena, Aperlai ve Theimusse limanlarında 15 gün süreyle araştırma yapacaklarını bildirdi.

 

Araştırma sırasında suyun altında kalan yapıların ölçümünü de yaptıklarını belirten Aslan, ''Bölgede suyun altında bir tarih yatıyor. Bu tarihi bilimsel olarak ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bu yapıların çizimini yaparak onların tarihsel anlamını kazandırmaya çalışıyoruz. Çalışmalarımız bir kitap halinde yayınlanacak'' dedi.

Kemer Gözcü, 05.06.2009

SULTANAHMET ARAÇ TRAFİĞİNE KAPATILDI

 

İstanbul’un önemli turistik merkezlerinden olan ve Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı ile Sultanahmet Camisi’nin yer aldığı Sultanahmet Meydanı’na, bundan böyle araç girişinin yasaklandığı belirtildi.

 

Yetkililer, “turist yoğunluğu” sebebiyle trafiğe kapatılan bölgeye giren otobüslerin belirli saatlerde belirlenen ceplerde turistleri indirip alacaklarını ifade ettiler. Ayrıca Fatih Belediyesi’nden de ek çekici ve zabıta talebinde bulunulduğu kaydedildi. 

Milliyet, 05.06.2009

ARKEOLOJİ MÜZESİ'NDEKİ ESERLER KİTAPLAŞTIRILACAK





Sivas’ta 29 Nisan’da açılan ve Orta Anadolu’nun en büyük müzesi olma özelliğini taşıyan Arkeoloji Müzesi’nde ki eserler kitaplaştırılacak.


Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’nin deposunda tutulan birçok arkeolojik eser, Arkeoloji Müzesi’nin açılmasıyla birlikte gün yüzüne çıktı ve Sivas’ta ki çok büyük bir eksiklik giderilmiş oldu. Yıllardır depoda tutulan eserlerin gün yüzüne çıkmasıyla birlikte bu eserlerin kitaplaştırılması da gündeme geldi.


Arkeoloji Müzesi'ndeki bütün eserlerimiz önemli diyen Sivas Müze Müdürü Yusuf Altun, “Bu müzemizde ki eserlerimizin bir kitabını hazırlayacağız.  Bunun içinde öncelikle bir komisyon oluşturacağız. Her eserin kendine göre bir uzmanı var. Ben 18.  ve 19. yüzyıl genç Osmanlı camilerinde uzmanım. Diğer bir arkadaşımız sikke konusunda uzman oluyor diğer bir arkadaşımız hiyeroglif (yazıt) alında diğer bir tanesi ise altın eserler konusunda. Biz şimdi Arkeoloji müzenin bir kitabını hazırlayacağız. Bu her daldan konun uzmanı arkadaşlarımızı çağıracağız” dedi.


İlk önce Arkeoloji Müzesi’nde teşhirde olan eserlerin bir katalogunu yapacaklarını kaydeden Müze Müdürü Altun, “Ayrıca Mezar taşlarıyla da ilgili buradaki ilahiyat fakültesinden veya tarih bölümünden konuyla ilgili uzmanda çağıracağız. Yazıda hem makalesi olmuş olacak hem eser ortaya çıkacak. Bunu kendi başımıza yapmaya kalksak 3–4 sene sürer. Yapacağımız çalışmalarda bilgiler de envanter bilgiler mahiyetinde olur” diye konuştu.


Yapılacak olan kitap çalışmasının 2010 yılı Müzeler Haftası’na yetişmensin sağlanacağı ve kitap sayesinde Sivas Arkeoloji Müzesi’nde ki eserlerin Türkiye ile beraber tüm dünyaya tanıtılacağı öğrenildi. Görsel işitsel ve sözel olarak insanlara hitap ediyoruz diye Müze Müdürü Yusuf Altun, “Bizim 3 tane görevimiz var koruma, araştırma ve eğitim bizim işlevimiz. Amacımız insanların kimlik ve tarih bilincinin gelişmesine yardımcı olmak. Kentimizin tarihsel ve kültürel öneminin kavranmasına yardımcı olmak ve koruma bilincinin oluşmasına yardımcı olmak’ dedi. 


29 Nisan’da açılan ve Orta Anadolu’nun en büyük müzesi olma özelliğini taşıyan Arkeoloji Müzesi’nde ki tüm eserler önemli olurken içlerinden Hitit Altın Mührü, Gürün Tepecik’ten gelen Mozaik, Hitit dönemi İkiz Boğa Ryhton Heykeli, Osman Gazi figürü ve Kayalıpınar anıtı en çok dikkat çeken eserler olma özelliğini taşıyor.

Sivas Hürdoğan, 05.06.2009

600 TESCİLLİ YAPIYA 3 RESTORATÖR

 

 

Yıllardır birçok medeniyete ev sahipliği yapan, taş ve ahşap mimarisinin en güzel örneklerinin yer aldığı Hatay'da, Osmanlı ve Fransız mimari yapısındaki binalar, restorasyon çalışmalarıyla eski ihtişamına kavuşturulması için uzanacak elleri bekliyor.

Dar sokakların kenarlarında bulunan ve bir dönem en görkemli binalar arasında yer alan 600 tescilli yapının kurtarılması için ise kentte sadece 3 restorasyon uzmanı bulunduğu bildirildi.

Restoratör Yüksek Mimar Ceren Emir, zor ve zahmetli bir meslek olan restoratörlükte ülke genelinde sıkıntı bulunduğunu belirterek, kentteki yapıların yıllardır kaderine terk edildiğini ve bu nedenle harabe bir görünümde olduğuna işaret ederek, ''Osmanlı ve Fransız mimari yapısındaki binaların kurtarılması için daha çok uzmana ihtiyaç var'' dedi.

Son yıllarda binalar konusunda eskiye bir dönüşüm olduğunu ifade eden Emir, bazı kişilerin bu evleri restore ettirerek, otel, lokanta olarak değerlendirmesinin yanı sıra konut olarak da kullandığını söyledi.
Ntvmsnbc, 05.06.2009

AKINCI YADİGARLARI YOK OLMAK ÜZERE

 

 

En meşhur akıncı beyi ve Osman Gazi’nin silah arkadaşı Gazi Evrenos’un (1300-1417) kurduğu ve soyundan gelenlerin nice eserle yeryüzünün en güzel köşelerinden biri haline getirdikleri Vardar Yenicesi’nde akıncı yadigarı tarihi eserler yok olmak üzere. Evliya Çelebi’nin yüzlerce Osmanlı eserinin varlığından söz ettiği, sadece Evrenosoğullarına ait 30 eserin bulunduğu Yunanistan’ın Vardar Yenicesi’nde (Gianitsa) bugün yalnızca 5 Osmanlı eseri kalmış. Bunlardan üçü de yok olmak üzere. Evrenos Gazi’nin torunu Ahmet Bey’in türbesi yıkılmak üzere. Türbe ayakta ancak içindeki mezar yok olmuş. Türbenin içiyse tam bir çöplük. Ahmet Bey tarafından yaptırılan ve temizliğin simgesi olan hamamın durumu ise içler acısı. Belini doğrultacağı, eski günlerde olduğu gibi insanlığın hizmetine sunulacağı günleri bekliyor. Yine Evrenos Gazi torunu Ahmet Bey tarafından yaptırılan Ahmet Bey Camisi’nin ayakta kalan kısmı depo olarak kullanılıyor. Osmanlı’nın Avrupa topraklarının en büyük evliyası ve Ahmet Beyin hocası Abdullah-i İlahi hazretleri buraya defnedilmiş ancak türbesi yok olmuş.


Avrupa Birliği’nin katkılarıyla Evrenos Gazi’nin türbesi restore edilmiş, Evrenosoğullarından İskender Beyin yaptırdığı saat kulesinin tamiratına başlanmış. Fakat türbenin içinde gazinin ve oğulları İsa Bey ile İki Yürekli Ali Beyin mezarları yok. Türbe daha önce işyeri olarak kullanılmış, şimdi de kütüphane olarak kullanılması düşünülüyor. Yine Evrenosoğullarından Şerifoğlu Ahmet Beyin yaptırdığı saat kulesinde restorasyon çalışmaları başlamış.

Türkiye Gazetesi, Haber: Halil Delice, 05.06.2009

ANTİK KENTİ SİT ALANI SAYMADILAR

 

 

Muğla Barosu Başkanı Mustafa İlker Gürkan, Muğla, Aydın ve Denizli illerinin tamamını kapsayan 1/100 binlik Çevre Düzeni Planı’nın askıya çıktığını hatırlattı

 

Gürkan, bölgedeki tüm sivil toplum örgütlerine ve belediyelere “acil olarak bir araya gelmeleri ve plana zamanında itiraz etmeleri” çağrısında bulundu. 

Gürkan, “Planın ilk hedefinde, Bodrum yarımadasının kuzey ve doğu alanına 1500-2000 yataklı turistik tesislerin yapılması var. Planda, 2500 yıllık antik Lagina kenti arkeolojik sit alanı olarak gösterilmemiş. Çünkü, sit alanı olarak gösterselerdi, ikinci termik santral yapma planları suya düşecekti” dedi.


Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Bodrum yarımadasının Göltürkbükü, Gündoğan ve Yalıkavak beldelerinin “turizm merkezi” ilan edilmesine ilişkin kararının Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesinin ardından, bakanlığın Muğla, Denizli ve Aydın illerini kapsayan 1/100 binlik Çevre Düzeni Planı Muğla’da askıya çıktı. Planın bu üç ili bir tek bölge olarak ele aldığını belirten Gürkan, şunları söyledi:
“Plan askıdadır. Bir an önce incelenmelidir. Mimarlar Odası Muğla Şubesi, bu konuda ciddi çalışmalar yapıyor. Özellikle belediyelerimiz temas kurup, ilçe ve beldelerimizin hangi sınırlamalara ya da sınırsızlıklara muhatap olduğunu görebilirler.”

Gürkan, şöyle devam etti: “Bodrum yarımadasının kuzey ve doğu alanı büyük ölçüde turizm alanı yapılmıştır. 1500-2000 yataklı otellerin bölgeyi istila olasılığı var.”

Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 05.06.2009

MÜZEKART SAYISI 1 MİLYONA YAKLAŞTI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın geçtiğimiz yıl haziran ayında satışına başladığı Müzekart'ta bir milyon rakamına yaklaşıldı.

 

300'ü aşkın müze ve ören yerini sadece 20 lira karşılığında bir yıl boyunca sınırsız gezebilme imkanı tanıyan Müzekart'tan 10 ayda 700 bin adet satıldı. Müzekart'a en çok İstanbul'da rağbet gösteriliyor. İstanbul'daki 225 binlik satışı, 55 binle İzmir, 40 binle Ankara izliyor. Ardından 30 bine yaklaşan rakamlarıyla Nevşehir ve Antalya geliyor. Karta olan talep, yaz aylarına yaklaşıldıkça artıyor. Geçtiğimiz yıl sadece haziran, temmuz ve ağustos ayında 200 bine yakın satılan kartın bu yaz 300 binden fazla satılması bekleniyor. Böylece 1 milyon rakamının aşılması hedefleniyor. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Müzekart ile beraber özellikle yerli turistlerin ziyaretinde gözle görülür artış olduğunu belirtiyor. Aydın, Konya, Muğla, Çanakkale, Denizli, Antalya, Nevşehir, Ankara, İzmir ve İstanbul'da satışa sunulan kartı fotoğraflı bir kimlikle Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı müzelerin girişlerinde almak mümkün. Kart, 'muzekart.com' adresinden de satın alınabiliyor. Müzekart 18 yaş altındakilere 2 liradan, öğrencilere de 10 liradan satılıyor.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 05.06.2009

VİKİNGLER KUZEY KANADA'YA ULAŞMIŞLAR

 

 

Kanada’nın arktik arkeoloji uzmanlarının açıklamalarına göre Baffin Adası’nda bulunan taş yapılar büyük olasılıkla en az 700 yıllık ve Avrupa’dan buraya ulaşan insanlar tarafından inşa edilmiş. Bu durum, bu yerleşimi Amerika’da şimdiye dek tespit edilen ikinci Viking yerleşimi yapıyor. 

 

Yapılan kazılar sonucunda, Iqaluit’in 200 km kadar güneybatısında, Nunavut’da Erken Ortaçağ’a ait bazı yapı kalıntılarına rastlandı. Nanook adı verilen bu bölgenin 1500 km kadar güney doğusunda ise UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen L'Anse aux Meadows yerleşimi yer alıyor. Burada, bin yıl kadar önce Leif Eiriksson önderliğinde Grönland’dan gelen Vikinglerin kurduğu yerleşim bulunmuştu. Yazılı kaynaklardan da teyit edildiğine göre, bir süre burada yaşayan bu topluluk daha sonra ülkelerine geri dönmüşlerdi. 

 

Öte yandan, bu konu ile on yılı aşkın bir süredir ilgilenen Kanada Medeniyet Müzesi’nden arkeolog Pat Sutherland, Kuzey Amerika’daki Viking yerleşiminin Eiriksson'un geri dönmesi ile sona ermediğini düşünüyor. Baffin Adası’nda yer alan üç ayrı yerleşimde Kuzey Avrupa tarzı yüzlerce buluntuya rastlandı. Bunlar arasında İskandinav tarzı iğler, süslemeli tahta parçaları ve biley taşları mevcut. 

Canwest News Service, Haber: Randy Boswell, 27.05.2009

KARAMAN'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA BÜYÜK DARBE

 

Karaman'da polis ile jandarmanın gerçekleştirdiği ortak operasyonda 159 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Tarihi eserlerin piyasa değerinin yaklaşık 500 bin lira olduğu açıklanırken olayla ilgili 3 kişi gözaltına alındı. Edinilen bilgiye göre bir ihbarı değerlendiren Karaman Emniyet Müdürlüğü ile Jandarma Komutanlığı ekipleri, yaklaşık 1 ay önce 3 zanlıyı takibe aldı. Zanlıların ellerinde çok sayıda tarihi eser bulunduğu bilgisini alan ekipler ortak operasyon düzenledi. Operasyonda S.S.(37), S.B.(36) ve S.S. (52) gözaltına alındı. Zanlıların ev ve işyerlerinde yapılan aramada 159 parça tarihi eser ele geçirildi. Polis, gözaltına alınan zanlıların sorgusunun sürdüğünü, ele geçirilen tarihi eserlerin Karaman Müzesi'ne teslim edileceğini açıkladı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Zaman, 04.06.2009

30 BİN EL YAZMASI DÜNYAYA AÇILIYOR

 

Suna ve İnan Kıraç Vakfı, Paul Getty Vakfı desteğiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı Millet Yazma Eserler Kütüphanesi’ndeki elyazmalarının uluslararası kültür dünyasına sunulması için iki yıl sürecek bir proje başlattı.

Projeyle, eserlerin kataloglanması ve kütüphanenin web sitesi aracılığıyla araştırmacıların hizmetine sunulması hedefleniyor. 30 bine yakın yazma ve eski harfli matbu eser bulunan kütüphane, 1999 Marmara depreminde ağır hasar görmüş, yine Suna ve İnan Kıraç Vakfı desteğiyle otomasyon sistemine geçmişti.

Hürriyet, 04.06.2009

İSVİÇRELİLER 200 YILLIK BİNALARI KULLANIYOR

 

 

Avrupa'nın en paralı ülkelerinden biri olarak bilinen İsviçre'nin ekonomik istikrardaki bir sırrı da 200 yıl önce yaptıkları binaları hala kullanabilmeleri.


Bir ülkenin kalkınmasında mimarinin önemi en iyi İsviçre'de anlaşılıyor desek abartmış olmayız. İsviçre'nin Zürih, Basel, Cenevre ve Bern gibi önemli şehirlerindeki binaların bir çoğu tam 200 yıl önce inşa edilmiş. Bugün zenginlik ve refah olarak Avrupa'nın önde gelen ülkesi olan İsviçre'de insanlar bundan 200 yıl önce yaşamış mimar ve mühendislere çok şey borçlular.


Almanya-İsviçre sınırındaki şehir olan Basel'de özelikle ana tren istasyonu çevresindeki tarihi binalar dikkat çekiyor. Bazılarına yaklaşıp inşa tarihine baktığınızda 1700 ile başlayan rakamları görüyorsunuz. İçinden geçen nehir ile daha da güzelleşen Zürih'teki binaların da Basel'den aşağı kalan yanı yok. 200 yılı aşan yaşlarına rağmen binalar ya bir ev, ya da bir işyeri olarak kullanılıyor. Binalardaki sağlamlık ve estetik bunu imkanlı kılıyor. Fransızların etkisindeki Cenevre baştan başa bir mimari şaheseri. Özellikle 18. ve 19. yüzyıl mimarisinin eşsiz örnekleri Cenevre Gölü ve çevresine serpiştirilmiş. Başkent Bern ise şehir merkezinin korunma altına alınması ile bunu ispatlıyor. Çünkü her bir bina kültürel miras. Özellikle Aare Nehri üzerinde kurulu köprülerin başlarındaki tarihi yapılar göz kamaştırıyor.


İsviçre'yi gezmek isteyenler sadece vahşi yeşilliğini değil, birbirinden görkemli mimari yapılarını da görmek için geliyor. Bu ülkede yaşayanlar ise tarihi binalarda yaşama ve bu yapıları kullanma şansına sahip.

Bolu Olay, 04.06.2009

SOYU TÜKENMİŞ BİR ASLANI GÖSTEREN ABORJİN KAYA RESMİ BULUNDU

 

 

Antiquity Dergisi’nde yeni yayınlanan bir makaleye göre Batı Avustralya’nın Kimberley Bölgesi’nde soyu tükenmiş bir Marsupial aslanını betimleyen kaya resmi bulundu. Bu aslan türü ile ilgili bulunan yegane kaya resmine göre Avustralya’nın ilk yerlileri ile aslan belirli bir dönem birlikte var olmuşlar. Aynı resim bize, şimdiye dek varlığı hiçbir şekilde belirlenmemiş bu hayvan ile ilgili bilgiler de vermekte. Yazıya göre “elimize mumyalanmış bir aslan geçene kadar bu resim bize kuyruğunun duruşundan kulaklarına ve postun benekli değil, çizgili olduğuna dek birçok bilgi vermekte”. 

 

1960 yıllarından bu yana bulunan fosillerden bilinen marsupial aslanına (Thylacoleo carnifex) bilinen yegane bütün iskelet 2002 yılında Nullarbor Plain Mağarası’nda yapılan kazılarda bulundu. Öte yandan bu türün onbinlerce yıl önce (bazı tahminlere göre en az 30.000 yıl önce) soyunun tükendiği düşünülmekte idi ve aslanın genel görüntüsü hakkında bugüne dek hiçbir tahmin yürütülememekte idi. 

Cosmos Online, Haber: Kerensa McElroy, 27.05.2009

BELEDİYE: OSMANLI DEVLETİ YALOVA'DA KURULDU

 

Yalova Belediye Meclisi, Prof.Dr. Halil İnalcık tarafından gündeme getirilen Osmanlı Devleti'nin, 1302 yılında Yalova'da kurulduğuna dair iddiayı destekleme kararı aldı.

 

Haziran ayı olağan toplantısını Başkan Yakup Koçal yönetiminde yapan Yalova Belediye Meclisi, Osmanlı Devleti'nin Yalova'da kurulduğu yönündeki iddiayı da gündemine aldı. İlk olarak tarihçi Prof.Dr. Halil İnalcık tarafından ortaya atılan, "Osmanlı Devleti'nin 1302 yılında Hersek Çobankale mevkiinde Bizanslılar ile yapılan savaş sonrası devlet niteliğini kazandığına" dair iddiayı ele alan meclis, bu görüşün kanıtlanması için yürütülecek çalışmalarda etkin rol oynamayı kararlaştırdı. Yalova Belediye Başkanı Yakup Koçal, iddianın dünyaca ünlü bir tarihçi tarafından belgelerle ortaya atıldığını belirterek, bu konuda Yalova Üniversitesi'nin 27 Temmuz'da bir sempozyum düzenleyeceğini söyledi.

Zaman, 03.06.2009

TARİHİ HAMAM MÜZE OLACAK





Erzincan’ın ayakta kalan tek tarihi eseri olma niteliğini taşıyan tarihi Taşçı Hamamı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Erzincan Üniversite ve İl özel idaresinin katkılarıyla restore edilerek müze haline getirilecek.


Erzincan Valisi Abdulkadir Demir, Erzincan Belediye Başkanı Yüksel Çakır, Erzincan Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erdoğan Büyükkasap, Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Bünyamin Özgültekin, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı Mehmet Kavukçu ve İl Kültür ve Turizm Müdürü Metin Çankaya ile birlikte restorasyonu yapılacak Taşçı Hamamı’nda incelemelerde bulundu. Heyet hamamın içinde ve dışında incelemeler yaptı. İncelemelerin ardından konuyla ilgili açıklama yapan Vali Abdulkadir Demir, Taşçı Hamamı’nın restorasyon projesinin hazırlanma aşamasında olduğunu belirterek, projeye fonksiyon kazandırılması için alternatif görüşlere başvurduklarını ifade etti. Vali Demir şunları söyledi; “Buradaki hedefimiz; öncelikle yapıyla ilgili projeyi tamamlamak. Proje aşaması, yapım aşamasından daha önemli. Çünkü fonksiyon verilmeyince bu binalar yapıldıktan sonra çalışmıyor. Çalışmayınca da yaptığınız çok pahalı masraflar boşa gidiyor. Sonuçta da kent insanı buralardan faydalanamıyor. Taşçı Hamamı Erzincan’ın ayakta kalan tek tarihi yapısı. Dolayısıyla bu anlamda da Taşçı hamamı bir mihenk taşı. Onu da düşünerek bu çalışmalarımızı devam ettiriyoruz.”


Proje aşamasında sağlıklı karar vermenin büyük önem taşıdığını dile getiren Vali Demir, “Ödenek konusunda bir sıkıntımız yok. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İl özel idaresi’nin ayırdığı ödeneklerle burası kısa sürede yapılabilecek. Zannediyorum proje için 80 gün süre verildi. Buna göre proje, Ağustos ayının ortasına doğru teslim edilecek. Eylül ayındaki kurulunda da kabul edilirse yıl sonuna doğru Taşçı Hamamı’nın restorasyonu başlayabilir. Restorasyon yapıldığı zaman Erzincan’ımız güzel bir eser kazanmış olur. Buraya vereye düşündüğümüz fonksiyonlardan birisi müzedir. Bunun için ne kadar uygun ne kadar değil, onu da yapacağımız çalışmanın ileriki aşaması gösterecek. Ama artık Erzincan gibi bir kentte bir müzenin olmamasını kabul etmiyoruz. Erzincan’ımızın kısa sürede bir müzeye kavuşmuş olması gerekiyor. Bir değil, birden fazla müzeye kavuşması gerekiyor. Bu konuda üniversitemizin de bir çalışması olduğunu biliyoruz. Çalışmalarımıza destek veren herkese teşekkür ediyorum.” diye konuştu.

Erzincan Kent Haber, 03.06.2009

YAKUTİYE MEDRESESİ RESTORE EDİLİYOR

Yakutiye Medresesi restorasyon çalışmalarına, en sonunda başlandı. Medrese, özel onarıma alındı. Rölöve ve Anıtlar Müdürü Bakır, "Restorasyon çalışmaları, klasik türden olmayacak. Eseri, daha canlı bir görüntüye kavuşturmayı istiyoruz." dedi. Restorasyon 2010'da tamamlanacak.

 

Yakutiye Medresesi’nde yapılması planlanan restorasyon çalışmalarına, en sonunda başlandı. Erzurum Yakutiye Medresesi, Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü tarafından onarıma alındı. Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, restorasyon çalışmasıyla ilgili olarak açıklamalarda bulundu. Bakır, 29 Nisan 2009 tarihinde yer teslimi yapıldığını belirterek, fakat fiili olarak restorasyon çalışmalarına yeni başlandığını bildirdi.

 

Restorasyon çalışmalarına 949 bin TL’lik ödenek ayrıldığını ifade eden Bakır, “Yapılan ihalede çok yüksek bir kırım oldu. Artan parayla da bakanlık izniyle bitmeyen kısımlara keşif ilavesi olacak.” dedi.

 

Rölöve ve Anıtlar Müdürü Suat Bakır, “Esere hiçbir zarar vermeden üst örtü, çatı, zemin, doğrama, vitrinler, alttan ısıtma sistemi ve elektrik panoları ile kablolarının kaldırılması gibi çalışmalar yapılacak. Özellikle görüntü kirliliği oluşturan duvarlardaki renkli taşlar da temizlenecek.” diye konuştu.

 

Daha sonra yapının temelden su almaması için drenaj çalışması yapılacağını söyleyen Bakır, “Tarihi dokuya hiçbir şekilde zarar gelmesini istemiyoruz. Bu yüzden çok özenle çalışıyoruz. Bunun yanında, İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkezi’nden gelecek uzmanlar tarafından yapılacak incelemelerden sonra Portal Kapı (taş kapı) ve mukarnas işlemeli kubbelerde çalışmalar başlayacak.” ifadesini kullandı.

 

Yakutiye Medresesi’ni görüntüsüyle cazip bir hale getirmeyi hedeflediklerini kaydeden Bakır, “Restorasyon çalışmaları, klasik türden olmayacak. Eseri, daha canlı bir görüntüye kavuşturmayı istiyoruz. Medrese içerisinde ve çevresinde yapılacak çalışmalar genel olarak restorasyonu, teşhiri, tanzimi elektrik ve makine teçhizi sonrasında cazip hale gelecek.”diye konuştu. Restorasyon çalışmalarının 24 Ocak 2010 tarihinde biteceğini açıklayan Bakır, Erzurum’un adeta sembolü haline gelen Yakutiye Medresesi’nin tarihi dokusunun korunarak, gelecek nesillere aktarılacağını sözlerine ekledi.

Erzurum Gazetesi, 03.06.2009

TOKAT KALESİ CANLANIYOR

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz, Tokat Kalesi'nde insanların gezerek dinlenebileceği mekanlar oluşturulacağını söyledi.


Tokat Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalarla ihalesi tamamlanarak bir süre önce restorasyon çalışmalarının yapıldığı Tokat Kalesi'nde İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdurrahman Akyüz incelemelerde bulundu. Restorasyon çalışmalarında yıkılmak üzere olan surları elden geçirildiğini ifade eden Akyüz, kalenin ana hatları ile ortaya çıkmaya başladığını kaydetti. Projede 2 olan burç sayısının temele inildiğinde 5 tane olduğunu fark edildiğini ifade eden Akyüz, çalışmaların bu yönde devam edeceğini belirtti.

 

Tokat Kalesi'ni insanların gezebileceği bir mekan haline getireceklerini belirten Akyüz, "Bin yıllık Tokat Kalesi'ni Tokatlıların ve Tokat'ı ziyaret eden turistlerin hizmetine sunmak ve Tokat'ın güzelliklerini seyretmeleridir amacımız. Kalede restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından vatandaşların oturup kentin manzarasını seyredebileceği mekanlar olacak" diye konuştu.

Tokat Kent Haber, 03.06.2009

"DOĞALGAZ TARİHİ ESERLERİ DE KORUYOR"

 

İGDAŞ Genel Müdürü Bilal Aslan İstanbul'da doğalgaz dağıtımını yürüten İGDAŞ'ın Türkiye'nin en büyük çevre yatırımı olduğunu ifade etti. Bilal Aslan, "Bizi aslında çevreci bir şirket olarak görmüyorlar. Çevreci bir şirketiz. 20-25 sene önce İstanbul'da nefes alamıyorduk. İstanbul'un basık yerlerinde nefes almak imkansızdı. Gazeteler maske dağıtırdı. O kadar ciddi bir problem haline gelmişti ki bu. İGDAŞ'ın kuruluş nedeni hava kirliliğini bertaraf etmekti. İstanbul'un kurtuluşu doğalgazdaydı" dedi.

Kentin doğalgaz sayesinde temiz havaya kavuştuğunu belirten Aslan, "Hava kirliliği, insanları ve çevreyi etkilediği gibi tarihi eserleri de olumsuz etkileyebiliyor. Kömürün yakılmasıyla ortaya çıkan kükürt dioksit, su buharıyla birleştiğinde sülfürik asite dönüşüyor. Bu da bir asit yağmuru etkisiyle binalarda korozyona neden oluyor. Doğalgaz kullanımı sayesinde bunun da önüne geçiyoruz ve tarihi yapılarımızın ömrünü de dolaylı olarak uzatıyoruz" dedi.

Sabah, 03.06.2009

YENİ 'YOKOLUŞ' TEORİSİ

 

Prof. Celal Şengör ve öğrencisi Saniye Atayman tarafından gündeme getirilen yeni “yokoluş” teorisi, dünya bilim çevrelerinde heyecan yarattı. Amerikan Jeoloji Cemiyeti’nin “Bir Global Jeoloji Çalışması” adıyla yayımladığı kitabın tezi şu: 250 milyon yıl önceki yokoluş bir meteor düşmesi veya volkanik patlama sonucunda değil, o zamanki büyük okyanusun Karadeniz gibi oksijensiz kalmasından kaynaklandı.

Bilim insanları, yaklaşık 250 milyon yıl önce dünyadaki canlıların yüzde 95’inin yok olduğunu çok önceden ortaya koydu. Arkasından da bu büyük yokoluş üzerine teoriler geliştirmeye başladı. En yaygın ilk teori, bu büyük yokoluşun dünyaya çarpan bir meteordan kaynaklanmış olabileceğine ilişkindi. Daha sonra bu görüş revize edildi ve Sibirya’daki Tungusko volkanik alanındaki büyük patlamanın asıl sebep olduğu tezi gündeme geldi. İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi jeolog Prof. Celal Şengör ve öğrencisi Saniye Atayman’ın Amerikan Jeoloji Cemiyeti tarafından yayımlanan tezi ise bu iki görüşün de doğru olmadığını gösteriyor. “Bir Global Jeoloji Çalışması” adıyla yayımlanan kitaba göre, yokoluşun temel sebebi, 250 milyon yıl önce, dünyadaki kıtaların ayrışmadığı dönemde süper kıtanın ortasında yer alan okyanusun bizim Karadeniz’e dönüşmesi yani içinde teneffüs edilecek oksijen kalmaması. Bir süre sonra sıkışan gazlar da bir gazoz gibi köpürerek çevreye yayılıyor ve okyanusun çevresini hayat alanı olarak seçen ve bu zehirli havayı soluyan bütün canlıları öldürüyor.

Prof. Şengör ve Atayman, bu teorilerini kitap haline getirmeden önce muhtelif uluslararası toplantılarda tebliğ olarak takdim etti. Bu tebliğ bilim çevrelerinde büyük bir tartışma başlattı. Bulunan fosil örnekleri teoriyi doğrularken, Amerikan Jeoloji Cemiyeti de tarihinde ilk kez iki Türk bilim insanı tarafından yazılan kitabı büyük bir hızla bastı ve bilim dünyasına sundu. Prof. Şengör, halen Güney Afrika’daki Bernard Price Paleontoloji Enstitüsü’nde görev yapan ‘magister’ öğrencisi Saniye Atayman’ın biyoloji kökenli olmasının teoriyi destekleyen mantar fosillerin bulunmasında etkili olduğunu belirterek, Atayman’ın daha ilk tebliği ile dünya bilim çevreleri tarafından kabul gördüğünü söyledi.

Prof. Şengör’e, dünyada büyük yankı uyandıran tezlerinin Türkiye’deki bilim çevrelerinde de benzer bir heyecan uyandırıp uyandırmadığını soruyoruz. Cevabı, hüzün verici:

“Türkiye’de bir bilim camiası olmadığı için Türkiye’nin ne yaptığı beni ilgilendirmiyor. Ama şunu söylemem lazım: Saniye Atayman olmasaydı bu kitap ve bu teori olmazdı. Saniye bilim çevresine kendi kendini soktu, hem de büyük bir başarıyla. Büyük bir sabır ve inatla benim başta ortaya attığım bir fikri bir yıl boyunca çeşitli verilerle kontrol etti. Bir yıl boyunca sabahlara kadar birlikte çalıştık. Bu arada Saniye bana sık sık karşı çıkarak benim fikirlerimin değişmesine, gelişmesine ve daha doğru hale gelmesine hayati bir katkı yaptı.”

Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 03.06.2009

AMERİKA'DA JİPS MAĞARASI'NDA GEÇMİŞİN İZLERİ

 

 

1930’lu yıllarda Jips Mağarası’nda kazılar yapan arkeolog Mark Harrington, Geç Plestosen Dönem’de burada insan ve hayvanların bir arada yaşadığını düşünmüştü. Bu çok iddialı bir teoriydi çünkü, bu durum Las Vegas yakınlarındaki bu mağarayı Amerika kıtasının en eski yer haline getiriyordu. 

 

Çağdaş teknoloji ile yapılan araştırmalar bu mağaraya insanların Harrington’un düşündüğünden çok daha sonra geldiğini gösteriyor. Ama, bu durum mağaranın önemini azaltmamakta. Hatta 2004 yılında mağaranın yakınından geçirilecek bir yüksek gerilim hattının güzergahı, mağaranın önemi göz önüne alınarak değiştirildi. 

 

Yaklaşık 100 m uzunluğunda 40 m genişliğindeki mağara birçok odacığa bölünmüş durumda. Mağaranın ön kısmı tarih öncesine ait hayvan ve insan kalıntılarına sahip. 1030-31 yıllarında yapılan kazılarda Harrington tarih öncesi at ve deve kemiklerinin yanı sıra insan yapımı aletler de bulmuş ve aynı tabakada bulunan tembel hayvanın soyunun 9000 yıl önce tükendiği düşünülerek insan kalıntıları için de aynı tarih öngörülmüştü. Daha sonra yapılan radyokarbon testleri ise bu buluntuların en fazla 4000 yıl öncesine ait olduğunu belirledi. 

Desert Valley Times, Haber: David Bly, 26.05.2009

GLADYATÖRLER KENTİ YATAĞAN





Dünyanın en büyük mermer kentlerinden biri olan, yaklaşık 200 bin insanın yaşadığı, 20 bin kişilik tiyatrosu ve meclisi bulunan Yatağan’daki Stratonekeia Antik Kenti’nde, gladyatörlerin dövüştüğü bir colosseum (arena) olduğuna dair kanıtlar ortaya çıkmaya başladı.


Truva’nın ünlü kahramanı Achilleus’un (Aşil) da buradaki dövüş okulunda yetiştiği belirtilirken, yetkililer, arenanın bulunması halinde Yatağan’ın dünya çapında bir turizm merkezi olacağını ifade etti.


Araştırmalar sonucunda arenanın bulunabileceği birkaç yer belirlediklerini dile getiren Doç.Dr. Bilal Söğüt, “Stratonikeia’da bulunan ‘Gladyatör Okulu’ dönemin en büyük okullarından biri ve burada çok ünlü gladyatörler yetişmiş. Antik kentin, sahip olduğu bu özelliklerle, dünyadaki ender kentlerden biri konumunda olduğunu düşünüyoruz” dedi.

Söğüt, “Buradaki amfitiyatro, gladyatör dövüşlerine uygun değil. Seyirci ile sahne arasında kot farkı yok ve birbirlerine çok yakın. Ancak bulunan gladyatör iskeletleri, kullanılan eşyalar, mezar stelleri ve dövüş okulunun varlığı, arenanın da olabileceği yönündeki tahminlerimizi güçlendiriyor. Birkaç bölgede arena olabileceğini tahmin ediyor ve kazıları bu yönde ilerletiyoruz” diye konuştu. Anadolu’nun en büyük gladyatör dövüş ve eğitim okulunun bulunduğu bölgede gün ışığına çıkarılacak arenanın turizme katkısının  büyük olacağını belirten arkeolog, Akdeniz’deki turizm dengelerinin Türkiye lehine döneceğini kaydetti. Yatağan’ın Akdeniz’in en önemli turizm merkezi olacağını ifade eden Söğüt, dünyanın en büyük mermer kenti Stratonekeia’da daha önce birçok gladyatör steli ile gladyatörlere ait iskeletler bulunduğunu da anlattı.

Aşkın ve gladyatörlerin şehri
Beyazperdeye de aktarılan ‘Truva’nın efsane kahramanı Achilleus’un da aralarında olduğu yedi gladyatörün mezar stellerinin önemini vurgulayan Yatağan Kaymakamı Şehmus Günaydın da, “Kent tamamen mermerden yapılmış. Tarihçilere göre, burada bulunan Gladyatör Okulu dönemin en büyük eğitim ve dövüş okullarından biri ve okuldan çok ünlü gladyatörler yetişmiş. Geçtiğimiz yıllarda bölgede gladyatör heykelleri bulundu. Büyük aşkın hikayesi de bu bölgede yaşandı. Biz burada bir gladyatör okulunun varlığını göstermek için, şehrin kuruluş hikayesini anlatan resmin bulunduğu tabelaya gladyatör resimlerini de koyduk. Bu şekilde, ‘Aşkın ve gladyatörlerin şehri’ vurgusu yaparak turist ilgisi çekmeye çalışıyoruz. Bölgede yapılacak kazı çalışmaları bu anlamda çok önemli” diye konuştu.


Öte yandan Muğla Müzesi’nde dört yıl önce açılan Türkiye’nin ilk gladyatör salonunu bugüne kadar yaklaşık 40 bin kişinin ziyaret ettiği bildirildi. Yatağan’daki kömür havzalarında, dokuz yıl önce kömür çıkarma çalışmaları sırasında tesadüfen bulunan Roma Dönemi’nde ün yapmış Khrysos, Vitalius, Khrysopteros, Amarios, Eumolos, Droseros ve Akhilleus adlı savaşçıların mezar stelleri halihazırda Yatağan Müzesi’nde sergileniyor. Stellerin sergilendiği salonun duvarlarında ise, dönemin savaşlarını gösteren betimlemeler yer alıyor.

Mitolojide, ölümlü bir baba olan Peleus ile bir tanrıça olan Thetis’in oğlu olan yarı tanrı Achilleus, Yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından biridir. Thetis, oğlunu ölümsüzlük nehri Styx’de yıkarken elini suya değdirmemesi öğütlendiği için, onu sol topuğundan tutup suya batırır. Sadece topuğu suya değmemiş olan Achilleus’un, tek zayıf noktası olan bu noktadan vurulursa öleceğine inanılır. Efsaneye göre, ünlü gladyatör, öleceğini bildiği halde Güzel Helen’i geri almak için yapılan Truva Savaşı’na katılmış ve Truva Prensi Paris tarafından sol topuğundan zehirli okla vurularak ölmüştür. Anatomi tarihine de geçmiş olan efsane nedeniyle, ayak topuğunda yer alan tendon bugün hala “Aşil Tendonu” olarak anılır.

Taraf, 02.06.2009

ANTİK KAŞGAR'I KORUMAK YIKMAKTAN MI GEÇİYOR?




Kaşgar Eski Kent'te yıkım çalışmalarına başlandı.


İpek Yolu'nun kuzey ve güney kolları, bin yıl önce Taklamakan Çölü'nün batısındaki bu vaha kentte kesişiyordu. Dünyanın en cesaret kırıcı dağ sıraları içinden geçen zorlu yolculuk rotalarının bitkin düşürdüğü tüccarlar, atlarının yükünü burada boşaltıyor, şehrin sıkışık sokaklarında safran ve sıva macunu satıyordu. Tıpkı develeri ipek ve porselenle yüklü Çinli tüccarların yaptığı gibi.

Bugün ise yol boyunca ilerleyen tüccarlara, Timurlenk ve Cengiz Han'ın bir zamanlar önce imrenerek vitrinlerine baktığı, daha sonra ise yağmaladığı çamur ve samandan yapılmış yapıları ve at arabalarının geçtiği sokakları incelemek için gelen turistler de katılıyor. Sorun ise, Kaşgar'ın bir kez daha yağmalanacak olması.

 

Mimar ve tarihçi George Michell'in 2008 yılında yayınlanan "Kashgar: Oasis City on China's Old Silk Road (Kaşgar: Çin'in Eski İpek Yolu'ndaki Vaha Kent)" başlıklı kitabında "tüm Asya kıtasının merkezinde görülebilecek en iyi korunmuş geleneksel İslam kenti" olarak tanımladığı Kaşgar'ın tarihi bölgesi olan Eski Kent'ten 900 aile tahliye edildi bile. Yetkililer, önümüzdeki birkaç yıl içinde, tabloyu andıran bu karmaşayı meydana getiren binalardan en az %85'inin yıkılacağını söylüyor. Yaklaşık 13.000 kişilik Uygur nüfusunun gölgeden uzaklaştırılması bekleniyor.

Boşaltılan bölgede, "yeni bir Eski Kaşgar" oluşturulacak. Orta yükseklikteki apartmanlar, plazalar, bulvara dönüştürülecek sokaklar ve antik İslam mimarisinin reprodüksiyonları, bu projenin parçaları olacak. Kaşgar Belediye Başkanı Yardımcısı Xu Jianrong, bir röportajında amaçlarının "Uygur kültürünü korumak" olduğunu belirtiyor. Her an yüzyıllık eski binaları yerle bir ederek binlerce insanı öldürebilecek büyük şiddette bir depremin meydana gelebileceği Kaşgar'da yıkım, acil bir gereklilik olarak görülüyor. Jianrong, bu koşullar altında vatandaşlarını korumak için aynı şeyi yapmayacak bir hükümet düşünemediğini de ekliyor.

 

Ancak eleştiriler, çok daha farklı kaygılar içeriyor. Tarihi koruma alanında faaliyet gösteren bağımsız bir grup olan Pekin Kültürel Koruma Merkezi yürütücüsü Wu Lili, "Kültürel ve tarihi açılardan bakıldığında bu çok aptalca bir plan," diyor ve ekliyor, "Kentliler açısından ise, tam anlamıyla acımasız."




Eski Kent, yavaş yavaş terkediliyor.


Hatırlamak gerekirse Çin'in yeniden inşa edildiği günlerde de birçok tarihi kent bölgesi yıkıldı, bunların arasında antik yollar ve başkent Pekin'in avlulu evleri de vardı. Ancak Kaşgar, bu açılardan bakıldığında tipik bir Çin kenti değil. Hatta Çin güvenlik güçlerine göre, uluslararası cihat hareketine dahil olan bölücü Uygurlar'ın küçük fakat güçlü oluşumlar için kullandığı bir merkez Kaşgar. Bu nedenle İslam kültürünün antik merkezi "kalkındırılmak" isteniyorsa, gereken uyumun sağlanması için biraz zor kullanmak gerekeceği ortada.

 

Çinli yetkililerin planları için sunduğu açıklamalar ise biraz kafa karıştırıcı. Jianrong, Kaşgar'ı "Çin'in öncelikli turizm merkezi ve aynı zamanda zengin bir kültürel miras örneği" olarak tanımlıyor. Ancak yıkım planının, her yıl ortalama birkaç milyon turistin ziyaret ettiği Kaşgar'ın çekiciliğini de yerle bir etmesi, kaçınılmaz gibi görünüyor.

 

Aslında Çin, hem turistler için kenti daha çekici hale getirecek, hem de koruma alanında tüm ülkeleri teşvik edecek bir program olan ve İpek Yolu'nu Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Kültür Mirası Listesi'ne dahil etmeyi amaçlayan uluslararası bir planı destekliyor. Ancak Kaşgar, Çin'in BM'ye sunduğu öneri listesinde yer almıyor. Pekin'le ilişkilerinin bozulmasından korktuğu için adının açıklanmasını istemeyen bir yetkili, Eski Kent projesinin devletin üst kademelerinde oldukça fazla destekçisi bulunduğundan bahsediyor.

 

Kaşgar'ı "Kalkındıracak" Dönüşüm Projesi
440 milyon Dolar'a mal olduğu söylenen proje, Çin hükümetinin küresel mali krizle baş etmek için kamusal projelere 584 milyar Dolar ayıracağını açıklamasının ardından, aniden başladı. Böylece yıllar önce başlayan Tarihi Kaşgar'ı yıkma faaliyetleri de devam edebilecek. Yaklaşık 8 metre kalınlığında ve 10 metre yüksekliğinde toprak bir set olan şehir duvarlarının neredeyse tamamı zaten yıkılmıştı. 1980'li yıllarda yine şehri çevreleyen hendek, ring biçiminde bir otoyol inşa edilirken silinip gitmişti. Daha sonra ise, Eski Kent'in merkezinden geçen bir ana cadde açılmıştı.

Yine de Eski Kent'in büyük bir kısmı hala ayakta denebilir. Hoparlör sisteminin kullanılmadığı kentte müezzinler, 40 kadar minyatür cami minaresinden ezan okumaya devam ediyor. Yüzlerce zanaatkar, hala bakır kaplara döverek şekil veriyor, ahşabı oyarak süslüyor ve kılıçları biçimlendiriyor. Onbinlerce Uygur da, el işi çınar kapılar ardında, köhnemiş kiralık dairelerde veya çiçekli avlulara açılan iki katlı evlerde yaşamaya devam ediyor. Yetkililer, planlamanın her aşamasında Uygurlar'ın fikrinin alındığını belirtiyor. Fakat bölgede yaşayan Uygurlar, sadece bölgeyi boşaltma takvimlerinin ve tazminat miktarlarının açıklandığı toplantılara, celplerle çağırıldıklarını anlatıyor. Her ne kadar yeni plan kapsamında evinden çıkarılan kentlilere aynı arazide yeni bir ev inşa etme olanağı sunuluyorsa da, bu yeni ev için gereken masrafların tazminat kapsamında bulunmadığından yakınılıyor. 56 yaşındaki bir adam, Hajji, "Ailem bu evi 500 yıl önce yaptı," diyor: "Tamamen çamurdan inşa edildi. Zaman içinde değişiklikler yapıldı evet, ama bu süre boyunca odaların hiçbirine dokunulmadı."

 

Uygur geleneklerine uygun olan Hajji'nin evinde fazla mobilya bulunmuyor. Çeşitli dokumalar duvarları, halılar ise yerleri örtüyor, birkaç yükseltilmiş alan ise uyumak ve dinlenmek için kullanılıyor. Kış odasının bir kömür ocağı var ve evin garajı, ailenin şeker, biblo ve değersiz süs eşyaları sattığı bir dükkana dönüştürülmüş. Altta dokuz, üst katta ise yedi odayla bu ev, yüzyıllar boyunca Kaşgar standartlarına göre bir malikane sayılabilecek özelliklere sahip olmuş.




19 yaşındaki Mahire (solda) eşinin ailesine ait 500 yıllık evde öğlen yemeğini yiyor. Evleri, devlet tarafından yürütülen depreme karşı güçlendirme planı kapsamında yıkılacak.


Ancak Hajji ve karısı, bütün birikimlerini hasta olan çocukları için harcamış, bu nedenle onlara verilecek tazminat, yeni bir ev inşa etmeleri için gerekli olan masrafı karşılamayacak. Bu durumda, tek gelirlerini sağladıkları dükkanlarını kapatarak uzaktaki bir apartmana yerleşmeleri tek seçenek gibi görünüyor. Hajji'nin eşi, ismini söylemek istemiyor: "Bu ev bize ait. Burada birçok kuşak yaşadı ve yaşamaya devam edebilir. Ama bir apartman dairesine taşınırsak, her 50 ya da 70 yılda bir o bina yıkılacak. 'Çocuklarımıza bir apartman dairesini nasıl miras bırakabiliriz?' Hayatımızdaki en büyük problem, şimdi bu."

 

Müfettişler, aralarında en eski inşaat teknikleriyle yapılmış olan çamur ve saman evlerin de bulunduğu yapıların çoğunu "güvensiz" olarak sınıflandırdı. Belediye, güvensizliğin en kısa zamanda derecelendirileceğini ve yıkılması mecburi olan yapıların "depreme dayanıklı bir Uygur stiliyle" yeniden inşa edileceğine dair söz veriyor. Ancak Eski Kent'in yeni bölümünden üçünün, Uygur mimarlığına uygun olmadığı kararı çıkmış. Bu nedenle de, bu bölgelerdeki yaklaşık 2.000 ev yıkılıp yerlerine kamusal plazalar ve okullar yapılacak. En küçük evlerde yaşayan yoksul sakinler ise, Kaşgar'ın eteklerindeki "kutu gibi", beton sosyal konutlara kalıcı olarak yerleştirilmeye başladılar bile.

 

Eski Kaşgar'dan geriye ne kalacağı tam olarak belli değil. Xu Jianrong, Eski Kent'in tüm önemli yapıları ve alanlarının çoktan ülkenin özel koruma listesine alındığını ve onlara dokunulmayacağını söylüyor. "Yıkımda arkeologların bulunmasına da hiç gerek yok," diyor, "Çünkü devlet Kaşgar hakkında her şeyi zaten biliyor."

 

Kaşgarlı yetkililer, deprem hakkında endişelenmekte haklı. Geçtiğimiz Ekim ayında, merkezi kentten sadece 160 kilometre uzakta olan 6,8 şiddetinde bir sarsıntı meydana geldi. 1902'deki 8 şiddetindeki deprem ise, 20. yüzyılın en büyüklerinden biriydi ve 667 kişinin ölümüne neden oldu.

Bazı kentliler ise, daha modern şartlarda yaşamak istediklerini belirtiyor. Eski Kent'in gizeminin kaynağı olan bin yıllık strüktürlerin, çöp toplama, kanalizasyon ve yangın muslukları gibi bazı temel ihtiyaçları imkansız kıldığı da göz ardı edilmemeli elbette. Bu noktada Xu Jianrong, yıkımın Uygurlar'a daha iyi yaşam koşulları getireceği ve onları doğal felaketlerden koruyacağını vadediyor.

 

Ancak yine de, yıkımda ve evlerin tahliyesinde sadece deprem korkusundan doğan aceleciliğin açıklayamayacağı bir zor kullanma seziliyor. Kent yönetimi, evini erken boşaltan sakinlere para ödülü sunuyor: 20 gün içinde evini boşaltana 30 Dolar, eğer tahliye 1 ay sürerse 15 Dolar. Evler ise, boşaltılır boşaltılmaz yıkılıyor, bu da sokakların "dişlerinden bazıları çekilmiş çene" görünümü almasına yol açıyor.

 

Kaşgar televizyonu ise, projeye her gece yayınladığı 15 dakikalık "bilgilendirici reklamlarla" katkıda bulunuyor. Programda, bölgenin sismik hareketliliğini yansıtan istatistikler ve yeni beton apartmanlarının önünde mutluluktan dans eden Kaşgarlılar birbirine karışmış durumda. Bu sahneler eşliğinde yayına giren ses, "Kaşgar hiç bu kadar büyük bir organizasyon görmedi," diyor ve yapılacak yeni binaların dünya standartlarının da üstünde olacağından ve vatandaşların iktidar partisi tarafından etnik Uygur azınlığına gösterilen dikkat ve sıcaklığı, bu yeni projede tamamıyla hissedeceğinden bahsediyor.

Arkitera, Kaynak: The New York Times, Yazı: Michael Wines, Fotoğraflar: Shiho Fukada, Çev.:Burcu Karabaş, 02.06.2009

APARTMAN ÖNÜNDE BİLE TÜRBE VAR, SAHİBİ MEÇHUL

 

Çanakkale’nin Gelibolu İlçesi’nde kaldırımlarda, kavşaklarda, bahçelerde, hatta apartman boşluklarında bile türbe bulunuyor. Binalarla iç içe geçen tarihi mezarlar ortaya ilginç görüntüler çıkarıyor. 

 

Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Gülgün Yazıcı, türbelerin büyük çoğunluğunun, 655 yıl önce Anadolu’dan Rumeli’ye geçerek Gelibolu’nun fethine katılan Türk askerlerle savaşçı dervişlere ait olduğunu belirtiyor.

 

Yazıcı, türbeleri bulunanlar hakkında fazla bilgi olmadığını söylüyor, “Bayraklı Baba hariç diğerlerinin mezarında kitabeye bile rastlanmıyor” diyor.

Milliyet Ege, 02.06.2009

VAHİDEDDİN'İN MEZARINA SAHİP ÇIKTI

 

Başta son Osmanlı padişahı Sultan Vahideddin olmak üzere hanedana mensup 18 kişinin kabrinin yer aldığı Süleymaniye Külliyesi’nin restorasyonuna ilişkin protokol, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylandı.

Suriye’nin başkenti Şam’da bulunan ve Mimar Sinan tarafından yapılan Süleymaniye Külliyesi’nin restorasyonuna ilişkin görüşmeler, iki ülke yetkileri tarafından iki yıldır sürdürülüyordu. 26 Mayıs’ta Resmi Gazete’de yayımlanan kanuna göre, Türkiye, külliyenin restorasyonu işinin tamamını üstlendi. Böylece, 12 Aralık 2007 tarihinde Başbakan Erdoğan imzasıyla TBMM başkanlığına sunulan kanun tasarısı yürürlüğe girmiş oldu.

Süleymaniye Külliyesi’ne ilişkin olarak Türkiye ile Suriye arasında 19 Nisan 2007’de protokol imzalanmış ve Sultan Vahideddin’in mezarının da bulunduğu Şam’daki külliyenin restore edilmesi kararlaştırılmıştı. Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle, Mimar Sinan tarafından yapılan camii ve etrafındaki eserler, uzun süredir ibadete kapalı tutuluyordu.

Öte yandan, İstanbul’un Çengelköy semtinde bulunan Vahideddin Köşkü de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın emriyle Vakıflar tarafından restore ediliyor. Son Osmanlı padişahının şehzadeliği sırasında kaldığı köşk, mimari açıdan nadir bulunan yapılar arasında gösteriliyor. Bilhassa, soğan başlı kubbesi ile dikkat çeken köşk, çeşitli efsanelere de konu olmuştu. Bunlardan en bilineni, İttihatçılar tarafından tahtan indirildikten sonra Beylerbeyi Sarayı’na hapsedilen Sultan II. Abdülhamid’le Çengelköy’deki köşkte kalan Şehzade Vahideddin’in beyaz mendille selamlaştıklarına ilişkin efsane.

Hürriyet, Haber: Sefa Kaplan, 02.06.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

2010 AJANSI YENİ PROJE ALMAYACAK

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı proje alımını durdurdu.

 

Ajansın yeni Yürütme Kurulu Başkanı Şekip Avdagiç, Zaman'a yaptığı açıklamada ajansa yüzlerce projenin başvurduğunu belirterek, "Belediyeler, kurumlar, özel şahıslar yüzlerce proje ile 2010'a yükleniyor. Bunlar hızımızı kesiyor. Bizi alıkoyuyor. Bu sebeple artık proje almayacağız." dedi. Avdagiç, bu kararı on gün önce aldıklarını söyledi. Şu ana kadar bin 690 proje ajansa müracaat etmişti. Bunların 344'ü reddedilmiş, 197'si de kuruldan geçmişti. Onay alan projelere bugüne kadar 78 milyon TL para aktarıldı. Bin 148 proje ise değerlendirme aşamasında. Şu an ajansın en öncelikli işinin değerlendirme aşamasını tamamlamak olduğunu belirten Avdagiç, "Bu aşama tamamlandığında 540 günlük bir takvim açıklayacağız. Bu takvimde 120 etkinlik yer alacak. Daha sonra kararlaştırılanları da takvime ekleyeceğiz. Bu takvim bizim 2010 rotamız olacak." diyor. Ajansın 800 milyon TL'lik bütçesinin 300 milyon liralık kısmı Süleymaniye Kentsel Dönüşüm Projesi'ne ayrılmış durumda. Büyükçekmece'de 30 dönümlük bir arazi üzerine yapılacak olan Depo Müze de en önemli projeler arasında yer alıyor. 2010 AKB Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı, arazide 15 bin dönümlük bir üstyapı bulunacağını ifade ediyor. Depo Müze'nin içerisinde İstanbul'daki tüm müzelerin depolarında yer alan tarihi eserlerin yenilenmesi ve hayata döndürülmesi için atölyeler bulunacak Bu sayede müzelerdeki teşhir alanları da genişleyecek. Mimar Sinan Üniversitesi'nin Tophane-i Amire'nin yanında 5 bin metrekarelik bir alana müze kurma planı da 2010'un gündeminde. Avdagiç, bu projeye yürütme kurulu olarak sıcak baktıklarını belirtiyor. Atatürk Kültür Merkezi'nin projeleri de sonlandırılma aşamasında. Ayrıca Ayazağa Kültür Merkezi ile Harbiye'de yapılacak kapalı salon 2010 yılında binlerce ziyaretçiyi ağırlayacak. Uşak halılarının da Fatih ve Süleymaniye camilerine alınması planlanıyor. Sultanahmet Camii ve Ayasofya Müzesi gibi altı önemli merkez ise Anıtlar Kurulu'nun onay vermesinin ardından son teknoloji ile aydınlatılacak.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 01.06.2009


******


MASUMİYET MÜZESİ'NE 2010 DESTEĞİ





Orhan Pamuk'un romanıyla aynı adı taşıyan ve uzun zamandır açılacağı söylenen Masumiyet Müzesi'ne 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'ndan 754 bin TL'lik destek geldi. Ajans tarafından projesi kabul edilen Masumiyet Müzesi, 2010 Mayıs'ında kapılarını açacak. Romanın kahramanı Kemal'in 'zamanı mekana dönüştürmek' arzusu, böylece gerçekleşmiş oluyor. Müzede objeler, romanda anlatıldığı gibi sergilenecek.

 

Orhan Pamuk son romanı Masumiyet Müzesi'ne "Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum." diye başlıyordu. Biz bu cümleyi minik bir kurgu yaparak "Hayatımın en mutlu anı, biliyorum." diye çevirebiliriz bir süreliğine. Zira Pamuk'un uzun zamandır açılacağı söylenen Çukurcuma'daki Masumiyet Müzesi'ne 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'ndan 754 bin TL'lik destek geldi. Ajansın projesi olarak kabul edilen Masumiyet Müzesi, 2010 Mayıs'ında kapılarını açacak. 2010 ajansı ve Orhan Pamuk, önümüzdeki günlerde bir protokole imza atacak. Romanın kahramanı Kemal'in 'zamanı mekana dönüştürmek' arzusu, böylece gerçekleşmiş oluyor.

 

Masumiyet Müzesi'ni anlatmaya geçmeden biraz hafıza tazelemekte yarar var. Roman, tekstil zengini Basmacı ailesinin 30 yaşındaki oğulları Kemal ile yoksul ve uzak akrabaları Keskin ailesinin 18 yaşındaki kızı Füsun arasındaki aşk ilişkisi etrafında gelişiyor. Pamuk kitabında aşk, eşyalara ve kişilere bağlanma, koleksiyonculuk, müzeler gibi konuları işliyor. Romanın kahramanı Kemal, sevdiği kadın Füsun'u hatırlatan kutulardan kibritlere, peçetelerden sinema biletlerine pek çok nesne toplar. Bunların hepsini, Füsun hayatından çekildikten sonra kurduğu Masumiyet Müzesi'nde sergiler.

 

Orhan Pamuk Masumiyet Müzesi romanını yazmaya başlamadan önce, 1999'da Çukurcuma Caddesi'deki 24 no'lu Brukner Apartmanı'nı satın alır ve binayı müzeye dönüştürmeyi düşünür. Roman 2008 Ağustos'unda çıktı ama müzesi epey gecikti. Açıldı açılacak derken süreç de uzadı. 60 metrekarelik alanda 3 katlı, 3 cepheli küçük bir apartman olan binada roman kahramanı Kemal'in sevdiği kadın Füsun'un sarı ayakkabısı, krem rengi çanta, İstanbul manzaralı dikiş kutusu, boş gazoz şişesi, küllük, kuş kafesi, eldiven, şapka, kristal şekerlik, kaleydeskop, yazlık şemsiye, saatler, kolonya, ehliyet kursu kitapları, Ankara Ekspresi Treni, sigara gibi objeler romandaki anlatıldığı şekliyle sergilenecek. Orhan Pamuk "Kitapta sözü edilen eşyaları bulmak için 1970'ten bu yana antikacıları ve internet satıcılarını sıklıkla takip ediyordum." demişti. Orhan Pamuk, müzenin hazırlık sürecinde dünyanın dört bir yanındaki müzeleri ziyaret etmiş ve gündelik eşyanın nasıl sergilendiğini araştırmış. Masumiyet Müzesi Alman mimarlar Brigitte ve Gregor Sunder Plassmann tarafından düzenlenecek. Kitapta müzenin yolunu bulmak için bir harita ve giriş için de bilet yer alıyor. Kitaba sahip olanlar ise müze açıldığında bir seferliğine ücretsiz girebilecekler.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 02.06.2009


******


İSTANBUL'UN İLK KENT MÜZESİ

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında Büyükada'da açılması planlanan müze için çalışmalara başlandı. Müzede adaların tarihi hakkında eserler ve objeler sergilenecek.

 

Mimarlar, tarihçiler, müzeciler ve konunun uzmanı olan Tarih Vakfı biraraya geldi ve ortak araştırmalar sonuncunda ana merkezi Büyükada da olması planlanan bir müze projesi başlattı.

Müze projesi hazırlandıktan sonra ilk olarak müzenin ada meraklılarına ulaşalıbiliceği bir mekan arandı. Tam o sırada bu fikre birebir uyan, yıllardır boş duran ve eski tarihlerde Mısır Metropoliti'nin yazlık evi, daha sonra ise okul olarak kullanılan tarihi bir yapı bulundu. Özellikle bu eski binanın tercih edilme sebebi; bu ev ve diğer adalarda bulunan eski yapıların günümüze gelirken yılların getirdiği yorgunluk ve tahribat yüzünden tek tek yok olması. Müze girişimcileri bir müze hayal ederken çevredeki tarihi kalıntıları da koruyup kurtarmayı amaçlıyorlar.  Bu nedenle adanın eski yapıları onlar için önemli. Müzenin bulunacağı yapı günümüze kadar yıkılmadan durabilmiş ancak bilinçli olarak sökülen duvarlarına ve pencerelerine bakıldığında insanın içi acıyor. Bu yapının müze olmasına karar verildikten sonra mimar Ahmet Sertaç Öztürk ve ekibi oraya girerek tahrip etmeden binanın yaralarını sarmaya ve 2010 Temmuza kadar hazır etmeye uğraşıyor.

"Kent Müzesi'' şeklinde kurulması hedeflenen müzede, adaların tarihi yaşamını yansıtan ve bugüne değin yaşamış toplulukların eserleri kullanılacak. Sergi bölümünde ise özellikle güncel döneme ilişkin belgeler ve fotoğraflar yer alacak. Bunun gibi önemli projelere imza atmış ve dünyaca saygın müze uzmanları "nasıl bir müze olmalı" sorusunu çok önceden tartışmaya başladı. İnteraktif katılımlarla gelişmesi planlanan bu müzeye, adada yaşamış, adaları seven herkes katkıda bulunacak.

Peki, nasıl olacak bu katılım? Eski bir gemi tahtası, adayı anlatan bir fotoğraf, tarihi bir eser, adada yaşamış ünlü isimlerden kalma her şey bu müzeye verilebilecek. Hatta anılar bile...

Ada müzesi için araştırmalara başlayan Prof.Dr. İhsan Bilgin, Doç.Dr. Murat Güvenç, Gökhan Akçura, Gündüz Vasaf gibi isimler müze için gerekli yazılı ve sözlü araştırmalarına devam ediyor. Şimdilik Kent Müzesi için hayaller çok çok fazla. Kalıcı ve geçici sergilere mekan olması planlanan müzenin bulunduğu sokaklarda ada tarihine ilişkin parçalar görülebilecek. Müzede tanıklar ve anlar diye bir bölüm olması planlanıyor. Adada bine yakın tarihi yapı www.adalar-istanbul.org adresinde fotoğraflarıyla yer alırken sitenin ziyaretçileri o evle ilgili görüş ve bilgilerini paylaşacak. Bu bilgiler adanın belleği olacak ve tarihini kalıcı tutmayı başaracak. Müzenin proje koordinatörü Serhat Baysan, Deniz Lisesi ve Ruhban Okulu yetkilileriyle görüştüklerini ve onlardan destek aldıklarını ve müze kurulduktan sonra oraların da zaman içinde ziyaretçi kartı ile ziyaret edebilecekleri bir yer olacağını dile getirdi. Burgazada Sait Faik, Heybeliada Hüseyin Rahmi gibi isimlerle anılırken oralarda kurulacak küçük müzelerle onların da tarihi yeni nesillere ve meraklılarına anlatılacak.

Taraf, Yazı: Ayşe Tatlıcı, 03.06.2009


******


İSTANBUL, AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ OLMAYA HAZIR DEĞİL Mİ?

 

www.istanbul.com, İstanbul'un 2010 Kültür Başkentliği'ne ev sahipliği yapmasına kısa bir zaman kala "İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazır mı?" başlığı altında bir anket başlattı ve bir hafta içinde, 6.878 kişinin konuyla ilgili değerlendirmelerini aldı. Site, başlattığı bu çalışmayla bir platform yaratarak, İstanbul'un 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkentliği sürecinde gerekli tüm çalışmaların ve hazırlıkların ciddiyetle ele alınması için gerekli mesajların doğru yerlere ulaştırılmasını amaçlıyor. Anket çalışmasını yurt içinden ve yurt dışından 400.000 kişiye ulaştırmayı hedefleyen sitenin yaptığı anketin ilk sonuçlarına göre ise, 6.878 kişinin %57'si İstanbul'u Avrupa'nın Kültür Başkenti olmaya hazır bulmuyor.





Toplam 6.878 kişinin katıldığı ankette, katılımcıların %96'sı İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olacağından haberdar. Ancak 3.937 kişi İstanbul'u Kültür Başkenti olmaya hazır bulmuyor. 5.206 kişi, İstanbul'un Kültür Başkenti olmasıyla sanata olan ilginin artacağını düşünüyor. 5.842 kişi ise Kültür Başkenti olmanın anlam ve önemini biliyor.

 

Katılımcıların 4.225'i, İstanbul'daki kültür merkezi, tiyatro, sinema ve galeri gibi mekanları sayıca yetersiz buluyor. 3.919 kişi İstanbul'un daimi sorununun trafik olduğuna dikkat çekerek, trafik probleminin kültür ve sanat faaliyetlerine ulaşmada zorluk çıkaracağını düşünüyor. 3.058 kişi, medyanın Avrupa Kültür Başkenti sürecindeki çalışmalarının yetersiz olduğu konusunda hemfikir, katılımcıların 5.425'i ise İstanbul hakkında yapılan tanıtımları yeterli bulmuyor. Kentin tanıtımındaki eksik yönün ne olduğu sorusuna, 3.652 kişi "altyapının yetersizliği" olarak cevap veriyor. Katılımcıların 5.158'i, bu tanıtımlarda aktif rol oynamak istediklerini belirtiyor.

Yapı, Der.: Burcu Kayabaş, 03.06.2009


ZİNDANALTI KULESİ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI

 

Roma İmparatoru Hadrianus tarafından 117-138 yıllarında yaptırılan Edirne Kalesi'nin Zindanaltı Kulesi'nin ortaya çıkartılması için, kazı çalışmaları devam ediyor.

 

Edirne Zindanaltı Caddesi'ndeki eski Ticaret Borsası binasının bulunduğu alanda, bir iş merkezinin inşaatı sırasında geçen yıl Edirne Kalesi doğu surlarının bulunmasıyla harekete geçen Edirne Müze Müdürlüğü, Zindanaltı Kulesi'nin de gün yüzüne çıkması için kazı çalışmalarına yeniden başladı.

 

Müze Müdürlüğü yetkilileri, Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) döneminde ve XIX. yüzyıla kadar çeşitli onarımlar geçiren 360 bin metre karelik alanda kurulu bulunan Edirne Kalesi'nin Zindanaltı Kulesi'nin ortaya çıkarılması için, 12 işçi ve 2 uzman arkeoloğun görev yaptığını bildirdi.

 

Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu kararıyla sürdürülen çalışmalarda surların kuzeye uzanan kısmının da ortaya çıkartılacağını ifade eden yetkililer, Nisan 2008'de yapılan kazılarda, 4 ile 7 metre yükseklikteki oldukça görkemli surlar ile bir döneme ışık tutan tarihi eserlerin gün yüzüne çıkartıldığını söyledi.

 

Müze yetkilileri, iki hafta önce başlanan kazıda da tarihe ışık tutacak eserlere ulaşmayı hedeflediklerini, Avrupa yolu üzerindeki Edirne Kalesi'nin, Zindanaltı Kulesi'nin ortaya çıkarılması ve mevcut Makedon Kulesi ile kente gelen turist sayısının artışına katkı sağlayacağını belirtti.

Kalenin, blok taşlardan oluşmuş dikdörtgen planlı olduğunu bildiren yetkililer, şunları kaydetti: ''Kalenin her köşesine silindirik, kesme taştan birer kule eklenmiş. Bugün bu kulelerden bir tanesi ayakta olup, yakın tarihlere kadar saat kulesi olarak kullanılmış. Kulelerden diğerleri Osmanlı döneminde hapishane olarak kullanılmış. Bu kuleler, Kafes Kapı, Germe Kapı Kulesi ve Zindanaltı Kulesi isimleri ile tanınıyor.

Evliya Çelebi Saat Kulesi olarak kullanılan kuleden, Makedon Kulesi olarak söz edilmektedir. Ayrıca bu kulelerin arasında on ikişer burcun bulunduğu bilinmekte.
Kalenin 9 giriş kapısı bulunuyor. Bu kapılara Kule Kapısı, Topkapısı, Yerli Kapı, Kapı Kapısı, Uğrun Kapı, Manyes Kapı, Tavuk Kapı, İstanbul Kapısı, Orta Kapısı isimleri verilmiştir.''

Cumhuriyet, 01.06.2009

SULTANAHMET MEYDANI BİR BAŞKA ÜLKEDE OLSAYDI

 

Geçenlerde ben bu köşede Ayasofya civarı ve Sultanahmet Meydanı'ndaki araç trafiği ve otopark rezaletinden söz ederken... New York şehri çok ilginç bir kararın altına imza attı. Şehrin o çok ünlü ve cıvıl cıvıl Times ve Herald meydanlarının büyük bölümünü araçlara kapatıp tümüyle yayalara açtı. Yetkililerin açıklamalarına bakılırsa kısa süre içinde her gün 360 bin yayanın kullanacağı ve araçların girmeyeceği bir alan oluşacak. Ki orası, hem Broadway'in yanıbaşı, hem de işyeri ve alışverişin yoğun olduğu bir bölge! Tabii ister istemez hesapta araçlara kapalı sayılan bizim İstiklal Caddesi geliyor aklıma.


Aman dikkat! İstiklal'de yürürken dalıp giderseniz hızla geçen bir kamyonetin altında kalabilirsiniz! Ve eminim, kamyonet sürücüsü değil, siz suçlu çıkartılırsınız! Çünkü yayasınız! Baştan kaybetmişsiniz! İstiklal Caddesi'nde bile...

Ayasofya ve Sultanahmet civarındaki otopark rezaleti hakkında bir okurum şöyle diyor... "En ayıbı, en çirkini ne biliyor musunuz?.. Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nin bulunduğu İbrahim Paşa Sarayı Sultanahmet Camii'nin tam karşısındadır ve bazı zamanlar müzenin kapısında durup karşınıza baktığınızda cami görünmez. Çünkü sıra sıra dizilmiş turist otobüsleri bütün manzarayı kapatır."
 

Bir başka okurum yakın zamana kadar turist otobüslerinin Bab-ı Hümayun kapısının duvarlarına sürte sürte Topkapı Sarayı'nın avlusuna girmesine izin verildiğini hatırlatıyor.


Sonra da hafiften dalgasını geçerek şunu ekliyor: "Otobüslerin sarayın içine park etmesinin yasaklanması kararı sarayı ve tarihi kapıyı korumak için mi, yoksa otobüslere zarar verdiği için mi alındı, emin değilim!"

 

Sultanahmet Meydanı bir Avrupa şehrinde olsaydı araç trafiğine açık olması düşünülemezdi bile. Hele meydanın hemen dibinden raylı sistem geçiyorsa... Kaldı ki, Sultanahmet Meydanı derken aynı zamanda Etiler'de bir caddeden değil, Bizans devrinin ünlü Hipodrom'undan da söz ettiğimizi bilmeliyiz. Yani orası bir arkeolojik alan. Ve biz o arkeolojik alanı her gün araçlara çiğnetiyoruz. Haydi bunları da bir yana bırakıp peyzaj açısından bakalım... O zaman da durum facia!

Geçen gün hazır Selim Usta'da köfte yemeye gitmişken oralarda biraz dolaşayım diyen bir arkadaşım "yahu Alman Çeşmesi'ni göremedim, müthiş bir curcuna vardı; ondan mı, yoksa çeşme başka bir yerde miydi?" diye sormaz mı!.. Gülemedim! Tutuldum kaldım!

Sabah, Yazı: Haşmet Babaoğlu, 01.06.2009

BİG BEN'DE TAMİRAT ZAMANI

 

Londra halkına 150 yıldır zamanı bildiren dünyanın en meşhur saati Big Ben bakıma alındı.


Big Ben’in bakımından sorumlu Mike McCann, Viktorya dönemi mühendisliğinin ürünü olan saatin iyi durumda olduğunu belirterek, "150 yıldır Big Ben’i haftada üç kez kuruyoruz" dedi. Birçok kişinin Big Ben’in elektronik olduğunu sandığını kaydeden McCaan, saatin bütün aksamının mekanik olduğunu, ağırlıklarla çalıştığını ve kurulması gerektiğini belirtti.


McCaan, "Big Ben’in asıl bakım işi haftada üç kez kurmak, yağlamak ve onu zamanı doğru gösterir halde tutmak" dedi.  En büyük çana sahip Big Ben’in asıl ismi dev saat kulesinin kendinden kaynaklanıyor. Big Ben dev çanı, ilk kez 31 Mayıs 1859’da çaldı.

Radikal, 01.06.2009

ERBAKAN: AYASOFYA İBADETE AÇILSIN

 

İstanbul’un fethinin 556’ncı yıldönümü nedeniyle dün gece Anadolu Gençlik Derneği tarafından İnönü Stadı’nda düzenlenen “fetih şöleni” renkli görüntülere sahne oldu. Şölene katılan eski başbakanlardan Necmettin Erbakan, Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ile birlikte stadı dolduran binlerce davetliyi selamladı. Erbakan, fetih kutlamaları ile birlikte Ayasofya’nın da anılması gerektiğini ifade ederek, “Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet’in malıdır. Bu malı cami olarak vakfetmiştir. Cami olarak kullanılmaması kanunlara aykırıdır. Ayasofya bir semboldür. Ayasofya Camisi’nin bir an evvel ibadete açılması, hem vakıflar kanununa göre hem de insanlık görevidir” dedi. Konuşmaların ardından İstanbul’un fethinin canlandırılması yapıldı. Temsili Fatih Sultan Mehmet ve Akşemsettin at üzerinde stadı dolaştı. Bir maket gemi ise gençler tarafından çekilerek statta dolaştırıldı. Daha sonra ise temsili namaz kılınarak, askerle surlara saldırdı ve İstanbul fethedildi.

Vatan, 31.05.2009


******


"AYASOFYA AÇILSIN CAMİ YAPALIM"





Yunanistan'ın aşırı sağcı partisi LAOS'un lideri Yorgo Karacaferis, Atina'da cami kurulması için karşılığında Ayasofya'nın açılması önerisinde bulundu. Ülkede Müslüman mültecilerin Atina'da cami yapılması talebine ve bu sebepten dolayı yaptıkları protesto yürüyüşlerine aşırı sağcı parti liderinden şok edici bir cevap geldi. Karacaferis, "Atina'da cami kurulsun ama o zaman Ayasofya açılsın" dedi. İstanbul'da kullanımda 111 kilise bulunuyor. Bunların çoğunu Rum Ortodoks kiliseleri oluşturuyor. Onu sırasıyla Ermeni, Katolik, Anglikan, Protestan, Rus ve Bulgar Ortodoks kiliseleri izliyor. Yunanistan'da ise Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde (Gümülcine, İskeçe, Dedeağaç) yaklaşık 350 cami bulunuyor. Atina'da ise Osmanlı döneminden kalma metruk durumda olan bir cami dışında hiç cami yok.

Yeni Şafak, 03.06.2009

FETİH MÜZESİ NEYİ SİMGELİYOR?





Göğüslere saplanan oklar, kesilmiş kol ve kafalar, topların yıktığı duvarlar altında ezilen insanlarla, çocuklara verilmeye çalışılan mesaj ne olabilir?

'Osmanlı Parkı' projesinin arkasında sinsi bir şiddet var. Amacı, nedeni ne olursa olsun, savaşların insanlar için nasıl bir yıkım yarattığını göstermeye, yorumlamaya çalışın, cesaretiniz varsa!

 

Theodosius surlarının dışında, Topkapı'da 354 bin metrekarelik devasa bir alanda, 150 milyon TL harcanarak inşa edilen "Osmanlı Parkı", İstanbul'da Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen ikinci büyük kentsel düzenleme. Birinci proje Atatürk'ün daveti ile 1930'larda İstanbul'a gelen Fransız şehirci-mimar Henri Prost tarafından Pera'nın kıyısında, Taksim ile Şişli arasında gerçekleştirildi. Bu kapsamlı düzenleme çok amaçlı salonu (Spor ve Sergi Sarayı), Açıkhava Tiyatrosu, İnönü Stadyumu ve nihayetinde Atatürk Kültür Merkezi (Opera) ile o tarihe kadar özel alanda yer alan kültüre kamusal bir alternatif oluşturmayı ve 2. Meşrutiyet'ten sonra oluşturulmaya çalışılan "Neo-Osmanlı"ya bir alternatif ortaya koymayı hedefliyordu. O tarihe kadar kamusal alana oryantalist bir tarz hakimdi. Vapur iskeleleri, elektrik trafoları, Osmanlı Bankası binaları, okullar, hastaneler, hatta devlet borçlarını tahsil etmekle görevli Duyunu Umumiye binası bu tarzda inşa edilmişti. Bu yıl açılışı yapılan Osmanlı Parkı'nın ise Osmanlı'nın merkezi olduğu düşünülen Tarihi Yarımada'nın sınırında, gene ana ulaşım arterlerinin üzerinde, camisi, geleneksel el sanatları çarşısı, Fetih Müzesi, gezi alanları ile bu oryantalist tarza bir geri dönüşü amaçladığı söylenebilir. Kendi kendisini oryantalize etmeye çalışan bu "Neo-Neo-Osmanlıcı" program da bir öncekine referansla Osmanlı'yı kentte bir ulusdevlet projesi olarak yeniden kurgulamayı amaçlıyor.

 

Sahiplenirken yok etmek
Burada, adlarını bilmediğimiz birtakım mimarlar, sanatçılar İstanbulluların parasıyla tiyatro dekoru gibi tasarımlar yapmışlar. Belediye yöneticilerinin 20. yüzyıl başından kalma modern (bazen art-nouveau, bazen neo-klasik) ahşap yapıları, bize çocuk kandırır gibi "Osmanlı evleri" diye yutturmaya çalışmasını Cüneyt Arkın'ın Kara Murat filmlerine benzetiyorum. Bu filmlerde Cüneyt Arkın üstlerinden zıplayıp, tepelerinden uçtuğu Bizans ve Osmanlı surları dışında nasıl kendisini "mecburen" 20. yüzyıl başından kalma bir kent dokusunda bulursa, bizim çok akıllı mimarlar da "Osmanlı" deyince bunları anlıyor. Kara Murat filmlerinde 19. yy sonu endüstriyel malzemelerle, fabrika tuğlaları, putrellerle, volta döşemelerle inşa edilmiş modern binalar nasıl bize "Bizans İstanbul'u" diye yutturulmaya çalışılıyorsa, aynı durum burada, Osmanlı için karşımıza çıkıyor. (Nasıl olsa "halkımız bunu yer") Bu tasnife göre örneğin 19. yüzyıl sonundan başlayarak inşa edilen ahşap yapılar Osmanlı, kagir olanlar ise Bizans! Peki İstanbul gibi bir kent neden bu tuhaf duruma düşüyor? Bir taraftan kentin Osmanlı geçmişini sahiplenmek, onunla her fırsatta övünmek, diğer taraftan kentin Osmanlı geçmişini basmakalıp bir projeye dönüştürmek, onu her fırsatta bayağılaştırmak... Bu çelişkiyi nasıl yorumlamalı? Burada binlerce çocuk, genç, yetişkin totaliter rejimlerde olduğu gibi, bir beyin yıkama makinesinden geçiriliyor. Bu düşmancı, indirgemeci yaklaşımla kent halkı yeniden yoğrulmaya çalışılıyor. Göğüslerine saplanan oklarla, kesilmiş kol ve kafalarla, top mermilerinin yıktığı duvarlar altında ezilen ve parçalanan insanlarla, çocuklara, İstanbullulara verilmeye çalışılan mesaj ne olabilir? Söylenen şu: Halk bugüne kadar hor görüldü, kendi tarihinden uzaklaştırıldı. Buradaki müze çocuklara "kendi tarihiyle övünmeyi öğretecek, ben neymişim dedirtecek..." Müzede satılan kitaplarda şunlar söyleniyor: "Mazlum milletimizin kimliği sürekli içimizdeki düşmanlar tarafından bastırıldı, işte bu müzeyi biz onu kurtarmak, kendisine güven duymasını sağlamak için yaptık..."

 

İnsanlara yazık değil mi?
Tanıtım metinlerinde müzede yer alan temsilin fetih anının gerçeğini yansıttığı iddia ediliyor. Böyle bir şey mümkün mü? İcat edildiğinden beri fotografın bile gerçeği değil, kamerayı kullanan kişinin öznelliğini yansıttığı tartışılırken, tamamen kurmaca olan bir resim nasıl olur da gerçeğin yerine geçebilir? Fetih olayı bu resmin bize gösterdiğinden ibaret olabilir mi? Resmin hakikat olduğunu kim söyleyebilir? Örneğin sanatçılar (Londra'da Napoleon'a karşı kazanılan zaferin, Trafalgar Savaşı'nın tanıtıldığı müzede olduğu gibi) bu olayı savaş karşıtı bir açıdan yorumlayamaz mı?


Bu projenin arkasında sinsi bir şiddet var. Amacı, nedeni ne olursa olsun, savaşların insanlar için nasıl bir yıkım yarattığını göstermeye, yorumlamaya çalışın, cesaretiniz varsa! Savaşın iyi bir şey olduğunu düşünmemiz gerektiğini söyleyenler bunu yalnızca söylemekle kalmaz. Otoriter rejimlerde yöneticiler, kışkırtılan kitleler sanatçılara karşı saldırganlaşırlar ve onları "düşman" kategorisinde görmek isterler. Baskıcı yönetimlerin temel özelliği sanatsal üretimin görünmeyen mekanizmalarla kontrol altına alınmasıdır. Bir duvar gibi sanatçıların karşısına çıkan bu sınırlar onları karşı tarafa yerleştirir, üstelik taviz verilmezse, en müzmin muhalif tarafına. Şiddeti savunan güç odakları kamusal alanın öznelliklere açılmasından korkarlar. Farklı siyasal düşüncelerin olmasından değil, bağımsız düşünce üretilmesinden ödleri kopar. Sanatçılar savaşta "Bizans tarafını tuttukları" ya da "Osmanlı karşıtı oldukları" için değil, kurmacalığın şiddet aracılığıyla tek bir gerçeğe indirgenmesini sorguladıkları için, kamusal bir hakikatin olamayacağını gösterdikleri için düşman gibi görülürler. Oysa anlaşmazlık tercihlerde değildir, ısrarla gösterilmeye çalışıldığı gibi.

 

Bu kentin Osmanlı dönemindeki sanatta, mimaride, edebiyattaki evrensel boyutu, hiç şüphesiz tek boyutlu düşünce dünyası içine hapsedilmemesi sayesinde oldu. Bu projedeki sanatın, mimarlığın bir entelektüel arka planı, evrensel bir mesajı var mı? Bu çocuklara, İstanbullulara, insanlara yazık değil mi? Fatih Sultan Mehmet döneminde İstanbul'un dünyanın en önemli entelektüel merkezlerinden biri olduğunu da hatırlatmaya bilmiyorum gerek var mı? Bugün de farklı bir Cumhuriyet projesi mümkün değil mi? Şiddet içermeyen, dışlayıcı olmayan bir Cumhuriyet olamaz mı?

Radikal, Yazı: Korhan Gümüş, 31.05.2009

TARİHİ ESERE BEKÇİ REHBER

 

Bir çoban tarafından 1994'te tesadüfen bulunan dünyanın en eski taş resimlerine ev sahipliği yapan ve Adem ile Havva'nın kovulduğu Cennet Bahçeleri olduğuna inanılan Şanlıurfa'daki Göbeklitepe'yi daha önce 'tarımı engelliyor, saban yapılamıyor' diye tarihi taşları balyozla kıran Bekçi Veysi koruyor(!) Paha biçilmez tarihi eserleri korumanın yanı sıra tek kelime lisan bilmeden turist rehberliği de yapan Veysi Yıldız, "6 yaşındaki oğlum Hayati de evde sıkılmasın diye yanımda duruyor. Av tüfeğim, kelepçem ve düdüğüm var.

Buradan kuş bile uçamaz" diyor. Dünyanın her yerinden bu mucize atmosferi görmeye gelenler arasında dolar milyarderi turistler de var. Ancak her gün yüzlerce kişinin ziyaret ettiği yerde sadece bekçinin barındığı köhnemiş bir konteynır bulunuyor. Bunun dışında ne su, ne tuvalet, ne iki lokma yiyecek, ne de doğru dürüst yol var.

Sabah, 30.05.2009

BAKIRKÖY'DE YANAN TARİHİ 'TAŞ MEKTEP'





Yeni Mahalle Mektep Arkası Sokak 40 numaradaki 3 katlı tarihi yapıda, dün akşam saat 21.10 sıralarında çıkan yangın, 6 ilçeye bağlı itfaiye ekiplerinden 21 araç ve 85 personelin yaklaşık 40 dakikalık yoğun uğraşları sonucunda kontrol altına alınarak söndürüldü.

 

Yangın sonrası kullanılamaz hale gelen okul, 1864 yılında Paris'ten gelen şehircilik uzmanı Kont Alleon tarafından İstanbul'da yaz aylarında oturmak için yaptırıldı. Marsilya kiremit ve tuğlalarıyla 1865 yılında inşa edilmeye başlanan yapı, 1874 yılında tamamlandı.

1894 yılında İstanbul'da meydana gelen depreme kadar burada oturan Kont Alleon, binayı 1898 yılında Preveze Mutasarrufu Ali Rıza Paşa'ya sattı. 1900 yılında Maarif nezaretine devredilen yapı okula dönüştürüldü ve günümüze kadar ''Taş Okul'' adıyla çeşitli derecelerde eğitim hizmeti sundu.

Cumhuriyet döneminde de okul olarak hizmet vermeye devam eden ve halk arasında taş mektep olarak adlandırılan yapı, ayrıca İlköğretim Müdürlüğü Bakırköy 1. Mektebi, Bakırköy Merkez İlkokulu isimlerini de aldı.

2004-2005 öğretim yılından beri tadilat nedeniyle hizmet vermeyen okul, dün akşam çıkan yangında tamamen kullanılamaz hale geldi.

Sabah, Yazı: Turgay Tuna, 30.05.2009


******


RESTORE EDİLMEYİ BEKLERKEN KÜL OLDU

 

Ulvi Cemal Erkin, Münir Özkul, Şener Şen gibi ünlülerin okuduğu Taş Mektep, 2003’ten beri kaderine terk edilmişti. Geçen yıl ‘restore edilecek’ dendi. Ama o günleri göremedi...

 

2003 yılından beri kaderine terk edilen Bakırköy İlköğretim Okulu, tinerciler tarafından çıkarıldığı iddia edilen yangında kül oldu.


Yeni Mahalle’de başka bir ilköğretim okulunun olmadığını söyleyen muhtar Nihat Şahin, “Geçen yıl valilikten gelen yazıda okulun restore edileceği söylendi. Ama bir yıldır çivi bile çakılmadı. Çıkan bu yangında da kül oldu” dedi.


Yeni Mahalle’de oturan, ilköğretim çağındaki çocukların çevre mahallelerdeki okullara gittiğini söyleyen Nihat Şahin, Taş Mektep olarak bilinen Bakırköy İlköğretim Okulu’ndan Ulvi Cemal Erkin, Cahit Sıtkı Tarancı, Münir Özkul, Adile Naşit, Şener Şen, Cem Karaca gibi ünlülerin mezun olduğunu belirtti.


Taş Mektep olarak bilinen Bakırköy İlköğretim Okulu 1999 depreminde hasar görünce, 2003 yılında boşaltılarak, kapıları kaynaklandı ve kaderine terk edildi.


Tekrar hizmete girmesi için projenin onaylanmasını bekleyen Taş Mektep, önceki akşam, tinerciler tarafından çıkarıldığı iddia edilen yangında kül oldu.


Yangının ardından harabeye dönen okula gelen eski mezunlardan Sibel Kulu, seçim döneminde okula pankart asıldığını ve restorasyon yapılacağının yazıldığını söyleyerek, “Kimse ilgilenmedi, en son tinerciler kalıyordu. Böyle bir araziden rant sağlamak isteyenler de olabilir. Belki de bilerek yakıldı. Çok üzüldüm, benim çocuklarım neden burası varken başka okullara gitsinler?” dedi.


Yeni Mahalle’de oturan 600 çocuğun Ataköy’deki okullarda eğitim gördüğünü söyleyen muhtar Nihat Şahin ise, şunları söyledi: “Yanmasına rağmen bu tarihi okulun yeniden restore edilerek güçlendirme de yapılarak Bakırköy İlköğretim Okulu olarak açılmasını istiyoruz.”

Milliyet, Haber: Haluk Atalay, 31.05.2009

ANKARA'DA BİR TARİHİ FIRSAT




Ankara Çağdaş Sanatlar Müzesi binaları 2006 yılında sokak çocukları ve başıboş hayvanların yuvası olmuştu.


Beral Madra, 23 Mayıs 2009 tarihli Radikal’de Ankara Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin akıbetine ilişkin kaygılarını dile getirdiği yazıda söyledikleriyle yerden göğe kadar haklı. Madra yazısını ‘bizden ayrılmayın’ diye bitirirken aslında Ankara’da müze gibi son derece hassas bir konunun sürekli gündemde tutulması gerektiğinin de altını çizdi. Doğrususu büyük bir umutla yola koyulan Ankara Çağdaş’ın böyle bir hayal kırıklığı ile sonlanacağını biraz da tahmin ediyorduk. Şöyle ki yakın geçmişte Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın bu mekanı tanımlarken ‘müze’ yerine ısrarla “10 bin m2’lik kapalı sergi salonu” demesi nasıl bir ‘müze’nin(?) hedeflendiğini de özetliyordu.


Madra’nın yazısında sorduğu soruları bu kentte doğmuş büyümüş ve halen burada yaşayan biri olarak yanıtlamadan önce, süreci kısaca hatırlamakta fayda var. Sanatçı Turan Erol 1996’da, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e Cumhuriyet Resepsiyonu esnasında Ankara’da bir çağdaş sanatlar müzesinin gerekliliğini kişisel olarak dile getiriyor. Sonra, Cumhurbaşkanlığı’nın kapsamlı gereklilik raporunu da içeren taslağı Kültür Bakanlığı’na 6.11.1996  tarihli yazısıyla ileterek resmi prosedürü başlatıyor. Kültür Bakanlığı da Cumhurbaşkanlığı’na gönderdiği açıklamasında, projenin Bayındırlık Bakanlığı’nca gerçekleştirilmesi halinde eski demiryolları onarım atölyelerinin, 1997 yılı içinde çağdaş sanatlar müzesine dönüştürülmüş olacağının müjdesini veriyor. Aradan çok geçmeden de, o günkü kültür bakanı İstemihan Talay’ın gayretiyle inşaata başlanıyor. Bütün bunlar onarım atölyelerinin başlangıçtan itibaren doğrudan doğruya bir çağdaş sanatlar müzesi temeli üzerine kurulduğunun kanıtı. Sonrasında yaşanan trajikomik vakalar malumunuz: 2006 yılında Adalet Bakanlığı bu müze alanına talip oldu. Yetmiyormuş gibi müzenin başlanmış ve bitirilmeyen binası sokak çocuklarının ve başı boş hayvanların yuvasına dönüştü (Radikal, 30 Ocak 2006). Şimdi iyi olan şu ki Bakanı Günay, bir felaketi önledi. Ancak müzenin yönetimini ve profilini belirlemeyi seyahat acentaları birliği olan TURSAB’a devretmekle, yalnız Ankara için değil Türkiye adına da tarihi bir fırsatı elden çıkarmış oldu.


Şimdi Beral Madra’nın yazısında sorduğu soruları yanıtlayalım:
1) “Müzenin işletmesini devredene kadar çalmadık kapı bırakmadım” diyen Kültür Bakanı’nın Madra’nın zannettiği gibi danışma kurulu yoktur.
2) Kültür Bakanlığı’nın çağdaş yaratıcılığı ve sanat üretimini kalkındırma ve zenginleştirme konusunda belirgin bir programı yoktur.
3) Bakanlığın AB ülkelerinde olduğu gibi, bütün Türkiye’ye yayılmış, güncel bir kültür/sanat programıyla donatılmış sanat merkezleri ağı kurmak, bu merkezlerin uluslararası etkileşime girmelerini sağlamak gibi bir çalışması yoktur. Bakanlığın çağdaş sanat ve tasarım konusunda sağlıklı veri tabanı da yoktur.
4) Kültür Bakanlığı’nın yaratıcı gençler için oluşturduğu bir burs havuzu yoktur.
5) Kültür Bakanlığı AB ülkelerindeki etkinliklere katılmak için davet edilen sanatçıların yaşadığı vize işkencesinden bihaberdir ve bu konuda bir iyileştirme yapılması gibi bir planı yoktur.


Ankara Çağdaş, bitirilme aşamasına bu kadar yakınken nedense kültür bakanlığımız, Serhan Ada’nın da yazısında vurguladığı gibi (9 Mayıs 2009, Radikal) bu kentte daha kısa süre önce kapsamlı çağdaş sanatlar sergilerini organize eden kurumlarla hiçbir biçimde iletişime geçme ve danışma ihtiyacı duymuyor. İşin garibi şu ki, müzenin işletilmesinin devredildiği TURSAB, bugüne kadar gerçekleştirilen hiçbir çağdaş sanat etkinliğinin yanında da olmamıştır.


Ankara, bu müze kaderini ilk kez yaşamıyor aslında. 1998’de kurulan Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nin akıbetinden bu anlamda ders alınmalıdır. Bu merkez de kurulduğu yıllardan itibaren sanattan bihaber amatör müdürlerin elinde deyim yerindeyse sanat sergilerinden ziyade her önüne gelenin at koşturduğu, bazı istisnalar hariç tutulursa, hiçbir çağdaşlık iddiası taşımayan yüzlerce panayır etkinliğiyle kısa bir süre içinde amatörleşti ve kendini tüketti. Ankara Atatürk Kültür Merkezi de Ankara’nın son 10 yıl içinde geçirdiği bu amatör devrimin başka bir anıtı olarak karşımızda duruyor.


Evet yakında Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni binasına komşu bir ‘sergi mekanı’ olacak. Malum özel günler, hediyelik eşya fuarları,  el emeği göz nuru yığınlarca zanaat etkinlikleriyle elbette bu sergi mekanımız ziyaretçilerle dolup taşacak. Bakanlığımız da niteliksel değil niceliksel göstergeleri ölçüt alarak ‘sanatı halka getirdik’ diye övünecek. Bu mekanın adı müze olsa da, bu anlayışla Ankara Çağdaş Sanatlar Müzesi’nin içi sıradan sergilerle dolup taşacak. Ankara kendini bu yüzden  uluslararasılık / karşılıklılık platformuna oturtamayacak. Müze kendisi için uluslararası öncü kurumlarla rekabet edecek bir vizyon belirlemez ve tüm bu uyarılarımızı dikkate almazsa kimse boş yere Ankara’da çağdaş sanatın geleceğinden umutlanmasın.

Radikal, Yazı: Ferhat Özgür, Sanatçı, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi, 30.05.2009

HASANKEYF İÇİN GERİ SAYIM BAŞLADI

 

 

Türkiye’deki Ilısu Barajı Projesi karşıtları, Berlin’de toplantı düzenledi. Toplantıya ‘Hasankeyf yok olmasın’ yazılı tişörtle katılan pop sanatçısı Tarkan, Alman hükümetinden Ilısu’ya verdiği kredi desteğini çekmesini istedi. Alman Ekonomi Bakanlığı Müsteşarı Hans Henckel ise Türkiye’nin projeyi çok saydam bir şekilde gerçekleştirdiğini, toplantının yanlış yerde yapıldığını, çünkü projeyle ilgili kararların Ankara’da alındığını söyledi. Almanya, Türk hükümetinin çevre, tarih ve bölge insanlarıyla ilgili sözlerini yerine getirmediğini söyleyerek kredi desteğini çekmişti.

 

Almanya’nın bu önlemlerin alınması için Türkiye’ye verdiği süre 6 Temmuz’da doluyor. Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay ise Türk hükümetinin projeyi istemesinin iki önemli siyasi nedeni olduğunu savundu: “Hükümet bir yandan suyu kontrolü altına alarak komşularına karşı kullanmak, diğer yandan PKK’nın geçiş yollarını kapatmak istiyor.”

Radikal, Fotoğraf: Serkan Ocak, 30.05.2009

NEMRUT'A KILIF BULUNAMADI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ODTÜ öğretim görevlilerinin birlikte yürüttüğü, Nemrut Dağı'ndaki tarihi eserleri korumak için hazırlanan acil eylem planında, heykellerin korunması için özel kılıfların yapılması kararı alındı.

Ancak uzmanlar hem içine su almayacak hem rüzgarı kesmeyecek, aynı zamanda kurumaya olanak verecek ve hava geçirgen özelliklerine sahip bir kılıf bulamadı. Bu yüzden proje askıya alındı. Program Koordinatörü, ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nden Doç.Dr. Neriman Şahin Güçhan şunları söyledi: "Kışın kullanılıp yazın çıkarılabilen, belki yüksek teknolojiyle üretilebilen bir malzeme olmalı. İklim çok sert. Takacağımız malzemenin rüzgar uçurmadan yerinde durabilmesi lazım. Ama arkeolojik alan olduğu için sabit bir şey de yapamayız. Avrupa başta olmak üzere bu kumaş hiçbir yerde yok. Sporcuların kullandığı kumaşlar var ama onlar suyu geçirmediği gibi nemi de geçirmiyor. Bizler kurumayı sağlamasını da istiyoruz."

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 30.05.2009

DOLMABAHÇE'DE REZERVASYON BAŞLIYOR

 

Milli Saraylar Daire Başkanlığı bünyesinde bulunan Dolmabahçe Sarayı Genel Sekreterliği'nden yapılan açıklamaya göre, artık ziyaretler 1 Haziran 2009 tarihinden itibaren rezervasyonla gerçekleştirilecek. Ziyaretçiler her 15 dakikada bir 40'ar kişilik gruplar halinde içeri alınacak ve sistemin belirlediği ziyaretçi sayısı aşılmayacak. Rezervasyonsuz ziyaretçilere bilet satışı saraydaki ziyaretçi yoğunluğuna bağlı olarak günlük kapasiteye uygun oranda gerçekleştirilecek.

 

Saraya girebilmek için ortalama bekleme süresi ve sarayın doluluk oranı gibi bilgiler gişe önündeki ziyaretçi panosuyla sürekli olarak duyurulacak.

 

Dolmabahçe Sarayı'na rezervasyon yaptıramayan ve yoğunluktan dolayı Saraya giremeyen kapalı grupların acenteler tarafından Beylerbeyi Sarayı gibi Milli Saraylar bünyesinde bulunan köşk ve kasırlara yönlendirilmesi tavsiye ediliyor.

Turizm Habercisi, 29.05.2009

TARİHİ ESERLER KOKTEYL MASASI OLDU





Denizli'de Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Pamukkale Üniversitesi'nde düzenlenen 31'inci Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'na davet edilen 400 bilim adamı için kokteyl düzenledi.

Pamukkale Müzesi'nin bahçesinde verilen kokteylde hazırlanan masalar yetmeyince, konuklar tarihi eserleri sehpa olarak kullandı. Bilim adamları, yemek tabaklarını ve bardaklarını mermer sütun parçalarının üzerine koyması dikkat çekti.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün düzenlediği üç günlük 31'inci Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu sona erdi. Pamukkale Üniversitesi'nin ev sahipliği yaptığı, yerli ve yabancı 400 bilim adamı ve arkeoloğun katıldığı sempozyumun son gününde Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, bilim adamlarına Pamukkale Müzesi bahçesinde kokteyl verdi. Çok sayıda davetlinin katıldığı kokteylde, bahçede hazırlanan masalar yeterli olmayınca, davetliler mermer sütun parçaları gibi tarihi eserleri sehpa olarak kullandı.

Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, kokteylin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlendiğini belirterek, “Davetlileri tarihi eserlerin üzerinde yiyin için diye davet etmedik. Kasti bir şey yok. İnsanlar sohbet ederken alkolün etkisiyle farkına varmadan bunu yapmış olabilir. Bilerek yapılan bir şey yok. Tarihi eserlere zarar verilmesi söz konusu değil” dedi.

Hürriyet, Haber. Ferah Işık, 27.05.2009


******


URARTU KRALİÇESİ KAKULİ KİM?

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün’ün 25 Mayıs’ta Denizli Pamukkale Üniversitesi’nde “Bilim camiasında da kabul gören bir anlayışla sahasında artık dünyanın en uzun süreli ve kesintisiz sempozyumu olan Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri” Çalıştayı'nın 31. açış konuşmasındaki bu yargısına katılmamak olanaksız.

Düzgün’ün konuşmasından birkaç alıntı yapalım. Beş gün süren toplantıda, dört ayrı salonda, yerli ve yabancı bilim insanları Anadolu’nun tarihsel, kültürel ve dinsel mirasını 339 bildiriyle aydınlattılar.

Türkiye’de 2008 yılında 92 Türk, 43 yabancı ve müzelerin katılımı ile 37, kurtarma amaçlı 110 adet olmak üzere toplam 282 kazı yapılmış. Ayrıca karayolu, baraj alanlarında 17 kurtarma kazısına ek olarak 77 Türk ve 34 yabancı bilim insanı yüzey araştırması sürdürmüş, 1 adet de sualtı kazısı gerçekleştirilmiş. Toplamda 417 bilimsel çalışma, Anadolu’nun tarihini didiklemiş…

Böyle bir toplantıyı izlemek, o salondan bu salona, yeni buluntuları, yeni araştırma sonuçlarını öğrenmek için koşuşturan arkeologların anası ağlarken Doğan Haber Ajansı’nın Denizli’deki muhabirinin “trajikomik” haberi Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde boy göstermez mi? Açılışın geleneksel resmi kabulü Pamukkale Müzesi’nin bahçesinde düzenlenmişti. “Tarihi eserler kokteyl masası oldu” biçimindeki haberde, sanki arkeologların tarihi eserlere zarar verdikleri savlanıyordu. Bir hafta boyunca bu gazeteleri, Çalıştay'ın içeriği hakkında haberler verirler mi diye izledim, ama tek satır göremedim. Doğan grubunun İngilizce gazetesi Daily News kendi ajansına yüz vermemiş, Anadolu Ajansı’nın haberini kullanmıştı.

Dünya arkeolojisinde depremler yaratan Urfa Göbeklitepe’deki son buluntular neydi? Adana Sirkeli Höyük’te bulunan ve ilk kez “ruhunun ölümünden sonra yükselişinden” söz eden Hitit soylusunun olağandışı mezar taşının önemi neydi? Van Ayanis Kalesi’nde Urartu Kraliçesi Kakuli’nin altın asası bulunan, adı ilk kez duyulan bu kraliçe kimdi? Burdur Sagalassos’taki dev heykeller hangi imparator ve imparatoriçelerindi? Muğla Kaunos’ta insanlar “tuzla” alanını güneş ve rüzgar değişimlerini dikkate alarak nasıl oluşturmuşlardı? Önümüzdeki günlerde Cumhuriyet’te bu haberleri ayrıntılı olarak okuyabileceksiniz. DHA’nın haberi gazetecilik mi, cehalet mi, utanmazlık mı, anlayamadık!

Toplantının kapanış konuşmasını yapan Hierapolis Kazı Heyeti Başkanı İtalyan Prof. Francesco D’Andria’nın şu sözlerine yer verelim: “Yalnızca arkeolojik zenginlik değildir bu ülkede ortaya çıkmakta olan… Bugün Türkiye’de karmaşık arkeolojik girişimler tasarlanmakta ve uluslararası kamuoyunu sarsan bir enerjiyle gerçekleştirilmektedir. Önleyici arkeoloji dünyasında, bilimler arası ekiplerin kuruluşunda, sadece arkeolojik kazı alanında uzman olan değil, aynı zamanda doğa bilimleri, arkeometrik analizler, farklı malzemelerin konservasyon tekniklerinde uzman gençlerin geniş katılımı görülmektedir.”

Gerçekten 70’li yılların sonlarına değin yapılan, sonradan doğanın ve insanların tahribine terk edilen arkeolojik kazılar, artık günümüzde çeşitli bilim disiplinleri ile değişik boyutlarda bir “takım” çalışmasına dönüşmüştür. Balon, zeplin, helikopterden çekilen hava fotoğraflarına uydu resimleri eklenmiştir. Ayrıca “jeoloji” biliminin radar gibi her türlü yeraltı taramasını yapan en son teknolojik buluşlar kullanılıyor. Hayvan kalıntıları için “arkeozooloji”, bitkiler için “arkeobotanist”ler de devredeydi.

Özellikle klasik dönem arkeolojik alanlarda kalıntıları ayağa kaldırıp, koruma ve hatta turizme kazandırma yolunda önemli adımlar atılıyor. Pek çok kazıda yöre çocuklarının “oyun” havasında “kazıya” katılmaları ile tarihi koruma bilincinin aşılanmasındaki önemli adımların milli eğitim, kültür ve turizm bakanlıklarına da örnek olmasını dileriz.

Bu Çalıştay'da bizi en çok sevindiren gelişmelerden biri de bazı valiliklerin, belediyelerin yörelerindeki kazılara çok önemli katkılarda bulunmalarıdır. Örneğin Malatya Valiliği, “bir yabancı kazı” dememiş “ilk devlet” ve “ilk kent” olgusunun yeşerdiği Aslantepe kazılarının üzerini güzel bir çatı ile koruma altına almış. Denizli Valiliği ve Belediyesi de Hierapolis Tiyatrosu’nun 2.5 yılda güçlendirilmesini öngören planını ödemeyi sahiplenmişler.

En ilginç gelişmeyi ise Tokat’ın Sulusaray İlçesi Kaymakamı İbrahim Civelek ve Belediye Başkanı Şahin Hasgül’ün girişiminde gördük. İki yetkilinin çalıştay girişinde kurdukları bir tanıtım masasında ilçedeki antik Sebastopolis kentinde kazı yapacak yerli ve yabancı arkeolog aradıklarına tanık olduk.

Buna karşılık Doğu Akdeniz’in önemli kenti Hatay’daki iki höyüğe ziyarete gelen turistlerin tuvalet bulamayışlarına, dünyanın 2 numaralı mozaik müzesinin genişletilmesine, yer yokluğunda bazı mozaiklerin hala toprak altında tutulan bu ilin yerel yönetimlerinin parmaklarını kıpırdatmayışlarına ise üzüldük.

Düzgün’ün açıklamasından Türkiye’de 7.766’sı arkeolojik olmak üzere 9.722 SİT alanı ve 84.830 taşınmaz kültür ve doğa varlığının tescil edildiğini öğrendik. Bunlar bilinenler… Dünyada böylesine zengin bir başka ülke var mı?

Kapanışta bir değerlendirme yapan Kazılar Dairesi Başkanı Melih Ayaz, bu alanlar için her geçen gün yerli ve yabancı bilim insanlarından pek çok araştırma ve kazı başvurularının geldiğini, bu nedenle “iyilerini değil, en iyilerini seçmek durumunda kaldıklarını” da duyduk. Ayaz’ın, Türkiye’den kaçırılan eserlerin bulunduğu ülkelerin arkeologlarından destek istemesi de olumlu bir noktaydı.

İhale Yasası ile Arkeolojik Kazı!

Bütün bu olumlu gelişmelere karşı sorunlar yok mu? Olmaz olur mu? Bazılarını özetleyelim:

* Özel mülkiyetteki sit alanlarında kamulaştırma sorunları sürdüğü için bilimsel çalışmalar ve onarımlar aksıyor. 1993’ten beri kamulaştırılması sonuçlanmayan alanlar var.

* Döner sermayenin, kazılarda kullanmak üzere il özel idarelerine gönderdiği ödenekler, arkeologlara verilmeyerek “İhale Yasası” gereğince ihaleye çıkarılması gibi gülünç olaylarla karşılaştık. Bu nedenle bu yıl pek çok kazı tam olarak yapılamamış.

* Hemen hemen her alanda definecilerin kaçak kazı tahribatı sürüyordu.

* Barajların etkilediği “Sahibi çok, ama her şeye karşın sahipsiz” denilen Hasankeyf’in geleceğinin belirsizliği sürdürülürken Allianoi kazısına izin verilmeyişini aklımız almadı.

* Seyitömer ve Yatağan kömür alanları antik yerleşmeleri yok ederken ikinci alanda Bakanlar Kurulu izinli kararın bir bürokrat izni ile durdurulması “etik erozyonu olan arkeolog aranıyor” olarak değerlendirildi.

* Dünyada tek olan kubbeli 186 tarihsel konutun yerel seçim öncesinde yıkılıp yerlerine iki katlı binaların yapılmasına izin verenler hakkında neden yasal kovuşturma yapılmadığı anlaşılamadı. Yalvaç’ta antik kenti kazan arkeologlar, karşılarına belediyenin kaçak su borusu çıktığında ne denli şaşırdıklarına biz de şaşırdık!

* Antalya’da bilmem kaç yıldızlı otelin açılışına katılan Ertuğrul Günay’ın Turizm Bakanı olduğunu, bakanın açış ya da kapanışta Çalıştay'a gelmeyişi Kültür Bakanı olmadığını kanıtladı.

* 21 Mayıs’ta Cumhuriyet Kitap ekinde 150 kadar arkeoloji ve sanat tarihi kitabını tanıtmıştık. Bakanlığın hiçbir müzesine yeni kitap almadığını, YÖK’ün de ilgili bölüm kitaplıklarına gerekli ödeneği vermediğini öğrendik. Gönül en azından güçlüklere karşın inatla yaşam kavgası veren iki arkeoloji dergisinin bu bölümlere kazandırılmasını isterdi. Varlıklı okurların bulundukları kentteki üniversite ve müze kitaplıklarına bu kitapları kazandırmalarını dileriz.
Cumhuriyet, Yazı: Özgen Acar, 02.06.2009

Tarsus (Francis W. Kelsey)
...1919




24 - 30 Mayıs 2009

KÜÇÜCÜK BİR OSMANLI YAPISI

 

9 Mayıs 2009 tarihli TAY Haber’de bu başlıkla yayınlanan bir haberimiz vardı.

 

Arnavutköy, Dulkadiroğlu Sokak’ta bir yıkım sonucu açığa çıkan yapı kalıntısının ve önündeki duvarda yer alan Osmanlıca mermer kitabeyi haber yapmış, yetkililerden bu kitabenin çalınmadan korunması için ricada bulunmuştuk.

 

Ricamıza bir hafta içinde cevap geldi. Yıkılan yapının önündeki kaldırım derhal düzeltildi, ardından yapının etrafı tel örgü ile çevrildi. Yıkım sonrası ortaya çıkan bu küçücük Osmanlı eseri ile kısacık bir zaman içinde ilgilenen tüm yetkililere teşekkür ediyoruz.

TAYHaber, Ali Yamaç, 29.05.2009

MAYA YERALTI DÜNYASI TANRILARA SUNULAN ARMAĞANLARLA DOLU

 

 

Eski Maya mitolojisine göre mağaralar yer altı dünyası Xibalba’ya giriş yerleriydi. Mayalar bu mağaralara yer altı tanrıları için adaklar bırakırlardı.  

 

Actun Tunichil Muknal, Meksika, Belize’de yer alan böyle mağaralardan birisi. 1993 yılındaki keşfinden bu yana Belize Arkeoloji Enstitüsü’nden arkeolog Jaime Awe tarafından araştırılıyor. İşin zor yanı ise, Mayaların bu törenlerde adak olarak sundukları çanak çömleği de yaşayan nesneler olarak kabul etmeleri ve dolayısıyla içlerindeki ruhu serbest bırakmak için adaklarını kırmaları. Diğer bir sorun ise, bu ritüellerin Mayalarla sınırlı kalmayıp bölgede yaşayan insanlar tarafından hala sürdürülmesi. Dolayısıyla mağaranın içi çanak çömlek kırıkları ile kaplı. Awe “Bu mağaradaki herşeyi, en ufak detayına kadar haritalamak zorundayız” demekte. Bu da çok kolay bir iş değil: Mağara dar geçitlerle, alçak sürünme galerileri ile ve suyu oldukça soğuk bir nehirle devam ediyor.   

 

Belize’de bulunan 53 mağarada sürdürülen araştırma sırasında birçok buluntuya rastlandı. Örneğin, Chechem Ha Mağarası’nda kuraklık sırasında daha fazla su için adak sunan Mayaların bıraktıkları büyük kaplara rastlandı.  

USA Today, 25.05.2009

KRİZDE İLGİ ÇAĞDAŞ RESME KAYIYOR, ARTIK RESSAM ÖLMEDEN PARA KAZANIYOR





Resimde krizle birlikte çağdaş eserlere kayan sanat sevgisi, sanatseverlere yüksek getiriler sağlıyor. Bunda da Türk ressamların tablolarının 5 yılda 100 katı bulabilen fiyat artışları etkili oluyor. İlgideki bu artış 10 yıl öncesine kadar 10 milyon dolar olan müzayede pazarını 100 milyon dolara ulaştırıyor.

KRİZ sadece yaşam tarzımızı ve harcamalarımızı değil, sanat anlayışımızı ve beğenilerimizi de değiştirdi. Bir süre öncesine kadar cami önünde dilenci figürlü resimlere ilgi duyan Türk sanat severin ilgisi çağdaş sanat eserlerine kaymaya başladı. Bunda da Türk ressamların tablolarının 5 yılda 100 katı bulabilen fiyat artışları etkili oldu. İlgideki bu artış 10 yıl öncesine kadar 10 milyon dolar olan müzayede pazarını 100 milyon dolara ulaştırdı.

15’i daha büyük olmak üzere 40’a yakın önemli müzayede evinin bulunduğu Türkiye’de müzayedeciler sanatın borsa gibi bir yatırım aracı olarak algılanmasını istemese de, sanat ister istemez bir yatırım aracına dönüşüyor. Ancak, bu yatırımda kazananlar da yine sanattan anlayanlar oluyor. Doğru sanatçıyı bulan sanatsever ya da yatırımcı 5-10 sene önce 1000-2 bin dolara satın aldığı tabloyu bugün 100-150 bin dolardan elden çıkartabiliyor. Ancak her ressamda aynı getiri sağlanamıyor. Bunun için sanat ile ilgili olmak ve işi bilmek gerekiyor.

Modernleşme eğiliminin sadece Türkiye’de değil, Arap dünyasında da gelişiyor olması Türk ressamlarının alanını genişletiyor. Ancak, özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde olması Türk ressamların Avrupa’da gördüğü ilgiyi artırıyor. Burhan Doğançay, Adnan Çoker, Ömer Uluç, Mehmet Güleryüz gibi Türk ressamların tablolarının değeri ve önemi de yükseliyor. Krizde artık Christie’s, Southeby’s gibi çok ünlü müzayede evlerinde de klasikten çağdaş tablolara kayan bir tavır değişikliği gözleniyor.

Kriz döneminde müzayedelerde satışa sunulan eserlerin satılabilme oranı yüzde 80’lere ulaşıyor. Ancak Halil Bezmen gibi koleksiyoner ismin de ön plana çıktığı müzayedelerde bu yüzde 95’lere kadar çıkıyor. Türkiye’de tabloların fiyatı hızla artsa da 5 milyon TL’ye satılan Şeker Ahmet Paşa’nın Kaplumbağa Terbiyecisi rekorunu kimseye kaptırmıyor.

Türk sanatseverlerin çağdaş resme yaptıkları geçişte oldukça hızlı geliştiğini ifade eden Artium Sanatevi’nin Kurucusu Rüştü Sungur şunları söyledi: "Bir süre öncesine kadar Hoca Ali Rıza tablolarına hayranlık duyanların çok hızla Mübin Orhon hayran olması şaşırtıcı. Ben de Mübin Orhon’u seviyorum. Ama bu benim yıllarımı aldı. Şimdi Mübin Orhon fiyatları patladı. New York’ta 400-500 bin dolara satılan tablolar Londra’da 300-400 bin paunda alıcı buluyor. Bu resimler 5-6 yıl önce 2-3 bin dolardı."

Yaşayan en pahalı ilk 5 Türk ressam
Artium Sanatevi’nin Kurucusu Rüştü Sungur’a göre Türkiye’deki eserleri en pahalı satılan, yaşayan 5 Türk ressam ve eserlerinin fiyat aralığı şöyle:

Burhan Doğançay: 100 bin dolar-1 milyon dolar
Ferruh Başağa: 50 bin TL - 250 bin TL
Adnan Çoker-Ömer Uluç: 140 bin dolara kadar çıkıyor
Mehmet Güleryüz: 50 bin dolar-140 bin dolar


Müzayedecilerin uluslararası anlamda kendileri arasında kurdukları Bankalar Arası Kart Merkezi’ne benzer bir yapıları olduğunu dile getiren Beyaz Art’ın kurucusu Aziz Karadeniz şunları söyledi: "Bunu çok sık yaşamıyoruz ama bayrağı kaldıran bir alıcı, müzayedenin sonunda bu alımdan vazgeçebiliyor. Böyle olunca katılımcı anında kara listeye giriyor. Bu kara liste uluslararası müzayede evlerinin paylaştığı bir ağ niteliği taşıyor. Müzayedede eserlerini satışa sunacak koleksiyonerler de, o eseri müzayede evine teslim ettikten sonra, bir daha vazgeçemiyor."

Rakamlarla müzayedecilik
Müzayedelerde çok uzun sürmemesi için 300-350 eser sergileniyor.

Galerilerin aldığı komisyon yüzde 30-40 olurken, müzayede evleri yüzde 10-15 komisyon ile çalışıyor.

Bir müzayede ortalama 100 bin TL’ye mal oluyor. Ancak yeterli ilgi oluşmazsa, zararla da kapatabiliyor.

Türkiye’de bir müzayedeye 300 kişi katılabiliyor. Buna karşın, bu Christies’de genelde 100 kişide kalıyor. Bu da Türkiye’de seyircilerin ilgisinden kaynaklanıyor.

Türkiye’de toplam koleksiyoner sayısı 150-200’ü buluyor. En ciddi alıcıların sayısı da 30’da kalıyor.

Türkiye’de kurumsal yatırımcılar sanat eserlerine yaptıkları yatırımlar ile ilgili herhangi bir vergi indirimi alamıyor. Bu eserler şirketin demirbaşları olarak muhasebe defterine kayıt ediliyor. Ardından da her yıl amortisman düşüyor. Zaman geçtikçe değeri artan sanat eserlerinin değeri bir süre sonra ya hurda değerine düşüyor, ya da sıfırlanıyor. Müze kurmak isteyenler de vakıf engeliyle karşılaşıyor. bir iş adamının müze kurmak istemesi durumunda sergileyeceği tüm sanat eserlerini kurduğu vakfa bağışlamak zorunda kalıyor. Kişisel malı, vakfın malı oluyor. Ayrıca sanatseverler de aldıkları eser için yüzde 18 KDV ödemek zorunda kalıyor. Bu da sanata olan ilginin düşmesine yol açıyor.
Hürriyet, Haber: Ayşegül Akyarlı Güven, 29.05.2009

LAHDİ AÇAN GENÇ TUTUKLANDI

 

 

Tarlasında çalışırken bulduğu lahdin içini açan genç ile kendisine yardımcı olan arkadaşı, tutuklanarak cezaevine konuldu.

 

Edinilen bilgiye İznik şehir mezarlığı Eşref Baba Türbesi mevkiinde bulunan tarlasında çalışan Fuat Öner(20), bulduğu lahdi, çevresine barikat kurarak gizledi. Öner, lahdin içini açarak arama yapmaya başladı. Ancak, lahdi gizlemek için yaptığı barikatın dikkat çekmesi üzerine vatandaşlar polise ihbarda bulundu. Bunun üzerine harekete geç;en polis, Fuat Öner ve arkadaşı Ferdi Bayrak`ı(20) lahit üzerinde çalışırken suçüstü yakaladı. Mahkemeye çıkarılan iki genç tutuklandı.

Tarlada bulunan lahdi inceleyen İznik Müze Müdürlüğü yetkilileri, mezarın MS 2. yüzyıl Roma dönemine ait olduğunun tahmin edildiğini açıkladılar. Düz ve kabartmasız sade işlenmiş lahdin ilk kez açılmadığı, daha önce de hırsızlık amacıyla açıldığı belirlendi. Uzman arkeolog ekip bulunan lahdin çevresinde kurtarma kazısı yürütüyor.

Bursa Olay, 29.05.2009

MISIR, BERENIKE'DE YENİ BULUNTULAR

 

Mısır’ın Kızıldeniz sahilindeki antik liman şehri Berenike’de ABD ve Polonyalı arkeologlar tarafından yürütülen kazılarda seramik parçaları üzerine yazılmış Müslümanlık Öncesi Dönem’e ait notlar bulundu. Kazılarda ortaya çıkan diğer buluntuların ışığında Berenike’nin Yunan ve Roma çağlarından daha geç dönemlere kadar çok faal bir liman şehri olduğu anlaşılmakta. Kazılarda 12 farklı dilde yazılmış kitabe bulundu, bu ise şehirde yaşayan veya bulunan insanların kozmopolit kişiliğini göstermekte. Ptolemy II Philadelphus (MÖ 285-246) tarafından kurulan Berenike’deki kazılar Delaware Üniversitesi’nden Prof. Steven Sidebotham ve Varşova Üniversitesi’nden Iwona Zych ortak başkanlığında sekiz yıldır sürmekte. 

http://en.naukawpolsce.pl, 20.05.2009

YALIYI YERLE BİR EDECEKTİ

 

 

Her yıl riskli yükleriyle 50 bin geminin geçiş yaptığı İstanbul Boğazı dün bir facianın eşiğinden döndü.

 

İstanbul Boğazı’nda dümen arızası meydana gelen kereste yüklü Ro-Ro gemisi, tiyatro sanatçısı Oya Başar’ın kiracı olarak oturduğu yalıya birkaç metre kala karaya oturdu. Gemi, yalının önündeki dalgakıranlara zarar verdi. Bulgaristan’dan İzmit Körfezi’ne gitmek üzere İstanbul Boğazı’na girerek ilerleyen 150 metre uzunluğundaki “Ella J” adlı Ro-Ro gemisinde, Yeniköy açıklarında “dümen arızası” meydana geldi.


RO-RO gemisi, Safiye Aksoy’a ait olan ve sanatçı Oya Başar’ın yaklaşık 1 yıldır kiracı olarak oturduğu yalıya kısa mesafe kala karaya oturdu. Gemi, yalının önündeki dalgakıranlara çarparak zarar görmelerine neden oldu.  Ölümden döndüklerini belirten Başar, “Arkadaşımla oturuyordum. Arkadaşım, ‘geliyor’ deyince, ‘ne geliyor’ diye sordum. ‘Gemi geliyor’ dedi. Şaka yapıyor sandım ancak büyük bir gürültü koptu.” dedi. Gazetecilerin, ‘Korktunuz mu?’ sorusu üzerine, Başar, “Tabii ki korktuk.  Gemi evimizin içine giriyor yani” diye konuştu.

Milliyet, Haber: Haluk Atalay, 29.05.2009

BİN YILLIK UYGUR MAHALLESİNDE ÇİN YIKIMI

 

Çin Yönetimi’nin Doğu Türkistan’daki Uygur toplumuna yönelik baskısı sürüyor.

New York Times Gazetesi’nin haberine göre Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki 350 bin nüfuslu Kaşgar şehrinin tarihi merkezi, "depreme karşı güçlendirme" bahanesiyle yıkılıyor. Orta Asya’nın en iyi korunmuş tarihi İslam yerleşimi olarak bilinen ve İpek Yolu’nun duraklarından biri olan Kaşgar’ın 1000 yıllık merkezinde oturan 900 aile, şimdiden şehir dışına taşındı. 440 milyon dolarlık proje kapsamında, birkaç yıl içinde eski şehrin en az yüzde 85’i yıkılacak. 13 bin aile şehir dışına taşınmak zorunda kalacak. Pekin Kültür Koruma Merkezi Müdürü Vu Lili ise, planın "kültürel ve tarihi açıdan aptalca" olduğunu belirtiyor.

Hürriyet, 29.05.2009

MANİSA MÜZESİ 2010'DA

 

Manisa’da müze yapımı için ayrılan 13 bin metrekarelik arsanın da yer aldığı, Manisa Pamuklu Mensucat A.Ş.’ye ait 15O bin metrekarelik arsa için Özelleştirme İdaresi’nin "5 yıl süreyle imar değişikliği yapılamaz" kararında süre 2010’da dolacak. Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, Pamuklu Mensucat A.Ş.’nin arsasının 50 bin metrekarelik bölümünün belediye arsası olduğunu ve kendilerine de geçen yıl müze alanı olarak 13 bin metrekarelik kısmının tahsis edildiğini söyledi. Karaköse, "Ancak, Özelleştirme Dairesi arsanın tamamı olan 150 bin metrekarelik alan üzerinde bir imar değişikliği yapıyor ve beş yıl boyunca değiştirilemez kararını alıyor. Bu kararın alınması neticesinde belediye ait olan 50 bin metrekarelik alan içinde müze yapımı olarak bize tahsis edilen 13 bin metrekarelik alan üzerinde de imar değişikliği yapamayacağımız için şu anda sadece beklemedeyiz. Paramız mevcut, projemiz hazır, 2010 yılının ilk aylarında, bu binayı yıkarak, yeni müze alanı için ilk çiviyi çakacağız" dedi.

Hürriyet Ege, 29.05.2009

SİNOP'TA AMFORA OPERASYONU

 

Sinop'ta jandarma tarafından gerçekleştirilen operasyonda, tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları ileri sürülen 1'i kamu görevlisi olmak üzere 8 kişi gözaltına alındı.

Operasyonda Bizans dönemine ait 75 adet sikke ile define aramada kullanılan çok sayıda araç gereç ele geçirildi.


Edinilen bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı tarafından bir süredir sürdürülen istihbarat çalışması neticesinde Sinop'un Ayancık İlçesi merkezli olmak üzere Samsun'un Vezirköprü İlçesi'ni de kapsayan 'Amfora' operasyonu düzenlendi.

 

Operasyonda Vezirköprülü olduğu öğrenilen T.K. (51) ile birlikte A.C. (56), C.A. (51), H.A. (31), M.C. (62), C.S. (62), R.A. (53) ve N.O. (53) adlı şahıslar gözaltına alındı. Şahıslardan 1'inin kamu görevlisi olduğu belirtildi. Göz altına alınanların Ayancık İlçesine bağlı bazı köyler ile Samsun'un Vezirköprü İlçesi'ndeki ev ve eklentilerinde yapılan aramalarda da Bizans dönemine ait 75 sikke, 1 adet gözyaşı şişesi, 2 adet küp, 1 adet figürlü taş, 1 adet eski askılı terazi, 2 adet terazi kasesi, 1 adet yazı hokkası, 2 adet kadın heykeli, 1 adet el yazması kitap, 2 adet define arama bilgi kitabı, 12 adet define arama amaçlı harita, 2 adet ruhsatsız tabanca, 1 adet ruhsatsız av tüfeği, 1 adet kurusıkı tabanca, 3 adet define detektörü, çok sayıda fişek ele geçirildi. Şahısların Ayancık İlçe Jandarması'ndaki sorguları sürüyor.

Sinop Kent Haber, 28.05.2009

KALEYE RESTORASYON, VADİYE ISLAH

 

Kapadokya bölgesinin en önemli turizm merkezlerinden biri olan Ortahisar beldesinde bulunan tarihi Ortahisar Kalesi ve Güvercinlik Vadisi'nde restorasyon ve ıslah çalışması yapılacak.

 

Açıklamalarda bulunan Ortahisar Belediye Başkanı Ali İhsan Özendi, çok sayıda tarihi ve doğal güzellikleri bünyesinde barındıran Ortahisar beldesinin bugüne kadar bölge turizmi içerisinde hak ettiği payı alamadığını söyledi. Beldelerinin bugüne kadar yurt içinde ve yurt dışında yeterince tanıtılamadığını ifade eden Özendi, tanıtım konusunda ciddi çalışmalar yapmayı planladıklarını söyledi.

 

Beldelerinde bulunan vadilerin ve tarihi Ortahisar Kalesi'nin turizm açısından son derece önemli olduğunu vurgulayan Ali İhsan Özendi, bunların beldelerine daha fazla turist çekilebilmesi için ön plana çıkartılacağını belirtti.

 

Beldelerindeki Güvercinlik Vadisi'nin bu yıl fazla yağışlardan dolayı bir ıslah çalışmasına ihtiyaç duyduğunu söyleyen Başkan Özendi, "Vadiler ve kalelerimiz Ortahisar turizmi açısından son derece önemli. Özellikle Güvercinlik Vadisi'nin turizme kazandırılması için çaba harcıyoruz. Burada çok sayıda güvercinlik ve bir de kilise var. Yalnız bu sene yağışların oldukça fazla olması nedeniyle vadilerimiz tahrip olmuş durumda. Bu vadilerin ıslahı için bir çalışma başlattık ve bununla ilgili koruma kurulu ile görüşmemiz oldu. Kurulunda kontrolünde doğayı bozmadan, turistlerin rahat bir şekilde bu vadileri gezmesi için bir ıslah çalışması yapacağız. Bunun projesi hazırlandı ve kaynak arayışına başladık. Bu vadilerdeki çalışmalar tamamlandığında beldemize gelen yerli ve yabancı turist sayısının daha da artacağını düşünüyoruz" dedi.

 

Ortahisar'ın simgesi haline gelen iki ayrı kaleye de sahip olduklarını ifade eden Ortahisar Belediye Başkanı Ali İhsan Özendi, Ortahisar Kalesi ve İshak Kaleleri'nin turizme kazandırılması için çaba göstereceklerini söyledi. Özendi, "Her iki kale içerisinde derin çukurlar var. Bu kalelerde yer alan çukurların bir yeraltı kentine açılabileceğini düşünüyoruz. Bazı bilgilere göre de bu çukurlar vadilere ulaşıyor. Bugüne kadar bununla ilgili ciddi bir çalışma yapılmamış. Ortahisar Kalesi geçtiğimiz yıllarda kaya düşme tehlikesi olduğu için turistlerin ziyaretine kapatılmış. Kültür ve Turizm Bakanlığı şimdi burada restorasyon çalışması yapacak. Zemin etüdü tamamlandı ve ihaleye çıkacak. Bu yıl çalışmaların tamamlanmasını hedefliyoruz" diye konuştu.

Nevşehir Kent Haber, 28.05.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Karabük'ün Yenice İlçesi'nde, jandarma ekiplerine tarihi eser satmaya çalışan iki kişi suçüstü yakalandı.


Zonguldak'tan 67 TD 616 plakalı araçla Yenice İlçesine gelerek tarihi eser satılacağı bilgisine ulaşan Karabük İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, S.A. (26) ve M.A.A. (56) isimli şahıslarla irtibata geçti. Yenice İlçesine bağlı Kuzdağı mevkii kent ormanında alıcı kılığında şahıslarla buluşan jandarma ekipleri 13 bin avro'ya satılmak istenilen 1 adet büyük İskender dönemine ait insan figürlü madalyon, 1 adet kolye, bir adet toprak kiremit parçası, 8 adet Cumhuriyet dönemine ait madeni hatıra paralar ele geçirdi.


Olayla ilgili yakalanan S.A. ve M.A.A. isimli şahıslar, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu'na muhalefet suçundan Yenice Cumhuriyet Savcılığına sevk edildi.

Karabük Kent Haber, 28.05.2009

KARANTİNA ADASI'NDA TARİHİ BİNADA MÜZE OLUŞTURULACAK

 

İzmir'in Urla İlçesi'nde bulunan Karantina Adası'nda 1800'lü yıllarda yurt dışından gemilerle gelen kişilerin Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına salgın hastalık taşımasını önlemek için kurulan 'tahaffuzhane'nin (koruma evi), müze haline getirilmesi için çalışmalara başlandığı bildirildi.

 

Urla Karantina Adası Kıyı Sahil Koruma Müdürü Şaban Koçoğlu, yaptığı açıklamada, 1865 yılında dönemin Osmanlı Padişahı Abdülmecit tarafından, Karantina Adası'nda Fransızlara yaptırılan Urla Tahaffuzhanesi'nin yıllarca hizmet verdiğini, 1955 yılına kadar açık kaldığını söyledi. Dünyada ayakta kalabilen 3 tahaffuzhane bulunduğunu, bunlardan birinin ABD'de, diğerinin Hırvatistan'da olduğunu ifade eden Koçoğlu, en bakımlısının Urla'daki yapı olduğunu belirtti.

Zaman, 28.05.2009

FETHİN TOPLARI NEREDE YAPILDI

 

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u fethederken kullandığı topları, nerede döktürdü?

 

Kırklareli'nin Demirköy İlçesi'nde bulunan tarihi dökümhane kalıntıları, topların burada döktürüldüğü iddiasını gündeme taşıdı.

 

Kesin sonuç bilimsel çalışmalar tamamlandığında belli olacak ama, bu iddia bile, Türkiye'ye başka bir örneği olmayan çok önemli bir endüstri arkeolojisi eseri kazandıracak.

 

2001 yılında başlayan kazı çalışmalarında elde edilen kalıntılar dökümhanenin askeri amaçla kullanıldığını da doğruluyor.

 

Kırklareli Müzesi'nde sergilenen eserler arasında top ve havan gülleleri ağırlıkta.

Çalışmalar ilerledikçe bulunacak yeni eserler de Fatih'in toplarını burada döktürdüğü iddialarına açıklık getirecek...

Trt/Haber, 28.05.2009

TARİHİ MESCİDİN RESTORASYON PROJESİNE TEŞEKKÜR BELGESİ

 

 

Alanya Belediyesi’nin de üyesi olduğu Tarihi Kentler Birliği, Tophane Mahallesi’ndeki tarihi mescidin restorasyon projesi için Alanya Belediyesi'ne teşekkür belgesi verdi.

Doğal, tarihsel ve kültürel mirasın korunması, özgün kimliğin yaşatılması yönünde başarılı çalışmaların ödüllendirildiği, "Tarihi Kentler Birliği Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması" 2008 yılı değerlendirmelerinde, Alanya Belediyesi "Tophane Mahallesi Tarihi Mescit’in Restorasyon Projesi" çalışması ile kültürel değerlerin korunup yaşatılması konusundaki çalışmaları ve bu anlamda yarattığı bilinç için Teşekkür Belgesi almaya hak kazandı.

22-23-24 Mayıs 2009 tarihinde, İstanbul Akatlar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen Tarihi Kentler Birliği Meclis Toplantısı ve ardından Mustafa Kemal Kültür Merkezi Beşiktaş Çağdaş Sanat Galerisi’nde yapılan ödül törenine Alanya Belediyesi adına Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu katıldı.

Yarışmada sergilenmeye değer görülen tüm eserler ile birlikte "Tophane Mahallesi Tarihi Mescit’in Restorasyon Projesi" de Mustafa Kemal Kültür Merkezi Beşiktaş Çağdaş Sanat Galerisi’nde sergileniyor.

Yapı, 28.05.2009

SİNOP ARKEOLOJİ MÜZESİ'NİN 3 YILDA 200 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ

 

Sinop Arkeoloji Müzesi'nde 3 bin 417 arkeolojik eser, bin 741 etnografik eser, 5 bin 340 adet sikke olmak üzere toplam 10 bin 498 tarihi eserin bulunduğunu belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, müzenin bölgeye ait çok büyük bir tarihi mirası içerisinde barındırdığını söyledi.

 

Tosun, "İlimiz Arkeoloji ve Etnografya Müzelerini 2008 yılında 22 bin 611 yerli, bin 723 yabancı turist ziyaret etmiştir. Bu rakamlara Müzekart girişleri, öğrenciler, yaşlılar, bakanlık personeli, bilimsel çalışma yapanlar ve basın mensupları yani ücretsiz girişler dahil değildir. 2009 yılının ilk 4 ayında ise Sinop Arkeoloji Müzesi'ni bin 775'i yerli, 316'sı yabancı olmak üzere toplam 2 bin 91 kişinin ziyaret etti. Bu dönemde Etnografya Müzesi'ni ise bin 228 yerli 219 yabancı olmak üzere bin 447 kişinin ziyaret etmiştir. Arkeoloji Müzesi'ne her geçen gün ziyaretçi sayısı artmaktadır" dedi.

Turizm Gazetesi, 28.05.2009

ALMANYA'DA BUGÜN ILISU ZİRVESİ YAPILACAK

 

6 bin yıllık tarihi Hasankeyf'i yok edecek Ilısu Barajı'nın finansmanıyla ilgili son karar yaklaşık iki ay sonra verilecek. Karar öncesi barajın yapımı için dış kredi desteğini geri çeken Almanya'nın başkenti Berlin'de bugün Ilısu Zirvesi yapılacak.

Yarınki toplantı Türkiye'nin gerekli adımları atmadan barajın yapımına devam edilmesine karşı yürütülen kampanya çerçevesinde yapılıyor. Toplantıya Batman Belediye Başkanı, "Ilısu Barajı'nı Durdurun" kampanyasının yöneticileri katılıyor. Aynı günün akşamında gerçekleşecek etkinliğe Tarkan da katılacak ve kampanyaya destek verecek.

Almanya, İsviçre ve Avusturya'nın Türkiye ile yaptığı anlaşmayı iptal etmesi gündemde. Barajın yapımı için daha önce Avusturya ve Almanya'dan dış kredi desteği sağlanmış, ancak iki ülke, Türkiye gerekli şartları yerine getirene kadar projeden çekildiklerini açıklamıştı.

Cnn Türk, 28.05.2009

TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ, ALANYA KALESİ'NE 40 BİN TL ÖDENEK AKTARDI

 

 

Tarihi Kentler Birliği, Alanya Kalesi'ne 40 bin TL ödenek aktardı. Ödenek, kalenin tünel girişindeki düzenleme çalışmaları için harcanacak. 
 

Yapılacak olan çalışmanın ilerleyen günlerde netleşeceğini kaydeden Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, bugüne kadar hayata geçirdikleri birçok projenin Tarihi Kentler Birliği tarafından ödüllendirildiğini dile getirdi.

 

Son olarak bu yıl içinde restorasyonunu gerçekleştirdikleri Tophane Mahallesi'ndeki 'Tarihi Mescit Projesi'yle yarışmaya katıldıklarını anlatan Sipahioğlu, "Önceki yıllarda 'Merkez Çarşı Uygulama Projesi'yle Tarihi Kentler Birliği'nden ödül almıştık. Bu yıl ise mescit uygulamamızla yine ödül alacağımıza inanıyorum. Edindiğimiz bilgilere göre Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu, Mescit Projesi'ni örnek projeler arasına almış. Bu bizi gerçekten onurlandırdı." dedi.

 

Dünyaca tanınan ve her yıl 100 bin turistin ziyaret ettiği Alanya'da artık ekonomik kimlikle kültürel kimliğin harmanlaması gerektiğine inanan Sipahioğlu, zenginleşen toplumların örf, adet, gelenek, görenek ve kültürlerini unutmaması gerektiğine işaret etti.

Turizm Gazetesi, 28.05.2009

SURLAR DA ONARILACAK

 

  

 

Vakıflar Haftası etkinlikleri çerçevesinde Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Battalgazi İlçesinde bulunan ve restorasyon çalışmaları devam eden Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'na bir bilgilendirme gezisi düzenlendi.

Bilgilendirme gezisine bir süre önce görevden alınan ve geçtiğimiz günlerde tekrar görevine dönen Vakıflar Bölge Müdürü Ali Seydi Akduman, Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Haydar Karaduman, Kültür Yaşam Derneği Başkanı Yaşar Karaaslan ile çok sayıda basın ve medya mensubu katıldı.

Müdürlük çalışmaları hakkında bilgiler vererek sözlerine başlayan Bölge Müdürü Akduman, "Kervansaray restorasyonunun programa alınması ve ödenek çıkarılması sırasında çok zorluklar çektik. Ama çektiğimiz zorluklara değdi. Şu an için ödenek sıkıntımız kesinlikle yoktur. Restorasyon çalışmaları programlı olarak devam ediyor. 2010 yılının ortalarına doğru bitirmeyi hedefliyoruz. Böylece tarihi bir eserimizi yok olmaktan kurtardığımız gibi ilimiz turizmine önemli bir eser de kazandırmış olduk" diye konuştu.

Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan da, "Hedefimiz, Malatya'yı Türkiye Turizm haritasında yer almasını sağlamak. Çalışmalarımızı bu doğrultuda sürdürüyoruz. Nemrut- Aslantepe Ören yeri ve Battalgazi üçgeninde oluşturacağımız yay üzerinde çalışmalarımız devam ediyor. Bizler bu doğrultuda 'Melitadan Battalgazi'ye' kültür ve sanat günleri organizasyonları gerçekleştirdik. Ayrıca Battalgazi'deki 33 tescilli eseri ayağa kaldırdık. Surların da ayağa kaldırılması girişimlerimiz devam ediyor. Onarım projesi ihale aşamasına gelen surların da Sayın Valimizin ve Özel İdaremizin de katkısı ile en kısa sürede ayağa kaldıracağız" dedi.

Malatya Haber, 28.05.2009

"İSTANBUL'UN EN KARANLIK GÜNLERİ LATİN İSTİLASI SIRASINDA YAŞANDI"





Fatih Belediyesi'nin Fethin 556. yıldönümü nedeniyle düzenlediği “Fetih Öncesi İstanbul 1204 – 1453, Latin İstilası” konulu panelde İstanbul'un fetih öncesi tarihi tartışıldı.

 

Fatih Belediyesi Ali Emiri Kültür merkezi'nde gerçekleştirilen panelin açılış konuşmasını yapan Fatih Belediye Başkan Yardımcısı Hasan Suver, Belediye Başkan Mustafa Demir'in ani bir program değişikliği nedeniyle şehir dışına çıkmak zorunda kaldığını belirterek selamlarını iletti.

 

Oturum başkanlığını Topkapı Müzesi Müdürü ve tarihçi Prof.Dr. İlber Ortaylı'nın yaptığı panelde İngiliz Prof.Dr. Jonathan Phillips haçlı seferleri ve 1204 -1453 arasını, Prof.Dr. Ronnie Ellenblum Haçlıların Filistin işgalini, Prof.Dr. Ferudun Emecan'ın da Fetih hakkında değerlendirmeler yaptı.

 

Ortaylı, İstanbul'un Fethi'nin ülkede yaşayanları incitmemek için 500 sene kutlanmadığını belirterek, İstanbul'un tarihçesi ve isimleri hakkında bilgi verdi. İstanbul'un ilk Emeviler zamanında Eshab-ı Kiram tarafından işgal edildiğini, Eyüp Sultan ve diğer Eshab kabirlerinin o dönemden geldiğini belirtti. Ortaylı, Fatih Sultan Mehmet'in 15. asrın en büyük mareşali olduğunu, ateşli silahları ilk onun kullandığını söyledi.

 

İngiliz Profesör Jonathan Phillips, haçlı seferleri hakkında bilgi verdi. Phillips, birinci haçlı seferinden başlayarak İstanbul'un işgalini ve işgal sürecini anlattı. İşgalin 52 yıl sürdüğünü belirten Phillips, bu dönemden sonra İstanbul'da yaşamın çok zor şartlar altında gerçekleştirdiğini belirtti.

 

Kudüs'ün çok kültürlü bir yapısı olduğu belirten Prof.Dr. Ronnie Ellenblum, tarihi Kudüs haritası üzerinde şehirde yaşayanların yerleşim alanları ve ibadet yerleri hakkında bilgiler verdi. Şehrin yönetimi için birçok savaşın yapıldığını belirten Ellenblum, her dinin güçlü olduğunda şehri yönetmeye çalıştığını anlattı. Ellenblum, salonun doluluğuna da dikkat çekerek, tarihi bir panel için bu kadar ilgili insanın bir araya gelmesinden dolayı mutluluk duyduğunu söyledi.

 

Profesör Ferudun Emecan, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u İmparatorluk başkenti yapmak üzere kuşattığını ve çağın en son teknolojik imkanlarından faydalanarak bunu gerçekleştirdiğini söyledi. Fetih ile ilgili tartışılan konulara da cevaplar veren Emecan, tarihi belgeler ışığında gemilerin karadan yürütüldüğünün doğru olduğunu anlattı.

 

Fetih'te İstanbul'a ilk giren komutanın Karıştıran Süleyman Bey olduğunu dile getiren Emecan, İstanbul'un ilk yönetimini de Karıştıran Süleyman Bey'in yaptığını söyledi. İstanbul'un fethinden sonra esas büyük Fethin başladığını anlatan Emecan, bir tarihçinin fetih sonrası İstanbul için söylediği 'Burası Kostantinepolis idi şimdi Türkopolis oldu' sözüyle konuşmasını bitirdi.

Yeni Şafak, 28.05.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇISINA SUÇÜSTÜ

 

Aksaray'da Jandarma tarafından düzenlenen tarihi eser operasyonunda Bizans dönemine ait 20 adet sikke, 17 adet bilezik, 1 adet yüzük ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Ortaköy İlçesi'ne bağlı Harmandalı beldesinde bulunan sit alanları çevresinde kaçak kazı yapıldığı ihbarını değerlendiren jandarma ekipleri bölgede araştırma başlattı.

 

Yapılan araştırma sonunda bölgede kazı yaptığı tespit edilen S.Ç. adlı bir kişinin elinde satmak istediği tarihi eserler olduğu tespit edildi. Şahsın eseri satmak için müşteri aradığını öğrenen ekipler alıcı kılığına girerek S.Ç. ile bağlantıya geçti.

 

Tarihi eserleri satmak için alıcı kılığındaki jandarma görevlisine eserleri getiren S.Ç. yapılan operasyonla suçüstü yakalandı. Operasyonda Bizans dönemine ait olduğu belirlenen 20 adet sikke, 17 adet bilezik, 1 adet yüzük ele geçirildi.

Olayla ilgili tahkikat başlatıldı.

Aksaray Kent Haber, 28.05.2009

TRABZON'U KARIŞTIRAN HEYKEL

 

 

Trabzon'un Ganita Mevkii’ndeki bir parkta yer alan Yunus Emre büstüyle ilgili tartışma, özellikle yeni tedavüle sürülen 200 TL’lik banknotların arka yüzüne konulan fotoğrafın görülmesinden sonra başladı. Çekik gözleri, saçsız hali ve uzun sakalıyla dikkat çeken büstün tanıtım yazısında, Yunus Emre ve tasavvuf müziği hakkında İngilizce-Türkçe bilgiler yer alıyor. Büstün yıllar önce konulduğunu anlatan çay bahçesinin işletmecisi İsmail Terzi, “Bu büstün Yunus Emre ile hiçbir alakası yok. Japon ve Çinliler’e benziyor. Altında ’Yunus Emre’ diye bir yazı var ama bunun Yunus Emre’yle hiçbir alakası yok. Şairi az çok kitaplardaki resimlerinden gördük. Hayali olarak canlandırıyoruz ama bu ona hiç benzemiyor. Heykelin ne zaman dikildiğini de bilmiyoruz. Zaten bu tür şeyler genellikle gizli yapılıyor” dedi. Heykelin kesin olarak nasıl dikildiği bile bilinmezken, bölgede yaşayanlar tarafından şu rivayet anlatılıyor: “Dönemin belediye yetkilileri, Ganita’ya bir Yunus Emre heykeli koymaya karar verir. Daha sonra Koreli bir düşünürün büstünün koyulması şeklinde karar değişir. Ve büst, Ganita’ya yerleştirilir. Ancak, daha önceden hazırlanan Yunus Emre’nin tanıtım yazısı büstün altındaki mermer yapıya konulur ve orada unutulur. Böylece Koreli düşünürün heykelinin altında Yunus Emre yazan bir tabela kalır.”

Vatan, 27.05.2009

GÖLHİSAR TARİHİ ÖĞRENCİLER İLE GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

Burdur'un 106 kilometre batısında, Gölhisar İlçesi'nde bulunan ve son yıllarda gün yüzüne çıkartılmaya başlanan Kibyra Antik Kenti, protokol üyeleri ve vatandaşlara tanıtıldı.

 

Gölhisar Belediyesi'nin düzenlediği organizasyonda tanıtımı ile Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi(MAKÜ) öğrencileri ve öğretim görevlileri yaptı. Müzeler haftası nedeni ile Gölhisar Belediyesi, Kibyra Antik Kenti ve ilçedekileri yaylaları tanıtıcı gezi düzenledi. MAKÜ bünyesinde kurulan arkeoloji bölümünde okuyacak öğrencilerin çalışma alanı olarak kullanacağı antik kent, turizme ve halka bu sayede tanıtılacak. Yrd. Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru tarafından yapılan tanıtımın ardından katılımcılar, düzenlenen Böğrüdelik yaylasında yemek yedikten sonra Kocayayla krater gölüne çıktı.

Zaman, Haber: Mustafa Yıldız, 27.05.2009

GÖKÇEK BU KEZ TARİH VERMEDİ





Gençlik Parkı ile ilgili yıllardır her seferinde tarih veren ancak sözünü hiç tutamayan Gökçek, 19 Mayıs’ta açılacak sözünü de tutamayınca bu kez tarih söylemekten kaçındı. Kültür Bakanı Günay’la parkı gezen Gökçek, Gençlik Parkı’nın en kısa zamanda açılacağını söyledi.

Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a, yeniden yapılandırılan Gençlik Parkı’nı gezdirerek, yapılan çalışmaları anlattı.

Gençlik Parkı’nın şu anda da Başkentlilere kapısını açacak durumda olduğunu ifade eden Başkan Gökçek, "Biz Parkı hiçbir eksik olmadan, dört dörtlük olarak açmak istiyoruz. Bu nedenle tüm çalışmalarımızı tamamlayıp, açılışı kısa bir süre içinde yapacağız" dedi.

Kültür ve Turizm bakanı Ertuğrul Günay ise gezdiği Gençlik Parkı’nın yenilenen yapısıyla beğendiğini belirterek, "Gençlik parkı yenilenen yapısıyla Ankaralıların yeniden gözdesi olacak" diye konuştu.

Gençlik Parkı’nın ağaçlara dokunulmadan yenilendiğini, havuzun restore edildiğini anlatan Gökçek, Gençlik Parkı’nın Ankaralılara kültürel etkinliklere katılma, izleme, eğlenme ve dinlenme fırsatları sunacak hale getirileceğini belirtti.

Gençlik Parkı’nda yeşil dokunun korunduğunu ve yeni ağaçlarla daha da zenginleştirildiğini kaydeden Gökçek, "Park’a dikilen çalıların dışında 7 bin yeni ağaç diktik. Ayrıca, İspanya’dan gelen dünyaca ünlü ışık uzmanları ile geceleri çok farklı bir renk cümbüşü parkı aydınlatacak" dedi.

Büyükşehir Belediyesi tarafından Gençlik Parkı’nda yapılan çalışmalara ilişkin bilgi vermesinin ardından Başkan Gökçek, kendisinin kullandığı akülü araçla Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AKP Ankara Milletvekili Salih Kapusuz ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin’e parkı gezdirdi. Gençlik Merkezi ve Kültür Merkezi’nde incelemelerde bulunan grubun en son durağı Tiyatro Salonu oldu.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Gençlik Parkı’nda inşa edilen tiyatro salonunu çok beğendiğini belirtti.

Gençlik Parkı gezisine katılan Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin’in Tiyatro Salonu’nu görünce heyecanlandığına dikkat çeken Günay, salonun Kültür ve Turizm Bakanlığı ile birlikte tiyatro, opera, bale, konser ve benzeri kültürel etkinliklerde ortak olarak kullanılabilmesi için Gökçek’ten talepte bulundu.

Günay, "Gençlik Parkı, dokusu korunarak, yeşillikle bütünleşen yeni yapısı, inşa edilen kültür merkezi ve tiyatro salonuyla Ankara’nın önemli bir ihtiyacını karşılayacak ve Ankaralıların yeniden gözdesi olacak" dedi.

Günay’ın Tiyatro Salonu’nun ortak kullanılması talebini memnuniyetle karşıladığını söyleyen Gökçek, salonun ışıklandırılması, bazı teknik özellikler dahil olmak üzere salonda görsel ve ses düzeni ile ilgili çalışmaların yerine getirilmesi için yetkililere, Devlet Tiyatroları ile işbirliği yapmaları yönünde talimat verdi.

Hürriyet, 27.05.2009

TARİHİ ESER OPERASYONUNDA 11 KİŞİ GÖZALTINA ALINDI

 

Konya İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Çumra'da tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı bilgisine ulaştı. Aylarca süren çalışmanın tamamlanmasının ardından, bu sabah Konya'nın Çumra İlçesi, Aksaray, Mersin ve Adana'da eş zamanlı düzenlenen operasyonlarda 11 kişi gözaltına alındı.

 

Gözaltına alınan zanlılar, İçeriçumra Devlet ve Trafik Hastanesi'nde sağlık kontrolünden geçirildi. Çeşitli dönemlere ait 200 civarında tarihi parçanın ele geçirildiği operasyonun devam ettiği bildirildi.

Merhaba Gazetesi, 27.05.2009

ÖDEMİŞ BELEDİYESİ TARİHİ KENTTE ÖDÜLLÜ

 

 

Tarihi Kentler Birliği’nin düzenlediği, "6. Tarih ve Kültürel Mirası Koruma Projesi ve uygulamalarını Özendirme Yarışması"nda, Ödemiş Belediyesi’ne ödül geldi.

Geçen yıl 26 belediyenin 43 çalışmasıyla katıldığı yarışmada, Ödemiş’in, "İbrahim Hakkı Ayvaz Kent Müzesi ve Bedia Akartürk Sanat Müzesi" ile "Yıldız Oteli ve Keçecizade Hanı Projesi" ödüle değer görüldü. İstanbul Mustafa Kemal Kültür Merkezi Çağdaş Sanat Galerisi’ndeki törende ödülü Başkan Bekir Keskin aldı.

Keskin, Ödemiş’te düzenlediği basın toplantısında, ödülün alınmasında eski Başkan Mahmut Badem, mimarlar Nermin Pervan Kelesli ve Mehmet Başaranbilek, İmar Müdürü Mehmet İrtumur’un emeği geçtiğini bildirdi, şunları söyledi:

"Tarihi Yıldız Oteli’ni Kent Müzesi haline getirdik. Hemşehrilerimizden, ellerinde tarihi olarak Ödemiş’le ilgili ne varsa müzeye katkı vermesini bekliyoruz. Ödemiş’in kentsel kimliğine kavuşması için çok hızlı çalışmanın içerisine girdik. Eski Tekel ve lise binalarının restorasyonu, Yıldız Oteli ve Park Club’ün çevre düzenlemeleri ihalelerini yakında gerçekleştireceğiz."
Hürriyet, 27.05.2009

LOUVRE MÜZESİ'NE 'AYRIMCILIK' SUÇLAMASI

 

Fransa'da ırkçılıkla mücadele eden bir kuruluş, Avrupalı gençlerin ücretsiz ziyaretine izin verilen dünyaca ünlü Louvre Müzesi aleyhine dava açtı.

 

Irkçılıkla Mücadele Derneği, sadece 26 yaşından küçük Avrupalı gençlerden giriş ücreti almazken, diğer ülkelerin gençlerinden ücret talep eden müzeyi, "ayırımcılık yapmak" ile suçladı.

Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, yıl başında, Fransız ve Avrupalı gençlerin Fransa'daki ulusal müzeleri ücretsiz ziyaret etmesine olanak sağlayan genelgenin yayımlanmasını kararlaştırmıştı.

Louvre Müzesi, yılda yaklaşık 8 milyon kişiyle dünyada en fazla ziyaretçiyi ağırlayan müzelerin başında geliyor.

Yaklaşık 2 bin 200 kişinin çalıştığı müzenin bütçesi 200 milyon euro civarında bulunuyor.

Cnn Türk, 27.05.2009

İSTANBUL MODERN'İN KOLEKSİYONU TAŞTI





Türkiye'nin ilk modern sanat müzesi İstanbul Modern, beşinci yılına girdi. Modern ve çağdaş sanatımızın gelişimini yansıtan 'Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar' ve Annette Merrild'in fotoğraflarından oluşan 'Oda Projesi' bu yürüyüşün beşinci yıldaki ilk meyveleri.

 

İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, ana sponsor Türk Telekom'un genel müdürü Paul Doany, serginin küratörü Levent Çalıkoğlu ve Fotoğraf Galerisi Küratörü Engin Özendes, dün gerçekleştirilen basın toplantısı ile müzenin beş yıllık çalışmaları ve yeni sergileri hakkında bilgi verdi. İstanbul Modern Koleksiyonu'nun satın alımlar, güven duyularak yapılan bağışlar ve uzun süreli ödünç eserlerle güçlendiğini söyleyen Oya Eczacıbaşı, müzeyi beş yıl boyunca 2,5 milyon kişinin gezdiğini söyledi. İstanbul Bienali ile eşzamanlı olarak eylül ayında Sarkis'in 50 yıllık sanat serüvenini konu alan bir sergi açılacağının haberini verdi.

 

İstanbul Modern Şef Küratörü Levent Çalıkoğlu ise "Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar" sergisinin beş yılın bir özeti olduğunu söyleyerek, "Müzemiz, bu sergiyle samimiyetini, güvenilirliğini ve kurumsal anlamdaki oturmuşluğunu gösterecek." dedi. Sergide Hoca Ali Rıza, Zonaro, İbrahim Çallı, Hale Asaf, Nurullah Berk, Abidin Dino, Fahrelnissa Zeid, Mübin Orhon, Mehmet Güleryüz, Gülsün Karamustafa ve Nezaket Ekici'nin yanında William Kentridge, Jennifer Steinkamp, Yoko Ono gibi 134 sanatçının resimden heykele, enstalasyondan videoya 200 eseri yer alıyor.

Müzede "Çalışma Alanı" olarak tanımlanan küçük salon ise sanatçıların ve çeşitli inisiyatiflerinin projelerine ev sahipliği yapacak. İstanbul Modern'de ayrıca küratörlüğünü Paolo Colombo'nun üstlendiği, Amar Kanwar, Shahzia Sikander ve Pascual Sisto'nun işlerini bir araya getiren "Önemli ve Önemsiz Olaylar" başlıklı 10. video programı da 16 Ağustos'a kadar devam edecek.

 

İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, Danimarkalı sanatçı Annette Merrild'in fotoğraf sergisine de ev sahipliği yapıyor. 'Oda Projesi' adlı sergide Merrild'in dokuz kentte çektiği 118 fotoğraf sergileniyor. Küratörlüğünü Engin Özendes'in üstlendiği sergide "Dünyayı tanımak mı istiyorsunuz, komşunuzdan başlayın." sözüne tutunan Merrild, fotoğrafları, çok katlı binaların birbirinin aynı dairelerinin oturma odalarından çekmiş. Önce Hamburg, New York ve Kopenhag'da aynı apartmanda oturan komşularının oturma odalarını fotoğraflamış. Bu fotoğraf serilerinin insanlar üzerindeki etkisinden esinlenerek de, 'Oda Projesi'ni oluşturmuş. Sanatçı, 'aynılık içinde farklılık bulunabileceği' görüşünü savunuyor. Sergideki beş vitrinde, sanatçının gittiği kentlerdeki evlere ait anı objeler de izleyiciye sunuluyor. İki yıl içinde, Varşova, Barselona, Tallinn, Lyon, Manchester ve İstanbul'u ziyaret eden sergi 30 Ağustos'a kadar devam edecek

Zaman, Haber: Musa İğrek, 27.05.2009

TARİHİ HAMAMA YENİ VİZYON





Erzurum'da üzeri kurşunla kaplı olduğu için defalarca hırsızların gazabına uğrayan Gümrük Hamamı, artık soyulmaktan kurtuldu.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün, hamamın üzerini kurşunla değil de, kiremitle kaplama yönünde başlattığı restorasyon çalışması sona erdi. Yapılan bakım ve onarım çalışmaları çerçevesinde üzeri tamamen kiremitle kaplanan Gümrük Hamamı, yeni makyajı sayesinde artık hırsızların uğrak mekanı olmayacak.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden edinilen bilgilere göre, Gümrük Hamamı’nın üzerinin kiremitle kapatılması yönündeki çalışma, 2 hafta sürdü. Geçtiğimiz yıl programa alınan, ancak yetiştirilemeyen restorasyon işine, Mayıs ayının ortalarında başlandığını hatırlatan Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, çalışmalara son noktanın Pazartesi günü koyulduğunu dile getirdiler. Gümrük Hamamı’nın yeni görüntüsüne alışmaya çalışan mahalle sakinleri, tarihi hamamın yıllardır kurşunla kaplı olduğuna dikkati çekerek, “Yeni görüntü gözümüze ilk bakışta garip geliyor, ancak alışacağız. Çünkü hamamın kurşunlarının her seferinde hırsızlar tarafından çalınmasından bıkmıştık.” dediler.

 

Erzurum Kongre Meydanı’nda, Mahalle Başına giden yol üzerinde bulunan Hacı Bektaş oğlu Derviş Hacı İbrahim’in l717’de yaptırdığı Gümrük Camisi’nin vakfı olan Gümrük Hamamı moloz taş ve yer de tuğladan yapılmıştır.

 

Klasik Osmanlı hamam planları düzeninde olup, haçvari plandadır. Erzurum hamamları arasında değişik bir plan türünü yansıtmaktadır. Moloz taş ve yer yer de tuğla hatılların kullanıldığı hamam soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve halvet bölümlerinden meydana gelmiştir.

 

Hamamın bugünkü girişi ana eksen yerine yandan sonradan açılmıştır. Soyunmalık trompların taşıdığı bir kubbe ile örtülmüştür. İlk yapılışında üç kubbeli olan ılıklığın kenarlarındaki kubbelerin altında kalan kısımlar sonradan birer kapı ile sıcaklığa eklenmiştir. Bu arada sağdaki kubbe de yeniden yapılmıştır. Sıcaklık Osmanlı hamamlarındaki haçvari plan düzeninin değişik bir uygulaması olarak burada karşımıza çıkmaktadır. Giriş eyvanı ile iki yanındaki kubbeli halvet hücreleri kaldırılmış ve böylece üç eyvanlı bir plan ortaya çıkarılmıştır. Köşelerdeki halvet hücreleri de en dipte olan eyvana açılmıştır. Soğukluk ve sıcaklık bölümleri yakın tarihlerde onarılmış olmasına rağmen orijinalliğini yitirmemiştir.

Erzurum Gazetesi, 27.05.2009

MALİK EJDER'İN TÜRBESİ RESTORE EDİLİYOR





Kahramanmaraş Belediyesi, Anadolu'nun İslamlaştırılması esnasında Maraş'ta iken vefat eden Malik Bin Ejder'in (Malik Ejder) türbesinde restore çalışmaları başlattı.

 

Kahramanmaraş'ın Osmaniye yolu girişinde yer alan Aksu Köprüsü yakınındaki Kumaşır Gölü'ne bakan tepenin üzerinde bulunan Malik Ejder Türbesi restore edilerek çevresi düzenleniyor. Halit bin Velid komutasındaki İslam ordusu ile Anadolu'ya gelen ve Maraş'ta vefat eden Malik Ejder Kahramanmaraş'ın inanç turizminde önemli bir yer ediniyor.

Restorasyon çalışmalarında mevcut türbenin tekrar inşa edileceği belirtilirken, türbenin çevresi yeniden düzenlenecek, yaya geçiş yolları, mesire alanları, kurban kesim yerleri, otopark ve giriş kontrol üniteleri yapılacak.

 

Belediye tarafından, Kahramanmaraş Orman Bölge Müdürlüğü'nden 10 yıllığına kiralanan türbenin, genel temizlik çalışmaları geçtiğimiz yıl yapılmıştı.


Belediye Başkanı Mustafa Poyraz, yaptığı açıklamada, türbenin Osmanlı ve Selçuklu Mimarisi'ni yansıtacağını belirterek; "Yıllardır bakımsız ve kaderine terk edilen ve bir mezar görüntüsü veren türbenin, çevresinin genel temizliği geçtiğimiz sene yapıldı. Malik Ejder'in kabrinin bulunduğu türbeyi Osmanlı ve Selçuk mimarisi tarzında yeniden inşa ediyoruz. Ahırdağı kesme taşı ile betonarme olarak inşa edilecek türbenin temeli atıldı.

 

Tek katlı ve kubbeli olarak yapılacak binanın çatısı kurşun kaplama olacak. Türbe inşaatının tamamlanmasıyla birlikte türbe çevresini düzenleme çalışmalarına başlayacağız. Yıllardır özlemle beklenen restorasyon çalışmalarına başladık. Daha önceleri bizim kullanım alanımızda olmayan bu yeri ilgili kurumlardan talep ederek restorasyon çalışmalarını üstlendik. Yıllardır kaderine bırakılan Malik Ejder Türbesi'ni, hak ettiği kültürel kimliğine kavuşturmak için çalışmalar yapıyoruz" diye konuştu

Kahramanmaraş Kent Haber, 27.05.2009

KARUN HAZİNELERİNE PASLI TANITIM

 

 

Uşak'tan kaçak kazıyla çıkarılıp yurt dışına kaçırıldıktan sonra, ülkeye iadesi uzun süre gündemden düşmeyen Karun Hazineleri'nin tanıtımı, paslı bir tabelayla yapılıyor. Günde yaklaşık 40 bin aracın geçtiği İzmir-Ankara karayoluna yıllar önce konulan "Karun Hazineleri Uşak'ta" yazılı tabela, görenleri şaşırtıyor.

Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesi davasıyla da kamuoyunun gündemine gelen Karun Hazineleri için İzmir-Ankara karayoluna yıllar önce tabela kondu. Ancak bu tanıtım tabelası eskiyip, üzerindeki yazılar pastan okunamaz hale gelmesine rağmen yıllardır yenisiyle değiştirilmedi. Konu hakkında bilgi veren Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk tabelanın durumundan haberdar olduklarını belirterek, bu konuda çalışma yapacaklarını söyledi. Arıtürk, "Uşak'ın iki girişinde de tabelamız var. Ankara'dan İzmir yönüne olan tanıtım tabelamızı güzelleştirdik. Fakat, İzmir'den Ankara yönüne olan karayolu üzerindeki tabela ise 8 yıl önce yapıldı. Bizim tarafımızdan Karun Hazineleri'nin Uşak'ta olduğunu belirtmek için konulan tabela maalesef bu zaman içinde küflenip paslanarak eskidi. Tabelayı yenisiyle değiştireceğiz" dedi.
Bu tür tabelalar konusunda belediyenin sorumluluğunun bulunmadığına dikkat çeken Uşak Belediye Başkanı MHP'li Ali Erdoğan da, "Karayolları üzerinde bulunan tabelalar tamamen sahiplerinin sorumluluğunda. Bu nedenle bakımları da o kurumların görevi. Tabelanın Uşak için önemli olduğuna inanıyoruz. Karun Hazineleri'nin ilimizde sergilendiğini gösteriyor. Gerekirse biz de sahip çıkarız" diye konuştu. 

Yeni Asır, Haber: Asım Pilgir, 27.05.2009

BİR BİLGİSAYAR UZMANI 3000 YILLIK YAZMALARI OKUMAYI UMUYOR

 

 

MS 24 Ağustos 79 da patlayan Vezüv Yanardağı, Herculaneum ve Pompei’yi tonlarca kül ve taş ile örttü. Binlerce insan öldü ama, her nasılsa Herculaneum’da, Julius Caesar'ın üvey babasına ait olduğu tahmin edilen bir villada bulunan yüzlerce papirüs tomarı sağlam kaldı. Antik felsefi metinler içeren bu tomarlar çok kötü bir durumda idiler. Yüksek ısı ile karbon silindirleri haline dönmüşlerdi, o denli kötü durumda idiler ki bazı tomarlar yüzyıllar önce onları açmaya çalışan insanların ellerinde un-ufak olup dağılmışlardı. Geri kalan ve bugün bir kısmı Fransa’da, diğerleri ise İtalya’da olan tomarlar ise okunamadan, hatta açılamadan öylece durmaktalar. 

 

Şimdi, Kentucky Üniversitesi’nden bir bilgisayar bilimcisi çağdaş teknolojinin bu kırılgan tomarları açmadan içine bakmayı mümkün kılacağını düşünmekte. Prof. Brent Seales bu iş için bir X-ışını CT kullanmayı düşünüyor. O ve meslektaşları daha sonra elde edilen bilgilerle bu tomarlarda bulunan yazıları okuyabileceklerine inanıyorlar. Seales “Bu cidden zor bir iş olacak çünkü bu tomarlar birer kömürden birer tuğlaya benziyorlar. Tıbbi olarak kullanılan ve malzemeye hiçbir zararı olmayan, üç boyutlu görüntü veren bir tür CT scan kullanacağız” dedi. Seales’in üzerinde çalışacağı ilk iki tomar Fransız Milli Akademisi’nde bulunuyor, ekip Temmuz ayını bu akademide çalışarak geçirecek.  

TMCnet.com, Haber: Lexington Herald, 19.05.2009 

TARİHİ ESER KAÇAKÇISI TUTUKLANDI

 

Gaziantep'te paha biçilemeyen bir mozaiğin de ele geçirildiği tarihi eser kaçakçılığı operasyonu kapsamında gözaltına alınan 3 kişiden 1'i tutuklandı.

 

Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde 20 Mayıs'ta M.K. isimli şahsın kullandığı araç içerisinde tarihi eser bulunduğu ve bu eserlerin ilçedeki bir parkta satılacağı bilgisi üzerine İlçe Jandarma Komutanlığı bir operasyon başlattı. Operasyon kapsamında araç içerisindeki M.K., M.K. ve H.D.üzerinde arama yapıldı. Bu aramada M.K.'nin üzerinden çıkan CD'lerden hareket edilerek ilçeye bağlı Dutlu Köyü yakınlarında toprağa gömülü vaziyette 1 heykel ile paha biçilemeyen bir mozaik ele geçirildi. Operasyon kapsamında gözaltına alınan ve sorgularının ardından adliyeye sevk edilen şüphelilerden M.K. tutuklandı.

Zaman, 26.05.2009

ZAZADİNHAN, SELÇUKLU'YA ÖDÜL GETİRDİ

 

 

Selçuklu Belediyesi "Zazadin Restorasyon Çalışması" ile Tarihi Kentler Birliği Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışmasında "Uygulama Ödülü"ne layık görüldü. Yarışmaya toplam 26 belediye 43 ayrı proje ile katıldı.

 

Beşiktaş Belediyesinin ev sahipliğinde yapılan programa, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile çok sayıda İl Valisi, Belediye Başkanı ve Yerel Yöneticiler katıldı. Yarışmada, Zazadin Han projesi ile "Uygulama Ödülü" alan Selçuklu Belediyesini Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay temsil etti. Altay'a ödülü Kayseri Valisi Mevlüt Bilici verdi. Vali Bilici; "Selçuklu Belediyesi'nin bu yarışmaya birkaç ayrı proje ile katılması ve Zazadin Han ile Uygulama ödülü alması takdirlerimizi toplamıştır. Bu başarıyı kutluyorum ve devamını diliyorum" dedi.

 

Selçuklu Belediyesi olarak tarihi ve kültürel değerlere sahip çıktıklarını ifade eden Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay ise "Konya, Selçuklu Medeniyetine başkentlik yapmış, tarihin her döneminde önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Geçmişin izlerini taşıyan şehrimizde bu eserleri gelecek nesillere taşımak için uğraş veriyoruz. Yapılan bu çalışmaların Türkiye genelinde ses getirmesi mutluluğumuzu ve azmimizi artırıyor" diye konuştu. Beşiktaş Belediyesi Akatlar Kültür Merkezinde düzenlenen programda yerel yöneticilere seslenen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da, "Yerel yöneticiler kendi bölgelerindeki tarihi ve kültürel değerlere sahip çıkarak, bu eserleri gelecek nesillere taşımak için gayret göstermelidir. Eski eserlerin restore edilmesi tarihi ve kültürel yapının korunması kadar bölgenin turizmine de önemli bir katkı sağlamaktadır. Tarihe sahip çıkarak, Tarihi Kentler Birliği Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Projesi ve Uygulamalarını Özendirme yarışmasında ödül alan tüm yerel yöneticilerimizi kutluyorum" şeklinde konuştu.

Yeni Şafak, 26.05.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU: 10 GÖZALTI





Denizli'de düzenlenen tarihi eser operasyonunda, çok sayıda malzeme ele geçirilirken, 18 kişi de gözaltına alındı.

 

Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca organize suç örgütlerine yönelik yapılan çalışmalar sonucunda, Denizli'de faaliyet gösteren liderliğini T.K., M.Z.Ç. ve V.D. isimli şahısların yaptığı üç ayrı suç örgütü tespit edildi.

 

Örgütün Denizli il merkezi ile Sarayköy, Buldan, Acıpayam, Bozkurt ve Çardak ilçeleri ile Aydın'da tarihi eser kaçakçılığı ve kazı suçlarını işlemek suretiyle haksız kazanç sağladıkları konusunda haber alındı.

 

Bu kapsamda yapılan çalışmalar sonucunda, suç örgütünün Denizli merkezi, Acıpayam, Sarayköy ve Buldan ilçelerinin yanı sıra Aydın, Bursa, Bilecik, Niğde, İzmir, Manisa, İstanbul ve Nevşehir'de tarihi eser kaçakçılığı ve kaçak kazı suçlarını işlemek suretiyle haksız menfaat temin ettiklerinin tespit edilmesi ve faaliyetlerinin delillendirilmesi üzerine, adli makamlardan alınan arama kararları ile üç ayrı operasyon düzenlendi.

 

Denizli il merkezi, Çardak, Sarayköy ve Buldan ilçeleri ile Aydın'ın Sultanhisar, Karacasu ve Bozdoğan ilçeleri, Muğla'nın Marmaris İlçesi ve İstanbul'un Eyüp İlçesi'nde yapılan eşzamanlı operasyonlar neticesinde örgüt liderleri T.K. ve V.D. isimli şahıslar ile birlikte 18 kişi yakalandı.

18 şahıs ifadelerinin alınmasının ardından adli makamlara sevk edilirken, 16'sı tutuklanarak cezaevine gönderildi. Olaya adı karışan 7 kişi de aranıyor.

 

Ele geçirilen malzeme:
Yakalanan şahısların ev ve iş yerlerinde yapılan aramada, üç adet av tüfeği, 1 adet tabanca, 1 adet şarjör, 8 adet fişek, iki adet dinamit lokumu, 2 fünye, 2 metre saniyeli fitil, 4 adet pusula, 2 kilo 700 gram barut, 4 adet harita, 10 adet kroki, 6 dedektör, 1 adet çan, 1 adet toprak vazo, 16 adet gümüş sikke, 1 adet kandil, 1 adet büyüteç, 1 takım dalgıç elbisesi, 1 adet oksijen tüpü, 1 adet çekiç, 2 adet müşta, 1 dürbün, 11 adet tarihi eser resim fotokopisi, 4 adet süs eşyası, 5 adet 22 ayar altın bilezik, 5 bin 550 TL., bin 500 euro, 67 adet Cd, 10 adet eski eser belgeleri, 9 adet define aramada kullanılan ipli metal parça, 13 adet cep telefonu, 17 adet sim kart ele geçirildi.

Denizli Kent Haber, 26.05.2009

78 ETKİNLİK, 40 MİLYON TL, BEŞ İSTİFA, ÜÇ SKANDAL





Avrupa Birliği, birlik dışındaki ülkelerden Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi uygulamasının sona erdiğini açıkladı. Bu kategoriden son kent olan İstanbul, unvanını 1 Ocak’ta devralacak.

Almanya’dan Essen, Macaristan’dan Peç kentiyle birlikte bir yıl boyunca kültürel zenginliğini dünyaya sergileyecek. 2007’de özel yasayla 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı kuruldu. 40 milyon TL harcandı. Bu yıl 800 milyon, gelecek yıl 1 milyar TL daha harcanması planlanıyor. Ancak projeyi üstlenen 2010 AKB Ajansı, son bir yılda skandallar ve istifalarla sarsıldı. Geçen ay 2010 AKB Ajansı Yürütme Kurulu Başkanlığı’nı devralan Şekip Avgadiç’e bugüne kadar gerçekleşen projeleri ve hazırlıkları sorduk.

2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, 2007 Kasımı’nda çıkan 5057 sayılı yasa çerçevesinde kuruldu. Devlet ve sivil toplum temsilcilerini bir araya getirip yeni bir yönetim modeli oluşturan ajans çalışmalarına 2007 sonunda başladı. Kurullar oluştuktan sonra proje kabulü sürecine geçildi. 1,5 yılda "kentsel" ve "kültür sanat" başlıkları altında 1662 proje önerildi. Kabul edilip başlatılan 162 projeye, 1.533 milyon TL kaynak ayrıldı. "Bu kadar çok proje gelmesini hiç beklemiyorduk" diyor 2010 AKB Ajansı Başkanı Avgadiç. Bazı kurumların bu konudaki üretkenliği dikkat çekici. Örneğin İstanbul Üniversitesi, 75 proje sunmuş.

Birçok proje birden fazla aşamadan oluşuyor. Örneğin Tiyatro Şenliği’nin 2008’de İstanbul, sonraki yıllarda Türkiye ve Avrupa aşamaları yapılması planlanmıştı. Şu anda ikinci aşamada. Şu ana kadar 78 proje tamamlandı. Bütçe sıralamasına göre en önemlileri: Boğaziçi Festivali, İstanbul müzelerinin güvenlik ve temizliğinin özelleştirilmesi, 2010’a Giderken, CAP İstanbul, SEAS İstanbul, Ramazan Şenlikleri.

Bu arada ciddi skandallar yaşandı. 4 milyon TL bütçeli Boğaziçi Festivali’nde bir orkestra ve bir bale topluluğunun yerine sahtelerinin sahneye çıkarılması, organizasyon firmalarının fahiş komisyon oranı uygulaması "Çakma Festival" başlığıyla basına yansıdı. Bu skandalı, bir ajans yöneticisinin babasının ölüm ilanlarını 2010 AKB Ajansı’na ödetmesi izledi. Son olarak Edebiyat Yönetmeni Ahmet Kot’un eşinin şirketiyle girdiği Kültür Bakanlığı ihalesi sonrası, şirketin ihale yasaklılar listesine alınması TBMM’de gündeme getirildi.

Sonunda ajansın çalışma sistemini değiştirmekten umudu kesen Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu, üyelerden Metin Sözen, İskender Pala, Gürhan Ertür, müzik yönetmeni Cem Mansur istifa etti.

İç çatışma, skandallar, izin ve onay prosedüründeki yavaşlık nedeniyle birçok proje gecikti. AKM’nin restorasyonu, Yenikapı arkeolojik alanının düzenlenmesi, gecikenler listesinin başında yer alıyor. AKM’nin restorasyonu başlamadı bile. Yenikapı ise çok önemli arkeolojik bulguların birbirini takip etmesi nedeniyle, zamanlama dışına çıktı. Geçen ay yeni Yürütme Kurulu üyeleri ve başkanını belirleyen 2010 AKB Ajansı, proje kabulünü durdurdu. İç yapılanması, çalışma süreci gözden geçiriliyor. Önerilen projelerin incelenmesi tamamlanıp, daha sonra yeniden proje kabülüne başlanacak. Yürütme Kurulu Başkanı Avgadiç, zaman sıkışması telaşı yaşamadıklarını söylüyor: "Biz 2010 projesini başlama ve bitiş saati belli bir futbol maçı gibi görmüyoruz. İstanbul konusunda farkındalık yaratmayı amaçlayan uzun sürecin bir parçası olarak değerlendiriyoruz" diyor.

Sorunlar, 2010 AKB Ajansı’nda yeni bir yapılanmayı gerektirdi. Proje kabul şartnamesi değiştiriyor. Projelerin uygulanmasındaki suiistimalin kaldırılması amacıyla Proje Takip Direktörlüğü kuruldu. Ajansın incelediği, kabul ettiği, uyguladığı projeler hakkında bir veri bankası oluşturuluyor. Uygulanan projelerin etkinliği konusunda ölçümleme yapılacak. Geçmişte organizasyon firmalarının fahiş komisyon oranlarının yüzde 10’un altında tutulması kararlaştırıldı.

2010’da uygulanacak projelerin yüzde 30’u başlatıldı. Geriye kalan yüzde 70 için 2010 AKB Ajansı çalışıyor. Personel sayısı 102’ye yükseltildi. Dışarıdan hizmet veren bazı firmalarla sözleşmeler iptal edildi, yenisinin bulunması için çalışılıyor. Başkan Şekip Avgadiç’in verdiği bilgiye göre, henüz 2010 yılı programı kesinleşmedi. Etkinlik takvimi eylülde açıklanacak. Şu anda açılış ve kapanış törenleri başta olmak üzere en az yedi iddialı etkinlik için çalışılıyor. AKM restorasyonunun 2010 Martı’nda yetiştirilmesi Ajans’ın 2008 bütçesi 800 milyon TL. Ancak kriz nedeniyle kesinti yapılması bekleniyor. Gelecek yıl için bütçenin 1 milyar TL’ye yükseltilmesi hedefleniyor.

Hürriyet, 26.05.2009

BURSA'DA TARİHİ MEZARLIKLAR ONARILACAK





Büyükşehir Belediyesi tarafından geçmişe ışık tutan tarihi mezarlıklar çirkin görüntülerden kurtulacak. Belediye Başkanı Recep Altepe, konunun vahametinin farkında olduklarını, Park ve Bahçeler Müdürlüğü yetkilileri ile yaptıkları toplantıda gerekenin yapılması kararını verdiklerini söyledi. Mezarların çevre düzenlemesinin yapılacağını vurgulayan Altepe, kırılan mezarların da onarılıp bakımlarının gerçekleştirileceğini ifade etti.

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, mezarların tarihi değer taşıdığını belirterek özellikle Emirsultan, Pınarbaşı ve Alacahırka mezarlıklarında çalışmaların kısa sürede başlayacağını dile getirdi. Altepe, yapılacak çalışmaları şöyle anlattı: "Öncelikle mezarlıkların dış duvarları yeniden yapılacak. Daha sonra mezarların iç rehabilitasyonuna geçilecek. Burada mezarlara imkan ölçüsünde yeni yollar açılacak ve merdivenleri onarılacak. Yolların kaplamaları da yapılacak. Mezarların etrafındaki demirler onarılıp boyanacak. Yeşillendirme ve çiçeklendirme çalışmalarının yanı sıra ışıklandırma çalışmaları da yapılacak. Altyapı tamamen değişecek. Çeşmeler ve giderlerle ilgili yeni düzenlemeler yapılacak."

Mezarlıklardaki tarihi mezar taşlarının elden geçirileceğini vurgulayan Altepe, kırılan ve dağılan mezar taşları ve lahitleri yeniden yapacaklarını dile getirdi. Alacahırka ve Pınarbaşı mezarlıklarında duvarların onarıldığını aktaran Altepe, Piremier ve Arabayatağı mezarlıkları gibi birçok mezarlığın da elden geçirileceğini kaydetti.

Çalışmalar bittikten sonra mezarlıkların çok daha temiz ve güvenli hale geleceğini vurgulayan Altepe, "Özellikle Emirsultan ve Pınarbaşı mezarlıklarımızın çok fazla ziyaretçisi var. Buralardaki çirkinlikleri ortadan kaldırmak zorundayız. Düzenlemeler tamamlandığında buralarda yürümekten ve dua etmekten büyük huzur duyulacak. Mezarlarını ziyaret eden insanları rahatsız eden kimse kalmayacak." diye konuştu.

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü öğretim görevlisi Dr. Hasan Basri Öcalan, tarihi mezar taşlarının çok büyük bir hazine olduğunu belirterek, bunların muhafaza edilmesi gerektiğine dikkat çekti. Mezar taşlarının restore edilerek korunmasının büyük önem taşıdığını vurgulayan Öcalan, bu taşların Osmanlı'nın ilk dönemindeki kültür ve tasavvuf hayatına ilişkin çok net bilgiler verebileceğini ifade etti. Öcalan, Emirsultan, Pınarbaşı ve Alacahırka mezarlıklarındaki mezar taşlarının önemine değinerek, "Mezarlıklardaki bu tarihi taşlar bakımsızlık nedeniyle dağınık, kırık dökük halde duruyor. Bunların bakımının yapılması yerinde bir çalışma. Eserlerin aslına uygun olarak restore edilmesi çok önemli." şeklinde konuştu.

Zaman, 26.05.2009

HEYKEL DÜŞÜNCESİNDE VANDALİZM!





Türkiye oldum olası şaşırtan bir ülke! Bu yargı, “heykel” konusunda da geçerli! Osmanlı’nın Mısır Valisi Sait Paşa, Süveyş Kanalı’nın girişinde dikilecek meşaleli heykeli, Fransız Frederic Auguste Bartholdi’ye sipariş etti. Ancak kanalın açılışından önce ölünce, yerine geçen İsmail Paşa’nın “İslamiyette heykel olmaz” dediği meşaleli heykel Paris’te bir depoya atıldı. Bir süre sonra Süveyş Kanalı’nın mimarı Ferdinans de Lessepse ile Bartholdi, Fransız-ABD dostluğu için heykeli alıp Nev York’a götürdüler. Osmanlı’nın faturasını ödediği heykel, 25 Ekim 1886’da Nev York’un girişindeki adaya “Özgürlük Anıtı” olarak dikildi!

“Adalet Heykeli” Yunan mitolojisinde “adalet ve düzen tanrıçası” Themis’i simgeler. Yeni Anayasa Mahkemesi önüne dikilen “Adalet Heykeli”nin gözü açık - kapalı tartışmasına girecek değilim! Bu olay yerine, Türkiye’de yaklaşık son iki yılda basınımıza yansıyan bazı heykellerin başlarına gelenleri gözden geçirelim!

2007
16 Temmuz Radikal… Kadıköy çarşısındaki “Kaz Rodi” heykelini kim çaldı?

7 Eylül Hürriyet… Denizlili halk sanatçısı Özay Gönlüm’ün Çatalçeşme’deki heykeli bakımsızlıktan tanınmaz halde!

8 Eylül Radikal…

• Fazilet Partisi üyeleri, Balıkesir Edremit’te dikilen “Sarıkız” heykelinin göğüs uçlarının neden göründüğünü Belediye Meclisi’nde sordular.

• Antalya’ya adını veren Kral Attalos heykelinin “eşcinsellik” simgesi olduğu savlandı!

30 Eylül Milliyet… Afyonkarahisar Emirdağ’da 25 yıl boyunca alanı süsleyen Atatürk heykeli “çok yıprandı” diye yalnız 4 kişinin bildiği bir yere gömüldü. AKP’li Belediye Başkanı “Alnıma silah dayasanız yerini söyleyemem!” dedi.

27 Eylül Milliyet - Sabah… Edirne Kırkpınar ağası Hüseyin Şahin’in heykelindeki tespih yine çalındı!

2008
24 Şubat Evrensel… Muzaffer Eroran’ın yaptığı “İşçi” heykeli nerede? Cumhuriyet’in 50. yıldönümünde dikilen 12 heykel de kayıp!

19 Nisan Sabah… Heykeltıraş Prof. Ferit Özşen yaptığı Herkül heykelinin Ereğli’de kaldırılmasına kızdı: “Ereğli’nin adı bile Herkül’den geliyor” dedi.

6 Temmuz Hürriyet… Yıkılan Çetin Emeç anıtı yenilendi!

6 Ağustos Sabah… İstanbul Esenyurt’ta Nazım Hikmet’in heykeli çalındı. Heykel ancak vinçle götürülebilirmiş!

22 Eylül Hürriyet… Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek “Su Perileri heykelini Tandoğan Alanı’na yeniden dikmeyi düşünmüyoruz!” dedi.

27 Aralık Cumhuriyet… Kırklareli Lüleburgaz’da Leonardo da Vinci’nin “Altın Oran” figürü heykeli, “Buraya kilise, İsa’nın çarmıha gerilişi yapılıyor…” denilerek parçalandı!

30 Aralık Cumhuriyet… Mersin Atatürk Parkı’ndaki Uğur Mumcu Anıtı ve Karacaoğlan heykelleri tahrip edildi!

2009
11 Ocak Hürriyet… Bursa’nın ünlü “Deli” Ayten’inin heykelinin 15 yıl sonra anı parkına dikilmesine Saadet Partisi karşı çıktı.

16 Şubat Milliyet - Akşam… Marmaris Yat Limanı’nda 1997’de dikilen, Rahmi Atalay’ın yaptığı, uzaya Türk bayrağı götüren Amerikan astronot Jim Reilly’e şükran heykeli kayboldu!

17 Şubat Cumhuriyet… Marmaris’te astronot heykeli denizden çıkarıldı!

27 Şubat Akşam… Tankut Öktem’in “Balıkçı ve Torun” heykelinden “torun” da kaybolmuş, balıkçının bacağı kırılmıştı. Torun da sudan çıkarıldı!

5 Mart Milliyet… Çanakkale Ayvacık Behramkale Köyü Muhtarı Hüseyin Kaplan, Assos’ta ders veren Aristo’nun heykelinin açılış töreninde Bakan Ertuğrul Günay’a katkısından dolayı teşekkür etti.

3 Nisan Hürriyet - Vatan… Antalya Kemer’de “Aşk Yağmuru” heykelini MHP’li Belediye Başkanı “müstehcen” diye depoya kaldırttı!

4 Nisan Milliyet… Kadıköy Belediyesi “Aşk Yağmuru”na talip!

9 Nisan Haber Türk… Ankara Belediye Başkanı Gökçek’in “Tükürürüm böyle sanatın içine” dediği “Su Perileri” depoya kaldırıldı.

13 Nisan Sabah… Emirgan Korusu’nda, Fransız Pierre Louis Rouissard’ın 1864’te yaptığı “Geyik” heykelinin önce yavrusu, sonra kendisi ve Gülhane Parkı’ndaki Aşık Veysel heykelindeki saz da 3 kez çalındı.

24 Nisan Sabah… Erzurum’u düşman işgalinden kurtaran Gazi Ahmet Muhtar Paşa heykelinin kılıcı 6 yılda 4 kez çalındı!

27 Nisan Hürriyet… 1925’ten beri Ankara Ulus’ta önceleri Başbakanlık Binası olan, şimdilerde Gümrük Müsteşarlığı önündeki havuzun çıplak kadın heykelleri çürümeye terk edildi!

2 Mayıs Sabah… Zonguldak Ereğli İlçesi eski Belediye Başkanı Murat Sesli’nin sahildeki yerinden kaldırdığı “Herkül Heykeli”ni CHP’li yeni Belediye Başkanı Halil Posbıyıkoğlu yerine koydurttu!

3 Mayıs Vatan…

• (Hande Ataizi’nin çıplak resmini yapan) Kenan Evren “İlk Adım ve Atatürk Anıtı”ndaki erkek ve kız figürlerini “çıplak” diye kaldırtmıştı.

• 1999’da Babaeski’de Fatih Sultan Mehmet’in heykelinin atı, erkek mi dişi mi diye tartışılmıştı! (Fatih, İstanbul’u kuşattığında Bizans’ta rahipler “melekler dişi mi erkek mi” tartışmasını yapıyorlardı!)

• Aydın’da Yörük Ali Efe’nin heykeli neden bıyıksız diye tartışıldı!

5 Mayıs Cumhuriyet… Ulusal futbolcu Lefter Küçükandonyadis’in Fenerbahçe Stadyumu yanındaki parkta açılan heykeli ilgi yarattı!

5 Mayıs Hürriyet… Cumhuriyet’in 50. yılında Gürdal Duyar’ın yaptığı “Güzel İstanbul” heykeli Karaköy Meydanı’na dikilmişti. CHP-MSP Koalisyonu’nda “Türk kadınını hayasızca teşhir ettiği” gerekçesiyle kaldırıldığı Yıldız Parkı’nda “müstehcen, gözlerden uzak” varlığını sürdürüyor.

Günümüzde Eskişehir’den “Heykelkent” diye söz edilmesinden dolayı Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’i ve kent halkını kutlarken, Kültür Bakanımıza da bir önerimiz var! Acaba Türkiye’nin tüm il, ilçe, bucak ve köylerindeki heykellerin bir dökümü yapılıp kitaplarla belgelenemez mi?

Afrodit’e Tecavüz!

Nokta dergisinde 1 Kasım 1992’de Jan Paçal, Burdur Kremna antik kentindeki mermer aşk tanrıçası Afrodit heykelinin köyün delikanlılarınca “cinsel mutluluk aracı!” yapıldığı, köyde “Afrodit’e kimler tecavüz etmişti” diye sorulduğunda anlamlı güldüklerini yazmış!

Bu öykü, MÖ 4. yy’ın ünlü yontucusu Praksiteles’in “Afrodit Heykeli”ni anımsattı. Datça yarımadasının ucundaki Knidos kenti ile karşısındaki İstanköy Adası, Praksiteles’e birer Afrodit heykeli sipariş ederler. Giysili Afrodit’i adalılar, çıplak olanını Knidoslular alır.

Knidos’ta Afrodit adına yapılan yuvarlak tapınağına konulan heykel, dünyadaki belki de ilk turizm olayını başlatır. Bergama Kralı beğendiği heykeli kendisine vermeleri karşılığında borçlarını silmeye hazır olduğunu bildirdiği halde Knidoslular heykellerinden vazgeçmezler.

Ama bir sabah tapınağın rahibeleri kapıyı açıp içeri girdiklerinde bir delikanlının içeride uyuduğunu, heykelin üzerinde gencin cinsel ilişkisinin izlerini gördüler. Demek ki tarih Bucak’ta da tekrarlanmış!

Cumhuriyet, Yazı: Özgen Acar, 26.05.2009

HİSAR CAMİSİ 400 GÜN KAPALI

 

İzmir’in kent merkezinin en büyük camisi olan, Hisarönü’ndeki Hisar Camisi, tadilat için 400 gün süreyle kapatıldı.1596 yılında hizmete giren, Osmanlı el sanatlarının en güzel örneklerini taşıyan Hisar Camisi, sadece kentte yaşayanların değil, çok sayıda turistin de ilgi odağı oluyor.

En son 1980 yılında tadilat geçiren cami ibadethane olarak hizmet vermesinin yanı sıra, çevresinde bulanan kafelere, lokantalara, hediyelik eşya satan dükkanlara katkıda bulunuyor. Caminin Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 400 gün sürecek tadilat için kapatılması, çevresindeki ticari hayatı da olumsuz etkileyecek.  Hisarönü esnafı, tarihi caminin tadilatın yapılmasının çok önemli olduğunu ve bunu desteklediklerini dile getirerek, ancak 400 günlük tadilat süresinden olumsuz etkileneceklerini belirtti. Bir yandan ekonomik krizle boğuşurken, caminin ibatede kapatılmasıyla ikinci darbeyi yediklerini söyleyen esnaf, tadilatın daha kısa sürede bitirilmesini istedi.

Hürriyet, 26.05.2009

MÜZEYE REKOR ZİYARETÇİ

 

Gaziantep Kültür ve Turizm Müdürü Salih Efiloğlu, 2007 yılına oranla 2008 yılında müze ziyaretçi oranında yüzde 150 artış yaşandığını söyledi. Efiloğlu, “2007 yılında yaklaşık 130 bin olan ziyaretçi sayısı 2008 yılında 270 bine ulaştı” dedi. Turist sayısındaki artışın birçok nedenleri olduğunu belirten Efiloğlu, Gaziantep’te turizm altyapısı oluşturmaya çalıştıklarını kaydetti. Efiloğlu, “Müzeler sayısının artması turist sayısının artışında önemli etki etti. Rumkale ve Zeugmayı içerisine alan Fırat Kültür Vadisi ve Gaziantep mutfağı, restorasyonlar turizme büyük ivme kazandırdı. Ticari turizmde yüzde yüz oranında artış yaşandı. Kentte fuarların yapılması ticari açıdan turist sayısında artışta önemli bir role sahip. Gaziantep bu gelişmeler ile birlikte diğer bölge illerinin de turizminin gelişmesine katkı sağlamakta” şeklinde konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 26.05.2009

TRUVA ATI DENİZDE SERGİLENECEK

 

Çanakkale’de kordon boyunda sergilenen ‘Troy’ filmindeki Truva Atı, yeni bir projeyle denize taşınacak.

Vali Abdülkadir Atalık, Truva Atı’nı, kordon boyundaki koyda, deniz üzerine yapılacak dubaların üzerinde sergileyeceklerini açıkladı. Atalık, şöyle dedi: “Eğer bakanlık gerekli parasal desteği verirse Truva Atı’nı denize taşırız. Yanında bir lokanta, hediyelik eşya satan dükkanla birlikte çok güzel bir turistik mekan oluşturabiliriz. Bir yaya yoluyla da ziyaretçilerin ulaşımını sağlayabiliriz.” Truva Atı, ‘Troy’ filminde kullanıldıktan sonra 4 yıldır kordon boyunda sergileniyordu.
Hürriyet, Haber: Burak Gezen, 26.05.2009

HİTİTLERİN KUTSAL ŞEHRİ NERİK'TE KAZI ÇALIŞMALARI AĞUSTOS'TA BAŞLAYACAK

 

Samsun'un Vezirköprü İlçesi'nde bulunan Hititler'in kutsal şehri Nerik için kazı çalışmalarının 1 Ağustos'ta yeniden başlayacağı kaydedildi.

 

Hititler'in en kutsal yeri olarak bilinen 'Nerik Kutsal Şehri'nin ortaya çıkarılması için Gerda Henkel Vakfı, Berlin Freie Üniversitesi, Deutsche Orient-Gesellschaft, Bilkent Üniversitesi, Knödler Decker Vakıf, Teknik Üniversitesi Dresden, Tepe Knauf desteğiyle yürütülen kazı çalışmaları, 1 Ağustos-15 Ekim arasında Türk ve Alman bilim adamından oluşan 44 kişilik ekiple başlayacak.

 

Vezirköprü Oymaağaç Köyü sınırlarında 2006 yılında başlatılan kazılarda önemli mesafe alınırken, kazı çalışmalarının 4 hektarlık alanda yürütüleceği ifade edildi. Berlin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Rainer Czichon, tarihte Hititler'in en kutsal şehrinin Nerik olduğunun bilindiğini ve Oymaağaç Köyü'nde net buluntulara ulaşıldığını, yaklaşık 500 metrekarelik alanda yapılan kazılarda mabedin kuzey köşesinin tamamen ortaya çıkarıldığının kaydetti.

Zaman, Haber: Fahri Öztoprak - Resul Baş, 26.05.2009

TARİHİ LAHİTLER MALZEME KOVASI OLDU





Konya'nın Seydişehir İlçesi'ne bağlı Bostandere belde belediye binası girişinde bulunan ve antik çağlardan kaldığı düşünülen tarihi eserlerin içinde bulunduğu ilginç durum, görenleri şaşkına uğratıyor.

 

Roma döneminden kaldığı iddia edilen tarihi lahitler, malzeme kovası ya da başka amaçlarda kullanılıyor.

 

Bostandere Belediyesi girişinde mazot bidonları, anti friz tenekeleri ile birlikte oldukça ilginç bir görüntü oluşturan bu eserlerin, yine beldede bulunan bazı evlerde ve binalarda inşaat malzemesi olarak kullanıldığı iddia edildi.

 

Konu ile ilgili açıklama yapan Bostandere Belediye Başkanı Turan Koyuncu, lahit olarak adlandırılan bu kalıntıların çevrede bulunan tarihi kale ya da yerleşim yerlerinden sökülüp getirildiğini ve jandarmanın ihbarı üzerine belediye binası içinde koruma altına alındığını söyledi. Geçen yıl lahitlerden bir tanesinin çalındığını kaydeden Koyuncu, jandarmanın uzun süren takibi sonucu bulunduğunu ve belediyeye geri getirildiğini dile getirdi.

 

Başkan Koyuncu sözlerini şöyle sürdürdü: "Bölgemiz çok eski bir yerleşim yeri. Bostandere'de Roma ve Bizans dönemine ait tarihi kalıntılara sıkça rastlıyoruz. Beldemizde Roma döneminden kalma antik tiyatro vardır. Daha öncede iki dönem belediye başkanlığı yaptım ve tam 15 yıldır beldede bir kazı yapılması için mücadele ediyorum. Ama sesimi kimseye duyuramadım. Bölge halkı çevrede bulunan bu kalıntıları kendi amaçları doğrultusunda kullanıyor. Buna engel olacak durumumuz yok. Binanın girişinde bulunan lahitlerde muhtemelen korunmak üzere getirilmiş.''

Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli ise konu ile ilgili bilgisinin olmadığını, durumu incelemek üzere bölgeye bir ekip göndereceğini söyledi.

 

Lahitlerin koruma altında olması gerektiğini dile getiren Benli, bu görevin sadece kendilerine ait olmadığını ve herkesin bu noktada da kendimi sorumlu hissetmesi gerektiğini hatırlattı.

Benli, araştırma yaptıktan sonra gerekli açıklamayı yapacağını sözlerine ekledi.

haberler.com, 26.05.2009

YUNANİSTAN'DA TARİHİ MEKANLARDA TOPUKLU AYAKKABI YASAĞI

 

Yunanistan, tarihi ve turistik mekanlara turistlerin topuklu ayakkabıyla girmesini yasakladı. Önümüzdeki yıl ise bu mekanlarda yeme içme yasağı uygulanacak. 

 

Ülkenin önemli arkeolojik yapılarının yüksek topuklu ayakkabılardan zarar gördüğünü tespit eden Yunan makamları yaz sezonu başlarken ülkedeki bazı tarihi ve turistik mekanlara topuklu ayakkabıyla girilmesini yasakladı. Odeion, Acropolis gibi Yunanistan'ın çok önemli turistik çekim merkezlerini de kapsayan yasaklar, sadece ziyaret saatleriyle sınırlı olmayacak. Yüksek topuklu ayakkabı yasağı tarihi mekanlarda düzenlenen konserleri de kapsayacak.

 

Yunanistan tarih öncesi ve klasik dönem kalıntılarından sorumlu direktör Eleni Korka, "Kadın ziyaretçilerimiz tarihi kalıntılarımıza zarar vermeyen ayakkabılar giymeliler. İnsanların bu yapıtların zarar gördüğünün farkında olmaları gerekiyor" dedi.

 

Tarihi mekanlarla ilgili yasaklar topuklu ayakkabı ile sınırlı kalmayacak. Önümüzdeki yılbaşından itibaren devreye girmesi beklenen yeni yasaklar arasında; tarihi mekanlarda yeme içme yasağı ve tarihi mekanlara sarhoş girme yasağı da olacak. Yunanlı yetkililer, sadece geçtiğimiz yıl tarihi tiyatroların mermer koltuklarının altına yapıştırılmış toplam 27 kilo sakız bulmuşlardı.

Turizm Habercisi, 25.05.2009

MİMAR SİNAN'IN SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ ÇÖP DEPOSU OLDU






İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerine yoğun bir şekilde hazırlanırken, Mimar Sinan’ın kalfalık dönemi eseri 452 yıllık muhteşem Süleymaniye Camisi Külliyesi’nin zemin odaları çöp deposu olarak kullanılıyor.

 

Osmanlı İmparatoru Kanuni Sultan Süleyman’ın adına dünya sanat tarihinin en önemli isimlerinden Mimar Sinan’ın  yaptığı, imparatorluğun en ihtişamlı dönemini simgeleyen mimari tasarıma sahip Süleymaniye Camisi, büyük mimara saygısızlığın son örneğini yaşıyor.





Her gün birlerce turistin gezdiği 452 yıllık caminin külliye odalarını atık kağıt toplayıcıları depo olarak kullanıyor.  Zamanının tıp, matematik, doğa ve din bilimleri eğitiminde önemli bir yere sahip olan külliyenin kiralık zemin odaları, bugün bölgenin kağıt çöplerine ev sahipliği yapıyor.

 

Yanından geçen turistlerin çöp kokusundan irkildiği külliye odaları, çağdaş ülkelerde birer müze ya da kültür merkezi olarak değerlendirilirken, 21’inci yüzyılda İstanbul’un gözbebeği tarihi eseri çöp odalarına dönüştüren anlayışın kaderine terk edilmiş durumda.

 

Hoca Gıyaseddin Mahallesi Süleymaniye İmareti Sokak’ta bulunan külliyenin Şifahane kısmının zemin odaları,  günümüzde atık kağıt ve tekstil işiyle uğraşan kişilere kiralanıyor.

 

Süleymaniye esnafı, külliyenin yıllardır bu şekilde kullanıldığını belirterek, “Kimi zaman işgalci, kimi zaman kiracılar kullanıyor, camide başlayan restorasyon ise külliyeye hiç uğramadı, restore edilse hem biz faydalanacağız, hem halkımız ve turistler faydalanacak” dedi.

 

Dünyanın, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olarak  mercek altına aldığı İstanbul’un 7 tepesinden en yükseğinde yükselen ihtişamlı cami ve külliyesi, yetkililerin bir an önce önlem almasını bekliyor.





1960 yılından bu yana restorasyon  çalışmaları planlanan Süleymaniye Camisi, 2009 ‘da Süleymaniye Projesi kapsamında kentsel dönüşüm planıyla  restorasyon çalışmalarının kısmen başladığını gördü. Ancak şimdilik cami bölümünün restore edildiği külliye odaları, buralarda kiracı olan kişilerle düşülen uzlaşmazlık, yetki devri gibi nedenlerle ihmalden kurtulamadı.

 

Süleymaniye Külliyesi zemin odalarını  atık kağıt deposu olarak kullanan şahıslar ise  “Kiramızı ödüyoruz, usulsüzlük yok” diyerek depolarını terk etmek istemediklerini söylediler.

 

Süleymaniye’nin durumuyla ilgili görüşlerini belirten ünlü sanat Prof.Dr. Semavi Eyice, “Artık her şey göz önünde yapılıyor, bu durumda İstanbul’un değil kültür başkenti olmasına İstanbul olduğuna bile inancımı kaybettim, yıllardır Süleymaniye görmezden geliniyor, bir çok Avrupa ülkesi Mimar Sinan eserleriyle kendi eseriymiş gibi övünürken, bu halde bırakmak utanç verici. Yıllar evvel Süleymaniye, İstanbul’un kalbur üstü kesiminin muhitiydi. Şimdi bu durumda olmayı hak etmiyor” dedi. 





İstanbul’un kültür tarihini yazan önemli isim Profesör Eyice, İstanbul’da artık İstanbulluların bile yaşamadığını belirterek, “İnsanlar memleketinden kaçıyor, Beyoğlu’nda saat 22.00’den sonra yürünemiyorsa kültür başkenti olmak hikaye olur. Tarihi eserlerinin korunması ve kiralanmasının da bir usulü var; her şey kılıfına uydurulduktan sonra usulsüzlük olmaz tabi, bu ancak gülünçlük olur” diye tepki gösterdi.

 

Süleymaniye Camisi’nin hemen arkasında kalan İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’ndeki  öğrenciler ise “Türklerin İstanbul’da yarattığı en büyük ve en değerli eser olarak görünen Süleymaniye uyutulan bir dev. Tac Mahal’in ya da Notre Dame Katedrali’nin böyle bir hal ve çöp içinde olduğunu hayal bile edemiyoruz, oysa Süleymaniye,  yüzlerce tarihi eserlerin yanında sade fakat görkemli mimarisiyle fark ediliyor. Elimizden gelse külliyeyi biz restore ederiz, utanç duyulacak bir olay” görüşünü dile getirdiler.

 

Öğrenciler, gözleriyle gördükleri tablo karşısında “Tarihi eserlerin kiralanmasında kriterler olduğunu sanıyorduk. Bu durumda kirayı veren herkes, her türlü amaç için kullanabilir” diye konuştular.

İstanbul Üniversitesi Haber Ajansı, 25.05.2009

VAKİT'İN YENİ HEDEFİ MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ





Dinci basın, Türkan Saylan'dan sonra şimdi de Muazzez İlmiye Çığ'a saldırmaya başladı. Vakit gazetesi, yaklaşık 70 yıllık meslek hayatı boyunca Sümeroloji alanında çok sayıda araştırmaya imza atan Çığ'dan, "inançlı kesimlere ve özellikle başörtülülere yönelik bir hakaret ve iftira kampanyasında amaçlı olarak devreye sokulan bir proje" diye söz etti.


"Laikçi kesim, kartel medyası ve mason loncası tarafından profesör olarak takdim edilen Çığ'ın, profesör olmadığını Vakit'e itiraf ettiği" ifadesine yer verilen haber, "Muazzez İlmiye Çığ'dan itiraf: Profesör değilim, sadece kütüphane memuruydum" başlığıyla yayımlandı.

Haberin içeriğine bakıldığında ise, Çığ'ın Vakit gazetesi muhabirine "Ben profesör değilim, profesör olduğumu iddia etmiyorum. Bana zorla bu unvanı takıyorlar. Ben müzede uzman olarak çalıştım. Sümeroloji alanında araştırma ve incelemelerim oldu" dediği anlaşılıyor.

Vakit'in haberinin devamında, Çığ'ın doktora çalışmasının da olmadığı ve sadece 2000 yılında İstanbul Üniversitesi (İÜ) Senatosu tarafından fahri doktora ünvanına layık görüldüğü belirtilerek, "Çığ'ın Sümeroloji bölümünün kapısından dahi geçmediği ortaya çıkarken, ülkenin gerçek Sümerologları bu duruma isyan ediyor" denildi.

"Bazı etkili profesörler" Vakit'e dert yanmış
Haberin devamında, AÜ Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) Dekanlığı ve Sümeroloji Bölüm Başkanlığı yetkililerinin Çığ'dan "Sümeroloji uzmanı" olarak bahsedilmesinden rahatsızlık duydukları, Sümeroloji Bölüm Başkanlığı kayıtlarında Muazzez İlmiye Çığ adına öğrenci kaydı ya da tez çalışması bulunmadığı belirtildi.

 

Bölümdeki akademisyenlerin Vakit'e dert yandığı iddia edilerek şu ifadelere yer verildi: "Sümeroloji Bölüm Başkanlığı ve DTCF'den Vakit muhabirine konuşan etkili profesörler, 'Bu araştırmalar oldukça pahalıdır ve belirli çevrelerin yardımları sonucu ancak yapılabilmektedir. Ancak ne yazık ki aynı çevreler, zaman zaman siyasi birtakım konularda akademik unvanlı kişileri kullanmak isteyebiliyor. Sümerlerde başörtüsüyle ilgili polemikte Sümeroloji Bölümü'nden hiçbir akademisyen, istenilen tarzda görüş bildirmedi. Bunun üzerine ilmiye Çığ adında bir proje devreye sokuldu. Ancak bu konu artık siyasi olmanın da dışına çıkıp, Türkiye'deki gerçek Sümerologları yok sayan bir noktaya geldi. Şayet İlmiye Çığ profesör ve Sümerolog ise, bizler neyiz?' diye sordu."

 

Muazzez İlmiye Çığ kimdir?
1914'te Bursa'da doğan Çığ, önce öğretmen okulunda okudu; mezun olup öğretmen olarak atandıktan sonra 1936'da AÜ DTCF Hititoloji bölümüne girdi. Aynı fakültede okutulan ve adı başlangıçta Asuroloji olan bir başka bölüm, Sümer dilinin de inceleme alanına dahil edilmesiyle Sümeroloji adını almıştı. Çığ, Hitit dili derslerinin yanı sıra Sümer ve Akad dili dersleri de aldı. Kariyerinin ilerleyen yıllarında Sümer kültürüne özel olarak odaklanarak bu konuda kamuoyunun ilgisini uyandıran çarpıcı kitaplar yazmasından dolayı Çığ, aslında Hititoloji diploması bulunduğu halde Sümerolog olarak tanınıyor.

1940 yılında AÜ'den mezun olduktan sonra İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi Çiviyazılı Belgeler Arşivi'ne uzman olarak atanan Çığ, müzenin deposunda bulunan Sümer, Akad ve Hitit dillerindeki tabletlerin temizlenip arşivlenerek yazıya dökülmesi ve böylece uluslararası literatüre katılmasında önemli rol oynadı. Yurtdışında da çeşitli çalışmalar yapan Çığ, 1972'de emekli olduktan sonra Samuel Noah Kramer'in "History Begins at Sumer" adlı kitabını Türkçeye çevirdi. “Tarih Sümerle Başlar” adıyla 1990'da Türk Tarih Kurumu (TTK) tarafından yayımlanan kitap büyük ilgi gördü. Çığ bundan sonra Mezopotampa kültürleri ile ilgili çok sayıda kitap yazdı.

Çığ, "bütün kültürün başlangıcı Eski Yunan’a dayanır” tezinin karşısında, tarihin başlangıcının Yunanlar'dan 3 bin yıl daha eski bir kültür olan Sümer kültürüne dayandığı tezini Türkiye'ye taşıyan ilk isimlerden oldu. Çığ, 1990'dan itibaren Sümer kültürü ile ilgili birçok kitap yazmasını "Bilimin halka inmesi için halka dönük yazılar yazmak lazım. Ben bunu düşünerek yazılarımı yazdım sözleriyle açıklamıştı.

Çığ ile dertleri ne?
Birçok eserinde bugünkü tektanrılı dinlerin kökenlerinin Mezopotampa kültürlerine dayandığını öne süren Muazzez İlmiye Çığ, "Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği" ve "Vatandaşlık Tepkilerim" isimli kitaplarında, Tevrat'tan itibaren tektanrılı dinlerde yer alan başörtüsünün köklerinin Sümerler'e ve bu uygarlıktaki 'tapınak fahişeleri'ne dayandığını yazmıştı. Çığ, "Vatandaşlık Tepkilerim" adlı kitabı nedeniyle 2007'de "halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek" suçlamasıyla yargılanarak ilk celsede beraat etmişti.

Çığ'ın kitaplarının Ergenekon soruşturmasına dahil edilen İşçi Partisi'nin yayınevi olarak gösterdikleri Kaynak Yayınları tarafından yayımlanması da, Vakit'in haberinde yer verilen bir diğer ayrıntı oldu.

Haber Sol, 25.05.2009

KÖYLÜLER ROMA DÖNEMİ'NDEN KALMA 10 KM UZUNLUKTA YERALTI MAĞARASI BULDU

 

 

Balıkesir'in Manyas İlçesi yakınlarında köylüler tarafından bulunan Roma dönemine ait 10 kilometre uzunluktaki yer altı mağarası yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çekiyor.

 

Manyas'a bağlı Boğazpınar Köyü yakınındaki Soğuksu deresi mevkisindeki yer altı mağarası yakınlarında Roma dönemine ait eski kilise kalıntıları bulundu. Kalıntıların Romalılar zamanında düşmanlardan korunmak için kullanıldığı tahmin eden köylüler yetkili makamların ve bilim adamlarının gelip yeraltı mağarasını incelemesini ve burasının turizme açılmasını istiyorlar. Boğazpınar Köyü'ndeki mağarayı ve tarihi çınar ağacını ziyaret eden Balıkesir İl Genel Meclis üyeleri İsmet Koçyiğit, Namık Havutça ve Bandırma Belediye Başkanı Sedat Pekel burasının mutlaka turizme kazandırılması gerektiğini belirttiler.

 

Astımlı hastalara mağara havasının iyi geldiğini belirten çevre köylerdeki vatandaşlar ise Manyas ve Susurluk ilçe sınırları arasında kalan mağaranın 10 kilometre uzunlukta olduğunu bir ucunun Susurluk Keltepe mevkinden çıktığını iddia ettiler. Yer altı mağarası yanında bulunan bin yıllık 18 metre genişlikte 30 metre yükseklikteki tarihi çınar ağacıda bölgeye gelen vatandaşların uğrak yeri haline geldi. Boğazpınar Köyü muhtarı Halil İbrahim Duran yer altı mağarasından çıkan tatlı suyu yıllardır çevredeki 12ayrı köyün kullandığını belirtti.

Haberciniz.biz, 25.05.2009

YUNANLILAR DA AŞİL'İ DİKERSE

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın, Çanakkale Boğazı'na Hektor heykeli isteği hemen yankı buldu ve tartışılmaya başlandı.

 

Bakan'ın önerisine destek veren de var, "Ya Yunanlılar da karşı kıyıya Aşil'in heykelini dikmeye kalkarlarsa" diyenler de...

Bakan'ın açıklamasının ardından, Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen, Günay'ın isteğini çok olumlu bulduğunu, Hektor'un da bu toprakların bir değeri olduğunu yazdı.

SABAH yazarı Engin Ardıç ise her zamanki üslubuyla konuyu alaya aldı ve "Yunan hükümeti de karşı kıyıya bir Aşil (Akhilleus) heykeli dikmeye kalkarsa ne olacak. Yine papaz olacağız" dedi.

Haber Ekspres, 25.05.2009

CENNETZADE TAMAM, BAKIRCI BEKLEMEDE

 

 

Yoncalık Mahallesi’ndeki tarihi Cennetzade Camii’nin restorasyon çalışmalarına başlanırken, tarihi camiden hırsızlık yapıldığı yönündeki iddialar ortalığı karıştırdı. Restorasyonu yapılan camiye ait bakır ve kurşun kaplamaların kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce çalındığı ileri sürülürken, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ise bu iddiaları yalanladı.

 

Cennetzade Camii’ndeki restorasyon çalışmalarının Temmuz ayında bitirilmesinin planlandığını anlatan Bölge Müdürlüğü yetkilileri, imkanlar elverdiği ölçüde tüm tarihi camilerin onarımdan geçirileceğini belirttiler. Konu ile ilgililer, Cennetzade Camii’nde restorasyon çalışmalarına ek olarak, bir de şadırvan yapılmasının planlandığını kaydederek, bu nedenle cami çevresinde genişletme çalışmaları yapıldığını ifade ettiler.

 

Bu arada, ödeneği kesildiği için restorasyon çalışmaları yarım kalan Bakırcı Camii ile ilgili olarak, bir milletvekilinin devreye girdiği öğrenildi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden edinilen bilgilere göre, Bakırcı Camii’nin ödeneksiz kalması nedeniyle kapalı halde bekletilmesinin basına yansıması, adı açıklanmayan bir milletvekilini harekete geçirdi. Bölge Müdürlüğü’nü arayarak konuyla ilgili olarak bilgi alan milletvekilinin ismi açıklanmazken, kurum yetkililerinin ise, söz konusu milletvekilinden ödenek talep ettiği kaydedildi. Ödeneğinin kesilmesi nedeniyle restorasyonu yarım kalan cami için Vakıflar Genel Müdürlüğü ile temasa geçeceğini taahhüt eden milletvekilinin, isminin açıklanmasını özellikle istemediği ifade edilirken, bazı kaynaklar ise, bu milletvekilinin Erzurum Milletvekili olmadığını ileri sürdüler.

Erzurum Gazetesi, 25.05.2009

MARMARİS'E YAKIŞAN BİR MÜZE İSTİYORLAR

 

Muğla’nın Marmaris İlçesi’nde 1991’den bu yana kale içinde hizmet veren ve hırsızlık nedeniyle üç yıl kapalı kalan müzenin yeniden yapılandırılması istendi.

 

Müzeler Haftası nedeniyle yapılan etkinlikte konuşan Muğla İl Turizm Müdürü Murat Süslü Marmaris’in tarihinin çok zengin olduğunu belirterek, “Müzede hoşa gidenlerin yanı sıra geri kalmışlıklarımız da var. Yer darlığı nedeniyle eserlerin büyük bir bölümü depolarda duruyor. Modern bir müzeye ihtiyacımız var” dedi. Kaymakam A. Serdar Polat da Süslü’ye katılarak, “Müzeyi müze olmaya uygun olmayan bu kaleden kurtarmalıyız” diye konuştu.

Milliyet Ege, Haber: Mustafa Sarıipek, 24.05.2009

TAM 300 ESER DIŞARIDA

 

Manisa Etnografya ve Arkeoloji Müzesi’nin, teşhir salonunda dokuz yıldır restorasyon yapılmaması nedeniyle MÖ 2 ve 3 bin yıllarına ait 300 tarihi eser açık alanda sergileniyor.

 

Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, “Teşhir salonu 2000’de rutubet ve nem gerekçesiyle kapatıldı. Eserleri burada teşhir etmeye devam edersek, tarihi eserlerin yapısının bozulacağına inandık” dedi. Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğü Restorasyon Daire Başkanı Serhat Akçan’ın müzeye gelerek incelemelerde bulunduğunu hatırlatan Karaköse, “Sayın Akçan’ın talimatıyla girişimlere başladık. Alman Eura Platform firmasıyla görüşüyoruz. Firma, Ege Bölgesi’nde ilk projesini gerçekleştireceği için aynı zamanda sponsor olmaya karar verdi. Firma, suyun ve nemin yapının içine sızmasını engelleyen bir sıvı sistemi geliştirmiş” diye konuştu.

Milliyet Ege, 24.05.2009

PİPO VE ŞAPKALARIN UÇUŞTUĞU MÜZE

 

 

Belçika Kralı 2. Albert sürrealizmin öncüsü Belçikalı sanatçı Rene Magritte’in hayatı ve işlerine adanan yeni müzenin açılışını yaptı. Brüksel’in turistik merkezlerinden biri olması planlanan müze ‘Bu bir pipo değildir’ uyarılı pipolarıyla, hiçbir yere gitmeyen merdivenleriyle ve uçuşan şapkalarıyla dünyaca tanınan ve sürrealizmin temellerini atan Magritte’in 250 işine yer verecek.

Neoklasik mimari örneği Hotel Altenloh Brüksel’deki Grand Place meydanı ve Kraliyet Sarayı arasında yer alıyor. Magritte’in ölümünün 40 yıl ardından açılan müze için Güzel Sanatlar Kraliyet Müzeleri genel direktörü Michel Draguet müzenin amacının tüm ziyaretçilere Magritte’in eserlerine dair bütünlüklü bir fikir vermek olduğunu söyledi ve Magritte’in önemini “Bahsettiğimiz sanat hayatının ilk gününden beri ‘dil’in ne olduğunu sorgulamış bir sanatçı” sözleriyle vurguladı. 2 Haziran’da halka açılacak olan beş katlı müzenin yılda 600 bin kişi tarafından ziyaret edileceğini umuluyor.

Radikal İki, 24.05.2009

EĞRİ MİNARE KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR





Aksaray’da bulunan tarihi Eğri Minare, dünyaca ünlü Pisa Kulesi gibi eğri olmasına rağmen tanıtımı yeterince yapılamadığı için Kapadokya’ya gelen turistlerin gezi programı dışında kalıyor.

Kapadokya Turist Rehberleri Derneği (KARED) Başkanı Murat Dinç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kapadokya’ya her yıl ortalama 2 milyon yerli ve yabancı turist geldiğini, bu turistlerin Eğri Minare’nin varlığından habersiz olduğunu söyledi. Kapadokya’ya gelen turistlerin genelde Nevşehir içinde kalan bir üçgeni gezdiğini belirten Dinç, şöyle dedi:

Kapadokya’ya gelen turistlerin öncelikli gezi alanını, kayalık Kapadokya adını verdiğimiz üçgen oluşturuyor. Avanos, Ürgüp ve Nevşehir arasındaki bu üçgenden başka bir de yeraltı şehirleri ziyaret ediliyor. Buraya büyük turist grupları getiren acenteler, turistleri en fazla iki gün konaklatıyor ve bu üçgen ile yeraltı şehirlerini gezdiriyor. Yine Kapadokya bölgesinde yer alan Aksaray’daki ünlü Ihlara Vadisi de turizm açısından çok önemli olmasına karşın, Nevşehir’e gelen turist için sapa kalıyor. Bunun için Aksaray üzerinden geçen turistin Nevşehir’e gelmeden vadiyi gezmesi gerekiyor.

Eğri Minare’nin de Kapadokya’ya gelen turistin ilgisini çekebilecek çok önemli bir Selçuklu eseri olduğunu vurgulayan Dinç, şunları söyledi:

Kapadokya’ya gelen turiste öncülük eden rehberlerin en az yüzde 50’si, Eğri Minare’yi bilmiyor. Bilinmemesinin sebebi de yeterince tanıtımımın yapılmaması. Bu nedenle Eğri Minare tanınmıyor. Zaten Aksaray’da Ihlara Vadisi ve hanlar dışında pek bir yer bilinmiyor. Eğri Minare’yi gezdirmek, rehberin 10 dakikasını alacaktır. Eğri Minare gezi turlarına dahil edilirse yılda ortalama 2 milyon ziyaretçi tarafından gezilebilir. Bunun için de etkili bir tanıtıma ihtiyaç var. Tanıtımı da o ildeki Belediye ve Valilik yapmalı. Ancak maalesef Aksaray, turizm fuarlarında yeterli derecede temsil edilememektedir.

Selçuklular döneminin önemli eserlerinden biri olan Aksaray’daki Eğri Minare, 1221-1236 yılları arasında yapıldı. Eğriliği nedeniyle Eğri Minare ismi verilen minare, kırmızı tuğladan yapıldığı için Kızıl Minare olarak da biliniyor.

Nevşehir Caddesi üzerinde yola doğru eğik olan minare, 1973 yılında yıkılma tehlikesine karşı gövdesinden çelik halatlarla eğimin aksi yönünde yere bağlanarak sağlamlaştırılırdı. Minarenin, eğri olarak inşa edildiği, bu eğriliğin zaman içinde daha da arttığı belirtiliyor.

Radikal, Haber: Murat Öner Taş, 24.05.2009

MOR GABRİEL MANASTIRI İLK DAVAYI KAZANDI





Mardin’in Midyat İlçesi’nde, Mor Gabriel (Deyrulumur) Manastırı’na komşu olan Yayvantepe ve Eğlence köylerinin toprak hak talebiyle açtığı dava sonucunda idari sınır tespiti yapıldı. Arazi sınır tespiti, manastır lehine sonuçlandı.

Güngören Köyü sınırları içerisinde bulunan manastır arazisinin, Yayvantepe ve Eğlence köylerinin sınırlarını işgal ettiği gerekçesiyle köylüler, Midyat Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak toprak hak talebiyle manastır aleyhinde dava açmıştı.

Önceki gün görülen duruşmada, mahkeme arazilerin idari sınır tespit davasında Mor Gabriel Manastırı lehine karar verdi. Bu karar Süryani cemaatinde büyük mutluluk yaratırken, haberi alan Avrupa’daki Süryaniler de manastırı arayarak tebrik mesajlarını bildirdi. Süryani Avukat Rudi Sümer ’in manastırı savunduğu duruşmaya, Avrupa ’dan birçok Süryani ile AB Türkiye Komisyonu üyesi Sema Kılıçer ’de katıldı. Duruşmayı Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Marcel Kurpershoek de izledi.

Merkezi İsveç’te bulunan bir Süryani sivil toplum örgütü de, ilk davayı manastırın kazandığını açıkladı. Süryani Evrensel İttifakı, (SUA), ikisi ertelenen üç davanın sürdüğünü de vurguladı.

Dünyanın en eski faal manastırlarından Süryani Ortodoks Manastırı Mor Gabriel (Deyrulumur), Midyat’ın Güngören Köyü’ne bağlı bir mezra statüsünde. Manastır, resmi sınırlar içinde kalan gayrimenkulleri için 70 yıldır vergi ödüyor. Manastır arazisi, 2008 Ağustosuna kadar bir sorun yaratmadı. Bu tarihte manastıra komşu Çandarlı, Eğlence ve Yayvantepe köylerine kadastro geldi. Üç köy, manastırın yıllardır genişleye genişleye kendi topraklarını işgal ettiğini öne sürdü. Manastır ve köylüler, karşılıklı davacı oldu. Yayvantepe Köyü muhtarı İsmail Erkan, manastırın 100 hektarlık alanı işgal ettiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştu.

Hürriyet, Haber: M. Halis İş, 24.05.2009

TARİHİ SİKKE OPERASYONU

 

Tekirdağ'da, jandarma ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda, 21 adet Grek, 3 adedi Roma dönemine ait olmak üzere toplam 24 tarihi bronz sikke ele geçirildi. Olayla ilgili bir kişi tutuklandı.

 

Tekirdağ Malkara karayolu üzerinde bulunan bir dinlenme tesisinde, ellerinde bulundurdukları tarihi eserleri satmak için müşteri aradıkları tespit edilen O.I. (38), D.G. (25) ve E.İ. (41) adlı kişiler Jandarma ekiplerinin düzenlediği operasyonda suçüstü yakalandı. Operasyonda, 21 adet Grek, 3 adet de Roma dönemine ait olmak üzere toplam 24 tarihi bronz sikke ele geçirildi.

 

Operasyonda suçüstü yakalanan 3 zanlı mahkemeye sevk edildi. Zanlılardan D.G. ve E.İ. isimli şahıslar sevk edildikleri adli makamlarca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, O.I. adlı zanlı tutuklanarak Tekirdağ Kapalı Cezaevi'ne konuldu.

Tekirdağ Kent Haber, 21.05.2009

PORTAKAL MESCİDİ ASLINA UYGUN OLARAK YENİDEN YAPILACAK

 

 

İzmit'in önemli tarihi eserlerinden olan ve yıllarca çürümeye terk edilen Portakal Mescidi, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından aslına uygun olarak yeniden yapılacak. Portakal Mescidi'nin rekonstrüksiyon (yeniden kurma) işlemi 3 ay kadar sürecek. İzmit Akçakoca Mahallesi'nde bulunan tarihi Portakal Mescidi'nin kaderi değişiyor.

 

Yıllarca çürümeye terk edilmiş bir halde bulunan mescidin bu durumu Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin gerçekleştireceği proje ile değişecek. Tarihi yapıyı kent insanına yeniden kazandırmak amacıyla proje hazırlayan Büyükşehir Belediyesi, tarihi yapının çürümüş kalıntısını yıkarak, yeniden kurma sürecini başlattı. Aslına uygun olarak gerçekleştirilecek süreç 3 ay sürecek. Dış görünüşü ile tarihi geçmişi anımsatacak olan mescide klima takılmasının yanı sıra çevre aydınlatması ve çevre düzenlemesi de yapılacak. Ahşap iskelet üzerine yığma tuğla ile yapılan Portakal Mescidi, her biri 45'er metrekare olmak üzere iki kattan oluşuyor.

Zaman, Haber: Murat Yolcu, 23.05.2009


Aphrodisias (National Geographic)
...1967




17 - 23 Mayıs 2009

ANTİK DÖNEMİN DİŞÇİLERİ

 

 

Kuzey Amerika’nın güney bölgelerinde yaşayan antik dönem insanlarının da dişçiye gittiğini gösteren kanıtlar Meksika’nın Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü’nün koleksiyonunda bulunuyor. Analizlere göre içine mücevher gömülmüş binlerce diş bu enstitüde bulunuyor. Kafataslarıyla birlikte bulunan diş yapıları insanların o dönemlerde de dişçiye gittiğini ya da diş süslemesi yapan insanların bulunduğunu ortaya koyuyor.


Bilim insanları tam olarak bu dişlerin hangi dönemin insanlarına ait olduğunu bilmemekle birlikte eldeki bulguların İspanya’nın keşiflerinden önceki döneme yani Mesoamerika dönemine ait olduğu yönünde görüş belirtiyor.


Enstitü antropologlarından Jose Concepcion Jimenez, süslü dişlerin ağırlıklı olarak erkeklere ait iskeletlerde bulunduğunu açıkladı. Dişe gömülen bu mücevherlerin sosyal bir statünün işareti olmadığını ifade eden Jimenez, bunun daha çok görsel amaçla yapıldığını belirtti.


Antik dönemlerde dişçilerin obsidyen gibi sert taşları tıbbi alet olarak kullandığı biliniyor. Dişçilerin anestezi işlemini de bazı bitkilerden faydalanarak yapabildiği tahmin ediliyor. Dişlerde kullanılan taşlar arasında en çok rastlananı yeşim taşı. Bu taşların doğal reçinelerle dişe tatbik edilmiş olabileceği öne sürülüyor. Antropolog Jimenez, bu veriler ışığında dönemin dişçilerinin ilerlemiş bir diş anatomisi bilgisine sahip olduklarını tahmin ediyor.

Birgün, 23.05.2009



YUNANİSTAN'A YÜZLERCE ESKİ ESER İADE EDİLDİ

 

  

 

Birçok farklı Avrupa ülkesinden hemen hemen 200 eski eseri geri alan Yunanistan, British Museum’da bulunan Parthenon mermerlerini geri alma ümidini de muhafaza ediyor.

 

Yunanistan Kültür Bakanı’nın Atina’da geçen hafta düzenlenen bir törenle iade edilen eserleri basına gösterdiği toplantıda antik sikke ve kaplardan, bir Bizans kilisesinin parçalarına kadar hemen herşey vardı.

 

Kültür Bakanı Antonis Samaras yaptığı konuşmada “Bugün, kültürel mirasımızın parçaları olan tüm bu eserlere yeniden kavuşmanın bahtiyarlığı içindeyiz. Bunlar sadece birer sanat eseri değil, tüm insanlığın tarihsel kimliğinin birer parçasıdır” dedi.

 

Yunanistan’a geçen hafta iade edilen bu eserleri büyük kısmı Almanya, Belçika ve İngiltere’deki müzelerden gelmekte.

Reuters, 19.05.2009

DEVLET-İ AL-İ OSMAN YALOVA'DA MI KURULDU?

 

Yaşayan en büyük Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Halil İnalcık'ın, Osmanlı Devleti'nin 1299'da Söğüt'te değil 1302'de Yalova'da kurulduğunu söylemesi gündem oluşturdu. Bizans sınırında küçük bir beylik olarak ortaya çıkan ve kısa zamanda bölgenin en büyük gücü haline gelen Osmanlı Devleti'nin kuruluşu hala tam olarak aydınlatılamadı. İnalcık'ın Osmanlı'nın Yalova'da kurulduğu iddiasına Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu da destek verdi. Eruslu Osmanlı'nın kuruluş tarihinin kayıtlara 1299 olarak geçtiğini, ancak yapılan bilimsel çalışmaların 1302 yılını ve Yalova'yı gösterdiğini söyledi.

 

Tarih alanında Türkiye'nin en önemli isimleri olan kişilerin de bu savı desteklediklerini ifade eden Prof. Dr. Eruslu, Bilkent Üniversitesi Osmanlı Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil İnalcık, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feridun Emecen, Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet İpşirli ve Yalova Üniversitesi'nden bir öğretim üyesinin bu sempozyuma konuşmacı olarak katılarak, yapılan bilimsel çalışmaları ortaya koyacaklarını dile getirdi.

Yeni Şafak, 23.05.2009

"BİR HEKTOR HEYKELİ HAYAL EDİYORUM"

 

Samsun’da minyatür Amazon Kenti’ndeki 15 metre yüksekliğindeki Amazon heykelini gören Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Çanakkale Boğazı’na Hektor heykelini dikme hayalini anımsadı.

Akdeniz’den gelen gemilerin Çanakkale Boğazı’na girerken Gelibolu Yarımadası’ndaki Abide’nin görüldüğünü ifade eden Günay, şunları kaydetti: "Anadolu topraklarında da Troya Savaşları’nı simgeleyen bir Hektor anıtı hayalim var. Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Amazon heykelini dikmişse, biz de bu hayali gerçekleştirebiliriz. Hektor benim gözümde Anadolu topraklarını savunan, Anadolu Mehmetçiklerden birisidir. Zaten Mehmetçiğe benzeyen bir Hektor düşünüyorum."

Hürriyet, 23.05.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇISI İKİ KARDEŞ ÇIKTI

 

 

Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde jandarma ekipleri tarafından yapılan tarihi eser operasyonunda 2 metrelik bir mozaik ve bir heykel ele geçirildi. Edinilen bilgiye göre, Nizip İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından değerlendirilen istihbarat sonucu, tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları tespit edilen Mustafa K. ve Musa K. isimli iki kardeş takibe alındı. Şahıslar, ilçe merkezinde Konya'dan geldiği öğrenilen Hakan D. isimli alıcıyla birlikte yakalandı. İlçe Jandarma Komutanlığı'na getirilen şahısların üst aramalarında ele geçirilen CD üzerinde yapılan incelemelerde, şahısların bir heykel ve 'Şarap Tanrısı' adlı devasa mozaiği toprağa gömdüğü ortaya çıktı.

CD görüntülerinden yola çıkarak her iki şahsı çapraz sorguya alan ekipler, eserlerin Nizip'e bağlı Dutlu köyüne yakın bir Antep fıstığı tarlasına gömüldüğünü öğrendi. Belirtilen yere giden jandarma ekipleri, gömülü vaziyette bulunan 2 metre boyunda ve yaklaşık 300 kilo ağırlığındaki heykele ve dev mozaik tablosuna el koydu. Öte yandan İlçe Jandarma Komutanlığı'nda gözaltında bulunan iki kardeşin ağabeyleri Musa ve Ramazan K. de jandarma ekiplerine hakaret ettikleri gerekçesiyle gözaltına alındı. Şahıslar, işlemlerinin ardından adli makamlara sevk edildi. Jandarma olayla ilgili soruşturmayı sürdürürken, Gaziantep Müzesi'nden gelen arkeologlar, operasyonda ele geçirilen 'Şarap Tanrısı' mozaiğinin paha biçilmez olduğunu belirtti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 23.05.2009

DENİZLİ ARKEOLOGLARI AĞIRLAYACAK

 

31’inci Uluslararası Kazı, Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu, Denizli’de düzenlenecek. 25 Mayıs Pazartesi Pamukkale Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde başlayacak, bir hafta devam edecek. Açılışını Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay yapacak, yerli ve yabancı 400’ün üzerinde bilim adamı katılacak. Ülkemizde arkeolojik kazı ve araştırma yapan Türk ve yabancı bilim adamları 2008’deki bilimsel çalışmalarını sunacak. Laodikya ve Hierapolis antik kentlerini de gezecekler, buradaki kazı çalışmaları hakkında bilgi alacaklar.

Milliyet Ege, 23.05.2009

TARİHİ SİKKELERİ SATACAKTI

 

İzmir Konak’ta bir ihbarı değerlendiren polis, elindeki tarihi sikkeleri satmaya çalışan H.A. ile müşteri kılığında bağlantı kurdu.

 

Cengiz Topel Mahallesi’nde öğle saatlerinde buluşma sağlandı. Pazarlık sırasında yakalanan kişinin üzerinde yapılan aramada çeşitli dönemlere ait 102 sikke bulundu.

Milliyet Ege, 23.05.2009

MAMUT İSKELETİ 310 BİN TL'YE SATILDI

 

Andorra’da düzenlenen bir açık artırmada, bir Sibirya Mamutu iskeleti, 145 bin Avro’ya (yaklaşık 310 bin lira) alıcı buldu.

Andorra’daki TECA Müzayede Evi’ndeki açık artırmada, Sibirya Mamutu’nun iskeletini satın alan koleksiyoncunun adı açıklanmadı. Nesli yaklaşık 12 bin yıl önce tükenen Sibirya Mamutu’nun iskeletinin 180 bin Avro’ya alıcı bulması bekleniyordu. Sibirya Mamutu’nun neslinin neden tükendiği bilinmiyor. Kimi bilim adamları, iklim değişikliği, kimileriyse avlanmaları yüzünden Sibirya Mamutu’nun neslinin tükendiğini savunuyor. Marc Chagall, Salvador Dali ve Auguste Rodin gibi ressam ve heykeltraşların eserlerinin satıya sunulduğu müzayedede satılan eserlerin toplam değeri 1 milyon Avro’yu geçti.

Radikal, 22.05.2009

FRESKLER İTALYA'YA İADE EDİLDİ

 

1982 yılında Napoli yakınlarında bir mezardan çalınan iki ortaçağ freski Yunanistan tarafından İtalya‘ya iade edildi. İki azizi gösteren freskler, Yunan Eski Eser Polisi’nin 2006 yılında yaptığı bir baskında ele geçirildi.

 

İtalya Kültür Bakanlığı Arkeoloji Direktörü Stefano De Caro freskleri, yıllar önce bir Roma müzesinden çalınan Ptolemy Dönemi'ne ait granit bir büst ve Palermo Solinas Müzesi’nden 15 yıl önce çalınan MÖ 6. yüzyıla ait Etrüsk vazosu ile birlikte basına tanıttı.
ANSA, 19.05.2009

'YAŞAM MÜZESİ'NE ZİYARETÇİ AKINI

 

 

Nevşehir'in Kapadokya beldesinde, 2004 yılında açılan 'Yaşam Müzesi'ni bugüne kadar yaklaşık 50 bin kişi ziyaret etti.

 

Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Ortahisar beldesinde bulunan ve Kapadokya bölgesinin ilk özel müzesi olma özelliğini taşıyan 'Yaşam Müzesi', yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. 2004 yılında Berrin Yıldız ve Murat Sarıkaya tarafından kurulan müzeyi, bugüne kadar yaklaşık 50 bin yerli ve yabancı turist ziyaret etti.

 

Ortahisar Kasabası'nın Cumhuriyet Mahallesi'nde bulunan Yaşam Müzesi'nde, Osmanlı döneminden bölgede yaşayan vatandaşların sosyal yaşamları ve gelenekleri cansız mankenlerle anlatılıyor. 2 heykeltıraş tarafından 4.5 aylık bir çalışma sonrasında tamamlanan müzede, mankenlerle köy odası yaşamı, halı dokuması, pekmez yapımı, kız isteme, kına gecesi ve mutfak yaşamı canlandırılıyor.

 

Garanti Bankası, Ekonomist Dergisi ile Kadın Girişimciler Derneğince düzenlenen Türkiye'nin Kadın Girişimci Yarışması'nda, kurduğu müze ile Sosyal Girişimcilik Ödülü de aldığını vurgulayan Müze işletmecisi Berrin Yıldız, "Bu gibi kültürel yatırımlar sadece devletten beklenmemeli. Biz müzeyi bölgeye kültürel anlamda hizmette bulunabilmek için kurduk. Gayemiz, buradan gelir elde etmek değil. Müzenin Kapadokya turizmine önemli faydalar sağladığı inancındayım. Bu da yabancı turistlerin bölge insanlarının sosyal yaşamına duyduğu merakı gözler önüne seriyor. Müzeyi önümüzdeki yıllarda biraz daha büyüterek buradaki sosyal yaşam ve kültürel etkinliklerin örneklerini artırmayı planlıyoruz" dedi.

Nevşehir Kent Haber, 22.05.2009

318 KÜLTÜR VARLIĞI TESCİL EDİLDİ

 

Sinop İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, şu ana kadar Sinop'ta 318 adet kültür varlığının tescil edilerek koruma altına alındığını söyledi.


Sinop'un çok eski zamanlara dayanan önemli bir kültür mirasını içinde barındırdığını belirten İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, ilin çok sayıda tescillenerek koruma altına alınan eserlere sahip olduğunu kaydetti. Bu eserlerle ilgili rakamları içeren bilgileri paylaşan Hikmet Tosun, "Şimdiye kadar ilimizde yapılan arkeolojik kazılar ve yüzey araştırmalarında; 8 adet askeri yapı, 82 adet dini ve kültürel yapı, 7 adet idari yapı, 215 adet sivil mimarlık örneği, 1 adet endüstriyel yapı, (Boyabat Çeltik Fabrikası) 4 adet doğal anıt olmak üzere toplam 318 adet kültür varlığı tespit ve tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Ayrıca, 53 adet arkeolojik sit alanı, 1 adet kentsel sit, 5 adet doğal sit olmak üzere toplam 59 adet de sit alanı ilgili mevzuatlara göre ilan edilmiştir" diye konuştu.

Sinop Kent Haber, 22.05.2009

SAMSUN'UN TARİHİ MEKANLARI SANAL ORTAMDA

 

 

360tr Multimedya Grubu, Kurtuluş Savaşı'nın başladığı yer olan Samsun'un tarihi yerlerini ve müzelerini sanal ortama taşıdı.

Mustafa Kemal Atatürk, 22 subay, 25 asker ve 8 yönetim personeliyle beraber 16 Mayıs 1919'da İstanbul'dan Samsun'a doğru yola çıkmış, 19 Mayıs'ta Samsun'a varmasının ardından Türk Kurtuluş Hareketi'ni başlatan adımları atmıştı. Bu hareket sonrasında başlayan Kurtuluş Savaşı, Samsun'a varıştan dört yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasını sağladı. 19 Mayıs 1919 Atatürk'ün Samsun'a ayak bastığı tarih olan 19 Mayıs günü, aynı zamanda Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanıyor. Bugünün anlamını daha da pekiştirmek amacıyla Samsun Valiliği ve 360tr multimedya grubu da 'www.360tr.com internet sitesinde Samsun'un o günlerini hatırlatan tarihi yerlerini ve müzelerini sanal ortama taşıdı. Ziyaretçilerin beğenisine sunulan panoramik fotoğraf gezisinde, Bandırma Vapuru, Gazi Müzesi, Havza Karargah - Atatürk Evi Müzesi, Selanik Evi- Atatürk'ün Doğduğu Ev, Tütün İskelesi ve Samsun - Atatürk Heykeli bulunuyor. Ayrıca sitede tarihi yerlerle ilgili bilgiler veriliyor.


360tr Multimedya Grubu ayrıca, Ayasofya, Topkapı Sarayı, Anıtkabir, Çanakkale Şehitliği, Dolmabahçe Sarayı, Mevlana Müzesi, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Sarıkamış Şehitliği, Urfa Balıklıgöl, Süleymaniye Camii ve daha birçok tarihi yere sanal gezi imkanı sağlıyor.

Düzce Damla Gazetesi, 22.05.2009

TARİHİ KALINTILAR KORUMA ALTINA ALINACAK

 

 

Gazetemiz tarafından gündeme getirilen ‘Tarihi kalıntılar çöplüğe döndü’ haberinin ardından,  Sivas Belediyesi bu eserleri çöplerden temizleyerek üzerlerini kalın camla kapatıp, koruma altına almak için harekete geçti.


Selçuklular'dan kalma Buruciye Medresesi, Şifahiye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese ile Osmanlı dönemi eserlerinden tarihi Kale Camisi ve hamam kalıntılarının olduğu bölgede Sivas Müze Müdürlüğü ve Cumhuriyet Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nce 2008 yılında kazı çalışması yapılmış ve bu kazılar sonucunda Ortaçağ ve sonrasında Sivas kent kurgusunun algılanması açısından önemli veriler elde edilmişti. Alanda yapılan kazılarda seramik atölyesi, hamam külhanı, kuyu ve 3 mezar ortaya çıkarılmış ve üzerleri sacla kapatılarak geçici muhafaza altına alınmıştı.


Fakat, Sivas kent kurgusunun algılanması açısından önemli veriler sunan bu kalıntılar tam anlamıyla muhafaza altına alınmadığından ve temizlik çalışması yapılmadığından çöplüğe dönmüştü.


Yaşanan bu içler acısı durumun gazetemiz tarafından gündeme getirilmesinin ardından belediye ekipleri seramik atölyesi ve su kuyusu buluntularında temizlik çalışması yaparak camların yerleştirileceği ızgaraları tarihi kalıntılara yerleştirdiler. Seramik atölyesi ve su kuyusu buluntularının üzerlerine kapatılacak olan kalın camların siparişinin verildiği ve bir haftaya kadar Sivas’a geleceği öğrenildi. Ayrıca, belediye yetkililerinden edinilen bilgiye göre 2008 yılında yapılan arkeolojik kazıda Kale Hamamı’nın doğusunda ortaya çıkarılan su deposu, Kale Cami’nin doğusunda ortaya çıkarılan yer döşemeleri, 3 mezar ve caminin haziresi olduğu kanaatine varılan alanların Vakıflar Müdürlüğü’nün mülkiyetinde olduğu bu nedenle buraların Vakıflarca koruma altına alınması gerektiği öğrenildi.

Sivas Hürdoğan, 22.05.2009

60 MİLYON YILLIK FOSİL





Adıyaman'da yapılan yüzey araştırmasında 60 milyon yıllık mercimek fosili bulundu.
Daha önceden istiridye ve deniz yıldızı gibi fosillerin bulunmasının ardından ilk kez bitki fosili bulundu.

 

Yapılan yüzey araştırmasında ortaya çıkartılan bitki fosilinin yapılan incelemenin ardından mercimek olduğu ortaya çıktı. Kütle halindeki fosilde mercimekler açık olarak görünüyor. Mercimek ve bilinmeyen bir bitkinin karışık halde bulunduğu kütlenin sergilendiği vitrin 18-24 Mart Müzeler Haftası nedeniyle açıldı. Sergilenen mercimek kütlesi görenleri hayrete düşürdü.

Vali Ramazan Sodan, Jandarma Garnizon Komutanı Albay Ali Osman Salik, Cumhuriyet Başsavcısı Ekrem Aydıner, Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam daire müdürleri ve davetleler açılışın ardından vitrinde gördükleri kütleyi kaya parçası olarak algıladı. Müze Müdürü Fehmi Eraslan, çıkan kütlenin kaya parçası olmadığını ve fosil olduğunu dile getirdi. Vitrinin içersindeki mercimek fosilini dikkatlice inceleyen davetliler 60 milyon yıl önce Adıyaman'da insan yaşadığı ifade ettiler.

Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan, bu fosilin çok önemli olduğunu dikkat çekerek, fosili birkaç parça tipin oluşturduğunu söyledi. Fehmi Eraslan, "Bu fosil jeolojik çağlara ait bitki fosilidir.Birkaç parça tipin bir araya gelmesiyle oluşan bir fosildir. Üzerinde mercimek olduğunu çok net görüyoruz ama diğer bitkinin ne olduğu kesinlik kazanmadı. 60 milyon yıllık bir fosil olduğu belirlendi.

 

Bölgemizde demek ki 60 milyon yıl önce mercimeğin olduğunu bilebiliyoruz. Bunlar yüzey araştırması sonucu elimize geldi. Bu şekilde sergilemeyi uygun gördük. İstiridye kabuğu veya deniz yıldızı gibi nummulitesler var fakat bu tür ilktir. Mercimek fosili ilk kez bulundu" dedi.

Adıyaman Kent Haber, 22.05.2009

15 KENT MARKA HALİNE GELECEK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Gaziantep’in de aralarında bulunduğu 15 kentin turizmde marka olacağını söyledi. Bakan Günay’ın MHP Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in yazılı soru önergesine verdiği yanıta göre bakanlık ile Gaziantep Büyükşehir Belediyesi arasında yapılan protokol kapsamında, belediyenin başladığı müze çalışması için 2008 yılı yatırım programından 2 milyon 50 bin lira ödenek aktarıldı. 2009 yılı yatırım programında da Zeugma Müzesi Teşhir Tanzimi ve Çevre Düzenleme Projesi yapımı için 100 bin lira ödenek ayrıldı. 

Günay, Türkiye Turizm Stratejisi 2023 ve Türkiye Turizm Stratejisi Eylem Planı kapsamında  (2007-2013) 15 kent ‘Marka Kent’in olacağını söyledi. Günay marka haline gelecek 15 kenti, Adıyaman, Amasya, Bursa, Edirne, Gaziantep, Hatay, Konya, Kütahya, Manisa, Nevşehir, Kars, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Trabzon olarak sıraladı. Bu şehirlerde Markalaşma Komitesi kurulduğunu anlatan Günay, Gaziantep’in de markalaşırken Zeugma (Belkıs) Mozaikleri’ni tanıtacağını belirtti.

Radikal, 22.05.2009

"STADIONUN RESTORASYONU İÇİN SABIRSIZLANIYORUZ"





Bolu Müze Müdürü Mustafa Y.Güneş Bolu Müzesi olarak birçok başarılı çalışmanın altına imza attıklarını söyleyerek Genel Müzecilik Faaliyetleri alanında Bolu Müzesi ve Çorum Müzesi'nin 2009 yılının en başarılı müzesi seçildiğini söyledi. Batı Karadeniz bölgesindeki tek stadionun sağlıklı olarak korunabilmesi, restorasyonunun yapılarak ziyarete açılması ve parsel sahiplerinin de mağduriyetinin giderilmesi amacıyla kamulaştırma yapılması gerektiğini söyleyen Bolu müze müdürü Mustafa Y.Güneş; “Bakanlığımız Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 2009 yılı kamulaştırma ödeneğinin serbest bırakılmasından sonra ödenekler ölçüsünde değerlendirmeye çalışacağını ifade etmiştir.”biçiminde konuştu.


1982 yılından bu yana her yıl 18-24 Mayıs tarihleri arasında Müzeler Haftasının çeşitli etkinliklerle kutlanmakta olduğunu söyleyen Güneş; “Müzemizde 2956 adet arkeolojik, 1688 adet etnografik ve 11370 adette sikke olmak üzere toplam 16014 adet eser bulunmaktadır. Bu eserlerden 8350 adedi Arkeoloji ve Etnografya Salonu olmak üzere 2 bölümde sergilenerek halkımızın ziyaretine sunulmaktadır. Müzemiz gerek eser sayısı, gerekse teşhir çeşitliliği ve düzenlemesi ile bölgemizdeki en zengin müzeler arasında yer almaktadır. Depremler nedeni ile 6 yıllık bir aradan sonra 2006 yılında tekrar ziyarete açılan müzemizde aylık ortalama olarak 750 civarında ziyaretçimiz bulunmaktadır. En büyük temennimiz ziyaretçi sayısının halkımızın ve öğrencilerimizin de katılımı ile artırılmasıdır.”dedi.


Daha sonra kent merkezinde Müdürlüklerinde yapılan Stadion kurtarma kazısı ile ilgili olarak bilgiler veren Bolu müze müdürü Mustafa Y.Güneş” Bakanlığımız, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün ruhsatları ile Müdürlüğümüzce 2008 yılında sondaj ve kazıları yapılmıştır. Kurtarma kazısı çalışmalarında Roma İmp. Hadrianus dönemine ait olan bir stadion kalıntısı açığa çıkarılmıştır.”dedi.


Stadion’un Hisartepesinin güney yamacına, doğal eğim kullanılmak suretiyle yaslanarak inşa edildiğini söyleyen Güneş; “ Stadionda 8 ayrı levha halinde kitabe açığa çıkarılmıştır. Söz konusu kitabe levhaları demir kenetler ile stadion duvarına tutturulmuştur. 23 parça halinde kırık olan kitabe levhaları; çalınmaları ve tahrip edilmelerini önlemek ve restorasyonlarının yapılmasını sağlamak amacıyla tutanakla müze bahçesine nakledilmiştir. Kitabenin restorasyonunun yapılmasından sonra Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 09.09.2008 tarih ve 3507 sayılı kararı gereğince stadiondaki yerinde sergilenmesi planlanmaktadır.”dedi.

Stadionun inşa kitabesinin ince plakalar üzerine oldukça düzenli yazılarak yapının tam ortasında koşu sahasını seyirci tribününden ayıran balustrat üzerinde yer alan dört panel içine yerleştirildiğini Anadolu’da Roma Dönemi’ne ait yüzlerce inşa kitabesi bilinmesine rağmen Bolu’da bulunan bu yazıtın mimari bakımdan benzerinin bilinmemekte olduğunu da işaret eden Güneş Kitabenin çevirisinin Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Adak tarafından yapıldığını söyledi. Bolu müze müdürü Mustafa Y.Güneş Kitabenin Çevirisinde “Bu stadiumu Domitius Pontikus lulianus’un ve … ile …nın sözü üzerine kızları Klaudia Prokla ve Ailius Plotius lulianus; Tanrı Nerva’nın torunu, Tanrı Traianus Parthicus’un oğlu, en büyük rahip, … yıldır hükümdar, … kez konsül ve vatanın babası olan Imparator Kaisar Traianus Hadrianus’a, ve onun hanesine ve kutsal senatoya ve Roma halkına ve de Klaudiopolislilerin danışma meclisine ve halkına kendi paralarıyla yaptırdılar ve adadılar.” İfadelerinin yer aldığını söyleyerek “Stadion’un üzerinde yer aldığı toplam 8 adet parselde yapılan sondaj ve kurtarma kazıları sonucunda 8 adet bronz sikke, 1. adet P.T. Kandil, 2 adet P.T. Kase, 5 adet P.T. Lüle, 1 adet P.T. Tek kulplu testicik, 1 adet P.T. testicik, 1 adet bronz obje ve 1 adet te boncuk tanesi olmak üzere toplam 20 adet eser ele geçmiştir.”diye konuştu.

Kazı çalışmalarının sonuçlarının değerlendirildikten sonra stadionun bulunduğu alanın daha önceden III. derece Arkeolojik Sit Alanı iken Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 19.11.2008 tarih ve 3704 sayılı kararı ile “ I. derece Arkeolojik Sit Alanı “ olarak; stadionun yakın çevresinin de “ II. derece Arkeolojik Sit Alanı “ olarak tescil edilerek koruma altına alındığını vurgulayan Bolu müze müdürü Mustafa Y.Güneş “Stadion’a ilişkin kazı ve tescil çalışmasının tamamlanmasından sonra İlimizde ve bölgemizde tek örnek olan stadion’un sağlıklı olarak korunabilmesi, restorasyonunun yapılarak ziyarete açılması ve parsel sahiplerinin de mağduriyetinin giderilmesi amacıyla Müdürlüğümüzce hazırlanan 18.12.2008 tarihli raporla şahıs mülkiyetinde bulunan 9 pafta, 248 ada, 15,16,17,18,42 ve 43 no.lu parsellerin kamulaştırılmasının uygun olacağı belirtilmiş ve konu Genel Müdürlüğümüze iletilmiştir.”dedi. Bakanlığın kamulaştırma talebini değerlendirmeye aldığını söyleyen Mustafa Y.Güneş; “Bakanlığımız söz konusu parsellerin kamulaştırılması hususunu Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 2009 yılı kamulaştırma ödeneğinin serbest bırakılmasından sonra ödenekler ölçüsünde değerlendirilmeye çalışacağını ifade etmiştir. Kamulaştırmaların bir an önce yapılması en büyük temennimizdir” şeklinde konuştu.

Bolu Olay, 22.05.2009

MÜZELERE ÇOCUK AYARI

 

 

Kültür Ve Turizm Bakanlığı tarafından, çocuklara müzeleri sevdirmek, müze ortamını cazip hale getirmek, yaratıcılık becerisini desteklemek katılımcı ve kalıcı bir öğrenme ortamı sunmak amacıyla, "Çocuk Dostu Müze Programı"nın geliştirildiği bildirildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Kültür Ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yaptığı basın toplantısı ile hayata geçen uygulamanın, çocuklara müzeleri sevdirmek, müze ortamını cazip hale getirmek, yaratıcılık becerisini desteklemek katılımcı ve kalıcı bir öğrenme ortamı sunmak amacıyla geliştirildiği belirtildi.

Açıklamaya göre, proje kapsamında 2009 yılı içerisinde Ankara’da bulunan müzelerin bir bölümü programa dahil olacak, 2012 yılı sonuna kadar ise "Çocuk Dostu Programı"nın tüm Türkiye’de yaygınlaştırma çalışmalarının sona erdirilmesi hedefleniyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılan açıklama şöyle:
"Müzeler haftası kapsamında "Çocuk Dostu Müze Programı" Kültür Ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yaptığı basın toplantısı ile uygulamaların hayata geçtiği ilk müze olan Cumhuriyet Müzesi’nde kamuoyuna duyuruldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı; müzecilik alanındaki yeni anlayışlara paralel olarak müzeleri çocukların severek gezmelerini sağlamak müze ortamını cazip hale getirmek ve etkisini artırmak, çocuklarda yaratıcılık becerisini desteklemek katılımcı ve kalıcı bir öğrenme ortamı sunmak amacıyla "Çocuk Dostu Müze Programını" geliştirildi."

Hürriyet Ankara, 22.05.2009

'OTEL SAHİBİ TARİHİ BİNAYI YAKTI' İDDİASI

 

 

İstanbul Cankurtaran'da 4 yıl önce satın aldıkları arsadaki tarihi binayı 2 yıl önce kasten yaktıkları iddia edilen ünlü Armada Otel'in sahibi Kasım Zoto ile 2 yöneticisi hakkında 2 yıldan 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Zoto ve yöneticileri, 3 gün sonra hakim karşısına çıkacak. Tarihi binayı 31 Ekim 2005'te satın alan Zoto'nun iki yöneticisi, bir ay sonra hazırlanan otel projesi kapsamında onarım yapmak üzere Anıtlar Yüksek Kurulu ile ilgili yerlere izin başvurusunda bulundu. 2006'da 3 kez daha yetkili makamlara dilekçe veren otel yöneticileri, tarihi binanın bodrum duvarlarında çatlamalar ve ayrılmalar olduğunu, kat döşemeleri ile ahşap çatının kısmen çöktüğünü ve artık tamamen kullanılamaz olduğunu belirterek, binada inceleme yapılmasını istedi. Mahkemeye sunulan bilirkişi raporunda "Bina, haşere ve hayvanların (fare ve benzeri) yaşadığı bir hale gelmiştir. Tehlike oluşturmaktadır" denildi.

Kentsel Arkeolojik sit alanında yer alan tarihi bina, 17 Eylül 2007'de yandı. Yangını söndüren İtfaiye Müdürlüğü, 19 Eylül 2007 tarihli raporunda binanın kasten yakıldığını belirtti. İtfaiye'nin raporunda, "Taşınmazın (tarihi eserin) yanar bir maddenin binanın ahşap yüzeylerini tutuşması ile kasten yakıldığı kanaati oluşmuştur" ifadesine yer verildi. Deliller incelenerek, tarihi eser niteliğindeki bina ile yanındaki ek binanın, satın alınmasından sonra yerine yeni otel yapmak amacıyla yıkılarak yok edildiği belirtildi. Otel yetkililerinin bu olaydan sorumlu olduğu öne sürüldü. Otel sahibi Kasım Zoto ise suçlamaları kabul etmedi. Zoto, binayı 2005'te satın aldıklarını ve binada çatlaklar bulunduğunu, bunun için 28 Mart 2006'da inceleme talebinde bulunduklarını anlattı.

Sabah, Haber: Ali Oktay,  22.05.2009

GÖKÇEK'İN DERDİ ANKARA'NIN AMBLEMİ

 

 

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, başkentin amblemini değiştirmekte ısrarlı... Gökçek, amblem konusunda kamuoyunun kabul ettiği bir sanatçının tasarımından yararlanacaklarını, konuyu gelecek ay Büyükşehir Belediye Meclisi'ne getireceklerini söyledi.

 

Gökçek, amblemin Büyükşehir Belediye Meclisi'nde AKP grubunun da onayı ve benimsemesiyle belirleneceğini ifade etti.

Ankara'nın ambleminin her açıdan önem taşıdığını dile getiren Gökçek, "Çankaya Belediyesi'nin amblemini nasıl Çankaya Belediyesi belirliyorsa, Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin amblemini de Büyükşehir Belediyesi seçer. Kabul etmek zorundalar. Bizim dediğimiz olur. Demokrasi budur ve hazımsızlık yapılamaz" dedi.

Farklı görüşü taşıyan belediye başkanlarıyla da aynı çatı altında uyum içinde Büyükşehir Belediye Meclisi'nde çalışmayı istediklerini ifade eden Gökçek, "CHP'lilerle el sıkışıyoruz, güzel ifadeleri var. Uyumlu bir çalışma ortamı ümit ediyoruz. Ancak CHP'li belediyelerle uyum içinde sürdürüleceği söylenen çalışma ortamı 6 ay sonra çatışmaya dönüyor" dedi.

CHP ve onun yanında yer aldığını iddia ettiği Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası, Çağdaş Başkent Derneği gibi sivil toplum kuruluşlarının, çalışmalarını engelleyen belki bin tane dava açtığını öne süren Gökçek, "Onlar davalarını geri çekerse biz de çekeriz. Davaların yüzde 95'i imara ilişkin. Olan Ankaralı'ya oluyor. Getireceğimiz hizmetler aksıyor. Kolej kavşağında, AOÇ hemzemin geçitte sıkıntılar yaşanıyor" dedi.

Ankara'nın amblemi olan Hitit Güneşi Kursu'nun değiştirilmesi için Belediye Meclisi 14 Ocak 2005'te karar almış, konu yargıya taşınmıştı.

Radikal, 22.05.2009

BÜYÜKADA'DA 20 YILLIK LİDO OTEL YIKILDI

 

Büyükada’da 3 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararlarına rağmen dokuz yıldır yıkılmayan 3’üncü derece tarihi eser statüsündeki üç katlı iki bina ve inşaat halindeki Lido Otel dün Adalar Belediyesi ekiplerince yıkıldı.

20 yıl önce yapımına başlanan otelin, Ada’nın iskele çıkışında 23 Nisan Caddesi’nde çökmelere neden olduğu için yıkımına karar verildi. Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, "Daha önce görev yapan belediyeler çeşitli menfaatlerle bu binaları yıkmadı. Adalar’da göz yumulan kaçak yapıların yıkımlarına devam edeceğiz. Burası 1’inci derecede SİT alanı" diye konuştu. Yıkım kararlarının altında imzası bulunan Adalar’dan sorumlu eski Anıtlar Kurulu Üyesi Oktay Ekinci de şöyle dedi: "Bu binaları yıkmayan üç belediye başkanı hakkında suç duyurusunda bulunduk. Fakat bu belediye başkanları hakkında hiç bir şey yapılmadı."

Hürriyet, Haber: Selçuk Yaşar, 22.05.2009

RESTORASYON ALANINDA ARA ELEMAN YETİŞTİRME KURSLARI SÜRÜYOR

 

Bursa İl Özel İdaresi'nin, İş-Kur Aktif İstihdam Tedbirleri Projesi II kapsamında hazırladığı ve Uludağ üniversitesi, Mimarlar Odası, Nilüfer Belediyesi, Osmangazi Belediyesi ve Yıldırım Belediyesi'nin proje ortakları olduğu 'Restorasyon Alanında Kalifiye Ara Eleman Yetiştirme' projesi sürüyor. Kursiyerler Bursa Büyükşehir Belediyesi Merinos Atatürk Kongre Merkezi binasında 15 - 20 kişilik sınıflarda branşlarının uzmanı olan öğretmenler tarafından eğitiliyor. Yapı Restorasyonu için 48 kişi, Kalem işi Edirne Kari için 47, Taş yontu ve Mezar Taşı için 35 kişi, Kağıt Restorasyonu için 19 kişi olmak üzere 4 bölümde toplam 149 kişi tüm hafta boyunca eğitim görüyor.

 

Projenin Mart 2009'da uygulanmaya başlandığını belirten Emlak İstimlak ve Dış İlişkiler Daire Başkanı Haluk Bilgesay, projeyle 18 -30 yaş arası işsiz kadın ve erkeğe verilen mesleki eğitimlerle meslek sahibi olmaları ve istihdama katılmalarının hedeflendiğinin altını çizdi. Eğitim süresinin 4 ay teorik, 4 ay da pratik olmak üzere 8 ay olarak belirlendiğini anlatan Bilgesay, projenin teorik eğitim kısmının tamamlanmak üzere olduğunu vurguladı. Pratik eğitimin uygulamasına başlamak üzere şimdiden belirli aralıklarla Bursa ve İznik'teki tarihi kültürel mekanların teknik gezilerle tanıtıldığına dikkat çeken Bilgesay, kursiyerlere teoride gördüklerini pratiğe aktarma fırsatı verildiğinin altını çizdi. AB fonlarından 214 bin 701 avro hibe alınan proje ile Bursa'nın tarihi ve kültürel zenginliğinin korunması, geliştirilmesi ve Bursa'nın turizmden daha çok pay alması hedefleniyor. Restorasyon Alanlında Kalifiye Ara Eleman Yetiştirme projesi Kalemişi kursiyerleri Restorasyon hakkında detaylı bilgi sahibi olduklarını belirterek yok olmaya yüz tutmuş Kalemişleri hakkında oldukça yol kat ettiklerini düşündüklerini bildirdiler. Böyle bir kursun başlatılmasının kendileri adına büyük bir şans olduğunun altını çizen kursiyerler, restorasyonun ülkemizde üstünde durulmayan bir konu olduğunu, fakat verilen eğitimle eserleri ayakta tutacaklarını vurguladılar. Restorasyon eğitimini ellerinden geldiği kadar ciddiye aldıklarını anlatan kursiyerler kursun sonunda iyi şeyler olmasını umut ettiklerini belirtiler.

Haberler.com, 21.05.2009

ATATÜRK'ÜN BABA OCAĞI KOCACİK'TE YAPILACAK MÜZE PROJESİ TANITILDI

 

Merkez Jupa’da iki gün önce Mustafa Kemal Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin doğup büyüdüğü Kocacik Köyü'ndeki evinin tekrar inşaa edilmesiyle ilgili proje  ilk kez kamu oyuna tanıtıldı.

 

Işık Evi, Demokrasi ve Refahin Akropolü adlı bu proje üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm Atatürk’ün babasının yaşadığı eski ev, ikinci bölüm sergi alanı, üçüncü bölüm ise multimedyal alan olacak.Müzede Atatürk’ün yanısıra dedesinden başlayarak babasına kadar  Bu yapının önünde Mustafa Kemal Atatürk’ün baba ocağının bulunduğu Taş Mahallesi'ndeki eski evlerin temelleri sergilenecek.Müzeye ulaşmak için ise yeni yol yapılacak.Proje henüz hazırlık aşamasında ve bu projeyle ilgili son kararı Makedonya ve Türkiye Kültür Bakanlıkları ortaklaşa verecek.


Merkez Jupa'da 9,000'lik nüfusun yüzde 82'sini Türkler, yüzde 12'sini Makedonlar, yüzde 6'sını ise Arnavutlar temsil ediyor.Bölgede en önemli mesleklerden biri gurbetçilik.Son yıllarda işsizlikten yakınan yerel halk gelir kaynağını İtalya'da aramaya başladı. Bu durum ise yerleşim yerlerinin boşalmasına yol açıyor.. Kocacik Köyü'nde Mustafa Kemal Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin doğup büyüdüğü Kocacik Köyü'ndeki evinin tekrar inşa edilmesiyle bu belediyenin tekrar canlanacağı ve gurbetçi sayısının azalacağı ümit ediliyor.

Macedonian Radio and Television, 21.05.2009

TARİHİ SİKKE OPERASYONU

 

Tekirdağ'da, jandarma ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda, 21 adet Grek, 3 adedi Roma dönemine ait olmak üzere toplam 24 tarihi bronz sikke ele geçirildi. Olayla ilgili bir kişi tutuklandı.

 

Tekirdağ Malkara Karayolu üzerinde bulunan bir dinlenme tesisinde, ellerinde bulundurdukları tarihi eserleri satmak için müşteri aradıkları tespit edilen O.I. (38), D.G. (25) ve E.İ. (41) adlı kişiler Jandarma ekiplerinin düzenlediği operasyonda suçüstü yakalandı. Operasyonda, 21 adet Grek, 3 adet de Roma dönemine ait olmak üzere toplam 24 tarihi bronz sikke ele geçirildi.

 

Operasyonda suçüstü yakalanan 3 zanlı mahkemeye sevk edildi. Zanlılardan D.G. ve E.İ. isimli şahıslar sevk edildikleri adli makamlarca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, O.I. adlı zanlı tutuklanarak Tekirdağ Kapalı Cezaevi'ne konuldu.

Tekirdağ Kent Haber, 21.05.2009

POMPEİOPOLİS KAZILARI

 

 

Taşköprü İlçesi'nde bulunan ve Batı Karadeniz`de tek Klasik Antik şehir olan Pompeiopolis Antik Kenti`nde dördüncü kazı sezonunun 15 Temmuz`da başlayacağı öğrenildi.

 

Taşköprü Belediyesi'nin girişimleri sonucu 2006 yılında Bakanlar Kurulu'ndan çıkan kararla Almanya Münih Üniversitesi tarafından başlanılan kazı çalışmalarının bu yılki kazı başkanlığını da Prof.Dr. Latife Summerer yapacak.
 

Geçtiğimiz 3 yılda ciddi derecede bulgulara ulaştıklarını belirten kazı başkanı Prof.Dr. Latife Summerer, Pompeiopolis kazılarının bu yıl 15 Temmuz`da başlayıp, 22 Ağustos`a kadar devam edeceğini kaydetti.
 

Bu yılki kazı ekibinin Almanya, İsviçre, Avusturya başta olmak üzere 40 uzmandan oluşan arkeolog, mimar, restoratörlerin katılacağına değinen Summerer, geçen yıl ki bulgulara ek olarak jeofizik çalışmalarında ulaşılan antik tiyatro ve agora (Pazaryeri) kazılarının yapılacağını vurguladı.
 

Taşköprü Belediye Başkanı Hüseyin Arslan ise uzmanların ve arkeologların Efes Antik Kenti`nin ve Gaziantep Zeugma'nın bir benzeri olarak nitelendirdikleri Pompeiopolis Antik Kenti`nin uluslararası kazı ekibi tarafından 15 Temmuz`dan itibaren gün yüzüne çıkarılmaya devam edeceğini açıkladı. Belediye olarak kazılara her türlü desteği yapmaya gayret göstereceklerinin altını çizen Arslan, Pompeiopolis kazılarının boyutunun her geçen yıl ilerlediğini ve kazıların artık sponsor ihtiyacı olan uluslararası bir kazı hüviyeti kazandığına değindi.
 

Taşköprü Belediye Başkanı Arslan, yıllardır hayalini kurdukları kazı çalışmalarında dördüncü yıla gelindiğinden dolayı mutluluk duyduklarını söyleyerek, bunun Karadeniz Bölgesi'nin eksik pay aldığı turizm pastasından hak ettiği payı almasına da ön ayak olacağına inandığını vurguladı.
 

Pompeiopolis kazı çalışmalarının Hitit, Frig, Kimmer, Lidya, Pers, Pontus Rum, Roma ve Bizans dönemindeki medeniyet ve uygarlıklara da ışık tutması bekleniyor.

Kastamonu Postası, 21.05.2009

ÇOBANLAR'DA KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ

 

Afyonkarahisar'da, izinsiz kazı yaptığı öne sürülen bir kişi yakalandı.

 

İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Çobanlar İlçesi'ne bağlı Kocaöz beldesi Kayacık mevkiinde izinsiz kazı yapan M.T. isimli şahsı suçüstü yakaladı.

 

M.T.'nin olayda kullandığı bir adet kazma, bir adet hilti, bir adet hilti ucu, bir adet kürek ve 15 metre uzunluğunda elektrik kablosu ele geçirildi. İzinsiz kazı yapan M.T., jandarma ekipleri tarafından adli mercilere sevk edildi.

Afyon Kent Haber, 21.05.2009

BİLİMİN BÜYÜK UMUDU

 

 

Evrim teorisinin kayıp halkası olabileceği belirtilen en eski primat fosili ABD’de sergilenmeye başlandı.

 

New York’taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nde ziyarete açılan 47 milyon yıllık primat fosilinin insan ile hayvanlar arasındaki “kayıp halka” olabileceği iddia ediliyor. Bilim adamları tarafından “Ida” olarak adlandırılan fosilin, bugüne kadar bulunan en iyi korunmuş primat fosili olduğu kaydediliyor. 

Almanya’nın Darmstadt bölgesinde 1983’te volkanik bir göl yakınlarında bulunan fosil yüzde 95 oranında eksiksiz durumda. Fosilin tırnakları, hatta yediği son yemeğin kalıntıları bile görülebiliyor.


Alman fosil uzmanı Jens Frenzer, otobur İda’nın meyve, tohum ve yapraklarla beslendiğini ve bugünkü lemura oldukça benzediğini belirtti.


“Ida” ile ilgili bir belgesel hazırlayan Sir David Attenborough da, İngiliz Guardian gazetesine yaptığı açıklamada, “Bu fosil, hayvan yaşamıyla insan arasındaki bağ.
 Evrim tarihimizin kilit önemdeki döneminden kalma. Bu güzel yaratık, bizlerin diğer memelilerle bağımızı ortaya koyacak. Ida’yı bu kadar özel yapan da enfes bir şekilde korunmuş olması” dedi.

Bilim adamlarına göre, bazı kemiklerinin şekli ve başka ipuçları İda’nın, 9 aylık ve 650-900 gram ağırlığında olduğunu gösteriyor. Başparmağı ve düz tırnakları Ida’nın bir primat olduğunu kanıtlıyor.
Değeri, 2006’da bir tacir tarafından, Oslo Doğal Tarih Müzesi görevlilerinden Dr. Jorn Hurum’a gösterilinceye kadar anlaşılamayan fosil önce Almanya’da özel bir fuarda satılmış ve özel koleksiyonlarda yer almıştı

Milliyet, 21.05.2009

ZEUGMA'YA AÇIK HAVA MÜZESİ YAPILACAK MI?

 

MHP Gaziantep milletvekili Hasan Özdemir, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a verdiği soru önergesi ile Gaziantep turizmini gündeme getirdi ve "Zeugma Bölgesinde Bakanlığınız bünyesinde büyük bir Açıkhava Mozaik Müzesi' yapmayı düşünüyor musunuz" dedi.

 

Özdemir, Bakan Günay'a yazılı olarak cevaplandırması istemiyle verdiği soru önergesinde, Zeugma Antik Kenti ile Gaziantep turizmini gündeme getirerek, şu soruları yöneltti: ''Gaziantep, kültür turizmi alanında ülkemizin en elverişli coğrafyalarından birisidir. Bu doğrultuda Bakanlığınız bünyesinde yapılacak çalışmalar Gaziantep turizmine ve ekonomisine olumlu etki yapabilecektir. Buna göre, Gaziantep'in Nizip İlçesi'ne bağlı Fırat nehri kenarındaki Zeugma bölgesinde Bakanlığınız bünyesinde büyük bir ''Açıkhava Mozaik Müzesi''yapmayı düşünüyor musunuz? Gaziantep'in kent merkezinin ve belirli turistik alanların ''Kültür Turizm Bölgesi'' ilan edilmesi söz konusu mudur?''

Gaziantep 27 Gazetesi, 21.05.2009

TARİH TALAN EDİLİYOR KİMSE ENGELLEMİYOR





Dünyaca ünlü Karun Hazineleri’nin çıkarıldığı Uşak Güre’deki tümülüsler, tarihi eser kaçakçılarının talanından kurtulamadı. Koruma altındaki mezar odalarının duvarları da define bulma uğruna kırıldı

Uşak’ın Güre Beldesi’ndeki tümülüsler, Anadolu’nun tarih zengini yerlerinden. Kral Kroisos’un (Karun) hazineleri define avcıları tarafından 1960’lı yıllarda burada bulunup 1970’de ABD’ye kaçırıldı. Sergilendiği Metropolitan Müzesi’nden geri alınması için uluslararası alanda senelerce hukuk mücadelesi verildi. 1994’te iade edildi ve Uşak Müzesi’nde sergilenmeye başlandı.
Tüm bunlara rağmen tarih talanı bitmedi. Kaçakçılar, paha biçilmez Karun Hazineleri’nin çıkarıldığı bölgeden elini çekmedi, yeterli önlem alınamadığı için tümülüsler didik didik edildi, zarar gördü. Son olarak Kral Karun’un mezar odasının duvarları kırıldı. 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Şerif Arıtürk da çaresizliği dile getirdi. Arıtürk, koruma altında olmasına rağmen kaçak kazıları önleyemediklerini söyledi, “Jandarma ne yazık ki kontroller için yeterince fırsat bulamıyor. Arkeologları görevlendirerek çevre düzenlemesi çalışması yapacağız” dedi. Güre Belediye Başkanı Alaattin Özgün ise olup bitenlerin üzüntüsünü yaşadıklarını ifade etti. Özgün, sahip çıkacaklarını belirtti, şöyle konuştu: “Bu şekilde korumasız kalmasına gönlümüz razı değil. En kısa zamanda bölgede inceleme yaparak potansiyeli harekete geçirmek istiyoruz. Daha önce hiçbir çalışma gerçekleştirilmemiş. Öncülük ederek turizme kazandırılması için çaba göstereceğiz.”


Antik çağda Batı Anadolu’daki Lidya Uygarlığı, Tmolos Dağları’ndan çıkan ve Hermos (Gediz) Nehri’ne karışan, başkent Sardes’ten de geçen  Paktalos Deresi’nden çıkarılan altınla zengin oldu. O dönemde Kral Kroisos (Karun) için “Karun kadar zengin” deniliyordu. MÖ 560-546 yılları arasında ülkesini yöneten Kroisos’un cenazesi hazinesiyle (Karun Hazineleri) birlikte gömüldü. Uşak Güre’deki mezar kaçakçılar  tarafından açılıp eşsiz eserler çıkarıldı.


Uşak Arkeoloji Müzesi’nde 2006 yılında Karun Hazineleri’nin en değerli parçası Kanatlı Denizatı Broşu’nun sahtesiyle değiştirilmesiyle ilgili açılan ve 33 ay süren davada ceza yağdı. Eski müze müdürü Kazım Akbıyıkoğlu 12 yıl 11 ay, Uğuz Sağlan da 12 yıl 6 ay hapse çarptırıldı. Broşu yurtdışına çıkardıkları anlaşılan Ahmet Düzyer, Fehmi İşler ve Suat Yenmez’e 6’şar yıl, Mehmet Polat, Fuat Ergün’le Halil Eker’e 6 yıl 3’er ay hapis cezası verildi. Suçu bildirmedikleri için de emekli polis Bülent Yücel 2.5 yıl, İsmail Bilgin 10 ay hapse mahkum edildi.

Milliyet Ege, Haber: Yavuz Kuşdemir, Fotoğraf: Hürriyet Ege, 21.05.2009

PAMUKKALE'DE ZİYARETÇİ SAYISINDA %30 DÜŞÜŞ KAYDEDİLDİ

 

UNESCO'nun ''Dünya Kültür Mirasları'' listesinde yer alan Pamukkale'yi ziyaret edenlerin sayısının küresel ekonomik kriz nedeniyle bu yılın ilk 4 ayında yüzde 30 azaldığı bildirildi. Ocak-nisan döneminde Pamukkale’yi 252 bin 455 kişi ziyaret etti.

 

Pamukkale İşletme Müdürü Nevzat Sallio, Pamukkale'yi yılın ocak-nisan döneminde 252 bin 455 kişinin ziyaret ettiğini, geçen yılın aynı döneminde ise bu rakamın 298 bin 111 olduğunu belirtti.

 

İlk 4 ayda, geçen yılın aynı dönemine oranla turist sayısında yaklaşık yüzde 30'luk düşüş olduğuna dikkat çeken Sallio, “Ancak bu ay itibariyle yerli ve yabancı turist sayısında yeniden artış gözlendi" dedi. Mayıs ayının 19 gününde, geçen yılın rakamlarını kısmen yakaladıklarını ifade eden Sallio, yazın geçen yılın rakamlarını geçmeyi beklediklerini söyledi.

Turizm Gazetesi, 21.05.2009

HİNDİSTAN'DA 2000 YILLIK KALINTILARA SAHİP MAĞARALAR BULUNDU

 

 

Hindistan’ın Raigad Bölgesi'nde yer alan Dhondse ve Bahirampada köylerine yakın bir bölgede yedi Budist mağarası bulundu. Mağaralar, bu bölgede yürütülen bir mağara araştırması sırasında keşfedilen 60 mağara içinde idi. Uzmanlara göre MÖ 2. ile MS 2. yüzyıl arasında kullanılan mağaralar yoğun bir orman içinde yer aldıklarından insan tahribatından korunmuşlar.

Mağaralardan birisi hem yerleşim, hem tapınma amacı ile kullanılmış. Diğer mağara ise büyük bir tapınma alanına sahip. 

 

Yeni bulunan bu mağaralar Hindistan’ın arkeolojik envanterinde de, uzun yıllar önce hazırlanan yüzey araştırmalarında da yer almamakta. Mağaralarda fazla bir süsleme veya yazıt bulunmamakta. Göze çarpan yegane buluntular rahipler için ayrılan yerler ve kayalara oyulmuş oturma sıraları. 

Sakaal Times, 14.05.2009

AYVALOS KİLİSESİ TEHLİKE ALTINDA

 

 

Gümüşhane’ye bağlı Mescitli Köyü sınırları içerisinde bulunan Ayvalos kilisesi çökme tehlikesi ile karşı karşıya.


Arnavutlu yaylası yolu üzerinde yer alan kilisenin çatısında büyüyen üç adet çam ağacının kökleri nedeniyle tavanın çökme tehlikesi var. Yetkililerden tek isteklerinin bu kültürel mirasların koruma altına alınması olduğunu söyleyen köy sakinleri, bu tür eserlerin bulunduğu yerlerde yaşayan insanlardan da bu zenginlik kaynaklarını tahrip etmeden gelecek kuşaklara aktarımının sağlanması olduğunu belirttiler.


Gümüşhane’nin birçok din ve medeniyetlere beşiklik etmiş bir kültürler mozaiği olduğunu ifade eden vatandaşlar, ildeki hemen her yerleşim yerinde tarihin izlerinin görülebileceğini belirterek, “Han, hamam, köprü, camii, çeşme, kale, kilise ve şapeller apayrı bir kültürün zenginlik halkalarıdır. O yıllardan bugüne bir işaret ve bir değer abidesi olan bu tarihi ve kültürel miraslarımız ne yazık ki bugün ilgisizlik, dikkatsizlik ve bilgisizlikle harap bir durumdadır.

 

Özellikle inanç turizminin odağındaki bu kilise ve şapeller köylüler tarafından ya samanlık ya da başka bir amaçla depo olarak kullanılmaktadır. En acı durum ise hazine ve hayal avcıları tarafından bu tarihi zenginliklerimiz yağma edilmektedir.” diye konuştular.


Öte yandan kilise, duvarında bulunan kuş yuvası içindeki yavrularla birlikte ayrı bir güzelliğe sahip.

Gümüşhane Kent Haber, 20.05.2009

GEMLİK'TE LAHİT BULUNDU

 

Bursa'nın Gemlik İlçesi'nde yürütülen bir inşaat çalışması sırasında lahit bulundu.

 

Alınan bilgiye göre, Osmaniye Mahallesi Mor Sokak'ta bir inşaatın kazı çalışması yapılırken, hangi döneme ait olduğu henüz belirlenemeyen bir lahit ortaya çıkarıldı.

 

Lahdi gören işçiler, durumu Bursa Müze Müdürlüğü ve İlçe Emniyet Müdürlüğü yetkililerine haber verdi. Yetkililer, lahdin hangi döneme ait olduğunun araştırıldığını belirtti.

Zaman, 20.05.2009

"KİLİSE MUTLAKA GÖRÜNECEK"

 

Erdoğan Özgörkey Grubu'nun Çankaya'da Hilton Oteli'nin karşısında bulunan arsasına rezidans yapma projesi için İzmir 1 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan "Kilise mutlaka görünecek" şartı geldi. Konak Belediye Meclisi'nin geçtiğimiz aylarda söz konusu araziyi 79.30 metre yapılaşma koşullu metropoliten etkinlik merkezi olarak belirlenmesine ilişkin 1/1000 ölçekli uygulama imar plan değişikliğini "onay" için görüşen Kurul, projeye onay vermeden önce bazı değişiklikler yapılmasını istedi.

Kurul ayrıca, Çankaya semtindeki alanda yapılacak binanın yüksek bölümü ve otopark girişinin, Gürel Recidence yönünden olmasını istedi.


Kurul, inşa edilecek yapının yükselen tarafının, yani kule bölümünün tarihi St. Polikarp Kilisesi değil, Hilton Oteli'nin sol çaprazındaki Gürel Recidence'a doğru olmasını istedi. Kurul ayrıca, bina inşa edildiğinde Gürel Recidence'ın önünden bakıldığında kilisenin görünmesini sağlayacak biçimde, yüksek yapının altında bir boşluk veya geçiş bırakılması şartı da getirdi. Kurul, binada yapılacak otoparkın giriş kısmının da, tescilli yapı konumundaki kilisenin bulunduğu taraftan değil, Gürel Recidence tarafından yapılmasını istedi. Yaşanan son gelişme üzerine Konak Belediyesi de kurulun yazısını, 1/1000 ölçekli uygulama imar plan değişikliği önerisiyle birlikte İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi'ne gönderdi.


Daha önce, çevresindeki yollarla bina arasında 5 metrelik çekme mesafesini bırakmak istemeyen Özgörkey Grubu, yeni plan tadilatı önerisinde bu mesafeyi kabul edince, geçtiğimiz aylarda Konak Belediye Meclisi İmar Komisyonu konuyu değerlendirmişti. 1500 metrekarelik arazide kamuya terk edilecek alanların ve çekme mesafelerinin bırakılmasından sonra kalan kısımda zemin altı otopark yapılmasına izin verildi. Binanın yüksekliğinin 79.30 metre olarak belirlenmesiyle hemen yanındaki Gürel Recience'a benzer bir binanın yapılmasına olanak tanınırken, Özgörkey Grubu'nun istediği 10 bin 500 metrekare inşaat alanı yerine imar kanunundaki hakkı olan 9 bin 372 metrekareyi geçmemesine karar verildi. Arazinin iki köşesinden üçgen şeklinde olmak üzere toplam 150 metrekare kamuya terk edildi.

Özgörkey Grubu'nun önünü açan en önemli plan değişikliği ise, imar planlarında "ticaret merkezi" plan notuna sahip olan parsele 'metropolitan aktivite merkezi' plan notunun getirilmesi oldu. Bu değişiklik, Koruma Kurulu tarafından da onaylandı. Büyükşehir de onaylarsa, 16 yıldır atıl duran eski tütün deposunun yerinde dev bir bina yükselecek.


Gelişmeleri yakından takip ettiklerini belirten Özgörkey Grup İcra Kurulu Üyesi Selim Özgörkey, "Dosya şimdi Büyükşehir Belediyesi'ne gitti. Prosedür neyse gelişmeleri takip ediyoruz. Süreç neyse o süreci devam ettirmeye çalışıyoruz. Kurulun yönlendirmelerine uygun şekilde projeyi değerlendiriyoruz. Biz bu işin hukuka uygun en iyi şekilde olmasını istiyoruz" dedi.

Yeni Asır, Yazı: Ertan Gürcaner, 20.05.2009

TÜRKİYE SANATI ÜÇ SERGİYLE BERLİN'DE

 

 

Berlin Sanat Akademisi, önümüzdeki sonbaharda İstanbul’dan üç çağdaş sanat sergisi gerçekleştirecek. İstanbul ile Berlin arasındaki kardeş kent anlaşmasının 20. yılı dolayısıyla düzenlenen proje ‘Eş Zamanlılık - Paraleller - Karşıtlıklar’ adını taşıyor. Sergilerin, akademinin üç farklı mekanında eş zamanlı açılması planlanıyor.

Berlin Sanat Akademisi’nden yapılan açıklamada, Martin-Gropius-Bau salonunda gerçekleşecek serginin ‘İstanbul Modern Berlin’ adını taşıyacağı ve 19. yüzyıldan günümüze sanatın gelişimini tek tek eserlerle yansıtacağı belirtildi. Pariser Meydanı’ndaki sergide kadın sanatçıların önemi üzerinde durulacak, Hanseatenweg’de sergilenecek eserlerle ise, Türk Sanatçıların siyasi duruşu, toplumsal gelişmelere verdikleri tepkiler konu edilecek. Sergiler 12 Kasım’da açılacak ve 2010 yılının ocak ayına kadar ziyaret edilebilecek.

Alman Mimarlar Birliği’nin Berlin’deki galerisinde ise ‘7 Tepenin 7 Mimarı’ adlı sergi açıldı. Sergide Emre Arolat, Can Çinici, Mehmet Kütükçüoğlu & Ertuğ Uçar, Şevki Pekin, Nevzat Sayın, Melkan Gürsel & Murat Tabanlıoğlu, Han Tümertekin’in çalışmaları tanıtılıyor.

Radikal, 20.05.2009

TARİHİ KALEDE İNSAN KEMİKLERİ BULUNDU

 

Kilis'in Polateli İlçesi'nde bulunan Ravanda Kalesi'nde ihata duvarını yapan işçiler insan iskeleti buldu.

 

Edinilen bilgiye göre, Polateli İlçesi'ne bağlı Belenözü Köyünde bulunan Ravanda Kalesi'nde restorasyon öncesi ihata duvarını yapan işçiler, insan iskeleti ile karşılaştı. İşçilerin jandarmaya haber vermesi üzerine olay yerine gelen cumhuriyet savcısı, iskelet üzerinde incelemelerde bulundu.

 

Bilirkişi olarak çağrılan arkeologun vereceği rapor doğrultusunda işlem yapılacağı bildirildi.

Kilis Kent Haber, 20.05.2009

İRAN'DA SİALK'DA ÖLÜ RİTÜELİ

 

Arkeologlar İran’ın orta kısımlarında yer alan Sialk Tepesi’nde 9.000 yıl önce gerçekleşmiş, şimdiye dek bilinmeyen bir ölü gömme ritüeli keşfettiler.

 

İranlı ve Polonyalı arkeologların ortak kazısı sonunda açığa çıkan mezardaki buluntulara göre dört ölü 500-600 derece ısıda yakıldıktan sonra kül ve kalıntıları kaplar içinde gömülmüş. İran Arkeolojik Araştırmalar Merkezi’nden Hassan Fazeli’nin açıklamasına göre kapların içinde kırmızı çiçek kalıntıları da bulundu. Bu çiçekler İran’da yaşam ve sonsuzluğun sembolü olarak kabul ediliyorlar. 

 

Fazeli’nin açıklamasına göre şimdiye dek İran’da ölümden sonra kremasyona rastlanmamış. Bu durum, bu keşfi son derece önemli bir hale getirmekte. Sialk’ın kuzey tepesinde ise İran, Almanya, İngiltere, İtalya ve Fransa’dan gelen arkeologlar geçen hafta kazılara başladılar. Kashan şehri yakınlarında bulunan Sialk, İran’da teknoloji, endüstri ve dini düşüncenin ilk oluştuğu yer olarak kabul edilmekte.  

Press TV, 11.05.2009

BİN LADİN AİLESİ, CEMİL MOLLA KÖŞKÜ'NE TALİP OLDU





"Yıl 1886. Şeyhülislam Cemil Molla, Kuzguncuk sırtlarına konduracağı, incelmiş bir zevkin ürünü ve farklılığın simgesi olmasını düşlediği köşkü yaptırmak için ümidini kesmek üzereyken İtalyan asıllı mimar Sinyor Alberti'ye rastladı. ...Osmanlı döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı, (Bab-ı Meşihat), şeyhülislamlık ve Adliye nazırlığı görevini sürdüren, Sultan Abdülhamit'in gözdesi ve satranç arkadaşı olan Cemil Molla, 5 yıl süren çalışma sonrasında Yıldız Sarayı gibi dizel motorla aydınlatılan ve kaloriferle ısıtılan ilk elektrikli ve kaloriferli ev sıfatlarının da sahibi oldu Cemil Molla Köşkü. İlk telefonlu ev sıfatını da ilerleyen dönemlerde buna ekledi."

Tam 100 yıl sonra, 1986 yılında köşkü harap halinden kurtaracak olan Mesa Yapı'nın çıkardığı kitabın girişinde Üryanizade Şeyhülislam Cemil Molla Köşkü bu cümlelerle anlatılıyor. 2004-2005 yılında yapılan restorasyon sonrasında Boğaz'a tekrar kazandırılan Köşk'le ilgili şu sıralar oldukça ilginç bilgiler dolaşıyor. Edinilen bilgilere göre Cemil Molla Köşkü'ne Suudi işadamları talip.
Şirket yetkilileri görüşmeyi doğrulayıp teklifin geldiğini belirtirken kararın henüz verilmediğini belirtiyor. "Teklifleri değerlendiriliyor" diyen şirket yetkilisi ayrıntılı bilginin şu anda verilecek olgunlukta olmadığını kaydediyor.


Bizim edindiğimiz bilgiler Mesa Mesken, çıkan yasa nedeniyle inşaata başlayamadığı Kuzguncuk'taki Köşk ve arazi için Suudi Arabistan'ın en büyük şirketlerinin sahibi Usame Bin Ladin'in kardeşi Bakr bin Ladin ve Tarık bin Ladin ile pazarlıkta.


Ladin Ailesi'nin araziye tünel gibi alttan girip hem konaklama hem de kongre tesisi yapmak istediği belirtiliyor. Ancak bu konuda daha önce girişimleri olduğu bilinen Mesa, araziye çivi bile çakılamadığı için eli boş dönmüş ve yatırımdan vazgeçip planlarını rafa kaldırmıştı.

MESA İnşaat, İstanbul Kuzguncuk'taki, Abdülhamit döneminin gayriresmi kültür ve sanat merkezi olarak bilinen Üryanizade Şeyhülislam Cemil Molla Köşkü'nü 1986 yılında satın aldı. Köşkü satın aldıktan sonra restore edip çevresine de uygun koşullarda konut, kültür merkezi yapma planları olan Mesa, inşaat yapılamaz engeline takıldı. Bunun üzerine firma 2004 - 2005'te köşkü restore etti ve İstanbul ofisi olarak kullanmaya başladı.

Köşkün olduğu 43 dönümlük arazi Cemil Molla'nın şeyhülislam olan dedesine padişah tarafından 'küçük bir sevgi nişanesi' olarak hediye edilmiş. Bugün Türkiye'nin en görkemli yerlerinden biri olan Köşk'ün 16 oda ve iki salonunun her biri Boğaz'ı görüyor. Köşkün üst katında bir de 25 metrekarelik cihannüma odası (dört yönden de görünüme açık oda) ile benzerlerinden ayrılan köşk 677 metrekarelik bir alanda bulunuyor.

Sabah, 20.05.2009

İNSAN İNSANIN KURDU OLMUŞ

 

Bilim insanları, insana en yakın tür olan ve esrarengiz olarak ortadan kaybolan Neandertal türünün sırrını çözdüğünü öne sürüyor.

Antropolojik Bilimler Dergisi’nde yayınlanan bir makalede insanoğlunun eti için Neandertal avladığı ve soyunu da böyle tükettiği iddia edildi.

Söz konusu iddia, Paris Ulusal Merkezi’nden Fernando Rozzi tarafından ortaya atıldı. Bulunan Neantertal kemiklerinde çene kemiklerinin ayrılmış olduğuna işaret eden Rozzi, bunun et ve dili çıkarmak için kullanılan bir teknik olduğunu iddia etti.

Çünkü o dönemde insanlar avladıkları geyikleri de böyle parçalara ayırıyordu. Rozzi’ye göre Neandertal dişlerinden de takı yapılıyordu.

Hürriyet, 20.05.2009

BEDAVA GEZİYE ZİYARETÇİ AKINI





Müzeler Gecesi etkinlikleri kapsamında ülke genelinde 11 müze gece kapılarını vatandaşlara açtı.


28. Müzeler Haftası etkinlikleri kapsamında Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Antalya Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Ayasofya Müzesi,Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İzmir Arkeoloji Müzesi, Efes Müzesi, Konya Mevlana Müzesi, Çorum Müzesi, Sinop Müzesi ve Muğla Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ile Topkapı Sarayı saat 23.30'a kadar açık tutuldu.
Müze ziyaretlerinin ücretsiz olması Çorum Müzesi'ne ziyaretçi akınına neden oldu. Gece 23,30'a kadar açık kalan müzeyi yaklaşık 4 bin kişi ziyaret etti. Sabah 08.00'den gece saat 23.30'a kadar ücretsiz gezilebilen Çorum müzesini bir günde yaklaşık 4 bin kişi ziyaret etti. Müzeler Haftası nedeniyle ülke genelinde 11 müzenin bir günlüğüne ücretsiz olarak halkın ziyaretine açıldığını anlatan Çorum Müze Müdürü Arkeolog Önder İpek, bu merkezlerden birinin de Çorum Müzesi olduğunu hatırlattı.


Çorum müzesini ziyaret eden kişi sayısının istenilen rakamlara ulaşamadığını belirten Önder İpek, ortalama 30 ila 100 olan günlük ziyaretçi sayısının ücretsiz gezi kapsamında 4 bin olduğunu söyledi. İpek, bu sayının Çorum halkını müzelere olan ilgisinin en iyi göstergesi olduğunu ifade etti.
Müzeyi gezen bazı ziyaretçiler ilk defa müzeye geldiklerini belirtirken bazı ziyaretçilerde Turizm ve Kültür Bakanlığının bu uygulamasından memnun olduklarını ifade ettiler.


Kadın ziyaretçiler müzede sergilenen halı ve kilimler, kadın giysileri, takı ve süs eşyaları erkek ziyaretçiler ise Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait silahlarla ilgilenmeleri dikkat çekti. Bazı ziyaretçilerin müzede teşhir edilen eserleri cep telefonuna kaydettiği gözlendi.


Çorum Müzesi'nin çekirdeğini Alacahöyük, Boğazköy, Ortaköy, Eskiyapar, Pazarlı, Kuşsaray ve Alişar Höyük kökenli eserlerin yanında satın alma eserler oluşturuyor. Ayrıca müzede etnografik eserler de bulunuyor.

Çorum Kent Haber, 19.05.2009

685 YILLIK AĞAÇ KORUMA ALTINDA

 

Balıkesir'in Burhaniye İlçes'ne bağlı Kızıklı Köyü'nde tarihi servi ağaçları korumaya alındı. Yaşları 685 ile 450 arasında değişen 4 servi ağacının anıt ağaç olarak tescil edildiğini berten Kızıklı Köyü muhtarı Nusret Girgin, ağaçların köye turist çekeceğini söyledi.


İlçeye 5 kilometre uzaklıktaki Kızıklı Köyü yakınındaki Sinan Dede türbesi kenarında bulunan 4 tarihi servi ağacı korumaya alındı. Servi ağaçlarının, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Müdürlüğü'nce 'Anıt Ağaç' olarak tescil edildiğini belirten Kızıklı muhtarı Nusret Girgin, "Bu ağaçlar köyümüzün simgesi haline geldi. Köy muhtarlığımızın yaptığı başvuru sorucunda ağaçlar Anıt ağaç olarak tescillendi. Bu ağaçlar için tanıtım tabelaları yaptıracağız. Turist çekeceğine inanıyoruz. Şu anda mevcut bulunan 4 ağacın yaşları 685, 640, 590 ve 450 olarak belirlendi. Servilerin yükseklikleri de 30.5 ile 26.3 metre arasında değişiyor. Ağaçların etrafında çevre düzenlemesi yapıyoruz. Bu ağaçları gözümüz gibi koruyoruz" dedi.

Haber Ekspres, 19.05.2009

40 YILLIK LOKANTAYA İÇKİ YASAĞI TALEBİ





İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Topkapı Sarayı’nın avlusunda 40 yıldır hizmet veren Konyalı Lokantası’nda içki servisi yapılmasıyla ilgili bir şikayet dilekçesini işleme koydu. "Peygamberin dişi dahil bulunan alanda küfredercesine içki sunuluyor" ifadeli dilekçeyi, belediye değerlendirmeye aldı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Necat Selimoğlu adlı vatandaşın, restoranda içki servisi yapmasıyla ilgili bir şikayet dilekçesini işleme koydu. Selimoğlu dilekçesinde, "İslam dünyasının peygamberinin dişi dahil bulunduğu alana küfredercesine verilen içki ruhsatının Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çerçevesinde değerlendirmesini ve gerekli işlemin yapılmasını arz ederim" dedi.

Belediye Koruma Uygulama ve Denetim (KUDEB) Müdürü Şimşek Deniz, Selimoğlu’nun dilekçesiyle birlikte hazırladığı yazıyı, Koruma Kurulu’nun yanı sıra Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü ve Sağlık Daire Başkanlığı’na gönderdi. Sarayın İslam dünyasının ortak alanı olduğunu belirten belediye, lokantanın, Mukaddes Emanetler Dairesi’nin 50 metre yakınında olduğunu vurguladı. KUDEB Müdürü Deniz, dilekçeyi yorumsuz olarak ilgili yerlere gönderdiklerini söyledi.

Konyalı Lokantası işletme sahibi Savaş Bulut, 40 yıldır Saray’da restoran hizmeti verdiklerini ve beş yıldır da içki ruhsatlarının olduğunu belirterek Hürriyet’e şöyle konuştu:

"Biz, Saray içerisinde özellikle turistlere hizmet eden bir yeriz. Burada ’Niye içki satıyorlar’ gibi sıkıntılardan haberimiz var. Ama devletin bize vermiş olduğu içki ve turizm ruhsatımız var. Bugüne kadar içki içilmesinden dolayı restoranımızda hiçbir olay ve sorun yaşanmadı.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, Fotoğraf: Radikal, 19.05.2009

KAZI SEZONU AÇILIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden edindiği bilgiye göre, bu yıl, yabancı kazı başkanları Türkiye'de 48 örenyerini kazacak.

 

Bunlardan Çanakkale-Sigeion, Muğla-Letoon, Kırşehir-Yassıhöyük ve Kırıkkale-Büklükale'de bu yıl ilk kez kazılara başlanacak. Bu kazıları, Almanya, Fransa ve Japonya'dan gelen kazı başkanları yürütecek.

 

Bunun yanında, yabancı kazı başkanları geçen yıl başlanan 44 kazıya da devam edecek. Bu bunlardan Truva, Boğazköy, Göbeklitepe, Pergamon, Priene dahil 13 örenyerinde Almanlar, Aphrodisias, Gordion, Kinet Höyük, Sardis dahil 8 ören yerinde ABD'li kazı başkanları görev yapacak.

 

Ayrıca, Aslantepe, Hierapolis, İasos, Kyme gibi 7 örenyerinde İtalyanlar, Boncuklu Höyük, Çatalhöyük başta olmak üzere 6 örenyerinde İngilizler çalışacak. Avusturyalı, Fransız ve Belçikalı kazı başkanları 2, İsveç, Japon, Kanada ve Hollandalı kazı başkanları 1 örenyerinde tarihi arayacak.

 

Bu yıl, Türk kazı başkanları da 42 ildeki 102 örenyerinde kazı yapacak. Bunlar arasında 12 kazıyla en fazla İzmir ve Antalya'da çalışma yapılacak. İzmir'de Ayasuluk, Bayraklı, Erytrai, Klaros, Klazomenai, Limantepe, Metropolis, Nif Dağı, Panaztepe, Phokaia, Smyrna Agorası ve Yeşilova Höyük'de kazılar, bu yıl da sürecek. Antalya'da Alara Kalesi, Arykanda, Aziz Nikolaos, Bademağacı, Hacımusalar, Karain, Olympos, Patara, Perge, Rhodiapolis ve Side Tiyatrosu'ndaki tarihi değerler gün yüzüne çıkarılmaya çalışılacak.

 

Ayrıca, 8 tarihi mekanın kazılacağı Muğla'da da Beçin Kalesi, Burgaz, Kaunos, Lagina, Myndos, Pedasa, Stratonikeia ve Tlos'un değerleri, Türk kazı başkanlarına emanet olacak.

 

Öte yandan, Antalya'daki Myra Antik Kenti ve Andriake, İstanbul'da Bathonea, Osmaniye'deki Kastabala, Çanakkale'deki Zeytinlik Höyük, Amasya'daki Harşena Kalesi-Kızlar Sarayı, Edirne'deki Edirne Yeni Saray, İzmir'deki Ulucak Höyük ve Bağlararası ile Tokat'taki Komana Antik Kenti'nde tarihi eserler için çalışmaya ilk kez başlanacak.

Turizm Habercisi, 18.05.2009

TARİHİ RUM KONAKLARI TURİZME KAZANDIRILACAK

 

 

Nevşehir'in Kapadokya Bölgesi'ndeki Mustafapaşa beldesinde bulunan tarihi Rum evleri ve konakları, restore edilerek turizme kazandırılacak.

Mustafapaşa Belediye Başkanı Levent Ak, Kapadokya Bölgesi'nin en önemli turizm merkezlerinden olan Ürgüp İlçesine bağlı beldelerinin bugüne kadar bölge turizminde hak ettiği payı alamadığını söyledi. 1923 yılına kadar ağırlıklı olarak Rumların yaşadıkları ve Mübadele sonrasında Selanik'ten gelen Türklerin yaşamlarını sürdürdüğü Mustafapaşa'da, 1800 ile 1920 yılları arasında yapılmış 105 adet konak bulunduğunu belirten Ak, beldelerinin adeta bir açık hava müzesi durumunda olduğunu kaydetti. Ak, "Beldemizde bulunan tarihi konakların her biri bir mimarlık harikası. Görsel açıdan beldemize çok farklı bir güzellik katıyor. Konaklarımızın tanıtımı için ne yazık ki bu güne kadar yeterli bir çalışma yapılmamış" dedi.

Tarihi konakların restore edilerek turizme kazandırılması için çalışma başlattıklarını kaydeden Ak, hedeflerinin 5 yılda 105 konağın yenilenmesi olduğunu söyledi. Tarihi Topakoğlu Konağı'nda restorasyon çalışmalarına başladıklarını ifade eden Ak, "Onları teşvik etmek için Topakoğlu Konağı'nda restorasyon çalışması başlattık. Kapadokya Meslek Yüksek Okulu'nun bize çok ciddi bir desteği var. Okulumuzla işbirliği halinde restorasyon çalışmalarını yürütüyoruz. Bu konuda zaten bakanlığımızın da bir teşvik çalışması var. İlk olarak 6 konak için rölöve çalışması için kaynak aktarıldı. Her yıl 15 konağımızı kurtarabilirsek, 5 yılda beldemizde restore edilmemiş konak kalmayacak" diye konuştu.

Yeni Şafak, 18.05.2009

OSMANLI ÇEŞMELERİ 'SU OPERASYONU'YLA HAYAT BULUYOR

 

Avrupa kültür başkentliğine hazırlanan İstanbul, 2010'a tarihine yakışır bir şekilde giriyor. İmparatorluğun aynası olan çeşmeler yeniden suya kavuşuyor. Hisar ve Mehmet Kethüdagibi ünlü çeşmeler de restorasyonla hayat bulacak.

İstanbul, Avrupa Kültür Başkentliği'ni üstlendiği 2010 yılına Osmanlı'dan kalma çeşmelerini ihya ederek girecek. Tarihi Yarımada'da çürümeye yüz tutmuş çeşmeler, yeni yüzüyle, su içilebilen, eski ihtişamlı yapılarına kavuşturulacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB), hazırladığı proje kapsamında ilk planda 15 tarihi çeşmeyi yenileyecek. Yıl sonuna kadar çıkarılacak envanterle de Tarihi Yarımada'daki diğer çeşmeler restore edilecek. İstanbul'un '2010 Avrupa Kültür Başkenti' ilan edilmesinin ardından kentteki tarihi yapıların bakım ve onarımına hız verildi. Bu yapıların en önemlileri ise yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Osmanlı çeşmeleri. Durumu içler acısı olan bu tarihi çeşmelerin restorasyonu için iki sene önce kurulan KUDEB, İstanbul'un vitrini sayılan Tarihi Yarımada'daki çeşmelerin ihyası için harekete geçti.

Tespit edilen 15 çeşmenin restorasyonuna başlandı. Bu çeşmeler arasında Hacı Eyüpzade Şükrü Bey Çeşmesi, Hisar Çeşmesi ve Mehmet Kethüda Çeşmesi gibi ünlü çeşmeler de bulunuyor. Çeşmelerin Osmanlı'dan miras kalan en önemli kültür hazineleri olduğunu belirten KUDEB Başkanı Mehmet Şimşek Deniz, "Bizler tarihi evlerin restorasyonu kadar çeşmelere de önem veriyoruz. Silüetinde imparatorluğun izlerini taşıyan bu çeşmeleri ayağa kaldırmak için çalışmalara başladık." diye konuştu. Şu anda çeşmelerin envanter çalışmalarını yaptıklarını kaydeden Deniz, Sultanahmet, Süleymaniye, Zeyrek, Eminönü ve Fatih gibi semtlerde belirledikleri 15 tarihi çeşmenin restorasyonuna da başladıklarını dile getirdi. Çalışmaların 2010'a kadar önemli bir aşamaya geleceğini söyledi.

Zaman, 18.05.2009

HARRAN'DA 'SORUMLU'LAR SUSUYOR





Türkiye’yi dünyaya tanıtan turizm afişlerinin gözdeleri; Anadolu uygarlıklarının simge evleri; geleneksel mimarimizin kuşaktan kuşağa yaşatılabilen ender örnekleri ve Harran Üniversitesi’nin bile “logo”sunda kutsadığı konik kubbeli Harran evleri artık “yok”lar... Şanlıurfa’daki sivil kuruluşların deyimiyle “Moğolları aratan kültür katliamı”nı Cumhuriyet gazetesinde duyurduğumuz 10 Mayıs’tan bu yana da ilgili ve sorumlu herkes “suskun”luk içinde...

29 Mart yerel seçimler öncesinde SİT alanında artan yıkımlara ve kaçak yapılaşmaya aylarca “seyirci” kalan AKP’li eski belediye başkanı İbrahim Özyavuz, oy uğruna gösterdiği bu “suç” niteliğindeki aldırmaz tutumuna rağmen seçimi kaybetti.

Seçimi kazanan “akrabası” ve MHP adayı Mehmet Özyavuz ise Harran’ın tarihi dokusunu koruyacağını söylese bile kendisinin de tepki göstermediği “seçim yıkımları” nedeniyle ortada “tarihi doku” kalmadı. Bölgede incelemeler yapan Arkeolog Nezih Başgelen’in edindiği bilgilere göre 1. derece sit içinde yıkılan ve tahrip edilen konik kubbeli eski Harran evi sayısı 180’den fazla...

Dahası, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca “örnek Harran evi” işleviyle yaşatılmaları öngörülen 4 evden bile 3’ü yıkılmış durumda. Başgelen, eski evlerin yerinde yükselen beton yapıların temelleriyle, arkeolojik bir hazine olan “Harran höyüğü”nün de tahrip edildiğini belirtiyor...

Aynı alanda kaçak inşa edilen briket ve beton yapılar ise günümüzden 1200 yıl önce dünya ile ay arasındaki mesafeyi doğru hesaplayan “Sabit Bin Kura” ve atom çekirdeğini ilk keşfeden “İbn-i Battan”ların hocalık yaptıkları dünyanın en eski üniversite alanını adeta bir “gecekondu kent”e dönüştürmüşler...

Böylesi acımasız bir tarih soykırımı karşısında, kanunların gereğini yapmakla yükümlü ilgililerin herkesi şaşırtan “sakin”liklerinde ise eski Belediye Başkanı İbrahim Özyavuz’un “eşi” olan AKP Şanlıurfa Milletvekili Çağla Aktemur Özyavuz’un etkili olduğu konuşuluyor.

Seçimlerden önce bölgeyi ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın eşi Gülten Günay’a Şanlıurfa’nın tarihi yerlerini gezdirmesine rağmen Harran’a götürmeyen bayan milletvekilinin, kocasının açıkça göz yummasıyla yok edilen Harran evlerinden ötürü yerel yönetime yönelik yasal işlemleri engellemeye çalıştığı söyleniyor. Şanlıurfada’ki “sivil girişim”, daha şubat ayında kültür katliamına dikkat çekerek tüm sorumluları SİT alanındaki yıkımlara ve kaçak yapılaşmaya müdahale etmeleri çağrısında bulunmuşlardı.

Şanlıurfa Barosu, Ticaret ve Sanayi Odası, Ticaret Borsası, Ziraat Odası, Şanlıurfa Tabip Odası, Eczacılar Odası, ŞMMMO, GAP Gazeteciler Cemiyeti, Şanlıurfa Gazeteciler Birliği, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu, Mimarlar Odası, ÇEKÜL (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Vakfı) Şanlıurfa Temsilciliği, Şanlıurfa Vakfı Şanlıurfa Şubesi, İnşaat Mühendisleri Odası, Ziraat Mühendisleri Odası, Makine Mühendisleri Odası, Harita Mühendisleri Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Urfa Mirasını Koruma Derneği, Urfa Kültür Merkezi, Kültürel Mirası Koruma Derneği, Şanlıurfa Turizmi Geliştirme Derneği ve Harran Hukuk Derneği’nin ortak açıklamalarında şunlar vurgulanmıştı: “Hz. İbrahim’den dolayı ‘İbrahim’in Şehri’ olarak tanınan bu kent, Yakup Peygamber kuyusu ile, İslam alimlerinden Hayat el-Harrani’nin türbesi ile, Babil ve Asur dönemlerindeki Pagan inancına ait ‘Sin Mabedi’ ile dünya inanç turizmi içerisinde önemli bir yere sahiptir...”

Şimdi söyler misiniz; böylesi bir “kutsal şehri” yıkanlar ve seyirci kalanlar nasıl “dindar”, nasıl “milliyetçi” ve nasıl “muhafazakar” olabilirler?

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 18.05.2009

ARKEOLOGLAR ÇANKAYA'DA

 

Cumhurbaşkanı Gül dün Çankaya Sofrası’nda 18 Mayıs Dünya Müzeler Günü dolayısıyla arkeolog ve müzecileri ağırladı. Yemeğe, Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı, Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer, Sadberk Hanım Müzesi Müdür Vekili Hülya Bilgi, Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Fahri Işık, Japon-Anadolu Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Dr. Sachihiro Omura, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu ve Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdusselam Uluçam katıldı. Yemekte, ağırlıklı olarak kadro sorunu ve Arkeoloji Enstitüsünün kurulması konuları masaya yatırıldı. Prof.Dr. İlber Ortaylı, “Sayın Cumhurbaşkanı konulara çok vakıf. Çok memnun oldum. Çok yararlı oldu” dedi.

Vatan, 18.05.2009


******


GÜL'DEN HASANKEYF DESTEĞİ: ÜZERİMİZE NE DÜŞERSE YAPALIM

 

Çankaya Sofrası’nda önceki gün müzeciler ile arkeologları ağırlayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ilısu Barajı’yla sular altında kalacak olan Hasankeyf’in üzerinde durdu.

Gül, Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf Kazı Başkanı olan Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam’dan Hasankeyf’in kurtarılması için ayrıntılı bir rapor isteyerek, "Aman hocam bunu ihmal etmeyelim. Hasankeyf’in kültürel varlığı konusunda üzerimize ne düşerse yapalım" dedi. Uluçam, Köşk’te, ünlü isimlerin Hasankeyf ziyaretini de eleştirerek, şunları anlattı: "6 yıldır Hasankeyf’in proje sorumlusuyum. Kültürel dokunun ne olacağı belli değil. Çok yönlü bir program gerekiyor. Tarkan gibi mega starlarımız geliyor, ’Hasankeyf’i kurtarıyoruz’ diyor ama sanki biraz Hasankeyf’in adını kullanıyorlar. Gelenler ellerini taşın altına koyup iki taş onarsınlar. ’Hasankeyf’i kurtarıyoruz’ deyip pankart açıp nutuk çekeceklerine, eserlerden birinin restorasyonunu üstlensinler."

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 20.05.2009

İSTANBUL HAKKINDA NE BİLİYORSUN?

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Görsel Sanatlar Yönetmenliği, çağdaş sanatın İstanbul’un farklı bölgelerine ulaştırılması amacıyla başlattığı Taşınabilir Sanat projesinin beşinci sergisini açtı. İlk sergisi Kartal’da açılan ardından Ümraniye, Tuzla ve Küçükçekmece’yi ziyaret eden Taşınabilir Sanat, şimdi Ümraniye’de. Proje kapsamında hazırlanan ‘Hakkımda ne Biliyorsun?’ sergisi 14 Haziran’a kadar Ümraniye Atakent Kültür Merkezi’nde ziyaret edilebilecek. Günlük hayatta, bireyleri bilgi depolarına dönüştüren teknolojik gelişmeler ve medya ağını irdeleyen ‘Hakkımda ne Biliyorsun?’ sergisi, ziyaretçilerin yaşadıkları coğrafyayı anlamaları ve coğrafyayla etkileşime geçmesini hedefliyor. Sergide Deniz Aygün, İnsel İnal, Çiğdem Kaya, Evrim Kavcar, Gülçin Aksoy, Raziye Kubat  eserleriyle yer alıyor. Taşınabilir Sanat projesi kapsamında 2010’a kadar 20 sergi paketinin 39 ilçede İstanbul’la buluşması hedefleniyor.

Radikal, 18.05.2009

PAMUKKALE YENİLENDİ





Türkiye'de her gün bir yenisi yaşanan çevre katliamlarından Pamukkale de 1990'larda nasibini almıştı. UNESCO'nun “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne giren travertenler “kararıyor, kararmıyor” tartışmalarına konu oldu. Karardıkça bölgeyi gelen turist sayısı azaldı. Nihayet 2006'da Pamukkale'yi Koruma Programı için düğmeye basıldı. Çalışmaların meyvesini vermesi yaklaşık iki yıl aldı. Travertenler beyazladı, Pamukkale eski haline döndü. Bölgede turizm geçen yıl kıpırdamaya başlamıştı. Bu yıl atağa geçti. İlk üç ayda travertenlerin ziyaretçisi, geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 30 arttı.

Pamukkale, Küçük Çökelez Dağı'nın Çüruksu Vadisi'ne doğru alçalan yamaçlarında, deniz seviyesinden yaklaşık 400 metre yükseklikte. 900 dekarlık bir yaylaya yayılıyor. Traverten taraçalarının bembeyaz görünümü nedeniyle yöreye Pamukkale ismi verilmiş. Beyazlığın kaynağı, düzlükteki faylardan yeryüzüne çıkan kaynak suyu. Kireç taşı içeren 35 derece sıcaklığındaki su yeryüzüne çıktıktan sonra, bileşimindeki karbondioksit gazı uçuyor. Kirecin bir bölümü tortulaşıp, kayaları kaplıyor.

Binlerce yıllık süreçte kireç tabakaları travertenlerde üst üste yığılmış, pamuk görüntüsü oluşmuş. Uzaktan kara benzese de traverten yüzeyleri mermer gibi sert. Bu doğa harikası 1990'larda kontrolsüzlük nedeniyle kirlenmeye başladı. Sorun 2000'lerin başında bölge turizmini baltalayacak boyutlara ulaştı.


Pamukkale Ören Yeri'nin kurtarılması, 2006 sonunda Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Denizli İl Özel İdaresi arasında imzalanan protokolle başladı. Bu amaçla Pamukkale İşletme Müdürlüğü kuruldu. İşletme Müdürlüğü'ne Nevzat Sallio, Şube Müdürlüğü'ne Orhan Parlak, Mali Koordinatörlüğe Ali Aktürk tayin edildi. Kollar sıvandı.


Pamukkale İşletme Müdürü Nevzat Sallio ve ekibi önce sorunun kaynağını tespit etti. Kirlenmenin iki nedeni vardı: Su kaynağının kontrol edilememesi ve travertenlere çıkan ziyaretçiler. Suyun miktarı ayarlanmadığı için travertenlerde yeterli çökelti oluşmuyor, tam tersine yosunlanmayla kirleniyordu. “Suya kapsamlı bir düzenleme yaparak işe başladık” diyor Sallio. “Eskiden travertenlere ulaşan suyun debisi saniyede 400 litreydi. Çökelti oluşma hızı düşüktü. Miktarı 260 litreye kadar indirdik. Kanal kapakları ve pompaları merkezden yönetecek, ana hatlardaki debilerin ölçülmesini sağlayacak otomasyon sistemini kurduk. Artık sular bilgisayar kontrollü sisteme alındı. Travertenlerde suyun ne zaman, nereye, ne kadar süreyle akıtılacağı otomasyon sistemiyle belirlenmeye başladı. Üç gün su bırakılıyor, bir hafta kuruyup beyazlaşması için bekleniyor. Bu çalışma travertenlerin daha kaliteli şekilde beyazlamasını sağladı. Hatta belki de Hiarapolis döneminde bile Pamukkale ancak bu kadar beyazdı.”

Travertenlerde ulaşılan beyazlığı korumak için de bir dizi önlem alındı. Çevreye yürüyüş yolları yapıldı. Ören yerinin girişi ücretli hale getirildi. Geliri çevre düzenlemesi ve alt yapı çalışmalarına harcandı. Peyzaj ve temizlikte ziyaretçilerin ilgisini çekecek unsurlar göz önüne alındı. Ayrıca travertenleri ve ziyaretçileri korumak için bölgeye 19 kamera yerleştirildi. MOBESE İzleme Sistemi kuruldu. Yedi gün 24 saat kesintisiz kayıt yapılabiliyor. Yedisi hareketli 12'si sabit kameranın görüntüsü gerektiğinde büyütülebiliyor, gece görüşü sağlanıyor. Kameralar olası hırsızlık, gasp, taciz gibi istenmeyen olayların da önüne geçecek.

Pamukkale, Türkiye'nin en çok turist çeken bölgeleri sıralamasında İstanbul, Antalya ve Muğla çevresinden sonra dördüncü. Travertenleri gezen her 10 ziyaretçiden sekizi yabancı, ikisi Türkiye'den. Geçen yıl 1 milyon 400 bin turist ağırlayan bölgenin hedefi bu yıl 1,5 milyon ziyaretçi. Pamukkale'nin tekrar yurtdışındaki acentelerin tur programlarına girmesi en önemli umut. 2007'den, 2008'e bölge turizmi ciddi bir sıçrama yaşadı. Ziyaretçi sayısı yüzde 21,63'lük artış gösterdi. Bu yılın ilk üç ayında ise, geçen yılın aynı dönemine oranla ziyaretçi sayısı yüzde 30 arttı. Pamukkale'ye dünyanın hemen her bölgesinden ziyaretçi geliyor. Son dönemlerde Ortadoğu ve Uzakdoğulular ağırlıkta. Özellikle Güney Kore, Tayvan, Japonya ve Çin'den ilgi yoğun.

Pamukkale'nin 18 kilometre uzağındaki antik Hierapolis, “Kutsal Kent” olarak biliniyor. İsmini Bergama'nın kurucusu Telephos'un karısı, Amazon kraliçesi Hiera'dan almış. Tarihi MÖ 200'e kadar uzanıyor. Roma'dan sonra Bizans Dönemi'nde de çok önemli bir merkez olmuş. Birçok tapınağın yer aldığı kent, Hz. İsa'nın havarilerinden Aziz Philip'in burada ölmesiyle Hıristiyanların da kutsal merkezlerinden birine dönüşmüş. Apollon Tapınağı, St. Philip Martyriumu, Antik Tiyatro, Roma Kapısı, Bizans Kapısı, Agora, müzenin yer aldığı Roma Hamamı, su kanalları, Direkli Kilise, nekropolis kısmen ayakta. Pamukkale'nin diğer tarihi bölgeleri: Eskihisar yakınındaki Laodikya, Yenicekent yakınlarındaki Tripolis, Honaz İlçesi yakınlarındaki Colossea, Lycus Vadisi'ndeki antik kentler...
Hürriyet Seyahat, 18.05.2009

BAYINDIR'DA 'TARİH TURİZMİ'NE HAZIRLIK

 

Bayındır'ın geçmişi ile geleceği arasında köprü oluşturan tarihsel yapılar, bakımsızlıktan ve ihmalden dolayı yok olmaya başladı. Belediye Başkanı Mehmet Kertiş, "İlçemizdeki tarihi yapılar restore edilerek, Tarih Turizmi canlandırılacaktır" dedi.


Kentsel yenileme çalışmaları kapsamında Bayındır'a gelen İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı bulunan BİMTAŞ Genel Müdürü Ahmet Arman, İstanbul Metropolitan Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi (İMP) Genel Koordinatörü İbrahim Boz ve Yüksek Mimar Nergiz Bozkaya ilçe hakkında ARG (Araştırma ve Geliştirme) çalışmalarına katıldılar. Sabah saatlerinden itibaren Başkan Mehmet Kertiş ile birlikte 1544 yılında yapılan On dokuz kubbeli Hacı Sinan Camii ve Medresesi'ne giden heyet, burada incelemelerde bulunduktan sonra 1343 yılında Yapılan Sıdıkpaşa Konağı ,1869 yılında yapıldığı belirlenen eski Tekel Binası'na giderek incelemelerde bulundular.


İlçenin yerleşim alanı olarak kullanılmasının MÖ sine dayandığını ve Selçukluklar döneminde 24 Oğuz Boyundan biri olan Bayındır Türkmen Boyu'nun kendi adıyla yeni bir yerleşim kurduğunu belirten Belediye Başkanı Mehmet Kertiş " Gerek doğasıyla gerekse tarihi yapıları ile tam anlamıyla bir turizm kenti olan bu ilçemizin, kaybolmaya yüz tutmuş tarihi yapıtlarını onarmak ve gelecek kuşaklara aktarmak için çalışmalara başladık. Bu amaçla BİMTAŞ yetkilileri Bayındır'a gelerek tarihi yapıları incelediler. Projeler hazırlanarak en kısa zamanda çalışmalara başlanacaktır" dedi.


Başkan Kertiş Projeler hazırlandıktan sonra 2010 yılının başında çalışmalara başlanacağının müjdesini verdi.

Haber Ekspres, 17.05.2009

KAPILAR ŞEHRİ ERZURUM KAPILARINI KORUYAMADI





Doğu Anadolu'nun tarih ve kültür şehri Erzurum, çarpık yapılaşma ve bilinçsizlik yüzünden kapılarını koruyamadı. İçeriden Erzincan Kapı, Gürcü Kapı, Tebriz Kapı; dışarıdan da, İstanbul Kapı, Kars Kapı, Kavak Kapı ve Harput Kapı ile çevrelenen Erzurum'da, bu kapılardan sadece 3'ü günümüze ulaşabildi.

 

Tarihte, kalesi, tabyaları ve düşman işgaline karşı yapılan dış surlarıyla ün kazanan Erzurum, bu surlardan şehrin dışına açılan kapılarıyla da, tarihi bir öneme sahip bulunuyor. İçeriden Erzincan Kapı, Gürcü Kapı, Tebriz Kapı; dışarıdan da, İstanbul Kapı, Kars Kapı, Kavak Kapı ve Harput Kapı ile çevrelenen Erzurum'da, bu kapılardan sadece 3'ü günümüze ulaşabildi.

 

Kapılardan Erzincan, Gürcü ve Tebriz diye adlandırılanları, 'Erzurum Kapıları' diye adlandırılırken, İstanbul, Kars, Kavak ve Harput ise, 'Devre-i Muttasıla Kapıları' şeklinde ifade ediliyor. Bu kapıların dışında, Şair Nefi İlköğretim Okulu civarında Yeni Kapı, Kale civarında da, Gez ve Uğrun isimli iki kapıyı daha barındıran Erzurum, çarpık yapılaşma ve tarih bilinçsizliği yüzünden bu kapılarını da koruyamadı.

 

Erzurum'un kapılarından en şanslısı, Kars Kapı oldu. Askeri bölge içerisinde bulunuyor olması nedeniyle devamlı koruma altında tutulan Kars Kapı, şehri çevreleyen surları göstermesi açısından büyük bir öneme sahipken, Atatürk'ün Erzurum'a girdiği kapı olan İstanbul Kapı ise, alemcilerin mekanı olmuş durumda.Kale'ye en yakın girişlerden olan Tebriz Kapı'nın, Ebu İshak Kazeruni'nin türbesi, Ulu Camii ve Çifte Minareli Medrese üçgeninde bulunduğu öğrenilirken, 19. yüzyıl belgelerine göre, bir köprüden geçilerek dış sura ulaşılmakta ve az sonra da, halk arasındaki adıyla 'Tevrüz' Kapı'sına varılmakta idi. Şehrin batı tarafına düşen Erzincan Kapı'nın ise, Çaykarye suyunun hemen arkasında bulunduğu belirtilirken, burada yine Çaykarye adlı bir köprü ve Ilıca'yı bile görüş alanında bulunduran sur ve kulenin bulunduğu kaydedildi.Şehir içerisindeki kapılarından farklı olarak, 'Devre-i Muttasıla' adı verilen batıda İstanbul Kapı, Doğu'da Kars Kapı, güneyde Harput Kapı ve kuzeyde ise Kavak Kapı'dan giriş çıkışın yapıldığı Erzurum'da, söz konusu kapılardan sadece 3'ü günümüze ulaşabildi.

 

Kars Kapı, askeri bölge içerisinde bulunuyor olması nedeniyle günümüze kadar ulaşmayı başarırken, İstanbul Kapı da, çevresinde park alanı yapılmış olmasına rağmen, sarhoşların mekanı olmaktan kurtarılamadı. Mustafa Kemal Atatürk'ün, 3 Temmuz 1919 tarihinde geldiği Erzurum'a İstanbul Kapı'dan giriş yapması, bu kapıya ayrı bir anlam kazandırırken, bu özellik, kapının bakımsızlıktan kurtarılmasına bile yetmedi. Geceleri alemcilerin adresi olan İstanbul Kapı, zaman zaman çevre sakinleri tarafından da şikayet konusu edildi. Kapının hem içler acısı hali, hem de alemcilerin buluşma adresi olmasından yakınan vatandaşlar, ilgilileri bu konuda defalarca ikaz etmişti. Devre-i Muttasıla'nın üçüncü kapısı olan Harput'tan, günümüze kalan herhangi bir iz bulunmazken, şehrin kuzeyine kalan Kavak Kapı ise, şu anda iki mahalleyi birbirine bağlayan bir tünel vazifesi yapıyor.

 

Vatandaşlar, Erzurum'un geçmişiyle adeta özdeşleşmiş olan kapıların, düşmana karşı geliştirilen savunma taktiğinin önemli bir parçası olduğuna vurgu yaparak, kapılardan çok azının günümüze ulaşmış olmasının büyük bir talihsizlik olduğunu dile getirdiler. Erzurumlular, hiç olmazsa İstanbul Kapı, Kars Kapı ve Kavak Kapı'nın koruma altına alınması ve gelecek nesillere ulaşmasının sağlanması çağrısında bulunarak, "Biz bugün nasıl ki, söz konusu kapıların ortadan kalkmasına sebep olanlara öfke duyuyorsak, bizden sonraki nesil de, aynı öfkeyi bize duyacaktır. Bu nedenle tarihi mirasımızdan gelecek nesli mahrum bırakmayalım" diye konuştular.

Yeni Şafak, 17.05.2009

ALTI YILDA BİR MÜZE DOLUSU ESER ÇIKARILDI





Batı Anadolu'nun tarihte önemli yerleşim merkezlerinden Laodikya Antik Kenti'nde bu yılın kazı çalışmalarına başlandı

Kazıların başlaması dolayısıyla Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekci ile Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Anabilim Dalı Başkanı ve Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, bölgede incelemelerde bulundu.


Kültür ve Turizm Bakanlığı, Denizli Belediyesi ve Pamukkale Üniversitesi'nin ortaklaşa sürdürdükleri kazı çalışmalarında, bu yıl iki büyük antik tiyatrodan birinin gün yüzüne çıkarılmasının hedeflendiği bildirildi.


Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekci, gazetecilere yaptığı açıklamada, Laodikya Antik Kenti'nin Denizli için çok önemli olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti: "Laodikya, Anadolu'nun en büyük hipodromunun bulunduğu bir antik kent. Aynı zamanda Türkiye'de ilk defa Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bir belediyeye kazı çalışmaları yaptırılması, korunmasının sağlanması ve işletiminin yapılması ile ilgili verilen tek antik kent. Laodikya bizim Denizli Belediyesi ve Denizli olarak hayallerimizin en güzel köşe taşlarından birisidir. Antik Laodikya Kenti, Denizli Belediyesi, Pamukkale Üniversitesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığıyla birlikte çok hızlı bir şekilde, çok etkin, kazı açısından gurur duyulacak bir hızla devam eden, restorasyonların yapılacağı ve turizme açılacak bir yer. Denizli'nin açılış kapısı olarak, kente ve Türkiye'ye kazandırılacak bir yer."

PAÜ Arkeoloji Bölümü Anabilim Dalı Başkanı ve Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek ise, geçen yıl 6 ay kazı çalışması yapılarak, büyük bir başarıya imza atıldığını belirtti.
Bu yıla ilişkin çalışmalara başlandığını ifade eden Prof.Dr. Şimşek, "6 yılda ortaya çıkardığımız eserler, bir müzede sergilenenlerden fazla. Eksiklerimiz tamamlandığında Denizli olarak, Türkiye olarak turizmden yeterli payı alabileceğiz. Dünyada Türk turizmi bir trend oldu" dedi.
Prof.Dr. Celal Şimşek, bu yıl 31.'si düzenlenecek Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu'nun bu yıl Denizli'de yapılacağını sözlerine ekledi.


6 yıldır kazı çalışmalarının sürdürüldüğü Laodikya Antik Kenti'nde bugüne kadar çıkarılan çok sayıda buluntudan en dikkat çekenlerden birisini, yaklaşık 2000 yıl önce salgın hastalıktan öldükleri tahmin edilen ve küvet içerisinde yan yana yatan iki çocuğun kalıntıları oluşturdu.

Haber Ekspres, Fotoğraf: Milliyet Ege, 17.05.2009

İSHAK PAŞA SARAYI'NA GİDEN ZİYARETÇİLERİN KARŞILAŞTIĞI İLGİNÇLİKLER

 

Türkiye'nin sayılı turistik mekanlarından birisi olan Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesinde yaşanan ilginçlikler bu kadar da olmaz dedirten cinsten.

 

İshak Paşa Sarayı'nın çevresindeki umumi tuvaletlerin kapalı bulunması buraya gelen yerli ve yabancı turistlerin tepkisine neden oluyor. Her yıl binlerce turistin gezdiği İshak Paşa Sarayı'nda tuvalet ayıbı yaşanıyor. Tarihi Saray'ı ziyarete gelenlerin tuvalet ihtiyacını gidermesi için yaptırılan umumi helaların turizm sezonu olmasına rağmen kapalı bulunması şaşkınlıkla karşılandı. Tuvalet ihtiyacını gidermek için Doğubayazıt'a giden yerli ve yabancı turistler,"Böylesine tarihi bir mekanın olduğu yerde umumi helaların kapalı bulunmasına anlam vermekte güçlük çekiyoruz. Helalar kapalı olduğu için tuvalet ihtiyacımızı Doğubayazıt'ta gidermek mecburiyetinde kalıyoruz. Yetkilileri bu konuda daha duyarlı olmaya davet ediyoruz" dediler. Bu arada konuyla ilgili görüşlerini almak istediğimiz yetkililer ise açıklama yapmaktan kaçındı.

Zaman, 17.05.2009

AHMED-İ HANİ TÜRBESİ HURAFE İNANÇLARLA TAHRİP EDİLİYOR

Doğubayazıt'taki Ahmed-i Hani Türbesi' hurafeler nedeniyle tahrip ediliyor. Türbeyi ziyarete gelen bazı vatandaşlar, Ahmed-i Hani Hazretleri'nin Türbesi'nin ve yanındaki mezarlıktaki kabir taşlarına bez parçaları yapıştırarak dilekte bulunuyor. İlçe Müftülüğü tarafından mezarlık çevresine konulan uyarı levhasına rağmen mezarlığın ve türbenin duvarlarını dilek dilemek için tahrip eden duyarsız vatandaşlar tepkilere neden oluyor.

Zaman, 17.05.2009

TARİHİ YARIMADA'DA ARAÇ TÜNELİNE HAYIR!





İstanbul’un Eminönü ile Venedik’in San Marco meydanları arasında nasıl bir fark var? Her ikisi de dünyanın en eski liman kentlerinde yer alıyor ve kentlerin deniz kenarındaki en önemli meydanları. İkisinin de çevresinde tarihi ticari alanlar, yönetim binaları ve anıt yapılar var. İstanbul’da Yenicami, Venedik’te San Marco kilisesi bütün görkemleriyle bu mekanları eşsiz kılıyor. Ancak Eminönü meydanı, kentin hiç şüphesiz en canlı yeri, yakın zamanlarda nasıl olduysa bir otoyol kavşağına dönüşmüş durumda. Belediyenin el atmadığı arka sokaklarda, binlerce yıldır olduğu gibi, Tahtakale’de, Sultanhamam’da, Mercan’da, Mısır Çarşısı’nda hayat bütün canlılığıyla devam ediyor. Belediyenin yıktığı, düzenlediği alanlar ise cansız. Ne olduğu belli olmayan boşluklara ve otoparklara dönüşmüş durumda. Bu iki kentte olan bitenler nasıl yorumlanabilir? Venedik ölü bir kentte canlı bir beyne sahip, İstanbul canlı bir kentte ölü bir beyne!

Eminönü
UNESCO Dünya Miras Listesi içinde yer alan anıtların da olduğu bu eşsiz bölgeyi, çepeçevre otoyollar kuşatmış durumda. İçine caddeler, katlı kavşaklar yapılmış, tren yolları döşenmiş. Bu da yetmemiş olsa gerek ki, şimdi de üçüncü köprüden, yıkımlardan çok daha büyük bir felaket dünyanın bu eşsiz tarihi yerleşimini tehdit ediyor: Belki henüz çok fazla tartışılmadı, konuşulmadı ama gazeteler şimdi de tarihi yarımadaya bir araç tünelinin bağlanması için bir uluslararası ihalenin yapıldığını yazıyor.

Bu ihale yap-işlet modelinde olduğu için bütçesiyle ilgili herhangi bir denetim de yok. Üstelik herhangi bir nedenle araç geçişi gerçekleşemez ise, -diyelim ki STK’lar karşı çıkıp projeyi durdurursa-, hükümet halktan topladığı vergilerle tüneli inşa eden firmanın zararını karşılayacak. Yani bizim adımıza, ihaleyi alan şirkete gelir garantisi de verilmiş. Bu tünel, denizin altından ve karadan kilometrelerce uzanacak, deniz surlarının önünden tarihi yarımadaya bağlanarak, buradaki otoyolun 10 şeride çıkmasını sağlayacak. Bununla da bitmeyecek, Yenikapı’da ve birçok düğüm noktasında katlı kavşaklar yapılacak. İstanbul’un bir avuç içi kadar bölümünü, ama tarihi olarak da dünya kadar önemli bölümünü otomobillere boğacak.

Ama bu da yetmeyecek, tünelde araçların içindeki insanlar zehirlenmesinler diye her biri birer gökdelen büyüklüğünde havalandırma bacaları yapılacak! Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak herhalde buna denir. Şu işe bakın: Üçüncü köprüye Boğaziçi’nin görünümünü bozacak diye karşı çıkılıyordu. Denizin altından geçecek tünele nasıl olsa kimsenin itirazı olamaz diye düşünülmüş olmalı. Tarihi yarımada, -yani yeni idari düzenlemeyle Fatih Belediyesi’ne bağlanan sur içi bölge-, alan yüzölçümü olarak kentin binde üçünü oluşturuyor. Bu küçük ama çok kıymetli kent parçası çok yakında İstanbul’un transfer platformuna dönüşecek.

Otomobilleri çekin
İşin aslına bakarsanız Marmaray projesinin tarihi yarımadanın güneyinde inşa edilmesine hiç gerek yok. Marmaray kolaylıkla tarihi yarımadanın kuzeyinden geçebilir ve sahile bu kadar büyük bir insan trafiği yüklemeden, çok daha kullanışlı, ekonomik, daha az işletme ve yatırım maliyeti gerektiren bir güzergahı izleyebilir. Ama İstanbul’a Ankara’dan bakarsanız, Marmaray, Ulaştırma Bakanlığı’nın arazisi üzerinde, 19. yüzyıldan kalma endüstriyel ulaşım (tren) hattı üzerinde yapılmak zorunda. Kentin ulaşım kararları işte böyle kompartımanlara ayrılmış bir kamu modeli içinde biçimlendiriliyor. Kent merkezileşmiş politikanın nesnesi olmaya devam ettiği sürece, her şeyin, ulaşımın da, yapılaşmanın da çığrından çıkması kaçınılmaz. Oysa tarihi yarımadada bütün semtler, tıpkı Venedik gibi yürüyerek ulaşılabilecek denizyolu ulaşımı mesafesinde.

Örnek vereyim: Benim dedemin evi tarihi yarımadanın Marmara tarafında. Ben buraya yakın bir yerde, Kadırga’da doğmuşum. Ama çok kısa bir süre sonra karşıya, Kalamış’a taşınmışız. Bu nedenle haftasonları, bayramlarda aile büyüklerine gelir, tatili burada onlarla birlikte geçirirdik. Babam, dayılarım bir zamanlar Bizans limanı olan Cinci Meydanı’nda top oynarlarmış. Bazen (babam işte olduğu zaman) annem elimden tutar, vapurdan eve yürüyerek gelirdik. O zamanlar İstanbul’da yürünürdü. Tarihi yarımadanın bir kenarından diğerine yarım saat sürmezdi. Üstelik bu yürüyüşte evin ihtiyaçları karşılanır, hatta akraba, eş dost ziyaretleri dahi yapılırdı. Bazen de buradan kalkan küçük kaşlı gözlü ve sesi de saate benzeyen (Büssing marka) otobüslere binip Karaköy’e giderdik. Bu küçük otobüsler, ki bizim yakada kocaman Skoda’lar çalıştığı için bana her şeyi çok değişik gelirdi, önce Kumkapı’dan Langa’ya gider, Yenikapı, Aksaray yolcularını aldıktan sonra Valens su kemerinin altından geçerek Unkapanı köprüsünden Karaköy’e varırdı. Yani tarihi yarımadada küçücük otobüsler çalışırdı. Bunların bugün başka tarihi kentlerde olduğu gibi elektrikle çalışması mümkün değil mi?

Tarihi bölge otomobillerden geçilmiyor. Oysa bırakın İstanbul gibi müze kenti, Avrupa’nın birçok kenti otomobillerden arındırılmış durumda. İstanbul’un tarihi çekirdeğinin de otomobillerden kurtarılmasını istemek çok mu zor? Kentin zenginliğini, güzelliğini, hayatını yok eden bu saçmalıklara izin vermek zorunda mıyız? Bu gidişe artık dur diyelim ve kentin merkezini otomobillere boğacak olan araç tüneline, kentin içinde ahtapot gibi katlı kavşaklar yapılmasına, otoyollarla ezilmesine karşı çıkalım.

Radikal İki, Yazı: Korhan Gümüş, 17.05.2009

MÜZELERE SIĞMAYAN TARİHİ ESERLER DEPODA ÇÜRÜYOR

 

Muğla'da çıkarılan tarihi eserler, müzelerin yetersizliği sebebiyle adeta çürümeye terk ediliyor. Merkez, Milas ve Fethiye ilçelerindeki şehir müzelerinde bulunan 79 bin 196 eserin 76 bin 838'i, yeterli teşhir salonu bulunmadığı için depolardan çıkarılmıyor.

 

Şu anda Muğla Müzesi'nde bulunan 7 bin 332 eserin 795'i, Milas Müzesi'nde 51 bin 864 eserin 563'ü, Fethiye Müzesi'nde ise 20 bin eserin sadece bin tanesi sergilenebiliyor. Muğla Müzesi'ne, Yatağan İlçesinde bulunan kömür havzaları içindeki Stratonikeia ve Lagina antik kentlerinden, Milas Müzesi'ne Labranda, Herakleia, İasos, Euromos, Beçin ve Gümüşkesen gibi önemli ören yerlerinden, Fethiye Müzesi'ne de Köyceğiz İlçesindeki Kaunos ve Yaka Tlos'tan çıkarılan eserler götürülüyor.

 

Muğla İl Kültür ve Turizm Müdürü Murat Süslü, merkez ve Milas'taki müzelere yeni yerler bulmak için çalışmaların devam ettiğini bildirdi. Süslü, Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Genel Müdürlüğü'nün çalışma sahasındaki arkeolojik kazılar içinse Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'yle beş yıllık protokol imzalandığını söyledi. Buna göre söz konusu sahadaki kazılardan, Milas Müze Müdürlüğü sahasındaki sorumlu olacak. İl Kültür ve Turizm Müdürü, "Arkeolojik çalışmalar, ülkenin kömür ihtiyacı da düşünülerek TKİ'nin sahasındaki üretim faaliyetlerini aksatmayacak şekilde sürdürülecek. Bittikten sonra ise alan yine TKİ-GELİ 'ye teslim edilecek. Bu sebeple yoğun bir şekilde devam eden kazı çalışmalarında çok sayıda tarihi eser ortaya çıkarılıyor. Bunların sergilenmesi için yeni bir müzeye ihtiyaç var." dedi.

 

Milas Müze Müdürlüğü sorumluluk sahasında bulunan Belen Tepesi, Mengefe mevkisindeki kazı çalışmalarında çıkarılan tarihi eserlerin bu müzeye, Lagina'da çıkanlarınsa Muğla Müze Müdürlüğü'ne teslim edildiğini belirten Murat Süslü, şunları söyledi: "Yatağan İlçesi Börükçü mevkisiyle Milas İlçesi Belen Tepesi Mengefe mevkisi ve Hüsamlar Köyü sınırları içinden gelecek eserlerle birlikte, söz konusu alanda TKİ'nin kömür çıkarma çalışmalarına hız vermesinden dolayı daha da genişleyerek devam edecek kazılardan çıkacak tarihi eserlerin artacağı düşünülmektedir. Bunların restorasyon, konservasyon, envanter, fotoğraf, depolama ve sergileme çalışmalarının güvenli ve hızlı yapılabilmesi için Milas ve Muğla merkeze acilen yeni birer müze kurulması gerekmektedir."

Zaman, Haber: Kayber Avcı, 16.05.2009

HASANKEYF İÇİN ZOR KARAR

 

Binlerce yıllık tarihe şahitlik eden Hasankeyf, sular altında kalacak mı? Burada yaşayanlar tereddüt içinde; bir tarafta tarih, geçmiş ve hatıralar, diğer yanda barajla birlikte gelen insanca bir hayat, tarım ve su...

 

Gizemli bir şehir..!


Hasankeyf birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bazılarına başkentlik etmiş; Mardin, Siirt ve diğer civar iller buraya bağlanmış zaman zaman. Şehirde rasathaneler, medreseler, camiler, hanlar, hamamlar yapılmış...

 

Batman'dan Hasankeyf'e doğru yola çıkıyoruz, Batman ovasındaki ekinler dizboyu yükselmiş, bu sene yağışlar iyi, bereketli olacağa benziyor. Önceki sene aynı ovada ekinlerin kuruduğu, kaldırılamadığı söyleniyor. Sağımızda Raman, solda Karadağ; Meymuniye Boğazına varıyoruz; sağda ve solda dizilmiş petrol kuyuları, Batmanlıların "atbaşı" dedikleri demir düzenekler, takırtılar çıkararak çalışıyor, petrol çıkarıyor. Kuş sesleri bu takırtılara karışıyor. Meymune Boğazı'nın sonuna doğru, Dicle solumuzda nazlı nazlı akıyor. Nehir kıyısını kırmızıya boyayan gelincikler ve Dicle'nin uzaktaki kayalarla bütünleşmiş müthiş güzelliğine dalıyoruz...

 

Uzaktan Hasankeyf görülüyor. Masallarda anlatılan şehirlerin, zihnimde canlanan şekli. Mübalağasız, bir masal şehri. Akan müthiş güzellikteki Dicle, karşıya bağlayan köprü, nehir kıyısında yükselen mücevher güzelliğindeki tarihi minareler, hemen kıyıdan yükselen mağaralarla dolu kaya üzerindeki tarihi kale...

 

Bu güzelliğe tutulmuş olarak köprüye yöneliyor, zaman zaman durup akan suya, kaleye ve diğer tarihi eserlere, güzelliklere dalıyor, eskilere gidiyorum. Karşı kıyıda bir çay içerek kendime geliyorum. Küçücük ama cıvıl cıvıl çarşıya yöneliyorum. Sağda solda küçük dükkanlar, sergilenmiş Hasankeyf kilimleri, battaniyeleri, kumaşları, turistik eserler, çalışan eski dokuma tezgahları... Gruplar halinde yerli ve yabancı turist kafileleri geliyor, ortalık kalabalık, belli ki hepsi benim gibi çarpılmış bu güzelliklere. Çarşının sonunda, sağda o müthiş güzellikteki minare yanıbaşımda dikili duruyor. Aslında burada El-Rızk Camii varmış, Eyyubiler tarafından yapılmış, ama zamanla yıkılmış, bu minare tek başına kalmış... Kale'ye doğru yolumuza devam ediyoruz. Soldaki mağaralar, çayhane ve kafe yapılmış. Taş merdivenleri tırmanıyor, taştan oyulmuş, eskiden ev olarak kullanılan bir mağaraya gidiyor, hem çayımızı içiyor, hem de kalenin ve diğer tarihi mekanların, Dicle'nin masalımsı güzelliklerine tekrar dalıyoruz...


Kale'nin kapısında Çoban Ahmet (Ahmet Akdeniz) karşılıyor. Çoban Ahmet anlatıyor. Kaledeki bir mağarada doğmuş. Lise tahsilini de yapmış, ama buraları bırakmamış, hayvanlarıyla meralara giderken de heybesinde cep telefonu, günlük gazeteler ve kitapları bulunan modern bir çoban. Hasankeyf'i çok iyi bilen Çoban Ahmet, meraklılara anlatıyor, rehberlik yapıyor. Hasankeyf birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bazılarına başkentlik etmiş; Mardin, Siirt ve diğer civar iller buraya bağlanmış zaman zaman. Şehirde rasathaneler, medreseler, camiler, hanlar, hamamlar yapılmış... Kumaş, kilim, halı, battaniye dokunur; bereketli topraklarda bol mahsul, sebze, meyve yetiştirilirmiş. Bu mallar Dicle üzerinden keleklerle (şişirilmiş hayvan postlarının üzerine tahtalar konarak yapılmış sal) Musul, Bağdat ve Basra Körfezine kadar götürülür, satılır, yeni mallar alınırmış. Bereketli Dicle suları taşıma için tarih boyunca kullanılmış. Bu avantajları Hasankeyf'i ticaret, bilim ve kültür merkezi yapmış, zenginleştirmiş, İpekyolunun kilit şehri yapmış...

 

Sadece Kale'de 6 bin olmak üzere, bu civarda eskiden ev olarak kullanılan 10 bin mağara bulunmakta. Her mağarada ısıtma, aydınlatma ve yemek pişirme için kullanılan şömineler varmış. Çok eskiden beri su getirilmiş, kanalizasyon şebekesi yapılmış bu kalede, mağaralarda... "3 bin yıl önce bunlar vardı, ama şimdi Hasankeyf'te su da kanal da yok" diyor Çoban Ahmet. Kaleyi gezdirirken kalıntılar arasında su ve kanalizasyon için kullanılan çömlek gibi boruları gösteriyor...

Kalenin iki kapısı var, batıdaki sır kapısını sadece kalede yaşayanlar bilir. Kale'nin tarihi kapısı üzerinde yılan ve akrep kabartmaları var. Çoban Ahmet, bu kapıdan geçeni yılan sokmaz, akrep zehirlemez diyor.

 

Çoban Ahmet, Hasankeyf'e özgü kilim, battaniye, kumaş ve diğer el sanatları ürünlerinin sergilendiği büyük mağarayı gezdiriyor, buranın hal yeri olarak kullanıldığını söylüyor. Bir köşede bulunan gülle biçimindeki siyah taşı gösteriyor, bu taşın bir halatın ucuna bağlandığını, tehlike anında Kale'deki Ulucami'nin kuyusuna bırakıldığını, bundan oluşan sesin kaledeki bütün mağaralarda duyulduğunu ve herkesin buna göre tedbir aldığını anlatıyor. Dicle'den 200 metre yükseklikte bulunan kaleden nehre inen iki gizli su yolu varmış. Moğolların ele geçiremediği tek kale, bu muhkem Hasankeyf kalesi... 1972 yılına kadar kaledeki mağaralarda 10 bin insan yaşarmış, sonra tarihi eserler dozerlerle yerlebir edilmiş, bunların üzerinde 45 metrekarelik afet evleri yapılmış, bu insanlar o evlere yerleştirilmiş. Kale ve bütün Hasankeyf de sit alanı ilan edilmiş...


"1972'de 10 bin kişi yaşıyordu, şimdi 3 bin kişi kaldı Hasankeyf'te" diyor Çoban Ahmet. 45 metrekarelik evlere sığmıyorlar, sit alanı olduğu için çivi çakmak da yasak. Mecburen terkediyorlar bir bir. Baraj yapılacak diye ne restorasyon yapılıyor, ne de bir yatırım. Tarihi eserler tek tek yok oluyor, insanlar göçüyor. Tarih incisi deniyor, ama ne otel, ne banka, ne de başka bir tesis var. Ilısu Barajı sebebiyle herşey beklemede. "Zaten bu, Kıbrıs meselesini geçti" diyor Çoban Ahmet... Şehir, Raman eteklerine taşınacak. Taşınabilir 15 tarihi eser götürülüp kurulacak, yeni Hasankeyf'teki Kültür Park da, aslına uygun şekilde yapılacakmış...

 

Kale'den bütün tarihi eserler görülüyor. Eyyubi hükümdarı Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış Sultan Süleyman Camisi sağlam kalamamışsa da, minaresi bütün ihtişamı ve güzelliğiyle duruyor. Hemen yakınında Kızlar Camisi, Koç Camisi ve Medresesi, türbeler... Büyük hükümdar Selahattin Eyyubi'nin de bu medresede okuduğu söyleniyor. Eyyubiler'den kalma bir şaheser olan Taş Köprü'nün ise sadece ayakları kalmış. İki ayak arasında 40 metre gibi bir mesafe bulunmakta. Dicle kıyısına yakın, yeşillikler içinde, soğan biçiminde bir mücevher bulunmakta, bu da Zeynel Bey Türbesi...


Kale'yi gezerken, Dicle kıyısında bulunan nazlı minareyi gösteriyor Çoban Ahmet, suların şerefeye kadar yükseleceğini söylüyor. Bütün tarihi kalıntılar, mağaralar sular altında kalacak. Yıllardır yağmaladığımız, hor kullandığımız, koruyamadığımız tarih sulara gömülecek, bir bakıma utancımız, Dicle sularıyla örtülecek. Ecdadın emanetini koruyamadık, Dicle alacak.. Baraj 5 milyar euroya mal olacak, 7 bin kişi bu inşaatta çalışacak. Dolaylı olarak 80 bin aile bundan ekmek yiyecek. Baraj sayesinde civar illerde hergün 700 milyon doların hareket halinde olacağı söyleniyor. Hasankeyfliler bir ikilemde; bir tarafta tarih, geçmiş ve hatıralar, diğer yanda insanca bir hayat, gelecek ve su... Bir de baraj ticareti yapanlar, bu konuyu sürekli istismar edenler... Su hayattır; bazen bizi yaşatır, bazen de emanetleri bizim şerrimizden korur, ayıplarımızı örter... Ilısu Barajı, Tarihi Hasankeyf Şehri'ne yıllardır yaptığımız ayıpları örtecek gibi...


El Cezire, El Arbiya ve birçok Türk Televizyonu canlı yayına çıkarmış, programlara almış. Çoban Ahmet Hasankeyf'i, Ilısu Barajı'nı hep anlatmış, hatta bu iş için yurtdışına çıkmış... İşte bu Çoban Ahmet anlatıyor da anlatıyor; gezdiriyor, her köşesini tanıtıyor, özelliklerini açıklıyor...

Malabadi Köprüsü Mostar gibi.


Artukoğulları döneminde Batman Çayı üzerinde yapılan bir mimarlık şaheseri olan Malabadi Köprüsü, taş köprüler içerisinde kemeri en geniş olanıdır. Mostar Köprüsünün ikizi olarak kabul edilen bu köprü; tek kemerli olup, içine iki yoldan gidilir. Diğer tarihi eserleri, tabiatı ve kendine has mutfağı, gelenek-görenekleri ile Batman, mutlaka görülmesi gereken, ülkemizin çok önemli bir zenginliğidir

Türkiye Gazetesi, Yazı: Behçet Fakihoğlu - İrfan Özfatura, 15.05.2009

AYASOFYA CİVARINDA OTOPARK REZİLLİĞİ

 

Geçen çarşamba günü içimden gelen sese uydum ve öğle vakti Arkeoloji Müzesi'ne gittim. Hem müzenin çok sevdiğim bahçesinde biraz vakit geçirecektim. Hem de Marmaray kazılarında ortaya çıkan bulguların sergilendiği "İstanbul'un Sekiz Bin Yılı" adlı sergiyi gezecektim.

Üstelik bir bahar öğlesinde o kısacık yolda yürümek ne güzel olacaktı! Hangi yol mu? Hani Gülhane Parkı'nın üst kapısının bulunduğu alana girersiniz de, sağ tarafta yukarı doğru tatlı bir yokuş çıkar. Topkapı Sarayı Avlusu'dur orası aslında ve sağa doğru sapınca bir tarafta Darphane-i Amire, bir tarafta Arkeoloji Müzesi binaları vardır.

Beni başka türlü etkiler o yol! Sonbaharda, yerler hazan yapraklarıyla doluyken başka güzeldir. Bahar ve yaz aylarında da büyük ağaçların gölgesi ve tarih kokan havasıyla insana ferahlık verir.

Ama o da ne? Yolun sol yanında beş araba park etmişti! Biraz ilerde İspark levhası vardı. Bir de parkçı. Buraya park ettirmek de neyin nesiydi? En fazla beş arabanın yararlanabileceği bir kaldırımcık zaten! Turistik, tarihsel bir bölgenin tam göbeğinde bu kadar asude, bu kadar sevimli ve dar bir yolu resmi park yeri yapmak şehircilik cinayeti değil de, nedir?
 

O da bir yana. Müze ve Darphane tarafına dönülen yerde yol bir barikatla kesiliyordu. Barikatın üzerinde "Dikkat, farları söndürün, jandarma bölgesi" yazıyordu.

 

Yıllar boyu burada görmediğim şeyler! Hiç değilse Jandarma bölgesi denilen yerde arabalar yoktur, diye düşünerek yürümeye devam ettim ki. Aman Allahım! Topkapı Sarayı ve Aya İrini'nin bulunduğu noktaya kadar yolun iki yanına çoğunluğu resmi plakalı onlarca araba park etmişti.

Tadım kaçtı. Vazgeçtim müzeye girmekten. Yürüdüm. Ayasofya'ya çıktım. Ayasofya'nın çevresindeki manzarayı nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Rezillik demek hafif kalır! Etrafın turistler ve satıcılarla mahşer yerine çevrilmiş olması yetmiyormuş gibi...

 

Otobüsler ve özel araçlar meydanı doldurmuşlardı. Bir çekici son derecede demode bir yöntemle park etmiş araçları çekmeye çalışıyordu. Durup baktım, bir aracın çekiciye yüklenmesi 20 dakika sürdü. Park eden öteki araçların sürücüleri o yüzden hiç telaşa kapılmadan kahvelerini yudumladılar.

 

Hemen yan taraftaki Caferağa Medresesi'nin sessiz, sakin avlusuna sığınmak istedim. Alemdar Sokak'a girdim ki, ne göreyim. Sokak açık otopark haline gelmiş. Yürümek neredeyse imkansızdı. Turistlerin bütün bunlara katlanıyor görünmesi bizi aldatmamalı! İpin ucu kaçmış, bu çok açık!

 

Şimdi İstanbul'u yönetenlere soruyorum. Valiliğe, Büyükşehir ve Eminönü belediyelerine ve Emniyet Trafik Dairesi'ne soruyorum. Bu manzaradan haberiniz var mı?

Sabah, Yazı: Haşmet Babaoğlu, 15.05.2009

METRO İNŞAATINDA FATİH'İN KAYIP HAMAMI BULUNDU





Aksaray Metrosu yanındaki ek metro inşaatı kazısında İstanbul’un fethinden sonra inşa edilen ilk Osmanlı hamamının kalıntıları ortaya çıktı. Arkeoloji Müzesi yetkilileri, kalıntıların üstünün kapatılarak korumaya alındığını bildirdi. Ünlü sanat tarihçisi Prof.Dr. Semavi Eyice, hamamın, iki simetrik kubbesiyle günümüze kalan Murat Paşa Cami külliyesi içinde yer almasına rağmen Vatan Caddesi’nin yapımı için Adnan Menderes döneminde yıkıldığını ve kalıntıların altında Bizans döneminden kalan mozaiklerin de bulunduğunu vurguladı.

 

Vatan Caddesi’ndeki Aksaray Metro İstasyonu yanında Şişhane-Yenikapı ve Marmaray metro hattı için yapılan yeni bir inşaat kazısında, Fatih Sultan Mehmet döneminden kalan 540 yıllık bir Osmanlı hamamının kalıntıları bulundu.  





Fatih Sultan Mehmet’in paşalarından Has Murat Paşa tarafından yaptırılan İstanbul’un Aksaray semtindeki Vatan ve Millet Caddeleri’nin kesiştiği noktada yükselen Murat Paşa Camisi’nin devamı olan kayıp Murat Paşa Hamamı’nın kalıntılarına, geçtiğimiz günlerde iş makineleriyle açılan bir çukurda rastlandı.

 

İstanbul’da Fatih döneminden kalan ve Bursa üslubuyla yapılmış, iki simetrik kubbesi ve tuğla duvarlarıyla Osmanlı mimarisinin ilk örneklerinden olan caminin külliyesinde yer alan hamam, 1950’lerde Başbakan Adnan Menderes hükümetinin Vatan ve Millet caddelerini yaptırmasına kadar ayaktaydı.

 

Alanda çalışan inşaat yetkilileri, metro çalışmaları sırasında bir süre önce tarihi kalıntılara rastladıkları ve durumu İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne bildirdiklerini belirtti. Bu yetkililer, daha sonra Müze Müdürlüğü’nün onayıyla kalıntıların üstünü kapattıklarını kaydetti.





İstanbul Arkeoloji Müze Müdür Yardımcısı Zeynep Kızıltan da Aksaray’daki metro kazısı çalışmaları sırasında hamam kalıntısının belirlendiğini söyledi. Kızıltan, hamamın Anıtlar Kurulu kararıyla koruma altına alındığını vurguladı. Hamamın üstünün, öncelikle “jeoseklitil” denilen malzemeyle kaplandığının belirten Kızıltan, daha sonra dere kumu ve çakılıyla örtüldüğünü vurguladı. Kızıltan, arkeolog gözetiminde yapılan metro inşaatı sırasında hamam kalıntılarının hasara uğratılmadığının altını çizdi.

                

Ünlü sanat tarihçisi Prof.Dr. Semavi Eyice; Aksaray’daki Murat Paşa Camisi ve külliyesi içinde yer alan Murat Paşa Hamamı’nın, İstanbul’un fethinden sonra yapılan ilk hamam olduğunu vurguladı. Eyice, külliye kapsamında yer alan medrese, imaret ve çifte hamamın 1956’da Adnan Menderes  döneminde Vatan ve Millet caddelerinin yapımı sırasında yıktırıldığını söyledi.

 

Yıkılan hamam ve külliye binalarına ait molozların, yine o dönemde yapılan sahil yoluna döküldüğünü anımsatan Eyice, ”Dönemin İmar Bakanı, hamamı sahil yoluna serdiğini, isteyenlerin oraya gidip hamama bakabileceklerini söyleyerek bu tarihi yapıyı dalga konusu etmişti “dedi.

        

Hamamın o dönemde yıkılmasına rağmen günümüze kadar gelen kalıntısında, hamamlarda bulunan “cehennemlik” denilen bölümün caddenin altında kaldığına dikkat çekti. Eyice,. “cehennemlik” adı verilen bu bölümün altında da Bizans dönemine ait mozaiklerin olduğunu vurguladı.

 

Osmanlı’nın İstanbul’a geldiği sırada bu mozaiklerin üzerinin toprakla örtülü olduğunu kaydeden Eyice, bu mozaiklerin üstüne hamam inşa edildiğini söyledi.

İstanbul Üniversitesi Haber Ajansı, Haber: Neslihan Karakoç, 14.05.2009

Yazılıkaya (Charles Texier)
...1839




10 - 16 Mayıs 2009

TARİHİ CAMİNİN TARİHİ HALILARINI ÇALAN 4 KİŞİ YAKALANDI





Sivas'ın Divriği İlçesi'ndeki tarihi camiden tarihi değeri olan halıların çalınması olayına karıştığı iddia edilen 4 kişi yakalandı.


Alınan bilgiye göre, Divriği'deki tarihi Kantepe Camisi'nden tarihi değeri olduğu bildirilen 33 halıyı önceki gece çaldığı ileri sürülen Fevzi Ö. ve Fethi K. ile bu kişilere yardım ettiği iddia edilen Şükrü Mehmet B. ve Kamil A., halıları yükledikleri araçla kaçmaya başladı.


İlçeye başka il ve ilçelerden geldiği belirtilen zanlıların yakalanması için Divriği-Zara kara yolunun Karabel mevkisinde önlem alan jandarma ekipleri, aracı durdurmak istedi.


Jandarma ekiplerini fark edince paniğe kapılan zanlıların bulunduğu araç kontrolden çıktı. Bu sırada zanlılardan Fevzi Ö. ve Fethi K. aracı terk ederek yaya olarak kaçtı. Diğer zanlılar Şükrü Mehmet B. ve Kamil A. ise araçtaki halılarla birlikte jandarma ekiplerine teslim oldu.


Zanlılardan Şükrü Mehmet B. ve Kamil A, jandarmadaki işlemlerinin ardından dün Divriği Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildi. Zanlılar,çıkarıldıkları mahkemece “gece vakti nitelikli hırsızlık” suçundan tutuklandı.


Kaçan Fevzi Ö. ve Fethi K'nin dün akşam Zara'ya bağlı Ekinli Köyü'nde yakalandığı, işlemlerinin ardından Divriği'deki adli makamlara sevk edileceği bildirildi.


Tarihi değeri olduğu belirtilen halıların Divriği Müftülüğü'ne teslim edildiği kaydedildi.
Çaldıkları halıları İstanbul'da satmayı planladığı iddia edilen zanlıların camideki Osmanlı sancaklarına ve tarihi değeri olan diğer malzemelere dokunmadığı ifade edildi.

Sivas Hürdoğan, 15.05.2009

KAZILARDA HİTİT FİGÜRLERİ BULUNDU

 

 

Yozgat'ın Boğazlıyan İlçesi'ne bağlı Çalapverdi beldesinde yapılan arkeolojik incelemeler sırasında Hitit dönemine ait figürler bulundu.

 

Çalapverdi Belde Belediye Başkanı Mehmet Tanrıkulu'nun, beldede her evin avlusunda tarihi bir kalıntıya rastlamasını söylemesi ve beldede buluna Kaletepe Höyüğü'nün Kayıp Şehir Pteria olduğunu iddia etmesi üzerine İl Müze Müdürlüğü bölgede araştırma başlattı.

 

Çalapverdi Belediye Başkanı Tanrıkulu, Müze Müdürlüğü'nden gelen arkeologların, beldede bulunan tarihi kalıntıları ve höyüğü incelediğini burada tarihi kalıntıların rapor olarak tutulduğunu belirterek, "Bu bölgede Hitit, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserler var. Bu eserlerden bir tanesi inceleyen arkeologlar, mezar taşı görünümündeki eserin üzerindeki figürler, Hitit dönemine ait. Taş beldemizden alınarak Yozgat Müze Müdürlüğü'ne götürüldü" dedi.

 

Yapılan incelemelerin ardından beldede bir araştırma ve kazı çalışmasının başlamasını beklediklerini ifade eden Tanrıkulu, bir an önce çalışmalara başlayarak, tarihi alanların turizme kazandırılması gerektiğini sözlerine ekledi

Yozgat Kent Haber, 15.05.2009

TARİHİ KALINTILAR ÇÖPLÜĞE DÖNDÜ





Tarihi eserlerden dolayı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Marka Kent Projesi kapsamına alınan Sivas’ta, tarihi kalıntılar çöplüğe döndü.


Marka Kent Projesi ile bir yandan tarih ve kültür turizminin canlandırılması amaçlanırken diğer yandan tarihi eser ve kalıntılara gereken önem verilmiyor. Tarihi eserlerin Sivas’ın markası olmasına rağmen yaşanan bu durum Sivas’ın kendi markasına ihanet niteliği taşıyor.


Sivas Belediyesi'nin hayata geçirdiği Selçuk Parkı ve Kent Meydanı Düzenleme Projesi kapsamında 2008 yılında yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan ve üzerleri kısmen kapatılan seramik atölyesi, hamam külhanı ve kuyu, çöplüğe döndü.


Selçuklular'dan kalma Buruciye Medresesi, Şifahiye Medresesi ve Çifte Minareli Medrese ile Osmanlı dönemi eserlerinden tarihi Kale Camisi ve hamam kalıntılarının olduğu bölgede Sivas Müze Müdürlüğü ve Cumhuriyet Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezince kazı çalışması yapılmış ve bu kazılar Ortaçağ ve sonrasında Sivas kent kurgusunun algılanması açısından önemli veriler sunmuştu.






Alanda yapılan kazılarda seramik atölyesi, hamam külhanı, kuyu ve 3 mezar ortaya çıkarılmış ve üzerleri sacla kapatılarak geçici muhafaza altına alınmıştı.


Fakat, Sivas kent kurgusunun algılanması açısından önemli veriler sunan bu kalıntılar tam anlamıyla muhafaza altına alınmadığından çöplüğe döndü. Uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkarılan bu kalıntıların içerisinde her türlü çöpe rastlamak mümkün. Sivas’ın aynası olarak nitelendirilen ve Sivas ekonomisine turizm yoluyla çok ciddi bir katkı sunması beklenen tarihi Kent Meydanı’nda yaşanan bu durum, içler acısı bir tabloyu gözler önüne seriyor. 


Yaz mevsiminin yaklaştığı ve yabancı turistlerin Sivas’a gelmeye başladığı bu günlerde Tarihi Kent Meydanı’na gereken önemin yetkililer tarafından verilmesi ve uzun uğraşlar sonucu ortaya çıkarılan bu tarihi kalıntıların tarihi meydana yakışacak şekilde muhafaza edilmesi gerekiyor.
Öte yandan bu bölgeleri ziyaret eden vatandaşların ise tarihine sahip çıkarak bu alanları temiz tutmaları ve ellerine geçen çöpleri bu mekanlara değil çöp kutularına atmaları bekleniyor.

Sivas Hürdoğan, 15.05.2009

MÜZAYEDELERDE PARA SAÇILMAYA DEVAM EDİYOR

 

Fotoğraf Altı: David Hockney'nin "Beverly Hills Housewife" isimli eseri

 

İngiliz ressam David Hockney'nin bir tablosu, ABD'deki Christie's müzayede evinde düzenlenen açık artırmada, rekor bir fiyat olan 7,9 milyon dolara satıldı.

 

Ekonomik durgunluğa rağmen çok yüksek fiyata alıcı bulan Hockney'nin 1966-1967 yıllarında yaptığı "Beverly Hills Housewife" adlı, 4 metre uzunluğunda ve 2 metre yüksekliğindeki tablosunun başlangıçta 7 ile 10 milyon dolar arasında satılmasının beklendiği belirtildi. Hockney'nin, bir başka tablosu da 2006 yılında 5,4 milyon dolara alıcı bulmuştu.

Christie's müzayede evindeki açık artırmada, Claes Oldenburg'un 1976'da yaptığı "Typewriter Eraser" adlı heykeli de yine rekor fiyat olan 2.2 milyon dolara satıldı.

Cnn Türk, 14.05.2009

KAPADOKYA'NIN UZAYDAN GÖRÜLEN DEV HEYKELİ





Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaptığı ve uzaydan görülebilen heykelleri ile tanınan Avustralyalı heykeltıraş Andrew Rogers, Kapadokya'daki yeni heykellerinin yapımını tamamladı. 15 bin ton taş kullanılan ve 200 kişinin çalıştığı heykeller, 400 kilometre yükseklikten görülebilecek.

 

Yaklaşık 10 yıldır 'Hayatın Ritmi' adlı projesiyle dünyanın 12 ülkesinde, 'Google Earth' programından ve uzaydan görülebilen heykeller yapan Avustralyalı heykeltıraş Andrew Rogers, Kapadokya'da yaptığı yeni heykellerini tamamladı.

Geçtiğimiz yıl Kapadokya'da 3 heykel yapan Rogers, yeni heykellerinin tamamlanmasını Göreme Belediye Başkanı Nuri Cingil ve heykellerin yapımında çalışan taş ustalarıyla birlikte kutladı.

Dev sütunların yer aldığı heykellerin bulunduğu Göreme Beldesine bağlı Karadağ Mevkii'nde gerçekleştirilen kutlama töreninde Mehter Takımı da konser verdi.

Törende konuşan Andrew Rogers, değişik ülkelerde insan yaşamından izler taşıyan heykeller oluşturduğunu ve bugüne kadar İsrail Arava Çölü, Şili Atacama Çölü, Bolivya Altiplano, Sri Lanka Krunegala Bölgesi, Avustralya'nın Geelong yöresi, İzlanda'nın Akureyri noktası ve Çin'deki Gobi Çölü'nde dev heykeller yaptığını söyledi.

Kapadokya'da 2007 yılında yapımına başladığı 8 heykeli, tamamen yöreye özgü 15 bin ton taş kullanarak tamamladığını söyleyen Rogers, Nevşehir ve Kayseri'den 230 taş ustasının ve 200 işçinin çalışmada görev aldığını söyledi. Rogers, 27 yıl önce ziyaret ettiği Kapadokya'yı tarihi ve doğal güzelliklerinden çok etkilendiği için tercih ettiğini belirtti.

Bugüne kadar yaptığı heykellerin yapımında toplam 5 bin kişinin görev aldığını ifade eden Andrew Rogers, sözlerine şöyle devam etti:

"Yaptığım heykellerin ana teması, zaman ve yer. Heykellerde kullandığım taşların özellikle bölge dokusuna uygun olmasına önem veriyorum. Heykellerde ayrıca eski insanların yaşam tarzlarını anlatmak istiyorum. Eserlerin yapımında çalışan taş işçilerine de yürekten teşekkür ediyorum."

Göreme Belediye Başkanı Nuri Cingil ise, Rogers'ın Türkiye'yi seçmesinin kendisini mutlu ettiğini söyleyip heykeltıraşa teşekkür etti

Cnn Türk, 14.05.2009

SÜRMENE'DEKİ TARİHİ YAKUPOĞLU KONAĞI'NA KAMULAŞTIRMA KARARI ÇIKTI

 

Trabzon'un Sürmene İlçesi Balıklı Mahallesi'nde bulunan Hacı Yakupoğlu Konağı, Trabzon Valiliği ve Sürmene Kaymakamlığı'nın ortak çalışması sonucu kamulaştırıldı.

 

Devir teslim imza töreninde konuşan Sürmene Kaymakamı Mustafa Özarslan, Trabzon Valiliği'nin 'eski eser ve kültürel varlıkların korunarak kamulaştırılması ve turizme aktarılması' konusunda Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yapılan çalışmalar sonucu, Sürmene'de hala hak sahipleri de bulunan tarihi Hacı Yakupoğlu Konağı'nın kamuya aktarıldığını belirtti.

 

Kamulaştırılan alanın 2 bin169 metrekare olduğunu ve 368 bin TL'ye devlete aktarıldığını söyleyen Kaymakam Özarslan, "Bir an önce restorasyon çalışmalarına başlayacağız. En kısa sürede tarihi Hacı Yakupoğlu Konağı'nın restorasyonunu tamamlayıp hemen yanında bulunan ve daha önceden kamuya aktarılmış olan Memişağa Konağı gibi hazır hale getirerek turizme açmayı hedefliyoruz'' şeklinde konuştu.

 

Ayrıca, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden, ilçede bulunan iki cami için de ödenek istediklerini belirten Özarslan, "Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 'Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıkları', yani 'Tarihi Eser' statüsünde gördükleri Kuleli Mahallesi ve Karacakaya Köyü camilerinin de yatırım programları çerçevesinde onarım ve restorasyonlarının yapılacağını belirtti.

Zaman, Haber: Hasan Marap, 14.05.2009

700 YILLIK GEÇMİŞİ BULUNAN ÇOBANDEDE KÖPRÜSÜ'NÜ, CEHALET VE İLGİSİZLİK YIKIYOR

 

İlhanlılar döneminde yaptırılan ve 700 yıldan bu yana ayakta kalmayı başaran Çobandede Köprüsü'nün sahipsizliğe ve define avcılarının insafına terk edilmesi tepkilere neden oluyor.

 

Pasinler- Horasan arasında yer alan ve Aras Nehri üzerinde kurulu bulunan Çobandede Köprüsü'nün yağmalanmasına Atatürk Üniversitesi (AÜ) öğretim üyelerinden de tepki geldi. AÜ Su Ürünleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Namık Mevlüt Aras, ecdat yadigarı tarihi eserlerin bakım ve korunmasında gerekli hassasiyetinin gösterilmemesinden şikayetçi oldu. Doç.Dr. Aras, İlhanlı Sultanı Gazan Han'ın veziri Çoban Salduz tarafından 1297 yılında yaptırılan Çobandede Köprüsü'nün günümüze kadar savaş, deprem gibi çok sayıda afet atlattığını ifade etti. Aras, tarihi köprünün kesme taşlarının duyarsız kişilerce ev, ahır yapımında kullanıldığını anlattı.

 

Tarihi köprünün hizmete yeniden açılması halinde bakımının yapılacağını kaydeden Doç.Dr. Aras,"Bu topraklara vurulmuş Türk-islam medeniyetinin mühürlerinden birisi olan Çobandede Köprüsü'nün sahipsizliğe, ilgisizliğe, define avcılarının yağmasına terk edilmesi maşeri vicdanlarda rahatsızlığa neden olmuştur. Bu topraklara sahip çıkma iddiasında bulunan milletlere verilecek en güzel cevap bu topraklara Türk- İslam mührü niteliğindeki bu eserlerin varlığıdır. Maalesef bu eserlerimiz de ihmal, ilgisizlik sonucu yok olmaya yüz tutmuş. Yetkililerin bu konuda gereken hassasiyeti gösterip, ecdat yadigarı bu eserin korunması ve yaşatılması için gereken hassasiyeti göstermelerini umut ediyoruz. Yavuz Sultan Selim Çaldıran'a giderken, Kanuni Sultan Süleyman, Bağdat üzerine yürürken ve 4. Murat da yine bir sefere çıktığında Çobandede Köprüsü'nü kullanmış."

 

Prof.Dr. Sıtkı Aras da Türk edebiyatında önemli yeri bulunan Aşık Kerem'in Çobandede Köprüsü üzerine yazdığı şu şiiri hatırlatıyor: Bugün geldim baktım sana/ Köprü Han, Aslım gördün mü/Ayrıldım ben Aslı yardan/ Köprü Han Aslı'm gördün mü/Besmele ile kurulmuş binası/Kudretten imiş hem yapısı/Buna derler 'Çoban Köprüsü' Köprü Han Aslı'm gördün mü...

Zaman, Haber: Orhan Yıldırım, 14.05.2009

GOLF ARAÇLARI İLE SAFRANBOLU TURU

 

 

Karabük'ün tarihi konaklarıyla ünlü Safranbolu İlçesi'nde, kulaklık sistemiyle 3 dilde evlerin mimarisi ile ilgili bilgilerin aktarıldığı gezi araçlarına turistler ilgi gösteriyor. UNESCO'nun Dünya Miras Kentleri Listesi'ndeki Safranbolu'ya gelen turistler, bir turizm şirketi tarafından satın alınan golf araçlarıyla anıt eserler ve konakların yer aldığı alanlarda gezdiriliyor.

Arnavut taşlı sokaklarda turistlerin gezdirildiği 15 golf aracına kurulan kulaklık sistemiyle, ilçedeki konakların mimari yapısı ve anıt eserlerin özellikleri Türkçe, İngilizce ve Japonca olarak turistlere anlatılıyor.

Herhangi mimari plana dayanmaksızın yapılmasına karşın birbirlerinin görüşünü engellemeyen tarihi konaklar arasında adeta zamanda yolculuk yaptırılan turistler, 8-12 kişilik mini gezi araçlarına binebilmek için kuyruklar oluşturuyorlar.

Gezileri düzenleyen turizm şirketi ortaklarından Suat Şafak Arar, golf araçları sayesinde turistlere kısa zamanda çok daha fazla bölgeyi gezdirme ve tanıtma imkanı bulduklarını söyledi.

Safranbolu'nun Arnavut taşlı dar sokaklarında belirlenen 25 noktada gezilerin yapıldığını anlatan Arar, şöyle dedi:

"İlçemize gelen turistler, araç girmeyen ve büyük alanı kapsayan tarihi bölgelerimizi görmeden kısa gezintiyle ayrılıyorlardı. Bu sorunu çözmek için araştırma yaparken golf araçlarından yararlanmaya karar verdik. Gerekli izinlerin ardından belirlediğimiz güzergahta gezi turları düzenlemeye başladık. İlgi çok büyük, bazen bütün araçlarımız seferde olduğu için sıra oluşuyor. Binlerce kişiyi tarihi bölgelerimizde gezdirdik."

Arar, gezi araçlarının tarihi konak, cami, çeşme ve hanların önünde durarak elektronik kayıt sisteminden turistlere bilgiler aktarılıyor.
Yapı, 14.05.2009

KARS'IN 'TARİH ÖNCESİ' RESSAMLARI





Ne akademi mezunuydular, ne de kralın ressamı... Ne tuvalleri vardı, ne de kalemleri, boyaları, fırçaları... Dahası kuş, geyik, karaca işlenmiş kilimleri, hatta çanakları, çömlekleri, bakır tasları ise rüyalarında bile henüz görmemişlerdi... Onlar sadece ve başka hiçbir kimlikleri, görevleri olmadan “insan”dılar. Evleri mağara, giysileri belki hayvan postuydu; ama yine onları “insan” yapan mucizevi özelliklerine çoktan sahip olmuşlardı; “akıl”lıydılar ve “yaratıcı” hünerlerini keşfetmişlerdi...

Prof.Dr. Oktay Belli, işte o efsanevi “tarih öncesi” insanındaki şaşırtıcı akıl ve yaratıcılığın izlerini Kars ve yöresindeki “kaya üstü resimler”de ilk gördüğünde, heyecandan düşüp bayıldı mı bilemem.. ama bir süredir İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Yıldız Salonu’nda sergilenen fotoğraflarını öylesine coşkuyla anlatıyor ki sadece resimleri değil, “hoca”nın tarih öncesi insana sevdasını da görmeye gitmelisiniz...

Hele ki o gizemli insanlar “Karslı” iseler.. Yani Oktay Belli’nin çok sevdiği memleketinin “ilk sakinleri”...

30 Mayıs’a kadar süreceği belirtilen sergideki fotoğraflar belli ki duyarlı gözlemlerin ürünü. Çünkü sıradan bir belgelemenin çok ötesinde, o şaşırtıcı resimlerin yer aldığı kayaların binlerce yıl önceki “sanatçı”lığa nasıl tanıklık ettiğini de adeta yaşıyorsunuz...

Dilediğinizin önünde durun. Kendinizi o “sır” küpü çağların insanı yerine koyun. O muhteşem boynuzlu geyiğin tüm hareketlerini sanki “anatomi” okumuş bir ressam gibi aktaran “alaylı” ressam, resmi için özenle seçtiği kayayı kim bilir nasıl okşuyordu?

Havaalanına ‘malzeme’
Neredeyse 40 yıla yakındır Doğu Anadolu’nun esrarengiz geçmişini çağımızla buluşturmak için gecesini gündüzünü veren Oktay Belli’yle, serginin ayrıntılarını konuştuk. Öncelikle “çalışma bölgesi” hakkında şu bilgileri veriyor:

“Son yedi yıldır Borluk Vadisi ve Kağızman yöresindeki sistemli arkeolojik yüzey araştırmasının sonuçlarıyla derlenen kaya üstü resimleri sergiliyoruz. Kars’ın 5 km. güneyindeki vadi, bünyesinde iki höyük ve 186’dan fazla kaya üstü resmi barındırıyor. Sergide 2006’da Kars Havaalanı’nın yapımı nedeniyle, tahrip edilmiş kaya üstü resimlerine de yer verdik...”

Havaalanı tarihin üzerine yapılmamış, ama inşaat için gerekli “dolgu malzemesi” işte bu tarih öncesi dünyaya tanıklık eden vadinin parçalanmasıyla elde edilmiş!

Oktay Belli, Erzurum Koruma Kurulu’nun “1. Derece Arkeolojik Sit Alanı” kararına rağmen gerçekleşen tarih katliamını şöyle özetliyor: “Havaalanı genişletme çalışmalarında vadideki resimli kayalar iş makineleri ve dinamitlerle parçalanarak mıcır olarak serilmiştir. Böylece olağanüstü bir görünüme sahip olan kanyonun kuzey kesimi de param parça edilmiştir...”

O muazzam hülyaları ve yetenekleri olan “ilk” insan, bin yıllar sonra kendi soyundan gelenlerin “eser”lerini uçak pistlerine dolgu yapacağını bilseydi, belki de “acaba üremesem mi” diye düşünmez miydi?

Geyik, keçi, koyun, insan...
Resimlerdeki hayvan türlerini Arkeozoolog Prof.Dr. Vedat Onar tanımlamış. Andezitten oluşan kaya altı sığınakları ile kaya yüzeyine kazıma-vurgu ve çizgi tekniği ile günümüzde soyu tükenmiş olan geyik, yaban sığırı, yaban domuzu, dağ keçisi, dağ koyunu ve türleri kesin olarak anlaşılamayan çeşitli hayvanlar ile bir adet Ana Tanrıça figürü ve hayvanlara ok atan avcı figürleri çizilmiş...

Prof.Dr. Onar, Katran Kazanı mevkiinde yerden ortalama 5 metre yükseklikte kaya yüzeyine çizilen 24x31cm. ölçülerinde günümüzden ortalama 10 bin yıl öncesine ait geyik figürünün, bölgedeki en büyük geyik resmi olduğunu belirtiyor.

Borluk Vadisi’ndeki bu kültür hazinesinin, dünyada bir kente 5 km. yakınlıktaki “tek” tarih öncesi yaşam merkezi olduğunun altını çizen Oktay Belli de “Bu yüzden Kars’ın tarihi, günümüzden 12 bin yıl öncesine dayanmaktadır” diyor ve ekliyor: “Binlerce yıl öncenin ilk Karslıları, aynı zamanda eşsiz bir turizm olanağını da şimdiki hemşerilerine armağan ediyorlar...”

Kağızman'ın ilk avcıları
Kağızman yöresindeki kaya resimlerinde ise av hayvanlarıyla birlikte doğrudan avcı çizimleri de dikkat çekiyor.

Çamuşlu Köyü yakınlarındaki “Yazılıkaya”da Prof.Dr. Kılıç Kökten’in 1968-69 yıllarında bulduğu resimlerde, 54’ü erkek geyik, 11’i dişi ve 12’si de yavru olmak üzere toplam 77 geyik resmi, 13 adet dağ keçisi, çok sayıda insan, boğa ve yabani sığır figürü çizilmiş...

Geyiklere kıyasla oldukça küçük betimlenen “avcı insan”ların ise bir kısmı cepheden, bir kısmı da yandan gösterilmiş. Tarihöncesi Çağ’ın en eski avcı insanlarını oluşturan bu figürler gizemli bir av sahnesini de yansıtıyor...

Günümüz insanına böylesine heyecan verici bir tarih yolculuğunu sunan serginin gerçekleşmesinde Karslı aydın Oktay Kutlu’nun büyük desteği olduğunu belirten Oktay Belli, fotoğraf yardımında bulunan Ersin Alok, Akgün Akova, İsmet Ediz ve Sait Küçük’e de teşekkür ediyor...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 14.05.2009

YENİ BULUNAN VENÜS HEYKELCİĞİ SANATIN BAŞLANGICINA IŞIK TUTUYOR

 

 

 

Güneybatı Almanya’da bir mağarada yapılan kazılarda bulunan fildişinden oyulmuş 40.000 yıllık bir kadın heykelciğinin, insanın kendisini üç boyutlu ve figüratif şekilde temsil ettiği en eski buluntu olduğu açıklandı. 

 

Başı olmayan bu figürin daha önceki örneklerden en az 5.000 yıl daha eski ve modern insanın Avrupa’ya ulaşmasından kısa bir zaman sonra yapıldığı düşünülüyor. Şekli ve tarzı kendisinden binlerce yıl sonra yapılan heykellerle benzerlikler göstermekte. Nature dergisinde yayınlanan makalesinde Tubingen Üniversitesi’nden arkeolog Nicholas J. Conard, heykelciğin “Paleolitik sanatın anlam ve içeriğine bakışımızı radikal bir şekilde değiştirdi” demekte. 

 

Heykelcik, Ulm şehrinin 20 km güneybatısında bulunan Fels Mağarası’nda bulundu. Bu mağarada daha önce yapılan kazılarda yine Conard tarafından tümü fildişinden yapılmış ve 30.000 – 31.000 yıl aralığına tarihlenen kuş, ayı ve yarı aslan / yarı insan heykelcikleri bulunmuştu. 

 

Son bulunan heykelcik ise birkaç ay önce, zeminden 2.70 m derinlikte, işlenmiş fildişi kırıkları, at ve geyik kemikleri ve çakmaktaşı kırıkları arasında, altı parçaya kırılmış durumda ele geçmişti. Karbon testleri heykelciğin bulunduğu tabakayı 35.000 – 40.000 yıla tarihlemekte.

Los Angeles Times, Haber: Thomas H. Maugh II, 14.05.2009

TELEKOM KAZISINDA YENİ TARİHİ ESERLER BULUNDU





Telekom hattı döşemek için Vezneciler’de yapılan kazı çalışmaları sırasında yerin bir metre altında tarihi kalıntılar ortaya çıktı. İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri, buluntuları korumaya aldıklarını bildirdi.





Taksim-Yenikapı metro hattı inşaat sahasının hemen yanında ortaya çıkan kalıntılar, İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri tarafından  incelemeye alındı. Bölgede çalışma yürüten  arkeologlar, kalıntıların 18-19’uncu yüzyıl Osmanlı dönemine ait olabileceğini vurguladı.





Konuyla ilgili bilgi veren İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdür Yardımcısı Zeynep Kızılkan, müze yetkililerinin bölgede inceleme yaptığını belirterek, hazırladıkları raporu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’na sunacaklarını söyledi. Kızılkan, raporun incelenmesinden sonra detaylı bulunan tarihi eserlerle ilgili bir çalışmanın başlatılacağını kaydetti.





İstanbul’un tarihi yarımada birinci dereceden SİT alanı olan bölgede, daha önce Taksim-Yenikapı arası metro çalışması başlatılmıştı. Metro kazı çalışmaları sırasında Bizans tarihi açısından çok önemli kalıntılara rastlanmıştı. Ortaya çıkarılan bu yeni kalıntılar, bölgenin tarihi eser bakımından ne kadar önemli olduğu bir kez daha gösterdi.





Fotoğraflar: Metin Karadağ - Ümit Altındere

İstanbul Üniversitesi Haber Ajansı, Haber. Ümit Altındere, 13.05.2009

GÖBEKLİTEPE'YE ARKEOLOG ÇIKARMASI





Şanlıurfa'da Neolitik Çağ'a ait çeşitli tarihi eserlerin bulunduğu Göbeklitepe'de ki kazı alanında aralarında yabancı arkeologların da bulunduğu 50 kişilik bir grup incelemelerde bulundu.

 

Şanlıurfa'da Alman Arkeolog Claus Schmith Başkanlığı'nda yapılan kazılarda Neolitik Çağ'a ait çeşitli tarihi eserlerin bulunduğu Göbeklitepe'deki kazı alanı yabancı arkeologların da bulunduğu 50 kişilik bir grup tarafından incelendi. Arkeologlar kazı sorumlusu Alman Arkeolog Claus Schmith'ten yaptıkları kazı çalışmaları hakkında bilgi aldı.

 

Çukurova Üniversitesi'nin düzenlediği botanik çalıştayına katılan arkeolog ve biyologlar, 11 bin 500 yıl öncesine ait tarihi eserlerin bulunduğu Göbeklitepe kazılarını gezdi. Çukurova, Dicle ve Akdeniz Üniversitesi görevlilerinin yanı sıra, Almanya Suriye, Amerika ve Japonya'dan arkeolog ve biyologların yer aldığı yaklaşık 50 kişilik bilim adamı Göbeklitepe'deki kazı çalışmalarını inceledi. Burada yapılan kazılarda bulunan tarihi eserleri inceleyen yerli ve yabancı arkeologlar, Göbeklitepe hakkında yetkililerden bilgi aldı.

 

Gezi sorumlusu Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hakan Yeşilkan, Çukurova Üniversitesi'nden botanik çalıştayı için bir araya gelen ve aralarında biyolog ve arkeologların da grup üyeleri, bitkinin evrime uğradığını, ziraatın ilk yapıldığı yer olarak söylenen Göbeklitepe ve Karacadağ bölgesinde inceleme ile araştırmalarda bulunmak amacıyla gezi yaptıklarını söyledi.

 

Göbeklitepe kazı sorumlusu Claus Schmith ise, "Botanikçiler Göbeklitepe'yi gezmeye geldi. Tarihte burası bir ziraat merkezi gibi görülüyor. Tarih için burası çok önemli onun için bölgede incelemeye geldiler" dedi.

Şanlıurfa Kent Haber, 13.05.2009

KAZI ÇALIŞMALARI BATMAN ÜNİVERSİTESİ'NDE





Yaklaşık 5 yılıdır Selçuk Üniversitesi adına yürütülen Hasankeyf kazıları, bakanlar kurulu kararıyla bundan sonra Batman Üniversitesi tarafından Üniversite Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam tarafından yürütülecek.

Hasankeyf kazı çalışmalarını 5 yıldır yürüten Selçuk Üniversitesi, çalışmaları Bakanlar Kurulu kararıyla Batman Üniversitesi’ne devretti.

 

Batman Üniversitesi Rektörü ve Hasankeyf kazı Başkanı Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, cuma günü düzenleyeceği basın toplantısıyla Batman Üniversitesi adına ilk kazı çalışmalarını başlatacak.

 

Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam "Daha önce kazı çalışmalarını Selçuk Üniversitesi rektörlüğü adına yürütüyorduk. Önceki gün bakanlar kurulundan Batman için sevindirici bir karar çıktı. Bundan sonra Hasankeyf kazı çalışmalarını Batman Üniversitesi adına yürüteceğiz. Bu gelişme hem Batman halkı adına hem de yeni kurulan üniversitemiz için olumlu bir gelişme oldu" dedi.

Kazı çalışmalarının bundan sonra Batman adına yapılmasının önümüzdeki süreçte müze açılmasına katkı sağlayacağını belirten Uluçam, çıkan karar sayesinde ayrıca, üniversite öğretim üyelerinin kazı çalışmalarına doğrudan katılımı ve kazı sonrası ortaya çıkacak bulguların bilimsel değerlendirilmesine yardımcı olacağını ifade etti.

Batman Gazetesi, 13.05.2009

GÖKMEDRESE İŞÇİLERİNDEN SUÇ DUYURUSU

 

Sivas'taki Gökmedrese'nin restorasyonunda çalışan işçiler, 9 aydır paralarını alamadıklarını ve istediklerinde işten atıldıklarını ileri sürerek savcılığa suç duyurusunda bulundu.

 

Gökmedrese'de çalışan bir grup işçi, alacaklarını tahsil edemediklerini ileri sürerek eylem yaptı. Medresede toplanan işçiler adına konuşan Duran Kaplan, bu olayın Sivas'ın kanayan yarası olduğunu iddia ederek, "Burada çalışan arkadaşlar işten çıkarıldı. 5-6 aydır alacağımızın peşinde koşuyoruz. 'Burada iş yapılıyor' diyorlar ama 15-20 gündür hiç çalışan yoktur" dedi. Alacaklarını istedikleri zaman işten çıkarıldıklarını ileri süren Kaplan, "9 aydır paramızı alamıyoruz. Şu anda çalışmalar durdu. Paramızı alana kadar kimseyi çalıştırmayacağız" ifadelerini kullandı.

 

İşçiler, yaptıkları açıklamanın ardından Sivas Adliyesi'ne giderek suç duyurusunda bulundu.Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise, ödemelerin firmaya yapıldığını ve olayın kendileriyle bir ilgisinin olmadığını belirtti.

Sivas Kent Haber, 13.05.2009

MİMAR SİNAN'IN ESERİ VAN HÜSREVPAŞA CAMİİ İBADETE AÇILDI

 

Eski Van şehrinde ayakta duran iki yapıttan biri olan Mimar Sinan'ın eseri Hüsrevpaşa Camii, restorasyonu bitirilerek ibadete açıldı. Cami dışında külliyeyi bütünleyen ve tamamen yıkılan medrese, imaret, han, hamam ve misafirhanelerin restorasyonu bekleniyor.

 

Van Kalesi'nin güneyinde yer alan eski Van şehrinden günümüze kadar ayakta kalan iki yapı bulunuyor. Osmanlı dönemine ait iki cami ayakta duruyor. Kayaçelebi Camii ile Van Beylerbeyi Köse Hüsrevpaşa'nın Mimar Sinan'a 1567 yılında yaptırdığı Hüsrevpaşa Külliyesi'nden günümüze sadece camisi ayakta durabildi.

 

Yıllarca bakımsızlığa terk edilen külliyenin medrese, imaret ve misafirhanesi tamamen yok olurken, günümüze gelen caminin de son cemaat mahalli tamamen yıkılmıştı. Bitlis Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün restorasyon çalışmaları tamamlanarak cami ibadete açıldı. Restorasyonda caminin hemen yanında bulunan Hüsrevpaşa Türbesi de restore edilerek zarar görmesi engellendi. Ancak çevresinde yerleşim olmadığı için Cuma günleri dışında pek camiye uğrayanı yok. Şehrin gürültüsünden kaçarak huşu içinde namazını eda etmek isteyen Vanlılar araçlarıyla Cuma günleri Hüsrevpaşa'ya akın ediyor. Hüsrevpaşa Camii ve çevresinde görevlilere göre, camiye gelenlerin büyük çoğunluğu Van'ın yerlileri oluşturuyor. Daha önce restore edilen Kayaçelebi Camii ise duvarlarında yıkılmalar başladığı kapısına kilit vurularak yeniden restorasyon programına alındı.

Zaman, Haber: Yahya Öylek, 13.05.2009

HASANKEYF İÇİN ULUSLARARASI İMZA KAMPANYASI





Doğa Derneği ve Atlas Dergisi tarafından başlatılan uluslararası imza kampanyası ile Hasankeyf’in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi’nin UNESCO Dünya Miras Alanı olarak ilan edilmesi talep ediliyor. Toplanacak imzalar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Almanya Başbakanı Angela Merkel’e, Avusturya Başbakanı Werner Faymann’a ve İsviçre Başbakanı Hans-Rudolf Merz’e iletilecek.

Dicle Vadisi’nde yer alan tarihi kent Hasankeyf’in, en azından 10 bin yıllık geçmişi ve küresel ölçekte nesli tehlike altındaki canlı türleri ile UNESCO’nun 10 dünya mirası kriterinden 9’unu karşılandığı belirtilen kampanyada, 20 farklı kültürün izini barındıran Hasankeyf’in insanlığın sahip olduğu en eski kentlerden birisi olduğuna dikkat çekiliyor.

İmza kampanyası hakkında bilgi veren Doğa Derneği Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk, Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin yaşamasının insanlığın ortak sorumluluğu olduğunu belirterek "Hasankeyf’in evrensel değerini ortaya koyan bilimsel bir raporu Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a sunduk ve kendisinden bu konuda destek istedik. Ne var ki Ilısu Baraj Projesi, bu gerçeklerden ve bilimsellikten uzak bir proje olarak 400 kilometrelik doğal nehir yatağını ve Hasankeyf’i yok edecek. Biz bu kampanya ile Hasankeyf ve Dicle Vadisi'ni UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak koruma altına almasını ve Ilısu Barajı Projesi’nin durdurulmasını talep ediyoruz" dedi.

Daha önce Doğa Derneği ve Atlas Dergisi tarafından düzenlenen Hasankeyf’e Sadakat İmza kampanyası ile yaklaşık 70 bin imza toplandığına dikkat çeken Atlas Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek, "Bu kampanya ile Hasankeyf’in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi’nin temsil ettiği evrensel değerleri Türkiye’nin gündemine taşımıştık. Dicle Vadisi ve Hasankeyf’in yaşamasında kilometre taşı olan bu kampanyadan sonra Dicle Vadisi'ni UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak ilan edilmesini talep eden ikinci bir kampanyaya başlıyoruz. İnanıyoruz ki böyle bir Hasankeyf, Türkiye’ye herhangi bir barajın vereceği enerjiden daha büyük bir enerji verecektir" dedi.

Yapı, 13.05.2009

ENKAZ ALTINDAN TARİH ÇIKTI





Tarihi İpek Yolu üzerindeki Erzurum'un tarih kitaplarında adına sıkça rastlanılan ve en fazla ticari anlamda kullanıldığı değerlendirilen Harputkapı yıllar sonra gün yüzüne çıktı.

 

Erzurum-Bingöl karayolu üzerindeki İl Genel Sekreterliği kampüsünde yapılan onarım ve bina yenileme çalışmaları sırasında tek katlı bir kaynak atölyesi yıkıldı.

 

Enkaz kaldırma çalışmaları sonrasında yer altına doğru bir geçit bulundu. Kemerli yapısıyla dikkat çeken taş yapının ortaya çıkmasıyla çalışmayı durduran İl Genel Sekreteri Selami Altınok, durumu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na bildirdi.

 

Yapılan incelemenin ardından yaklaşık 800 yıllık geçmişiyle bilinen mekanın tarihi Harputkapı olduğu belirlendi. Kampüs alanına yaklaşık 60 yıl önce Toprak ve Su Araştırma Enstitüsü binasının dikildiğini anımsatan İl Genel Sekreteri Selami Altınok, atölye binasının tarihi mekan üzerine ne zaman kurulduğunu tespit edemediklerini söyledi.

 

Uzun yıllar Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü hizmet binası olarak da kullanılan alandaki Harputkapı'yı restore ettireceklerini dile getiren Genel Sekreter Altınok, "Harputkapı, yıllarca toprak altında kalmış olmasına rağmen zarar görmemiş. Böylesine önemli bir tarihi mekanı hazırlayacağımız bir projeyle turizme kazandıracağız. Bir galeri salonu ya da bir kafeterya olarak kullanabiliriz" diye konuştu.

 

Tarihi İpek yolu üzerindeki Erzurum'da yerleşim alanlarının tarihi Erzurum Kalesi içinde yer aldığını anımsatan Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Ümit Kılıç, İstanbul kapı'nın kalıntıları dışında diğer tüm kapılardan günümüze hiçbir eser kalmadığını söyleyen Yrd.Doç.Dr. Kılıç, "Erzurum'da Tebrizkapı, İstanbulkapı, Karskapı, Erzincankapı, Kavakkapı, Gürcükapı ve Yenikapı isimleriyle mahalleler var. Kaynaklarda Gezkapı, Uğurnukapı ve Harputkapı da yer alıyor. Bundan 40-50 yıl öncesine kadar varlığına dair bir takım söylentiler olan Harputkapı'nın ortaya çıkması çok sevindirici. Ne zaman yapıldığına dair kesin bir bilginin olmadığı ancak Osmanlı öncesinde varlığı kabul edilen Harputkapı, en az 800 yıllık tarihi bir mekan" şeklinde konuştu.

Erzurum Gazetesi, Fotoğraf: Radikal, 13.05.2009

MÜZE VE ÖREN YERLERİ DOĞRAMACI'YA EMANET

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, aralarında Efes, Topkapı, Ayasofya, Kariye ve Yıldız Sarayı müzelerinin de bulunduğu 56 müze ve ören yerindeki satış mağazaları ile diğer satış alanlarının işletmesini 2016'ya kadar İhsan Doğramacı'ya ait Bilentur'a verdi. Bilentur 8 yıl için devlete toplam 156 milyon TL ödeyecek.

 

Yenilenen mağazalarda "Stratejik Türk ürünleri" adıyla Türk lokumu ve kahvesi satılacak.

Sabah, 13.05.2009

LİZBON İSTANBUL'A TAŞINDI

 

Sabancı Müzesi, Portekiz'deki Calouste Gulbenkian Vakfı işbirliğiyle, 'Lizbon, Bir Başka Şehirden Hatıralar' başlıklı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Sergide, 19. ve 20. yüzyıllarda yaşamış Portekizli sanatçıların eserleri yer alıyor.

 

Dün gerçekleştirilen basın toplantısına Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer, Calouste Gulbenkian Müzesi Müdürü João Castel-Branco Pereira ve serginin küratörü Helena De Freitas katıldı. Portekizli sanatçıların çektiği fotoğraflar ve yaptıkları tablolar, İstanbul ve Lizbon'un birbirine ne kadar çok benzediğini gösteriyor. Sergi, 14 Temmuz'a kadar gezilebilir.

Zaman, 14.05.2009

ÇANAKKALE ZAFERİ, PANORAMİK MÜZEDE YENİDEN CANLANACAK

 

 

İstanbul'un fethinin canlandırıldığı Türkiye'nin ilk panoramik müzesi Panorama 1453'ü tasarlayan ekip, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın seçim meydanlarında müjdelediği Çanakkale Savaşı Panoramik Müzesi için çalışmalara başladı. Üzerinde ay yıldız olan 42 metre çapındaki kırmızı kubbe uydudan Türk bayrağı gibi görünecek. Panorama 1453'ün koordinatörü Haşim Vatandaş, "Müzenin gemilerden de gözükebilmesi için Seddülbahir'de yapılması lazım. Düşünülen bir yer de Kabatepe. Proje hazırlığımızı yaptık. Çalışmalar başlarsa bina ve resim iki yıl içinde biter" dedi.

Müzenin altındaki 2 bin 500 metrekarelik alanda ise Çanakkale Savaşı başından sonunda kadar anlatılacak. 275 kilogram ağırlığındaki top mermilerini sırtlayarak top kundağına yerleştiren Çanakkale Savaşı'nın simgelerinden Seyit Onbaşı'ya özel bir yer ayrılacak. Seyit Onbaşı'nın kullandığı topun 3 boyutlu maketi de yapılacak. Müzenin dışında yapılacak vitraylarda ise savaşla ilgili resim yer alacak.

Sabah, 13.05.2009

DIŞKI FOSİLİNDE 200.000 YILLIK İNSAN SAÇI BULUNDU

 

Paleontologlar tarafından Güney Afrika’da, bir mağarada bulunan ve 200.000 yıllık olduğu tahmin edilen sırtlan dışkısı fosilinde 40 tel saça rastlandı. Şimdiye dek bilinen en eski insan saçı örneği kuzey Şili’de bulunan 9000 yıllık bir mumyaya aitti. Bu fosildeki saçlar ise, büyük olasılıkla öldükten sonra kahverengi sırtlan tarafından yenilen bir insana ait.  

 

Şimdi ümitler yapılacak analizler sonrası bu saç veya tüylerin ait olduğu türün belirlenebilmesinde. Johannesburg’da bulunan Witwatersrand Üniversitesi’nden paleontolog Dr Lucinda Backwell, bu buluşun erken hominid fosil kayıtlarındaki kemik olmayan ilk buluntu olduğunu belirterek yeni teknolojiler sayesinde bu saçlardan sadece tür değil, sağlık durumu gibi birçok farklı bilginin de elde edilebileceğini umduklarını belirtti. 

 

Araştırmacılar tarafından fosil dışkıdan cımbızlarla çıkarılan saçların ilk mikroskobik incelemesi kılların çap ve katman şeklinin modern insanda olanlarla benzerlikler gösterdiğini ortaya koydu. Araştırmanın yürütüldüğü mağara, yıllar önce insan fosillerinin bulunduğu Sterkfontein mağaralarının yakınında yer alıyor. 

Telegraph.co.uk, Haber: Richard Gray, 09.05.2009

ORDU, ESKİPAZAR CAMİİ'NİN TARİHİ KAPISINI ANKARA'DAN GERİ İSTİYOR

 

Ordu Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, Ankara'da Etnografya Müzesi'nde sergilendiği zannedilen, ancak müzenin deposunda tutulduğu öğrenilen tarihi Eskipazar Camii'nin kapı ve pencerelerinin bazı bölümlerini geri istedi.

 

Tarihi Eskipazar Camii'nin bazı kapı bölümlerinin ve pencerelerinin müzenin deposunda tutulmasının öğrenilmesinden sonra Ordu Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü harekete geçti. Depoda tutulan kapı ve pencerelerin Ordu'ya verilmesini isteyen İl Müdürlüğü, teşebbüsüne cevap beklerken, eserlerin Ordu'da sergilenmesini planlamaya başladı. Eskipazar Camii, Ordu merkeze üç kilometre mesafede, Ulubey yolu üzerinde bulunuyor. Burada Emiroğulları Beyliği döneminden kalma tarihi Eskipazar Camii'nin kalıntıları bulunuyor. Karadeniz'in Türkleşmesinde öncü kuşak olan Emiroğulları Ordu'yu da başkent olarak kullanmış. Bu başkentin en önemli yapılarından biri de yanında birkaç hamam da bulunan Tarihi Eskipazar Camii. Cami, birkaç kez belli oranlarda yıkılmış, Selçuklular zamanında yeniden yapılmış. Caminin ahşap kapı ve pencereleri, Anadolu'daki Türk ahşap sanatı açısından çok önemli görülürken, özellikle, sayıları çok az olan Karadeniz'e en yakın Selçuklu eserlerinden biri olarak değerlendiriliyor.

Zaman, Haber: Yasin Çanakçı, 12.05.2009

HAZİNE AVCILARI 1 ARKEOLOGLAR 0





Roma döneminden kalma arkeolojik bulgularıyla ünlü Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti'nin başı hazine avcılarıyla dertte. Kaçak hazine avcıları tarihe ışık tutacak önemli izlerin ortadan kaybolmasına yol açıyor.

 

Arkeologlar, Ren Nehri bölgesinde yıllardır kaçak hazine avcılarıyla adeta köşe kapmaca oynuyor. Amatör arkeologlardan bazılarının niyeti aslında o kadar da kötü değil.

Ellerinde metal detektörleriyle hobi olarak arkeologculuk oynuyorlar. Diğerleri ise kolay para kazama peşindeler. Ancak amaç ne olursa olsun her yeri delik deşik ediyorlar. Ayrıca işaretlenmiş kazı alanları bile onları ürkütmeye yetmiyor.

Örneğin Bonn Şehir Müzesi koleksiyonuna katılan bir altın sikke, kaçak hazine avcısının ganimetleri arasında bulunmuştu. Kelt sikkesinin milattan önce birinci yüzyıldan kalma olduğu düşünülüyor. Bonn Yeraltı Anıtlarını Koruma Dairesi'nden Dr. Helmut Luley, "Değerli bir parça. Serbest piyasada, açık arttırma platformlarında iki bin ila üç bin euro arasında alıcı bulur" diye konuştu.

Luley, genellikle Roma zamanından kalma sikke arayan bu kaçak hazine avcılarının, geceleri avlandıklarını ifade ederken, "Genellikle her şey olup bittikten sonra izlerine rastlıyoruz. Arazi,  sanki köstebek sürüsünün hücumuna uğramış gibi bir hal alıyor" dedi.

Helmut Luley, yerel makamlardan, arkeologlardan veya vatandaşlardan ayda üç dört olası hazine avcısı ihbarı aldıklarını aktardı. Ancak hazine avcıları yakalansa bile, arkeolojik bulguların hepsinin geri alınabilmesi mümkün değil.

Keltlerden kalma altın sikke de 13 yıl süren yoğun uğraşılar sonucunda müzeye alınabildi. Sikkeyi bulan hazine avcısı, 2005 yılında Köln yakınlarındaki Frechen'de yakalandı. "M" kod adı verilen hazine avcısının, kazdığı 30 metre derinliğinde çukurdan çıkarttığı çok sayıda bulguya polis tarafından el kondu. Ancak bu bulguların yasal sahibinin Hazine Avcısı “M” olmadığının ispatlanması hiç de kolay olmadı.

Yasal sürecin sonucundaysa eyaletin payına sadece ele geçirilen tarihi eserlerin dörtte biri düştü. Arkeologlar, diğer eyaletlerde olduğu gibi Kuzey Ren Vestfalya Eyaletinde'de de, sahipsiz bulguların otomatik olarak devlete devredilmesini sağlayacak bir düzenleme yapılmasını talep ediyorlar. Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift: 

Eyalet Arkeologları Birliği'ne göre, bulunduğu şartlardan ayrı değerlendirilmek zorunda kalan arkeolojik gömüler, bilimsel değerlerinin neredeyse tamamını kaybediyorlar. Bu nedenle arkeolojik kazıların, Anıtları Koruma Yasası uyarınca izne tabi olarak yapılması gerekiyor.

Arkeologlar, şu an için hala hazine avcılarına karşı bir sıfır mağlup durumdalar. Ünlü internet açık arttırma platformu Ebay yaşanan olaylar üzerine, 1 Haziran 2008'den bu yana arkeolojik bulgular için kaynak gösterme zorunluluğu getirdi. Arkeologlar için küçük, dünya tarihi için büyük bir adım.

Cnn Türk, 12.05.2009

ANADOLU'NUN ÖNSÖZÜ KÜLTEPE SANAL MÜZE OLMA YOLUNDA





Kayseri sınırları içinde yer alan Kültepe, Anadolu'da 5 bin yıl öncesine giden bir geçmişin izlerini taşıyor. Anadolu'da yazının ilk bulunduğu yer olan bölge, Anadolu tarihinin de başladığı yer olarak biliniyor. Bir höyük ve onu çevreleyen aşağı şehirden oluşan Kültepe'de 1948'den bu yana kazı çalışmaları aralıklarla devam ediyor. Beş ayrı kültür çağına ait 18 yapı katının saptandığı bölgede, en erken yerleşim Eski Tunç Çağı ile tarihleniyor. Buluntular arasında ise MÖ 2000 yıllarında yaşayan ve bölgede ticaret yapan Asurlulara ait çivi yazılı tabletler yer alıyor. Kültepe''nin bir diğer özelliği ise bugünkü ticaret odası benzeri bir oluşumun burada yer alıyor olması. "Bit Karim" adını taşıyan oluşum, Anadolu'daki ilk ticaret odası olma özelliğini taşıyor. Bugüne kadar 24 bin adet çivi yazılı tablet ve 50 bin arkeolojik ve filolojik eserin ortaya çıkarıldığı Kültepe'de son günlerde çalışmalarına başlanan bir proje ile tüm verilerle dijital bir havuza oluşturulması planlanıyor. Proje, 3 senede yapılan çalışmaları 1 ay gibi bir zamana indirgerken, dijital canlandırmalara da kaynaklık edecek.

Biz de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve Kültepe Kazısı Başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu ile Kültepe'yi, önemini ve yeni projeyi konuştuk.

Kültepe'yi bize biraz anlatır mısınız? Diğer eski yerleşim bölgelerine göre önemi nedir?
Anadolu'da ilk ticaret odasının kurulduğu ve ilk ticari belgelerin kullanıldığı bir yer Kültepe. Kaniş ve Karum'da yapılan kazılarda, bölgenin tarihinin günümüzden 5 bin yıl öncesine kadar gittiği görülüyor. Anadolu'nun bu süreç içinde geçirdiği tarihsel, ekonomik veya kültürel aşamalar ülkemizdeki diğer höyüklerden veya yerleşim yerlerinden de takip edilebiliyor ancak milattan önce 2 binin ilk çeyreğine ait bilgiler, başka bir merkezde karşımıza çıkmıyor. Kültepe, Anadolu tarihinin başladığı yer olarak olarak kabul ediliyor. Bu özelliği ile de tüm arkeoloji literatüründe yerini almış durumda. Bugüne kadar, Kültepe'de yaklaşık 25 bin çivi yazılı belge keşfedildi. Bu belgeler, başında milattan önce 2 binin ilk çeyreğinde, Anadolu'da yerel krallıkların olduğunu ve bunlar arasında da en büyükleri ve en güçlüleri arasında olan Kaniş Krallığı'nın idare merkezinin burada olduğunu gösteriyor. Milattan önce 2 binin başlarından itibaren Assurlu tüccarlar, Anadolu'nun zengin maden varlığı ile doğal kaynaklardan yararlanarak, ticaret yapmak amacıyla kuş uçumu bin kilometre uzağındaki Kuzey Mezopotamya'da bulunan Asur'daki gelişmiş ticaret sisteminin de desteğini alarak, Kaniş'e gelmeye başlamışlar. Kaniş ve Karum Kültepe-Kaniş Örenyeri de, 550 metre çapında, 20 metre yüksekliğinde bir höyük ve onu çevreleyen yaklaşık 2-2,5 km çapındaki bir aşağı şehirden oluşuyor ve höyükteki yerleşim Eski Tunç Çağı, Orta Tunç Çağı (Asur Ticaret Kolonileri Çağı), Demir Devri, Hellenistik ve Roma dönemlerini içeren kültür katmanlarına sahip bir alan.

Bugüne kadar yapılan kazılarda ortaya çıkan bulgular neler?
Höyük kazılarında Asur Ticaret Kolonileri Çağı'nın anıtsal yapıları, saray ve mabetler açığa çıkartılmış durumda. Burada milattan önce 2 binin ilk çeyreğine tarihlenen ve ana toprağa kadar kalınlaşarak 8 metreyi bulan dört yapı katı açığa çıkartıldı. Çivi yazılı belgeler, üstten aşağıya doğru, 1'inci ve 2'nci yapı katlarında bulundu ve bu tabakalarda belgelerin çağdaşları olan saraylar da açığa çıkarıldı. Keşfedilen belgeler, MÖ 1970-740 yılları arasında Anadolu, Mezopotamya ve Kuzey Suriye arasında ticaret aracılığı ile oluşan kültür ilişkilerinin aydınlatılmasını sağladı.

Kültepe'de bugünkü ticaret odası benzeri bir yapılanmadan söz ediliyor. Bu konuda bilgi verir misiniz?
Eldeki bulgular, Kültepe'de geçmişi yaklaşık 4 bin yıla dayanan ve factoring benzeri işlemlerin de yapıldığı bir ticaret odasının varlığına işaret ediyor. MÖ 1900`lü yıllarda; bugünkü Irak'tan gelen Asurlu tüccarların, Kayseri'nin 6 kilometre kuzeydoğusundaki Kültepe'de kurdukları koloni merkezinde, ticaret sisteminin en önemli kurumu olan ve günümüzdeki "ticaret odası"nın işlevini gören "bit karim"in (beyt karim, karum/liman evi) varlığı, burada keşfedilen çivi yazılı tabletlerden biliniyordu. "Bit karim" tüccarların kendi katılım paylarını ödeyerek oluşturduğu bir kurum. Üzerinde ticari bilgilerin yer aldığı binlerce tablet arşiv odalarında saklanmış durumda. Tabletlerde kille kapatılarak zarf haline getirilme ve üstlerine de balmumu ile mühürlenme şeklinde bir saklama sistemi kullanılmış. Borç vesikalarının özetlendiği tabletler de yapılmış.

Kazı Başkanı olarak Kültepe ile ilgili olarak yaşadığınız sıkıntılar neler ? Verilerin dijital bir havuza geçirilmesi projesi nasıl ortaya çıktı?
Ben 2005 yılında kazı başkanlığına geçtim. Sıkıntımız hep Kültepe'yi yeterince anlatamamak oldu. Öncelikle bizim 60 yıldır yapılan kazılardaki verileri yönetmeye ihtiyacımız vardı. Elimizdekilerin tam olarak belirlenmesi ve ondan sonra da onları yönetecek hale getirmemiz gerekiyordu. Bizim şu ana kadar maalesef manuel ortamda tutulmuş bilgilerimiz vardı. Bu ortamda da elimizdeki veriye ulaşmak kimi zaman sıkıntı yaratıyordu. Biz veriye ulaşamadığımız için elimizde ne olduğunu da bilmiyorduk. 50 bine yakın eser müzelerde korunuyor ancak hangisi nerede, onları takip etmek de uzun soluklu bir kazı olmasının etkisi ile güçleşiyordu. Biz mevcut veriyi üzerinde çalışılabilir, okunabilir ve istendiği zaman kullanılabilir bir hale getirmek istedik. Bu noktada döküman yönetimi hizmetleri sunan Doxoft ile yapılan bir Sosyal Sorumluluk Projesi bizim isteklerimiz karşıladı.

Proje kapsamında neler yapılıyor? Elde edilen kazanımlar neler olacak?
Elimizde bulunan yaklaşık 50 bin arkeolojik ve filolojik eserin 12 bin tanesini biz kendimiz çalışarak ancak 3 senede elektronik ortama aktarabildik. Doxoft, bu proje kapsamında bize mevcut bilgilerin dijital ortama aktarılması için destek verdi. Onların bizim için önerdikleri sistemle 3 senede yapılan iş bir ayda bitecek. Dolayısıyla bu sistem bizim can damarımız. Bilgiye ulaşmamız için bir can damarı. Akademik anlamda bu bilgilere ulaşmak bizim için hayati önem taşıyor ve oluşan elektronik bilgi havuzundan herkes yararlanabilecek. Projenin önemli bir diğer noktası ise sadece envanter boyutunda kalmaması. Proje aynı zamanda dijital canlandırmalara da kaynaklık edecek. Çünkü envanter yapılırken sadece işlenmemiş word dokümanı şeklinde bir kayıt olmayacak, fotoğrafı da çekilecek. Üç boyutlu taranarak direkt olarak envanter sistemine aktarıldığında sanal ortamda bu eserlere görme, dokunma ya da sanal bir müze oluşturma şansına sahip olacağız. Eğer 3 boyutlu tarama sistemini de gerçekleştirirsek, envanter sisteminin içine o da girmiş olacak. Sonraki aşamada ise Kültepe'nin sanal müzesinden söz edebileceğiz.

BTnet, Haber: Yeşim Çinioğlu, 12.05.2009

TAŞ KEMER ORTAYA ÇIKTI





Restorasyon ve etrafındaki evlerin yıkım işlerinin devam ettiği Kastamonu’nun en eski camilerinden Atabeygazi Camii’nde devam eden restorasyon çalışmaları ve bulunan Taş kemer ile ilgili Vakıflar Bölge Müdürü Yavuz Yücebıyık bilgiler verdi.

 

Yıkımın devam ettiği evin altındaki taş kemeri basın mensuplarına yerinde gösteren Yücebıyık konu ile ilgili olarak açıklamalarda bulundu. Kırkdirekli olarak ta bilinen Atabeygazi Camii’nin Kastamonu’nun en önemli eserlerinden biri olduğunu söyleyen Vakıflar Bölge Müdürü Yavuz Yücebıyık şu açıklamalarda bulundu;

 

“Atabeygazi Camii Kastamonu’nun önemli eserlerinden bir tanesidir. İlk Camilerden bir tanesi ve fetih Camisidir. 2 yıl önce restorasyonunu planladığımız bu eser ile birlikte daha önceden restorasyonunu tamamladığımız Yakup ağa Külliyesinin etrafını açmak için 4 adet ev kamulaştırdık ve bunun da yıkımına başlamış bulunmaktayız. Daha öncede rivayetlere göre buradaki bir ev’in altında kemer olduğunu ve buralardan Camiye ve Kale’ye girişlerin bulunduğu yönünde söylentiler mahallede yayılmaya başladı ve bu Kastamonu olarak ta genel olarak bilinen bir söylentilerdi bunlar. Atabeygazi Camii’nin restorasyon işleminin bir kısmını tamamladık ve nasip olursa Ramazan ayında Camimizi ibadete açacağız. Restorasyon sırasında kamulaştırma işlemlerini tamamladık ve bunların yıkımlarına başladık. Dolayısıyla bu dedikoduları da önlemek amacıyla siz değerli basın mensuplarımıza bilgi verdik şu anda yıkım çalışmalarına gözlemlik yapıyoruz. Araştırmalar sonucu burada ne olduğunu kamuoyuna bilgilendirmek için sizleri çağırmış bulunuyoruz. Yıkım sırasında bir evin altından kemer çıktı. Muhtemelen kapı kemeri olduğu tahmin ediliyor. Uzman arkadaşlarımız gerekli araştırmayı yaptıktan sonra daha net bilgi alabileceğiz. Üzerindeki ev tamamen yıkıldıktan sonra daha net bulgular ortaya çıkacaktır”

Kastamonu Nasrullah Gazetesi, 12.05.2009

YALOVA'DAKİ TARİHİ DONANMA GAZİNOSU YIKILDI

 

 

Yalova'da, 1930 yılında, Atatürk'ün talimatıyla yaptırılan, ancak 2002 yılından bu yana kullanılmayan kentin simgelerinden "Donanma Gazinosu"nun yıkımına başlandı.

 

Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) ve Milli Emlak Genel Müdürlüğü tarafından alınan yıkım kararı, sabah saatlerinden itibaren uygulanmaya başladı. Yaklaşık 500 metrekare kapalı alana sahip tesisler, belediyeye ait iş makineleri tarafından yıkılıyor. Milli Emlak Müdürlüğü ile Yalova Belediyesi arasında arsa konusunda bir protokol imzalanıp bölgeye bir çay bahçesi yapılacağını bildirdi.

Zaman, 12.05.2009

YERALTI CENNETİ DUPNİSA MAĞARASI





Dupnisa mağara sistemi, Istranca Dağları'nın derin vadilerle yarıldığı Demirköy İlçesine bağlı Sarpdere köyü yakınlarında bulunuyor.

 

İkinci Jeolojik Zaman'a ait, yaklaşık 180 milyon yıl önce oluşmuş mermerler içerisinde gelişen mağaralar, birbirine bağlı iki kat ve üç mağaradan oluşuyor.

Toplam uzunluğu 2720 metre olan sistemin üst katını Kuru ve Kız mağaraları oluşturuyor. Gelişimini tamamlamış bu mağaralardan 50-60 metre aşağıda Sulu Mağara yer alır. İçinden devamlı bir yer altı nehri akan ve deniz yüzeyinden 345 metre yukarıda giriş ağzı bulunan bu mağaranın toplam uzunluğu 1977 metre.

Son noktası ise girişten 61 metre daha yukarıda bulunuyor. Kız Mağarası içinde yaşayan yarasaların yoğunluğu nedeniyle turizme tamamen kapalıdır. Sulu mağaranın 250, Kuru Mağara'nın ise 200 metresi turizme açıktır. Yarasaların olmadığı Kuru
Mağara ise yılın 12 ayı turizme açık bulunuyor.

Dupnisa'nın Kız Mağarası olarak bilinen bölümünde yaşayan 11 türden yaklaşık 60 bin yarasanın kış dönemini geçirmesi ve üremesi için 15 Kasım ile 15 Mayıs arasında ziyarete kapalı tutuluyor. Dupnisa'nın Sulu ve Kuru mağara bölümleri ise yıl boyunca ziyaretçilere açık tutuluyor.

Dupnisa mağara sisteminde 11 yarasa türü ile 184 mağara omurgasızının yaşaması önemli bir yer altı habitatı olduğunu gösteriyor.

2003 yılında ziyarete açılan, Türkiye mağara literatüründe en bilinen mağaralar arasında yer alan Dupnisa mağaralarının içinde, sürekli akışa sahip yer altı nehri ve bu nehrin oluşturduğu, derinliği yer yer 2 metreye ulaşan göletler bulunuyor. Kuru ve Sulu mağaralarda süt beyazdan kırmızı ve kahverenginin her tonunda renge sahip dev sarkıtlar, dikit ve sütunlar ile perde bayrak taşları ve damla taş havuzları yer alıyor.

Kırklareli İl Genel Meclisi üyesi Saffet Üresin, Trakya'nın turizme açılan ilk ve tek mağarası olan Dupnisa Mağarası'nın yolunun mutlaka yapılması gerektiğini bildirdi.

Dupnisa Mağarası'nın Kırklareli'nin adının duyulmasında önemli yere sahip olduğunu belirten Üresin, "180 milyon yıl önce oluştuğu belirtilen Dupnisa Mağarası sadece Kırklareli'nin değil Türkiye'nin de önemli turizm değerlerinden biridir" dedi.

Mağaranın girişinin bulunduğu alanda piknik yapmak ve dinlenmek isteyenler için masa grupları yapılması, pansiyonculuk yapma ve çadır kurmak isteyenlere olanak sağlanması konusunda da yapılması gerekenler bulunduğunu belirten Üresin, şunları kaydetti:

"Burada elektriği jeneratörle üretiyoruz. Elektrik getirilmesi gerekiyor. Mağaradan çıkan derenin kenarında piknik yapmak isteyenler masa bulamıyor. Bu işler için mutlaka para ayırıp yatırım yapılması gerekiyor. Pansiyonculukla da yöremizin enfes lezzetlerini misafirlerimize sunabiliriz. Alabalığımızı, dağda otlayan hayvanlarımızın etini, yoğurdumuzu herkesin tatmasını istiyoruz."

Dupnisa mağara sisteminde yer alan Kız Mağarası'nın da mutlaka turizme açılması gerektiğini ifade eden Üresin, "Kız Mağarası'nın görüntüsü Dupnisa'nın halen ışıklandırılmış bölümünden daha da ilginç" diye konuştu

Cnn Türk, 12.05.2009

TARİHİ SÜLEYMANİYE YENİDEN DOĞACAK!

 

Fatih Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden KİPTAŞ işbirliğiyle yürütülen, Süleymaniye Kentsel Yenileme Projesi'nin ilk etabındaki çalışmada 333 eski eser bina restore edilecek. İstanbul'un en önemli tarihi merkezlerinden Süleymaniye'de yürütülen yenileme projesi kapsamında, son 50 yılda yıkım, yangın ve tahribat nedeniyle yok olan 90 eski eser niteliğindeki Süleymaniye Evi'nin varlığına da ulaşıldı. Yerlerinde boş arsa, otopark veya sağlıksız yapıların bulunduğu bu evler, proje kapsamında UNESCO kriterlerinde ve aslına uygun olarak yeniden yapılacak.


Yok olan Süleymaniye Evleri'nin tespiti için 100 yıllık arşivler taranıp, itfaiye raporları araştırıldı. Genelkurmay Başkanlığı'nın hava fotoğraflarının yanı sıra, eski haritalar incelendi, bölgede uzun yıllar yaşayan kişilerle görüşüldü. Ayrıca, tespit edilen arsalarda yapılan yüzeysel temizlik sayesinde temel ölçüsü alındı. Yüz dönümlük bir alanda, 1 yıldır sürdürülen çalışmayla eski eser niteliğindeki 333 eserin üçte ikisinin restorasyon projeleri tamamlandı.

 

Harap haldeki binaların sökülerek orijinal malzemesiyle restorasyonu yapılacak. Ayrıca, her sokak için ayrı bir araştırma yapılarak sokağın karakteristik özellikleri çıkarıldı. Bu çalışmadan elde edilen veriler ışığında 413 yeni bina da, eski yapılara uyumlu hale getirilecek. Bölgede Vakıflar'a ait çeşme, cami, han, hamam gibi 23 anıt yapının da restorasyonu gerçekleştirilecek.


Yapılan bu çalışmalar kapsamında tahribata uğrayan ve imalathanelerin istilasına uğrayan bölge, yeniden yaşanılabilir bir yer haline gelecek. Birçok sokağın trafiğe kapatılmasının planlandığı Süleymaniye, turizm için de bir cazibe merkezi haline gelecek.

Vatan, 12.05.2009

SANAT HIRSIZLARI YİNE İŞ BAŞINDA

 

Fotoğraf Altı: Jan van Goyen'in çalınan tablolarından biri

 

Hollanda'da bir müzeden 6 yağlı boya tablo çalındı.Yetkililer, saat 03.00'te müzenin acil çıkış kapısını açarak içeriye giren hırsızların, 17'nci ve 19'uncu yüzyıldan kalma 6 tabloyu çaldığını açıkladı.

Polisin, alarm çalmaya başladıktan birkaç dakika sonra olay yerine intikal etmesine rağmen, hırsızların kaçmayı başardığı bildirildi.

Ijsselstein Kent Müzesi yetkilileri, çalınan tabloların üçünün Jan van Goyen'e, diğerlerinin ise Pieter de Neyn, Willem Roelofs ve Adrianus van Everdingen'e ait olduğunu açıkladı.

Hırsızların Salomon van Ruysdael ve Salomon Rombouts'a ait iki tabloya da zarar verdiği bildirildi.

Yetkililer, hırsızların fidye isteyebileceği gerekçesiyle tabloların ederi hakkında bilgi vermek istemedi. Van Goyen'e ait bir tablo, altı ay önce bir müzayedede 126 bin dolara satılmıştı.

Hollanda'da 10 gün önce de Salvador Dali'ye ait bir tablo silahlı bir soygunla çalınmıştı.

Nüfusu 16 milyon olan Hollanda'da her yıl 30 milyon kişinin ziyaret ettiği binden fazla müze bulunuyor.

Cnn Türk, 12.05.2009

ŞEHBENDER KONAĞI GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, aslına uygun restore edilen asırlık Şehbender Konağı'nın bu yıl içinde kültürel mekan olarak Bursalıları`n hizmetine sunulacağını, bölgenin de eski gerçek kimliğine kavuşması için gerekli ç;alışmaları başlatacaklarını müjdeledi.

 

Başkan Altepe, Kız Lisesi ile Erkek Lisesi arasında kalan, İbrahimpaşa Mahallesi'ndeki Şehbender Konağı'nın restorasyonunda incelemelerde bulundu. Geleneksel Türk evi tarzındaki mimari ve yapısal karakteri ile günümüze ulaşan nadir yapılardan Şehbender Konağı'nın restorasyon çalışmalarını yaz ayında bitirmeyi planladıklarını belirten Altepe, "Bu yapıları kentin ziynetleri olarak görüyoruz. Bu tarihi yapıyı restore edildikten sonra Bursa'nın sosyal ve kültürel yaşamına en iyi şekilde sunulması için çalışmalarımız devam ediyor. Okul bölgesi olmasından dolayı burası gençlerin daha ağırlıklı kullanacağı kültürel bir mekan olabilir" dedi.

 

Aynı bölgede bulunan Osmangazi Belediye Başkanlığı döneminde Karabaş-i Veli Kültür Merkezi'ni aslına uygun restore ettiklerini hatırlatan Başkan Altepe, "Bursa'nın ruhunun hissedildiği tarihi binaların bulunduğu bu bölgeyi eski ihtişamına kavuşturmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bursamızın kalbindeki bu yapıları yeniden ayağa kaldıracağız. Her sokağına kitap yazılacak Bursamızın eski ve tarihi mahallelerin nitelikli bölgeler haline gelmesi bizim en başlı hedeflerimiz arasında yer alıyor" diye konuştu.

Bursa Olay, 12.05.2009

İSVEÇ'İN EN BÜYÜK GÖLÜNDE BİR VİKİNG GEMİSİ

 

  

 

İsveç sahil korumaya ait 50 dalgıç tarafından geçen hafta ülkenin en büyük gölünün dibinde tesadüfen bulunan 20 m uzunluğundaki Viking gemisi İsveç’te sualtında bulunan ilk Viking batığı olma özelliğine de sahip. Vänern Müzesi’nden sualtı arkeologu Roland Peterson’un açıkladığına göre, şimdiye dek İsveç’te bulunan tüm Viking tekneleri, soylu mezarı olarak kullanılmış şekilde karada bulunmuştu. 

 

Gölün dibinde, yüzeyde görülen yegane kalıntı kaburga tahtalarından birisi. Teknenin geri kalan kısmı tümü ile 1 m kalınlıkta bir dip tortusunun altında. Bir tahta örneği ile, batık yakınında bulunan bir mızrak ucu ve kılıçla ilgili laboratuar araştırmalarına başlandı. 

 

Peterson “Bir ay kadar sürmesi beklenen laboratuar araştırmalarının sonuçları gelmeden bir şey söylemek mümkün değil ama, kılıç bize oldukça aşina” dedi. 

 

Vänern Müzesi ile İsveç sahil korumanın ortaklaşa yürüttüğü proje Vänern Gölü dibindeki batıkların bulunmasını amaçlıyor. Şimdiye dek 100 m yarıçaplı bir alanda, üçü üst üste olmak üzere altı başka batık daha bulundu. 

www.thelocal.se,  08.05.2009

95 MÜZENİN BİNLERCE ESERİ KAYIP VE TAKLİT

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 95 müze müdürlüğünde yaptığı denetimlerde hoş olmayan manzara ortaya çıkardı. Bin 185 adet eser bulunamadı. Bin 192 eser sahte veya taklit çıktı. Bakanlık, Anadolu'nun eşsiz eserlerinin yer aldığı müzelerde envanterden, koruma kalkanına kadar ince ayrıntıları denetledi. Denetimler, pek çok eserin yerinde olmadığını ortaya koydu. 95 müze müdürlüğünde denetim yapıldığına dikkati çeken Bakanlık yetkilileri şu görüşlere yer verdi: "Müzelerde sergilenen veya depolarda muhafaza edilen 3 milyon esere özel bir hassasiyet gösterilmiş, eserlerin mevcut durumlarının tespitine önem verilmiştir. Şu ana kadar 98 müze müdürlüğünden 95'inde yapılan denetlemeler sonucunda düzenlenen teftiş raporlarında, bin 185 adet eserin bulunamadığı, bin 192 eserin sahte veya taklit olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca müzelik özelliği bulunmadığı halde 20 bin 470 adet güncel objenin de eski eser olarak değerlendirilerek müze envanterine dahil edildiği anlaşılmıştır."

Sabah, Haber: Hülya Karabağlı, 12.05.2009

MÜZECİLERE GÖRE 'EN İYİ MÜZE'NİN ADRESİ SALZBURG

 

Türkiye'de ilk kez Bursa'da gerçekleştirilen ve bu yıl 32'ncisi düzenlenen Avrupa Müze Forumu, Altınceylan Gazella balo salonunda önceki gün yapılan törenle sona erdi. Forumun 'Avrupa Yılın Müzesi Ödülü'nü (EMYA), Avusturya'daki Salzburg Müzesi kazandı. 32 bin Euro değerindeki ödülü Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Salzburg Müzesi yetkililerine takdim etti. Törende ayrıca üç müzeye de özel ödül verildi.

Sabah, 12.05.2009

ÜNLÜ SERAMİKLER İSTANBUL'DA

 

Londra’daki dünyaca ünlü Victoria ve Albert Müzesi’nin ilk çağlardan günümüze uzanan 115 seramik eserini kapsayan "Dünya Seramiğinin Başyapıtları" sergisi, 14 Mayıs’ta Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi’nde sergilenmeye başlayacak.

Dünya seramik sanatının en seçkin yapıtlarının yer aldığı sergide Pablo Picasso’nun 1954’te yaptığı "Sehpasının Başındaki Sanatçı" adlı vazosu da bulunuyor.

14 Mayıs’ta Pera Müzesi’nde açılacak bir başka sergi, "Osmanlı Donanması’nın Seyir Defteri: Gemiler, Efsaneler, Denizciler" sergisi ise Osmanlı’nın denizcilik tarihine ışık tutacak.

Hürriyet, 12.05.2009

KANALİZASYON KAZISINDAN 2 BİN YILLIK ASLAN HEYKELİ ÇIKTI

 

 

Aydın'ın Sultanhisar İlçesinde, kanalizasyon kazısı sırasında yaklaşık 2 bin yıllık antik aslan heykeli bulundu. 500 kilogram ağırlığındaki tarihi eser, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerince incelemeye alındı.

 

Kaymakam Orhan Mardinli, Sultanhisar Beş Eylül Mahallesi Arap Dede Çeşmesi yakınlarında kanalizasyon çalışması yürüten firmanın, toprak yüzeyinin 15 santimetre altında, 2,5 metre uzunluğunda, başı olmayan bir aslan heykelini ortaya çıkardığını söyledi. Kazı yapılan bölgenin Nysa antik kentine yakın olduğunu ifade eden Mardinli, şu bilgiyi verdi: "Aydın'da kayda değer birçok tarihi eser Sultanhisar ve civarında yer alıyor. İl kültür müdürü ve müze yetkililerine, bulunan aslan heykeli hakkında bilgi verdim. Çıkan eserle ilgili araştırma ve inceleme yapılacak. Tarihi eserin bulunduğu alana Belediye Başkanı Ertegün Ünal ile giderek çalışmalar hakkında bilgi aldım. Bölgede geniş güvenlik önlemi alarak çalışmayı genişlettik.

Zaman, Fotoğraf: Haydar Özveren/AA, 12.05.2009

DÜNYANIN EN ESKİ BONCUKLARI TAHMİN EDİLENDEN DAHA DA ESKİYMİŞ





Fas’ın doğusunda bulunan bir mağarada arkeologlar tarafından dünyanın en eski kolye boncukları keşfedilmişti. Taforalt’de, Güvercin Mağarası’nda kırmızılı boyalı ve delik açılmış 47 deniz kabuğu bulunmuştu. Yaklaşık olarak 82.000 yıla tarihlenen tabakada ele geçen kabuklarla ilgili kesin tarihleme için ekip hala laboratuar sonuçlarını beklemekte. Ama bu tarih bile bu 47 boncuğu dünyanın şimdiye dek bilinen en eskileri yapmakta. Bu keşfe kadar bu “yarışın” galibi Güney Afrika’da, Blombos Mağarası’nda bulunan ve güvenli bir şekilde 72.000 yıl öncesine tarihlenen kabuk boncuklardı. Durumu daha da ilginç kılan bir başka yön ise, hem Blombos’da, hem de Fas’ta bulunan kabukların aynı tür, Nassarius olmalarıydı. 

 

Öte yandan, Journal of Quaternary Science Reviews’da yayınlanan yeni bir makaleye göre, Fas’da bulunan boncukların 110.000 yıl öncesine tarihlenebileceği anlaşılmış durumda. Bu makalede kazı ekibinin başkanı, Oxford Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Nick Barton “Bu yeni keşfin, insan ırkının birbirinden bağımsız olarak farklı kültürlerde ve nerede ise 110.000 yıl önce bile sembolik davranışlar içinde olabildiğinin göstergesi olması açısından çok önemli olduğunu” yazmakta.  

 

Nisan 2009’da yapılan kazılarda Taforalt’de bulunan mağaranın üst tabakalarında 12.500 yıl öncesine tarihlenen bir çocuk ve bir yetişkin mezarı da bulundu. Londra Doğa Tarihi Müzesi’nden Dr. Louise Humphrey tarafından yönetilen bu kazılarda bulunan çocuk mezarı, alt tarafı kırmızı aşı boyası ile boyanmış ve mavi taşlarla kapatılmış bir mezarda yatıyordu. 

 

Prof. Barton “Mezarlar ve daha alt tabakalarda bulduğumuz boncuklar göz önüne alındığında bu mağaranın binlerce yıl boyunca farklı gruplar tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır” demekte. 

ScienceDaily, 07.05.2009

ANADOLU'NUN ZAMANSIZ TANRIÇALARI

 

 

Anadolu’nun tarih öncesi dönemlerinde yaşamış insan topluluklarının yaptığı kadın heykelcikler Kocaeli Üniversitesi’nde sergileniyor. Anadolu’nun doğusundan batısına hemen her bölgesinde yapılan kazılarda bulunan kadın heykelleri içinde en çok ilgiyi at üzerindeki amazon çekiyor.

 

“Zamansız Tanrıçalar” sergisi MÖ 10 bin ile MÖ iki binli yıllar arasında Anadolu coğrafyasında yapılan kadın heykelciklerinin gizemlerini sunuyor. Arkeoloji Bölümü’nden Yrd.Doç.Dr. Şengül Aydıngün’ün başkanlığında gerçekleşen ve mayıs ayına kadar sürecek sergide öğrencilerin yaptığı heykelcikler orijinalleri kadar ilgi gördü. Yapıldıkları dönemlerde yazılı belge olmadığı için heykelciklerin halen gizemini koruduğunu söyleyen Aydıngün, “Kadın heykelciklerin, üretim amaçları ve zamanları tam olarak tespit edilemedi. Daha çok ana tanrıça kültü ile özleştirilmiş heykelciklere ‘Zamansız Tanrıçalar’ ismini bu yüzden verdik” dedi.

 

Karadeniz kıyılarında yaşadığı düşünülen amazonlarda, kız çocuklar annelerince büyütülür ve tarım, avcılık, savaşçılık konularında yetiştirilirlerdi. Kız çocuklarının sağ göğüslerine bronz bir metalle operasyon yapılarak, göğüsün büyümesi engellenirken sağ omuz ve kolun gelişmesi sağlanırdı.

Taraf, 11.05.2009

TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ 'BÜYÜK KORUMA ÖDÜLÜ'NÜ BURSA'YA VERDİ





Son dört yıl içinde TKB'den üst üste 4 ödül alan Osmangazi Belediyesi, Koruma Büyük Ödülü'nü almaya hak kazandı. 26 kent-ten 43 projenin katıldığı yarışmada, tarihi-kentsel-arkeolojik-doğal değerlere ilişkin koruma bilincini yaygınlaştıran ve koruma çalışmalarına nitelik kazandıran projeler ödüle layık görüldü. Ödüller, 22-24 Mayıs 2009 tarihlerinde verilecek.

 

Tarihi Kentler Birliği'nin (TKB), geleneksel olarak düzenlediği 'proje' ve 'uygulama' yarışmasında Bursa merkez Osmangazi Belediyesi, Seyyid Usul Tekkesi ve Ördekli Hamamı restorasyonları ile '2008 Süreklilik Ödülü'nü kazandı.

 

26 kentten 43 projenin katıldığı yarışmada, tarihi-kentsel-arkeolojik-doğal değerlere ilişkin koruma bilincini yaygınlaştıran ve koruma çalışmalarına nitelik kazandıran çok sayıda proje ödüle layık bulundu. Jüri olarak görev yapan Tarihi Kentler Birliği (TKB) Danışma Kurulu, uzun süren inceleme, değerlendirme ve raporlama çalışmalarının ardından, Koruma Ödülü alacak belediyeleri belirledi. Ödüller, 22-24 Mayıs 2009 tarihlerinde gerçekleştirilecek Tarihi Kentler Birliği Beşiktaş Buluşması'nda sahiplerini bulacak.

 

Konuyla ilgili değerlendirme yapan Osmangazi Belediyesi Mustafa Dündar, tarihi kimliği olan Avrupa kentlerinde ya eski kentin yanında yeni-modern bir kent kurulduğunu, böylece eski kentin tahrip edilmediğini söyledi. Avrupa'da eski kentin çok sıkı kurallarla korunarak bugünlere ulaştırıldığını hatırlatan Başkan Dündar şöyle konuştu: "Bursa maalesef bu şansını 1960'lı yıllarda kaybetti. Kentin gelişimi eski kent üzerinde gerçekleştiği için tarih tahrip oldu. Bugün artık, apartman blokları veya işhanları arasında sıkışmış kalmış anıtsal yapılarla karşı karşıyayız. Tarihi değerlerimizin en yoğun olduğu çarşı bölgesinde bile birkaç yıl öncesine kadar sağlıklaştırma yapılamadı. Bunun yanı sıra, 2000'li yıllarda başlayan 'koruma' sürecini de sevindirici buluyorum." dedi.

 

TKB'nin 2008 Koruma Ödülleri, Osmangazi'nin yanı sıra, Türkiye'nin önde gelen tarihi kent belediyelerine gitti. "Proje" kategorisinde Ankara Altındağ, İzmir Konak, Adana Kozan, Tokat ve Eskişehir Odunpazarı belediyeleri ödüle değer bulundu. Yarışmada, "Uygulama" kategorisinde ise şu kentler ödül alacak: "Antalya Büyükşehir Belediyesi (Tarihi Kültürel Merkez), Çanakkale Belediyesi (Çanakkale Belediyesi Kent Müzesi ve Arşivi), Kuşadası Belediyesi (Kaleiçi Mevkii ve Barbaros Hayrettin Paşa Bulvarı Sokak Sağlıklaştırma), Konya Selçuklu Belediyesi (Zazadin Han Restorasyon Uygulaması) ve İzmir Ödemiş Belediyesi (İbrahim Hakkı Ayvaz Kent Müzesi ve Bedia Akartürk Sanat Müzesi ile Yıldız Oteli ve Keçecizade Hanı)."

Zaman, Haber: Adem Elitok, 11.05.2009

"MÜZE PROJESİ İZMİR'İN KADERİNİ DEĞİŞTİRİR"

 

Milliyet Ege'nin yeni yazarlarından, ekonomist Dr. Ali Nail Kubalı ile İzmir Sanat'ın bahçesinde sürdürdüğümüz sohbetin konusu; kente kazandırılacak dev arkeoloji müzesi. Aslında Kubalı, bu güne kadar bulduğu her fırsatta konuyu dile getirmişti. 30 Ocak 2006 günü yayımlanan Milliyet EGE'nin, "EXPO için ilk öneri" başlıklı manşeti de onun bu önerisi üzerine kurulmuştu. EXPO 2015 İzmir için Dr. Ali Nail Kubalı, arkeolojik zenginliğin değerlendirilmesi önerisinde bulunmuştu. 8 bin yıllık arkeolojik zenginliğin değerlendirilmesini isteyerek, "Dünyanın bir numaralı arkeoloji müzesi" projesinin bu iş için biçilmiş kaftan olacağını söylemiş şöyle devam etmişti: "Bu projeyi müzenin mimarisi çekim merkezi haline getirecek. Çağın Michelangelo'su sayılan bir mimar hazırlayacak. Ege'ye özel mimariyle yapılacak. Taklit edilemeyecek. Sadece Türkiye'de değil, dünya sanat ve mimari çevrelerinde de çok konuşulacak. İzmir Dünya Medeniyetleri Tarih ve Arkeoloji Müzesi kentin sembolü de olacak. Tabii bunun bir maliyeti var. ABD'nin St. Louis halkı, Missisippi Nehri'nin kıyısına tamamı paslanmaz çelikten dünyanın en yüksek abidesini dikti. İspanya'nın Bilbao kenti de mimari harikası Guggenheim Müzesi'ni yaptı. Her iki şehir de bu sayede dünyanın ilgi odağı oldu, her yıl ortalama 1.5 milyon turist çekmeyi başardı." İzmir EXPO 2015'i düzenleyecek kent olamadı ama Kubalı, hala projenin peşinde.
 

Kubalı, bugünlerde yine gündemde olan; İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan kabul gören müze projesi gerçeğe dönüştüğünde İzmir'in kaderinin nasıl değişeceğini anlattı.

 

İzmir'e dev bir arkeoloji müzesi kazandırma düşüncesini ilk siz ortaya attınız. Ve bugünlerde yine gündemde. Bu düşünce nasıl doğdu?
- Fikrin temelinde İzmir'e dünyada bir numara olmayı hedefleyen bir arkeoloji ve tarih müzesinin açılması var. Bunun arkasında da ekonomi biliminin bilimsel bir gerçeği bulunuyor. İzmir'de senelerdir hep konuşulur İzmir'in küçüldüğü, şirketlerin eğitimli insanların başka şehirlere gittiği... Ama kimse bunun teorik temelini ortaya koymaz. Ben "İzmir niye küçülüyor? dedim. Farklılıkları ortadan kaldırmak, dengesizlikleri dengeye getirir. Bu fark belli bir oranı aşarsa büyüyen kent lehine olumlu bir durum oluşur. Kısır döngünün tam aksi... Olumlu denge olursa, kent büyür. Metropol olur. Yanındakiler megapol, uzağındakiler kaynak kent olur. Fabrikalar gelişir, iş gücü akıtır, yatırımlar artar... Bu etkileşimdir. Talep olduğu için arz da gelişir. Arz talep dengesiyle o bölge büyür. Küçük bölgelere bunun yansımamasının imkanı yok. O da o bölgeye kaynak vermeye başlar. İzmir böyle bir konumdaydı. Bu konumdaki bir kent için bu bir kader midir? Buna bakmıştım.


İzmir'in kaderini de böyle bir projenin değiştireceğini söylüyorsunuz. İzmir'in dev arkeoloji müzesini nasıl düşünüyorsunuz?
- İzmir "kongreler kenti" olsun deniyor. Dünyanın her yerinde kongreler yapılıyor. Ancak o kongrelerin yapılacağı kentlerde ilginç şeyler aranıyor. Güzel Sanatlar Fakültesi'nin dekanının da olduğu bir toplantıda, "Son 50 yılda İzmir'de yapılmış bir sanat eseri gösterebilir misiniz?" dedim. Düşündüler, düşündüler ve "Yok" dediler. Tabii gelmezler bize... İzmir bir çok medeniyetin merkezi olmuş bir kent. Ancak bu medeniyetlerin nadir eserlerini biraraya getirebilecek bir bina yok. Bu eserleri, dünya çapında bir mimarın yaptığı binada biraraya getirebilirsek eğer, tüm dünyanın tanıdığı bir kent olur. O zaman Türkiye Avrupa'nın bir parçasıdır da diyebiliriz. İzmir ekonomik olarak kaderini böyle değiştirebilir.


Böyle bir müze ne kadara mal olur?
- Çok pahalı bir proje. Bu projenin büyük bölümünü devlet karşılamalı. Müzeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı. 250 milyon dolara mal olur. Çok gibi görünüyor ama aslında kongre ve turizm merkezi yapmak için gerekli olan projeye gereken para, bunun çok üzerinde. Planlaması ve inşaatıyla 5 yıllık bir proje. Her yıla 50 milyon dolar düşüyor. Bu fikri ortaya attığımda "Devlet yarısını bulsun diğer yarısını ben bulmayı garanti ediyorum" dedim. Avrupa Birliği de destek olur.






İlk ne zaman gündeme getirdiniz?
- Ahmet Piriştina'nın ikinci defa aday olup kazandığı seçimlerde, CHP İzmir İl Başkanı Alaattin Yüksel ile birlikte gönüllüler projeleri için biraraya geldik. Herkesin konusu ayrıydı. Biz kent ekonomisi ile ilgileniyorduk. Bu hazırlıklar yapılırken, bizim raporun içine kendi fikrim olarak bu müzeyi de koydum. O gün bugündür elime geçen her fırsatta da bunu söylüyorum. Bir grubumuz vardı 2 dönemdir toplantılarını yürüttüğümüz. Bu grup da benimsedi ve valilere, belediye başkanlarına bir sunum yaptık. Sonuçta bu fikri orada da herkes benimsedi. Yaklaşık bir buçuk sene önce de tesadüfen bir toplantıda, bir il genel meclisi üyesi izlemiş ve gündeme getirdi. İl Genel Meclisi'nde kabul gördü. Ancak kaynakları yoktu. Şimdi tam ne oldu ne bitti bilmiyorum. Ancak Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın benimsediğini söylediğini duydum. İzmir'de bir mega müze yapılacağını söyledi. Yapılacak gibi görünüyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken; büyük bir etki yaratacak müze olması... Eğer böyle bir etkisi olursa anlamlı olur. Radikal bir mimar ve radikal bir proje olmalı. Dünya çapında bir küratör tayin edilebilir. Bunun bir mütevelli heyeti olur. O heyete sadece bakanlar, belediye başkanı değil; Türkiye'de yapılan yaklaşık 100 kazının başkanları var, onlardan da dahil olanlar olur. Bir de hep "radikal uluslararası mimar" diyorum. Bizim de çok değerli mimarlarımız var ancak burada mimarın ne kadar mükemmel olacağı değil, eseri ne kadar duyuracağımız önemli. Amerika'daki projeyi de Bilbao'dakini de oranın mimarları yapmadı. Böyle bir anlayışta olmamız lazım. Bu kadar sık, birbirine yakın tarih ve bir çok medeniyetin bıraktığı eser kimsede yok. Bunları eğer böyle bir yapıyla duyurabilirsek çok büyük turist çeker. Duran motoru çalıştırmak için de fedakarlık yapmamız lazım.


Yurtdışında etkilendiğiniz bir kent modeliyle ilgili hikayesi de varmış sanırım...
- Bir burs kazanıp Amerika'ya gitmiştim. Gittiğim yer, Chicago'nun 4 - 5 saat güneyinde, St. Louis kentiydi. İstanbul - İzmir gibi bir gelişimi vardı. İzmir'de duyduğunuz yerinde sayma, küçülmeyle ilgili her şeyi orada da duyabilirdiniz. Sonra bir gün kentin akil adamları; rektörler, ticaret odası, belediye başkanı gibi, bir araya geldiler. Finlandiyalı dünyanın bir numaralı mimarı ve şehir planlamacısı Eero Sacrines'e gittiler. "Ne yapabiliriz?" diye sordular. Tavsiyesi şu oldu: "Yerleştirmesi zor ama olağanüstü bir abideyi buraya yapalım, altında bir yeraltı müzesi olsun Tarih ve arkeoloji müzesi olsun bu... Geçiş kenti olan bu kenti sembolize eden bir abide olsun." Sonra paslanmaz çelikten, geçiti sembolize eden dev abide yapılmaya başlandı. Daha inşaat aşamasındayken St. Louis'de müthiş bir şey oldu akın akın turistler gelmeye başladı. Ondan sonra da kent müthiş bir gelişme gösterdi. Hilton, Sheraton gibi oteller yatırım yaptı. Ben de orada öğrenciyken, tesadüfen, bu projeyi yönlendiren kurumda part-time çalışıyordum. O zaman "İzmir'de de olsa" diye düşünmüştüm. Bundan 8 - 10 sene önce de benzeri bir olay İspanya'nın Bask Bölgesi'nde Bilbao kentinde yapıldı. O tarihe kadar kimse tarafından bilinmeyen, küçülmekte olan kent, Eta terörünün de merkeziydi. Sanayi taşınıyordu. Burada da kentin akil insanları "Neler yapabiliriz?" dedi. Dünyanın bir numaralı mimar ve şehir planlamacısı Kanadalı Frank Gehry'e gitti. Ona danıştı. O da, kentin çökmekte olan bu bölgesine "Dünya çapında bir sanat müzesi yapalım" dedi. İçine de dünyanın en geniş koleksiyonlarından birine sahip Guggenheim ailesinin koleksiyonunu koyalım dedi. Aile de razı oldu. Ve Bilbao kentinde Gehry, bu müzeyi yapmaya başladı. Tamamen titanyum kaplı ve ultra modern bir bina yaptı. Daha inşaatı devam ederken bile tıpkı St. Louis'deki geçit anıtı gibi yılda 1 buçuk milyon turist geldi. Bilbao gelişti. Dünyadaki büyük kuruluşların kongreler yaptığı, ilgi çeken bir yer haline geldi.

İzmir'i sembolize edecek.


Ne zaman nereye yapılacağı konusunda her hangi bir gelişme var mı?
- İlk düşünce İnciraltı'ydı. Orada geniş bir alan var. Fakat sonra grupta bunu tartıştık. Ortaya güzel fikirler atıldı. Kadifekale altından, Agora Tiyatrosu ve oradan da aşağı indiğinizde Konak Meydanı karşınıza çıkıyor. Eğer Konak'a yapılırsa meydan o binalardan kurutulabilir. Varyant'tan aşağıya bir bağlantı da entegre edilebilir. Güzel bir yürüyüş yoluyla bağlanabilir. Saat Kulesi'nin tarihi değerini takdir ediyorum ama İzmir'i yeteri kadar sembolize edemiyor. İzmir'i sembolize edecek böyle bir yapı yapılırsa o zamn İzmir dünya haritasına girer. Dolayısıyla Türkiye de girer. Bu işle ilgili kendime bir rol beklemiyorum. Sadece İzmir için yararlı olduğuna inanıyorum. Kentte artık bu işi sahiplenen kişiler, kurumlar var. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu Stratejik Plan'a aldı. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da dile getirdi. İzmir basını takip ediyor. Şimdi tek korktuğum yanlış bir şey yapılmasın. Çünkü bu gerçek olduğunda en az yılda bir buçuk milyon turist gelecek. 10 senede şehrin kaderi değişecek. Bu olursa sizin kuşağınız daha güzel bir İzmir'de yaşayacak.

Milliyet, Haber: Banu Şen, 11.05.2009

"FİTİLİ ATEŞLEDİK, 2010'DA AKM YENİ HALİYLE HAZIR"

 

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, “2010’un ikinci çeyreğinde Atatürk Kültür Merkezi, yenilenmiş haliyle hayata geçirilecek” dedi. Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Yenileme Projesi ile ilgili olarak konuşan 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç, "Bu ay içinde ihale anonsu ve davet yapılacak. Haziran başında zarfları açabilecek hale geleceğiz" dedi.

Nuri Çolakoğlu'nun istifasının ardından 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı olan ve yeni ekibiyle yola çıkan Avdagiç, projenin iyi durumda olduğunu belirterek, "2010'un 2'nci çeyreğinde AKM, yenilenmiş hali ve üst vasıftaki teknik imkanlarıyla hayata geçirilecek" dedi. "Fitili ateşledik, 2010'da birtakım aşamaları realize edeceğiz" diyen Avgadiç, "Bu uzun soluklu bir koşunun büyüteç altına alınmış bir bölümü. Biz bu bölümde daha fazla iş yapmaya çalışıyoruz" şeklinde konuştu.

Projenin maliyeti konusunda bilgi veremeyeceğini belirten Avdagiç, çok ciddi bir rakamla projenin yapılacağını ve maksimum 1 yıl içinde çalışmaların biteceğini söyledi. AKM'nin restorasyon projelerini hazırlayan mimar Murat Tabanlıoğlu'na teşekkür eden Avdagiç, "Sayın Tabanlıoğlu, babasının eserine sahip çıktı" dedi. 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi'nin uzun soluklu bir projenin fazı olduğunu belirten 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkan Şekib Avdagiç, "Bizim görevimiz, şehrin sanat ve kültür algısını daha üst seviyelere çekmek ve bunun uzun vadede sürekli olmasını sağlamak için çalışmalar yapmak. Bu proje sayesinde, kültür sanat konusunda duyarlılık katsayısında bir artış olacağını düşünüyoruz" diye konuştu.

Sabah, 11.05.2009

PICASSO İLE CEZANNE PROVANCE'DA BULUŞUYOR

 

Bu yılın en iddialı sergilerinden biri Fransa’nın güneyindeki Aix-en-Provence kentinde 25 Mayıs’ta açılıyor.

 

Picasso ile Cezanne arasındaki etkileşimi inceleyen sergi için iki ressamın Fransa, İngiltere ve Amerika’daki koleksiyonlarda bulunan 100 eseri şehre getirildi. Musée Granet’teki sergi 27 Eylül’e kadar açık kalacak. Giriş 10 Euro.  (www.museegranet-aixenprovence.fr

Hürriyet Seyahat, 11.05.2009

HATTUŞAŞ'DAKİ HEYKELLERİ ÜRETEN KARAKIZ KORUMAYA ALINDI

 

Yozgat’ın Sorgun İlçesi'ne bağlı Karakız Beldesi’ndeki Hitit dönemine ait heykel atölyesinin bulunduğu bölge sit alanı ilan edildi.

 

Sanata önem veren Hititler, Karakız’daki atölyelerde yapılan heykelleri Çorum Hattuşaş’a götürüyordu. Bölgedeki taş ocaklarının heykel yapımına uygun olması nedeniyle birçok önemli heykel burada yapılmıştı. Bazı heykeller Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergileniyor. Beldede bugün de MÖ 2’nci bin yılın sonlarına ait tamamlanmamış aslan heykellerine rastlanıyor.

 

Yozgat Valisi Amir Çiçek, bakanlıktan onay alınınca kurtarma kazılarının başlayacağını söyledi.

Hürriyet Seyahat, 11.05.2009

İSRAİL'DE 'ANTİK BİR METİN'

 

  

 

İsrailli yetkililer, geçen hafta içinde 2000 yıllık olduğu tahmin edilen, eski İbranice ile yazılmış, 15x 15 cm ölçülerinde ve üzerinde 15 satır yazı bulunan bir papirüsü müsadere ettiklerini bildirdiler. İki Filistinli satıcıdan, Kudüs’te bir otele yapılan baskınla müsadere edilen bu belge, bir dulun, ölmüş eşinden kalan malları eşinin kardeşine devretmesi ile ilgili kanuni bir yazı. İsrailli yetkililerin “Benzeri çok az bulunan arkeolojik bir eser” olarak niteledikleri ve Ölü Deniz Yazmaları ile aynı döneme, aynı yazıya sahip bu papirüsün benzerleri piyasada çok yüksek bedellerle satılabiliyor.

 

Ölü Deniz yakınlarındaki çölde yaşayan eski Yahudi toplulukları tarafından yazıldığı tahmin edilen bu ve benzeri metinler çölün kuru iklimi dolayısıyla uzun süreler sağlam kalabiliyorlar. Öte yandan bu metnin nereden bulunduğu bilinmemekte. Yazı, hiç alışık olunmadık bir biçimde, kesin bir tarih vererek başlıyor. “İsrail’in yok edilişinin 4. yılında”. Bu, ikinci tapınağın yok edildiği MS 74 veya, Yahudi ayaklanmasının Roma tarafından bastırıldığı MS 139 yılını kastediyor olabilir. 

 

Miriam isminde bir dul kadının mülkü ile ilgili olan belge, orijinalliğinin incelenmesi için laboratuar incelemesine tabi tutulacak. 

BBC News, 06.05.2009



HARRAN'DA 'SEÇİM KATLİAMI'

 

 

“Son aylarda Harran’ın konik kubbeli evleri yıkılarak 100’den fazla kaçak inşaat yapıldığı ve tarihin hızla betonlaştığı saptanmıştır. Görevlilerin bir tekine bile müdahale etmemesiyle suçlular cesaretlenmiştir; dünya mirası yok edilmektedir...”

Bu “uyarı”yı 29 Mart yerel seçimlerine 2 ay kala Şanlıurfa’daki “Sivil Girişim” yapmıştı. Kültür ve Turizm Bakanı’ndan valiliğe, kaymakamlığa ve “savcı”lığa kadar tüm “sorumlu”lulara iletilen “acil müdahale” taleplerini şöyle noktalamışlardı: “Yasalar uygulanmazsa, Moğolların bile yapmadıkları bu büyük yağma ve tahribata göz yumanları tarih asla affetmeyecektir.”

Ne var ki “çıkarcı siyaset” kültüre yine baskın çıktı... Adı 4 bin yıldır değişmeyen uygarlıklar beşiği Harran’ın AKP’li eski Belediye Başkanı ve aynı partiden “aday” olan İbrahim Özyavuz, SİT alanındaki kaçak yıkımlara ve inşaatlara adeta “özgürlük” tanıdı. Bunu engelleyebilecek tüm kurumlar da “seçilme şansını azaltmamak” için olacak, tarih katliamına sessiz ve umarsız kaldılar... Başkanın rakibi ve “akrabası” MHP adayı Mehmet Özyavuz da bu kültür cinayetlerine sessiz kalınca, yerel seçim yarışı “uygarlık soykırımı”na dönüştü... Şimdi Harran’da “milliyetçi” görüşün temsilcisi Mehmet Özyavuz belediye başkanı ama “milli kültür”ümüzün eşsiz sivil mimari zenginliği oy uğruna yerle bir olmuş durumda. Üç dönem belediye başkanlığı yaptıktan sonra, kültürel mirasın yağmasına ve tahribatına göz yumduğu halde seçim kaybeden İbrahim Özyavuz ise tarihe kim bilir hangi sıfatla geçiyor.
Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 10.05.2009

SEYAHATE SANAT EKLENDİ





Türkiye’den yurtdışına düzenlenen turlarda müze ziyaretlerine sıkıştırılan sanat teması artık başlı başına bir tur konusu. Batı ülkelerinde uzun yıllardır uygulanan sanat turları Türkiye’deki seyahat acentelerince de uygulanmaya başlandı.
 

Seyahat ile sanatı birleştiren özel turlar, Türk sanatseverleri dünyanın önemli sanat fuarlarına, sanat etkinliklerine götürecek. Dünyanın önemli müzelerini uzmanlar eşliğinde gezdirecek. VİP Turizm’e bağlı olarak “Art Travel”i kuran Yasemin Pirinçcioğlu, bu turların sadece koleksiyoncular veya sanatseverler için değil, sanatla ilgilenmeye başlayanlara da hitap ettiğini söylüyor. “Bu turların programları dünyanın önemli galerileri, küratörleriyle işbirliği içinde hazırlanıyor. Dünyanın en önemli sanat kurumlarının, kişilerinin buluştuğu fuarlara, sanat tarihçileri eşliğinde özel müzelere geziler düzenleniyor. Oyunlar, konserler de tur temaları arasında.”
Turların fiyatları 890 ila 1850 Euro arasında değişiyor.

 

2009’UN GÖZDE SANAT TURLARI

Art Basel: 09-12 Haziran arasında İsviçre’nin Basel kentinde düzenlenecek fuara, 300’ü aşkın galeri, iki binden fazla sanatçı, 60 bin eserle katılıyor.


Venedik Bienali: 12-15 Haziran arasında İtalya’da. Görsel sanatlar, mimarlık, dans, müzik, tiyatro ve sinema gibi farklı disiplinleri bir araya getiriyor. Giardini’deki parkta 30 ulusal pavyon kuruluyor. Türkiye’yi Başak Şenova’nın küratörlüğünü üstlendiği “Lapses” projesi temsil edecek.


Contemporary Art Fair: 10-13 Eylül’de Çin’in Şanghay şehrinde. 29 ülkeden 140 galeri eserlerini sergilenecek. Her yıl ortalama 25 bin kişi geziyor.


Frieze Art Fair: 15-18 Ekim’de Londra’daki Regent’s Park’ta. 150’ye yakın modern sanat galerisi, resim, heykel, fotoğraf  sergileyecek. Ziyaretçiler forumlara, sanat tartışmalarına katılabilecek.


Art Basel Miami Beach: 03-06 Aralık’ta Amerika’nın Miami kentinde. Tarasım ağırlıklı fuarda galeriler mobilya, dekoratif eserler sergiliyor. Dünyanın dört bir yanından koleksiyonerler şehre geliyor. Türkiye’den de ünlü tasarımcılar ve galeriler katılıyor

Hürriyet Seyahat, Haber: Cahit Akyol, 11.05.2009

TARİHİN ALTINA YOLCULUK





Asya ile Avrupa’yı denizin altından birleştirecek Marmaray ile Sirkeci İstasyonu’ndan Yenikapı’ya hareket edecek trenler, 3 bin 300 metre uzunluğundaki hattı, 3.5 dakikada geçecek.

Bazı tarihi yapıların da altından geçilecek yolculuk yerin 60-83 metre arasında değişen derinliklerinde yapılacak. Avrupa Yakası’nda Yenikapı’da başlayan tünelin üzerinde Hocapaşa Camii, Ebussuud Caddesi, Mercan Camii, İstanbul Erkek Lisesi, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Beyazıt tramvay hattı, Laleli, Aksaray’daki Rus Pazarı da bulunuyor. Tünel, Kapalıçarşı’nın ise 150 metre yanından geçiyor.

Demiryolları Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü (DLH) Marmaray Bölge Müdürü Dr. Mühendis Haluk Özmen, Koruma Kurulu kararlarına uygun çalıştıklarını belirterek, şu bilgileri verdi: "Bize verilen bilgilere göre yaşayan medeniyetlerin bıraktığı izler, 14-15 metre kalınlığındaki kültür tabakası içinde. Onun altında ana kaya, yani jeolojik olarak el değmemiş bir katman var. Arkeolojik olarak sıkıntı olmaması ve binaların zarar görmemesi için derinden gidiyoruz."

Marmaray Projesi’nin banliyö hatlarının yapımını da içine alan tüm çalışmalarının 2009’da tamamlanması bekleniyordu. Ancak arkeolojik kazılar nedeniyle çalışmalar uzadı. Marmaray’ın tamamlanmasında yeni tarih 2013 oldu.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2004 Mayıs’ında temelini attığı Marmaray’a 3 milyar dolar harcanacak. Bunun 860 milyon dolarını tüp geçiş sistemi oluşturuyor. Şu ana kadar 500 milyon dolar harcanan tüp geçiş sisteminde, tünel Sarayburnu’nda deniz altından karaya kadar geldi. Kara çıkışının açılması için Sirkeci İstasyonu’ndan TBM’lerle tünel kazılması bekleniyor. Ayrılıkçeşme’den Üsküdar Meydanı’na gelecek tünel, Ticaret Lisesi yanındaki makas tünele ulaştı. Haziran’a kadar tünelin Üsküdar İstasyonu’na, Ocak 2010’da ise tüp tünelin başlangıç noktası olan Kız Kulesi altındaki 11 numaralı tüpe ulaşması bekleniyor. Deniz altındaki tüp tünellerin bağlantıları da yapıldı. Ek birleşim yerleri betonlandı. Sırada, güvenliği de sağlayacak servis yollarının yapılması var.

DLH Marmaray Bölge Müdürü Dr. Mühendis Haluk Özmen’in verdiği bilgilere göre, Sirkeci İstasyonu’na dönüştürülecek Hocapaşa Vergi Dairesi’nin yanındaki Batı Havalandırma Şaftı’nda şimdiden 50 metre derinliğe inildi. Gidiş-gelişli, trenlerin geçeceği pilot tünellerin yapımında ise çalışmalar halen geceli gündüzlü sürüyor. Türk-Japon mühendis ve işçilerin dört yıldır sürdürdüğü çalışma kapsamında, Sirkeci İstasyonu’nun havalandırmasını sağlayacak Batı Şaftı ile kaçış şaftında da sürdürülen arkeolojik kazılar tamamlandı. Ancak istasyonun, Sirkeci Garı arkasında kalan kuzey girişi ile Doğu Şaftı’nda ise arkeolojik kazılar sürüyor.

Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 11.05.2009

DEFİNE ARARKEN CANINDAN OLDU

 

Kahramanmaraş'ın Elbistan İlçesi'ne bağlı Karahasanuşağı Köyü'nde define arama çalışmaları sırasında patlayıcı maddenin infilak etmesi sonucu 1 kişi öldü, 1 kişi yaralandı.

 

Alınan bilgiye göre, Şükrü Ş (28), Salih Ö. (20), Murat Ö. (21), Erkan Y. (24), Mehmet Ali Ç. (20) ve Celalettin Ş. (22), Karahasanuşağı Köyü Söğütlü Çayı civarındaki kayalık bölgede define aramaya başladı.

 

Şahıslardan Şükrü Ş., kayayı patlatmak için gübre ve kükürt karışımı el yapımı bir patlayıcı hazırladı. Şükrü Ş.'nin kayaya yerleştirmeye çalıştığı patlayıcı aniden infilak etti. Patlama sırasında Şükrü Ş. hayatını kaybederken, Salih Ö. ise sağ kolundan hafif şekilde yaralandı.

Olaydan sonra gözaltına alınan 5 kişi, jandarmadaki sorgulamalarının ardından adliyeye sevk edildi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 11.05.2009

NEO-NEO OSMANLICI HAREKETİN SINIRLARI

 

İstanbul’un Tarihi Yarımada’yı çevreleyen kara surlarının hemen bitişiğinde, kentin merkezinde 354 dönüm alan üzerinde inşa edilen ‘Osmanlı Parkı’ hiç şüphesiz kentte Cumhuriyet döneminde yapılmış ikinci büyük kültür yatırımı. Birincisinin Atatürk döneminde başlatılan ve içinde ‘asri’ kamusal kültürün gereklerini yerine getiren ‘2. Numaralı Park’ (Topkapı Sarayı’nın bahçesi, Gülhane Parkı ‘1 Numara’ diye adlandırıldığı için mecburen ikinci olmuş) olduğu ve 1940’lara doğru biçimlendiği düşünülürse, bu proje de aynı özellikte ve aynı kapsamda ikinci kentsel düzenlemeyi oluşturuyor. Bu birinci düzenleme kentin 19. yüzyıldan kalma modern (Batılı) kozmopolit çekirdeğinin bitişiğinde operası, tiyatroları, çok amaçlı salonları, stadyumu, gezinti alanları ile cumhuriyetin kamusal (milli) kültür programını ortaya koymayı hedefledi. ‘Osmanlı Parkı’ da içinde camileri, Osmanlı Evleri, Fetih Müzesi, geleneksel sanatlar çarşısı, otoparkları ile, kentin “Osmanlıdan kalma” olduğu düşünülen tarihsel merkezinin dışında aynı işi yapmayı hedefliyor. Harcanan para da gelişmiş ülkelerdeki büyük kamu kültür yatırımları, örneğin Paris’teki bir Pompidou Kültür Merkezi ile yarışacak boyutta. Proje biraz uzun sürmüş. Temelleri Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı döneminde atılmış. Taksim’e cami yapma, AKM’yi yıkma girişimleri ile Refah Partisi de “milli” bir kamusal program gerçekleştirmeye soyunuyor, cumhuriyetin milli kültür politikasını yeniden biçimlendirmeye çalışıyor. Bu bakımdan, bu iki cumhuriyet programının amaçları açısından büyük bir benzerlik var. Fark ise elbette, içeriklerinde. Ama çok önemli bir fark daha var.


Milli kültür programının bir uzantısı olan cumhuriyetin 19. yüzyıl kapitalizminin dönüştürdüğü batılı, kozmopolit Pera ile bir hesaplaşması vardı. Bu yüzden onun kıyısında, kentin kozmopolit çekirdeğinin, Pera’nın kıyısında, Taksim ile Şişli arasında gerçekleşti. Epey bir gecikme ile açılışını Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı ‘Osmanlı Parkı’nın ise artık aynı programla örtüşmek, onu dönüştürmeye çalışmak gibi bir kaygısı (ve kavgası) yok. Asıl fark şurada: Taksim’e cami yapmaya, AKM’yi yıkmaya kalkıp ortalığı karıştırmak yerine, bu yeni milli kültür programını hak ettiği yere, 1953’te kurulan Fetih Cemiyeti’nin önerdiği yere yapmak. Nitekim nasıl olsa Tarihi Yarımada’da Osmanlı Mahallesi yapılmak üzere yıkılan bölgelerde yaşayan insanların sesi AKM’deki kadrolu bürokratlarınınki kadar güçlü çıkmıyor. Yeni kamusallık biçimi açığa çıkarmayı, tartışma yaratmayı değil, paylaşmayı hedefliyor. 28 Şubat sürecinden çıkarılan derslerden biri de bu olmalı. Böylece milli kültür programı da çoğulculaşıyor. Zaten biraz ‘Pera’ falan gibi yerlerde belediye başkanı seçilen AKP’liler, sanki biraz milli kurtuluş törenlerinde halktan dayak yiyen temsili düşman belediye görevlilerine benziyor. 28 Şubat’tan sonra onların rolü de bar açılışlarına gitmek, içki ruhsatlarının alınmasını kolaylaştırmak, localarla, derneklerle sivil toplum katılımının ne kadar önemli olduğunu göstermek. “Birlikte yaşamak” işte buna deniyor.


Neo-Neo-Osmanlı’nın zafiyeti
Yalnız ortada şöyle de bir sorun var. Bilindiği gibi Osmanlı modernleşmesi içinde bütün cemaatler kültürel alanda devletler gibi milli programlar oluşturdular. Edebiyatta, eğitimde, sanatta, mimarlıkta, hatta dinde kültür bir geçmiş inşası için kullanıldı. Genellikle Osmanlı çokkültürlülüğü olarak anılan durum, belli kültür grupları içinde, kendi kendisini resmeden benzerlikler, tekrarlar arasında değil, modernleşme ile bu benzerliklerden oluşturulan, seçilen repertuarlarda yer alan prototiplerle tanımlandı. Örneğin ‘Mehter Takımı’ zannedildiği gibi Yeniçeri Ocağı kaldırılırken “nasıl olsa bunlar müzikle uğraşıyorlar bir etkileri yok” diyerek bir kenarda unutulmuş bir kurumun kalıntısı değil. 20. yüzyıl başında icat edilen modern bir tasarım. (Bu “geleneksel” denilen şeyin basbayağı modern olduğunu söylemeye gerek var mı?) Bu prototipler içinde hiç şüphesiz dinin kurumsallaşma biçimi de var. 20. yüzyıl başında, II. Meşrutiyet’in sonrasında oluşan Neo-Osmanlı hareketi oryantalist bir hareketti. Modernleşme ile kamusal alanda gerçekleştirilen yeni mimari yapılar, okullar, hastaneler, trafolar, iskeleler, köprüler, askeri binalar, karakollar, idari yapılar, hatta Düyun-u Umumiye binası bile bu tarzda yapıldı. Yeni cumhuriyet rejiminin tasfiye etmeye çalıştığı bu tarza sonradan “Birinci Milli” adı verildi. Bu tarzın belki de en tipik ve en gecikmiş örneklerinden biri, İstanbul’un ‘azınlık’ esnafından toplanan bağışlarla 1930’lara doğru inşa edilen Taksim Cumhuriyet Anıtı. İtalyan heykeltıraş Canonica ile mimar Mongeri tarafından tasarlanan ve yeni rejime ithaf edilen bu anıt, bir bakıma “Enternasyonalist Akım”, halk mimarisinin bir anda işlevselci olduğunu keşfeden cumhuriyetin Ankara merkezli yeni kültür seçkinleri hareketinin programı ile bir çelişiyordu. Çünkü o tarihlerde İstanbul’daki seçkinlerin kafası karışıktı. ‘İkinci Milli’ bu Neo-Osmanlıcı hareketi ortadan kaldırıp, kamusal işlevlerdeki kilit işlere kendi seçkinlerini yerleştirirken ister istemez aynı kurumlar içinde bir gayrı-memnunlar hareketi yarattı. ‘Laiklik ilkesi’ olarak adlandırılan uygulama devletin sivil alana müdahale etmemesini değil, tam tersine belli bir kültür programının ve seçkinlerinin dokunulmazlığını sağladı. Yeni-Osmanlıcı akım tasfiye olduktan sonra, bir bakıma uzun bir süre ‘alternatif’ bir alana, dine taşınmak zorunda kaldı. Kültür ve sanattan koptu.


Nitekim bugün kentsel yenileme projeleri, tarihi çevrede restorasyon işleri profesyonellik, yaratıcılık gerektirmeyen, teknik ustalık işleri olarak algılanıyor. Modern mimarlar da rezidanslar, iş merkezleri yaptıkları için yalnızca kendilerine tanınan sermaye güdümlü alana ‘mimarlık’ olarak bakıyorlar, tarihi çevredeki işlerle, “restorasyonculuk” denilen işlerle “biz ilgilenmiyoruz” diyorlar. Tarihi Yarımada planlarında “bu alanda güncel mimarlık olamaz” diye bir hüküm var, bunu bile mimarlık akademyası kolayca hazmediyor. “Ha öyle mi? Biz zaten iktidarla değil, sermaye ile diyalog kurmayı tercih ediyoruz” diyorlar. Ne güzel anlaşma!


Örneğin cumhuriyet döneminde az sayıda kamu tarafından yapılan modern camileri rastlansa da, daha çok halktan toplanan bağışlarla yapılan camilerde, kamusal alan paylaşımına dayanan bir ayrım ortaya çıktı. Din yarı özel bir kamusal alanda izole edildi. Bu aynı zamanda halk ile mesafenin de açılması demekti. İşte bu nedenle bugün “Milli Görüş” olarak adlandırılan hareketin kökenlerinde bastırılmış, iktidar alanının dışına itilmiş bu ‘Birinci Milli’ hareketinin olduğu söylenebilir. Bu nedenle sık sık halkın ‘Batılı’ değerlerle kendi benliğinden uzaklaştırıldığı, kendi değerlerinin unutturulduğu hatırlatılıyor. Bugün ilginç olan bu akımın bir zamanlar Anadolu hareketi karşısında seçkinciliği temsil eden Neo-Osmanlıcılık hareketi ister istemez İslamcı bir geçmişe gönderme yapması. ‘Birinci Milli’ daha çok Avrupalı mimarlar ve azınlıklar tarafından icat edildiği için Fetih Müzesi ve Osmanlı Parkı’ndaki belirgin bir biçimde temsil edilen “ne o, ne o” Osmanlı tarzını bence ‘Üçüncü Milli’ olarak adlandırmak daha doğru olacaktır. Burada fetih kavramının da iktidar alanından dışlanan ve muhalefete itilen bu seçkinler hareketinin iktidarı yeniden kuşatması anlamında güçlü bir metafor olduğunu kabul etmek lazım. Ancak fetih müzeleştirildiğinde, yani iktidarın kültürel yeniden üretim aracı olarak merkezileştiğinde, kendi kendisini oryantalize etmeye çalışan akımın da bu temsil yetisini kaybedeceği aşikar.

Birgün, Yazı: Korhan Gümüş, 10.05.2009

HEPİMİZ AFRİKALIYIZ!

Tüm insanlığın Afrika’daki 200 kişilik bir kabileden türediği iddia edildi. Oxford Üniversitesi’nin çalışmasına göre, bu kabilenin bir kolu 50 bin yıl önce İstanbul Boğazı’nı geçip Avrupa’ya ulaştı.

İngiliz Oxford Üniversitesi uzmanları Afrika dışında yaşayan tüm insanlığın, Afrika’daki 200 kişilik küçük bir kabileden türediğini belirledi. Buna göre 90 -70 bin yıl önce önce iklim şartlarının değişmeye başlaması ve bunun sonucunda suların çekilmesi sonrası Afrika’daki bu küçük kabilenin üyeleri Kızıl Deniz’i geçerek göç etmeye başladı. Dünyanın dört bir yanına doğru yayılmaya başlayan kabile üyelerinin bir kolu da suların çekilmesiyle yürüyerek geçilecek hale gelen İstanbul Boğazı’ndan geçerek Avrupa’ya ulaştı. İstanbul Boğazı’ndan geçen bu birkaç yüz kişilik Afrikalı kabile üyeleri, Avrupa’da yaşayan tüm insanların ataları olarak gösteriliyor.

BBC belgesel yayınladı

İngiliz BBC kanalında dün yayınlanan “The Incredible Human Journey” (İnanılmaz İnsan Yolculuğu) isimli belgesele göre Oxford Üniversitesi uzmanları yürüttükleri genetik analizler sonucunda Avrupa, Asya, Avustralya, Kuzey ve Güney Amerika’da yaşayan tüm insanların Afrika’da 200 kişilik bir kabileden türediğini ortaya koydu. Bilim adamları, “modern” insanın bundan 195 bin yıl önce Afrika’nın doğusunda yaşadığını tahmin ediyor. Buna göre 150 bin yıl önce Afrika kıtasında 14 ayrı kabile yaşıyordu ancak bunlardan yalnızca biri Afrika’dan çıkmayı başarabildi.

Kızıl Deniz’i geçtiler

İklim şartlarının çok kurak olduğu ve kıtaların birbirine çok daha yakın olduğu bir dönemde yaşadıkları bölgeden ayrılan Afrikalı kabile üyeleri dünyanın dört bir yanına göç ederek şu an bu bölgelerde yaşayan insanların atası oldu. Kabile üyeleri, ilk olarak 65 bin yıl önce Asya kıtasına yayılmaya başladı, 50 bin yıl önce de Boğaz’dan geçerek Avrupa’ya yerleşmeye başladı. Son olarak da 15 bin yıl önce Güney Amerika’ya yani dünyada insanların yerleştiği en son kıtaya ulaştı. Araştırmayı yürüten Oxford’lu genetik bilimci Stephen Oppenheimer, “İncelediğimiz binlerce DNA örneği Afrikalı olmayan tüm insanların Kızıl Deniz’i geçerek Afrika’dan dünyaya yayılan küçük kabileden geldiğini gösteriyor” diye konuştu.

Vatan, 10.05.2009


******


EVRİM TEORİSİNE YENİ KANIT

ALMANYA’DA bulunan 37-47 milyon yaşındaki bir fosilin, evrim teorisinde memeliler ile goriller arasındaki geçişi ispatlayacağı iddia edildi. Doğa bilimci David Attenborough tarafından hazırlanan ve 19 Mayıs’ta İngiliz yayın organı BBC’de yayınlanacak olan bir belgesel, “Adapid” ismi verilen nesli tükenmiş bir hayvanın tam iskeletini ilk kez gözler önüne serecek. Franfurt yakınlarındaki Messel Shale Pit isimli bir bölgede keşfedilen hayvanın Madagaskar ormanlarında yaşayan ancak ’Adapid’in tersine bir kuyruğu olan maki isimli bir maymunla akraba olduğu ve insan evriminin kayıp bağlantısı olabileceği öne sürülüyor. Bilim adamları, genç ve dişi olan hayvanın fosilinin sadece bir maki değil, ayrıca maymunlar ve insanı içeren memeliler takımı olan Primatlar ile akraba olduğunu da ortaya koyacak.

Vatan, 10.05.2009

BOĞAZKÖY SFENKSİ İÇİN GERİ SAYIM





Yıllardır Almanya ve Türkiye arasında sürüncemede kalan, Hititlerin başkenti Hattuşa antik kentinden kaçırılan Boğazköy Sfenksi’nin iadesinde sona yaklaşıldı. Türk arkeologları heyecanlandıran bu gelişme, 11-13 Mayıs tarihleri arasında Paris’te UNESCO merkezinde yapılacak toplantı sonucunda netlik kazanacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Boğazköy Sfenksi’nin iade edileceğinden çok emin. Görüşmelere Türkiye’den Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Nermin Beşbaş katılacak.


Çorum’un Boğazkale İlçesi'nde Hititlerin başkenti Hattuşa’da Alman Bilim Kurulu adına 1905-1912 yılları arasında yapılan kazılarda Hitit Kraliyet Arşivi’ne ait 10 bin 400 parça tablet ve 2 sfenks bulundu. 1917 yılında buluntular onarım, temizlik ve sergi için 33 sandık içinde Osmanlı Devleti’nden izinli olarak Berlin’e gönderildi.


Onarımları tamamlanan 3 bin tablet, bir sfenks ve sfenkse ait parçalar, 1924 ve 1942 yıllarında aralıklı olarak iade edildi. 1979 yılında geriye kalan 7400 parça tabletin iadesi için UNESCO nezdinde girişimde bulunuldu ve bu tabletler UNESCO’nun da etkisiyle 1987 yılında Türkiye’ye verildi. Türk arşivlerinde onarım amacıyla götürüldüğüne dair onlarca belge olmasına rağmen Boğazköy Sfenksi bir türlü iade edilmedi. 

Bunda İkinci Dünya Savaşı sonrası Berlin’in Doğu Almanya’da kalmasının da büyük etkisi oldu. Türkiye Doğu Almanya’yı 1973 yılında tanımasından sonra bu ülkeden istenmesine rağmen bir türlü eser getirilemedi. İki Alman devletinin 1990 yılında birleşmesiyle görüşmelere yeniden başlandı. UNESCO Kültürel Malların İadesi Komitesi, 1996 yılında iki ülkenin karşılıklı konuşup iade noktasında anlaşmaları yönünde tavsiyesine rağmen Almanya, Türkiye’nin girişimlerine cevap vermedi.


UNESCO Kültürel Varlıkların Ait Oldukları Ülkelere İadesi ve Kanunsuz Alıkoyma Durumunda Geri Verilmesinin Teşviki Hükümetlerarası Komitesi (ICPRCP), 2005 yılında 13. olağan toplantısında iki ülkeyi, meseleyi çözmek amacıyla kapsamlı görüşmelere davet etti. Türkiye’nin bu noktada Almanya devletine yaptığı girişimler hep sonuçsuz kaldı. Aynı tavsiye kararı, 2007 yılındaki görüşmelerde de gündeme geldi ancak bir sonuç elde edilemedi.


ICPRCP, 11- 13 Mayıs’ta yapılacak toplantıda Boğazköy Sfenksi’ni bir kez daha gündeme aldı ve iki ülkenin temsilcilerini davet etti. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, bu görüşmeden olumlu sonuç çıkacağını umduklarını belirterek, Almanya ile yapılan daha önceki görüşmelerden elde edilen izlenimler neticesinde Berlin Müzesi’nde bulunan Boğazköy Sfenksi’nin artık iade edileceğini beklediklerini söylediler. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, “İade noktasında ilk defa bu kadar yakın olduk. Bir dönem Boğazköy Sfenksi tamamen unutulmuştu. 2002 yılından bu yana yoğun çaba harcıyoruz. Mahkeme yoluyla değil UNESCO’nun tavsiyesi üzerine eserin iade edilmesi ile pek çok ülkede bulunan diğer eserlerimize de emsal teşkil edecektir. Elmalı Sikkeleri ve Lidya Hazineleri’nin iadeleri hep mahkeme aşamasında sağlandı. Bu bir ilk olacak.”


ICPRCP, UNESCO üyesi ülkeler arasında yasadışı yollarla edinilmiş ve milli değeri haiz kültür varlıklarının iadesi konusunda ülkeler arasında müzakere zemini hazırlayıp danışma hizmeti veriyor. Kültür varlıklarının yasadışı trafiğinin önüne geçmek için uluslararası işbirliği sağlıyor. 22 üyesi bulunan komitenin kararları tavsiye niteliğinde olmakla beraber tavsiyeyi yerine getirmeyen ülkelere yaptırım gücü bulunmuyor. Ancak bu kararlar ülkeler arasında prestij kaybına neden oluyor.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 10.05.2009

KAP CAMİİ İBADETE AÇILDI

 

 

2007 yılında güçlendirme ve restorasyon işleri için ibadete kapatılan Adıyaman Merkez Kap Cami tamamlandıktan sonra ibadete açıldı.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ihale edilen ve yaklaşık 2 yıldan beri devam eden Kap Camii'ndeki restorasyon çalışmaları sona erdi. 505 bin 904 YTL'ye ihale edilen restorasyon ve güçlendirme çalışmalarıyla Kap Cami aslına uygun modern görünüme kavuştu.  

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan ve 1768 yılında yapılan Kap Cami'nin 1923 yılında Hacı Mehmet Ali tarafından yeniden bakım ve onarımı yapılarak güçlendirildiği belirtildi. O günden bu zamana kadar istenilen bakım ve onarımın yapılmadığı camide duvarların çatlaması, taşların düşmesi tehlike arz ediyordu.

 

Cami, 1768 yılında kesme taştan yapılmıştır. 1923 yılında büyük bir onarım görmüştür. Son cemaat yeri iki sütunludur. Kuzey kapısı üzerinde H. 1182 (M.1768) tarihli yapım ve Batı kapısı üzerinde H. 1342 (M.1923) tarihli onarım yazıtları yer alır. Minaresi tek şerefelidir. Yazlık kısmı Kuzey köşesinde ayrı olarak yapılmıştır. 1934 yılında minaresi yıldırım düşmesi sonucu yıkılmış ve tekrar yapılmıştır.

Adıyaman Haber, Haber: F. Rüştü Bereket, 08.05.2009

MEZARLIK ÜSTÜ OKULDA GERİ ADIM

 

Gevaş İlçesi Aydınocak Köyü'nde eski Ermeni mezarlığı olarak bilinen ve insanlara ait kafataslarının çıktığı bölgede yapılan okul inşaatının durdurulmasının ardından, yetkililer yeni bir arsa arayışına başladı.

Gevaş İlçesi'nin Aydınocak Köyü'nde 20 gün önce beş derslikli okul ve lojman yapımı için başlatılan kazı çalışmaları sırasında insanlara ait kafatasları ve kemik parçalarının çıkması, bazı köylülerin de bu bölgenin Ermeni mezarlığı olduğunu söyleyerek burada okul yapılmasına karşı çıkması üzerine, çalışmalar durdurulmuştu. Gevaş Cumhuriyet Savcılığı’nın el koyduğu bölgede çıkan insan kafatası ve kemikler de incelenmek üzere İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderilmişti.

Van Milli Eğitim Müdürü Yahya Yıldız, Gevaş Kaymakamı Tahsin Aksu ile birlikte köye giderek, köy muhtarı ve köyün ileri gelenlerinden yeni arsa talebinde bulundu. Yıldız, köyde acil olarak yeni bir okula ihtiyacı olduğunu söyledi.

Radikal, 08.05.2009

Tralles (Aydın - Sebah ve Joaillier)
...1890




3 - 9 Mayıs 2009

KÜÇÜCÜK BİR OSMANLI YAPISI

 

 

Arnavutköy’de sahile inen dar sokaklardan birisi olan Dulkadiroğlu Sokak’ta bu hafta hummalı bir yıkım faaliyeti vardı.

Belediye sokağın ortasında yer alan ve kendilerine ait olan bir gecekonduyu sonunda yıkmaya karar vermişti.

Neden şaşırdınız, bu şehirde herkesin bir gecekondusu olur da, belediyenin olamaz mı?

Zaman zaman İSKİ işçilerinin kullandığı bu küçücük gecekondu yıkılınca, bu derme çatma yapının yaslandığı eski tuğla bir tonoz meydana çıktı.

Daha da ilginci, tuğla tonozun ön duvarında hemen hemen 100x50 cm ölçülerinde, oldukça temiz durumda Osmanlıca mermer bir kitabenin yer almasıydı.

TAY ekibi olarak durumu, fotoğraflarla birlikte hem İstanbul Arkeoloji Müzülüri Müdürlüğü'ne, hem de 3. Koruma Kurulu Müdürlüğü'ne bildirdik. Şimdi, ümidimiz, bu kitabe sökülüp satılmadan yetkililerin olaya müdahale etmesi. 

TAYHaber, Ali Yamaç, 09.05.2009

YİNE TARİH KAVGASI


Tarihi geçmişi yaklaşık 3 bin yıla dayanan, nereyi eşeleseniz tarih fışkıran Kocaeli'nde, son yıllarda tarih ve tarihi eserlerin korunması bilinci artıyor. Tarih bilincinin artması, tarihi eserlere ve kültür varlıklarına sahip çıkılması elbette önemli ve sevindirici bir gelişme. Ancak bu kültürün sadece birkaç kişinin elinde kalmaması, geniş kitlelere ve tüm sivil toplum kuruluşlarına yayılması da gerekiyor.


İzmit’te tarihi korumak konusunda yakın dönemde İzeyap Derneği başta olmak üzere birkaç dernek oldukça hareketli. İzeyap başkanlığını yıllardır yürüten, Çekül Vakfı Başkanı olan Numan Gülşah bu konuda etkin mücadele veriyor. Bu mücadelede Numan Gülşah ile İzmit Müze Müdürü İlksen Özbay arasında sık sık tartışmalar yaşanıyor. Gülşah, Özbay’ı duyarsızlıkla suçlarken, Özbay da Gülşah’ın her işe karışmamasını istiyor. Taraftarların bu sürtüşmesinde mahkemeye taşınan konular da bulunuyor.

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, bilindiği gibi Kent Konut aracılığıyla binlerce toplu konut yapıyor. 2. Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında Cedit Erenler vadisi ve Eski İstanbul Yolu güzergahında dev konutlar yükselmeye başladı. Eski İstanbul Yolu denilince akla, Roma dönemindeki İzmit, yani Nikomedya yerleşimi geliyor. Bu bölgede önceki yıllarda birçok kazı yapılmış, pek çok tarihi eser ortaya çıkarılmıştı. Toprağın altında antik kentin tüm kalıntıları olduğu gibi duruyor. Kent Konut inşaatları sırasında temellerin altında Roma dönemine ait tarihi su kanalları ortaya çıkınca Numan Gülşah hemen devreye girdi. Daha önce yapılan inşaatlarda batı bölgesindeki su tünellerinin ortadan kaldırıldığını söyleyen Numan Gülşah, bu durumu adliyeye intikal ettirdiklerini, sorumlular hakkında Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldığını dile getirirken, aynı sorumsuzluğa tekrar izin vermeyeceklerini söylüyor.


İkinci bölgede de su tünellerinin ortaya çıkması üzerine İzmit Müze Müdürü İlksen Özbay bölgeye geldi. Müze Müdürü İlksen Özbay ile Numan Gülşah arasında yine tartışma yaşandı.

Özgür Kocaeli, 09.05.2009

ZİRAAT'İN TARİHİ BİNASI DEVLET KONUKEVİ OLACAK

 

Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü'nün İstanbul'a taşınması için hazırlıklar son aşamaya geldi. Yapımına 1925'te başlanan ve dört yılda inşa edilen tarihi bina taşınma işleminin ardından restore edilerek Devlet Konukevi'ne dönüştürülecek. İtalyan mimar Guilo Mongeri tarafından tasarlanan bina, 26 Kasım 1929'da dönemin Başbakanı İsmet İnönü ve TBMM Başkanı Kazım Özalp tarafından açıldı. Selçuklu ve Osmanlı süsleme sanatıyla zenginleştirilen geniş mermer kaplamalı holler, yüksek tavanlar, kemerler, ayna ve kristal camlar renkli vitray cam ve çinilerin bulunduğu bina, Ankara'nın sembollerinden biri. Bu arada Ekonomik Koordinasyondan Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan göreve başlar başlamaz ilk brifingini Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü'nde aldı.

Sabah, Haber: Cengiz Uysal, 09.05.2009

GÖKMEDRESE'DEKİ ÇALIŞMALAR BU YIL BİTİRİLECEK





Vakıflar Bölge Müdürü Yakup Yıldırım, Gökmedrese’de şu an sürdürülen Çevre Düzenleme Projesi’nin bu yılsonuna kadar tamamlanacağını söyledi. 


2006 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyona alınan ve halen Çevre Düzenleme Projesi uygulamasının sürdüğü Gökmedrese, vakıf eserlerinin sergileneceği Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmet verecek. Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271 yılında, mimar Konyalı Kaluyan’a yaptırılan ve adını gök mavisi çinilerinden alan tarihi Gökmedrese’de çevre düzenleme çalışmaları sürüyor.  Çalışmalar tamamlandığı zaman Sivas yeni bir müzeye daha kavuşmuş olacak. Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmet verecek olan Gökmedrese’de Sivas ve Yozgat müzelerinde koruma altına alınan 331 adet halı, 289 adet kilim, 103 adet madeni eser, 32 adet ahşap parça, 57 adet yazma eser olmak üzere toplam 812 parçadan oluşan Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait taşınır vakıf kültür varlığının sergilenecek. Çalışmaların tamamlanmasıyla birlikte Selçuklu mimarisinin önemli eserlerinden olan ve 13.yüzyılın şaheseri olarak gösterilen Gökmedrese’nin, Sivas’ın tanıtımına büyük katkı sağlaması bekleniyor. 


İstanbul Teknik Üniversitesi Peyzaj Bölümü tarafından hazırlanan çevre düzenleme projesi kapsamında 3 bin metrekare alanda çevre düzenlemesi gerçekleştiriliyor.Gökmedrese’nin egzoz gazından ve trafikten etkilenmemesi için etrafı, yüksekliği bir metre 30 santimetre yüksekliğinde istinat duvarı ile çevrildi. İstinat duvarı şu an Sivas Travertenleri ile kaplanıyor. Batı cephesine seyir terası, ahşap platformlu taş oturma bankları yapılacak. Gökmedrese’nin restorasyonu sırasında ortaya çıkan ve adresi belli olmayan taşlar ise Gökmedrese’nin Doğu Cephesinde oluşturulacak olan seyir alanın da sergilenecek. Yeşil alanların yaratılacağı Çevre düzenleme projesinde güvenlik için son derece önemli olan bilet gişesi de yapılacak. Tarihi Gökmedrese duvarları çevresine yerleştirilecek olan özel aydınlatma sistemi ile geceleri aydınlatılacak.

Sivas Hürdoğan, 08.05.2009

İSTANBUL 2010'A UNESCO'DAN OLUMLU NOT

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, Nisan ayında incelemelerde bulunmak üzere İstanbul'a gelen Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Mirasını Koruma Merkezi heyetinin, İstanbul 2010 çalışmalarını olumlu bulduğunu bildirdi.

Ajanstan yapılan yazılı açıklamada, İstanbul'un kültürel miras eserlerinin durumunu ve kentsel uygulamaları incelemek üzere 27 Nisan'da İstanbul'a gelen heyetin, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın, kültürel miras ve kentsel uygulamalar alanında başlatmış olduğu restorasyon, rölöve, restitüsyon, renovasyon ve diğer yenileme çalışmalarını memnuniyetle karşıladığı belirtildi.

 

"İstanbul 2010 Çalışmaları UNESCO'dan olumlu not aldı" ifadesine yer verilen açıklamada, UNESCO heyetiyle geldiklerinde bir toplantı gerçekleştirildiği ve toplantıda İstanbul'un Yönetim Alanı-Yönetim Planı, Karasurları, Süleymaniye Yenileme Projesi, Yenikapı Thedosius Limanı-Marmaray Ana Transfer Merkezi Projesi, Sur-i Sultani Master Plan Çalışması ve Topkapı Sarayı'nda Restorasyon Projeleri ile Sirkeci Hocapaşa Yayalaştırma ve Bölge İyileştirme Projesi hakkında heyete bilgi verildiği kaydedildi.

Cnn Türk, 08.05.2009



BATI KARADENİZ BÖLGESİ'NİN TEK STADION'U ÇÖPLÜĞE DÖNÜŞTÜ

 

  

 

Yaklaşık iki bin yıllık tarihi geçmişi olan ve geçtiğimiz aylarda yapılan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılan ve Batı Karadeniz Bölgesi'nde stadyum özelliğine sahip Bolu stadion'u, sorumsuz vatandaşlar tarafından atılan çöplerle adeta çöplüğe döndü.

 

1850-1900 yıl önce yapıldığı bilinen stadion'un, Bolu'da ve Batı Karadeniz Bölgesi'nde açığa çıkarılan ilk stadyum olma özelliğini taşıdığı belirtildi. Stadion'un bulunduğu alana rastgele atılan çöp ve molozlar tarihi kalıntıları çöplüğe çevirmiş durumda. Çevredeki bir vatandaş buraya atılan çöp ve molozlara yetkililerin ses çıkarmadığını söyleyerek, "Tarihi eserlere bu şekilde mi sahip çıkılıyor. Bolu Belediyesi ve Müze Müdürlüğü neden hiçbir şey yapmıyor?" dedi.

 

Bilindiği gibi buradaki tarihi stadion ortaya çıkarıldıktan sonra bölge birinci derece sit alanı ilan edilmiş ve Bolu Belediyesi ile vatandaş ortaklığı halinde yapılacak olan inşaat başlamadan durdurulmuştu.  

Bolunun Sesi, 08.05.2009

BU KEZ TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI ENSELENDİ

 

 

Sivas Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü “Madenci” adıyla düzenledikleri tarihi eser kaçakçılığı operasyonunda, 31 kişiyi gözaltına aldı.


Alınan bilgilere göre, Sivas Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri Sivas ve ilçelerinde bulunan İ.Y., S.Y, A.Y, Ö.T, S.Y, G.K, A.Ö, ve H.M.S’nin birbirleriyle sürekli bağlantılı olduklarını ve tarihi eser satma amacında olduklarını, izinsiz kazı yapmak suretiyle elde ettikleri tarihi eserleri satarak haksız kazanç elde etmeye çalıştıklarını, sahte tarihi eserler ile dolandırıcılık yaptıkları bilgilerine ulaştı.


Elde edilen bilgiler dahilinde Sivas başta olmak üzere, İstanbul, Tokat, Antalya ve Ağrı illerinde eş zamanlı olarak “Madenci” adıyla bir operasyon düzenleyen ekipler, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, örgüt faaliyetleri çerçevesinde tarihi eser kaçakçılığı yapmak suçlarından 31 kişiyi gözaltına alırken, gözaltına alınan şahıslardan 14’ü ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.
17 kişinin sorgusunun devam ettiği operasyon sonrasında suça karıştığı tespit edilen ve gözaltına alınan şahısların oto, işyeri ve evlerinde yapılan aramalarda 2 adet ruhsatsız tabanca, 2 adet ruhsatsız av tüfeği, bir adet kurusıkı tabanca ve 18 adet fişek, 35 adet av tüfeği fişeği, bir adet boynuzu kırık yatan boğa figürü, 2 adet kristal cam bardak, bir adet cam göz yaşı şişesi, bir adet çift kulplu vazo, üzerinde baykuş figürü bulunan 14 adet sahte sikke, 22 adet MKE yapımı fişek, 2 adet dedektör, bir adet seçimlerde kullanılan evet ibareli mühür, 10 adet değişik figürlerde obje, define işaretleri kataloğu, 3 adet çömlek, bir adet üzerinde değişik insan figürleri bulunan metal bardak,  2 adet ortası delik taş, bir adet yan kısmı kırık puroya benzer başlık, bir adet metal büyüteç,  3 adet ahşap kutu içerisinde altın ayar suyu, bir adet triton T2 marka siyah renkli hassas terazi, bir adet makro marka dedektör kitapçığı, bir adet metal tarihi para ile kazı bölgelerini gösterir el yazımı bol miktarda belge, CD ve diğer evraklar ele geçirildi.Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü öğrenildi.

Sivas Hürdoğan, 08.05.2009

HEYKELLER MESAJ VERİYOR





Atatürk Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Mehmet Karaosmanoğlu, 12 bin yıl öncesine ait Neolitik Çağ'a ait bulguların dönemin toplumlarında cinsiyet ayrımı yaşanıp yaşanmadığını gözler önüne serdiğini ifade etti.

 

Prof.Dr. Karaosmanoğlu, yaptığı açıklamada, insanların yerleşik hayata geçtiği Neolotik Çağ'dan kalan heykel ve mezarların cinsiyet ayrımı ile ilgili ipuçları verdiğini söyledi.

 

12 bin yıl önceye, Neolotik Çağ'a ait Urfa merkez ve yakınındaki göbekli Tepe, Nevali Çori Kilise Tepe heykellerinin daha çok erkek ağırlıklı olduğuna dikkati çeken Karaosmanoğlu, Orta Anadolu'daki Çatalhöyük ve Hacılar'da ise Ana tanrıça tipinde kadına ağırlıklı heykellerin olduğunu kaydederek, şunları söyledi:    'Bronz çağ merkezlerinde elde edilen veriler Alacahöyük ve Kültepe'de ana tanrıça inancının yaygın olduğunu görüyoruz. Anadolu'da erken dönem mezarlarındaki buluntularda da kadınlara ait mezarlara takılar ve kadın gereçleri, erkeklerinkinde de kendilerine özgü hediye bırakılıyordu. Demek ki o dönemlerde fazla cinsiyet ayrımı olmamış.'

 

'Yazılı kaynakların başladığı Mezopotamya'da Sümer'de Gılgamış destanında kadın tanrıçalarının önemli rolleri var' diye konuşan Prof.Dr. Karaosmanoğlu, ilk kez Babil'de Hammurabi Kanunları'nda kadın haklarıyla ilgili değerlendirmeler görüldüğüne dikkati çekti.

 

Anadolu'da ilk siyasi birliği kuran Hititler'de gerek tanrılar dünyasında gereksi yönetimde kadın-erkek eşitliğinin görüldüğüne işaret eden Prof.Dr. Karaosmanoğlu, şöyle devam etti:

'Yazılıkaya'da baştanrı Teşup'un karşısında Arinnalı güneş tanrıçası Hepat durduğu gibi, 3. Hattuşili'nin karısı da Kadeş anlaşmasına mührünü basmıştır. Yeni Alaca Höyük'te kralın hemen arkasında tanrı önünde adarasyonda bulanan kraliçenin durduğu gözlerden kaçmıyor. Eflatunpınar kaynak tapınağında da tanrı ve tanrıça yan yana verilmiştir. Hititler'in yıkılmasından sonra Orta Anadolu'da kurulan Frigler'de de ana tanrıça Kybeleye tapılmaktaydı. Ayrıca Altıntepe prens mezarlarında da kadın ve erkeklerin aynı odaya yan yana gömülmeleri de ilgi çekicidir.'

Roma'da cinsiyet ayrımının olduğunu ve kadınların kamu hukuku alanında hiçbir hak tanınmadığını ifade eden Prof.Dr. Karaosmanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

Erzurum Gazetesi, 08.05.2009

38 BİN YILLIK MIZRAK UCU

 

Başkent Liyubliyana yakınlarındaki bir nehirde bulunan mızrak ucunun yaşı, Oxford ve Miami'de yapılan incelemede 38 bin ila 45 bin olarak belirlendi.

 

Mızrak ucunun, porsuk ağacından yapılmış olmasının ilginç olduğu, zira o dönemlerde Orta Avrupa'da taş kullanıldığı belirtildi. Mızrak ucu, Sinya Goriça nehrinde balıkadamlar tarafından bulundu. Aynı bölgede 2002 yılında da 5 bin 600 yıllık bir araba tekerleğine rastlanmıştı.

Zaman, 08.05.2009

EFES ANTİK KENTİ TESCİLLENECEK

 

İzmir’in Selçuk İlçesi’ndeki Efes Antik Kenti’nin UNESCO’nun dünya miras alanlarının geçici listesinden asil listesine girebilmesi amacıyla çalışma yapılacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İzmir Kalkınma Ajansı’nın (İZKA) yürüteceği çalışma sonucunda hazırlanacak planın 2010’da UNESCO’ya teslim edilmesi hedefleniyor. Efes’in asil listeye girmesi durumunda, Türkiye’den bu listede yer alan 10. kültür mirası olacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İZKA’nın yürüteceği çalışma ile ilgili protokol İzmir Valiliği’nde imzalandı. İmza törenine İzmir Valisi ve İZKA Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Cahit Kıraç, Vali Yardımcısı Haluk Tunçsu, Kültür ve Turizm Bakanlığı adına Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, İzmir İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Abdülaziz Ediz, İZKA Genel Sekreteri Dr. Ergüder Can katıldı. Vali Kıraç, İzmir’de yapılan arama konferanslarında kentin tanınırlılığının hak ettiği şekilde yerine getirilmesi konusunda eksiklerin tespit edildiğini hatırlatarak, 8 bin 500 yıllık tarihe sahip olduğu belirtilen İzmir’in Türkiye’nin dünyaya açılan önemli bir şehri olduğunu söyledi. Efes Antik Kenti’nin UNESCO Dünya Miras Alanları Listesi’ne girerek, tescilli olarak kaydedilmesi gerektiğini ifade eden Kıraç, İzmir’den bu listeye girmeyi hak eden daha pek çok kültür mirası olduğunu kaydetti. Vali Kıraç, "İlk adımı Efes Antik Kenti ile atmak istedik. Ön hazırlıkları teklif çağrılarını İZKA yapacak. Planı Kültür ve Turizm Bakanlığı ile hazırlayacağız. Finansal boyutunu biz üstleniyoruz. İZKA’nın asli görevlerinden birisi İzmir’i yurtiçi ve yurtdışında tanıtmak. Bu listeye girebilmek hem İzmir hem de Türkiye için önemli. İnşallah diğer kültür varlıklarımızın listeye girmesi için adımlarımızı hızlandırırız" dedi.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Anadolu’nun kültür mirası açısından zengin olduğunu vurguladı. Türkiye’den 9 kültür mirasının listede yer aldığını belirten Düzgün, Efes’in de girmesiyle bu sayının 10’ya yükseleceğine dikkat çekti.
Hürriyet Ege, 08.05.2009

BİNLERCE YILLIK AYAK 'HOBBITLERİN OLABİLİR

 

2003 yılında Endonezya’nın Flores Adası’nda bulunan küçük yapılı insansı yaratıkların, insanlardan farklı bir tür olduğuna karar verildi.

Latince adı ’Homo floresiensis’ olan kalıntılar, bulunduğu günden bu yana antropologlar arasında büyük tartışma yaratmıştı. Bir metre boyunda, 30 kg ağırlığında, küçük kafalı, büyük ayaklı canlıların 8 bin yıl öncesine kadar yaşadıkları tahmin ediliyor. Bazı araştırmacılar, bu kemiklerin ’Hobbit’ adı verilen prehistorik insan türü olduğunu savunuyordu. Hobbit’lerin insan sülalesinden gelmiş olamayacağını belirten New York’taki Stony Brook Üniversitesi’nden William Junger, ’homo floresiensis’in farklı bir tür olduğunu savunuyor.

Hürriyet, 08.05.2009

TARİHİ LİKYA YOLU'NU  23 GÜNDE YÜRÜDÜLER

 

Dağcılık literatüründe dünyanın sayılı parkurlarından kabul edilen 509 kilometrelik tarihi Likya Yolu yürüyüşü yapıldı.

 

Fethiye Ölüdeniz’den başlayıp Antalya’nın Hisarçandır Beldesi’nde son bulan 23 günlük etkinliğe, İzmir Smyrna Dağcılık Kulübü’nden sekiz dağcı da katıldı. Serap Tekbalcı, Selma Palaoğlu, Timurkan Karaca, Nilgün-Halit Şener, Kemal Eymür, Hikmet Aydından ve Şenol Coşkun, tarihi yolu eksiksiz tamamlayan ilk Türk ekip oldu.

Milliyet Ege, 08.05.2009

ARJANTİN'DE 10 BİN YILLIK FOSİL

 

Arjantin'de, çeşitli hayvan türlerine ait 10 bin yıllık dev kemik ve iskelet kalıntıları bulundu. Kalıntılar üzerinde kapsamlı çalışma başlatıldı. Buluntulara, başkent Buenos Aires yakınlarındaki bir nehir yatağında rastlandı...

Uzmanlar kalıntıların, bölgede, 1 buçuk ila 2 milyon yıl önce yaşayan ve 10 bin yıl önce yokolan dev hayvan türlerine ait olduğunu açıkladı. Hayvanlardan bazılarının geçmişinin, 18 milyon yıl öncesine dek uzandığı belirtiliyor.

4 ila 5 kilometre uzunluğundaki nehir yatağında kalıntıları bulunan hayvanların, son Buzul Çağ'da yok olduğu düşünülüyor.
Trt/Haber, 08.05.2009

TAŞHAN'A BAKIM VE ONARIM

 

 

Samsun'da, Osmanlı mimarisinin tek sivil örneği olan 4 asırlık Ali Paşa Vakfı Taşhanı'nın bakım ve onarımı yapılarak ticarethane olarak kullanımı sürdürülecek.


Taşhan, Pazar Mahallesi'nde Buğday Pazarı İskele Caddesi üzerinde 17. yüzyıldan buyana hizmet veriyor. İki katlı, dikdörtgen şekilde planlanan, dış duvarları tuğla hatıllı moloz taş olan Taşhan, caddeye bakan yüzde kemerli girişli bir sıra hücre şeklinde işyeri, orta avlunun dört tarafı tonozlu hücrelerle çevrili. İkinci katta revaklar ve revak içlerinde hücreler olan Taşhan'ın yeniden bakım ve onarımı gündeme geldi.

 

Samsun Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Taşhan onarımı için hazırladığı proje onaylandı. Ödenekler ölçüsünde Taşhan'ın bakım ve onarımı yapılacak. Samsun Vakıflar Bölge Müdürü Muhsin Öztürk, vakıf eserlerinin korunması, gelecek nesillere taşınması için gerekli çalışmaların yapıldığını, onarımın ardından Taşhan'ın yine ticarethane olarak kullanılacağını kaydetti

Samsun Kent Haber, 07.05.2009

KONYA MÜZESİNİ BEKLİYOR





Konya Müzeler Müdürü Yusuf Benli, Konya'ya bütün tarihi eserleri içinde barındırabilecek büyük bir müze yapılması gerektiğini vurgulayarak, Arkeoloji ve Etnografya müzelerinin birleştirilmesini önerdi. Benli, Konya'nın yalnız Mevlana Müzesi ile değil, bütün müzeleriyle önemli bir turizm değeri olduğunu söyledi

 

Konya'daki müzelerin yerli halk tarafından yeterince ilgi görmediğini belirten Müzeler Müdürü Yusuf Benli, Konyalı olup da daha Mevlana Müzesini bilmeyenlerin olduğunu kaydetti. Benli, Konya'nın yeni ve geniş kapsamlı bir müzeye ihtiyacı olduğunu söyledi. Konya'da tüm müzelerin ziyarete açık olduğunu ve kapalı müze bulunmadığını dile getiren Benli, yaklaşık 2 sene kapalı olan Karatay Medresesi'nin 1.12.2008 tarihinde teşhir ve tanzim yapılarak açıldığını bildirdi. Konya müzelerinin 1955 yılında kurulduğunu ve Etnografya ile Arkeoloji müzelerinin birleştirecek büyük bir müzeye ihtiyaç olduğunu vurgulayan  Benli, "Konya'daki müzelerde çalışmalarımız devam ediyor. Sürekli yenileme ve restorasyon çalışmaları yapıyoruz. Mevlana Müzesinde rölöve ve restorasyon çalışmaları var. Konya'da en çok ilgi gören ve ziyaretçi akınına uğrayan müzelerimiz Karatay, İnce Minare ve Mevlana Müzesi. Biz müzeleri genel olarak düşünüyoruz. Nisan ayında Konya'daki müzelere 120 bin civarında  ziyaret geldi" dedi.

 

Konya'nın tarihi bir kent olduğu için turizm potansiyeli açısından iyi durumda olduğunu ifade eden Benli, yerli ve yabancı turistler tarafından turların düzenlendiğini müzelere ilginin yoğun olduğunu kaydetti. Konyalıların müzelere ilgi göstermediğini ve Konya'da hala Mevlana Müzesi'ni bilmeyen vatandaşların olduğunu belirten Benli, özellikle Mevlana Müzesi'ni tüm Konyalıların gezmesi ve ziyaret etmesi gerektiğini anlattı. Benli, Mevlana Müzesine her kesimden vatandaşın girebilmesi için girişlerin sadece 2 TL olduğunu vurguladı.

Konya'daki müzelerin daha iyi tanıtılması ve mali destek sağlanması amacıyla Konyalı büyük şirketlerin sahiplerinin müzelere sponsor olmasını isteyen Benli, özel bir sponsorluk yönetmeliğinin olduğunu, bu yönetmelikle büyük firmaların müzelere sponsor olması durumunda hem kendi reklamlarının olacağını hem de müzelere yaptıkları mali destek ve bağışların vergiden düşüleceğini hatırlattı.


Her yıl müzelerde yapılan kazı ve müze içi çalışmaları hakkında Turizm ve Kültür Bakanlığı'nın sempozyum düzenlediğini belirten Benli sözlerine şöyle devam etti:
"Her sene kazı ve müze içi çalışmalarıyla ilgili bir şehirde sempozyum düzenlenir. Bizler de orada yaptığımız senelik çalışmaları bildiri olarak sunarız. Karatay Medresesi bizim ve Konya için özel bir müze. Biz bu sene Sivas'ta yapılan sempozyumda çini eserlerimizin bulunduğu Karatay Medresesi için yapılan teşhir ve tanzim çalışmaları hakkında bildirimizi sunduk. Mevlana Müzesi ve Konya'daki diğer müzelerde yapılan çalışmalar hakkında da bilgi verdik."

Manşet Gazetesi, 07.05.2009

"BATI MEDENİYETİNİN TEMELİ YUNANLILAR DEĞİL ANADOLU HALKLARIDIR"

 

İzzet Baysal Kültür Merkezi Mavi Salon'da konuşan Prof.Dr. Fahri Işık, tüm dünyada Batı Medeniyeti adına doğru bilinen yanlışları, bir kere daha somut örneklerle çürüttü.

 

Bolu Valiliği ve Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nin ortaklaşa düzenledikleri 'Batıyı yaratan uygarlık Anadolu' adlı konferansta konuşan Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Fahri Işık, Batı Medeniyeti'nin temelini Anadolu'nun oluşturduğunu söyledi.

 

İzzet Baysal Kültür Merkezi Mavi Salon'da yapılan konferansın açılışında söz alan AİBÜ Rektörü Atilla Kılıç, sevgi ve emek isteyen, meşakkatli bir iş olan arkeolojik çalışmalar için Anadolu'nun bir 'açık hava müzesi' olduğunu vurguladı. Tarihi bir müzenin üzerinde yaşan bir millet olarak halkımızı ve tüm dünyayı aydınlatma görevinin önce üniversiteye ve akademisyenlere düştüğünü söyledi.

 

Kılıç'ın konuşmasının ardından konferansına başlayan Prof.Dr. Fahri Işık, Batı Medeniyeti'nin Anadolu'ya dayandığı gerçeğini bir kere daha somut delilleriyle ispatladı. Sunumunda Anadolu ve Yunan eserlerinin karşılaştırmasını da yapan Işık, gerçek medeniyetin Anadolu kaynaklı olduğunu fakat tüm bunların Yunanlılaştırılarak dünyada yanlış bir kanı oluşturulduğunu ifade etti. Yunan eserleri üzerindeki incelemeler sonucunda hiçbir bilim insanın Batı Medeniyeti'nin temelini Yunanlılar oluşturuyor diyemeyeceğini de belirten Prof.Dr. Fahri Işık, Yunanlıların medeniyeti Anadolu'dan aldıkları gerçeğini inkar etmenin güneşi balçıkla sıvamak olduğunu söyledi.

 

Sanattan mimariye, inançtan savunmaya kadar bir çok alanda Yunanlıların Anadolu'da bulunan medeniyetlerden etkilendiğini belirten Işık, sonradan Yunanlıların bu öğeleri Anadolu'dan alarak Yunanistan'a taşıdıklarını kaydetti.  Sanılanın aksine Yunan kültürü üzerinde Anadolu'nun etkisinin çok daha fazla olduğunu ifade eden Prof.Dr. Fahri Işık, "Yunanistan propagandasını çok güzel yapıyor. Bütün dünya Yunanistan'ın dayattığı bu fikri doğru olarak kabul ediyor. İşte siz de burada örnekleriyle görüyorsunuz, Batı Medeniyeti'nin temelini Yunanlıların oluşturma gibi bir durum söz konusu olabilir mi?"  dedi.  

 

Mavi Salon'daki konferansında, hiçbir medeniyetin kendi kültürünü sömürgesinde oluşturamayacağını hatırlatan Işık, yapılan arkeolojik çalışmaların da Batı Anadolu'da Yunan Medeniyeti etkisinde bir kültür oluşmadığı gerçeğini destekler nitelikte olduğunu söyledi. Buna karşı bizim milli bir kültür politikamızın olmadığından yakınan Prof.Dr. Fahri Işık, "Bakın Yunanistan her yerde bağırıyor, propagandasını yapıyor. Hazırladıkları afişlerde, filmlerde sanatın ve medeniyetin babası olduklarını ifade ediyorlar. Fakat onların hazırladıkları afişlerde bile benim anlattığım gerçeği görebilirsiniz. Medeniyetin doğduğu yeri Batı Anadolu olarak gösterirler. Batı Anadolu'ya Yunanlılar sonradan gelmiştir, medeniyet de Yunanistan'a sonradan gitmiştir. Hangi medeniyet topraklarında değil de sömürüsü altındaki topraklarda doğar?  Böyle bir şey olabilir mi? Bunu Türk bir bilim adamı söyleyince tabii ki bir kıymeti olmuyor. Çünkü biz onları göre Avrupalı ne derse onu kabul eden bir yapıya sahibiz. Fakat bizi en çok üzen bizim ülkemizin de milli bir kültür politikasının olmayışıdır. Gerçekler bizden yana, tarih bizden yana, geriye sadece ortada olanı dünyaya anlatmak kalıyor" şeklinde konuştu.

Bolunun Sesi, 07.05.2009

16. YÜZYIL İŞKENCE ALETLERİ AÇIK ARTIRMADA

 

Özel bir koleksiyoncunun 16'ncı yüzyıla ait 252 parçalık işkence araçları koleksiyonunun yakında New York'da satışa çıkarılacağı bildirildi.

 

İşkence aletlerinin New York'daki Guernsey's müzayede salonunda satışa sunulması beklenirken, söz konusu müzayede salonu yetkilileri satılacak aletlerin adını açıklamadıkları özel bir koleksiyoncuya ait olduğunu bildirdi.

Aralarında cellat kılıcı, maske, kelepçe, pranga "olağan" olanlarının yanı sıra yüze takılarak konuşmayı engelleyen 'utanç maskesi', üzerine yatırılan insanı el ve ayaklarından bağlayarak çekilmesini sağlayan 4 metre 27 santimetrelik 'uzatma masası', dönemin doğrularına aykırı laf edenler ve inkarcılar üzerinde kullanılan 'dil koparan' gibi "olağandışı" aletlerin de bulunduğu koleksiyonun dışında konuya ilişkin bulunması çok zor olan bazı kitap ve belgeler de satışa sunulacak.

Koleksiyonun satış fiyatıyla ilgili olarak rakam telaffuz etmeyen müzayede salonu yetkilileri, açık artırma gününün de henüz kesinleşmediğini kaydetti.

Cnn Türk, 07.05.2009

ŞARABIN KÖKENİNİN ANADOLU OLDUĞUNA DAİR KANIT

 

Hitit metinlerinden "Viyana" adıyla bilinen şarabın, batı dillerindeki "vino, vin, wine" gibi karşılıklarının Anadolu topraklarından köken aldığı belirtilirken, bugüne kadar varlığı bilinen, ancak rastlanmayan şaraphanelerden biri, İzmir'in Çeşme İlçesi'nde gün yüzüne çıkarıldı.

Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal, başkanlığında sürdürülen Çeşme Liman kazılarına ilişkin buluntuları AA'ya anlattı.

Çeşme Limanı'nın yaklaşık 100 metre güneyindeki Bağlararası mevkisinde narenciye bahçesi içindeki inşaat sırasında seramik parçalarının tesadüfen ortaya çıkarılmasıyla çalışmalara başladıklarını bildiren Prof.Dr. Erkanal, burada bulunan şaraphanenin, Anadolu'da bugüne kadar bilinen tek örnek olduğunu kaydetti.

Prof.Dr. Erkanal, Orta Tunç Çağı'nda bölgenin en büyük limanının burası olduğunu ifade ederek, liman tarihini ortaya çıkarmaya başladıklarını, buluntuların 4 bin yıl önceye dayandığını söyledi.

Denizin doldurulmasıyla tarihi liman kentinin 100-120 metre geride kaldığını ifade eden Prof.Dr. Erkanal, çalışmalarda gördükleri en önemli olaylardan birinin, MÖ ikinci, üçüncü bin yıldaki liman kentlerinde üretim merkezlerinin bulunması olduğunu belirtti.

Çevreden elde edilen hammaddelerin, burada mamul eşya veya gıda maddeleri haline getirilerek, deniz aşırı ülkelere sevk edildiklerini bildiren Prof.Dr. Erkanal, şöyle devam etti:

"Çeşme Liman kazılarında da bu amaçla yapılan bazı tesisler var, ama en önemlisi şaraphane. Hititlerin en etkili olduğu dönemde Hitit metinlerinden anladığımız kadarıyla şarap, Anadolu'da çok kullanılan bir içki. Sedat Alp hocamızın yaptığı çalışmalara göre, Hitit döneminde aşağı yukarı bu dönemde 8 çeşit şarap üretiliyormuş. Metinlerden bunu biliyorduk, ama bugüne kadar hiçbir şaraphaneyle karşı karşıya kalmamıştık. Anadolu'nun başka kesimlerinde de görmemiştik. Burada ortaya çıktı. Şaraphanenin içinde üzüm ezme hazneleri, üzümlerin bekletildiği depolar, posaların atıldığı yerler ki buralarda çok miktarda üzüm çekirdeği tespit edildi, bol miktarda şarap testisi ve kasesi ele geçti. Bu, Anadolu kültür tarihi açısından çok önemli bir olay."

Hitit metinlerinde şarabın adının "Viyana" olarak geçtiğini, ancak bunun Hititçe bir kelime olmadığını ifade eden Prof.Dr. Erkanal, şunları kaydetti:

"Hititlerin Anadolu'da buldukları bir kelime. Anlaşılıyor ki Hititler gelmeden önce şarap, Anadolu'da çok eski bir geleneğe sahipti ve adı da Viyana'ydı. Batı dillerine baktığınız zaman şarabın karşılığı vin, vino, wine'dır. Hep Viyana'dan türetilmiş kelimelerdir. Yani Anadolu'nun şarap konusunda bir geçmişi, geleneği var. Hatta batılılar, şarapla birlikte ismini de Hititler'den veya Anadolu topraklarından almış oluyorlar. Burada açığa çıkarılan, en eski şaraphane olması bakımından çok önemli. Bunun gibi başka şaraphaneler de var, çok az bir kesimde çalışabildik şimdiye kadar. Bu çalışmalar yaygınlaştırılabilirse başka üretim merkezlerini de bulacağız."

Çeşme liman kazısında buluntuların, normal liman kentlerinde olduğu gibi dar ve çıkmaz sokakları, imalathane olarak kullanılan evleri içerdiğini bildiren Prof.Dr. Erkanal, buluntuların MÖ 2 bin - 1500 yıllarına ait olduğunu, başka alanlarda 3. bin yıla ait liman kent olabilecek kalıntılara rastladıklarını söyledi.

Prof.Dr. Erkanal, "Şunu söyleyebiliriz, burasının en az 5 bin yıllık bir tarihi var. Günümüzden 5 bin yıl önce bu limanın kullanıldığını ve bölgede bu tesislerin büyük önem taşıdığını açık şekilde görebiliyoruz" dedi.

Buradan Anadolu'da üretilen mamul eşyalar veya gıda maddelerinin, deniz üzerinden çok uzak ülkelere gönderildiğini bildiren Prof.Dr. Erkanal, denizlerin bu ulaşımla kültürleri başka ülkelere, başka ülkelerin kültürlerini de Anadolu'ya taşıdığını söyledi.

Prof.Dr. Erkanal, "Burada yaptığımız çalışmalar gerçekten arkeolojiye, Anadolu kültür tarihine çok yeni boyutlar kazandırdı" dedi.

Cnn Türk, 07.05.2009

HARİTALI DEFİNE AVCILARI YAKALANDI

 

 

Bursa film gibi tarihi eser operasyonunu konuşuyor. Çok sayıda define haritası, kalem tipi suikast silahı ve tarihi eserlerle yakalanan 31 kişiden 12'si adliyeye sevk edildi. Mahkeme zanlılardan 7'sini tutukladı.

 

Bursa İl Jandarma Komutanlığı ekipleri tarafından tarihi eser kaçakçılarına yönelik 5 ilde eş zamanlı düzenlenen operasyonda, 31 kişi gözaltına alındı. Zanlıların ev ve iş yerlerinde yapılan aramada; kalem tipi suikast silahının yanı sıra sikkeler, bronz heykeller, kılıç ve krokiler ele geçirildi. Define haritasındaki ilginç detaylar ise dikkat çekti. Sorgulamaları tamamlanan 12 zanlı dün adliyeye sevk edildi. Mahkeme bu kişilerden 7'sini tutuklarken, diğer 19 kişinin ise gruplar halinde adliyeye sevk edileceği öğrenildi.

 

Zanlıların ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda; kalem tipi suikast silahı, namluları açılmış kuru sıkı tabancalar, av tüfeği, silah, bu silahlara ait fişeklerin yanı sıra 3 dedektör, diz üstü bilgisayar, bilgisayar kasası, şok cihazı, 2 dürbün, 167 sikke, mermer lahit, 2 gözyaşı şişesi, 3 yüzük, 3 küpe,7 kolye, 2 toprak testi, 1 toprak çaydanlık, 2 bronz heykel, 1 kuranı kerim, 1 başlıklı kılıç, 65 sahife muhtelif kazı ve tarihi eserlerin yerlerine ait bilgi notları, 1 heykel figürü çizilmiş zarf, 12 karton üzerine çizilmiş muhtelif kroki ve resimler, define işaret kataloğu, eski para kataloğu, el yazması eski kitap, eski Türkçe yazılı doküman, 3 eski para, 46 muhtelif tarihi eser görüntülerine ait CD, 2 pirinç metal aparat, 2 bileklik, 2 metal haç, 1 altın sikke çok sayıda kroki ele geçirilmişti

Bursa Kent Haber, 07.05.2009

eBAY'IN ESKİ ESER KAÇAKÇILIĞINA FARKLI BİR ETKİSİ

 

25 yıl boyunca Peru’nun arkeolojik yerleşimlerinde çalışan UCLA Üniversitesi’nden Prof. Charles Stanish, on yıl kadar önce eBay internet üzerinden alım satım işlemlerine başladığında gelişmeleri nefesini tutarak izlemiş. “ En büyük korkum, o güne kadar zengin ve ufak bir zümrenin elinde olan eski eser kaçakçılığının, internet sayesinde geniş kitlelere yayılması ve böylece kaçak kazıların artması idi” demekte. 

 

Archaeology Dergisi’nin Mayıs / Haziran sayısında yayınlanan makalesinde, UCLA Cotsen Arkeoloji Enstitüsü’nün de başkanı olan Stanish, gerçekten de eBay’in kanun dışı eski eserlerin alım-satımını büyük ölçüde değiştirdiğini, ama bu değişimin arkeologların tahmin ettiklerinin aksine, olumlu bir yönde olduğunu belirtmekte. Bahsedilen bu olumlu gelişme ise, eski eserlerin internet üzerinden bir anda dünya çapında bir piyasaya ulaşabilmesi ile, o güne kadar kaçak kazılarla geçinen birçok küçük köyün, yoğun talep dolayısıyla artık tamamen sahte eski eser üretimine yönelmiş olmaları. 

 

Ayrıca, sahte eski eserlerin piyasasının bu denli artması, hakiki olduğu iddia edilen ve –doğal olarak- daha yüksek fiyat talep edilen eserlerin piyasasına da ciddi bir darbe vurmakta. Bunun en temel sebebi ise alıcıların sahte eser alıyor olma korkuları.

 

And Dağları civarının arkeolojisinde dünya çapında bir uzman olan Stanish, eBay’de “eski eser” olarak tanımlanan parçaları dokuz yıldır takip etmekte. Aynı zamanda ABD Gümrük yetkililerine de eski eserler konusunda danışmanlık yapan Stanish, Peru ve Bolivya’da köylerde çalışan atölyeleri de ziyaret etmiş. Uzmanlık alanı Güney Amerika olmasına karşın, dünyanın her tarafından eBay’e gelen eski eserleri takip etmekte. “Şu anda Çin, Bulgar, Mısır, Peru ve Meksika’da atölyeler inanılmaz fiyatlara sahte eserler yapıyorlar” demekte. 

 

eBay’i izlemeye başladığında 50-50 olan sahte oranının beş yıl sonra % 95 sahteye dek yükseldiğini yazmakta. Şu anda kesin bir tahmin verememekte çünkü sahtelerin kalitesinin çok arttığını söylüyor. Şu anda eBay’de satışta olan “eski eserler”in yaklaşık %30’unun çok bariz sahteler olduğunu, % 5 kadarının hakiki parçalar olduğunu, geri kalanların tümünün ise “karar vermek için elimde tutmalıyım” grubuna girdiğini söylemekte.  

 

Bu durumda, eskiden kaçak kazılarda buldukları eserleri birkaç kuruşa aracıya satan köylüler artık “hemen hemen eskisinin aynısı” olan eserler yapıp, bunları en yakın yerleşimde bir eBay hesabı olan şahıslara götürmekteler. Kazançları ise en az eskisi kadar, hatta bazen daha fazla olabiliyor. 

Science Daily, 04.05.2009

GEÇMİŞLE GELECEĞİ, YÜKSEKLE ALÇAĞI, SUYLA KENTİ AYIRAN ÇEMBER





Bulgaristan'ın en ünlü sualtı antik şehri dibinde bulunduğu baraj gölünün yüzeyine çıkarılıyor. Seuthopolis ismindeki bu antik şehir için geliştirilen proje, sular altında kalma tehlikesi yaşayan Dicle'deki Hasankeyf, Bergama'daki Allianoi ve Fırat'taki Zeugma antik yerleşimleri için de umut veriyor.

 

Kazanlak yakınlarındaki Seuthopolis antik kentinin kalıntılarına 1948 başlayan Koprinka Barajı inşaat çalışmaları sırasında rastlandı ve baraj 1954 yılında doldurulup, kent 20 metre yüksekliğinde suyun altında kalana kadar Bulgar arkeologlar tarafından sürdürülen arkeolojik çalışmalar devam etti.





Kazı çalışmalarında elde edilen bulgulara göre, günümüzde kalıntıları Koprinka Barajı'nın derinliklerinde bulunan kent, sadece tarihi ve arkeolojik bir alan olarak değil, Trakyalıların günlük yaşamları hakkında ipuçları vermesi açısından da büyük önem taşıyor.

 

Trakya Kralı Seuthes tarafından kurulan ve MÖ 320 yılından beri Odrissia Krallığı'nın başkenti olan Seuthopolis, daha erken dönemden kalma bir yerleşimin üzerine inşa edilmiş küçük bir yerleşimdi. Tam olarak bir şehir değil, daha çok Seuthes'in ve mahiyetinin makam merkeziydi. Burada yer alan Seuthes'in sarayı aynı zamanda Cabeiri'nin tapınağı olarak da görev yapıyordu. Kent, çoğunlukla şehir dışında yaşayan insanların kullandığı resmi yapılardan meydana geliyordu.





Arkeolojik kazı çalışmaları, kentin 5 hektara yayılan bir yerleşim alanı tarafından çevrelendiğini gösteriyor. 890 metre uzunluğunda bir duvarla çevrelenen Seuthopolis'in iki kapısından geçen ana yollar, kent merkezinde 90 derecelik açıyla ikiye ayrılıyor ve ortasında Dionisos Tapınağı'nın yer aldığı kare şeklinde bir meydan oluşturuyor. Trakya'nın aristokratlarından yaklaşık 50 ailenin barındığı kentte çalışmalar sırasında mimari anıtlarla birlikte birçok değerli eşya bulundu.


2005 yılında Bulgar mimar Jeko Tilev, kalıntıları çevreleyen bir baraj duvarı inşa etmek suretiyle alanın bir UNESCO Dünya Mirası olarak kayda geçirilmesine olanak sağladı. Mimar, Seuthopolis'i yeniden ortaya çıkarıp, korumak ve yeniden inşa etmek üzere önerdiği projeyle, alanın küresel açıdan önemli olan turistik bir uğrak yeri haline gelmesine fırsat tanıyor.






Projeye göre, 420 metre çaplı bir dairesel duvar içine alınarak suları boşaltılan kente tursitler teknelerle ulaşacak. Böylece ziyaretçiler şehri, geceleri ışıklandırılan, 20 metre yüksekliğindeki duvarın üzerinden görebilecekler.

 

Duvarın üzerinde kafeler restoranlar ve bisiklet kiralama ya da balıkçılık gibi faaliyetler için küçük ofisler olması düşünülüyor. Çemberi oluşturan duvarın iç kısmında ise bir müze, konferans merkezi, otel ve büro alanları tasarlanmış.

 

Tarihi ziyaretçilere yaşatabilmek için en sağlam durumdaki beş yapının inşaatının tamamlanacağı projede, tam anlamıyla görselliği sağlayabilmek için de duvarın üzerinden kente inen asansörlerin panaromik olması amaçlanıyor.





Büyük bir göle oranla, suyun ortasında küçük bir havuz oluşturabilmek için oldukça kalın duvarlar inşa etmek gerekiyor. Suyun yüksekliği, antik şehrin tabanından zamanla suyun havuz içerisinde de basıncın etkisiyle giderek yükselmesi ve havuzu doldurması tehlikesini doğuruyor ancak mimar rüzgar jeneratörlerinin üreteceği enerjiyle çalışacak birkaç pompa yardımıyla bu sorunun üstesinden geliyor.

 

2006 yılında UNESCO Büyük Ödülü'nü kazanan projenin mimarı Jeko Tilev, Seuthopolis resmi internet sitesinde yerel yönetimler tarafından desteklenen projesini şu sözlerle anlatıyor:

"Trakya Kralı 3. Seuthes'in şehri ve antik Odrissia devletinin başkenti Seuthopolis, 1948 yılından 1954'e kadar süren Koprinka Barajı'nın inşaat çalışmaları sırasında keşfedildi ve incelemeye alındı. Ne yazık ki baraj sularla doldurulduktan sonra modern Bulgaristan'daki ilk ve en iyi korunmuş Trakya şehri yapay bir gölün altında kaldı. Bu hata, bugün düzeltilebilir ve Seuthopolis dünya mirasındaki bir hazineye dönüşebilir.

 

Seuthopolis için sunulan proje, şehri açığa çıkarıp, korumayı ve kısmen yeniden inşa etmeyi, şehri alenen ulaşılabilir bir yer haline getirmeyi öneriyor. Proje aracılığı ile Seuthopolis'in özel, eğitici, kültürel ve turistik değeri, doğal çevredeki eşsiz bir mimari yapı ile gözler önüne seriliyor. Antik şehir, meydanın dibindeki bir kuyu gibi, dairesel bir baraj duvarı aracılığı ile sulardan yeniden ortaya çıkarılıyor ve Seuthopolis'in tarihsel destanını gözler önüne seriyor. Kıyıdan yola çıkarak Seuthopolis'i çevreleyen halkaya bir botla yaklaşıldığında, Suthopolis tamamen gözlerden gizlenmiş bir şekilde duruyor. Geçmiş ve gelecek arasında bir sınır olan duvardan görülen manzara, ölçeği, kapsamı ve eşsiz bakış açısından görülen manzarasıyla nefes kesici. Şehri 20 metre yukarıdan görme imkanı, böyle bir ölçekte olağanüstü bir çukurun varolabilirliğini ve şehrin bütünlüğünü algılamaya izin veriyor. Panoramik asansörler taban seviyesine ulaşımı sağlıyor ve dahası bütün bu fikri daha da zenginleştiriyor.





420 metrelik bir dış çapa sahip duvar halkası, çağdaş bir mimari müdahale olarak geçmiş ve gelecek, tarih ve varoluş, kara ve su, yukarı ve aşağı arasındaki sınıra dair önemli bir anlam taşıyor. Duvar, çağdaş formu ve fonksiyonu aracılığı ile şehri sergiliyor, değerlendiriyor ve tarihi yeniden düşündürüyor. Yeşil duvarın mimari anafikri, Seuthopolis şehrini koruyan ve kontrol altında tutan Trakya höyüklerinin ters çevrilmiş biçimlerine dayanıyor. Çevre duvar Seuthopolis şehrini eşsiz modern bir turistik tesis ile bütünleştiriyor. Duvar halkası, kayık ve küçük tekneler için bir iskele, canlı bir sokak, bir park ve panoramik bir yürüyüş yolu niteliği taşıyor. Mekan restoranlar, kafeler, dükkanlar, bisiklet kiralama noktaları, çeşitli eğlence ve dinlenme alanları, spor ve balıkçılık tesisleri gibi birçok farklı program ile doldurulacak. Halka şeklindeki duvarda müze, konferans salonları, antik şehri ve barajı gören restoranlar, otel tesisi, hizmet büroları, sıhhi ofisler, teknik altyapı birimleri yer alacak. Özel olarak düzenlenmiş bahçelerle duvar, dinlenme mekanları, çiçek bahçeleri ve açık sergi alanları olan bir parka dönüşüyor. Seuthopolis, sempozyum, sergi, konser ve festivaller gibi çeşitli ulusal ve uluslararası kültürel aktivitelere de ev sahipliği yaparak ulusal ve kültürel bir merkez olma özelliği taşıyor.

 

Seuthopolis'in tarihi ve kültürel kompleksi, ülkenin turistik ve ekonomik potansiyelini artırarak, zengin geçmişin ve yaratıcı geleceğin bir sembolü haline geliyor."

 

Proje, mimar tarafından Kazanlak Belediyesi'ne bağışlandı ve fonlar inşaatın başlaması ile artırıldı. Tilev'e göre proje en az 50 milyon Dolar'a mal olacak. Tabii bütün bu koruma ve önlem çalışmaları için harcanacak para, şehrin başka bir noktaya taşınması ya da barajın iptal edilip boşaltılması daha ekonomik bir çözüm olmaz mıydı sorusunu akıllara getiriyor.

Arkitera, Kaynak: Wikipedia, sevtopolis.suhranibulgarskoto.org, Eikongraphia.com, Çev.: Selcen Karatay, Der.: Zeynep Güney, 07.05.2009

'ANADOLU MUCİZESİ' İSTANBUL'DA





“Üstat, mimar, bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakş bukalemun eylemiş ki methinde diller kısır, kalem kırıktır...”

Bu tanımlama Evliya Çelebi’ye (1611-1683) ait... Anadolu’da Selçuklu mimarlığının “mucizevi” şaheseri “Divriği Ulu Camisi”ni 1649’da ziyaret etmiş...

Mengücükoğlu Ahmet Şah’ın karısı Behram Şah ile kızı Turan Melik’in 1228’de yaptırdıkları külliyede ruh hastalarının su sesi ve “musiki”yle iyileştirildikleri Şifahane de var.

Evliya, ziyaret ettiğinde, Ahlatlı mimar Hürremşah’ın yönetimindeki Selçuklu ustalarınca “nakş” (nakış) işlercesine yaratılan “heykelsi” bezemeler henüz 420 yıllıktı.. Şimdi, 780 yıl sonra bile, yorgun ve yıpranmış olmalarına rağmen her göreni en az Evliya kadar etkiliyor; “tanımlanamaz” bir beceri ve estetik düzeyiyle “ortaçağ” Anadolu’sunun dünyayı şaşırtan uygarlığını belgeliyorlar...

Divriği Külliyesi, işte bu nedenle UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde “çok özel” bir insanlık değeri olarak yerini aldı. Bakımı, ömrünün uzatılması ve daha yüzlerce yıl insan aklının ve yaratıcılığının büyüklüğünü gelecek kuşaklara gösterebilmesi için de nice projeler geliştirildi; girişimlerde bulunuldu...

Ne var ki günümüzün onca gelişkin inşaat teknolojisine ve restorasyon alanındaki bilimsel ilerlemelere rağmen, “onarım kaygıları”ndan kurtulamadı. Her yönüyle “eşi olmayan” dünya mirasının, yine tüm ayrıntılarıyla “özgün”lüğüne zarar gelmesini istemeyenler, “aman!” diyorlar; “restorasyon adına işlenen kültür katliamlarından biri daha, hiç değilse bu başyapıtta yaşanmasın...”

Bu yaygın endişenin temelinde koruma uygulamalarında izlenen ihale yöntemlerindeki “yanlışlara ve beceriksizliklere ortam hazırlayan” bilim dışı kurallar ile bunlar sonucunda ortaya çıkan sayısız olumsuz sonuç yatıyor... Birçok anıtsal yapımız, restore edildikten sonra, eskisini “andıran” yepyeni ve “ruhsuz” binalara dönüşüyor. Bu nedenle “Vakıflar Genel Müdürlüğü”nün kurallarıyla onarıldığında, son yıllarda artan “restorasyonla tahribat”lardan biri daha olmasından korkuluyor...

Bu “uygarlık zaafı”nın giderilmesinde ilk önemli adımı oluşturacak “anıtlar için ayrı ihale yasası” hazırlığı, yıllardır sonuçlanmadı. Dahası, hiç değilse UNESCO listesindeki Divriği Külliyesi’nin sanat tarihi değerini gözeten bir mimari restorasyona olanak sağlayacak “özel yasa” önerileri, siyasilerin gündemine girme şansını bulamıyor...

İşte böylesi bir süreçte, 28 Nisan’da İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin tarihi Taşkışla binasındaki “Mimar Sinan Salonu”nda açılan “Cennetin Kapıları” fotoğraf sergisi, sadece duyarlılık yüklü bir belgeleme değil... Belki daha önemlisi, ülkemizin nasıl bir hazineye sahip olduğunu bir kez daha “fark ettirmek” için mükemmel bir çalışma...

Sergi duyurusundaki vurgulamayla; “sıradan bir taş oyma bezemenin çok üstünde heykelsi yontularının sadece İslam sanatı içinde değil dünya sanat tarihinde de başka bir benzerinin olmadığı”nı göstermekle kalmıyor; onarım için en güvenilir yöntemin bulunmasını “yaşamsal” görenlerin “hassasiyetlerini ve haklılıklarını” da kanıtlıyor. Çalışmanın danışmanı Prof. Doğan Kuban’ın, “Hürremşah’ın Heykeli” nitelemesiyle birlikte “adeta dokunulmadan müzeye kaldırılması, Kutsal Emanetler gibi saklanması gereken bir sanat ürünü” demesindeki “gerçekçi”liği de gözler önüne seriyor...

Fotoğrafları kutlanacak bir özen ve ustalıkla çeken Mimar Cemal Emden ile sergiyi tasarlayan ve gerçekleştiren mimar Basri Hamulu, özellikle “yok olma” tehlikesini taşıyan “taç kapı”lara şöyle dikkat çekiyorlar.

“Bu külliyeyi olağanüstü kılan taç kapıları. Çünkü taşlar geleneksel yöntemle tek tek işlenip üst üste dizilmemiş; bir heykel gibi yekpare taştan oyulmuş. Bu yöntem külliyeye aynı zamanda 800 yıldır ayakta kalacak bir sağlamlık da kazandırmış...”

Taşkışla’da 29 Mayıs’a kadar görülebilecek serginin açılışına, “Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü”nden katılan yoktu.. Oysa tam da bugünlerde ‘Vakıf Haftası’ (04-10 Mayıs 2009) kutlanıyor ve Ankara’daki toplantılarda eski eserlerimizin korunması” ele alınıyor!

Davet edildikleri halde, yaşatılmasından sorumlu oldukları bu dünya şaheserinin “mutlu gün”üne gelmeyen ve “çok özel bir koruma yöntemi”ne gereksinimi olduğunu kanıtlayanlara “teşekkür” bile etmeyen Vakıflar yönetimine bilmem ki ne demeli... Üstelik, Vakıflar Haftası’nın davetiyesinde de Divriği Ulu Camisi Taç Kapısı’nın fotoğrafını kullanmalarına rağmen...

Cennetin Kapıları dünyayı da dolaşmalı. Öncekiler bir yana, “sonra”kiler arasında bile ustalık ve yaratıcılıkta “yegane”liğini koruyan mimarlık hazinemizin “evrensel”liği kanıtlanmalı...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 07.05.2009

PEKİN ADAMI'NIN
BULUNDUĞU YER
YENİDEN KAZILACAK

Çinli bilim adamları 770.000 yıl öncesine tarihlenen Pekin Adamı’nın kafatasının ve birçok kemik kalıntısının bulunduğu mağarada yeniden kazılara başlamayı planlıyor.

Omurgalı Paleontolojisi ve Paleoantropolojisi Enstitüsü Başkanı Gao Xing, kazının Pekin Adamı eski kazı alanının batı yamacında Mayıs ayında başlayacağını ve iki ay süreceğini duyurdu.

Gao “Bir başka kafatası piyango gibi olur ama taş aletler, ateş kalıntısı ve hayvan kemiği fosilleri bulacağımızı umuyoruz” dedi. 

Pekin Adamı ismi verilen kafatası Aralık 1929’da, Pekin’in kabaca 50 km güneyindeki bu mağarada arkeolog Pei Wenzhong tarafından bulunmuştu.

İlk değerlendirmelerde 400.000 ile 500.000 arası bir tarih verilen kafatasının bu yıl yapılan radyokarbon testleri sonucunda 700.000 yaşında olabileceği ortaya çıktı ve bu konu ile ilgili bir makale geçen ay Nature dergisinde yayınlandı.

Aynı kazılarda 200 insan fosili ve 100.000 den fazla taş aletin yanı sıra, 98 memeli ve 62 farklı kuş türüne ait hayvan fosilleri bulunmuştu.

chinaview.cn, 04.05.2009

PICASSO'NUN TABLOSUNA ALICI ÇIKMADI

 

ABD’nin New York kentinde düzenlenen müzayedede ressam Pablo Picasso’ya ait bir tablo alıcı bulamadı. 36 eserin satışa çıkarıldığı müzayedede 29 eser toplam 61.3 milyon dolara satıldı.

 

Sotheby’s Müzayede Evi’nde düzenlenen “izlenimci ve modern sanat ürünü eserler müzayedesi”nin en büyük sürprizi ise gecenin iki büyük eseri olan, Picasso’nun kızı Maya’yı 2.5 yaşındayken resmettiği tablo ile İsviçreli heykeltıraş Alberto Giacometti’nin 1951 yılında yaptığı bronz kedi heykelinin satılmaması oldu. Her iki eserin de 16 ile 24 milyon dolar aralığında bir fiyata satılması bekleniyordu. Müzayedede, Camille Pissarro’nun “Flood in Pontoise” adlı tablosu yaklaşık 3 milyon, “The Female Goat Keeper” adlı eseri ise 2.5 milyon dolara alıcı buldu.

Türkiye Gazetesi, 07.05.2009



EFES TAM 140 YILDIR KAZILIYOR

 

  

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki Efes Antik Kenti'nde kazı sezonu açıldı. Efes'te bu yılki kazılar, 12 ülkeden 283 kişiyle yürütülecek.

 

Yaklaşık 8 bin yıllık geçmişi olan Efes Antik Kenti, yaklaşık 8 kilometrelik bir alana yayılıyor.

Geçmişi eski, yayıldığı alan büyük olunca gün ışığına çıkması da uzun yıllar alıyor. İlk kez 1869 yılında İngilizler tarafından başlatılan kazıların bu yıl 140'ıncısı yapılacak. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nce yapılacak kazı yaklaşık 5 ay sürecek.

 

Kazı Başkanı Sabine Ladstatter: "Bu yıl antik kentteki en eski yerleşim yeri olan Çukuriçi höyüğü ile Panayırdağı, Domitian ve Hadrian tapınaklarında kazılar yoğunlaşacak. Kazıları 12 ülkeden 283 kişi katılacak" dedi.

 

Efes Antik Kenti'nin 1 yıl içinde UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınması amacıyla hazırlık yapılıyor. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün: "Efes'in dünya kültür mirası listesinde olması demek buranın dünyada daha fazla tanınması demek. daha fazla turist gelmesi demek" şeklinde konuştu. Antik kenti, geçen yıl 1 milyon 567 bin kişi ziyaret etti.

Trt/Haber, 07.05.2009

KADINLARA YASAKLI HAZİNE SERGİDE

 

Yunanistan’da bin yıldır kadınların ve bazı dişi hayvanların girmesinin yasak olduğu Aynaroz Adası’ndaki kutsal hazineler, sergilenmek için Paris’teki Petit Palais’e getirildi.

Sergi sayesinde bin yıldır kadınların sokulmadığı adada bulunan 20 manastırdan aralarında el yazması İnciller ve Bizans eserlerinin bulunduğu Hıristiyan sanatının en büyük koleksiyonu, nihayet kadınlarla buluşacak.

Hürriyet, 07.05.2009

TÜRKİYE'DE 'KARANLIK ÇAĞLAR'A AİT BİR TAPINAK BULUNDU

 

 

Türkiye’de, içinde kırık metal parçaları, fildişi süslemeler ve üstünde ölü bir dille yazılmış kitabe bulunan bir taş levhası ile birlikte, antik bir tapınak bulundu. Tapınağın inşa edildiği dönem, Bronz Çağı’ndan Demir Çağı’na geçiş dönemi olan ve Karanlık Çağ olarak da bilinen, İncil’de, Homeros destanlarında, Mısır’da 3.Ramses’in yazıtlarında anlatılan, kültürel çöküş, kıtlık ve şiddet dolu MÖ 1200 – 900 arası. 

 

Fakat yeni bulunan bu tapınakla bu döneme bakışımız değişebilir. Toronto Üniversitesi, Tayinat Arkeolojik Projesi Başkanı Timothy Harrison “Bronz Çağı ile Demir Çağı arasında sadece yazı geleneklerinde değil, kültürel ve politik devamlılık da olduğunu görüyoruz.” 

 

Harrison ve meslektaşları tapınağı, Antakya Ovası’nda yer alan Tell Ta'yinat’da yapılan 2008 kazısı sırasında bulmuşlar. Suriye sınırına yakın bu yerleşim binlerce yıldan bu yana kültürel kavşakların kesişme noktası olmuş. Tapınağın 10. veya 9. yüzyılda inşa edildi tahmin ediliyor. MÖ 8. yüzyılda ise, şehrin geri kalanı ile birlikte yanarak yıkılmış. 

National Geographic News, Haber: Mati Milstein, 29.04.2009

İKİ TÜRK MÜZESİ AVRUPA İLE YARIŞIYOR

 

İstanbul Modern Sanat Müzesi ve Ankara Vakıf Eserleri Müzesi, 26 ülkeden 97 müze ve kurumdan 200 kişinin katılacağı Avrupa Müze Forumu'nda ''Avrupa Yılın Müzesi'' ödülünü almaya çalışacak.

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, 1977'de kurulan Avrupa Müze Forumu, 2006'dan beri devam eden çalışmalar sayesinde kurulduğu günden bu yana Türkiye'de ilk kez Bursa'da yapılıyor.

Açılışı bu akşam yapılacak, resmi programı ise yarın başlayacak forum, 9 Mayısta sona erecek. Avrupa'daki müzelerin kalitelerini, standartlarını yükseltmek amacıyla kurulan Avrupa Müze Forumu'na bugüne kadar 40 ülkeden 1500 civarında müzenin katılımı sağlandı. Bunların arasında yıllık 250 milyon avroluk bütçeye sahip Avrupa'nın büyük müzeleri de bulunuyor.

 

Bursa Kent Müzesi Koordinatörü Ahmet Erdönmez, Avrupa müzeler zirvesinin Bursa'da toplanmasının büyük önem taşıdığını, forum ile kentin Avrupa'ya daha fazla tanıtılacağını belirtti.

Forum kapsamında bugüne kadar her yıl Avrupa Yılın Müzesi Ödülü verildiğini dile getiren Erdönmez, şunları kaydetti:

 

''Bu yarışmada amaç müzelerin kalitesini yükseltmek. Müzeler, bu ödüle layık olabilmek adına standartlarını ve kalitelerini yükseltiyor. Dünyada müzecilik anlayışı değiştiği ve okul statüsünde sürekli hareketli müzeler gündemde olduğu için bütün bireylerle ilişki içinde olan müzeler oluşturulmaya çalışılıyor. Bunun için görsellik, koleksiyon değeri, sunum, bina yapımı gibi bazı kriterler getiriliyor. Forum, bu kriterleri göz önüne alarak yarışma düzenliyor. En iyi müze Avrupa Yılın Müzesi Ödülü'nü alıyor.''

 

İstanbul Modern Sanat ve Ankara Vakıf Eserleri Müzesi'nin bu ödül için Fransa, İngiltere, İsveç, İsviçre, İspanya gibi ülkelerden, Avrupalı dev rakipleriyle yarışacağını ifade eden Erdönmez, ''Birinci gelen müze, kayıtlara geçiyor ve yurt dışında yılın müzesi olarak tanıtılıyor. Bu tanıtım turist getirisi açısından çok önemli'' dedi.

 

Ankara Vakıf Eserleri Müzesi

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Başkent Ankara'nın imarı için büyük çaba sarf eden Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1927 yılının sonlarında bugünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın (O zamanki Hariciye Vekaleti) kuzeyinde büyük bir ilkokulun yapımına başlanıyor ancak 1928 yılı sonlarında bu yapı Hukuk Mektebi'ne tahsis ediliyor.

 

1928-1941 yılları arasında Hukuk Mektebi, ardından bir süre Ankara Kız Sanat Mektebi ve Ankara Yüksek Öğrenim Vakıf Kız Öğrenci Yurdu, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce halka hizmet veren Aşevi olarak kullanılan bina, Nisan 2004'ten bu yana Ankara Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmet veriyor.

 

Müzede, yıllardır Vakıflar Genel Müdürlüğü depolarında muhafaza edilmiş Türkiye'nin bütün yörelerinden toplanmış halı ve kilim örnekleri, şamdanlar, Kuran-ı Kerimler, Padişah vakfiyeleri, saatler, hat levhalarının yanı sıra, çini panolar, para keseleri, ahşap paneller, fotoğraf makineleri gibi birçok eser sergileniyor.

 

İstanbul Modern Sanat Müzesi

Türkiye'de modern ve çağdaş sanat sergileri düzenleyen ilk özel müze olarak, 2004'te İstanbul Boğazı'nın kıyısında, 8 bin metrekarelik bir alanda kurulan İstanbul Modern Sanat Müzesi, ''Türkiye'nin sanatsal yaratıcılığını kitlelere ulaştırmayı ve kültürel kimliğini uluslararası sanat ortamıyla paylaşmayı amaçlayarak, disiplinler arası etkinliklere ev sahipliği yapan bir müze'' konumunda bulunuyor.

 

Modern ve çağdaş sanat alanlarındaki üretimleri uluslararası bir yönelimle koleksiyonunda toplayan, koruyan, sergileyen ve belgeleyerek sanatseverlerin erişimine sunan müze, bünyesinde barındırdığı süreli ve sürekli sergi salonları, fotoğraf galerisi, video, eğitim ve sosyal programları, kütüphane, sinema, kafe ve tasarım mağazası ile çok yönlü bir hizmet veriyor.

Turizm Habercisi, 06.05.2009

BİRGİ'DEKİ RESTORASYONA YAĞMUR ENGEL OLDU

 

Birgi Belediye Başkanı Cumhur Şener, Ege Bölgesi'nin tarihi ve kültürel dokusunu koruyan ender beldelerinden biri olan Birgi'de, yürütülen restorasyon çalışmalarının yaz aylarında devam edeceğini bildirdi.

Şener, bin 700 metre uzunluğundaki Şehit Gürol Madan Caddesi'nde başlatmış oldukları çevre düzenleme ve sokak sağlıklaştırma projesi kapsamında, evlerin dış cephe düzenlenmesi, çatı, kapı, pencere, duvar, ana kapı girişi gibi alanlarda sürdürdükleri çalışmanın aşırı yağışlar nedeniyle 75 günlük iş kaybına uğradığını söyledi.


Şener, şu bilgiyi verdi: "Biz bu çalışmaya başlarken meteoroloji verileri doğrultusunda rapor hazırladık. Projeyi sürdüren firmanın işi normalde Haziran ayında tamamlaması gerekirken, 75 günlük iş kaybı da işin bitim süresini uzatacak. Bu nedenle yaz boyunca çalışmalar devam edecek. Bu konuda vatandaşlarımızın anlayışla karşılayacaklarını umuyoruz. Proje tamamlandığında Birgi'nin çehresi bir o kadar daha güzelleşecek. Birgi-Bozdağ yol kavşağından itibaren granit taş döşeme çalışmaları da başladı."

Haber Ekspres, 06.05.2009

BEŞİRİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Batman'da jandarma ekiplerince düzenlenen tarihi eser operasyonunda çok sayıda tarihi eser ele geçirilirken olayla ilgisi olduğu iddia edilen 2 kişi gözaltına alındı.

 

Batman İl Jandarma Komutanlığı'nca yürütülen çalışmalar kapsamında, Beşiri İlçesine bağlı Doğanpazarı Köyü Göktaş mezrasında ikamet eden H.E. isimli şahsın ev ve eklentilerinde yapılan aramada; 1 adet ruhsatsız Kaleşnikof marka uzun namlulu silah ve bu silaha ait çok sayıda mermi ile 1 adet ruhsatsız av tüfeği, 1 adet bronz kaplama Meryem Ana heykeli, 1 adet savaşçı Viking heykeli ve 40 adet tarihi değere sahip çanak ve çömlek parçası ele geçirildi. Tarihi eser operasyonu kapsamında H.E. ve ismi öğrenilemeyen bir kişi daha gözaltına alındı. Batman Jandarma Komutanlığı'nda ifadeleri alınan 2 zanlı daha sonra adli mercilere sevk edildi.

Batman Kent Haber, 06.05.2009

RESTORESİZ ESER KALMAYACAK

 

 

Hatay Vakıflar Bölge Müdürü Abdullah Kayhan, 2010 yılı sonuna kadar Hatay genelinde restore edilmemiş hiçbir eserin kalmayacağını söyledi.

 

Kayhan, Vakıflar Haftası dolayısıyla İskenderun'da Mustafa Yazıcı Kültür Merkezi'nde düzenlenen "Sağlıklı Yaşam" konulu konferans öncesi yaptığı konuşmada, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün vakıf kültürünün yeniden toplum kültürü haline gelmesi, çocukların vakıf ruhuyla donanmaları, akademik camianın vakıflarla ilgili yaptıklarının paylaşılması ve artarak devam edebilmesi için 2006'yı Vakıf Medeniyeti Su Yılı 2007'yi Vakıf Medeniyeti Çevre Yılı, 2008'i Vakıf Medeniyeti Su Yılı, 2009'u ise Vakıf Medeniyeti Sağlık Yılı olarak ilan edilmesinin kararlaştırıldığını hatırlattı.

 

Kayhan, "Vakıf medeniyetimizin çok önemli parçası olan sağlığın hayatımızdaki önemi giderek arttığı günümüzde bu vakıf medeniyet anlayışımızı bütün yönleriyle idrak edebilmek ve bizden sonraki nesillere daha yaşanabilir bir ülke bırakabilmek amacındayız" şeklinde konuştu.

 

Abdullah Kayhan, 2010 yılı sonuna kadar da Hatay genelinde restore edilmemiş hiçbir eserin kalmayacağını sözlerine ekledi.

Hatay Kent Haber, 06.05.2009

300 YILLIK TARİHİ HAMAM YOK OLUYOR

 

Tekirdağ'ın merkeze bağlı İnecik Köyü'nde, Osmanlı döneminden kalma 3 asırlık hamam, bakımsızlıktan çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca hizmete kapatıldı. İnecik Köyü Muhtarı Mehmet Güner, 8 bölümden oluşan hamamın iç bölümlerinde yer yer çökmelerin olduğunu söyledi ve, "Benden önceki muhtar arkadaşlar, tarihi hamamın onarılması ve restore edilmesi için ilgili kurumlara başvuruda bulunmuş. Ancak restore için devlet ödeneği bugüne kadar çıkmadı.'' dedi. Güner, tarihi hamamın, koruma altına alınmasını istediklerini sözlerine ekledi. Tekirdağ Etnografya Müzesi Müdürlüğü yetkilileri ise Muhtar Güner'in aksine İnecik Köyü'ndeki tarihi hamamın restore edilmesine ilişkin bir talebin kendilerine ulaşmadığını bildirdi.

Zaman, 06.05.2009

2500 YILLIK MEZAR BULUNDU

 

İzmir Kemalpaşa'ya bağlı Çınarlı Köyü'nde, 2 bin 500 yıllık bir oda mezar bulundu. Bir inşaatın temel hafriyatı sırasında ortaya çıkan tarihi mezarda çalışma başlatıldı.

 

Behçet Akçay, ev yapmak için dozerle düzelttiği arazisinde, oda şeklinde bir oyuk olduğunu gördü. Oyuğun içinde tarihi eserler bulunca da yetkililere haber verdi. Köye giden İzmir Arkeoloji Müzesi arkeologları, ilk çalışmalarında gözyaşı şişesi, kemikler ve çeşitli tarihi eserler buldu.

 

Arkeologlar, çıkan eserleri koruma altına aldı.

Zaman, 06.05.2009

VAN GOGH'UN KULAĞINI GAUGUIN Mİ KESTİ?

 

Alman sanat tarihçileri dünyaca ünlü Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’un kulağını, bir tartışma sırasında arkadaşı Fransız ressam Gauguin’in kılıçla kestiği öne sürüldü.

Ünlü ressamın, 1888’de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kestiği, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak yaşamına son verdiği sanılıyordu. Yapılan araştırmaya göre, ressam arkadaşının hapse girmesini istemeyen Van Gogh’un böyle bir hikaye uydurduğu düşünülüyor. İki ünlü ressamın ’sessizlik yemini’ ederek bu olayı sır gibi sakladıklarını iddia eden Alman tarihçiler, bunun nedeninin, Gauguin’in cezaya maruz kalmaması ve Vang Gogh’un umutsuzca bağlandığı Gauguin’le arkadaşlığını sürdürmek istemesi olduğunu söylediler.

Hürriyet, 06.05.2009

TBMM NEMRUT'A EL ATIYOR

 

 

Dünyanın sekizinci harikası Nemrut Dağı’nın turizm potansiyelinin artırılması için Meclis Araştırma Komisyonu kurulması istenildi. CHP’nin TBMM Başkanlığı’na sunduğu önergede Nemrut Dağı’nın UNESCO’nun dünya kültür mirası arasında yer aldığına dikkat çekildi. Nemrut Dağı turizm açısından Adıyaman, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Türkiye için büyük bir potansiyel olduğu belirtilen önergede, her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Nemrut Dağı’nın turizm potansiyelinin artırılması amacıyla Meclis araştırması yapılması istenildi.

CHP, dünyanın sekizinci harikası olarak bilinen Nemrut Dağı’nın turizm potansiyelinin artırılmasıyla ilgili çalışmalar yapılması için Meclis Araştırma önergesi verdi.

Türkiye Gazetesi, 06.05.2009

TARİHİ ESERLER DEPREME KARŞI GÜÇLENDİRİLECEK





İstanbul'daki 176 tarihi yapının depreme karşı güçlendirilmesi için başlatılan çalışmada sona yaklaşıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İl Özel İdaresi'nin ortak girişimi ile gerçekleştirilecek çalışma için başlatılan 'çoklu afet ve deprem performansı açısından risk envanteri' çalışması geçtiğimiz hafta sonlandırıldı.

 

176 yapıyı içeren bu çalışma ile sadece tarihi yapıların muhtemel depreme karşı ne derece ayakta kalacağı değil, geçmişte ne badireler atlattığı, geçen zamanla birlikte nasıl şekil aldığı da ayrıntılarıyla ortaya çıkarıldı. Projenin 2. etap çalışması olarak adlandırılan tarihi yapılar için veritabanı oluşturma işlemi de temmuza kadar tamamlanacak.

 

Güçlendirilecek yapılardan Topkapı Sarayı'ndaki Mecidiye Köşkü, Arkeoloji Müzeleri'nin ek binaları ve Ayasofya Müzesi Aya İrini Anıtı için 'deprem performansını ölçme' çalışmalarına da başlandı. Bu çalışma haziran sonunda bitirilecek. Ayrıca diğer yapıların depreme karşı performansı da detaylı şekilde ortaya konulacak ve depreme karşı yapısal güçlendirme önerileri hazırlanacak. Temmuz ayından itibaren de 176 yapının deprem güçlendirme çalışmaları başlayacak.

 

Rölöve ve Anıtlar Müdürü Hüseyin Kaya, "Temmuz ayından itibaren kültür varlıklarının onarımına başlayacağız." diyor. İl Özel İdaresi'ne bağlı bulunan İstanbul Proje Koordinasyon Merkezi (İPKM) Başkanı Gökhan Elgin de bu iş için 2 milyon 700 bin Euro ayırdıklarını belirtti. Elgin, "Tarihi eserleri depreme karşı güçlendirme çalışması dünyada bir ilk olacak." diye konuştu.

 

Depreme karşı güçlendirilen tarihi yapılar arasında;

Topkapı Sarayı Kompleksi (2., 3., 4. avlu, Harem Bölümü, Mecidiye Köşkü), Arif Efendi Kütüphanesi, Ayasofya Müzesi ve içindeki türbeler, Darphane binaları, Fatih Sultan Mehmet Kütüphanesi, Galata Mevlevihanesi, İbrahim Paşa Sarayı, Sümerbank Binaları, Anadolu ve Rumeli hisarları, Beyazıt Devlet Kütüphanesi, Yakup Paşa Külliyesi, Selimiye Yazma Eserler Kütüphanesi, Orhan Kemal Halk Kütüphanesi, Heybeliada Halk Kütüphanesi bulunuyor.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 06.05.2009

MACAR KENTİNDEKİ CAMİ RESTORE EDİLİYOR





İstanbul ile birlikte Avrupa Kültür Başkenti unvanını taşıyacak olan Macaristan'ın Pecs şehrinde bulunan tarihi Peçevi Yakovalı Hasan Paşa Cami'nin restorasyon çalışmaları başladı.

 

Meclis Başkanı Köksal Toptan ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın peş peşe yaptığı Macaristan ziyaretlerinde Pecs'de bulunan tarihi Peçevi Yakovalı Hasan Paşa Camii'nin restorasyonu gündeme gelmişti. Cihan Haber, restorasyon çalışmalarının başladığı ve yakın bir zamanda da restorasyonun bitirileceği bilgisini aldı. Tarihi caminin bahçesinde bulunan Osmanlı mezarlarının da bozulmadan günümüze kadar geldiği kaydedildi.

 

Yakovalı Hasan Paşa Camii'nin içinde bulunduğu Pecs şehri, İstanbul ile ortaklaşa 2010 Avrupa başkenti ilan edilmiş ve bu sebeple de şehrin içinde birçok yapılanma ve restorasyonlar söz konusu. Pecs (Osmanlıda Peçevi); Macaristan'ın güneyinde yer alan ve Baranya İli'nin merkezi olan bir şehir. Şehir, Osmanlı zamanlı Ordu garnizonunun bulunduğu strateji yerlerden olagelmiş.

Geçtiğimiz Ekim ayından TBMM Başkanı Toptan buraya bir ziyarette bulunmuştu. Avrupa Kültür Başkenti 2010 İstanbul-Essen-Pecs'in bulunduğu ülkelerin Meclis Başkanları, Macaristan'ın Pecs kentindeki Baranya Bölgesi Belediye Başkanlığı binasında bir araya gelmiş ve proje çerçevesinde parlamentolar arası iş birliğiyle ilgili ortak bildiri imzalanmıştı. Bu ziyaretle birlikte burada yaklaşık 400 yıldır ayakta kalan ve Macaristan'da kullanılabilir tek cami olan Yakovalı Hasan Paşa Camii'nin restorasyonu mevzubahis olmuştu.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü , 'Osmanlı Coğrafyasındaki Her Şehirde Bir Eser' projesi ile "Balkanlar'dan Ortadoğu'ya, Kırım'dan Afrika'ya birçok şehirdeki eseri restore" söylemiyle harekete geçmiş, bu kapsamda da Macaristan'dan Peçevi Yakovalı Hasan Paşa Camii ile Sgetvar Sultan Süleyman Camii restore programı içine alınmıştı.

 

Yakovalı Hasan Paşa Cami'nin yanı sıra Pecs şehrinde bir başka cami daha var: Gazi Kasım Paşa Camii. Fakat şehrin meydanında bulunan ve Pecs şehrinin sembolleri arasında gösterilen cami, sonradan kiliseye çevrilmiş ve hilalinin ortasına büyük bir haç yerleştirilmiş.

 

Macaristan'da Osmanlı'dan kalan en büyük mimari eser olan Gazi Kasım Paşa Camii şu anda kilise olarak kullanılıyor. Caminin kubbesi, Hunyadi Yanoş heykeliyle yüz yüze Pecs'in en kalabalık meydanına bakıyor. Budin Valisi Gazi Kasım Paşa tarafından 1548-1551 yılları arasında yaptırılmış olan cami; altı sütun üzerine oturtulmuş yedi önemli Türk kültür varlıklarından birisi olarak kabul ediliyor ve de etkileyici manzarası nedeniyle turistlerin ilgisini çekiyor.

 

Uzun bir tarihi geçmişe dayanan Türk - Macar ilişkilerinin daha da güçlendirilmesi amacıyla ortak kültür varlıklarının işlendiği "Kültür Varlıklarımız" konulu pullar her iki ülke tarafından 02.12.2002 tarihinde satışa sunulmuş ve pullarda da Peç'teki Gazi Kasım Paşa Camii ile Tekirdağ'daki Rakoczi Evi'nin fotoğrafları yer almıştı.

 

13 Kasım 2006'da Brüksel'de toplanan Avrupa Birliği Kültür Bakanları tarafından resmen onaylanan bir karar ile İstanbul'un ve Türkiye'nin gelecek dört yıllık gündemi belirlendi ve İstanbul o gün resmen 2010 Avrupa Kültür Başkenti oldu. Jürinin 2006'nın Mart ayında Macaristan'ın Pecs ile Almanya'nın Essen kentleriyle birlikte İstanbul'un 2010'da Avrupa Kültür Başkenti olabilmesi için verdiği karar, 13 Kasım 2007'de onaylandı ve yürürlüğe girmiş oldu.

 

Avrupa Kültür Başkenti fikri ilk kez 1985 yılında dönemin Yunanistan Kültür Bakanı Melina Mercouri tarafından ortaya atıldı ve ilk başkent de Atina oldu. 2000 Yılına gelindiğinde AB bu konuda bir değişiklik yapmaya karar verdi ve bu unvanı hem birden fazla kente, hem de AB Adayı olan ülkelerin kentlerine vermeye başladı. Seçilmekle birlikte dünyanın gözü o kente çevriliyor ve bir yıl boyunca kente gelen turist sayısında çok ciddi bir artış ve buna bağlı olarak da ciddi bir maddi gelir elde ediliyor. AB adaylık sürecindeki Türkiye'nin, bu dönemde bir kültür başkentiyle büyük bir atağa geçmesi ve 2010'da İstanbul'a 15 milyon turistin gelmesi hedefleniyor.

haberler.com, 05.05.2009

EMİRSULTAN PROJESİ YENİDEN BAŞLADI

 

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından Emirsultan`da başlatılan kentsel dönüşüm projesi hukuki eksiklikler tamamlanarak yeniden start alırken, estetik anlamda küçük rötuşlar yapılıyor.

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, daha önce üstü açık olarak yer altına alınması planlanan yolun 1.5 metre daha derine çekilerek, cami önünden alana geçişin köprülerle değil, tamamen düz zeminle yapılması için talimat verdi. Araçlar böylece giriş ve çıkışları biraz daha uzayacak olan tünelden geçecekler. Ancak düzenleme ile 3 bin metrekare civarında olan rekreasyon alanı miktarı, bu derinleştirme ile 5 bin metrekare civarına ulaşacak. İhale ile alakalı hukuki meseleler de çözülerek, müteahhidin yeniden işine devam etmesi temin edildi.

Bu arada yıkılan apartmanların yerine yapılacak olan arka taraftaki binaların küp şeklindeki dış siluetlerinin de bölgenin tarihi siluetine uydurulması için çalışma başlatıldı. Mimarların halen üzerinde çalışma yürüttüğü siluet düzenlemesi ve 7 kata çıkan yüksekliklerin azaltılmasında bir netice alınabilirse, bina seviyeleri en fazla 5 kat olacak. İlk projede 3 katla başlayan yeni apartmanlar 7 kata kadar yükseliyordu. Bu yükseklik arkadaki bina sahiplerini de rahatsız ediyordu.

Diğer taraftan Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Vakıf Eserleri Müzesi yapılması planlanan tarihi Emirsultan Hamamı`nın fonksiyonunun kafeteryaya dönüştürülmesi düşüncelerine Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu'ndan (BESSK)tepki geldi. 300 metrekare civarında olan ve trilyonlarca lira harcanarak restore edilen tarihi hamamın, binanın ufak çaplı oturması ile meydana gelen iç sıvalardaki çatlardan sonra kafeteryaya çevrilmesinin yanlış bir yaklaşım olduğunu belirten BEESK Başkanı Mimar Zafer Ünver, müzenin fonksiyonunun daha önemli olduğunu söyledi.
Bursa Olay, 05.05.2009

İSTANBULLU HEYKEL SEVMİYOR





İstanbul’un parklarında, meydanlarında kentin simgesi durumuna gelmiş heykellerin çoğu bakımsızlıktan ve yöneticilerin ilgisizliğinden dolayı harap durumda. Heykellerin bakımsızlık dışındaki en büyük düşmanı ise “müstehcenlik” bahanesiyle sanat eserlerine saldıran vandallar.

Kentteki heykellerin envanterine ulaşmak neredeyse mümkün değil. Ancak Cumhuriyet’in ilanının 50. yılı nedeniyle kentin çeşitli yerlerine 20 adet heykel dikildiği biliniyor. Fakat bu heykellerin çoğunun da akıbeti meçhul. Akıbeti belli olan heykellerin durumu ise hiç de iç açıcı değil. Cumhuriyet’in 50. yıldönümünde yani 1973’te Tophane’de dikilen “İşçi” heykeli yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Heykeltraş Muzaffer Ertoran tarafından yapılan heykel o dönem Avrupa’ya yoğun olan işçi göçünü simgeliyordu. Heykel, dikildikten kısa bir süre sonra ideolojik bir simge olarak algılandığı için saldırıların hedefi haline gelmişti.

İstanbul’da Metin Haseki’nin 1973’te Gümüşsuyu Parkı’na yerleştirdiği “Negatif Form” adlı heykel dikildiği akşamın gecesi çalındı. Yavuz Görey’in Maçka Taşlık Parkı’na yerleştirilen bronz soyut heykeli, 1984 yılında bir kamyonun çarpması sonucu yıkıldı. Tamer Başoğlu’nun Bediha Muvahhit anısına Yenikapı sahil parkına yerleştirdiği soyut heykel de hurdacılar tarafından çalındı. Mehmet Uyanık’ın “Birlik” isimli beton heykeli 1973’te Beşiktaş’a dikildi. 1986’da dönemin Belediye Başkanı Mümtaz Kola’nın “Gereksiz, hiçbir anlamı yok, yıkın” emriyle kompresör tabancasıyla yıktırıldı. Sanatçı Kuzgun Acar’ın “Tavus” isimli metal heykeli, Gülhane Parkı’ndan 1984’te Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nce kaldırıldı. Bihrat Mavitan’ın “Yükseliş” adlı alüminyum soyut çalışması Hilton Oteli’nin Harbiye’deki giriş kapısı önündeki alana yerleştirildi. Heykel, belediyenin tercihli yol yapımı sırasında kayboldu.

12 Eylül mağduru heykel
Namık Denizhan, Divan Oteli’nin karşısındaki yeşil alanda diktiği “İkimiz” adlı heykel 12 Eylül’den sonra kaldırıldı. Nusret Suman’ın betondan yaptığı, Saraçhane’de belediye yanına yerleştirilen Mimar Sinan heykeli de 1980 yılında kayboldu. Ferit Özşen’in “Yağmur” isimli metal heykeli Arnavutköy’de akıntı burnuna yerleştirildi. Heykel, yol çalışmaları sırasında belediye tarafından söküldü. Fisun Onur’un Fındıklı Parkı’ndaki soyut alüminyum kompozisyonu da Dalan döneminde parkın düzenlenmesi sırasında 1985 yılında kaldırıldı. Kamil Sonad’ın Gülhane Parkı’na yerleştirilen heykeli, parkın yeniden düzenlenmesi sırasında yerinden kaldırıldı. Zerrin Bölükbaşı’nın “Figür” isimli beton heykeli Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu önüne yerleştirildi. Harbiye Orduevi’nin bahçesi genişletilince heykel orduevinin bahçesinde kaldı. Hüseyin Anka Özkan’ın Dolmabahçe Parkı’nda, İnönü Stadyumu karşısında “Yankı” isimli beyaz boyalı soyut metal heykel, boyaları dökülmüş ve üzeri yazılıp çizilmiş halde bulunuyor. Zühtü Müridoğlu’nun “Mühür” isimli betonarme heykeli Fındıklı Parkı’nın bir köşesinde ağaçların arasında dikkati çekmeyecek kadar sıkışmış durumda.

‘Güzel İstanbul’ hurdalıkta
Gürdal Duyar’ın “Güzel İstanbul” adlı yapıtı, Karaköy’de Yüksek Kaldırım Caddesi’nin bittiği noktadaki küçük alana yaptırıldı. Heykelde, denizden yeni çıkmış, saçlarını geriye doğru savurarak oturmuş çıplak bir kadın tasvir ediliyordu. Sanatçının, İstanbul’un güzelliğini, denizini çıplak bir kadın figürüyle özdeşleştirdiği heykel müstehcen bulundu ve politik baskılar sonucunda kaldırıldı. Yakınındaki genelevle ilişkilendirilen heykel Karaköy’den kaldırılıp önce Kumkapı’ya götürüldü. Daha sonra tepkiler sonucu buradan kaldırılan heykel Yıldız Parkı’nın ücra bir köşesine hurdaların arasına atıldı.

 

‘Heykellerin görünmesi engelleniyor’
İstanbul’daki heykeller üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan fotoğraf sanatçısı Ferda Çağlayan, kentin parklarında, meydanlarında, heykellerin çoğalmasıyla bu sanatının kitlelere ulaşabileceğini belirterek, “Zarar görseler de insanların heykele aşina olmaları, ilişki kurmaları, yakınlaşmalarının başka yolu yoktur. Asıl sorun heykellerin yapıldıktan sonra hiçbir bakım ve onarımının yapılmamasıdır. Oysa bu şehirde kaldırımlar bile 2-3 yılda bir değiştiriliyor” dedi. Açık alanda yer alan heykellerin önemli bir kısmının yeri, ışığı, çevresiyle ilişkisi ve estetik açıdan sorunlar taşıdığını anlatan Çağlayan, “Heykellere sahip çıkması gereken belediyeler; heykelleri afiş, pankart direği gibi kullanıyor. Heykelin önüne çevresine fidan, bitki, çiçek dikerek heykelin etkisini azaltan, görülmesini engelleyecek orijinal uygulamalara imza atıyorlar. Heykelin bu kadar horlandığı bir ülkede, sanatı daha fazla sokağa taşıyacak projelere, sorumluluk duyan sanatçılara, sanatçı örgütlerine ihtiyaç vardır” diye konuştu.

Heykeltraş Cemil Güntepe ise heykellerin yıpranma nedenlerini şöyle anlattı: “Birincisi doğal koşulların getirdiği aşınmayla gelen süreç. İkincisi bakımsızlık. Üçüncüsü ise darp. Darpın nedeni, Türkiye’de bu sanatın yok sayılması. Bazı zihniyetteki insanlar bazı heykelleri kabul edemiyorlar.” Heykellerin bakımının ve yenilenmesi için toplumun her kesimine görevler düştüğünü ifade eden Güntepe şöyle devam etti: “Öncelikle insanların kültür seviyelerinin yükseltilmesi gerekiyor. Zamanla yıpranan bir heykeli, temizlemeyi bilen bilimsel bir ekibin çalışması gerekiyor. Orjinaline sadık kalınarak, yenileme yapılmalıdır. Bu konuda rant döndüğünden yenileme çalışmaları olumlu sonuçlar vermiyor. Bu bakım yerel yönetimlerin görevidir. Onların da bu görevi yerine getirdiği söylenemez. Devletin tüm birimlerinin bağlantılı bir şekilde çalışması gerekiyor.”

Sanata tahammülleri yok
Antalya Kemer’de MHP’den belediye başkanı seçilen Mustafa Gül’ün göreve gelir gelmez ilk icraatı ilçenin Çınarlı Kavşağı’nda bulunan “Aşk Heykeli”ni müstehcenlik gerekçesiyle kaldırmak oldu. 2007 yılında açılışı yapılan heykel o dönemde tartışmalara yol açmıştı. Heykeli yapan Zafer Sarı, telif hakları yasası gereğince savcılığa suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de 1994 yılında Altınpark’ta bulunan heykeltıraş Mehmet Aksoy’a ait “Periler Ülkesi” heykelini “Ben böyle sanatın içine tükürürüm” diyerek kaldırtmıştı. Asya- Avrupa Bienali’nde birincilik ödülü alan heykelin kaldırılması büyük tartışmalara neden olmuştu. Heykeltıraş Aksoy’un açtığı dava sonucu 2005 yılında heykel yerine yerleştirildi.

Cumhuriyet, Haber. Cihan Oruçoğlu, 05.05.2009

KARAHAYIT'TA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Denizli'de, çok sayıda tarihi eser ele geçirilirken, olayla ilgili gözaltına alınan bir kişi serbest bırakıldı.

 

Denizli merkez Karahayıt bölgesinde faaliyet gösteren Y.İ. isimli şahsın elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı haberi alındı.

 

Yapılan çalışmalar sonucunda Y.İ. isimli şahsın faaliyetinin delillendirilmesini müteakiben adli makamlardan alınan arama kararı ile adı geçen şüpheli ve tarihi eserleri ele geçirmek üzere İl Jandarma Alay Komutanlığı ekipleri tarafından operasyon düzenlendi.

 

Operasyonda şüpheli şahıs suçüstü yakalandı. Şahsın kullandığı araçta yapılan aramada, 3 adet delikli taş, 11 adet Medusa başı figürlü taş, 46 adet sütun kenarlığı, 1 adet büyük tahıl küpü, 29 adet sütun altı, 26 adet mezar steli ve 1 adet çömlek ele geçirildi.

 

Olayda ele geçirilen tarihi eserler Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. İ.Y. isimli şahıs ifadesinin alınmasının ardından çıkarıldığı adli makamlarca serbest bırakıldı.

Denizli Kent Haber, 05.05.2009

CİNSİYETİ BELLİ DEĞİL

 

 

Antropologlar Romanya'da Karpat Dağları'nda 2002 yılında yaptıkları kazılarda kemik parçaları ve kafatası kalıntısına rastladı.  

 

2002'den bu yana kemik ve kafatası parçası üzerinde yapılan araştırmalarda, buluntuların Avrupa'daki ilk insana ait olduğu ortaya çıktı. Afrika'dan Avrupa'ya gelen ve modern insanın atası olarak bilinen homosapienslerden önce yaşadığı tahmin edilen ilk Avrupalının cinsiyeti de bulunan kemik ve kafatasından tespit edilemedi.

 

35 bin yıl önceye ait Neanderthal'ın (mağara adamı) Karpat Dağları'na Avrupa'dan mı yoksa Asya ve Afrika'dan mı geldiği yine kesin olarak söylenemiyor.

 

Antropolog Alice Roberst, "Kemik ve kafatası parçasından yola çıkarak, Avrupa'da yaklaşık 40 bin yıl önce yaşayan insanın kafatasını tasarladık. Ancak bu kişinin cinsiyetini tespit edemediğimiz gibi, Avrupalı, Asyalı ya da Afrikalı olduğunu da kesin söyleyemiyoruz. Bence üçünün ortak karışımı" dedi.

 

Kafatası BBC'de önümüzdeki hafta yayınlanacak "İnsanın İnanılmaz Yolculuğu" belgeseli için hazırlandı. 

Hürriyet, 05.05.2009

İNGİLTERE'DE BİR MEZARDA ROMA CAM TABAK BULUNDU

 

Arkeologlar, zengin bir Londralı Romalının mezarında çok değerli bir bir millefiori cam tabak buldular. Londra, Prescot Caddesi’nde yapılan kazılarda kırık bir şekilde ve birçok parçalar halinde bulunan bulunan tabak restore edildikten sonra Londra Müzesi’nde teşhir edilmeye başladı.

 

Yüzlerce şeffaf mavi boyalı cam parçasından yapılan tabak beyaz bir camla çerçevelenmiş. Mezarda bu tabaktan başka cam eserler de bulundu. Londra Müzesi arkeoloji konservatörü Liz Goodman “Böylesi değerli bir eseri bütünlemek ve tamir etmek az bulunan ve ürkütücü bir tecrübe” dedi.  

 

Birçok farklı cam parçasından yapılan millefiori kelime karşılığı olarak “binlerce çiçek” demek ve şimdiye dek Doğu Roma dışında hiçbir yerde bütün bir millefiori cam eser bulunmadı. 

BBC News, 29 Nisan 2009

MADOFF MAĞDURU
PICASSO'SUNU SATIYOR

 

Wall Street'in yatırım danışmanı Bernard Madoff'un 65 milyar dolarlık yolsuzluk skandalı nedeniyle, birçok banka, kişi ve holding mağdur olmuştu.

Bu mağdurlardan Nine West şirketinin kurucularından Jerome Fischer, "Mousquetaire a la pipe" isimli tabloyu Christie's International'da satacak. Tabloya 12 milyon - 18 milyon dolar arasında değer biçiliyor.

Sabah, 04.05.2009

İRAN'DA 8 BİN YILLIK MEZAR

 

İran'da yapılan arkeolojik kazılarda 8 bin yıllık mezar bulundu. Arkeologların Loristan ve İlam eyaletlerinde yaptığı kazılarda, Yeni Taş Çağı'na ait mağara, barınak, araç gereç ve mezar keşfedildi.

 

Kazılarda süs eşyalarıyla değerli taşlara da rastlandığı kaydedildi. Topraktan araç gerecin bulunmadığı kazılarda, insanların yerleşik hayata geçişine dair izler üzerinde çalışıldığı bildirildi.

Yeni Şafak, 04.05.2009

145 MİLYON YILLIK AYAK İZİ BULUNDU

 

Türkmenistan'ın Köytendağ bölgesinde, dinozorlara ait olduğu belirlenen fosilleşmiş iki binden fazla ayak izi bulundu.

Arkeologlar izlerin uzunluğunun 20 ile 90 santimetre arasında olduğunu kaydetti.

 

Mahtumkuli Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Anatoliy Buşmakin, yeni izlerle birlikte dinozorların göletlerde yüzdüğünü, yavrularıyla gezdiğini, hatta düştüğünü bile tespit ettiklerini söyledi.

Yeni Şafak, 04.05.2009

TARİHİ KÖPRÜ İLGİ BEKLİYOR

 

Gaziantep'in Araban İlçesi Gümüşpınar Köyü yakınlarındaki Karasu Çayı üzerinde bulunan ve bölge halkı tarafından Kırık Köprü olarak bilinen tarihi Septimus Severus Köprüsü, ilgisizlikten yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Zeugma'nın kuzeyinde, Fırat yolunun üzerindeki Karasu Çayı üzerine 4. Scythica Lejyonu tarafından inşa edilen Septimus Severus Köprüsü, bakımsızlıktan çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Tarihi köprünün koruma altına alınmasını isteyen ilçe halkı, acilen restorasyon çalışmalarının yapılıp köprünün turizme açılmasını istedi. Arabanlılar, ilçe merkezindeki tarihi Kale-i Zerrin Kalesi ile Elif beldesi, Hisar ve Hasanoğlu köylerindeki anıt mezarlar gibi Septimus Severus Köprüsü'nün de koruma altına alınarak, tahrip edilen bölümlerinin restorasyon çalışmalarıyla tamamlanmasını istedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 04.05.2009

TOPKAPI SARAYI'NDA YENİÇERİLER DOLAŞACAK

 

Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu son teknoloji görsel ve işitsel iletişim araçlarıyla baştan aşağı yenileniyor. Kültür Bakanlığı’nın onayıyla İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün yürüttüğü proje, ihale aşamasına geldi. Projede, dünyada ilk kez bir müzede hologram teknolojisi kullanılacak. Sanal yeniçeriler mekan içinde gezinecek ve değişik dönemlerde giydikleri kıyafetleri sergileyecek.

Topkapı Sarayı’nın Silah Seksiyonu’nu projesini yürüten mimarlardan Hasan Fırat Diker, yeniçerilerin sanal biçimde müzede dolaşacak olmasıyla ilgili, "Silah Seksiyonu, teması açısından çok sevimli bir yer olmayabilir. Bu uygulamayla Silah Seksiyonu’nun ve yeniçerilerin şiddet unsuru olarak öne çıkması yerine Osmanlı savaş estetiğini ortaya koymaya çalıştık" dedi.

Silah Seksiyonu’nda yıllardır kapalı tutulan 20 metrekarelik oda, üç boyutlu sanal yeniçerilerin podyumu olacak. Yeniçeriler bilim kurgu filmlerinde görmeye alışık olduğumuz hologram teknolojisiyle, değişik dönemlerde giydikleri farklı kıyafetlerle sanal defile yapacak.

Ayrıca, Okay Temiz, Cahit Berkay, Pentagram, Şebnem Ferah, Erkan Oğur, Kutsi Ergüder, Gökhan Kırdar, Demir Demirkan, Hayko Cepkin ve Arto Tunç Boyacıyan, Osmanlı ordu müziğini yeniden yorumlayacak ve böylece ortaya çıkacak olan 45 dakikalık albüm sürekli salonda çalınacak.

Hürriyet, Haber: Serkan Akkoç, 04.05.2009


******


'SANAL YENİÇERİ' SARAYA GİREMEZ




Yeniçeriler, askeri bir sınıftı. I. Murad döneminde kuruldu. Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı'nın başıydı ve padişahın yanında itibarı büyüktü. Ocak, II. Mahmud döneminde kaldırıldı.


Topkapı Sarayı'nın içinde 'Sanal Yeniçeriler' dolaştırılarak kıyafetlerinin tanıtılmasına yönelik projeye vize çıkmadı. Topkapı Sarayı Müdürü Prof. İlber Ortaylı, "Yeniçeriler sarayın içine hiçbir zaman girmedi. Sanal da olsa sarayın içinde olamazlar" dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Topkapı Sarayı Silah Seksiyonu biriminde yenileme projesinde 'yeniçeri' tartışması çıktı. Hazırlanan projede son teknolojiyle 'Sanal Yeniçeri'lerin saray içinde dolaşması da öngörülüyordu. Ancak bakanlığın projesi 'tarih' tartışmalarına neden oldu. Topkapı Sarayı Müdürü Prof. İlber Ortaylı, SABAH'a, "Böyle bir proje var. Ama daha proje aşamasında. Verilmiş bir karar yok" dedi.

Ortaylı, "Yeniçeriler, bulundukları dönemde saraya giremediler. Ama hazırlanan projede sanal olarak sarayın içinde bulunacakları ve kıyafetlerinin sergileneceği belirtiliyor" sorusuna, "Sarayın içine girmediler. İkinci avludan sonra geçemediler. Sarayın içinde; ne olursa olsun yeniçeri olmaz" yanıtı verdi. Ortaylı, yeniçeri kıyafetlerinin sarayın dış avlusunda sergilenebileceğine dikkat çekti. Eski Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu da, yeniçerilerin Topkapı Sarayı'nın üçüncü kapısından sonraki bölümlere geçemediğine dikkat çekti. Halaçoğlu, "Sarayda dolaşmaları yasaktı. Sarayın içine girmediler. İster tanıtım olsun iste olmasın, tarihi hataya düşmemek lazım" ifadesini kullandı.

 

"Sarayın içinde; ne olursa olsun yeniçeri olmaz" ifadesini kullanan Prof. İlber Ortaylı, "Kıyafetler ancak dış avluda sergilenebilir" diye konuştu.

Sabah, Haber: Hülya Karabağlı, 04.05.2009

CENNET BAHÇESİ KALAHARİ ÇÖLÜNDE

 

ABD'li bilim adamları, kutsal kitaplardaki "cennet bahçesi"nin Afrika'daki Kalahari Çölü olduğunu iddia etti.

Gen araştırmaları yapan Pennsylvania Üniversitesi yetkilileri, "türlerin kökeni, en geniş genetik çeşitliliğin olduğu ve genlerin en eskiye dayandığı yerdir" tezi doğrultusunda bu sonuca ulaştıklarını söyledi. Kalahari Çölü halklarının dünyanın en eski toplumu olduğu ifade edildi. Sarah Tishkoff başkanlığındaki ekibin araştırmasında, bölgede yaşayan San kabilesi yerlilerinin genlerinin, ilk insana kadar uzandığı ortaya çıktı.

Sabah, 04.05.2009

SAVAŞ TEKNESİ KYBELE, MARSİLYA YOLCUSU





Tarih kitaplarında gördüğümüz antik çağ gemilerinin benzeri, 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği tarafından ‘İzmir-Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi’ kapsamında yaptırıldı. ‘Kybele' adı verilen gemi için İzmir'in Foça İlçesi'nde sembolik uğurlama töreni yapıldı.

Tarihe ışık tutacak ‘İzmir-Foça-Marsiyla Tarihe Yolculuk Projesi’ için arkeolojik verilere dayanarak Arkas ana sponsorluğunda yeniden inşa edilen antik çağ gemisi Kybele için Foça'da sembolik uğurlama töreni yapıldı. 19 metre boyunda, 4.5 metre enindeki gemi yarın yaklaşık 10 gün sürecek ikmal için Urla'ya geçecek. Burada ikmalini tamamladıktan sonra, hava şartlarının da uygun olmasıyla Marsilya'ya doğru Çeşme'den demir alacak. 20 kürekçiyle, bin 700 deniz mili giderek, Fransa'da Türk Yılı'nın başlangıç tarihi olan 1 Temmuz'da Marsilya'da olması hedefleniyor.


Yeni plajda gerçekleştirilen törene İzmir Vali Yardımcısı Haluk Tunçsu, Foça Kaymakamı Kamil Köten, Foça Belediye Başkanı Gökhan Demirağ, CHP İzmir Milletvekilleri, Fransa'nın Türkiye Büyükelçisi Bernard Emie, 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erkut, Arkas Holding Başkanı Lucien Arkas ve projeye emek verenler katıldı. Törende konuşan Osman Erkut, geminin yaklaşık bin 700 deniz mili giderek, Marsilya'ya ulaşacağını daha sonra Avrupa su yolundan tekrar Foça'ya döneceğini söyledi. İnşa edilen geminin savaş gemisi olduğunu belirten Erkut, bu gemiyi tarihte Foçalılar'ın göç ederken kullandıklarını anlattı. Geminin 80 metrelik yelkeni bulunduğunu bildiren Osman Erkut, kürek çekmenin çok zor olduğunu, daha çok yelkenden yararlanacaklarını vurguladı. Modern bir teknenin de kendilerine yol boyunca seyahatin güvenliği için eşlik edeceğine dikkat çeken Erkut, gemiye inanılmaz ilgi olduğunu, 1 Temmuz'da Marsilya'ya ulaşmayı hedeflediklerini, bu kentte de çok sıcak bir karşılama hazırlandığını söyledi. Erkut, Fransızlar'a da ilgisinden dolayı teşekkür etti. Geminin yapımının 1.5 yıl sürdüğünü kaydeden Erkut, “Bir bir hayal değil. Bilimsel bir proje. Bilimsel projeler bilimsel eksikliklerden ortaya çıkar. En büyük gücümüz, desteğimiz hayallerimiz ve heyecanlarımız. Günümüzden 2 bin 600 yıl önceki denizcilik, navigasyon, yelken, kürek her türlü bilgiyi sınamanın, bilmenin, anlamanın tek yolu böyle bir tekne yapıp, uzak yolla seyahate çıkmak” dedi. Gemide banyo, tuvalet olmadığını, uğradıkları marinalarda duş ihtiyacını karşılayacaklarını belirten Erkut, “Gemide, tuvalet vazifesini kova görüyor. Tekne şartlarında yaşayanlar anlar. Kova en temiz yol” dedi.

Fransa'nın Türkiye Büyükelçisi Bernard Emie, Homeros'un Odysseia Destanı'nda sözünü ettiği Ulyse'in 20 kürekli gemisi Kybele'nin Akdeniz'i boydan boya geçmek ve Fransa'daki Türk Yılı'nın açılış tarihi 1 Temmuz'da Marsilya'ya ulaşmak için sabırsızlandığını belirterek, “Türk Yılı için Fransa'ya bu gemiden daha güzel ne gönderilebilirdi? Türkiye ile Fransa'yı birleştiren tarihi ve canlı bağları bu gemiden daha güzel ne simgeleyebilirdi? Türkiye ile Fransa, 1 Temmuz 2009 ile 31 Mart 2010 tarihleri arasında buluşuyorlar. 400'den fazla kültürel, ekonomik ve sosyal etkinlik Türkiye'nin Fransa'da çok az tanınan ve çoğunlukla yanlış klişelere indirgenen hareketliliğinin, gençliğinin ve modernizminin keşfedilmesini sağlayacak” dedi. Büyükelçi Emie, doğu Yunan şehirlerinde çok sevilen bir tanrıça olan Kybele'nin adını taşıdığına işaret ederek, “O Akdeniz'in paylaştığı büyük medeniyetlerin ortak mirasının bir simgesi. Büyük ekonomik, çevresel, altyapısal ve akademik projelerle beslenen yeni bir işbirliği dinamiği olan Akdeniz için birlik vasıtasıyla bugünkü ortak hedefimiz ‘mare nostrum' etrafında bizleri bir araya getirenin bir simgesi” diye konuştu.

Türkiye'nin AB müzakerelerine de değinen Büyükelçi Emie, şöyle dedi:
“AB arasındaki Türkiye ile müzakerelerde iki yeni başlığın açılmasıyla başarılı olmuş ve halihazırda devam eden Avrupa'ya uyum sürecinin Fransa tarafından desteklendiğini kanıtlamış olan Fransa'nın AB dönem başkanlığının bitişinden birkaç sonra düzenlenecek Türk Yılı, ülkelerimiz arasındaki ilişkilerde kilit bir anda gerçekleşecek. Ülkelerimiz arasında en üst düzeyde mevcut diyalog, hiçbir zaman geçtiğimiz aylardaki kadar yoğun olmamıştı. Fransa ile Türkiye, Gürcistan krizi esnasında Gazze konusunda, G20 konusunda hususunda sıkı bir işbirliği gerçekleştirdiler. Uluslar arası toplumun ve NATO'nun önceliklerinden biri olan Afganistan konusunda da işbirliğine devam edecekler.”

CHP İzmir Milletvekili Kemal Anadol, heyecan verici, dünya ölçeğinde tarihsel ve kültürel önem taşıyan proje olduğunu söyledi. Uluslararası ilişkilerin sadece politikacılara bırakılamayacak kadar ciddi iş olduğunu ifade eden Anadol, “Politikacılar zaman zaman 100 yıl önce cereyan eden olayları, sanki dün cereyan etmiş gibi, günlük demagoji malzemesi yapabiliyorlar” dedi. Tarihte savaş teknesi olarak bilinen bu geminin 21. yüzyılda barış görevini yerine getireceğini dile getiren Anadol, “8 ülkenin halklarını yakınlaştıracak. Barış görevini ifa edecek” diye konuştu.


Arkas Holding Başkanı Lucien Arkas da, Osman Erkut'un bu projeyle kendisine geldiğinde başta inanamadığını ifade ederek, “Kendisi çok inanmıştı. Bu bir deniz projesiydi. Tarih, deniz ve ticaretin iç içe girdiği bir projedir. Dedim ki, bu insanlar Ege'den çıkıp savaşmadan, ticaret yapmak için Akdeniz'in ucuna gidiyorlar. Benim ailemin de iki yıl sonra Marsilya'dan gelişinin 300. yılı olacak. Ailem de ticaret için gelmişlerdi. Hala da ticaret yapıyoruz. Ticaret ve dostluk insanları kaynaştırır. Sulh ortamı olmalı. Daha iyi yaşam, ekonomik sebepler için insanlar biraya gelmeli” diye konuştu.

Projenin amaçları
-Ege ve Avrupa ortak kültürünün kaynaklarına ışık tutup, tarih bilincinin açığa çıkarılması
-Ege'den başlayan İon koloni göçünün bugünkü Avrupa kimliğinin tarihsel altyapısına olan etkisinin öne çıkarılması
İzmir'in tarih boyunca Akdeniz'in en büyük ve önemli limanlarından biri olmasının vurgulanması.
Akdeniz'in bir barış ve kardeşlik denizi olma çabalarına katkıda bulunmak
Akdeniz'in sulardan oluşmuş bir kıta olması nedenlerinin anlatılması.

Radikal, Haber: Arzu Çetik, 04.05.2009

EFES'TE 120 BİN PARÇALIK PUZZLE

 

 

Efes Antik Kenti’ndeki Yamaçevler 2’de restorasyon tüm hızıyla sürüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği, Borusan’ın sponsorluğunda yürütülen çalışmalarda, MS 119 yılında yapıldığı, MS 262’deki depremde yıkıldığı ve döneminin en pahalı mermerlerinin kullanıldığı belirlenen Flavius Furius Aptus’a ait evin salonunu yeniden inşa etmek için yoğun çaba harcanıyor.

Restoratör Sinan İlhan, 80 kasada saklanan 120 bin parça mermeri bir araya getirmeye çalıştıklarını söylüyor. İlhan, “Çok sabır  isteyen bir iş. Kadınların el emeği göz nuru kanaviçelerinden bile daha zor. Türkiye’de   ilk kez uygulanan lazer tarama tekniğiyle  tıpkı puzzle yapar gibi birleştiriyoruz. Önce bilgisayar ortamında eşliyoruz, ardından yerine yapıştırıyoruz” diye konuşuyor. 

Milliyet Ege, Haber: Veysel Erol, 04.05.2009

40 YILDIR KAZI VAR AMA

 

 

Tarihi zenginlikleriyle adından sıkça söz ettiren Bitlis'in Ahlat İlçesinde 1970 yılından buyana yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkan eserlerin restore edilmeyerek kendi kaderine terk edilmesi tepkilere yol açıyor.


Ahlat Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği (AHTEK) Başkanı Muzaffer Pirhasanoğlu, gazetecilere yaptığı açıklamada, ilçede ilk kez 1970'li yıllarda kazı çalışmalarına başlandığını, ancak o tarihten beri yapılan kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkarılan hiçbir yapının restore edilmediğini söyledi. Pirhasanoğlu, yapılan kazı çalışmalarının Dünya ve Türk tarihi açısından önemli olduğunu, bu tür çalışmaların yapılmasının gerekli olduğunu, ancak kazının ardından bunun akabinde acilen restorasyon çalışmalarının da yapılması gerektiğini belirtti. Kazı alanlarının hiç de iç açıcı durumda olmadığını anlatan Pirhasanoğlu: "Eski Ahlat şehri olarak bilinen yerde kazı çalışmaları yapılmış, bunların başında Ulu Cami, Selçuklu Mezarlığı, bitişiğinde bulunan Zaviye ve son yıllarda Selçuklu Mezarlığı içinde bulunan bazı alanlarda kazılar yapılıyor. Yapılan kazılarda, gün yüzüne çıkarılan yapılar gerek doğa şartları ve gerekse insan eliyle yok ediliyor. Yani gün yüzüne çıkarılan eserler bir bir yok oluyor" dedi


Yapılan kazı çalışmalarıyla birlikte restorasyon çalışmalarının da birlikte yapılması gerektiğini vurgulayan Pirhasanoğlu: "İlçede 40 yıldır restorasyon olmaksızın kazı yapılıyor. Böyle devam ederse ilçede gün yüzüne çıkarılan eserlerden eser kalmayacak. Madem restorasyon yapılmayacak niçin kazı izni verildiğini anlamış değilim. Bari bırakalım toprak altında kalsın. Çünkü toprak bu eserleri asırlardır bizden iyi koruyor. Barındırdığı tarihiyle böylesine bir öneme sahip ilçede kazı yapılacak ise o zaman Ahlat'a bilimsel bir korumada gerekmiyor mu? Ahlat'ta yapılan kazılarda pek çok önemli yapı gün yüzüne çıkarıldı. Ne var ki restorasyon yapılmadığı için bu eserler taş yığınları şeklinde ortada kaldı. Pek çok eser bu gün harabe olmuş durumdadır" dedi.


Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay'ın tarihi değerlere olan hassasiyetini çok iyi bildiklerini de belirten Pirhasanoğlu: "Sayın Bakan Günay'dan ricamız Ahlat'a sahip çıksın" diye konuştu.

Bitlis Kent Haber, 04.05.2009

İZİNSİZ KAZIYA SUÇÜSTÜ

 

Eskişehir'in Alpu İlçesi'nde, höyük bölgesinde iş makinesiyle izinsiz kazı yaptıkları iddia edilen 6 kişi suçüstü yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, ilçeye bağlı Işıkören Köyünde devriye gezen jandarma timi, Kül Höyüğü bölgesinde plakasız iş makinesiyle izinsiz 3 metre derinliğinde, 15 metre genişliğinde kazı yaptıkları tespit edilen H.Ü., M.S.T., Ö.K., K.A.E., M.B. ve H.B.'yi suçüstü yakaladı.

 

"İzinsiz kazı yapmak" suçundan gözaltına alınan 6 şüpheli, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Eskişehir Kent Haber, 04.05.2009

TARİHİ ESERLER

 

Denizli’de iki ayrı tarihi eser operasyonunda, iki kişi gözaltına alındı. Başkarcı Beldesi’nde yaşayan R.B.’nin elindeki tarihi eserleri satmak için müşteri aradığını belirleyen jandarma, evine operasyon düzenledi. Evde yapılan aramada Roma Dönemi’ne ait iki heykel başı ve Bizans dönemine ait bir vazo bulundu. R.B. gözaltına alındı. Jandarma ikinci operasyonunu, Buldan İlçesi’ne bağlı Kadıköy Köyü’nde oturan H.D.’nin evine düzenledi. Evde yaptığı aramada Roma ve Bizans Dönemleri’ne ait 108 gümüş sikke ve 452 çeşitli süs eşyaları ele geçirildi. H.D., gözaltına alındı.

Hürriyet Ege, Haber: Ramazan Çetin, 03.05.2009


Midas Anıtı (National Geographic - Ekim)
...1910





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi