Haberler logo Nisan '09 Arşivi

26 Nisan - 2 Mayıs 2009

İSPANYOLLARIN GÖZÜ İLE MISIR

 

  

 

Mısır’da İspanyol arkeolojik faaliyetleri 1886 yılında Luxor yakınlarındaki Deir Al-Medina’da bulunan bir mezarın İspanyol diplomat Eduardo Toda Y Gèell tarafından kazılması ile başladı. 20. yüzyılda Galarza Kontu, Giza’da kazılar sürdürdü. 1960’larda baraj inşaatı sırasında sualtında kalacak yapıları kurtarmak için İspanyollar, Almagro Basch başkanlığında Mısır ve Sudan topraklarında sürdürülen büyük uluslararası kurtarma operasyonunda yer aldılar. Karşılığında kendilerin binlerce eser armağan olarak verildi. İspanya’nın, Mısır’ın kültürel birikimlerini kurtarma yönündeki çabalarına karşılık bu ülkeye hediye edilen eserlerden birisi olan Debod Tapınağı şu anda Madrid’de. 

 

Mısır’ın geçmişine yönelik 120 yıllık bu katkıyı kutlamak için iki hafta kadar önce Kahire’de, Mısır Müzesi’nin bahçesinde bir gala gecesi düzenlendi. “Mısırdaki İspanyol Arkeolojisinin 120 Yılı” isimli bu galada, Mısırlı ve İspanyol arkeologların yanı sıra Ömer Şerif gibi şöhretler, Mısır ve İspanyol kültür bakanları vardı. Gecenin şerefine geçtiğimiz 120 yıl boyunca İspanyol arkeologlar tarafından Mısır’da bulunmuş 137 farklı eser teşhir edildi. 

Nevine El-Aref,  Al Ahram 24 Nisan 2009



ATIN EVCİLLEŞTİRİLMESİNİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ MÜ?

 

 

Yaban atlarının ilk olarak bundan 5000 yıl kadar önce, bugünkü Romanya, Ukrayna, Rusya ve Kazakistan’ı içeren Karadeniz – Hazar steplerinde evcilleştirildiği biliniyor. Atın insan hayatında ve geçmişinde oynadığı önemli role karşılık evcilleştirilme işleminin detayları hala bilinmemekte. 

 

Science Dergisi’nin son sayısında bu konuda ilginç bir makale yayınlandı. Berlin Leibniz Enstitüsü’nden, Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden, Berlin Humbolt Üniversitesi’nden ve Max Planck Enstitüsü’nden Alman uzmanlar ile, Amerikalı ve İspanyol bilim adamlarının ortaklaşa yürüttükleri bir araştırma atın evcilleştirilmesinin ardındaki sırları açıklamakta. 

 

Evcilleştirmenin yeri ve zamanını tespit edebilmek için atların kıl renklerinde etken olan DNA’larda Geç Pleistosen’den Ortaçağa birçok farklı örnekte incelendi. Bu çalışma aynı zamanda, evcilleştirme başladıktan sonra, antik hayvan yetiştiricilerinin farklı çiftleştirme tercihleri sonunda atın kıl renginin ne denli hızla değiştiğini ve farklılaştığını da ortaya koydu. 

 

Bu çalışma, insanlık tarihi için çok büyük bir öneme sahip olan bu hayvanların Neolitik Dönem boyunca aşamalı olarak evcilleştirildiklerini gösteriyor. 

Science Daily, 24 Nisan 2009

SURİYE, IDLEB'DE BİZANS MOZAİĞİ

 

İdleb Arkeoloji Departmanı tarafından verilen bilgiye göre Salqin’in 15 km batısında, Jakara Köyü’nde Bizans Dönemi’ne tarihlenen bir mozaik bulundu. Diğer bir küçük kuş ile birlikte büyük bir tavuskuşununun yanı sıra, zeytin ve nar ağaçlarını gösteren mozaikte, yapan sanatçıya övgüler içeren Latince bir yazıt da bulunuyor.

 

Kazı Başkanı Anas Haj-Zaidan, şu anda süren kazıların sadece bir ön tespit amaçlı olduğunu, bölgede buna benzer başka mozaikler de bulunduğunu fakat bu mozaiğin en önemli farkının ölçülerinin büyüklüğü olduğunu belirtti. 

SANA, 22 Nisan 2009

SANAT DEDEKTİFLERİ İŞ BAŞINDA

 

Sanat eserlerinin sık sık çalınması yeni bir meslek dalının doğmasına yol açtı: "Sanat dedektifleri", profesyonel araştırmalar sonucunda ulaştıkları eserleri sahiplerine iade ediyorlar.

 

Picasso, Van Gogh ya da Munch gibi önemli ressamların tabloları müzelerden ya da özel koleksiyonlardan en az birer kez çalındı.

Bunlar milyonlarca dolar değerinde paha biçilmez eserler. Sanat dedektifi adını taşıyan görevliler ise çalınmış eserlerin peşinde. Çalınmış sanat eserlerini araştıran Art Loss Register adlı ajansın Köln şubesinde çalışan "sanat dedektifi" Victorine Stille de onlardan biri.

Sanat dedektifi Stille'nin çalışma ofisi oldukça aydınlık. Masaların üzerinde her yana dağılmış sanat objeleriyle ilgili kataloglar duruyor.

Victorine Stille, ajansın veri bankasında araştırma yapıyor. Ajans, 1991 yılında Londra’da kuruldu. Kısa süre içinde New York, Amsterdam, Paris ve hatta Köln’de şubeleri açıldı. Kuruluşundan bu yana, eserleri çalınan sanat koleksiyoncuları düzenli olarak ajanstan yardım talep ediyor.

Sanat dedektifi Victorine Stille, çalışmasına ilk olarak söz konusu kayıp eserin üretim yılı ve sanatçının adı gibi ayrıntıları bir araya getirerek başlıyor. Daha sonra hepsini veri bankasına kaydediyor. Bu sayede diğer şubelerdeki çalışanlar da bu verilere ulaşabiliyor. Böylece dünya çapındaki araştırma başlıyor. Stille şöyle konuşuyor:

“Sık sık karşılaştığımız şey, eserin çalınmasının ardından öncelikle iki ya da üç yıl kadar kara borsada elden ele dolaşması. Bizim, eserlerin 15 yıl sonra tekrar ortaya çıktığına dair bir teorimiz var.“

Bu eserler, örneğin müzayede ya da sanat fuarlarında günün birinde yeniden ortaya çıkabiliyor. Ancak 15 yıl, sanat dedektifleri için oldukça uzun bir süre. Bu nedenle hızlı hareket eden dedektifler ise eserin kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemiyor. 28 yaşındaki sanat dedektifi Victorine Stille de vaktinin çoğunu, internette araştırma yaparak geçiriyor. "Belki çalıntı olarak bildirilen bir esere rastlarım" beklentisiyle, müzayedelerle ilgili verileri inceliyor. Tabii sık sık dışarıya da çıkıp, sergilere ya da sanat fuarlarına katılıyor.
Cnn Türk, 02.05.2009

HOLLANDA'DA SANAT HIRSIZLARI İŞ BAŞINDA

 

Fotoğraf Altı: Salvador Dali'nin 1941 yılında yaptığı "Three Ages" üçlemesinden Adolescence

 

Hollanda'da, maskeli ve silahlı soyguncular bir müzeden biri ünlü İspanyol ressam Salvador Dali'ye ait olmak üzere 2 tablo çaldı.

 

Yetkililer, Spanbroek'deki Scheringa Müzesindeki dünkü soygunda, silahlı kişilerin güvenlik görevlisini tehdit ederek tabloları çaldığını, olayda yaralanan olmadığını açıkladı.

Müzeden yapılan açıklamada da, çalınan eserlerin Dali'ye ait 1941 yapımı "Adolescence" ile Polonyalı Tamara de Lempicka'nın 1929 tarihli "La Musicienne" tabloları olduğu belirtildi.

Açıklamada, olaydan üzüntü duydukları ve eserlerin en kısa zamanda bulunmasını istedikleri kaydedildi.

Müzenin açıklamasında, tabloların değeri konusunda bilgi verilmedi, ancak bu eserlerin müzenin koleksiyonundaki en önemli parçalar arasında yer aldığı ifade edildi.

Cnn Türk, 02.05.2009

TARİHİ ESERLERİ SATMAYA ÇALIŞAN 2 KİŞİ YAKALANDI

 

 

Roma ve Bizans dönemine ait heykellerle, gümüş sikke ve süs eşyaları denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Denizli'de çeşitli dönemlere ait tarihi eserler ele geçirilirken, olayla ilgili 2 kişi gözaltına alındı.
R.B'nin elindeki tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı istihbaratını alan jandarma, düzenlediği operasyonda, Roma dönemine ait 2 adet heykel başı ve Bizans dönemine ait 1 adet vazo ele geçirdi. R.B. gözaltına alındı.


Buldan'a bağlı Kadıköy beldesinde elindeki tarihi eserleri satmak için müşteri arayan H.D. de jandarma tarafından suçüstü yakalandı. Operasyonda, 108 adet gümüş sikke, 172 adet tarihi süs eşyası ve 280 adet tarihi değeri bulunan eser ele geçirildi.
Tarihi eserler, Denizli Müze Müdürlüğüne teslim edildi. Zanlılar çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak serbest bırakıldı.

Haber Ekspres, 02.05.2009

BOYALI TARİH

 

 

Sina Yarımadası’nda bugüne dek bilinen en büyük antik Mısır tapınağı Kantara’da bulundu.

 

Antik çağda Tharo olarak bilinen Tel Hebua, eskiden Mısır ordularının doğu sınırlarına yaptıkları seferler sırasında ordugah olarak kullanılan küçük bir yerleşimdi. Burada sürdürülen arkeolojik çalışmalar Yeni Krallık Dönemi’ne ait çok büyük bir tapınağı açığa çıkardı.  

 

80x70 m ölçülerindeki tapınak üstleri resimlerle süslenmiş boyalı tuğlalar ile inşa edilmiş. Yapı, birçok küçük şapel ve üç arınma havuzunun yanı sıra, 34 sütunla desteklenen, dikdörtgen şeklinde dört büyük salona sahip. 4 m kalınlığında duvarlarla tahkim edildiği anlaşılan tapınakta tanrılar Horus, Hathor, Tefnut, Montu ve Renenutet ait resimlerin yanı sıra Tuthmosis II ve Ramses II’nin de rölyefleri bulundu. 

 

Yapının doğu ve batı kanatlarında iki grup halinde ve olasılıkla Seti I, Ramses II ve Seti II dönemlerine tarihlenen 13 depo mevcut. Depolarda bu üç firavunun dönemlerine tarihlenen binlerce yazıt ve mühür ele geçti. 

Al Ahram, 26 Nisan 2009

JANDARMADAN TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA BASKIN

 

Gümüşhane Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada, istihbari çalışmalar neticesinde Gümüşhane İl Jandarma Komutanlığı ve Kelkit İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından alınan arama kararının ardından Kelkit ilçesi Özen köyünde yaşayan R. E. ve A. M. isimli şahısların evlerinde arama yapıldı.

Aramalar neticesinde, Roma ve Osmanlı dönemine ait olduğu değerlendirilen 118 adet bakır ve bronz sikke, 4 adet yüzük, 2 adet küpe, 5 adet takı objesi olmak üzere toplam 129 parça tarihi eser ile 1 adet metal arama dedektörü ele geçirildi.

Sorgu ve işlemleri tamamlanan R.E ve A.M, savcılık tarafından serbest bırakıldı.

Sabah, 02.05.2009

BAKANLIK: MÜZE, ESERLERİN SERGİLENMESİNE UYGUN DEĞİL

 

Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nün Etnografya Müzesi'nde yaptığı ölçümlerde yapıdaki nem oranının yüksek olduğu tespit edildi. Zaman Gazetesi'nin haftalık yayınlanan Adana ekinde yer alan, "Adana'nın müzeleri dökülüyor" başlıklı haber sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığı ildeki müzelerde inceleme başlattı.

 

Zaman'a yapılan açıklamada Bakan Ertuğrul Günay'ın talimatıyla Adana Etnografya Müzesi'nin eser sağlığı ve güvenliği açısından incelendiği belirtildi.

 

Etnografya müzesinin taşınmaz kültür varlığı olarak tescilli eski bir kilise binasında hizmet verdiği hatırlatılan açıklamada: "Ancak, hâlihazırda boşaltılmış durumdadır. Kilise bahçesindeki taş eserleri hariç, diğer eser geçici olarak depolara kaldırılmıştır. Yapılan incelemede, binanın duvarlarında çatlamalar ve ayrılmalar oluştuğu görülmüştür. Ayrıca, Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce yapılan ölçümlerde nem oranının yüksek olduğu tespit edilmiştir." değerlendirmesine yer verildi.

 

Bahse konu kilise binası ile aynı bahçe içinde yer alan ve halen Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılan yerin boşaltılması halinde atıl kalacağı vurgulayan açıklamada, şu bilgilere yer verildi: "Buranın Adana Etnografya Müzesi hizmet binası olarak düzenlenebileceği önerilmiş. Ancak binanın nem oranı yüksek olduğu görülmüştür. Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda her iki binanın etnografik eserlerin sergilenmesine elverişli olmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca tescilli kilise binasının onarım projelerinin hazırlanarak Koruma Bölge Kurulu'na sunulmasının ve buranın Anıt Müze olarak düzenlenmesinin daha uygun olacağı düşünülmektedir. Bu nedenle Adana Etnografya Müzesi olarak kullanılmak üzere başka bir binanın bulunmasının gerektiğine karar verilmiştir."

 

Adana Etnografya Müzesi hizmet binasının bulunması çalışmalarına devam edildiği kaydedilen bakanlık açıklamasında, "Anılan kilise binasının onarımı ve Anıt Müze olarak düzenlenmesi için gerekli çalışmaların Adana Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce yürütülmesi için gerekli talimat verilmiştir. Adana Atatürk Müzesi ve Misis Mozaik Müzesi'ne ilişkin çalışmalar da devam etmekte olup, 2010 yılı yatırım programında değerlendirilecektir."

 

Bu arada bakanlığın açıklamasında her yağmurda akan, duvarları dökülen Merkez Park içindeki Adana Arkeoloji Müzesi'ne hiç değinmemesi dikkat çekti.

Zaman, Haber: Mehmet Şahin, 01.05.2009

TARİHİ ARDAHANKAPI DEFİNECİLERCE YAĞMALANDI

 

  

 

Osmanlı- Rus Harbi (93 Harbi) döneminde şehrin savunması amacıyla yaptırılan Ardahankapı (Kavakkapı) defineciler tarafından yağmalandı. Tarihi kapının işlemeli süslü taşlarını çalan defineciler kayıplara karıştı.

 

Tarihi eserler define avcıları tarafından yağmalanmaya, tahrip edilmeye devam ediyor. Evren Paşa Mahallesi'ndeki Ardahankapı definecilerin yağmasına uğradı. Osmanlı- Rus Harbi(1877-1878) öncesinde Padişah Sultan Abdülhamit'in emri ile dönemin Erzurum Valisi Mareşal Fosfor Mustafa Sıtkı Paşa, şehrin savunulması amacıyla Ardahankapı, Harputkapı, İstanbulkapı ve Karskapı'yı inşa ettirmişti. Bir kısmı askeri bölge içerisinde yer alan Ardahankapı'nın askeri alan dışında kalan kuzey yüzündeki kesme taşlar kimliği belirsiz kişilerce yağmalandı. Tarihi kapının taşlarının defineciler tarafından yağmalanmasına semt sakinleri tepki gösterdi.

 

Tarihçi- Yazar Muzaffer Taşyürek, Ardahankapı'nın olayın üzüntü verici olduğunu söyledi. Tarihi kapıların büyük bir zenginlik olduğunu ve buraların özel koruma altına alınması gerektiğini kaydeden Taşyürek, Erzurum'da sistemli bir şekilde tarihi eserlerin özelikle tabyalar ile tarihi kapıların yağmalandığını ve bunun önüne geçilemediğini ileri sürdü. Çat Yolu üzerindeki İl Özel İdaresi alanı içerisinde bulunan Harput Kapı'nın gün yüzüne çıkartılması için İl Genel Sekreteri Selami Altınok'un büyük çaba ve gayret sarfetmesine karşılık Ardahankapı'nın definecilerin insafına terk edilmesinin düşündürücü olduğuna vurgu yaptı. Taşyürek, "Ecdat yadigarı Ardahankapı'nın taşlarının sökülüp çalınması, burada define aranması üzüntü verici. Tarihi eserlerimiz yağmalanırken, kimsenin buna ses çıkartmaması, görgü tanıklarının olayı güvenlik birimlerine bildirmemesi, bu yerlerin özel güvenlik sistemine alınmaması düşündürücü." diye konuştu.

haberler.com, 01.05.2009



MÜZE ÇALIŞMALARI VE KURTARMA KAZILARI SEMPOZYUMU SONA ERDİ

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce her yıl farklı bir ilde düzenlenen Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu dün sona erdi.


Sempozyumda 2008 yılında gerçekleştirilen 110 adet kurtarma kazısında edilen sonuçlar 37 ayrı bildiri olarak sunuldu. Sempozyuma Türkiye genelinden yaklaşık 300 kişi katıldı.


Sempozyumun ardından Müze Müdürleri Toplantısı Ticaret ve Sanayi Odası konferans salonunda gerçekleştirildi. Toplantıya Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün ile birlikte yüze yakın müze müdürü katıldı. Her yıl farklı bir ilde düzenlenen ve müzelere ilişkin sorun ve çözüm önerilerinin tartışıldığı Müze Müdürleri Toplantısı’nda bu yıl ilk kez fiili bir eğitim çalışması da yapıldı.


Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Dış İşler Daire Başkanlığı Uzmanı Zülküf Yılmaz, her yıl yapılan müze müdürleri toplantısında bu yıl küçük bir değişiklik yaparak fiili bir eğitim çalışması yapmayı uygun gördüklerini belirtti. Müzelerde karşılaşılan sorunlara da kısaca değinen Yılmaz, “Müzelerde yaygın olan en temel sorunların başında teşhir-tanzim sorunu yaşanıyor” dedi. Toplantıda ayrıca müzelere eser alma yönetmeliği ve koleksiyonerlik yönetmeliği hakkında katılımcılara bilgi verildi. Müze Müdürleri Toplantısında fiili eğitimi ise Japonya’da 45 gün boyunca müzecilik kursuna katılan Dr. Güner Sağır verdi. Toplantı daha sonra basına kapalı şekilde sürdü.
Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu ile Müze Müdürleri Toplantısı’na katılmak üzere Sivas’a gelen müze müdürleri ayrıca bugün Divriği İlçesine giderek burada kültür varlıklarını inceleyecekler.

Sivas Hürdoğan, 01.05.2009

DR. ATAKUMAN TÜM GÖREVLERİNDEN ALINDI

 

Bilim ve Teknik Dergisi’nin mart sayısında Darwin’i kapak konusu olarak seçtiği gerekçesiyle yönetimindeki dergi sansüre uğrayan Dr. Çiğdem Atakuman, yürüttüğü tüm görevlerden alındı.

 

Bilim ve Teknik Dergisi’nin Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olan Dr. Atakuman, derginin mart sayısı için Darwin’i kapak konusu olarak belirlemiş, ancak bunu fark eden TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Ömer Cebeci duruma müdahale etmiş ve derginin kapağını ve içeriğini değiştirmişti.


Milliyet’in “Darwin Sansürü” başlığıyla konuyu haberleştirmesinden 4 gün sonra açıklama yapan TÜBİTAK yönetimi, sansürü kabul etmezken Atakuman’a görev değişikliğinin önerildiğini bildirmişti. Süreç içerisinde TÜBİTAK yönetimi Atakuman’a, Bilim ve Toplum Dairesi Başkan Vekilliği’nden alındığını tebliğ ederken, diğer görevlerini ise sürdürebileceği açıklamasını yapmıştı. Atakuman’ın elinde kalan görevlerin de alınarak nisan ayı ortasında ‘Başkan Danışmanlığı’na atandığı öğrenildi.

Milliyet, Haber: Mansur Çelik, 01.05.2009

MÜZEDE ŞÜPHELİ PAKET

 

Malatya'daki Atatürk Evi Müzesi'nin bahçesine bırakılan şüpheli paket polisi alarma geçirdi.

Edinilen bilgiye göre, Atatürk Evi Müzesi'nin bahçesine bırakılan şüpheli paket paniğe neden oldu. İhbar üzerine olay yerine giden polis ekipleri, öncelikle bölgeyi yaya ve araç trafiğine kapatarak çevrenin güvenliğini sağladı. Bomba imha uzmanlarının robot kullanarak patlattığı çanta boş çıktı. Polis ekipleri çantayı incelemek üzere Emniyet Müdürlüğü'ne götürdü.

Olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma sürüyor.

Malatya Kent Haber, 30.04.2009

BU TEFSİRİN DÜNYADA BAŞKA BİR ÖRNEĞİ YOK

 

 

Atatürk Üniversitesi'ne, paha biçilemeyen nadir eserler bağışlandı. Eski ulaştırma ve kültür bakanlarından Rıfkı Danışman'ın Atatürk Üniversitesi'ne hediye ettiği 567 kitaptan 4'ü 'çok nadir eserler' olarak biliniyor.

 

Üniversitenin Doğu Dilleri Bölümü hocalarından Prof.Dr. Sadi Çöğenli'ye göre eserler arasında yer alan 'Kitabu Ğureri'l-Meani' adlı 15. yy. tefsir kitabının dünya kütüphanelerinde başka nüshası yok. Ahkam ayetlerinin tefsirini içeren 'Mesalikü'l- Efham ila Ayati'l-Ahkam' adlı 17. yy. eserinin de Türkiye'de benzeri bulunmuyor. Ayrıca 'Meşariku'l-Envar' adlı hadis kitabı ile 16. yy'da yazılan 'Islahu'l-İzah' adlı hukuk kitabı da çok kıymetli eserler olarak tanınıyor.

 

Prof.Dr. Çöğenli, üç dönem Erzurum milletvekili seçilen Rıfkı Danışman'ın, koleksiyonunda bulunan 365'i el yazması ve eski eser özelliği taşıyan toplam 567 kitabı bağışlamasının kütüphanelerini zenginleştirdiğini belirtti. Eserlerin bir kültür hazinesi olarak üniversite kütüphanesinde korunacağını ifade eden Çöğenli, şunları söyledi: "Erzurum'un eski müftülerinden Sakıp Danışman'ın oğlu Rıfkı Danışman, babasından kalan bu paha biçilmez eserleri bağışlayarak çok önemli bir kültür hizmetini ifa etmiştir."

Zaman, 01.05.2009

MÜZELER GECESİ YENİDEN

 

Müzeler Haftası bu yıl 18-24 Mayıs 2009 tarihleri arasında kutlanacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre kutlama programı çerçevesinde 'Avrupa Müzeleri Gecesi' etkinliği düzenlenecek. Buna göre 18 Mayıs Pazartesi günü yurt genelindeki bazı müzeler saat 23.30'a kadar, Topkapı Sarayı Müzesi ise saat 21.00'e kadar ücretsiz gezilebilecek.

 

18 Mayıs Pazartesi günü saat 23.30'a kadar yerli ve yabancı turistlerin ücretsiz gezilebileceği müzelerin listesi şöyle:

  • Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

  • Antalya Müzesi

  • İstanbul Arkeoloji Müzeleri, Ayasofya Müzesi ve Türk ve İslam Eserleri Müzesi,

  • İzmir Arkeoloji Müzesi, Efes Müzesi,

  • Konya Mevlana Müzesi,

  • Çorum Müzesi

  • Sinop Müzesi

  • Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi

Bakanlığa bağlı müzelerin yanı sıra özel sektörün işlettiği müzelerin de bu etkinliğe geçen yıllarda olduğu gibi katılması bekleniyor.

Turizm Habercisi, 30.04.2009

TARİHİ KÖPRÜ İLGİSİZLİK KURBANI

 

 

Kütahya Simav’da 7 yıl önce belediye tarafından ortaya çıkarılan Osmanlı dönemine ait 9 gözlü tarihi köprünün ilgisizlik yüzünden çökmeye başlaması vatandaşları derinden üzüyor.

 

Geçmişiyle ilgili kimsenin bir bilgiye sahip olmadığı tarihi kemer köprünün koruma altına alınması için TEMA Vakfı olarak belediye aracılığı ile Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne başvuruda bulunduklarını ifade eden Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) Simav Temsilcisi Ömer Önder, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden aldıkları, ”Bizden habersiz sakın bölgede herhangi bir çalışma yapmayın” yönündeki uyarı niteliğindeki resmi yazının kendileriyle birlikte Simav halkını da derinden üzdüğünü kaydetti.

Simav – Bursa Karayolunun 3.kilometresinde güzergah üzerinde yer alan taştan yapılmış “9 Gözlü Tarihi Kemer Köprü”nün kendini bilmez vatandaşlar tarafından sürekli tahrip edilmek suretiyle çökme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna dikkat çeken TEMA Simav Temsilcisi Ömer Önder,”Vakıflar önlem almayacaksa TEMA Vakfı olarak biz önlem alalım. Tarihi eserin çevresini koruma altına alalım. Yoksa yarın çok geç olacak. Ata yadigarı bir tarihi yapı daha toprağa karışacak. Bu durum beni ve Simav halkını derinden üzüyor” dedi.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün konuya hassasiyetle eğilmesini beklediklerini anlatan 85 yaşındaki Simav’ın TEMA dedesi Ömer Önder, yetkililerin bölgede yapacakları bir incelemenin ardından serzenişte bulunmakta kendisinin ne kadar haklı olduğunun ortaya çıkacağını iddia etti, görevlileri Simav’a davet etti.

Kütahya Kent Haber, 30.04.2009

TARİHİ MEKANLARA ALT YAPI ÇALIŞMASI

 

 

Mardin Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu altyapı çalışmalarına başladıklarını ve çalışmaları ilk olarak tarihi mekanların yer aldığı kent merkezinde gerçekleştirdiklerini bildirdi. Başkan Ayanoğlu, Melik Mahmut Camii'ne kadar 700 metrelik su ve kanalizasyon şebeke hattı çekileceğini söyledi.

Tarihi kent Mardin'de baharın gelmesiyle beraber altyapı çalışmaları başladı. Beyaz Su'nun gelmesiyle beraber yaz ayında bir sorunla karşılaşmamak için eski hükümet konağı altından Melik Mahmut Camii'ne kadar 700 metrelik su ve kanalizasyon şebeke hattı çekildi. Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu, göreve geldiklerinden bu yana tarihi kentin en büyük sorunu haline gelen altyapının değişmesi için oluşturulan ekiplerle çalışmalara başladıklarını ifade etti. Başkan Ayanoğlu, "Yaz ayında oluşacak sorunlar ve eski şebekeden kaynaklanan su kaçaklarının önüne geçmek için eski hükümet konağı altından Melik Mahmut Camii'ne kadar olan 700 metrelik kısma su ve kanalizasyon şebeke hattı çektik. Vatandaşımızın rahatı bizim rahatımızdır. Tarihi kentimizin hak ettiği yere gelmesi ve marka şehir olması için çalışıyoruz" dedi.
Mardin Kent Haber, 30.04.2009

EKİCİ, GÜNAY'A ANTİK KENTİ SORDU

 

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Gaziantep Milletvekili Akif Ekici, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a Karkamış Antik Kentiyle ile ilgili bir soru metni hazırlayarak harabeler hakkında bilgiler aldı.

 

Suriye sınırında mayınlı sahada bulunduğundan dolayı ziyarete kapalı olan harabeler uzunca bir süre mayınlardan temizlenmeyi beklemekteydi. Bunun üzerine geçtiğimiz aylar askeri bölge durumundaki sahada çalışma yapılabilmesi için Genelkurmay Başkanlığı'ndan izin çıkmış böylece harabelerin turizme açılması yönünde önemli bir adımda atılmış oldu. Bölgeye yeterli teşvik’in uygulanmamasından dolayı ve yaşanan global krizle esnafın, çiftçinin ve bölge halkının büyük zorluklar yaşadığını, bu nedenle antik kentin turizme açılması çalışmalarının hızlandırılması gerektiğini ve bunun büyük bir önem taşıdığını belirten Akif Ekici, Antik kentin turizme açılması çalışmaları için mayın temizleme işi de dahil olmak üzere ayrılan kaynağı sordu.

 

Soru üzerine açıklama yapan Bakan Günay, Şöyle konuştu: “Gaziantep İl Özel İdare bütçesinden Karkamış antik kenti mayın temizleme işi için 1.500.000 TL ödenek ayrılmış olup Türkiye- Suriye bölgelerarası iş birliği programı çerçevesinde Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca da 350.000 dolar ödenek tahsis edilmiştir” dedi. Ekici’nin yönelttiği mayın temizleme işi ile ilgili ihale için başlatılan çalışmaların hangi aşamada olduğunu, turizm geliri olarak büyük fayda sağlayacak antik kentin ziyarete açılması ve mayınlı bölgenin temizlenmesi için sürenin ne kadar süreceği sorusunda ise Günay, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti kara sınırında yer alan mayınların temizlenmesi faaliyetine ilişkin ihale yapma görev ve yetkisi Bakanlar Kurulunun 31/01/2005 tarihli, 2005/8450 sayılı ve 13/06/2005 tarihli, 2005/8982 sayılı kararıyla Maliye Bakanlığına verilmiştir. Bu yetki çerçevesinde söz konusu taşınmazda bulunan mayınların temizlenmesi işinin Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi tarafından gerçekleştirilmesi hususunda Milli Savunma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Bakanlığımız ve Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi arasında 23/02/2009 tarihli protokol imzalanmıştır. Söz konusu protokole istinaden Gaziantep İl Özel İdaresince yürütülen Karkamış Antik Kenti mayın temizleme projesi ile ilgili ön hazırlık çalışmalarına yaklaşık maliyet, idari ve teknik şartnameler başlanılmış olup 2 yıl içerisinde işin tamamlanması planlanmaktadır” dedi.

 

Bölgede kazı çalışmalarını geliştirmek üzere 2008 yılında İtalya, Bologna Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Nicola Marchetti’nin kendilerine başvurduğunu ifade eden Ertuğrul Günay, “Değerlendirme Komisyonunda bu talep değerlendirilmiş, prensipte uygun görülmüştür. Ancak kazı çalışmalarının gerçekleştirilebilmesi için anılan protokol doğrultusunda alanın mayınlardan temizlenmesi gerekmektedir. Antik kentle ilgili olarak bakanlığımıza Japon bilim heyetlerince herhangi bir resmi kazı talebinde bulunulmamıştır” dedi. Son olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Avrupa bölgelerarası işbirliği kapsamında başlatılan çalışmayla yapımı düşünülen Rumkale- Karkamış Kalesi arasındaki sahil yolunun hangi aşamada olduğunu açıklayan Bakan Günay, “Rumkale- Karkamış sahil yolu için bölgeye ilişkin harita çalışmaları Gaziantep İl Özel İdaresince tamamlanmak üzere olup harita çalışmalarının bitiminde Karkamış Antik Kenti’nden Atatürk Barajı’na kadar olan kısmın il Özel İdaresi bütçesinden ayrılan 500.000 TL ile Fırat Kültür Havzası planı hazırlanacaktır. Bu çalışmalar 2009 yılında bitirilerek master planı çerçevesinde altyapı ve üstyapı çalışmalarına başlanacaktır” dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 30.04.2009

AMERİKA'DAKİ POMPEI

 

Roma Uygarlığı’nın önemli kentlerinden Pompei’de ortaya çıkarılan ve o dönemin yaşam biçimini gösteren arkeolojik buluntular, Pompeii and the Roman Villa: Art and Culture around the Bay of Naples adlı sergiyle Los Angeles’daki LACMA’da sergilenecek.

 

Sergi, Washington’daki National Gallery tarafından organize edildi.

Taraf, 30.04.2009

NİĞDE KALESİ'NE ÇEVRE DÜZENLEMESİ

 

 

Niğde Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, Niğde Kalesi çevre düzenlemesi ile ilgili uzman mimar ve mühendislerle bir araya geldi.

 

Ankara'dan gelen mimar ve mühendislerden oluşan ekip, Niğde Kalesi'nde incelemelerde bulundu. Kent merkezinde yer alan tarihi yapılarda da incelemelerde bulunan ekip, tarihi eserlerin özelliklerini koruyarak gelecek nesillere aktarılması ve turizme kazandırılması için proje hazırlayacak.

 

Belediye Başkanı Faruk Akdoğan, Niğde'nin planlı büyüme ve çağdaş şehir imajının ortaya konulmasında vazgeçilmez bir önem taşıyan projenin, Niğde'ye oldukça farklı bir görüntü kazandıracağını söyledi.

 

Proje kapsamında ilk somut adımın atıldığını bildiren Başkan Akdoğan, “Çok büyük bir proje. Belki biraz zaman alacak ancak hem bölgenin tarihi yapısının göz önünde bulundurulması, hem istediğimiz sonucun elde edilmesi, hem de çalışmaların sağlıklı şekilde yürütülebilmesi için bu zaman dilimine ihtiyacımız var. Geçtiğimiz hafta sonunda uzman mimar ve mühendislerimiz bölgede incelemelerini başlattı. Bu hafta da çalışmalarını sürdürecekler. Yapılacak düzenleme ve restorasyon çalışmaları kapsamında Alaaddin Tepesi yıllar öncesindeki gibi Niğdelilerin ailecek gezdiği, eğlenip dinlendiği güzel günlerine kavuşacak” dedi.

Niğde Kent Haber, 30.04.2009

TARİHİ CAĞALOĞLU HAMAMI 16.5 MİLYON DOLARA SATILIK

 

Osmanlı döneminden kalan en eski hamam olan 300 yıllık Cağaloğlu Hamamı 16.5 milyon dolara satılığa çıkarıldı. Re-Max tarafından satışı yapılacak olan ve internetten ilanla satışa çıkarılan tarihi hamama İtalyan ve Amerikalı gayrimenkul yatırımcıları ile Türkiye'den turizm yatırımcılarının talip olduğu öğrenildi. Hem mal sahibi hem de emlak ofisinin tek şartı ise yapının tarihi öneminden dolayı SPA ya da hamam konseptini devam ettirecek bir yatırımcıya satılması.

Ayla Erer adlı şahsa ait olan ve işletmesi Fais Çağdaş tarafından yapılan hamamda aynı zamanda akraba da olan mal sahibi ile işletmeci arasında bir süredir sorunlar yaşandığı biliniyordu. Mal sahibi hamamı satmak isterken işletmeci de satıştan belli bir hisse istiyordu. Ancak taraflar hisse oranı konusunda anlaşamadığından halen devam etmekte olan mahkeme sürecinin Mayıs sonunda tamamlanmasının ardından satış işleminin gerçekleşmesi bekleniyor.

Sultan Mahmud tarafından 1741'de inşa ettirilen hamam New York Times'ın "Ölmeden önce görülmesi gereken 1000 yer" listesinde yer almıştı. Barok ve Osmanlı mimarisindki hamamın ünlü ziyaretçileri arasında Florence Nightingale, Ömer Sehrif, Richard Harrison, Harrison Ford, Gianfranco Ferre geliyor.

Hamamın dünyada başka bir emsali olmaması nedeniyle değer biçilmekte güçlük çekildi. Re- Max yetkilileri bu nedenle mal sahibinin istediği rakam olan 16.5 milyon dolarda karar kıldı. Hamam talip olan İtalyan ve Amerikalı gayrimenkul yatırımcıları yapıyı spa veya turizm amaçlı kullanmak istediği biliniyor.
Sabah, 30.04.2009

TARİHİ MEZARLAR HARABEYE DÖNDÜ

 

Bolu'nun Mudurnu İlçesi'nde bulunan tarihi mezarlar bakımları yapılmadığı için harabeye döndü.


Mudurnu Kanuni Sultan Süleyman Cami avlusunda bulunan Şeyh Fahreddin-Rumi mezarlığının halini gören vatandaşlar, "Vicdanımız sızlıyor. Bu tarihi mezarların bu şekilde harabeye dönmüş olması bizleri çok üzüyor" dediler.


2008 yılı içerisinde tadilat işlemleri için gerekli izinlerin alındığı tarihi mezarlar yıllardır bakımsız olarak bekliyor. Turizm ilçesi haline gelen Mudurnu'ya gelen turistler, tarihi mezarlar ile ilgilenilmesi gerektiğini belirttiler.

Bolu Kent Haber, 29.04.2009

HASANKEYF UNESCO'DA YER ALMAYI HAK EDİYOR

 

Hasankeyf’in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi’nin UNESCO Dünya Doğa ve Kültür Mirası listesine uygunluğunu belgeleyen bilimsel rapor konusunda bilgi verildi.

 

Doğa Derneği, söz konusu bilimsel raporu daha önce Tarkan ile birlikte ziyaret ettikleri Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a sunmuştu.

 

Doğa Derneği Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk ile Kurumsal İletişim koordinatörü Yücel Sönmez,  Hasankeyf'in Yolgeçen mağarasında düzenledikleri basın toplantısında Ilısu Barajı'nın yapılmasıyla bölgede yok olmayla karşı karşıya kalacak kuşlar ve Hasankeyf’in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi’nin UNESCO Dünya Doğa ve Kültür Mirası listesine uygunluğunu belgeleyen bilimsel rapor konusunda bilgi verdiler.

 

Slayt gösterimi eşliğinde sunum yapan Ertürk, Hasankeyf’in dünyada bir başka benzerinin daha bulunmadığına dikkat çekerek "Bir alanın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınması için UNESCO tarafından belirlenmiş 10 kriter bulunuyor. Bu 10 kriterden bir tanesinin karşılanıyor olması bile bir alanın UNESCO listesine dahil edilmesine yetiyorken, Hasankeyf ve içinde bulunduğu Dicle Vadisi bu 10 kriterin 9’unu karşılıyor. Hasankeyf bu özelliği ile dünyanın en önemli alanlarından biridir. Biz Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin UNESCO Dünya Mirası listesine dahil edilmesi için gerekli sürecin başlatması için çalışmalar başlattık" dedi.

 

Ilısu Baraj Projesinin hayata geçmesi ile bölgedeki beş önemli doğa alanı ve 400 kilometrelik nehir yatağını kapsayan doğal alanların geri dönülmez bir biçimde zarar göreceğini ileri süren Sönmez, "Ilısu baraj projesinin finansmanının Avrupalı kredi ihracat kuruluşlarınca, Almanya, İsviçre ve Avusturya hükümetlerinin onayı ile sağlanıyor. Bu krediler, Türkiye gerekli şartları yerine getirmediği için 6 ay süreyle askıya alınmış durumda ve süre Haziran 2009’da dolacak. Yapılan çalışmalara göre barajla birlikte bölgedeki 300’den fazla arkeolojik alandan 83’ü sular altında kalacak. Dicle Vadisi ve Hasankeyf, tarihi zenginliklerin yanı sıra biyolojik çeşitliliği ve bölgeye has türleri nedeniyle de büyük önem taşımaktadır" dedi.

Batman Gazetesi, 29.04.2009

20. YÜZYILIN MÜZESİ BİLBAO GUGGENHEIM, GEHRY VE BİZ

 

Ben van Berkel ve Caroline Bos, A+U'nun 07:07-442 sayısındaki "The Museum of 21st Century" yazılarında, geleceğin özel koleksiyonlara ait olacağını, ki bunların neler hakkında oldukları konusunda kuvvetlice bilgi aktaracaklarını, böylelikle de yönlendirmenin genel koleksiyonlardan daha uzak olarak kültürü harekete geçireceğini ifade etmişlerdir. Bu ifadenin somutlaşmış durumu, Stuttgart'taki 2006'da tamamlanan UN Studio van Berkel & Bos'un, yani kendilerinin ürünü olan Mercedes-Benz Müzesi'nde1 gözlemleyebiliriz.

 

Bu örnekten önce, 20. yüzyılın bitimine çok az kala hayata katılan Bilbao Guggenheim Müzesi'nin de bize bildirdiklerini, içinde doğduğu bölge, tasarımcısı ve destekleyicisi üçlemesiyle ürün üzerinden okuyalım istedik. Müzeyi farklı zamanlarda dolaşan iki mimar olarak. Yeşim Kamile Aktuğlu, 1998'de2, Deniz Balık da 2007'de3 müzeyi dolaşma, yaşama ve inceleme şansını yakalamışlardı. Yeşim'in kongre programında vardı, Deniz ise özellikle o müze için Bilbao'ya gitmişti. Bu deneyimi paylaştıkları alanlar ve anlar ise, Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü'ndeki kendi odaları ve okulun koridorlarındaki karşılaşmalarıdır. İlk olarak ortak paydayı keşif anı oldukça heyecanla oluşmuştur ve hemen yolculuğa başlamışlardır. Bir 1998, bir 2007 yapacaklardır Bilbao'da.




Bilbao Guggenheim Müzesi, Titanyum ve kireç taşı kaplı cephelerinin birlikteliği., Fotoğraf: Yeşim Kamile Aktuğlu, Mayıs 1998


Bilbao hakkında özellikle 1997'de Guggenheim Bilbao Müzesi'nin açılmasından itibaren çok şey yazıldığı kesindir. Ancak bu yazı iki farklı zamana ait iki farklı Bilbao izleniminin çakıştırılmasına dayanır. Çünkü bir kent okuması, bireysel görüşlerin dışında, değişik görüşlerin üst üste çakıştırılmasıyla da yeni bir boyut kazanır. Hem okuyucu hem de yazarlar için yeni açılımlar sağlayan bu dinamik süreç, bir düellodur aslında.

 

Bilbao, İspanya'nın kuzeyinde bulunan Bask Bölgesi'nin en gelişmiş endüstri kentidir. Bu yüzden kentte daha çok sanayi yapılarının bulunmasına karşın Guggenheim Bilbao Müzesi'nin açılmasıyla birlikte yavaş yavaş turistik bir kimliğe bürünmekte ve çok sayıda turist çekmektedir.

İspanyol mimarlığını, Madrid'de çok yoğun olarak oradaki ürünlerde gözlemleyebiliriz, hem eski hem de yeni, hatta yepyeni. Bunlar dünyada olagelen mimarlıktaki gelişmelerin İspanya'daki yanılsamaları niteliğinde karşımıza çıkar. Aynı anda eski yapıların, günümüzde de, fonksiyon değişikliği ile yaşamaya devam etmesi sonucu, hem eskiyi, hem de yeniyi aynı anda deneyimleyebiliriz. Reina Sofia Müzesi'nde, ya da Atocha Tren İstasyonunda olduğu gibi.

 

Madrid'den uçakla ulaştığımız San Sebastian kıyı yerleşimi de, bize Çeşme niteliğinde, ama oldukça büyük ölçekli bir okyanus yerleşiminin İspanyol koşullarında nasıl yaşadığını bize her anda bildirir, eski ve yeni mimarlık örnekleriyle. Reina Maria Cristina Oteli ve Centro Kursal Kongre Merkezi ve diğerleri üzerinden, gece ve gündüz hem Madrid'de, hem de San Sebastian'da akıp giden bir yaşantı mevcuttur, kıyısında, sokaklarında, binalarında, özetle her metrekaresinde yaşanan...

 

1998'deki "Çelik Yapının 2. Dünya Konferansı"nda bildiri sunmak üzere ziyaret edilen bu iki yerden bir mola için, sempozyum programında bir öğleden sonra 10'a yakın otobüsle Bilbao'ya gidildi. Bask Bölgesi'ne yapılan ziyaret dağların arasından sürmüştü. Aylardan Mayıs olduğu için, her türlü giyime açık bir nitelikte idi hava koşulları.

 

Bilbao'ya gidilen 2007 yılının Mayıs ayında gelen güneş ve sıcak havanın da etkisiyle sokaklarda çok sayıda turist göze çarpıyordu. Bilbao'ya birkaç günlüğüne, özellikle Guggenheim Bilbao Müzesi'ni gezmek için gidildi. Bu nedenle de müzeye yakın olduğu bilinen, Bilbao'nun kuzeyindeki Casco Viejo bölgesinde kalınmıştı. Otobüs garından çıkınca, kentin dört bir yanında aynı formda tasarlanan ve Bilbao'nun sembollerinden biri haline gelen Sir Norman Foster imzalı metro istasyonlarından biri kullanılarak Casco Viejo'ya doğru yola çıkıldı. 1995 yılında kullanıma açılan metro istasyonunun şeffaf girişi dikkat çekiciydi. Bilbao halkı için gündelik bir şey olan metro, o an için çok heyecan vericiydi.

 

İlk önce mimarı Frank O. Gehry ve mühendisinin ve birkaç mimarın daha açıklamaları ile tanıtılan Guggenheim Bilbao'nun ziyareti, bu Teatro Arriage Opera binasındaki sunumdan sonra gerçekleşmişti. Gece 24:00'e kadar tümüyle kongreye katılan 650'yi aşkın katılımcının ziyaretine açık bırakılan Guggenheim'in keşfi, her anda ilave edilen bilgilerle, artan bir keyifle sürdü. İlk önce binanın çevresi ve uzaklardan görünüşlerin nasıl olduğunun deneyimlendiği araştırma ve inceleme süreci, iç mekanların bizzat yaşanmasıyla devam etti.

Müzeye gitmeden önce kentle ilgili fikir sahibi olmak için yürüyerek ve metroyu kullanarak kenti gezmeye, başka bir deyişle kitaplarda okunan, resimlerde görülen Bilbao görüntülerini bireysel algılarla var etmeye, canlandırmaya ve oradaki yaşanmışlıklara bir yenisini eklemeye karar verildi.

Casco Viejo bölgesi, daracık taş sokaklardan ve sürpriz meydanlardan oluşur. Sokakların iki yanı, zemin katları şeffaf cepheli olan eski yapılarla çevrilidir. Giysi, piercing ve dövme dükkanlarının ilginç vitrinleri ile sokak müzisyenlerinden gelen hoş ezgiler, bu bölgede kendine has bir aura yaratmış gibidir. Yine de bu aura, Türk usulü bir kebap salonunun araya karışmasına engel değildir.

 

Bilbao'nun kuzey bölgesi, diğer tarafa, Nervion Nehri'nin üstünden geçen köprülerle bağlanır. Casco Viejo'dan çıkıp Abando bölgesini gezmek için kullanılan Ayuntamiento Köprüsü, Bilbobus olarak adlandırılan şehir içi ulaşım otobüslerinin sıklıkla kullandığı geniş bir köprüdür. Buradan Abando'ya geçerken sağa doğru bakıldığında Santiago Calatrava'nın köprüsü Zubizuri ve daha arkada da Guggenheim Bilbao Müzesi'nin kulesi net olarak görünür. Frank Gehry, La Salve Köprüsü'nü kucaklayan bu kuleyi, Guggenheim'ın varlığını işaret etmesi amacıyla yaptığını söylemiştir (Newhouse, 1998, s.245-246). Bunda da gerçekten başarılı olduğunu söylemek gerekir.

 

Bilbao'daki konferans yerinden 150 mil uzakta olan Guggenheim Müzesi, her biri tekil olan 16.000 farklı bileşen ile çelik iskeletli bir yapıya sahip bir komplekstir4. Dış mekandaki Nervion Nehri'nin müzenin terasına kadar yanaşması, müzenin yukarıdan geçen otoyolun altına sokulması ile, müze binası tüm kütlesiyle şehirle bütünleşmişti. Otoyol üzerinden Calatrava'nın Campo Volantin yaya köprüsü ise selam yolluyordu. Güneş ışınlarının titanyum kaplama üzerinde size yansıyan kesitleri ile sizi daha çok büyülüyordu.




Bilbao Guggenheim Müzesi, Fotoğraf: Deniz Balık, Mayıs 2007


Bu yönden akşam üzeri vaktinde müzeye yaklaşacak olursanız, gün batımının müzenin tam arkasında olması nedeniyle binanın görünüşünde çok güzel bir etki yaptığını görürsünüz. Bu noktada Gehry'nin, müzenin dış cephe kaplaması olan titanyumda nasıl karar kıldığını anlatmak gerekir. Aslında Gehry, kurşun-bakır alaşımı (lead-copper: içinde kurşun bulunduran bakır) kullanmak istemiş, ancak çoğu ülkede bu malzemenin kullanımının yasaklanmasıyla farklı malzeme arayışına girmiştir. Alüminyumun rengi değiştiği ve kirliliğe dayanıklı olmadığı için uygun değildi. Çinko, siyaha dönüşüyordu; paslanmaz çeliği de Gehry, Bilbao'nun ışık koşulları altında beğenmemişti. Rastlantı eseri yerde bulduğu bir parça titanyumun yağmurda altına dönmesi, Gehry'i çılgına çevirmişti. Böylece titanyumun kalınlığını azaltıp kullanarak ülkenin bu bölümündeki ışıkla malzemenin oyununu harika bir şekilde sağlamıştı (Mack, 1999, s.28).

 

Müzeye bu doğrultudan yaklaşmanın başka bir avantajı da, doğrudan girişe ulaşmak yerine köprünün altından geçen kuyruk kısmından diğer taraftaki ana girişe kadar müzenin çevresinde dönmüş olmaktır. Böylece hem öncelikle yapıyı dıştan değerlendirerek kendinizi müzeye hazırlıyorsunuz, hem de içeri girmek için daha da sabırsızlanıyorsunuz.

 

Basamak inilerek girilen müzede bilet aldıktan sonra atriuma geçilir. Guggenheim'ın yöneticisi Thomas Krens, atriumun öncelikle mimari anlamda keyifli olmasını istediği için fütürist mimarlık vizyonundan yola çıkılmıştı: Gerekli yerlerde patika şeklinde kat kat yolların oluşturulması, düşey sirkülasyonların geri planda saklı kalmayıp cam ve metal yılanlar gibi cephelere tırmanması gibi (Newhouse, 1998, s.250).

 

Atriumda aynı zamanda, geçici sergi kapsamında devasa bir enstalasyon da izleyici karşılıyordu. Alman sanatçı Anselm Kiefer'in Work in Progress (2006) adlı 15 metre yüksekliğindeki eseri, bu sanatçıyla müzenin en üst katlarında karşılaşmayı sürdüreceğime işaretti. Çünkü bu müzede, geçici sergi kapsamında çok sayıda sanatçıya ait az sayıda eser sergilemek yerine, dönemde en fazla iki sanatçıya yoğunlaşıp onların çok sayıdaki eseri sergilenir.

 

İç mekanda, büyük hacimlerin birbirine akacak şekilde tezyini ile total ve de özel mekanlar birim içinde birbirlerine uyumlandırılmıştır. Dışarıya açılan devasa yükseklikte teras camekanı da doğal ışığın tüm bina yüksekliğince içeriye akacağı tek yüzeydir. Diğer doğal aydınlatmalar gerek üstten gerekse duvarlardaki ara ara açılan açıklıklardan elde ediliyordu.

 

Atriumu yeterince inceledikten sonra insan hangi yöne gideceğiyle ilgili karmaşa yaşayabilir, çünkü burası, birkaç galeri ve nehre bakan geniş bir terasa açılır. Galerilerin en büyüğü ve ilgi çekeni ise heykeltıraş Richard Serra'nın bu mekana özel olarak hazırladığı enstalasyonu The Matter of Time'ın yer aldığı uzun galeridir. Müzenin kalıcı sergisi olan The Matter of Time, Serra'nın 2005'te tamamladığı bir enstalasyondur. Galerinin tamamı, heykel alanının bir parçasıdır: Serra, eserlerin organizasyonunu bilinçli olarak insanları heykellerin arasından ve içinden geçirmeye yönelik kurmuştur. Beklenmeyen yollarda gezinirken heykeller baş döndürücü ve unutulmaz bir hareket hissi yaratmaktadır (Cross&Bashkoff, 2007, s.4). Bu serginin tamamına hakim olabilmek için de galerinin yanındaki maket odası incelenebilir ya da üst katta galeri boşluğundan bakılarak tüm alan izlenebilir.

 

Sokaktan, bir şelale kenarından inilen merdivenlerle giriş kapısından içeriye adım atıp, ziyareti tamamladıktan sonra, girişin solundaki normal kabul edilebilecek ölçekte bir başka kapıdan tekrar dış mekana ulaşılıyordu.

 

Girişin camlama sistemi ile diğer tür camlı dış cephe düzenlemelerinde kullanılan üçgen ve kırıklı cam kompozisyonları güneş ışığını, farklı açılardaki kırınımlarla Miro'nun tabloları gibi yansıtıyordu.

Bütün gün müzeyi gezmekten yorulunca, müze girişine açılan kafeteryaya oturduk. Girişte verilen bileklik sayesinde de istenildiği an müzeden çıkıp şehri gezdik, sonra da tekrar müzeye döndük. Başka bir deyişle, şehre malolmuş bu müze, resmi bir auradan çıkarılarak, müze gezme aktivitesi günlük yaşantının içine katıldı.

 

Gehry, 1998'deki 65 yaş birimine göre beyaz saçlarıyla, kısa boyuyla, kokteyl anında mimarlarla sohbet ederken, sahip olduğu enerji, müzenin enerjisiyle birlikte çalışıyordu. Dinamizm, ve keyif her anı ve her yeri sarmalamıştı.

 

Gecenin yarısında 24:00'te herkes yorgun ama o kadar da mutlu bir şekilde, otobüslerin koltuklarına yerleşmiş olarak sessizce, ama düşlerde hep Guggenheim ile SanSebastian'a varıldı.

Sonrasında, Guggenheim Berlin'i, sırf meraktan ziyaret ettik. Hani gelmişken içeri girip bir bakalım. Peggy Guggenheim'ı ise, vaporetto'dan bir bakışla selamladık.

 

Frank Gehry'i, Düsseldorf'ta, yeni gümrük binalarında, daha bir farklı bir şekilde gözlemledik. Düsseldorf'un hediyelik kupasının, Gehry'nin yeni gümrük binalarından olması da, mimarlığına konan nokta oldu.

 

Sonuçta, bu gözlemlerle, deneyimlerle ve bilgilerle, biz de kendimizi Guggenheim İzmir'in mimarları olmaya hazır gördük, 2012'ye girerken.

 

1 Eylül 2007'de, Yeşim Kamile Aktuğlu tarafından yerinde gezilmiş ve incelenmiştir.
2 2 Mayıs 1998'de, Yeşim Kamile Aktuğlu tarafından, Second World Conference on Steel in Construction, 11-13 Mayıs 1998, San Sebastian, İspanya programı kapsamında yerinde gezildi ve incelendi.
3 Mayıs 2007'de, Deniz Balık tarafından yüksek lisans tezinde müzeyle ilgili deneyimlerini aktarabilmek amacıyla yerinde gezildi ve incelendi.
4 www.eng.nus.edu.sg
5 Cross, Susan va Bashkoff, Tracey (2007) Guggenheim Museum Bilbao Guide:
Exhibitions, Programs. Mart-Ekim 2007. FMGB Guggenheim Museum Bilbao, Bilbao.
6 Mack, Gerhard (1999) Art Museums Into the 21st Century. Birkhaueser, Almanya.
7 Newhouse, Victoria (1998) Towards a New Museum. The Monacelli Pres Inc., ABD.

Arkitera, Yazı: Yeşim Kamile Aktuğlu - Deniz Balık, 29.04.2009

ADIYAMAN'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Adıyaman’da düzenlenen tarihi eser operasyonda 15 santim uzunluğunda sarı renkli heykel ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Adıyaman Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerinin tarihi eser kaçakçılığının önlenmesine yönelik yapmış oldukları istihbarı çalışmaları neticesinde; Adıyaman’da faaliyet gösteren TPAO yakınlarında tarihi eser alışverişi olacağı yönünde bilgiler elde edildi. Yapılan fiziki takip sonrası durdurulan, Y.E.B.,D.Ş. ve Ö.B. isimli şahısların içerisinde bulundukları 02 DD 527 plaka sayılı Toyota Marka araç içerisinde şoför koltuğunun altında 15 santim uzunluğunda sarı renkli heykel ele geçirildi. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Adıyaman Haber, 29.04.2009

CENNETİN KAPILARI KORUNMALI





Anadolu Selçuklu döneminden kalan "en görkemli yapı" Divriği Külliyesi, "Cennetin Kapıları" isimli fotoğraf sergisi aracılığıyla dün (28 Nisan 2009) İstanbullularla buluştu. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Taşkışla binasındaki, yapının ihtişamını vurgulamak için devasa fotoğraflardan oluşan serginin açılışına ilgi büyüktü.

Yapının taçkapılarının yok olma tehlikesine karşı kamusal bir duyarlılık oluşturmak amacıyla düzenlenen serginin küratörü Yüksek Mimar Basri Hamullu. Fotoğrafları Mimar Cemal Emden tarafından çekilen serginin danışmanlığını üstlenen isim ise 1965’ten beri Divriği Külliyesi üzerine çalışan Prof.Dr. Doğan Kuban.

Serginin açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Müsteşarı İsmet Yılmaz, UNESCO listesinde olmasından gurur duydukları bu eser için sadece Kültür Bakanlığı’nın bir şey yapmasının yeterli olmayacağını, önemli olanın Külliye’ye tüm Türkiye’nin ve dünyanın sahip çıkması olduğunu vurguladı.

Müsteşar’ın, devletin bu Külliye için şimdiye kadar her türlü yardımı yaptığını ve "eğer bilim adamları proje geliştirirlerse" bundan sonra da yardım yapmaya hazır olduğu yolundaki sözleri üzerine, konuşma sırası geldiğinde Doğan Kuban "Yapının bütün özelliği dışında, kapılarda. Bunlar bugüne kadar ayakta kalmışlar, ama artık sonları geliyor. Yapıyı suya, yağmura karşı korumak için proje mi lazım? Mühim olan yapıya sahip çıkmak. Sayın Müsteşar proje istiyor, alın size proje: Külliye’nin kapalı müze koşullarında korunmasından başka çare yok! Devlete başka türlü bir çarenin olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Üzerinden kavga etmeye gerek yok. Bunları korumak gerek!" dedi. Sıradan bir restorasyon projesi ile Külliye’nin korunamayacağını anlatan Kuban, fotoğraflardaki Külliye’ye sonradan eklenmiş saçakları işaret ederek "Bunlarla Külliye’yi koruyamazsınız" şeklinde konuştu.

Kuban, yapının ne bir İslam dekorasyonu ne de bir Selçuklu dekorasyonu olduğunu söyleyerek şöyle konuştu:


"Yapı, Divriği’nin insanlık ve dünya sanat tarihine bir katkısı. Asya kültürünün, göçerlerle arasındaki fırtınalı kaynaşmalarının bir sonucu."

Mengücekoğulları’ndan Ahmet Şah ve eşi Turan Melik tarafından Sivas’ta 1228 – 1229 tarihleri arasında yaptırılan Divriği Külliyesi cami, türbe ve şifahaneden oluşuyor. Külliye aynı zamanda UNESCO’nun dünya mimari anıtlar listesindeki tek Türk anıtı olma özelliğini taşıyor. Külliye, İslam mimarisinde başka eşi olmayan bir üslupta yapılmış.

Sergi, 29 Mayıs’a kadar İTÜ Taşkışla Binası Mimar Sinan Holü’nde görülebilir.

Mimarizm.com, Yazı: Filiz Yavuz, 29.04.2009

HASANKEYF'DE İLK KEZ BİR HÖYÜK KAZILACAK

 

Bu yıl 4 farklı noktada başlayacak Hasankeyf kazı çalışmaları arasında eski çağa ait bir höyük’te bulunuyor.

 

Arkeolojik kazı çalışmaları kapsamında bu yıl restorasyon ve belgeleme çalışmalarının yanı sıra ilk defa ahşap analizi de yapılacak.

 

Ilısu Barajı suları altında kalma tehlikesi yaşayan Batman’ın tarihi ilçesi Hasankeyf’te kazı çalışmaları bu yıl Mayıs’ın ilk haftasında başlayacak.

 

Hasankeyf kazı ekibi başkanı ve Batman Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, kazı çalışmalarının Ekim ayı sonuna kadar devam edeceğini söyledi.

 

Prof.Dr. Uluçam, bu yılki kazılar için GAP İdaresi’nden 1 Milyon 250 Bin ve DSİ’den 400 Bin olmak üzere toplam 1 Milyon 600 bin TL ödenek ayrıldığını belirterek, ödenek konusunda sıkıntılarının bulunmadığını ifade etti.

 

Bu yıl 4 farklı noktada kazı çalışması yapacaklarını belirten Uluçam, kazı çalışmalarının 12 öğretim görevlisi, doktora mastır yapan 22 tane yüksek lisan öğrencisi, yurt içi ve yurt dışından müracaat eden 180 öğrenci arasından seçilecek 80 öğrenci ve 150 işçi ile sürdürüleceğini ifade etti.

 

Bu yılkı Arkeolojik kazı çalışmaları kapsamında Hasankeyf’te ilk defa bir Höyükte kazı çalışması yapılacağını belirten Prof Uluçam ayrıca Antik Kentte yine ilk kez ahşap analizi yapılacağını belirtti. Uluçam, Höyük’te yapılacak kazı çalışmalarında Ege Üniversitesi’nden Eski Çağ Arkeloğu Prof Dr Gülriz Kozbe ile Klasik Arkeolog Prof Dr. Hayat Erkanal’ın yer alacağını söyledi.

 

Höyük’ün yanı sıra Hasankeyf’in kuzey ucunda yer alan Artuklu köşkü, Selahiye Bahçeleri içinde bulunan Haydarbey Zaviyesi ve Kale başında bulunan Büyük Saray'da da kazı çalışmaları yapacaklarını belirten Uluçam, arkeolojik kazı çalışmaları kapsamında ayrıca restorasyon ve belgeleme çalışmalarının da yapılacağını ileri sürdü.

Batman Gazetesi, 29.04.2009

GALERİLER KAPATILDI





Kültür ve Turizm Bakanlığı, yıllardır sürdürülen tartışmaları bitirerek, Ayasofya Müzesi'nin “Ayasofya Müze Narteks Sergi Salonu” ile “Ayasofya Müzesi Üst Galeri”sini kültür sanat faaliyetlerine kapattı.

Aya İrini Müzesi'nin ise sadece “klasik müzik konserleri ve özel sergiler”e tahsis edilmesine izin verildi. Öte yandan, Anadolu Ateşi'nin yaptığı gösterinin ardından “tahrip oluyor” tartışmalarına sahne olan Aspendos ve Side Antik Tiyatrosu'nda bundan böyle bu tür gösteriler yapılmayacak.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 28.04.2009


******


KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI'NIN İSABETLİ KARARINI DESTEKLİYORUM

 

Hürriyet'teki bir haber; uygulamadaki tarihi bir yanlışın düzeltildiğini bize iletiyordu. Haberi yazıma alacağım, gözünden kaçıranlar mutlaka okusun diye:

 

Başlık şu: "Galeriler kapatıldı"

Kültür ve Turizm Bakanlığı, yıllardır sürdürülen tartışmaları bitirerek, Ayasofya Müzesi Narteks Sergi Salonu ile Ayasofya Müzesi Üst Galeri'sini kültür sanat faaliyetlerine kapattı.

Aya İrini Müzesi'nin ise sadece klasik müzik konserleri ve özel sergilere tahsis edilmesine izin verdi. Öte yandan Anadolu Ateşi'nin yaptığı gösterinin ardından tahrip oluyor tartışmalarına sahne olan Aspendos ve Side Antik Tiyatrosu'nda bundan böyle bu tür gösteriler yapılmayacak."

 

Oh, hele şükür, dedim.

 

Bu konuda çok yazdığım için, o mekanlara yakışmayan gösteriler yapılmasından duyduğum rahatsızlığı gerekçeleriyle açıkladım. Bakanlığın verdiği bu karar gecikmiş bir düzeltmedir.

 

Aya İrini, gerçekten de ancak klasik müzik konserlerine, önemli sergilere tahsis edilmesi gereken bir yerdir. Oysa, moda defileleri, birtakım anma geceleri burada yapıldı. Mekanın ağırlığına, tarihine ihanet sayıyorum ben bu şekilde kullanılmasını.

 

Aynı gerekçeyle Ayasofya Müzesi için de alınan önlemleri destekliyorum. Konser denince de, hiç kuşkusuz ben mikrofonun kullanılmadığı, klasik müzik konserlerini kastediyorum.

 

Aspendos'un kullanımı da oranın tarihi geçmişine, fiziksel dayanıklılığına aykırı bir anlayışla, mikrofonlu konserlere açıldı, gümbür gümbür sesler, taşları sarsıyordu.

 

Sarsıyormuş desem daha doğru. Çünkü böyle gösterilerde orada bulunmadım. Uyarılara dikkat edilmedi. Orası da mikrofonsuz klasik müzik konserleri, operalar için kullanılmalı. Ne yazık ki biz tarihi mekanları tahrip etmekten rahatsız olmuyoruz. Ben bu kararın bozulmamasını istiyorum.

 

Birtakım çevrelerden gösteriş uğruna bu kararın bozulması için yükselecek seslere kulak asmayın. Şimdi birtakım insanlar çıkacak, oralarda kalabalık gösteriler yapılmasını, turizm gerekçesiyle eleştirecekler. Aman dikkat edin. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay başta olmak üzere, bu yasaklamada emeği olan herkesi kutluyorum. Tarihi mekanları kurtardıkları, asıl işlevlerine döndürdükleri için.

Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 29.04.2009

BELEDİYE MÜZENİN İŞLETİMİNE TALİP

 

Nevşehir'in Hacıbektaş Belediyesi, her yıl on binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Hacıbektaş Veli Müzesi'nin işletim hakkını istiyor.

 

Açıklamalarda bulunan Hacıbektaş Belediye Başkanı Ali Rıza Selmanpakoğlu, ünlü Türk İslam düşünürü Hacıbektaş-ı Veli'nin mezarının da bulunduğu ilçelerindeki Hacıbektaş Veli Müzesi'nin 1964 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından işletildiğini söyledi.

Alevi toplumu için büyük öneme sahip olan ve her yıl on binlerce kişi tarafından ziyaret edilen müzenin, pazartesi günlerinin yanı sıra gün içerisinde akşam saat 17.00'dan sonra kapalı tutulduğunu belirten Selmanpakoğlu, müzenin daha geniş bir zaman diliminde ziyaret edilmesine olanak sağlamak için belediye olarak buranın işletim hakkını almak istediklerinin kaydetti.

 

Konuyla ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gerekli başvurularını yaptıklarını açıklayan Ali Rıza Selmanpakoğlu, "Bu müze devletin ve devlet memuru anlayışı içerisinde yönetiliyor. Buna hiçbir şikayetimiz yok, ama mesela saat akşam 17.00'da kapanıyor. İnsanlar kalkıyorlar Erzurum'dan, Sivas'tan Ankara'ya ve İstanbul'a giderken Hacıbektaş'a uğrayıp burayı ziyaret etmek istiyorlar. Bir bakıyorlar ki müze kapalı. Buradan çok buruk bir şekilde ayrılıyorlar. Çünkü bu müze klasik bir müze değil. Hacıbektaş-ı Veli'nin mezarının bulunduğu bir müze. Nevşehir'den geçen insanlar kısa bir süreliğine de olsa Hacıbektaş'a uğrayarak, bu müzeyi ziyaret etmek ve burada dua etmek istiyorlar. Müze akşam erken kapandığı için bu isteklerinden mahrum kalıyorlar. Ayrıca pazartesi günleri de kapalı tutuluyor. Eğer müzenin işletme hakkı bize geçerse orada daha uzun süreli bir ziyaret yapma şansını insanlarımıza tanıyacağız" dedi.

 

HACIBEKTAŞ VELİ VE HACIBEKTAŞ VELİ MÜZESİ

Hacıbektaş Veli, bugünkü Türkistan'ın Horasan şehrinde doğmuş bir Türk-İslam mutasavvıfı ve düşünürü. Hacıbektaş Veli, Türkistan'da Hoca Ahmet Yesevi ocağında felsefe, sosyal ve fen bilimleri alanında eğitim görmüş daha sonra İran, Irak, Arabistan ve Suriye'de bilimsel araştırmalar yapmış. Daha sonra Anadolu'ya gelen ve geldiğinde Sulucakarahöyük'e bugünkü ismiyle Hacıbektaş İlçesine yerleşen Hacıbektaş Veli, burada hoşgörü, insan sevgisi ve toplumsal eşitliği temel alan bir felsefi sistem geliştirmiş.

 

Hacıbektaş Veli Külliyesi, Orhan Gazi, Murat Hüdavendigar, Yıldırım Beyazıt, Yavuz Sultan Selim, IV. Mustafa, Abdülaziz ve II. Abdülmecit dönemlerinde onarım görmüş ve 1957 ve 1964 yıllarındaki son onarımından sonra 16 Ağustos 1964 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı bir müze olarak ziyarete açıldı. İçerisinde Hacıbektaş Veli'nin mezarının da bulunduğu müze, plan bakımından birbirine geçmeli olarak yapılmış üç ana bölümden oluşmakta.

1. avlu "Nadar Avlusu" olarak bilinmekte. Nadar avlusuna anıtsal görünümlü "Çatal Kapı"dan girilmekte ve kapının sağında 1902 yılında Feyzullah Dedebaba döneminde yapılmış olan "Üçler Çeşmesi" yer almakta. Önceleri bu avlu içinde at evi, misafirlerin kaldığı odalar ve dergaha ait dükkanlar bulunmakta iken bu yapılar günümüze kadar ulaşamamıştır. "Dergah Avlusu" olarak da bilinen ikinci bölüme "Üçler Kapısı"ndan girilmekte. 2. avlu içinde sağda Aslanlı Çeşme, Aşevi Baba Köşkü, Aşevi ve Tekke Cami, ortada Meydan Havuzu, solda Mihman Evi, Meydan Evi ve Kiler Evi ile üst katında Dedebaba Köşkü gibi bölümler bulunmaktadır.

Nevşehir Kent Haber, 29.04.2009

ÜÇ DEFİNECİ YAKALANDI

 

Sakarya'nın Serdivan İlçesi'nde, dedektör ile arama yapan 3 kişi jandarma tarafından yakalandı.

 

Selahiye Köyü taş ocağı mevkiinde H.D., S.K. ve M.A. isimli şahıslar, orman arazisinde maden arama dedektörü ile izinsiz arama yaptıkları esnada jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakalandı. Cumhuriyet savcısının talimatıyla dedektöre el konulurken, şahıslar ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Sakarya Kent Haber, 28.04.2009

ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ'NE YABANCI TURİST İLGİSİ

 

 

Medeniyetin beşiği olarak nitelendirilen Anadolu'da kurulan uygarlıkların eserlerinin sergilendiği Anadolu Medeniyetleri Müzesi, yabancı turistlerin yoğun ilgisini çekiyor. 185 bin tarihi eserin yer aldığı müzeyi geçen yıl 173 bini yabancı, 116 bini yerli 289 bin turist ziyaret etti. Yerli turistlerin büyük kısmını ise okulların düzenlediği turlar oluşturuyor. Müzede paha biçilemeyen, insanların ilk kez kullandığı çok sayıda tarihi eser sergileniyor. Müzedeki bazı eserler, kültür anlaşmaları çerçevesinde çeşitli ülkelere teşhir amaçlı gönderiliyor.

Kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde, Anadolu arkeolojik eserleri Paleolitik Çağ'dan başlayarak günümüze kadar, kronolojik bir sırayla sergileniyor. Müzede Antalya Karain Mağarası buluntularından yontma taş çağı insanlarının mağara ve kayaaltı sığınaklarında barınan avcı ve toplayıcı topluluklarının eserlerinden Osmanlı İmparatorluğu'nun sikkelerine kadar çok sayıda eser yer alıyor. Müzede Ankara sınırları içerisinde bulunan tarihi eserler ise kronolojik olarak sergileniyor. Galatlar'dan kalan ve Ankara'ya ismini veren çapa figürlü sikkeler de müzede bulunuyor.

Müzeyi tanıtıcı etkinlikler düzenlemelerine rağmen yurtiçinden okul turları dışında fazla ziyaretçi gelmediğini söyleyen Anadolu Medeniyetleri Müzesi yetkilileri, öğrenci turlarının okulların kapanmasına yakın arttığını belirtti. Öğrenci turları nedenle müzeye gelen sayısının diğer aylara nazaran nisan, mayıs ayında üç–beş kat arttığını açıklayan yetkililer, müzede dünyanın çoğu müzesinde benzerinin dahi bulunmadığı tarihi eserlerin yer aldığını kaydetti. "Vatandaşlarımız bu eserlerin farkında değil. Yurtdışından bazı kişiler müzemizde sergilenen bir eseri görmek için geliyor, ama vatandaşlarımız yakınındaki değerden istifade etmiyor" diyen yetkililer, müzeyi tanıtmak amacıyla eserlerle ilgili takvim ve broşür bastırarak dağıttıklarını bildirdi. Yaptıkları tanıtım çalışmalarına rağmen vatandaşları müzeye çekemediklerini ifade eden yetkililer, Müzekartların satışının artmasıyla birlikte ziyaretçilerin artmasını beklediklerini kaydetti. Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nin Avrupa'da yılın müzesi seçildiğini hatırlatan yetkililer, müzeye eserlerin kazı, satın alma, hediye edilme ve kaçak yollardan ele geçirilmeyle geldiğini kaydetti.

Zaman, 28.04.2009

MÜZE BİTMEDİ AMA AÇILDI

 

 

Orta Anadolu’nun en büyük Arkeoloji Müzesi olma özelliğinin yanı sıra Sivas’ın ilk ve tek Arkeoloji Müzesi, tamamlanmadan düzenlenen törenle hizmete açıldı. Müzenin açılış töreni İl Kültür ve Turizm Müdürü Kadir Pürlü, Çekül Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen, Belediye Başkanı Doğan Ürgüp, Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün’ün konuşmalarıyla başladı.


Son konuşmayı yapan Vali Dalmaz, müteahhitlere sitemde bulunurken sözleriyle de yapılan çalışmaların tamamlanmadan müzenin açıldığını da ortaya koydu. Vali Dalmaz açılış töreninde yaptığı açıklamada, “Bu güzel projeyi uygulamak için biz 5 kez ihale yaptık ve bu hale geldi. Açılışın ardından giriş kapısında ki merdiven bölümünü yeniden söktürüp güzel bir şekilde yeniden yaptıracağız ve bu bizim 6. ihalemiz olacak” dedi.


Valilik İl Özel İdaresi tarafından 5 kez ihale edilen müzenin halen tamamlanamamış olmasının eleştiren Vali Veysel Dalmaz, “Bunu da sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Zira işçilikte müteahhitlikte çok sorunlarımız çok eksiğimiz var. İnsanlarımızı bu anlamda yetiştirmemiz gerektiğini düşünüyoruz” açıklamasında bulundu.


2003 yılında İl Özel İdaresi tarafından ihalesi yapılan ve 2005 yılında restorasyon çalışmalarının başladığı Arkeoloji Müzesi’nde şimdiye kadar yapılan çalışmalar için 2 milyon 120 bin TL harcandı. Müzenin yapılan 5 ihale sonucunda bazı yerlerinin 2 kez yaptırılması sonucu ortaya çıkan giderlerin hesabını kimin vereceği konusunda ise her hangi bir açıklama yapılmadı. Henüz tamamlanmandan açılışı yapılan müzede bin 263 tanesi içerde 108 tanesi de müze bahçesinde olmak üzere bin 371 eser sergilenmeye başlandı.  Arkeoloji Müzesi açılış törenine Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarı Habip Soluk, Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu ile Müze Müdürleri Toplantısı’na katılmak üzere Sivas’a gelen müze müdürleri, daire müdürleri ve çok sayıda vatandaş katıldı.

Sivas Hürdoğan, 30.04.2009

SİVAS'TA ARKEOLOJİ MÜZESİ AÇILIYOR

 

Orta Anadolu'nun en büyük arkeoloji müzesi Sivas'ta açılıyor.

 

Türkiye'nin ilk anıt heykeli olan ve Osman Gazi'ye ait olduğu bilinen büst de müzede sergilenecek eserler arasında yer alıyor.

 

Sivas Endüstri Meslek Lisesi bahçesinde bulunan ve yapımı Osmanlıların son dönemine rastlayan 'Sanat Mektebi Binası' restore edilerek müze haline dönüştürüldü.

5 bin 965 metrekare alan üzerine kurulu müzede, Hitit uygarlığının simgesi olan çift boğa, nesli tükenmiş hayvanlara ait kemik ve fosiller ile 5 bin 730 sikke ve 2 bin 357 arkeolojik eser sergilenecek.

 

Müzede yaklaşık 10 milyon yıl önce Sivas'ın Hayranlı ve Haliminhanı mevkilerinde yaşayan fil, gergedan, zürafa, sırtlan, antilop, ceylan ve üç toynaklı atlara ait fosiller de sergilenecek.

 

Orta Anadolu'nun en büyük arkeolojik müzesinin resmi açılışı Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından gerçekleştirilecek.

Trt/Haber, 28.04.2009

YEŞİL TÜRBE'NİN ÇİNİLERİ GELDİ

 

Bursa'nın simgelerinden Yeşil Türbe'nin dış cephesine 30 yıl önceki restorasyonda konulan fayanslar sökülmeye başlandı.

Orijinaline en yakın şekilde üretilen ve Kültür Bakanlığı İstanbul Konservasyon Merkezi ile İstanbul Teknik Üniversitesi laboratuarlarında testten geçen çinilerin ilk partisi Bursa'ya geldi.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) sponsorluğunda yaklaşık 2.5 yıl önce restorasyonuna başlanan Yeşil Türbe'nin dış cephesine konulacak, orijinaline en yakın çinilerin yapılması 1 yıldan fazla zaman aldı. İznik, Özbekistan ve İstanbul'daki atölyelerin ürettiği kerpiç tipi konik kalın çinilerden, renk uyumu, kuartz miktarı ve dayanıklılığı en yüksek çıkan İstanbul Eren Çini'ye ait numunelerde karar kılındı. Usra İnşaat tarafından gerçekleştirilen restorasyonda, uzun araştırmalardan sonra onay alınarak üretilen ilk parti çini Bursa'ya ulaştı.
 

Bursa İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Gedik, Kültür Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden Restorasyon Daire Başkanı Serhat Akçan ile İdari Mali İşler Başkanı Gürhan Özdeğer'in hafta sonu Bursa'ya gelerek Yeşil Türbe'de incelemelerde bulunduğunu söyledi.

 

Ahmet Gedik, 'Çalışmaların en zor bölümü de aşıldı. İTÜ'nün laboratuarlarında 50'ye yakın numune, yapılan testlerde kontrol edildi. En uygun, orijinaline en yakın çini belirlendi. İlk parti çini de Bursa'ya ulaştı. 30 yıl önce hatalı olarak yapılan restorasyonda, renkleri dahi birbirini tutmayan 7 cephedeki banyo fayanslarını söküyoruz. Bir haftaya kadar, orijinale benzer kerpiç tipi kalın çiniler döşenmeye başlanacak. Ağustos ayı sonuna kadar restorasyonun bitirilmesi hedefleniyor' diye konuştu.

Bursa Olay, 28.04.2009

KOZAN KALESİ YENİDEN KEŞFEDİLDİ





Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Kozan’ın, şehir merkezinde ve şehre hakim bir bölgede bulunan Kozan Kalesi’nin tarih ve doğa turizmine kazandırılması için ulaşım yolunun genişletilmesi, ışıklandırılması ve çevre düzenleme amaçlı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından onaylı projesinin ihalesi tamamlanarak yapım çalışmalarında sona yaklaşıldı.

 

Kültürel ve doğal güzellikler bakımından oldukça zengin bir bölge olan Kozan'ı turizm açısından cazibe merkezi haline getirmek için yoğun çaba sarf eden Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan, projenin ilk aşamasında Adana Valiliği İl Özel İdaresinin de katkılarıyla manastırdaki çamlık alan ile kale girişine kadar olan yolu kapsayan bölgede servis ünitesi, amfi, arkeolojik park, barbeküleri ve oturma grupları olan piknik üniteleri ile muhtelif yerlerde seyir terasları yer aldığını ve kale yolunun Arnavut kaldırım modeli olan bazalt taşlarıyla döşeme işleminin tamamlandığını belirtti.

 

Özgan, “Bugünden vatandaşlarımızın yoğun olarak gezmeye başladığı kalemizde ikinci aşamada yine yolun sonuna doğru yani kale kapısına yakın bir bölgede 300 kişinin aynı anda yeme içme ihtiyacını karşılayabileceği, düğün, merasim gibi özel günlerde de hizmet verebileceği ve 20 yataklı birde butik otelin bulunacağı bir sosyal tesis yapılacak” dedi.

Kale, kalkerden meydana gelen oldukça dik bir tepe üzerinde bulunmaktadır. 400 m rakımlı olan bu tepe ilçeye hakim bir konumdadır. Çukurova’nın en önemli kalelerinden biridir. Kalenin alçak surları, Tarsus Kalesi örnek alınarak yapılmıştır. Günümüzde ise oldukça sağlam bir yapıdadır. Sis Kalesi’nin, çeşitli kaynaklarda, Asurlular tarafından yapıldığı ve sonradan da birçok el değiştirdiği belirtilmektedir. 700 yıla yakın bir süre bölgeye hakim olan Hititlerin de bu kaleyi yapmış olabileceği düşünülebilir.

 

Yörenin en eski kalelerinden biri olan Kozan Kalesi, “Dağ kaleleri” zincirinin dördüncü halkasını teşkil etmektedir. Kalenin, iki grup halinde inşa edilmiş 44 kule ve burcu bulunmaktadır. Güney kesimindeki tepede bir iç kale (Ahmedek) vardır. Kalede 20-30 basamak merdivenle inilen mahzenler ve gizli yollar mevcuttur. İç kale de dahil altı bölümden oluşmaktadır. Bütün bölümleri birbirine bağlayan kapılar vardır. Kalenin su ihtiyacı ise, büyük su sarnıçları sayesinde karşılanmakta idi.

 

Sis kalesi, kuzey ve güney olmak üze re iki ayrı kale grubundan oluşur. Bu bölümler bir sur ile birbirine bağlanmıştır. Kalede Asur, Roma ve Ermeni dillerin- de yazılmış bir kaç yazıt bulunmuştur. Bu yazıtlar kalenin, tarih çağlarından günü müze kadar çok sayıda el değiştirdiğini, ortaya koyar.

 

Kozan Kalesi'nden Anavarza, Karasis ve Andıl kalelerinin görüldüğü bilinmektedir. Ayrıca berrak bir havada Akdeniz‘in bile görülebileceği söylenmektedir.

Turizm Habercisi, 28.04.2009

200 YILLIK TARİHİ EV YIKILDI

 

Ankara Altındağ Belediyesi’nin tarihi Hamamönü’nde başlattığı restorasyon çalışmalarında büyük bir skandal ortaya çıktı. AKP’li Belediye Meclis Üyesi Ali Gökşin’in 68 bin TL’ye aldığı 200 yıllık tarihi Ankara evinin restore edilmediği, yıkılıp yeniden yapıldığı ortaya çıktı. Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki, bugün değeri 350 bin TL olarak ifade edilen evi Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a gezdirmiş, Günay eve övgüler düzmüştü.


Altındağ Belediyesi’nin şair Mehmet Akif Ersoy’un yaşadığı Hamamönü Mahallesi’nde başlattığı “Sokak sağlıklılaştırma ve restorasyon projesi” kapsamında mahallede bulunan tarihi Ankara evleri restore edilmişti. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nün onayladığı proje kapsamında, dönemin Altındağ Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı Ali Gökşin’e ait olan Dutlu Sokak 21 numaralı evin de restore edilmesi gerekiyordu. Ancak 200 yıllık ev 2007 yılının Mayıs ayında birkaç gün içinde yıkılarak yeniden yapıldı.

İnşaat sırasında evin önüne Altındağ Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü imzalı restorasyon tabelası konuldu. Tabelada inşaatın başlangıç tarihi olarak 24 Kasım 2006, bitiş tarihi olarak da 28 Temmuz 2007 yazıyordu. Tabelada yazan tarihler, başlaması gereken tarihten 6 ay sonra başlayan çalışmaların, projede yazan bitiş tarihine yetiştirilmeye çalışıldığını ortaya koyuyor. Evin tarihi değeri olduğu belirtilen, ağaç işlemeli tavanı ise tamamen ortadan kayboldu.


Halen Altındağ Belediye Meclis Üyesi olan Ali Gökşin, evi 2006 yılında Mehmetçik Vakfı olarak da bilinen Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’ndan 68 bin TL’ye satın aldı. Evin şu anki değerinin 350 bin TL civarında olduğu tahmin ediliyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2005 yılında çıkardığı “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Onarımına Yardım Sağlanmasına Dair Yönetmeliğe” göre Koruma Kurulları tarafından tescilli olan binaların restorasyonunda 50 bin TL’yi geçmeyen projelerin masraflarının tamamı, 50 bin TL’nin üzerindeki projelerin masraflarının yüzde 70’i Bakanlık tarafından karşılanıyor. Gökşin ile beraber AKP’li Altındağ Belediye Meclis üyelerinden birkaçının daha aynı bölgede tarihi evleri düşük fiyatlara satın alıp restorasyon projesinden yararlanmaları akla “Restorasyon projesi mi, rant projesi mi” sorusunu getiriyor.


Hacettepe Üniversitesi’ne ait öğrenci yurdunun bulunduğu sokaktaki evlerin restorasyon sonrasındaki fiyatları 100 bin TL’lerle ifade ediliyor. Evlerin birçoğu şu an restoran, kafe ya da bar olarak kullanılıyor.


Konuyla ilgili görüştüğümüz Altındağ Belediye Meclis Üyesi Ali Gökşin ise, iddiaları yalanladı. Kendisinin iş adamı olduğunu, projenin teknik ayrıntıları hakkında bilgi sahibi olmadığını belirten Gökşin, binanın projeye uygun olarak restore edildiğini savundu. Gökşin, konuyu yargıya taşıyan Abdulhalik Balaban hakkında da tazminat davası açacağını söyledi.

Hamamönü’nün eski sakinlerinden Abdulhalik Balaban, konuyla ilgili Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Veysel Tiryaki hakkında “görevi kötüye kullanma” iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Ancak İçişleri Bakanlığı, Altındağ Belediyesi Teftiş Kurulu müfettişi ve Altındağ Belediyesi’nde çalışan bir inşaat mühendisine hazırlatılan “bilirkişi raporu”nu dayanak göstererek, Tiryaki hakkındaki soruşturma isteğini reddetti.


Aynı bölgede 1959 yılında belediyeden satın aldığı dükkanı, “restorasyon” gerekçesiyle yıkılan Balaban, olayın peşini bırakmadı. Balaban, İçişleri Bakanlığı’nın Tiryaki hakkında soruşturma izni vermemesine itiraz etti.


Balaban’ın başvurusunu değerlendiren Danıştay 1. Daire Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı’nın iddiayla ilgili “işleme koymaya gerek yoktur” kararını bozdu. Danıştay, Altındağ Belediye Başkanlığı’na bağlı olarak oluşturulan bir heyetin hazırladığı bilirkişi raporuna dayanarak iddianın işleme alınmamasının, kararın “Objektifliğini ve hukukiliğini tartışmalı hale getirdiği”ne hükmetti.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Veysel Tiryaki ile beraber restorasyon çalışmalarının olduğu Dutlu Sokağı gezmiş, Ali Gökşin’e ait evde basına poz vermişti. Evin anı defterini de imzalayan Günay, “Ankara’da böyle bir mahalle yok” diyerek eve övgüler dizmişti.


Belediyenin tarihi Hamamönü ve Akbaş Mahallesi’nde gerçekleştirdiği proje, 24 Kasım 2006 tarihinde başladı. AKP’li Meclis Üyeleri Halit Çakmak, Gürsel Baran, Ömer Gafa ve Ünsal Muratdağı projenin gerçekleştiği alandaki 79 yıllık 84 metrekarelik eski evi 16 Kasım 2007’de 32 bin TL’ye ortaklaşa satın aldılar. Altındağ AKP İlçe Başkanı İdris Atalay da, 220, 225 ve 161 metrekare büyüklüğündeki 3 evi, 9 Kasım 2007’de satın aldı. Mahallede restorasyon sonrası 100 metrekare civarındaki evler 150 bin ile 200 bin, 150-200 metrekare büyüklüğündeki evler 200-250 bin, 300 metrekare büyüklüğündeki evler 400 bin, 500 metrekare ve daha geniş evler ise 700-750 bin TL’ye alıcı buluyor.

Evrensel, Haber: Cem Gurbetoğlu, 28.04.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇISI YAKALANDI

 

Burdur'da polisin şüphelenerek aradığı bir kişinin elindeki çuvaldan 1 adet mermer sütun başı çıktı.

 

Edinilen bilgiye göre Köprübaşı mevkiinde M.D. isimli şahıs ağzı açık beyaz çuval içerisinde bulunan 2863 sayılı yasa kapsamında olduğu değerlendirilen 1 adet mermer sütun başı ile birlikte yakalandı.

Müze Müdürlüğünden alınan ekspertiz raporunda parçanın Geç Roma Dönemine ait sütun başı olduğu ve 2863 sayılı yasa kapsamında bulunduğu anlaşıldı. M.D. ifadesi alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere C.Başsavcılığı'nca serbest bırakıldı.

 

Muhafaza altına alınan sütun başı Burdur Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Burdur Kent Haber, 28.04.2009

İNSANLIK MİRASININ ÜSTÜNE HELİKOPTER PİSTİ YAPIYORLAR





İstanbul’da yer alan insanlığın en eski yerleşim kalıntılarından biri olan ve SİT alanı ilan edilen Silivri’deki 5 bin yıllık Selimpaşa Höyüğü’nün tepesi, helikopter pisti yapılmak için tıraşlanıyor.

 

Özel mülkiyete ait bir arazinin içinde yer alan Silivri’deki 5 bin yıllık Selimpaşa Höyüğü’nün tepesi traşlanarak helikopter pisti yapıldığı belirlendi. Birinci dereceden sit alanı ilan edilen Selimpaşa Höyüğü, aynı zamanda Marmara Bölgesi’nin en büyük höyüklerinden biri.


Bölgenin ayakta kalan tek yapısı olan Selimpaşa Höyüğü, 5 bin yıllık bir geçmişe sahip. Özel mülkiyete devredilmiş olan höyük, etrafını saran yazlık siteler ve duvarlar yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Tunç Çağı döneminden kalan höyükte araştırma yapılması için Kültür Bakanlığı’ndan uzun süredir izin beklendiği belirtildi.


Selimpaşa Höyüğü’nün insanlık tarihi açısından önemini vurgulayan İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Anabilim Dalı başkanı Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, “Selimpaşa Höyüğü İstanbul ve Marmara çevresinde kalmış olan tek ve son höyük. Burada aşağı yukarı 5 bin yıllık bir birikim var. Bu birikim, İstanbul civarında başka hiçbir yerde yok. İstanbul’daki bu kültür mirası sadece bizi değil çok büyük bir coğrafyayı ilgilendiriyor ve bizi insanlığa karşı sorumlu hale getiriyor” dedi.


Özdoğan, höyükleri bir kütüphane gibi düşünmek gerektiğini belirterek,  “Burası kapısı kilitli bir arşiv. Ancak bilimsel bir müdahale yapıldığı zaman etkin bir bilgi anlamına gelerek insanlığın hizmetine açılır. Bu kütüphane yok olmadan belgelenmesi lazım, bunu yapmak bizim insanlığa karşı borcumuz” ifadelerini kullandı.


Höyüğün anlaşılması için uzun yıllardır çalışmaların sürdüğünü vurgulayan Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, “Höyüğü ilk olarak 1964’te İngiliz Arkeoloji Enstitüsü Müdürü David French belgeledi. Ancak daha sonra yapılan çalışmalar hep yüzeysel kaldı. Bir kitaplığın dışından bakılarak, o kitaplıktan ne kadar bilgi alınabilirse biz de o kadar bilgi aldık. Bölgenin tescili için ben 1981’de başvurdum ancak 2004’te sit alanı ilan edilebildi” diye konuştu.


Bölgenin yeteri kadar araştırılmadığının altını çizen Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Projesi Koordinatörü Arkeolog Prof.Dr. Oğuz Tanındı ise “TAY olarak 2000 yılında Selimpaşa Höyüğü ile ilgili araştırmalar yaptık, koruma kurulları höyüğü bulamıyordu biz onlara yerini gösterdik. Görüldüğü gibi devlet bir şey yapmamış, zaten hiçbir zaman bir şey yapmıyor zarar vermek dışında. Türkiye’nin ne doğru düzgün bir kültür politikası, ne koruma politikası, ne de kültürel varlıkların gelecek kuşaklara kalmasını sağlayan bir politikası var. Ben adında kültür olan bir bakanlığın varlığından bile haberdar değilim, belki Ankara’da bina olarak vardır ama ben bilmiyorum” dedi.


Höyüklerin, katmanlaşmış bir köy olduğunu ifade eden Tanındı, “Höyükler nesillerin üst üste barındığı bir katmanlaşma oluşturuyor. Biz, Osmanlının toprakları üzerinde oturuyoruz, Osmanlı da Bizans toprakları üzerinde oturmuş. Bu böyle gidecek ama çağdaş yerleşmeleri inşa ederken geçmiş kuşakları yok etmek geleceğe yönelik bir saldırıdır” diye konuştu.


Selimpaşa Höyüğü’nün kurtarılması konusunda bütün görevin devlete düştüğünü belirten Tanındı, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde bu gibi yerlerde kazı yapılmadan önce arkeologların gelip çalıştığını ve uygun olduğuna dair rapor verildikten sonra diğer kazı çalışmalarının başlayabileceğini söyledi.

Birgün, Haber: Ümit Altındere, 28.04.2009

PAŞAOĞLU KONAĞI'NA 15 BİN ZİYARET

 

 

Ordu Paşaoğlu Konağı ve Etnografya Müzesi'ni 2008 yılında yaklaşık 15 bin kişinin ziyaret ettiği bildirildi.


İl merkezinde Selimiye Mahallesi'nde bulunan Paşaoğlu Konağı ve Etnografya Müzesi'ne yerli ve yabancı turistler büyük ilgi gösteriyor. 2008 yılında toplam 14 bin 792 kişinin ziyaret ettiği müzeyi 163 de yabancı turist gezdi. Müzeyi ziyaret edenlerin büyük bir bölümünü öğrenci grupları, 17 yaş altı ve yaşlılar oluştururken, 2 bin 249 kişi müzeyi paralı ziyaret etti. Her yıl mayıs ayının ikinci haftasından itibaren ziyaretçi sayısının oldukça arttığını belirten Müze Müdürü Halil Coşar, ekim ayına kadar bu yoğunluğun devam edeceğini söyledi. Özellikle okulların bitmesiyle öğrencilerin oluşturduğu turların Ordu'ya geldiklerinde kesinlikle müzelerine uğradığını ifade eden Coşar, öğrenci ve öğretmenlere ücretsiz hizmet verdiklerini kaydetti. Müzede yaklaşık 3 bin eserin bulunduğunu hatırlatan Coşar, 2009 yılı ilk 3 ayında toplam 2 bin 124 turistin müzeyi ziyaret ettiğini belirtti. Bu yılın ilk yarısında yabancı turistlerin çok fazla gelmediğini ifade eden Coşar, yaz mevsimin gelmesiyle bu sayının artmasını beklediklerini söyledi.


Paşaoğlu Konağı'nın, Karadeniz Bölgesi'nde bulunan ve geçen yüzyıldan zamanımıza ulaşan sivil mimarinin ender örneklerinden biri olduğunu dile getiren Coşar, 3 TL karşılığında müzenin gezilebileceğini sözlerine ekledi.

Ordu Kent Haber, 28.04.2009

POLİSTEN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Karaman Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından gerçekleştirilen operasyonda 1 adet tarihi eser ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, KOM Şubesi ekipleri yaptıkların istihbarat çalışmaları sonucunda, R.Ö. ve M.Ö. isimli iki şahsın elinde tarihi eser olduğunu tespit etti. Şahısların elinde olduğu belirlenen 1 adet tarihi eser için müşteri kılığına giren KOM Şubesi ekipleri, şahısları gözaltına aldı.

 

Şahısların ev ve işyerlerinde yapılan aramalarda bir adet ahşap üzerine ceylan derisine işlenmiş Meryem Ana ikonası ele geçirildi. Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

Karaman Kent Haber, 28.04.2009

ARKEOLOJİ MÜZESİ 25 BİN TL'LİK GÜNLÜK KİRA BEDELİ İLE EN PAHALI MEKAN OLDU

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, tarihi mekan, müze ve kültür merkezlerinin kira bedellerini yeniden düzenledi.

 

Özel ve kamu kuruluşlarının kullanımına sunulan yerler arasında en yüksek kira 25 bin TL ile İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bahçesi için istendi. Bahçeyi 20 bin TL bedelle Topkapı Sarayı'nın 1. Avlusu takip etti. Bakanlık, sadece klasik müzik dinletilerine izin verilen Aya İrini Müzesi, Bordum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ne bağlı antik tiyatro ve Rumeli Hisarı için 15 bin TL'lik ücret belirledi.

 

Ayasofya Müzesi, Aspendos ve Side Tiyatrosu'nun etkinliklere kapatıldığını duyurdu. Mekana ya da taşınmazlara verilebilecek hasarların tazmini için 'teminat bedeli' alacağını açıkladı.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 28.04.2009

"NEMRUT DAĞI İÇİN MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYONU KURULMALIDIR"

 

CHP Adıyaman Milletvekili Şevket Köse, Nemrut Dağı'nın turizm sezonunun açılmasıyla birlikte, Nemrut Dağı'nın turizm potansiyelinin artırılması ve sorunlarının çözülmesi amacıyla Meclis Araştırması yapılması için Meclis Araştırma Önergesi verdi.

 

Nemrut Dağı hakkında bilgiler veren Vekil Köse, “Ülkemizin ve Adıyaman’ın en önemli kültür varlıklarından biri de Doğu-Batı medeniyetinin, 2150 metre yükseklikte muhteşem bir piramitteki kesişme noktası, dünyanın sekizinci harikası Nemrut Dağı’dır. Yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici heykelleri, metrelerce uzunluktaki kitabeleri UNESCO Dünya Kültür Mirasında yer almaktadır. İki bin yıldır güneşin doğuşunu ve batışını 2150 metre yükseklikte izleyen dev heykellerin sırrı Kommagene Uygarlığı’na dayanmaktadır” dedi.

 

Köse, “Nemrut Dağı'nın zirvesindeki eserlerden ilk söz eden ve bunların Asurlulardan kalma olduğunu tahmin eden, 1881'de Diyarbakır’da yol yapım işlerinde görevli Alman Mühendis Karl Sester'dir. Sester'in verdiği bilgiler doğrultusunda Kraliyet Akademisi tarafından araştırma yapmak üzere bölgeye gönderilen genç bilim adamı Otto Punchtein başkanlığındaki ekip, Nemrut Dağı'nın tepesindeki Tümülüs ve tümülüsün doğu ve batı yanlarında oluşturulmuş teraslar üzerindeki devasa heykeller ve çeşitli kabartmalardan oluşan eserler üzerinde çalışır. Uzun çalışmalar sonunda Grekçe yazılı kitabeyi çözen Punchstein, bu eserlerin Kommagene Uygarlığı’na ait olduğunu ve Kommagene Kralı 1. Antiochos tarafından yaptırıldığını keşfeder. Antiochos'un ağzından yazılan kitabe, Nemrud Dağı’nın sırrını ve Antiochos'un yasalarını içermektedir. Daha sonra Alman Mühendis Karl Humann ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kurucusu Osman Hamdi Bey’in de katıldığı Nemrut Dağı çalışmaları 1953’ten 1980’li yıllara kadar Amerikalı Arkeolog Theresa Goell ve Friedrich Karl Dörner ve 1986 yılından itibaren, Dörner'in öğrencisi Sencer Şahin tarafından sürdürülmüştür. Kommagene Uygarlığı'nın ortaya çıkmasını sağlayan kazılar, Nemrut Dağı’ndan başka Arsameia, Samsat ve Fırat Havzasında gerçekleştirilmiştir. Bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkartılan taşınabilir eserler müzelerde, geri kalanları da Milli Park Alanı içerisinde korumaya alınmıştır” diye ifade etti.

 

“Nemrut Dağı turizm açısından Adıyaman, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Türkiye için büyük bir potansiyeldir” diyen CHP Adıyaman Milletvekili Köse, “ Halihazırda her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Nemrut Dağı, bacasız fabrika olarak değerlendirilen bir yerdir. Yalnız, Nemrut Dağı’nın turizm potansiyelinin yeterince değerlendirildiği söylenemez. Zengin potansiyeli, hak ettiği değeri bulamadığı için ortaya çıkarılamayan Nemrut Dağı’nın; hak ettiği değeri bulması ile birlikte, ülkemiz hem ekonomik hem de sosyal kazançlar elde edecektir. Nemrut Dağı’nın turizm potansiyelinin araştırılması, bu bölgede turizmin gelişmesine engel olan sorunların ve bu sorunların çözüm önerilerinin tespiti amacıyla Anayasa’nın 98. ve TBMM İçtüzüğü’nün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz” dedi.

Adıyaman Haber, Haber: F. Rüştü Bereket, 28.04.2009

STK'LAR: NEKROPOL ARKEOLOJİK PARK OLMALI





Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin eski Doğu Garajı ve Halk Pazarı alanında uygulamak istediği 55 bin m2’lik iş merkezi projesinin iptal edilerek bu alanın arkeolojik park ve müze olarak kullanılması istendi. Kültür Sanat Sen ve Peyzaj Mimarları Odası’nın da aralarında yer aldığı sekiz Sivil Toplum Kuruluşu (STK) tarafından yapılan yazılı açıklamada, iş merkezi projesi alanının 8 dönümünde Antalya Nekropolü’ne ait 600 kadar mezar çıktığı için Koruma Kurulu tarafından “sit alanı” ilan edildiği halde 13 bin m2’lik bölümde Büyükşehir’in projeyi uygulamakta ısrar etmesi ve Koruma Kurulu’nun da buna izin vermesi 2863 sayılı Koruma Kanunu’nun suiistimali olarak nitelendi.





STK’ların açıklamasında, Son Nokta dergisinin Antalya Müzesi’nin 1999 yılı kazı raporunu hatırlatarak yaptığı “Doğu Garajı Sit Alanı Olsun” uyarısını dikkate almayan Büyükşehir Belediyesi’nin, 2008 yılında, kepçeli iş makineleri ile başlattığı temel kazısında 1’i oda tipi, 8’i lahit tipi onlarca antik mezarın tahrip edildiği ve bu tahribatın da örtbas edilerek “iş kazası” sayıldığı iddiası hatırlatıldı. Eski Başkan Menderes Türel’in seçim broşüründe Antalya Nekropolü’nün üzerinin iş merkezi projesinin halk pazarı bölümü ile kapatılacağının açıklandığını hatırlatan STK’lar, Büyükşehir Belediyesi’nin Antalya Nekropolü ve çevresindeki çalışmalarını “endişe verici” olarak niteledi.





Açıklamada, Antalya’nın kuruluşunu Attalos’tan 100 yıl kadar önceye tarihleyen Antalya Nekropolü’nde uygulanmak istenen Büyükşehir İş Merkezi  Projesi’nin İPTAL edilerek bu alanın “arkeolojik park” olarak düzenlenmesini isteyen STK’lar, Koruma Kanunu’ndaki “Bir alanın koruma bölge kurulunca sit olarak ilanı, bu alanda her ölçekteki plan uygulamasını durdurur. Sit alanının etkileşim çevresine ilişkin varsa 1/25.000 ölçekli plan kararları ve notları alanın sit statüsü dikkate alınarak yeniden gözden geçirilerek ilgili idarelerce onaylanır” hükmü doğrultusunda koruma amaçlı imar planı hazırlanmasını talep etti.

Açıklamada, Antalya Nekropolü’nün “etkileme çevresi”ndeki 13 bin m2’lik alanın Antalya Kent Müzesi projesine dahil edilerek kentin 2 bin 300 yıllık kültürel birikimini sergilemek amacıyla kullanılmasını ya da bu alanın Arkeoloji Müzesi ek binası için yer aradığı bilinen Kültür ve Turizm Bakanlığı’na MÜZE yeri olarak tahsis edilmesi de önerildi. Alanın Kültür Bakanlığı’na tahsisi karşılığında ise, Perge ve Termessos tiyatroları ile Kırkgöz Han’ın kültürel amaçlı kullanım için Büyükşehir’e tahsisinin istenebileceği belirtildi.

Antalya Nekropolü’ndeki antik mezarların tahrip edildiği ve bu tahribatın da “iş kazası” sayılarak örtbas edildiğini yazan 12.04.2009 tarihli Radikal gazetesindeki iddiaların Cumhuriyet Savcılığı ve Antalya Valiliği tarafından soruşturulması da istenen basın açıklamasına imza koyan STK’lar şunlar:

EĞİTİM SEN (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası), ANTÇEV (Antalya Çağdaş Eğitim ve Kültür Vakfı), TÜM BEL SEN (Tüm Belediye ve Yerel Yönetim Hizmetleri Emekçileri Sendikası), REHBERANT (Profesyonel Turist Rehberleri Derneği), KÜLTÜR SANAT SEN (Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası), TMMOB Peyzaj Mimarları Odası ve YAYED (Yerel Yönetimler Araştırma Yardım ve Eğitim Derneği) ve ÇGD (Çağdaş Gazeteciler Derneği)






Basın açıklamasının tam metni şöyle:

Antalya Büyükşehir Belediyesi, eski Doğu Garajı ve Halk Pazarı alanını, toplam 55 bin m2 iş merkezi yapılmak üzere, 2007 yılında,  Kadıahmetoğlulları A.Ş.’ye ihale etmişti. Bu alanın Antalya Nekropolü’nün sınırları içinde olduğu, Antalya Müzesi’nin 1980 -1999 yılları arasındaki kurtarma kazılarında ortaya çıkardığı 82 mezarın bilimsel bulguları ile kesinlik kazanmasına karşın Büyükşehir Belediyesi İş Merkezi için plan değişikliği ve proje yarışması yapılırken bu bulgular “yok” sayılmıştı. Müze’nin kazı sonuçlarını hatırlatarak Büyükşehir’in bu ihmaline dikkat çeken Son Nokta dergisi, “Doğu Garajı Sit Alanı Olsun” önerisini aylarca tekrarlamasına karşın,  Antalya Koruma Kurulu bu uyarıyı görmezden gelmiş, Kurul’un bu “töleransı” ile Büyükşehir Belediyesi, İş Merkezi projesini uygulamakta ısrar etmişti.

Radikal gazetesinde (12.04.2009’da) yayınlanan “Antalya Nekropolü’ne kepçe!” başlıklı yazıda, Antalya Koruma Bölge Kurulu’nca, 1992’de arkeolojik alan olarak tanımlanan Attaleia antik kentinin Doğu Nekropolü sınırları içinde kalan   eski Doğu Garajı ve Halk Pazarı’nda, Büyükşehir Belediyesi’ne ait iş merkezi projesi için kepçeli iş makineleri ile 4 metre kadar temel kazısı yapıldığı ve biri oda tipi, sekizi lahit tipi onlarca antik mezarın tahrip edildiği ve bu tahribatın “iş kazası” sayılarak örtbas edildiği iddiası yer almıştır.  Yazıyla birlikte kullanılan fotoğraflardan mezarların ciddi şekilde zarar gördüğü anlaşılmaktadır.

Bu olaydan sonra, 02.05.2008 tarihinde,  Antalya Nekropolü’nü yerinde inceleyen Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ise, Büyükşehir’in İş Merkezi projesinin 8 bin m2’lik bölümünü “potansiyel sit” alanı ilan etmiştir. Ancak, aynı kararda  Antalya Nekropolü’nün “etkileme çevresi”nde kalan iş merkezi projesinin eski Doğu Garajı bölümünde inşaatın devamına izin verilmiştir. Koruma Kanunu’nun 17. maddesi ise, sit alanı ilan edilen Antalya Nekropolü’nün “etkileme çevresi”ndeki iş merkezi projesinin iptal ederek Antalya Nekropolü ve çevresi için sit statüsüne uygun koruma planı yapılmasını emretmektedir.

Koruma Kanunu’nun bu emrine rağmen, Büyükşehir, Kanun’daki sit alanı ilanının geçiş dönemiyle ilgili bir boşluğu suiistimal etmiş ve Antalya Nekropolü’nün “etkileme çevresi”nde iş merkezi inşaatına devam etmek istemiştir. Buna ek olarak, Büyükşehir’in önceki Başkanı seçim broşürlerinde, Müze kazısı bittikten sonra Koruma Kurulu tarafından askıya alınan projenin halk pazarı bölümünün de Antalya Nekropolü üzerine inşaa edileceği açıklanmıştır. Bu açıklamadan öğreniyoruz ki, sit alanı olmasına karşın üzerine iş merkezi (halk pazarı bölümü) inşa edilecek 8 dönümlük Nekropol’tün sadece çok küçük bir bölümü iş merkezinin bodrumunda sergilenecektir.
Bu bilgilerden Büyükşehir’in arkeolojik alanda iş merkezi yapmak için kepçeli iş makinesi ile temel kazısı hatasından gerekli dersi çıkarmadığını ve Antalya’nın 2 bin 300 yıllık tarihinin izlerini ticarete kurban etmekte ısrarcı olduğunu anlıyoruz.

Talep ve önerilerimiz
Biz aşağıda imzası olan kurumlar, Müze’nin kazı bulgularına ve gazetecilerin ısrarlı uyarısına karşın Antalya Nekropolü’nü “yok” sayarak bu alanda iş merkezi yapmak için plan değişikliği ve projelendirme yapan, Antalya Nekropolü’nü kepçeli iş makineleri ile kazdıran ve Koruma Kurulu’nun “potansiyel sit” alanı ilanına rağmen Nekropol üzerinde iş merkezi yaptırmakta ısrar eden Büyükşehir Belediyesi’nin Antalya tarihine karşı bu özensizliğini endişe verici buluyoruz. Bugün kadar yaşanan olumsuzluklara karşın, 29 Mart’tan sonra göreve başlayan yeni yönetimin, Antalya Nekropolü’ne karşı Büyükşehir Belediyesi’nin özensiz tavrına son vererek bu alanı Antalya’nın kültürel tarihini zenginleştiren bir değer ve ilk Antalyalıların bugüne ve geleceğe bir mirası olarak ele alması için halen bir fırsatı vardır. Bu çerçevede,
 
(1) Antalya’nın kurucusu sayılan Attalos’tan 100 yıl kadar önce burada yaşamış “ilk Antalyalılar”ın izlerini barındıran Antalya Nekropolü’nde uygulanmak istenen Büyükşehir İş Merkezi  Projesi’nin İPTAL edilerek bu alanın ARKEOLOJİK PARK olarak düzenlenmesini istiyoruz ve

(2) Koruma Kanunu’ndaki “Bir alanın koruma bölge kurulunca sit olarak ilanı, bu alanda her ölçekteki plan uygulamasını durdurur. Sit alanının etkileşim çevresine ilişkin varsa 1/25.000 ölçekli plan kararları ve notları alanın sit statüsü dikkate alınarak yeniden gözden geçirilerek ilgili idarelerce onaylanır.” (madde:17) hükmünün Antalya Nekropolü ve “etkileme çevresi” için vakit yitirilmeden uygulanmasını ve Antalya Nekropolü ve çevresi için en kısa sürede KORUMA PLANI hazırlanmasını talep ediyoruz.

(3)  Hazırlanacak Koruma Planında ise, Antalya Nekropolü’nün “etkileme çevresi”ndeki 13 bin m2’lik alanın (a) Antalya Kent Müzesi projesine dahil edilerek kentin 2 bin 300 yıllık kültürel ve toplumsal birikimini sergilemek amacıyla kullanılmasını ya da (b) bu alanın  Arkeoloji Müzesi ek binası için yer aradığı bilinen Kültür ve Turizm Bakanlığı’na MÜZE yeri olarak tahsis edilmesini öneriyoruz. Bu alanın Kültür Bakanlığı’na tahsisi karşılığında da Perge ve Termessos Tiyatroları ve Kırkgöz Han’ın, - kültürel amaçla kullanmak üzere - Büyükşehir’e tahsisi talep edilebilir.

 “İlk Antalyalılar”ın izlerini barındıran Antalya Nekropolü’nün, kentin tarihindeki önemine uygun olarak değerlendirilmesi ve gerekli adımların ivedilikle atılması için yukarıda sıralanan bu talep ve önerilerimizi bir dilekçe ile yazılı olarak Büyükşehir Belediyesi’ne  bildireceğiz ve bu taleplerimizin ısrarlı takipçisi olacağız. Bu amaçla, öncelikle gece-gündüz sürmekte olan temel kazısının durdurulmasını ve talep ve önerilerimiz doğrultunda Antalya Nekropolü ile ilgili Büyükşehir Belediyesi’nin ne yapacağının vakit yitirilmeden kamuoyuna açıklanmasını talep ediyoruz. Ayrıca, Antalya Nekropolü’nde kepçeli iş makineleri ile temel kazısı yapılarak antik mezarların tahrip edildiği ve bu tahribatın da “iş kazası” sayıldığı iddialarının  Antalya Cumhuriyet Savcılığı ve Antalya Valiliği tarafından soruşturularak 2863 sayılı Koruma Kanunu’nun gereği yapılmalıdır. Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

Yapı, 27.04.2009

DEFİNE AVCILARI HAZİNE PEŞİNDE

 

Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi'ne bağlı Küçükkuyu beldesi Arıklı Köyü sınırları içerisinde bulunan Gargaron Krallığı'na ait hazinenin peşine düşen define avcıları köyün belirli bölgelerinde kazılar yaparak hazine aradı.

 

Gargaron antik kentinin güney bölgesinde zeytinlikler arasında geceleri kaçak olarak yapılan kazıda define aradıkları iddia edilen kişilerin kendilerini korkuttuğunu belirten köylüler, “Toprağı birkaç yerde metrelerce kazarak amaçlarına ulaşmayı hedefleyen bu define avcıları bölgede iki ağacın arasında belirledikleri bir noktayı en az 5-6 metre kazarak çalışma yapmış. Bölgeden geçerken kazılan bu yerin etrafında kırık küp parçalarının bulunması bize hazineye ulaştıkları izlenimini verdi. Yetkililerden bu bölgede önlem almasını istiyoruz” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 27.04.2009

60 YILLIK HARABE NEUES MÜZESİ UYKUSUNDAN UYANDI





İkinci Dünya Savaşı sırasında yüzde 70'i hasar gören Berlin'deki Neues Müzesi, açılan uluslararası yarışmayı kazanan İngiliz David Chipperfield ve Julian Harrap tarafından sağcı Alman gazetelerinin 'Savaşta İngiliz'ler yıkmıştı, tadilatını İngilizler yapıyor' görüşlerine inat restore edildi.

İkinci Dünya Savaşı'nda gördüğü hasar nedeniyle kullanıma kapatılan Almanya'nın Berlin kentindeki ‘Neues Museum' 64 sene sonra kapılarını meraklılarına açıyor. Restorasyonu İngiliz mimar David Chipperfield ve Julian Harrap tarafından tamamlanan müzenin yeni mimarisi epey iddialı.
 

Almanya'nın Berlin kentinin içinden geçen Spree Nehri üzerinde küçük bir ada olan Museuminsel'in (Müzeler Adası) içinde yer alan beş müzeden biri olan Neues Museum'un İkinci Dünya Savaşı sırasında yüzde 70'i hasar görmüş ve kapatılmıştı. Daha sonra Almanya'yı doğu ve batı olarak ikiye ayıran ünlü Berlin Duvarı'nın örülmesiyle bu iki taraf arasında kalan müze uzun yıllar sürecek bir uykuya yatmıştı.

 

Almanya 1990'ların başında müzeyi yeniden yapılandırmaya karar verdi ve 1993'te uluslararası bir yarışma düzenleyerek dünya çapında mimar ve restorasyon uzmanlarını restorasyon için yarıştırdı. Ancak o yılki yarışmadan tatmin edici bir sonuç çıkmadı, restorasyon ertelendi. Bir sonraki yarışma ise 1997 yılında yapıldı. Bu yarışmanın galiplerinin milliyeti Almanya'da ciddi tartışmalara neden olacaktı. Restorasyonu yapmaya hak kazanan David Chipperfield ve Julian Harrap İngilizdi. Sağ görüşlü basına göre ise müzeyi İkinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler harap etmişti. Tüm bu tartışmaların gölgesinde Chipperfield tüm adanın restorasyon projesinin başına geçerek bir master plan hazırladı ve sonra çalışmalar başladı. Yaklaşık 12 yıl süren restorasyonun tüm ada için maliyeti 1.5 trilyon avroyken, bu meblağın 295 milyon avrosu Neues Müzesi için kullanıldı.


Geçtiğimiz ay tamamlanan restorasyonda eskinin birebir yenilenmesinden kaçınıldığı kadar, eserin yapısına modernitenin nüfuz etmesinden de uzak duran bir anlayış güdüldü. Müzenin orijinal yapısı korunurken Chipperfield'ın diliyle Mısır ve İlkçağ tarihi müzelerinin dilinden yardım alınarak yeniden anlatıldı. Restorasyonun en büyük özelliklerinden biri müzeden savaşın izlerini tamamen silmemiş olması. Çeşitli kısımlarında savaştan kalma izleri hala duran, yeni çağdaş mimariyle, yapıldığı dönemin tuğla duvarlarını, süslemeli kubbesini birlikte var eden müzenin içi henüz boş. Bir dönem sahip olduğu görkemli koleksiyon pek çok farklı müzeye dağılmış, şimdi yeni bir koleksiyon oluşturuluyor.

 

Büyük bir tarihi zenginliğin sergilendiği beş müzeden oluşan ‘Müzeler Adası'nın tamamı, Prusya Kültür Vakfı'na bağlı olan Berlin Devlet Müzeleri tarafından yönetiliyor. 1999 yılında UNESCO dünya kültür mirası listesine alınan ada, Berlin Devlet Müzeleri kapsamındaki Eski Müze, Yeni Müze, Eski Ulusal Galeri, Bergama Müzesi ve Ortaçağ koleksiyonunu içeren Bode Müzesi'nden oluşuyor. Burada yapılan ikinci müze olan Neues Müzesi ünlü neoklasist Karl Friedrich Schinkel'in öğrencisi Friedrich August Stüler tarafından 1841-1859 tarihleri arasında yapılmıştı.

Radikal, 27.04.2009

İSTANBUL'UN BÜYÜK SINAVI





İstanbul’un tarihi alanlarının Dünya Kültür Mirası listesinde kalıp kalmayacağını belirleyecek raporu hazırlayacak olan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) üç kişilik heyeti dün akşam İstanbul’a geldi.

 

Geçen yıl gerçekleştirilen UNESCO denetiminin ardından 1 yıllık süreçteki ilerlemelere bakacak olan heyetin raporuna göre İstanbul hakkında karar verilecek.


UNESCO heyeti, Süleymaniye ve Zeyrek’teki yenileme projeleriyle ilgili incelemeler yapacak, Ayvansaray’da bulunan Tekfur Sarayı ve Anemas Zindanları’nı da gezecek. Ekibin gündemindeki bir diğer proje de kazıların sürdüğü Marmaray... Ekip, ayrıca geçen yıl İstanbul’un siluetini olumsuz etkileyeceği gerekçesiyle karşı çıktıkları Haliç Metro Köprüsü’nü de tekrar ele alacak.
Projesini Kadir Topbaş’ın çizdiği köprüyle ilgili ekibe yeni bir proje sunulması beklenmiyor. Ekibe, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ve Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) yetkilileri bilgi verecek. 

UNESCO ekibi, geçen yıl büyük önem verdikleri Sulukule, Four Seasons, Bizans Surları ve Balat’ı bu yıl inceleme gündemine koymadı. Ancak yetkililer, ekibin, gündem dışı konularda da incelemeler yapabileceğini belirterek, bu noktalarla ilgili olarak da hazırlık yapıldığını kaydetti.

Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 27.04.2009


******


'FOUR SEASONS' SÜRPRİZİ





UNESCO heyeti İstanbul’un ‘Dünya Kültür Mirası Listesi’nde kalıp kalmayacağını belirleyecek rapor için incelemelere başladı.

 

İstanbul’un “Dünya Kültür Mirası Listesi”nde kalıp kalmayacağını belirleyecek raporu hazırlamak üzere kentte incelemelere başlayan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) üç kişilik heyeti, dün Aya İrini, Four Seasons ek otel inşaatı ve Yenikapı Marmaray kazı alanında incelemelerde bulundu. Heyettekiler, yetkililere sık sık soru sorarak cevapları not etti.


UNESCO Tarihi Yerler ve Anıtlar Uluslararası Konseyi (ICOMOS) uzmanı David Mitchelmore, ICOMOS Kentsel Planlama Uzmanı Prof. Astrid Debold-Kritter ve UNESCO Avrupa ve Kuzey Amerika Programı Uzman Asistanı A. Junaid Sorohs-Wali’den oluşan heyet, dün 10.00 sıralarında Topkapı Sarayı dış avlusundaki Aya İrini Müzesi’ne geldi. UNESCO heyetine, İstanbul Vali Yardımcısı Feyzullah Özcan, İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü Hüseyin Kaya, İl Özel İdaresi Proje Koordinasyon Birimi Direktör Yardımcısı Yalçın Kaya eşlik etti. 


İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık (İSMEP) Projesi kapsamında restorasyon ve güçlendirme hazırlıkları yapılan Aya İrini’yle ilgili teknik bilgi alan heyet, çalışmalar yapılırken hangi tecrübelerden faydalanıldığını ve binanın orijinalinde değişiklikler olup olmayacağını sorguladı.  Heyet, 4 gün boyunca yapacağı incelemelerin ardından raporunu hazırlayacak ve UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin temmuz da Sevilla’da yapacağı toplantıya sunacak. Komite, rapora yıllardır uyardığı İstanbul ile ilgili kararını verecek. 
 

Heyete, İSMEP Projesi kapsamında, depremden etkilenmesi olası tarihi yapılarla ilgili çalışmaları anlatan inşaat yüksek mühendisi Mehmet Emin Akdoğan, gazetecilere şu açıklamayı yaptı:
“Aya İrini’yle birlikte Arkeoloji Müzesi ve Mecidiye Köşkü’yle ilgili çalışmalar sürdürüyoruz. Bu binalarımız olası bir depremin yaratacağı etkiye dayanabilecek güçte değil. Binaların bazı noktalarda zayıf olmaları nedeniyle ele alınmaları gerekiyordu. Bunu gerçekleştirdik. Heyet, İSMEP Projesi için genelde memnuniyetlerini dile getiriyor. Ancak çalışmaların uluslararası standartlarda sürdürülmesini özellikle talep ediyorlar.”


Aya İrini’den ayrılan heyet daha sonra Four Seasons Oteli ek binasının inşaatının yürütüldüğü tarihi Bizans Sarayı kalıntılarının bulunduğu arkeolojik alana geçti. Buradaki çalışmalarını basına kapalı yürüten heyet, proje ve inşaat yetkilileriyle birlikte alanı gezdikten sonra brifing aldı. Heyet üyesi Prof. Astrid Debold-Kritter, ilgililere sık sık sorular yönelterek, notlar tuttu. Geçtiğimiz yıl da arkeolojik alanda incelemelerde bulunan heyetin, Türkiye’ye bildirdiği ilk gündemde Four Seasons gezisi yer almıyordu. Heyet, 4 gün boyunca yapacağı incelemelerin ardından raporunu hazırlayacak ve UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi’nin temmuz ayında İspanya’nın Sevilla kentinde yapacağı toplantıya sunacak. Bu rapora göre komite yıllardır uyardığı İstanbul ile ilgili kararını verecek.

Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 30.04.2009

TARİHİ KARALIYORLAR

 

Bartın'ın tarihi ve turistik ilçesi olan Amasra'da, tarihi Hisarpeçe mevkiinde Belediye tarafından yapılan iyileştirmeler, kişi yada kişiler tarafından zarar görüyor. Vatandaşlar, tarihi kalede yapılanlara zarar verenlere tepki gösteriyor.

 

Amasra'daki tarihi mekanlar, Kültür Bakanlığı ve yerel yönetimler tarafından iyileştirme çalışmaları sonrasında güzel bir görünüme kavuşturuldu. Amasra'nın tarihi Hisarpeçe mevkiinde yapılan iyileştirmelerin üzerinden kısa bir süre geçmesine rağmen kişi yada kişiler, mozaiklerin üstünü boyayıp, kalp ve yazı yazıp, lambalarını kırdı. Akşam Hisarpeçe'nin güzel görünmesini sağlayan sokak lambalarının kırılması, duvar yazıları yazılması, kaldırım taşlarının yerinden sökülmesi, Amasra'da yaşayan vatandaşların tepkisine sebep oldu.

 

Binlerce TL paranın harcanarak güzel hale getirilen tarihi Hisarpeçe'de, mozaiklerin üstü boyandı, ışıklandırma çalışmıyor. Vatandaşlar, "Devlet buraları düzgün hale getiriyor. İlçemize gelen misafirler buraları sürekli geziyor. Misafirler buralara yapılan kötülükleri görünce de ister istemez tepki veriyorlar. Buraları bizler korumazsak, kimse sahip çıkmaz. Buralara tadilatlar kolaylıkla yapılmıyor. Tarihi değerlerimize sahip çıkmalıyız" dedi.

Bartın Kent Haber, 27.04.2009

İŞTE 1200 YILLIK BİZANS SARAYI'NIN HALİ





Bizans Büyük Sarayı kalıntıları, Four Seasons Oteli’nin ek binaları altında kalırken, bir başka Bizans sarayı ise kaderine terk edildi.


Mermer pencereleri ve muhteşem kapısıyla Sarayburnu sahil yolu üzerinde hala dikkatleri çekmeyi başaran yaklaşık 1200 yıllık Bukoleon Sarayı’nın durumu 2010’da “Kültür Başkenti” olmaya hazırlanan İstanbul’a yakışmıyor.

 
Bir bölümünü gecekonducuların istila ettiği saray kalıntılarının diğer bölümlerini ise tinerciler ve evsizler kullanıyor.


Fatih İlçesi'nde Sultanahmet Camii’nin güneyinde, hipodromdan Marmara Denizi’ne kadar uzanan 100 bin metrekarelik alanı Bizans’ın Büyük Sarayı kaplıyor. Burada birbirlerinden ayrı olarak Bukoleon, Mangan ve Dafne gibi küçük saraylar var. İmparator II. Iustinianus’un MS 842 yılında saray topluluğuna eklediği en önemli yapılardan birisi de Çatladıkapı’daki Hormistas veya Bukoleon Sarayı diye isimlendirilen bölümler.


Pek az kalıntının günümüze ulaşabildiği bu bölümde İmparator’un tahta çıkmadan önce yaşadığı mekanlar olduğu sanılıyor. Sarayın bu bölümleri 20. yüzyılın başında Sirkeci demiryolunun yapımı sırasında yıkıldı ve büyük bir kısmı da çevredeki yeni yapılanmaların altında kaldı. Günümüzde sahil yolu üzerinde mermer söveli pencereleri ile bu sarayın mahzeni ve görkemli kapısı görülebiliyor.


Tarihi saraydan geriye kalan bölümlerde tinerciler ve evsiz alkolikler yaşıyor. Bu kişiler kendilerine mekan ettikleri saraya yabancıların girmesine de izin vermiyor. Gündüzleri sarayı gezmek isteyen yerli ve yabancı turistler binayı ancak dışarıdan görebiliyor; içeride bağlı bulunan köpekler kimseyi yaklaştırmıyor.


Sarayın diğer bir bölümü ise gecekondu istilasına uğramış. Gecekondular saray duvarlarına yapılmış. Surkondu olarak da nitelendirilebilecek gecekondular için belediye de, Koruma Kurulu da sessiz kalıyor. 2010 Avrupa Kültür Başkentliği'ne hazırlanan şehirde tarihi yarımada içinde pek çok eser restore edilirken Bukoleon Sarayı ile ilgili bir çalışma yapılmıyor.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 27.04.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'nde düzenlenen operasyonda, "Gladyatör" figürlü mezar steli parçası ele geçirildi.


Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, İsabey Mahallesi'nde T.C.'nin (35) oturduğu evde arama yaptılar. Aramada, evin bodrum katında yer alan bir adet "Gladyatör" figürlü mezar steli parçası bulundu. T.C.'nin serbest bırakıldığı, mezar steli parçasının da Efes Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edildiği bildirildi.
Haber Ekspres, 26.04.2009

İSRAİL MESCİD-İ AKSA'YI HER AN YOK EDEBİLİR





İHH öncülüğünde İstanbul Barış Platformu'nun düzenlediği “İsrail Kazdıkça Kanayan Yara: Mescid-i Aksa Sempozyumu”, Zeytinburnu Belediyesi Sanat ve Kültür Merkezi'nde başladı.

Dünya kamuoyunun dikkatini Mescid-i Aksa'ya çevirmek" ve "acil önlem" alınması gerektiğini vurgulamak için yapılan sempozyuma, Uluslararası Kudüs Müessesesi Genel Sekreteri Dr. Muhammed Ekrem el-Adluni, Aksa Vakıflar ve Tarihi Eserler Müessesesi Başkanı Zeki Muhammed Tevfik Ağbariye, Mizan İnsan Hakları Merkezi'nden Dr. Kemal eş-Şerafi, Kudüs Kalkınma Kurumu'ndan Fadıl Vişahi ve Nahda Hareketi Genel Başkanı Raşid Gannuşi katıldı. Konuşmacılar tebliğlerinde, İsrail'in Kudüs'ü adım adım ele geçirme planlarını belgelerle ortaya koydu. Bölgeden gelen gözlemciler, İsrail'in Mescid-i Aksa ile birlikte Osmanlı ve İslam eserlerini de ortadan kaldırmaya çalıştığını bildirdi.

 

Sempozyumun açılış konuşmasını yapan İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım, Mescid-i Aksa'nın İsrail'in kazı çalışmalarıyla her an yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söyledi. Yıldırım, "Arkeolojik amaçlı olduğu iddia edilen kazılarla, bu kutsal mekanın süreç içinde yıkılması planlanmaktadır. Utanç Duvarı'yla abluka altına alınan Kudüs ve Mescid-i Aksa, İslam kimliğinden arındırılmaya çalışılıyor” dedi.

 

Merkezi Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta bulunan Uluslararası Kudüs Müessesesi'nin Genel Sekreteri Dr. Muhammed Ekrem el-Adluni de, Kudüs'te İsrail'in uyguladığı tehcir uygulamalarına dikkat çekti. Adluni, “İşgal otoriteleri mahallelerdeki pek çok evi tahliye için tebligat gönderiyor. Ardından evler yıkılacak ve buralar Kral Davut Parkı'na çevrilecek. Böylece hayallerindeki kutlu (!) Yahudi kentine dönüştürülecek” şeklinde konuştu.

 

Zeytinburnu Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi, dün başlayan sempozyumun konuklarını ağırladı. Katılımın yoğun olduğu sempozyumu ise, İHH İnsani Yardım Vakfı, Araştırma ve Kültür Vakfı, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB), MAZLUM-DER İstanbul Şubesi, Medeniyet İlim Kültür Eğitim ve Dayanışma Derneği, Mirasımız Derneği ve İnsan ve Medeniyet Hareketi'nden oluşan İstanbul Barış Platformu düzenledi.

 

Aksa Vakıflar ve Tarihi Eserler Müessesesi Başkanı Zeki Muhammed Tevfik Ağbariye, sadece Mescid-i Aksa'nın değil, Kudüs'teki tüm yapıların büyük tehlike altında olduğunu söyledi. Ağbariye şunları ifade etti: “1967'deki İsrail işgalinden bu yana Kuds-ü Şerif; halkı, binaları, camileri, yolları, mezarlarıyla yok edilip Yahudileştirilmeye maruz kaldı. Kudüs'te tek bir gerçek var, o da bu muazzam eserlerdeki derin İslam tarihi izlerinin tahrif ve imha edilmeye çalışıldığı. 1976'da işgalci İsrail hükümeti, Mücahidin Mezarlığı'na buldozerle saldırdı, kazdı, şehitlerin naaşlarını çıkarttı. En-Nebi Davud Camisi, Yahudi dini törenleri düzenlenmesi için sinagoga çevrildi, birçok cami kapatıldı. Ezan okunması ve namaz kılınması yasaklandı."

Yeni Şafak, 26.04.2009

200 YILLIK TARİHİ EV 'KÜLTÜR EVİ' OLACAK

 

Tarihi Muğla evi, 'kültür evi' olarak restore edilmesi amacıyla Muğla Üniversitesi'ne devredildi.


Balıbey Mahallesi Sekibaşı Sokak'taki Prof.Dr. Güner Gürsel, Serpil Erbaş ve Sevinç Günizi'ye ait tarihi Muğla evi, 'kültür evi' olarak restore edilmek üzere Muğla Üniversitesi'ne verildi. Devir töreninde konuşan Güner Gürsel, geleneksel Muğla mimarisini yaşatmak istediklerini, bu nedenle tarihi evi Muğla Üniversitesi'ne verdiklerini söyledi. Gürsel, kısa zamanda tarihi evin eski kimliğe kavuşmasını umut ettiğini belirterek, "Bu bina eski kimliğine kavuştuktan sonra, hocalarımızın, asistanlarımızın ve öğrencilerimizin burada çalışmalarını görmek, bizim heyecanımızı ve mutluluğumuzu daha da artıracak" diye konuştu.


Muğla Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Şener Oktik ise üniversitenin, kurulduğu günden bu yana kent merkezdeki tarihi evlerden kimilerini restore ettirdiğini ve üniversitenin türlü faaliyetlerini bu evlerde yürüttüğünü söyledi. Oktik, bağış sahiplerine teşekkür ederek, "Üniversitemiz, bu evin orijinal haline dönüştürülmesi için herkesin desteğini bekliyor. Bu tür miraslar ne üniversiteye, ne de bir kişiye aittir, bu yapılar sadece tarihindir" dedi.


Restore edilecek evin yaklaşık 200 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu anlatan Oktik, şöyle konuştu: "Bu evi yapan bir Rum ustadır. Muğla'nın ilk kiremit çatılı evi olma özelliğini taşıyan ev, aynı zamanda 2 cumbalı ilk evdir. Üniversitemize bu binayı bağışlayan aile fertleri, bu evde doğmuşlar. Evin güzelliği hala yerinde. Önemli olan eski günlerdeki çekiciliğine ve sağlığına bu evi kavuşturmak. İlk etapta Muğla Üniversitesi'nin yapmak istediği, burayı ayağa kaldırmaktır. Daha sonra buranın içinde üniversite çalışanlarının ve öğrencilerinin Muğla halkıyla daha kolay kaynaşacağı bir kültür alanı oluşturacağız."


Oktik, daha sonra, tarihi evi üniversiteye bağışlayan aile bireylerine plaket verdi.

Haber Ekspres, 26.04.2009

RUM KALE'DE KAZI ÇALIŞMASI YAPILACAK





Tarihi mekanda bir yıl önce batı ve doğu bölgelerinde başlatılan giriş ve çıkış yol düzenlemesi ve restorasyon çalışmalarının ilk etabı tamamlandı.

Yol düzenleme çalışmalarıyla rahat bir şekilde ulaşma imkanı sağlanan tarihi mekana, 30 kilometrelik bir mesafede bulunan Zeugma Antik Kenti'nden de vapur turu ile ulaşılabiliyor.

Baharın gelmesiyle yerli ve yabancı turistlerin ilgisinin arttığı tarihi mekanda, kazı çalışmalarının başlaması ile birlikte bu ilginin daha da artması bekleniyor.

Gaziantep Kültür ve Turizm İl Müdürü Salih Efiloğlu, kültür turizmi açısından, Zeugma'dan sonra önemli bir merkez konumunda bulunan Rum Kale'de bu yıl mayıs ayında 60 kişilik bir ekip tarafından kazı çalışması başlatılacağını söyledi.

Kazı çalışmasının Gaziantep İl Kültür Müdürlüğü'nün başkanlığında yapılacağını ifade eden Efiloğlu, şu bilgileri verdi:
''Kazı çalışmalarımıza Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi destek oluyor. Kazı ekibinde, Müdürlüğümüz elemanlarının yanı sıra Gaziantep Müze Müdürlüğü, Gaziantep Üniversitesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan görevliler yer alıyor. Kazı ve temizlik çalışmaları için hazırlıklarımız son aşamaya geldi. Amacımız, bu çalışmaları mayıs ayında başlatıp, yıl sonuna kadar devam ettirmek.''

Kazı çalışmalarının öncelikle kale duvarlarından başlatılacağını ifade eden Efiloğlu, şöyle konuştu:
''Kazılarda öncelikle, kale duvarlarının toprak dolguları boşaltılarak temizlenecek. Özellikle, kalenin, Fırat Nehri'ni gören yamaçlarındaki duvarlar ve odalar, temizlik sonrasında restore edilerek, ziyaretçilerin hizmetine açılacak. Daha önceden çevre düzenleme ve yol çalışması tamamlanan Rum Kale'de bu yıldan itibaren, yerli ve yabancı turistlerin daha rahat bir şekilde gezmelerine imkan sağlanacak.''


Rum Kale'deki kazıların en az 10 yıl süreceğini ifade eden Efiloğlu, şöyle devam etti:
''Nehir yolu ile rahat bir şekilde ulaşım sağlanabilen Rum Kale, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini daha fazla çekmeye başladı. Zeugma Antik Kenti'ne gelen turistler, buradan güzel bir vapur yolculuğu ile 30 kilometre uzaklıkta bulunan Rum Kale'yi rahat bir şekilde görebilme imkanına sahip oluyor. Zeugma Antik Kenti ile Rum Kale arasındaki bölge, çok büyük tarihi ve doğal güzellikleri bünyesinde barındırıyor.

Bizim amacımız, uzun süreli olacağını tahmin ettiğimiz kazı ve restorasyon çalışmaları ile tarihi Rum Kale'yi kültür turizmine kazandırabilmek. Halen, günübirlik turistik gezilerin yapılabildiği bu mekanı, konaklama tesisleri de yaparak, turistlerin yatılı olarak ziyaret edebilecekleri bir mekan haline getirebilmek.''

Sabah, 26.04.2009

ST. PIERRE KİLİSESİ YOK OLMA TEHDİDİ ALTINDA





Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Senatosu 2 semavi dinin üyeleri için tarihi ve kültürel önem taşıyan arkeolojik ve doğal zenginlikleriyle dolu olan Habib-i Neccar Dağı'nın korunmasının ve çevre düzenlemesinin yapılma-sının bölge turizmine büyük katkı sağlayacağını ifade etti.

 

MKÜ Senatosu yaptığı yazılı açıklamada Müslümanlar ve Hıristiyanlar için önemli bir manevi kimlik olan Habib-i Neccar' dan adını alan bu dağın, her iki din için kutsiyet taşıdığını ve günümüzde de bu önemini koruduğunu belirttiler. Habib-i Neccar Hatay için önemli Habib-i Neccar Dağı'nın aynı zamanda sahip olduğu bitki örtüsü ve barındırdığı hayvansal çeşitlilik ile insanlık için geçmişte ve günümüzde doğal bir zenginlik alanı olduğunu belirten Senato, “Bu çerçevede, doğal yapısı, tarihsel ve kültürel kimlikleriyle şehirlerin markalaşmaya çalıştığı bir dönemde; Habib-i Neccar Dağı, St. Pierre Kilisesi, Habib-i Neccar ziyareti, Antiokheia şehir surları ve kalesi, Demirkapı anıtı, Toprakaltındaki kentsel yapı kalıntıları, Charonion olarak adlandırılan anıtsal heykeli, Antik su kanalları ve su kaynakları ve Bitkisel ve hayvansal canlı varlığının, çevresi ile bir bütün olarak korunması, doğal yapının ve morfolojinin bozulmaması, geri dönüşü olmayan yıkımların ve yok edimlerin önlenmesi, gelecek kuşaklara aktarılması, toplumumuz ve Hatay için büyük önem taşımaktadır” dedi. Bölge turizmine büyük katkı sağlayacak Bu değerlerin ön plana çıkarılması Hatay' da turizmi doğrudan etkileyeceğini belirten Senato, “Turizm halkımızın iş ve geçimi için çok önemli bir gelir kaynağıdır. Turizm ve yukarıda sıralanan değerlerin korunması, bu faaliyetten geçimini sağlayan esnaf ve sanatkarlarımızın yanı sıra, Hatay ilinde son zamanlarda sayısı artan üst düzey Turistik otellerin yaşaması ve doluluk oranının arttırılması için önemlidir” dedi. Senato uyardı Son zamanlarda St. Pierre Kilisesi'nin bulunduğu alanda, dağdan kayaların düşmesinin can kaybına yol açtığını ve yapının, 2007 yılında bir süre ziyarete kapatıldığını hatırlatan Senato, “Bu olay St. Pierre Kilisesi'nin çevresi ile birlikte yıkım ve yok olma tehdidi altında olduğunu göstermektedir. Bu yıkımın nedenlerinin ayrıntılı olarak araştırılması, saptanması ve nedenlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik önlemlerin ivedi olarak alınması gerekmektedir. Semavi dinler için kutsal, insanlık tarihi için bir kültür varlığı olarak değer taşıyan Habib-i Neccar Dağı'nın bütünüyle, içerdiği tarihi, kültürel, arkeolojik ve doğal değerler açısından Arkeolojik ve Doğal Sit kapsamı altına alınması gerekmektedir” dedi.

Hatay Gazetesi, 25.04.2009

TARİHİ PARALAR ELE GEÇİRİLDİ

 

Ağrı'nın Tutak İlçesi'nde jandarma ekipleri tarafından yapılan yol kontrollerinde 85 adet tarihi para ele geçirildi.


Edinilen bilgiye göre, Doğangün Jandarma Karakol Komutanlığı tarafından yapılan kontrollerde bir ticari taksi içerisinde yolculuk yapan Y.S. adlı şahsın üst aramasında 85 adet gümüş renkli üzerinde resim işlemeleri olan tarihi para ele geçirildi. Olayla ilgili şahsın gözaltına alındığı, inceleme ve soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

Ağrı Kent Haber, 25.04.2009

"URARTULAR, EN ÖZGÜN UYGARLIKTIR"

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Yılmaz Özbek, “İnsanlığı tehdit eden en büyük sorunlardan biri, bilim, teknoloji ve kültürler arası çatışmadır.”dedi.


Atatürk Üniversitesi Kültür Merkezi Mavi Salon’da düzenlenen konferansta konuşan Prof.Dr. Yılmaz Özbek, geçmişten günümüze kadar kültürlerin var olma, yok olma mücadelesi verdiklerini belirtti. Kültürlerin, gelişen teknolojiyle yok olmasının olumsuz olduğunu ifade eden Prof.Dr. Özbek, doğayla toplumun uyumunu sağlayan kültürel değerlerin hızla yok olduğunu söyledi.
Konferansta Urartu medeniyetini anlatan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay Belli, Anadolu coğrafyasının insanlığa verilmiş en büyük lütuf olduğunu söyledi. Belli, konuşmasında şunları kaydetti:


“5 bin 500 yıldır biz bu topraklarda yaşıyoruz. Mustafa Kemal Atatürk döneminde bilim adamları yurt dışına gönderilir, oranın bilimi, teknolojisi alınırdı. Şimdilerde kültürümüz yok olma mücadelesi vermekte. Biz Anadolu çağ uygarlığının bir parçasıyız ve biz bununla büyüdük.Bizim topraklarımız Anadolu’nun kutsal topraklarının bir parçasıdır.”


Uygarlıkların yanlış anlatıldığını da vurgulayan Belli, konferansta şunları söyledi:
“Uygarlıklar bize yanlış anlatılmış. 40 yıldır medeniyetler üzerine çalışma yapıyorum. Her kazıda yeni bir gerçeği öğreniyoruz. Bazı kazı çalışmalarında Urartular’a ait kalıntılar bulduk. Urartular hiçbir kültürün etkisi altında kalmamış özgün bir medeniyettir. Urartular, madencilik alanında çok gelişmiştir. Diğer medeniyetler kapılarını ağaçtan yaparken, Urartular kapılarını tunçtan yapmıştır.”
Urartu medeniyetinin her alanda çok gelişmiş bir uygarlık olduğunu vurgulayan Belli, “Urartular çivi yazısını bularak çok önemli bir buluşu gerçekleştirdiler. Urartuların, kültürü tarihi yazılıdır, her şeyleri belgelere dayalıdır. Urartular aynı zamanda tuvaleti bulmaları çok önemlidir. Tuvalet kültürü ilk Urartular’da başladı.”diye konuştu.


Urartular’ın tarım alanında da önemli çalışmalar yaptıklarını açıklayan Belli, “Bu medeniyet, tarıma çök önem vermiş, modern sulama sistemleri yapmıştır. Tam 120 tane baraj yapmıştır, hiç bir ülkede böyle bir gelişmişlik yoktur. Biz bu uygarlığın sahibiyiz ve bu uygarlığı geleceğe aktaracak olan yine bizleriz.”dedi.

Erzurum Kent Haber, 25.04.2009

SAĞLIK MÜZESİ 12 YAŞINDA





Trakya Üniversitesince (TÜ) müze haline getirilen, dünyanın en prestijli müzecilik ödüllerinden Avrupa Konseyi 2004 Yılı Avrupa Müze Ödülü’nü kazanan Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi, kuruluşunun 12. yıl dönümünü kutluyor.

Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi Müdürü Enver Şengül, yaptığı açıklamada, Yeniimaret semtindeki Sultan II. Bayezid Külliyesi Darüşşifası’nın bünyesindeki sağlık müzesinin TÜ’nün kültürel miras ve korumacılık alanında gerçekleştirdiği en büyük projelerden olduğunu söyledi.

Bu projeyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci başkenti olan Edirne’nin önemli bir eserinin yıkılıp gitmesinin önlendiğini ve kente turizm alanında önemli bir marka kazandırıldığını ifade eden Şengül, “TÜ’nün bu önemli yapılara sahip çıkmasının altında, Edirne’nin yükseköğretim ve tıp tarihine sahip çıkması yatmaktadır. Çünkü 1488 yılında hizmete giren bu külliyenin medresesi döneminin temel tıp bilimlerinin öğretildiği bir üniversite konumundaydı. Hastanesi ise bu öğrencilerin uygulama yaptıkları yerdi” dedi.

Edirne’nin Ruslar tarafından işgal edildiği Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında başlayan ve Balkan Savaşları’yla devam eden süreçte birçok yapı gibi külliyenin de sahipsiz kaldığını belirten Şengül, şunları kaydetti:

“Cumhuriyet sonrası yaşanan ekonomik sıkıntılar ve kültürel mirasa gereken önemin verilmemesi nedeniyle yıkılıp yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan tarihimizin bu önemli yapıları, 1984 yılında Trakya Üniversitesine devredildi. Restorasyonun ardından bu eserlerimiz eğitim alanları olarak kullanılmaya başlandı. 1997 yılında müzeye dönüştürülen külliyenin darüşşifa bölümü, dünyanın en prestijli müzecilik ödüllerinden Avrupa Konseyi 2004 Yılı Avrupa Müze Ödülü’nü alarak önemli bir tanıtım fırsatı yakaladı.

Müzemizde 500 yıl öncesinin bir Osmanlı bimarhanesi canlandırıldı. Tedavide, dönemin hekimlik bilgilerinin yanı sıra müziğin, su sesinin, güzel kokuların ve meşguliyetin kullanıldığı bu mekanlar geçmişi zengin bir görsel anlatımla günümüze taşınıyor.

Müzede birinci avluya girince musikinin güçlü nağmeleri kişiyi sarıyor. Müzenin ana mekanı olan Psikiyatri Tarihi Bölümü’nde ise kendinizi yüzyıllar öncesinin müzik terapi ortamında buluyorsunuz. Ortadaki havuzun şadırvanından akan suyun sesi, neyin mistik sesiyle birleşerek kişiyi zaman yolculuğuna çıkarıyor.”

Şengül, henüz çok genç olmasına rağmen, önemli başarılara imza atan, Edirne’nin kültür hayatının önemli merkezlerinden biri haline gelen sağlık müzesinin külliyenin diğer bölümlerini de içine alarak farklı bir müzecilik anlayışıyla tarihi değerleri dünyaya tanıtmaya devam edeceğini kaydetti.

Enver Şengül, Sağlık Müzesi’nin dünyanın en prestijli müzecilik ödüllerinden Avrupa Konseyi 2004 Yılı Avrupa Müze Ödülü’nü kazanmasının yanı sıra 2005 yılında Hırvatistan’ın Dubrovnik kentinde yapılan Dünya Ödüllü Müzeler Buluşması’nda en iyi ikinci sunum, 2005 Yılında Güneydoğu Avrupa Gazeteciler Derneği Yılın Başarı Ödülü, geçen yıl Almanya’nın Köln kentinde En İyi Sunum Ödülü’nü alarak Türkiye’nin ve kültürün tanıtımına büyük katkı sağladığını bildirdi.

Şengül, müzenin Avrupa Kültür Mirası Birliği’nce “Mükemmellik Kulübü”ne de kabul edildiğini kaydetti.

Müzeyi hizmete girdiği 2007 yılında 132 bin 825 yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiğini, müzeyi ziyaret edenler arasında Bulgaristan ve Yunanistan vatandaşlarının ilk sırada yer aldığını kaydeden Şengül, “Müzemizi geçen yıl da 4 bin 20’si yabancı 126 bin 129 kişi ziyaret etti. Müzemizin diğer bölümlerini de açtığımızda Balkanların ortak kültür mirası olacak” diye konuştu.

1488 yılında 8. Osmanlı Padişahı Sultan II. Bayezid tarafından dönemin sosyal devlet ve sağlık anlayışının bir yansıması olarak yapılan külliyenin Darüşşifa bölümünün tıp tarihinde önemli yeri bulunuyor.

Hastaların, dönemin tıbbi birikimi yanında müzik ve su sesiyle tedavi edildiği bu mekanlar, 1900’lü yıllarla birlikte kaderine terk edildi. 1984 yılında Trakya Üniversitesince devralınan bu binalar önce restore edildi, daha sonra üniversitenin bazı bölümlerinin uygulama alanı olarak kullanıldı. Bu bölümler daha sonra yeni yapılan binalarına taşınınca burası 23 Nisan 1997 tarihinde müzeye dönüştürüldü.

Ruh Hastalarını Rehabilitasyon Derneğinin katkılarıyla 30 Haziran 2000 tarihinde şifahane bölümü Psikiyatri Tarihi Bölümü olarak düzenlendi. Tasarım sanat yönetmenliğini Türkan Kafadar’ın yaptığı, dönemin bütün özelliklerini yansıtan kostüm ve aksesuarla donatılan, cansız mankenlerin kullanıldığı bu bölüm ilgi görüyor.

Müzenin Darüşşifa’dan sonra ikinci bölümü olan Tıp Medresesi (Medreset-ül Etıbba) 23 Nisan 2008 tarihinde hizmete girdi. Uluslararası Rotary 2420. Bölge Guvernörlüğünün iş birliğiyle düzenlenerek hizmete açılan bu bölümde ziyaretçiler, tıpla ilgili zaman yolculuğuna çıkarılıyor.

Edirne Internet Gazetesi, 23.04.2009

TARİHİ MAĞARA KARANLIKTAN KURTULUYOR





Amasya'da Harşena Dağı'na MÖ 4. yüzyılda Mitridates Krallığı döneminde inşa edilen şehir merkezinden 160 metre yüksekteki Zindan Mağarası, Roma Dönemi'nde gömüldüğü karalıktan kurtuluyor.


Amasya'nın ortasında bulunan Harşena Dağı'nın sarp yamaçlarında şehir merkezinden 160 metre yüksekte Mitridates Krallığı döneminde askeri amaçlı olarak yapıldığı tahmin edilen ve Roma İmparatorluğu döneminde tahrip edilerek içi doldurulan Zindan Mağarası, gün ışığına çıkartılıyor. Amasya Valiliği tarafından Zindan Mağarası'nın temizlenmesi çalışmalarına başlanırken, çalışmalar sırasında özel raylı sistem kuruldu.


Kent merkezinden 160 metre yüksekte ana kaya oyularak yapılan mağaradaki temizlik ve sondaj çalışmalarını yerinde incelemek için mağaranın bulunduğu kayalığa tırmanan Vali Celalettin Lekesiz ve gazeteciler, yaklaşık 1 saat süren zorlu tırmanış sonrasında mağaranın girişine ulaştılar. Raylı sistem olmasına rağmen kayalığa tırmanmayı tercih eden Vali Lekesiz, tehlikeli yolculuğun ardından yaptığı açıklamada, mağaranın en kısa sürede temizlenerek gün ışığına kavuşturulacağını belirtti. Sarp kayaların yamacında yapılan ve giriş kapısından yaklaşık 130 metre derinliğe kadar temizlenen mağaradan dünyaca ünlü Amasyalı coğrafyacı Strabon'un 'Coğrafya' isimli eserinin 12. cildinde 'Benim şehrim' diye ifade ettiği Amasya'yı ve Amasya Kalesi'ni çok iyi tasvir ettiğini, Amasya Kalesi'nde kanalların bulunduğunu, 2 kanaldan birisinin boğaza, diğerinin ise Yeşilırmak'a indiğinden bahsettiğini açıklayan Vali Lekesiz, "Strabon'un eserinde bahsettiği kanallardan Yeşilırmak'a inen kanalın Kızlar Sarayı'nda mevcut
olan Ceylan Yolu Tüneli olduğu, diğerinin ise halen temizlik çalışmaları devam eden Zindan Tüneli olduğu anlaşılmaktadır. Ünlü gezgin Evliya Çelebi de bu mağaralardan bahsetmekte ve Strabon'u doğrulamaktadır" dedi.


Zindan Tüneli'nin Mitridates Krallığı döneminde MÖ 4. yüzyılda inşa edildiğini, tünelin girişinin 5.30 metre çapında olduğunu ve ileriye doğru daraldığını, Roma İmparatorluğu'nun Amasya'yı almasından sonra Mitridates Krallığı'na ait eserleri tahrip ederek yıktığını ve mağaranın da MÖ 69 yılında kaya ve toprak doldurularak kapatıldığını ifade eden Vali Lekesiz, "Zindan Mağarası yapıldığı dönemde büyük ihtimalle güvenlik için yapılmış. Kalenin kuşatılmasında askerler buradan inerek düşmanı çevrelemiş.


Mağaranın sonunda ne olduğu bilinmiyor. Fakat bu mağaranın sonuna geldiğimizde tarihe önemli bir ışık tutmuş olacağız. 'Gidenin geri gelmediği' şeklinde şehir efsanelerinin yazıldığı Cilanbolu Mağarası'nda yaptığımız çalışmalar sonrasında o mağarayı gün ışığına çıkarttık ve ziyarete açtık. Bu mağarayı da temizledikten sonra insanların ziyaretine açacağız" diye konuştu.


Yaklaşık 90 derecelik bir eğimle inşa edilen mağaraya girilmesinin tehlikeli olduğunu belirten Vali Lekesiz, temizlik çalışması yapan işçilerin de zor şartlar altında çalıştığını, 130 metresi temizlenen mağaranın tamamının temizlenmesinden sonra alınacak güvenlik önlemleri ve yapılacak ışıklandırma çalışması sonrasında ziyarete açılacağını açıkladı.

Amasya Kent Haber, 23.04.2009

Nemrut (Osman Hamdi Bey)
...1883




19 - 25 Nisan 2009

KATKI




SCHLIEMANN GELENEĞİ



Heinrich Schliemann Troya’yı kazmaya başladığı 1871 yılının ertesinde büyük bir define buldu. Aslında, çoğumuzun zannettiği gibi tek bir define değildi bu; arka arkaya 17 farklı yerde altın, gümüş, elektron takılar, süsler, kaplar bulmuştu Schliemann. Bunların tümünü önce Yunanistan’a, ardından Almanya’ya kaçırdı. Bugün bu eserlerin büyük kısmı Rusya’da, Puşkin ve Hermitaj müzelerinde. Ve yine, çoğumuzun zannettiği gibi, bulduğu eserlerin tümü bunlar değil, eserlerin büyük bir kısmı kayıp. Bazılarını sadece kendisinin çizdiği resimlerden biliyoruz, bulunduktan sonra bir daha gören olmamış. Eserlerin Rusya’da bulunduğunun anlaşılması üzerine 1991 yılında Türk Hükümeti konu ile ilgilenmiş, Rusya’ya bir nota vermiş, geçen yıllar boyunca birçok ortamda talebini tekrarlamışsa da şimdiye dek somut bir sonuç alınamamıştır. 

 

Konumuz aslında Heinrich Schliemann’ın Troya’da bularak yurtdışına çıkardığı ve bugün dünyanın birçok müzesine dağılmış ya da kaybolmuş olan hazineler değil. Konumuz, Schliemann’ın bu tatsız geleneğinin kendisinden sonra da aynı antik şehirde devam etmesi. Aşağıda birçok örneğini görebileceğiniz gibi, bu şanssız şehrin birçok eseri yıllar boyu kaçak kazılarla yurtdışına satıldı, satılmaya da devam ediyor.  

 

Yıllardır üşenmeden söylediğimiz gibi, yurtdışına kaçırılmış eserlerin geri getirilmesi için mücadele etmek zorundayız. Bu, bu eserlerin sahibi olarak bizim hem hakkımız, hem de sorumluluğumuz. Ama, öte yandan, bu mücadelelerin uluslararası mahkemelerde büyük masraflara mal olduğunu göz önüne alarak, kaçak kazılarla yurtdışına kaçırılmalarına engel olacak adımları atmanın, gideni geri getirmekten çok daha kolay ve ucuz olacağını da fark etmenin zamanı geldi de geçiyor. Unutmayalım ki, aşağıda gördüğünüz eserler bundan 130 yıl önce değil, sadece 30 – 40 yıl önce yurtdışına kaçırıldı. 

 

1966 yılında Pennsylvania Üniversite Müzesi’nin bir aracıdan satın aldığı 32 parça eserin Troia Bölgesi’nden geldiği satıcı tarafından belirtilir. Tümü altın olan bu takıların birçoğu Schliemann tarafından Troya’da bulunan eserlerinin nerede ise aynısıdır. Bu eserlerden bazıları:




İki adet sarkıtlı altın küpe, işçiliği 1878 yılında Schliemann tarafından bulunan F Hazinesi’ndeki küpelerle aynıdır. UPenn




İki adet sarkıtlı altın küpe, işçiliği ve tarzı 1873 yılında Schliemann tarafından bulunan C Hazinesi’ndeki küpelerle aynıdır. UPenn



Altın iğne, 1872 yılında bulunan ve bugün Moskova’da olan altın iğnenin hemen hemen aynısı. UPenn




Pennsylvania Üniversite Müzesi’ne satılan toplam 360 adet boncuğun bir kısmı. Bu boncukların çoğunun işçiliği 1872 yılında bulunan definenin aynısıdır. UPenn


Diğer bir Troya eser grubu ise Metropolitan Müzesi’nde yer alan Norbert Schimmel Koleksiyonuna ait dört parça altın, gümüş ve elektron eserdir. Dördünün birarada ele geçtiği belirtilen eserler için “Kuzeybatı Anadolu Menşeli” ibaresi kullanılmakta, MÖ 2300 – 2000 tarihleri verilmekte ve “Heinrich Schliemann’ın Troya bulduklarının çok benzeri” denmektedir. Kaldı ki, 1985 yılında ölen koleksiyoner Norbert Schimmel’in binlerce parçalık eski eser koleksiyonunda bulunan eserlerin birçoğu sorunlu idi. Aralarında Anadolu’dan kanun dışı yollarla kaçırılmış olağanüstü güzellikte birçok parça da vardır.




Elektron kaplamalı gümüş kantaros, Troya IV’de çok benzer formda seramikler ele geçmiştir. Resim MET




Kapaklı elektron şişe, Troya dışında şimdiye dek benzeri görülmemiştir. Troya’da ise bakır ve bronz olarak bilinen en az dokuz örnek vardır. Resim MET




Omphalos dipli gümüş kase. Resim MET




Gümüş tankard. Resim MET 


British Museum’da bulunan bu parçanın ise Troya’dan gelme olduğu müze tarafından açıklanmıştır.

Gümüş depas amphikypellon, Bitish Museum 


Troya A Hazinesi’nde bulunan küpelerle büyük benzerlik gösteren bu küpe 1977 yılında Zürich’te satılmış ve Pforzheim Takı Müzesi tarafından satın alınmıştır.




Sarkıtlı altın küpe, Pforzheim Takı Müzesi 


Bu küpe ise bir öncekinin aynısıdır ve Nisan 1998’de Londra’da Christie’s Müzayede Salonlarında satılmış, Hong Kong’lu bir işadamı tarafından satın alınmıştır.




Sarkıtlı altın küpe, Hong Kong

Ali Yamaç

TARİHİ EVLER TURİSTİK OLUNCA KIYMETE BİNDİ

 

Türkiye'nin en hızlı sanayileşen şehirlerinden birisi olan Denizli'de tarihi eserlere sahip çıkılıyor. Tarihi evler kamu kurumları ve sanayiciler tarafından restore edilerek tekrar kullanıma açılıyor

Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekci, eskiden rant elde etmek için şehir merkezlerine apartmanlar dikildiğini ancak günümüzde bunun tersine dönmeye başladığını söyledi.
Bir zamanlar eski evler yıkılarak apartman dikildiğini vurgulayan Zeybekci, günümüzde tarihi evlerin turizmden kazandırdığı gelirden dolayı daha çok korunmaya çalışıldığını, bunda sanayicilerin sponsor olarak restore ettirmesinin çok önemli payı olduğuna dikkat çekti.


1980'li yıllarda Denizli'de binlerce tarihi ev olduğunu ancak daha sonra ranttan dolayı bu evlerin yıkıldığını kaydeden Zeybekci, "Külahçıoğlu Un Fabrikası'nı sanayicilerimizin sponsorluğunda restore ederek Denizli'mize kazandırdık. Bu tarihi kimliği olan binaları gönlümüz istiyor ki vatandaşlarımız kendisi korusun. Kendileri kullansınlar, yaşatsınlar istiyoruz ama vatandaşlarımız tabii ki günümüz ekonomik koşulları altında bu binaların ortadan kaldırarak buralara 5-6 katlı binaların yapılmasını daha çok tercih ettiler" dedi.


Denizli'de ilk etapta 7 tarihi binayı kamulaştırdıklarını ifade eden Zeybekci, "Bu evlerin bulunduğu bölgenin dokusunu değiştirmeye çalışıyoruz. Öncelikle belediye olarak bunları korumak istiyoruz. Vatandaşlardan da 'Bu evler ne güzel olmuş' diyerek kendi evlerini kullanarak korumasını, Zenginlerimizin bu evleri satın alarak günlük kullanımda ev olarak kullanmasını istiyoruz. Bu evlerden 1980'li yıllarda binlerce vardı şimdi azaldı. Gün gelecek bu tarihi evler 7-8 katlı apartmanlardan daha değerli hale gelecek" diye konuştu.


İzmir'deki Efes'ten sonra Anadolu'nun en büyük ve önemli antik şehri Laodikya'nın, Türkiye'de ilk kez Denizli Belediyesi'ne devredilmesine dikkat çeken Zeybekci, tarihi yerlerin zaman zaman açılıp gösterilen yerler olması gerektiğini savundu.


Zeybekci, "Laodikya antik kentinin sorumluluklarını devraldık. Biz Laodikya Eskihisar, Sevindik, Sümer, Kirişhane, Bayramyeri, Hükümet Meydanı, Gazi Bulvarı ve Çınar'a turistlerin gelmesini istediğimiz yerler. Buralarda tarihi evlerin bulunduğu yerleri restore edip sanat bölgesi veya sanat mahallesi haline dönüştüreceğiz" şeklinde konuştu.


Tarihi evleri, sanayicilerden sponsor bularak restore ettiklerini kaydeden Zeybekci, şunları söyledi: "Şimdi özümüze dönmenin güzellikleri yaşmanın zamanıdır. Koruma altındaki yapıların koruma-kullanma dengesinin çok iyi sağlanması lazım. Koruyalım derken hiçbir şeyi ellettirmeden bunu çürümeye yok olmaya terk etmekte tehlikeli. Bence koruma amaçlı kanunlar kullanımda teşvike eden, cazip eden bir hale getirilmeli. Sanayicimiz nasıl okul yaptığında vergisinden düşebiliyorsa, koruma amaçlı binaları satın alıp restore ettiğinde de giderleri vergisinden düşebilmeli."

Haber Ekspres, 25.04.2009

ATEŞTE AÇAN ÇİÇEKLER SADBERK HANIM'DA





Tabak, maşrapa, bordür, kupa, vazo, mercan kırmızısı sırlı çiniler, seramikler, kâseler... Derin bir üslubun ve ince işçiliğin göz kamaştırdığı bu eserler adı sanı belli olmayan nakkaşların elinden çıkarak senelerce camilerde, türbelerde, medreselerde, saraylarda, köşklerde ve hamamlarda gözü okşadı.

 

Daha çok İznik atölyelerinde üretilen çiniler, 15. ve 17. yy. arasında en aydınlık zamanlarını yaşadı. Sadberk Hanım Müzesi, 330 parçalık 'Ateşin Oyunu' başlıklı bir İznik çini sergisine ev sahipliği yapıyor. Müzenin ve Ömer M. Koç'un koleksiyonunda yer alan eserlerden oluşan sergi, erken Osmanlı dönemi İznik çini ve seramik örnekleri ile başlayıp 17. yüzyılda sona eriyor. İlk kez toplu halde sunulan bu eserlerin büyük çoğunluğunu duvar çinileri, seramik tabaklar ve kaplar oluşturuyor. Sergiyi gezerken İznikli ustaların hayal dünyasının genişliği hemen cezbediyor.

 

İznik kenti, 15. ve 17. yüzyıllar arasında Osmanlı'nın mimari yapılarının süslemesi için kullanılan çinilerin ve seramik kapların üretildiği önemli bir merkezdi. Hamur hazırlayanından sırça çekenine, nakış yapanından fırına yerleştirenine kadar çeşitli kollarda çalışan ustalardan elbirliğiyle ortaya çıkan bu incelikli eserler, yüzyıllar boyunca büyük beğeniyle karşılandı. Çini sanatının gelişiminde sarayın sanata olan ilgisi ve Mimar Sinan'ın etkisi oldukça önemli. Kanuni Sultan Süleyman'ın hüküm sürdüğü 16. yüzyılın ikinci yarısı üslup ve teknik bakımından çini sanatının en ihtişamlı dönemiydi. 1648'de İznik'i ziyaret eden Evliya Çelebi ise kendi yaşadığı yüzyılın başında birkaç yüz atölye olduğu halde, yalnızca dokuz atölyenin kaldığını söyler. Minber külahlarında, pencere ve kapı alınlıklarında, fil ve payanda ayaklarında, şerefe altındaki dolgularda mangan moru, zeytin yeşili, lavanta mavisi, firuze, eflatun ve mercan kırmızısıyla bezenmiş rengarenk İznik çinilerinin üretimi ise ne yazık ki 17. yy. sonunda biter.

 

Osmanlı'nın sanat akademisi Ehli Hiref'teki nakkaşların hazırladığı desenler, çinilere işlenirken çiçek açmış meyve ağaçları, hatayi, rumi motiflerin yanı sıra şakayıklar ve krizantemler doğanın mest eden coşkusunu kalıcı kılmış. Firuze zemin üzerinde beyaz bulutlar, bahar açmış dallar ve bunların diplerinden çıkan laleler ve daha nice İznik çinisini Sadberk Hanım Müzesi'nde görmek için uzunca bir vaktiniz var, son gün 11 Ekim.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 25.04.2009

BU SERGİYİ GEZMEK DİVRİĞİ ULU CAMİ'YE GİTMEK GİBİ





UNESCO’nun Dünya Mimari Anıtları listesindeki tek Türk eseri, Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi. Selçuklular’dan kalan bu görkemli yapıyı Mengücekoğulları’ndan Ahmet Şah ve eşi Turan Melik, 1228’de Mimar Hürrem Şah’a yaptırdı. Son elli yıldır restorasyonzedeye dönen cami ve şifahanesi, şimdi fotoğraflarla sesini duyurmaya hazırlanıyor. Cennetin Kapıları başlıklı sergi 28 Nisan - 29 Mayıs tarihleri arasında Taşkışla İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde açık kalacak. Fotoğrafları mimar Cemal Emden çekti. Küratörü ve tasarımcısı yüksek mimar Basri Hamulu. Danışmanı ise Prof. Doğan Kuban.

Evliya Çelebi, Divriği’ye gittiğinde Ulu Cami’nin eşşiz taş bezemelerine bakıp “Üstad mimar bu camiye öyle emek sarf edip kapı ve duvarları öyle nakş bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır” demiş.


Bu külliyeyi olağanüstü kılan taç kapıları. Çünkü taşlar geleneksel yöntemle tek tek işlenip üst üste dizilmemiş, bir heykel gibi yekpare taştan oyulmuş. Bu yöntem külliyeye aynı zamanda statik açıdan 800 yıldır ayakta kalacak bir sağlamlık da kazandırmış. Bozkırdaki bu 800 yıllık şaheser, zamandan değil devlet eliyle insandan zarar gördü bugüne kadar. Devletin son 50 yılda müteahhitlere ihale ettiği restorasyonlar, mimari katliamdan öteye gitmedi. Bezemeli taşları kırıldı, temeline su doldu, çatısına tonlarca ağırlık bindirildi. Neyse ki dört yıl önce açılan restorasyon ihalesine başvuru olmadı. Devlet de caminin çevresini işgal eden binaların istimlakı için bütçe ayırdı.


Prof. Doğan Kuban, ilk kez 1965’te gidip gördüğü Ulu Cami ve Külliyesi’ne adeta aşık oldu. O günden sonra defalarca gitti, üzerine kitaplar, makaleler yazdı. En uygun restorasyon projelerini hazırladı. Ama nafile. Devlete sesini duyuramadı, restorasyon ihalelerini durduramadı. Divriğililere küstü. Son Ulu Cami kitabını yazmaktan bu nedenle vazgeçti. Tam umudunu kesmişti ki, 2008 Ocak’ında eski bir öğrencisi, Divriğili mimar Basri Hamulu kapısını çaldı. Hoca ve öğrencisi, yanlarına mimar-mimari fotoğrafçı Cemal Emdem’i de aldılar. Ulu Cami’yi kurtarmak için bir başka çözüm buldular: Anıt caminin sesi, fotoğraflar yoluyla yurtiçi ve yurtdışında duyulacaktı.
Tamamen bireysel bir çalışmaydı. Üç gönüllünün, Ulu Cami’nin eşsiz bir mimari şaheser olduğunu çok iyi bilen üç mimarın çalışmasıydı. 150 bin liraya mal oldu, tüm masraflarını Basri Hamulu karşıladı.

Basri Hamulu, Ulu Cami’nin taç kapısının yüz metre ilerisindeki yedi evden birinde doğup büyüdü. İTÜ’de mimarlık okudu, Doğan Kuban’ın öğrencisi oldu. 20 yıl aradan sonra 2007’de Divriği’ye gitti. Oyunlar oynadığı caminin taşlarındaki erimeleri, bozulmaları, eklenen saçağı gördü. Plastik yağmur suyu oluklarında biriken sular, 800 yıllık taşları patlatmıştı. Neye uğradığını şaşırdı. O tarihe kadar “Divriği’de muhteşem bir eser var, devlet de korumak için ne gerekiyorsa yapıyor” diye düşünüyordu.


Doğan Kuban, kendisinin Divriğili olduğunu biliyordu. Koridorda ne zaman karşılaşsalar, “Buralarda dolaşıyorsun, caminin etrafındaki binaları temizlemiyorsun” diye şaka yapardı. 2007’de hocasının “Divriği Mucizesi” kitabında Divriğililere kırgınlığını gördü. O daha çocukken İstanbul’dan mimarların camiye gelip ölçüp biçtiğini, hocasının onlardan biri olduğunu geç de olsa anladı. “Hocamı buldum, evine gittim. Divriği’den geldiğimi, caminin son durumunu gördüğümü, öğrencisi olduğumu anlattım. Ulu Cami için ne yapabilirim, dedim” diye anlatıyor.


Doğan Kuban, Hamulu’ya gülümseyerek “O zaman caminin çevresiyle ilgili bir proje hazırlayalım” dedi. 2008 Ocak’ından itibaren, önce üç harita mühendisini Divriği’ye gönderip cami ve çevresinin ölçümlerini yaptırdılar. Kuban’ın Ulu Cami ile ilgili umutları yeniden yeşerdi. Anıt caminin çevre düzenleme projesi için İsrail’den Hollanda’ya, dünyanın dört bir yanından topladığı örnek çizimlerin yer aldığı kitapları açtı. Hamulu’nun bilgisayar ortamındaki çizimlerine karşı çıktı, “El lezzetini kat” dedi. Proje böylece bitti ve uygulama projesine sıra geldi. Mimari fotoğrafçı-mimar Cemal Emden de Ulu Cami’nin belgesel ve artistik fotoğraflarını çekti.


Hamulu, dosyaları aldı, büyük bir heyecanla Kültür Bakanlığı’na gitti. “Hiçbir maddi karşılık beklemiyoruz, ihale peşinde değiliz. Bu projeyi uygular mısınız?” dedi. Bakanlık yetkilileri hiç ilgilenmedi. Hocasıyla altı ay boyunca yaptığı çalışma boşa gitti. Üç ay önce aldıkları bir kararla restorasyonzede anıt camiyi kurtarmak için fotoğraf sergisi açmaya, böylelikle kamuoyu oluşturmaya karar verdiler.

Kuban ve Hamulu, sergi için uygun mekan aramaya başladılar. Hamulu’nun sınıf arkadaşı İTÜ Mimarlık Bölümü Dekan Yardımcısı Yegan Kahya’nın davetiyle Taşkışla’daki tarihi İTÜ Mimarlık Bölümü, serginin mekanı oldu. Cemal Emden’in çektiği fotoğraflardan 44’ünü seçtiler. En büyüğü 7x9 metre olan fotoğrafları özel tekniklerle ışıklandırdılar ve ayaklı platformlara yerleştirdiler. 150 bin liraya mal olan serginin tüm harcamalarını Basri Hamulu karşıladı. “Ulu Cami’nin öncesi ve sonrası yok. Yani böyle bir eser dünyada daha önce yapılmış olabilir ama yıkılmıştır. Sonrasında yapılmıştır ama yıkılmıştır, yoktur. Ulu Cami’yi yapan sanatçılar sadece bu eseri yapmışlar” diyor.
Doğan Kuban ve Basri Hamulu’ya göre devlet, ayırdığı istimlak parasını cami çevresinde yaşayanlara yeni ev yapılmasında ve cami çevresinin binalardan temizlenip ağaçlandırılmasında kullanmalı. Daha sonra da caminin aşama aşama önceden yapılan restorasyonlardan arındırılmasını ve üzerinin şeffaf bir fanus içine alınarak müzeye dönüştürülmesini istiyorlar. Hamulu, “Proje ve restorasyon mutlaka uluslararası bir konsorsiyum tarafından yapılmalı. Bu anıt doğru ellere ihale edilmediği sürece çıkıp bağıracağız” diyor.

Prof. Doğan Kuban
Bu zenginlikte bir taş yontu yaratısı sadece Divriği’ye özgüdür. Divriği bir Asya sanatı müzesidir. Yapının eş siz yontularının dış hava etkilerinden kurtarılarak kesinlikle müze koşullarında korunması gerekir. Her ayrıntısının herhangi bir şekilde yenilenmesi söz konusu değil. Bu proje, tümüyle çelik ve camdan şeffaf bir yapıyla, anıtı bir müze objesi gibi koruyarak dünya koruma uygulamaları içinde onu özel konuma yükseltecektir. Divriği’yi dünya kenti yapacaktır.

Mimar Cemal Emden
Geçen yıl Basri Hamulu beni aradı. Ulu Cami’nin fotoğrafını çekelim, dedi. Haziranda gittik ve caminin fotoğraflarını gece çekmeye karar verdik. Yapının her tarafı gün ışığı görmüyor çünkü. Diğer Selçuklu yapılarından farklı olarak kabartmaları üç boyutlu. Kütlesel ifadelerini ortaya çıkaracak aydınlatma tekniği kullanarak fotoğraf çektik. Bununla yetinmeyip yapının sadece göz yüksekliğinde değil, farklı kotlarda yatay ve düşey fotoğraflarını da çektik. İki otobüs, aydınlatma malzemeleriyle dolu kamyonlarla gittik. Çalışma üç gece sürdü. İtfaiye araçlarının kepçeleri kaldırılıp hareketli iskeleye dönüştürüldü.

Hürriyet Cumartesi, Haber: Gülden Aydın, 25.04.2009

YASSIADA SUALTI ARKEOLOJİ TURİZMİNE AÇILIYOR

 

Bodrum açıklarındaki 1. derece doğal sit alanı olarak tescillenen ve etrafında 12 batığın bulunduğu Yassıada'nın sualtı arkeoloji turizmine kazandırılması için çalışma başlatıldı. Turgutreis beldesinden iki mil uzaktaki Yassıada'nın dalış turizmine açılması için hazırlanan proje Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından onaylanarak uygulama aşamasına geçti. Bakanlık, Muğla Valiliği, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ve Turgutreis Belediyesi arasında yapılan protokolle, Yassıada'nın dalış turizmine açılması için belediyenin yapacağı tesislere de onay verildi.

 

Muğla İl Kültür ve Turizm Müdürü Osman Murat Süslü, son yıllarda dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sualtı dalış turizminin büyük bir gelişme gösterdiğini belirtti. Türkiye'nin sualtı arkeolojisi ve batıkları konusunda başka ülkelerle kıyaslanamayacak kadar zengin ve cazibeli bir alan olduğunu kaydeden Süslü, Yassıada Batıkları Sualtı Örenyeri'nin dünyada 'ilk örnek' olacağını kaydetti. Turizm Müdürü Süslü, şunları dile getirdi: "Sualtı arkeoloji alanında dünyaca ünlü Yassıada bölgesinin ve batısındaki Roma çağına ait amphora kırıkları ve batığını bulunduğu Çatalada'nın 'Yassıada Batıkları Sualtı Örenyeri' olarak Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün emirleri doğrultusunda, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'nün denetiminde, Perge, Phasselis ve Efes ören yerleri gibi düzenlenerek kontrollü ziyarete açılması ülkemiz su altı arkeoloji turizmine büyük yarar sağlayacaktır."

 

Su altında korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu alanlara sportif amaçlı dalışın yasak olduğunu hatırlatan Süslü, bakanlıktan izin alınarak araştırma ve kazı yapılabildiğini dile getirdi. Yassıada'nın koordinatlarıyla birlikte Resmi gazetede yayınlanarak yasak dalış bölgesi içinde yer aldığını bildirdi. 1961-1983 yılları arasında kazı heyetinin Ada'yı kamp yeri olarak kullandığını dile getiren Süslü, şu bilgileri verdi: "Barakaların zemin ve duvarları kullanılarak gözlem evi, bilet gişesi, ilk yardım odası, tuvalet, duş, depo, kafeterya, konferans odası, çalışma odası, kompresör odası ve basın odası gibi ihtiyaçları içeren proje, İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ve Müzemiz Müdürlüğü uzmanlarınca hazırlanmış Muğla Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun kararıyla onanmıştır."

Zaman, Haber: Kayber Avcı, 24.04.2009

TARİHİ KİLİSE TAHRİP EDİLDİ

 

  

 

Kayseri'nin Melikgazi İlçesi Germir Mahallesi'nde bulunan Rum Panaya Kilisesi hazine avcıları tarafından tahrip edilirken, kilisenin arka bölümü samanlık olarak kullanılıyor.

 

Kayseri kökenli dünyaca ünlü sinemacı Elia Kazan'ın köyü olan ve sonradan Melikgazi İlçesine bağı bir mahalle haline gelen Germir'deki Rum Panaya Kilisesi, hazine avcıları tarafından tahrip ediliyor.

 

Yapım tarihi belirlenemeyen ve ayakta kalmayı başaran üç kiliseden biri olan Panaya Kilisesi'nin iç kısmı, kimliği belirlenemeyen kişiler tarafından hazine aramak amacıyla kazılıyor. Daha önce bölgede yaşayan Rum vatandaşların yaptığı ve şu ana Devlet Hazinesi'nin malı olan tarihi kilisenin bazı duvarları yıkık vaziyette. Bir çan kulesine sahip olan kilisenin arka tarafı ahır olarak kullanılırken, bakımsızlık sebebiyle kilise içerisinde ve kubbesinde otlar ve fidanlar bulunuyor. Tinercilerin mekanı haline gelen kilisenin duvarlarına yazılan yazılar ise görüntü kirliliğine yol açıyor. İki kapısı bulunan kilisenin bazı bölümlerine ek duvar yapılarak ayakta kalmasının sağlandığı gözlendi.

 

Germir'i kuş bakışı izleme imkanı sunan kilise içerisinde bulanan dört kolon sütunun bazı bölümlerinde Rum motifleri yer alırken, kubbenin iç kısmında Hz. İsa'ya ait resimler bulunuyor.

Kayseri Rölove ve Anıtlar Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye göre, bölgede bulunan üç kiliseden ikisinin Devlet Hazinesi'ne, birinin ise özel şahsa ait olduğu bildirildi.

Kayseri Kent Haber, 24.04.2009




650 YILLIK SERAMİKLER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI





Edirne'de geçen yıl yapılan kurtarma kazılarında yaklaşık 650 yıllık geçmişe sahip olan seramikler bulundu. Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü ekipleri yaptığı kurtarma kazılarında sürpriz bir buluntu ile karşılaştı. Dilaverbey Mahallesi'ndeki kazılarda bulunan kırmızı hamurlu, beyaz astar üzerine kobalt mavisi bezemeli seramiklerin erken Osmanlı dönemine ait olduğu belirlendi.

 

14. yüzyıl sonları ile 15. yüzyıl ortalarına ait olduğu tespit edilen seramiklerin, ilk olarak 1935 yılında Aydın Milet'teki kazılarda gün yüzüne çıkarıldı. Bu seramiklerin asıl üretim yerinin İznik olduğu 1965 yılı İznik kazılarında, büyük bir seramik fırınından ele geçen çok sayıdaki parça sayesinde tespit edildi. İznik dışında İstanbul, Salihli, Çanakkale, Antalya, Kütahya gibi merkezlerde örnekleri saptanmıştır.

 

Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü Hasan Karakaya, kazılarda bulunan erken Osmanlı dönemine ait "Milet Tipi" seramiklerin son derece zengin bir desen repertuarına sahip olduğunu söyledi. Edirne buluntuları arasında yer alan kuş figürlü iki parçanın nadir rastlanan örneklerden olduğunu kaydeden Karakaya, "Bezeme düzenleri her parçada birbirinden farklıdır. Düz ve pervaz ağızlı büyük tabaklar, yayvan ve derin kaselerin yanı sıra kapalı kap formlarına işaret eden Kulp parçaları da ele geçmiştir. Beyaz astar ve sıraltı kobalt mavisi kapların yanında, nadir rastlanan firuze ve mor sıraltına siyah bezemeli örnekler de mevcuttur. Kazıma bezemeli bir örnek ile Çin porselenlerinin etkisini açıkça ortaya koyan dış yüzü mavi-beyaz bezemeli örnekler de özellikle ilginçtir." dedi.

 

Edirne'nin "mavi beyaz hazinesi" olarak tabir edilen seramikler, sergilendikleri Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nde 23 Nisan tarihinden itibaren sanatsever ve ilgi duyan meraklılarına gösterilmeye başlandı.

haberler.com, 24.04.2009

TARİHİ KONAKLAR TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

Afyonkarahisar Yukarıpazar Mahallesi civarında bulunan tarihi konaklar turizme katkı sağlamak amacıyla çeşitli şekillerde değerlendiriliyor. Kimi okul olarak kimi çeşitli aktivitelerin yapıldığı bir mekan olarak kimide butik otel ve restoran olarak halkımızın hizmetine sunuluyor.

Çok ciddi bir yapılanmayla bölge turizminde önemli bir misyon üstlenen ve son günlerde hummalı bir çalışma içerisine girerek restorasyonu tarihi dokuya uygun olarak hazırlanan Şehitoğlu Butik Otel ve Restoran halkımız ve turistik ziyarete gelenler için hizmet vermeye başlayacak. Konuyla ilgili açıklama yapan Şehitoğlu Butik Otel ve Restoran sahibi Hüseyin Şehitoğlu “Öncelikli olarak butik otelimizde tüm eşyalar tarihi özellikler taşıyacak. 5 yıldızlı bir otel konforunda olacak olan butik otelimiz bölgenin tek akıllı binaları olacak. Pc Tv’ler kanalıyla aynı zamanda natif donanımlara sahip yangın ve hırsız alarmı hava durumuna göre binanın ısıtılıp soğutulması ve benzeri tüm işlemlere dahil binalar olacak” dedi.

Restoran bölümünde ise Türk Tasavvuf Musikisi ve Türk Sanat Müziği’nin icra edileceğini belirten Hüseyin Şehitoğlu yöresel yemeklerin turistik ziyaret için ilimize gelenlere ve halkımıza sunulacağını bildirdi. Özel günlerin de yapılacağını söyleyen Şehitoğlu “Aynı zamanda bu işletmede ebru hattat resim ney ve benzeri sanat kursları ve sergileri düzenlenecek. Bölgenin tarihi dokusunun termalle bütünleşmesini hedefliyoruz. Ayrıca Türkiye’nin ikinci büyük Mevlevihane’sinin bu işletmelere çok yakın olmasından dolayı civar bölgelerden günübirlik ziyaretçi sayısının artırılmasında da önemli bir misyon üstleneceğiz” şeklinde konuştu.

Şehitoğlu “Bu işletmeler tarihi dokunun bulunduğu bölgenin kalkınmasında da ilk ve tek örnek sergilemektedir" diye konuştu. Hüseyin Şehitoğlu yapılacak olan butik otel ve restoranın geçtiğimiz yıl 16 Ekim’de başlandığını ve önümüzde ki Mayıs ayı sonu gibi de işletmeyi faaliyete sokmayı hedeflediklerini belirtti.

Afyon Haber, 24.04.2009

EKONOMİK KRİZ RESTORASYONU DA VURDU

 

 

Sivas’ta geçtiğimiz yıl restorasyona alınan ve çalışmaları devam eden Çifte Minareli Medrese ve Şifahiye Medresesi’nde para krizi baş gösterdi.


Söz konusu yerlerin restorasyon işinde çalışan bir grup işçi, paralarını alamadıklarını öne sürerek tepki gösterdi. Tarihi Şifahiye Medresesi, Çifte Minareli Medrese ve Gök Medrese'nin restorasyon işinde çalıştıklarını belirten bir grup işçi, Şifahiye Medresesi'nin önünde toplandı. Restorasyon işlerini alan şirketten bir süredir paralarını alamadıklarını ileri süren işçiler, mağdur olduklarını iddia etti.


İşçilerden Recep Bulut, yaptığı açıklamada, konuyla ilgili gerekli her yere başvurduklarını ancak sonuç alamadıklarını söyledi. Bulut, “Paramızı alamadık. Herkesin çoluğu çocuğu var. Yetkililerin buna çözüm getirmesini istiyoruz” dedi. Şifahiye Medresesi, Çifte Minareli Medrese ve Gök Medrese olmak üzere 3 şantiyede çalıştıklarını ifade eden Bulut, “Şantiyedeki çalışmaları durdurduk. Gerekirse yaptığımız işleri geri sökeceğiz. Geçen yıldan bile alacağımız var” diye konuştu.


Paralarını alana kadar çalışmayacaklarını belirten Bulut, “Bizden başka da kimse çalışamaz. Para alınana kadar burada iş olmayacak. 2 yıldır hala içeride parası olan arkadaşlar var” dedi.
Bu arada, işçilerden biri ise 6 arkadaş olarak karar aldıklarını, bir haftaya kadar bu işin sonuçlanmaması durumunda Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün önünde üzerlerine benzin dökerek kendilerini yakacaklarını söyledi.

Sivas Hürdoğan, 24.04.2009

HİTLER'İN TABLOLARI 143 BİN DOLARA SATILDI

 

İngiltere'de dün düzenlenen müzayedede genç Adolf Hitler tarafından yapıldığı tahmin edilen tablolar 143 bin dolara satıldı.

 

Mullock's müzayede evi tarafından düzenlenen satışta tahminlerin üzerinde fiyat bulan tablolar, Hitler'in Avusturya'nın başkenti Viyana'da ressam olarak yaşamını kazanmaya çalıştığı döneme ait. Hitler bu dönemde Viyana'da bir sanat okuluna başvurmuş, ancak reddedildikten sonra orduya katılmıştı.

Müzayede yetkilileri, A. Hitler imzasını taşıyan 12 sulu boya, yağlı boya ve iki farklı çizimin özgün birer çalışma olduğunu belirtiyor.

Sabah, 24.04.2009

71 YIL TAVAN ARASINDA BEKLEME ÖDÜLÜ: 37 MİLYON

 

Pablo Picasso'nun, kızı Maya'nın 2 yaşındaki halini resmettiği portre, 5 Mayıs'ta Londra'daki Sotheby's müzayede salonunda düzenlenecek açık artırmayla satışa çıkarılacak. Yaklaşık 37 milyon liraya alıcı bulması beklenen tablo, müzayede ile ilk kez sanatseverlerin karşısına çıkmış olacak. Picasso'nun sevgilisi Marie-Therese Walter'dan olan çocuğunu elinde oyuncak bir bot tutarken gösterdiği 1938 tarihli çalışması, ölümüne kadar ünlü ressamın koleksiyonunda kalmış, daha sonra özel bir koleksiyonda saklanmıştı.

Akşam, 24.04.2009

AYASOFYA'YA TARİHİ ESER TAKVİYESİ

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, çürümeye terk edilmiş kültür varlıklarını canlandırmak için harekete geçti. İçinde paha biçilmez eserler bulunan tarihi vakıf müzeleri, restore ediliyor. İstanbul'daki müzelerin bir kısmı ise hem onarılıyor hem de yer değiştiriyor.

 

Sultanahmet Camii Hünkar Kasrı'nda bulunan Halı Müzesi, bu kapsamda Ayasofya'ya taşınıyor. Ayasofya İmarethanesi olarak bilinen yer, Vakıflar'ın yeni halı müzesi haline getirilecek.

İmarethanenin bir süredir restorasyon çalışmaları yürütülüyordu. Onarımı büyük ölçüde bitirilen binaya Hünkar Kasrı'ndaki halı müzesi taşınacak. Ardından kasrın restorasyonuna başlanacak. Sultanahmet Camii altındaki fil ahırları bölümünde yer alan Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi buraya getirilecek. Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, depolara kilitlenen taşınabilir kültür varlıklarını, çürümeye terk edilmiş durumdan çıkarmayı hedeflediklerini söylüyor. Hem eserlerin güvenlik altına alınması hem de sergilenmesi amacıyla müze kurulması talimatı verdiğini anlatan Beyazıt, "Ülke genelinde müze olmaya uygun tarihi yapılar belirlenerek restore ediliyor. Bu yapılarda sergilenmek üzere eserlerin konservasyonu yapılarak, teşhire hazır hale getiriliyor." diyor.

 

Çalışmalar çerçevesinde İstanbul'daki vakıf müzeleri de yeniden yapılandırılıyor. Müzelerin yer değiştirmesi de bu faaliyetler arasında. Halı Müzesi, Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi, Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi, Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi bir taraftan yer değiştirip binaları onarılıyor. Diğer yandan da depolarında bulunan eserler kurtarılıyor. Müzelerde teşhir edilen ya da depolarında saklanan binlerce eski eserin konservasyonları (koruma) yapılarak, tasnif ediliyor. Tasnif işlemi tamamlananlar, yeni açılan müzelerde teşhir edilecek.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 24.04.2009

MARDİN'DEKİ 124 YILLIK KİLİSE YENİDEN İBADETE AÇILDI

 

 

Mardin'de 1885 yılında yapılan "Mor Cırcıs" kilisesi, restore edilerek yeniden ibadete açıldı. Bin 400 yıllık Deyrulzafaran manastırı yolunda bulunan, Süryanilere ait tarihi kilisesi, Benen İnciliş tarafından restore edildi. Avrupa'nın birçok ülkesinden ve Suriye'den gelen yüzlerce Süryani, burada ayine katıldı.

 

Eski Kale Köyünde düzenlenen açılış törenine Mardin Valisi Hasan Duruer, Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu, Deyrulzafaran Manastırı Metropoliti Saliba Özmen, Kırklar Kilisesi Papazı Gabriel Akyüz, Suriye'den gelen birçok rahip ve papazla çok sayıda Süryani katıldı. Törende konuşan Vali Duruer, insanların Hz. Adem (AS)'den beri kardeş olduğunu belirtti. Duruer, "Hepimiz, Hz. Adem ile Havva'nın çocuklarıyız. Tevhit inancının peygamberi Hz. İbrahim (AS), hepimizin müşterek atasıdır. Yüzyıllardan beri bu topraklarda kardeşçe yaşadık. İnşallah bundan sonra da böyle devam ederiz. Bu kilisenin açılışında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum." dedi.

haberler.com, 23.04.2009

125 YILLIK TEKKE CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

Şanlıurfa'daki 125 yıllık Tekke Camii restore ediliyor. Viranşehir ilçe merkezindeki tarihi cami, yıkılma tehlikesi bulunduğu için yaklaşık iki aydır kapalı tutuluyordu.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü Camileri Koruma Kurulu'nca koruma altına alınan, İbrahim Paşa'nın eşinin yaptırdığı cami, bahçesinde bulunan mezarlıkla beraber restore edilmeye başlandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri, tarihi Tekke Camii'nin 1 Temmuz 2009'da ibadete açılacağını belirterek restorasyon için 296 bin lira harcanacağı bildirdi.

Zaman, Haber: Halil Kara, 23.04.2009

YÜZYILLARA MEYDAN OKUYOR

 

 

Yapılar vardır seyrettikçe onu inşa edenlere karşı hayranlık uyandırır. İsviçre’nin başkenti Bern’in içinden akan Aare Nehri üzerindeki köprülerden biri olan Bremgarten Köprüsü işte tam böyle bir sanat eseri. 30 hız sınırı bulunan köprüden geçtikten sonra hemen aracınızı bir yere park edip dakikalarca bu muhteşem yapıyı seyredesiniz gelir.


1466’da ilk defa inşa edilen bu harika ahşap köprü sadece 1535’de bir kez tamir geçirmiş. Ve o günden buyana insanların hizmetinde. Bu köprü Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinden sadece 13 yıl sonra yapılmış.


Tek şerit halindeki köprünün bir ucundan diğer ucuna baktığınızda karşıdan araç gelip gelmediğini görebiliyorsunuz. 92 metre uzunluğundaki köprüyü geçerken adeta tarihe bir yolculuk yapıyorsunuz. Son model araçlar ile 543 yaşındaki ahşap köprünün üzerinden geçmek sizi başka dünyalara taşıyor.


3 metre 4 cm yüksekliğinde ve 6 metre 40 cm genişliğinde olan Bremgarten Köprüsü Aare Nehri’nin boynuna yüzyıllar öncesinden takılmış ahşaptan bir gerdanlık gibi duruyor.


Bremgarten Köprüsü başkent Bern ve çevresinde Aare Nehri üzerine kurulmuş 19 ayrı köprüden biri. Ancak en yaşlısı. Ahşap işçiliğinin zirvesindeki eserlerden biri halindeki köprünün sağlamlığı en az birkaç yüzyıl daha ayakta durabileceğini gösteriyor.

Bolu Olay, Haber: Seyfi Alp, 23.04.2009

KURŞUNLU CAMİSİ RESTORE EDİLİYOR

 

Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'nde, tarihi Kurşunlu Camisi'ndeki restorasyon çalışmaları başladı.

 

İlçede Osmanlı dönemi tarihi eserlerinden biri olan Kurşunlu Camisi (Şeyh Baba Camisi), Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore ediliyor. Kubbesi kurşunla kaplı olan tarihi caminin yanı başında Şeyh Baba Yusuf’un oğlu ünlü velilerden Hamdi Baba ve yakınlarının bulunduğu türbe de restorasyon kapsamına alındı.

 

Anadolu’da önemli bir ziyaret yerlerinden olan Kurşunlu Camisi ve Hamdi Baba Türbesi'nin restorasyonu, ilçe halkını ve ziyaretçileri sevindirdi.

Eskişehir Kent Haber, 23.04.2009

SAATÇİ ALİ EFENDİ KONAĞI, ARTIK İZMİT BELEDİYESİ'NİN

 

 

İzmit Veli Ahmet Mahallesi Almaca Mescit Yokuşu’nda bulunan tarihi Saatçi Ali Efendi Konağı, kültürel ve sosyal faaliyetlerde kullanılmak üzere, kamunun bedelsiz kullanımı kapsamında İzmit Belediyesi’ne tahsis edildi.


Konağın anahtarını Kocaeli Defterdarı Süleyman Dal, İzmit Belediye Başkanı Nevzat Doğan’a teslim etti. Defterdar Dal, halen boş olan konağın ticari kullanımdan çok, ücretsiz kullanımının daha uygun olacağını düşündüklerini belirtti. Dal, “En iyi kullanabilecek kurumun İzmit Belediyesi olduğunu gördük. Sosyal ve kültürel projelerde kullanım amaçlı süresiz olarak, ücretsiz tahsis ettik” dedi.


İzmit Belediye Başkanı Nevzat Doğan da, halkın malının emin ellerde olacağını söyledi. Dal’a teşekkür etti. İzmit Tarih Koridoru Projesi’ni seçim vaadi olarak ortaya koyan Doğan, daha önce Etnografya Müzesi olarak da kullanılan Saatçi Ali Efendi Konağı için bakanlıkla görüştüğünü, 1-2 hafta içinde uzmanların gelip inceleme yapacağını söyledi. Doğan, 5 yıl içinde Tarih Koridoru Projesi’ni bütünüyle tamamlamayı hedeflediklerini söyledi.

Özgür Kocaeli, 23.04.2009

HEYKELDEKİ
KILICI ÇALDILAR

 

Erzurum’da Aziziye Anıtı’nda bulunan Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın heykelinin taşıdığı kılıç, kimliği belirlenemeyen kişilerce çalındı.

Aziziye Parkı’nda 1971 yılında yapılan ve 93 Harbi’nde yaşananların tasvir edildiği anıtta yer alan Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın heykelinin taşıdığı kılıç bir daha kırılarak çalındı.

Daha önce 2 kez kırılan ve Büyükşehir Belediyesi ekiplerince yaptırılan kılıcın en kısa sürede yeniden kaynak yapılarak heykele monte edileceği bildirildi.

Türkiye Gazetesi, 23.04.2009

TARİHİ ÇÖPLÜĞE ÇEVİRDİLER





Erzurum'da 1900'lü yıllarda yapıldığına dair kayıt bulunan, ancak hangi amaçla yapıldığı hiçbir kurum tarafından bilinmeyen tarihi bina, alemci ve balicilerin mekanı haline geldi.

 

Gölbaşı’nda, 18. yüzyılın sonlarına doğru kimi kaynaklara göre ‘Amerikan Koleji’, kimi kaynaklara göre de, ‘Amerikan Konsolosluğu’ olarak faaliyet göstermesi için inşa edilen binanın tescil kaydının bulunduğu öğrenilirken, yaptıranın belli olmadığı, ancak şu ana kadar bilinen 100’e yakın varisinin olduğu belirtildi.

 

Üzerinde tasarrufta bulunamadığı için enkazı andıran bina, gündüz saatlerinde çocuklar için eğlence alanı ve çöplük olarak kullanılırken, geceleri de, alemcilerle balicilerin uğrak mekanı oluyor. Gölbaşı’nda yaşayan vatandaşlar, daha önce Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü yapan Yakutiye Belediye Başkanı Ali Korkut’a çağrıda bulunarak, söz konusu binayla ilgili olarak mutlaka bir adım atılmasını istediler. Mahalle sakinleri, “Kimileri bu bina için konsolosluk binası, kimileri de Amerikan Koleji diyor. Hangi amaçla yapıldığı ve kimin tasarrufunda olduğu bilinmiyor. Fakat geceleri bu binada hoş olmayan şeyler oluyor. Civarda ne kadar madde ve alkol bağımlısı varsa, bu alanda toplanıyor.” diye konuştular.

 

100’e yakın varisinin bulunduğu öne sürülen eski binanın yıkılması, ya da farklı amaçlarla değerlendirilmesini isteyen vatandaşlar, harabelere savaş açtığını belirten Başkan Korkut’a seslenerek, bu binayı da ortadan kaldırması talebinde bulundular.

 

Mahalle sakinlerinden Mustafa Tügen isimli vatandaş, yapımı yarım kalan binayla ilgili olarak ilerleyen günlerde Yakutiye Belediyesi’ne başvuruda bulunacaklarını bildirerek, “Binanın yarım kalması ve çirkin bir görüntü oluşturması bir yana, içi de çöplükten farksız durumda. Bununla birlikte geceleri civarda ne kadar alkol ve madde bağımlısı varsa, hepsi burada. Bazen sokağa çıkmaktan bile imtina ediyoruz. Bu enkazı buradan temizlemedikçe, insanların huzuru da sağlanmamış olunacak. Bu yüzden belediyeyi görev başına çağırıyoruz” şeklinde konuştu.

Erzurum Gazetesi, 23.04.2009

SİNAN'IN MİRASI, KÜLTÜRÜN KAPILARINI YENİDEN AÇIYOR

 

Mimar Sinan'ın son eseri olarak bilinen ve Yahya Kemal Beyatlı'nın meşhur dizelerini yazdığı Valide-i Atik Külliyesi, el sanatlarının yaşadığı ve gelecek kuşaklara aktarıldığı bir merkez olarak 25 Nisan'da yeniden kapılarını açıyor. Külliye içinde yer alacak Nakkaş Tezyini Sanatlar Merkezi; tezhip, minyatür, ebru, hat ve cilt gibi sanatları içeren süsleme sanatları konusunda önemli bir eğitim merkezi olarak sanatseverlerle buluşacak. Mimari ve kitap süsleme sanatlarını tek bir çatı altında buluşturan yapı, Osmanlı nakkaşhane geleneğinin küçük bir modeli niteliğinde. Açılışı 25 Nisan günü saat 14.00'te yapılacak tarihi merkez, hocaları ile verdiği eğitim faaliyetini devam ettirirken var olan tezyini sanatlar arşivini uzman kadrosu ve öğrencileri ile geliştirerek yayın çalışmaları da yapacak. Burada düzenlenecek sergi, seminer ve çeşitli etkinlikler sanatseverleri kültür şehri Üsküdar'da buluşturan ve adından söz ettiren önemli bir merkez olacak.

Sabah, 23.04.2009

SEIMAREH BARAJ ALANINDA İRAN'IN EN BÜYÜK KURTARMA KAZISI

 

 

İran Arkeolojik araştırmalar Merkezi (ICAR) İran’ın Ilam Bölgesi’nde yer alacak Seimareh Baraj Gölü havzası için büyük bir kurtarma kazıları projesi planlıyor. Sular altında kalacağı belirlenen kırk ayrı yerleşimin tümünde birden 23 Eylül 2009 tarihinden itibaren kazılara başlanacak. 2007 yılında yapılan ilk kurtarma kazıları sırasında baraj gölü havzasında değişik dönemlere ait yaklaşık 100 yerleşim tesbit edilmişti.


ICAR yöneticisi Mohammad-Hassan Fazeli-Nashli’nin açıklamasına göre baraj inşaatını yürüten şirketler üç sezon boyunca kurtarma kazılarının da sponsorluğunu kabul ettiler. Barajın inşaatı hemen hemen tamamlanmış ve normal koşullarda 2008 yılının sonunda işletmeye açılması gerekirken, kazıların gerçekleştirilebilmesi için su tutma işlemi üç yıl ertelendi.

 

Daha önce yapılan araştırmalar sırasında bölgedeki antik tabakalarda Mezopotamya etkisinin işaretlerine rastlanmış, bu etki ile ortaya çıkan Ubaid Dönemi kalıntılarına rastlanmıştı. Dört ayrı kısma ayrılan bu dönem MÖ 5600 – 3900 yıllarını kapsıyor. 

 

Aynı bölgede 2007 yılında İran Milli Petrol Şirketi tarafından yapılan petrol arama çalışmaları sırasında da bazı antik yerleşimler tahrip olmuştu. 

Tehran Times, 20.04.2009

KEÇİVAN KALESİ'NİN TURİZME AÇILMASI

 

 

Kars'ın Kağızman İlçesi'ne bağlı Tunçkaya Köyü'nde bulunan Keçivan Kalesi'nin turizme açılması isteniyor.

Tarihte birçok savaşlara sahne olan Keçivan Kalesi'nin içinde bir cami ve kilise bulunuyor. Günümüze kadar gelmiş olan kale talan edilirken kilise ve kalenin taşlarının sökülerek ev yapımında kullanıldığı bildirildi. Kalenin burçları ise ahır olarak kullanılıyor. Tarihi eser niteliğini taşıyan ve üzerinde insan figürleri bulunan resimli taşlar evlerin duvarlarında süs olarak kullanılıyor. Üç tarafı sarp kayalarla çevrili kalenin tek giriş kapısı Batı kısmında bulunuyor. Kale bu yüzden 'Tek Kapılı Kale' unvanına da sahip.


Keçivan Kalesi, Kağızman İlçesi'nin kuzeybatısında yer alan Aladağ'ın hemen eteğindedir. Eski sancak merkezi bir kaledir. Kaynaklar ve halk arasında Keçivan, Geçivan, Geçvan adları ile anılmakta olup, kalenin bulunduğu yerleşim yeri 1960 sonrası Tunçkaya Köyü olarak isim almıştır.

Pijen, Seffak, Efrasyab cenkleri hikayesinde adı geçerek anlatılan bu kalenin halk arasında 'Efrasyab'ın yaylaklarından olduğu' rivayet olunmuştur. MÖ 650-120, MS 16 yıllarında Aras boylarına yerleşen Saka Türklerinin padişahının adı İran destanlarında 'Turan Padişahı Efrasyab 'olarak gösterilirken Türklerce 'Alp-Er Tonga' olarak tanınmaktadır.

618 yıllarında Kars bölgesinde adı bilinen tek şehir 311'de Oğuzlardan Kamsarakam beylerinin malikanesi olacak olan bu Artageyra'dır (Keçivan). Bununla beraber adı geçen Arta-Kers Kalesi de (Kers Köyü) Kağızman'dadır. Her iki yer adının başındaki Artak, Artag, Arda sözlerinin Asyanik'lerden kalma veya Sakalara ait adların kökleriyle ilişkili olduğu sanılmaktadır.

Evliya Çelebi 1640 yılında Doğu'ya gerçekleştirdiği seyahatinde bu kaleyi (Geçivan-ı Dudman Kalesi) olarak tanıtmıştır. Evliya Çelebi, bin 200 kadar toprak örtülü evi, üç adet camisi, 40-50 kadar dükkanı, bir kale ağası ve 300 kale neferi olduğunu belirtmiştir. Kalenin doğu ucundaki sarp iç kale semtinde 12. sır Selçuklu tarzında yapılmış bir kümbet bulunmaktadır. Birçok kez saldırıya uğramış olan kale yıkılmış, tekrar onarım görmüştür.

Tek kapılı şehir diye adlandırılan üç tarafı uçurumlu, kayalıklar üzerine kurulu kale giriş kapısındaki yüksek hisarları ve surlarıyla ayakta olup Saka Türklerinin hükümdarı Alp Er Tonga'nın hatırasını yaşatmaktadır.

Kars Kent Haber, 22.04.2009








DÜNYA MİRASI GEÇİCİ LİSTESİ'NE TÜRKİYE'DEN 5 YENİ ALAN DAHA EKLENDİ





UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde 18 alanla yer alan Türkiye, listeye bu yıl 5 alan daha ekledi. Türkiye’nin Dünya Mirası Geçici Eserler Listesi'nde sahip olduğu eser sayısı 23’e çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın UNESCO’ya yaptığı başvuruda Afrodisias Antik Kenti, Sagalassos Antik Kenti, Çatalhöyük Neolitik Kenti, Perge Antik Kenti, Antik Likya Uygarlığı Kentleri yer aldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’nin zengin doğal ve kültürel değerlerinden 5 tanesinin daha Dünya Mirası Geçici Listesi’ne dahil edilmesi yönünde UNESCO’ya başvuruda bulundu.

 

Dünya Mirası Geçici Listesi'ne eklenen 5 alandan;  Afrodisias Antik Kenti Aydın’da, Sagalassos Antik Kenti Burdur’da, Çatalhöyük Neolitik Kenti Konya’da, Perge Antik Kenti Antalya’da ve Antik Likya Uygarlığı Kentleri Antalya ve Muğla il sınırları içersinde yer alıyor. Dünya Miras Listesinde yer alabilmek için önce Dünya Mirası Geçici Listesi’ne kabul edilmek gerekiyor.

 

UNESCO, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme kapsamında, insanlığın ortak mirasının belirlenmesi için Dünya Miras Listesi çalışmaları yürütüyor. Çalışmalar çerçevesinde, Dünya Miras Listesi ve Dünya Miras Geçici Listesi olmak üzere iki liste oluşturuluyor. Türkiye’den 9 adet kültür varlığı Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor. Söz konusu eserler: Göreme Milli Parkı ve Kapadokya Kaya Yerleşimleri, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, İstanbul’un Tarih Alanları, Hattuşa Hitit Başkenti, Nemrut Dağı, Hierapolis-Pamukkale, Xanthos-Letoon Safranbolu Şehri, Truva Arkeolojik Kenti.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başvurusunun kabul edilmesi ile birlikte Aphrodisias Antik Kenti, Sagalassos Antik Kenti, Çatalhöyük Neolitik Kenti, Perge Antik Kenti ve Antik Likya Uyarlığı Kentleri de Dünya Mirası Geçici Listesi’ne girdi, listedeki Türkiye’ye ait eser sayısı da böylece 23’e yükseldi. Bu alanların Dünya Miras Listesi'ne alınmasıyla ilgili uluslararası yükümlülükler kapsamında yönetim planlarının hazırlanması çalışmalarının sürdürüldüğü bildirildi.

 

Dünya Mirası Geçici Listesinde daha önceden bulunan alanlar:
 
1. Alahan Manastırı
2. Alanya Kalesi ve Tersanesi
3. Bursa ve Cumalıkızık Osmanlı Kentsel ve Kırsal Yerleşimleri
4. Edirne Selimiye Cami
5. Efes
6. Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri
7. İshakpaşa Sarayı
8. Karain Mağarası
9. Konya Selçuklu Başkenti
10. Mardin Eski Kent Merkezi
11. Selçuk Kervansarayları Denizli-Doğubeyazıt Güzergahı
12. St.Nicholas Kilisesi
13. St.Paul Kilisesi, St.Paul Kuyusu ve Çevresi
14. Sümela Manastırı
15. Diyarbakır Kalesi ve Surları
16. Ahlat Eski Yerleşimi ve Mezar Taşları
17. Güllük Dağı-Termessos Milli Parkı
18. Kekova

 
Dünya Mirası Geçici Listesine 2009 yılında eklenen alanlar:
 
1. Afrodisias Antik Kenti
2. Perge Antik Kenti
3. Sagalassos Antik Kenti
4. Çatalhöyük Neolitik Kenti
5. Antik Likya Uygarlığı Kentleri 

Turizm Gazetesi, 22.04.2009

DENİZLİ HÜKÜMET KONAĞI VE MİMAR CENGİZ BEKTAŞ HAKKINDA

 

Denizli'de Koruma Kurulu tarafından tescilli Hükümet Konağı'nın yıkılmak istenmesi ve yerine yeni hükümet konağı, müze binası ve çevre düzenlemesi konusu gündeme gelince kentin sahip olduğu kültürel miras örneklerinin geçmişte nasıl yok edildiği de gündeme geldi.
 

Denizli'de geçmişte süregelen bir 'vandalizmin' şimdilerde de hala devam etmesi bir mimar ve kültür adamı olarak beni rahatsız ediyor.




Halkevi ve Eski Hükümet Konağı


Ayakta kalan birkaç mimari, tarihi ve kültürel mirasın korunması gerekirken, bizzat resmi eller tarafından sanki 'YIK-YAP-SATÇI' anlayışla tescilli yapıların tehdit edilmesi, tescilli sivil mimari örneklerin (Hulusi Oral Evi, Spor Salonu arkasındaki Kuyumcu Evi gibi) kaderine bırakılması beni üzüyor. Bunlarla ilgili yapılması gerekenleri defalarca resmi makamlara iletmemize karşın olası bir yıkımı ve yangını beklemeleri Denizli'ye ve yönetenlerine yakışmıyor.

 

İçinden çıkmış sözüm ona kültür adamlarının bu resmi makamlara 'şirin görünme' ya da onlardan 'iş alma' gerekçesi ile kültür kıyımına araç olmaları işin daha vahim tarafı.


Son zamanlarda mimar/şair Cengiz Bektaş'ın Tescilli Hükümet Konağı hakkındaki '...yurt binası olarak yapılmıştır. Sonradan valilik binasına dönüştürülmüştür. Tarihi, mimari bir değeri yoktur. Depreme dayanıksızdır. Çürüktür. Yıkılmasında sakınca yoktur. Önündeki Atatürk Anıtı kalmalıdır...' şeklindeki, vali tarafından 3 Nisan 2009 tarihinde Mimarlar Odası Denizli Şubesi'nde okunan raporu ile Denizli'nin nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğu bir daha ortaya konmuştur.




Hükümet Binası, bugün


Denizli'nin cefasını değil, sefasını süren bu 'Denizlili' ünlü şahısla kişisel bir husumetim yoktur. Hatta bir şair olarak bazı şiirlerini beğenirim de. Ama ne yazık ki Denizli'de yaptığı bir çok yapısının yerinde eskiden tarihi, mimari, değerli kültür mirası yapılarımız vardı. Kendisi bunların yıkılmasına ses çıkarmamış, hatta görmezden gelmiştir. 1934 doğumlu bir mimar olarak Çaybaşı Caddesi kenarında eski Denizli evleri dokusu oluşturan sokağın yok oluşunda bir tepkisini göremezsiniz.

 

Dahası bu şahsın, 'korumacı', 'kültür adamı' kimliği ile yaptığı yapılara şöyle bir bakarsak, mimarı olduğu şimdiki Merkez Bankası ve Cumhuriyet Parkı yerinde eski Enfes Hükümet Konağı ve Halkevi -Yurt-Binası bulunuyordu. 1927'de Denizli Esnafı ve Tabakları tarafından kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ve tek Denizli İktisat Bankası'nın özgün mimarili yapısının yıkılmasına göz yumarak yerine 7 katlı brüt beton banka binasını (İktisat Bankası) diken de bu şahıstır. Eski Denizli Vali Konağı, Belediye Binaları vb. gibi mimari değer taşıyan yapıların yok oluşunu sayın Bektaş hep 'uzaktan seyretmiştir'. Tarihi Bayramyeri için çizdiği projede yine tarih, mimari miras ve kültürel doku yok sayılmış, proje uygulandıktan bir yıl sonra yapılar belediye başkanı Ziya Tıkıroğlu tarafından yıktırılmış, geri kalanı ise 2008 yılında belediyece yıkılmıştır. Bu konuların hukuki bir yaptırımı olmayabilir. Ama 'kültür adamı', 'aydın' ve Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu üyesi biri olarak bu tür kültürel kıyımlara bir nevi aracı olması meslek etiğine aykırıdır.




Denizli Merkez Bankası, 1971 - 73




Denizli İktisat Bankası


Bu mimarın 1999 - 2004 Dönemi Denizli Belediyesi Danışman Mimarı olduğu süreçte kentteki tek Selçuklu Yapısı olan Ulu Cami'nin yıkılması, yıkıldıktan sonra da bu görevini sürdürmüş olması sadece rastlantı mıdır? Ulu Cami'den sonra şimdi sıra Tescilli Hükümet Konağı'nda mıdır? Daha sonra sıra Gazi İlk Mektebi'ne mi gelecektir? Kentte yaşayan birisi olarak kaygı duymaktayım. Bektaş'ın bunlara da yanıt vermesi gerekir... Tek tek, sindire sindire Denizli'deki kültürel varlıkların, tarihi ve mimari eserlerin yok edilmesine karşı durmayı mesleğinin etik kurallarına bağlı bir mimar olarak görev sayıyorum.




Eski Denizli İktisat Bankası'nın şimdiki yerinde bulunan diğer banka


En son Denizli Hükümet Konağı binasının tescilinin kaldırılması, yıkılması konusunda bu şahsın 'ehil' gösterilmesi bizi üzen son olaydır. Çürüksu Vadisi'nde yer almış, etrafı antik kentlerle çevrili, bir ulaşım ağı kavşağında yer alan, kültürlerin, turizmin, tarihin odağı Denizli'de olası yanlış yönlendirmelerin önüne geçmek için bu açıklamayı gerekli buluyorum. Denizli'nin her tür sorunlarına çarenin uzaklarda değil kendi içinde olduğunu da belirtmek istiyorum

Denizli Gazetesi, Yazı: Süleyman Boz, 21.04.2009

KÜLTÜR TURİZMİNDE ATAK

 

Muğla Yatağan’da Kaymakam Şehmus Günaydın ve CHP’li Belediye Başkanı Hasan Haşmet Işık, Stratonikeia ve Lagina antik kentlerini turizme kazandırmak amacıyla restorasyon ve kazı çalışmaları başlattı, tanıtım gezisi düzenledi.

Geziye vali yardımcıları Recep Yüksel, Mestan Yayman ve Faruk Bekarlar, İl Kültür ve Turizm Müdürü Murat Süslü, TÜRSAB Bodrum Yönetim Kurulu Üyesi Sevinç Gökbel, Bodrum Otelciler Birliği Başkanı Halil Özyurt ile çok sayıda Yatağanlı katıldı.

Stratonikeia Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, antik kent hakkında katılımcılara geniş bilgi verdi. Söğüt, antik kentlerin yollarının kötü durumda olduğunu vurguladı, "Düzeltmek için anıtlar kuruluna başvurduk. Sorunu en kısa zamanda çözeceğiz" dedi.

Kaymakam Günaydın ise Stratonikeia’nın dünyanın en büyük antik kentlerinden olduğuna dikkat çekti, "İlçemizin tanıtımına çok büyük katkıları olacağına inanıyoruz. Gladyatörler şehri olan Stratonikeia’da başlatılan restorasyon ve kazı çalışmalarını aralıksız sürdürüp burayı kültür turizminin hizmetine açacağız" diye konuştu.

Hürriyet, 21.04.2009

ESKİ ERMENİ MEZARLIĞI ÜZERİNE OKUL İNŞAATI





Gevaş İlçesi Aydınocak Köyü’nde bulunan ve Ermeni mezarlığı olarak bilinen bölgeye 5 derslikli ilköğretim okulu ve lojman yapılması için çalışma başlatıldı. Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından ihalesi yapılan okul inşaatının 3 gün önce başlayan temel kazı çalışmaları sırasında çok sayıda insan kafatası ve kemiği ortaya çıktı.

Kafatası ve kemiklerin bir bölümü, kazı işinde çalışanlar tarafından toplanırken, çoğu da hafriyatla birlikte yakındaki bir çukura döküldü. Bölgenin Ermeni mezarlığı olduğunun bilindiğini belirten köylüler, buraya okul yapılmasını doğru bulmadıklarını belirtirken, Gevaş Kaymakamı Tahsin Aksu, bölgenin mezarlık olduğu yönünde her hangi bir kayıt bulunmadığını, savcılık ve jandarmaya inceleme yaptıracağını söyledi.

Gevaş İlçesi’ne 35 kilometre uzaklıkta bulunan Aydınocak Köyü’nde Ermeni mezarlığı olarak bilinen bölgeye okul yapılması kararı alındı. 3 gün önce başlayan kazı çalışmalarında müteahhit firma işçileri beklemedikleri bir manzarayla karşılaştı. İş makinelerinin kazdığı her yerden insan kafatası ve kemikleri çıkmaya başladı. Köylüler ve işçiler kazıdan çıkan bazı kafatası ve kemikleri toplarken, birçok kafatası ve kemiğin de hafriyatla birlikte okul temelinin yanındaki boşluğa döküldüğü belirtildi.

Köy merası olarak tahsis edilen ve herkes tarafından Ermeni mezarlığı olduğu bilinen bölgeye okul yapılmasına köylüler tepki gösterdi. Köylüler 200 yıldan beri bu köyde yaşadıklarını belirterek şöyle dedi:

“Mezarların taşlarının çoğu tahrip edilmiş. Kimileri de bu taşları evlerinin duvarlarında kullanmışlar. Şimdi bu bölgede okul için kazı yapılıyor. Daha derine inilirse daha çok kafatası ve kemik çıkar. Buranın bir Ermeni mezarlığı olduğunu biliyoruz. Biz üzülüyoruz. Kim olursa olsun mezhebi, dini ne olursa olsun burası tarihtir. Turizm amacıyla kullanılabilirdi. Her kepçe darbesinde kemik çıkıyor. Tabii ki mezarlık üzerine okul yapılması saygısızlıktır. Köy merası olduğu için de, köyün neye ihtiyacı varsa bu arazinin üzerine yapılıyor. Okul buraya değil eski okulun yerine yapılabilirdi.”

Gevaş Kaymakamı Tahsin Aksu, okul yapılan bölgenin köy merası olduğunu ve orada mezarlık bulunduğuna ilişkin herhangi bir bir bilgi ve belgenin olmadığını söyledi. Kaymakam Aksu, jandarma ve savcılığın inceleme yapmasından sonra mezarlık gibi bir durumun söz konusu olması halinde gerekli işlemlerin yapılacağını söyledi.

Radikal, 21.04.2009

KARACA MOZAİĞİ SERGİLENİYOR





Malatya'da bir tarlada bulunan Roma dönemine ait karaca motifli taban mozaiği tablo haline getirilerek Malatya Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.

Doğanşehir İlçesine bağlı Güneydoğru Köyü'nde eski Doğanşehir Belediye Başkanı Hanifi Bayram'a ait tarlada bulunan Roma dönemine ait otlayan karaca motifli taban mozaiğinin onarımı Malatya Müzesi'nde tamamlanarak, sergilenmeye başlandı.

Otlayan karaca motifli Roma mozaiğinin sergilenmesi nedeniyle Malatya Müzesi'nde bir tören düzenlendi. Törene Vali Yardımcısı İnci Sezer Becel, Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, Malatya Baro Başkanı Selahattin Sarıoğlu, Malatya Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Şevket Keskin, Doğanşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaman, eski Doğanşehir Belediye Başkanı Hanifi Bayram ile kalabalık bir topluluk katıldı.

Malatya Müze Müdürü İzzet Esen, "Karaca motifli taban mozaiğimizi 2007 yılındaki kazı ile müzemize kazandırdık. Bu mozaiğin önemli bir bölümü define arayıcıları tarafından tahrip edilmiş. Malatya ve Malatya Müzesi önemli bir esere kavuştu. Mozaiğinin onarımı esnasında Malatya Müzesi personeli de bu alanda kendilerini geliştirdiler. Artık bu alanda yetişmiş elemanlarımız bulunmaktadır" dedi.


Eski Doğanşehir Belediye Başkanı Hanifi Bayram ise, babasını tarlasında bulunan mozaiklere zamanın da müdahale edilememesinden dolayı üzüntülü olduğun belirterek, Doğanşehir'in tarihi bir ilçe olmasına karşın, bu özelliğini günümüze yansıtamadığını kaydetti.

Malatya Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay ise mozaiğin müzede sergilenmesine kadar emeği geçen herkese teşekkür ederek, 2007 yılının kasım ayında kazı çalışmalarına başlanan mozaiğin kazı çalışması sonunda müzeye getirildiğini, 2.5 aylık restorasyon çalışması sonunda MS 4. yüzyıldan kaldığı tahmin edilen mozaiğin teşhire hazır hale getirildiğini belirtti.


Vali Yardımcısı İnci Sezer Becel ise, turizm denince akla sadece denize giren turistlerin gelmemesi gerektiğini belirterek, kültür ve tarih turizmine de önem verilmesi gerektiğini kaydetti. Yapılan konuşmalardan sonra otlayan karaca motifli mozaik tablosunun açılışı yapıldı.

Müze Müdürü İzzet Esen, "Burada özellikle işçilik konusunda biz Zeugma etkisini görüyoruz. Muhtemelen Zeugma'daki ustaların etkisini ya da oradan gelmiş ustaların buradaki çalışmaları olabilir. Hemen hemen Zeugma ile aynı tarihe sahip. Zeugma ile eşdeğer nitelikte olabilecek bir taban mozaiği" şeklinde bilgi verdi.

Malatya Kent Haber, 21.04.2009

TARİHİ YARIMADA'NIN ÇEHRESİ DEĞİŞİYOR





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ‘Sur-u Sultani’ olarak bilinen, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı ve Sirkeci Garı’nı da içine alan tarihi yarımadada yapılacak düzenlemeleri Milliyet’e anlattı

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Aya İrini ve Ayasofya’da artık gelişigüzel konser ve sergi düzenlemesi yapılmasına izin vermeyeceklerini belirtti.


Günay, “Aya İrini, Topkapı ve Ayasofya’yı küçük kokteyller yapma mekanı olmaktan kurtaracağız. Çok özel organizasyonlar, devlet için prestij konusu olan etkinliklerin açılışlarında kullandıracağız. Belki yılda bir defa olacak bunlar. Aşağıda koğuş binası var. Orayı boşaltıp bir dinleti salonu yapacağız. Aya İrini ve Ayasofya’nın, amatör, küçük toplantı ve sergi salonu olarak kullanılmasını önleyeceğiz” dedi.


İstanbul’un ‘Sur-u Sultani’ olarak bilinen, Topkapı Sarayı, Gülhane Parkı ve Sirkeci Garı’nı da içine alan tarihi yarımadasında kalan binalarla ilgili olarak, Günay’ın Milliyet’e yaptığı açıklamalar şöyle:
“Topkapı Sarayı içinde ayrı mekanlarımız var. Matbaa, lise, Zührevi Hastalıklar Hastanesi, eski Gülhane Hastanesi, TSK’ya ait depolar Topkapı Sarayı için yeni mekanlar olacak. Buralar depo ve sergi alanı için kullanılacak. Matbaa boşaltıldı. Bir kısmı Rölöve Müdürlüğü olarak kullanılırken, bir bölümünde ise saltanat arabaları sergilenecek.


Matbaa Lisesi bu yıl sonunda boşaltılıyor. Gülhane hastaneleri bir yeme içme mekanı ve müze deposu olarak kullanılacak. Kara Kuvvetleri’nin kullandığı deniz tarafındaki depolar var, onlar da fazla gecikmeden çıkacak. Ben görüşmelerini Genelkurmay Başkanımızla yaptım. Binalar tarihi mekan. Sarayın tüm depo ihtiyacını görecek büyüklükte. Prensip olarak onay verdiler. Konyalı Restoran, sarayın tam içinde uygunsuz bir mekan. Oradan çıkarmak için arayışlarımız sürüyor. Orayı da sergi mekanı ve depo olarak kullanacağız.

Darphane binaları, sanayi arkeolojisi ve başta sikkeler olmak üzere Arkeoloji Müzesi için bir sergi alanı olacak. Kafeteryalarla da destekleyerek bir dinlenme alanı olabilir diye düşünüyoruz. Harabe görüntüsü var ama çok çabuk ayağa kaldırabiliriz burayı.


Darphane binalarıyla ilgili olarak fikir çalışmasını Türkiye Seyahat Acentaları Birliği’yle (TÜRSAB) beraber yapıyoruz. TÜRSAB koordinatörlük yapıyor, sonra ana sponsor olacak.


Onlar bir gelir elde etmeyecek. Amaç ziyaretçi sayısını artırmak. ‘Tarih Vakfı çıktı, TÜRSAB girdi’ eleştirisine katılmıyorum. Çünkü burayı bir işletmeye vermiyoruz. Buranın restorasyonu için sponsor bulacak. Belki içinde bir kafetarya işletecek. Ama gelirini buraya harcayacak. 18 yıldır lojman olarak kullanılan, mezbelelik haline getirilmiş olan 1. avludaki karakol binasını, şimdi restore ettiriyoruz. Burayı pastane, dinlenme alanı yapıyoruz. Arkasındaki tarihi alanı da ortaya çıkaracağız. Burayı Uluslararası Kongre İşletmeciliği (UKTAŞ) şirketine sponsor olarak verdik. Bakanlığımız da bu kuruluşa ortak. UKTAŞ da, Feriye Restoranları’na tesisi işletmesi için verdi. 8 yıllığına. Yıllık 264 bin lira artı KDV’ye verdik.


Burası bir çöplüktü. Her odada tuvalet vardı. ‘Burada ne oluyor’ diyenlere buranın eski halini hatırlatmak lazım. Tarihi mekanı aslına uygun ayağa kaldırıyoruz. Bakanlığımız burada para harcamıyor ama gelir elde edeceğiz. Gecekondular vardı arkasında. Onların hepsini yıktık. Düşünebiliyor musunuz, sarayın bahçesinde gecekondu vardı. İnanılacak gibi değil.”

Zührevi Hastalıklar Hastanesi’nin boşaltıldığını anlatan Günay, şöyle devam etti:
“Büyük bir dertti benim için. Sarayın bahçesinde hastane vardı. Orayı butik otel yapmayı planlıyoruz. Tren hattı da kalkınca saray tamamen aslına dönecek. Ana caddeden girişi de olan farklı bir alan. Okulun olduğu mekanı konservasyon atölyelerini taşıyacağız.”

Arkeoloji Müzesi’ni etrafındaki tarihi binalarla büyütmek istediklerini söylen Günay, “1 milyonun üzerinde eser var. Var olan alanları da sağlıklı hale getireceğiz. Arkeoloji Müzesi çok özel bir mekana sahip. Dünyada bir başka eşi yok. Darphane binalarından yeni teşhir alanı vereceğiz. Darphane binaları ile Arkeoloji Müzesi aynı kotta. Aynı yürüyüş güzergahı üzerinde” dedi.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, Fotoğraf: Murat Öztürk, 21.04.2009

KRAL KAYA MEZARLARI TURİZME HAZIR

 

 

Kültür turizminde marka olma yolunda emin adımlarla yürüyen Amasya'da 2008 yılında 95 bin 828 turist konakladı, yatırım ve restorasyon çalışmaları için 4 milyon 826 bin 235 lira harcandı.


Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın kültür turizminde marka kent olma yolunda pilot seçtiği illerin başında gelen Amasya'da 2004 yılı ile 2007 yılı arasında yükselen bir grafik izleyen konaklayan turist sayısı 2008 yılında düşüş yaşadı. 1007 yılında 163 bin yerli ve yabancı turistin konakladığı kentte 2008 yılında 95 bin 828 turist konakladı.


Ayrıca 2008 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İl Özel İdaresi kaynaklarından yatırım ve restorasyon çalışmaları için Harşena Kalesi Kral Kaya Mezarları'nın onarımı, Müzenin onarımı ve çevre düzenlemesi, İl Kültür Müdürlüğü hizmet binası onarımı, Merzifon Kültür Merkezi onarımı, sokak sağlıklaştırma ve çevre düzenlemesi, tarihi eser kazı çalışmaları, Amasya maketinin yapılması, kalenin ışıklandırılması, tanıtım çalışmaları, eski evlerin onarımı, Cilanbolu tünelinin temizlenmesi ve Amasya'nın markalaşma imaj çalışmaları için toplam 4 milyon 826 bin 235 lira harcanırken, bunların içerisinde en yüksek rakam olan 2 milyon 967 bin 838 liralık harcama ile Harşyena Kalesi Kral Kaya Mezarları'nın onarımı geliyor.

Amasya Kent Haber, 20.04.2009

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA DARBE

 

Karaman'ın Ermenek İlçesi'nde jandarmanın gübre yüklü bir kamyonette yaptığı aramada kadın ve erkek figürü bulunan tarihi kabartma lahit ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma timleri sabaha karşı 04.00 sıralarında Ermenek Çamlıca Köyü arasında gübre yüklü 33 UL 647 plakalı kamyoneti durdurdu.

 

Kamyonetin içinde ve kasasında arama yapan timler gübrelerin arasına saklanmış 1 metre 35 santim yüksekliğinde ve 30 santim eninde kadın ve erkek figürü bulunan kabartma lahit ele geçirdi.

Jandarma kamyonette bulunan H.Ö. (54), M.Ö. (29), A.K. (42) ve E.K.'yi (39) gözaltına aldı. Daha sonra savcılığın izniyle şahısların evlerinde de arama yapan timler 2 adet ruhsatsız av tüfeği, 1 adet dinamit lokumu, 1 adet 7.65 çapında ruhsatsız tabanca ile bu tabancaya ait 9 mermi ve 1 adet fil kabartmalı küçük figür buldu.

 

Şahısların lahdi sit alanı olan Çamlıca Gökçe Ören yerinden buldukları öğrenildi. Karaman Müzesi'ne teslim edilecek olan kadın ve erkek figürü bulunan tarihi kabartma lahdin geç Roma Dönemi'ne ait olduğu bildirildi.

 

Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Karaman Kent Haber, 21.04.2009

ARKEOMETRİ ARKEOLOJİNİN YARDIMCISIDIR

 

İnsanoğlunun geçmişinin araştırılmasında arkeologlar çok çeşitli soruları yanıtlamaya çalışırlar. Eldeki verilerin incelenmesi, hangi döneme ait buluntulara ulaşıldığı, hangi materyalin alet yapımında kullanıldığı, nereden getirildiği, toplumların yaşam biçimleri ve daha birçok sorunun yanıtlarına ulaşmak pek de kolay değildir. 1950’li yıllarda başlayan arkeometri çalışmaları sayesinde, buluntuların kesin tarihlerinin ortaya çıkarılması ve kimyasal analizlerinin yapılarak hangi madenlerin kullanıldığının anlaşılması gibi birçok problem çözülmeye başlandı.


Arkeometri Yüksek Lisans ve Doktora bölümü Öğretim Görevlisi Ay Melek Özer ve Arkeometri Anabilim Dalı Başkanı Asuman Günal Türkmenoğlu, Türkiye’nin tek arkeometri bölümüne sahip olan ODTÜ’de, 7-8-9 Mayıs tarihlerinde düzenleyecekleri 1’nci ODTÜ Arkeometri Çalıştayı’nı ve Türkiye’de arkeometri çalışmalarının nasıl başladığını gazetemize anlattılar.

Arkeometri nedir, arkeolojiyle nasıl bir ilişkisi vardır ve hangi bilim dallarını kapsar?
Ay Melek Özer: Arkeometri, Oxford Üniversitesi’nden bir grup tarafından üretilmiş. Arkeometri sentetik bir kelime; arkeo ve metri kelimelerini birleştirmişler. ‘Arkeo’yu, arkeolojiden, ‘metri’yi de ölçüm sistemlerinden almışlar ve arkeometri adını vermişler. Aynı Oxford grubu arkeometri sözcüğünü ise kullanmıyor artık. İngilizce; ‘Archaeologic Science’ olarak kullanıyorlar ancak bunu Türkçe’ye çevirdiğimizde ‘Arkeoloji Bilimi’ demeniz gerek; o zaman da arkeologlar; “arkeoloji zaten bilimdir” diyerek itiraz ediyorlar. “Bilim Bilimi” gibi bir tanım olmayacağı için biz arkeometri demeye devam ediyoruz. Arkeometrinin içine arkeologlara yardımcı olan fen ve doğa bilimlerinin tümü giriyor; fizik, kimya, biyoloji, matematik, istatistik, mühendislik fakültesine bağlı bütün bölümler, inşaat, maden, makina, metalurji, jeoloji, kimya mühendisliği. Kullanılan bütün bilimler ve araştırmalar arkeolojik buluntulara uygulanıyor ve ortaya arkeologlara yardımcı bilgiler çıkıyor. Son olarak, arkeologlarla birlikte yapılan tartışmalar sonucunda bilgiler yazılı hale getiriliyor.


Arkeometri çalışmaları Türkiye’de ne zaman ve kimin öncülüğünde başladı?
Ay Melek Özer: 1980’de, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Ufuk Esin, Prof.Dr. Halet Çambel, Prof.Dr. Bahadır Alkım ve Prof.Dr. Handan Alkım ile ODTÜ Kimya Bölümü’nden Doç Dr. Olcay Birgül ve Fizik Bölümü’nden Prof.Dr. Yeter Göksu arkeometri çalışmalarının nasıl yürütülebileceği üzerine fikir alışverişinde bulunuyorlar. Bu ekip yaptıkları ilk tartışmalar ışığında Arkeometri Çalışma Grubu’nu kuruyor. Çalıştayımızı ithaf ettiğimiz Prof.Dr. Ufuk Esin arkeolojinin, doğa ve fen bilimlerinden nasıl yararlanabileceği üzerine ilk kafa yoran ve bu çalışmayı başlatan kişidir.


Arkeometri Çalışma Grubu TÜBİTAK-ODTÜ işbirliğinde 1992’ye kadar çalışmalarını sürdürdü. Birçok okuldan akademisyenlerin katılımıyla grubun çalışmaları her sene toplantılarla ve çalışmaların yayınlanmasıyla devam etti. İlk arkeometri çalışmalarının sonuçları ise 1979’da, İkiztepe, Çayönü, Tepecik -Güneydoğu- kazılarında ortaya çıkan verilerden elde edildi. ODTÜ’nün yürüttüğü Keban Kurtarma Kazıları Projesi’nin de Türkiye arkeometri çalışmalarına katkısı vardır. Ufuk hanımla bizlerin, farklı dallardan arkadaşların ilk teması o zaman başlamıştır.

ODTÜ’nün arkeolojiye olan ilgisi nereden geliyor?

Ay Melek Özer: ODTÜ’de arkeoloji bölümü olmamasına karşın, ODTÜ’nün arkeolojiye olan ilgisi 1960’larda başladı.


Dönemin Rektörü Kemal Kurdaş, ODTÜ yerleşkesi içinde ve hemen dışında bulunan Frig, Hellen, Roma kalıntılarının kazılmasına öncülük etti. Yalıncak, Koçumbeli, Ahlatlıbel ve Gençlerbirliği (kurtarma) kazıları buluntuları da yerleşke içerisinde bulunan ODTÜ Müzesi’nde sergileniyor. ODTÜ, yerleşkesi içinde kendi müzesi olan sayılı okullardandır. 1990’daysa arkeometri çalışma grubunun olgunlaşmasıyla birlikte eğitim yapmaya karar verdik.


ODTÜ Arkeometri Ana Bilim Dalı ise 1990’da, Fen Bilimleri Enstitüsü’ne bağlı olarak kuruldu; yüksek lisans eğitimi vermeye başladık ve geçen sene de doktora eğitimine başladık. Bölümümüz, Kültür Bakanlığı’nın her sene düzenlediği Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu’na da arkeometri seksiyonu altında katılıyor.

Evrensel, 20.04.2009

YENİSİNİ YAPMAK DAHA KOLAY GELMİŞ

 

Malatya’nın Darende İlçesi Tohma Çayı üzerinde bulunan bin 450 yıllık tarihi Nadir Köprüsü yıkıldı. Üstelik yıkımı yapan da Karayolları Bölge Müdürlüğünün ihaleyi verdiği taşeron şirket… Tarihi Nadir ve Uzunok Köprülerinin karayolları 8. bölge müdürlüğü tarafından 2 yıl önce restorasyonu için çalışmalara başlanmıştı.


Darende İlçesinde Tohma ırmağı üzerindeki ayakta kalan Nadir, en eski köprü. Nadir ile aynı ırmağın üzerinde yer alan Uzunok ise ilçedeki en uzun köprü. 2 köprünün de kapsamlı bir onarımdan geçirilmesi beklenirken, Tarihi Nadir Köprüsü tamamen yıkılarak yeniden yapıldı.
karayolları genel müdürlüğünün 2007 yatırım programına aldığı köprülerin restorasyon çalışmaları ise ihale yapıldıktan 20 ay sonra başladı.

Köprülerin onarım ihalesini alan Öz-Ba inşaat Yetkilisi Cemil Özer restore çalışmalarına başlandığını köprülerin aslına uygun olarak yenileneceğini söylemişti. Köprülerin tahribata uğradığı ve birer gözlerinin kapandığını ifade eden Özer, yapacakları çalışma ile her iki köprüyü de restore ederek yok olmalarını önleyeceklerini söylemişti. Ancak tüm bunlar sadece sözde kaldı ve kendi elleriyle köprüyü yıkarak yenisini yaptılar. Bu da yetmezmiş gibi yeni yapılan köprünün yanı başında araçların ve okula gitmek için çocukların geçmek zorunda olduğu yol tehlike saçıyor. Sadece demir iskeletlerin olduğu geçici köprü, insan hayatını tehdit ediyor.

Evrensel, 20.04.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU: 3 GÖZALTI

 

Denizli'de, iki ayrı tarihi eser operasyonunda çok sayıda tarihi eser ele geçirilirken, üç kişi de gözaltına alındı.

 

Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'nca, kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığına yönelik çalışmalar sonucunda, merkez Başkarcı bölgesinde Z.D. isimli şahsın elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı haberi alındı. Z.D. isimli şahsın faaliyetinin delillendirilmesini müteakiben adli makamlardan alınan arama kararıyla adı geçen şüpheli ve tarihi eserleri ele geçirmek üzere operasyon düzenlendi.

Operasyonda, Z.D. yakalanırken, aracında yapılan aramada 323 adet sikke ele geçirildi.

 

Sarayköy İlçesi'ne bağlı Sığma bölgesinde de Ü.Ş. ve H.H.Ş. isimli şahısların ellerinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradıkları tespit edildi. Bunun üzerine yapılan operasyonda, şahısların üst ve araçlarında yapılan aramada 800 adet sikke ve bir adet toprak testi ele geçirildi.

 

Her iki olayda ele geçirilen toplam bin 123 adet sikke ve bir toprak testi Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Z.D., Ü.Ş. ve H.H.Ş. isimli şahıslar ifadelerinin alınmasının ardından adli makamlara sevk edildi.

Denizli Kent Haber, 20.04.2009

125 YILLIK TARİHİ TİYATRO KÜL OLDU

 

Kanada'nın Ontario eyaletinde 19'uncu yüzyıldan kalma tarihi yaz tiyatrosu, yangında kül oldu.

Jackson's Point Köyü'nde bulunan tiyatro, 1883 yılında çiftlik binası olarak iki ana duvarının dışında tamamen ağaçlardan inşa edildi ve 1949 yılından itibaren yazlık tiyatro olarak kullanıldı.

Tarihi Kızıl Çiftlik Tiyatrosunda 60 yıldır her yaz kültürel etkinlikler düzenleniyordu.

Çevre sakinleri, yangının başlamasıyla tüm binayı sarmasının sadece dakikalar aldığını, itfaiye ekiplerinin ''yapabilecekleri fazlaca bir şey olmadığını'' söylediler.

Jackson's Point Köyü'nün bağlı olduğu Georgina Belediye Başkanı Rob Grossi, ''Bu tiyatro, bölgemizi ayakta tutan en önemli unsurdu. Üzüntümü ifade edecek kelime bulamıyorum'' dedi.

Sabah, 20.04.2009

ENEZ KALESİ ONARIM BEKLİYOR

 

Edirne'nin Enez İlçesi'ndeki tarihi kale ve içerisinde yer alan Ayasofya Camii, onarım bekliyor.

 

MÖ 7. yüzyılda yapılan Enez Kalesi, 1971 yılında İstanbul Üniversitesi Doğal Varlıkları Koruma Kurulu tarafından korunmaya alınmıştı. Tarihi kale zaman zaman yapılan tadilatlarla bugüne kadar ayakta kalmayı başardı.

 

Edirne'nin en eski tarihi eseri olan Enez Kalesi, yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı oluyor. Ancak, yaz sezonunun yaklaşması nedeniyle gelecek turistlerin kaleye yapacakları gezilerde, göze hoş olmayan görüntüler var.

 

Kalenin içinde bulunan Ayasofya Camii onarımı için geçen yıl Turizm Bakanlığı'ndan çıkarılan 300 bin TL yardımın akıbeti merak konusu oldu. Vatandaşlar, kale ve caminin bir an önce bakımdan geçirilmesini istiyor.

Edirne Kent Haber, 20.04.2009

DOKUZ MİLYON YIL ÖNCESİNE YOLCULUK





Muğla’da dokuz milyon yıl öncesine ait zengin fosil yataklarının bulunduğu Özlüce Kazı Alanı, açık hava müzesine dönüştürülüyor. Turolian Park iki ay sonra ziyarete açılacak. Zürafa, at, domuz, fil, gergedan ve sırtlan fosillerinin yer alacağı müzede, patika yollar ve seyir tepeleri bulunacak. Çalışmaları yürüten Antropolog Prof.Dr. Berna Alpagut, seyahat acentelerine çağrıda bulunarak parkın tur programlarına alınmasını istedi.

Muğla’nın Özlüce Köyü Kaklıca Tepesi yakınlarında, 1993 yılında ateş yakmak için çukur açan çobanlar fosiller buldu. Sonrasında kazı alanına dönüştürülen bölgede dönemin Valisi Lale Aytaman’ın talimatıyla başlayan çalışmalar devam ediyor. Dokuz milyon yıl öncesindeki Turolian dönemine ait zengin fosil yataklarının bulunduğu Özlüce Kazı Alanı’nda, Muğla Müze Müdürlüğü’nün sorumluluğunda ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Antropolog Prof.Dr. Berna Alpagut başkanlığında yürütülen kurtarma çalışmalarında, yüzey incelemeleri sonucu yedi bin metrekarelik alanda üç ayrı fosil yatağı tespit edildi. Kazılarda zürafagiller, boynuzlugiller, gergedangiller, hortumlu memeliler, domuzgiller, atgiller ve etçilere ait fosillerle çok sayıda bitki fosili gün ışığına çıkarıldı.


Fosiller Muğla Müzesi’nde oluşturulan “Dr. Lale Aytaman Doğa Tarihi Seksiyonu” salonunda sergilenmeye başlandı. Ayrıca geçen yılın ilk günlerinde Muğla Valiliği’nin girişimleriyle bölgede açık hava müzesi kurulması
kararlaştırıldı.

Muğla Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nin işbirliğinde yürütülen Muğla Müzesi sorumluluğundaki projeye, İl Özel İdaresi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı da destek verdi. Turolian Park’ın ilk etabı geçen yıl kasım ayında tamamlandı. Kazıların sürdüğü alanda patika yollar oluşturuldu, seyir tepeleri yapıldı. Ziyaretçilerin fosillere zarar vermeden kazı çalışmalarına da tanıklık etmesi amaçlandı. Ancak yoğun yağış nedeniyle çevre düzenlemeleri tamamlanamadı. Haziran ayına kadar çevre düzenlemesinin tamamlanması, parkın tel örgülerle çevrilmesi ve fosillerin canlı halini yansıtan maketlerin yerleştirilmesi planlanıyor.

Çalışmaları yürüten Prof.Dr. Alpagut, ilk çıkan fosillerin sert yapı içinde korunduğu için hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşabildiğini söyledi. Bunların üzeri özel bir maddeyle kaplandıktan sonra Muğla Müzesi’nde oluşturulan salonda sergilendiklerini belirtti: “Ziyaretçiler fosillerin çıkarıldığı bölgeleri de gezmek istiyor. Turolian Park, eko turizm açısından önemli bir proje. Uygarlıkları görmeye gelen turistlere doğa mirasımızı gösterecek bir açık hava müzesi yaptık. Bulduğumuz fil, gergedan, zürafa, sırtlan, at ve domuz gibi omurgalı hayvan türleri bize Muğla bölgesinin 8- 10 milyon yıl önce günümüzden daha sıcak, yağışlı bir iklime, ormanlık alanlar ve geniş otlaklara sahip olduğunu gösteriyor.” Prof.Dr. Alpagut, fosil maketleri için sponsor aradıklarını söyledi.


Çalışmalar kapsamında, atıl durumdaki Özlüce İlköğretim Okulu binası kazı ekibine devredildi. Parkın kültür turizmine hız kazandırması, on binlerce turisti bölgeye çekmesi bekleniyor.
Muğla Müze Müdürü Arkeolog Şevki Bardakçı ise, yeni bulguların kentin çok zengin tarihi ve kültürel değerlerlerine katkıda bulunacağını söyledi: “Duvar yazılarından, Roma dönemine, Bizans döneminden Osmanlıya kadar çok zengin bir coğrafyadayız. Fosil yatakları milyonlarca yıl önce buranın canlılar için önemli bir bölge olduğunu gösteriyor. Turolian, günümüzden 5- 9 milyon yıl öncesinde Doğu Asya’dan İspanya’ya kadar uzanan geniş bir alanda yaşamış ve yok olmuş canlıları içeren bir dönemdir. Adını fosillerin ilk bulunduğu yer olan İspanya’daki Turuel Havzası’ndan almış. Biz de burada açık hava müzesinin adını Turolian Park koyduk. Projenin ilk etabı başarıyla tamamlandı. Çalışmalar hızla sürüyor.”
Hürriyet Seyahat, Yazı: Ahmet Bayrak, 20.04.2009

AGORA'DA KAZILAR YIL SONUNA KADAR BİTECEK

 

Dünyanın kent içinde kalmış en büyük antik agorası olarak kabul edilen İzmir Agora'daki tarihi ve kültürel zenginlikleri gün ışığına çıkartmak amacıyla Büyükşehir Belediyesi'nin büyük destek verdiği çalışmalar yeni dönemde daha da hızlanacak.

Antik Agora'nın kentle bütünleşmesi, İkiçeşmelik Caddesi'nden geçen vatandaşların tarihi mekanı görebilmesi amacıyla bugüne kadar bölgede 25 milyon TL'ye yakın kamulaştırma yapan Büyükşehir Belediyesi, Agora'yı kentle bütünleştirebilmek için 3 etap halinde gerçekleştirdiği kamulaştırma çalışmalarının 4, 5 ve 6. etabını hayata geçirmek için harekete geçti.


2 yılda yaklaşık 25 milyon TL'lik kamulaştırma yapan Büyükşehir Belediyesi, 2009 yılı sonuna kadar kamulaştırma çalışmalarını tamamlamayı planlıyor.

Yapılması öngörülen yeni etap kamulaştırma çalışmalarının Büyükşehir Belediyesi'ne maliyetinin yaklaşık 15 milyon TL'yi bulması öngörülüyor.


Agora ve çevresini 'Arkeoloji ve tarih parkı' olarak düzenlemeyi planlayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, Agora'nın gün yüzüne çıkabilmesi için 16.6 milyon metrekarelik alanda kamulaştırma yaptı. 3 etap şeklinde kamulaştırması yapılan alandaki çoğu binanın yıkılmasının ardından Agora'nın önünü bir perde gibi kapatan binalar ortadan kalktı. Büyükşehir Belediyesi geri kalan alanda yeni kamulaştırma yapmak için harekete geçti. 4-5 ve 6. etap kamulaştırma çalışmaları için düğmeye basan belediye yıl sonuna kadar Agora'nın etrafındaki metruk binaları yıkarak tarihi güzelliğin tamamen ortaya çıkarılmasını hedefliyor.


Hızlı bir şekilde sürdürülen çalışmaların tamamlanmasının ardından Agora ve İkiçeşmelik caddeleri birleştirilecek. Yıllar boyunca ihmal edilen tarihi Agora'nın çevresinin açılması ile birlikte ören yerini ziyaret eden turist sayısında da önemli bir artış olması bekleniyor. Çalışmalar üç koldan birden sürdürülecek. Bir yandan kamulaştırma çalışmaları devam ederken diğer yandan da kamulaştırılan binalar yıkılıp bu bölgelerde de kazı çalışmaları yürütülecek. Öte yandan eski metruk binalar arasına sıkışmış olan tescilli yapılar da proje kapsamında yeniden kent yaşamına kazandırılacak. Tescilli yapılar aslına uygun olarak yeniden restore edilecek. Restorasyon çalışmalarına önümüzdeki süreçte başlanacak.

Yeni Asır, Haber: Ercan Gürcaner, 20.04.2009

MİNAREYİ TASARLAMAK




Molla Çelebi Camisi'nin 1970'li yıllardaki görünümü




2009'da Molla Çelebi Camisi. Statik sorunlar yüzünden minare yıkılıp yeniden yapılmış.


İnşa edildiği tarihten bugüne Molla Çelebi Camisi'nin başına gelmeyen kalmamış. Ama bir de Vakıflar'dan çekeceği varmış...
 

Fındıklı'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin yanı başında, son cemaat yeri caddeye bitişik bir cami dikkati çeker. Fındıklı Camisi ya da Molla Çelebi Camisi adıyla bilinen ve klasik döneme ait olduğu hemen anlaşılan bu cami, Sinan döneminin yapıtları arasındadır. Molla Çelebi Camisi, Osmanlı mimarlığının klasik dönem cami tipolojisinde büyük bir önem taşıyan altı ayaklı plan şemasına sahiptir. Cami plan tipleri arasında, mihrap duvarına paralel gelişen yayvan planın yeğlendiği bilinir; altı ayaklı şema da merkezi bir öğe olan kubbenin yayvan bir plana oturmasına olanak tanır. Kadırga Sokollu Camisi, Topkapı Kara Ahmed Paşa Camisi, Babaeski Semiz Ali Paşa Camisi, aynı dönemin altı ayaklı camileri arasında en önde gelenlerdir.

 

Molla Çelebi Camisi'nin banisi, Molla Çelebi lakabıyla bilinen ve İstanbul kadılığı yapmış olan Mehmed Vusuli Efendi'dir. Bugün Fındıklı parkının kıyısında yapayalnız duran cami, inşa edildiği dönemde küçük bir külliyenin parçasıydı. Yine banisi Molla Çelebi'nin adını taşıyan hamam ve bir de okul, külliyenin öteki yapılarını oluşturuyordu. Caminin inşa tarihi tam olarak bilinmiyor. Kimi kaynaklar 1589, kimileri 1565-1566 tarihini veriyor. Kitabesinden 1561-1562 tarihinde yapıldığı anlaşılan Molla Çelebi Hamamı (Fındıklı Hamamı) ile aynı tarihte inşa edilmiş olduğu ise en fazla kabul gören görüş.

 

Molla Çelebi Camisi bugüne dek pek çok yangın ve deprem atlatmış. 1723 ve 1724 tarihlerinde çıkan yangınlar sonucunda cami harap olmuş. Mustafa Cezar, 10 Ekim 1723 gecesi Fındıklı'da caminin civarında çıkan bir yangın sonucunda epeyce ev ve dükkanın yandığını aktarıyor. 6 Kasım 1724 gecesi caminin yakınında çıkan yangında ise bir miktar ev ve dükkan kömür haline gelirken Fındıklı Hamamı'nın da camekanının yandığını belirtiyor. Bu yangınlardan büyük bir tahribatla çıkan caminin harim bölümü onarılıyor ve son cemaat yeri ahşap bir revak biçiminde yeniden yapılıyor. 1787 yılında ise Sadrazam Koca Yusuf Paşa bu ahşap revağın önüne kendi adıyla anılan bir sebil yaptırıyor.

 

Cezar, 1 Mart 1823 günü Cihangir'deki Firuzağa Camisi yakınında bir evden çıkan yangının, bir koldan Fındıklı Hamamı'na kadar uzandığını yazıyor. Hem bu yangında, hem de 1834 yılında çıkan yangında cami ve hamam tahrip oluyor ve yeniden onarılıyor.

 

Peş peşe gelen bu yangınlara ve sayısız depreme karşın cami ve çevresinin 20. yüzyıla bağlamsal bir bütünlük içinde ulaştığını görüyoruz. 1926 tarihli Pervititch haritasında, o dönemde Fındıklı Caddesi adını taşıyan yol ile deniz arasındaki dokunun ayakta olduğu, yola cephe veren hamamla cami arasında Fındıklı Sokağı'nın yer aldığı, ahşap revak önündeki sebilin yine yola cephe verdiği saptanabiliyor.

 

İşte Osmanlı kentinden geçen yüzyıla ulaşan bu görüntü, 1957'de, Menderes'in imar çalışmalarının kurbanı oluyor. Yol açma ve genişletme çalışmaları sırasında caminin çevresindeki tarihsel doku, Molla Çelebi Hamamı'yla birlikte yıkılıp yok ediliyor. Daha sonra Kabataş set duvarına monte edilecek olan Koca Yusuf Paşa Sebili ise sökülüp kaldırılıyor. Böylece artık kendisine teğet geçen caddenin kıyısında kalan Molla Çelebi Camisi, içinde yer aldığı kentsel bağlamı da tümüyle yitiriyor. Caminin yaşadığı başka bir değişim ise, 1958'de, ahşap revağın yerini bugünkü son cemaat yerine bırakması oluyor. Sedad Hakkı Eldem'in 16. yüzyılın klasik çizgilerine sadık restitüsyonuyla ve betonarme bir strüktürle inşa edilen son cemaat yeri camiye "yeni" ama "otantik" bir görünüm kazandırıyor.

 

Ne yazık ki Molla Çelebi Camisi'nin yaşadıkları burada sonlanmıyor. 2000'li yıllara ulaşıldığında caminin minaresinin -büyük bir olasılıkla 1999 depreminin sonucu olan- statik sorunlar taşıdığı görülüyor ve Vakıflar minarenin yıkılıp yeniden yapılmasını kararlaştırıyor. Bu arada sorunlu minarenin caminin özgün minaresi olmadığını belirtmek gerek. Şerefe korkulukları üzerinde ve peteğin üst kesiminde yer alan kabartma girland bezemeler, mevcut minarenin geç dönemde inşa edildiğine tanıklık ediyor. Yapının özgün minaresi olmasa da, yukarı doğru incelen hafif konik gövdesiyle bu zarif minarenin camiyle tam anlamıyla bütünleştiği söylenmeli.

 

İşte, 2001 yılında bu minare statik sorunlarının çözümü için yıkıldı ve yeniden inşa edildi. Ne var ki inşa edilen minare artık başka bir minareydi; daha açık bir deyişle, yıkılan minarenin hafif konik geometrisi yok edilmiş, gövde külaha dek aynı çapta yükselen bir silindire dönüştürülmüş, şerefe de zorunlu olarak büyümüştü. Camiyle bütünleşen o zarif minare yerini ne olduğu belirsiz bir "modern" zaman minaresine bırakmıştı. Vakıflar'ın bu müdahaleyi minareye 16. yüzyıldaki özgün görünümünü kazandırmak için yaptığı sanılmasın. Yukarıda sözünü ettiğim girland bezemeleri yeni minarede de yer alıyor, yani yeniden inşa edilen minare -sözde- yıkılan geç dönem minaresi. Zaten silindirik gövdeye sahip klasik dönem minarelerinin, şerefe ile külah arasındaki petek bölümlerinin genellikle gövdeden daha ince olduğu biliniyor. Ayrıca caminin özgün minaresinin nasıl olduğu da belli değil, bu yüzden geç dönem minaresini aynen korumak gerekiyor.

 

Vakıflar'ın yeniden inşa ettirdiği bu minarenin, yeni "tasarımı" ile müteahhitin işini kolaylaştırdığına kuşku yok. Peki ama Vakıflar'ın görevi müteahhitlerin işini kolaylaştırmak mıdır yoksa "vakıf eserler"i korumak mı?

Radikal Tasarım, Yazı: Aykut Köksal, 20.04.2009

CUMHURİYET DÖNEMİNE SANSÜR

 

 

Melih Gökçek yönetimindeki Ankara Anakent Belediyesi’nin haftalık yayın organında, "Ankara’da görülmesi gereken tarihi mekanlar" arasında Kocatepe ve Hacı Bayram camileri sıralanırken Anıtkabir ile Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri’ne yer verilmedi.

Daha çok "Gökçek’in propaganda aracı" olarak görülen belediyenin "Büyükşehir Ankara" adlı bültenin son sayısının 2’nci sayfasındaki "Bunları biliyor musunuz" başlıklı köşesinde, "Ankara’da görülmesi gereken tarihi mekanlar" olarak, "Ankara Kalesi", "Jülian Sütunu", "Augustus Tapınağı", "Hacı Bayram Camii", "Kocatepe Camii" ve "Roma Hamamı" sayıldı. Ancak bu eserler arasında 22 yıl önce yapımı tamamlanan Kocatepe Camisi’nin yer almasına karşın bundan daha eski olan Cumhuriyet dönemi yapılarının "yok" sayılması dikkat çekti. Belediyenin bülteninde yer vermediği Ankara’daki tarihi mekanlar şöyle: "Kurtuluş Savaşı Müzesi - I. TBMM Binası, Cumhuriyet Müzesi - II. TBMM Binası, Anıtkabir, Ulus Cumhuriyet Anıtı, Anadolu Medeniyetler Müzesi, Etnografya Müzesi, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Atatürk’ün Mekanı Müze Köşk, Atatürk Evi, Alagöz Karargah Müzesi, TBMM."

Anakent Belediye Meclisi üyesi ve Çankaya Belediye Meclisi Başkanvekili Fazıl Güleken, belediyenin bülteninde Cumhuriyet değerlerinin göz ardı edilmesine tepki gösterdi.

Cumhuriyet, 20.04.2009

SÜLEYMANİYE EVLERİ YENİDEN HAYAT BULUYOR

 

 

İstanbul'un en önemli tarihi merkezlerinden Süleymaniye'de yürütülen Kentsel Yenileme Projesi kapsamında, son 50 yılda yıkım, yangın ve tahribat nedeniyle yok olmuş eski eser niteliğindeki 90 Süleymaniye evinin varlığı tespit edildi. Yok olmuş evlerin tespiti için 100 yıllık arşivler tarandı, itfaiye raporları araştırıldı, Genelkurmay Başkanlığı'nın hava fotoğrafları, eski haritalar incelendi, bölgede uzun yıllar yaşayan kişilerle görüşmeler yapıldı. Ayrıca, tespit edilen arsalarda yapılan yüzeysel temizlik sayesinde temel ölçüsü alındı.

Projeyi yürüten restorasyon uzmanı Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Halil Onur, "Yok olmuş ev sayısı daha daha fazla olabilir, ama arşiv taraması sonucu 90 evin varlığını kesin olarak tespit ettik. Bu evler UNESCO kriterlerine göre aslına uygun olarak yapılacak" dedi. Fatih Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden KİPTAŞ işbirliğiyle yürütülen Süleymaniye Kentsel Yenileme Projesi'nin 100 dönümlük ilk etabındaki çalışmada 333 eski eser bina restore edilecek. Proje kapsamında ayrıca, bölgede yeni yapılan ancak tarihi dokuya uymayan 413 bina da yenilenecek. Bölgede Vakıflar'a ait çeşme, cami, han, hamam gibi 23 anıt yapının da restorasyonu gerçekleştirilecek.

Süleymaniye'nin yangınlarla, göçlerle tarihin her döneminde tahribata uğradığını kaydeden Onur, "Geriye dönüş mümkün değil, ama bu projeyle Süleymaniye yeniden yaşanabilir bir yer haline gelecek. Birçok sokağın trafiğe kapatılmasını öneriyoruz" dedi.

Projeyi yürüten mimarlardan Erol Kuzubaşıoğlu ise yenileme projesi kapsamında çelik kullanılmayacağını, binalarda özgün taşıyıcı sistemlerin uygulanacağını belirtti. Kuzubaşıoğlu, restorasyon projesinin 1 yıl içinde biteceğini ve hemen sonrasında restorasyona başlanacağını bildirdi.
Sabah, 20.04.2009

ATATÜRK'ÜN "KÜLLİYEYİ ACİLEN ONARIN" TALİMATI 76 YIL SONRA YERİNE GETİRİLDİ

 

 

Konya'daki Sahip Ata Külliyesi'nin Mustafa Kemal Atatürk'e rağmen sahipsiz bırakıldığı ortaya çıktı. Atatürk'ün 1931'de Başvekil İsmet İnönü'den 'acilen onarılmasını' istediği Konya'daki Sahip Ata Külliyesi'nin tam 76 yıl sonra onarıldığı öğrenildi. Atatürk'ün söz konusu isteği, dönemin başbakanı İnönü ve tek partisi CHP'nin yanı sıra daha sonra göreve gelen hükümetler tarafından da yerine getirilmemiş.

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 2008 yılı faaliyet raporuna göre Mustafa Kemal, 1931 senesinde yurt gezisine çıkıyor. 21 Şubat'ta Konya'da bulunduğu sırada İnönü'ye 'Acele ve Mühim' notuyla bir telgraf metni çekiyor. Telgrafta Konya'daki ata yadigarı eserlerin durumunun iyi olmadığını, derhal ve acele olarak onarılması gerektiğini rica ediyor. Onarılmasını istediği eserlerin ismini telgrafta bir bir sayıyor. Bunlar arasında 1279'da inşa edilen Sahip Ata Camii ve Medresesi'ni de zikrediyor. Tarihi eserlerin asker tarafından kullanılanlarının öncelikle boşaltılmasını ve uzman kişiler tarafından onarımının temin edilmesini istiyor. Fakat o günlerin siyasi ve ekonomik ortamında onarım bir türlü gerçekleştirilemiyor. Ta ki 76 yıl sonrasına kadar.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2003'ten itibaren başlattığı tarihi eserlerin onarımına dönük atak çerçevesinde, 2007 senesinde Sahip Ata Külliyesi'ni de onarıyor. Tam 730 yaşındaki külliye, yok olma ve çalınma tehlikesi altındaki birçok paha biçilmez eseri barındırdığı için müze haline dönüştürülüp 2008'de ziyarete açılıyor. Her biri kendine has özelliklere sahip olan cami, tekke, türbe, hangah, hamam ve medreseyi içeren külliyenin onarım ve yenileme işlemi, mümkün olduğunca aslına uygun yapılıyor. Yıllarca harap durumda kalan tarihi yapıdaki binlerce nadide eserden bazıları şunlar: Halı, kilim, seccade, çini, yazma Kur'an-ı Kerim ve eserler, hüsn-ü hat levhaları, şamdan, taş kitabeler, Sakal-ı Şerif. Bu arada müzeyi gezmek ücretsiz.
Zaman, 20.04.2009

ANTİK KENTTE KAZI DURDU

 

Danıştay'ın Aydın Tralleis Antik Kenti’nin kazı başkanının değiştirilmesi yönündeki kararı üzerine, yeni sezon kazı hazırlıkları durduruldu.

Kazılar, 2006’dan bu yana, Adnan Menderes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Abdullah Yaylalı tarafından yürütülüyordu. Aynı bölümde öğretim üyesi olan, kazının önceki başkanı Yrd.Doç.Dr. Rafet Dinç’in Danıştay’a yaptığı itiraz üzerine bu kararın alındığı bildirildi.

Milliyet Ege, 20.04.2009

ULUSOY: MARDİN MEDENİYETLER BAŞKENTİ





Mardin Atatürk Kültür Merkezi’nde Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) tarafından “Kültür Turizmi Sempozyumu” düzenlendi. Sempozyumda, kültür ve inanç turizminin yeri ve önemi, kültür turizminin bölgesel kalkınmadaki rolü, turizmin pazar yöntemleri konuları masaya yatırıldı. Sempozyuma Mardin Valisi Hasan Duruer, Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu, Turizm işletmecileri ve çok sayıda davetli katıldı.

TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, yaptığı açılış konuşmasında, Mardin’in medeniyetler başkenti olduğunu söyledi. Ulusoy, 24 farklı medeniyetin yaşandığı kentte medeniyetlerin izlerine rastlanmasının kente özellik kattığını vurguladı. Ulusoy, Mardin Valisi Hasan Duruer’in üç ay içinde yaptığı restorasyon ve iyileştirme çalışmaları karşısında hayrete düştüğünü belirterek, turizminin geliştirilmesi için her türlü desteği vereceğine dair söz verdi.

Mardin Valisi Hasan Duruer, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında başlatılan sokak restorasyon çalışmalarını il genelinde yaygınlaştıracaklarını belirtti.

Cumhuriyet, 20.04.2009


******


MARDİN SOKAKLARINDA DEĞİŞİM





24 uygarlığın izine rastlanan Mardin sokaklarında şimdilerde büyük bir değişim rüzgarı esiyor. Bir yandan seyahat acenteleri ve işadamları Mardin'e çıkarma yaparak şehrin kalkınması için harekete geçiyor, diğer yandan ünlü modacı Cemil İpekçi, Mardin'de kadın ve çocuklar için yeni projeler yürütüyor. Kadınlara moda eğitimi vermenin, tasarım okulu kurmanın yanı sıra köylerde okul sonrası sosyal eğitim merkezlerini hayata geçirmek için çalışıyor. Bu yaz hayata geçmesi planlanan sosyal eğitim merkezleri projesi çerçevesinde öğrencilere, kendi etnik grubundan hocaların da eğitim vereceği belirtiliyor.

Kentsel dönüşüm projesi kapsamında başlatılan çalışmalarla da Mardin'in geleneksel evlerinin korunmasına ve yanlış yapılaşmanın engellenmesine çalışılıyor.

Ayrıca sinema salonu olmayan Mardin yakında sinema salonuna kavuşuyor. Ayrıca İstanbul'daki Cezayir Sokağı'nın benzeri Mardin'e de yapılacağı söyleniyor.

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) tarafından Mardin'de düzenlenen "Kültür Turizmi Sempozyumu"nda Mardin'de İstanbul'dan gelen çok sayıda turizmci, bölgenin kalkınması için neler yapabileceklerini masaya yatırdı.

"Bölgede turizmin gelişmesi için her türlü desteği vermeye hazırız'' diyen TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, Mardin Valisi Hasan Duruer'in 3 ay içinde yaptığı restorasyon ve iyileştirme çalışmaları karşısında hayrete düştüğünü ifade etti. TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, Mardin'in medeniyetler başkenti olduğunu belirterek, 24 farklı medeniyetin yaşandığı kentte medeniyetlerin izlerine rastlanmasının Mardin'e farklı özellik kattığını söyledi.

Kentsel dönüşüm projesi kapsamında başlatılan çalışmalar kent genelinde yaygınlaştığını belirten Vali Hasan Duruer, "Mardin, medeniyetlerin başkentidir. Binlerce yıldır dillerin, dinlerin ve kültürel zenginliklerin birarada yaşatıldığı bir kenttir. Burayı ziyaret edenler, 'kabloları ne zaman kaldıracaksınız, beton binaları ne zaman yıkacaksınız' diyorlar. Şunu söyleyebilirim ki, gözünüze çirkin gelen herşeyi kaldıracağız. Çalışmalarımızı başlattık, aralıksız olarak sürüyor" dedi.






Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdür Yardımcısı Levent Demirel, Mardin'e gelenlerin kıskanıldığını söyledi. Mardin Turizminin istenilen hedeflere ulaşması için görsel ve yazılı tanıtımlarını sürdüreceklerini belirten Demirel, "Mardin'de bir kent, bir dünya yatıyor" dedi. Sempozyuma konuşmacı olarak gazeteci Coşkun Aral, Mardin Sinema Derneği Başkanı Helün Fırat, TÜRSAB GAP Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı Fikret Murat Tural katıldı.

Diğer yandan ünlü tasarımcı ve modacı Cemil İpekçi de Mardinli kadınlar ve çocuklar için çarpıcı projelere imza atıyor.Her ayın 10 gününü Mardin'de geçirmeyi planlayan ünlü modacı Cemil İpekçi, Mardin'in gelişimi için önemli bir örnek.

Sorularımızı yanıtlayan Cemil İpekçi, Mardin ile ilgili 4 projesini şöyle anlatıyor. "Buradaki kadınlarımıza geri ve istihdam sağlamak için başlamıştım. Deneme için 2 yıl önce bir masa örtüsü yaptım. Mardin'in kendi tasarımı var. 2000 bin parça DHL satın almıştı. Sonra kadınlara 3 giysi yaptım. 4 bin 500 adet satıldı. Bunların geliri kadınlarımıza kalıyor. Ürünler Cemil İpekçi markasıyla çıkıyor, ancak üreten kadının ismi yer alıyor. 40 kadın bundan para kazandı. ÇATOM'un desteğiyle burada bir merkez kurmaya karar verdik. Valilik destek oldu. Valilik buradaki eski binayı tahsis etti. Şimdi bu eski binanın içinde 167 kadınımız burada eğitim görüyor. Aynı zamanda onlar üretip kendileri para kazanıyorlar.

Diğer projemiz de tasarım okulu kurmak. Herkes "Tasarım okulu da açmayacak mısınız?" diye soruyordu. Mayıs ayında yerel gazetede duyurarak 30 talebeyi alacağım. Eylül'den itibaren 2 yıllık tasarım eğitimi vereceğiz. Ben her ayın 5-10 günü burada olacağım. Kendi yetiştirdiğim asistanlarım burada olacak. Ama Mardin içine girince bir çok şeyi daha yapma ihtiyacı duyuyorsunuz. En önemli sorun bence Güneydoğu'da kadınlara ve çocuklara yatırım yapmak. Kadınlara ve çocuklara yeteri kadar yatırım yapılırsa 10 yıl içinde mükemmel bir mahsul alabiliriz. Kadınları eğitmek hangi bakımdan eğitmek. Nasıl eğitiriz? Kadının sadece süslenme aracı ve anne olmadığını, birey olduğunu öğretmek çok önemli.

Bir de AB ve valiliğin yardımıyla sosyal eğitim merkezi projesini hayata geçireceğiz. Okuldan sonra köylerde çocukların hepsi sokaklarda. Burada 8 yaşında sigara içen çocuklar görüyoruz. Proje kapsamında çocuklar okul sonrası basket oynayacak, dersini çalışacak, lisan öğrenecek. Eğlenceli bir biçimde eğitim alacak. Türkü, Kürdü, Arabı... Sosyal eğitim merkezlerini her kurduğumuz köyde, kendi etnik grubundan hoca olacak. Çocukları İstanbul'a düşmeden evvel sokaktan kurtarmamız gerekiyor. Ayrıca İstanbul'daki Cezayir Sokağı gibi burada da Bakırcılar Çarşısı'nda bir sokak kuracağız."

Öte yandan Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Başkanlar Konseyi, bugün Mardin'de toplanıyor.Mardin Sanayici ve İşadamları Derneğinin (SİAD) ev sahipliğinde gerçekleşecek toplantıya, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen de katılıyor. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Yalçındağ'ın da katılacağı toplantının açılışında, Mardin Valisi Hasan Duruer, TÜRKONFED Yönetim Kurulu Başkanı Celal Beysel, DOGÜNSİFED Yönetim Kurulu Başkanı Tarkan Kadooğlu ve Mardin SİAD Yönetim Kurulu Başkanı Nasır Duyan da konuşma yapacak.

Sabah, Haber: Nilüfer Şensöz, 21.04.2009





ACEMİ ŞANSI

 

  

 

Arkeologlar, Kleopatra ve sevgilisi Mark Anthony’nin 2000 yıl kadar önce kuzey Mısır’da, kayalık bir yamaçta bulunan bir mezara gömüldüğünü düşünüyorlar. Mısır Eski Eserler yöneticisi Zahi Hawass ve Dominik Cumhuriyeti’nden bir Mısırbilimci olan Kathleen Martinez başkanlığındaki ekip, tanrıça İsis’e adanmış olan Taposiris Magna tapınağında çok yakında bu meşhur sevgililerin mezarını bulmayı ümid ediyor. Ekip üç yıldır burada çalışıyor ve yakın zamanda Anthony'nin mezarının burada olduğunu ispatlayabilecek birçok buluntuya rastladı. Bunların arasında bir maske, heykeller ve sikkeler mevcut. Martinez, Kleopatra’nın, sevgilisi Mark Anthony ile birlikte gömüldüğünü söyleyen birçok antik kaynak bulunduğunu belirterek mezarı bulmayı umduklarını söyledi. Mezarın tapınağın içinde olduğuna inandıklarını fakat, şimdiye dek araştırılan tüm dehlizlerin yeni dehlizlere açıldığını belirtti. 

 

Martinez’in bu konuda yaptığı araştırmalar beş yıl sürmüş, ardından yetkili mercileri ikna ederek kazı izni almak için bir yıl daha uğraşmış. Bugün artık hemen herkes onunla fikir birliği içinde, hatta Zahi Hawass bu mezarın bulunması durumunda, Tutanhamon’un mezarının 1922'de bulunmasından bu yana gerçekleşen en önemli arkeolojik olay olacağını söylüyor. 

 

Martinez, araştırmalarında “acemi şansı”nın da yanında olduğunu kabul ediyor. Örneğin, kazıya başlamalarının hemen ardından, Macar araştırmacıların yıllar önce kazıyı terk ettikleri noktada tapınağın İsis’e adanmış olduğunu belgeleyen bir seramik parçası bulmuşlar. 

AFP, 19.04.2009

VANADOKYA KEŞFEDİLDİ





Orada saklı bir cennet var. Kapadokya’daki peri bacalarını kıskandıracak, Ihlara vadisiyle aşık atacak bir cennet. Van’ın Başkale İlçesine bağlı Elbak Vadisi’nden bahsediyoruz. Kapadokya’nın doğudaki ikizi diye tarif edilebilecek vadinin adını Van valiliği Van’adokya koymuş. Daha önceleri terör nedeniyle kapalı tutulan bu cennet köşesi, önceki gün ilk misafirlerini ağırladı.

 Buram buram tarih kokan bu doğal güzellikte daha önceleri Ermeniler yaşarmış. Bu nedenle Van’adokya’da her biri birbirinden farklı irili ufaklı kiliseler mevcut, bir de ancak gizli bir tünelle ulaşılabilen kale. Bakanın bir daha baktığı bu görkemli kale kimilerine göre efsanevi Alamut Kalesi’ni andırıyor. Doğal olarak bizim de aklımıza şu soru geliyor; “Yoksa Alamut Kalesi bu mu?”

Köyle iç içe geçmiş peri bacalarının üst kısmında devasa bir taş blok var. Köylülere sorduğumuzda, oranın tek bir taşın bile örülmediği Rıkan Kalesi olduğunu öğreniyoruz. Yaklaşık 200 metre yükseklikte olan kaleye tek bir giriş var; o da peri bacalarının altında oyulan gizli bir tünel.
 

150 basamaktan oluşan tünel bittikten sonra günışığıyla karşılaşıp Rıkan Kalesi’ne ulaşılabiliniyor. İçinde su sarnıçları, tüneller, değişik ebatta odalar, dibeklerin ve Kral Köşkü olduğu kalede her şey ana karaya oyularak yapılmış.

Van’a 123 km mesafede bulunan Elbak Vadisi Başkale İlçesi sınırları içinde. İran sınırına sıfır noktada bulunan vadi, içinde doğal güzelliklerinin yanı sıra özellikle Orta Çağ tarihi eserlerini barındırıyor. Bölge, bugüne kadar turizme kapalı durumdaydı. PKK ile güvenlik güçleri arasında 25 yılı aşkındır yaşanan çatışmaların azalmasından dolayı güvenlik güçleri, bölgeyi turizme açtı.

Van Turizm İl Müdürlüğü de bunu fırsat bilip 15-22 Nisan Turizm Haftası nedeniyle basın mensuplarını Elbak Vadisi’ne götürdü. Van Turizm İl Müdürlüğü’nün organize ettiği Elbak Vadisi gezisine Vali Yardımcısı Ali İpek’in yanı sıra Vanlı turizm acenteleri ve çok sayıda gazeteci de katıldı. Gezi, Yavuzlar, nam-ı diğer Taxik Köyünden başladı. Yavuzlar Köyü, İran’ın sıfır noktasında kurulmuş bir köy ve köy sakinlerinin temel geçim kaynakları mazot kaçakçılığı.

Zap Suyu’nun doğduğu köy, doğal ve tarihi güzelliklerle donatılmış. Köyün hemen arkasında Turizm İl Müdürlüğü’nce Vanadokya ismini verdiği Peri Bacaları var. Vanadokya’nın oluşumu ve tarihi ile ilgili bilgiler veren Taştan, bölgenin turizme açılması için her türlü çalışmayı yapacaklarını ifade etti.

Taraf, 19.04.2009

ÇİN SEDDİ TAHMİN EDİLENDEN DAHA UZUN

 

 

Çin Seddi'nin, 1368-1644 yılları arasında hüküm süren Ming Hanedanı zamanında, tahmin edilenden 2551,8 kilometre daha uzun, yani 8851,8 kilometre olduğu bildirildi.

 

Bu sonuca, Çin Kültürel Miraslar İdaresi ile Devlet Haritacılık Bürosu tarafından yapılan ve iki yıl süren ortak araştırmayla ulaşıldı.

Yapımına MÖ 259-210 yılları arasında yaşayan İmparator Çin Şi Huang döneminde başlanan Çin Seddi, 1987 yılında Birleşmiş Milletler'in Dünya Mirasları arasına alındı.

Son araştırmada Ming Hanedanı döneminde Çin Seddi'nin kuzeydoğudaki Liaoning eyaletinin Huşan bölgesinde başladığı ve kuzeybatıdaki Gansu eyaletinde bulunan Ciayü geçidine ulaştığı ortaya çıkarıldı.

Çin Seddi Liaoning, Hıbey, Tianjin, Pekin, Şanşi, İç Moğolistan, Şaanşi, Ningşia, Gansu ve Çinghay olmak üzere kuzey Çin'deki 10 eyalet, şehir ve özerk bölgeden geçiyor. Çin Seddi'nin 6259,6 kilometrelik kısmı insan yapımı duvar, 359,7 kilometresi kazılan hendek ve siperler, 2232,5 kilometresi de nehir ve tepeler gibi doğal engellerden oluşuyor.

Seddin günümüzde en çok ziyaret edilen bölümleri Ming Hanedanı dönemine ait.

Şinhua haber ajansı, son teknolojilerin kullanıldığı ve Çin Seddi'nin Çin ve Han hanedanları dönemlerinin araştırıldığı çalışmaların 2010 yılına kadar süreceğini bildirdi.

Sabah, 19.04.2009

RESTORE EDİLEN ALAADDİN CAMİİ İBADETE AÇILDI

 

Karadeniz'in tek Selçuklu mimarisi cami olan 895 yıllık Sinop Alaaddin Camii, Samsun Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından bakım, onarım ve restorasyon işleri tamamlanarak törenle ibadete açıldı.

 

Törende konuşan İl Müftüsü Ahmet Faruk Kuluş, Kuzey Anadolu'daki en büyük Selçuklu eserlerinden birisi olan Alaaddin Camisi'nin 1267, 1385 ve 1861 tarihlerinde ciddi restorasyonlar gördüğünü hatırlatarak, caminin son 150 yıllık süreçte ciddi bir restorasyona alınmadığını söyledi. Camideki restorasyon çalışmalarının 15 ay sürdüğünü dile getiren Kuluş, "Şu anda camimizin çok büyük bir restorasyon geçirdiği kanaatindeyiz. Çok güzel bir çalışma oldu. Eski şekline yani Asar-ı Kadime dediğimiz eski eser şekline tam anlamıyla kavuştu. Camimizin kendisiyle birlikte avlusu da farklı nezih bir mekan haline geldi"dedi.

 

Samsun Vakıflar Bölge Müdürü Muhsin Öztürk ise Alaattin Camii'nin Karadeniz sahilinde tek Selçuklu İmparatorluğu eseri olduğunu hatırlatarak, "1.5 yıllık süre zarfında restorasyonu gerçekleştirildi ve bugün itibari ile hizmete açıldı. Caminin onarımı için sözleşme bedeli olarak 1 milyon 700 bin TL para harcandı." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Tolga Özkoç, 19.04.2009

TARİHİ ALANLAR ÇÖPLÜK GİBİ

 

 

Çanakkale'de, destan yazan Mehmetçiğin kanıyla sulanmış topraklar çöplüğe döndü. Gelibolu yarımadası tarihi Milli Parkı'na özellikle hafta sonları yapılan geziler sonrası ziyaretçilerin bıraktıkları çöplerin toplanmaması, hoş olmayan görüntülerin oluşturuyor.

 

Eceabat Turizm ve Tanıtma Derneği Başkanı Mehmet Ali Geray, yarımadanın gezilip görülen tarihi mekanlarında, şehitlik, kale ve bir çok anıt yakınında, ayrıca arkeolojik değeri bulunan Morto Koyu bölgesindeki antik su kuyularına atılan çöplerin tarihi bir ayıba yol açtığını söyledi. Bölgedeki konteynerlerin yetersiz kaldığını, çöplerin de zamanında toplanmadığını ileri süren Geray şöyle dedi:
 

“Gelibolu bir çöplük gibi, Morto Koyu bölgesindeki antik su kuyuları da ne yazık ki çöplüğe dönüşmüş. Tarihi yarımadaya ziyarete gelenlerin bıraktıkları çöpler zamanında toplanmayınca bu görüntüler ortaya çıkıyor. İngiliz askerlerinin, zırhlı araçlarını gizlemek için açtıkları hendekler çöplerle dolu. Yerel yönetimler bu ayıba son vermeli.”

Hürriyet, Haber: Erdem Sürek - Ersan Küçükkuru, 19.04.2009

GAZİANTEP TARİHİNE SAHİP ÇIKIYOR

 

Özgün mimariye sahip Gaziantep evleri restore edilerek, butik otele dönüştürülüyor.

Eski konaklar yöreye özgü "Havara" taşlarından yapıldığı için kışın sıcak, yazın ise serin tutuyor içinde yaşayanları.

Bir ya da iki katlı olarak inşa edilen tarihi yapıların pencereleri sokak yerine avluya açılıyor.

 

Geçmişte, avlusunda çocukların oynadığı, acısıyla-tatlısıyla ailelerin yaşadığı konakların bazıları şimdi, butik otel olarak yerli ve yabancı turistleri ağırlıyor.

 

Müşteriler butik otelleri, geçmiş zamanların yaşantısını yansıttığı için tercih ediyor.

İnsanı geçmişe götüren tarihin tanığı otellerde, eski eşyalar da yer alıyor.

Trt/Haber, 19.04.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

BAKAN YAZICI UYARDI

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinde çalışmalarda bir tempo düşüşü olduğunu kaydeden Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, “Harcamaların isabetli kullanılması konusunda hassasız. İnsanın olduğu yerde yanlış uygulama da olur ama onu engelleriz, yanlışın üzerini de örtmeyiz” dedi.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı Yürütme Kurulu tarafından onaylanan 144 projenin ihale işleminin tamamlandığını, bunların tutarının ise 24.5 milyon lira olduğunu bildirdi. Sarayburnu’ndaki Sepetçiler Kasrı’nda İstanbul AKB Ajansı Yürütme Kurulu üyelerinin de katılımıyla basın toplantısı düzenleyen Bakan Yazıcı, İstanbul 2010 AKB Ajansı’nın, 2010 yılında yapılacak etkinlikleri planlamak ve yönetmek, kamu ve sivil kurum ve kuruluşların yapacakları çalışmaların koordinasyonunu sağlamak amacıyla 2007 yılında kurulduğunu hatırlattı.

Yazıcı, 2008 yılından bu yana çalışmalarını yürüten ajansın Yürütme Kurulu’nda görev yapan dört üyenin Şubat ayında kendi istekleriyle istifa ettiklerini hatırlatarak, istifa edenlerin yerine Ahmet Tanyolaç, Halim Bulutoğlu, İsrafil Kuralay ve Faruk Pekin’in seçildiğini kaydetti. Hayati Yazıcı, Yürütme Kurulu Başkanlığı’na Şekib Avdagiç’in, Genel Sekreterlik görevi sona eren Eyüp Özgüç’ün yerine ise Mülkiye Başmüfettişi Yılmaz Kurt’un atandığını anımsattı.

Projenin, Türkiye’nin uluslararası kamuoyundaki imajına olumlu katkı sağlayacağını ifade eden Yazıcı, aynı zamanda medeniyetlerin beşiği olan İstanbul’un kaderini değiştirecek bir fırsat olduğunu kaydetti. Yazıcı şöyle konuştu:

“Harcamaların isabetli şekilde kullanılması temel hedeflerimiz arasındadır. Yanlış uygulamaların hiçbir zaman üzerini örtmeyiz, örtmeyeceğiz. İnsanın olduğu yerde yanlış uygulamalar olur. Ama onu gördüğümüzde engelleriz, bir daha o tür uygulamaların oluşmasına fırsat vermeyiz. Bu konuda son derece hassas olduğumuzu söylemek isterim.”

Geçmişte kurul üyeleri arasında bazı sorunlar yaşandığını kaydeden Bakan Yazıcı, genel sekreterle ilgili bir soruşturma olmadığını ifade etti. Yazıcı, “Bir yürütme kurulu üyesinin dedesinin ölümü nedeniyle gazeteye ajans tarafından ilan verilmiş. Bu konu hakkında neler söyleyeceksiniz?” sorusuna karşılık, şunları kaydetti: “Böyle bir şey olamaz. Bu ajans hiçbir arkadaşımızın yakınının vefatı dolayısıyla ilan veremez. Doğum günü ilanı veremez. Evlilik yıl dönümü ilanı veremez. Öyle bir fatura var ortada. Ödeme talimatını vermiyorum. Bu para ödenmeyecek.”

Projeyi yürütecek yeni ekiple birlikte basının karşısına çıkan Bakan Yazıcı, Topkapı Sarayı’nın orijinaline uygun hale getirileceğini, sur içindeki yapıların temizleneceğini, Ayasofya Müzesi’nde çalışmaların tamamlanacağını ve yılsonuna kadar 60 milyon liralık harcama yapılmasını öngördüklerini söyledi. Şu ana kadar toplamı 24.5 milyon TL olan 88 proje onaylanmış durumda.

Vatan, 18.04.2009


******


İSTANBUL 2010'DA YENİ BİR SAYFA AÇILDI





Yönetim kurulundaki istifalar, genel sekreter değişikliği, projeler ve usulsüz yapılan harcama iddiaları ile son günlerin en çok tartışılan kurumlarından olan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, yeni bir sayfa açtı.

 

Koordinasyon Kurulu Başkanı Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, dün ajansın yeni yönetim kurulu ve genel sekreteriyle basının karşısına çıktı. Genel sekreterliğe Yılmaz Kurt'un, istifa eden dört üyenin yerine Ahmet Tanyolaç, Halim Bulutoğlu, İsrafil Kuralay ve Faruk Pekin'in seçildiği duyuruldu. Bakan Yazıcı ilk olarak açıklık, şeffaflık ve dürüstlüğün temel ilkeleri olduğunu söyledi. Harcamaların çarçur edilmemesi konusunda titiz olduklarını ifade eden Bakan, yanlış uygulamaların üstünü örtmeyeceklerini vurguladı.

 

Bakan Yazıcı, daha sonra ajansta yaşanan istifa sürecini değerlendirdi ve gündemdeki iddialara tek tek cevap verdi. İstifaların, çalışmalarını olumsuz yönde etkilediğini kabul eden Yazıcı, bir tempo azalması olduğunu ancak bu durumun bazı faydaları olduğunu da dile getirdi. İstifaların en önemli nedenini kan uyuşmazlığı olarak değerlendiren Yazıcı, iddia edildiği üzere istifaların temelinde maddi konuların bulunmadığını belirtti. "Ajansta çalışan görevlilerin akçeli konularda en ufak bir yanlışı olsa zaten ben tutmam. Kişiler arasında bir iletişim sorunu yaşandı. Bir kan uyuşmazlığı söz konusu oldu." diyen Yazıcı, diğer bir iddia olan Başbakanlık tarafından müfettişlerin görevlendirilmesi konusunu da, "Projelerde kamu malı kullanıldığı için rutin denetimler yapılmaktadır." şeklinde cevapladı.

 

Bazı kurul üyelerinin şahsi harcamaları olduğu iddialarını da cevaplayan Hayati Yazıcı, üyelerden birinin gazete ilanı verdiğini ve bu ilanın faturasının ajansa geldiği bilgisini öğrendiğini söyleyerek, "Faturayı gördüm ve ödenmemesi için talimat verdim. Burada yapılan harcamalar, kamu hukukuna uymak zorunda, kimse şahsi harcamalar yapamaz." şeklinde konuştu. Hala yenileme çalışmalarına başlanılamayan Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ile ilgili soruyu da cevaplayan Yazıcı, şubat ayındaki toplantıda verilen tarihin bir tahmin ve öngörü olduğunu söyleyerek, AKM'nin 10-12 ay gibi bir süreçte yenileneceğini düşündüklerini ifade etti. Öte yandan Bakan Yazıcı, ajans tarafından bugüne kadar onaylanan 144 projeden 88'inin sözleşmesinin yapıldığını ve ihale işlemi gerçekleştirildiğini; bunların tutarının ise 24,5 milyon TL olduğunu açıkladı.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 19.04.2009


******


KÜLTÜR BAŞKENTİ İŞİNİ ABARTMAYALIM

 

Avrupa Kültür Başkent'leri projesi ilk kez 1985 yılında başlamış. Atina ile... Sonra sırasıyla şöyle devam etmiş: Floransa, Amsterdam, Berlin, Paris... Ardından neredeyse bir sürü ufak tefek Avrupa şehrini tanıtmak adına bu projeye dahil etmişler. Paris'ten tam 20 yıl sonra İstanbul akıllarına gelmiş. Hani Galatasaray eşleştiğinde varlığından haberdar olduğumuz 274 bin nüfuslu İrlanda şehirciği Cork var ya... O bile 2005'te Avrupa Kültür Başkenti olmuş...

Bir dünya imparatorluğunun payitahtı İstanbul'a sıranın iş başladıktan 25 yıl sonra gelmesinden daha bir garip durum, İstanbul'un hangi kentlerle birlikte bu 'onura' layık görülmüş olması: Almanya'nın Essen kenti (581.000) ile Macaristan'ın Peç şehri (150 bin nüfus). Peki, 2011'de hangi Kültür Başkentlerimize sıra geliyor, dersiniz? Turku ve Tallinn... Bilmeyenler için hatırlatalım Turku (180 bin) Finlandiya'da, Tallinn (400 bin) Estonya'da. Bir sonrasında Moldavya'dan Zübürdükoviç'i seçerler herhalde...

Bu projeye hiç itirazım yok... Özünü anlıyor; doğru ve çok faydalı buluyorum. Benim itirazım, bizim bu projeye uygun birçok orta boy kentimiz dururken İstanbul'la katılmamıza ve bu işi bir üçüncü dünya savaşı ciddiyeti içinde ele almaya çalışmamıza... Bu işe bakan kuruluşun başkanını bile Başbakan'dan daha zor seçtik...

Bu arada bir de ihale iptal edildi: Yaratıcı Çalışma ve Kampanya Planlama, Yurtiçi ve Yurtdışı Medya Satınalma, Açık Hava Mecra Satınalma, Web Sitesi Tasarımı ve İşletimi, Basın-Halkla İlişkiler ve Etkinlik Yönetimi hizmetlerini sunacak ajansları belirlemek üzere açılan ihale.

Nasıl ama?.. Bu iş yıllar öncesinden belli. Kalmış 6 ay. İletişim işin ruhu. Sen iletişim ile ilgili bütün işleri durdur... Aferin sana!..

Şimdi tavsiyem şu: Bırakın ihaleyi mihaleyi. Hükümette bir dolu pratik adam var. Hemen çözerler... İşin yasal yapısı hallolur. Alın yanınıza Reklamcılar Derneği (RD) ile İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği'ni (İDA). Kurdurun onlara iki tane üçlü konsorsiyum. Ve yürüyün. Şu proje İstanbul'daki 10 tane yapının renovasyonuna ve bunların duyurulmasına, 5 tane kültürel çalışmanın gerçekleşmesine yarasa hedefine ulaşır. Abartmayın yeter ki...

Akşam, Yazı: Ali Saydam, 20.04.2009


******


2010 'KIYAK' BAŞKENTİ

 

'İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı'nda yapılan dikkat çekici uygulamalar Meclis'e taşındı. CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin soru önergesine Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından verilen cevap, Ajans'taki 'kıyakçılığı' ortaya çıkardı


'İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti' projesinde skandal üstüne skandal! CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Bakan Günay'ın, Ajans çalışanlarının maaş skalasını da ekleyerek önergeye verdiği yanıt, Ajans'ta yapılan skandalların belgesi oldu.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nda 'Kurumsal İletişim Direktörü' olarak görev yapan lise mezunu bir personelin, kurumdaki profesör ve doçentlerden bile yüksek maaş aldığı belirlendi.
Kadrodaki tek 'lise mezunu' olan Nilgün Ören'in, Ajans'ın Genel Sekreter Yılmaz Kurt'u ve Yardımcısı Kemal Koç'u sollayarak 4 bin 500 bin TL maaş aldığı ortaya çıktı. Soru önergesine yanıt veren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın hazırladığı bilgi notunda ise Nilgün Ören için 'Daha önce çalıştığı yerler: Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu Temsilcisi' ifadesi yer alıyor. Ören ile aynı maaşı alan tek kişi ise Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mezunu, Macro Space Organisation Genel Müdürü Korhan Gümüş. Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Koç'un maaşı 2 bin 526 TL'de kalırken, diğer direktörlerin maaşları da 3 bin  500 ila 2 bin 800 TL arasında değişiyor.

 

2007'de 200 milyon, 2008'de 805 milyon TL bütçeyle göreve başlayan İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı geçen ay istifalarla sarsıldı. Çolakoğlu ile yardımcılıklarını yürüten Prof.Dr. İskender Pala ve Gürhan Ertür ile yürütme kurulu üyesi Prof.Dr. Metin Sözen ani bir kararla istifa etti.


Çolakoğlu ve üyeler istifalarının nedeni 'İstifamız kişi yahut kurumlara karşı yapılmış bir hareket olmayıp, tamamen projenin selameti amacını gütmektedir. (...) Danışma kurulu tarafından seçilecek yeni üyelere, arzu ettikleri takdirde destek olmaya devam edeceğiz.(...) Kişilik haklarımız saklı kalmak koşuluyla bizim çalıştığımız dönemle ilgili susma hakkımızı kullanacağız' şeklinde bir bildiriyle açıkladılar.


İstifa eden ve ismini açıklamak istemeyen bir yürütme kurulu üyesi, kurumda 'reklam savaşı' olduğunu iddia ederek 'Sahne senin İstanbul' adlı reklam kampanyasında yüzde 60'lık reklam payını Genel Sekreter Eyüp Özgüç'ün tek bir gruba verdiğini ileri sürdü. Başbakanlık Denetleme Kurulu'ndan bu göreve atanan Özgüç, 13 Nisan günü görevinden alındı, yerine Yılmaz Kurt getirildi.

 

İkinci skandal ise 'Direktörler ve Yönetmenler' bölümünde yaşandı. 'Edebiyat Yönetmeni' olan eski Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şube Başkanı Ahmet Kot'un, Kültür Bakanlığı tarafından 2004'te bir kitap basım ihalesinde usulsüzlük yaptığı ve bu nedenle 'ihale yasağı' kapsamında bulunduğu ortaya çıktı. Bakanlık müfettişlerinin raporunda, 'lhan Berk' kitabının basım ihalesini üstlenen Ahmet Kot'un sahibi olduğu şirketin usulsüzlük yaptığı vurgulanarak, 2 yıl süreyle 'ihale yasağı' getirilmesine karar verildi.

Akşam, Yazı: Deniz Güçer, 21.04.2009


SURLAR, KENTLE YAŞAYABİLECEK Mİ?





İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile Erasmus antlaşması bağlamında Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Strasbourg Devlet Yüksek Mimarlık Okulu ile 9 Eylül Üniversitesi öğretim üyeleri ve lisansüstü öğrencileri tarafından, İstanbul Karasurları için bir kentsel tasarım atölye çalışması gerçekleştirildi. Bu atölye çalışmalarının sonuçları 30 Nisan’a kadar “Çevresiyle, yaşayanlarıyla, mahalleleriyle... Surları düşünmek” başlığı altında Fransız Kültür Merkezi’nde sergileniyor.

Atölye çalışmalarında, Karasurları yalnızca korunması gereken bir anıt olarak değil, insanları, yaşam çevresi, ulaşım imkanları, kamusal mekanlarıyla bir bütün olarak incelenmeye çalışıldı, öneriler geliştirildi. Proje kapsamında bağımsız uzmanların katılımıyla yürütülecek bu tür çalışmaların devam etmesi ve surların, içinde bulundukları kentsel bağlamla ilişkileri, restorasyon teknikleri, mimarlık ve şehircilik açısından farklı deneyimlere, araştırmalara açık bir biçimde ele alınması hedefleniyor.

Kentler gibi surlar da yaşar
İstanbul dünyadaki en büyük sur varlığına sahip kentlerden biri. 25 km uzunluğundaki görkemli kent surları İstanbul’a eşsiz bir değer kazandırıyor. Bugün büyük bir bölümü ayakta duran surlar II. Theodosius zamanında, yaklaşık 1600 yıl önce son halini aldı. Surlar üzerinde yüzlerce kule, onlarca kapı yer alıyordu ve yapıldıkları tarih itibarıyla dünyanın en gelişmiş kent savunma sistemi örneğiydi. İstanbul’un Pera-Galata tarafında olduğu gibi, Avrupa’da büyük kentlerinin bir bölümü 19. yüzyılda modernleşirken surlarını kaybettiler. Londra, Paris, Brüksel, Viyana’da modern belediyelerin ilk icraatı surları yıkmak oldu. Bu yıkımların nedenini anlamak mümkün: Sanayi devrimi sonrası kentlerde önemli bir nüfus artışı oldu. Kentler Ortaçağ’dan kalan surların içine sığamaz oldu, dışına taştı. Belki yıkımlar için başka nedenler de aranabilir: Ulus-devletin mekan düzeni ile kentlerin fiziksel sınırlarının olması düşüncesi -büyük bir ihtimalle- çelişki yaratıyordu. Surlar, kentlerin geçmişini, Ortaçağ’ı simgeliyordu.

Modern devletler ise, öncelikle kentlerde eski düzenin izlerini silmek istiyorlardı. Bu nedenle kentlerin mevcut dokusu yanında kentlerin surları da yıkımlardan nasibini aldı. Ya da bazen teknik gerekçeler etkili oldu. Örneğin İstanbul’da surlara en büyük müdahale, 1870’lerde tren hattı inşa edilirken gerçekleşti. Birçok yerde surların yakın çevresine ana ulaşım arterleri, katlı kavşaklar yapıldı, yollara geçit vermek için yıkımlar yapıldı. En büyük tahribat son çeyrek asırda “restorasyon” adı altında yapılan inşaatlar nedeniyle oldu. Çünkü yapılan müdahalelerin çoğu “ihya” çalışması gerekçesi altında, imar işleri kapsamında gerçekleştirildi. Bu nedenle UNESCO Dünya Miras Merkezi ile ICOMOS ortak heyetinin, 2006’da yaptığı tetkik sonucu hazırladığı raporda ve aynı yıl Temmuz’da Vilnius’ta yapılan 30. Komite toplantısında alınan kararda, Dünya Mirası Listesi’nde yer alan İstanbul Karasurları’ndaki restorasyon çalışmalarının sorunlarına işaret edildi ve aciliyetle gözden geçirilmesi istendi.

Yalnızca restorasyonla korunamaz
Modernleşme döneminin başlangıcında bugünkü gibi bir koruma bilinci olmadığı için çoğu zaman surların yokluğu da, varlığı da fark edilmedi. Ya yıkıldı ya da korunduğu için değil, kendi hallerinde bırakıldıkları için günümüze kadar geldi. Ancak surlar her zaman yaşamın içinde oldu, insanlar binlerce yıl surlara komşu olarak yaşadı. Kentler, içinde insanların yaşadığı, ihtiyaçların sürekli değiştiği, geliştiği yerler. Kentlerin içinde kalmış olan surlar da, yalnızca geçmişin izlerini bugüne taşıyan fosilleşmiş kalıntılar değil. Onların da, değerlendirilişi, kullanılış biçimi, anlamlandırılışıyla, kentler gibi “canlı” oldukları söylenebilir. Binlerce yıldır yaşamın sürdüğü çevresindeki yerleşim alanları, arkeolojik kalıntıları, sarayları, camileri, kiliseleri, sinagogları, tekkeleri, limanları ile surlar da, Tarihi Yarımada’yı dünyada benzersiz bir yere sahip kılıyor. Surların kapıları geçmişte olduğu gibi bugün de ulaşım için kullanılıyor, çevresinde çocuklar oynuyor, pazarlar kuruluyor, hatta hendekleri binlerce yıldır bostan olarak değerlendiriliyor. Bu nedenle bugün, surların yeni yönetim deneyimlerine ve yaratıcı fikirlere açılması yalnızca uzmanlar için değil, kent halkı için önemli.

BM’nin eğitim ve kültür örgütü UNESCO’nun öncülük ettiği “Dünya Kültür Mirası” kavramı her türlü ayrımcılığa, tehdide karşı önemli bir güvence getiriyor. İnsanlığın ortak mirası olarak devletlerin sorumluluğunu tanımlıyor. Özellikle, yönetim planlarının hazırlanması süreci, kent halkını işin içine katmayı, kurumların, kendi yararlarını temsilin ötesine geçerek, birlikte çalışmalarını özendiriyor. Kültür mirasının eskiden olduğu gibi bir restorasyon, ya da “ihya” problematiği içinde ele alınmaması, sorun alanları arasında ilişkisel bir yaklaşım ve konu odaklı deneyimler geliştirilmesi amaçlanıyor. Böylece restorasyon anonim bir iş olarak değil, farklı düşüncelere açık, yaratıcı bir uğraş niteliği kazanıyor.

İstanbul’da surların bir restorasyon konusu olarak ele alınması yeterli değil. İstanbul yalnızca restorasyon çalışmaları ile korunamaz. İstanbul surlarının, -kültür varlıkları, insanları, mahalleleriyle birlikte- hiçbir kentin sahip olmadığı çapta zenginliğini kent halkı için bir değere dönüştürmeli. Bunun için surları tek boyutlu bir “restorasyon işi” olarak ele almak yerine çok katmanlı bir anlam dünyasına taşımak, 20. yüzyıldan kalma araçsal yönetim mantığının kısırlaştırmasından kurtarmak gerekli. Bugün surların ideolojik ve teknokratik kültürel miras problematiğinden kurtarılması, kentin yönetim pratiklerinin nasıl dönüştürülebileceğini gösteriyor.

Kentin eşsiz kültürel mirasının küçük bir azınlığın çıkarları için kullanımı ile -UNESCO meselesinde olduğu gibi- Osmanlı ve Bizans geçmişinin küresel ilgiye açılması arasındaki çelişki, kent halkı açısından neyin daha yararlı olacağı hakkında acaba bize bir fikir vermiyor mu?

Radikal İki, Yazı: Korhan Gümüş, 19.04.2009

"MUDURNU'DA TARİHİ YAPILARIN ÖN PLANA ÇIKMASI İÇİN ÇALIŞMALARIMIZ DEVAM EDİYOR"

 

 

Mudurnu Belediye Başkanı Mehmet İnegöl, Mudurnu'da tarihi yapıların ön plana çıkması için çalışmaların sürdüğünü söyledi.

 

İnegöl yaptığı açıklamada, Mudurnu'da yapılması gerekenleri çok iyi bilen birisi olarak göreve geldikten sonra çalışmaya hızla başladığını anlattı. İnegöl, şöyle devam etti:
"Mudurnu hafta sonu turizmi ile kendini gösteren, tarihi dokuları ile ön planda olan bir ilçe. Mudurnu'yu tatilciler sadece hafta sonu ziyaret ediyor. Biz Mudurnu'nun tanıtımını iyi bir şekilde yaparak hafta içinde de tatilcilerin gelmesini sağlamayı hedefliyoruz."


Mudurnu'da bulunan tarihi konakların restorasyonlarının devam ettiğini anımsatan İnegöl, "Restorasyonu yapılmayan konakların da restorasyonun yapılması için girişimlerde bulunduk. Mudurnu'yu ziyaret eden tatilcilere Mudurnu'nun tarihinin iyi bir şekilde anlatılması için belediye bünyesinde rehberlik hizmeti verilecek."dedi.


İnegöl, Demirciler Çarşı'nda bulunan iş yerlerinden birkaçını belediyeye kazandıracaklarını, iş yerlerinde gerekli düzenlemelerin yapılmasından sonra yeniden Mudurnu turizmi için hizmet vermesini sağlayacaklarını anlattı.

Bolunun Sesi, 18.04.2009

KAZI ÇALIŞMALARI HAZİRAN'DA BAŞLIYOR





Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'nde bulunan Sobesos Antik Kenti'nde bu yılki kazı çalışmalarına haziran ayında başlanacağı öğrenildi.

 

Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Şahinefendi Köyü'nde, 2002 yılında yapılan kaçak bir kazı sonrasında ortaya çıkartılan ve Genç Roma ile Erken Bizans dönemine ait Sobesos Antik Kenti'nde kazı çalışmalarının bu yılda süreceği bildirildi.

 

Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Halis Yenipınar, 2002 yılında başlanılan kazı çalışmalarında bugüne kadar önemli bir mesafe aldıklarını belirterek, antik kentinde hamam, toplantı salonu, mezar şapeli ile birlikte 100'e yakın mezarın gün ışığına çıkartıldığını açıkladı.

Bu yıl haziran ayında başlaması planlanan ve kendisinin başkanlık edeceği kazı çalışmaları için Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermayeler İşletmesi Merkez Müdürlüğü'nden 60 bin TL ödenek talebinde bulunduklarını ifade eden Yenipınar, kazı çalışmalarında 30 kişilik bir ekibin görev alacağını belirtti.

 

Halis Yenipınar, "Bu yıl planladığımız kazı çalışmalarında, daha önce kazı çalışması yapılan hamam ile toplantı salonu arasındaki mimari yapıyı gün ışığına çıkartmaya çalışacağız. Önümüzdeki yıllarda da devam edecek olan kazı çalışmaları sonunda burası bölgenin önemli bir turizm merkezi haline gelecek" dedi.

Nevşehir Kent Haber, 17.04.2009

Aphrodisias - Aphrodite Tapınağı (G. Bell-Nisan)
...1907




12 - 18 Nisan 2009

BU DEĞİRMENİN SUYU NERDEN?





Arkeoloji Müzesi’nde restorasyon bir türlü bitmiyor. Henüz hizmete açılmadan neredeyse her işin ikinci bir kez yapıldığı arkeoloji müzesine yapılan ekstra harcamalar akıllara “Bu değirmenin suyu nerden geliyor” sorusunu getiriyor.


2006 yılında dönemin Valisi Hasan Canpolat tarafından Arkeoloji Müzesi olarak restore edilmeye başlanan Endüstri Meslek Lisesi bahçesinde ki tarihi bina aradan geçen 3 yıl içerisinde hala tam anlamıyla hazır hale getirilemedi.


Yapımı ve açılışı yılan hikayesine dönen Arkeoloji Müzesi yapılmaya başlandığı günden beri çeşitli sorunlarla gündeme geliyor.


Restorasyon çalışması kapsamında yapılan bina çatısı daha sonra aktığı gerekçesiyle yeniden yapıldı. Kullanılmayan ve kış mevsiminde içerinin soğuk olması nedeniyle patlayan ahşap parkeler yenileriyle değiştirildi.


Proje kapsamındaki ısınma sisteminin sökülüp yeniden değiştirildi. Ayrıca duvarları çatlayan ve yeniden tamir edilerek boyanan arkeoloji müzesinde şimdi de giriş kapıları değiştirildi. Orta Anadolu’nun en büyük Arkeoloji Müzesi olma özelliğini taşıyan Sivas Arkeoloji Müzesi’nin iç peyzaj ve düzenleme çalışmaları büyük ölçüde tamamlanırken, geçtiğimiz yıl çatısında akıntıdan meydana gelen sorunda giderildi. Restore halindeyken bile restoreye ihtiyaç duyulacak hale gelen müzenin 29 Nisan Çarşamba günü Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından açılması planlanırken, müzenin neredeyse daha hiç kullanılmayan 5 ayrı ahşap ve kanatlı giriş kapısı sökülerek yerine yenileri takıldı.


Daha önce yapılan çalışmalar eksik yada hatalı ise yapılan harcamaların hesabını kimin vereceği ise merak konusu.


29 Nisan Çarşamba günü Müze Müdürleri ve Kurtarma Kazıları Toplantısına katılmak üzere Sivas’a gelecek olan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın açılışını yapacağı Arkeoloji Müzesi, açılışa yetiştirilmeye çalışılıyor. Bu kapsamda Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’nin deposunda bulunan 5 bin 730 sikke, 2 bin 357 arkeolojik eser, Arkeoloji Müzesi’ne taşındı.
Aceleyle yapılan taşıma çalışmaları sonucu bazı arkeolojik eserler müzenin içi yerine bahçesine taşındı. Bu durum ortaya iç acıtan bir manzara çıkardı. Müze bahçesinin peyzaj çalışmasında kullanılacak olan gübre yığınlarının arasında kalan tarihi eserler, henüz müzede sergilenemeden gübreye bulandı. Ortaya çıkan manzara arkeolojik eserlere verilen önemi gözler önüne serdi.

Sivas Hürdoğan, 17.04.2009

MÜZE GİRİŞİMİNE BAKANLIKTAN DESTEK

 

Kars'taki Kanlı Tabya'nın 'Harp Tarihi Müzesi' olması için Kültür ve Turizm Bakanlığı destek verdi.

Kars Merkez Bülbül Mahallesi'nde bulunan Kanlı Tabya ile ilgili olarak geçtiğimiz yıl Kars Valiliği'nce oluşturulan Kars Tabyaları Bilimsel Danışma Kurulu tarafından yapılan inceleme ve çalışmalar sonucu Kanlı Tabya'nın Harp Tarihi Müzesi olarak düzenlenmesi kararlaştırıldı. Danışma Kurulu tarafından alınan bu karar gereğince Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yazışmalar yapıldı.

Yapılan değerlendirmeler sonucunda, 'Kanlı Tabya Rölöve, Restitüsyon, Restorasyon Projeleri Yapımı', Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü 2009 Yılı Yatırım Programı'na dahil edilerek gerekli ödenek ayrıldı.

2009 yılı içerisinde projelerin yapımı ile başlayacak olan çalışmalar sona erdiğinde, Kars Kanlı Tabya, Harp Tarihi Müzesi olarak restore edilerek turizme kazandırılacak.

Kars Kent Haber, 17.04.2009

Kriz üstü bahar,
defineci cemaati
işbaşı yapar...

KAZILAN ÇUKURA DÜŞÜP YARALANDI

 

Sivas'ta, bir kişi define çukuruna düşerek yaralandı.

 

Edinilen bilgiye göre, dün öğle saatlerinde Ferhatbostan Mahallesi'ndeki bir arsada resmi izinle define aramak için kazı çalışması yapan Meral Y. (51)'nin kazdığı çukura Nurhan A. (38) düştü.

 

Yaralanan Nurhan A., Sivas Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.

Sivas Kent Haber, 15.04.2009

TARİHİ ESERLERİ SATAMADAN YAKALANDILAR

 

 

Kahramanmaraş'ta emniyet ekiplerinin gerçekleştirdiği operasyonla 18 adet sikke, 1 adet etnografik eser olduğu tahmin edilen gümüş bilezik ele geçirilirken, tarihi eserleri satmaya çalışan 2 kişi yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, emniyet ekipleri istihbarı çalışmalar neticesinde Kahramanmaraş'ta yaşayan 2 kişinin kent merkezinde ve Göksun ilçelerinde yaptıkları kazılarda buldukları tarihi eserleri para karşılığı satmak için müşteri arayışı içerisinde oldukları bilgisine ulaştı.

 

Bunun üzerine harekete geçen Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü dedektifleri yaptıkları operasyonla 18 adet sikke, 1 adet etnografik eser olduğu tahmin edilen gümüş bilezik ele geçirilirken, müşteri arayışı içerisindeki 2 kişiyi yakaladı. Zanlıların emniyetteki ifadeleri devam ederken, sorgularının ardından adliyeye çıkartılacakları öğrenildi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 17.04.2009

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Bilecik'te tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen bir kişi jandarma tarafından gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, Bilecik'in Küplü Köyü'nde, elindeki tarihi eserleri satmak isteyen bir kişi olduğu ihbarına alan jandarma istihbarat timleri, alıcı kılığına girerek E.K. ile buluştu.

 

Pazarlık sonucu elinde bulunan tarihi eser niteliğindeki kılıç ve kasaturayı satmak isteyen E.K. gözaltına alındı. Adli mercilere sevk edilen E.K. serbest bırakıldı.

Bilecik Kent Haber, 17.04.2009

DEFİNE AVCILARINA SUÇÜSTÜ

 

Manisa'nın Alaşehir İlçesi'nde polis ve jandarma ekiplerinin ortaklaşa düzenledikleri operasyonda, kaçak tarihi eser kazısı yapan 7 kişi suç üstü yakalandı.

 

Edinilen bilgiye göre, Alaşehir İlçe Emniyet Müdürlüğü ile İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler, Evrenli Köyü sınırları içerisinde yapılan kaçak kazı alanına baskın düzenledi. Burada tarihi eser aradıkları belirlenen C.K. (49), F.B. (40), S.T (27), B.D. (20), L.A. (58), İ.S. (31) ve Ö.B. (27) suçüstü yakalandı.

 

Şüphelilerin yaklaşık bir yıldır bu alanda kazı çalışması yaptıkları, kazı alanında haramiler ve eşkıyalara ait hazinenin olduğu iddia ediliyor. Kaçakçıların kazı alanına bölgeden geçen elektrik hattından kaçak elektrik çektiği, hazineye ulaşmak için 12 metre tünel kazdıkları, 3 metre derinliğe inerek 3 metre düz devam edip 1 metre yüksekliğe çıktıkları, 10 metre daha düz tünel açtıktan sonra tekrar 8 metre derinliğe indikleri, en son varılan hedefte bulunan mermer sütunu kırmaya çalışırlarken suçüstü yakalandıkları belirtildi.

 

Kazı alanında kazma, kürek, seyyar elektrik kabloları, balyoz, taş kırmak için matkap, el fenerleri, halatlar gibi malzemeler ele geçirildi. Kazı alanı jandarma tarafından koruma altına alındı. Şüpheliler ise adliyeye sevk edildi.

Manisa Kent Haber, 16.04.2009

TARİHİ ESER ŞEBEKESİ ÇÖKERTİLDİ

 

Kayseri'nin Sarız İlçesi'nde jandarma ekiplerince yapılan operasyonda 10 adet sikke ile silah ele geçirilirken, 8 kişi ise gözaltına alındı.

 

Kayseri Valiliği'nden yapılan yazılı açıklamada, jandarma ekiplerince Sarız İlçesinde Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçlarını örgütlü olarak işlediği öne sürülen şahıslara yönelik operasyon düzenlendiği belirtildi.

 

Örgüt lideri M.T. (31) ile örgüt üyeleri H.A. (37), A.A. (62), T.T. (49), N.Y. (35), H.K. (22), M.K. (20) ve M.A. (28) isimli şahısların yakalanarak gözaltına alındığı operasyon kapsamında yapılan aramalarda ise 1 adet ruhsatsız tabanca, 1 adet kuru sıkı tabanca, 2 adet av tüfeği, 19 adet fişek, 10 adet sikke, 63 adet CD, 1 adet dedektör ile çok sayıda doküman ele geçirildi.

 

Soruşturmanın sürdürüldüğü belirtildi.

Kayseri Kent Haber, 16.04.2009

GÖYNÜK'TE SİKKE VE TARİHİ ESERLER ELE GEÇİRİLDİ

 

Bolu İl Jandarma Komutanlığı'nca yapılan istihbarı çalışmalar neticesinde, Göynük İlçesi D. Köyünde M.E. ve A.E. isimli şahıslara ait evde Cumhuriyet Savcılığı'ndan alınan arama kararına istinaden yapılan aramada; geçmiş dönemlere ait 23 adet sikke, 2 adet toprak kandil, 3 adet küçük boy toprak vazo, 2 adet orta boy toprak vazo ve 1 adet seramik kapak ele geçirildi.

 

Şüphelilerin ifadeleri alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Bolunun Sesi, 13.04.2009

DEFİNE AVCILARI MANASTIRI KÖSTEBEK YUVASINA ÇEVİRDİ

 

 

Şırnak'ın İdil İlçesi'ne bağlı Bereketli (Hedil) Köyü'nde bulunan tarihi manastır (Dera Barana) kaçak define avcıları tarafından adeta köstebek yuvasına çevrildi.

 

Tarihi manastırın bazı duvarlarını ve odalarını yıkan ve manastırın tabanlarını metrelerce kazarak define arayan kaçak define avcıları tarih manastırı kullanılmaz hale getirdi. İdil'in 20 km kuzey batısında Mardin'e bağlı Dargeçit İlçesine yakın olan tarihi manastırın en az bin yıllık olduğu belirtiliyor.

Etrafında birçok yıkık kilise ve harabenin bulunduğu manastır, aynı zamanda şarap yapılan ve saklanan bir merkez olarak da biliniyor. Cehennem Deresi vadisinin hemen üstünde bulunan Bereketli Köyündeki manastırın çevresinde birçok eski şehir ve 7 kilise kalıntısı göze çarpıyor.

Bereketli Köyü sakinleri, manastırın define avcıları yüzünden yıkıldığını belirterek, yetkililerden manastıra sahip çıkılmasını istediler.

Sabah, 17.04.2009

İSTANBUL'A BRONZ HEYKEL DAYANMIYOR

 

 

İstanbul parklarındaki heykellerin başına gelmeyen kalmadı. Emirgan Korusu'ndaki geyik heykelinin önce yavrusu, sonra kendisi çalındı. Rumelihisarı'ndaki parktaki Orhan Veli heykelindeki martı 2 kez çalınırken, Gülhane Parkı'ndaki Aşık Veysel heykelindeki saz 3 kez çalındı. Hayvan heykelleriyle tanınan ünlü Fransız heykeltıraş Pierre Louis Rouillard'ın 1864'te yaptığı ve daha sonra Emirgan Korusu'na yerleştirilen bronz geyik heykeli, 2004'te çalındıktan 3 ay sonra bir hurdacıya satılmak üzereyken ele geçirildi. Ayaklarından kesilen ve sadece gövdesi bulunan heykeli, heykeltıraşlar İnayet Türkoğlu ve Hüseyin Alparslan 1.5 aylık çalışmayla yeniledi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürü İhsan Şimşek, "Heykelin başı ve yavru geyik heykeli bir türlü bulunamadı. Gövdeyi 4 yıl depoda tuttuk. Sonra yaptırmaya karar verdik. Heykeltıraş, korudaki heykelin önünde çocuklarıyla birlikte hatıra fotoğrafı çektirmiş. O fotoğraf sayesinde heykeli yeniden aslına uygun şekilde yaptırdık. Heykel envanteri konusunda çalışma yapmalıyız" dedi.

Sabah, 13.04.2009


TARİHİ BEHRAMPAŞA HANI KİME EMANET?





Bir mermer firması tarafından atölye olarak kullanılan Tarihi Behrampaşa Hanı, restore edilmek üzere butik otel yapılması için yaklaşık 6 ay önce bu mermer firması tarafından boşaltılmıştı.

Aradan geçen zaman içerisinde her hangi bir restorasyon çalışmasının başlamadığı Tarihi Behrampaşa Hanı, bugünlerde davetsiz misafirleri ağırlıyor.


1576 yılında Sağır Behram Paşa tarafından yaptırılan Tarihi Behrampaşa Hanı restore edilip hizmete açılacağı günü beklerken, bazı olumsuzluklarda beraberinde yaşanıyor.


Uzun yıllar bir mermer firmasının faaliyet gösterdiği ve yakın zamanda boşalttığı han, şu an boş beklerken, hanın taşlarla örülen bazı pencerelerinin duvarlarının yıkıldığı gözlendi.
Kim veya kimler tarafından yıkıldığı belli olmayan pencere duvarı, hanın içerisine kolayca giriş yapılmasına imkan veriyor.


Giriş kapısı kilitli olan hana girmek isteyenler tarafından yıkıldığı tahmin edilen pencere duvarının bir an önce yeniden kapatılması gerekiyor.


Çevre sakinlerinden alınan bilgilere göre, mermer firmasının hanı boşaltmasının ardından, pencere duvarının yıkıldığı öğrenildi. Pencere duvarının nasıl yıkıldığı hakkında bilgileri olmadığını söyleyen çevre sakinleri, hanın içerisine giriş olanağı sağlayan bu açıklığın bir an önce kapatılması gerektiğini belirttiler. Kapılarının kilitlenmesinden başka hiçbir güvenlik önlemi bulunmayan hanın, alemcilerin mekanı haline gelmesinden ve çıkması muhtemel bir yangında Tarihi Behrampaşa Hanı’ın kül olmasından korkan çevre sakinleri, yetkililerden yenileme çalışmaları başlayana kadar bu pencerenin tekrar kapatılarak önlem alınması gerektiğini kaydettiler.


1576 yılında Sağır Behram Paşa tarafından yaptırılan tarihi Behrampaşa Hanı kesme taştan iki katlı ortası açık avlulu, etrafında odalar yerleştirilerek inşa edildi. Hanın bir de ahır kısmı bulunuyor.


Güney yönünde dışa taşıntılı, sivri kemerli bir giriş cephesi, girişin üzerinde üç dilimli kemere sahip iki penceresi yer alan tarihi Hanın pencerelerin sağ ve solunda aslan motifi işlendiği gözleniyor.

Sivas Hürdoğan, 17.04.2009

CHP İLÇE BAŞKANI EMİNÖNÜ İÇİN AİHM'DE

 

Eminönü Belediyesi'nin tüzel kişiliğinin sona erip bölgenin Fatih İlçesi'ne bağlanması kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşındı. İki ilçenin birleştirilmesinden önce CHP Eminönü İlçe Başkanı olan Sait Karahan, geçen hafta AİHM'ye kişisel başvuru yaparak, Eminönü'nün tekrar ilçe haline getirilmesini talep etti.

Karahan, başvuruyu, birleşme yapılırken kararın halka referandum için sunulmadığı ve mülkiyet hakkının çiğnendiği gerekçesiyle yapıldığını söyledi. Aynı konuyu daha önce Anayasa Mahkemesi'ne götüren CHP'nin talebi reddedilmişti. AİHM'den çıkacak kararın uzun bir zaman alacağı belirtilirken, mahkeme benzer davalarda genelde ülkenin iç işlerine karışmama yönünde karar veriyor ve başvuruları reddediyor.
Zaman, 17.04.2009

KAPALIÇARŞI RESTORASYONLA GELECEK KUŞAKLARA AKTARILACAK

 

Yapı statiğine zarar veren müdahaleler ve bakımsızlık nedeniyle sorunlar yaşayan Kapalıçarşı'nın kurtarılması için start verildi. Başkan Topbaş, dünyanın ilk ve en büyük çarşısındaki restorasyon ve güçlendirme çalışmalarını bu dönem bitirmeyi hedeflediklerini açıkladı.

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 29 Mart Yerel Seçimleri'nin ardından ilk ziyaretlerini Fatih, Kağıthane ve Eyüp Belediyelerine gerçekleştirdi. İlk olarak Fatih Belediye Başkanlığı'na geçerek yeniden seçilen Mustafa Demir'i kutlayan Başkan Kadir Topbaş, Demir ile birlikte gazetecilerin sorularını cevaplandırdı.

 

Fatih Belediyesi'nin sorumluluğuna giren Eminönü'ndeki Kapalıçarşı'nın dünyanın ilk ve en büyük çarşısı olduğunu belirten Başkan Topbaş, "Kapalıçarşı İstanbul'un geçmişten gelen bir mührü. Çarşıda, vakıflar, şahıs ve belediye mülkiyetinde yerler var. Şahıs mülkiyetinde olan yerlerde duvarlar kalınlıklarına müdahale edilmesi, onarım nedeniyle çatıdaki kurşunların kaybolmasıyla ilgili şikayetler söz konusu. Kurşunlar çalınıyor diye çatıyı farklı malzemelerle örtmüşler. Bir an önce buranın eski haline getirilmesi gerekiyor. Bu da ancak birlikte çalışmayla olabilir. Kültür Bakanlığı, İl Özel İdaresi, Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi olarak, çarşı derneğiyle birlikte bu dönem burayı toparlamalıyız. Dış etkenler nedeniyle çarşının durumu her geçen gün kötüye gitmekte. Bir an önce müdahale edilmeli. Hedefimiz bu dönem sonuna kadar restorasyon, bakım ve güçlendirme çalışmalarını bitirmek" diye konuştu.

 

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de Kapalıçarşı'nın kurtarılması için seçimin hemen ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevreyi Koruma Daire Başkanlığı, İl Kültür Müdürlüğü, İstanbul 2010 Ajansı ve Kapalıçarşı yönetiminden temsilcilerin katılımıyla bir danışma grubu oluşturduklarını belirterek, hazırladıkları plan dahilinde üç aşamada çarşıyı kurtaracaklarını söyledi.

 

Demir, "Kapalıçarşı'daki çalışmamız kısa., orta ve uzun vadeli üç aşamadan oluşuyor. İlk aşamada akan çatılar ve hemen müdahale edilmesi gereken konularla ilgili çalışma yapıyoruz. İkinci aşamada Kapalı Çarşı'nın yönetim planını çıkaracağız. Nihai olarak da Kapalıçarşı'nın tüm bölgelerinin düzenleneceği master projeyi hazırlayarak uygulayacağız. Projemiz kurul kararıyla tüm eksik ve ihtiyaçların giderileceği geniş kapsamda olacak" şeklinde konuştu.

 

Mustafa Demir'in bahsettiği yönetim planı konusuna açıklık getiren Kadir Topbaş ise, yönetim planının tüm maliklerin kabul edeceği kapsamda olacağını ve yapılan tüm çalışmaların bu yönetim planı doğrultusunda gerçekleştirileceğini kaydetti. Topbaş, "Dolayısıyla yönetim planın verdiği kararlara uymak zorunlu olacak. Şu anda yönetim planı olmadığı için zorunluluk esasını getiremiyoruz. Buradaki çalışmaları aktif hale getirecek, ticari hayatı engellemeyecek. Çalışmaların bu dönem tamamlanmayı hedefliyoruz" dedi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 17.04.2009

ANTİK KİLİSEYE KORUMA ÇATISI

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki Ayasuluk Tepesi ve St. Jean Kilisesi'nde, Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı tarafından devam ettirilen kazılara belediyenin desteği sürüyor.


Son çalışmalarla zamanında duvarları tamamen mermer plakalar ve resimlerle kaplı olan kilisenin günümüze ulaşabilmiş tek bölümü olan şapeldeki (küçük kilise) duvar resimlerinin korunması için yapılan koruma çatısı tamamlandı.


Bu bölümdeki niş içinde ortada Hz. İsa, sağda St. Jean ve solda İzmirli Timoteius'un resmedildiği şapeldeki duvar resimlerini hava şartlarından korumak için yapılan, zamanla yer yer çürüyen ve çöken çatı, kazı heyeti tarafından hazırlanan ve İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylanan proje gereğince yeniden inşa edildi.


Açık hava şartlarına dayanıklı ahşaptan imal edilen ve üzeri kiremitle örtülen çatının bütün malzeme masrafları belediye tarafından karşılandı.


İlçenin kültür varlıklarının korunması için üzerlerine düşen görevleri yerine getirdiklerini belirten Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, "Toprak altından çıkarılan eserler, yüzyıllardır kendilerini koruyan dengeli bir ortamı kaybetmekte ve dış etkilere açık hale gelmektedir. Bunların bilimsel teknikler kullanılarak korunması ve kazıların buna göre planlanması temel anlayıştır" dedi.

Haber Ekspres, 17.04.2009

ARTIK SANAT DA NETTEN İNDİRİLİYOR!

 

 

Tate Müzesi, iTunes üzerinden ücretsiz olarak indirilebilmesi için galerilerinde bulunan eserleri tanıtan yüzlerce video ve audio klip üretti.

 

Şu anda 400’den fazla dosya iTunes U adındaki online eğitici bölümden indirilebiliyor. Proje, David Hockney gibi sanatçılara direkt olarak soru sorulabilecek Twitter adlı bir siteyi de içeriyor. Ayrıca Jeff Koons ve Louise Bourgeois gibi modern sanatın önemli isimleriyle yapılmış röportajlara ulaşmak da mümkün.


iTunes, Turner Prize kazanmış sanatçı Martin Creed ve grubunun Tate Modern’deki performansının yanı sıra, eserleri hakkındaki tartışmaların kliplerine ulaşmayı da mümkün kılıyor. Tate Müzesi’nin ikisi Londra’da, biri Liverpool’da biri de Cornwall’da olmak üzere dört galerisi bulunuyor.

Taraf, 16.04.2009

500 YILLIK HAMAM RESTORE EDİLİYOR

 

Muğla'da 500 yıllık Sekibaşı Hamamı, kültür merkezi olarak kullanılmak amacıyla restore ediliyor.

 

SİT alanı içindeki hamam, sahibi Yılmaz Ercan tarafından belediyeye bağışlandı.

 

Sanat Tarihçisi Esin Gençtürk, "Proje özellikleri bakımından incelediğimizde haçvari, 4 elvanlı ve köşe hücreli tipe giriyor. Hamamın günümüze sadece sıcaklık mekanı, külhan ve su deposu ulaşmış" dedi.

 

Tarihi hamamın restorasyonuna başlandı.

4 ay sürecek restorasyonun ardından Sekibaşı Hamamı, kent arşivinin de yer alacağı Kültür Merkezi olarak kullanılacak.

Trt/Haber, 16.04.2009

KADİFEKALE SURLARINA 24 ASIR SONRA ONARIM

 

Büyük İskender tarafından MÖ 334 yılında yaptırılan İzmir'deki Kadifekale surları, yaklaşık 24 asır sonra İzmir Büyükşehir belediyesince restore ettiriliyor.


MÖ 334 yılında, Pagos Dağı'nda Makedonya Kralı Büyük İskender'in isteği üzerine yaptırılan Kadifekale, belediyenin hazırlayacağı projeyle tekrar ayağa kaldırılacak. Sanat tarihçisi, malzeme uzmanı, kimya uzmanı, mimar, restorasyon uzmanı gibi pek çok farklı alanda uzmanlaşmış bir ekibin çalışmasıyla hazırlanacak projenin tamamlanmasının ardından, gerekli onaylar alınarak yapım ihalesine çıkılacak.


İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan proje ihalesini kazanan firma, uzman ekibiyle ölçümlere başladı. Çalışmaların, teknik ve ayrıntılı bir iş olması nedeniyle yaklaşık 1 yıl sürmesi planlanıyor.

Çalışmalar sırasında fotostation ve fotogrametri gibi farklı yöntemlerin kullanıldığı hassas ölçümler ile sur duvarlarının tüm kotu, yüksekliği, yüzeydeki yapıları, çevredeki ağaçlar gibi her şey farklı açılardan ölçülecek. Ayrıca yüzeyde görünen her taş parçası için tam ölçümler yapılıp, en küçük parçasına kadar düz bir şekilde görülebilecek.


Malzeme analiziyle sur duvarlarında kullanılan malzemeler net biçimde ortaya konulurken, hangi dönemde neler yapıldığı ve nasıl yapıldığı da bilimsel ve sayısal olarak ortaya çıkarılacak. Sur duvarlarında kullanılan taşların yapısı, dayanıklılıkları ve yapısındaki bileşenler de yüzde olarak ortaya çıkarılacak ve sonraki etap onarım çalışmalarında buna uygun malzemeler kullanılacak.

186 metre yüksekliğindeki Pagos Dağı eteklerinde bir tepe üzerinde bulunan Kadifekale, ilk defa MÖ 334 yılında, Anadolu'yu Pers egemenliğinden kurtaran Makedonya Kralı Büyük İskender'in isteğiyle yapıldı. Kale, Roma döneminden sonra Ortaçağ'da Timur orduları tarafından 1402'de tahrip edildi, bunu İzmir'deki 1668 yılında olan deprem izledi. Kaleden bugüne pek az kalıntı gelebildi. Günümüze gelebilen kalıntılar, daha çok Ortaçağ'a ait.


Ortaçağ kale duvarlarının altında yapılan araştırmalardaysa, Hellenistik döneme ait duvar kalıntılarıyla karşılaşıldı. Günümüze gelen kalıntılardan, kalenin moloz taş, kesme taş ve tuğladan yapıldığı anlaşılıyor.


Kadifekale'den bugüne, yalnızca kalenin batısındaki beş kulesiyle güneyindeki duvarlarından bir bölümü kaldı. Bunlara dayanılarak, kalenin uzunluğunun 6 kilometre olduğu ve sur duvarlarını destekleyen kulelerin 35 metre yüksekliğinde olduğu anlaşılıyor. Kalenin bunun dışında kalan doğu ve kuzey kısımları tamamen yıkılmış durumda. Kalede bir dehliz ve bir de su sarnıcı kalıntısı da görülüyor.


Kadifekale surlarının bir bölümünün, Çelebi Mehmet tarafından yıktırıldığı biliniyor. Yalnızca Doğu yönündeki surlardaki rektangonal (çok iri taşlar) parçalardan bir iki adedi, Basmane Garı'ndan Tilkilik'e uzanan ve Altınpark'a giden yolun başında bulunuyor.

Haber Ekspres, 16.04.2009

MISIRLILAR ŞARABI İLAÇ OLARAK KULLANMIŞ

 

Amerikalı araştırmacılar, Mısırlıların binlerce yıl önce şarabı ilaç olarak kullandığını ortaya çıkardı.

 

Mısır’ın güneyindeki bir firavun mezarında keşfedilen şişelerde, tedavi etmek amacıyla kullanılan 5 bin yıllık şarap kalıntılarına rastlandı. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, bilim adamları Mısır’ın ilk firavunlarından Akrep I’in mezarından alınan örneklerde ayrıca bitki özlerine de rastladı. Pennsylvania Üniversi-tesi’nden Profesör Patrick McGovern ve ekibinin test ettiği şişelerin bulunduğu mezarın, MÖ 3150’ye ait olduğu kaydedildi.

Milliyet, 16.04.2009

TRALLEIS'DE KAZILAR TAM GAZ

 

 

Aydın’da devam eden ‘Turizm Haftası’ etkinlikleri kapsamında Tralleis Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdullah Yaylalı, antik kentte devam eden çalışmalarla ilgili bir sunum gerçekleştirdi.

 

Tralleis Antik Kenti kazı idare binasında gerçekleştirilen sunuma Aydın Vali Yardımcısı Mesut Kırcalı, Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, İl Kültür ve Turizm Müdür Yardımcısı Nusret Debre, Aydın Sosyal Hizmetler İl Müdürü Bilal Çenet, Aydın Ticaret Odası (AYTO) Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Hakkı Dokuzlu ve öğrenciler katıldı.

 

Antik kente devam eden kazı ve restorasyon çalışmaları hakkında bilgiler veren Prof.Dr. Abdullah Yaylalı, sunumda Tralleis Antik Kenti'nin geçmişi ile ilgili bilgiler aktarırken, son üç yıl içerisinde bulunan tarihi eserler ve yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi.

 

Sunumun ardından konuşan Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka da, kazıların çok iyi bir hızla devam ettiğini belirterek, bu yıl ki kazı döneminde daha çok tarihi eserin bulunmasının amaçlandığını kaydetti.

Aydın Kent Haber, 16.04.2009

'KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ' EFSANESİNİN SONU





Osman Hamdi Bey'in en çok tanınan eseri 'Kaplumbağa Terbiyecisi' hakkında yıllardır pek çok şey söylendi. Kimileri "O zamanki idari yapılanma içinde yer alanlara siyasi birtakım göndermeler." dedi, kimileri "Doğu'yu çağdaşlaştırmak isteyen bir Osmanlı aydınının hali." diye yorumladı bu resmi.

 

Kimi de böyle bir mesleğin olup olmadığını araştırdı. Sabancı Müzesi'nde dün açılan "Batı'ya Yolculuk - Türk Resim Sanatının 70 Yıllık Serüveni (1860 - 1930)" adlı sergi, tabloyla ilgili önemli bir gerçeği ortaya çıkardı. Ünlü oryantalist ressam, eserini yaparken 1869'da yayımlanan Tour du Monde adlı seyahat dergisinde, İsviçre diplomatının Japonya üzerine yazdığı makalede yer alan kaplumbağa terbiyecisi gravüründen esinlenmiş. Sergide 'Kaplumbağa Terbiyecisi'nin bir ikizi daha olduğu da ortaya çıktı. Belma Simavi Koleksiyonu'nda yer alan ve çok az kimsenin bildiği bu tablo ilk kez sergileniyor.

 

Aynı aileden gelen ve Osman Hamdi'nin arşivini elinde bulunduran tarihçi Prof.Dr. Ethem Eldem, sergi kataloğu için kaleme aldığı yazıda 'Kaplumbağa Terbiyecisi' üzerindeki tüm sisleri 'basit' bir şekilde dağıtıyor. Şimdiye kadar esere dair yorumların kendisini güldürdüğünü söyleyen serginin küratörü Ferid Edgü ise "Osman Hamdi konuyu çok sevmiş ve esinlenerek resmetmiş. Eldem'in makalesi tüm yorumlara çok güzel cevap." diyor.

 

Kaplumbağa Terbiyecisi hakkında bugüne kadar yapılan bütün yorumları boşa çıkaran öykü aynen şöyle: Osman Hamdi Bey, 1869'da babasına Bağdat'tan yazdığı mektubunda, "Bana yollamış olduğunuz Tour du Monde'u okudum" der. 'Devr-i Alem' veya 'Dünya Turu' olarak tercüme edilebilecek bu eser, dönemin en gözde seyahat dergisidir. Ciltte yer alan bir İsviçre diplomatının Japonya üzerine makalesinin ilk sayfasında yer alan gravürde bir 'Kaplumbağa Terbiyecisi' resmedilmiştir. Japon L'Crepon adlı bir illüstratör tarafından çizilip yayımlanan resmin yanında ise şu bilgi yer alıyor: "Kaplumbağa terbiyecisi kendi şarkılarıyla madeni bir davulun ritminden başka bir şey kullanmaz. Öğrencileri ise tek sıra halinde yürür, çeşitli hareketlerde bulunur, sonunda da insan yardımı olmadan, en irileri en küçüklere köprü oluşturarak alçak bir masaya çıkarlar; ardından da kendiliklerinden üç veya dört öbek oluştururlar, sanki birisi bağadan tepsileri üst üste yığmış gibi".

 

Ethem Eldem, "Bu resmi gördükten sonra Osman Hamdi Bey'in Kaplumbağa Terbiyecisi'ni düşünmemek elde değil." diyerek yıllardır süren bir efsaneyi söndürmenin keyfiyle şöyle devam ediyor: "Belki de bu kadar gizemli bulduğumuz ve bir türlü manalandıramadığımız tablonun arkasındaki hikaye bundan ibarettir: Bağdat'ta ilk gördüğünde ilgisini çekmiş, sonra da kim bilir, belki otuz beş sene sonra Tour du Monde'un o cildi tekrar eline geçtiğinde bu resmi hatırlayıp yeni bir tablonun ilham kaynağı bu şekilde belirmiştir."

 

1869'da yayımlanan Japon gravürü ve 1906'da tamamlanan Kaplumbağa Terbiyecisi'nin ikinci versiyonu sergide yan yana konulmuş. Böylece tablonun ilham kaynağının ne olduğu, böyle bir meslek olup olmadığı, burada temsil edilenin bir ilerleme veya sanat metaforu olabileceği gibi efsaneler son buluyor. 2004'te o günkü parayla 5 trilyon lira gibi rekor bir fiyata satılan 'Kaplumbağa Terbiyecisi' şu anda Pera Müzesi'nde yer alıyor. Sabancı Müzesi'nde sergilenen ikinci eseri, sanatçı kendi el yazısıyla Ahmet Muhtar Paşa'ya ithaf etmiş.

Zaman, Haber. Musa İğrek, 16.04.2009



KOZLUK KALESİ ÖLÜM SAÇIYOR

 

   

 

Batman'ın Kozluk İlçesi'nin kale dibinde oturan vatandaş yetkililerden acil yardım bekliyor.

Kale dibinde oturan vatandaş ölüm korkusuyla uyuyor, ölüm korkusuyla uyanıyor. "Sürekli kaleden taş düştüğünü ve evlere çarptığını" iddia ediyorlar.

 

Konuyla ilgili kale dibinde oturan ve ölümden saniye farkıyla kurtulan Abdülkerim Baltaş, durumu bize şöyle anlattı: "Sürekli taş düşüyor. Geçenlerde ben merdivenlerden eve çıkarken eşim bana kaç dedi, ben kaçtım, taş tam yerime düştü, ben saniye farkıyla kurtuldum. Eşim beni uyarmasaydı ben şimdi yaşamayacaktım."

Restorasyonuyla ilgili Baltaş, şöyle devam etti: "Biz kale dibinde oturuyoruz, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilirse ilk katkıyı biz sunarız. Elimizden gelen yardımı biz yaparız. Gerekirse evimizi de kaleye kurban veririz, yeter ki kale kurtulsun" diye konuştu. Baltaş, "Kozluk kalesi Kozluk'un sembolüdür. Kozluk'un turizmi için, Kozluğun gelişmesi için çok önemli bir yer olduğunu ve bu tarihi mirasın korunması gerektiğini söylüyoruz. Gereken desteği verip bu kaleyi bu rezaletten kurtarılması gerekiyor." diye ekledi.

Haber Diyarbakır, Haber: Mehmet Karabaş, 15.04.2009

CAMİ RESTORASYONU BAŞTAN SAVMA

 

Balıkesir'in Burhaniye İlçesi'nde, Hacıahmet Camii'nde yapılan restorasyon çalışması cemaati memnun etmedi.

 

İlçenin en eski camilerinden olan 215 yıllık Hacıahmet Camii'nde geçen yıl başlatılan restorasyon çalışması tamamlanırken, yapılan işler cemaati memnun etmedi.

 

Restorasyon sırasında kırılan mermerlerin bile değiştirilmediğini belirten emekli öğretmen Bayram Kalay, harcanan paralara yazık olduğunu bildirdi. Geçen yılın ağustos ayında başlayan tadilatın sona ermesiyle yapılan işlerdeki kusurların ortaya çıktığını belirten Kalay, "Cenaze yıkama yeri ve şadırvan dışında önemli bir şey yapılmadı. Restorasyon sırasında kırılan mermerleri bile değiştirme gereği duymamışlar. Caminin içindeki sütunlardaki boyalar silindikten sonra hiçbir işlem yapılmamış. Devletin parasına yazık değil mi? Bu işlerin kontrolünü yapacak bir yetkili yok mu" dedi.

Balıkesir Kent Haber, 16.04.2009

MISIR'DA ÜÇ AYRI YERDE KLEOPATRA'NIN MEZARI ARANIYOR

 

 

Arkeologlar, Mısır’da Akdeniz sahili yakınlarında üç ayrı yerde Kleopatra ve Mark Anthony’nin mezarlarını aramaya başlayacaklar. Mısır eski Eserler Yüksek Konseyi tarafından üç gün önce yapılan açıklamaya göre, sevgililerin mezarlarını bulmak için geçen ay Taposiris Magna tapınağında yapılan sismik araştırmada bu üç nokta belirlendi. 

 

Tapınak, İskenderiye yakınlarında, bugün Abusir olarak bilinen Mariut Gölü kenarında Ptolemy II Dönemi’nde (MÖ 282-246) inşa edildi. Kleopatra ve Mark Anthony, ordularının MÖ 31 yılında Actium Savaşı’nda yenilmesinden sonra intihar etmişlerdi. İskenderiye yakınlarında olduğu tahmin edilen mezarları ise bugüne dek bulunamadı. Taposiris Magna tapınağında geçen yıl yapılan kazılarda Kleopatra’ya ait biri bronz iki heykel, üzerinde kraliçenin resmi basılı 22 sikke ve Mark Anthony’nin bir maskesi bulundu. Tapınakta ayrıca mezar olabilecek şaftlar tespit edilmişti. 

AP, Haber: Rebecca Santana, 15.04.2009

İDİL'DE TARİHİ KİLİSE RESTORE EDİLİYOR

 

Şırnak'ın İdil İlçesi'nde bulunan ve bir dönem cezaevi olarak kullanılan tarihi kilise bakımsızlıktan harabeye ve çöp alanına dönerken kilisede restorasyon çalışması başlatıldığı öğrenildi.

Yukarı Mahalle Hükümet Caddesi üzerinde bulunan ve 2 yıl önce İdil Belediyesi tarafından çevresi biriken çöplerden temizlenen eski kilise, kısa süre sonra tekrar eski haline dönerek yine çöp toplama ve köpek saklanma yuvasına dönüştü.


İdil Süryani Kadim Vakfı Başkanı Şemun Gösteriş, "Vakfımız bünyesindeki bütün kiliseleri zaman içinde restore edeceğiz. Şu anda MS 303 yıllarından kalma Mor Corce Kilisesi'nin restore çalışmasına başlandı. Önümüzdeki tarihlerde İdil'de bulunan bütün tarihi kiliselerimizi restorasyondan geçireceğiz" dedi.

İlçenin en işlek yerinde olmasına karşın kilisenin temizliğinin yapılmaması vatandaşların tepkisini çekiyor.

Şırnak Kent Haber, 15.04.2009

YOL ORTASINDA MEZAR

 

Konya Selçuklu’da Hocacihan Saray Mahallesi’nde yol ortasında bulunan, yaklaşık 200 yıllık olduğu tahmin edilen ve taşında “Erler Diyarı” yazan bir mezar, Saray Caddesi’ndeki yol genişletme çalışmaları sonrası yol ortasında kaldı.

 

Hocacihan Saray Mahallesi Muhtarı Ali Demir, yaklaşık 5 yıl önce yol genişletme çalışması yapıldığını, mezarın yolun ortasında kalması yüzünden sık sık trafik kazaları yaşandığını belirtti. Bunun üzerine mezarlığın demir parmaklıklarla çevrildiğini kaydeden Demir “Selçuklu Belediyesi’nden burasının daha düzenli bir hale getirilmesini, bir türbe haline dönüştürülmesini istiyoruz” dedi. Selçuklu Belediyesi yetkilileri de, mezarın kime ait olduğunun bilinmediğini belirtti.

Milliyet, Haber: İsmail Akkaya, 15.04.2009

DOLMABAHÇE'YE STAT, MİRASIMIZA SAYGISIZLIK

 

 

Bakan Günay'ın stat açıklamalarına mimarlardan ve mühendislerden de destek geldi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İnönü Stadyumu'na ek bina yapılması ve stadın genişlemesiyle ilgili başvurular olduğunu ancak yeni binaların Dolmabahçe Sarayı'na zarar vermesinden endişe ettiği için bu tür taleplere sıcak bakmadığını söylemişti. Bakan Günay'ın dünkü açıklamalarına mimarlardan ve mühendislerden de destek geldi. İşte görüşler:

 

Cemal Gökçe (İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı) : Ek binaların yapılması bir yana stadyumun da Gökkafes'in de bir an evvel yıkılması gerek. Burasını yeşil alan haline getirmek gerek.


Prof.Dr. Haluk Eyidoğan (Ulusal Deprem Konseyi Başkanı): İstanbul'daki birçok bina gibi İnönü Stadyumu da miadını doldurdu. Stadda illa bir şey yapılacaksa, yeni eklemelerden çok güçlendirmenin yolu aranmalı.

 

Dr. Sinan Gerim (Mimar): Stat teknik açıdan Dolmabahçe'ye bir sorun çıkarmaz. Ancak Dolmabahçe'ye stat yapılmasını imparatorluk mirasına saygısızlık olarak görüyorum. Böylesine bir yağma hareketine tanık olmak bana utanç veriyor. Gökkafes de İnönü Stadı da derhal yıkılmalı.

 

Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün Yatırımlardan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi İlhan Durusoy, kulüp olarak bu bölgeden vazgeçmelerinin söz konusu olmadığını söylüyor. Durusoy, "Stat projesi konusunda çalışmalarımız devam ediyor. Başbakanımız da bu konuda BJK'ya destek sözü verdi” diyor.

Bugün, Haber: Mehmet Rıfat Yeğen, 15.04.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

2010'DA GENEL SEKRETER DE GİTTİ KAVGA BİTTİ

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkeni Ajansı Genel Sekreteri Eyüp Özgüç’ün görevi sona erdi. 2010 yönetiminde yaşanan krizin taraflarından biri olan Özgüç, bir süredir ‘raporlu’ydu. Dün, 2010 Yürütme Kurulu Başkan Vekili, Prof.Dr. Ahmet Bilgili imzasıyla bir açıklama yapıldı ve Eyüp Özgüç’ün ayrıldığı duyuruldu.

Açıklamada “Sürdürülmekte olan yeniden yapılanma sürecinde, idari kadro organizasyonunun 5706 sayılı yasa çerçevesinde düzenlenmesi kapsamında, Genel Sekreterlik makamına yeni bir atamanın yapılması uygun görülmüş ve bu nedenle Eyüp Özgüç’ün Genel Sekreterlik görevi sona ermiştir,” deniliyor.

Aynı açıklamada yeni Genel Sekreter’in önümüzdeki hafta toplanacak Yürütme Kurulu toplantısında atanacağı belirtiliyor. Geçen ay Eyüp Özgüç’le anlaşamayan Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ve üç üye, İskender Pala, Metin Sözen, Gürhan Ertür istifa etmişlerdi. Bu istifalar geniş yankı uyandırmış çeşitli iddiaların yanı sıra, 2010 projelerinin geleceği konusunda da endişeler dile getirilmişti. Yeni yürütme kurulu üyeleri ve başkanın da yakında atanması bekleniyor.

Radikal, 15.04.2009


******


İSTANBUL 2010 KRİZİNDE SON PERDE

 

Olay Nautic şirketinin sahibi Cumali Varer, 25 şubat günü istifa eden İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu eski başkanı Nuri Çolakoğlu hakkında ilginç iddialar ortaya attı. 2000 yılından beri yelken yarışları organize eden Cumali Varer, 2008 yılında İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın ana sponsorluğunda, Fransa’da başlayıp İstanbul’da noktalanan bir yarış düzenlemiş ve yarışın 22 milyon dolarlık bir geri dönüşü olmuştu. 2010 ajandasından 320 bin avroluk sponsorluk bedeli  aldığını ve 22 milyon dolarlık reklam geri dönüşü sağlamanın büyük bir başarı olduğunu söyleyen Varer, 8 martta Milliyet gazetesinde yayımlanan bir haberde, Cap İstanbul’un Çolakoğlu’nun istifa gerekçelerinden biri olarak gösterilmesini kendisine yapılmış bir saldırı olarak nitelendiriyor. Varer, haberi Çolakoğlu’nun yaptırdığı kanaatini taşıdığını ifade ediyor. Haberde, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Genel Sekreteri Eyüp Özgüç’ün yedi icraatının Nuri Çolakoğlu ve dört kurul üyesinin istifasına yol açtığı belirtilmiş ve yelken yarışı hakkında şu ifadelere yer verilmişti: “Eyüp Özgüç, Bakan Hayati Yazıcı’nın talimatı var diyerek Yönetim Kurulu’ndan bir şirkete Marsilya-İstanbul arası yelken yarışı için 675 bin lira ödenek çıkmasını sağladı. Sonradan Bakan Yazıcı’nın olaydan haberdar olmadığı anlaşıldı.”


“Yarışın adını 2010 Avrupa Kültür Başkenti Cap İstanbul yaptık. Yarışçıları taşıyan 28 tekneye de İstanbul 2010’un logosunu yerleştirdik. Fransa ve Türkiye’deki birçok televizyon ve gazetede haber bu şekilde yer aldı” diyen Cumali Varer, Nuri Çolakoğlu hakkında ise şunları söyledi. “Çolakoğlu, bu kadar başarılı bir projeyi karalayarak hem beni hem de diğer proje sahiplerini töhmet altında bırakmış oldu. Sanki bir tanıdığa 320 bin avro verilmiş gibi bir itham var. İstifa ettikten sonra bu haberi yaptırdı ve yelken yarışını istifasına gerekçe gösterdi. Beni kullanarak ‘AKP’liler buraya iş yapıyor. AKP’lilerin projeleri kuruldan geçiriliyor’ gibi bir imaj yarattı. Proje sahiplerinin cesaretini kırarlarsa nasıl yürüyecek bu işler. Benim şahsi düşünceme göre bakanla ve şu anda İstanbul’u yöneten AKP’li belediye başkanıyla sürtüşme içine girdi Nuri Çolakoğlu. Bu sürtüşmeyi yaratmadaki amacı, ‘Bunlar bu işi yapamaz. Bunu ben yaparım’ düşüncesini herkese kabul ettirmekti. Yapamazsa da, ‘AKP’lilerin baskı ve müdahaleleri yüzünden bu işi yürütemedim’ diyebilecek durumda olmaktı. Bu şekilde başarısızlığının siyasi sorumluluğunu da bakanın üzerine atacaktı. Ama bunun sonunun istifaya gideceğini ummuyordu. ‘Ya ben ya diğerleri’ blöfü yaptı.”


Projesinin bakanın talimatıyla geçmediğini, Nuri Çolakoğlu’nun da imzasıyla onaylandığını belirten Varer şöyle konuşuyor. “Başbakanlık tanıtma fonunun tabii ki haberi var bu yarıştan. Nuri Çolakoğlu da bunu bahane etti ve ‘bakanın talimatıyla yarışa sponsorluk bedeli ödendi’ dedi.” 
Yarış sürecinde de Nuri Çolakoğlu’nun kendisini zor durumda bıraktığını,  uzun süre ödeme talimatı vermediğini söylüyor Cumali Varer. “Yarış bittikten sonra ödül töreni yapıldı ve dördüncü gelen sporcunun kupasını da Nuri Çolakoğlu takdim etti. Kendisi bana ödül töreninde ‘yaptığınız iş çok güzel ama çok hızlı oldu’ dedi. Yarış bitmişti ve ödül töreni yapılıyordu ancak kendilerinden henüz gerekli parayı alamamıştım. Kazanlara ödüllerini verecek param yoktu. Beni bir ay süründürdü. Bana, ‘hayır parayı iş bitiminden sonra vereceğim’ diyordu. Ödül töreninde, ilk ona giren sporculara 150 bin avroluk çek verdim ve o esnada bankada çeklerin karşılığı bile yoktu. ”
Cumali Varer, Çolakoğlu’nun kendisini siyasi olarak bir yere oturttuğunu, bu şekilde iş yapma potansiyelini etkilediğini, Başbakanlık Tanıtma Fonu yetkililerinin bile “acaba Çolakoğlu medya yoluyla yine karalama yapar mı?” diye 2009’da düzenleyeceği yarış için kendisine destek vermekte tereddüt ettiğini söylüyor.


İstanbul 2010’da işlerin tıkanma noktasına geldiğini ve bunun eski yönetimden kaynaklandığını söyleyen Varer sözlerine şöyle devam ediyor: “Öyle bir hava yayıyorlardı ki, ‘Çolakoğlu’nun tanıdığı adamların projeleri geçer. Diğerleriyle iş yapmayın spekülasyon olur’ Öküzün altında buzağı arandığı için projeler objektif bir şekilde değerlendiremiyordu. Kimse proje sunmaya cesaret edemez hale geldi. ”

Nuri Çolakoğlu’na Cumali Varer’in kendisi hakkındaki iddialarını sorduk. Çolakoğlu’nun yanıtını aynen yayımlıyoruz:
“Benim Cumali Varer ile bir meselem yok. Milliyet’teki haberle de hiç bir ilgim yok. İstifa eden Yürütme Kurulu üyeleri olarak ilke olarak 2010 konusunda konuşmama kararımız var. Çünkü bu proje İstanbul ve Türkiye için çok önemli bir proje. Bu projeyi gereksiz polemiklerle gölgelemek istemiyoruz.”

Taraf, 15.04.2009


******


2010'UN GENEL SEKRETERLİĞİ'NE YILMAZ KURT GETİRİLDİ

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın genel sekreterliğine Mülkiye Başmüfettişi Yılmaz Kurt atandı.

 

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Kurt, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ile Londra Middlesex Üniversitesi'nde sosyal politika üzerine yüksek lisans yaptı, çeşitli ilçelerde kaymakamlık görevinde bulundu.

Zaman, 18.04.2009


BOLU'DAN FOSİL FIŞKIRIYOR

 

 

Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölüm Başkanı Prof.Dr. Faruk Sancar, Bolu'nun fosil bakımından çok zengin olduğunu ve adeta fosil fışkırdığını söyledi.


AİBÜ Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölüm Başkanı Prof.Dr. Faruk Sancar, Bolu'nun jeolojik yapısı hakkında açıklamalarda bulundu. Sancar, "Bolu'da her kürekte en az bin fosil çıkar" dedi.
Bolu'nun da Türkiye gibi yeni bir kara parçası olduğuna ve denizden bundan 50-60 milyon yıl önce kurtulduğunu söyleyen Sancar, kara oluşumumuzun devam ettiğini kaydetti. Bolu'da fosillerin ise en çok Yukarısoku Mahallesi civarında olduğunu açıklayan Sancar, buranın uzunluğunun 60 kilometre civarında olduğunu ve Mengen'e kadar devam ettiğini ifade etti. Sancar, "Bolu'da yürürken aslında kabaran Tetis denizinin dibinde yürüdüğümüzün farkında değiliz. Köroğlu Dağı volkanik bir dağdır. Türkiye gibi Yunanistan, İtalya ve benzeri yerlerde denizden yeni çıkan kara parçalarıdır. Bizim ve bizim gibi yeni kara parçalarının oluşumları hala devam ediyor. Erciyes hala aktif bir volkanik dağdır. Halkımız volkanik dağ diyince patlamasını bekliyor. Ama aslında bir aktif volkanik dağ demek illa patlayan veya homurdanan bir dağ değildir. Bunun gibi Köroğlu Dağı da volkanik bir dağdır. Daha 20 milyon yıllıktır ve her an yeniden aktif hale gelebilir. Çünkü daha çok genç bir oluşumun üzerinde yaşıyoruz" diye konuştu.

Bolu Kent Haber, 15.04.2009

KENTLERİMİZ KÜLTÜR VE MEDENİYET DEĞERLERİYLE GELİŞİR





Ünlü kentbilimci Lewis Mumford, "Kentlerin Kültürü"adlı yapıtında, "Kent, bir topluluğun kültürünün ve erkinin yoğunlaştığı yer, zamanın bir ürünü, birikimidir" der. Gerçekten, kentsel yaşamla medeniyet arasında yakın bir ilişki olduğunu varsayan görüşler yaygındır. O kadar ki, bu görüşler, kimi dillerdeki kent ve medeniyet karşılığı sözcükler arasındaki benzerliği de kanıt olarak kullanma eğilimindedirler.

Latin dillerinde de medeniyet (civilization) ve kent (city, civitas), Arapçadaki medeniyet, medeni ve kent (Medine) gibi sözcükler arasındaki köken benzerliği medeniyetlerin kentlerde doğduğunu, medeniyetin kaynağının kentler olduğunu düşündürmüştür. Yunancadaki kent (polis) sözcüğünün de siyaset (politiae) ile ayni kökten geldiği bilinmektedir. Kentsel yaşamın medeniyetin beşiği olarak algılanması, kimi dillerde, kibarlık (civilite) ve görgü (urbanite) sözcüklerinin de kent kökünden türetilmelerine yol açmıştır. Bir başka deyişle kibarlık ve görgü kent insanına özgü özellikler olarak algılanagelmiştir.

Fiziksel mekan değil
Kentler sadece insanların bir arada yaşadığı fiziksel mekanlar değildir. Günlük hayatlarındaki davranış kalıpları, düşünce biçimleri, politik tercihleri, sosyal ilişkileri gibi kente özgü sosyal, siyasal ve kültürel özellikler olduğu gibi, fiziksel yapı da mimarisiyle, estetiğiyle kente özgü hız ve ölçeği ile ayrı özellik taşır. Kentler, büyük bir toplumun ayrılmaz parçasıdır. Bir toplumda kentlerin sayısı, yayılımı ve işlevleri, kültürünün karmaşıklığına ve kültürel değişikliklerden etkilenme derecesine göre farklılık gösterir. Kentin gördüğü işlevlerin, bir ölçüde kültürünün yapısına, karmaşıklığına ve bu yüzden de içinde bulunulan tarihsel döneme göre değiştiği bilinmektedir. Medeniyetlerin de böyle bir atmosfer içerisinde kentleri kendisine beşik olarak seçtiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Medeniyetin beşiği olarak kabul edilen kentlerin kültürel gelişmesi ekonomik ve toplumsal gelişmesine katkıda bulunur. Bunun için kenti yönetenlerin sağlıklı bir kültür politikası yürütmeleri gerekmektedir. Kültür politikası ekonomik gelişmeye, topluluk duygusunun oluşmasına katkıda bulunur. İlköğretimden yetişkinlerin eğitimine kadar bütün eğitim düzeylerinde ana öğedir; belde işlerine kamusal katılımın gerçekleşmesini sağlayabilir, nüfusun engelli kesimlerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesine yardımcı olabilir. Bu nedenledir ki, kültür politikası, kapsamlı bir kent politikasının kilit öğesidir; kentlerde yaşam kalitesinin iyileştirilmesine ve insan haklarının geliştirilmesine yönelik genel politikanın ayrılmaz bir parçasıdır.

Kent ve kültür ilişkisine bakarken üzerinde durulması gereken önemli bir kavram da kent kimliğidir.

Bir Fransız düşünürüne göre kültür, "Her şey unutulduğu zaman belleklerde ne kalıyorsa ona verilen isimdir". Burada dikkati çeken özellik, kültürün bir birikimin ürünü olduğu, posası atılmış, darası düşülmüş değerleri temsil etmekte olduğudur. Bu bağlamda, kent kültüründen neyi anlamak gerekir? Herhalde, tarihin ve doğanın kente bırakmış olduğu birikimi. Kuşku yok ki, bu birikimin temel öğesi, o kentin kimliğidir. Her kentin kimliğinde, o kentin süreklilik kazanmış olan ayırt edici özellikleri saklıdır.

Kentleri anımsatan imgeler
Kentlere kültürel anlamda kimlik kazandıran ayırt edici özelliklerin başında kentleri anımsatan imgeler ve öğeler gelir. Mesela Eiffel Kulesi Paris'i, Topkapı Sarayı ve Mimar Sinan camileri İstanbul'u, San Marco Meydanı Venedik'i, Empire State New York'u anımsatmaktadır. Kültürün somut plandaki öğeleri olan mimari eserler kentlere kimlik kazandıran en önemli simgesel yapılardır. Yine bu bağlamda her kenti kendi medeniyet dünyası ile ilişkilendiren ruhun kentteki somut yansımaları olarak kabul edeceğimiz mimari eserler kentlerin birer medeniyet merkezi olduğu konusunda bizlere fikir verebilir. Sultanahmet Camii İstanbul'a kimlik kazandırırken aslında İstanbul'un ağırlıklı kimliğinin İslam-Osmanlı olduğunu vurgular. Benzer şekilde Barcelona'daki Sagra da Familia Katedrali, Katolik kültürün Barcelona'ya vurduğu damgayı yansıtır.
    
Kentsel kimliğin oluşumu
Şüphesiz kentlere kimlik kazandıran yegane unsur mimari değildir. Meydanlar, doğal varlıklar, parklar, bahçeler, insani hareketlilik, coğrafi koşullar vb öğeler de kentsel kimliğin oluşumunda önemli etkenlerdir. Tarihin ve coğrafyanın yanında kentin kültürel ve sosyal aktiviteler bakımından ne noktada olduğu kent kimliğini belirleyen önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesela Atina deyince aklımıza bir olimpiyat şehri, Calgary deyince de kış sporlarının icra edildiği bir kent gelmektedir. Bu bağlamda İstanbul'un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi İstanbul'un bölgesinde önemli bir kültür merkezi olarak algılanmasına katkı sağlayacak, bu organizasyon İstanbul'un kent kimliğinin pekişmesine yardımcı olacaktır.    

Kent ve kültür ilişkisi bağlamında açılması gereken bir diğer tartışma konusu da kentsel kültürün kentlilik bilinci sayesinde korunup yaşatılmasıdır. Ancak buradaki bakış açısında kentte farklı kültürlerin kendilerini ifade edebilecekleri politik ve sosyal zeminin oluşturulmuş olması şartı aranmalıdır. Herhangi bir kültürü ağırlıklı olarak dayatmak yerine kültürlerin kendilerini ifade etmelerine olanak sağlamak daha anlamlıdır. Bu anlamda yaşadığı kente sahip çıkan bireyler kentli olma bilinciyle hareket ettiklerinde kentin tarihi ve kültürel birikiminin korunmasına katkı sağlayabileceklerdir.

Kentlerin somut kültürel varlıklarının korunması için imzalanan uluslararası anlaşmalar elbette bağlayıcı ve önemlidir. Ancak her şeyden önce kentlerde yaşayan ve kentleri yöneten kimselerin kentlerdeki tarihi ve kültürel birikime sahip çıkması gerekir. 

Referans, Akif Çarkçı / Araştırmacı-yazar- Kentsel siyaset ve yönetim danışmanı, 14.04.2009

2 BİN YILLIK ŞARAP FABRİKASI BULUNDU





Amasya'da, Yeşilırmak üzerine yapılan hidroelektrik santraline (HES) su taşıyacak kanalların inşası esnasında yaklaşık 2 bin yıllık bir şarap fabrikası ortaya çıktı.





Yeşilırmak üzerine yapılan hidroelektrik santraline su taşıyacak kanalların yapımı esnasında, Amasya-Taşova karayolu üzerinde Çiğdemlik Köyü civarında inşaat işçileri tarafından Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılmış olan yaklaşık 2 bin yıllık bir şarap fabrikası bulundu. Köylülerin durumu müzeye bildirmelerinin ardından bölgede kazı çalışması başlatılırken, 3 günlük kazı esnasında ortaya çıkartılan büyük bölümü tahrip olmuş şarap fabrikasının bölgede bir benzerinin daha bulunmadığı bildirildi.






Kazı çalışmalarını yürüten Amasya Müzesi arkeologlarından Sinan Özbey, kanal çalışmalarının yapıldığı yerde Roma Dönemi'nden Bizans Dönemi'ne kadar kullanım görmüş şarap içlikleri tespit ettiklerini, kanal çalışması esnasında bir kısmının tahrip olduğunu, çok geniş bir alana yayıldığını ve kısa sürede kurtarma çalışmalarını tamamlayarak bir rapor hazırlayacaklarını ifade etti.

 

Büyük 2 adet deponun bulunduğu kazı alanında daha önceleri kaçak kazı yapıldığı tespit edilirken, şarapların konulduğu büyük küplerin bazılarının kırılmadan günümüze kadar ulaştığı tespit edildi.

Amasya Kent Haber, 14.04.2009

HASANKEYF VE ALLIANOI YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULDU





Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun barajlardan etkilenecek kültürel alanları korunmak konusunda Devlet Su İşleri'ni (DSİ) yetkilendirmesi üzerine, Danıştay 6. Dairesi bu kararı iptal etmişti. Danıştay kararı ile Devlet Su İşleri'nin doğal ve kültürel mirası hiçe sayan politikasından kurtulan Hasankeyf ve Allianoi gibi pek çok alan, aynı komisyonun ikinci bir kararı ile bu sefer de baraj yapan şirketlerin insafına terk edildi.

 

Karara göre korunması gereken taşınmaz kültür varlıklarının bulunduğu alanlarda ve arkeolojik sit alanlarında baraj yapımına Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından belirlenecek üniversitelerin öğretim üyeleri ve yatırımcı kuruluş temsilcilerinin de yer alacağı en az beş kişilik bir komisyon karar verecek.

 

DSİ'den alınan yetkinin şirketlerin de içinde bulunduğu komisyonlara devredilmesini bilimsellikten uzak, tümüyle ranta dayalı ve kabul edilemez bir karar olarak nitelendiren Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, sivil toplum örgütleri olarak kararın iptali için yargıya başvurmak da dahil tüm seçenekleri değerlendireceklerini söyledi.

 

Koruma alanlarında yapılması planlanan baraj projelerinde yatırımcı inşaat şirketlerinin doğal ve kültürel varlıklar hakkında söz sahibi olmasının kabul edilebilir hiçbir yanının olmadığını kaydeden Eken şunları söyledi:

 

"Bu karar alınırken ne yazık ki ne üstün kamu yararı, ne bilim, ne de kültürel ve doğal mirasımız dikkate alınmıştır. Turizm ve Kültür Bakanlığı'na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun Danıştay'ın iptal ettiği ilke kararını işin içine şirketleri de katarak yeniden alması, kamu vicdanını derinden yaralayacak niteliktedir. Doğa Derneği yargıya başvurmak da dahil bu kararın geri çekilmesi için diğer sivil toplum örgütleriyle birlikte elinden geleni yapacak."

Yapı, 14.04.2009

DÜNYANIN YEDİ HARİKASINA EN İDDİALI ADAY

 

 

Kapadokya peri bacaları, dünyanın yeni '7 tabiat harikası'nın en güçlü adayları arasında gösteriliyor.

 

İnternetteki 250'den fazla turizm ve seyahat dergisi tarafından yapılan son düzenlemede, 2011 yılında açıklanacak olan dünyanın yeni 7 tabiat harikası için dünya genelinde 21 bölge belirlendi. Aralarında peri bacalarının da bulunduğu 21 aday bölgenin, dünyanın yeni 7 tabiat harikasına en güçlü adaylar olduğu vurgulandı. Değerlendirmede peri bacalarının 60 milyon yıllık bir jeolojik geçmişe sahip olduğu belirtildi. Ayrıca 2 bin yıl önce Hıristiyanların ilk kiliselerini bu bacalar içinde kurduklarına işaret edildi.

Zaman, 14.04.2009

KALEHÖYÜK ESERLERİNE JAPON USULÜ KORUMA





Tarihi Tunç Çağı'na kadar dayanan Kırşehir Kalehöyük eserleri, Kaman'da inşa edilen Japon yapımı müzede sergilenecek.

 

Arkeolojik alandan çıkarılan 2 bin 500 civarında eser, deprem, yangın, hırsızlık ve zamanın yıpratıcılığı gibi olumsuzluklara karşı koruma altına alınmış olacak. Müze, Türkiye'de 'Japon yılı' ilan edilen 2010'da ziyarete açılacak.

 

Japon kültürel hibe programı çerçevesinde 430 milyon yen ayrılarak inşa edilen müzenin temeli 2008'in Haziran ayında atıldı. 10 ayda bitirilen müze, teknik özellikleri ile benzerlerinin arasından sıyrılmayı başardı. Japonya'nın önemli şirketlerinden Kajima tarafından yapılan müze, sergilenecek eserlerin önemi göz önünde bulundurularak dizayn edildi. Arkeolojik eserleri muhafaza amacıyla en ileri teknolojiyle donatıldı.

 

Yapının mimarisine Kalehöyük'ün orijinal formu ilham kaynağı oldu. Bin 500 metrekare kapalı alana sahip müze; sergi salonları, eserlerin inceleme-araştırma-fotoğraflama ve restorasyonuna imkan tanıyan laboratuar, konferans köşesi, kütüphane, depo gibi bölümlere ayrıldı. Güvenlik, aydınlatma, ısıtma gibi sistemler yedekli olarak binaya yerleştirildi. Sistemin bozulması halinde yedeğinin devreye girebileceği mekanizma oluşturuldu. Binanın en önemli özelliklerinden biri ise iklimlendirme sistemlerinin kurulmuş olması. Özellikle eser depoları ve sergi salonunda kullanılan sistem, eserlerin zamana, toza ve ışığa karşı yıpranmasını önlüyor. 2010 yılında ziyaretçilere açılacak olan müzede kazı yöntemleri ve çıkarılan eserleri görme imkanı olacak. İnşaatı biten müzenin bu süre içinde teşrifatı yapılacak. Eserler taşınacak ve yerleştirilecek.

 

Kalehöyük Arkeoloji Müzesi'nde sergilenecek eserler, yine Japon kazı ekibi tarafından 23 yıldan bu yana yapılan kazılardan elde edildi. Kazı heyeti başkanı arkeolog Dr. Sachihiro Omura'nın verdiği bilgilere göre, çalışmalarda her yıl yaklaşık 1 milyon eser çıkarılıyor. Ancak çoğu eser çok küçük parçalardan oluştuğu için sergilenmiyor. Saklanan eserler arkeolojik açıdan değerli; ancak görsellik açısından önemli bulunmadığı için depolarda tutuluyor. Çıkarılan eserler bugüne kadar Kırıkkale Müzesi'nde sergileniyordu. Japon kazı heyeti, en az 50 yıl daha bölgede çalışma yapmayı planlıyor.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 14.04.2009

OSMANLILAŞTIRILAN SÜLEYMANİYE





Süleymaniye bir Osmanlı mahallesi olarak şekillenmeye 16. yüzyılda başladı. Bugün bildiğimiz şekle ise 1950'lerden itibaren bürünmeye koyuldu. Aslında öncülleri de yok değildi 1950'lerdeki göç dalgasıyla gelen ve bugün şehri idare edenlerin "köhneleşme" demeyi tercih ettikleri "dönüşüm"ün. Önceleri Süleymaniye Camii ve etrafındaki külliye ve medrese kompleksiyle Osmanlı elitlerini yetiştirmekle maruf Süleymaniye, 18. yüzyılda yoksullaşmaya, 19. yüzyılda ise militerleşmeye başladı.

İnşa edilen askeri kurumlar Süleymaniye'yi başka türlü bir havaya büründürdü. 1950'lerde Süleymaniye, DP iktidarıyla canlanmaya başlayan İstanbul sanayisine yakın konumuyla hızlı bir şekilde göç almaya başladı. Ahşap konaklar Anadolulu misafirlerini ağırlamaya koyuldular...

Yangınlar
1977 Süleymaniye SİT alanı ilan edildi ve Türkiye'deki kültürel miras koruma uygulamalarının problemli yönleri burada da gözlemlenmeye başlandı. Ahşap evler tarihi miras sayıldıkları için tamir edilmeleri bin türlü bürokrasiye bağlanıyor ve bu yüzden ya yıkılıyor ya da bilinçli bilinçsiz yangınlarla yok oluyorlardı. 1994-2004 yılları arasında Süleymaniye'de yaklaşık 150 tarihi ev küle döndü. Her yangından sonra başlayan "otopark ya da inşaat mafyası yaptı”, “bilinçli olarak kundaklandı” söylentileri kısa zamanda ilginçliğini kaybetti.

1982'de dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in devreye girmesiyle 130'a yakın ev restore edilmesi kaydıyla İstanbul Üniversitesi'ne verildiyse de böyle bir çalışma hiçbir zaman yapılmadı. Üniversite bölgedeki evlerin üzerine "Bu bina İstanbul Üniversitesi'nin koruması altındadır" mealinde bir küçük tabela çakmakla yetindi.






UNESCO

Süleymaniye'nin kaderinin 1985'te mahallenin UNESCO Tarihi Miras Listesi'ne dahil edilmesiyle değişebileceği düşünülüyordu. Ancak bu da olmadı. Fener-Balat'ta iyi niyetle başlayıp soylulaştırmayla sona eren tarihi mahalle iyileştirme projesi hem İstanbul Büyükşehir hem de Fatih Belediyesi için bir model oluşturdu. Esasında "Beyoğlu Yasası" olarak da bilinen 5366 numaralı yasanın kabulüyle Süleymaniye'nin soylulaştırılması için de yasal zemin üretilmiş oldu. Fener-Balat ve Sulukule ile birlikte Süleymaniye de bu yasa kapsamında 24 Mayıs 2006 tarih ve 10501 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yenileme alanı ilan edildi. 

Belediyenin yenileme projesi uygulamayı düşündüğü bölge toplam 938 bin 718 metrekarelik bir alanı kapsıyor ve bu alanda 728 tescilli, 1239 tescilsiz yapı bulunuyor. İBB ile Fatih Belediyesi arasındaki protokol Süleymaniye'de yenileme projesinin uygulama sürecini diğerlerinden bir miktar farklılaştırmış durumda. Süleymaniye'deki uygulamanın diğerlerinden en temel farkı ise KİPTAŞ'ın burada doğrudan bina satın alarak mülk sahibi kimliğiyle projeye dahil olması.

Projenin taraflarından biri ise kaçınılmaz olarak TOKİ, zira TOKİ bu yenileme alanında uygulanacak projelere kendi mülkiyeti altındaki binayı restore ederek katılacak mülk sahiplerine proje bedelinin yüzde 70'ini 10 yıl vade ve yüzde 4 faizle kredi sağlıyor. Proje için gereken fon ise Kültür Bakanlığı ve İl Özel İdaresi'nden sağlanıyor. Ayrıca tanımı tam olarak yapılmamış bir de "sponsorluk" kurumundan söz ediliyor projede. Bu bölgede yapılacak projelere bağış ve yardım gibi araçlarla katılanlara yüzde 100 gelir vergisi indirimi sağlanacağı ifade ediliyor. 

"Osmanlı Mahallesi"
Proje görünürde bölgedeki ahşap ve kagir yapıların restore edilmesini amaçlıyor. Böylece moda kullanımıyla Süleymaniye'nin "Osmanlı mahallesi" kimliğinin yeniden canlandırılması planlanıyor. Bu fikir Murat Belge'ye bile uzaktan bakınca hoş görünüyor. Keza, 13 Eylül 2008'de Taraf Gazetesi'ndeki köşesinde Süleymaniye'de başlayan hareketlenmenin verdiği heyecanla şunları söylemişti: "Bunlar 'otorite'nin, 'yönetim'in yaptığı işler değil, toplumun içinden çıkmış bireylerin yaptıkları. 'Olsa' diye ne zamandır beklediğimiz şeyler böyle böyle başlıyor."

Ama yakından bakıldığında mevcut hareketliliğin tam anlamıyla bir canlanma olmadığı anlaşılıyor. Örneğin avan projenin Yenileme Kurulu'nca onaylanmasından bir müddet sonra, 25 Eylül 2007'de bir açıklama yapan UNESCO'nun İstanbul Yürütme Komitesi gidişattan duyduğu hoşnutsuzluğu açıkça dile getirmişti. Komitenin projeden algıladığı yöntem, adı restorasyon konulan işlemlerin tarihi yapıları yıkıp çelikle yeniden inşa etmek anlamına geldiğiydi.

Komite üyeleri Prof.Dr. Nur Akın ve Doç.Dr. Deniz İncedayı, Osmanlı ahşap mimarisinin en güzel örneklerinin bu projeyle birlikte tamamen ortadan kaldırılacağını ifade etti. Daha da fecisi, komitenin projeyle ilgili detayları basından öğrenmek durumunda kalmasıydı. Belediyenin kendilerini haberdar etmesi gerektiğini söyleyen komite üyeleri, Türkiye'nin de altında imzasının bulunduğu 2005 tarihli Viyana Sözleşmesi'ni hatırlatarak yapıların yıkılıp yeniden yapılmasının söz konusu olamayacağını kaydettiler. Komite üyelerinden Akın'a göre proje "bir cinayet"ti. Bir başka komite üyesi ve Ulusal Ahşap Birliği üyesi Emine Erdoğmuş ise projenin Süleymaniye'yi "müsamere dekoru"na dönüştüreceğini söyledi. Dahası maliyet de abartılmıştı. 

Müze kent olacak!
KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım’ın bizzat yaptığı bir açıklama Erdoğmuş’un her iki tespitinde de hayli doğruluk payı olduğunu gösteriyor. Yıldırım şöyle diyor: "Tarihi yarımadadaki o mistik havaya uygun Osmanlı Türk mahallelerini canlandırıyoruz. Bizim restore edip satacağımız evlerle Haliç sırtlarından Süleymaniye'ye kadar geniş bir bölgede hızlı bir yenilenme süreci başlayacak. Bu projeyle İstanbul'a yılda 10 milyon turist çekebilecek bir müze kent ortaya çıkacak. 1280 evlik projede, biz 300 evi üstlendik ve şu ana kadar 20 trilyon lirayla 101 evi satın aldık. Diğerlerini ya ev sahipleri yapacak ya da Büyükşehir Belediyesi istimlakla restorasyonlarını üstlenecek."

Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Dr. Besime Şen, Süleymaniye’deki 1280 evden yalnızca 301’inin iyi durumda edildiğini söylüyor. Projenin esas olarak henüz TBMM’de bekleyen ancak AKP’nin yerel seçimlerden sonraya ertelediği Dönüşüm Alanları Yasa Tasarısı’nın kabulünden sonra hızlanacağını da ifade ediyor. Bu proje çerçevesinde Süleymaniye ile birlikte Ayvansaray, Yedikule, Zeyrek, Cankurtaran, Kumkapı, Gedikpaşa, Laleli, Fener, Balat, Eyüp, Tarlabaşı ve Üsküdar’da yaklaşık 10 bin binayı kapsayan dönüşüm projesi hızla hayata geçirilecek. Yalnızca Süleymaniye ve çevresinde dönüşüm projesinden evi ya da işyeri dolayısıyla etkilenecek olan nüfus 10 bini buluyor. 

Bu etkilenmenin boyutu ise mevcut mülk sahipliği durumuna göre değişiyor. Projeye TOKİ’den kredi almak ve kendi evini restore ettirmek suretiyle katılanlar yalnızca borçlanmakla kalmış oluyorlar. Projeye katılmamayı tercih edenleri ise Süleymaniye özelinde iki tür akıbet bekliyor. İlki evlerini KİPTAŞ’a satmak zorunda bırakılmaları, ikincisi ise buna da razı olmazlarsa “acil kamulaştırma” kapsamında belediye tarafından uygun görülen bedel karşılığında mülklerini terk etmeleri.

Bölgede mülk sahibi değil de kiracı olarak bulunanlara ilişkin ise herhangi bir özel düzenleme bulunmuyor. Ancak belli bir direniş gösterildiğinde gönülsüz de olsa ilçe ya da Büyükşehir Belediyesi’nin kiracılara da çeşitli “kolaylıklar” sağladığını Sulukule örneğinden biliyoruz. En iyi ihtimalle kendilerine borçlanmak suretiyle taşınabilecekleri, kent çeperinde TOKİ tarafından inşa edilmiş sosyal konutlardan birisi uygun görülüyor. Rakamlar belediyece açıklanmamakla birlikte Süleymaniye’de bugüne kadar 101 binanın kamulaştırıldığı, 200 kadar binanın da KİPTAŞ tarafından satın alındığı biliniyor. Ancak ne kamulaştırma ne de KİPTAŞ’ın satın alma faaliyeti sorunsuz... 

Projenin geçmişinde ve geleceğinde barındırdığı muhtemel uygunsuzlukları ele veren bir haber durumu bir miktar özetliyor. İlçe belediyeleri yenileme ya da dönüşüm bölgelerinde vatandaşları ikna etmek için genellikle belediye başkan yardımcılarını görevlendiriyor ve hane hane dolaşarak gerekirse pazarlık usulüyle mülk sahiplerini evlerini satmaya ya da projeye ortak olmaya ikna ediyorlar.

Süleymaniye özelinde ise KİPTAŞ bizzat mülk satın aldığından bu iş için özel bir “pazarlıkçı” görevlendirmiş durumda. Süleymaniye ve Vefa’da evlerini KİPTAŞ’a satan 40 kişinin  açtıkları davada ortaya koydukları iddialar bu pazarlıklarda ne türden argümanlarla oynandığı konusunda şüphe yaratır nitelikte. Çünkü davacılar KİPTAŞ adına kendileriyle muhatap olan Hamit Çalışır’ın onları evlerini ya da iş yerlerini satmamaları halinde elektrik ve sularının kesileceği şeklinde tehdit ettiğini iddia ediyorlar. Dahası Çalışır’ın kendisini belediye başkan danışmanı olarak tanıttığını, pazarlık yapmaya zabıtalar eşliğinde geldiklerini, tehditler karşısında korktukları için mülklerini satmaya razı olduklarını söylüyorlar.

KİPTAŞ yetkililerinden Ali Kuru Mahmutoğlu ise doğal olarak iddiaları yalanlıyor ve Çalışır’ı “Belki üslubu sert olabilir ama kanunsuz bir şey yapmadı. Sonuçta bizim görevlendirdiğimiz biri” diyerek koruyor. Çalışır de benzer şekilde “Ben KİPTAŞ adına mülk sahipleriyle tek tek görüştüm. Pazarlık yaptım ve anlaştım. Kesinlikle zorla çıkarılma yok” diyor. Öte yandan mahalle sakinleri, Çalışır’a, dolayısıyla KİPTAŞ’a “hayır” cevabı verenlerin elektrik ve sularının kesildiğini doğruluyorlar. 

Pazarlıkla ya da zorla Süleymaniye tartışmalı bir geleceğe hazırlanıyor. Resmi tarih söyleminin ezberlettiği bir Osmanlı mitinden türetilmiş nostaljik ama aynı zamanda fütüristik bir “mahalle” mevcudun yerini almak üzere cilalanıyor. Tarihi yarımada “binlerce turistin gelip ceplerindeki canım euroları bırakacakları” bir tür “eğlence parkı” görünümüne alıştırılıyor. Orada olmaları çok değil 40-50 yıl öncesinin ekonomi-politikaları ile sağlanmış kuşakların çocukları ise birer fazlalık olarak görülüyor.

Mahallenin Osmanlı kimliği bir tür ticari yatırım olarak yeniden canlandırılmaya çalışılırken, zaman içinde evrimleşerek varlığını korumuş hakiki mahalle eski bir giysi gibi bir kenara fırlatılıyor. Şimdilik ve verili imkanlar çerçevesinde durum ancak mülkiyet aktarımı babında dava konusu olabiliyor. Zaten proje tamamlandığında, yani Süleymaniye mahallesinin yerini onun dijital baskı kalitesindeki fotoğrafı aldığında konuşulacak fazla bir şey kalmayacakmış gibi görünüyor.

Bianet, Haber: Ayşe Çavdar, Fotoğraf: Fatih Pınar, 08.04.2009

MISIR'DA
53 MEZARDA
BOYALI MUMYALAR BULUNDU

 

Mısır’da, Orta Krallık Dönemi’ne (MÖ 2061-1786) ait, içinde düzinelerce mumya bulunan, kayalara oyulmuş 53 mezar bulundu.

Bir vahada ve tümü pırıl pırıl boyalı olarak bulunan mumyaların büyük kısmı 4000 yıllık.

Bu grubun içinde bulunan ve 22. Hanedanlık Dönemi’ne (MÖ 931 - 725) ait olan dört mumya ise, bu döneme ait, şimdiye dek bulunanların en güzelleri olarak kabul ediliyor.

Ketenlere sarılmış mumyalar antik Mısır’ın geleneksel renkleri olan firuze, toprak ve altın sarısına boyanmışlar.  

 

Mezarlık, Kahire’nin güneyinde, Fayum Vahası’nda bulunan Ilahun Pirmaiti yakınlarında keşfedildi.

Kazıyı sürdüren Mısırlı ekip 15 adet boyalı ölü maskesi, süslemeler ve ölü hediyesi olarak bırakılan çanak çömlekler de buldu. 

Middle East Online, 13.04.2009

EMİRSULTAN'DAKİ DÖNÜŞÜM TARİHİ HAMAMI ÇATLATTI





Bursa'nın en önemli ziyaret mekanı olan Emirsultan`da, Büyükşehir Belediyesi'nin başlattığı kentsel dönüşüm çalışmaları tarihi yapılara zarar vermeye başladı.

 

Vakıflar Müzesi yapılması için yeni restore edilen tarihi Emirsultan Hamamı'nın duvarlarında, hemen yanında 12 metrelik kazı sebebiyle çatlaklar oluştu. Vakıflar Bölge Müdürlüğü çatlaklarla ilgili tespit davası açarken, üniversiteden uzman görüşünü de dosyaya koydu. Mahkemeye müracaat eden Vakıflar, tayin edilecek bilirkişinin raporuna göre çıkacak kararı bekliyor.


Uludağ Üniversitesi'nden bir uzmanın raporunda, yığma özellikteki tarihi hamamın 80 santim yakınında 12 metre derinliğe inilmesinin doğu cephesindeki duvarlarda ve zemin mermerlerinde çatlamaya sebep olduğu belirtildi. Üniversite raporunda, çatlakların hassas izleme aletleriyle (ekstensometre) izlenmesi tavsiye edildi. 15 metreye 35 metre büyüklüğündeki yığma hamamın duvarlarındaki çatlağın doğu kısımdaki derin kazıdan kaynaklandığı kaydedildi.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü`nün Büyükşehir Belediyesi`ne durumu bildiren yazısına ise ilginç bir cevap geldi. Belediye yetkilileri, çatlağın yan taraftaki otopark için yapılan 12 metrelik kazıdan değil, caminin restorasyonundan sonra tamamlanan kubbesinin yükünden kaynaklanan oturmadan meydana geldiğini ileri sürdü.


Emirsultan kentsel dönüşüm projesinin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca onaylandığı, ancak uygulama sorumluluğunun Büyükşehir Belediyesi'nde olduğu bildirdi. Vakıflar yetkilileri, tarihi hamamdaki çatlakların etraftaki kaldırımlarda da görüldüğüne dikkat çekti.
Vatandaşlar ise, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun, tarihi yapıların yanında özel şahıslara kesinlikle kazı izni vermemesine rağmen, bu projede hamam ve caminin dibine kadar girilmesine göz yumduğunu, bunu anlamakta zorlandıklarını söylediler.

Bursa Olay, 13.04.2009

GÜNAY: MÜZELER TARİHİ MÜCEVHER KUTULARIDIR

Kültür Ertuğrul Günay, Kocaeli'nde gerçekleştirilen müzecilik toplantısında Başkan Karaosmanoğlu, ile biraraya geldi. Günay, "Nasıl bayanlar en değerli eşyalarını mücevher kutularında saklarsa, müzeler de insanlık tarihinin mücevher kutularıdır' dedi.

 

Başkan Karaosmanoğlu, Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) tarafından düzenlenen uluslararası müzecilik toplantısında Kültür Bakanı Günay ile bir araya geldi.Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) tarafından düzenlenen 1. Uluslararası Müzecilik Toplantısı'na katıldı. Toplantıda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay da hazır bulundu. Toplantıda bir konuşma yapan Bakan Günay, "Bayanlar mücevherlerini bir kutuda saklar. Müzeler de insanlık tarihinin mücevher kutusudur." dedi.

 

KOÜ Rektörü Prof.Dr. Sezer Komşuoğlu'nun ev sahipliğinde yapılan toplantıya Bakan Günay ve Başkan Karaosmanoğlu'nun yanı sıra Kocaeli Valisi Gökhan Sözer ile akademisyenler, Güzel Sanatlar ile Arkeoloji bölümlerinin öğrencileri katıldı. Baki Komşuoğlu Kongre Merkezi'ndeki etkinlik, Güzel Sanatlar Fakültesi'nin öğretim üyelerinin müzik dinletisiyle başladı.

 

Gerçekleştirilen etkinlikte açılış konuşmasını yapan Rektör Prof Dr. Sezer Komşuoğlu, üniversitenin en yeni bölümlerinden olan Arkeoloji bölümünün, Güzel Sanatlar bölümüyle beraber yaptığı bu etkinliğin kendisini çok sevindirdiğini söyledi. "Müzeler bir kentin vitrinidir' diyerek sözlerine başlayan Başkan Karaosmanoğlu da, "Müzeler kentin geçmişini, tarihini ortaya koyan bir vitrindir. Kocaeli, tarihi miras itibariyle Türkiye'nin en zengin kentlerinden biridir. Kocaeli, Türkiye'de müzeciliği başlatan Osman Hamdi Bey'e Gebze'de ev sahipliği yapmanın da gururunu taşımaktadır. Büyükşehir olarak, Kocaeli'nin zenginliklerini Türkiye'ye tanıtmak adına KOÜ ile birlikte hareket ediyoruz.' ifadelerini kullandı.

 

Türkiye'nin müzecilik açısından en büyük potansiyele sahip ülkelerden biri olduğunu ama bunu yeterince değerlendiremediğini vurgulayarak konuşmasına başlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Müzeler insanların ortak bilincinin geleceğe taşındığı yerlerdir. Nasıl bayanlar en değerli eşyalarını mücevher kutularında saklarsa, müzeler de insanlık tarihinin mücevher kutularıdır.' şeklinde konuştu.

 

Bakan Günay, Türkiye'de kamunun elinde 99 müze müdürlüğü ve 200 müze bulunduğu, özel sektörün de yaklaşık 100 müze ile buna destek verdiği bilgilerini de aktardı. Pek çok tarihi eserin depolarda kaderine terk edildiğini hatırlatan Bakan Günay, bundan sonra depo müzeler konseptine geçeceklerini ve Ankara'da büyük bir Anadolu Uygarlıkları Müzesi kuracaklarını anlattı. Konuşmaların ardından Bakan Günay'a teşekkür plaketi verildi. Daha sonra arkeolojik kazılarda ortaya çıkan kadın heykelciklerinin günümüz sanatçıları tarafından yeniden yorumlanmasından oluşan Zamansız Tanrıçalar Heykel Sergisi'nin açılışı gerçekleştirildi.

Yeni Şafak, 13.04.2009


******


MÜZECİLİĞİMİZ Mİ? BİLDİĞİNİZ GİBİ!





Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü tarafından bu yıl ilki organize edilen Uluslararası Müzecilik Toplantısı , 10 Nisan Cuma günü üniversitenin Umuttepe yerleşkesinde gerçekleştirildi. Devlet ve özel müzelerindeki kalıcı ya da geçici sergilemeler ile yurt dışından müzecilik örneklerinin ele alındığı toplantıda, yeni yönetim sorunları ile hızlı değişim karşısında yetersiz kalan kanun ve yönetmelikler de tartışıldı.

Müzelerin günümüzde sergileme ve korumanın ötesinde başka işlevler de taşıdığına işaret eden İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nden Dr. Şeniz Atik, İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin geleceği açısından oldukça karamsar bir tablo çizdi. "Çağdaşlarıyla karşılaştırınca, müzenin şu anki durumunu ve geleceğini pek de parlak görmüyoruz" diyen Atik, müze yapılarının üzerine oturduğu alanın genişletilemediğini, ayrıca tescilli olan yapılara da müdahale edilemediğini sözlerine ekledi. Atik, 12 bin metrekare teşhir alanı olan ve bünyesinde 1 milyonu aşkın eser barındıran müzenin tıkanmış durumda olduğuna işaret etti ve bir laboratuar olmamasından, uzman sayısının yetersizliğinden ve depolarının bile ihtiyacı karşılayamamasından yakındı. British Museum, Louvre Museum, Museo del Prado, Royal Ontario Museum gibi tarihi dokunun modern eklentilerle harmanlandığı örnekler üzerinde duran Atik, İstanbul Arkeoloji Müzeleri için de alternatifler üretilmesi gerektiğini belirtti. Atik, müzenin yanındaki binaların (Darphane) bir seçenek olabileceğini, Gülhane Parkı'nın üzerinde durulabileceğini ya da yapılışından bu yana tartışma konusu olan yeni binanın yıkılarak oraya yeni bir proje geliştirilebileceğini söyledi.

Dr. Şeniz Atik'ten sonra söz alan Prof.Dr. Gil Jesus Fuensanta ise büyük çoğunluğu devlet bünyesinde 1327 müzesi olan İspanya'nın Madrid kenti üzerinden bir 'müzecilik' okuması yaptı. Madrid'in 40 müzesi ile İspanya'daki müze toplamı içinde önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan Gil Jesus Fuensanta, kent içinde 'sanat üçgeni' olarak tanımladığı bölgeye odaklandı. İspanyol müzelerinin genelde mekan olarak manastır, konak gibi eski yapıları seçtiğine değinen Fuensanta, koleksiyonların da tablo ağırlıklı olduğunu ifade etti. Museo del Prado, El Museo Reina Sofía ve Thyssen-Bornemisza Museum'un güncel sergilemelerinden örnekler de veren Fuensanta, İspanyol müzelerinin sergilemenin ötesinde bir sanat merkezini çağrıştıran program çeşitliliğine de değindi.

Ayasofya Müzesi Müdürü Mustafa Akkaya da 'ABD Başkanı Obama'yı mest eden yer' olarak tanımladığı Ayasofya Müzesi'nde 2002 - 2008 yılları arasında yapılan müzecilik faaliyetlerini özetledi. Ayasofya'yı 'sekizinci harika' yapan önemli adımlardan birinin müzeye dönüştürülmesi kararnamesi olduğuna değinen Mustafa Akkaya, 2002 yılında kat kat sıva olan dış narteksin duvarlarının Ayasofya Bilim Kurulu kararıyla temizlendiğini, yapının üç döneminin 14 panoda anlatıldığını belirtti. Yine aynı yıl tanıtma ve yönlendirme levhalarının çağdaş müzeciliğin gerektirdiği şekilde yenilendiğini anımsatan Akkaya, 2003 yılında galeri katına bir tanıtım panosu yapıldığını, batı galerisine yönlendirme planı yerleştirildiğini söyledi. 2004 yılında taş eserler deposunun yeniden düzenlendiğini ve iklimlendirme yapıldığını anlatan Akkaya'nın verdiği bilgilere göre 2007 - 2008 yılları çalışmaları ise şöyle: Dış nartekste altı dilde yayın yapan sistemin kurulması, kuzeydoğu rampasının onarılması ve hizmete alınması, idari bina ve modern tuvaletlerin yapımı, kubbe mozaiklerinin koruma ve onarım çalışmaları için kurulan iskelenin kaldırılması.

Yapı, Haber: Mesut Tufan, 14.04.2009



YENİ BİR MEZAR PERU'NUN TARİHİNE IŞIK TUTUYOR

 

  

 

Arkeolog Steve Bourget’e göre, iki değişik kültürü temsil eden hazineleri ile Moche kralının 1500 yıllık bu mezarı daha önce bulunan hemen her şeyden çok farklı. Peru’da, kerpiç tuğlalar ile yapılmış ve artık iyice erimiş bir piramidin altında keşfedilen mezar odasında 19 altın taç ve birçok mücevherin yanı sıra, yüzü mücevherlerle süslü bir maske ile kapatılmış iskeletin dışında iki ayrı erkek ve hamile bir kadın iskeleti de bulundu. 

 

Bourget’nin söylediğine göre mezarın hem bu garip içeriği, hem de Moche şehirlerinden uzaklığı Peru’nun bu az bilinen uygarlığı ile ilgili bizlere yeni bilgiler verebilir.MS 100 ile 800 yılları arasında yükselen ve çiftçilikte uzmanlaşmış Moche Uygarlığı, basamaklı piramitleri, mücevher dolu mezarları, süslü çanak çömlekleri ile tanınıyor. 

 

Lima’nın yaklaşık 750 km kuzeyinde yeni bulunan bu mezar Huaca el Pueblo adı verilen kerpiçten inşa edilmiş ve aşınarak artık yuvarlak bir tepe haline gelmiş basamaklı bir piramidin altında yer almakta. 

 

Bourget’in açıklamasına göre bölgede yaşayan yerlilerin Ucupe Lordu ismini verdikleri Moche lideri öldüğünde otuzlu yaşlarında imiş. Mezara tüm kıyafetleri giydirildikten sonra yerleştirilen lordun üstü daha sonra dövülmüş bakır levhalarla kaplanmış, yüzüne de üst üste iki maske geçirilmiş. Arkeologlar, şimdi mezarda bulunan bu iskeletlerin birbirleri ile olan ilişkilerini anlamaya çalışıyorlar. 

National Geographic News, Haber: Kelly Hearn - Ted Chamberlain,  10.04.2009

ANTALYA NEKROPOLÜNE KEPÇE





Antalya’da iş makinesiyle arkeolojik alan kazısı gelenek olmuş! Kaleiçi’ndeki kepçeli kazının haberini (1) okuyan bir arkadaşımdan, benzer bir olayın Antalya Nekropolü’nde de yaşandığını ve örtbas edildiğini öğrendim. Fotoğraflarda da görüldüğü gibi, Büyükşehir Belediyesi’nin, eski Doğu Garajı ve Halk Pazarı bölümünde, 2 Mart 2008’de başlattığı, alışveriş merkezi (AVM) inşaatı temel kazısında, biri oda tipi ve sekizi lahit tipi onlarca antik mezar, iş makinesi kepçeleriyle parçalanmış.

Müze’nin 1980-1999 arasında ortaya çıkardığı 82 antik mezar ve çok sayıda eser, Büyükşehir’in AVM projesinin, (eski adıyla) Attaleia Nekropolü’nün alanı içinde olduğunu ortaya koymuştu (2). Antalya Koruma Kurulu da, 1992’de, Nekropol alanındaki yeni yapılarda subasman vizesi alma aşamasında, Antalya Müze Müdürlüğü’nün görüşünün alınmasını zorunlu tutmuştu. Ama Nekropol’ü “sit” ilan etmemişti. Büyükşehir, imar planında park olan 8 bin m2 Nekropol alanı (eski Halk Pazarı) ile kuzeyindeki 13 dönümlük ticari alanı (eski Doğu Garajı) birleştirdi ve inşaat iznini 50 bin m2 yaptı. Bu alanda yapılacak AVM için Mimarlar Odası’nın koordinasyonu ile 2005’te yapılan yarışmada, Ömer Ozan Erkal’ın projesi birinci seçildi. Ne plan tadilatlarında ne de yarışma bilgi notlarında, Antalya Nekropol’ü hiç anılmamıştı. Erkal, AVM projesinin halk pazarı bölümünü Nekropol’ün üzerine yerleştirdi ve yarışma jürisi de bunu sorgulamadı.

Bu ihmale dikkat çekip “Doğu Garajı sit alanı olmalı!” kampanyası başlatan yerel Son Nokta dergisi, 1999’a ait Müze’nin kazı raporu bilgileri ile Büyükşehir’i ve Koruma Kurulu’nu uyarmış: “... bölge antik Antalya’nın (Attaleia) mezarlığıydı! Buraya vurulacak bir kazma binlerce yıllık mezarları ortaya çıkartacaktır...” (3). Son Nokta, bu uyarısını aylarca tekrarlamış ama Kurul Müdürü Bülent Baykal “görmedim” diyor. “Sit” uyarısını dikkate almayan Büyükşehir de, yap-işlet-devret yöntemiyle 2007’de açtığı AVM projesi ihalesini Kadıahmetoğulları AŞ’ye vermiş. Firma da, 2 Mart 2008’de, Antalya Nekropolü’nde iş makineleri ile “temel” kazmaya başlamış. Bir iddiaya göre, Nekropol’de “temel” kazısı, iş makinelerinden bir tanesi derin bir oda mezara düşünceye kadar (üç gün) sürmüş. Bazı yerde, dört metredeki mezarları dahi kazıyan iş makineleri ile Nekropol’ü yok edemeyeceğini anlayan firma ve Büyükşehir, parçalanmış mezarların üzerini toprakla kapattıktan sonra Müze’ye haber vermiş. Nekropol’ün üçte ikisinde, mezarların üzerindeki kepçe izleri ve bir oda mezarının 3 m derinlikteki taş basamaklarının iş makinesi ile parçalanması bu iddiaları doğruluyor.

Antalya Nekropolü’ndeki sekizi lahit tipi, onlarca mezarın parçalanması, “fail” kendisi Müze’ye haber verdiği için “iş kazası” sayılmış! Müze Müdürü Selahattin Aksu’nun başlattığı kurtarma kazısında çıkarılan Roma ve Bizans’a ait mezarların yanı sıra Hellenistik döneme (İÖ 3. yy) ait mezarlar ve antik eserler sayesinde Antalya’nın kuruluşu 100 yıl geriye tarihlenmiş. Bu veri, Antalya’nın, (kurucusu sayılan) Bergama Kralı Attalos’tan önce bir yerleşim yeri olarak kullanıldığını kanıtlıyor. Bu gelişme üzerine, 1992’de subasman vizesi ile yetinen Koruma Kurulu, bu kez Nekropol alanını potansiyel sit ilan etmiş ve AVM projesinin 8 bin m2’lik bölümünü durdurmuş. Ama aynı kurul, AVM projesinin “potansiyel sit”in etkileşim çevresinde kalan 13 bin m2’lik bölümünde inşaata izin vermiş. Oysa Koruma Kanunu, Müze kazısı bitince “1. derece sit alanı” statüsü kazanacak Antalya Nekropolü ve çevresindeki tüm planlarını iptal ediyor: “Bir alanın, koruma bölge kurulunca sit olarak ilanı, bu alanda her ölçekteki plan uygulamasını durdurur. Sit alanının etkileşim çevresine ilişkin varsa 1/25.000 ölçekli plan kararları ve notları alanın sit statüsü dikkate alınarak yeniden gözden geçirilerek ilgili idarelerce onaylanır” (md. 17). Bu doğrultuda, AVM projesini iptal ederek, plan tadilatı yapması gereken Büyükşehir, kanundaki “sit ilanından önce imar mevzuatına ve onaylı imar planlarına uygun olarak alınmış yapı ruhsatı ve eklerine göre subasman seviyesi tamamlanmış yapıların inşasına devam edilebilir” istisnasından yararlanmak istemiş, Kurul da bu isteğe uymuş. Kurul’un bu toleransı ile temel kazısını 30 metreye indiren firma, 24 saat çalışarak, AVM projesinin 13 bin m2’lik bölümünde temel atmaya hazırlanıyor. Eski başkan Menderes Türel’in seçim broşüründe, Müze kazısı bittiğinde, AVM projesinin halk pazarı kısmının da uygulanacağı açıklanmıştı. Türel’e göre, Antalya Nekropolü’nün üstüne AVM’nin halk pazarı bölümü yapılacak ve 8 bin m2’lik Nekropol’ün küçük bir bölümü, AVM’nin bodrumunda ziyarete açılacaktı.

“Potansiyel sit”teki antik mezarları kepçe ile temizleyip AVM yapmakta ısrar eden eski Büyükşehir yönetimi, 29 Mart’ta değişti. Bu değişim, Antalya Nekropolü’nü AVM ile korumaktan kurtarır mı, yoksa (eski Otogar alanı gibi) AVM inşaat alanının artışıyla mı sonuçlanır, emin değilim. Uzmanların “üç maymun” tavrı, Nekropol’deki onlarca antik mezarın iş makinesi ile parçalanıp kazınmasına yol açtıysa da, Koruma Kurulu, “potansiyel sit alanı” ilan etmiştir.

Şimdi yanıtı merak edilen en önemli soru şu: Yeni Büyükşehir yönetimi Antalya Nekropolü’nü nasıl değerlendirilecek? Burada üç seçenekleri var.

1) Ticaret lobisine boyun eğip Nekropol’ü AVM’nin bodrumunda sergilemek.

2) AVM projesini tümüyle iptal ederek, Antalya Nekropolü ve “etkileşim çevresi”ni 2300 yılı aşan Antalya şehir tarihini “dün-bugün-gelecek” kurgusu içinde sergilemeye imkan verecek Antalya Kent Müzesi yapmak.

3) Yeni bir Arkeoloji Müzesi için Kültür Bakanlığı’na tahsis etmek ve karşılığında da Perge ve Termesos antik tiyatrolarını ve Kırkgöz Han’ı kültürel amaçla kullanmak için istemek...

Antalya Nekropolü’nü iş makinesi ile 4 metre derinliğe kadar kazarak, biri oda mezarı onlarca “taşınmaz kültür varlığı”nın tahrip edilmesinin Koruma Kanunu kapsamında soruşturulması işi ise, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın ilgisini bekliyor!

Radikal İki, Hasan Üstün / İÜ, Araş. Gör., 12.04.2009

1. Üstün, H. ‘Sit alanında iş makinesi’, Radikal İki, 8.3.2009
2. Büyükyörük, F.- Tibet, C., ‘1998-1999 Yılı Antalya Doğu Nekropolü Kurtarma Kazıları’, Adalya, 1999-2000, S.4, s. 115170
3. Özyol, İ., ‘Doğu Garajı Sit alanı olmalı!’, Son Nokta, 410.7.2007, S.7, s.1821

HEYKELLERİN SAHİBİ KİM?





Demek ki yerel seçim sonuçları ile heykelleri meydanlardan kaldırma arasında mevsimsel bir ilişki varmış. Melih Gökçek, 15 yıl kadar önce, büyükşehir belediye başkanı olarak seçilir seçilmez ilk iş olarak Mehmet Aksoy’un heykelini kaldırmıştı. Bu kez de bir başka belediye başkanı, işe bir heykeli vinçle sökerek başladı. Bunun üzerine, bir başka belediye başkanı ise, sökülen heykeli almaya talip olduklarını ilan etti. Geçen gece olayın ilk elden taraflarını (heykel sanatçısı, heykeli kaldıran ve heykele talip başkanları) bir TV programında izleyip dinlerken (başkanlar programa telefonla katılıyordu) kamusal alan ve kamusal sanat konusunda, bu ülkenin alacağı daha çok yol olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Heykeli söktüren belediye başkanı, sözü edilen heykelin Atatürk Bulvarı üstünde yer alan bir kavşakta olduğundan söze başladı ve orada durdu zaten. Anladık, söylenmek istenen, böyle “edep dışı” bir heykelin adı Atatürk olan bir bulvarda asla yer alamayacağıydı.

İnsan düşünmeden edemiyor, diyelim ki caddenin adı Sevda Bulvarı olsaydı, yine bu heykel orada kalabilecek miydi? Konuyu internetten biraz daha araştırınca, heykelin dikildiği (2007) günden itibaren tartışıldığını, bulunduğu kavşağa heykel karşıtları tarafından “porno kavşağı” denildiğini, düşünebiliyor musunuz, Rus turistlerin (dikkat, normal turistlerden söz etmiyoruz) sürekli olarak bu “mekruh” heykelin önünde hatıra fotoğrafları çektirdiklerini de öğrenmiş oldum. “Ben böyle sanatın içine...”den başlayıp “porno kavşağında” son bulan, traji-komik bir Türkiye kamusal sanat anlatısı işte böyle şekilleniyor.

Kamusal alanın ne olduğuna dair o kadar tuhaf algılarımız var ki, bu kavrama gerçekten temellük edebildiğimizi hiç sanmıyorum. Geçenlerde, Yemekteyiz programını dikkatle izleyen akademisyen bir arkadaşım, çok önemli bir gözlemini aktarıyordu. Programa katılan bir yarışmacı, sokakta başörtüsüyle dolaşıyor, konuk olarak geldiği evde ise hemen pardösü ve başörtüsünü çıkarıyor ve pek tanımadığı bu insanlarla beraberken başı açık yemek yiyebiliyor, evden ayrılırken başını tekrar örtüp sokağa öyle çıkıyormuş. Aslında net olarak bir kamusal alan, özel alan ayrımı yapılıyor ama, TV’nin de bir kamusal alan olduğu, çekimlerin daha sonra herkes tarafından izlenebileceği hiç düşünülmüyor. Kamusal alanda bulunulduğunun unutulduğu anlar, insanı şaşırtan bir “samimiyet refleksi” hemen her canlı yayında ortaya çıkıyor, mahrem kalması gereken özel yaşama ilişkin pek çok ayrıntı ekranlarda sürekli olarak ifşa ediliyor. Tekrar heykel vakasına dönersek: Bu kez, seçimle gelen bir yerel kamu yöneticisinin kamusal sanata ilişkin tuhaf bir “samimiyet refleksi” ile karşı karşıya kaldık. Bu yöneticinin sanatın ne olduğuna ilişkin kişisel beğenisi ya da yargısı, seçildikten sonra, kamusal alanda yapılan sanata ilişkin genel estetik bir yargıya dönüşüyor. Yöneticilerimizin bazılarında akla ziyan bir sahibiyet arzusu olabiliyor, “benim vatandaşım” derken iş sonunda benim “kamusal alanım”a kadar gidebiliyor.

Kamusal alan halkındır
Kamusal alanın ne olduğuna ilişkin teorik tartışmalar bir yana, en azından, sahibinin ya da kullanıcısının kim olduğu çok daha önemlidir. Biraz basitleştirerek söylenirse, “kamusal alan”, devlet tarafından da tarif edilse, sonuç olarak kamunun, yani onu kullananların (“halkın”) malıdır. Bu tanımdan çıkarak, kamusal sanat yapıtlarının, sergilenmeye başladıkları andan itibaren onunla iletişime geçenlerin, onu kullananların malı haline geldiği söylenebilir. Böylece, seçilmiş belediye başkanları da dahil, herhangi bir kamu yöneticisinin, kamusal yararın zedelenmesi tehlikesi dışında, kamusal yapıtlara kolayca dokunamaması gerekir. Hele bir de iş, “sanat” gibi uzmanlarının bile ne olduğunu tarif etmede kolayca görüş ayrılığına düşebildikleri bir konuda şekilleniyorsa, bırakın bu yapıtların ne olacağına uzmanlardan oluşan heyetler karar versin.

“Kamusal sanat” (public art), modern devlet idaresinin kamusal alanı yurttaşı için niteliksel olarak zenginleştirme projelerinden biridir. Bir yerleşim alanını bir şehre dönüştürebilmek, o bölgenin sakinlerine yerel bir kimlik vermek istiyorsanız elinizdeki en güçlü araçlardan biridir sanat. Çünkü iyi bir sanat yapıtı, izleyicisiyle karşılaştığı andan itibaren, onun bakışını “provoke eder”, yapıtla bir iletişime girmeye zorlar, aklını “karıştırabilir”, duygularını “kışkırtabilir” ya da sanatsal bir catharsis sağlayarak, bir “ferahlık hissi” sağlayabilir. Sanatın yaratıcı tecrübesi, izleyicisinin hayat tecrübesiyle karşılaşır ve yeterince güçlüyse onu kendine dönüştürür. Tahmin edebileceğiniz üzere, burada sözünü ettiğimiz yapıtlar ile o şehri temsil ettiği söylenen nesnelerin bir ilişkisi yoktur. Öğrencilik yıllarımın Ankara’sında, şehrin ana caddelerinin yol kenarlarını “keçi” heykelcikleri kaplardı. Ya da Kemer’deki tartışmada gündeme gelen, bir şehri gerçekte neyin temsil ettiği tartışmasının, gerçek sanat yapıtları önünde engel olabileceği kanısındayım. Diyelim ki şehrimiz narıyla ünlü, bunun anlamı şehrin her yanını nar temasını öne çıkaran yapıtların kaplaması mı olacak? Sanata misyonerlik yaptırmanın, sanata didaktik işlev yüklemenin zamanı çoktan geçti, “kamusal sanat” bile hedef daraltmaya, gitgide daha da “mahallileşmeye”, yerelleşmeye çalışıyor. Bazı sanat kuramcıları, artık “kamusal sanat” yerine, “topluluk sanatı” (community art) ya da Türkçe’de daha anlaşılır olur ümidiyle, “sosyolojik cemaat sanatı” diye çevirebileceğimiz bir kavramı kullanmaya başladılar. Diyaloğa açık, sanatsal yapıt ile onun yerleştirileceği mahallin sakinlerinin doğrudan iletişimi ve uzlaşması ile oluşan bir kamu yönetiminden söz ediyoruz.

Bu işler bize çok uzak demek yerine, tam da bu son noktadan çıkarak, seçilmiş yöneticilere “şehrin sakinlerinin aslında oranın sahipleri de olduklarını” hatırlatarak, sanatsal yapıtları yerleştirmelerini beklemeli ve talep etmeliyiz. Hiç de umutsuz değilim, yukarıda adı geçen belediye başkanlarının yanı sıra bilimsel düşünceye ve katılımcı demokrasiye inanan, sanata sanat gibi bakmasını bilen belediye başkanları olduğunu da biliyorum. Şehirleri koyun, keçi heykelciklerinden ya da meydanlarda yükselen dev çaydanlıklar ya da semazenlerden kurtaralım.

Radikal İki, OrhanTekelioğlu / Bahçeşehir Üni., 12.04.2009

CARİYE'YE 230 BİN TL

 

Halil Bezmen’in dün satışa sunulan koleksiyonunda yer alan, Fransız ressam Prosper Louis Vagnier’e ait 1911 tarihli "Cariye" adlı tablosu ile Zeki Faik İzer’in soyut kompozisyonu 230’ar bin liraya alıcı buldu.

Erol Akyavaş’ın tabloları ise 200 ile 300 bin TL arasında satıldı. Nişantaşı Sofa Otel’de düzenlenen müzayedede satışa çıkan Bezmen’in koleksiyonunda; klasik ve çağdaş resimler, Osmanlı sedefli mobilyalar, gümüş ve tabak koleksiyonları, Çanakkale Toprak Seramik koleksiyonu, önemli imzalara sahip Fransız ve Avusturya Art Deco mobilya, cam ve gümüş objeler, gümüş, porselen ve cam yemek takımları yer aldı.

Hürriyet, 12.04.2009

PAMUKKALE ESKİSİNDEN BEYAZ OLDU

 

Kaynak sularının kirecinden oluşmuş dünyanın en beyaz tepesi olan Pamukkale, yeni çevre düzenlemeleriyle eskisinden daha güzel ve daha beyaz hale geldi.

 

Hierapolis, Laodikeia ve Tripolis gibi antik kentleri, kaplıcaları ve travertenleriyle UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Pamukkale'ye, bu yıl 1,5 milyondan fazla turist gelmesi bekleniyor. Denizli, deniz turizmi olmamasına rağmen Pamukkale sayesinde Türkiye'de en çok turist çeken iller sıralamasında İstanbul, Antalya ve Muğla'dan sonra dördüncü sırada.

 

Pamukkale İşletme Müdürü Nevzat Sallıo, turizm sezonu başlamadan havaların ısınmasıyla turist hareketliliğinin artmaya başladığını söyledi. Geçen yıl 1 milyon 415 bin turist geldiği bilgisini veren Sallıo, bu yıl dünyadaki ekonomik krize rağmen 1,5 milyondan fazla kişi beklediklerini ifade etti. Özellikle Uzakdoğu Asya ve Ortadoğu ülkelerinden gelenlerin yoğunlukta olacağını kaydeden Sallıo, "Turizm sezonuna hazırız. Güvenlik, çevre düzenlemesi ve alt yapı çalışmalarıyla hazırlıklarımızı tamamladık. Özellikle peyzaj ve temizlik, turistlerimizi en üst düzeyde karşılayacak." dedi.

 

Pamukkale'nin son yıllarda Türkiye'nin parlayan yıldızı haline geldiğine dikkat çeken Nevzat Sallıo, "Travertenler, Hz. İsa'nın (AS) 12 havarisinden biri olan St. Philip'in burada bulunması, muhteşem bir antik Roma şehri olan Hierapolis'in kalıntıları ve Dünya Kültür Mirası listesinde yer alması sebepleriyle dünyanın ilgi odağı oluyor." şeklinde konuştu. Pamukkale ören yerinin ziyaretçi profilinin çok farklı olduğunu vurgulayan Sallıo, şunları söyledi: "Dünyanın hemen her bölgesinden ziyaretçi geliyor. Son dönemlerde Ortadoğu ve Uzakdoğu ağırlıklı oldu. Özellikle Güney Kore, Tayvan, Japonya ve Çinlilerin ilgisi fazla. Bunda Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın tanıtım çalışmalarının da etkisi var."

 

Pamukkale'de çok ciddi bir su dağıtımı yapıldığını ifade eden Sallı, "Kontrollü bir şekilde saniyede 260 litre suyu travertenlerin üzerine veriyoruz. Bu da travertenlerin kaliteli ve iyi bir şekilde beyazlaşmasını sağlıyor. Hierapolis döneminde bile Pamukkale ancak bu kadar beyazdı." dedi. Almanya'dan İrina Apel de Türkiye turu çerçevesinde Pamukkale'ye geldiğini belirterek, "Burada çok eğlendik. Harika yerler gördük. Pamukkale'yi özellikle gezdik. Anlatılandan da güzel, doğa harikası bir yer." diye konuştu. Antje Beracak ise Pamukkale'yi görünce büyülendiğini ifade etti. İngiliz Thomas Hayes de ilk defa geldiğini ve çok beğendiğini belirterek, doğanın ve tarihin birleştiği bu yeri görmekten büyük mutluluk duyduğunu kaydetti.

 

İngiltere'den Sarah Williams ise, "Pamukkale'nin güzellikleri duymuştuk. Çok fazla etkilendim. Doğa harikası bir yer." dedi. Mısır'dan Hassan El Zeyd de Pamukkale'nin çok hoş bir yer olduğunu vurgulayarak, tapınak ve müzeden çok etkilendiğini, doğayla tarihin güzelliklerini bir arada görmekten mutlu olduğunu dile getirdi.. Fatima El Zeyd ise eşinin kardeşinin daha önce çektiği fotoğraflarından etkilendikleri için geldiklerini anlatarak, Arap ülkelerinde Pamukkale'nin daha fazla tanıtılması gerektiğini söyledi.

Zaman, Haber: Resul Cengiz, 11.04.2009

2400 YILLIK GEMİNİN AYNISINI YAPTILAR





"İzmir-Foça Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi" kapsamında İzmir'de Marsilya'ya gidecek, 2 bin 400 yıl önceki arkeolojik verilere dayanılarak yeniden inşa edilen "Kybele Gemisi"nin tanıtımı yapıldı.

"Kybele Gemisi" 2 bin 400 yıl önceki tarih yolculuğuna başlamadan önce inşa edildiği Urla'dan, İzmir'deki Pasaport İskelesi'nin yan tarafına getirildi.

360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği Koordinasyon Şefi ve Marsilya'ya gidecek geminin kaptanlığını yapacak arkeolog Osman Erkurt, gazetecilere, 1,5 yılda yapımı tamamlanan geminin üretiminin çok ciddi şekilde yapıldığını söyledi.

Erkurt, gemiyi Antik Çağ'daki koşullara göre inşa ettiklerini belirterek, "Yolculuğumuzu gemiyi riske sokmadan bitirmek istiyoruz. Her şey eskisi gibi olsun istiyoruz. Belli zorluklar bizi bekliyor. Bunları aşarak yolculuğumuzu tamamlamak istiyoruz" diye konuştu.

2 Mayıs'ta Foça'dan Marsilya'ya hareket edecek gemide, mürettebat olarak görev yapacak DEÜ Güverte Bölümü öğrencisi İsmail Cem Tamkuru, yolculuk sırasında belli zorluklarının olacağını, ancak bunları aşarak, Marsilya'ya ulaşacaklarını söyledi.

Arkas Holding'in ana sponsorluğunu üstlendiği proje kapsamında 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği tarafından inşa edilen gemiyle 2 Mayıs'ta Foça'dan yola çıkılacak ve o dönemde izlenen rotanın aynısı takip edilerek Marsilya'ya ulaşılacak. Geminin en geç 1 Temmuz'da Marsilya'da olması planlanıyor.

Sadece yelken ve kürekle seyir yapacak geminin rotası, Phokaialıların Ege ve Akdeniz'de kurduğu ve bugünkü adları Velia, Alalia, Nice, Antibes olan limanları olacak.

"Kybele Gemisi"nin Marsilya'ya gitmesinin ardından İzmir Kayığı da bu kente götürülecek ve bu iki deniz taşıtı, Fransa su yolları üzerinde bulunan Fos Arles Avignon, Valance, Vienne, Lyon, Villefrance, Macon, Chalon, Balloy şehirlerinden geçerek Paris'e gidecek.

"İzmir Kayığı"nın Fransa'ya hediye edilmesinin ardından "Kybele Gemisi" İstanbul'a dönecek ve "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti" etkinliklerine katılacak.

Bu tarihsel yolculuğun yeniden yaşanmasını sağlayacak projenin bilimsel danışmanlığını Phokaia Kazı Başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit, gemi çizimleri Gemi Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, denetimi ise Türk Loydu Vakfı tarafından yapıldı. 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği bu proje için, İzmir Fransız Kültür Merkezi ile "Mare Nostrum" adı altında işbirliğini yapıyor. Ayrıca, Foça Belediyesi ve Deniz Ticaret Odası İzmir Şubesi de projeye destek veriyor.

Cnn Türk, 11.04.2009

TARİHİ OKUL BELEDİYE BİNASI OLUYOR

 

 

Balıkesir'in Gömeç İlçesi'nde en eski yapılardan biri olan atıl durumdaki tarihi okul, Gömeç Belediyesinin hizmet binası olacak.

 

Gömeç Belediye Başkanı Naim Kocabıyık, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1875 yılında inşa edildiği ve uzun yıllar "sübyan mektebi" adıyla hizmet verdiği bilinen, Kurtuluş Savaşı yıllarında ise hastane ve karargah olarak hizmet veren tarihi binanın ilçenin en önemli veren gösterişli yapılarından biri olduğunu belirtti.

 

Atatürk Caddesi'nde bulunan "Anıtsal Yapı" niteliğindeki binanın 1996 yılından beri atıl durumda olduğunu anlatan Kocabıyık, belediye olarak binanın restore edilerek hizmet amaçlı kullanılması konusundaki çabalarının olumlu sonuçlandığını söyledi.

 

Kocabıyık, binanın Balıkesir Özel İdare Müdürlüğü'nün desteğiyle restore edileceğine, restorasyon ihalesinin şubat ayında yapıldığına dikkati çekti.

 

Balıkesir Özel İdare Müdürlüğüne ait olan bina Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun 22 Aralık 1990 tarihli kararıyla "Anıtsal Yapı" olarak tescil edildi.

Trt/Haber, 10.04.2009

Efes Tiyatrosu (Luigi Mayer)
...1810




5 - 11 Nisan 2009

FOUR SEASONS'DA İPTAL KARARI





İstanbul 1. Bölge İdare Mahkemesi, Sultanahmet’te tarihi kalıntılar üstüne yapılan Four Seasons Oteli ek binasının inşaat ruhsatını iptal etti. Yargıtay kararı onarsa, kaba inşaatı biten bina yıkılacak.

 

Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli tarafından Osmanlı ve Bizans döneminden kalma tarihi kalıntılar üzerine yapılan inşaata ilişkin tartışmalara, İstanbul 1. İdare Mahkemesi noktayı koydu. CHP İl Başkanı Gürsel Tekin tarafından ruhsat iptali istemiyle açılan davayı karara bağlayan mahkeme, tarihi alandaki inşaatın ruhsatının, “kamu yararı olmadığı” gerekçesiyle iptaline karar verdi.


Milliyet’in Four Seasons Oteli’nin bitişiğindeki tarihi alana 50 odalı ek bina inşaatı yaptığına ilişkin haberleri üzerine harekete geçen CHP İstanbul İl Başkanlığı, inşaat ruhsatının iptali istemiyle İstanbul 1. İdare Mahkemesi’ne dava açmıştı. 
 

Mahkemenin 25 Şubat’ta hükme bağladığı dava kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eminönü Belediye Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın savunmaları alınırken, ek otel inşaatını yürüten firma Sultanahmet Turizm AŞ. de davaya müdahil olarak katıldı.

Bakanlık “CHP’nin dava açma ehliyetinin bulunmadığını ve hasım mevkiinden çekilmesi gerektiğini ve hukuka uygun olduğunu”, Eminönü Belediyesi “inşaat ruhsatının Koruma Kurulu kararına istinaden verildiğini, kazıların İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından denetlendiğini, ruhsatın da hukuka uygun olduğunu” savundu. 

Sultanahmet AŞ de “arkeolojik park projesiyle alandaki çalışmalardan ortaya çıkarılan kültür varlıklarının, tabiatın sebep olduğu tahribata karşı da korunmaya alınmış olacağını” iddia etti.
Danıştay 6. Dairesi’nin yürütmeyi durdurma kararına dayanak teşkil eden bilirkişi raporunu dayanak kabul eden mahkeme heyeti ise, ruhsatın iptaline karar verdi. Kararda, özetle şöyle denildi:


“Koruma ve şehircilik biliminin temel esaslarıyla örtüşmediği yönünde düzenlenen bilirkişi raporu göz önüne alındığında, inşaat ruhsatının ek otel inşaatına ilişkin kısmında hukuki uyarlılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bu nedenlerle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir” dedi.


Mahkeme heyeti, kararın Danıştay Başkanlığı nezdinde temyiz yolunun açık olduğunu da bildirdi.Karara dayanak oluşturan bilirkişi raporunda, inşaat alanının hem Cumhuriyet ve Osmanlı tarihi hem de dünya açısından UNESCO kriterlerine göre son derece önemli olduğu, Osmanlı padişah ve anıtsal yapılarının yanı başında ve Büyük Bizans Sarayı kalıntıları ile 1933’te yangın sonucu yitirilen Osmanlı Adliye Sarayı kalıntıları üzerinde bulunduğu vurgulandı. Raporda, çelik konstrüksiyonlu ayaklar üzerinde yükselen üç bloklu ek yapının, arkeolojik değerlerin üzerinde olduğu ve Ayasofya ile Sultanahmet camilerini olumsuz etkileyecek biçimde ruhsat verildiğine dikkat çekildi. Ayrıca, plan kararının bilimsel esaslara, etik değerlere, uluslararası ve ulusal koruma hukukuna, şehircilik ve planlama ilkelerine tümüyle aykırı olduğu, koruma ve şehircilik biliminin esaslarıyla örtüşmediği belirtildi.

Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, 11.04.2009

"TARİHİMİZE SAHİP ÇIKMIYORUZ"





Eğitimci Yazar Muzaffer Taşyürek, Erzurum'da son bir asır içerisinde tarihi çok eskilere dayanan medrese ve türbenin kaybolduğunu söyledi.

 

Tarihi geçmişi oldukça eskilere dayanan ve birçok medeniyete beşiklik etmiş olan Erzurum’un, çok sayıda tarihi medresesini yanlış şehirleşme ve ilgisizlik yüzünden kaybettiği bildirildi.

 

Eğitimci Yazar Muzaffer Taşyürek, Erzurum’da son bir asır içerisinde tarihi çok eskilere dayanan medrese ve türbenin kaybolduğunu söyledi. Günümüze kadar ulaşanların dışında, ildeki yanlış şehirleşme ve ilgisizliğin, kentin tarihi dokusu demek olan medrese ve türbeleri ortadan kaldırdığını vurgulayan Taşyürek, bu yargıya, 150 yıl önceki cami, gayrimüslim okulları, medrese ve türbelerle ilgili envantere ulaştıktan sonra vardığını kaydetti.

 

Erzurum’da 1871 salnameleri üzerinde çalışmaları bulunan Taşyürek, söz konusu yıllık kayıtlarına göre, Erzurum’da 307 cami, 129 medrese, 13’ü Hıristiyan, 106’sı da Müslüman olmak üzere 119 mektebin bulunduğunun anlaşıldığını belirtti. Eğitimci Yazar Taşyürek, aynı kayıtlarda, camilerden 164, medreselerden 100 ve mekteplerden de 34 tanesinin il merkezinde olduğunun aktarıldığını söyleyerek, Lalapaşa, Karakilise, Çukur, Caferzade, Zeynel Dairesi, Eminkurbu, Caferiye ve Namrevanlı gibi medreselerin günümüze sadece isimlerinin ulaşabildiğini dile getirdi.

 

Muzaffer Taşyürek, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ adlı eserinde, Erzurum’a dair bilgilerin bulunduğunu ve bu eserde, 1913 yılında Erzurum’da 38 medresenin bulunduğunun kaydedildiğini anlatan Taşyürek, Rus istilaları, Ermeni tahribatı, depremler, yanlış şehirleşme ve ihmaller yüzünden tarihi yapıların önemli bir bölümünün karanlığa gömüldüğünü vurguladı.

 

Taşyürek, şehrin giderek genişlemesi ve yeni açılan yolların, zaman içerisinde Erzurum’u tarihi misyonundan soyutladığını ifade etti. Şehir merkezinde 30'a yakın mezar yeri bulunduğunu, bunların asri mezarlığa taşınması esnasında ulemaya ait mezarların kaybolduğunu hatırlatan Taşyürek, Erzurum'da medreseler gibi birçok tarihi türbenin ilgisizlilik ve yanlış şehirleşme sonucu kaybolduğuna vurguladı.

 

ÇARPIK ŞEHİRLEŞME VE KAYBEDİLEN TARİHİ DEĞERLER

 

AB-I GÜNEŞ TÜRBESİ: Bugünkü Güneş İlköğretim Okulu'nun bulunduğu alanda, Kundakçı Camii'nin bitişiğindeydi. Erzurum'un savaş ve depremlerde yıkıma uğraması, sonraları da her devrin anlayışına göre belediyelerin yaptığı imar hareketleri sonucunda kayboldu. Bugün ne Kundakçı Camii'nden ne de ziyaret edilen Ab-ı Güneş Türbesi'nden eser kalmamıştır.

 

ABÜLLEYS TÜRBESİ: Erzurum Kalesi'nin Doğu tarafındaydı. Bugün Tophane İş Merkezi olarak anılan bina ile Tebrizkapı Karakolu'nun bulunduğu alanda 1953'te yıkılan dükkanlar ve Tophaneli kahvesi vardı, türbe burada bulunuyordu.

 

ARAP BABA TÜRBESİ: Erzincankapı semtinde bugünkü Dumlu İş Merkezi ve sinemanın yerinde bulunmaktaydı. 1960'lı yıllara kadar burada Saray Sineması ve altında dükkanlar bulunuyordu. Halkın inancına göre; Arap Baba bu yere sinema, bar, meyhane gibi eğlence yerleri yapılmasına razı olmamış ve burası iki defa yanmıştır. Sinema yangınından sonra yeni binanın temelleri kazılırken İnşaat Mühendisi İbrahim Derviş üç metre derinlikte bir insan iskeletine rastlandığını ifade etmiştir.

 

DABAK BABA TÜRBESİ: Cumhuriyet Caddesi'nde Kızılay İş Merkezi'nin yerinde eskiden Karakullukçu hamamı bulunmaktaydı. Türbe bu hamamın yakınında bulunmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce Erzurum'daki Hıristiyan azınlıklar tarafından dahi ziyaret olunuyormuş. İmar faaliyetleri sırasında hem hamam hem de türbe ortadan kalkmıştır.

 

LAL BABA TÜRBESİ: Zeki Başar bu ziyaret yeri için “Nene Hatun evinin arkasına düşen Kınakına Sokağı'nın gereksiz sokağa açıldığı yerin girişinde sağ taraftadır” tarifini yapmaktadır. Eskiden Lal Baba konuşmayan, dilsiz çocukların getirilip ziyaret edildiği bir yermiş. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Yeri merhum Dr. Zeki Başar tarafından tespit edilmiş ve şu not düşülmüştür: “Halen Kınakına Sokağı'ndaki düz dam örtülü küçük bir kulübe halinde olan türbe veya mezar kaldırılmış olup, yerinde şoför Kaya'ya ait tek katlı mütevazı bir ev vardır. 2007’de Yakutiye Belediyesi tarafından tekrar gün yüzüne çıkarılan bu ecdat yadigarının yeri ile Zeki Başar'ın tarif ettiği yer arasında fark vardır. Bilge Seyidoğlu, Lal Baba ile Ebul Fettah Enisi'nin ayni kişiler olduğunu belirtmektedir.

Erzurum Gazetesi, 11.04.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

İSTANBUL BU YÖNETİMLE 2010'DA SAHNE ALAMAZ





2010'da Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanan İstanbul, yaşanan yönetim tartışmaları nedeniyle tarihi fırsatı kaçırmanın eşiğinde. 'Sahne Senin İstanbul' sloganı, çalışmaları yürüten ajansın yönetim anlayışıyla bağdaşmıyor.

 

İstanbul 2010 Ajansı Sekreteri Eyüp Özgüç, çeşitli kuruluşları temsilen Yürütme Kurulu'nda bulunan üyeleri çileden çıkardı. Reklamların yüzde 60'ının Doğan grubuna gittiğini gören 7 üye, usulsüzlüklere isyan ederek görevden ayrıldı.

 

Avrupa Birliği üyesi ve aday ülkelerin kentlerini kültürel ve tarihsel birikiminin tanıtımını amaçlayan Avrupa Kültür Başkenti projesi İstanbul'da arap saçına döndü. Bugüne kadar pek çok tanıtım etkinliği gerçekleştirilen ancak somut hiç bir adım atılamazken, Avrupa Kültür Başkenti olmaya aday İstanbul'da projeler yerine, istifalar ve üstü kapalı yolsuzluk suçlamaları damgasını vurdu.

İstanbul 2010 Danışma Kurulu'nun 7 üyesinden 4'ünün istifa etmesinin ardından patlak veren krizin ardında Danış Kurulu Başkanlığını yürüten Eyüp Özgüç'ün projeler için oluşturulan 1 milyar TL'lik bütçenin sorumsuzca harcadığı ve reklam bütçesini büyük kısmının Danışma Kurulu'nun bilgisi dışında Doğan Grubu'na yönlendirmesinin yattığı öne sürüldü.

 

2006 yılında Essen ve Peç ile Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul için ilk adım olarak hazırlama kurulu belirlendi.

 

İstanbul 2010 Avrupa Başkenti Ajansı çatısı altında Koordinasyon kurulu, Danışma Kurulu ve Yürütme Kurulu oluşturuldu. Koordinasyon Kurulu Başkanlığını, Başbakan tarafından görevlendirilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı yürütüyor. Kurulda ayrıca, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, Maliye Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı ile İstanbul Valisi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da bulunuyor.

 

Bunun için bir idari altyapının da oluşturulması gerekiyordu. 2 Kasım 2007 tarihinde TBMM, Girişim Grubu tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan 5706 sayılı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti hakkında Kanun"u onayladı. Oluşturulan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı, Girişim Grubu"nun yetkilerini devraldı. Yetki ve sorumlulukları yasayla belirlenen İstanbul 2010 AKB Ajansı , 2 Kasım 2007 tarihinde bu yana İstanbul"u 2010 yılı Avrupa Kültür Başkentliği"ne hazırlamak, 2010 yılında yapılacak etkinlikleri planlamak ve yönetmek, kamu ve sivil kurum ve kuruluşların bu amaçla yapacakları çalışmalarda koordinasyonu sağlamak üzere çalışmalara başladı.

 

2010 için hummalı bir çalışma beklenirken, beklenmedik bir şekilde yönetimde yaşanan çatlaklar istifalara dönüştü. Danışma Kurulu'nda yer alan Nuri Çolakoğlu, Prof. Dr. Metin Sözen, Prof. Dr. İskender Pala, Gürhan Ertür, Şekip Aldagiç, Alparslan Ertekin ve Nuri Tuna'nın ani istifaları 2010 projesi hakkında soru işaretlerini de beraberinde getirdi. İstifa eden üyelerden hiç kimse açıklamada bulunmazken, grubun sözcülüğünü üstlenen Çolakoğlu, İstanbul'un menfaatleri gereği susmayı tercih ettiklerini belirterek, "İstanbul için susuyoruz" dedi.

 

7 üyeyi istifaya getiren son noktanın ise Özgüç'ün MÜSİAD 'ın kurucu üyesi ve İTO Başkan Vekili Şefik Aldagiç'in toplantıda üzerine yürümesi olduğu kaydedildi. İstifa eden yürütme kurulu üyeleri ajansta dikta rejimi uygulamakla suçladıkları Özgüç'ün görevden alınmamasına tepki olarak, istifa ettiklerini ve İstanbul'un iyiliği için susma kararı aldıklarını açıkladı. İstifa eden yürütme kurulu üyelerinin önce Koordinasyon Kurulu Başkanlığını yürüten Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı'ya anlattıkları öğrenildi.

 

İTO Başkan Yardımcısı Şekip Aldagiç, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'ndaki Yürütme Kurulu üyeliği görevinden 23 Şubat'ta istifa ettiğini belirterek, 'İTO seçime gidiyordu. Yeni seçilecek yönetimden yeniden görevlendirme yapılabileceği için istifa ettim. Prensip olarak bu böyledir. Üyeler yürütmekte olduğu görevlerini boşaltırlar.Yeni yönetim kurulu oluşacağı için istifa ettim' dedi. Aldagiç, Eyüp Özgüç'ün yürütme kurulu toplantılarında üzerinde yürüdüğü iddiasına ise 'Ben yürütme kurulu üyesi olarak attığım imzaların arkasında dururum. Hiçbir kurumun yatak odasında olan şeyler aktarılmaz” diye karşılık verdi

 

2010'a 8 ay kala 7 Yürütme Kurulu Üyesi'ni istifaya götüren nedenlerin ise genel sekreter Eyüp Özgüç'ün dikta rejimini hatırlatan uygulamaları olduğu öğrenildi. İstifa eden ve adının açıklanmasını istemeyen üyelerden biri, yapılan çalışmaların hepsini Özgüç'ün hazırladığını, üyelerin ise sadece imza yetkilerini kullandırttığını belirtiyor.

Yeni Şafak, 11.04.2009

2010'UN BAŞINA SATICI GELİYOR

 

Nuri Çolakoğlu’nun istifasıyla boşalan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Projesi’nin Yürütme Kurulu Başkanlığı’na, AKP’nin Bakırköy belediye başkan adayı olan eski Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Oğuz Satıcı getiriliyor.

 

Satıcı, öncelikle Danışma Kurulu üyesi olarak atanacak. Danışma Kurulu kendi arasında yapacağı seçimle boş olan dört yürütme kurulu üyesi seçimini gerçekleştirecek. Yürütme Kurul üyeliğine seçilen dört kişi arasında yer alacak Satıcı daha sonra Yürütme Kurulu başkanlığına getirilecek.

Milliyet, 11.04.2009

2010 İSTANBUL'UNDA TURİSTLERİ 'GEZDİRMEMEMİZ' GEREKEN MEKANLAR





Yaklaşık 1600 sene aralıksız olarak Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarına başkentlik yapmış olan İstanbul, 2010 yılında geçici bir süreliğine yeniden eski sıfatına kavuşacak. Son iki senedir gerek Büyükşehir Belediyesi gerekse Kültür Bakanlığı tarafından muhtelif hazırlıklar yapılmakla birlikte, kente ismini veren Roma ve devamı niteliğindeki Bizans medeniyetlerine ait birçok yapının günümüzdeki durumu hala yürek burkan bir durumda.

Yaklaşık 1100 yıllık hükümranlığı süresinde Doğu ile Batı medeniyetleri arasında bir nevi ortak etkileşim alanı olarak kalan Bizans İmparatorluğu’nun günümüzdeki en büyük mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti’dir. İlk etapta birçok kişi tarafından yadırganabilecek bu yargı Trakya ve Anadolu’daki istisnasız tüm kentlerin tarihleri incelendiğinde açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Böylesine etkin bir medeniyete bir milenyumdan fazla başkentlik yapmış olan İstanbul’da günümüzde birçok Bizans dönemi yapısı acil olarak restore edilmeyi bekliyor.

Saray yapıları, su sarnıçları ve muhtelif askeri yapı kalıntıları hesaba katıldığında günümüzde İstanbul’daki Bizans dönemi yapı envanteri yüzlerle ifade edilebilir. Tarihi yarımadayı oluşturan Fatih ve Eminönü ilçelerinde, günümüzde yaklaşık 40 tane Bizans dönemi kilise yapısı bulunuyor. Fetih sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun uyguladığı ‘şenlendirme’ politikası sonucunda (ki bu politika kilise yapılarının günümüze ulaşmasındaki en büyük etkendir) birçok Bizans dönemi kilise yapısı İslami ibadethanelere dönüştürüldü. Günümüze ulaşabilen bu yapıların 21 tanesi halen cami, mescit, müze veya kilise olarak kullanılmakla birlikte, geri kalan yapılar harap bir halde.

Sadece geçtiğimiz yüzyıl içerisinde 10 farklı Bizans dönemi kilise yapısı İstanbul’un tarihi topografyasından, geride hiçbir iz bırakmamacasına silindi. 1980’de konut inşaatı sırasında son duvar kalıntıları da ortadan kaldırılan Ayvansaray’daki Toklu Dede Mescidi, 1943’te Atatürk Bulvarı genişletme çalışmaları sırasında yol güzergahı üzerinde bulunduğu düşünüldüğü için yıktırılan (ki yapı esasen yoldan yaklaşık 30 metre mesafedeydi) Zeyrek’teki Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi ve 1930’da yeni gridal yol planın tam ortasında kaldığı için yıktırılan Geç Roma dönemi Balaban Ağa Mescidi akla ilk gelen örnekler.

2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un önümüzdeki sene birçok konuda göz önünde bulunacağı aşikar. 2009 İstanbul’unda ne yazık ki herkesin gözü önünde kent belleğinden silinmek üzere olan, kendi kaderlerine terk edilmiş birçok Bizans dönemi yapı bulunuyor. Bu yapılar içinde fiziksel durumu en kritik olanların başında Aya Kapı Mescidi geliyor. Yaklaşık 900 yaşındaki yapı, tarihin ona verdiği yükü taşımakla kalmayıp aynı zamanda üzerine inşa edilmiş üç katlı betonarme binayı da sırtlamış durumda. Dışarıdan bakılığında niteliksiz bir konut yapısı olarak görünen apartmanın bodrum katına inen kapı açıldığında Aya Kapı Kilisesi’nin giriş kemeri ortaya çıkıyor. Pencere boşlukları, üzerinde bulunan yapı sebebi ile tamamen örtülü olduğundan şapelin içi günümüzde hiçbir yerden ışık almıyor. Hemen yanı başında, metruk halde bulunan Mimar Sinan’a ait Aya Kapı Hamamı ile aynı kaderi paylaşan yapı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’unda turistleri gezdirmememiz gereken mekanlar listesinde ilk sıralarda yer alıyor. Aya Kapı Kilisesi’nin yaklaşık 200 metre güneyinde bulunan Sinan Paşa Mescidi, Bizans dönemine ait bir başka şapel kalıntısı. Yapının günümüzde bitkilerle örtülü apsis duvarının dışında, bir zamanlar yakınında bulunan manastırla ilişkilendirilebilecek içi toprak ve çöple dolu küçük bir tonozlu oda da bulunuyor. 13. yy ile 14. yy arasına tarihlendirilen yapının naos mekanında, günümüzde iki katlı bir depo yapısı dikili duruyor.

Aya Kapı’dan Fatih yönüne doğru çıkıldığında Draman yakınlarında bulunan Odalar Camii, ‘can çekişen’ bir başka metruk yapı. İsmini bodrum katında bulunan odacıklardan alan yapının apsis ve narteks bölümlerinde günümüzde tek katlı birer gecekondu bulunuyor. Bu iki gecekondunun ortasında yer alan üst örtüsü yıkılmış durumdaki naos mekanında halen yabani incir ağaçları yetişiyor. Bu durum yapının bitkiler yoluyla organik bozulma sürecini hızlandırıyor. 13. yy’a tarihlendirilen yapının beden duvarlarındaki damgalı Bizans tuğlaları yakın çevresine saçılmış halde. Draman ile Fatih arasında kalan, Odalar Camii’nin yaklaşık 250 m. doğusunda bulunan Boğdan Sarayı İbadethanesi de koruma sorunları bağlamında son derece kritik noktada olan yapılardan birisi. 19. yy’a ait gravürlerde fiziki durumu oldukça sağlam görülen şapelin, günümüze sadece apsisi ve naos duvarlarının bir bölümü erişebildi. Yapı halen bitişiğindeki otomobil tamirhanesinin lastik deposu olarak hizmet veriyor.

Orta ve geç Bizans dönemine ait bu yapılardan çok daha eski kiliseler de ne yazık ki günümüzde büyük risk altında. Kentin turistik açıdan en ‘popüler’ yapısı olan Ayasofya’dan yaklaşık 70-80 sene evvel inşa edilmiş olan ve vakti zamanında Hz. Meryem’in kuşağının saklandığı ve bizzat imparatorların iştirak ettiği yortuların kutlandığı Khalkoprateion Bazilikası’nın (Acem Ağa Mescidi) ayakta kalan apsis bölümü, günümüzde ancak bitişiğindeki turistik otelin ikinci katından algılanabiliyor. Khalkoprateion Bazilikası’na ait olan, duvarları fresklerle süslü, merkezi planlı yapının kalıntıları ise günümüzde tamamen konut ve işyeri fonksiyonlu betonarme yapıların altında kaldı. Samatya’da bulunan ve 5. yy’a tarihlendirilen Karpos ve Papylos Martiriyonu altyapısı ise, yıllardır çelik kapı imalathanesi olarak işlev görüyor. Oldukça geniş bir kubbeye sahip yapının yan dehliz pencereleri, bitişiğindeki otopark sebebi ile sonradan kapatıldı. 2010’da İstanbul’da turistleri gezdirmememiz gereken mekanlar listesine, kalorifer dairesi olarak kullanılan Peribleptos Manastırı Altyapısı’nı, betonarme yapılarla dolu yapı adası içerisine sıkışmış Arcadius Sütunu Kaidesi’ni, tamamen yıkılmak üzere olan Esekapı Mescidi gibi onlara yapıyı eklemek mümkün.

Tarihi çevre ve tarihi yapı koruma, temelde çağdaş bir kültürel istek ve toplum kültürünün çağdaşlaşmasına paralel olarak gelişen bir olgudur. Günümüzde, sürekli göç alan ve nüfus yapısı değişen İstanbul’da şehrin kültür tarihine ilişkin bilinçli kamuoyu oluşturmak, gerçekleştirilebilmesi son derece güç ve uzun vadeli bir etkinliktir. Genel kapsamda toplumsal ve ekonomik zorunluluklar, insanların fiziksel ortamın güzelliğine duyarlı olmalarını, ilgi duymalarını zorlaştırıyor. 2010’a 1 kala İstanbul’da, yukarıda aktarmaya çalıştığım gibi onlarca metruk Bizans dönemi yapısı bulunuyor. Günümüzde kendi hallerine terk edilmiş gibi görünen bu yapılar, tarihin dayattığı tüm politik düşüncelerden ‘arındırılmış’ olarak ele alınmalı ve sonraki nesillere aktarılması sağlanmalıdır. 2010 yılı, değerlendirilmesi gereken önemli bir fırsat olarak algılanmalı; gerek tek yapı ölçeğinde gerekse kentsel ölçekte kısa ve uzun vadeli restorasyon/rehabilitasyon çalışmalarına ivedilikle başlanmalıdır.

Radikal İki, Yazı: Ozan Öztepe / Y. Mimar 05.04.2009

KÜLTÜR BAŞKENTİ'NDEN MERAKLISINA İLK TEBLİGAT

Seneye Avrupa’nın Kültür Başkenti olacaksak herkes hizaya gelmeli, haddini bilmeli.. Temsil Viyana’ya gidip opera mı izleyeceksin? Önce İstanbul’a gelip vilayete pasaportunu göstereceksin.. İzin alıp öyle gideceksin.. Kimse kafasına göre takılmayacak.. Bütün sanatçılar testi gibi bir hizada duracak..

Asitanemiz’i Avrupa’nın kültür başkenti yapma fikri kimden çıktı, bilinmiyor..

Belki İstanbul Kaymaklı Büyükşehir Belediyesi’nden.. Belki hükümet adamlarının birinden.. Bir ihtimal Pascal Nouma’nın aklına da gelmiş olabilir..

Her neyse.. Sonuç, şehirde ne kadar belediye otobüsü varsa cümlesinin kaportasına işlemiş..

“Sen Avrupa’nın 2010 Kültür Başkenti’sin İstanbul..”

Belediye adamları bu lafı arabanın arka yüzüne yazacaklarına, gövdenin yan taraflarından birine işleselerdi daha iyi olurdu.. Fazladan bir iki laf eklenirdi..

“Kültürlüysen bas gaza..”

“Kültürlüsün dediler, kız vermediler..”

“Kültürüm sağolsun..”
 

***


Meraklıyım ya! Meseleyi biraz didikledim.. 2010 yılına şunun şurasında sekiz ay kaldı..

Acaba İstanbul’da yaşayan biri olarak Kültür Başkenti konumuna geçince ticaretimiz ne olacak, diye.. Belli mi olur.. Belki gider Sultanahmet’te tezgâh açarız, eski kitaplarımızı satarız..

Araştırmacı gazetecilik bünyede hayal kırıklığına yol açtı.. Ben diyeceğimi diyeyim de kimse heveslenip, sivri projeler yapmasın..

Bir kere “Avrupa’nın Kültür Başkenti” olmak öyle fiyakalı bir şey değil..

Dört yıldızlı generalin koluna kırmızı renkli çavuş şeridi takmak gibi bir şey..

HAVASI KAÇMIŞ..

Bu kültür başkenti fikrini belli ki Avrupa Birliği’nin sivri zekâlarından biri icat etmiş..

Bunların ellerinde kültürdü, sanattı, tarihti, sinemaydı; böyle şeylere ayıracak para bol.. Fon üzerine fon kuruyorlar da yine dağıttıkları para bitmiyor..

Olay böyle başlamış.. Her sene bir şehri kültür başkenti ilân ediyorlar.. O yıl orada ne kadar para etmeyen sanatla uğraşan esnaf varsa, toplanıp marifetlerini icra ediyor..

Ahali de aylak aylak seyrediyor..

Fonda biriken paralardan ise bir takım garip işleri “sanat” niyetine yapan performans esnafı sebepleniyor..

1985’te Atina bu unvanı alan ilk şehir.. Ardından, Floransa, Amsterdam, Berlin..

Yani Avrupa’nın şehircilikteki ağır abileri..

Ama dediğim gibi.. Bakmışlar ki böyle yırtınmanın kimseye faydası yok.. Sözü edilen şehirler zaten birer marka..

Aralarında meşveret edip “Parayı enayi gibi bunlara dağıtacağımıza ikinci sınıf şehirlere yönelelim de bir hayrı olsun..” demişler..

1993 tarihi bu fikrin kırılma noktasıdır..

Bu tarihten itibaren kültür başkenti niyetine ne kadar “adam olamamış şehir” varsa onları bulup, eski kıtanın başına sarmışlar..

Belçika’nın Antwerp şehri ikinci lig sayılan şehirlerin ilkidir..

Bir benzetme yapalım..

Dijitürk’ün maç gelirleri birinci lig takımlarına taksim edilir.. Federasyon o parayı alıp ikinci lig takımlarına dağıtıyor..

“Kültür başkenti seçiyoruz” namı altında yapılan şey budur..

***


Şimdi size Avrupa’ya kültür başkentliği yapmış bazı şehirlerin adını vereceğim..

İçlerinden beşinin hangi ülkede olduğunu doğru bilenlere Haymana’nın Seyran Hamamı tesislerinde (eski adıyla Uyuz Hamamı) birer hafta tatil yaptıracağım..

Weimar, Avignon, Cracow, Santiago de Compostela, Salamanca, Cork, Patras, Sibiu, Stavanger, Sandnes..

Ne oldu? Diliniz içeri mi kaçtı?

Bizim, hayatını kültüre adamış insanımız Kemal Yıldırım bile üçte kaldı..

Bu yılın Avrupa kültür başkenti neresi mesela, diye sorarak devam ediyorum..

Vilnius ve Linz şehirleri bu şerefi ortaklaşa paylaşıyor.. Yerlerini tespit etmek şartıyla gidip kendinize kültür nakli yaptırabilirsiniz..

BİR KAZIK DAHA

Belediye otobüslerinin arkalarında yazan yazıdan öğrendiğimize göre İstanbulumuz seneye bu işin başı.. Biz öyle biliyoruz değil mi?

Nah öyle! Meğer bu işte iki adet kumamız daha varmış.. Vilnius ve Linz şehirleri.. Bu iki şehre İstanbul’u da katıp toplarsan ancak bir başkent ediyor..

2011’de Tallinn ve Turku şehirleri, 2012’de de Guimaraes ve Maribor şehirleri ortaklaşa bu unvanı taşıyacak..

Özetlersek.. Bizim kültür meraklısı ahalimizin bu şehirlerin yerini tespit edip, etkinliklerinden sebeplenme ihtimalleri yok.. Kader utansın..

Durumlar böyleyken böyle..

Bizim İstanbul Kaymaklı Büyükşehir Belediyesi ne yapmış? Öbürlerini yani kumalarımızı yok sayıp İstanbul’u tek başına kültür başkenti ilân etmiş..

Bunu yaparken de sanki Londra, Roma, Paris, Berlin, Madrid, Viyana yarışmışlar da bizimki birinci gelmiş gibi bir hava vermiş..

Bu plânı ben tek başıma yapsaydım.. Üzerinde “Sen kültür başkentisin İstanbul.. Seni sevmeyen ölsün..” yazan bir afiş yaptırtıp sağa sola assaydım..

Ardından bastırdığım makbuz koçanı ile dolaşıp “kültürel etkinlik parası” toplasaydım, yanmıştım..

Şimdi “nitelikli dolandırıcılıktan” yargılanıyordum..

Demokrasinin güzel tarafı bu.. Seçilmiş olduğun için aklına gelen her cinliği uygulayabilirsin.. İcraat yerine geçtiğinden kimse sana dava açmaz..

***


Kültür başkenti olduk da bir hayrını mı gördük? Bu işlere bakan Koordinasyon Kurulu’muz daha işin başında birbirine girip istifa etti..

Orta yerde zaten hepi topu dört proje vardı, onlar da öksüz kaldılar..

Kültür meraklılarına seneye sebeplenecekleri o dört kentsel projeyi de takdim edeyim..

Biri İstanbul’u Avrupa’nın tasarım (dizayn) merkezi yapmak.. Bunun için tasarımcılarla konuşmak plânlanmış..

İkinci proje tasarımcılarla konuşabilmek için tasarımcıları İstanbul’a çağırmak..

Diğer iki proje de Nazperver Kalfa Sıbyan Mektebi ile Murat Molla Kütüphanesi’ni restore etmek..

Yeter mi? Bence yeter..

Kurban olurum ben bu akıllara..

Vatan, Yazı: Selahattin Duman, 09.04.2009


AKTÜEL ARKEOLOJİ DERGİSİNİN 11. SAYISINDA ALACA HÖYÜK KAZISININ 100. YILI

Türkiye’nin Arkeoloji Dergisi Aktüel Arkeoloji, Anadolu’dan ve dünyadan birçok güncel arkeoloji haberleri ile 11. sayısını çıkardı.

Dergide yer alan çalışmaların bir kısmı Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde yayınlanıyor. 11. sayıdaki öne çıkan yazıların başında, Bulgaristan’ın son dönemlerdeki en önemli arkeoloji çalışmalarından biri olan Trakyalı bir aristokratın, atları ve arabası ile birlikte gömüldüğü, Tümülüs mezar kazısı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu tarihi açısından önemli bularak kazı çalışmalarını başlattığı Alaca Höyük yer alıyor. Anadolu’daki en önemli yerleşim alanlarından biri olan Alaca Höyük Kazısının 100 yıllık sürecini kazı başkanı Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu’nun kalemi ile derginin kapağına taşınmış. Derginin diğer önemli konuları arasında Urartuların eşsiz kültürünü ve izlerini yansıtan Altıntepe’deki kazı çalışmaları ve Eskişehir’in son dönemlerdeki yeni gözdesi Küllüoba Höyük kazısı ile Anadolu’nun erken dönem uygarlıklarına ilişkin birçok gelişme anlatılıyor.

Ege’nin en önemli antik kentlerinden biri olan Efes Antik Kenti’nin en erken yerleşim alanı olarak gösterilen Ayasuluk Tepesi’ndeki çalışmalar, Efes Antik kentinin tarihine ışık tutuyor. Derginin son ve en önemli çalışmalarından biri olan Kyzikos’ta ise son dönemde açığa çıkarılan tapınak ve sualtı çalışmaları anlatılıyor.
TAYHaber, 09.04.2009

EN ESKİ İSTANBULLU

Arkeolojik kazı yapılırken kepçelerin sokulmak istendiği Yenikapı Marmaray istasyonu inşaat alanında 8 bin 500 yıllık mezar bulundu. Bunun, bilinen en eski İstanbullu olduğu belirtildi.

 

Marmaray metro projesi kapsamında Yenikapı’da sürdürülen arkeolojik kazılarda, daha önce “Kepçe girsin mi girmesin mi?” tartışmalarının yaşandığı bataklık alanda 8 bin 500 yıllık bir mezar bulundu. Bilinen en eski İstanbulluya ait olduğu belirtilen mezarın daha önce bulunanlardan farklı yanları var.


Marmaray çalışmasının uzaması üzerine, Yenikapı’da Neolitik (Cilalı Taş Devri) döneme ait eserlerin bulunduğu bataklığa iş makinelerinin sokulması gündeme gelmişti. Kasım 2008’de yaşanan tartışmada, uzman arkeologlar, eserlerin doğal koruyucusu olan bataklıkta arkeolojik araştırmaların devam etmesi gerektiğini belirtmiş ve “Buraya iş makinesi sokulamaz” demişti. Tartışmalar sürerken kazılarda “urne” tipi tarihi mezarlar bulunmuş, bunun üzerine Kazı Başkanı ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Dr. İsmail Karamut da kazıya el yordamıyla devam edeceklerini söylemişti.

Kazıdaki son gelişme, iş makinelerinin kazı alanına sokulmaması gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.


Geçen hafta balçık alandaki kazı sırasında, 9 metre 40 santim derinlikte karşılaşılan bir iskelet kazı heyetini heyecanlandırdı. İskeletin etrafı açıldığında bugüne kadar alışılmışın dışında bir mezar ile karşılaşıldı. Başı batıya, ayakları doğuya doğru yatırılan iskeletin yanında, dönemin silahı yay olduğu tahmin edilen bir alet bulundu.


Sal şeklinde mazgallı bir ahşabın üzerine yatırılan ilk İstanbullu, bebeğin ana rahmindeki duruş pozisyonunda gömülmüş.


Cinsiyeti henüz tespit edilemeyen iskeletin dişlerinin ise sapasağlam durduğu görüldü. İskeletin diş özünden alınacak bir örnekle DNA yapısı, nasıl öldüğü ve hangi kavime ait olduğunun tespit edilebileceği belirtildi. İskeletin ayak ucunda, çömlek içinde 5 yaşlarında olduğu tahmin edilen bir de çocuk iskeleti bulundu. Çocuğun cinsiyeti de henüz tespit edilmedi.

Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç. Dr. Necmi Karul, “Dünya tarihinin en önemli, en iyi örneği keşfedildi” dedi.


Kazı sorumlusu Yaşar Anılır, İstanbul arkeoloji tarihi açısından çok önemli olan buluntunun Yarımburgaz, Fikirtepe Neolitik kazılarından daha eski olduğunu belirterek, mezarın İstanbul’un bulunan en eski mezarı olduğunu ileri sürdü. Anılır şu bilgileri verdi:


“Neolitik dönemde ahşap ızgara üzerine yatırılmış iskeletin, Anadolu ve Avrupa’da bilinen başka bir örneği yok. Büyük kavimler göçü sırasında gelip yerleşmiş olabileceklerini de tahmin ediyoruz. Macaristan ve Orta Balkanlar’la karşılaştırmalarını yapacağız. Ancak netleşen en önemli sonuç; Yunanlıların, ‘İstanbul’u Yunanlılar kurdu’ tezi tamamen bitti.”
Son mezarın bulunduğu yerin yakınında ağaçlık bir alan belirlediklerini anlatan Yaşar Anılır,  şöyle devam etti:


“Ağaçların gövdeleri sapasağlam duruyor. Orman Fakültesi ağaçlardan numuneler alarak onların türlerini, yaşlarını tespit edecek. Yine Neolitik döneme ait bir yerleşim yerinin taşlarını da tespit ettik.”





Uzmanlar ne diyor?
Milliyet’in mezarla ilgili sorularını yanıtlayan uzmanlar şunları söyledi:


Prof. Dr. Mehmet Özdoğan: “İş makinesinin girmemesi çok iyi oldu. Özeleştiri yapıyorum ben de iş makinesinin girmesini söyleyerek hata yapmışım. Müze arkeologlarını kutlamak lazım. O çamurun içinde bu iskeleti yakalamaları muhteşem bir olay. İskelet incelendiğinde müthiş bilgilere ulaşılacaktır. Kurtarma kazıları değil, kent belleğini ortaya çıkarıcı kazılar yapılması gerektiğini Yenikapı bize öğretti.”


Doç. Dr. Necmi Karul: “Yenikapıdaki sürprizler artık şaşırtmıyor. Her biri çok değerli. Bu kadar iyi korunmuş bir mezar ilk kez bulunuyor. Tarih öncesi dönemden ölü gömme adetleri ile ilgili günümüze ulaşan en iyi örnek. İstanbul’un en iyi korunmuş en eski adamı. Ana rahmindeki şekli ile gömülmüş olması da oldukça ilginç bir gömü adeti.”

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 11.04.2009

ÇİLE YOLU
YANLIŞ GÜZERGAHMIŞ

Hz. İSA’NIN sırtında çarmıhla yürüdüğü yol olduğu gerekçesiyle, hacı olmak için bu yoldan yürüyen Hıristiyanların yanlış güzergâhı izlediği iddia edildi.

İngiliz arkeolog Shimon Gibson, Kudüs’te İsa’nın çarmıha gerilmeye mahkûm edildiği alandan başlayan ve çarmıha gerildiği noktada sona eren “Via Dolorosa”nın (Çile Yolu) başlangıç noktasının, sanılandan 900 metre uzakta olduğunu, yol üstündeki “kutsal durakların” ikisinin yerinin tamamen hatalı bilindiğini ve İsa’nın çarmıha gerildiği noktanın da tahmin edilenden 20 metre uzakta bulunduğunu söyledi.

Milliyet, 11.04.2009

GÜNAHIYLA SEVABIYLA SEDAD HAKKI ELDEM

 

20. yüzyılın usta mimarlarından Sedad Hakkı Eldem'in retrospektif sergisinde belgeler, fotoğraflar, planlar, projeler, tasarımlar yer alıyor. Sergi, 5 Temmuz'a kadar açık kalacak.

Osmanlı Bankası Müzesi, Türk mimarisinin ustalarından Sedad Hakkı Eldem'in retrospektif sergisine ev sahipliği yapıyor. Eldem'i günahıyla sevabıyla gözler önüne seren serginin, özellikle 'iyi ki gerçekleştirilmemiş olan taslak ve projeler' bölümü, ziyaretçileri usta mimar üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor.

 

Retrospektif sergilerin en büyük tehlikesi, sanatçının evvelini ahirini ortaya dökmesidir. Bu, bir bakıma yüzleşme, biraz eski defterleri karıştırma; yanlışları, eksikleri görme fırsatı olarak değerlendirilebilir. Hem sanatçıları hem de sanatseverleri bekleyen bu tuzak, bazen ürkütücüdür. Öyle ki; tüm hayalleriniz tuzla buz olabilir veya mutlu olabilirsiniz. Osmanlı Bankası Müzesi'nde açılan 20. yüzyıl Türk mimarisinin ustalarından Sedad Hakkı Eldem'in (1908-1988) retrospektif sergisi de tam bu noktada duruyor. Yatay ve dikey çekmeceler içerisine yerleştirilmiş çizimler, planlar, projeler, taslaklar ve fotoğraflar, usta mimarın olgunluk dönemini ele alıyor. Mimarın mirasçıları tarafından Koç Vakfı'na bağışlanan ve vakıf tarafından da sergi için Osmanlı Bankası Müzesi'ne ödünç verilen arşiv, ilk kez gün yüzüne çıkıyor. Geçtiğimiz yıl açılan 'Sedad Hakkı Eldem I: Gençlik Yılları' başlıklı sergiden sonra yüzünü gösteren bu yeni belgeler, bir kütüphanenin arşivinde dolaşıyormuş hissini veriyor. Sergiyi gezerken size eşlik eden boya kokusunun yanında, demirden çekmeceleri çekmek için biraz güç sarf etmeniz gerekecek. Türkiye'nin en büyük kişisel mimari arşivine sahip olduğu gerçeğinden hareketle, Eldem'in çalışmalarına odaklanan etkinlik, bir arşiv-sergi kimliğini taşıyor.

 

Sergide, Italo Calvino'nun, 'Gerçekleşmemiş gelecekler, geçmişin ölü dallarıdır' sözünü haklı çıkaran, hayata geçmemiş projeler var. 'İyi ki gerçekleştirilmemiş olan taslak ve projeler' isimli bu bölümdeki dal budak salmamış işler arasında Kuruçeşme sahil şeridi, Soğukçeşme Sokağı, Süzer Oteli gibi mekânlarla ilgili taslaklar yer alıyor. Serginin küratörleri Bülent Tanju ve Uğur Tanyeli, günahıyla sevabıyla Sedad Hakkı Eldem'i ele aldıklarını söylüyorlar. Amaçlarının da Eldem mitolojisine yeni katkılar yapmak değil, mimarlık dünyasının içindeki ve dışındaki herkesi Eldem'i tarihsel ve kişisel karmaşıklığı içinde kavramaya davet etmek olduğunu belirtiyorlar. Sergi, bu anlamda ünlü mimarı tüm çıplaklığıyla anlatıyor. Daha yaşarken erişilmezliğiyle merak uyandıran Sedad Hakkı Eldem'in sergisi bu büyüyü bozuyor mu acaba? Zira yarım yüzyıldan uzun bir meslek hayatının tüm verimi hiç dokunulmadan ortaya dökülmüş. Küratörler özellikle bu noktaya dikkat çekerken mimarı fildişi kuleden indirerek herhangi biri gibi ele alıyor. 1977'de çekilen bir belgesel filminde Eldem için, "O Sinan'dan sonraki en önemli Türk mimarıdır" denilir. Bu tanımlama bile ona yaşarken nasıl bir kimlik biçildiğini gösteriyor. Küratörler sergi kataloğunda ise şöyle diyor: "Kitaptaki tüm yazılardan sızan ve asla açıkça ifade edilmeyen sözüyse ortak gözüküyor: Sedad Hakkı Eldem'i ikinci bir Mimar Sinan yapmaya kolay heveslenebilir gözüken bir entelektüel ortama uygun malzeme sağlamamak." Eldem'in kendisine biçilen kimliği korumak istediğini, son on yılında efsanesini geliştirmek için hayat hikâyesine düşsel katkılar bile yaptığını söyleyen Tanju ve Tanyeli şöyle devam ediyor: "Sergi, Eldem'i yeniden gündeme taşımayı amaçlıyor. Burada Eldem'in ne kadar önemli olduğu vurgulanarak yüceltilmeyecek. İlginç olduğu kestirilebilen, ama hepsinden önemlisi, ona ilişkin başka hiçbir 20. yüzyıl Türk mimarı için söz konusu olamayacak kadar fazla veri ve belge bulunulduğu için incelenecek." diyor. Sergiyle aynı adı taşıyan kitapta çeşitli akademisyenlerin yazıları yer alıyor. 5 Temmuz'a kadar görülecek sergi, Sedad Hakkı Eldem 'marka'sı üzerine yeni araştırma ve değerlendirmeleri tetikleyecektir kuşkusuz.

Zaman, Yazı: Musa İğrek, 10.04.2009

ANTAKYA'YA MOZAİK MÜZESİ YAPILMALI

 

Mustafa Kemal Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şerafettin Canda, dünyanın en büyük mozaik müzesinin Antakya'ya yapılması gerektiğini bildirerek, "Antakya maalesef kendi eserlerini tanıtamıyor. Acil bir şekilde Antakya'ya büyük bir müze yapılmalı, bu müze dünyanın en büyük mozaik müzesi olmalıdır" dedi.

 

MKÜ Rektörü Prof. Dr. Şerafettin Canda yaptığı yazılı açıklamada, Antakya'nın çok önemli bir yeraltı zenginliği bulunduğunu belirterek, "Nereyi kazısanız tarih çıkıyor. Yeraltındaki bu zenginliği gün ışığına çıkartmak, Antakya'nın hak ettiği yere gelmesine büyük ölçüde yardımcı olacaktır" dedi.

 

Dünyanın en büyük mozaik müzesinin Antakya'ya yapılması gerektiğini bildiren Canda, "Bunu kurmayı başarabilirsek, o zaman Antakya'ya büyük bir turist akını gerçekleşir ve ilimiz bu sayede gelişir, büyür" diye konuştu.

Evrensel, 10.04.2009

İTALYA'DAKİ DEPREM TARİHİ YAPILARA DA ZARAR VERDİ

 

 

İtalya’da yaşanan son deprem sırasında birçok tarihi yapının da hasar gördüğü bildirildi. İtalya Kültür Bakanlığı’nın bildirdiğine göre önemli ölçüde hasar gören yapılar arasında Santa Maria di Collemaggio Basilikası var. Pembe ve beyaz taşlarla 13. yüzyılda inşa edilmiş olan bu yapının fresklerle süslü yan duvarı tamamen çöktü. Rönesans Dönemi’nde inşa edilen diğer bir yapının, San Bernardino Basilikası’nın ise çan kulesi yıkıldı. 

 

Öte yandan, hasar gören yapılar arasında İtalya’nın 16. yüzyılda inşa edilmiş kaleleri arasında en iyi korunmuş olan Forte Spagnolo (İspanyol Kalesi) de var. Kale bu ismi, dönemin İspanya Kralı 5. Charles’in emri ile, yerel isyancılara karşı şehri korumak için inşa edilmesi dolayısıyla almış. 

Deprem, merkezinden yaklaşık 100 km uzakta bulunan Roma’da da hissedildi. Uzmanlar şehrin yakınında bulunan ve arkeolojik açıdan büyük öneme sahip Caracalla Hamamları’nda hasar olduğunu açıkladılar. 

guardian.co.uk, 06.04.2009

ANTEP EVLERİ KADERİNE TERK EDİLDİ

 

Dünyanın en eski yerleşim birimlerinden olan Gaziantep’in tarihi Antep Evleri, bakımsızlıktan kendi kaderine terk edilmiş durumda. İnönü Caddesi’ndeki Antep Evleri, bakımsız ve çürümeye terk edilmiş görüntüsüyle şehrin manzarasına da zarar verirken, evlerin yanından geçmek zorunda kalan vatandaşlar için tehlike de arz ediyor. Yetkililerin Antep Evleri’ne bakım yapmasını isteyen çevre sakinleri, özellikle belediyelerin bu konu üzerinde durması gerektiğini ifade ettiler.

 

Belediyelerin tarihi yerleri restorasyon yaparak turizme kazandırmada eksik kaldığını söyleyen çevre sakinleri, “Antep sanayide ön planda gidiyor. Ancak tarihi dokulara gerekli önemi veremiyoruz” diye konuştular.

Evrensel, 09.04.2009

"SİNAN'I ANMAK KAMU ANLAYIŞINA SAHİP ÇIKMAK DEMEKTİR"





Oktay Ekinci, Mimar Sinan’ı anmanın ancak kamu kavramının dışlandığı bu modernist süreçte Sinan’ı yaratan "kamu" anlayışının kutsanarak, özelleştirmelere karşı çıkmakla mümkün olabileceğini söyledi.

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından ölümünün 421. yılında Mimar Sinan’ın mezarı başında gerçekleştirilen anma toplantısında Tarihi Kentler Birliği adına konuşan Oktay Ekinci, kamuya vurgu yaparak mimarlığın kamu hizmeti olduğunun altını çizdi. Ekinci, "Kamu yararı ile mimarlık ve şehircilik arasında doğru bir orantı vardır. Eğer biz yeniden kamu anlayışını savunmazsak ve bu pespaye sistemin liberal anlayışına teslim olursak ne Sinan’ı anmaya ne de burada toplanmaya hakkımız olur" diye konuştu.


Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhçu ise özellikle 2010 çalışmaları kapsamında artan Sinan’ın eserlerini bir dekormuş gibi kullanma çabasını eleştirerek, yeni yerel yönetimlerden kent ve mimarlık alanında duyarlı olmalarını istedi.

Mimar Sinan’ın doğum yeri olan Ağırnas (Kayseri) Belediye Başkanı Mehmet Osman Başoğlu ise, "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı törende göremiyorum. İsterdim ki bir mimar olarak ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak burada olsun" diye konuştu. Başoğlu, Mimar Sinan’ın mezarının etrafındaki evi ve mülkleri başta olmak üzere mezarın çevresinin düzenlenmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimar Sinan Araştırmaları Merkezi adına konuşan Prof.Dr. Zeki Sönmez de Sinan’ın mesleki niteliklerinin yanında insanı niteliklerinden de bahsederek, "Dünya literatürüne girmiş kaç tane sanatçı var?" diye sordu. Mimar Sinan için "Sinan dünya’ya gelmiş en büyük mimardır" diyen Sönmez, planlarının Sinan’ın mezarı, evi ve dükkanlarını içeren bölgeyi bir Sinan Müzesi’ne dönüştürmek olduğunu belirtti.

Mimarlar Odası Kayseri Şubesi Başkanı Hakan Mahiroğlu, Osmanlı parçalanmış olsa da halen dimdik ayakta olan Sinan'ın eserlerini işaret ederek mimarlığın gücünün altını çizdi

mimarizm.com, Haber: Filiz Yavuz, 09.04.2009

İNÖNÜ STADI YIKILAMAZ!





Cumhuriyet döneminin simge yapıları birer birer yok ediliyor. Şimdi sıra Dolmabahçe’deki İnönü Stadı’na gelmiş; İnönü Stadı yıkılarak yerine çok daha büyük, görkemli bir stat yapılacakmış! Konunun ayrıntılarına girmeden önce hemen şunu belirtelim: O stat yıkılamaz!

Beşiktaş Kulübü Başkanı Yıldırım Demirören, yazılı ve görsel medyanın genel yayın yönetmenleri, spor müdürleri ve yazarlarıyla bir araya gelerek bu konuda bilgi vermiş, girişimlerin son aşamaya geldiğini söyleyerek medyanın desteğine gereksinme duyduklarını belirtmiş.

Bu toplantı ve sözlerin, ilgili kurumları, örneğin ilgili Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nu, ilgili belediyeleri etkileyip baskı altına almak amacını taşıdığı açık. Yoksa aklı başında hiçbir kurul, hiçbir belediye, hiçbir şehirci, hiçbir mimar İnönü Stadı’nın yıkılmasına, yerine başka bir stat yapılmasına onay veremez. Veremez, çünkü stat Cumhuriyet döneminin önemli mimarlık yapıtlarından biridir ve üzerinde anıtlar kurulunca alınmış koruma kararı vardır.

Stadın tarihçesine bakalım… İstanbul’da futbol karşılaşmaları 1910’lu yıllardan başlayarak 1928’e kadar eski Union Club ve Fenerbahçe sahasında, 1929-47 arasında da Fenerbahçe Stadyumu ile Taksim Topçu Kışlası avlusundaki Taksim Stadyumu’nda oynanmaktaydı. Bunlara ek olarak bir de Beşiktaş’taki mütevazı Şeref Stadı vardı.

Taksim Kışlası yıkılırken ortasındaki futbol sahası da kaldırılınca, İstanbul’a çağdaş bir stadyum yapılması gündeme geldi. 1939’da ünlü İtalyan mimar Vietti Violi İstanbul’a çağırıldı. Stadın temeli onun projesine göre 19 Mayıs 1939’da atıldıysa da 2. Dünya Savaşı nedeniyle inşaatı sürdürülemedi. 19 Mayıs 1943’te yeniden temel atıldı. Stat 27 Kasım 1947 günü Beşiktaş-AİK (İsveç) maçıyla açıldı. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk işlerinden biri stadın “İnönü” olan adını 1952’de “Mithatpaşa Stadı” şeklinde değiştirmek olacaktı. Devran değişti; yıllar sonra stat 1973’te yeniden İnönü Stadı oldu.

Dolmabahçe Sarayı’nın hemen arkasına, eski Hasahırların (Istabl-ı Amire) yıkılmasıyla yapılan stadın yeri hep tartışmalı olmuştur. En tutarlı itiraz stadın yapımından yıllar sonra Çelik Gülersoy’dan gelmiştir. Şöyle diyordu Gülersoy: “Stadın önce kendisi yanlıştır. Dünyanın hiçbir yerinde bir sarayın karşısında stadyuma yer verilmemiştir. (Ayrıca) Ana trafik damarının üzerinde ulaşımı da engelleyen bir kalabalık fabrikasıdır. O yüzden stadın kendisi bir şehircilik yanlışıdır.”

Gerçekten de stadın yeri yanlıştır. Hele bugünün koşullarında… Nüfusu 15 milyona yaklaşan bir şehrin merkezinde, en önemli saraylardan birinin dibinde yer alan stadı yıkıp yerine çok daha büyüğünü yapmak şehircilik açısından affedilmez bir hata olur.

Belirtildiğine göre, 42 bin kişilik yeni stat Dolmabahçe ve çevresini de kalkındıracakmış. Metro durakları ve meydanları içinde bulunan yürüyüş alanlarıyla kolay bir ulaşım sağlanırken statta aynı zamanda çok amaçlı sergi alanı, otopark, yemek alanlarıyla denize bakan bölgede teraslı restoranlar bulunacakmış. Kapalı alanın içinde de 5 bin kişilik konserler için bir arena… Böylece “Dolmabahçe kalkınacak”mış. Tam da, şehircilik açısından orada yapılmaması gerekenler anlatılıyor.

İstanbul, böyle bilim dışı uygulamalarla kemirile kemirile çarpıklaştı. Hasahırların yerine stat, sarayın bahçesine dev boyutlu bir otel konduruldu. Hemen yamaca da bunların tümünü, sarayı, camiyi, saat kulesini ezen zorba bir gökdelen dikildi; yeşil yok edildi. Şimdi anlaşılan, o bölgede ikinci tur başlıyor: Yıkıp daha büyüklerini yapma turu… Egemen göçebe kültürü yalnızca günü yaşıyor, geçmişi yok etmekten çekinmiyor. Yıkılmak istenen, Cumhuriyetin simge yapılarından biriymiş… Kimin umurunda?

Cumhuriyet, Haber: Doğan Hasol, 09.04.2009

KALEHÖYÜK ARKEOLOJİ MÜZESİ, BAKANLIĞA DEVREDİLDİ

 

 

Japon Hükümeti'nin kültür hibesiyle inşa edilen Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi törenle Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredildi. Kırşehir Valisi Lütfullah Bilgin, yapılan bu çalışmaların iki ülke arasında olan güven duygusunu pekiştirerek bölgenin turizmine büyük katkılar sağlayacağını ifade etti.

 

Japonya Büyükelçisi Nobuaki Tanaka, "Bize bu kazılarda yardımcı olan başta Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a, Kırşehir Valisi Lütfullah Bilgin'e çok teşekkür ediyorum. Bizlere maddi ve manav desteklerinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Eski tarihin gün yüzüne çıkacağı bu müzenin anahtarını Kültür ve Turizm Bakanlığı'na veriyoruz" dedi.

 

Hayal ettiği bir projenin sevincini yaşadığını belirten Ertuğrul Günay ise, "Yıllardır hayalini kurduğum proje nihayet gerçekleşti. Önce bu işe karar vermek ve bu işi mükemmel bir biçimde zamanından önce gerçekleştiğini görmekten çok mutlu oldum. Yaşayan bir insan için daha büyük bir bahtiyarlık olmazdı. Projeyi zamanında projeyi bitiren herkese teşekkür ediyorum" diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 09.04.2009

MEKSİKA'DA YENİ BULUNAN MAYA ŞEHRİNDE KAZI BAŞLIYOR

 

Meksika’nın Yucatan Bölgesi’nde Ichkabal’de tonlarca toprak ve ormanla örtülü durumda bulunan Maya yerleşiminde kazılara başlanıyor.

 

Burada daha önce gerçekleştirilen sondaj kazılarında, en büyüğü temelde 200 m genişlikte ve 46 m yükseklikte olan birçok yapı kalıntısı tespit edilmişti. Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü (INAH) tarafından yapılan açıklamada yerleşimin Klasik Öncesi Dönem’e (MÖ 250 civarı) tarihlendiği bildirildi. 

 

INAH’ın Quintana Roo Eyaleti yöneticisi Adriana Velazquez ise, 30 kilometrekareye yayılmış yerleşimdeki yoğun bitki örtüsü yüzünden yapıların hemen hiçbir detayının anlaşılamadığı söyledi. Defineciler tarafından 1970’lerden beri bilinen ama, nispeten az zarar görmüş olan yerleşim 1995 yılında bölgede yaşayan bir köylü tarafından Luz Evelia Campaña ve Javier Lopez Camacho’ya bildirilince keşfedildi. 

Latin American Herald Tribune, 05.04.2009

ANITLAR KURULU'NDAN İPEKİŞ'E VİZE

 

Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, temelini Atatürk'ün attığı Bursa'nın köklü iplik üretim tesisi İPEKİŞ'in, Otel ve Alışveriş-Ticaret Merkezi yapılmasını öngören projeyi onayladı.

 

Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, Bursa'nın köklü iplik üretim tesisi olan ve temelini 2 Ekim 1925'te Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün attığı İpekiş'in Otel ve Alışveriş-Ticaret Merkezi yapılmasını öngören projeyi onayladı. Daha önce avan projeyi prensipte uygun bulan Kurul, 26 Mart'ta gerçekleştirdiği toplantıda, 2 ay önce Büyükşehir Belediye Meclisi'nden geçen 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı'nın uygun olduğuna karar verdi. Kurulun onayından geçen proje önümüzdeki günlerde tekrar Osmangaz Belediyesi'ne gidecek, ardından Büyükşehir'den de onaylandıktan sonra planları askıya çıkacak.

 

Anıtlar Kurulu'nun onayının ardından İPEKİŞ'in Otel ve Alışveriş-Ticaret Merkezi yapılması için geri sayım başlamış oldu. 26 Mart'ta toplanan Anıtlar Kurulu, planın bazı maddelerini iptal ederken, bir takım düzeltmelerin de yerine getirilmesini istedi. Planda önerilen turizm işlevinin ‘Sosyal ve kültürel amaçlı işlevle uyumlu turizm hizmeti yapılabilir' şeklinde düzeltilmesini isteyen Kurul, proje kapsamındaki, kentsel ve sosyal donatı alanında geleneksel ve çağdaş sanat ürünleri ile kültürel amaçlı ticari tesislerin yer almasını uygun gördü.


Yapıların yüksekliği için tescilli binaların saçak kotunu geçemeyeceğine hükmeden Kurul, projenin Kültürpark ile ilişkisinin güçlendirilerek, kullanım birlikteliğinin kolaylaştırılmasını istedi. Proje kapsamında sosyal ve kültürel amaçlı işlevle uyumlu turizm hizmetinin yapılmasına izin veren Kurul özellikle, mimari projede eski İpekiş fabrika binasının mimari karakterinin sürdürülerek, kent belleğindeki imajının sürdürülmesini istedi.

 

Proje kapsmında; Atatürk'ün temelini attığı tescilli binaların korunacağı belirtilirken, yeraltında bir kat alışveriş merkezi, iki kat da otopark olacak. Emsali 0.80 olarak belirlenen projede, trafik yoğunluğu getirmemesi için Merinos tarafından giriş verilmezken, girişler Kültürpark tarafından yapılacak ve bu yol da 12 metre olarak genişletilecek.


Toplam 30 bin metrekarelik alanda hayata geçirilecek İpekiş Kültür Sanat Yaşam Merkezi'nde Bursa'nın eski esnaf kültürünü yaşatan Otantik Çarşı'nın bulunması planlanıyor. Proje kapsamında; İpekiş Anı Müzesi, tekstil ve canlı tekstil müzesi, sanat galerisi, ürünlerin sergileneceği show-room, tekstil dizayn moda atölyesi ile erkek ve kadın dikim atölyeleri, lokanta, açık kafe, yaşam meydanı, pazar alanı, uzun çarşı, moda gösteri merkezi, amfi tiyatro, karagöz gösteri ve tanıtım basamakları, ticaret alanları, kahve ve aş evleri, gezinti-seyir alanları, sinema ve tiyatrolar, konferans ve toplantı alanları ile rezidans hotel gibi unsurlar yer alacak.

Bursa Olay, Yazı: Seyit Gündoğan, 09.04.2009

YEDİKULE HİSARI'NIN TAHLİYESİ ONAYLANDI





Şehristanbul Derneği Başkanı Atilla Tuna, Danıştay 13. Dairesi'nin, İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin tarihi Yedikule Hisarı'nı 30 yıllığına kiralayan şirketin tahliyesiyle ilgili 2006 yılında verdiği kararı onadığını bildirdi.

 

Danıştay 13. Dairesi, Yedikule Hisarı'nı kiralayan şirketin tahliyesini onadı. Şehristanbul Derneği Başkanı Atilla Tuna, Hazine adına kayıtlı olan ve daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsis edilen tarihi Yedikule Hisarı'nın, 2004 yılında Maliye Bakanlığı tarafından geri alındığını hatırlattı.

 

Maliye Bakanlığı'nın daha sonra bu ''1. derece eski eser'' niteliğindeki yapıyı özelleştirerek Swiss Turkish International adlı şirkete 30 yıllığına tahsis ettiğini belirten Tuna, daha sonra şirketin yapı içinde uygulayacağı değişiklikleri içeren projenin Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunulduğunu anlattı.

 

Tuna, projeye ilişkin İstanbul 1. No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun da Yedikule Hisarı'nın tescilli bir yapı olması nedeniyle uzun süreli kiralanmasının uygun olmadığı, ancak günlük olarak kullanılabileceği, içinde inşaat yapılamayacağı yönünde bir karar aldığını bildirdi.

Tuna, bu karara rağmen Yedikule Hisarı'nın 30 yıllığına şirkete kiralandığını ifade etti. Bunun üzerine dernek olarak, Yedikule Hisarı'nın şirkete tahsisinin iptali için İstanbul 1. İdare Mahkemesi'ne 2004 yılında başvurduklarını kaydeden Tuna, bu süreç içinde yapıyı kiralayan şirketin ''Yedikule Hisarı'nın içine sahne inşa ettiğini, tescilli 3 ağacı kestiğini, zemine dozerler sokarak Osmanlı döneminden kalan mezarları yıktığını'' ileri sürdü.

 

İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin 2006 yılında hisarın tahliye edilmesine karar verdiğini belirten Tuna, bunun üzerine İstanbul Defterdarlığı Avrupa Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığı'nın İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin kararının bozulması için Danıştay'a başvurduğunu hatırlattı.

Tuna, Danıştay 13. Dairesi'nin de bu başvuruyu inceledikten sonra İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nin 2006 yılında verdiği tahliye kararını uygun bularak onayladığını belirtti

Cumhuriyet, 09.04.2009

ATATÜRK ÇEŞMESİ HAYAT BULUYOR

 

 

Etimesgut’un tarihi simgelerinden bir tanesi olan ve geçtiğimiz yıllarda şebeke suyu bağlanan Atatürk Çeşmesi Etimesgut Belediye Başkanı Enver Demirel ile yeniden Etimesgut’a kazandırılıyor.

Demirel, Atatürk Çeşmesi’ne Çakırlar Çiftliği’nden gelen kaynak suyunun arızasının giderilmesi için gerekli olan araştırılmanın yapılmasını istedi.

Etimesgut Belediye Meclisi, Belediye Başkanı Enver Demirel Başkanlığı’nda ikinci toplantısını yaptı. Atatürk Çeşmesi ile ilgili verilen önerge hakkında Belediye Meclisi’ne bilgi veren Belediye Başkanı Enver Demirel, çeşmenin tarihini anlattı. Çeşmenin suyunun Çakırlar Çiftliği bölgesinden geldiğini hatırlatan Başkan Enver Demirel, suyunun temiz olduğunu ve çayının çok güzel olduğunu söyledi.

Çeşmenin Mustafa Kemal Atatürk’ün Etimesgut’a kazandırdığı önemli tarihi eserlerden bir tanesi olduğunun altını çizen Demirel, kaynak suyunun çeşmeden akmasına engel olan arızanın giderileceğini belirtti. Etimesgut Belediye Meclisi Araştırma ve İnceleme Komisyonu ile Plan ve Bütçe komisyonu Atatürk Çeşme suyunun yeniden akması için gerekli olan araştırmalarına başladı.

Hürriyet Ankara, 09.04.2009

KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDAN ANİ'YE DAİR BİR 'TIK' BİLE YOK





Bakanlık tarafından hazırlanan ve Ermeni tarihinin saklanması tartışmalarına neden olan internet sitesinde Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın tarihi Ani kenti konusunda “elimizden geleni yaparız” demesine rağmen 4 aydır bir değişiklik yapılmadı.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tarihi Ani kenti konusunda “elimizden geleni yaparız” diyor fakat Bakanlık tarafından hazırlanan internet sitesi 4 aydır değiştirilmeyi bekliyor. Sitesinde yer alan bilgilerde Ermeni tarihinin saklanması tartışmalara neden olmuştu.

 

Bakan Günay, Ermeni tarihinde önemli bir yeri olan Kars sınırları içerisinde yer alan Ani kenti hakkında açıklamalarda bulundu.

 

Günay, Ani kenti ile ilgili çalışmaları olduğunu belirterek, “Uluslararası platformdan bu çalışmaya bulunulması gündemde. içtenlikle bu teklifleri inceliyoruz. Restorasyon konusunda, Ermenistan kesiminden bize katkı yapılabileceğini söyledim. Ermenistan'dan gelen arkeologlar ve tarihçiler Türkiye’de meslektaşlarıyla çeşitli toplantılar yapıyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün başlattığı sürecin içerisinde bize ne düşerse yapmaya hazırız. Mesela Ani Harabeleri’nin karşısındaki taş ocaklarındaki patlatma durdu” dedi.

 

Kültür Bakanı Günay bunları söylerken, Ani tarihi kentini tanıtmak amacıyla Bakanlık tarafından hazırlanan internet sitesi yaklaşık dört aydır bilgilerin değiştirilmesini bekliyor. Kültür Bakanlığı tarafından “Ören yerlerine dair doğru ve bilimsel verilere dayalı bilgilerin oluşması için” hazırlanan Ani internet sitesinde 2008 yılının son aylarında yayına girmiş, fakat Ermeni tarihi saklandığı için tartışmalara neden olmuştu.

 

Bakanlık yetkilileri tartışmaların ardından yaptıkları açıklamada, Ermeni sözcüğünün geçmediği ve Ermeni tarihinin ayıklandığı Ani internet sitesindeki yazıların ön bilgilendirme olduğunu, sitenin zenginleşeceğini açıklamışlardı. Ancak aradan geçen 4 aya rağmen Ermenistan-Türkiye sınırının tam yanında bulunan kentin Ermeni kimliği saklanmaya devam ediyor.

 

www.ani.gov.tr adresindeki sitede bugüne kadar herhangi bir değişiklik yapılmadı. Ören yerinin en eski tarihinin MÖ 5000 yıllarına kadar uzandığı belirtilen sitede kentin tarihi ile ilgili şu bilgiler yer alıyor:

 

“Bugünkü ören yerini oluşturan iç kale MS 4. yüzyılda Kars şehrine ismini veren Karsak’lılar tarafından yaptırılmıştır.Ören yerinin dış cephe surları Bagratlı Kralı Aşot tarafından MS 964 yılında yaptırılmaya başlanmış daha sonra Kral III. Sembat 978 yılında 2. takviye sur sistemini yaptırmıştır. MS1064’te Alparslan’ın Ani’yi fethetmesiyle kent Selçuklu Medeniyetiyle tanışır. 1064 – 1072 arasında 3. sur sistemini yaptırılmıştır. Antik şehir uzunca bir süre Şeddatlı Beyliği egemenliğinde kalır. şehir 12. yüzyıl sonunda Gürcü egemenliğine geçer. 1239’da Moğol istilasını yaşar. Bu istila büyük tahribata yol açar. Kent ticari önemini yitirmeye başlar. Daha sonra sırayla Saltuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu Beyliklerinin hakimiyetinde kalır. 1534’te Kanuni Sultan Süleyman Döneminde Osmanlı Devleti, Ani’deki tek hakim güç haline gelir. Ümit Burnu’nun 1492 tarihinde keşfi ve ticaret yollarının denizlere kaymasıyla ipek Yolu’nun önemi azalır. Ani’nin Moğol istilası ve depremlerle etkisini zaten kaybetmiş olan ticari önemini daha da zayıflatır. 16.yüzyılda kent terk edilmeye başlanır. 1878 yılında Ruslar tarafından istila ile 40 yıl Anavatandan ayrı kalan kent 1921 yılında istiklal Harbi sırasında Ruslardan geri alınmıştır."

 

Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan sitede bu bilgiler yer alırken Ana Britannica’da “9-13. yüzyıllar arasında Doğu Anadolu tarihinde önemli bir rol oynayan Ani, 10. Yüzyılda önemli bir Ermeni yerleşim merkeziydi” deniliyor. Dictionnaire Larouse’da, Hachete Ansiklopedik Sözlük’de, “Ermeni Balgatlı Krallığı’nın başkenti” diye tanımlanıyor, Meydan Ansiklopedisi’nde harabeler için “Süryani, İran, Ermeni, Arap, Türk etkilerinin dikkat çekici etkilerini taşımakta” deniliyor. Ani’ye üç sayfa ayıran İslam Ansiklopedisi’nde ise kenti yöneten Bagrati hanedanından “Ermeniye hükümdarları” diye söz ediliyor.

Birgün, Haber: Ozan Bilir, 08.04.2009

TARİHİ KONAK KENT MÜZESİ OLACAK

 

Elazığ'ın en eski yapılarından olan Valilik Konağı restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından Kent Müzesi olarak kullanılmasına karar verildi.

 

Elazığ Valisi Muammer Erol, Belediye Başkanı Süleyman Selmaoğlu ve Emniyet Müdürü Fahrettin Coşkun'un da katıldığı proje bilgilendirme toplantısı bitimi tamamlanan binada gerçekleştirildi. Vali Erol, binanın kent müzesi olarak kullanılmasına bir ay önce karar verdiklerini belirterek, açıklamak için seçimlerin bitmesini beklediklerini kaydetti. Projenin tasarımcısı Mimar Naim Arnaz ise projeyi duyduğunda heyecanlandığını ifade ederek, "Binanın çok eski bir yapı olması beni daha da mutlu etti." şeklinde konuştu.

Zaman, 08.04.2009

GEZİ NOTLARI: HAN SARAYI

 

Bakü'deki Han Sarayı, 1761-1762 yıllarında Azerbaycan'da ilk bağımsız hanlık düzeni sahibi Çelebi Han'ın torunu Hüseyin Han tarafından inşa edilmiş. İki ayrı ana girişi olan bina, haremlik-selamlık düzene göre tasarlanmış. İki katlı binanın her katında üç oda bulunuyor. Bu odalar, Han'ın odası, eşi Sultan'ın odası ve bu iki oda arasındaki büyük salondur.





Binanın en ilginç özelliği eşi benzeri olmayan pencerelere ve tavan- duvar figürlerine sahip olması. Pencereler çok küçük geometrilere bölünmüş ve ahşap çıtalar arasındaki camlar doğal boyalarla renklendirilmiş. (Yaklaşık 14.000 ahşap çıta ve cam ızgara kullanılmış.) Pencerelerde dönemin sanatı en iyi şekilde uygulanmış ve çivi veya yapıştırıcı kullanılmadan malzemeler birbirine geçme yöntemi ile birleştirilmiş. Camları boyamada yumurta akı ve çiçeklerden elde edilen doğal boyalar kullanılmış ve bunun sonucunda, üzerine güneş ışığının vurmasıyla, iç mekanı rengarenk boyayan pencereler üretilmiş. Ama ne yazık ki günümüzde pencerelerdeki bu işçiliği devam ettirememişler. Bu güzel sanat zamanın ve gelişen teknolojinin karşısında ayakta durmayı başaramamış. Odaların duvarları ve tavanlarına ise birbirinden farklı yüzlerce figür işlenmiş (Hepsi bir hikayeyi anlatıyor). Han'ın odasındaki figürler; dövüş ve av sahnelerini, saltanatın gücünü gösteren simgeleri içeriyor, Sultan'ın odasında ise verimliliği simgeleyen figürler ve çiçek resimleri işlenmiş. Duvar figürlerinin orijinali XVIII yy'da yapılmış olmasına rağmen daha sonra onarılmış.





Han Sarayı, surlarla çevrili tarihi alan içerisinde, bahçesindeki havuz ve 1530 yılından kalma 34 metre yüksekliğindeki ulu çınar ile bütünlüğünü ve güzelliğini koruyan, görülmeye değer kültür miraslarından. Nazım Hikmet de zamanında Han Sarayı'nı gezme fırsatı bulmuş ve "Azerbeycan'ın başka değerli eserleri olmasaydı bile, bir tek Şeki Han Sarayı'nı dünyaya göstermek yeterdi," demiş. Ben de gezip görünce aynı fikre kapıldım. İçeriye vuran ışıklardan oluşan renk cümbüşünün içerisinde uyanmak eminim dönemin Sultan'ının da çok hoşuna gitmiştir.

Arkitera, Yazı: Rana Öğüt Batmaz, 08.04.2009

TARİHİ YERLERDEKİ BARAJ YAPIMINDA YETKİ  BAKANLIĞA GEÇTİ





Baraj yapımı nedeniyle, plan ve program bekleyen Hasankeyf ve Allianoi gibi antik kentlerin geleceğini belirleyecek olan kritik kararı Kültür ve Turizm Bakanlığı verecek.

 

Danıştay 6. Dairesi’nin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 2006 yılında aldığı ilke kararını iptal etmesiyle, değiştirilen 717 sayılı İlke Kararı Resmi Gazete’de yayımlandı.

 

Değiştirilen ilke kararına göre, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının bulunduğu alanlardaki baraj yapımında, DSİ yerine, “Kültür ve Turizm Bakanlığınca, üniversitelerin ilgili bilim dallarındaki öğretim üyeleri ve yatırımcı kuruluş temsilcilerinden oluşan en az beş kişilik bir komisyon”un önerilerine uyulacak.

Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren ilke kararı şöyle:

“Barajların, planlanan alanın dışında başka bir yerde yapılmasının kamu yararı ve hizmet gerekleri ile bilimsel ve teknik açıdan mümkün olmadığının, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik sit alanlarının bulunduğu alanlarda yapılmasının aynı sebeplerle kamu yararına uygun olduğunun, Kültür ve Turizm Bakanlığınca, üniversitelerin ilgili bilim dallarındaki öğretim üyeleri ve yatırımcı kuruluş temsilcilerinden oluşan en az beş kişilik bir komisyon tarafından tespit edilerek önerilmesi ve bu önerinin ilgili koruma bölge kurulunca kabul edilmesi durumunda;

a) Barajdan etkilenecek veya baraj suları altında kalacak korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına yönelik uygulamayı belirlemek üzere alanın büyüklüğü ve özelliğine göre Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgili kuruluşlar tarafından, üniversitelerin konuyla ilgili öğretim üyelerinin (arkeolog, sanat tarihçi, şehir plancısı, mimar, jeoloji mühendisi, restorasyon ve konservasyon uzmanı vb.) yer aldığı Bilim Komisyonu oluşturulmasına ve bu komisyonun baraj inşaatı sona erene kadar çalışmalarını sürdürmesinin sağlanmasına,

b) Baraj alanında tespit edilen taşınmaz kültür varlıklarının niteliği ve yoğunluğu ile barajla ilgili diğer hususlar göz önüne alınarak Bilim Komisyonunca Acil Eylem Planının hazırlanmasına,

c) Acil Eylem Planının uygulanması ve bütçesi ile ilgili hususların Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilgili kuruluşlar arasında yapılacak bir protokol ile belirlenmesine,

d) Acil Eylem Planı kapsamında Bilim Komisyonu kararları doğrultusunda alandaki taşınmaz kültür varlıklarının tespit edilmesi amacıyla, öncelikli olarak çağdaş ve güncel bilimsel yöntemler aracılığıyla belgeleme ve kazı çalışmalarının yapılmasına, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının rölövelerinin çıkarılmasına, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının bulunduğu alanların jeolojik etütlerinin yapılmasına,

e) Bilim Komisyonunca yapılan çalışmaların değerlendirilmesi sonucunda elde edilen bilgi ve belgelere dayalı olarak alandaki korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının yerinde korunmasına, başka bir yere taşınmasına veya belgelenerek su altında bırakılmasına ilişkin önerilerin koruma bölge kuruluna sunulmasına,

f) Bilim Komisyonunun sunduğu öneriler hakkında ilgili koruma bölge kurulunca karar alınmasına,

Bu kapsamda korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının;

1) Yerinde korunmalarının uygun görülmesi halinde, buna ilişkin projelerin koruma bölge kuruluna sunulmasına,

2) Başka bir yere taşınmalarının uygun görülmesi halinde, mevcut yerleşim planı ve taşınacağı yere ilişkin 1/200 ölçeğinde hazırlanan öneri yerleşim planı ile uygulama projelerinin koruma bölge kuruluna sunulmasına,

3) Su altında bırakılmalarının zorunlu olduğu hallerde, hazırlanacak program çerçevesinde önem derecesine göre kazı, belgeleme, mimari dokümantasyonlar yanında yerleşimin ve tüm yapıların mekanlarını da kapsayacak şekilde dijital veri ve görsel kayıtlarının alınmasına, yerleşim planının çıkarılmasına, su altında kalacak taşınmaz kültür varlıklarının su sirkülasyonundan zarar görmemesi için alınacak tedbirlere ilişkin projelerin koruma bölge kuruluna sunulmasına,

g) Baraj alanlarında sürdürülecek kazı çalışması ve korumaya yönelik yapılacak her türlü harcama ile kamulaştırma çalışmalarının ilgili kuruluşlar tarafından yapılmasına,

h) Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına ilişkin projeler kapsamında yapılacak uygulamaların baraj inşaatına paralel olarak eş zamanlı yürütülmesine, bu projelerin uygulanması tamamlanana kadar barajların faaliyete geçmemesine,

i) Su altında kalacak korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının, baraj faaliyete geçtikten sonra belirli sürelerle su altı arkeologları tarafından incelenerek durumlarının tespit edilmesine,

j) Baraj alanındaki korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına ilişkin çalışmalar sonucunda elde edilen bilgi ve belgelerin yayımlanmasına, karar verildi.”

Turizm Gazetesi, 08.04.2009


******


BU KARAR ALLIANOI'Yİ KORUMAZ

 

Dün yayınlanan Resmi Gazete ile arkeolojik sit alanlarının bulunduğu bölgelerde baraj yapımı yetkisi, Devlet Su İşleri'nden alınarak Kültür ve Turizm Bakanlığı'na verildi.


Yıllardır baraj suları altında kalma tehdidi ile karşı karşıya olan Hasankeyf ve Allianoi’nin yaşaması için mücadele edenler bu kararı ihtiyatla karşıladı.

 
Yeni düzenlemenin eskisinden çok da farklı olmadığını söyleyen Allianoi Girişim Grubu önceki dönem Sözcüsü Avukat Hilal Küey, bu karara karşı da yeni bir dava açabileceklerini söyledi.
“Baraj Alanlarından Etkilenen Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması” başlıklı 717 sayılı İlke Kararı’nın 2. ve 3. maddelerinde yapılan değişiklikle, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik SİT alanlarının bulunduğu alanlardaki baraj yapımında yetki, DSİ’den Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçti. Danıştay 6. Dairesi’nin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 2006 yılında aldığı ilke kararını iptal etmesiyle değiştirilen 717 sayılı İlke Kararı, Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlandı.

Değiştirilen karara göre korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının ve arkeolojik SİT alanlarının bulunduğu alanlardaki baraj yapımında, DSİ yerine Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca, üniversitelerin ilgili bilim dallarındaki öğretim üyeleri ve yatırımcı kuruluş temsilcilerinden oluşan en az beş kişilik bir komisyonun önerilerine uyulacak. Yeni karar ile çok fazla bir şeyin değişmediğini belirten Hilal Küey, bu kararla ilgili açılacak davadan da iptal çıkma olasılığının yüksek olduğunu söyledi. Bu karar ile sadece DSİ’nin karar verme yetkisinin kaldırıldığına dikkat çeken Küey, “Antik kentlerle ilgili kararı daha geniş bir heyet verecek bundan sonra. Sadece kimin karar vereceği değildi oysa bizim dava gerekçemiz. Bir kültürel varlığın baraj suları altında kalması, uluslararası yasalara göre de mümkün değil. Yeni ilke kararında bir inceleme yapılsın deniyor ve su altında nasıl korunacağından bahsediyor. Oysa Allianoi’yi su altında korumak mümkün değil ki” diye konuştu.

Evrensel, 08.04.2009

BRONZ KADINA PAHA BİÇİLEMİYOR

 

 

Edirne Kapıkule Sınır Kapısı'nda bir süre önce ele geçirilen 2 bin 200 yıllık bronz kadın heykeline paha biçilemediği bildirildi. Edirne Müze Müdürü Hasan Karakaya, Edirne'deki sınır kapılarında ele geçirilen tarihi eserlerle de müzedeki eser sayısının her geçen gün arttığını belirtti.Bir kentte sınır kapılarının olmasının müzeler açısından bir avantaj olduğunu ifade eden Karakaya, müzede kazı yapmadan ele geçirilen çok sayıda tarihi eser bulunduğunu söyledi.

 

Bu eserlerden en önemlisinin geçen ay yurt dışına kaçırılırken ele geçirilen bronz kadın heykeli olduğunu vurgulayan Hasan Karakaya, şöyle devam etti: '2 bin 200 yıllık, 2 metre 20 santimetre boyundaki paha biçilemeyen bronz kadın heykeli, müzemize ayrı bir özellik katıyor. Heykel, şu anda müzemizde yediemin olarak tutuluyor. Biz ilgili bakanlıktan restoratör istedik. Heykelin temizliği yapılacak. Mahkeme aşaması bittikten sonra heykel sergilenecek.' Edirne'nin tarihi bir kent olduğunu, bu nedenle kazı çalışmalarında her döneme ait eserlerin çıkarıldığını da dile getiren Karakaya, sınır kapılarından gelen eserlerle birlikte Edirne Müzesi'nin Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne dönüştüğünü söyledi.

Yeni Şafak, 08.04.2009

TARİH YAĞMURLA ORTAYA ÇIKTI

 

Aydın’da bir süredir yağan yağmurların ardından, çöplük olarak kullanılan alanın üstündeki tozun ve toprağın akmasıyla tarihi Rum hamamı ortaya çıktı. Üç bölümden oluşan hamamın 110- 120 yıllık olduğu, aynı zamanda eğlence mekanı olarak da kullanıldığı belirlendi.

Aydın Eski Eserleri Sevenler Derneği Başkanı Havva Çetintürk, Zafer Mahallesi’nde Ticaret Lisesi’nin karşısında bulunan yıkık dökük hamamın geçen haftalarda çıkarıldığını bildirdi. Adnan Menderes Üniversitesi’nden (ADÜ) dernek üyesi akademisyenlerin hamamı incelediğini ve bir an önce onarılması gerektiği görüşü bildirdiğini aktaran Çetintürk, "Aydın geçmiş dönemlerde Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler’in de yoğunlukta yaşadığı bir kültür kentiydi. Onlardan kalan eserler halen yaşadığımız yerlerde varlığını sürdürmekte. Ne yazık ki ilgisizlik ve duyarsızlık nedeniyle bu tarih hazineleri çöplük gibi kullanılmaya başladı. Ortaya çıkan bu Rum hamamının Aydın’a kazandırılması konusunda Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’ndan yardım bekliyoruz" diye konuştu.

Hürriyet Ege, Haber: Hüsnü Altındiş, 08.04.2009

SIR TÜNEL 'SU GALERİSİ' ÇIKTI

 

 

Üsküdar'da özel bir hastanenin yakınında güvenlik görevlileri tarafından fark edilen ve polisin incelemeye aldığı tünelin tarihi su galerisi olduğu belirlendi. Emniyet müdürlüğünden yapılan açıklamada tünelin Osmanlı döneminden kalma olduğu belirtildi.

 

Tantavi Viyadüğü çıkışında yapımı devam eden özel bir hastanenin güvenlik görevlileri tarafından fark edilen tünelle ilgili İSKİ ve polis ekipleri birlikte hareket ederek incelemelerde bulundu. Tünelin, açılışını Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın yapacağı söylenen hastaneye doğru gitmesi medyada suikast iddiasını gündeme getirmişti. Bunun üzerine Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri de bölgede inceleme yaptı. Ancak tünelin hangi amaçla kazıldığına ilişkin net bilgiye ulaşılamadı.

 

İstanbul Emniyeti, Büyükşehir Belediyesi ve ilgili kuruluşlar, tünelin kimler tarafından kazıldığını ve amaçlarının ne olduğunu belirlemek için çalışma başlattı. Son olarak 6 Nisan 2009 tarihinde İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) ekiplerinin de katıldığı incelemede tünelin tarihi nitelikte olduğu 'Osmanlı döneminden kalma su galerisi' olduğu tespit edildi. Emniyetin yaptığı açıklamada konuyla ilgili araştırmaların devam ettiği hatırlatıldı.

Zaman, Haber: Mutlu Özay, 08.04.2009

BİLİNEN EN ESKİ TAŞ ALETLER

 

 

Afrika’da çalışan paleoantropologlar 500.000 yıldan daha eskiye tarihlenen taş aletler buldular. Bu keşif, bilinen en eski taş aletin tarihini 150.000 yıl gibi inanılmaz bir ölçüde geriye götürdü ve şu soruyu yarattı: Bunları kimler yaptı? 

 

Keskin kenarlı taş alet yapmak o denli zor bir iş ki, araştırmacılar yakın zamanlara kadar bu tür nesneleri yapabilen insanların belirli bir zeka ve el kullanma becerisi geliştirmiş olmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Başta bunlar 40.000 yıl önce başlayan Geç Taş Devri için bir ayırıcı özellik olarak kabul edildi. Ardından, kesici taşların 200.000 yıla tarihlenen Orta Taş Devri’nde Afrika’da sofistike taş alet endüstrisinin gelişimi ile ortaya çıktıkları düşünüldü. 

 

Bu görüş, yakın zamanda Orta Doğu’da 380.000 yıla ve Avrupa’da 300.000 yıla tarihlenen aletlerin bulunması ile değişti. Bu aletlerin Neanderthaller tarafından imal edildiği düşünülmekte idi. Ama, şimdi Kenya’nın Baringo Düzlüğü’nde 500.000 yıl önce yaşayan atalarımızın bir nehir yatağından lav çakıl taşları toplayıp bunları düzgün bir şekilde kırarak keskin kenarlı taş aletler yaptıklarını biliyoruz. 

 

Bu aletler Connecticut Üniversitesi paleoantropologları Cara Roure Johnson ve Sally McBrearty tarafından beş ayrı noktada keşfedildi ve tümü 509.000 ile 543.000 yıllarına tarihleniyor. Bunlar bugüne dek bulunmuş en eski aletler. Aynı bölgede daha önce Homo heidelbergensis’e ait bir alt çene kemiği de bulunmuştu. 

ScienceNOW Daily News, Haber: Ann Gibbons, 02.04.2009

SANAT KURUMU YAKILMAK İSTENDİ

 

Sanat Kurumu’nun 1952’den bu yana Ankara Gençlik Parkı’nda faaliyet gösteren binası önceki gün yakılmak istendi.

Sanat Kurumu’ndan yapılan açıklamada, binaya pencereden giren kişi ya da kişilerin, sahne bölümünü ateşe verdiği, sahnenin ön yüzü ile perdelerinin yandığı bildirildi. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin "Gençlik Parkı Yenileme Projesi" nedeniyle telefon, elektrik ve suyu kesik olan Sanat Kurumu’nun binasında 8 aydır sanat etkinliği yapılmıyordu.

1984 yılında Sanat Kurumu’na verilen binanın Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından tadilat gerekçesiyle kapatıldığı ve Ekim 2008’de açılacağı sözü verildiği halde bunun gerçekleştirilmediği iddia ediliyor.

Milliyet, 07.04.2009

133 PARÇA TARİHİ ESER YAKALANDI

 

Uşak'ta jandarma ekiplerinin düzenlediği operasyonda 2 kişi 133 parça tarihi eserle yakalandı.
Uşak İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Ulubey İlçesinde 64 KZ 049 plakalı otomobili durdurdu. Otomobilde arama yapan jandarma, Roma ve Bizans dönemlerine ait oldukları belirlenen 133 parça tarihi eser ele geçirdi. Tarihi eserler arasında sikkeler, haçlı yüzük, mermer kadın başı heykeli, madalyon, ok uçları ve mermer heykellerin yer aldığı öğrenildi.


Araçta bulunan Y.Y. (41) ve M.Y. (40) gözaltına alındı. Tarihi eserler Uşak Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildi. Zanlıların işlemleri tamamlandıktan sonra Ulubey Adliyesine sevk edilecekleri bildirildi.

Haber Ekspres, 07.04.2009

KAÇAK KAZIYA 10 TUTUKLAMA

 

İznik`in Hisardere Köyü yolu üzerindeki bir tarlada kaçak kazı yaparken yakalanan Gökhan M. (44), Şenol D. (41), Muzaffer Y. (46), Metin L.(30), Nuri Ö. (52), Metin K. (52), Turgur G. (50), Ferdi Ö. (30),Abdulkadir T. (42) ve Abdurrakim D. (22), iki gündür gözaltında bulunuyordu.

 

Adliye`ye sevk edilen 10 kişi, çıkarıldıkları mahkemece tutuklanırken, zanlıların Balıkesir, Çorum, Adapazarı, Bursa, Marmaris ve Antalya`daki evlerinde yapılan aramada 1 adet Bronz madalyon, 1 çift bakır küpe, 2 adet bakır çaydanlık, 1 adet kapaklı bakır tabak ve bir adet dedektör ele geçirildi.


Jandarma, bu malzemelerle birlikte bazı kazı aletlerine, üzerinde insan ve gemi figürü olan 5 cm çapında bronz sikke`ye el koydu.

Bursa Olay, Haber. Mehmet Buldu, 07.04.2009

'SANAT OLURUNA SALDIRI'

 

UNESCO AIAP Türkiye Ulusal Komitesi, Antalya’nın Kemer beldesinin yeni Belediye Başkanı Mustafa Gül tarafından, burada Çınarlı Kavşağı’nda yer alan “Aşk Yağmuru” adlı heykelin kaldırılmasını kınadı. Antalya ili Kemer beldesinin geçen dönem belediye başkanlığını yapan Hasan Şeker döneminde, heykel sanatçısı Zafer Sarı tarafından gerçekleştirilen yapıt, 2 Nisan 2009 tarihinde iş makineleriyle söktürülüp depoya kaldırılmıştı.

UPSD Başkanı Bedri Baykam imzalı açıklamada, “heykelin ‘milli kültürümüze uymadığı, edep dışı ve müstehcen’ bulunduğu savları ve ‘halkın ahlakını bozucu ve provokatif’ olarak nitelenmesiyle sanatçı Zafer Sarı’nın ‘kişisel ve sanatsal onuruna saldırıldığı’, buna karşın eski Belediye Başkanı Hasan Şeker’in heykeli savunduğu” anımsatılıyor. Eski Belediye Başkanı Hasan Şeker’in “heykelin Kemer için yapılmış olduğu, yerli ve yabancı konukların heykelin önünde hatıra fotoğrafı çektirdiği ve herkesin eseri nasıl görmek istiyorsa öyle baktığı” sözlerinin de altı çiziliyor.

Komite, tüm bunlara karşın yeni seçilen Belediye Başkanı Mustafa Gül’ün 2 Nisan’da heykeli kaldırması üzerine görüşlerini ise şöyle dile getiriyor: “Heykel sanatı özellikle açık alanlar ve meydanlarda anlam bulan ve bir ülkenin en sarih sanatsal envanteri olmak yanında, ülkelerin uygarlık eşiğini de temsil etmektedir. Sanatın, kültürün, bilimin dili evrenseldir. Geçmiş uygarlıkların zengin izini taşıyan bir ülkenin mirasçıları olarak, şunu ulusça bilmemiz gerekir ki geçmiş veya eski uygarlıkların kanıtları, günümüzden yarınlara uzanan çağdaş sanat eserleridir. Daha önceki yıllarda da bu utanç verici yasakçı zihniyet, çağdaş sanat üreten sanatçıları suçlamış ve eserleri cezalandırmaya kalkışmıştı.” Komite, ayrıca Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın da “çağdaş sanatın belediyelerce bu şekilde keyfi olarak sansürlenemeyeceğine ilişkin görüş belirtmesinin ve ivedi olarak bir açıklama yapmasının gereğine inandıklarını” ve “Kemer Belediye Başkanlığı’nın en kısa zamanda bu hatasından dönmesini ve Zafer Sarı’nın yapıtını yerine yerleştirmesini, Türk sanat ortamı adına talep ettiklerini” belirtiyor.
Cumhuriyet, 06.04.2009

TARİH, ETAP ETAP HAYAT BULUYOR

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kemeraltı Cephe Düzenlemeleri Projesi’nde üçüncü etabı da tamamlandı.

 

Bu kapsamda, Anafartalar Caddesi’nin 190 metrelik bölümü ele alındı. Toplam 101 parseli kapsayan çalışmalar, kuzeyde 875 Sokak’la güneyde 919 Sokak köşesinden Havra Sokağı’na kadar olan alanda sınırlandı.


Birinci ve ikinci etapta olduğu gibi bu çalışmalarda da tarihi dokuyu bozan eklentiler kaldırıldı, yapıların sıva ve boyaları özgün haline uygun olarak yenilendi. Cumba, kepenk ve doğrama gibi ahşap yüzeyler onarıldı. Binalar, ilk yıllarındaki görüntülere kavuşturuldu. Kemeraltı’nın bu bölümünde de tarih canlandı.


Projenin ilk etabında çarşının Konak girişinden itibaren 215 metrelik kısmına,  ikinci etapta da kuzeyde Kemeraltı Camii’nin hemen yanı başındaki sebilin bulunduğu 853 Sokak’tan Başdurak Camii’nden bir sonraki adayı içine alan bölgeye el atılmıştı.

Milliyet Ege, 06.04.2009

HARPUT KALESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Elazığ'da bulunan tarihi Harput kentindeki kalenin surlarının restorasyon çalışmalarının bu yıl da devam edeceği açıklandı.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Harput Kalesi surlarında yapılacak restorasyonla ilgili olarak hazırlıkların devam ettiğini, bu hazırlıkların ardından ihaleye çıkılacağını ve ihalenin ardından işi kazanacak firmanın restorasyon çalışmalarına başlayacağını söyledi. Kaledeki sur ve burçlarda yapılacak restorasyon çalışmalarının aslına uygun olarak yapılacağı, bu çalışmaların tamamlanmasının ardından Harput Kalesi'nin eski görünümüne kavuşacağı bildirildi.

Elazığ Kent Haber, 06.04.2009

700 YILLIK ŞİFRELER ÇÖZÜLDÜ

 

 

İspanya’daki Endülüs hakimiyeti döneminde Granada (o dönemde Gırnata) şehrinde yapılan tarihi El Hambra Sarayı’ndaki Arapça yazıtlar, yüzlerce yıl sonra modern teknikler sayesinde çözüldü.

13’üncü yüzyılda özel bir kaligrafi yöntemiyle yazılan metinlerin şifresi yaklaşık 700 yıldır araştırılsa da, bir türlü çözülememişti. İspanya’nın Yüksek Bilimsel Araştırma Konseyi’ne bağlı Arap Etüdleri Okulu, dijital kameralar ve üç boyutlu tarayıcılar kullanarak, sarayın duvarlarında ve tavanlarında bulunan binlerce Arapça cümleyi inceledi. 2002 yılında başlayan araştırmada, bugüne dek 10 bin metinden 3116’sı çözüldü. Tahminlerin aksine, yazılanların sadece yüzde 10’unun Kuran’dan olduğu görüldü. Yazıtların hemen hemen tamamında, döneme ait özdeyiş ve sloganlar tekrarlanıyor. En çok tekrarlanan ifadelerden biri, Granada’yı 1238’den, İspanyolların şehri yeniden aldığı 1492’ye kadar yöneten Nasrid Hanedanı’nın şiarı olan, "Allah’tan başka muzaffer yoktur" cümlesi. Bunun dışında, "daimi saadet" tamlaması da çok sık tekrarlanıyor. Birçok duvarda göze çarpan ifadeler arasında ise "Talihine şükret, çünkü Allah sana yardım ediyor" ve "Az konuş, huzurlu ol" gibi aforizmalar var. Araştırmacılar, 2011 yılına kadar yazıların yüzde 65’inin şifresini çözüp İspanyolcaya çevirmeyi planlıyor.

Hürriyet, 06.04.2009

AĞLAMA DUVARI'NDA BAKIM ZAMANI

 

İsrailli arkeologlar Ağlama Duvarı'nın taşlarının bir bir denetleneceğini açıkladı. Batı Duvarı da denilen ve Museviler tarafından kutsal sayılan Ağlama Duvarı'nın taşlarının en eskileri yaklaşık 2 bin yıllık. Duvardaki en yeni taşlar ise Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1917 yılında eklenmişti.

İsrailli antika otoritesi Jon Seligman çalışmanın insanlar dua ederken üstlerine taşların düşmeyeceğinden emin olana kadar süreceğini açıkladı.

AP'nin haberine göre bugün başlayan çalışmalarda ilk olarak platform temizlendi. 20 metrelik duvarın bakımının 2 ay sürmesi bekleniyor. Kudüs'teki Büyük Tapınağın ayakta kalan tek duvarı olan Ağlama Duvarı, Yahudiler için olduğu gibi Müslümanlar için de kutsal sayılıyor.

Cnn Türk, 05.04.2009

"TOPKAPI, TARİHİNE YAKIŞACAK"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın göreve geldiğinden beri malum ajandası çok dolu. Öncelikli olarak selefi Atilla Koç döneminde bakanlığın üzerine sirayet eden rehavet havasını ortadan kaldıran Günay, 18 aylık dönemde bir taraftan Türkiye'nin birikmiş, hatta kronikleşmiş kültür ve sanat sorunları ile uğraşıyor, diğer taraftan da yurtdışında Türkiye'nin tanıtımını kültürel bir zemine oturtan projelerin hayata geçirilmesiyle uğraşıyor. Tabii, kültür sanat dünyasının sorunlarını hemen çözmenin pek de mümkünatı yok. Ama bir yerden de başlanması gerekiyor. Ki sorunların biri çözülse yeni sorunlar hemen baş gösteriyor. Bakan Günay'ın İstanbul'a gelmesini fırsat bilip Topkapı Sarayı'nda görüştük ve Suri Sultani ile ilgili çalışmalardan, korsan yayıncılığa, Fazıl Say'la olan tartışmasından, Altın Portakal'ın seyrine, Ankara'daki kültür sanat dünyasının canlandırılmasından, Türkiye'nin yurtdışında tanıtılmasını öngören Yunus Emre Enstitüsü'ne kadar pek çok konu hakkında konuştuk.

 "İstanbul dünyanın çok özel kentlerinden birisi. Tarihi yarımada da İstanbul'un en özel mekanı. Osmanlılar olsun Bizanslılar olsun impatorluklarını buradan yönetmiş. Osmanlı İmpatorluğu'nda 18. yüzyıldan sonra yönetim Yıldız'a doğru kayınca burası ihmal edilmiş. Osmanlı'dan başlayarak Cumhuriyet döneminde de Sur-i Sultani alanı içerisine çeşitli kurumlar yerleşmiş. Biz Topkapı Sarayı'nı bir müze gibi dünyaya sunmuşuz ama sarayın çevresini tümüyle gezilebilir, görülebilir hale getirme konusunda ihmalci davranmışız. Şimdi onu gidermeye çalışıyoruz. Ben göreve başladıktan sonra aşağı yukarı 20 kurumla uğraşarak bu sahayı temizleme, Sur-i Sultani'yi kendi tarihsel ortamına uygun hale getirmeye çalışıyorum. Açıkçası burada bir master planı çalışmamız var. İlk aşama da bu ayın ortasında belli olacak. Ayrıca tarihsel ortamla bağdaşmayan kurumların bazılarını da yıkarak tasfiye ediyoruz. Geçen yıl Sur-i Sultani içerisindeki Telgraghane'yi yıktık. Sağlık Bakanlığı'nın ünitelerini çıkardık. Matbaa Binası boşaltılmıştı, yanındaki Matbaa Lisesi'ni bu öğretim yılının sonunda taşıyacağız. Sarayın boğaza bakan yüzünde 1. Ordu Komutanlığı'nın kullandığı tarihi yapılar var. Genelkurmay Başkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı ile temas halindeyiz, bu yılın sonunda bu yapıları devralacağız. Darphane boşaltıldı, orayı da bu sahanın içerisine teşhir için katmaya çalışacağız. Saray sınırları içerisine Zührevi Hastalıklar Hastanesi kurulmuş, orayı boşalttık. Yani bu yılın sonunda ve 2010'un içerisinde depo ve teşhir alanımızı, 30 bin metrekare civarında artıracağız. Benim hayalim İstanbul'un bu özel mekanını tarihi niteliğine kavuşturmak. Çok öncelikli bir proje. İstanbul 2010'dan da bu çerçeve içerisinde yararlanıyoruz. Bize zaman ve imkan sağlıyor."

"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinde, böyle bir yönetimsel kriz çıkmasından dolayı son derece üzüntülüyüm. Biz konu olarak İstanbul 2010'la çok yakından ilgiliyiz ama yönetimsel olarak sadece temsil ediliyoruz. Yönetim Kurulu'nda bir temsilcimiz var. Konuyla, birkaç bakanlık ilgili. Bir bakan arkadaşımız koordinatör bakan sıfatını taşıyor ve yönetimsel olarak daha fazla inisiyatif kullanıyor. Umuyorum ki bu krizi çözme konusunda acele etme ihtiyacını bütün arkadaşlar hissederler."
Sabah, 05.04.2009

KUŞADASI'NDA TARİHİ YAPILARA RESTORASYON

 

Kuşadası'nın tarihi dokularından olan Memleket Hastanesi ve Akşam Kız Sanat Okulunda restorasyon çalışması sürüyor.


Kuşadası Belediyesi tarafından başlatılan "Kuşadası Doğal ve Kültürel Kimliğini Yeniden Kazanıyor" projesi kapsamında, Çalıkuşu Evi'nin hizmete açılmasının ardından, yüz yıla yakın bir süre Kışla Sokak, Atatürk Caddesi ve Sevgi yolu köşesinde Kaleiçi bölgesinde eski kent surları üzerinde hizmet veren Memleket Hastanesi ve Akşam Kız Sanat Okulu tarihi yapılarının restorasyonuna başlandığı belirtildi.


Aydın Koruma Kurulu yetkilileri, Kuşadası'ndaki tarihi iki yapının da aslına uygun yeniden inşaat edildiğini, restorasyonun bu yıl içinde tamamlanacağını belirtti.

Haber Ekspres, 05.04.2009

ULUBURUN BATIĞINI 5 AYDA 113 BİN AMERİKALI GEZDİ

 

 

Amerika'nın ünlü Metropolitan Sanat Müzesi'nde sergilenen 'Uluburun batığından çıkarılan eserler Bodrum'a getirildi. Eserlere yoğun ilgi gösterildiğini belirten Su Altı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, sergiyi 5 ayda 113 bin 65 ABD'linin gezdiğini söyledi.

 

Yıldız, 18 Kasım 2008'de New York'taki müzede açılan 'Babil'in Ötesi: MÖ II. Bin Yılda Sanat, Ticaret ve Diplomasi' isimli sergide batıkla ilgili 5 bin kataloğun da satıldığını ifade etti. Batığın 14. yüzyılda Akdeniz'deki ticaret hayatı hakkında önemli bilgiler verdiğine işaret eden müze müdürü, o dönemde paranın bilinmediğini kaydetti. Batığın 1982'de 11 yıl süren yoğun çalışmalar sonucunda su altından çıkarıldığını anlatan Yıldız, arkeologları en çok sevindiren buluntunun Mısır Kraliçesi Nefertiti'ye ait mühür olduğunu söyledi.

Zaman, 05.04.2009


Gelidonya Batığı Kazısı
(Peter Dorrell, George Bass, Peter Throckmorton ve Honor Frost)
...1960






.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi