27 Aralık 2009 - 2 Ocak 2010
|
KATKI
2009'DAN KALANLAR...
Her yıl sonunda yaptığımız gibi geçtiğimiz yıla göz atmanın zamanı geldi. 2005 Nisan ayından bu yana arşivlenen haber sayımız 13 bini geçti. 2009 içinde ise 3 bine yakın haber derledik. Kabataslak yaptığımız istatistikler bu yıl da can sıkıcı.
Geçen yılki rakamlar değişmedi, gene 200'e yakın kaçak kazı, 100'e yakın tarihi eser kaçakçılığı ve gene 100'e yakın kültür varlığı tahribatı haberi yaptık. Hatırlatmakta yarar görüyorum, bunlar basına yansıyanlardan bizim yakalayabildiklerimiz sadece. Özellikle tarihi eser kaçakçılığında artış olmaması umut verici, çünkü bu Türkiye'de kültür varlıklarının en iyi koruyucusu olan Jandarma Genel Komutanlığı'nın çalışmaya devam ettiğinin göstergesi.
Şubat ayında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmeliğe göre, belediyelerin ve il özel idarelerinin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin yüzde 10'u nispetinde Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı tahakkuk ettirildi ve ilgili belediyece emlak vergisi ile birlikte tahsil edilmeye başlandı.
Yılın hemen başında İstanbul Ayasofya'sındaki iskelenin söküm kararı alındı. 1992 yılında kurulan iskelenin varlığına alışkın olan gözlerimiz bu travmayı nasıl kaldıracak merakımız sürerken kubbeye geçiş elemanları olan dört pandantiften birinde "kanatlı bir melek" figürü ortaya çıktı. En son Fossati'nin onarımı sırasında görülen melek heyecan kadar tartışma da yarattı. Fener Rum Patrikhanesi, "çatık kaşlı" melek için "Serafim" yani "Tanrı'nın habercisi" dedi. Türk sanat tarihçileri ise, "Serafim olabilir de, olmayabilir de" yorumunu yaptı. Ayasofya Müzesi Müdürü Haluk Dursun, "Meleğin Serafim olup olmadığı tartışmalı" derken, bu görüşe Bizans tarihi uzmanı Prof. Semavi Eyice'den destek geldi. 2008 yılında en çok ziyaret edilen tarihi mekan özelliğini Topkapı Sarayı'na kaptıran Ayasofya belki de bu melek nedeniyle bu unvanı 2009'da geri aldı.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, yangınlar kışın mangaldan yazın patlıcandan çıkarmış. Günümüzde ise rant kaygısından çıkıyor. Otopark mafyasının elinden kurtulan ülkenin her yerindeki konaklar ya da tarihi evler 2009 yılında da "turizme kazandırılmaya" devam etti. Öte yandan 3 tarihi hamam satılığa çıktı. Cağaloğlu Hamamı 16.5 milyon dolara, Mimar Sinan tarafından Nurbanu Sultan için yapılan Ayakapı Hamamı 3 milyon dolara, gene Mimar Sinan tarafından Barbaros Hayrettin Paşa adına yapılan Çinili Hamam 8 milyon dolara alıcılarını bekliyor.
Laf Mimar Sinan'dan açılmışken; Eylül ayında İstanbul'da yağan ve sele dönüşen yağmur nedeniyle büyük usta günümüz belediyesine yeniden mimarlık dersi verdi. Dersi alan olmadı muhtemelen ama yüzyıllardır "taş" gibi duran taş köprü bu selden etkilenmeyerek suyun tahliyesini sağladı. Gelgelelim 3 nehrin çevrelediği ve Evliya Çelebi'nin "bu nehirler bu şehrin sonu olacak" diye yorumladığı Edirne, köprülerin tahliye kanallarının günümüz belediyelerince doldurulması nedeniyle sık sık sulara boğuldu.
Belediye deyince de aklıma "Kentsel Dönüşüm Projeleri" geldi. 2008 yılında başlayan Sulukule "dönüşümü" mahkeme kararı beklenmeksizin yıkılan son ev ile gerçekleşti. Sulukule artık neye "dönüştü" bilinmez ama Osmanlı İmparatorluğu döneminden bu yana Romanların yaşadığı İstanbul’un tarihi mahallesi Sulukule artık yok. O bitince "dönüşüm" bu kez Balat'a gözünü dikti.
Fener-Balat Yenileme Projesi aynı zamanda şu ana kadar geliştirilmiş olan kentsel dönüşüm projelerinin, kapsadığı alan açısından en büyük olanı. 8 bin 500 yıllık tarihe sahip Fener-Balat-Ayvansaray Bölgesi’nde bir zamanlar Rumlar, Yahudiler, Ermeniler yaşıyordu. 6–7 Eylül olaylarıyla ilk göçü vermeye başlayan bölge, ikinci göçü 1974’te Kıbrıs harekatı sırasında verdi. Gidenlerin yerini Anadolu’nun dört bir yanından göç eden insanlar aldı. Semt, farklı dinlerin buluştuğu bir özellik kazandı. Bölge ayrıca mahalle kültürünün her yönüyle yaşandığı nadir yerlerden biri. Fener ve Balat'ta 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında yapılan binalar bulunuyor. Bu binalar, özellikle İstanbul yangınından sonra hibrit teknikle yapılmış. Semt halkının bu "dönüşüm" konusunda ciddi sıkıntıları var, bütün yenileme projelerini alan Çalık Grubu'na da güvenmiyorlar. Sahi, neden bütün yenileme projelerini Çalık Grubu alıyor?
İstanbul'da durum böyleyken Ankara'da da Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Projesi, Danıştay kararıyla iptal edilmişti. Proje, Büyükşehir Belediyesi'nce tekrar görüşüldü ve 3 etapta gerçekleştirilmesine karar verildi. Başkentin neredeyse bir asırlık hafızasının silinmesine neden olacak proje için Mimarlar Odası ve akademisyenler "Ulus Koruma Islah İmar Planı"nın, Ankara K.T.V. Koruma Kurulu tarafından onaylı ve 1992'den bu yana yürürlükte olduğunu hatırlatarak yapılacak her türlü yeni plan, projenin bu onaylı Koruma Planı doğrultusunda olması gerektiğini söylüyorlar.
Mart ayında TÜBİTAK'ın Bilim ve Teknik Dergisi'nin Mart sayısında Darwin sansür edildi. Darwin kapağı ve konusu kaldırıldı. Darwin'i kapak yapan derginin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman sözlü olarak görevden alındı. TÜBİTAK'taki bu çağdışı anlayış dünya bilim çevrelerinde de şaşkınlıkla karşılandı.
Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun Hazineleri'nin en değerli parçalarından kabul edilen Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesiyle ilgili dava nihayet sonuçlandı. ''Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet, zimmete iştirak'' suçlarından yargılanan tutuklu sanık eski Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'na 12 yıl 11 ay hapis cezası verdi. Öte yandan; Uşak Müzesi'nden Karun Hazinesi Kanatlı Denizatı Broşu'nun çalınmasının ardından Kültür ve Turizm eski Bakanı Atilla Koç'un 98 müzede başlattığı ve yaklaşık 2.5 yıl süren denetimlerden hazin bir tablo ortaya çıktı. Yaklaşık 2.5 yıl süren envanter denetimleri beş-altı müze hariç tamamlandı ve düzenlenen teftiş raporlarında, 371'i arkeolojik, 714'ü sikke, 100 kadar etnografik eserin bulunamadığı kaydedildi. 242 arkeolojik ve 950 sikkenin de sahte veya taklit olduğu belirlendi.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı bazı müzeleri kiralamaya devam etti. Özel ve kamu kuruluşlarının kullanımına sunulan yerler arasında en yüksek kira 25 bin TL ile İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bahçesi için istendi. Öte yandan Bakanlık ile kısa adı Bilintur olan Bilkent Turizm İnşaat Yatırım ve Ticaret A.Ş. arasında "Müze ve Ören Yerleri Satış Alanları ve Ticari Faaliyetlerin Yönetimi, Yürütülmesi,Geliştirilmesi, Ürün ve Hizmet Tedariki" anlaşması imzalandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Müze ve Ören Yerlerinde mevcut ve yeni açılacak satış üniteleri ve tüm diğer ticari faaliyetlerin yönetimi, yürütülmesi, geliştirilmesi ve ürün ve hizmet tedariki konularını kapsayan projede 55 müze yer alıyor. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) ise Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokol çerçevesinde İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin 10 yıllık işletme, bakım ve onarım hakkını aldı.
Gaziantep'in Suriye sınırındaki mayınlı saha içinde bulunan tarihi Karkamış Antik Kenti'nde mayınların elle temizlenmesi için ihale açıldı. Antik kentte bulunan 663 bin 800 metre karelik alanda mayınların temizlenmesinden sonra binlerce yıllık tarih, arkeolojik kazılarla gün ışığına çıkartılarak turizme kazandırılacak. Kazıları yapmak için şimdiden Japonya, İtalya ve ABD'deki üniversitelerden talep geldi.
Aralarında Rusya Parlamentosu milletvekillerinden İvan Saidis ile Selanik Valisi Panayotis Psomyadis ve iki din adamının da bulunduğu yaklaşık 500 Gürcü, Rus ve Yunanlı turist Ağustos ayında Sümela Manastırı'na geldi. Meryemana'nın ölüm yıldönümü olması nedeniyle manastırda mum yakıp ayin yapmak isteyen turistlere izin verilmedi. Ayin yapmaya çalışanlara Trabzon Müze Müdürü Nilgün Yılmazer müdahale etti, işe korumalar karıştı.
Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesi için 10 Ekim'de imzalanan protokolle yapılan Ermeni açılımını destekleyen turizmciler, hükümetin Akdamar Kilisesi'ni de ibadete açmasını istedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdamar ve Sümela gibi tarihi yerlerin yılda bir kez olsun ibadete açılabileceğini söyledi. Bekleyelim, bakalım neler olacak?
Bazı basın organlarında, Hırka-ı Şerif'in ütülenirken yakıldığı yolundaki haberler üzerine bir açıklama yapan İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, Hırka'nın zarar gördüğü yolundaki haberlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi. 1 milyon Türk lirasına malolacak kurtarma projesiyle ilgili olarak projenin finansmanını İstanbul İl Özel İdaresi sağlayacak.
UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde 18 alanla yer alan Türkiye, listeye bu yıl 5 alan daha ekledi. Türkiye'nin Dünya Mirası Geçici Eserler Listesi'nde sahip olduğu eser sayısı 23'e çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın UNESCO'ya yaptığı başvuruda Afrodisias Antik Kenti, Sagalassos Antik Kenti, Çatalhöyük Neolitik Kenti, Perge Antik Kenti, Antik Likya Uygarlığı Kentleri yer aldı.
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Troya'nın yılan hikayesine dönen müzesinin kurulması için gereken protokol, Çevre ve Orman Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çanakkale Valiliği arasında Temmuz ayının son günlerinde imzalandı. Müze, Troya Tarihi Milli Parkı içerisinde kamulaştırılan 100 dönümlük bir araziye yapılacak.
Gene UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Hierapolis/Pamukkale'de ise iyileştirme çalışmaları devam etti. Travertenler beyazladı, Pamukkale eski haline döndü.
2009 yılı Nisan ayında İstanbul'a gelerek incelemelerde bulunan UNESCO heyeti, gözlemlerini raporlaştırdı. İstanbul'daki uygulamaları yerden yere vuran bu raporda özellikle Sulukule, Four Seasons inşaatı, Haliç'teki metro inşaatı eleştiriliyordu. Oysa İstanbul Sit Alanları Yönetimi Başkanı İlhan Sarı, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) İstanbul ile ilgili son raporunun geçmiş 4 yıla göre en olumlu rapor olduğunu belirtti. Sonuçta, UNESCO İstanbul'a eksikliklerini tamamlaması konusunda 2010'a yeniden kadar süre verilmesini kararlaştırdı. Ancak, sene bitti, ben kendi adıma hiç bir iyileştirme çalışması görmedim.
Nisan ayında İstanbul 1. Bölge İdare Mahkemesi, Sultanahmet'te tarihi kalıntılar üstüne yapılan Four Seasons Oteli ek binasının inşaat ruhsatını iptal etti. Haziran ayında ise Danıştay, Sultanahmet'teki tarihi kalıntılar üzerine yapılan Four Seasons Oteli ek inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararına yönelik itirazları da reddetti.
Fransız gazetesi Le Monde'un verdiği 8 sayfalık Türkiye ekinde yer alan yazılardan biri Yenikapı'da Marmaray kazılarında ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait gemi mezarlığı konusuna ayrıldı. Yazıda, ortaya çıkarılan eserler "gemicilik alanında şimdiye kadarki en önemli arkeolojik buluş" olarak nitelendi. Marmaray kapsamında yapılan arkeolojik kazılarda Yenikapı ve Üsküdar'dan sonra Sirkeci'de liman izine rastlandı. Yenikapı'da bulunan gemi sayısı ise 35'e ulaştı. Yenikapı'da sürdürülen arkeolojik kazılarda, daha önce "Kepçe girsin mi girmesin mi?" tartışmalarının yaşandığı bataklık alanda 8 bin 500 yıllık bir mezar da bulundu. "En eski İstanbullu", tarih öncesi dönemden ölü gömme adetleri ile ilgili günümüze ulaşan en iyi örnek kabul ediliyor.
2009 yılında 150 bilimsel kazı yapıldı. Gerek tarih öncesi çağlarda gerek klasik çağlarda gerekse Orta Çağ'a ait önemli bulgulara ulaşıldı. İstanbul'da Ayasofya ile Aya İrini arasında bir piskoposluk sarayı ortaya çıkarıldı, Kahramanmaraş'ta Direkli Mağarası'nda 16 bin yıllık kilden bir kadın heykelciği bulundu. Adana'da Tatarlı Höyük'te ortaya çıkarılan anıtsal yapının ise Hitit Kraliçesi Puduhepa'nın kenti olduğu tahmin ediliyor. Türk ve Fransız arkeologlar Aşıklı Höyük'te 10 bin 500 yıl önce kullanılan ilkel tarım aletlerin birebir kopyalarını kullanarak buğday hasat etti. DPÜ, Arkeoloji Bölümü'nce yürütülen kazıda bulunan ve 4 bin yıl öncesine ait olduğu belirlenen 3 tohumdan biri de, toprağa ekildikten sonra çimlendi.
Antik Knidos kentinde yapılan kazı çalışması ise kazı alanında eski eser tahribatı odluğu gerekçesiyle müfettiş kararıyla iptal edildi. Antik köprü evine kazı evi yapılması girişimi, kurul onayına aykırı olarak restorasyon yapma, eser güvenliğinin sağlanamaması gibi nedenlerle iptal edilen kazı nedeniyle sahipsiz kalan kentte ciddi güvenlik sorunları oluştu.
Ilısu ise giderek soğumaya başladı diye düşündüğümüz zaman ısınmaya başladı. Yılın başında Ilusu Barajı Projesi'ne kredi veren Alman, Avusturya ve İsviçreli üç kuruluşun, "Türkiye'nin anlaşmanın 150 şartını yerine getirmediği" iddiasıyla kredi anlaşmasını 180 günlüğüne askıya almasının ardından, baraj inşaatında çalışmalar durma noktasına gelmişti. Kültür ve Turizm Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı Hasankeyf'i korumalarının öncelikli olduğunu ve konuyu son derece önemsediklerini söylediler. Temmuz başında Hasankeyf'in yüzde 80'ini sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nı finanse eden Alman, Avusturyalı ve İsviçreli kredi kuruluşları projeden desteklerini çekti. Bankaların ortak açıklamasında çevre ve tarihi dokunun korunması gibi şartlarda iyileşme olmamasını neden olarak gösterdi. Çevre ve Orman Bakanlığından yapılan açıklamada, uluslararası bankalar konsorsiyumunun Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali (HES) Projesi'nden desteğini çekmesinin "siyasi bir karar" olduğu belirtilerek, barajın yapımı konusundaki kararlılığın devam ettiği vurgulandı.
Aynı tarihlerde antik döneme ait dünyanın en iyi korunmuş kaplıca tedavi merkezi olarak kabul edilen Allianoi'nin, mille kaplanarak baraj suları altında kalmasına olanak veren Koruma Bölge Kurulu kararının yürütmesinin Danıştay tarafından durdurulduğu bildirildi. Ancak her nedense İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Danıştay kararına karşın Bergama'daki antik Allianoi sağlık merkezinin üzerinin mille kapatıldıktan sonra Yortanlı Barajı suları altında bırakılmasını öngören projede ısrar etti.
2007'den beri en büyük tartışmalarından biri olan AKM ise alınan "yıkılmayacak yenilenecek" kararı ile önce içleri ferahlattı. Mimar Hayati Tabanlıoğlu'nun yaptığı bina, oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu ve ekibi tarafından yenilenecek, üstelik 2010'a da yetişecekti. Önce Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı AKM'nin sosyo-kültürel ve tarihi kimliğini oluşturan özelliklerini yok etmeye çalışmakla suçladı. Sendika tarafından açılan dava sonucunda İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nce yürütmeyi durdurma kararının alınması, AKM'nin akıbetinin ne olacağı sorusunu yeniden gündeme taşıdı. Mahkeme, hazırlanan avan proje tadilatında hukuka ve mevzuata uyarlılık bulunmadığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı aldı. Sonunda Kültür Sanat-Sen Sendikası ile 2010 Ajansı anlaştı. Tadilat projesinde sendikanın istediği değişiklikler yapılacak. Sendika da davayı çekecek. AKM de basit onarımı tamamlanıp 2010 ortasına yetiştirilecek.
2009 yılında kayıplarımız da oldu. Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü eski başkanı Prof.Dr. Haluk Karamağaralı, Türkiye'nin ilk kadın mimarlarından Mualla Eyüboğlu Anhegger, Tarihçi, Sanat Tarihçisi, Mimar Sinan Üniversitesi emekli öğretim üyelerinden Prof. Mustafa Cezar kaybettiklerimizden bazısı.
Daha helikopter pisti yapılmak istenen Selimpaşa Höyüğü'nden, bitmek bilmeyen restorasyonlardan, Noel Baba'nın kemiklerinden, Osmanlı'nın nerde kurulduğundan, çam ağacının Türk geleneği olup olmadığından, yurt dışına kaçırılmış eserlerimizden, müzelerimizin halinden ve daha birçok konudan söz etmek isterdim ama sabrınızı daha fazla zorlamamakta fayda var.
İstanbul 2010 da var tabii... Ama biz yıl boyu İstanbul İkibin(s)on olarak o kadar çok yazdık ki, yazacak birşey kalmadı. Zaten İstanbul 2010 da yok.
TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 04.01.2010
|
|
|
SALTANAT ARABALARI KURTARILMAYI BEKLİYOR
Osmanlı Devleti'nin son yıllarında Osmanlı Padişahlarının ulaşımları için kullanılan 'Seyyar Taht'lar bakımsızlıktan çürümeye yüz tutmuş. Topkapı Sarayı Müzesi'nde sergilenen ve depolarda bulunan harap haldeki 50 padişah arabası kurtarılmayı bekliyor.
Müzede ziyarete açık bölümde sergilenen ve depolarda yer alan saltanat arabalarının kumaşları sökülmüş ya da sararmış, ahşap bölümleri kırılmış ya da boyaları sökülmüş durumda. Avrupa'dan getirilen ya da Yıldız'da imal edilen 50 araba ile aralarında ahşap kabartmalı 4 tahtırevanın da bulunduğu saltanat arabalarının tamirat ve onarımları için, usta aranıyor. İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü Hüseyin Kaya, saraydaki padişah arabalarının dünyadaki örneklerinden çok daha güzel olduğunu ve Portekiz'de de bu tür arabaların sergilendiğini söyledi. İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof. Dr. Ahmet Bilgili, Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki saltanat arabalarının, tamirat ve onarımı için, önümüzdeki günlerde yapılacağını söyledi. 2010 İstanbul Kültür Ajansı bütçesinden karşılanacak olan çalışma sonunda saltanat arabalarının sarayda yer alan ve 1864'te 'Devlet Basım Evi' olarak kurulan Matbaa-i Amire binasının zemin katında sergilenmeye başlanacağını söyledi.
Yeni Şafak, Haber: Şamil Kucur, 02.01.2010
|
DÖKÜMHANE HAMAMI KÜLTÜR
MERKEZİ OLUYOR

Kentin tarihi ve
kültürel değerlerini ortaya çıkarmaya çalışan
Büyükşehir Belediyesi, Osmanlı döneminde yapılan
Bursa'nın en büyük hamamlarından Dökümhane Hamamı`nı
restore ederek kültür merkezi haline getirecek.
İncirli Caddesi'ndeki
Dökümhane Hamamı'nın mülkiyetini Büyükşehir
Belediyesi olarak aldıklarını belirten Başkan Recep
Altepe, restorasyon çalışmalarına hemen
başlanacağını ve 6-7 ay içinde eserin halkın
kullanımına açılacak özellikli bir yapı haline
geleceğini söyledi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, İncirli
Caddesi'nde düzenlediği basın toplantısında, seçim
öncesi bölge halkına bu eseri Bursa`ya
kazandıracakları yönünde söz verdiklerini ve şimdi
de bu sözü yerine getirdiklerini belirtti. Başkan
Altepe, Dökümhane Hamamı'nın kente kazandırılmasının
yıllardır konuşulduğunu gün ışığına çıkarmak için
ise ilk somut adımın ancak bu dönem atıldığını
hatırlattı.
Osmanlı'nın ilk
eserlerinin Bursa`da yer aldığını hatırlatan Başkan
Altepe, anıtsal değeri olan tüm eserlere sahip
çıkacaklarının altını çizdi. 1572 yılında Bursa
Kadısı Muallimzade Ahmet Efendi tarafından
yaptırılan Dömükhane Hamamı`nın, Cumhuriyet
döneminde uzun süre dökümhane ve marangozhane olarak
kullanıldığına dikkati çeken Başkan Altepe, “Şu anda
harabe halindeki eser, restorasyon çalışmaları
bittikten sonra, bölgeye değer katacak prestijli bir
eser olacak. Ördekli Hamamı gibi burası da sosyal,
kültürel etkinliklerin yapılacağı, ayrıcalıklı bir
eser haline gelecek” diye konuştu.
Hazırlanan projenin Anıtlar Kurulu'nda olduğunu
belirten Başkan Altepe, çalışmaların 6 - 7 ay
içerisinde tamamlanarak tarihi yapının halkın
kullanımına açılacağını müjdeledi.
Çifte Hamam sınıfındaki
eser, yıllarca Anadolu-Rumeli Kazaskerliği yapan
Müderris Ahmet Efendi'nin Aksu Köyü'ndeki cami,
zaviye ve mektep ile Zeyniler Köyü'ndeki medreseye
gelir sağladı. 1854 depreminde büyük zarar gören
hamam, Cumhuriyet döneminde yıllarca dökümhane ve
marangozhane olarak kullanıldı.
Bursa Olay, 02.01.2010
|
NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ ABD BASININDA
Tüm dünyada "Noel Baba" olarak bilinen Antalya'da Patara'da doğan ve Demre İlçesi'nde ölen Aziz Nicholas'ın İtalya'daki kemiklerinin Türkiye'ye iade edilmesi isteği, ABD basınında yer aldı.
Los Angeles Times'ın haberinde, Türkiye'nin Aziz Nicholas'nın İtalya'ya kaçırılan kemiklerinin, "doğduğu ve öldüğü" topraklara iade edilmesini istediği belirtilerek, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Demre Myra Andriake Kazı Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik ve Noel Baba Müzesi'ni ziyaret eden turistlerin görüşleri aktarıldı.
Öte yandan, konuyu aynı hafta içinde ikinci kez ele alan gazetenin ilk haberinin "yorum" bölümünde, bazı Türk ve Yunan okuyucular arasında Anadolu'nun tarihi ve Aziz Nicholas'nın "şu anki Türkiye" ile bir bağının bulunup bulunmadığına dair tartışmaların olduğu gözlendi.
Sabah, 02.01.2010
|
 |
DOLANDIRICILARIN DEFİNE
TEZGAHI
Son aylarda polis, savcı
ve askerlerin adlarını kullanarak kontör
dolandırıcılığı yapanların ilginç yöntemlerinin
ardından sahtekarların yeni numarası akıllara
durgunluk veriyor. Rastgele ya da önceden
belirlenmiş cep telefonlarına yanlışlıkla
gönderilmiş izlenimi vererek “Defineyi buldum
sonunda amcaoğlu satacak yer arıyorum” diye kısa
mesaj atan dolandırıcılar kendilerini arayan
kurbanlardan yüklü miktarda para alarak ortadan
kayboluyor. Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire
Başkanlığı yetkilileri define dolandırıcılığı
konusunda böyle bir durumda en yakın kolluk birimine
başvurunuz ifadeleriyle vatandaşları uyarırken, bu
ilginç yöntemin son kurbanı da İbrahim Ö. oldu.
İbrahim Ö. önce cep
telefonuna tanımadığı bir numaradan gelen mesajla
‘zengin olma’ heyecanına kapılarak tanıdığını
düşündüğü sahtekarı aradı. Dolandırıcının yüklü
miktarda para istemesi üzerine durumdan şüphelenen
İbrahim Ö. dolandırıcılara para kaptırmaktan
kurtuldu. İbrahim Ö. telefonuna gelen “Defineyi
buldum sonunda amcaoğlu satacak yer arıyorum”
mesajıyla heyecanlandığını ifade etti.
İbrahim Ö.“İki hafta önce
telefonuma bilmediğim bir numaradan mesaj geldi.
gelen “Defineyi buldum sonunda amcaoğlu satacak yer
arıyorum” yazan numarayı aradım. Karşıma çıkan şahıs
“Yanlışlık oldu galiba telefon numarasını
karıştırmışım ama artık olan oldu sen de durumdan
haberdar oldun istersen altınları senle birlikte
elden çıkaralım” dedi.
İbrahim Ö. “Bir anlık
para heyecana kapıldım ama sonradan şahsın ama bunu
satabilmek için birilerine para yedirmek gerekiyor
ben de para kalmadı biraz borç verirsen bunları ancak öyle elden çıkarabiliriz demesi üzerine
şüphelendim. Ne kadar para lazım diye sordum. 10 bin
lira gerekiyor demesi üzerine dolandırıcı olduğunu
anladım ve hemen telefonu kapattım. Bu insanlar bir
anlık zengin olma heyecanına kapılan cahil insanları
kandırıyorlar” dedi.
Hürriyet Ankara,
02.01.2010
|
MARDİN'DE BULUNAN
DEYRÜLZAFARAN MANASTIRI 4 BİN YILLIK ÇIKTI

Türk bilim insanları,
Mardin'de bulunan Deyrulzafaran, Zindan ve Mor Yakup
Kilisesi'nin tarih sahnesindekini yerini, "Lüminesans"
tarihlendirme yöntemini kullanarak tespit etti.
Tapınaklardan alınan
kemik, taş ve toprak parçalarını kullanarak
laboratuvar ortamında yapılan analizlerde, 1500’li
yıllara ait olduğu tahmin edilen tapınakların
günümüzden 3830 yıl öncesinde yapıldığı ortaya
çıktı.
Yeni tarihlendirme bilgisi, bilim dünyasında yeni
heyecanlar yaratırken, araştırma sonuçları
uluslararası literatürdeki yerini aldı AÜ
Mühendislik Fakültesi Fizik Mühendisliği Bölümü
öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Niyazi Meriç, Lüminesans
Araştırma Laboratuarlarındaki çalışmalara Denizli
ve Pamukkale’deki fay hatlarının yaşını hesaplayarak
başladıklarını anlattı. Daha sonra Türk Tarih
Kurumunun talebi üzerine Mardin’in Nusaybin ilçesine
bağlı Kuru Köyü'ndeki "Ermeni toplu mezarları olduğu"
iddia edilen mezar örneklerini incelediklerini
belirten Meriç, bu mezarların MÖ 257-597 yıllarında
zengin ailelerin özel olarak yaptırdıkları "aile
mezarları" olduğunu ortaya koyduklarını anımsattı.
Meriç, son çalışmalarında ise Mardin yakınlarındaki
Deyrulzafaran Manastırı’nın altında bulunan
Hurrilerden kalma güneş tapınağının temelinden
alınan kemik ve toprak numunelerin AÜ Mühendislik
Fakültesi Fizik Mühendisliği bölümünde bulunan
Tarihlendirme Araştırma Laboratuarı’nda,
başkanlığını yürüttüğü ve aralarında doktora
öğrencisi Mehmet Koşal’ın bulunduğu bir ekip
tarafından Lüminesans tarihlendirme yöntemiyle
incelendiğini belirtti. Meriç, bölgenin tarih
araştırmasının ilk kez yapıldığını belirterek,
araştırmalarının sonunda tapınağın temelinin
günümüzden itibaren 3830 yıl önce atıldığının tespit
edildiğini bildirdi. Deyrulzafaran Manastırı’nın,
1293-1932 yılları arasında Süryani Kadim
Patrikliği'nin merkezi olduğu kabul edildiğini,
yazılı kaynaklara göre, yapının MS 5. yüzyıldan bu
yana Süryani manastırı olarak kullanıldığını aktaran
Meriç, manastırın temelinden alınan toprak
numunesinin yaş değerlerinin günümüzden 3830 yıl
öncesine karşılık geldiğini belirtti.
Mardin-Nusaybin yolu üzerindeki Dara antik
yerleşim merkezinin çok yakınında, inşa tarihi
bilinmeyen, büyük kesme taşlardan oluşan ve halk
arasında Zindan olarak adlandırılan yaşı bilinmeyen
yapıyı da incelemeye aldıklarını kaydeden Meriç,
yaptıkları analizlerde de bu yapının inşa tarihinin MS 448 olarak belirlendiğini söyledi. Meriç,
ayrıca Nusaybin İlçesi'nin sınırında yer alan Mor
Yakup Kilisesi’nin MS 7. yüzyılda inşa edildiğini
veya tadilat gördüğü sonucuna vardıklarını da
bildirerek, bu tarihlendirmenin, manastırın ikinci
parlak döneminde tadilat geçirdiğini gösterdiğini
dile getirdi.
Tarihlendirme çalışmasını doktora tezi olarak
yayımlayan Dr. Mehmet Koşal ise bölgedeki toplu
mezarlardan toplanan kemiklerle taş, toprak, çanak
ve çömlek parçalarını OSL yöntemiyle analiz
ettiklerini ifade etti. Türkiye’nin daha önce
bilimsel tarihlendirme çalışmaları için yurt dışına
bağımlı olduğunu, ancak laboratuarlarındaki
bilimsel birikimle artık bu çalışmaların Türkiye’de
de yapılmasının önemine işaret eden Koşal,
"Çalışmamızın geldiği nokta, Türkiye’nin de bilim
yarışından dünya ile yarışacak noktaya geldiğini
ortaya koydu" diye konuştu. Koşal, araştırma
sonuçlarını uluslararası dergilerde yayımladıklarını
ve sonuçların uluslararası literatüre girdiğini
kaydetti. Mehmet Koşal, daha önce Carbon 14
yöntemiyle yurt dışında tarihlendirilebilen kemik
analizlerinden de ilk kez tarihlendirmede kullanılan
sinyaller aldıklarını, bu konuyla ilgili bilimsel
makalelerin de uluslararası dergilerde
yayımlandığını bildirdi.
Radikal, 02.01.2010
|
 |
DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE ALINAN EV KÜL OLDU
Fatih Sulukule'de UNESCO'nun dünya mirası listesine aldığı tarihî bir ev alev alev yandı. Yangın sonrası bir kısmı çöken binada kundaklama ihtimaline karşı polis incelemelerde bulundu.
Edinilen bilgiye göre Neslişah Mahallesi Sarmaşık Sokak üzerinde bulunan 3 katlı tarihî binada bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Yangın kısa sürede ahşap binayı tamamen sardı. Tarihî binaların güvenliğini sağlayan güvenlik görevlileri, itfaiye ve polisi çağırdı. İtfaiyenin kısa sürede olay yerine ulaşmasına rağmen tarihî yapı alevlere yenik düştü. Korumaya alınan binanın bir kısmı yangın sonrası çöktü. Yangının neden çıktığı araştırılıyor.
Zaman, Haber: Bayram Emir, 02.01.2010
|
|
GÜNAY'IN BİR HAYALİ VAR
Seferberlik Tetkik
Kurulu'ndaki aramaları değerlendiren Ertuğrul Günay,
yıllardır buranın müzeye dönüştürülmesini hayal
ettiğini söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Seferberlik Bölge Başkanlığı'nda
yapılan aramayı değerlendirirken, "Seferberlik Bölge
Başkanlığı binasının müze
olmasına doğru emin adımlarla gidiyoruz demektir"
dedi. Daha önce birçok kez Madımak'ın
müze yapılmaması gerektiğini savunan Ertuğrul
Günay'ın, Seferberlik Bölge Başkanlığı'nın müze
yapılmasını hayal ettiğini söylemesi dikkat çekti.
"Genelkurmay
Başkanı ile Başbakan saatlerce
konuştuktan sonra 'gidin burada arama yapın' kararı
alınıyorsa, 'Seferberlik
Tetkik Kurulu'nun bulunduğu
binanın müze olmasına doğru emin adımlarla
ilerliyoruz' diye düşünüyorum. Allah bana bugünü de
gösterdi" diyen Günay, Kirazlıdere'deki Seferberlik
Bölge Başkanlığı'nın, 1980'li yıllarda Özel Harp Dairesi
olarak faaliyet gösterdiğini ve aynı askeri tesisin
içinde yer alan Dil ve İstihbarat Okulu'nda geçen
günlerini, Akşam'dan
Volkan Yanardağ'a anlattı.
12 Eylül'ün
ardından gözaltına alınıp Dil ve İstihbarat Okulu'na
getirildiğini ve aylarca gözaltında tutulduğunu
söyleyen Günay, "Ben hayatımın o sürecini çoktan
sildim. Ama o tarihlerde hayalini kurduğum bir
düşünce vardı. Şehrin merkezinde kalan Kirazlıdere
karargahının o güzel bahçesine bakıp buranın
'Demokrasi Müzesi' olmasını düşünürdüm. Bu düşüncemi
bugün de koruyorum. Kim bilir belki bir gün onu da
görürüz. Sadece Kirazlıdere değil, Yassıada da
Demokrasi Müzesi olmalıdır" dedi
Günay'ın, hayalindeki "demokrasi
müzeleri"ni sayarken Madımak'ı unutması dikkat
çekti. Daha önce defalarca, Madımak'ın neden müze
olmaması gerektiğini kendine göre açıklamaya çalışan
Ertuğrul Günay, Alevi açılımıyla birlikte daha makul
bir dil kullanmaya başlamıştı. Günay, Alevi
açılımından önce, Sivas'taki
Madımak Oteli'nin müzeye dönüştürülmesinin gündeme
getirilmesine karşın Özel Müzeler ve Denetimleri
Hakkında Yönetmelikte belirlenen niteliklerin
karşılanmasının mümkün olmadığını söylemişti.
Geçtiğimiz yıl yaptığı değerlendirmelerde ise,
buradaki dönercinin kapatıldığını ancak bir özel
mülk olduğu için müze yapılamadığını, sahibi satışa
çıkartırsa belki yapılabileceğini söylemişti.
Haber Sol, 01.01.2010
|
SANAT KENTİ DÖNÜŞTÜREBİLİR Mİ?

Modernleşme ile sanat kamusal alana taşındı.
Operalar, konser salonları, müzeler yapıldı. Kentte
sanat için yer ayrıldı. Üstelik bu yer sıradan bir
yer, bir köşe değil, kentin en kalabalık yerleriydi.
Kamusal alanda ideolojik yeniden üretimin, ulus
inşasının ana taşıyıcısı oldu. Bu aynı zamanda
sanatın kamusal alandan ayrışması anlamına geldi.
Topluluklarla iletişimini kopardı, öznelliklere
açılmadı.
Üç önemli özelliği vardı bu kamusallaşma biçiminin:
Birincisi modernleşme hep sanıldığı gibi
kendiliğinden “güncel sanat”a yol açmadı.
Modernleşme tarihselcilik ile gerçekleşti. Yani
geçmişe, var olmayana, geleneksel üretim pratikleri
ile ayrım yaratacak bir ötekine öykündü. Böylece
adeta yaşanan zamana, coğrafyaya meydan okudu. Bu
yüzden tarihselciliği gelenekle, yani karşıtıyla
karıştırmak, herhalde yapılabilecek en büyük
yanlışlık. Çünkü modernlik gelenekselin yerine,
onunla kopuş yaratacak sahte bir geçmiş yaratmaya
çalıştı. İkincisi sanatı sanat denen bir kavramın
içine hapsetti. Her ne kadar sanatı halkın erişimine
sunsa da, halkla mesafe koydu. Sanatı kamusal alana
taşırken ideolojik bir yeniden üretimin, yani
simgesel bir ayrışmanın aracı, seçkinlerin bir
ayrıcalığı haline getirdi. Modernlik, bu örneklerde
de görüldüğü gibi, sınıf ayrımı üretti.
Nihayet üçüncü olarak kamusal alanın dışında kalanı
piyasa ilişkilerine terk etti. Siyaset kamusal
sanatı, piyasa mekanizmaları ise ticari olanı
patronajı altına aldı.
Buna karşılık entelektüel uğraşlar bu “viktoryen”
tarihselciliği, öykünmeciliği ve sonrasındaki
arınmacı, ırkçı milli akımları yapıçözüme uğratarak
“güncel sanat”a yol açtı. Üstelik “güncel sanat”
geleneğe, topluluklara ve hayata çok daha yakındı
sanıldığının tersine. Çünkü var olanla,
topluluklarla mesafe koymadı, onu anlamaya,
sorgulamaya yöneldi.
ASIL MESELE, TOPLULUKLARLA AYRICALIK PEŞİNDEKİ
SEÇKİNLER ARASINDA
Tarihselci, ırkçı, teknokratik modernliğin karşısına
yalnızca savaşlar, krizler değil, onu yapıçözüme
uğratan “güncel sanat” çıktı. Gerçi “güncel” sıfatı
bile ona, yani tarihselciliğe referansla
türetilmişti, kolayca onu da tikel ve öznel bir
deneyimden anonimliğe taşıyacak piyasa ve kamu
mekanizmaları hazırda bekliyordu ama olsun. Sanatçı
kendi öznelliği ile bu mekanizmaları tersine
çevirebiliyordu. Dolayısı ile ilginç bir diyalektik
içinde tarihselcilik ile güncel sanat karşı karşıya
geldi ve modernlik dönüştü. 20. yüzyıla damgasını
vuran modernleşme biçimi tarihselciliğin yenilgisi
ile sonuçlandı. Ancak güncel sanatın egemenliği,
iktidar ilişkilerinin yeniden üretilmesini
engelleyemedi. Hatta tersine İstanbul’da olduğu
gibi, tarihselcilik gibi kendini temsil eden yeni
bir seçkinler kitlesi, iktidar sınıfı yarattı. Bu
yüzden “güncel sanat” da sanatçılar için yapıçözüme
uğratılması gereken bir anonimlik halini aldı.
İstanbul’da son yıllarda gelişen Neo-Klasisizm
(Yeni-Osmanlıcılık) modernliğin bu algısı ile
ilişkili.
Çünkü Cumhuriyet eliti bir taraftan Osmanlı sanat
elitini tavsiye ederken, farkında olmadan bir
şekilde geçmişçiliği silmeye çalıştı. Modernleşmenin
bu boyutu iktidarda değil, iktidarın dışında kaldı.
Geçtiğimiz yüzyılda sanat ve siyaset ortamı bir
ikilem etrafında biçimlendi. Bu ikilemin bir
tarafında muhafazakarlık, diğer tarafında
yenilikçilik yer aldı.
Muhafazakarların mevcut değerleri koruduğu
düşünüldü. Yenilikçiliklerin ise toplulukların
modernleşmesini isteyen tarafı temsil ettiği
söylendi. Muhafazakarlık toplulukların geçmişine,
köklerine gönderme yapıyordu. Yenilikçiler ise
geçmişi reddediyor, değerlerin değişimini istiyor;
toplumu, geleceği kendi düşlerine göre tasarlamak
istiyorlardı. Görüntü aşağı yukarı bundan ibaretti.
Sanatın, siyasetin bu kalıplar içinde işlediği
düşünülüyordu.
SEÇKİNCİLİĞİN MUHAFAZAKARLIK-YENİLİKÇİLİK İKİLEMİ
Oysa bu görüntü tamamen yanıltıcıydı.
Muhafazakarlığın “muhafaza” etmekle uzaktan yakından
bir ilişkisi yoktu. 19. yüzyılda, sanayi devrimi
sonrasında mevcut üretim yapılarını, gelenekleri
dönüştüren, modernleştiren sanıldığı gibi
yenilikçilik değil, hep muhafazakarlık olmuştu.
Osmanlı’da kamu alanında, sanatta, mimarlıkta
modernleşme sanıldığı gibi yenilikçi sanat, modern
mimarlık eserleri ile değil, aynı başka yerlerde
olduğu gibi, muhafazakarlık ile başladı.
Muhafazakarlık simgesel bir hiyerarşi kurarak
geleneklerle kopuş yarattı. Aynı bugün Tarihi
Yarımada’da mevcut küçük üreticileri, ticareti,
yoksul konutlarını kazıyarak, yerlerine hat sanatı,
ebruculuk, tezhipçilik, “Osmanlı Villaları” gibi
işlevler geliştirmeye, soylulaştırma operasyonları
yürütmeye çalışan belediyeler gibi.
Örneğin kentin modernleşmesinde çok önemli rol
oynayan metropoliten ulaşım şebekesini kuran
Şirket-i Hayriye’nin vapur iskeleleri, Osmanlı
maliyesinin borçlarını takip eden Duyun-u Umumiye
Binası, kentte hayvan kesimini sağlılıklaştıran
Sütlüce Mezbahası, merkez bankası işlevi gören
Osmanlı Bankası binaları… bunların hepsi Yeni
Osmanlıcı tarzda inşa edildi. Sanayi Nefise Mektebi
hocaları, Avrupa’da eğitim görmüş mimarlar, tıpkı
Avrupa’daki güzel sanatlar akademilerindeki
benzerleri gibi Antikite, Rönesans, Barok gibi
stillerden alıntılar yapan, üsluplar üzerine
çalıştılar. Bir taraftan da oryantalist bir özellik
taşıyan milli hareketler ortaya çıktı. Osmanlı
modernleşmesi içinde bütün cemaatler edebiyatta,
mimarlıkta, sanatta, kültürde, eğitimde kendi milli
kimliklerini tanımlamayı, inşa etmeyi amaçladılar.
Bu hiç şüphesiz modern bir durumdu ama köklerini
mevcut üretim ilişkileri içinde değil, çoğu zaman
uzak geçmişte arıyordu. Şaşırtıcı ama, geçmişçilik
karşısında ise yaşanan değişimi, üretimin
koşullarını araştıran, sorgulayan hatta karşı çıkan
hareketlerden ise üniversal ve farklı bir
modernleşme hareketi ortaya çıktı.
Geçmişinin köklerini Osmanlı’da arayan modernleşme
hareketi “1. Milli” olarak adlandırıldı. Cumhuriyet
döneminde ise köklerini daha çok halk mimarisinde
arayan ve Bauhaus’un ortaya koyduğu modernist
harekete göre biçimlenen sanat akımı ise “2. Milli”
olarak adlandırıldı. Bu yeni arınmacı ve ulus-devlet
ideolojisi içinde sanatı ve kültürü tanımlayan
hareket arkasına kamu gücünü alarak ilk modernleşme
akımını, muhafazakar olarak adlandırılan, kozmopolit
“1. Milli” elitini devre dışı bırakmaya çalıştı.
Cumhuriyet tarihi boyunca bu ikilem sanat ve siyaset
ortamını belirledi. 1. Milli akımı muhafazakarlığa,
2. Milli de modernliğe işaret etmek için kullanıldı.
Şimdi İstanbul’daki soylulaştırma operasyonlarını
düşünürken, sanat ve mimarlık nasıl dönüşüyor diye
değil, “iktidar nasıl yer değiştiriyor” diye
sormalıyız. Geçici ittifaklar bir yana. Çünkü asıl
mücadele bu iki taraf arasında geçmiyor. Asıl
mesele, topluluklarla ayrıcalıklarını korumaya
çalışan seçkinler arasında.
SAHİ, MODERNLİK DENEN ŞEY NEYDİ?
Bugün bu ikilemin, bu karşıtlığın sonuna geldik.
Artık muhafazakarlığın ve modernliğin iki kutup
oluşturduğu bir düşünce ve siyaset iklimi içinde
yaşamıyoruz. 21. yüzyılda sosyal bilimler, sanat ve
siyaset her şeyden önce elitler arasında bir iktidar
mücadelesinin alanının dışına çıkmaya, bir
demokratikleşme meselesi olarak belirmeye başladı. O
zaman kalıplar altında biçimlenen kamu alanının
öznellikleri kapsayabileceği fark edildi.
Modernliğin bir yaşama stili, tarzı seçimi olmadığı,
bir farkındalık meselesi olduğu daha iyi anlaşıldı.
O zaman kamu alanındaki bu anonim kalıpların
dışındaki profesyonel alan yeniden keşfedildi.
Gelişmiş dediğimiz kentlerde yönetimler kamusal
faaliyetleri yaratıcılığa açmak için yeniden
içeriklendiler.
Profesyonel alan yalnızca ticari
alan olarak değil, kamusallık boyutu ile de teşvik
edildi. Mimarlık, yeni siyasal çoğulculuğunu,
demokratikleşmesini simgeleyen önemli alanlardan
biri olarak bu yeni kamusallığın içinde yer aldı.
İstanbul’un da Avrupa siyasal birliğinin
kurulmasından çok önce oluşan bu kültürel ağın
içindeki önemli merkezlerden biri olduğunu
söyleyebiliriz. Avrupa Birliği’nin oluşumuna da
ekonomik ve eski kutuplaşmalar içindeki siyasal
dayanışma, bloklaşma kaygılarının değil, bu yeni
modernliğin, kültürün ve sanatın yol açtığını dahi
iddia etmek yanlış olmaz. Sonuçta savaşlarla,
acılarla, yıkımlarla, felaketlerle şekillenen bir
tarih olduğu kadar, yüzleşmelerle, ders
çıkarmalarla, demokratik deneyimlerle şekillenen bir
başka tarih de var. Sorulması gereken soru ise şu:
Modernlik, söylendiği gibi yeni bir stil, yaşama
tarzı mıydı, yoksa haksızlığa karşı çıkış,
eleştirellik miydi?
Birgün, Yazı: Korhan Gümüş, 01.01.2010
|
GAZİANTEP'TE TARİHİ ESER OPERASYONU
Gaziantep'te Bizans ve
Osmanlı dönemlerine ait 259 adet çeşitli ebatlarda
madeni sikke ele geçirildi.
Gaziantep Emniyet
Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, Kaçakçılık ve
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü
görevlilerince, tarihi eser kaçakçılığına yönelik
yapılan çalışmalar kapsamında, bir şahsın evinde
arama yapıldı.
İkamette yapılan
aramada, 259 adet çeşitli ebatlarda Bizans ve
Osmanlı dönemine ait madeni sikkeler ele geçirildi.
Ele geçirilen sikkelerin yapılan incelemesinde,
sikkelerin taşınır kültür varlığına dahil
envanterlik ve etütlük eserler olduğu belirlendi,
eserler Gaziantep Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.
Olayla ilgili
olarak yakalanan 2 şüpheli şahıs hakkında, 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa
Muhalefet, 'Tarihi Eser Kaçakçılığı' suçundan yasal
işlem yapıldı.
Yeni Şafak, 01.01.2010
|
Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):
İKİBİN(S)ON
|
3 DİLDEN AÇILIM, HER TELDEN AÇILIŞ
'Avrupalı İstanbul'a çokkültürlü kutlama... 'Kültür
Başkenti' etkinlikleri 16 Ocak'ta başlıyor. Dev
organizasyonun açılışını halk 'meydan'larda,
protokol 'salon'da kutlayacak. Birçok Avrupalı
devlet adamının katılacağı törene 'açılım' damga
vuracak. Rojin Kürtçe şarkılar söyleyecek. Ermeni
operacı Tavityan 'Sarı Gelin'i seslendirecek.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti' projesi, 16
Ocak Cumartesi günü İstanbul'da düzenlenecek dev bir
organizasyonla başlıyor. Devlet Bakanı Hayati
Yazıcı'nın başkanlığında profesyonel bir ekibin
aylardır hazırlandığı projenin açılış töreni, 2009'a
damgasını vuran 'açılım'ın yeni yılda da
konuşulacağının habercisi gibi... Çünkü Haliç
Kongre Merkezi'ndeki törende sahneye çıkacak isimler
arasında Kürt şarkıcı Rojin ile Ermeni asıllı opera
sanatçısı Kevork Tavityan da var. İşte İstanbul'un
çokhalklı, çokkültürlü, çokrenkli dokusunu
yansıtacak açılış gecesinin detayları:
* İstanbul'un 'Kültür Başkent'liğine 'merhaba'
dediği gece, ünlü sanatçılar Taksim Meydanı,
Kadıköy, Sultanahmet ve Beylikdüzü'nde halk
konserleri verecek. Protokol ise Haliç Kongre ve
Kültür Merkezi'nde buluşacak. Cumhurbaşkanı Abdullah
Gül ile Başbakan Erdoğan'ın ev sahipliği yapacağı
törene 5 bin seçkin konuk katılacak. Avrupa
ülkelerinden çok sayıda devlet adamı Haliç'te
olacak.
* Gecede TRT Şeş'ten olaylı bir şekilde ayrılan Rojin, Kürtçe şarkılar seslendirecek. Başbakanlık
İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı tarafından
açılışa davet edilen Ermeni operacı Tavityan ise
Kubat ile düet yapacak. İki sanatçı Ermeni ve Türk
kültürlerinin ortak mirası 'Sarı Gelin' adlı
türküyü söyleyecekler.
* Sunuculuğunu Meltem Cumbul ve Memet Ali
Alabora'nın birlikte üstleneceği törende 'açılım
yıldızları'nın yanı sıra birçok ünlü sanatçı da var.
Taslak programa göre, Zuhal Olcay, Sertap Erener,
Mazhar-Fuat-Özkan, Aysun Aslan, Bekir Ünlüataer,
Fahir Atakoğlu, Cüneyt Türel, Fatih Erkoç, Yetkin
Dikinciler, Dilek Türkan, Nazlı Deniz Boran,
İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu da sahneye
çıkacak.
* Tören kapsamında, İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti'ni simgeleyen bir ses ve ışık gösterisi
yapılacak. Saatler 20.10'u gösterdiğinde Haliç
sahilinde başlayacak olan gösteriyi Cumhurbaşkanı
Gül, Başbakan Erdoğan ve Avrupa ülkelerinden gelen
konuklar birlikte izleyecekler.
Rojin
Mardinli bir baba ile Suriyeli bir annenin kızı olan Rojin, Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro
Bölümü'nden mezun. 35 yaşındaki Kürt şarkıcı 2000
yılında 'Ya Hep Ya Hiç' adlı ilk albümünü çıkardı.
2003 yılında Doğu Beyazıt Festivali'nde Kürtçe şarkı
söylediği için hakkında dava açıldı, beraat etti.
Rojin, 'açılım' sürecinde TRT'nin Kürtçe Kanalı
TRT-Şeş'te 'Rojinname' adıyla sabah programı yapmaya
başladı. Ancak 4 ay sonra, TRT yönetimini 'baskıcı'
olmakla ve 'programın içini boşaltmakla' suçlayarak
istifa etti.
Kevork Tavityan, İstanbul Ermenisi operacı
* 1968'de İstanbul'da doğdu.
* MİMAR Sinan Üniversitesi İstanbul Devlet
Konservatuarı'nın opera
bölümünden 1993'te lisans ve 1996'da yüksek lisans
dereceleri
alarak mezun oldu.
* 1996'da profesyonel opera kariyerine başladı. İlk
olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi CRR Konser
Salonu Operası'nda roller aldı.
* 1998'de İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin açmış
olduğu sınavı kazanarak kurumun solist kadrosuna
katıldı.
* Sertap Erener'in 'Vurulduk' isimli şarkısına vokal
yaptı.
* Acappella Grup 34 Korosu'nun 4. şefi...
* 2008'de kurulan Opera Oda Korosu'nun da şefliğini
yürütüyor.
* Halen çalışmalarına İstanbul Devlet Operası'nda
solist sanatçı
olarak devam ediyor.
Davetiye 850 gram ağırlığında boyu 61,
eni 37 santimetre!
Açılış için hazırlanan davetiyeler de bir hayli
dikkat çekici! İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı, tören için iki farklı davetiye hazırladı.
Protokole ve Avrupa'dan katılacak konuklara
gönderilen davetiyenin ebatları Guinness Rekorlar
Kitabı'na girecek cinsten: Boyu 61, genişliği ise 37
santim uzunluğunda. 3 milimetre kalınlığında özel
kartondan yapılan davetiyenin ağırlığı 850 gram.
Mega davetiyenin üzerindeki 'mum damga' da bir başka
ilginç özellik. Davetiyenin sınırlı sayıda
hazırlandığını söyleyen yetkililer, 'Bir özelliği
de, çerçeve olarak da kullanılabilir olması. İçinde
yer alan İstanbul'u gösteren fotoğrafı da özellikle
seçtik. Bu fotoğraf, kabının içerisinde
sergilenebileceği gibi duvarları da süsleyebilir. Bu
nedenle davetiyeler büyük ebatta basıldı' dedi.
Bir meydanda ateş bir meydanda ney!
Protokol Haliç'te eğlenirken, İstanbullular da
meydanlarda olacak. Tarkan, Taksim Meydanı'ndaki
konserde sevenleriyle buluşacak. Taksim'de ayrıca
'Ateş Show' adlı bir etkinlik düzenlenecek.
Kadıköylüler 'balon' gösterisi ve Mor ve Ötesi'nin
şarkılarıyla coşacak. Gecenin en renkli meydanı ise
Sultanahmet... 3 imparatorluğun beşiğinde Mehter
Takımı ile Mercan Dede buluşacak. Beylikdüzü'nde
Şaman Dans Grubu gösterisi yapılacak. Nil
Karaibrahimgil, Kıraç ve Zara'nın ise konser
mekanları ise henüz
belli olmadı.
Akşam, 01.01.2010
|
PROJE İPTAL, GEÇİCİ PROJE DEVREDE

Daha önce
AKM’de yapılması düşünülen değişiklikleri
yerinde bulmayarak ‘yürütmeyi durdurma’ kararı veren
9. İdare Mahkemesi, iki hafta önce projeyi iptal
etti. Bakanlık, Mimarlar Odası
İstanbul Şubesi ile mahkemenin isteği
doğrultusunda geçici onarım sözleşmesi imzaladı.
Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) RP-DYP’nin
kurduğu Refahyol iktidarı döneminde Taksim’e cami
yapılması tartışmaları başlayınca,
İstanbul 3 No.lu Koruma Kurulu tarafından
tescilli tarihi binalar statüsüne alındı. Yani
AKM
Topkapı Sarayı ile aynı statüde oldu. Temeli
1960 yılında atılan ancak uzun yıllar atıl kalan ve
daha sonra 1978 yılında bugünkü haliyle açılışı
yapılan AKM, yıllar geçtikçe eskidi ve kullanışsız
hale geldi.
2010
Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinde
kullanılması gündeme gelince AKM’nin durumu yeniden
ele alındı. Yıkılsın mı, onarılsın mı diye bir süre
tartışıldıktan sonra AKM’nin ilk mimarı Hayati
Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu’na geçen yıl
yenileme projesi verildi.
AKM, 2008 yılı 1 Haziran’dan itibaren boşaltılarak
tüm sanatsal faaliyetler durduruldu. Aradan tam 1
yıl geçti ve Tabanlıoğlu’nun projesi 2 No.lu Koruma
Kurulu’ndan izin alınarak
ihale edildi. 64 milyon liraya ihaleyi Özsoy
inşaat aldı. Ancak Kültür Sanat Sendikası hukuka
aykırı ve telafisi mümkün olmayan değişiklik
yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.
İstanbul 9. İdare Mahkemesi de yürütmeyi durdurma
kararı aldı. Mahkeme 16 Aralık 2009’da davayı karara
bağlayıp projeyi iptal etti. Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay mahkemenin projeyi iptal etmesi
halinde geçici
tadilat projesini hayata geçireceklerini
söylemişti. Bakanlık geçici tadilat projesini de
Murat Tabanlıoğlu’na yaptırdı. Bu projede 2 No.lu
Koruma Kurulu’dan geçirildi.
20 Aralık 2009 tarihinde yapılan
sözleşme uyarınca, sendikanın itiraz ettiği
restoran ve fuaye değişiklikleri yapılmayacak, bale
salonu ile boyahane eski yerlerinde kalacak.
Neler yapılacak?
1- Tabanlıoğlu tarafından projesi hazırlanan tamirat
yapılacak.
2-
Sakarya Üniversitesi tarafından hazırlanan
statik raporu doğrultusunda güçlendirme yürütülecek.
3-
Yangın yönetmeliğinin ön gördüğü şartlara uygun
düzenleme yapılacak.
4- Ana binanın girişinin sağ tarafındaki bahçede
bulunan mevcut tesisat odası genişletilerek, binanın
mutlak ihtiyaç duyduğu havalandırma tesisat
ünitelerinin yerleştirilebileceği bir mekan toprak
altında düzenlenecek.
5- Mevcut trafo binasının bulunduğu yer ihtiyaca
göre genişletilecek.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 01.01.2010
|
AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ Mİ? 'HADİ CANIM SEN DE!'
Ernst-Robert Curtius, 1941 yılında J.Benoist-Mechin tarafından Fransızcaya, Sabahattin Eyüboğlu tarafından 1935 yılında da Türkçe'ye çevrilip 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları arasında 'Fransa Üstüne Deneme' adıyla çıkan kitabında, 'Paris['in] altmış seneden beri bir hayli çirkinleşti[ğini]' belirtir ve şunları yazar:
"Les Marges mecmuasının 1919'da açtığı bir anket büyük başarı kazanmıştı: 'Paris'in en çirkin abidesi hangisidir? En çirkin heykel hangisidir?' En fazla rey alan Grand Palais, Trocadero ve Gambetta abidesi oldu. Tuhaf ve manidar bir istatistik bize Paris'te dokuz yüz kadar heykel olduğunu öğretiyor. Bu heykeller mesleklerine göre şöyle tasnif ediliyor: iki bahçıvan, üç riyaziyeci, üç 'dinî ihtiras kurbanı', beş ihtilalci, beş kral, on iki siyaset adamı, on üç kimyager, otuz yedi yazar ve elli şair. Generallerden eser yok!'"
Curtius'un Paris'in çirkinleşmesine ilişkin olarak sözünü ettiği 'altmış sene', yaklaşık 1870 ile 1930 yılları arasıdır. Bugün Paris'in daha da çirkinleşip çirkinleşmediğini gösteren bir istatistik var mıdır, bilmiyorum. Ama önemli olan, Paris halkının, 1919 yılında da olsa, şehrin estetiği konusunda bir hassasiyeti olduğudur.
Bir başka önemli nokta da, Paris'te 1930'lu yıllardaki heykel sayısıdır. Curtius, bu dokuz yüz heykelin sadece 150'sinin mesleklerini gösteren bir istatistik yayınlamıştır ve dikkate değer olan, en fazla sayıda heykelin şair ye yazarlara (87 heykel) ait olmasıdır. Curtius uyarıyor: 'generallerden eser yok!' Demek ki koskoca Paris'te, o yıllarda bir tek general heykeli bulunmuyor!
Şimdi ister istemez bir mukayese gerekli: İstanbul, son altmış yılda ne kadar çirkinleşti? İstanbul'un en çirkin anıtı hangisidir? En çirkin heykel hangisi? Ve elbette İstanbul'da kaç heykel var ve bunların mesleklerine göre tasnifi, bize nasıl bir istatistik sonuç veriyor?
Bana sorarsanız, İstanbul, baştanbaşa bir çirkinlik anıtıdır. Daha önce de yazmıştım: İstanbul için artık şiir yazılmıyor olması, bu şehrin lirik bir tahayyüle imkan vermeyen bir sefaletle malül olmasından dolayıdır ve şairin, Eagleton'un ifadesiyle, 'bakışlarıyla şehri estetize etmesi' imkanı ortadan kalkmıştır. Olsa olsa Ahmet Muhip Dıranas'ın o ünlü 'Yağma' şiiri gibi, İstanbul'un bir çöplük, pislik ve gürültü şehri olduğuna dair acı şiirler yazılabilir;-o kadar!
Çirkin anıtlara gelince, hangisini saymalı bilemiyorum: Beşiktaş Meydanı'ndaki o kazık çakılmış gibi duran Demokrasi Anıtı'nı mı, Fatih'teki Fatih Sultan Mehmet heykelini mi? Geçelim. İstanbul'a dikilen az sayıda da olsa eli yüzü düzgün heykellerin bile ya ortadan kaldırıldıklarını, ya kırılıp tahrip edildiklerini bilmiyor muyuz? Prof.Dr. Nurettin Sözen'in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu 1989-1994 yılları arasında, İstanbul'un muhtelif semtlerine dikilen heykellerin birer ikişer yok edilmesi karşısında, Sanat Tarihi doktoru unvanını taşıyan Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş niçin sesini çıkarmaz? Topbaş, geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi, büyük bir metropol olduğu iddia edilen İstanbul'un en büyük meydanının bir taşra otobüs garajına çevrilip çirkinleştirilmesine nasıl bigane kalabilir? Yaya kaldırımları otoparka çevrilen bir şehrin, bırakınız Avrupa Kültür Başkenti, bir Avrupa şehri olması mümkün müdür? Vs. vs...
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bu şehri bir Avrupa şehri yapma konusunda ne kadar çok proje üretip hayata geçirirse geçirsin, bir yararı olmayacak gibi görünüyor. Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere Beyoğlu Belediyesi, bu şehri ellerinden geldiğince bir Asya kasabasına çevirmeye çalışırken, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın bir Avrupa Kültür başkentine dönüştürme çabaları, maalesef, bir yapıştırma bıyık gibi kalmaya mahkûmdur. Fonda ya da arka planda, şehrin bu sefil görünümü bütün çirkinliğiyle sırıtırken, Ajansın bunca masrafla gerçekleştireceği etkinlikler, ne yazık ki, bu iptidailiği örtmeye yetmeyecektir...
2010 Avrupa Kültür Başkenti mi? İsmet Paşa gibi söyleyeyim: 'Hadi canım sen de!..'
Zaman, Yazı: Hilmi Yavuz, 30.12.2009
|
|
EDGAR DEGAS TABLOSU ÇALINDI
Fransız izlenimci
ressam Edgar Degas'ya ait bir tablonun Fransa'da
bulunduğu müzeden çalındığı bildirildi.
Yaklaşık 43 milyon
dolar
değerindeki "Koro" adlı tablonun ülkenin güneyindeki
Marseille kentindeki Cantini Müzesinden çalındığı
bildirildi.
Tablonun aslında d’Orsay Müzesi'ne ait olduğu ve bir
sergi
için 3
Ocak’a kadar Cantini Müzesi'ne teslim edildiği
kaydedildi.
Kent savcısı, "Bu çok pahalı tablonun ortadan
kaybolduğu perşembe sabahı müze açıldığında fark
edildi. Müzeye zorla girildiğine dair bir işaret
yok" diye konuştu.
Radikal, 01.01.2010
|
|
GECE GÜNDÜZ ATIMIZ EĞERLİ VE KILICIMIZ KUŞANILMIŞTIR

Kanuni Sultan Süleyman’ın, Fransa Kralı
1. François’ya yazdığı mektup Paris’te sergilendi.
Mektupta, Almanlara esir düşen François’nın Osmanlı
padişahından yardım isteyişi ve Kanuni’nin de
François’yı esaretten kurtarışına ilişkin önemli
detaylar var.
Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman
tarafından 1526 yılında yazılan ve 1990 yılında
bulunan mektup, Türk-Fransız diplomatik
ilişkilerinin başlangıcını aydınlatıyor ve Kanuni
Süleyman’ı
Avrupa’da
“Muhteşem Süleyman” yapan olaya ışık tutuyor.
Fransa’da Türkiye Mevsimi faaliyetleri
çerçevesinde, Paris yakınlarındaki Ecouen
Şatosu’ndaki Ulusal Rönesans Müzesi’nde başlayan
“Birinci François ve Muhteşem Süleyman: Rönesans’ta
Diplomasi Yolları” adlı sergide, Kanuni’nin,
François’ya yazdığı üç mektup sergileniyor.
Bunlardan biri, Türkiye Mevsimi çerçevesinde ilk kez
kamuya açılıyor.
Fransa Kralı Birinci François, 1525’te Pavie
Savaşı’nda, Roma Germen (Alman) İmparatoru Şarlken’e
esir düşünce, Büyükelçi Frankipan aracılığıyla
Kanuni’ye stratejik bir mektup göndererek yardım
ister. Kanuni Sultan Süleyman da sergilenen mektupta
verdiği yanıtla, François’ya yardım edeceğini
duyurur. Bunun üzerine, Osmanlı ve Fransız
devletleri arasında sıkışacağını anlayan Şarlken,
François’yı serbest bırakmak zorunda kalır.
İşte bu olay, iki ülke arasında ilk diplomatik
temasın kurulmasını sağlar. Her iki tarafta da
elçilerin gidip geldiği karşılıklı saygıya dayanan
‘diplomatik bir dostluk’ başlayacaktır.
Rönesans Müzesi’nde 15 Şubat’a kadar sürecek sergide
ayrıca, iki liderin başlattığı Franco-Türk
diplomasinin adım adım ilerlediğini belgeleyen
dokümanlar, gravürler, arşivler, anlaşmalar ve sanat
eserleri de yer alıyor. Müze Genel Müdürü Thierry
Crepin-Leblond’un yönettiği sergiye Louvre
Müzesi’nden Şarlken’in Tunus Savaşı hatırasına
yaptırdığı, savaşa ait pek çok desen içeren metal
leğen,
Fransa Kralı 2. Henri’nin, Fransızların tanıdığı
ismiyle Muhteşem Süleyman imzalı kılıcı da
sergileniyor.
“Ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı
hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki
gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve
Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir
Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Azerbaycan’ın
Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve
Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap
diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki,
yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri
ve benim dahi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı
Sultan Bayezıd Han’ın torunu, Sultan Selim Han’ın
oğlu, Sultan Süleyman Han’ım.
Sen ki,
Fransa ülkesinin kralı François’sın. Sarayıma,
sadık ajanın Frankipan ile bir mektup gönderdin.
Mektubun yanı sıra sözlü bazı haberlerle de, düşmanın
topraklarınızı ele geçirdiğini, halihazırda tutsak
olduğunuzu ve kurtulmak için benden yardım ve meded
umduğunuzu söylemişsiniz. Her ne demişseniz benim
yüksek katıma arz olunup, detaylarıyla tarafımdan
öğrenilmiştir.
Padişahların savaş kaybetmesi ve esir düşmesi
olağanüstü şaşırtıcı değildir. Cesur olun ve yok
edilmenize izin vermeyin. Bizim ulu ecdadımız (nur
içinde yatsınlar), daima düşmanı kovmak ve toprak
fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Gece ve
gündüz atımız eğerli, kılıcımız kuşanılmıştır. Allah
hayırlar versin ve Allahın dediği ne ise o olsun.”
Hürriyet, Haber: Arzu Çakır Morin, 01.01.2010
|
KONGRE MÜZESİ, MİLLİ SARAY OLUYOR
Sivas Atatürk
Kongre ve Etnografya Müzesi'nin Türkiye Büyük Millet
Meclisi'ne (TBMM) devir işlemleri başladı. İşlemlerin tamamlanmasının ardından restore
edilecek olan bina TBMM Milli Saraylar Dairesi
Başkanlığı tarafından Milli Mücadele Müzesi olarak
düzenlenecek.
Sivas Kongresi'nin yıldönümü törenleri için 4
Eylül 2009 tarihinde Sivas'a gelen Meclis Başkanı
Mehmet Ali Şahin'in Sivas Atatürk Kongre ve
Etnografya Müzesi'nin restorasyonu ile ilgili
verdiği söz yerine getiriliyor. Devir işlemlerinin
başlatılması için Kültür Bakanlığı halen müze olarak
faaliyet gösteren binanın TBMM'ye tahsis yazısını
Sivas Kültür İl Müdürlüğü'ne gönderdi. Sivas Kültür
ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'ndan
çıkacak uygunluk yazısının ardından Atatürk Kongre
ve Etnografya Müze binası TBMM Milli Saraylar
Dairesi Başkanlığı'na geçmiş olacak. Böylece
Beylerbeyi, Dolmabahçe gibi toplam 10 olan Meclis'e
bağlı saray sayısı 11'e yükselecek. Meclis bu devrin
ardından restorasyon çalışmasını başlatacak. 3 yıl
sürmesi beklenen restorasyon kapsamında ahşap
pencere kasaları yenilenecek, yıpranan duvarlar
tamir edilecek. Müze içerisine engelli asansörü
yapılacak, giriş kapısının yönü İsmet İnönü Bulvarı
tarafına alınacak. Binanın çatısının bir bölümü uzay
çatı olarak dizayn edilecek, ayrıca ziyaretçilerin
dinlenebileceği kafeterya da yapılacak. Restorasyon
çalışmaları için yaklaşık 10 milyon TL harcanması ön
görülüyor. Restorasyonun tamamlanmasının ardından
Sivas Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olan ismin
Sivas 4 Eylül Kongre Binası olarak değiştirilmesi
bekleniyor. Bu kapsamda müzede sergilenen etnografik
tarihi eserler ise arkeoloji müzesine taşınacak.
Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 31.12.2009
|
 |
SIRRIPAŞA KONAĞI'NDAKİ YANGINA İTFAİYE ÇABUK YETİŞTİ
İzmit Hacı Hasan Mahallesi’nde bulunan tarihi Sırrıpaşa Konağı’nda dün saat 12.00 sıralarında çıkan yangın, itfaiyenin çabuk gelmesiyle kısa sürede söndürüldü.
İzmit’in tarihi dokusunu yansıtan Çepni ailesine ait Sırrıpaşa Konağı, 2004 yılında çıkan büyük yangında büyük oranda harap olmuştu. Büyükşehir Belediyesi, binası 1 milyon TL’ye kamulaştırmış, yeniden aslına uygun onarım konumunda da ihale yapmıştı. Sırrıpaşa Konağı’nda önceki akşam çıkan yangına, yine harabe binada barınan tinercilerin, ayyaşların yaktığı ateşin neden olduğu sanılıyor. Olay yerine kısa sürede gelen itfaiye, yangına hemen müdahale etti. Yangın sonrası olan yerine gelen Anıtlar Kurulu yetkilileri de ayakta zor duran tarihi yapıdaki hasarla ilgili incelemede bulundu.
Büyükşehir’in açtığı ihaleye 11 firma katılmış, Detay Turizm 1 milyon 430 bin TL ile en düşük teklifi vermişti. Sırrıpaşa Konağı, aslına uygun biçimde onarıldıktan sonra Büyükşehir tarafından Konukevi ve Misafirhane olarak kullanılacak.
Özgür Kocaeli, 31.12.2009
|
YEŞİL TÜRBE 'TÜNEL TEHDİDİ' İLE KARŞI KARŞIYA
Bursa'nın simgelerinden Yeşil Türbe, yanına inşa edilen tünelin tehdidi altında.
Yapıldığı dönemde tarihi yapıya zarar vereceği gerekçesiyle tartışmalara sebep olan tünelin duvarlarında derin çatlaklar ve kabarmalar oluştu. En küçük yağmurda bile çatlaklardan oluk oluk sular akıyor. Tünelin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirten uzmanlar, tedbir alınmaması durumunda türbenin zarar görebileceğine dikkat çekiyor.
Osmanlı'nın 5. padişahı Çelebi Mehmet Han'ın medfun bulunduğu Yeşil Türbe 3 yıl süren restorasyonun ardından geçtiğimiz ay açıldı. Bursa'ya gelen turistlerin ilgi odağı olan tarihi mekanı İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth de ziyaret etmiş ve hayranlığını dile getirmişti. Ancak bu güzide türbe şimdilerde yanındaki tünel sebebiyle risk altında.
Tünelin, Yeşil Türbe için sorun olduğunu söyleyen İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Necati Şahin, tonajlı araçların geçişi sırasında tünel duvarlarında çatlaklar oluştuğunu kaydetti. Türbenin temellerinin de sarsılabileceğine vurgu yapan Şahin, bu durumun ciddiye alınması gerektiğini ifade etti.
Zaman, Haber: Adem Elitok, 31.12.2009
|
 |
EROĞLU: 3 DEVLET KAYPAKLIK YAPTI, KREDİ TÜRKİYE'DEN

Ilısu Barajı'nda Alman, İsviçreli ve Avusturyalı
şirketlerin ‘kaypaklık' yaptığını belirten Bakan
Eroğlu, kredi eksiğini üç Türk bankasından
sağlayacaklarını ifade etti.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Ilısu
Barajı'nın yapımındaki kredi sorunun aşılmasına
ilişkin değerlendirmede bulunurken, "Üç tane kredi
verecek devlet maalesef kaypaklık yaptı, sözlerinde
durmadılar. Bunu öz kaynakla yapacaktık. Kredi
eksiğini zaten üç tane bankadan buldular. Devam
edeceğiz, şu anda Hazine ile görüşmeler devam
ediyor" dedi. Eroğlu, projede 300-350 milyon
euro'luk eksik kaldığını, eksik kalan kısmın da
Türkiye'den üç bankadan bulunduğunu ocak ayı
ortasında anlaşmanın tamamlanacağını açıkladı.
Bakanlıkta düzenlediği basın toplantısında, AB Çevre
Faslı ve Kopenhag'daki İklim Zirvesi'ni
değerlendiren Eroğlu, gazetecilerin sorularını da
yanıtladı.
Ilısu Barajı'na ilişkin konunun sürekli "tahrik"
edildiğini belirten Eroğlu, şöyle konuştu:
"Güya oradaki insanları başka yerlere
taşıyacakmışız. Hayır, gitsinler, görsünler. Biz şu
anda Ilısu Köyünü yeniden inşa ettik. Derme çatma
bir köydü, bahçeli villa şeklinde evler yapıyoruz.
Şunu ifade edeyim, kredi verecek üç devlet maalesef
kaypaklık yaptı, sözlerinde durmadı, bizi
oyaladılar. Biz bunu öz kaynakla yapacaktık. İnşaat
kış çıkar çıkmaz başlayacak. Hasankeyf'i de
kurtaracağız. Öyle bir kurtaracağız ki çok önemli
bir cazibe merkezi haline gelecek. Proje için
yabancı konsorsiyumun sağlayacağı kredi 300-350
milyon dolar ihracat kredisiydi. Geri kalan zaten
vardı. Biz devam edeceğiz, şu anda Hazine ile
görüşmeler devam ediyor."
- Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı'nın
temelini 5 Ağustos 2006'da Başbakan Tayyip Erdoğan
attı.
- Finansmanı dış krediyle sağlandı. Kredi teminatı
Almanya (Euler Hermes Kreditversicherung), Avusturya
(Kontrollbank) ve İsviçre (Exportrisikoversicherung)
merkezli şirketler tarafından Ağustos 2007'de
verildi.
- Hükümetin 2013'te tamamlanmasını planlanladığı
barajın Türkiye'nin gövde hacmi olarak ikinci,
kurulu gücü ile dördüncü büyüğü olması öngörülüyor.
- Suriye sınırına yaklaşık 45 kilometre mesafede,
Dicle Nehri üzerinde inşa edilecek olan Ilısu Barajı
ve HES, tamamlandığında 1200 MW kurulu güç ile yılda
ortalama 3.8 milyar kwh enerji üretecek.
- Temel atma töreninin ardından Ilısu Barajı ve
Hidroelektrik Santrali, yaklaşık 15 bin yıllık
Hasankeyf'in sular altında kalacak olması nedeniyle
sürekli gündemde yer buldu. Ünlü sanatçı Tarkan da
projeye karşı çıktı. Hasankeyf, UNESCO'nun 10 Dünya
mirası kriterinden 9'unu karşılıyor.
- 1.2 milyar euro'dan fazla borç yükü getireceği
belirtilerek projeye karşı çıkıldı.
- Baraj için kredi sağlayacak olan Almanya, İsveç ve
Avusturyalı ortak konsorsiyum çevre ve tarihi
dokunun korunması gibi şartların bazı
iyileştirilmelere rağmen verilen süre içinde yerine
getirilmediğini belirterek 7 Temmuz 2009'da projeden
desteklerini çekti.
Milliyet, 31.12.2009
|
AKBÜK'TE TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

Didim’e bağlı Akbük beldesinde bulunan tarihi
yapılar ve antik eserler belediye tarafından gün
ışığına çıkarılarak, kültür turizmi envanterlerine
kazandırılıyor.
Tarihi yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilgili
olarak Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden gelen
yetkililer çalışmalar başlatırken Akbük Belediye
Başkanı M. Erçin Sandalcı’da çalışmaları yakından
takip ediyor.
Akbük’te bulunan tarihi yapılar ve antik eserler
gün ışığına çıkarılarak sahip çıkılmaya çalışılıyor.
Tarihi yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilgili olarak
Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünden gelen
yetkililer çalışmalar başlatırken Akbük Belediye
Başkanı M. Erçin Sandalcı’da çalışmaları yakından
takip ediyor.
Çalışmalar hakkında bilgiler veren Akbük Belediye
Başkanı Mehmet Erçin Sandalcı; “Beldemizde tarihi
yapı ve antik eser hemen hemen yok denecek kadar az.
Mevcut olan birkaç yapı ve esere sahip çıkmalı ve
koruma altına almalıyız. Geçmişte bu yerleşim
alanında yaşanmış olan hayatların kalıntıları gün
ışığına çıkarılmalı ve tarihimize ışık tutacak
olanlar korunmalıdır. ‘Tarihine Sahip çıkmayan
milletler yok olmaya mahkûmdur’ atasözü ilke olarak
alınmalı ve bu konuda gereken çalışmalar titizlikle
yapılmalıdır. 1001 no.lu cadde üzerinde yer alan
parselde daha önce bulunan duvar ve etrafında
yapılan kazı çalışmalarında yüzeye yakın yerde eski
bina temel taşları çıktı. Bu konuda Anıtlar ve
Müzeler müdürlüğünden gelen yetkililer çalışmalarını
başlattı. İnceleme ve kazılar sonunda tarihi ve
antik değeri olup olmadığı belirlenecektir” dedi.
Başkan Sandalcı, tonozlu yapı olarak bilinen ve
geçmiş yıllarda çamaşırhane olarak kabul edilen yeri
beldede yaşayan yabancılara yönelik Kilise yapma
fikirleri olduğunu kaydederek, “Taş bina dediğimiz
tonozlu yapı, halkın ve burada yaşamış olan
yaşlıların dediğine göre, bir ara çamaşırhane ve
çeşitli amaçlar için kullanıldığı belirtilen taş
yapı var.Değerlendirmek ve korumak amacıyla buranın
Kilise olarak kullanılması yönünde bir meclis kararı
aldık. Yabancıların, özellikle Hıristiyanların
bulunduğu yerleşim yerimizde, onlarında dini
vecibelerini yerine getirebilecekleri bir ibadet
hanelerinin olması, hem de yapının korunması için,
kilise olarak kullanılmasına ve yapı özelliğinin
bozulmadan kullanılabilir bir duruma getirilmesi
için girişimlerimizi başlattık. Hem tarihi dokuya
sahip çıkmak hem de hizmet verebilmek için mevcut
imkanlar kullanılarak eski yapı ve eserler koruma
altına alınacak. Bu yöndeki çalışmalarımız devam
edecektir” diye konuştu.
Aydın Kent Haber, 30.12.2009
|

|
PİRİ REİS ÇEŞMESİ KURUDU
Çanakkale-İzmir yolu üzerinde bulunan ve yıllarca Osmanlı donanmasının su ihtiyacını karşılayan tarihi Piri Reis Çeşmesinin ilgisizlik yüzünden kuruması İl Kültür ve Turizm Müdürü’nün tepkisine sebep oldu.
Piri Reis'in yazdığı "Kitab-ı Bahriye"de, deniz kenarında bulunan bu çeşmeden asırlar boyu Osmanlı donanmasının su ikmali yaptığını belirten Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, “Şehrin girişinde bulunan çeşme şuan bakımsızlıktan yok olma aşamasında. Yılarca Osmanlı donanmasının su ihtiyacını karşılayan bu çeşmeden şimdi su akmıyor. Buranın bir kurnası bile yok. Çeşme üzerinde de ”Buradan su içilmez” yazıyor. Bu nasıl iş anlamış değilim. Yıllarca tarihe ışık tutan çeşmenin bu halde bulunması utanılacak bir durum. Piri Reis Çeşmesi’nden yıllar önce olduğu gibi yeniden suyun akması ve bakımlı olması gerekir. Bu yerin bakımı da bizim görevimiz değil. Belediyenin bu konuda gerekeni yapması gerekir” dedi.
Çanakkale Kent Haber, 30.12.2009
|
2009 YILINDA TÜRKİYE'DE SANAT DÜNYASINA BİR BAKIŞ 7
KRİZE RAĞMEN MİLAT

21. yüzyılın
10. yılına girerken, geride kalan yıla bakıldığında
zamanın nasıl da hızla akıp geçtiği, yüzyıl gerçeği
olarak belleklere saplanıp kalıyor. Her şeyin
neredeyse bir yanılsama olduğu kuşkusu, yaşanmış
olguların üzerini örtüveriyor ve sizi, ayrıntıların
üzerine çıkmaya zorluyor.
Sanat ve kültürde yaşananlar, takvim yapraklarında
umut notları düşmemize olanak veren yoğunluk içinde
geçti. Bugüne kadar hep pembe umutlarla yaşamaya
alışmış olan sanat dünyamız, geride kalan 2009’un
somut gelişmelerine bakıldığında pek de kötümser
olmamıza yol açabilecek bir fotoğraf yansıtmıyor
bize. Aksine, birbiri arkasından açılan yeni
galeriler, birbirinden renkli gösteriler, yerli ve
yabancı sergiler, müzayede ortamının alabildiğine
canlı rekabet ortamı ve bu müzayedelerde parasal
değer açısından medyanın ilgi odağı haline gelen
yapıtların süper fiyatları, müzelerdeki kapsamlı
programlar, fuarların rekabeti körükleyen ve eski
yıllara oranla daha seçkinci bir yol izleyen canlı
performansları, iyimserliğimizi ve geleceğe
bakışımızı olumlu yönde etkileyecek gelişmelerin
başlıcaları. Bu kez farklı tepkilerin odağında yer
alan ve üç mekanda gösterime giren 11. İstanbul
Bienali, bu etkinliğin geleceğini yeni baştan
düşünmemizi gerektirecek uyarıları da beraberinde
getirdi. Bu uyarıların dikkate alınıp alınmayacağını
zaman gösterecek.
Öncelikle vurgu yapılması gereken sanatçı
etkinlikleri ise, önceki yıllara oranla 2009’da çok
hareketli ve verimli bir ivme kazandı; retrospektif
nitelikli sergiler, çapları itibarıyla iz bırakan
gösteriler arasında her zamanki gibi ön sırayı aldı.
Bu arada çağdaş sanatımızın dökümünü içeren sergiler
de bellek tazeleme olanağı getirdi. Bu sergilerden
biri de bir süredir onarıma alınmış olan İstanbul
Resim-Heykel Müzesi’ndeki koleksiyonlardan
oluşturuldu.
2009’da Pera’da açılan Britanyalı Oryantalistler ve
Chagall, Sabancı’daki Beuys sergileri, İstanbul
Modern’de Paolo Colombo küratörlüğündeki “Gölgeye
Övgü” sergisi, geçmiş yıllarda başka önemli dış
sergilerle başlamış olan güzel geleneğin sürmekte
olduğuna tanıklık etti. Galerilerdeki kapsamlı ve
özenli sergiler, yaşanan sergi trafiğinin yoğunluğu
nedeniyle olsa gerek, çoğu zaman gerektiği gibi
izlenemedi. Bu sergilerden de anlaşılacağı gibi,
büyük kentlerdeki galerilerin etkinliği çağdaş
sanatın nabzını onların tuttuğunu açık biçimde
göstermektedir. İstanbul’da Mısır Apartmanı’nın
katlarını dolduran galerilerde, yılın önemli
sergileri izlendi. Nişantaşı-Teşvikiye eksenindeki
galeriler de bu etkinliği paylaştılar.

Merkez
ve periferi
Ancak sanatsal etkinlikler İstanbul’da yoğunlaşıyor
olsa da, öteki illerin katkısı görmezlikten
gelinemez. Bir dönemin gözde merkezlerinden biri
olduğunu her fırsatta kanıtlamış olan Ankara’da
birkaç yıldır yaşanan durgunluğun nedenleri, ayrı
bir yazının konusu olabilir. Başkent, bu durgunluğu
aşabilecek mi önümüzdeki dönemde? Bu biraz da
gelişmelerin seyrine ve merkez bürokrasisinin atak
yapmasına bağlı.
Gene de periferinin merkezi zorladığını gösteren
gelişmeler, daha çok da 2009’da söz konusuydu.
Yılların pasif yaşamından çıkmak için İzmir’in
gösterdiği atağı ve modern bir kent kimliği içindeki
Eskişehir’in canlılığını anmak gerekiyor. İzmir’de
bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen “Egeart” ve
Eskişehir’deki “İmece” etkinliği öne çıkmaktadır.
Her iki etkinlik de o kentlerdeki üniversitelerin
çıkışıyla hayata geçiriliyor. Biraz daha uzaktaki
Diyarbakır, özellikle genç kuşağın ilgi odağı bir
kent olma aşamasında.
Piyasa olgusu
Müzayedelere özel koleksiyonlardan akan yapıt
sayısı, önceki yıllarla kıyaslanmayacak bir düzeye
tanıklık etti 2009’da. Bu durum, sanata yatırım
yapanların, daha cömert meblağlar üzerinden alım
yapmalarını özendirici bir etki yarattı. Yarım
ağızla dile getirdiğimiz piyasa olgusunun oluşma
evresinde 2009’u önemli bir dönemeç saymamızda, bu
gelişmenin payı ağır basıyor kuşkusuz. Halıya ve
antika eşyaya yönelik ilginin yerini çağdaş
yapıtların alması, Türkiye açısından bir dönemecin
artık aşılmakta olduğu izlenimini güçlendirmekte.
Ancak satışların parasal tutarları, yapıtların
sanatsal değerlerinin öne çıkmasını gölgelemiş
olduğundan, müzayedelerin gerçek işlevleri açığa
çıkmamış sayılabilir gene de. Ama bu yolda önemli
bir mesafenin alındığı da unutulmamalı.
Çağdaş dünyanın üyesi
Ülke sınırları dışında çağdaş yapıtların görücüye
çıkma sürecinin başladığına işaret eden gelişmeler
ise, 2009’u kilometretaşı yapan başlıca olguydu.
Çağdaş dünyanın üyesi olma yolunda kararlı bir çıkış
için ilk adımların bu alanda atılması, geleceğe
yönelik beklentilerimize de haklı bir boyut
katacaktır ilerde. Dubai’de başlayan uluslararası
müzayede maratonuna, daha sonra Londra ve New
York’taki müzayede evlerinin çağdaş Türk
ressamlarıyla katılması, böylece uzak bir düşü
gerçekleşme aşamasına getirmiş bulunmaktadır.
Sotheby’s’in düzenlediği müzayedede küresel pazarla
tanışma olanağı bulması, bu alanda birtakım
isimlerin öne çıkması, Türk sanatının çağdaşlık
aşamasında 2009’a işaret düşülmesi için de yeterli
bir neden olabilmektedir.
Bu yöndeki bütün bu gelişmeleri, bundan sonraki
aşamalar açısından bir ön adım saymamız gerekiyor.
Çünkü bunlar, beklenenin sadece öncül boyutuna
tekabül etmektedir. Manipülasyon ihtimallerini
parantez içine alsak da, aynı paranteze dahil
edeceğimiz belli çaptaki finansal olgular, geçen
yılın artılar hanesini öne çıkarmamızda yeterli
nedenlerdir.
İster vursun, ister teğet geçmiş olsun, küresel
plandaki krizin etkileri, yüzyılın başlarından bu
yana ülke sanatını sarsmakta yeterli olmamışsa, bu,
biraz da sanatın Türkiye’de güvenli bir yatırım
alanı olduğuna dair inancın yavaş yavaş kabul edilir
olduğunun bir göstergesidir. Buna ilişkin
gelişmelerin yoğunlaştığı 2009’u, bu bakımdan bir
milat olarak görmek yanlış olmayacaktır.
Genç sanatçılar
Geride kalan yılı, genç sanatçılar yılı olarak
tanımlamak da mümkün. Genç nüfusun, başka
ülkelerdeki nüfusa oranla daha hızlı bir artış
gösterdiği ülkemizde, bu kesimden sanat uğraşına
gönül vermiş olanların yıldan yıla artışı, yeni bir
olguyu da su yüzüne çıkarmakta etkili oluyor.
Zamanın eleyici katkısı gerekenin oluşmasında etken
olacaktır elbet; ama bugün yetişkinlik çağında
bulunan sanatçılar, varlıklarını kanıtlayacak
yarışmalara ve sergilere katılmakta istekli
görünürken, bu tür yarışma ve sergiler yapmak
amacıyla öne çıkan galeri ve kuruluşlar da giderek
artmaktadır. 2009’da bu türden gelişmelere de tanık
olduk. Özel kuruluşlar, genç sanatçıların ortaya
çıkıp kendilerini kanıtlama yarışına girmelerinde
etkili olan yarışmaların hız kazanmasında gene işlev
sahibi olmaktalar.
2009’a güle güle; hoş geldin 2010.
Cumhuriyet, Yazı: Kaya Özsezgin, 30.12.2009
|
MİMAR SİNAN KÖPRÜSÜ'NDEKİ KAÇAK YAPILAR YIKILACAK

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 443
yıllık tarihi Mimar Sinan Köprüsü'nde bulunan 18
adet kaçak yapıyı yıkacak. Belediye'den
yapılan açıklamada, Ayamama Deresi'ni işgal eden
yapıların yıkımının gerçekleştirildiği
hatırlatılarak, 443 yıllık tarihi Mimar Sinan
Köprüsü üzerinde bulunan 18 adet kaçak yapının da
yıkılacağı belirtildi.
Açıklamada, DSİ raporuna göre şu
anda yüzde 95 doluluk oranına sahip Büyükçekmece
Gölü'nün taşkın riski taşıdığına işaret edilerek, ''Büyükçekmece İlçesi Dizdariye Mahallesi
Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü ve Sokullu Külliyesi
Koruma Alanı'nda bulunan Maliye Hazinesi
mülkiyetindeki 18 adet kaçak yapının yıkımı, 775
sayılı Gecekondu Kanunu kapsamında İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Zabıta Dairesi ekiplerince
gerçekleştirilecek'' denildi.
Olası bir aşırı yağış durumunda kapakların açılması
halinde suların 4 metre boyunca yükseleceğinin DSİ 14. Bölge Müdürlüğü'nün
İstanbul Valiliğine hitaben yazdığı raporda
belirtildiği kaydedilen açıklamada, şu
bilgilere yer verildi:
''Raporda; Büyükçekmece iskan sahalarının büyük
ölçüde taşkın sahasında kaldığı, taşkın
halinde iskan sahalarını basacak su kotunun 3,5-4
metre yükseleceği, kapakların yeterince
açılmaması halinde ise suyun baraj gövdesi üzerinden
aşarak barajın yıkılması riski ile karşı karşıya
kalınacağı Büyükçekmece Barajı Model Deneyi
sonucuna istinaden ifade edilmektedir.
Büyükçekmece İlçesi Dizdariye Mahallesi
Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü ve Sokullu Külliyesi
Koruma Alanı'nda bulunan ve
korunması gerekli tescilli yapı olan Mimar Sinan
Köprüsü üzerindeki 18 adet kaçak yapının
yıkımı, İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurul'nun 11 Temmuz 2008 tarihli
ve 12 Kasım 2009 tarihli kararları ile de
isteniyor.''
Milli Gazete, Fotoğraf: Sezer Akat, 30.12.2009
|
HER KONAK HAYTALAR KADAR ŞANSLI DEĞİL
Mudurnu’da
asırlık konaklar onarılmayı bekliyor.
Mudurnu’da onarılmayı bekleyen en önemli konaklardan
biri tarihi Haytalar Konağı. Konak sahipleri 2006
yılında Mudurnu Kaymakamlığı ile bir protokol
yapmışlardı. Mudurnu Kaymakamlığı ise Haytalar
Konağı'nı 2009 yılında İzzet Baysal Üniversitesi'ne
devir etmişti. Konak 2010 yılında onarılacak ve
Mudurnu Süreyya Astarcı Meslek Yüksekokulu
bünyesinde Restorasyon Bölümü olarak öğrencilere
hizmet verecek.
Bolu Olay, 30.12.2009
|
|
TOPBAŞ'IN PLANLARINA 17 SERT ELEŞTİRİ

Çevre Düzeni Planı’na
bir dava
da Şehir Plancıları tarafından açıldı. Oda, planın
şehri kaosa iteceğini düşünüyor.
Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ve
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Kadir Topbaş’ın çok yakından takip ettiği
İstanbul’un 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni
Planı’na bir dava da Şehir Plancıları Odası’ndan
geldi. Odanın İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne
iletilmek üzere
Ankara’dan açtığı bu dava öncesinde Mimarlar
Odası da bir dava açmıştı. Plan, 15 Haziran 2009
tarihinde İstanbul Belediye Başkanlığı tarafından
onaylanmıştı.
Yapılan açıklamada, İstanbul’un planlanmasının
uzmanlık alanında olduğu halde odadan görüş
alınmadığı belirtilirken, planın açıklanmasından
sonra yetersizliklerin belediyeye iletildiği, ancak,
yasal süreler içinde olumlu ya da olumsuz cevap
alınamaması üzerine dava kararının alındığı ifade
edildi.
Odanın sert eleştirileri İstanbul ile ilgili tam 17
noktayı kapsıyor.
Oda, bu kararlar
için dava açtı:
YOĞUNLUK TEHDİDİ: Yoğunluğu
artıracak kararlar içeriyor. Hatta, alt ölçekteki
planlarla imar uygulamalarını bu yönde teşvik
ediyor.
NÜFUS KONTROLÜ: 2023’te 16 milyon
nüfus planı gerçekçi değil. Nüfusun nasıl 16
milyonla sınırlı tutulacağından da söz edilmiyor.
İSTANBUL VE SEKTÖRÜ: Sanayi
alanlarının kentin dışında yapılandırılmasına ve
İstanbul ’da hizmetler sektörünün geliştirilmesine
yönelik kararlar, yeterli ölçüde irdelenmemiş.
DEPREM TEDBİRİ: Depremlere karşı
tedbirler planda tanımlanmamış. İstanbul ’un afet
riskine açık yapısı planda da sürdürülüyor.
KONUT DAĞILIMI: Konut alanlarında
dengeli bir dağılım yok. Alanlar belirlenirken
TOKİ ve KİPTAŞ ’ın projeleri esas alınmış. Oysa
bunların büyük kısmı yargılanıyor.
TARIM ALANLARI:
Silivri ve
Çatalca’daki mutlak tarım alanları tehdit
ediliyor. Silivri-Büyükçekmece’de
telafisi güç zararlar olabilir. Hadımköy’de
planlanan sanayi alanları, Büyükçekmece Gölü ve
Sazlıdere Barajı ’nın elden çıkmasına neden
olabilir.
İÇME SUYU HAVZALARI: İçme suyu
havzalarının korunmasına yeterli hassasiyeti
gösterilmiyor. Sanayinin taşınması talep edilirken,
konutta aynı kararlılık gösterilmiyor.
SU TOPLAMA HAVZALARI:
Küçükçekmece Gölü ve Sazlıdere Barajı su toplama
havzalarının yapılaşmadan korunması tedbirleri
kararlara dönüştürülmemiş.
SİLİVRİ’YE AŞIRI YÜK: Gelişme yükü
Silivri’ye kaydırılmış. Bölgenin ekolojik değerleri
ve yeraltı su varlıkları böylece imkansızlaşıyor.
HAVAALANI İHTİYACI:
Çorlu Havaalanı’nın ihtiyacı karşılayacağı
bilindiği halde, tarım alanları üzerinde üçüncü bir
havaalanı kararı alınması, şehircilik ilkeleri
bakımından isabetli değil.
ORMAN VE 2/B: Orman ve 2/B
alanlarındaki kaçak yapıların yasallaştırılmasına
yönelik kararlar içeriyor. Bu durum,
Anayasa, Orman Yasası ve
Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı.
KIRSALDA LÜKS: Kırsal alanlar ve
yerleşmeler, lüks konut yapılaşmasına açılarak, yeni
sorunlar yaratılıyor. Özellikle Şile, Ağva ve
Riva’da öngörülen gelişme kararları, kaygı
verici.
HAVZALARDA ÜNİVERSİTELER: Koruma
altına alınması gereken içme suyu havzaları ve orman
alanlarında sosyal tesislerin plan kararı haline
getirilmesi, hatalı. Özellikle üniversitelerin de
buralarda yapılabilecek olması, mevcut örnekler de
dikkate alındığında kaygı verici.
KRUVAZİYER LİMANLAR: Planda
Haydarpaşa, Galata
Limanı, Kartal ve
Zeytinburnu’nda ‘kruvaziyer liman’ kararlarının
verilmesi hem Anayasa’ya hem de konu ile ilgili
yargı
kararlarına aykırı.
YAPAY
ADALAR:
Dubai’den esinlenilerek
Marmara Denizi’nde yapılması öngörülen ‘yapay
adalar’ın kente nasıl bir getirisinin olacağı, buna
karşılık ne kadar maliyetinin olduğu bile
değerlendirilmiyor.
KAMU HASTANELERİ: Merkezdeki büyük
hastanelerin kentin dış çeperine taşınması vahim bir
karar. Özellikle Çapa, Cerrahpaşa ve
Şişli Etfal hastaneleri bu kapsamda.
KIYILAR: Boğaziçi ve kıyı
alanlarının korunmasında da zaaflar var. Özellikle
İstinye, Tarabya gibi Boğaziçi’nde öngörülen yoğun
turizm, sakıncalar taşıyor.
Milliyet, Haber: Tebernüş Kireççi, 30.12.2009
|
BİR TARİHİ MİRASIMIZ DAHA YOK OLUYOR

Eskişehir'de MÖ 7-8. yüzyılda yapılan ve
dünyanın en önemli anıtlarından biri olarak kabul
edilen Yazılıkaya, binlerce yılın yıpratmasına ek
olarak yıkılma tehlikesi de taşıyor.
Eskişehir Valisi Mehmet Kılıçlar yaptığı açıklamada,
Yazılıkaya Anıtı'nın “Dağlık Frigya” veya “Sağlıklı
Frigya” olarak bilinen bölgede bulunduğunu
belirterek, Yazılıkaya'nın tarihte Kral Midas'ın ve
tanrıça Kibele'nin kutsal kenti olarak bilinen
topraklarda bulunduğunu kaydetti.
Yazılıkaya'nın Frigya bölgesindeki 1315 metre
yüksekliğinde bulunan bir tepe üzerine inşa
edildiğini ifade eden Kılıçlar, şöyle konuştu:
“Anıt yaklaşık 17 metre yüksekliğinde, 16,5 metre
genişliğinde bir volkanik kaya üzerine inşa edilmiş.
Anıtın üç yazıttan oluşan işlenmiş yüzeyi 280
metrekareden oluşuyor. Frig uygarlığına ait
Yazılıkaya, bünyesinde Hitit kültüründen de
kalıntılar bulunuyor.
Yazılıkaya'nın geçmişinin MÖ
7-8. yüzyıla kadar dayandığı tahmin ediliyor.
Yazılıkaya, dünyanın en önemli açık hava
anıtlarından biri olarak kabul ediliyor. Anıtın
üzerindeki yazılar, Frig dili tam olarak
çözülemediği için henüz anlaşılmıyor. Frig
uygarlığının en önemli anıtı olan Yazılıkaya'nın
sırrı çözüldüğünde insanlık tarihinde yeni bir
sayfanın açılacağı ön görülüyor.”
Vali Kılıçlar, anıtın çeşitli nedenlerden dolayı
aşındığını ve yıprandığını belirterek, anıtın
konservasyonu (eserin özelliklerini kaybetmeden
korunması) ve restorasyonu için Kültür ve Turizm
Bakanlığı ve Bölge Anıtlar Kararı ile çalışmaların
sürdüğünü bildirdi.
Anıtta yapılması planlanan çalışmalarını titizlikle
yürütüleceğini anlatan Kılıçlar, şöyle devam etti:
“Kültür ve Turizm Bakanlığı da anıtın korunması için
konunun üzerine ciddiyetle eğiliyor. Bakanlıkla
anıtın konservasyonunun teknik ve uygulamaları
konusunda da görüşmelerimiz var. Yazılıkaya hakkında
çalışmalarımızı kış ayları gelmeden bitirmek
istiyorduk. Anıt hakkında raporları Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Bölge Kuruluna ilettik. Ancak,
anıttaki çalışmalar titizlikle yürütüldüğünden bir
yavaş işliyor. Kimse anıta zarar vermek istemiyor.
Yazılıkaya'nın yakınına bir otopark yaptık. Gelen
turistlerin ihtiyaçlarını gidermeleri için de
çeşitli çalışmaları tamamladık. Bazı yolları parke
taşlarla döşedik.”
Yazılıkaya Köyü Muhtarı Veysel Gündoğdu ise
Yazılıkaya'nın her geçen gün aşındığını ve anıtın
üzerindeki çatlakların arttığını bildirdi.“Anıtın
ortasındaki çatlak hızla ilerliyor” diyen Gündoğdu,
şunları söyledi: “Anıtın üst kısmındaki motiflerden
birisi neredeyse yok oldu. Sağ kenarda bulanan
yazıların hemen yanında da yeni bir çatlak oluştu.
Anıt oluşan çatlaklar nedeniyle yıkılma tehlikeyle
karşı karşıya. Anıtı kurtarmak için çalışmaların hız
kazanması gerekiyor.”
Hürriyet, 30.12.2009
|
"AVRUPA'NIN KÜLTÜR BAŞKENTİ OLMA YOLUNDA HIZLA
İLERLİYORUZ"
Mardin Valisi Hasan Duruer, 7 bin
yıllık tarihi kenti geleceğe hazırlamak için önemli
projeleri hayata geçirdiklerini belirtti.
Duruer, hedeflerinin; turizmden tarıma,
ekonomiden sanata kadar her alanda Mardin'i
Avrupa'nın kültür başkenti yapmak olduğunu söyledi.
Mardin'de yapılan çalışmaları anlatan Mardin Valisi
Hasan Duruer, göreve geldiği günden beri kent
merkezinde ciddi bir çalışma başlattıklarını
söyledi. Öncelikle, kentin turizmini canlandırmak
için rehabilitasyon projelerine ağırlık verdiklerini
anlatan Duruer, Mardin'in, doğal ve tarihi değerleri
açısından turizm potansiyeli yüksek bir şehir
olduğunu kaydetti.
Kültür Turizm Bakanlığı tarafından kentsel sit
alanı olarak belirlenen Mardin'in turizm altyapısı,
pazarlama ve tanıtım faaliyetlerinin
geliştirilmesini amaçladıklarını ifade eden Duruer,
"Proje kapsamında mevcut koruma planlarına uygun
olarak Mardin kentsel sit alanındaki ana ulaşım yolu
olan 1. cadde ve eski canlılığını büyük ölçüde
yitirmiş olan zanaat sokaklarının rehabilitasyonla
daha cazip bir hale getirilmesi ve gelen turist
sayısının artırılarak, konaklama sorunlarının
minimum düzeye indirilmesi çerçevesinde önemli
çalışmalara imza attık. İstanbul Teknik Üniversitesi
ile işbirliği içinde birinci caddedeki karmaşıklığın
giderilmesi ve tarihi çarşının olabildiğince düzene
sokulması amacıyla, ilgili kurumlarımızla
koordinasyon içinde üzerimize düşen gayreti
gösterdik." şeklinde konuştu.
Mardin'i, Avrupa kültür başkenti yapmak için
çalışmaya başladıklarını vurgulayan Vali Hasan
Duruer, şu an süren çok önemli bir çalışma olan
kentsel sit alanının rehabilitasyonuna yönelik
olarak TOKİ, Mardin Valiliği ve Mardin
Belediyesi'nin ortaklaşa yürüttüğü 'Eski Mardin
Kentsel Dönüşüm Projesi' ile sit alanındaki uygunsuz
yapıları yavaş yavaş yıktıklarını ifade etti. Vali
Duruer, "Önümüzdeki bahar ayında hummalı bir çalışma
başlatılacak. Gözümüzü rahatsız eden ne varsa
temizlenecek. Tarihi kentin gerçek kimliğine
bürünmesi için ne gerekiyorsa yapılacak. İlk hedef
olarak yaklaşık 800 beton binanın yıkılmasını
sağlayacağız. Bu uğurda her türlü fedakarlığı, gerek
şahsım gerek Mardin halkı adına yapacağımı herkesin
bilmesini istiyorum." dedi. Mardin'in dünya
mimarisinin önemli kentlerinden biri olduğunu ifade
eden Vali Duruer, ilin tarihi dokusunun korunması ve
dünya kültür mirası olması için önümüzdeki günlerde
eksikleri tamamlayarak yeniden UNESCO'ya müracaat
edeceklerini kaydetti.
Mardin'in, artık kültür ve sanat şehri olma
yolunda önemli adımlar attığına dikkat çeken Duruer,
bundan böyle Mardin'in, her alanda birçok
organizasyona ev sahipliği yapacak olmasından
hareketle, hem Mardin halkının hem de esnafın her
konuda çok hassas olması gerektiğini kaydetti. İlin,
son 4 ayda önemli organizasyonlara imza atıldığına
dikkat çeken Vali Duruer, "Mardin; Osmanlı'da yaşam,
Osmanlı Kültürü ve Mardin Örneği' konulu konferans,
Hilmi Yavuz sempozyumu, Aile ve Şiddet konulu
konferans ve Mardin'deki değişim ve gelişim konulu
konferanslar Mezopotamya Rallisi, bienal tanıtımı ve
TASAM gibi önemli toplantılar ve organizasyonlara ev
sahipliği yaptı. Bu da gösteriyor ki artık Mardin'de
kültür ve sanat şehri olma yolunda önemli adımlar
atılmıştır." şeklinde konuştu. Son yıllarda turizmin
gözde merkezi olan Mardin'de hedeflerinin 5 yıl
içinde 5 milyon turist olduğunu belirten Dururer,
şöyle devam etti: "Kentteki yatak sayısını da bin
600'den 10 bin yatağa çıkarmayı hedefliyoruz.
Yatırımcıları ve iş adamlarını Mardin'e turizm
alanında yatırım yapmaya davet çağırıyoruz. Bu alanda
yatırım yapacak olan müteşebbislere her türlü
kolaylığı sağlayacağız. Mardin'de turizm sadece dört
ayla sınırlı olmamalıdır. Öncelikli hedefimiz,
turizmi 12 aya yaymaktır."
Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 29.12.2009
|
AYASOFYA, TOPKAPI'YI GEÇTİ
Yerli ve yabancı
turistler, bu yılın 11 aylık döneminde en fazla
Ayasofya, Topkapı Sarayı ve Mevlana Müzesi ile Efes,
Hierapolis ve Göreme ören yerlerine ilgi gösterdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müze ve ören
yerlerini 2009 yılının 11 aylık bölümünde 20 milyon
192 bin 607 kişi ziyaret etti.
Türkiye’nin en fazla gezilen ilk üç müzesi yine
değişmedi. Ancak, en çok gezilen müzeler
sıralamasında önceki yıl birinciliği alan Topkapı
Sarayı, bu yıl yerini Ayasofya’ya bıraktı. Ayasofya
Müzesi’ni 2 milyon 261 bin 186 kişi gezdi.
Habertürk, 29.12.2009
|
|
14 YÜZYILLIK DAMATRYS SARAYI İLGİ BEKLİYOR

Bizans
imparatorlarından II. Tiberius ile Maurikios (578-602) tarafından, "Tanrıça Demeter"in adının
verildiği Samandıra’da inşa edilen
ve yapıldığı dönemde İstanbul dışındaki en büyük ve
en önemli eser olması özelliği taşıyan
Damatrys Sarayı ilgi bekliyor.
Bizans imparatorlarından II. Tiberius ile Maurikios
tarafından, o dönemdeki adı "Demeter" olan
Samandıra’ya inşa ettirilen "Damatrys Sarayı", 14
yüzyılın yorgunluğuna rağmen hala tarihe meydan
okuyor. Sarayın boyutları ve nitelikleri göz önüne
alındığında, Bizans’tan günümüze ulaşan en önemli
yapılardan biri olarak görülüyor. Ancak 1980’lerden
sonra Samandıra’nın yoğun göç alması ve bölgedeki
çarpık yapılaşma ile ilgisizlik sonucu saray, yağma
ile yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış.
Sarayın ismi, Samandıra’nın tarihte rastlanan ilk
adı olan Demeter’den geliyor.
Demeter, Yunan mitolojisinde "tarım ve
bereket tanrıçası" anlamına geliyor ve
insanlara toprağı ekip biçmesini öğreten "tanrıça"
olarak biliniyor. Ayrıca Samandıra, rivayetlere göre
yabani hayvan çeşitliliğiyle av için de tılsımlı bir
mekan olmuş, Bizans imparatorlarının en gözde
sayfiye alanlarından biri haline getirmiş. O
dönemde, yazlık sayfiye alanlarına düşkünlüğü ve av
merakıyla tanınan Bizans imparatorlarından II.
Tiberius ve Maurikios tarafından Samandıra’ya bu
saray inşa ettirilmiş.
Kalıntıları günümüze kadar ulaşan ve literatüre "Damatrys Sarayı" olarak geçen bu
saray, inşa edilme amacı olan av ve dinlenmenin yanı
sıra İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı da olmuş.
Anadolu’ya yapılacak seferlerin yol güzergahında
inşa edilmesi sebebiyle Bizans ordusunun toplanma ve
konaklama bölgesi olarak kullanılmış. İmparatorlar,
Anadolu’dan dönerken de başkente girmeden evvel son
gecelerini bu sarayda geçirirlermiş. İmparator,
sefer dönüşünde Samandıra’da konaklarken, haberciler
bir gün önceden başkente ulaşır ve İmparator’u
karşılamak için gerekli hazırlıkların yapılmasını
temin ederlermiş.
Ancak saray, 12. ve 13. yüzyıldan itibaren
kullanılamaz hale gelir. Bugün yıkıntıları arasında
haç biçimindeki sarnıcı, kemer ve tonozları teşhis
edilebilen sarayın, gözle görülen bölümünden çok
daha büyük bir alanı kapsadığı tahmin ediliyor.
Saraya ilişkin AA muhabirinin görüştüğü Sancaktepe
Belediye Başkanı İsmail Erdem, "Damatrys
Sarayı" kalıntılarının bulunduğu alanda yapılacak
bir arkeolojik çalışma ile sarayın gün yüzüne
çıkacağını, yapılacak restorasyon çalışmaları ile de
güzel bir açık hava müzesi olabileceğini söyledi.
Erdem, sarayı 2010 Avrupa Kültür Başkenti programına
aldırarak, İstanbul’a kazandırmak istediklerini
belirtti. Bu konu ile ilgili İl Özel İdaresi’yle
görüştüklerini anlatan Erdem, İstanbul’da kültür
sanat alanlarındaki tarihi mekanların
restorasyonuyla ilgili ihalelere girmek için uzun
süredir çalıştıklarını bildirdi.
Erdem, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İl Özel İdaresi, bu bölgeyi 2010 programına alıp
yapım ihalesi açacaktı. Biz bu bölgeyi gündemimize
aldıktan sonra Anıtlar Kurulu’na gittik. Gerekli
izinlerin alınması için müracaatlar yaptık. ’Bu
bölge 30 dönümse biz bunu 100 dönüme çıkaralım,
şehir merkezinde bir meydan olsun’ dedik. Oradaki
yapılaşma kamulaştırılacak, meydan açılacak ve yeni
bir yaşam merkezi kurulacak. Ama Kültür
Bakanlığı’ndan proje yapımıyla ilgili bir genelge
geldi, ’bekletin’ diye. Burası barınmak amaçlı
yapılmış, savunma amaçlı olarak da çevresi geniş
tutulmuş, ama bir kısmı da toprak altında kalmış.
Çünkü üzerinden asırlar geçmiş. Üzeri açılırsa altta
kalan çok sayıda mekan ortaya çıkacak. Yani burada
arkeolojik bir çalışma yapılırsa, burası çok güzel
açığa çıkar. Bir açık hava müzesi olabilir."
Sancaktepe’nin bölge planı yapılırken saray
kalıntılarının olduğu bölge sit alanı olarak ilan
edildiğini belirten Erdem, ancak Anıtlar Kurulu’nun
sit alanını genişlettiğini ve "yapılaşma izni yok"
dediğini aktardı. Yeni planların ocak ayında
yapılmasından sonra, Anıtlar Kurulu ile tekrar
görüşeceklerini dile getiren Erdem, kurulla
görüştükten sonra belediye tarafından, bölgenin
özelliğine göre yeni sit alanı olması için özel bir
plan yapılacağını söyledi.
Radikal, 29.12.2009
|
|
TARİHE BÖYLE SAHİP ÇIKILIYOR!
“İstanbul
Üniversitesi tarihine sahip çıkıyor”
sloganı ile başlattığı proje kapsamında
Beyazıt Yerleşkesi’nin tarihi duvarlarında
yaptığı onarım ve temizleme tepkilere neden oldu.
Havalandırma ve su çıkışı için bırakılan künkler
proje kapsamında demir kapaklar ile örtüldü. İTÜ
Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay,
“Daha şimdiden harç çatlamış. Acaba kurula onarımla
ilgili bir başvuru yapılarak görüş alınmış mı” diye
sordu. İstanbul Üniversitesi yönetimi ise çalışma
ile ilgili bilgi vermedi.
Cumhuriyet, 29.12.2009
|
İLK ANSİKLOPEDİ TÜRKİYE'DE ÇIKTI
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sadi Çöğenli, ilk ansiklopedinin 1690'da Paris'te yayınlandığının bilindiğini; aksine daha eski tarihlerde yazılan ansiklopedinin ellerinde olduğunu söyledi.
Prof.Dr. Çöğenli şunları söyledi: "Bu ansiklopedimiz 60 cilttir. Bir kişi yazmıştır. Kaf harfine kadar gelmiştir, bitirememiş ve vefat etmiştir. Her bir cildi 200 varaktır, yani günümüzde 400 sayfa. Bu kitabı, 62 cildi doktora ve yüksek lisans talebeleriyle neşre kalksak 180 sene lazım. İnternete girildiğinde bu ansiklopediden bahsedilmiyor, 1690'da yazılan ansiklopediden bahsedilir. Bizim neşrettiğimiz İSAM'ın ansiklopedisinde de bu kitabın adı yok. Dünyanın haberdar olmadığı bu 62 ciltlik kitabımızın en azından ofseti yapılıp, 100 nüsha çoğaltılarak neşredilmesi lazım.”
Yeni Şafak, 29.12.2009
|
 |


|
İÇLER ACISI GÖRÜNTÜLER
Türkiye’de azınlık vakıflarına ait eserlerin bakımsızlığı büyük tartışma yaratırken Yunanistan’ın AB’den korunması için fon almasına rağmen, Osmanlı eserlerine ayıbı da gözden kaçmıyor. Ege’deki adalarda onlarca cami, mezar ve türbe bakımsızlıktan harap durumda
Yılda yaklaşık 3 milyon turistin ziyaret ettiği Kos, Girit ve Rodos adalarında bulunan Osmanlı yapıtları başta camiler olmak üzere hepsi harap durumda. Bazılarının camları kırık, pencereleri tahta parçaları, bez ve gazetelerle kapatılmış. Özellikle Girit Adası’ndaki bozuk yapılanma nedeniyle cami medrese ve külliyelerden birçoğunun ana giriş kapısını bile bulmak mümkün değil. Buradaki Hanya şehrinde evler arasına sıkışmış camilerin etrafında dört döndük ama hiçbirinin giriş kapısını bulamadık. Çünkü plansız gecekondu usulü ile inşa edilen evler camilere ait alanı işgal etmiş. Birçoğunun bahçe alanları evlere dahil edilmiş. Büyük meydanlarda bulunan bazı talihli camilerin kapıları ise ya gelişigüzel tahtalarla kapatılmış ya da zincir vurulmuş. Hanya’da yakın zamana kadar 11 cami varken şimdi sadece dördü ayakta.
Cami avlusundaki mezar ve türbelerin hemen hepsi tahrip edilmiş. Cami ve türbe duvarlarına çirkin grafitiler yazılmış. Osmanlı mimarisinin en zarif örnekleri arasında bulunan bu camilerin giriş bölümleri turistik eşya satan dükkan veya kafeteryaya dönüştürülmüş.
Dükkan sahiplerine camilerin girişinin nerede olduğunu sorarsanız hiç de hoş olmayan bir cevap alıyorsunuz. ’Aynı şeyin kiliselere yapılmasını ister misiniz?’şeklinde bir soru ise ’Rumca küfürlerle cevaplandırılıyor. Üstelik tüm bu eserlerin korunması ve onarılması için Yunanlılar AB fonundan yardım almış. Eserlerin önüne, “Burası AB’den alınan fon ile restore ediliyor” yazılmış ancak görüşüne göre bir çivi bile çakılmamış.
GİRİT
Girit’teki Osmanlı Camii’nin önündeki tabelada belediyenin AB’den camiiyi korumak için fon aldığı yazılı.
KOS ADASI
Kos Adası’daki zamanın Osmanlı Valisi Hacı Hasan’ın yaptırdığı camide, kendi türbesi de var. Ancak mezar taşı kırılmış, grafitilerle kirletilmiş.
Yine Kos’taki Defterdar Cami’de Barbaros Hayrettin’in kaptanı Turgut Reis de ibadet etmiş. Ancak caminin altında şimdi meyhane bulunuyor.
Vatan, 29.12.2009
|
SARAYİÇİ GENE SULAR ALTINDA KALDI
Edirne'de dün etkili olan yağışların ardından Tunca Nehri yeniden taştı. Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi yine sular altında kalırken, Fatih ve Kanuni köprüleri ulaşıma kapatıldı. Nehirdeki taşkın nedeniyle sürüklenen odun parçaları yakacak derdine düşen vatandaşlar tarafından toplandı.
Edirne'de ve Bulgaristan'da etkili olan yağmur yağışlarının ardından Tunca nehrinin debisi Suakacağı ölçüm istasyonunda 161 metreküp saniyeye ulaştı. Tunca nehrinin debisinin artması nedeniyle Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi er meydanı, tarihi Adalet Kasrı ve Sarayiçi'ne ulaşımı sağlayan Kanuni ve Fatih köprüleri sular altında kaldı. Sarayiçinin sular altında kalması nedeniyle bu mevkiine ulaşımı sağlayan Fatih ve Kanuni köprüleri Belediye ekipleri tarafından ulaşıma kapatıldı.
Edirne Meteoroloji Müdürlüğü yetkilileri kentte önümüzdeki hafta boyunca yağış olmayacağını ve hava sıcaklığının 1- 15 derece arasında olacağını belirtti.
DSİ 11. Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise son yapılan ölçümlerde Tunca nehrinin debisinin 161 metreküp saniye, Meriç nehrinin debisinin ise Kirişhane mevkiinde 323 metreküp saniye olarak ölçüldüğünü ve daha büyük bir taşkın beklenmediğini ifade ettiler.
Edirne Kent Haber, 29.12.2009
|

 |


|
DEFİNECİLER YERALTI ŞEHRİ BULDU
Şanlıurfa'nın Ceylanpınar İlçesi'nde, Kepez Tepesi diye bilinen sit alanında kaçak kazı yapan defineciler altın ararken, eski bir yerleşim biriminin ortaya çıkmasını sağladı.
Ceylanpınar İlçesi'nde, sit alanı olduğu için kazı yapması yasaklanan Kepez Tepesi diye bilinen bölgede kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçak kazı yapıldı.
Kazı yapılan bölgede eski bir uygarlığa ait olduğu tahmin edilen yerleşim alanı bulundu. Eski bir uygarlığa ait olduğu tahmin edilen yerleşim alanını tesadüfen bulduğunu dile getiren, İbrahim Atay, tarihi eserler üzerinde yaklaşık 20 yıldır araştırma yaptığını belirterek, "Kepez Tepesi mevkisi diye adlandırılan yerde arkadaşlar ile birlikte tesadüfen kaçak kazı yapılmış bir alan gördük kazı yapılan alanda yapmış olduğumuz incelemede kazılan alanın eski bir uygarlığa ait olan bir yerleşim alanı olduğunun farkına vardık. Yerleşim alanındaki merdiven basamakları ve duvarlar açık bir şekilde göze çarpıyordu. Kazı sonucu ortaya çıkan yerleşim birimin üst taraflarında kuyu ve mağaralar bulunmaktadır. Kaçak kazı sonucu ortaya çıkarılan yerleşim biriminin MÖ 5 bin yıllarına ait olduğu tahmin edilirken, bu yerleşim birimi Mitaniler, Parslar ve Hititlilere başkentlik yapmış bir bölgedir. Bu yerleşim birimin tarihteki ismi Vaşşugar ve Vaşugani'dir. Yıllardır, bu tarihi alan definecilerin uğrak haline gelmiş ve yıllardır bu alan kaçak kazı yapan defineciler tarafından tahrip edilmiştir. Eski yerleşim alanındaki kalıntıların defineciler tarafından daha fazla tahrip edilmemesi için yetkilileri göreve davet ediyoruz. Arkeologları ve araştırmacılar bölgeye gelerek eski yerleşim yerinde çalışmalar yaparak eski uygarlığa ev sahipliği yapmış yerleşim alanında çalışmalar yapması tek arzumuzdur" dedi.
Bu arada, Ceylanpınar Kaymakamı İlker Özerk Özcan ise, konu ile ilgili açıklama yapmayacağını söyledi.
Şanlıurfa Kent Haber, 29.12.2009
|
TARİHİ KÖŞKÜN BAHÇESİNE REZİDANS
Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın Beyoğlu Gümüşsuyu’nda 20 yıl önce yıkılan köşkünün bulunduğu arsaya Dubai merkezli Kaizen firması 16 lüks konutun içinde bulunduğu bir rezidans yapmaya hazırlanıyor. İmar planına göre, firmanın Latife Hanım Köşkü’nü de yeniden inşa etmesi gerekiyor.
Mustafa Kemal Atatürk ile Latife Hanım’ın aşklarına, evliliklerine ve ayrılık dönemlerine şahitlik etmiş iki köşkten biri olan Gümüşsuyu’ndaki Latife Hanım Köşkü’nün üzerinde bulunduğu arsanın sahibi, yaklaşık 20 yıl önce inşaat yapmak için izin istedi.
Koruma Kurulu da, 1989 yılında köşkün aslına uygun olarak yeniden yapılması şartıyla arazinin diğer bölümüne konut yapılmasına onay verdi. Metruk durumdaki köşk proje kapsamında yeniden yapılmak üzere yıkıldı.
Betonarme bina inşaatına başlanırken, tarihi köşkün yapımına ise bir türlü başlanamadı. Bu nedenle inşaat, restorasyon projesine uygun davranılmadığı için mühürlendi.
Köşkün bahçesinde yapımı durdurulan iki katlı yapının bulunduğu arsanın imar durumu daha sonra değişti. Arazi, Beyoğlu 1/5000 ölçekli Kentsel SİT Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda yeniden ele alındı. Yeni planla, söz konusu arsa “orta yoğunlukta konut” alanına alındı.
Planın “Eski Eser-Kayıp Eser Envanteri”nde, söz konusu arsada, “1. grup korunması gerekli kültür varlığı Latife Hanım Köşkü”nün olduğu belirtilerek, yeniden inşa edilmesi şartı kondu.
Plana bir vatandaş itiraz ederek arazideki konut fonksiyonunun kaldırılmasını talep etti. Ancak İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, itirazı sonraki planlama aşamasında değerlendirmesi gerektiği gerekçesiyle reddetti.
Bu arada el değiştiren arsanın yeni sahibi olan Londra, Dubai ve İstanbul’da proje geliştiren Dubai merkezli Kaizen İnşaat, yeni bir proje hazırladı. Proje, çalışması süren 1/1000 ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’nın kabul edilmesinin ardından uygulamaya konulacak. Kaizen firması, internet sitesinde, “Taksim Rezidans” isimli projeleri kapsamında 16 lüks daire yapacaklarını bildiriyor.
Milliyet, Haber: Şenol Demirci, 29.12.2009
|
 |

|
MARMARAY 2013'E SARKTI, FATURA 500 MİLYON $ KABARDI
İstanbul'un iki yakasını Boğaz'ın altından bağlayacak Marmaray Projesi, arkeolojik kazılar nedeniyle 4.5 yıl gecikti. Gecikmenin maliyeti en az 500 milyon dolar.
Avrupa ile Asya'yı birbirine bağlayacak Marmaray Projesi, arkeolojik kazılar nedeniyle 4.5 yıl gecikirken, bu gecikmenin maliyeti en az 500 milyon dolar oldu. 17 Aralık'ta Bakanlar Kurulu'nun Marmaray ihalesiyle ilgili fiyat güncellemesini öngören kararı Resmi Gazete'de yayımlandı. Bakanlar Kurulu kararına göre Nisan 2009'da bitmesi gereken Marmaray Projesi'nin tamamlanma tarihi 28 Ekim 2013 olarak belirlendi. Gecikmeye arkeolojik kazılar gerekçe gösterildi. Bakanlar Kurulu kararında, projenin arkeolojik kazılar ve standart dışı yapılaşma nedeniyle uzadığı, bunun da telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabileceği belirtildi.
Karara göre 2006'dan itibaren hak edişler güncel fiyatlara göre yapılacak. Bu durumda sadece enflasyondaki artış dikkate alındığında yaklaşık 1 milyar dolara ihale edilen Marmaray'ın tüp tünel ve istasyon ihalesindeki fiyat artışı yüzde 50 olacak. Bir başka ifadeyle arkeolojik kazıların devlete maliyeti 4.5 yıl gecikme ve en az 500 milyon dolar. İstanbul'un tarihini değiştirdi. Projenin gecikmesinin nedeni olarak gösterilen arkeolojik kazılar İstanbul'un tarihi için de önemli bulgulara ulaşılmasını sağladı. Kazılarda bulunan kalıntılara göre İstanbul'un tarihi bilinenin aksine 2 bin 700 değil 8 bin 500 yıl öncesine dayanıyor. Marmaray kapsamında Yenikapı'da yapılan arkeolojik kazılarda bugüne kadar Theodosius Limanı gün yüzüne çıkarılmış 33 gemi, İstanbul'un Bizans Dönemi'nde yapılan en eski suru, Bizans Kilisesi ve binlerce buluntu ortaya çıkarılmıştı. Theodosius Limanı'nın altındaki katmanda MÖ 6500'lü yıllara ait olduğu tahmin edilen 4 insan iskeleti ile ahşap savunma silahları, ahşap eşyalar ve kano kürekleri bulunmuştu.
Manş Denizi'ndeki Eurotunnel benzeri bir demiryolu projesi olan Marmaray'ın temeli 9 Mayıs 2004'te Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından atıldı. İnşaat tamamlandığında Marmaray'a bağlı hat 16 kilometre boğaz geçişi ve Avrupa yakasında Halkalı-Yenikapı, Anadolu yakasında Gebze-Harem arasındaki kısımlar olmak üzere yaklaşık olarak 76 kilometre uzunluğunda olacak. Proje Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı (DLH) Genel Müdürlüğü, Japon yüklenici firma Taisei Corporation, Gama-Nurol şirketi ve Avrasya Müşavirlik firması tarafından yürütülüyor. Projenin 13.6 kilometresi boğaz tüp geçişi olacak. Boğazın altındaki bölüm ise 1.4 kilometre. 36 istasyondan oluşacak projeyle trenler Avrupa'dan Asya'ya 2 dakikada geçecek.
Sabah, Haber: Hamdi Ateş, 29.12.2009
|
EFSANEVİ GENERALİN MEZARI BULUNDU MU?
Çin'deki Henan eyaletinin antik başkenti Anyang yakınlarında, efsanevi General Cao Cao’ya ait olduğu düşünülen bir mezar ortaya çıkarıldı.
1800 yıllık kompleksteki çalışmalarının 1 yıldır devam ettiği, 40 metrelik bir yeraltı geçidi de barındıran mezardan 3 insan kalıntısı çıkarıldığı belirtildi. 60 yaşlarındaki erkeğin Cao Cao, 50’lerindeki kadının imparatoriçe ve 20’lerindeki kadının ise hizmetkar olduğu düşünülüyor.
Gün ışığına çıkarılan 250 eser arasındaysa Cao döneminin günlük yaşantısını gösteren taş baskılar yer alıyor. Parlak askeri dehası ve sanatçı yönüyle Çin tarihinin korkulan ve saygı duyulan figürlerinden biri haline gelen Cao Cao, MS 208-280 yıllarını kapsayan Üç Krallık Dönemi’nde yaşadı. Pek çok roman, film ve operaya ilham kaynağı olan Cao’nun şiirleri ise halen Çin okullarında ders olarak okutuluyor.
Milliyet, 29.12.2009
|
 |
HİSAR CAMİİ'Nİ MOSTAR'IN MİMARI RESTORE EDİYOR

İzmir'in en eski ve en büyük mabedi Hisar Camii,
Mostar'ın mimarına emanet. Şehrin manevi merkezi
sayılan caminin restorasyon ihalesini alan mimar
Onur Özbaşbuğ, çalışmalara başladı.
19. yüzyılda geçirdiği 3
depremde hasar görse de ilk günkü özelliklerini
koruyan cami, sedef kakmalı ahşap minberi ve kalem
işleriyle günümüze kadar ulaşabilen ender
yapılardan.
İzmir Kemeraltı Çarşısı'ndaki tarihî Hisar
Camii'ni, Bosna Hersek'teki Osmanlı eseri Mostar
Köprüsü'nü ayağa kaldıran mimar Onur Özbaşbuğ
restore ediyor. Özbaşbuğ, 9 Kasım 1993'te savaş
sırasında yıkılan köprüyü, iki yılda aslına uygun
olarak inşa etmeyi başarmıştı. Özbaşbuğ,
Balkanlar'dan döndükten sonra Eskici Mimarlık
şirketini kurarak Türkiye'deki tarihî yapıları
onarmaya başladı.
Asırlara meydan okuyan tarihî eserleri restore
eden mimar Onur Özbaşbuğ şimdi de Aydınoğulları'ndan
Özdemiroğlu Yakup Bey tarafından 1596 yılında
yaptırılan Hisar Camisi'ni onarıyor. Çeşitli
dönemlerde çalışma yapılan caminin 1938 yılında
kubbe ve ayakları tamir edildi. 1976 depreminde
büyük hasar gören cami, 1985'te ibadete kapatılarak
ciddi bir bakımdan geçirilmişti. Caminin ihalesini
alan Özbaşbuğ, restorasyonu 2010'un Haziran'ında
tamamlayacak.
Mimar Onur Özbaşbuğ ve ekibi, çalışmaya
başlamadan önce harç tespiti yapmış. Caminin
orijinal sıvasını Topkapı Sarayı'ndaki konservasyon
laboratuvarında tahlil ettiren ekip su, kum, saman,
kırmızı tuğla tozu ve kireçten harç yapmış.
Samanın, inşaatın içindeki demir gibi çatlamayı
engellediğine dikkat çeken Özbaşbuğ, ihtiyaç oldukça
ilaveler yapılan elektrik panolarını da söktüklerini
ifade etti. Yeni bir elektrik projesi
geliştirdiklerini ve TEDAŞ'a onaylattıklarını
aktaran mimar, bu tasarımın Türkiye'de tek olduğunu
dile getirdi. Camideki bütün boyaları söktüklerini
kaydeden Özbaşbuğ, "Ana kubbeye yağlıboya yapmışlar,
bu orijinal değil. Altından ne renk bir boya
çıkacağına bakacağız. Küçük kubbelerde, çok tatlı
orijinal bir çivit mavisi bulduk. Mihrabı
söktüğümüzde ise eski süslemelerini ortaya
çıkardık." şeklinde konuştu. Caminin yapıldığında
süslemeleri bulunmadığını söyleyen başarılı mimar,
konsollarının hep taştan olduğunu belirtti.
İzmir Vakıflar Bölge Müdürü Muzaffer Ataseven de
bundan önce Hisar Camii'nin dökülen duvar ve
tavanları, yağlı boya ya da sıvalarının çimentoyla
kaplandığını ifade etti. Ataseven, "Şimdi
profesyonel bir ekip, bu işleri tek tek, aslına
uygun, kazıyarak aslına uygun yapıyor. Çalışmalar
bittiğinde, bu işlemlerin ne kadar önemli olduğu bir
kez daha ortaya çıkacak." ifadesini kullandı.
Zaman, Haber: Mustafa Yüksel - Ömer Oruç,
29.12.2009
|
"DUYDUKLARIM TÜYLERİMİ ÜRPERTİYOR"

Burhan Doğançay'ın rekor bir fiyata
satılan "Mavi Senfoni" tablosunun ardından sanat
piyasasında bir hareketlenme gözlendi. Son yıllarda
özellikle de 2009'un son aylarında müzayedelerde
yüksek fiyata satılan sanat eserleri, antikalar
dikkati çekti. Türkiye'de bir çeşit Rönesans
yaşanıyor ve yüksek fiyatların sebebi sanatçıya
verilen değerin artmasına mı dalalet yoksa böyle bir
piyasa mı oluştu?
Son günlerde yapılan müzayedeler ve satılan
eserler ile ilgili 3 kuşaktır ve yüz yıldan
fazladır müzayedecilikle ilgilenen Portakal Sanat
Evi'nin sahibi Raffi Portakal ve ressam İsmail Acar
ile müzayedeler üzerine konuştuk. Raffi Portakal
müzayedecilik konusunda Türkiye'nin en köklü
ailelerinden bir tanesinin üyesi olarak Portakal
Sanat Evi'nin sahibi. Geçtiğimiz günlerde satışa
çıkan ve daha sonra geri çekilen Kabe'nin Anahtarı
ile yüksek fiyata satılan Süleyman Seyyid'in
Karpuzlu Natürmort da bu müzayede evinde satışa
sunuldu.
Raffi
Portakal
Son zamanlarda sanat eserleri eskiye
nazaran daha yüksek fiyatlı satılmaya başladı. Bunun
sebebini neye bağlıyorsunuz?
Toplumun gelişmesi hepsi birbirine bağlı bir
şekilde ilerliyor. Daha öncede hiç yalılar bugünkü
fiyatlara satılmıyordu ama şimdi 25-30 milyon dolara
yalılar satılmaya başlandı. Bunun en önemli sebebi
zaten daha önce çok düşük bir fiyattaydılar, olması
gerekenden daha düşük. İkincisi de bu yükseliş
sağlıklı olması için yükselişin uzun süre aynı
fiyatta ve daha da yükselmesi lazım. Daha öncede
böyle durumlar yaşadı Türkiye. Çok süratli yükselen
sanat eserlerindeki örneğin tablolarda fiyatlar çok
yukarıya gitti daha sonra kriz dönemlerinde müthiş
sarsıntılar geçirdi ve aşağıya indi.
Krizden bahsettiniz ama şu anda küresel
bir kriz içerisindeyiz hala ve fiyatlar buna rağmen
yükseldi bu aslında şaşırtıcı değil mi sizce?
Bir bakıma öyle yalnız yükselen fiyatlar
şaheserlere doğru yöneldi. Bu iyi bir şey en azından
şaheser ile eser arasındaki fark anlaşılmaya
başladı.
Peki sanata ve sanatçıya katkısını siz
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaşayan sanatçıya bunun katkısının olmaması
mümkün değil. Bir kere sanatçı giderek daha iyi
yaşam koşullarına ulaşıyor. Daha iyi yaşam koşulları
derken daha iyi bir ev daha iyi bir araba demiyorum.
Hayır, dünyayı daha iyi tanıma imkanları. Müzeleri
daha çok gezme imkanları. Yurt dışında veya
dilediğin noktalarda daha çok vakit geçirme imkanı
demek. Daha özgürce sanat yapmak. Bir de sanat
iltifata tabiidir diye eski bir deyim var. Yani
iltifat edildikçe sanatçı beslenir. Eskiden saygı
gören Sultan 2. Beyazıt'ın döneminin önemli hatta 2.
Şeyh Hamdullah'ın hokkasını tuttuğu söylenir, sık
sık onu ziyarete gittiği söylenir.
Floransa'da da Medici ailesi var, mesen bir aile,
zengin bir aile. Oradaki ailenin ileri gelenleri
Rafael'lerin ayaklarına gidiyorlar, onları ikna edip
çalışmalara sokuyorlar, sanatçıların ayağına
gidiyorlar, yanlarına alıyorlar, sofralarına davet
ediyorlar, yani iltifat ediyorlar. Sanat iltifata
tabiidir. Bizde, ben biliyorum ressamlarımız
edebiyat alanında olsun heykeltraşlar olsun uzun
yıllar o gereken ilgi ve itibarı görmediler. Şimdi
görecekler. En azından o yolda adım atılıyor.
Bu eserlerin yatırım amaçlı mı alındığını
yoksa sadece o eserlere sahip olmanın sanatsal
anlamında heyecanından mı satın alındığını
düşünüyorsunuz?
Ben yakın zamana kadar bu suali soran insanlara
hep sanat heyecanlandırır diyordum ama son
zamanlarda duyduklarım yani kulaktan dolma değil
bizzati alan insanların bana söylediği şeyler
kulaklarımı ve tüylerimi de ürpertti. On tane 20,
30, 50 tane tabloyu birden aldıklarını söylüyorlar
bir sanatçıda. Niye aldıklarını sorduğumuzda
fiyatları yükseliyor yatırım amaçlı alıyoruz
dediklerini duyuyorum. Demek ki böyle bir kesim de
var. Ben o konuda geri kalmışım doğrusu.
Son yıllarda ya da en azından son 10 - 20
yıllık süreçte sizce satılan en önemli eser nedir
Türkiye'de?
Herhalde Kaplumbağa Terbiyecisi oldu tablo
olarak.
İsmail Acar
Geçtiğimiz günlerde
İtalya'nın Floransa şehrinde yapılan "Floransa
Uluslararası Çağdaş Sanatlar Bienali"ne davetle
katılan ve birincilik ödülü alan, Türk resim
sanatının önemli isimlerinden İsmail Acar'a da bu
soruları yönelttik. İsmail Acar da bunun sanat ve
sanatçı açısından olumlu yanları olduğunu düşünüyor.
Son zamanlarda dünyada ve Türkiye'de
yüksek fiyatla satılan sanat eserleri bize
sanatçılar açısından olumlu bir gelişme gibi
görünüyor. Sizce de bu yüksek satış rakamları sanata
katkı olarak değerlendirilebilir mi?
Yüksek satış rakamları tabii ki sanata verilen
önemin bir göstergesidir ve de Türkiye'de Doğançay,
Güleryüz, Uluç, İnan gibi ya da Akyavaş gibi Türk
resim sanatına emek vermiş sanatçıların eserlerinin
yüksek rakamlara satılması genel olarak Türk
sanatının ilerlemekte olduğunun bir göstergesidir;
ancak genç sanatçıların bu durumu çok doğru okuması
gerekir. Sanatın ya da sanat yapmanın amacı para
kazanmak, köşe dönmek mi yoksa yaptığı işle yaşamını
idame ettirmek mi ya da sanata adanan bir hayatın ne
zaman verileceği bilinmeyen bir mükafat, bir ödül mü
bir hizmetin bedeli mi bu değer ölçütleri; çünkü
para bazen birçok sanatsal endişeleri de yok eden
bir kavramdır. Dünle bugün arasında Doğançay'da
hiçbir şey değişmedi. Tek değişim materyalist
dünyanın üslendiği rol, sanata attığı el oldu.
Önemli olan bu değişimi Türkiye dışındaki dünyaya
taşımak , ama bu durum gençler için büyük tuzaklar
barındırıyor. Hiç eser satamayan sanatçılar bile
eserlerine şimdiden değersiz kalmamak için kafadan
bir tane sıfır ilave etti.
Türkiye'de bu sanat eserlerine gösterilen
ilginin gerçekten sanat için mi gösterildiğini
düşünüyorsunuz?
İlgi aslında gerçekten sanata mı yoksa yeni
keşfedilmiş oyuncaklara mı bilinmez ama bu ilgi
dünyada da bu tip modalarla yaratılıyor. Bir hikaye
ve ardından şaşırtıcı oyunlar... Yine de bal tutan
parmağını yalar misali, sanat da bu ilgiden bir
şekilde faydalanıyor. Bir taraftan sanata başka bir
şekilde de ilgi yaratmak oldukça zor. Bu ilgi doğru
şeyleri de tetikleyebiliyor. Bu süreçte benim en
büyük beklentim, bu hareketli ortamlar sayesinde
Türkiye'deki sanat pazarının dedikodularla yürüyen
yapısını değiştirmesi.
Son olarak gerçekleştirilen müzayedeleri
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında müzayedeler sanat pazarını zinde tutan
aktiviteler; ancak her işte olduğu gibi bu alan da
Türkiye'de birçok boşlukları barındırıyor ve art
niyetli kullanılabiliyor, müdahalelere açık bir alan
oluşu da cabası. Belli bir yaşın altı ya da genç
sanatçıların müzayedelere katılmasını, alınmasını
doğru bulmuyorum. Gençlerin ya da yaşayan
sanatçıların galerileri mevcut ve bu galeriler bu
sanatçıların fiyatlarını biliyorlar ve daha doğru
bir hareket, tavır sergileyebilirler. Maalesef
Türkiye'deki galeriler sadece kazandıkları parayı
birincil grup sanatçılarını korumadıkları için
müzayedeler galerilerin boşluğunu bir anlamda
üstlenen kurumlar rolüne soyunmuş oluyorlar.
Binlercesini üretebilecek gençlerin eserlerinin
müzayedelerden alınması esnasında alıcı da
korunamıyor ve de sanatın başındaki koruyucu hare
dedikodulara dönüşüyor.
Hürriyet, Haber: Buse Özel, 29.12.2009
|
ANTALYA'DA 1500 YILLIK SİNAGOG HEYECANI

Antalya'daki Myra ve Andriake antik kentleri
kazılarında ortaya çıkarılan 1500
yıl
öncesine ait sinagog, İsrailli bilim adamı, gazeteci
ve televizyoncuların akınına uğruyor.
Kazılarda ortaya çıkarılan tapınak, Menorah
plakaları (7 kollu şamdan) ve yazıtları incelemek
için bölgeye İsrail'den çok sayıda kişinin geldiğini
belirten Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen Edebiyat
Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr.
Nevzat Çevik, “Ortaya çıkardığımız sinagog, bölgede
yeni bir hareket yarattı. Böyle giderse bu bölge
Yahudiler için yeni bir merkez haline gelecek” dedi.
Prof.Dr. Çevik, tapınağı incelemek için gelen
İsrailli 5 bilim adamının, eserler üzerinde çeşitli
çalışmalar yaptığını söyledi. İsrailli gazeteci ve
televizyoncuların da tapınağa yoğun ilgi
gösterdiğini kaydeden Prof.Dr. Nevzat Çevik,
“Bulunan sinagogun yaşı çok eski olduğu için
Yahudiler açısından büyük önemi var. Bu yüzden ilgi
her geçen gün artıyor. Her gün farklı turist
grupları tapınağı geziyor. Eğer tanıtım
faaliyetlerini iyi yönetebilirsek bu bölge Noel Baba
Müzesi gibi özellikli bir yer haline gelebilir” diye
konuştu.
Yapının Roma dönemi granariumunun (tahıl ambarı)
batı köşesi önünde, limana bakar biçimde
konumlandırıldığını ve 3.90 metre çapındaki apsisin
bulunduğu ana odanın biri kuzeyden diğeri batıdan
olmak üzere 2 girişi bulunduğunu belirten Prof.Dr.
Çevik, “Bilimsel araştırmalar sonlandırılmamış olsa
da yapının Bizans (Doğu Roma) döneminde 4 ile 6'ncı
yüzyıl arasında inşa edildiği düşünülüyor. Tapınakta
bulunan Menorah plaklarında, Yahudi dininin bilinen
standart sembolleri bulunuyor. Tamamı yazılı olan
plakalar, daha önce Anadolu'da sadece Sardis, Priene
ve İznik'te bulunan benzerlerine göre çok daha
nitelikli ve ikonografik içerikli olmalarıyla dikkat
çekiyor. Bulunan 3 ayrı yazıttan ikisinde, ‘İsrael’
kelimesi kullanılmış” diye konuştu.
Radikal 28.12.2009
|
 |
'FIRTINA GEMİSİ' YOLA ÇIKACAK
Altınoluk beldesindeki Antandros Antik Kenti'nden, MÖ 1242 yıllarında hareket eden ve Roma İmparatorluğu'nun kurulmasına neden olan "Fırtına Gemisi" (The Tempest) yeniden yapılarak mitolojik yolculuğu tekrarlayacak. Kazı Başkanı Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat, projenin AB desteğiyle gerçekleşmesi için girişimlerin başladığını bildirdi.
Doç.Dr. Polat, proje ortağı olan İtalya'nın Castro şehrinde eşzamanlı çalışmaların sürdüğünü söyledi. Polat, "Bunun ilk ayağı Altınoluk ve Castro'nun kardeş kent olmasıydı. Castro Belediye Meclisi kardeşliğe imza attı. Projeyle tarihi gemi inşaa edilip yolculuk tekrarlanacak. Amaç, 2011'de Körfez Havaalanı'nın da uluslararası uçuşlara açılmasıyla bölgeye gelecek turistlere burada kalacakları bir neden oluşturmak" dedi.
Doç.Dr. Polat, "Roma İmparatorluğu'nun kurucucu Aeneas'ın, Kaz Dağları kerestesinden ürettiği Fırtına Gemisi ile yaptığı tarihi yolculuk yeniden canlandırılacak. İlyada destanının Truvalı kahramanı ve Roma İmparatoru Augustus'un atası Aeneas'ın Kaz Dağları'ndaki ağaçlardan yaptığı gemi yeniden inşa edilecek. Truva düştükten sonra kenti terk edip yeni yurt arayan Truvalılar'ın önderi olan ve yaptığı gemiyle denize açılıp Orta İtalya'da Roma kentini kuran Aeneas'ın mitolojik yolculuğu tekrar edilecek" diye konuştu.
Çizgi romanlara konu olan savaşçılığıyla tanınan Conan'ın kavimi Kimmerlere ev sahipliği yapan Antandros'ta bu sezon 24 kişilik bir kazı ekibi gece gündüz çalıştı. Arkeolog, mimar, restoratör ve öğrencilerden oluşan ekip, 3 farklı alanda 2 ay süren çalışma gerçekleştirdi. MÖ 7. yüzyıldan başlayıp Hellenistik döneme uzanan 53 mezar ortaya çıkarıldı. Toprak yüzeyinin 50 cm. altından başlayıp 3.5 metre derinliğe kadar inilen çalışmalarda birbiri üzerine binmiş pithos, çatı kiremidi, lahit, kremasyon, amphora gibi farklı tipte mezarlar bulunduğunu belirten Doç.Dr. Polat, Yamaç Ev olarak isimlendirilen Roma evindeki kazı çalışmalarında ise 33 metrelik bir koridor ortaya çıkarıldığını söyledi. Polat, "Böylece yamaçtan gelen taban suyu eve zarar vermeden tahliye ediliyor" dedi.
Yeni Asır, Haber: Şafak İnce, 28.12.2009
|
GÜNAY: NOEL BABA'NIN KEMİKLERİNİ İSTEYECEĞİZ
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Noel
Baba’nın İtalya’ya kaçırılan kemiklerinin geri
isteneceğini söyleyerek, “Her objenin ait olduğu
yörede sergilenmesi anlayışıyla kemikleri
isteyeceğiz” dedi.
Antalya’nın Demre
İlçesi'ni ziyaret eden Kültür
ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Noel Baba'nın kemiklerinin
istemenin haklı bir talep olduğunu belirterek, “Her
objenin kendine ait olduğu yörede sergilenmesi
anlayışıyla bunları isteyeceğiz” dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay,
Akdeniz Turistik Otelciler Birliği'nin (AKTOB) 25´inci kuruluş yıldönümü
dolayısıyla bulunduğu Antalya´da, dün akşam Demre’yi
ziyaret etti. Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek'le
kısa bir görüşme yapan Günay, daha sonra
gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Günay, Demre´deki Andriake Liman Kenti ve Myra Antik
Kenti kazılarını yürüten Akdeniz Üniversitesi Fen ve
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi
Prof.Dr. Nevzat Çevik´in, “Demre´den 1087 yılında
İtalya’nın Bari
şehrine kaçırılan Noel Baba'nın
kemikleri getirilmeli, Demre´deki mezarına
konulmalı” sözlerine yönelik sorular üzerine şunları
söyledi:
“Tarihi değerlerimiz arasında görkemli yapı ve
yapı parçaları da var. Bunlar dünya müzelerinin
önemli kısmını oluşturuyor. Her objenin ait olduğu
yörede sergilenmesi anlayışıyla bunları isteyeceğiz.
Müze ve arkeolojik alanlarımızı daha fazla
sahiplenmeye, bu talebimizin haklılığını dünyaya
anlatmaya çalışıyoruz. Kısa vadede bunları
gerçekleştireceğimize inanıyorum.”
Günay, Noel Baba'nın kemiklerinin ne zaman
isteneceği sorusunu ise Günay, “Bunu bilim adamı
arkadaşlarımla tartışmam gerekir. Elimizde hazır bir
takvim yok” diye yanıtladı.
Hürriyet, Haber: Ahmet Acar, 28.12.2009
******
MÜZESİ TAMAMLANINCA NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ
İSTENECEK

Kültür ve
Turizm Bakanı Günay, Batı
Akdeniz’de
bir Likya
Uygarlığı Müzesi kurma düşüncelerinin olduğunu
belirterek, “Müzeye ilk isteyeceğimiz
Noel Baba’nın kemikleridir” dedi.
Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, Batı
Akdeniz’de bir Likya Uygarlığı Müzesi kurma
düşüncelerinin olduğunu belirterek, “Biz o şehirde
bir müze yapıyorsak, tabii o müzeye ilk
isteyeceğimiz
Noel Baba’nın kemikleridir” dedi.
Günay, Batı Akdeniz’de bir Likya Uygarlığı Müzesi
yapma düşüncelerinin olduğunu söyledi. Burada
Roma döneminden kalma bir binanın bulunduğunu
anlatan Günay, şöyle konuştu:
“Dünyada az sayıda olabilecek bir tarihi binada
müze yapma konusunda elimizde bir fırsatımız var.
Bin metreden büyük bir çapta, aşağı yukarı 2 bin
yıllık bir yapı ayakta. Bu
bina,
çatısı hariç ayaktadır. Orada bir Likya Uygarlığı
Müzesi yapmayı düşünüyoruz. Müzeyi yaparken tabii o
topraklarda yaşamış önemli kişilerle ya da önemli
olaylarla ilgili bilgileri, belgeleri toplamamız
gerekiyor.
‘Noel Baba’ diye bildiğimiz ‘Santa Clause’ ya da
‘Aya Nikola’ diye değişik dinlerin isimlendirdiği
ünlü kişi de Patara’da doğmuş ve Demre’de yaşamış
bir insandır. Onun kemikleri de korsanlar tarafından
binli yıllarda alınıp
İtalya’nın bir kasabasına, Bari’ye götürülmüş.
Tabii onun da yerinde sergilenmesi lazım.”
Müze kurma düşüncesi üzerindeki çalışmaların devam
ettiğini dile getiren Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay, “Biz o şehirde bir müze yapıyorsak
tabii o müzeye ilk isteyeceğimiz Noel Baba’nın
kemikleridir” dedi. Günay, “Bu konuda bilim
adamlarıyla oturup çalışmamız gerekiyor. Henüz bir
takvim yok. Müze biraz şekillensin, yani
sergileneceği yeri ayağa kaldıralım, ondan sonra,
‘Bunun burada sergilenmesi lazım, kaçırıldığı korsan
ilinde değil’ diye bir talebimiz herhalde olacaktır”
diye konuştu.
Milliyet, 01.01.2010
|
KARDEŞİ İÇİN Mİ KESTİ?
Ünlü ressam Van Gogh’un kulağı hakkında yeni bir spekülasyon daha ortaya atıldı.
İngiliz araştırmacı Martin Bailey, Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’un kulağını neden kestiğini bulduğunu açıkladı: Kardeşinin nişanlanması. Bailey’e göre dahi kendisine maddi ve manevi destek veren kardeşi Theodore’nin nişanlandığını öğrendi ve üzüntüden kulağını kesti. Van Gogh kulağını kestikten sonra çizdiği tabloda bir mektup resmetti ve bu Theodore’nin evlilik haberini verdiği mektuptu.
Vatan, 28.12.2009
|

|
TARİHİ EVLER MARKALAŞIYOR
Kastamonu’nun
Taşköprü İlçesi’nde kendine özgü mimarisi ve
işçiliğiyle dikkat çeken tarihi evlerinden 132’si,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
tarafından tescillendi.
DP’li Belediye Başkanı Hüseyin Arslan,
Taşköprü’de çok sayıda tarihi ev ve konağın
bulunduğunu belirterek, bunun da ilçenin her dönem
önemli ticaret ve uygarlık merkezine ev sahipliği
yapmasından kaynaklandığını söyledi.
Taşköprü’nün 400 yıllık tarihe sahip olan
Delibeyoğlu Konağı başta olmak üzere bütün
konakların konaklama ve restoran turizmine müsait
olduğunu ifade eden Başkan Arslan, “Taşköprü
Belediyesi olarak konakları restore ettirmeye gayret
gösteriyoruz. 132 binanın tescili sağlandı. Şimdi
bunların restorasyonlarının yapılması lazım. Bu
noktada özellikle maddi durumu iyi olan tarihi konak
sahiplerine büyük iş düşüyor. Çünkü geçmişten
günümüze ulaşan bu kültür varlıklarını gelecek
kuşaklara en güzel şekilde taşımayı hedefliyoruz.
Karadeniz Bölgesi için büyük öneme sahip
Pompeiopolis Antik Kenti’nde hızla devam eden
çalışmaların ardından tarihi konak ve evler de ilçe
turizmine büyük katkı sağlayacak” diye konuştu.
Taşköprü İlçesi’nde 50 tarihi binanın ise
tescillenmeyi beklediği belirtildi.
Hürriyet Ankara, Haber: Hüseyin Doğan, 28.12.2009
|
KIRKLARELİ'NDE TARİHİ BİNALAR YIKILMAYA YÜZ TUTTU
Kırklareli'nin ilk yerleşim yeri olan Yayla
Mahallesi'nde sit alanı içindeki tarihi 77 binadan
sadece üçü restore edilebildi, kalan tarihi
binaların yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu
belirtildi.
Kırklareli Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Akkaya,
AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1990 yılında 1. ve
2. derece sivil mimarlık yapı örneği olarak kayıt
altına alınan binaların, 19. ve 20. yüzyıllara ait
yapılar olduğunu söyledi.
Tarihi yapılardan bugüne kadar 2'sinin iş adamı,
1'inin de Kırklareli Valiliği kanalıyla restore
edildiğini ifade eden Akkaya, Kırklareli'nin sivil
mimarlık örneği açısından oldukça zengin bir şehir
olduğunu kaydetti.
Akkaya, şöyle devam etti: ''Bu yapıları, ekonomik durumu yerinde olan mülk
sahipleri, atasının kutsal varlıkları olarak restore
edip, onları hatırlayarak, içerisinde mutlu bir
hayat sürdürmeyi tercih etmelidirler. Bu konuda iş
adamları ve durumu iyi olan kişilerin önderlik
etmeleri gerekiyor. Bakanlığımız uygun ödeme
koşuluyla kredi de veriyor. Bu yapılarımızın bir
kısmı kullanımda olurken çoğu harabe vaziyette
bulunuyor.''
Mustafa Akkaya, Yayla Mahallesi'ndeki tarihi
yapıların halinin görenlerin içini sızlattığını
belirtti.
Zaman, 27.12.2009
|
NOEL KUTLAMASI TÜRKLERDEN Mİ YAYILDI, YOKSA BU MİLLİ
MİT YARATMA GİRİŞİMİ Mİ?

Tartışmayı Sümerolog Muazzez İlmiye
Çığ’ın internette dolaşan mail’i başlattı. Çığ bu
mail’de, Hıristiyanların İsa’nın doğuşu olarak
kutladığı Noel bayramını eski Türklerin “yeniden
doğuş bayramı”na benzetiyor, hatta Batı’nın bu
bayram kutlamasını Türklerden “yürüttüğüne” işaret
ediyor. Mail’i “forward” rekorları kırarken, ilk
itiraz Taraf Gazetesi yazarı Sevan Nişanyan’dan
geldi. Nişanyan, “Olmaz. Milli mitoloji yaratma
gayreti başka şey, bilim başka şey. Birinin bol
olduğu yerde öbürü yetişmez” diye yazdı.
Ardından tarihçiler de potaya girdi.
Prof.Dr.
Halil Berktay “Tarihin televolesi” yorumunu
yaparken, Prof. Mehmet Ali Kılıçbay “Türkler göçebe,
ne işleri var çam ağacıyla” tepkisini gösterdi. Biz
de Muazzez İlmiye Çığ’ın kapısını çaldık. İşte
anlattıkları...
Bu bilgi bana internetten Adnan Atabek diye birinden
geldi. Heyecanlandım.
İran’ın Azerbaycan bölgesinde yaşayan bir
tanıdığım Azeri Türkü Arif Esmail Esmailinia’dan
teyit ettim. Kendisi mimar ama bu işlere çok
meraklı. Nardugan Bayramı eskiden onlarda da
kutlanırmış, hatta hala kutluyorlar. Bana kutlama
tebriki bile geldi. Ne yiyip ne içtikleri, nasıl
eğlendiklerini anlatıyor. Benim bunlara itimadım
var. Çünkü gayet mantıklı görünüyor. Biz hep
kendimizi baltalamaya çalışan insanlarız, çok
şaşıyorum, üzülüyorum. Hep dışarıdakiler kabul
ediliyor, onlar doğru söylüyor deniyor.
Akçam ağacı Türk halı ve kilim motiflerinde
temsil ediliyor. Efsanelerimizde de var. Bu ağaç
Orta Asya’da yetişiyormuş. Türkler Avrupa’ya devamlı
akın yapıyor, Avrupa herhalde Hunlardan aldı bu
geleneği. İznik konsilinde “Biz İsa’yı Güneş gibi
düşünüyoruz, onun doğumu olarak kutlayalım diyorlar.
Çam ağacı süslemesini ise ilk kez 1605’lerde
Almanlar yapıyor. Aslında tamamen Türk ürünü.
Avrupa’da ayakkabı yok, pantolon yok, dikişten
haberleri yok. Pantolon giymeyi, dikiş dikmeyi
Hunlardan öğreniyorlar. Asıl pagan onlardı. Hala
Türklüğünü kabul etmeyen tarihçiler var. Ben tarihi
ortaya koyuyorum. İtirazı olan varsa kanıtı
çıkarsın, bu böyle değil desin ve bunu ispat etsin.
O
zaman ben
de ona “peki” derim.
St. Nicholas (Noel Baba) da Demre’de yaşamış bir
derviş, fakirlere yardımcı olan saygın bir adam. Onu
da Noel’le bağdaştırmışlar. Hepsinin kökeni Anadolu.
Kırmızı giyme, nar kırma ritüellerini bilmiyorum.
Ama kırmızı Türklerde çok önemli. Çünkü Türkler
Güneş’e olduğu gibi ateşe de önem veriyorlar.
Türklerin Tanrısı o kadar iyi ki, istediği tek şey
sevgi: Her şeyi seveceksiniz. İşte bu sevecenlik
mevzuu bugün de bir şekilde Türklerde devam ediyor.
Mesela insan ayırmayız, soframız herkese açıktır,
kolay
arkadaş oluruz.
Eski Türk inanışına göre yeryüzünün tam ortasında
bir “akçam ağacı” vardı. Bu ağacın tepesi,
gece-gündüze ve Güneş’e hükmeden Tanrı Ülgen’in
sarayına kadar uzanıyordu. Gündüzlerin uzayıp
gecelerin kısalmaya başladığı 22 Aralık’ta günün
geceyi yenerek zafer kazandığına inanan Türkler,
Güneş’in yeniden doğuşunu akçam ağacının altında,
Nardugan (Nar: Güneş, Dugan: Doğan) adını verdikleri
büyük bir şenlikle kutluyorlardı. En güzel
giysileriyle şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar,
yaşlıları ziyaret edip, tüm aile fertleriyle özel
yemekler yiyorlar, Güneş’i geri veren Tanrı Ülgen’e
hediyeler bırakıyorlardı. Muazzez İlmiye Çığ’ın
teorisine göre MS. 325’te İznik’te toplanan konsilde
bu bayram İsa’nın doğumuyla özdeşleştirilip 24
Aralık’a alındı ve o gün bugündür Noel olarak
kutlanıyor.
Hürriyet Pazar, Haber: Şehriban Oğhan, 27.12.2009
|
TARİHİ CAMİNİN ONARIMINDA EDİRNEKARİ İŞLEMELER
ORTAYA ÇIKARILDI

Edirne Eski Cami'de yapılan onarımlar
çerçevesinde daha önce varlığı bilinmeyen Edirnekari
ahşap işleme örneklerine ulaşıldı. Edirne Vakıflar
Bölge Müdürü Hüseyin Özer, ortaya çıkarılan nadide
işleme örneklerinin titiz çalışmalar sonucu Edirne
ve Trakya'nın kültür varlığına kazandırıldığını
ifade etti.
Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından
başlatılan restorasyan çalışmaları, Eski Cami'deki
önemli sanatsal zenginlikleri gün yüzüne çıkardı.
Edirne'nin en önemli tarihi yapılarından biri olan
caminin yapımına 1403 yılında Süleyman Çelebi
döneminde başlandı. Osmanlı'nın fetret dönemine denk
gelen yapım çalışmaları 1414 yılında Çelebi Sultan
Mehmet döneminde tamamlandı. Bir dönem içinde
Osmanlı padişahlarının namaz kıldığı cami zamanla
yıpranmaya başladı. Asırlarca ayakta duran muhteşem
yapının daha fazla yıpranmaması için restorasyon
çalışması başlatıldı. Belirli aralıklarla uzun
yıllar devam eden çalışmalara son bir yıl içerisinde
hız verildi ve onarım çalışmalarında son aşamaya
gelindi. Caminin dış kesiminde yapılan çalışmalarda
yıpranan alanlar onarıldı. Bu sayede camii eski
günlerindeki görünümüne kavuşmuş oldu.
Camiinin iç
kesiminde yapılan ince çalışmalar kapsamında hünkar
ve müezzin mahfillerinin üzerindeki sonradan yapılan
yağlıboyalar kazındı. Boyaların kaldırılmasından
sonra mahfillerin ilk yapıldığı 1763'lü yıllardan
kalan "Edirnekari" işlemeleri ortaya çıktı.
Edirnekari bezemelerinin ortaya çıkarılmasından
sonra harap durumda olan hünkar mahfili de
onarılarak ibadete ve ziyarete hazır duruma
getirildi. Bugüne kadar Edirne'deki dini yapılar
içerisinde sadece Selimiye Camii müezzin mahfilinde
rastlanan Edirnekari işlemesi, bu kez Eski Cami'de
ortaya çıktı. Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin
Özer, Eski Cami'nin onarımı kapsamında birçok
çalışmanın yapıldığını belirterek, bunlardan en
önemlisinin Edirnekari işleme sanatının ortaya
çıkarılması olduğunu söyledi. Müezzin ve hünkar
mahfillerinde bulunan ahşap sanatının en nadide
örneklerinin herhangi bir kaynakta geçmediğini
kaydeden Özer, ortaya çıkarılan işlemelerin Edirne
ve Trakya'nın kültür varlığına kazandırıldığını
ifade etti.
Müdür Özer, mahfillerdeki yağlıboyalardan
başlayarak, özel kimyasallarla birkaç kat boya
söküldüğünü ve en alttaki Edirnekari işlerine
ulaşıldığını anlattı. Bundan sonra akademik seviyede
araştırmalar yapılacağını söyleyen Özer, dönemin
özelliklerini yansıtan bu süsleme sanatı
örneklerinin, Osmanlı toplumunun bulunduğu noktanın
tespiti ve tarihe vurulan damganın gelecek kuşaklara
taşınması bakımından önem arz ettiğini kaydetti.
Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 26.12.2009
|
ATATÜRK'ÜN İLK UĞRADIĞI MEKAN

Ankara Valisi Kemal Önal, başkentin en eski kamu
binalarından biri olan Ulus'taki
valilik binasındaki restorasyonun tamamlandığını
söyledi. Vali Önal, restorasyon çalışmalarının çok
titizlikle yapıldığını ve aslına sadık kalmaya özen
gösterildiğini söyledi. Bu nedenle uzun ve hassas
bir çalışma süreci yaşandığını ifade eden Önal,
''Amacımız orijinaline sadık kalarak restore
çalışmasını tamamlamaktı. Bunu başardık'' dedi.
TOKİ ile yapılan ihale sürecinin uzaması, yasalar ve
ödeneklerden kaynaklanan bazı sıkıntıların, işlerde
gecikmeye yol açtığını aktaran Önal, İstanbul'da
Milli Saraylardan gelen bir ekiple perde, mobilya
ve aydınlatma konularının planlandığını, Atatürk'ün
kullandığı ve ilk bakanlar kurulu toplantısını
yaptığı odanın halkın ziyaret edebileceği bir müze
olarak kullanılacağını kaydetti. Ayrıca kütüphanenin
de oluşturulduğunu belirten Önal, Ankara'nın
protokolü bol bir kent olduğu için, binada kapsamlı
iki makam odası bulundurulacağını söyledi.
Çalışmalar kapsamında, binanın giriş katında taban
döşemesi söküldüğünde altından orijinal Ankara
taşlarından yapılmış bir döşemenin ortaya çıktığını
anlatan Önal, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün
katkıları ile orijinaline en uygun şekilde yürütülen
çalışmaların tamamlanmasıyla başkentin önemli bir
binaya kavuştuğunu bildirdi.
Binaya taşınma işlemlerinin sürdüğünü ve 27 Aralık
Pazar günü, Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 90.
yılında açılışın yapılacağını bildiren Önal,
''Ata'mızın ilk uğradığı mekanı onun hatırasına
uygun olarak o gün açılış yaparak taçlandıracağı
Çevre düzeni dahil hızlı bir çalışmayla
tamamlanıyor'' dedi.
Böyle bir binanın onarılarak tekrar Ankara'nın
hizmetine sunulmasının tarihi eserlere duyulan
ilginin artmasına yol açacağına inanan Önal, Hacı
Bayram ve çevresini kapsayan Ulus Tarihi Kent
projesinin de yasal engellerin ortadan kalkmasıyla
tamamlanmasını beklediklerini kaydetti. Önal, ''Hacı
Bayram projesinde yargıyla ilgili bir takım sorunlar
olduğunu söyleniyor. Zaman içinde aşılacaktır. Ulus,
Türkiye Cumhuriyeti'ne tanıklık etmiş tarihi
binalarıyla önemli bir işlevi olan bölgedir.'' diye
konuştu.
Yapı, 25.12.2009
|
20 - 26 Aralık 2009
|
ESKİ RUM OKULUNDA
İSKAMBİL DERSİ

Fener
Rum Patriği
Bartholomeos’un
Milliyet’te yayımlanan röportajında, “Bahçesindeki
eski Rum okulunda bilardo oynanıyor” dediği
Edirnekapı’daki Aya Yorgi Rum
Ortodoks Kilisesi
ibadete kapalı... Bir
yıl önce hayata
veda eden papazın yerine yenisi atanmayan kilisenin
bahçesindeki kapalı Rum okulunun altında açılan
kıraathane ise üç yıldır faaliyette...
Fener
Rum Patriği
Bartholomeos,
Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş’a verdiği
röportajda, 2007’de Edirnekapı’daki bir Rum
kilisesine gittiğini, bu kilisenin bahçesindeki eski
Rum okuluna bilardo salonu açıldığını söylemişti. 24
Aralık 2009’da yayımlanan röportajda Bartholomeos,
“Biz kilisenin avlusunda ibadet ediyoruz. Birkaç
metre ötede bizim eski Rum okulunda bilardo
oynuyorlar” diyerek bu durumu eleştirmişti.
Patriğin bahsettiği
Edirnekapı Meydanı’ndaki Aya Yorgi Rum
Ortodoks
Kilisesi’ne gittiğimizde kapılarının kapalı olduğunu
gördük. Mihrimah Sultan Camii’nin karşısında bulunan
kilisenin hemen yanındaki eski Rum okulu binasının
sokağa bakan tarafında ise yaklaşık 3 yıldır
faaliyet gösteren Orhan Baba Kıraathanesi bulunuyor.
Kıraathanede çalışan Ali Yüceturanlı, bir yıl kadar
önce kıraathaneye bir bilardo masası alındığı ancak
fazla rağbet görmeyince masanın kaldırıldığını
söyledi. Yüceturanlı, “Kilisede arada bir ayin
yapılıyor. Zaten kilisenin papazı bir yıl önce
vefat edince yerine
yeni papaz da atanmadı” diye konuştu.
Hıristiyan bir
ailenin göz kulak olmak için kilisede kaldığını
anlatan Yüceturanlı, “Kiliseye bakan arkadaş da
zaman zaman kahvemize gelir, çayımızı içer, maç
seyreder. Patriğin söylediği gibi burası bir bilardo
salonu değil. Ayrıca bize patrikhaneden ya da başka
bir yerden bununla ilgili herhangi bir şikâyet
gelmedi” dedi.
Kıraathanenin müdavimlerinden Talat Esenyel ise, Rum
okulunun kıraathane açılmadan önce virane durumda
olduğunu belirterek, “Dükkânın olduğu yerde eskiden
tinerciler barınıyordu. Kıraathane açılınca burası
virane olmaktan kurtuldu. Zaten kilisede uzun
süredir ibadet yapılmıyor. Kıraathanenin kimseye bir
zararı olduğunu düşünmüyorum” diye konuştu.
Hıristiyan alemi dün
Hz. İsa’nın doğum
günü kabul edilen Noel’i kutladı.
Türkiye’de de
yurdun dörtbir yanındaki kiliselerde Noel ayinleri
düzenlendi, hıristiyan vatandaşlar dua etti.
Edirne’deki
Ortodoks Kilisesi’nde düzenlenen ayini yöneten Rahip
Aleksandır Çıkırık, Fener Rum Patriği
Bartholomeos’un “çarmıha gerilmek” sözünün yanlış
anlaşıldığını söyledi.
Sözcüklerin kullanımında ve anlamlarında dilden dile
farklılıklar olabileceğine dikkati çeken Çıkırık,
“Bartholomeos’un sözünde bir kasıt yok, yanlış
anlaşılma var” dedi.
İzmir’in Selçuk
İlçesi'ndeki Meryemana Evi’nde düzenlenen ayinden
sonra da Rahip Mesut Karaca, Bartholomeos’un tepki
çeken sözlerine katılmadığını belirterek, “İşte
bugün burada serbest olarak ayinimizi kutladık.
Hiçbir baskıya maruz kalmadık. Patrik hazretleri bu
sözleri eski çağlara dayanarak söylemiş olabilir”
diye konuştu. Mardinli Süryaniler de Noel’i 1400
yıllık Kırklar Kilisesi’nde kutladı.
Muğla’da ise
Köyceğiz,
Marmaris ve
Fethiye’de yaşayan
İngiliz, Alman ve Hollandalılar, Noel kutlamasını
Ortaca ilçesine bağlı
Dalyan beldesindeki
İztuzu kumsalında yaptı.
İlk olarak 9. yüzyılda Mihrimah Sultan Külliyesi’nin
bulunduğu yerde yapılan Aya Yorgi Kilisesi,
1556’daki külliye inşaatı sırasında yıktırılarak
bugünkü yerine taşındı. 1726 yılında tamir gören
kilise kaba taş ve tuğla türü malzemelerle inşa
edildi. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun
ortasında yer alan kilisenin bahçesinde
kullanılmayan Rum okulu ile bir sarnıç bulunuyor.
Milliyet, Haber: Tahsin
Aksu, 26.12.2009
|
TARİHİ ŞENGÜL HAMAMI
YENİDEN HİZMETİNİZDE
Ankara'da, Anadolu Beylerbeyi İshak
Paşa’nın 15. yüzyılın 2. yarısında yaptırdığı Şengül
Hamamı hizmete açıldı.
Hamam erkekler ve
kadınlar kısmından oluşan tipik bir Osmanlı çifte
hamamı. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve
Ankara Vakıflar
Bölge Müdürlüğü'nün gözetim ve denetiminde Hamamın
işletmecisi Aslanlar Hamam İşletme Şirketi
tarafından aslına uygun restore edilerek kadınlar ve
erkekler bölümleri hizmete açıldı.
Turistik özelliklere haiz ve Avrupa Birliği'nce de
Türkiye’de örnek seçilen hamam, dünya mirası
kapsamında yerli ve yabancı 42 bilimadamı inceledi.
Hamamın soyunma odaları 19. ve 20. yüzyılda
yenilendi. Kadınlar kısmının girişi barok
karakteristikleri taşıyan sivri bir çatı ile örtülü.
Erkekler kısmının girişi ise doğrudan, ortasında bir
havuz olan soyunma odasına açılıyor.
Hürriyet Ankara, Haber:
Dila Dinç, 26.12.2009
|
|
'OSMANLI KAFTANLARI' EN
İYİ 10 SERGİ İÇİNDE
Washington’daki
Smithsonian Müzesi’nde açılan “Stil ve Statü:
Osmanlı
Türkiye’sinden
İmparatorluk Kostümleri’’ adlı sergi,
Washington Post
gazetesinin internet sitesinde son 10 yılın en iyi
10 sergisi arasında gösterildi.
2005 yılında yaklaşık 3
ay süreyle açık kalan sergide 68 eser sanatseverlere
sunulmuştu. Sergideki Yavuz Sultan Selim, Kanuni
Sultan Süleyman ve Sultan Bayezid’e ait kaftanlar
ile şalvar, başlık, kilim ve bazı gümüş süsler
sanatseverlerin ilgisini çekmişti.
Milliyet, 26.12.2009
|
EMEK SİNEMASI ÖNCE
YIKILACAK, SONRA TAŞINACAK

Beyoğlu'nun en eski
sinemalarından biri olan tarihi
Emek Sineması'nın
üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Tarihi kimliği,
barok ve rokoko bezeli duvarları, 875 kişilik
ihtişamlı salonu, görkemli perdesi ve yüksek
duvarları ile diğer sinemalardan ayrılan 85 yıllık
Emek Sineması'nın yıkılıp yeniden inşa edilmesi
gündemde. Beyoğlu
Belediyesi'nin sunduğu bir yenileme
projesi, mimarlarla belediyeyi bir kez daha karşı
karşıya getirdi.
Sinemanın yıkılıp restorasyonu devam eden
Serkildoryan (Cercle
d'Orient) kompleksinin üst katına yeniden
inşa edilmesinin planlandığını iddia eden mimarlar
öfkeli... İstanbul Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi
Genel Sekreteri
Mücella Yapıcı, projenin
Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'nca kabul
edildiğini söyleyerek, "Bu, o kadar saçma bir durum
ki Süleymaniye Camii'ni yıkıp yeniden inşa etmekle
eşdeğer" dedi. Beyoğlu Belediye Başkanı
Ahmet Misbah
Demircan ise "O şimdi anıtlar kurulunun
tasdiklediği bir proje. Bina içinde çözülecek bir
sorun o, ha bodrumda durmuş ha ikinci katta. Önemli
olan Emek Sineması'nın korunması" diye konuştu.
Sinemanın işletmeciliğini üstlenen Mars Sinemaları
Genel Müdürü Semih
Hoşgör ise "İstanbul Kültür Başkenti
Projeleri kapsamında Ayağaza Kültür Merkezi ve Emek
Sineması ile ilgili öyle bir konu geçti. Ama henüz
net değil" dedi.
Kopyası
mı yapılacak?
İstanbul Kültür Başkenti projeleri kapsamında
Ayağaza Kültür Merkezi'ni de tamamlayacak olan Multi
Turkmall'un oraya bir alışveriş merkezi inşa
ettiğini, bu kapsamda Emek Sineması'nın yıkılıp
birebir kopyasının üst kata yapılacağını belirten
Mücella Yapıcı, "Belediyenin önerisi olan bu proje
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na
geldi. Ben yenileme kurulunda gözlemci üyeyim. Kurul
projeyi ilke olarak kabul etti ancak henüz
onaylanmadı. İlke olarak kabul edilen şeyse, Emek
Sineması'nın yıkılması ve yerine yapılacak AVM'nin
en üst katına kopyasının yapılması" dedi.
Projenin mimari açıdan bir intiharla eşdeğer
olduğunu söyleyen Yapıcı, "Bu o kadar saçma bir
durum ki Süleymaniye Camii'ni yıkıp yeniden inşa
etmekle eşdeğer. Kurul kararının elimize geçmesinin
ardından harekete geçeceğiz" diye konuştu. Bir süre
önce sinemanın işletmesini Emekli Sandığı'ndan alan
Mars Sinemaları Genel Müdürü
Semih Hoşgör
ise "İstanbul Kültür Başkenti projeleri içinde
Ayağaza Kültür Merkezi ve Emek Sineması ile ilgili
öyle bir konu geçti. Ama henüz net değil" diyor.
Hoşgör, restorasyonun aynı tarihi doku içerisinde
yapılacağını belirtti.
Yeri değil dokusu önemli
Konuyla ilgili görüştüğümüz Beyoğlu Belediye Başkanı
Ahmet Misbah
Demircan ise "O şimdi anıtlar kurulunun
tasdiklediği bir proje. Teknik konular bunlar, ben
fazla girmiyorum ama Emek Sineması aynen korunacak.
Binanın iç düzenlemelerinde ona göre bir düzenleme
yapılıyordur. Üst kata taşınma meselesi yapılınca
gerçekleşecek. Bina içinde, inşaat teknikleriyle
çözülecek bir sorun o. Sonuçta ha bodrumda durmuş,
ha ikinci katta. Önemli olan o binanın içinde Emek
Sineması'nın olması" dedi. Serkildoryan
kompleksindeki binaların kümülatif olarak restore
edildiğini söyleyen Demircan, "Hepsinin kümülatif
olarak, onun içinde restore ediliyor olması bizim
için önemli. Emek Sineması'nın birebir aynen
korunmak suretiyle olması bizim için önemli. Yeri
bir kat yukarıda, iki kat aşağıda, teknik insanların
vereceği bir karar" dedi.
20 yıldır film festivalinin ev sahibi
Son yirmi yıldır "İstanbul Film Festivali"ne ev
sahipliği yapan sinema, serüvenine 1924 yılında
"Melek" adıyla başladı. Perdenin her iki yanında yer
alan, art nouveau tarzı melek figürlerinden ismini
alan sinemanın ilk sahipleri, o dönem İpek ve Sümer
sinemalarının da sahipleri olan, A. Saltiel ile H.
Artidi. Daha sonra Emekli Sandığı'na geçen sinemayı
1958 yılına kadar İpekçi kardeşler işletti. Bu
tarihte Emekli Sandığı, sinemanın işletmeciliğini de
alarak adını "Emek" olarak değiştirdi. 1969 yılında
Turgut Demirağ'a geçen sinemanın işletmesini 1975
yılından 2000'li yıllara kadar İsmet Kurtuluş ve
Süreyya Kurtuluş yaptı. Daha sonra ise işletmesini
Mars Group üstlendi. Sinema son olarak 2000 yılında
bir restorasyondan geçti. Geçen aylarda perdesinin
kapatan sinemanın bulunduğu adanın tümü restore
ediliyor.
Referans, Haber: Sevda
Yüzbaşıoğlu, 25.12.2009
|
ASIRLIK İSKELE ZAMANA
YENİK DÜŞTÜ
Yıllardır Ahlat ile
özdeşleşen, adına türküler yazılan ve bir zamanlar
vapurların, gemilerin yanaştığı ahşap iskele, artık
Van Gölü'nün sularında kaybolmak üzere.
Ahlatlılar zamana yenik
düşen iskelenin kendileri için çok önemli olduğunu
belirterek, "Çocuklarımız ilk kez büyüklerinin
himayesinde yüzmeyi burada öğreniyordu. Burası
zamanında gemilerin ve vapurların yanaştığı bir
yerdi. Van Gölü'ne giden gençlerin buluşma
noktasıydı. Dolayısıyla bizim için önem arz eden bu
iskelenin aslına uygun olarak onarılıp, korunmasını
talep ediyoruz." diyorlar.
Habertürk, 25.12.2009
|
|
BEHRAMPAŞA HANI YENİDEN
HAYATA DÖNÜYOR

Sivas'ta
yıllarca bir mermer firması tarafından kullanılan ve
geçtiğimiz yıl boşaltılan tarihi Behrampaşa Hanı'nda
önemli gelişmeler yaşanıyor.
Geçtiğimiz günlerde Kolağası Konağı’nın sorunlu olan
yüzde 60 hissesini alarak restorasyonunun önünü açan
Sivas Belediyesi, bu kez de Sivas’ın en önemli
eserlerinden biri olan Behrampaşa Hanı için devreye
girdi.
Sivas Belediyesi tarihi hanı otel yapmak için
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün onayı ile protokol
imzalayacak.
Butik Otel olarak Restore Et-İşlet-Devret modeli ile
yapılan iki ihalede de talipsi çıkmayan Behrampaşa
Hanı için Vakıflar Bölge Müdürlüğü Komisyonu,
Behrampaşa Hanı’nın turistlik otel ve turizm,
ticaret, kültürel ve benzeri faaliyetleri kapsayacak
şekilde kullanımının ve bu yönde restore edilerek
işlev verilmesinin uygun olacağına karar vermişti.
Yapılan iki ihalede de taliplisi çıkmayan Behrampaşa
Hanı'na Sivas Belediyesi sahip çıktı.
Belediye Başkanı Doğan Ürgüp konu ile ilgili olarak
yaptığı açıklamada, “Behrampaşa şehrimizin önem
verdiğimiz alanlarından birisidir. Pazartesi veya
Salı günü itibariyle de bu protokolü imzalayacağız.
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden onay çıktı. Orası da
şehrimize yakışır bir otel, lokanta, kafeterya alanı
olarak planlıyoruz” dedi.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü 49 yıllığına Restore
Et-İşlet-Devret modeli ile kiralanacak olan
Behrampaşa Hanı’nı kiralayacak olan kurum, kuruluş,
dernek veya özel müteşebbisin rölöve, restitüsyon ve
restorasyon projelerini hazırlatarak Sivas Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna sunacağını
duyurmuş ve koruma kurulunun projeye onay verirse
rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri kiracı
tarafından hayata geçirileceğini bildirmişti.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü Behrampaşa Hanı’nı 49
yıllığına kiralayacak olan kiracıdan ilk 5 yıl için
aylık bin TL, 6. yıldan itibaren 15 bin TL sabit
kira alacak olurken her yıl kira bedeli Üretici
Fiyatları Endeksi’ne bağlı olarak artacak.
1573 yılında Sağır Behrampaşa tarafından yaptırılan
Behrampaşa Hanı, Kepçeli mevkiinde tarihi Kurşunlu
Hamamı ile yan yana bulunuyor. Hanın, ortası açık
bir avlunun çevresinde sıralanmış 52 odası var.
Kesme taş malzemeli ve iki katlı olarak inşa edildi.
İçerisinde bir de ahır kısmı bulunan han, güney
yönünde dışa taşıntılı, sivri kemerli bir girişi ve
bu girişin üzerinde üç dilimli kemere sahip iki
pencereye sahip. Pencerelerin sağ ve solunda aslan
motifi işlenen han, halk arasında Taşhan olarak da
biliniyor.
Sivas Hürdoğan,
25.12.2009
|
KIRK HARAMİLERİN
HAZİNELERİ ERZURUM'DAN

Mardin'in Kızıltepe İlçesi'ne bağlı Sürekli Köyü'nde
kazı ile açığa çıkarılan "Sürekli Definesi", Mardin
Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.
Kızıltepe İlçesi'ne bağlı Sürekli Köyü'nde
kanalizasyon kazısı sırasında ortaya çıkarılan 424
adet eser, Mardin Valisi Hasan Duruer ve Artuklu
Üniversitesi'nden Prof.Dr. Serdar Bedii Omay'ın da
katıldığı bir törenle ziyaretçilere açıldı. Vali
Hasan Duruer, Sürekli Köyünde Mardin Müzesi
arkeologları tarafından ortaya çıkarılan definenin
Kırk Haramiler'e ait olabileceğini söyledi.
Mardin'de 25 medeniyetin hüküm sürdüğüne dikkat
çeken Vali Duruer, "Bu kadar medeniyete ev sahipliği
yapan bir kentin her yerinden tarih fışkırır. Bu
defineler sayesinde ilimizin tanıtımını daha iyi
şekilde yapabiliriz" dedi.
Ortaya
çıkarılan define hakkında bilgi veren Mardin Müze
Müdürü Nihat Erdoğan, Sürekli Definesi'ni müzede
herkesin görebileceği bir yerde ziyaretçilere
açtıklarını söyledi. Erdoğan, Sürekli Köyü hakkında
şu bilgileri verdi: "Mardin ilinin güneybatısında
yer alan Sürekli Köyü tarihi Ipek Yolu güzergahında
bulunuyor. Bu önemli konumu ve yüzey üzerinde
toplanan malzemeye bakıldığında erken dönemlerden
itibaren iskan alanı olarak kullanıldığı
anlaşılmıştır. Köyde halen kalıntıları mevut olan
kiliseler, köyün Orta Çağ'a kadar önemli bir
yerleşim yeri olduğunu gösteriyor. Sürekli Köyünde
altyapı çalışmaları için başlatılan hafriyatta köyün
kuzeydoğusundaki bir kanal kazısında çeşitli altın
sikkelerine rastlanılmıştı. Küpler içinde altın ve
gümüş eserler açığa çıkarılmıştı. 6 gün boyunca
sürdürülen kazılar sonucunda 4 adet pişmiş toprak
kabın içinde 524 adet eser bulunmuştur. Tarihlenmesi
yapılabilen toplam 336 adet sikkenin dönemsel
değerlendirmesi sonucunda 216 adedinin Ilhanlılar
(1256-1336), 38 adedinin Eyyübiler (1171-1348), 35
adedinin Memlükler (1250-1517), 7 adedinin Bizans
Venedik (476-1453), 6 adedinin Anadolu Selçuklu
(1092-1307), 3 adedinin Zengiler (1127-1259) 1
adedinin Artuklu (1102-1408) dönemine ait olduğu
anlaşılmıştır.
Altın ve
gümüş sikkelerin okunabilen yüzlerinde basım yerleri
olarak Cürcan, Tebriz, Sebzevar Kasan, Merv ve
Şehristan (Iran şehirleri), Bağdat, Musul, Basra
(Irak kentleri), Iskenderiye, Kahire (Mısır), Dimaşk,
Halep (Suriye kentleri) ve ayrıca Anadolu'nun
değişik şehirleri Mardin, Malatya, Erzurum, Hısın
(Hasankeyf), Harran, Ani (Kars), Samasota (Adıyaman)
Erzincan, Samsun, Sivas, Alanya, Amasya ve Tokat
olduğu anlaşılmıştır. Eserlerin basım yerlerinin
çeşitliliği ve alanın Ipek Yolu üzerinde bulunması
bölgenin ticari ve siyasi ağının ne kadar gelişkin
ve harekeli olduğunu göstermektedir."
Müze
Müdürü Erdoğan, İpek Yolu üzerinde yüzyıllar boyu
kervan soyarak geçimini sağlayan aşiretlerin
varlığını Sürekli Köyüne 5 kilometre mesafedeki
Çıldız (Kırk Hırsız Haramı) Köyünde isim olarak
halen yaşatıldığına dikkat çekerek söz konusu
gömünün kervan ganimeti olmasının da muhtemel
gözüktüğünü sözlerine ekledi. Müzede sergilenen
defineyi ziyaret etmeye gelen Artuklu Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Serdar Bedii Omay ise define
sayesinde tarihi kentin yoğun bir ziyaretçi akınına
uğrayacağına inandığını dikkat çekti. Omay, kazı
sahasında bir gömü içinde Allah'ın 99 isminin yazılı
olduğu 99 altın bulunması karşısında ise şaşkınlık
geçirdiğini söyledi.
Erzurum Gazetesi,
25.12.2009
|
ERZURUM, KABE'DEKİ
MİRASINI İSTİYOR
Suudi
Arabistan’ın Osmanlı’nın Kabe çevresine yaptırdığı
revakları (kubbe) yıkacağını açıklaması Erzurum’da
bazı sivil toplum örgütlerini harekete geçirdi.
Kutsal mekandaki Osmanlı eserlerinin talip olan
örgütler, Kabe’deki mukaddes atmosferin Erzurum’da
yaşatılmasını amaçlıyor.
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde tavaf alanına yaptırılan ve
Kabe'ye saygıdan alçak tutulan revaklar, Suudi
Arabistan Krallığı tarafından hazırlanan proje
kapsamında yıkılacak. 2010 yılının Ocak ayında
revakların yıkılmasıyla Kabe çevresindeki son
Osmanlı eseri de tarihe karışacak.
Proje
tamamlandığında Kabe'nin dört bir yanı,
yükseklikleri 55 katı bulan onlarca binayla
çevrelenmiş olacak. Osmanlı İmparatorluğu, tavaf
alanında yaptırdığı revak adı verilen 500 küçük
kubbeyi Kabe'den alçakta tutarak tarihe geçen bir
nezakete imza atmıştı.
Daha
önce de Osmanlı Kalesi olarak bilinen Ecyad Kalesi
ve Osmanlı kışlası da yıkılarak yerlerine
gökdelenler dikilmişti. Türkiye’nin girişimlerine
rağmen engellenemeyen yıkım büyük tepki görmüş,
ancak Kalesi Ecyad Kalesi tarihe karışmıştı.
Yıkılması planlanan revakların kurtarılabilmesi için
hükümetin konuya el atması beklenirken, Erzurum’da
bazı sivil toplum kuruluşları Osmanlı’nın Kabe’deki
son mirasına talip oldu. Türkiye’nin Ecyad Kalesi
gibi tarihi bir eseri koruyamadığını söyleyen sivil
toplum kuruluşları, "Ecyad Kalesi’nin yerinde
oteller yükseldi. Şimdi revaklar elden gidecek.
Osmanlı, Kabe'ye Mizab- ur Rahmet (rahmet oluğu)
dediğimiz yağmur oluklarını altından yapacak kadar
önem vermiştir. Sürre alaylarıyla her yıl Kabe'ye
değerli hediyeler ve nakit para gönderiliyordu.
Şimdi bunların yaşanıyor olması ise çok üzücü”
dediler.
Kabe
çevresindeki revakların çok önemli bir yere sahip
olduğuna dikkat çeken yetkililer, taş kemerlerin
Ecyad Kalesi gibi yerle bir edilmesi yerine,
sökülerek çıkarılmasını istediler. Revakların
Erzurum’a getirilmesi için bir takım girişimlerde
bulunan yetkililer, “Revakları Erzurum’a
getirebilirsek, Kabe’deki o mukaddes atmosferi
burada yaşatabiliriz. Böylelikle Osmanlı’nın
Kabe’deki son mirasına da sahip çıkmış oluruz. Bu
konuda kamuoyunun da büyük bir destek vereceğine
inanıyoruz” dediler.
Bu arada
Revakların yıkılacak olması tüm birçok ülkede de
tepkiyle karşılanıyor. Rotterdam İslam Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Ahmed Akgündüz de projeyi
değerlendirirken, "İslam aleminde Türkiye'ye karşı
halkının değil, ancak idari kesimlerin problemi olan
iki ülke var. Biri Suudi Arabistan diğeri Mısır.
Kabe gibi tarihi ve otantik olması gereken bir
tarihi mabette, Osmanlı revakları hem tarihi
andırıyor hem de mimari süs teşkil ediyor. Bu
revaklar aynı zamanda tarihi sanat eseri... Bunun
Kabe'nin genişlemesinde bir engel olduğunu aklı
başında hiç kimse söyleyemez. Üzülerek, bu ülkenin
idarecilerinin Osmanlı'yla problemi olduğu ve
'Mekke'deki her şeyde Suud damgası olsun' anlayışı
taşıdıklarını düşünüyorum. Türk Dışişleri'nin
engellemek için girişimde bulunacağına eminim ancak
ne kadar etkili olur bilemiyorum" dedi.
Mescid-i
Haram'ın ortasındaki Kabe'nin yüksekliğini aşmayan
revakların planlarını Mimar Sinan hazırlamıştı.
Hicretin on yedinci ve yirmi altıncı yıllarında
etraftaki evler yıktırılarak Kabe'nin avlusu
genişletildi. Avlunun etrafı da duvarla çevrilip,
duvarın iç kısmına da ağaç direklerin üstüne damlı
revaklar yapıldı. Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle
Sinan'ın hazırladığı planlar, 1590'da Mimar Mehmed
Ağa tarafından uygulanabildi. Avlusu genişletilmiş
revaklardaki sütunlar yenilendi, yenileri eklendi.
Tahta kemerler taş ve tuğlaya çevrilerek üzerlerine
Türk üslubunda beş yüz küçük kubbe yapıldı.
Erzurum Gazetesi,
25.12.2009
|
KLEOPATRA'NIN MEZARININ
KAPISI BULUNDU
Bir grup Yunan deniz arkeoloğu tarafından
İskenderiye
kıyılarında yürütülen sualtı araştırmaları
sonucunda,
Mısır Kraliçesi VII.
Kleopatra’nın
ölümünden kısa bir süre önce yaptırdığı mezarının
dev granit kapısı keşfedildi.
Araştırmayı yürüten
Harry Tzalas, boyu 7 metreyi, ağırlığı ise 15 tonu
bulan kapıyı gördüğü anda çok özel bir şeyle
karşılaştıklarını anladığını belirtti. “Çift
menteşeli ve çift kanatlı bu kadar büyük bir
parçanın dalgalarla taşınabilmesinin imkanı yoktu, o
an bu kapının mezarın bir parçası olduğunu düşündüm”
diyen Tzalas, kapının Makedon mezar kapılarına
benzediğini kaydetti.
1. yüzyılda yaşayan
Yunan tarihçi Plutarkhos’a göre Romalı
general Marcus
Antonius, sevgilisi
Kleopatra’nın
intihar ettiğine dair gelen yanlış istihbarat
sonucu, kendini öldürmeye kalkıştı. Son arzusu
Kleopatra’nın yanında ölmek olan Antonius,
yaptırdığı mezarın içinde hizmetçileriyle saklanan
Kraliçe’nin yanına gömülmek istedi. Bunun üzerine
Kleopatra, ölmekte olan Antonius’u zincirler ve
ipler yardımıyla mezarın üst katına çıkartıp
pencereden içeri almaya çalıştı. Tarihçiye göre,
mezar kapısının mekanizması, kapandığında
açılmıyordu. Keşfin efsanevi aşıkların son
saatlerine ışık tutabileceği düşünülüyor.
Milliyet, 25.12.2009
|

 |
MEDRESE DEVLETE BAĞIŞLANACAK
Mersin'in Silifke İlçesi'ne bağlı Sarıaydın Köyü'nde yaşayan 86 yaşındaki Şükrü Demirel, kendisine ait 10 kapılı tarihi medreseyi devlete bağışlamak istiyor.
Sarıaydın Köyü'nü ziyaret eden Silifke Kaymakamı Fatih Damatlar'la görüşen Demirel, binadaki kitabeye göre yaklaşık 100 yıl önce yapılan ve köylülerden alınan bilgiye göre, medrese olarak da kullanılan 10 kapılı, bir bölümü yıkılmaya başlayan binayı devlete bağışlamak istediğini söyledi. Demirel'in isteğini dinleyen Kaymakam Damatlar da beraberindeki resmi daire müdürleriyle birlikte bağışlanmak istenen binayı gezip, incelemelerde bulundu.
Cumhuriyet kurulmadan önce atalarının Mısır'dan gelip bu köye yerleştiğini ve bu binayı yaptığını ifade eden Demirel, 13 çocuğunun olduğunu, çocuklarının hepsinin evlenip gittiğini belirtti.
Tarihi bakımdan da önemli olan binanın bir bölümünün yıkılmaya başladığını ifade eden Demirel, atalarından kendisine miras kalan bu binayı bağışlamasının nedeninin, yeniden onarılarak geçmiş tarihin yaşatılması olduğunu belirtti. Demirel, tarihi medresenin tapusunun ise zamanında taşa işlenmiş yazıdan oluştuğunu belirtti.
Kaymakam Damatlar da, binayı gezip, Demirel'le bir süre görüştükten sonra, Silifke Müze Müdürü'nü telefonla arayıp, binada gerekli incelemeleri başlatmasını istedi. Damatlar, yaptığı açıklamasında da, binanın yapılışının kesin tarihinin müze müdürlüğü yetkilileri tarafından belirlenmesinin ardından, ne amaçla değerlendirilmesi gerektiğini düşüneceklerini söyledi.
Mersin Kent Haber, 24.12.2009
|
ABD HAZİNEYİ GERİ
VERECEK
Odyssey Marine
Exploration adlı bir Amerikan firmasının 2007
yılında Atlas Okyanusu’nda çıkardığı 500 milyon
dolar değerindeki hazinenin İspanya’ya iade
edilmesine karar verildi.
İspanyol hükümetinin açtığı davayı karara bağlayan
Florida mahkemesi, 10 gün içinde söz konusu
hazinenin İspanya’ya iade edilmesi gerektiğini
açıkladı.
Atlas Okyanusu’nda hazine arayan Odyssey adlı gemi,
1804 yılında İngiliz donanması tarafından batırılan
"Nuestra senora de las Mercedes" adlı İspanyol
gemisinden çıkardığı gümüş ve altın madeni para ile
değerli eşyaların olduğu hazineyi İspanya’nın
bilgisi olmadan Florida’ya götürmüştü. Amerikan
firması, söz
konusu geminin askeri değil ticari bir misyonda
olduğunu savunup, madeni paraların en az yüzde
70’inin İspanya’ya ait olmadığını savunuyor.
Bu arada, mahkemenin kararından sonra basına
açıklama yapan İspanya Kültür Bakanı Angeles
Gonzalez Sinde, "İspanya’nın tarihi değerlerinin
savunulması için verilen mücadelede çok önemli bir
karar. Memnunuz" dedi.
Radikal, 24.12.2009
|
HAYDARPAŞA'DA YENİLİK
ZAMANI
..............
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ile TCDD arasında 2007'de
imzalanan protokolle hazırlıklarına başlanan "1/5000
Ölçekli Haydarpaşa Garı, Liman ve Geri Sahası ile
Kadıköy Meydan ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar
Planı" Meclis oylamasından geçti. Planlama alanı;
Haydarpaşa Garı, liman ve geri sahası, Harem
bölgesi, Kadıköy Merkez bölgesi ve İSKİ Kadıköy Ön
Arıtma Tesisinden oluşuyor. Buna göre; tarihi
yapılar turizm ve ticaret merkezi olacak. Yapılar 6
kat ile sınırlandırılacak. Ayrıca gar, otel olarak
da hizmet verecek. Harem Otogarı ise fuar ve
festival alanı; Toprak Mahsulleri Ofisi'nin siloları
da kültür ve sanat merkezi olacak.
Bu proje, birçok tartışmayı da beraberinde getirdi.
Bir yanda kentin doğal ve tarihi dokusunun
bozulacağını söyleyen CHP Meclis üyeleri, diğer
tarafta ise yüzde 30'u yeşil alan olarak belirlenen
arazinin yüzde 26'sının ticaret ve turizm alanı
olarak yapılandırıldığını, inşa edilecek yeni
yapıların İstanbul'un siluetini ve tarihi dokusunu
tahrip etmeyeceğini belirten İmar ve Bayındırlık
Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş...
Hükümet ve muhalefet arasında yaşanan bu polemikler
bir yerde dursun, biz konuyu bölgeye en hakim isim
ve asıl yetkili olan Başkan Öztürk'e sorduk...
Haydarpaşa Limanı
projesi İBB Meclis onayından geçti. Sizin bu konuda
görüşleriniz neler? Bu proje ile neler değişecek?
Kadıköy için nasıl bir etki yaratacak?
Ortaya çıkmış bir proje olmadığı sürece evet dememiz
mümkün değil. Ben sorumlu yöneticiyim, elbetteki
Haydarpaşa Garı'nın çevresindeki olumsuzlukların,
ofis binalarının ve antrepoların kaldırılmasını
istiyorum. Öğrenciliğim Haydarpaşa Lisesi'nde geçti,
oraları çok iyi bilirim ve daha evvelden böyle
yapılar yoktu. Kuşkusuz, sonradan getirilen
atıkların kaldırılması için çalışma yapılması
gerekir.
Haydarpaşa Garı'nın yeni ulaşım ağı içerisinde
eskisi kadar önem arzetmemesi nedeniyle farklı bir
kullanıma büründürülmesi de düşünülebilir. Ancak
parayla satın alınamayacak tarihi değerlerin yok
edilmesini anlamak mümkün değil!.. Bugün Karaköy'den
vapura bindiğinizde, Haydarpaşa Lisesi'nin arkasına
bir bıçak saplanmış olduğunu göreceksiniz. Bu
Haydarpaşa'da yeni yapılan Kalp ve Göğüs
Hastalıkları Hastanesi'dir. Bu binanın aslında
yıkılması gerek, bölgenin komple siluetini, tarihi
dokusunu bozmuş durumda ama sağlık adına milyarlarca
dolar harcanmış...
Şimdi siz Haydarpaşa Garı, Haydarpaşa Lisesi,
Selimiye Kışlası ve Kız Kulesi gibi tarihi zinciri
nasıl değerlendireceksiniz? Bunu anlatmalılar...
Eğer gökdelen yapacaksanız; o gökdelenler altından
da yapılsa, dövizler de aksa bir anlam ifade etmez
çünkü onunla bu tarihi satın alamazsınız.
Önemli olan şu; çıkacak olan projeyi tartışalım,
eğer iyi bir proje ise tabii ki destek veririz.
Örneğin; Çırağan gibi 2-3 katlı, oraya uyabilecek,
kot itibariyle Selimiye Kışlası'nı etkilemeyecek ve
yapı itibariyle Gar'ı bozmayacak yapılaşmalara
elbette sıcak bakarız.
Garın bulunduğu bölüm
şu anda nasıl? Nasıl bir plan yapılmalı?
Haydarpaşa Garı'nın arkası - Nautilus'e kadar -
komple mezbelelik. Aslında garın, Rasim Paşa
dediğimiz Yel Değirmeni ve Rıhtım Caddesi'nin
bulunduğu alanla beraber planlanması gerekir. Şimdi
bu bölgenin garı, yel değirmeni, Rıhtım caddesi bize
ait. Siz, buradaki ilçe belediyesinin görüşlerini
almayacaksınız, Kadıköylüye ve sivil toplum
örgütlerine danışmayacaksınız, sonra diyeceksiniz ki
"Ben bir proje yaptım, gelin bakın"... Ama şu anda
yapılanma koşulları belli bir de ortada yok.
Her yerde önce plan sonra proje yapılır. Boş alanlar
için bu doğrudur ama bu kadar tarihi dokunun olduğu
yerde bunun tam tersinin yapılması lazım bence. Önce
ne yapacağınızı bize söyleyeceksiniz; bakalım
gerçekten bu yapı içerisinde göze batıyor mu,
batmıyor mu; tarihi dokuyu bozuyor mu, bozmuyor mu?
Eğer siz sadece "şuraya bu kadar yoğunluk
getireceğim" derseniz bu olmaz, bugüne kadar yapılan
da bu! Hükümet dayatmacı, Büyükşehir boyun eğici
şekilde devam ediyor.
İstanbul'un sadece burası değil, bir çok yerinde
Sanayi Bakanlığı'nın, Turizm Bakanlığı'nın, TOKİ'nin
ve çeşitli kurumların yapmış olduğu planlar var ve
İstanbul Büyükşehir Belediyesi her seferinde buna
boyun eğdi, ses çıkaramadı. İstanbul'un en büyük
şanssızlığı bu!.. Oysa kente sahip çıkması gereken
Büyükşehir Belediyesi ve bizleriz. Onların sahip
çıkamadığı yerlere bizler sahip çıkacağız. O
bakımdan Haydarpaşaya ve çevresine sahip çıkacağız.
Eğer ortada somut bir proje yoksa, evet dememiz de
mümkün değil!
Proje kapsamında bir
de otel söz konusu...
Nereye koyacaklar binaları? Nautilus'e doğru mu?
Haydarpaşa Garı'na mesafesi ne kadar olacak? Bunlar
çok önemli noktalar. Siz onu getirip binanın Yanına
koyarsanız olmaz. Örneğin; Üsküdar ve Kadıköy'ü
birbirine bağlayan bir köprü var; Haydarpaşa
Köprüsü... Siz gar ile köprünün arasına yeni bir
bina yapmamalısınız, bunun arası yeşil alan olmalı.
Ayrıca arkadan hiçbir yapılaşmanın olmaması gerekir.
Bütün bunlar planla tartışılmaz, bilgisayarda yerli
yerine koyarsanız herkes görür. Birşey saklayarak bu
işi tartışamayız, şu anda herşey saklanıyor, ne
olduğu belli değil!..
Daha önceki
tartışmalarda gökdelenden de bahsediliyordu
sanırım...
İlk etapta 4-5 gökdelen dediler ama sonra böyle
birşeyin olmadığını söylediler. Ben sorumlu yönetici
olarak bekliyorum. Önümüze getirip koymadıkları
sürece, bunun aksi olacak her uygulamaya dava açarız
ve muhakkak şekilde hak arama özgürlüğümüzü
kullanırız.
Nasıl bir proje
önerirsiniz?
Rasimpaşa, Yel Değirmeni ve Haydarpaşa Garı beraber
düşünülmeli. Aynı şekilde Kız Kulesi, Selimiye
Kışlası ve Haydarpaşa Lisesi'nin önündeki büyük
vadiyi de unutmamak gerek. Bu şekilde çok rahatlıkla
bir proje yapılabilir.
Alışveriş merkezi
yapılacak mı?
Siz buraya büyük gemilerin yanaşacağı bir merkez
yapmayı düşünüyorsanız, o da yanlış! Karaköy'e
yanaşan 20-25 katlı gemiler zaten bulundukları yerde
silueti kapatıyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde kentin
bu kadar merkezine giren büyük gemiler yok. Gemiler,
daha kenar bölgelerde yapılmış limanlara yanaşırlar
ve yolcularını buraya indirirler; ama bizde
Türkiye'nin en güzel tarihi dokusunun olduğu yere
bunları getirip koyuyorsunuz. İnanılmaz bir şey!.. O
bakımdan buraya alışveriş merkezi veya büyük yolcu
gemilerinin yanaşacağı liman olarak düşünmek son
derece hatalıdır ve İstanbul'a ihanettir!
Kadıköy- Kartal
arası 29 dakikaya inecek ve 22 kilometrelik bu hatta
her gün 1 milyon yolcu taşınacak. İstanbul
Büyükşehir Belediyesi, Anadolu yakasının merakla
beklediği 2005 yılında temeli atılan Kadıköy-Kartal
Metrosu'nun 2011 yılında hizmete gireceğini
söylüyor.
2 milyar TL’ye mal olacak metro hattının 16
istasyonu (Kadıköy, İbrahimağa, Acıbadem, Ünalan,
Göztepe, Yenisahra, Kozyatağı, Bostancı, Küçükyalı,
Altayçeşme, Maltepe, Gülsuyu, Cevizli, Hastane,
Soğanlık, Kartal) olacak. Bu hat Kadıköy Ayrılık
Çeşmesi İstasyonu’nda Marmaray ve Banliyö hattıyla,
Kozyatağı İstasyonu’nda Dudullu-Bostancı Metro
Hattı’yla, Kaynarca İstasyonu’nda ise Pendik-Sabiha
Gökçen Havaalanı-Sultanbeyli Metro Hattı’yla entegre
olacak. İstanbul'da Marmaray’ın da devreye
girmesiyle Kartal’dan Sarıyer’e ve Atatürk
Havalimanı’na 79 dakikada, Taksim’e 57 dakikada,
Olimpiyat Stadı’na 89 dakikada, Yenikapı’ya 49
dakikada, Otogar’a ise 60 dakikada gidilebilecek.
....................
Ntvmsnbc'den kısaltarak,
Haber: Göksun Gök, 24.12.2009
|
MÜZELER İŞSİZ MİMARLARA
YENİ PROJELER YAPMA İMKANI VERİYOR
New York şehrinin dört
bir yanında yer alan ve bir zamanların inşaat
sektöründeki hareketliliğin simgeleri olan inşaat
alanları ekonomik kriz nedeniyle bugünlerde derin
bir sessizliğe gömülmüş durumda. Bu krizden dolayı
bugünlerde bu şehirde mimar olmak karlı bir
meslekten, son derece kasvetli ve moral bozucu bir
mesleğe dönüşmüş durumda. Ama bütün bu
olumsuzluklara rağmen Bronx Sanat Müzesi ve Modern
Sanat Müzesi (MOMA), şehirin unutulmuş ve bakımsız
bölgelerini tekrar canlandırmayı amaçlayan iki
tasarım programı ile mimarları ve şehir
planlamacıları meşgul tutmayı amaçlıyorlar.
Bronx Müzesi birkaç gün
önce bölgenin en büyük ana caddesi olan ve Paris'in
geniş ve ağaçlandırılmış bulvarlarından esinlenerek
100 yıl önce tasarlanmış Grand Concourse (Büyük
Gezinti Bulvarı) bölgesinin yeni tasarım
projelerinin sergisini açtı. Sergide bulvarın
geleceği için 7 tasarım önerisinin yanı sıra
geçmişte alınanan bazı planlama kararlarının neden
bu bölgenin bakımsız olmasına yol açtığına dair
kronolojik bir çalışma da yer alıyor.
Bu arada MOMA (Modern
Sanat Müzesi) ise "Yükselmekte Olan Su Akıntıları:
New York'un Sahil Kesimleri için Projeler" adlı
programı ile çok daha farklı bir bakış açısıyla
karşımıza çıkıyor. Bu program çerçevesinde dört
mimarlık takımı müzenin Queens'teki bölümü olan
P.S.1'daki sergilerinde küresel ısınmanın sonucu New
York'ta gerçekleşmesi mümkün olan sel baskınlarına
karşı, eskimiş metro trenleri vasıtası ile sulak
alanlar yaratmak gibi, çözüm önerileri getirecekler.
MOMA'daki bu proje geçen
sene Guy Nordenson tarafından basılan bir rapora
dayanılarak gerçekleştirilecek. Adı geçen rapor New
York'un bu yüzyılın sonundan önce Katrina Kasırgası
çapında son derece tahrip edici bir sel felaketine
maruz kalacağını öngörüyor. Bu planlamaların hayata
geçeceğine dair şimdilik bir belirti olmasa da,
hiçbir inşaata kimsenin para harcamaya kimsenin hali
olmadığı bugünlerden geleceğe kafa yormanın hiç bir
sakıncası yok bence.
Eskimeye Başlamış
Bronx Bulvarı için Etkileyici Öngörüler

Nadau Lavergne
Architects müzede sergilenen çalışmalarında Grand
Concourse'u lineer bir kent ormanı olarak öneriyor.
Katrina Kasırgası'dan
beri eskimekte olan otoyollar, hızlı trenler, sel
baskınlarına karşı önlemler, bisiklet yolları gibi
konular Amerika'da mimarlar ve mimari eleştirmenler
arasındaki en ateşli tartışma konularını
oluşturuyorlar. Obama yönetiminin ekonomiyi
canlandırma paketi açıklandığından beri ulusal çapta
bir değişim ümidi bu tartışmaları daha da heyecanlı
kılmaya başladı. Bronx Sanat Müzesinde açılan
"Kesişim Noktası: 100. yılında Büyük Gezinti
Bulvarı" sergisi de bu tartışmalara katkıda
bulunacak.
Bronx Sanat Müzesi ve
Kamuya Açık Alanların Tasarımı Vakfı tarafından
açılan ve dokuz ay süren yarışmanın sonucunda
geleceğin Büyük Gezinti Bulvarı'nı hayal eden yedi
proje seçildi. Seçilen projeler arasında son
teknoloji ile tasarlanmış yakındaki otoyoldan
gelecek gürültüleri önlemek amaçlı bariyerler veya
şehir içinde yer alan küçük çiftlikler gibi fikirler
de yer alıyor. Projelerinin çoğu öğrenciler
tarafından tasarlandığı için ciddi ama idealist bir
yaklaşımın izlerini de bulmak mümkün.
Bu tasarımlar ilk
bakıldığında gerçekleşme ihtimalleri pek olanaklı
gözükmese de her biri aslında insani ölçeklerde
uygulanabilir ve hayata geçirilebilir projeler. Bu
projelere baktıkça Paris'teki Champs-Elysees'ten
ilham alınarak tasarlanan bu Büyük Gezinti
Bulvarı'nın harabeye dönüşmeye başlayan güzelliğini
yeniden keşfetmek ve burayı eski güzelliğine tekrar
dönüşebileceğine inanmak mümkün. En sonunda
fark edeceksiniz ki esas problem planlamacı ve
mimarların saflığı değil de bizlerin birbirini
anlamaması ve problemlerin üstesinden gelecek
politik iradeye sahip olmamamız.
Serginin insanı
etkileyen başka bir bölümünü ise Jeff Chien-Hsing
Liao tarafından hazırlanan etkileyici ve parlak
fotoğraflar dizisi oluşturuyor. Sergiye girişte ilk
karşınıza çıkacak olan bu çalışmada özensiz ve
üzerinde düşünülmeden gerçekleştirilmiş
planlamaların bu bulvarı nasıl bugünkü haline
getirdiğini keşfetmenize yardımcı oluyor.
Sergideki oldukça büyük
fotoğraflardan birisinin bir tarafında bir toplu
konutun çatısı Mosholu Otoyolu'nun ağaçlandırılmış
bölgesinde parlarken öteki tarafında ise birkaç tren
hattı bu güzel manzarayı bozuyor. Bu bulvar bu iki
kavram arasında kaybolmuş ve izole olmuş gibi
gözüküyor.
Sergideki başka bir
duvarda yer alan küçük fotoğraflarda ise Bulvar'ın
138. Cadde ile 206. Caddeleri arasındaki görüntüleri
yer alıyor. Bu fotoğraflara bakıldığında ölçeklerin
tutarlılığı ilk fark edilen hususlardan birisi.
Mesela birbirine benzeyen altı katlı apartmanlar
dizisinin uyumu yer yer 10 ila 12 katlı binalarla
bozuluyor. Ama bu fotoğraflar daha dikkatli
incelendiğinde bu düzen de bozulmaya başlıyor ve
daha düzenli bir yapı düzeninin daha küçük ölçekte
de var olduğu görülüyor. Yan yana dizilmiş kuru
temizlemeci, berber, manav ve kızarmış tavuk satan
bir restaurant gibi ufak dükkanlar, şehrin hayat
dolu kısmında izole edilmiş bu bölgeye adeta ufak
da olsa enerji sağlıyorlar.
Sergideki projelerin
çoğunluğu bölgenin izolasyonun kırılması için
çevreye saygılı ve teknolojiye dayalı öneriler
ortaya koyuyor. Yarışmada birinci gelen ve Columbia
Üniversiteli bir mimarlık ve bir şehir tasarımcılık
öğrencisinden oluşan PUMP grubu Binbaşı Deegan
Otoyolu'nun yakınına hem havayı temizleyecek, hem
gürültüye emecek hem de yağmur suyunu süzecek C
şeklinde bir yapının inşa edilmesini öneriyorlar.
Önerilen yapının narin çatı iskeleti araçları
yağmurdan korurken onların egzoz dumanlarını içine
çekiyor. Dış cephesinde yer alan ufak bir koridor
yayalara otoyol paralelindeki sahili gözlemleme
fırsatı veriyor.
Ama bu projenin esas can
alıcı noktası Bulvar'a sabit ve çizgisel bir bölge
gibi bakmak yerine onu birbiri içine girmiş farklı
toplulukların ve yerel ekonominin önemli bir parçası
olarak görmesi teşkil ediyor. Bulvarın batı kısma
yayılmış seri şeklindeki yaya gezinti bölgelerinin
otobanın altından geçerek sahile ve halka açık liman
iskelelerine bağlanması amaçlanıyor. Belli bölgelere
yatırımlar yapılarak çevreye saygılı yeni
endüstrilere fırsat tanınmasıyla, bölgenin yok
olmakta olan endüstriyel dokusunun yeniden
canlandırılması projenin hedefleri arasında.
Wesleyan Üniversitesi
öğrencilerinden Angus McCullough ise Bulvar'ın
yeniden işlevlenmesi için daha ilginç bir öneri
getiriyor. "Kablolu Canlı Yayın" adını taşıyan
önerisi Bulvar'ın stratejik noktalarına video ve ses
sistemi kurulmasını öngörüyor. Yer üstünde
yükseltilmiş metro istasyonlarının tavanlarında
gökyüzünün canlı görüntüsü 24-saat sürekli
yayınlanacak, böylelikle hem istasyonda bekleyenler
havanın durumundan haberdar olacaklar, hem de
metroyu beklerken vakit geçirmiş olacaklar. Aynı
zamanda metro platformunda bekleyen insanları
görüntüleyen canlı başka bir video yayını ile de
Bulvarın kaldırımlarından görülecek şekilde
yayınlanması planlanıyor. Bu sistemler yayaların
gelmekte olan metro trenlerini önceden fark etmesine
de yardımcı olacak.
Bu projede yer alan
diğer tasarım unsurları yukarıda sayılanlara kıyasla
daha basit öneriler.
Mesela Angus McCullough'un
tasarımda, bölgenin simgelerinden birisi olan
beyzbolda en çok birincilik kazanmış takımlardan
birisi olan, Yankees takımının oyunlarını Bulvarın
kaldırımlarına canlı yayında yayınlamanın yanı sıra
Bulvar'da yer alan bazı dükkanların girişlerine
mikrofon yerleştirip bu kayıtları canlı olarak
hoparlörler vasıtasıyla duyurmayı amaçlıyor. Bu
fikir şehircilikteki önemli bir tartışma konusunu
hatırlatıyor: kamusal alanda şeffaflık ile
mahremiyetin gittikçe şiddetlenen savaşını.
İlginçtir ki beni en çok
etkileyen proje önerileri, her ne kadar yaratıcı
veya orijinal olmasalar da, en sıradan ve sürpriz
olmayan önerilerdi. Örnek vermem gerekirse
uluslararası bir tasarım firması olan EDAW'in
Bulvar'ın tam ortasından ve Bulvar'a paralel giden
tarım ve yeşil araziler önermesi ilk aşamada çok
sıradan bir proje gibi gözüküyor. Fakat New York'ta
(Manhattan) veya Berlin'deki bazı bahçe ve peyzaj
düzenlemelerinin ne kadar cesurca gerçekleştirildiği
akla getirildiğinde, yukarıdaki fikir de insana
olumlu gözükmeye başlıyor. Tarım ve yeşil arazilere
ek olarak Bulvar'a paralel yeni bir hafif raylı tren
sistemi öneriliyor. Araç trafiği için de mevcuttaki
her iki yönde altı şeritli yol, her iki yönde iki
şeride düşürülüyor.
Fransa'dan gelen
mimarlık ekibi Nadau Lavergne Mimarlık'ın yüksek
yapılarla dolu önerisi mevcut yapıları daha
yükselterek bölgenin yoğunluğunu arttırırken,
bölgede önceden kestirilemeyecek kentsel problemlere
yol açabilir. Örnek vermek gerekirse okullar ve
kültür merkezleri apartman komplekslerinin en üst
katlarına yerleştirilmek suretiyle cadde seviyesinde
ticari yapılara daha da yer açıyor. Grafiti kaplı
bir toplu taşıma aracı Bulvar ekseninde gidip
gelirken, bölgeyi Manhattan'a bağlıyor. Bulvar
ekseninin tamamı ağaçlar ile kaplanarak burası
çizgisel bir ormana dönüştürülüyor.
Bu tasarımların insan
artık olağan ve gerçekleşebilir gelmesi, yukarıdaki
önerilerin insanları etkilemesinde esas unsur
olduğunu söyleyebilirim. Yakın zamana kadar gelişmiş
bir şehir bölgesinin tam ortasına bir tarım arazisi
yerleştirmek çılgınlık olarak nitelendirilebilirdi
ama bugün bu öneri son derece doğal olarak
algılanıyor. Kentsel fonksiyonların birbirinden
ayrılmasının şehri ve onun yarattığı kentsel dokuyu
öldüreceği fikri de artık son derece anlaşılır ve
doğru bir olgu olarak kabul ediliyor.
Bronx Müzesi'ndeki bu
sergiyi ziyaret ettikten sonra Büyük Gezinti
Bulvarı'na göz attığınız ve bölgeyi adeta orada
yaşayan birisi gibi gözlemlediğiniz zaman onun
tarihi geçmişi ve bunun nasıl canlandırılması
gerektiği hakkında daha iyi bir fikre sahip
olabilirsiniz. Eğer bölgede uzun bir süre gezerseniz
kaçırılmış fırsatları ve kamuoyunun ilgisizliğini ve
burası gibi yarı canlı yarı ölü onlarca şehrin
varlığını fark edip üzülmeniz de mümkün.
"Kesişim Noktası: 100.
yılında Büyük Gezinti Bulvarı" sergisi Bronx Sanat
Müzesi'nde 1 Mart 2010 tarihine kadar devam edecek.
Bir Sahil Şehirinin
Gelecekte Maruz Kalabileceği Tehlikeler

Plana göre, küresel
ısınmadan etkilenen New York'ta eski metro araçları
suya gömülüyor.
Altı aylık bir
çalışmanın ürünü olan "Yükselmekte Olan Su
Akıntıları: New York'un Sahil Kesimleri için
Projeler" sergisi geçtiğimiz aylarda Modern Sanat
Müzesi'nde (MOMA) sergilenmeye başlandı. İsmi
dolayısıyla bu serginin son derecek sıkıcı, monoton
ve sadece inşaat mühendislerine hitap edeceği
düşünülebilir ama işin aslı öyle değil. New York
şehrinin maruz kalacağı su seviyesindeki
yükselmeler ve beklenmedik şiddetli fırtınalara
karşı şehrin betonarme bariyer veya baraj gibi
"katı çözümler" yerine esnek ve değişebilir ekolojik
sistemlerden yararlanılması gibi "yumuşak
altyapılardan" faydalanılması ve bu amaçla modeller
üretilmesi bu projenin hedeflerinden birisi oldu.
Ama ABD Federal
Hükümeti'nin küresel ısınma tehlikesine karşı
tereddütle hareket etmesi, finans sektöründeki
krizin can yakıcı etkileri, boşa giden altyapı
projeleri ve dikkate alınmayan entelektüel birikim
gibi hususlar bu projenin esas üzerinde durduğu
konular oldu. Amaç hükümeti Amerikan ulusunun
çatırdayan ve geri kalmış dokusunu daha yaratıcı bir
şekilde değerlendirmeye teşvik etmek.
Bu proje fikri New
York'lu bir mühendis olan Guy Nordenson'un New
Orleans'ı Katrina Kasırgası'ndan hemen sonra ziyaret
etmesi ile ve de New York gibi sahillerde kurulmuş
şehirlerde küresel ısınmanın etkilerinin ne olacağı
konusunda araştırmaya başlanması ile başladı.
Araştırmanın sonuçları oldukça endişe vericiydi.
Örnek vermek gerekirse iklim değişikliklerinin New
York üzerindeki etkilerini inceleten bir inceleme
çalışması atmosferin daha da ısınmasıyla 2080 yılına
kadar New York şehrindeki su seviyesinin 60
santimetreye kadar yükseleceğini ortaya koydu. Guy
Nordenson'un araştırmasına göre eğer buzulların
erimesi daha da hızlanırsa bu rakam iki katına bile
çıkabilir yani şehrin yüzde 20'si sular altında
kalmış olacak.
Guy Nordenson'un
hazırladığı ve Adam Yarinsky ve Catherine Seavitt'in
kaleme döktüğü 360 sayfalık rapor bir yandan tarihte
daha önceden gerçekleşmiş olayları dikkate alırken
aynı zamanda teknolojik gelişmelere de dikkati
çekiyor. İskeleler, sulak alanlar ve istiridyelerin
yetişebileceği alanlar gibi yoğun sulak alanların
New York Körfezi'ne yerleştirilmesi ile fırtınaların
getireceği yüksek dalgalardan şehrin korunması
amaçlanıyor. Öneriler arasında parmak şeklinde
adacıklar grubunun körfezin merkezinde inşa edilmesi
ve kayacıkların oluşması için kullanılmayan eski
metro trenlerinin su altına gömülmesi de yer alıyor.
Eğer bu plan uygulanırsa
Staten Island, Brooklyn, Manhattan ve New Jersey
sahillerinin birbiri ile limanlar ve kamuya açık
parklar ile birleşmesiyle oluşacak eko-sistem
nedeniyle şehrin merkezi Manhattan'dan daha da
güneye kayacak.
Bu projeyi MOMA'da
çalışan müze görevlilerinden Barry Bergdoll geçen
sene gördüğünde çok ilgisini çekmiş ama aklına başka
bir problem gelmiş. Obama yönetimi 2009 yılında
ekonomiyi canlandırmak paketini kamuoyuna açıkladığı
zaman, harcanacak bu paranın yeni ve çevreyi
koruyacak projeler yerine mevcut altyapı
sistemlerine harcanması ile mevcut problemlerin daha
da artmasından endişe duymuş.
Finans sisteminin
çökmesi aynı zamanda birçok mimarın da işsiz kalması
anlamına geliyor. Neden bu kaynaklar bu projelerin
uygulanması için kullanılmasın?
Yukarıda belirtilen
nedenlerden dolayı Barry Bergdoll, New York
sahilleri için, Guy Nordenson'un öngörüleri
ışığında, çözüm önerileri getirecek dört tasarım
grubu belirlemeye karar verdi. Bu grupların seçimi
Aralık 2009 - Ocak 2010 tarihleri içinde belli
olacak ve bu gruplara MOMA'nın bir parçası olan ve
Long Island City, Queens'te yer alan P.S.1 Çağdaş
Sanat Merkezi'nde üç kat tahsis edilecek. Tasarımlar
parklardan toplu konutlara kadar her türlü değişik
projeyi içerebilir ama bölgenin kendine özgü
koşullarına uygun olmak zorundalar. MOMA bu
projeleri 2010 ilkbaharında sergilemeyi planlıyor.
MOMA'nin mimarlık bölümü
tarihi boyunca ikinci kez bir serginin
sergileneceğine, daha tasarım bile gerçekleşmeden,
söz veriyor. Kabul edilmesi gerekir ki bu riskli bir
öneri, bu programın kayda değer bir ürün ortaya
çıkaracağına kim garanti verebilir ki?
Ne olursa olsun Barry
Bergdoll ve Guy Nordenson son derece önemli bir
kavramın doğumuna yardımcı oldu. Finans krizi
nedeniyle işsiz kalan beyin gücüne dayanan bu
programın birçok avantajı olacak. Küresel ısınma,
köhneleşen altyapı sistemleri ve çökmekte olan
global ekonominin birbiri ile direkt bağlantılı
olduğunun kabul edilmesi ve bu sorunların kamuoyunun
da anlayabileceği bir şekilde sunulması problemlerin
çözülmesine yardımcı olacak.
Washington'daki yönetim
ise bu programı ilerleyen aşamalarında çok dikkatli
bir şekilde takip etmeli ve somut birşeyler yapmaya
gayret göstermeli.
Arkitera, Kaynak:
New York Times, L Magazine, Haber: Benjamin
Sutton, Nicolai Ouroussoff , Derleyen: Serzan Gök,
24.12.2009
|
MÜZEKART SEVİLDİ
Kültür ve Turizm
Bakanlığına bağlı 300'ü aşkın müze ve ören yerini 20
lira karşılığında bir yıl boyunca gezebilme imkanı
sunan Müzekart, bir buçuk yılda bir milyon 100 bin
kişi tarafından alındı. AA muhabirinin Kültür ve
Turizm Bakanlığı'ndan aldığı bilgiye göre, Müzekart,
müze ve ören yeri ziyaretlerini artırmak, tarih ve
arkeoloji bilincini yükseltmek amacıyla sadece
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kullanımına 18
Haziran 2008'de sunuldu.
Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı 300'ü aşkın müze
ve ören yerinde geçerli olan Müzekart, satışa
sunulduğu tarihten bu yana bir milyon 100 bin
kullanıcıya ulaştı.
Bir yıl boyunca sınırsız kullanım imkanı sunan
Müzekart'a en büyük ilgiyi İstanbullular gösterdi.
İstanbul'da 500 bin kişi tarafından alınan Müzekart,
İzmir'de 90 bin, Ankara'da 80 bin, Antalya'da 60 bin
ve Nevşehir'de 55 bin adet satıldı. Müzekart, diğer
illerde ise toplamda 315 bin kullanıcıya ulaştı.
Taşıma kapasitesi düşük olan ve aşırı ziyaretçi
yüklenmesi sonucunda tarihi dokusunun muhafaza
edilemeyeceği düşünülen Topkapı Sarayı içerisindeki
Harem Dairesi, Efes ören yerindeki Yamaçevler,
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinde bulunan Kayralı
Prenses Cam Batığı Salonu ve Göreme Açık Hava
Müzesindeki Karanlık Kilise Müzekart kapsamından
çıkarıldı.
Türkiye'yi müze müze gezdiren ilk kartı Müzekart,
asıl Müzekart basım istasyonu bulunan Kültür ve
Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez
Müdürlüğü (DÖSİMM) Ankara Müze Kart Merkez Ofisi,
DÖSİMM İstanbul İşletme Müdürlüğü, DÖSİMM İzmir
İşletme Müdürlüğü, Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya
Müzesi, Kariye Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi,
İzmir Efes Müzesi ve Örenyeri, İzmir Bergama Akrapol
Örenyeri, İzmir St.Jean Anıtı, Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi, Çanakkale Truva Örenyeri,
Nevşehir Göreme Açıkhava Müzesi, Antalya Aspendos
Örenyeri, Antalya Arkeoloji Müzesi, Antalya Myra
Örenyeri, Antalya Alanya Kalesi, Antalya Perge
Örenyeri, Antalya Noel Baba Kilisesi, Konya Mevlana
Müzesi, Aydın Afrodisias Örenyeri, Muğla Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesi, Denizli Pamukkale Örenyeri
ve TÜRSAB'tan satın alınabiliyor.
İsteyenler ''www.muzekart.com'' adresine istenen
bilgileri girerek, kredi kartıyla da Müzekart
başvurusunda bulunabiliyor.
Asıl kart basım istasyonu olmayan müze ve ören
yerlerinde ise geçici müzekart satışı yapılıyor.
Resimsiz düzenlenen, kişinin adı-soyadı yazılı olan
ve iki aylık süre içinde kimlik kartı ibraz edilerek
kullanılan geçici Müzekart'ın, iki ay içerisinde
fotoğraflı asıl karta dönüştürülmesi gerekiyor.
Kartın geçerlilik süresi bitenler de tüm müze ve
ören yerlerindeki gişelerden ve kart basım
istasyonlarından eski kartları veya kimlik kartı,
pasaport ya da sürücü belgesi ibraz ederek 40
saniyede yeni kartlarını alabiliyor.
Fiyatı 20 lira olan Müzekart, üniversite
öğrencilerine ve öğretmenlere 10 liradan, 17 yaş
altındakilere ise iki liradan satılıyor.
Müzekartı toplu alımlarda da yüzde 2 ile 20 arasında
indirim uygulanıyor. Buna göre 1000-2 bin 500 adet
alınırsa yüzde 2, 2 bin 500-5 bin adet alınırsa
yüzde 3, 5 bin-10 bin adet alınırsa yüzde 7, 10
bin-25 bin adet alınırsa yüzde 10, 25 bin üstü
alınırsa yüzde 15 ve 100 bin üstü alınırsa yüzde 20
indirim uygulanıyor.
Habertürk, 24.12.2009
|
İSTANBUL'UN ÇEHRESİ
DEĞİŞECEK

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi tarafından hazırlanan ve
2010-2014 döneminde
hayata geçirilmesi planlanan projeler kentin
çehresini değiştirecek. Beşiktaş ve Eminönü’nde
trafik yeraltına alınacak, Kabataş’a martı şeklinde
iskele inşa edilecek, Kadıköy’deki otobüs ve minibüs
duraklarının yeri değiştirilerek rıhtım
düzenlenecek, Haliç’ten taranan çamurların
biriktirildiği Alibeyköy Taş Ocakları park olacak.
Beşiktaş trafiği
yeraltına
Barbaros Bulvarı’ndan akan araçları Ortaköy
istikametine yönlendiren köprülü kavşak yıkılacak.
Hürriyet gazetesinin haberine göre, araçlar eskiden
Tansaş’ın bulunduğu noktadan yeraltına alınacak,
yaya üst geçidinin bulunduğu noktadan çıkış yapacak.
Kabataş istikametinden gelen ve Barbaros Bulvarı’nı
kullanacak araçlar ile Ortaköy istikametine gidecek
araçlar da yine bu noktadan yeraltına girecek.
Beşiktaş, 10 bin metrekarelik meydana kavuşacak.
Beton yerine kültür
merkezi
Bayrampaşa kavşağı çıkışında İston Beton Şantiyesi
olarak kullanılan 10 bin metrekarelik alanda 268
araç kapasiteli otopark, 600 kişilik Kültür Merkezi
projesi hazırlandı. Kültür merkezinde, tiyatro
salonu, stüdyolar, 4 adet çok amaçlı salon, 1000
kişilik yemek salonu, kütüphane ve lokanta
bulunacak.
Haliç’in çamurunda
çiçek
Haliç’in dibinden taranan çamurların aktarıldığı 500
bin metrekarelik Alibeyköy Taş Ocakları, rekreasyon
alanı olarak düzenlenecek. Dolgu çamur çökme işlemi
tamamlanan alanda, çiçekler ve çeşitli bitkiler
dikilecek, bisiklet ve koşu yolları, açık spor
alanları, sandalla gezi yapılabilecek bir gölet,
çocuk oyun alanları, restoran, kafeterya, seyir
terasları oluşturulacak.
Eminönü’ne futbol
sahası
Eminönü Sahili’ne 12 bin metrekarelik açık futbol
sahası yapılacak. Yeni Cami ile Sarayburnu
arasındaki trafik yeraltına alınarak Sirkeci sahili
trafikten arındırılacak. Yeni Cami’nin yanından
yeraltına girecek araçlar Sarayburnu’nda sahil
yoluna çıkacak.
Kadıköy’de durak yeri
değişecek
Kadıköy Vapur İskelesi-Et Balık Kurumu Arası
Rehabilitasyon Projesi kapsamında rıhtımdaki minibüs
durakları Haydarpaşa Garı yanındaki dolgu alanına,
otobüs durakları ise eski balık satış birimlerinin
olduğu alana alınacak. Boşalacak 61 bin metrekarelik
rıhtım bölgesi gezinti ve dinlenme amaçlı
düzenlenecek.
Kabataş’a martı
iskele
Kabataş İskele Binaları Fikir Projesi kapsamında
Üsküdar, Yalova-Adalar ve Kadıköy iskeleleri
yenilenecek. Yalova-Adalar İskelesi ana konsepti
ortaya koyan İstanbul’u ve Boğazı simgeleyecek bir
heykel bina olarak tasarlandı. Stilize bir martı
şeklinde önerilen bu binada 475 metrekarelik iki
ayrı terminalden ve iki asma katta bulunan kafeterya
ve idari bölümden oluşacak. Kullanım dışı saatlerde
kültürel aktivitelere, sergi gibi faaliyetlere de
olanak sağlandı.
Habertürk, 24.12.2009
|
HASANPAŞA GAZHANESİ:
YÜZYILLIK BİR HİKAYEYE SAHİP ÇIKMA ÖYKÜSÜ

Hasanpaşa Gazhanesi’nin
işlevini yitirmesinin ardından
“Gazhane Çevre
Gönüllüleri” (GÇG) adıyla örgütlenen bölge
halkının yıllardır sürdürmekte olduğu mücadelenin
daha görünür hale gelmesine ve yapılan çalışmaların
yaşamda karşılığını bulmasına katkı sağlamak üzere,
Hatice
Kurtuluş ve
Maya Arıkanlı Özdemir'in kaleme aldıkları
deklarasyon metnini yayımlıyoruz.
Hasanpaşa Gazhanesi,
İstanbul 2010 Kentsel Uygulamalar Direktörlüğü’nün
projeleri arasında da yer alan önemli bir endüstri
mirası. ‘Hasanpaşa
Gazhanesi Kültür Merkezi Projesi’ ile,
1993 yılında
İstanbul’da doğalgaz dağıtımına başlanıp
havagazı üretiminin
sona ermesiyle işlevsiz kalan ve bugün atıl
vaziyette duran gazhanenin yeniden işlevlendirilmesi
hedefleniyor.
“Kıymetini Bil
Herşeyin”
Hasanpaşa Gazhanesi:
Yüzyıllık Bir Hikayeye Sahip Çıkma Öyküsü
Hatice KURTULUŞ (Doç.Dr.),
Maya ARIKANLI ÖZDEMİR (Dr.)
Walter Benjamin ‘bugün içinde bulunduğumuz
olağanüstü tehlike hali istisnai bir durum değil,
kuraldır. Bu kavrayışa uygun bir tarih mefhumu
geliştirmeliyiz.’ der.
Bugün böylesi bir tarih mefhumunu farklı bir alanda
sürekli canlı tutmaya çalışanlar var. Bu tarih
mefhumu içinde kamusallığı, yeni bir kamusal alan ve
mekan örgütlemeyi, kentsel kamusal bir kültür alanı
yaratmayı ve bir sanayi sitine bu meseleler
üzerinden sahip çıkmayı içinde barındırıyor.

Hasanpaşa
Gazhanesi etrafında şekillenen mücadele ortak bir
bellekle kurulabilecek bir kültür alanının
yaratılması, zamanın ancak kendisi üzerinden
izlenebildiği bir dünyanın unutulmaması,
yitirilmemesi için yaklaşık 15 yıldır her türlü
çabayı gösteriyor. Mekana, zamana, dile, geleneğe
kaydolmuş bir maddi gerçekliği, bir sanayi yapısını
bugüne taşıyor. Bunu yaparken bu sanayi sitini
klasik korumacılığın sabitleyici, dönüştürme
gücünden yoksun şekliyle değil, içinde yükseldiği
kentsel kamusal mekanın ortak ve sürekli biriken
belleği üzerinden ve kültürel bir kamusal alan
üretme çabasından hareketle şekillendiriyor.
Marx, mülk sahibi sınıf için “beş para ödemeden
kamusal alanı çalmışlardır” der. Çalınan aynı
zamanda mekanını kaybetmiş kamusallıktır. Kamusal
mekanlar kolektif bir tecrübenin üretildiği alanlar
olmaktan çıkmış ve pasif deneyim alanlarına
dönüşmüştür.
Oysa mekanını yitiren kamusal alan; toplumsal
yaşantımız içinde fikirlerin, ifadelerin ve
tecrübelerin üretildiği, açığa çıktığı ve
paylaşıldığı, dolanıp yayıldığı ve müzakere edildiği
toplumsal alanları (kamusal mekan); bu süreçte
ortaya çıkan anlam içeriğini (kamuoyu, kültür,
tecrübe) ve bu anlam sürecini oluşturan ya da bu
süreç içinde oluşan kolektif gövdeleri
tanımlamaktadır.
Bugün Gazhane Gönüllüleri’nin Hasanpaşa Gazhanesi
için verdikleri mücadele, buraya dair
geliştirdikleri kültür alanı yaklaşımı ve bu alanın
yönetim modeline ilişkin yürüttükleri çaba modern
mimari örneği olan bir sanayi sitini bir kamusal
mekana dönüştürme hikayesidir. Ve kentsel dönüşümde,
hem bir kamusal alan yaratma önerisi getirdiği için
ve aynı zamanda modern endüstri mirasına kolektif
bir tecrübe ile sahip çıktığı için kent üzerinde
yaşayan herkesin sahip çıkması gereken bir deneyim
ve proje örneğidir. Bu deneyim ve projenin hikayesi
ise ancak geçmişten geleceğe bakarak okunabilir.

İstanbul ‘un
sahip olduğu kültürel miras bir yandan Bizans ve
Osmanlı’nın başkenti olmaktan kaynaklı tarihsel
yapıları ve anıtsal binaları kapsarken, diğer yandan
da Türkiye’nin modernleşme tarihini mekan üzerinden
analiz etmeye olanak veren modern yapıları
barındırmaktadır. 19. Yüzyılın ikinci yarısından
itibaren İstanbul, bir yandan uluslararası
ticarette etkinleşen ara kent konumundan dolayı
gereksinim duyduğu modern bir iş merkezinin (Galata-Pera),
diğer yandan, Avrupa yakasında Taksim –Şişli,
Anadolu yakasında ise Kadıköy –Bostancı akslarında
modern konut alanlarının inşasına tanık olmaktadır.
Aynı dönemde İstanbul’un geçirdiği idari-yönetsel
modernleşme ile bağlantılı olarak kentin modern alt
yapısının inşa süreci de başlamaktadır. Bu inşa
süreci ile birlikte kenti besleyen ulaşım ağları da
hızla gelişmiştir. Hammadde veya bitmiş ürünün
taşınması için yeterli ulaşım ağının varlığı
nedeniyle kent, özellikle 1850’den sonra Osmanlı
İmparatorluğu endüstrisinin merkezi haline
gelmiştir. Bu tarihten itibaren yabancı sermaye,
işgücü ve teknolojisi ile kurulan fabrikaların
sayısı ve türü fark edilir bir biçimde artmıştır.
20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun
topraklarında bulunan endüstri işletmelerinin %
55’inin İstanbul’da yer aldığı bilinmektedir. Kente
elektrik ve havagazı sağlayacak modern elektrik
santralleri ile gazhanelerin yapımına da bu dönemde
başlanmıştır.
1950’li yıllara kadar kentin elektrik ve havagazı
ihtiyacını belli ölçüde sağlayan bu santral ve
gazhaneler, kentin hızlı büyüme sürecinde yetersiz
kalarak işlevlerini yitirmişlerdir. Bu alanlar
işlevlerini yitirdikten sonra uzun süre buralara
müdahale edilmemiş ve bir anlamda çökmeye terk
edilmişlerdir. İşte tam da bu yüzden 19. yüzyılda
sayıları 256’yı bulan endüstri yapılarından bugüne
sadece 43’ü kalabilmiştir. Günümüze kadar ulaşan
gazhane ve elektrik santrali sayısı ise sadece
6’dır. 1950’lerden 1970’lerin sonlarına kadar,
masif kırsal göçler alarak büyüyen kentin arazi
ihtiyacı hazineye devrolmuş geniş arazi stoku ve
düşük yoğunluklu eski konut alanlarının yapsatçılık
yoluyla dönüşümü ile karşılanmış ve böylelikle çoğu
çöküntü alanı halindeki bu eski santral ve
gazhaneler o dönemde kentsel arazi olarak dikkati
çekmemiştir. Bu sayede bu alanların bir kısmı
günümüze kadar kalabilmiştir.
1980’lerden itibaren değişen ekonomi politikalarıyla
birlikte başlayan kentsel dönüşüm sürecinde, kentin
merkezi alanlarındaki araziler hızla değer kazanmaya
başlamıştır. Bu bölgelerde yer alan ve hemen
hepsinin içlerindeki yapı stoku yağmalanmış, harap
edilmiş olan İstanbul’un ilk modern endüstri
yapılarından olan santral ve gazhaneler, kentsel
arazi üretiminin yeni hedefleri haline gelmiştir. Bu
hedefler doğrultusunda yeniden işlevlendirilen bu
endüstri yapıları için en büyük riskin, hızla
yapılan işlevlendirme uygulamaları olduğu aşikardır.
Zira bu uygulamalarda rant kaygısı ön plana
çıkmaktadır.
İstanbul’un
modernleşme tarihinin en önemli simgelerinden olan
bu alanların sanayi siti olarak korunması ve bu
koruma kararına uygun yeni işlevlerle
canlandırılmasını savunan meslek kuruluşları ve
yerel inisiyatiflerin müdahalesi / mücadelesi ile bu
alanların kentsel arazi olarak değerlendirilmesine
karşı bir direnç oluşturulmuştur. Bu girişimler
sayesinde bu alanlar sanayi siti olarak koruma
kapsamına alınmıştır. Böylelikle bu alanlardan bir
kısmı müzeye dönüşmüş, bir kısmı üniversitelerin
kullanımına açılmış ve bir kısmı da farklı işlevler
alarak ayakta durabilmiştir.
Günümüze ulaşan endüstri mirası yapılarından biri
olan Hasanpaşa Gazhanesi 1892 yılında İstanbul’un
Anadolu yakasının gaz ihtiyacını karşılamak ve
sokaklarını aydınlatmak üzere kurulmuştur. O
yıllarda, Anadolu yakasının en büyük gaz üretim
merkezi konumundadır. İstanbul’da doğalgaz ile
ısınma sistemine geçilmesiyle birlikte havagazı
üretimi durdurulmuş ve o günden sonra, Hasanpaşa
Gazhanesi, farklı dönemlerde kömür deposu, otobüs
garajı, İETT deposu olarak kullanılmıştır. O
dönemdeki hakim anlayış, Gazhane alanındaki
binaların yıkılarak yerine ‘modern’ yapıların, katlı
otoparkların yapılmasını öngörmektedir.
Bu hakim anlayışın karşısında, 1994 yılında önemli
bir gelişme yaşanır. Hasanpaşa Gazhanesi Kadıköy
Belediyesi ve duyarlı kent sakinleri sayesinde sit
alanı ilan edilir. 1996 yılında ilk kez bir araya
gelerek Gazhane için fikir oluşturmaya başlayan
mahalle sakinleri, konuya duyarlı tarafların, meslek
odalarının, mimarların görüşlerini alma ve mahallede
bir anket çalışması yapma yoluna giderler. Buradan
çıkan sonuçlar Gazhane bölgesinin bir kültür merkezi
ve yeşil alan olarak değerlendirilmesi yönündedir.
Tüm bunların sonunda bir imza kampanyası başlatılır
ve toplanan 8000 imza ile İstanbul Büyükşehir
Belediyesi ile görüşülür. Düşünülen kültür merkezi
için mimari projenin İstanbul Teknik Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi tarafından hazırlanması teklifi
Büyükşehir Belediyesi’ne sunulur. Tarafların
görüşlerine sessiz kalmayan Belediye İstanbul Teknik
Üniversitesi’ne mimari bir proje hazırlatır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Koruma Kurulu
tarafından da onay almış, Gazhaneye ait binaların
sosyo-kültürel tesis olarak yeniden
işlevlendirilmesine yönelik İTÜ’ne hazırlatılan
projeyi 22 Haziran 2001 tarihinde onaylar.
Sürecin buraya doğru evrilmesinin başlıca aktörü ise
Gazhane Gönüllüleri’dir. Mahallede yaşayanlar,
yıllarca gazhanenin sıkıntısını çekmişlerdir. Şimdi
ise gazhanenin kamu yararı dışında başka amaçlarla
kullanılma olasılığı burada yaşayanları harekete
geçirmiştir. Bir açık alan olarak, tüm risklerine
rağmen, gazhane ile çevre halkının yıllara dayanan
bir birlikte yaşama alışkanlığı vardır. Gönüllülerin
mekana ve buraya ilişkin kamusal duyarlılık
yaratmaya dair hassasiyetleri, modern endüstri
mirasının en özgün örneklerinden olan bu açık alana
ilişkin hayaller ve düşünceler üretmelerini
beraberinde getirir. Mahallelinin kendi kendine
örgütlenmesi ile başlayan “Gazhane Çevre
Gönüllüleri” hayallerinin, düşündüklerinin izini
daha rahat sürebilmek için 1998’de Gazhane Çevre
Kültür ve İşletme Kooperatifi’ni kurarak kurumsal
bir kimliğin de taşıyıcısı haline gelir.

Bir anlamda
halkın öz-örgütlülüğü kurumsal bir mücadele mevzii
elde etmiş olur. Bu öz-örgütlenme deneyimi
endüstriyel mirasa sahip çıkmanın en özgün
örneklerinden biri haline gelir. Gazhane Gönüllüleri
bu alanı bir yandan mahallelinin nefes alabileceği
bir yeşil alan, aynı zamanda da kültür-sanat ve
spor/oyun alanı olarak yeniden işlevlendirecek
projeler üretmeye başlarlar. Hasanpaşa Gazhanesi’nin
çok amaçlı bir kültür merkezi olacak biçimde
dönüşmesine yönelik İTÜ tarafından hazırlanan avan
proje de bu çalışmalarının bir sonucudur. Ama
sonuçta, son derece incelikli bir şekilde
hazırlanan, avan proje bir fiziksel mekan düzenleme
çalışmasıdır. İşte tam da bu nedenle Gazhane
Gönüllüleri bu mekanın yönetimine dair alternatif,
demokratik bir model ortaya koyarlar. Zira salt
fiziksel düzenlemeleri içeren bir yenileme
projesinin yerelin ihtiyaçlarına, beklentilerine
cevap veremeyeceği aşikardır.
Ortaya konan bu yönetim modeli;
• iktisadi ve toplumsal devamlılığı olan, yaşamdan
bağlarını kopartmadan, semtin, mahallenin
özelliklerini de dikkate alan,
• kültürün ve toplumsal yaşamın sadece
tüketilmediği, ilgili tüm unsurların üretim
süreçlerine katıldığı,
• iktidar alanlarının yaratılmadığı ama kaosa da yol
açmayacak,
• toplumsal ve kültürel yabancılaşmayı en aza
indirgeyecek, unuttuğumuz değerleri yeniden
anımsayacağımız
farklı, alternatif bir kamusallığın taşıyıcısı
olmaya adaydır.
Ve işte şimdi bu uzun hikayenin yaşamda karşılığını
bulabilmesi için daha fazla katılıma, emeğe, ilgiye
ve bilgiye ihtiyaç var. Bu hikayenin bir kıymeti
var. İstanbul için... Hepimiz için...
“kuşların yazdığı
harfler sabahın bir ucundan ötekine
baltanın milyon tane eli toprağın yumuşak eli
zamanın bir adım önünde
kabilelerin kırık dişleri, uzun yurtları
hem saçılmış bozkıra, hem yan yana
kilin küçük, artakalmış kulpu, neredeyse hayaleti
bir tepsinin
kendini taşır bize topraktan
uzanan kolların vaadi, hepimizin ortak yolu olan o
tek sayfa
haritası bir avucun
tortop olmuş
ama bir meşale gibi elden ele
kıymetini bil herşeyin
bize doğru açtıkları patikaların ve onlara
açılmalarımızın
çimenin adaletinin, ki sarayları çökertir ama arayış
türkülerini saklar
dalgalara isim koyan teknenin, hayatın kasesinin,
günlerle dolup
sevdiği şeye dönüşmek için batan
ağacın oldum olası tohum diye bildiği şeye dönüşen
belleğin
sözlerin
ekmeğin
kapının ardındaki doğrulara uzanan çocuğun
dünya meclisinde coşkulu hayvanların
yeniden birlikte başlama özleminin
insanların, odadaki insanların, sokaktaki insanların
kıymetini bil herşeyin”
Gareth EVANS*
(19 Mayıs 2005)
* Gareth Evans, 'Kıymetini Bil Herşeyin' başlıklı bu
şiirini John Berger’e adamıştır. Burada şiirin tümü
yer almamaktadır. Tümü John Berger’in 'Kıymetini Bil
Herşeyin' [Metis Yayınları, Nisan 2009] adını
taşıyan kitabının başında yer almaktadır.)
Yapı, 24.12.2009
|
'ESKİ HAMAM, ESKİ
TAS'LARIMIZ

“Eğer bir Türk
hamamında yıkanmadıysanız, hayatınızda hiç
yıkanmamış sayılırsınız...” Alman General Moltke’nin
180 yıl önceki bu izlenimi ne kadar gerçekse, Evliya
Çelebi’nin ondan 300 yıl önceki şu sözü de o kadar
doğrudur: “... velhasıl, Bursa sudan ibarettir...”
Tarihin görmüş geçirmişleri böyle söylediklerine
göre, “hamamların en hamamları”nın da Bursa’da
olması kadar doğal ne olabilir... Şehir merkezindeki
irili ufaklı birçok termal kaplıcanın dışında, 41
tanesi bugün de hala kullanılabilir olan Osmanlı’dan
kalma toplam 55 hamamdan Umurbey, Reyhan, Dayıoğlu,
Çakır, Şengül, Nasuhpaşa, Nalıncılar, Demirtaş,
Muradiye, Kayhan, İnebey, İncirli, Kiremitçi,
Muallimzade, Meyhaneli ve Ördekli gibi anıtsal
örneklerin yanı sıra evlerde, konaklarda, hanlarda,
o ilk otellerde ve Çelik Palas’taki hamamlar da
geçmişin ne denli “yaşam”sal bir kültürle tarihe dö-nüştüğünün
en “insancıl” kanıtları...
Roma döneminden bu yana gündelik yaşamla bütünleşen
bu zenginliğimiz, 1430’da yapılmış Umurbey
Hamamı’nın taş binasında sergileniyor. Tarihi
hamamın özgün mekanlarında, her biri diğerinden
zarif eski eşyalar; ustalıkla tasarlanmış
canlandırmalar; geçmişi şiirsel anlatımlarla yaşatan
bilgi panolarıyla, su ve insan sesinin çağlar boyu
gizlerini yansıtan bir sanat gösterisiyle...
Son yıllardaki “kent müzeleri” projelerine başarıyla
imza atan mimar Naim Arnas’ın tasarladığı “Eski
Hamam Eski Tas”, aynı zamanda Tofaş Sanat
Galerisi’nin de açılış sergisi...
Koç Vakfı’nın desteği, Mido AŞ ve Yapı Kredi
Yayınları’nın katkılarıyla düzenlenen sergide,
Moltke’yi hayran bırakan tüm incelikler, önemli
oranda Arnas’ın koleksiyonundan yöresel objelerle
birlikte izleniyor…
500 yılı aşkın “temizlik uygarlığı”na hizmet eden
Umurbey, bundan böyle kuşaktan kuşağa çağdaş
uygarlığın kültür merkezi olacak..
Hamam’ın bulunduğu alanda Bursa’nın ilk ipek
fabrikalarından biri vardı. 1998 yılında Mimar Sinan
Üniversitesi’nden Prof.Dr. Önder Küçükerman, aynı
okuldan mezun Naim Arnas ve dönemin Bursa Büyükşehir
Belediye Başkanı Erdem Saker ile yardımcısı Dr.
Engin Yenal, sanayi mirasımızın yeniden kente
kazandırılması dileklerini Tofaş yöneticileriyle
paylaştılar.
Çünkü Bursa Arkeoloji Müzesi’nde sessizce duran
antik “araba” kalıntısı 2 bin 600 yıl önce de bu
kentte “araba ustaları”nın yaşadığını kanıtlıyordu.
O meçhul ustalardan şimdiki emektar ustalara uzanan
akıl ve yaratıcılık serüvenine duyulan merak,
“Anadolu Arabaları Müzesi”nin doğmasına neden
oldu...
Tofaş yöneticilerinden Jan Nahum’un da teşvikiyle
2002’de restore edilen “fabrika-müze”de, 4 bin yıl
önce tekerleğin arabaya dönüştüğü ilk örneklerden,
yakın geçmişin fayton imalathanesine, 20. yüzyılın
otomobil modellerinden günümüzün hız çılgınlarına
kadar araba tarihi tüm tanıklarıyla yer aldı...
Müzenin işte bu heyecanla 2002’deki açılışından
sonra sıra artık “tarihi komşu”su olan, yüzyılların
yorgunu Umurbey Hamamı’nın “kurtarılması”na
gelmişti... 2008’de onarımı tamamlanan hamamın yeni
yaşamına “efsanevi günleri”yle buluşarak başlaması
fikri heyecan verici bir sergi projesine dönüştü...
Eski bir hamamda “ilk” kez bir hamam sergisi
düzenlendiğini vurgulayan Arnas, 30 yılda toplanmış
yaklaşık 1200 objenin yurdun hemen her yöresindeki
hamam kültürünün ürünleri olduğunu belirterek
“Böylece tüm Anadolu’yu belgelemiş oluyoruz”
diyor... O kadar ki Osmanlı atölyelerinde yapılmış
19. yüzyıla ait sabunlar bile kalıpların
üzerlerindeki Osmanlıca mühürleriyle adeta “temizlik
uygarlığı”mızı sergiliyorlar...
2010’un Mart ayı başlarına kadar açık kalacak
sergide farklı yörelerden hamam eşyalarının bir
arada görülmesi, tanıtım metninde şöyle özetleniyor:
“…koleksiyon, geçmişin sosyolojik ve ekonomik
analizlerini de mümkün kılmaktadır. Örneğin
İstanbul’da yapılmış barok, ampir ve rokoko
üslubunda zengin bitkisel ve geometrik bezemeli
hamam tası ile Tokat, Kastamonu yöresinde yapılmış
bezemesiz hamam tası, eserlerin geldikleri yörelerin
sosyolojik ve ekonomik farklılıklarını da
yansıtıyor”…
Serginin aynı zamanda “yaşamın içinden ayrıntılar”ı
da içermesi, aynı objelerin “kullanım”larındaki
kültürel zenginliği belgeliyor. Yine tanıtımındaki
vurgulamayla, “örneğin hamama girildiği zaman kadın
ve erkeklerin öncelikle yapması gereken kişisel
bakımlarında kullandıkları küçük araçlar, tıraş
takımları, makyaj malzemeleri, gümüş kaplamalı topuk
taşları, süslü taraklar” eski kuşakların ne denli
özenli ve sağlıklı bir ömür düşkünü olduklarını
kanıtlıyor.
Çeşit çeşit taş ve mermer kurnalardan, zarif ve
ustalık işi bakır musluklara, “balıklı” hamam
taslarından bin bir desenli havlulara, çocuklar için
bile özenle yapılmış sedef süslemeli nalınlardan boy
boy gümüş aynalara kadar tüm incelikleriyle
“uygarlık gösterisi”ne dönüşen bu düşkünlüğü
kutsamanız için Umurbey Hamamı yolunuzu gözlüyor...
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 24.12.2009
|
VAKIFLAR'DAN CAMİ VURGUNUNA 1.2 MİLYON TL'LİK DAVA AÇILDI
Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişleri, İzmir'in Tire ve Selçuk İlçesi ile Manisa'nın Kula İlçesinde, 2007 yılından sonra ihale edilen 8 ayrı tarihi cami ve hamamın restorasyon çalışmalarını araştırdı. Bu incelemede, 1.2 milyon TL'lik vurgun ortaya çıkarıldı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, üç ilçedeki camilerin restorasyonunu ihale yoluyla alan firmaların, işleri yapmadığı halde yapmış gibi göstererek kurumu zarara uğrattığı öne sürüldü. Mimarlık şirketleri ve çalışanları hakkında 8 ayrı dosyayla, 1.2 milyon TL'lik tazminat davası açıldı.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2007'den sonraki değişik tarihlerde, Kula'da bir cami ve bir çarşı, Tire'de iki cami ve Selçuk'ta 2 cami ile bir mescidin restorasyon işlerini ihale etti. İhaleyi kazanan şirketler, ihale şartlarına uygun olarak çalışmaya başladılar. İddiaya göre, ihale edilen işlerin çoğu yarım bırakıldı. Firmalar, Vakıf hesabından paralarını aldı. Müfettişler, yolsuzluğu ortaya çıkardı. Müffettiş raporları üzerine harekete geçen Vakıflar Genel Müdürlüğü, kurumu zarara uğratan firmaları dava etti, 1.2 milyon TL'lik tazminat istedi.
Yeni Asır, 24.12.2009
|
 |
|
KARACAOĞLAN'IN ULUÇINARI BİN YILDIR AYAKTA
Kahramanmaraş'ın merkeze bağlı Döngele beldesinde
yaklaşık bin yıllık olduğu tahmin edilen dev çınar
asırlara meydan okuyor.
Görenlerde şaşkınlık uyandıran 10 asırlık çınar
hakkında Karacaoğlan'ın da şiiri var. Durdular
Mahallesi'ndeki Oynak mevkiinde bulunan çınar ağacı,
derin kökleri ve ihtişamıyla belde halkının uğrak
yeri. Kaynaklara göre 800 yıllık geçmişe sahip
Döngele'den daha eski olan çınar için Karacaoğlan'ın
da dizeleri bulunuyor. Ünlü ozanın, "Mevla'm seni
övmüş övmüş yaratmış \ Oynak Çınar etrafına boy
atmış \ Dalların uzatmış yerlere yatmış \ Ne
zamandan beriyi bilirsin çınar" dizeleri ağacın yaşı
hakkında bir merak uyandığını gösteriyor. Belde
halkı 'Oynak Çınarı' adıyla nam salan devasa ağacın
koruma altına alınmasını istiyor
Zaman, Haber: İlkay Göçmen, 24.12.2009
|
FİDAN HAN'A YENİ VİZYON

Bursa Büyükşehir Belediyesi, ‘Marka kent` yolunda
tarihi çarşı ve hanların restore edilerek ayağa
kaldırıldığı kentin önemli tarihi yapılarından olan
Fidan Han için farklı bir projeyi hayata geçiriyor.
Başkan Altepe, Fidan Han`ı kültürel buluşma noktası
halline getireceklerini söyledi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe,
“Farklı noktalarda, pasajlarda hizmet veren
kitapçıları, yayıncıları toplayıp, Fidan Han`ı
Bursa'nın kültürel buluşma noktası haline
getirmeyi amaçlıyoruz” dedi.
Kütahya Han, Eskişehir Han gibi kentin tarihi
ziynetlerini ayağa kaldırmak için çalışmalarını
aralıksız sürdüren Başkan Altepe, Fidan Han`a da
farklı bir fonksiyon kazandırılması için Fidan
Han Derneği yönetimi ve Bursa Tarihi Çarşı ve
Hanlar Bölgesi Platformu İcra Kurulu üyeleriyle
Fidan Han`da bir araya geldi. Esnafın
sorunlarını dinleyen Başkan Altepe, yerli ve
yabancı turistleri Hanlar Bölgesi`ne çekmek için
çalışmaların tüm hızıyla sürdüğünü belirtti.
Başkan Altepe, “Eserlerimiz uluslararası ödüller
alıyor. Tarihi mimari konusunda örnek gösterilen
bir kent haline geldik” dedi.
Fidan Han'ın, çarşı esnafı tarafından genellikle
depo olarak kullanıldığını ve ticari
hareketliliğin bulunmadığını hatırlatan Başkan
Altepe, öncelikle hana hareket getirecek bir
proje üretilmesi gerektiğini söyledi. Bu konuda
Fidan Han yönetimine önerilerde bulunan Altepe,
“Kitapçılar ve yayıncılar kent içinde dağınık
yerlerde, pasajlarda hizmet veriyor. Eğer onları
buraya getirebilirsek, kitap almak için buraya
gelenler, çarşıyı da gezmiş olacak. Kitap okuma
alanları oluşturup belirli zamanlarda önemli
yazarları
davet
ederek imza günleri düzenleyebiliriz. Bu konuda
Büyükşehir Belediyesi olarak her türlü desteği
vermeye hazırız. Bunun için öncelikle boş olan
veya depo olarak kullanılan dükkanlara
kitapçıları toplamamız gerekli. Bu sayede Fidan
Han, sahafların, kitapçıların, yayıncıların ve
okuyucuların kültürel buluşma noktası haline
gelecek” diye konuştu.
Toplantıda esnaf ‘Kitapçılar Çarşısı`
önerisine sıcak bakarken, Başkan Altepe'ye
sorunlarını da anlattı. Fidan Han Dernek Başkanı
Osman Çürüksulular, sadece çarşı içinden bir
kapısı bulunan hana yeni bir kapı açılmasını,
yetersiz olan tuvaletlerin yenilenip
düzenlenmesi ve yapının kuzeybatı cephesindeki
kaymanın onarılmasını talep etti. Kayma
nedeniyle binada oluşan çatlakları dükkanları
gezerek inceleyen Başkan Altepe, yeni bir kapı
açılması için gerekli çalışmaları
başlatacaklarını, kaymayla ilgili önlemleri
alacaklarını ve tüm eksiklikleri gidereceklerini
söyledi.
Bursa'nın en güzel hanlarından biri olan Fidan
Hanı, Sadrazam Mehmet Ağa`nın oğlu İbrahim Paşa
tarafından yaptırılmış. 15. yüzyıl yapısı olan
han iki avlulu. Ahırlar ve diğer yan bölümlerin
bulunduğu kısım bugünkü dükkanların olduğu
yerde. Hana güneydeki çarşıdan girilmektedir.
Ortasında bir havuz ve mescidi bulunuyor.
Birinci avlu üzerindeki hanın altta 48, üstte 50
olmak üzere 98 odası var. Alt kattaki odalar ve
revaklar tonozlarla, üst katta revaklar kubbeli,
odalar ise tonozla örtülmüş. Çarşı tarafındaki
alt kat odaları dışında kalan odalar birer
pencere ile aydınlatılmış. Fidan Hanı 1561,
1603, 1656, 1760 yıllarında onarılmış, yapılan
birçok eklerle orijinalliğinden kısmen de olsa
uzaklaşmış.
Bursa Olay, 24.12.2009
|
TEKKELİLER KONAĞI TADİLATTA
Mudurnu Belediyesi
tarafından 2006 yılında satın alınan tarihi
Tekkeliler Konağı'nın 2008 yılında tavan kısmı
onarımdan geçirilmişti.
Tarihi konağın Mudurnu
turizmine hizmet etmesi açısından gerekli
tadilatının bitirilmesi için start verildi. Mudurnulu
ahşap ustası Sabahattin Özkan’ın
oluşturduğu ekip tarihi konakta restorasyon işlemine
başladı. Tarihi konak restorasyonu tamamlandıktan
sonra gezi evi olarak kullanılacak.
Bolu Olay, 24.12.2009
|
|
 |
SELÇUKLU MİRASININ HARİTASI ÇIKARILIYOR
Dünyadaki Selçuklu mirası Cumhurbaşkanlığının himayesinde dev bir proje ile kayıt altına alınıyor. Kasım ayında başlanan proje ile 12 ülkedeki 400’ü aşkın eser tek tek fotoğraflanacak ve belgesel filmi çekilecek. Büyük Selçuklu Mirası Projesi’nin Belgesel Yönetmeni ve Fotoğraf Sanatçısı İbrahim Dıvarcı, projenin Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun maddi katkıları, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) denetim ve koordinasyonunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle hayata geçirileceğini söyledi.
Proje kapsamında, Afganistan, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, İran, İsrail, Mısır, Özbekistan, Suriye, Türkmenistan, Türkiye ve Yemen ile özerk cumhuriyet olan Nahcıvan’daki Selçuklu mimari eserlerinin son durumlarının tespit edilip, fotoğrafları ve görüntülerinin çekileceğini anlatan Dıvarcı, ayrıca İngiltere, Almanya, ABD, Rusya, Fransa, Suriye ve İran’daki Büyük Selçuklu Koleksiyonlarına sahip müzelerde bulunan eserlerin de fotoğraflanacağını bildirdi.
Dıvarcı, bunun yanı sıra eserlerin planlarını da çıkarmayı hedeflediklerini dile getirerek, şöyle devam etti: “Sahada toplam 400’den fazla eser üzerinde çalışma yapılacak. Ayrıca müzelerdeki belki yüzlerce eser üzerinde de aynı çalışmaları yapacağız. 30 ay sürecek proje sonunda 3 ciltlik fotoğraf albümü, 120 dakikalık bir belgesel ve 1 ciltlik Büyük Selçuklu’nun müzelerdeki envanterinin bulunacağı kitap hazırlanacak.”
Dıvarcı, yaklaşık 850 bin dolara mal olması ve 2012’de tamamlanması planlanan projenin maliyetinin 500 bin dolarlık kısmının Başbakanlık Tanıtma Fonu tarafından karşılanacağını dile getirdi.
Türkiye Gazetesi, 24.12.2009
|
SÜMELA'DA AYİNE ŞARTLI İZİN ÇIKTI
Trabzon'un tarihi Sümela Manastırı'nda bir tabu yıkıldı. Yıllardır ibadete kapalı olan, bu nedenle ayin yapmak için gelenlerin engellendiği ve olayların yaşandığı manastırda yılda bir kez ibadet izni çıktı. Şimdi sıra ilk ayin için tarih ve manastır içinde yer belirlenmesine geldi. Sümela Manastırı'nın ibadete açılma kararı, geçtiğimiz 15 Ağustos'ta Trabzon'a ayin yapmak amacıyla Yunanistan ve Rusya'dan gelen yaklaşık 500 kişinin engellenmesi ve ardından yaşanan tartışmalarla birlikte gündeme geldi. Trabzon Valisi Recep Kızılcık, 8 Eylül'de Trabzon'a giden AB Reform İzleme Grubu'ndaki Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Bağış, İçişleri Bakanı Atalay, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Adalet Bakanı Ergin'e Sümela Manastırı'nın ibadete açılmasıyla ilgili rapor sundu. Bu raporu değerlendiren Reform İzleme Grubu, Dışişleri, İçişleri ile Kültür ve Turizm Bakanlıkları'nın çalışma yapması ve yılbaşına kadar bitirmesi kararı aldı. Raporda, Trabzon üzerinde oynandığı öne sürdüğü Pontus- Rum tehlikesine dikkat çekti. İki bakanlık raporlarında, "Sümela'nın ibadete kapalı olması nedeniyle her yıl 15 Ağustos'ta bu tür provokasyonlar yaşanıyor. Haliyle önüne geçebilmek amacıyla 'sınırlı' bir şekilde ayine izin verilebilir" görüşlerine yer verdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Trabzon Valiliği'ne gönderdiği yazıda, ayin yapılacak alanın belirlenerek acilen bildirilmesini istedi. Manastırın, inanç turizmi kapsamında hac yeri olarak tanıtılacağı belirtildi. Ayine izin verilen yerler arasında Sümela olmadığı ancak Türkiye'de inanç özgürlüğünün kısıtlandığı iddialarına mesnet oluşturmamak için Sümela'da yılda bir kez olmak üzere kısa süreli ayin düzenleneceği bildirildi.
Sabah, 24.12.2009
|
 |

|
11 BİN YILLIK HÖYÜKTE KAZILAR BAŞLADI
Türbe Höyük, Başur Höyük ve Çattepe Höyüğü kazılarından sonra Siirt'te yeni bir kazı çalışması başlatıldı. Eruh İlçesi'ne bağlı Ormanardı Köyü'nde bulunan Güzir Höyük'te kazı çalışmalarında ilk etapta önemli sonuçlara ulaşıldı. Höyüğün geçmişinin MÖ 9 binli yıllara dayandığı tespit edildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Ilısu Barajı sahasında kalacak tarihi ve kültürel eserleri kurtarma çalışmaları kapsamında başlanan kazılar, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalından Doç.Dr. Necmi Karul ve Dr. Savaş Harmankaya başkanlığındaki bir ekip tarafından yürütülüyor. Kazıya yeni başladıklarını ifade eden Doç.Dr. Karul, "Eruh ilçemizin güzel köylerinden biri olan Ormanardı Köyünün hemen yakınındaki bu höyükte kazı çalışmaları yürüteceğiz. Güzir Höyük'te ilk yerleşimin MÖ 9 binli yıllara dayandığı kesinlik kazandı. Bu da bize bu höyüğün günümüzden 11 bin yıl öncesinden insanları barındırdığını ortaya çıkarıyor. Bu tarih, insanoğlunun yerleşik hayata ilk geçiş tarihine denk geliyor. İlk bulgular, bu kazının çok yararlı olacağını ve bölgenin tarihine ışık tutan kazılardan biri olacağını gösteriyor. Bu yıl çok kısa bir süre ve kısıtlı bir ekiple yürüttüğümüz bu çalışmaları önümüzdeki yıldan itibaren çok daha geniş bir süre ve kadro ile devam ettirmeyi planlıyoruz" dedi.
Siirt Kent Haber, 23.12.2009
|
"AFYON, FRİG VADİSİ
TANITIMINDA ÖNDE"
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz
Büyükerşen, Eskişehir’deki turizm potansiyelinin bir
türlü harekete geçirilemediğini ifade ederek; “Frig
Vadisi’nin içinde bulunduğu üç ilden biri olan
Afyonkarahisar bizi geçti. Hep birlikte tanıtım
için, turist çekmek için çalışıyorlar. Biz ise, çok
patırtı gürültü yapıyoruz, iş üretemiyoruz” dedi.
Yılmaz Büyükerşen, Dünya Kooperatifçilik Günü
dolayısıyla Eskişehir’deki kooperatif yöneticilerini
dün makamında kabul etti. Büyükerşen burada yaptığı
konuşmada Eskişehir’in birçok alanda da önemli bir
turizm potansiyeline sahip olduğunu belirterek,
şehir içinde açılmayı bekleyen 11 höyük olduğunu
söyledi. Eskişehir’deki turizm potansiyelinin bir
türlü harekete geçirilemediğini kaydeden Büyükerşen
“İl Özel İdaresi, Kültür ve Turizm Müdürlüğü gibi
ilgili kurumlar ne yazık ki gerekli çalışmaları bir
türlü gerçekleştiremiyorlar. Bakın Frig Vadisi’nin
içinde bulunduğu üç ilden biri olan Afyon bizi
geçti. Hep birlikte tanıtım için, turist çekmek için
çalışıyorlar, broşürler, haritalar basılıyor,
heykelcikler, küçük hediyelikler yapılıp satılıyor.
Biz ise, çok patırtı gürültü yapıyoruz ama iş
üretemiyoruz. Frig Vadisi konusunda Kütahya bile
bizden ileride” diye konuştu.
Afyon Haber, 23.12.2009
|
MAHALLE ARKEOLOJİK PARKI SEVERSE
Genellikle arkeolojik kazı
çalışmaları ya bir inşaat ya da ulaşım projesi ile
gündeme geliyor. Geçmişten bugüne gelen birtakım
olguları, medeniyetleri tanımamıza ve içinde
bulunduğumuz durumu ve hatta geleceğimizi daha iyi
okumamıza yardımcı olabilecek bu çalışmalar, bu
faydacı bakış açısıyla gündeme geldiği için haliyle
yetersiz kalıyordu.
İstanbul için önemli olan bu yerleşmelere biri daha
ekleniyor. İstanbul’un Anadolu yakasındaki en önemli
arkeolojik alanlardan biri olan Küçükyalı Projesi
ile İstanbul’un ilk arkeolojik parkının
oluşturulması hedefleniyor. Anadolu yakasının en
kapsamlı arkeoloji çalışması olarak da bilinen
Bizans dönemine ait yerleşmede, Koç Üniversitesi
Arkeoloji ve Sanat tarihi bölümü öğretim üyesi Yrd.
Doç. Dr Alessandra Ricci başkanlığında İstanbul
Arkeoloji müzesi tarafından yönetilen kazılara ,
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı destek
veriyor.
Çınar Mahallesi muhtarının ve sakinlerinin büyük
ilgi gösterdiği yerleşmenin arkeoloji parkı olarak
korunmasına, halkın gündelik hayatının bir parçası
haline getirilmeye çalışılıyor.
Görüştüğümüz Çınar Mahallesi muhtarı Ayşem Möröy ,
arkeolojik yerleşmenin tamamen ortaya çıkarılmasının
ardından burada yapacakları etkinliklerle mahallenin
çehresinin değişeceğini, mahalle için yeni bir nefes
kaynağı olacağını söyledi. Mevcut yerleşim içinde de
çıkan buluntuların sergilendiğini, mahallelinin
büyük ilgi gösterdiğini belirtti. Projenin
bitirilmesiyle semtin önemli bir sosyal merkez
kazanacağını belirten Möröy, sergiler, kültürel
etkinlikler, film gösterimleriyle arkeolojinin
mahallelinin ve İstanbul halkının hayatının parçası
haline geleceğini söyledi. Mahallelinin arkeoloji
parkın yaşamlarına getireceği değişimin farkında
olmasının yerleşimin korunmasında etkili olduğunu
belirten Möröy, örnek bir çalışmaya ev sahipliği
yaptıklarından ötürü mutluluklarını dile getirdi.
Çalışmalarına Kültür Bakanlığı izni ile başlayan
kazı ekibi, yüksek yeşil bir alan, alanın altında
sarnıç ve kilise kalıntılarının olduğu önemli bir
kompleks yapıyla karşılaşmış.
Ortaya çıkan buluntular arasında en dikkat çekici
olanı, örneği bulunmamış patrik mezarı. İmparator l.
Mikhael’in oğlu Ignatius’a ait mezar, Vatikan
arşivindeki 11. yüzyıla ait bir tasvirle
resmedilmiş. 877 yılında ölen Patrik Ignatius’un
Ayasofya’da gerçekleşen defin töreninin ardından
Küçükyalı’ya getirilip anıt yapıya yerleştirilmiş.
Bizans imparatorunun yazlık sarayının bu yerleşkede
bulunduğu da biliniyor. Sarayın altında yer alan ve
altyapısını oluşturan devasa sarnıcın Kayışdağı’ndan
getirilen suyu depolamak için kullanıldığı tahmin
ediliyor. Çok kubbeli sarnıcın üst bölümü, çökmüş
ancak üstündeki manastır yapısını taşıyan büyük
açıklı bölümün hala ayakta kaldığı görülüyor. Bizans
dönemindeki kilise duvarlarına ait olduğu düşünülen
altın kaplamalı mozaik taşlar da buluntular
arasında.
Kazı ekibinde çok sayıda yerli ve yabancı arkeolog
yer alıyor. Geçtiğimiz haftalarda düzenlenen tanıtım
toplantısında konuşan Alessandra Ricci, bu projenin
sürdürebilir bir planlama modeli içinde kültürel
mirasın korunması ile gelişmenin yan yana
görülmesine iyi bir örnek olacağına değinmişti.
Evrensel, Haber: Yasemin Şahin, 23.12.2009
|
KATERİNA KÖŞKÜ'NE TALİP ARANIYOR
Kars'ın Sarıkamış İlçesi'nde bulunan Katerina Köşkü (Av Köşkü), restoresini yapacak şahıslara 49 yıllığına kiralanacak.
Tarihi binaların restore edilip turizme ve ekonomiye kazandırılması için Kars ve Sarıkamış İlçesinde çalışma başlatıldı. Bu kapsamda Rus Çarı 2. Nikola ve eşinin 1914 yılında Sarıkamış'a gelerek konakladıkları Katerina Köşkü'nün kullanım hakkı, 5225 Sayılı Kültür Teşvik Kanunu'na istinaden restoresini yapacak şahıslara 49 yıllığına verilecek.
Konuyla ilgili açıklama yapan Vali Ahmet Kara, "5225 sayılı Kültür Teşvik Kanunu var. Turizm Teşvik Kanunu'na paralel olarak 3 sene önce çıkan bir kanun. Bu kanuna göre bir kişi veya bir firma, resmi veya özel hiç fark etmiyor, bu tür binaları onarıp veya restore etmek isterse 49 yıllığına kullanma hakkı veriliyor. Örneğin Tekel binasını veya Hekimevi'ni veya başka bir tarihi binayı Kars'tan biri bu şekilde talepte bulunsa devlet 49 yıllığına tahsis edecek. O da kurulların izin verdiği ölçülerde restore edecek. Böylelikle işler yürüyecek. Türkiye'de bu şekilde dünya kadar butik otel türemiş vaziyette." dedi.
Vali Kara, Sarıkamış'taki Katerina Köşkü'nün de civardaki Şişman Köşk ve önünde bulunan atölyelerle birlikte isteyen birine veya birilerine tahsis edilmesinin düşünüldüğünü sözlerine ekledi.
Yeni Şafak, 23.12.2009
|
 |
'ÇALIKUŞU'NUN EVİ YIKILMAK ÜZERE

Türk edebiyatının tanınmış yazarlarından Reşat
Nuri Güntekin'in ünlü ''Çalıkuşu'' romanının bir
bölümünü yazdığı ve bir süre yaşadığı iki katlı ev,
yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Öğretim
Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mithat Atabay, yazar Reşat Nuri
Güntekin'in Cami Kebir Mahallesi'ndeki 2 katlı
evinin yıkılmak üzere olduğunu söyledi.
Yrd. Doç.Dr. Atabay, yazarın Çanakkale'ye babasının
tayini üzerine 5,5 yaşında geldiğini, Güntekin'in
ilkokula Tıflı Camisi'nin yanındaki İptidaiye
Mektebi'nde başladığını belirtti. Yazarın çocukluk
yıllarının geçtiği kentten yine babasının tayininin
çıkması nedeniyle ayrıldığını ifade eden Atabay,
şöyle konuştu:
''Reşat Nuri Güntekin'in bir dönem yaşadığı,
Cevatpaşa Mahallesi hastane bayırı mevkisindeki 2
katlı ev bugün bakımsız ve adeta yıkılmaya terk
edilmiş durumdadır. Mülkiyeti Fransa'da yaşayan
Tomruk Günalp ve Okan Günalp'e ait evi Çanakkale
Kültür ve Turizm Müdürlüğü kamulaştırarak restore
etmek istedi ancak sahipleri kamulaştırma isteğini
reddetti ve mahkeme aracılığıyla kültür müdürlüğünün
talebini engelledi. Evin hali içler acısı, yıkılmak
üzere. Yıkılmaya yüz tutmuş bu 2 katlı tarihi ev,
yeniden hayat bulmayı bekliyor.''
Reşat Nuri Güntekin'in, ''Çalıkuşu'' romanının
kahramanını çocukluğunun geçtiği Çanakkale'de
yarattığını ifade eden Atabay, Çalıkuşu'nun
Feride'sinin yazarın çocukluğunda ailece oturdukları
ve daha sonra Çanakkale'ye geldiğinde kaldığı evde
hayat bulduğunu bildirdi.
Güntekin'in evin bahçesindeki çitlembik ağacının
altında komşu kadınlarla sohbetlerinin böylece
ölümsüz hale geldiğini belirten Atabay, ''Reşat
Nuri'nin Çalıkuşu adlı romanı Sakarya Savaşı
sırasında attan düşerek yaralanan Mustafa Kemal
Atatürk'ün bile acılarına merhem olacak kadar
etkileyiciydi. Atatürk, Reşat Nuri'ye 'Cephede attan
düşüp sakatlandığımda vaktimi sizin Çalıkuşu
romanınızı okuyarak geçirdim. Romanın sayfaları
ilerledikçe acıyı unuttum' demiştir'' diye konuştu.
Yazarın Türkiye'de en çok okunan ve bilinen romanı
olan Çalıkuşu'nun bir bölümünü yazarken Çanakkale'de
kaldığı ev, Kültür ve Turizm Bakanlığınca restore
edilmek üzere kamulaştırılmış ancak evin
sahiplerinden Mehmet Okan Günalp, kamulaştırmaya
itiraz ederek mahkemeye başvurmuştu. Ev sahibinin
restorasyonu kendisinin yaptırmak istemesi üzerine
mahkeme heyeti 2007 yılında bu gerekçeyi yerinde
görerek kamulaştırma kararını iptal etmişti. Harap,
kapı ve pencereleri tahta kalaslarla kaplı bina, 19.
yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarındaki mimari
üslupla yapılmış. Yazarın kaldığı 2 katlı ev, İl
Özel İdaresi lojmanlarının karşısında bulunuyor.
Sabah, 23.12.2009
|
 |
CİNAYET!
Konya'nın Halkapınar İlçesi'nde bulunan ve dünyanın ilk yazılı tarım anıtı olan 2 bin 700 yıllık Hitit İvriz Anıtı, Konya İl Genel Meclisi tarafından koruma altına alınacak.
Açık alanda bulunduğu için yıpranan ve tüfekle ateş edilerek tahrip edilen anıt için İl Genel Meclis Üyesi İshak Acar, anıtın korunması amacıyla İl Genel Meclisi'ne önerge verdi. 2 bin 700 yıllık anıtın açıkta bulunduğu için çok yıprandığını belirten İshak Acar, "Tarihi mirasımız olan kaya anıtına sahip çıkmak bizlerin görevi. Özellikle doğal tahribatın oluşturduğu yıpranma nedeniyle kaya anıtı yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Ayrıca bu tarihi anıt sapan taşlarına, havalı tüfek saçmalarına, fişeklere hedef olmaktaydı. Bu konuda gerekli önlemlerin alınarak korumasının sağlanması gerektiğini düşünüyorum.
Konya İl Genel Meclisi' ne bu yönde bir önerge verdim ve önergem kabul gördü. Önümüzdeki günlerde İl Genel Meclisi Kültür ve Turizm Komisyonundan bir heyet Halkapınar'a gelerek anıt ve çevresinde inceleme yapacak. Komisyonun hazırlayacağı rapor, İl Genel Meclisi'nin Ocak ayı birleşiminde görüşülerek karara bağlanacak. Bu kararın olumlu bir şekilde sonuçlanacağını ve kaya anıtının uzay çatı sistemi ile koruma altına alınmasını sağlayacağız" dedi.
Halkapınar Belediye Başkanı Fatih Şentürk ise, İvriz Köyü'ndeki kaya anıtının dünyadaki ilk yazılı tarım anıtı ve dünya tarihindeki ilk yazılı kabartma kaya anıtı olma özelliğini taşıdığını ifade ederek, 2 bin 700 yıllık bu kabartmanın büyük değişimler yaşanmadan, tahrip edilmeden günümüze değin geldiğini, hedeflerinin ise gelecek nesillere bu anıtın aynı özellikler içerisinde bırakılmasını sağlamak olduğunu kaydetti. Anıtın korunması için yapılacak her türlü faaliyete belediye olarak destek vereceklerini de dile getiren Başkan Şentürk, "İvriz Kaya Anıtı'nda doğal tahribatın oluşturduğu yıkımın önüne geçmemiz şart. Özellikle yağmur ve kar sularının tuzlu olması kayanın çözülmesindeki en ciddi sorun olarak görülüyor. Yaz döneminde çözülen yerlerden çıkan otlarda, kayanın tahribatındaki diğer önemli bir sorun" şeklinde konuştu.
Sabah, 23.12.2009
|
TOSYA'DA TARİHİ KONAK
SAHİPLERİ DERTLİ
Tosya İlçesi'nde tarihi
konak sahipleri yapılarını restore etmek için izin
alamamaktan şikayetçi.
Pınarbaşı Mahallesi'nde
tarihi yapıya sahip olan Turgut Timuroğlu, sahip
olduğu yapının zamana daha fazla direnemediğini
belirterek, yapının ayakta kalması için yenileme
çalışmasının kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Önceki ve şimdiki yerel yöneticilerin ilçede
tarihi nitelikteki yapıları korumak için çalışma
içine girecekleri yönünde açıklamalardan bulunduğunu
öne süren Timuroğlu, yapı sahipleri olarak söz değil
uygulama beklediklerini vurguladı.
Kastamonu Postası,
23.12.2009
|
|
 |
BU BİTKİ TAM 13.000 YAŞINDA
Bilimadamlarının yaptığı açıklamaya göre, bugün California'da son Buz Çağı döneminde filizlendiği tahmin edilen meşe türevi bir bitki keşfedildi.
Araştırmacılar 13.000 yaşında olduğunu tahmin ettikleri Jurupa Meşesi'nin, dünyanın canlı en yaşlı bitkisi olduğunu açıkladılar. Bilimadamlarının açıklamasına göre meşe, eşeysiz üremeyle bir çalı topluluğu haline gelerek bu şekilde zorlu iklim koşullarından geçerek bugüne kadar dayanabilmiş.
Quercus palmeri ya da Haç Meşesi olarak adlandırılan türden bir bitki olan Jurupa Meşesi, ismini üzerinde yaşadığı Jurupa tepelerinden almış. Bu tür bitkiler genellikle soğuk ve ıslak bölgelerde yaşıyor. Bulunan bitkinin California'da yaşıyor olması, araştırmacıların dikkatlerini üzerine çekmesini sağlamış. Araştırmanın başındaki isim olan Jeffrey Ros-Ibarra, bu bitkinin normalde çok daha yüksek, soğuk ve ıslak iklimlerde yaşadığını, ancak keşfettiklerinin tam tersi bir durumda, sıcak bir ortamda, granit kayaların arasında, yüksek hızda esen rüzgarlara karşı koyarak küçük bir tepede yaşadığını söylüyor.
Ekip aynı zamanda meşenin hiç doğurgan meşe palamutları üretmediğini de fark etmiş. Bu da alışılmadık bir büyüme, üreme durumu anlamına geliyor.
Milliyet, 23.12.2009
|
CARAVAGGIO'NUN KEMİKLERİ ÇIKARILDI
İtalyan araştırmacılar, 400 yıl önce ölen Rönesans ressamı Michelangelo Merisi Caravaggio’ya ait olduğu sanılan kemikleri, kameralar eşliğinde Porto Ercole’deki küçük bir kiliseden çıkardı.
Kalıntılar, alüminyum kasalara konduktan sonra incelenmek üzere Bologna Üniversitesi’nin Ravenna kampusuna götürüldü. Burada kemikler, Caravaggio ailesi üyelerinin DNA’sı ile karşılaştırılacak. Caravaggio’nun ölüm nedeni Bologna Üniversitesi’nde daha detaylı incelenecek ve büyük ressama yakışır bir mezar hazırlanacak.
Araştırmaya antropoloji profesörü Giorgio Grupponi liderlik ediyor. Grupponi, daha önce de şair Dante Alighieri’nin yüzünün maketini geliştiren ekipte yer almıştı. 1571 ile 1610 yılları arasında yaşayan Caravaggio’nun sıtmadan öldüğü sanılıyor.
Hürriyet, 23.12.2009
|
 |
 |
KÜLTÜR VARLIKLARI KORUMA PROJESİ
Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun korumasında Isparta'da merkezde bulunan 153 tescilli kültür varlığının, atıl durumdan kurtarılmasına yönelik Yankı Madencilik Şirket Ortağı Sebahattin Turan tarafından hazırlanan proje Vali Ali Haydar Öner ve Belediye Başkanı Yusuf Ziya Günaydın'a da sunuldu.
Isparta Merkez'de yeni ticari alanlara, konut alanlarına ve sosyal alanlara ihtiyacın arttığını söyleyen Sebahattin Turan, özellikle Kurtuluş, Hisar, Turan, Keçeci, Sülübey, İskender, Gazi Kemal mahallelerinde tescilli binaların imar programlarına konulan yasaklar nedeniyle görüntü kirliliğine sebep olduğunu kaydetti.
Kurumlar arası iletişimin sağlanamaması ve birlikte hareket edilmeyişinden ötürü imar sahası içerisinde tescilli kültür varlığı sahiplerinin mağdur olduğunu öne süren Turan, "Gelişen şehircilik anlayışında tescillenmiş binaların bakım ve onarımları için gerekli girişimlerde bulunulmaması, hem bu binaların yıpranmasına, hatta çevredeki çocuklar için oyun alanı olarak kurtarılamadığından yıkılma tehlikesinden dolayı hayati tehlike yaratmaktadır. Bu binaların madde bağımlıları için de barınak olduğu ve yakılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu da aşikardır" dedi.
Öncelikle ilgili tüm kurumların çözüm üretmek amacıyla ortak bir çalışma grubu oluşturulması gerektiğini söyleyen Turan, "Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na göndermiş olduğumuz Isparta Merkez'de tescillenmiş kültür varlıklarıyla ilgili çözüm projemizi kurul tarafından olumlu ve uygulanabilir bulundu" dedi.
Sabah Emlak, 23.12.2009
|
BAKAN GÜNAY'IN KAÇAK ÇATI ISRARI YIKIMLA SONUÇLANDI
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Ankara’nın tarihi dokusunu yeniden ayağa kaldırma hedefiyle, göreve geldiği günden itibaren yıktırmak istediği Hava Kuvvetleri İkmal Komutanlığı (HAKİK) Misafirhanesi’nin çatı katı için girişimleri sonuca ulaştı. Mülkiyeti THK’ya ait olan binanın çatı katında yıkım işlemleri başlatıldı.
Etnografya ve Devlet Resim Heykel Müzesi'nin siluetini ortaya çıkarmak isteyen Günay, 2008 yılında mülkiyeti Türk Hava Kurumu’na ait olan ancak Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın misafirhane olarak kullandığı çatıyı da yıktırmak istedi. Günay, bu doğrultuda 2008 Haziran’ında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın kapısını çalarak bir dosya sundu. Ancak umduğunu bulamayan Günay, Büyükanıt’ın emekli olmasının ardından ise yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’a isteğini iletti ve olumlu sonuç aldı.
Görüşmelerin ardından Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’nın söküm ve yapım işlemleri için çalışma başlattıklarını aktararak, “Binanın kapalı olan teras katının, özgün görünüşü ile ilgili olarak bilgi, belge ve orijinal projelere ulaşılmasına yönelik çalışma yapıldığını” açıkladı. Kurumlar arası anlaşmaya varılmasının ardından da yıkım çalışmaları başlatıldı. Vinçlerle destek verilen çalışmaların kısa bir sürede bitirilmesi hedefleniyor.
Hürriyet Ankara, Haber: Fatih Aktimur, 23.12.2009
|
 |

|
TARİHİ ÇARŞIYA YENİ DÜZENLEME
Safranbolu Belediyesi eski çarşı bölgesindeki iş yerleri dışında bulunan tezgahları düzen altına alıyor.
Turistik gezi amacıyla ilçeye gelen misafirlerin daha nizami bir şekilde karşılanması açısından önemli olan çalışma uygulanmaya başlanırken, daha önce bazı turistlerin iş yerlerindeki tezgah ve brandaların yolları kapattığı konusundaki şikayetleri üzerine düzene alındığı bildirildi.
Safranbolu Belediye Başkanı Dr. Necdet Aksoy, makaralı bir sistem ile iş yerlerinin standart bir görünüm kazanacağını belirterek, "Ziyaretçilerimizin doğal dokuyu daha iyi görebilmeleri ve daha rahat görüntü alınabilmesinin ancak bu şekilde sağlanır. Safranbolu'nun daha ilerilere taşınabilmesi ve Safranbolu'nun vizyonunun üst seviyelere çıkarılabilmesi için kentin el birliği içerisinde olması gerekli. Bütün gayretlerimiz, gece gündüz çalışmalarımız, Safranbolu için esnaflarımızdan da bu konuda bizlere yardımcı olmalarını istiyorum" dedi.
Karabük Kent Haber, 23.12.2009
|
800 YIL ÖNCE ŞİFAHİYE MEDRESESİ'Nİ YAPAN USTANIN EL İZİ BULUNDU
Sivas Selçuk Parkı içinde bulunan Çifte Minareli Medrese ile karşısındaki Şifahiye Medresesi'ndeki restorasyon çalışmaları son sürat devam ediyor.
Yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan eserler, bir taraftan ayağa kaldırılmaya çalışılırken diğer taraftan da eserlerin bilinmeyen bazı özellikleri ortaya çıkarılıyor. Bunlardan en çarpıcı olanı ise 1217 yılında Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılan Şifahiye Medresesi'ni inşa eden ustanın tuğla üzerine basılmış el izinin ortaya çıkarılması. Restorasyon sırasında medresenin kuzey cephesindeki oda tonozlarının tavan bölümünde çürümeye yüz tutan tuğlalar yenileriyle değiştirilirken üzerinde el izi bulunan bir tuğlaya rastlandı. Uzmanlar, 5 parmaktan oluşan ve uç kısımları kırık halde bulunan el izinin, eseri inşa eden ancak tarihî kaynaklarda ismi geçmeyen ustaya ait olduğu düşüncesinde birleşti. Mimar Tuğba Ağababa, el izinin medresenin bugüne kadar hiç restorasyon yapılmayan bir yerinde bulunduğunu söyledi. Bu nedenle el izinin orijinal olmama ihtimalinin bulunmadığını vurgulayan Ağababa, o dönemde her ustanın yaptığı esere kendine özgü bir imza attığını ve bu izin eserin ustasına ait olduğunu ifade etti. El izi bulunan tuğla, Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerine teslim edilecek.
Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 23.12.2009
|
 |

|
NASIRA'DAKİ EV İSA PEYGAMBERİN Mİ?
İsrailli arkeologlar, Hristiyanlığın ilk dönemlerine ışık tutacak önemli bir kazı çalışmasına imza attılar. Hazreti İsa'nın uzun süre yaşadığı Nasıra'da sürdürülen çalışmalarda, ilk Hrıstiyanların yaşadığı bir evin kalıntılarına ulaşıldı.
Çocukluğunun büyük bölümünü burada geçirdiği için, kimi zaman Hazreti İsa'dan Nasıralı İsa, Hristiyanlıktan da Nasranilik olarak bahsedilir. İsrailli arkeologlar günlerdir, Hazreti Meryem'e Cebrail A.S.'ın, Hazreti İsa'yı dünyaya getireceği müjdesini verdiği Tebliğ Kilisesi'nin yanında hummalı bir kazı çalışması sürdürüyorlar. Kazı çalışmasının sonunda, Nasıra'da ilk kez Hazreti İsa döneminde yapılmış bir evin kalıntılarına ulaşıldı. Uzmanlar, kilisenin hemen yanında bulunan bu evin Hazreti Meryem, Hazreti İsa ve ilk Hıristiyanlarca kullanıldığını savunuyorlar. İki odası ve bir avlusu olan evde, çok sayıda ev eşyasının kalıntılarına da rastlandı.
Hıristiyanların Hazreti İsa'nın doğumunu kutlamaya hazırlandığı Noel öncesinde gerçekleştirilen bu keşfin, Hıristiyan aleminde büyük yankı bulması bekleniyor.
Trt/Haber, 22.12.2009
|
OSMANLI ÇARŞISI HAYAT BULUYOR
Şehzadeler kenti olarak bilinen Manisa'da tarihi mimariyi ortaya çıkarmayı hedefleyen Manisa Belediyesi, kuyumcular çarşısı olarak bilinen ve çoğu eski yapılardan oluşan caddede mimari çalışma başlattı.
Çalışmalar kapsamında iş yerlerinin dış görünümü eski mimari tarzda projelendirildi, ilk etapta 288 ada da 6 adet işyeri, 1 adet çeşme ile 289 ada da 6 adet işyerinde cephe sağlıklaştırma adı altında yenileme çalışmaları başladı. Çalışmalarda esnafla iş birliği içerisinde hareket eden belediye mimarları, Osmanlı mimarisinin özelliklerini yansıtacak çarşının projesini Belediye Başkan Yardımcısı Mimar Azmi Açıkdil başkanlığında hazırladı. Projenin ikinci etabında da Kapalı Çarşı, Bankalar Sokağı, 14, Sokak, 15. Sokak ile Kurşunlu Han Sokaklarında cephe sağlıklaştırma uygulamalarına başlanacağı bildirildi. Vakıflar ile iş birliği içerisinde yürütülecek ikinci projede bedesteni de kapsayacak şekilde tarihi ada oluşturulması planlandı.
Manisa'nın şehzadeler kenti olduğunu ve mimarisinin de bu yönde gelişmesi gerektiğini belirten Belediye Başkanı Cengiz Ergün, Manisa Belediyesi'nin yok olan tarihi mimari anlayışını yeniden gündeme getireceğini söyledi. Başkan Ergün şöyle devam etti; “Manisa şehzadeler kenti kimliğine sahip olmasına rağmen maalesef mimarisinde bu izlere rastlamak mümkün değil. Özellikle son yıllardaki yapılaşma eski eserleri adeta gizleyecek şekilde planlanmış. Sahip olduğumuz tarihimi maalesef sergileyemiyoruz, binaların arasında gizliyoruz. Kent merkezinde kalan tarihi yapıları da kaderine terk ederek yıkılmasını bekliyoruz. Manisa Belediyesi olarak bu duruma engel olmak istedik. Şehzadeler kentinin mimarisi tarihine yakışır nitelikte olmalı. Dr. Sadık Ahmet Caddesi olarak bilinen burada Osmanlı Çarşısı oluşturulmasını istedik. Bunun için binaların cephelerinin de Osmanlı tarzı düzenlenmesi için mimar arkadaşlarımız bir çalışma yaptı ve bu çalışma hayata geçti. Çarşının görünümü şimdiden değişti. Eminim bittikten sonra daha güzel bir görünüme kavuşacak ve az da olsa eski mimari örneklerini Manisa'da görebileceğiz. Bu konuda iş yeri sahipleri de çok istekli. Çünkü iş yerlerinin görünümünün değişmesi çarşının hareketliliğini ve müşteki çeşitliliğini de arttırıyor. Tarihi kentlerde bu tarz çarşıların ne kadar değerli olduğunu hepimiz biliyoruz. İnşallah Manisa'mızda da Osmanlı Çarşısı olarak kuyumcular çarşısını hayata geçireceğiz.”
Osmanlı Çarşısı Projesinin devamında vakıflar işbirliği ile Bedesten'in çevre düzenlemesine geçileceğini belirten Belediye Başkanı Cengiz Ergün, bu konuda kurumların iş birliği yapmasının önemli olduğunu söyledi. Başkan Ergün; “ Belediye olarak tüm bu çalışmaları yaparken başta Manisa Valiliği olmak üzere ilgili diğer kurumlarla iş birliği içinde olmaya gayret ediyoruz. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile de bu aşamada iş birliği içerisindeyiz. Bizim Osmanlı Çarşısı'na paralel olarak Vakıfların yürüttüğü Bedesten'in restore çalışması da devam ediyor. Belediye olarak Bedesten'in etrafının düzenlenmesi konusunda biz proje hazırladık ve çarşı projesinin ardından hayata geçireceğiz. Manisa'da tarihi kimliğin korunması için kurumların iş birliği içerisinde olması sevindirici” diye konuştu.
Manisa Kent Haber, 22.12.2009
|

 |
Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):
İKİBİN(S)ON
|
"İSTANBUL MARKASINA TARİHİN EN BÜYÜK YATIRIMINI
YAPTIK"
İstanbul 16 Ocak'ta yapılacak muhteşem bir
törenle 2010 Avrupa Kültür Başkenti olacak. Devasa
organizasyonun projelerini yürüten AKBA Başkanı
Şekib Avdagiç, "Avrupalıların karşısına 'İstanbul en
çok ilham veren şehir' mesajıyla çıkıyoruz. 2010'la
'İstanbul' markasına cumhuriyet tarihinden bu yana
en büyük yatırımı yapıyoruz" dedi.
İstanbul 1 Ocak'ta tarihi bir gün yaşayacak.
Avrupa Birliği'nin birlik dışındaki ülkelerden
seçilen son 'Avrupa Kültür Başkenti' unvanını
devralacak. 16 Ocak'taki görkemli bir açılışla
projeye start verilecek. 2010 boyunca 2 bin 273
proje arasından seçilen toplam 451 proje hayata
geçirilecek. Aslında 451 projeden 132'si tamamlandı
bile, 90 proje ise devam ediyor. 232 proje ise
2010'da tamamlanacak. Projeler için ayrılan toplam
bütçe ise 372 milyon TL. Bu devasa organizasyonu
İstanbul 2010 Avrupa Başkenti Ajansı (AKBA)
yürütüyor. 2007'de özel bir yasayla kurulan, 2008
Mart'tan itibaren faaliyetlerine başlayan ajansın
çalışmalarını, 2010'un İstanbul için önemini Yürütme
Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç'le konuştuk. 2010
kapsamındaki projelerin "İstanbul" markasına
Cumhuriyet tarihinde yapılan en büyük yatırım
olduğunu söyleyen AKBA Başkanı Avdagiç, kültür sanat
faaliyetlerini 13 milyona yaymayı hedeflediklerini
söylüyor. Avdagiç, projeler arasında ayrı bir önem
verdikleri Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM)
yenilenmesine engel çıkartanlara ise ateş
püskürüyor.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın
kabul ettiği ya da reddettiği projelerle ilgili
eleştiriler var. Ayrıca Ajans'taki yönetim
değişikliği de bazı spekülasyonlara neden oldu. Bu
eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
2 bin 300 proje başvurusu olduğu bir yerde
bunların 4'te 3'ü reddedilmiş ise karşınızda bin 500
üzerinde olumsuz muhatap var demektir. Bunlar, kendi
projelerinin makbul olduğunu düşünüyorlar, saygı
duyuyorum. Ama ajans içinde çok kademeli bir
değerlendirme sürecimiz var. Kendi alanlarında uzman
heyetler ve direktörler bu süreçleri takip ediyor.
AB'nin diğer ülkelerinde de 2 bin 500'e yakın proje
geldi. 300 civarında proje kabul edildi. Bu rutin
bir işlem. Bu kadar çok proje başvurusunun olduğu
bir yerde, kaynakların sınırlı olduğu düşünülürse,
amacımıza uygun olanların seçilmesi doğaldır. Bu
anlamada bir problem ve sıkıntı görmüyorum.
Ajansa gelen projeler kalite olarak
nasıldı?
Genel itibariyle projeler içinde, kötü hazırlanmış
iyi projeler, iyi hazırlanmış kötü projeler, iyi
hazırlanmış iyi projeler, kötü hazırlanmış kötü
projeler var. Yani her çeşit proje var. Biz burada
iyi proje olduğuna inandığımız kötü hazırlanmış
olduğunu gördüğümüz projeleri, sahibini geri iade
ederek, standardının yükseltilmesini istedik. Bu
noktada proje sahibine de hazırlanma aşamasında
destek verdik. Baştan gelen projeleri AB
standardında sıkı bir filtreden geçirip kabul etme
sürecine girseydik, emin olun bir elin parmaklarını
geçmeyecek kadar projeyi kabul etmek durumunda
olurduk.
Projelerin zayıf olmasının nedeni ne?
"Proje hazırlama kültürü" olarak maalesef toplum
olarak çok iyi durumda değiliz. Ajans, iyi
hazırlanmamış iyi projelerin yeniden hazırlanması
için sahibini yönlendirerek, proje hazırlama
kültürünün gelişmesine de katkıda bulunmuştur.
Ayrıca Türkiye'de ilk defa kültür -sanat konusunda
siyasi irade, bir mali havuz oluşturdu. Yönetiminin
ağırlıklı olarak sivillerden oluştuğu bir kurulun bu
havuzdaki kaynağı kullanmasına izin verdi.
Türkiye'deki kültür-sanat dünyasındaki insanlar, ilk
defa projelerini sunup kaynak sağlayacakları bir
mekanizma buldular. Biraz da hazırlıksız
yakalandılar. Avrupa'da bu konuda irili ufaklı çok
sayıda mekanizma var, bunlar uzun süredir bu işi
yapıyorlar.
İdare konusundaki eleştiriler...
Ajansın şu anda yürütmekte olduğu yönetişim modeli,
Türkiye'de ilk defa denenen bir model. Çok köklü
kurumlarda bile dönem dönem nöbet, kadro değişimi
olur. Ajanstaki yönetim değişikliği, sanki bu
kurumda, hiçbir zaman olmuyormuş gibi lanse edildi.
Bazı görev değişikliklerinin mercek altına
alınmasının iyi niyetli olmadığını düşünüyorum. 1.5
yıllık süreç içinde konusunda uzman kişileri ancak
çok özel bir rica ile buraya çağırıp görev
yaptırabilirsiniz. Bu nedenle dönem dönem yönetim ve
kadro değişikliklerinin makul ve kabul edilebilir
olduğunu düşünüyorum.
Sivil Girişim Grubu'nun ayrılmasından sonra
yönetimde sivil toplum kuruluşları yerine
bürokrasinin hakim olduğu iddiaları ortaya atıldı.
Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi'nin de,
"Avrupa ülkelerinde bu iş demokratik yapılmadı.
Şirketlere havale edildi. Bizim yapımız son derece
demokratik. Bu da uygulamaları yavaşlatıyor" gibi
bir tespiti vardı. Siz ne dersiniz?
Yapının demokratik olup olmadığından önce
önümüzde 5750 sayılı kanunumuz var. Yürütme
Kurulu'nun şekli 2007 Kasım'ında Meclis'te çıkarılan
kanunla belirlendi. Bu yapı o gün neyse bugün de
aynıdır. Hiç kimsenin kanun üzerinde yeni bir
yönetim şekli ortaya koyma lüksü ve hakkı yoktur.
Kanuna göre yürütme kurulunda 9 kişi var. Bunun 3'ü
kamu, 6'sı sivil toplum temsilcisi. Ama bazı
arkadaşlarımız ve çevreler, ajansın kendi
kafalarındaki şablona uygun işler yapmamasından veya
kendi beklentilerini ve projelerini
karşılamamasından dolayı böyle haksız ithamlarda
bulunuyor. Acaba iddialarını destekleyecek somut ne
ortaya koyabiliyorlar? Biz kanunun bize verdiği
usullere uygun olarak işimizin en iyisini yapmak
istiyoruz.
2010'un en önemli projelerinden biri de
Atatürk Kültür Merkezi'nin yenilenmesi... Ne aşamada
bu proje?
AKM ile ilgili ihale süreci oldu. Bu ihale süreci
büyük bir şeffaflıkla realize edildi. Müteahhit
belirlendi. Sözleşme aşamasında Kültür Emekçileri
Sendikası, proje ile ilgili bazı konularla ilgili
dava açarak yürütmeyi durdurma kararı çıkarttı.
Yapabileceğimiz bir şey kalmadı, ama biz ciddi bir
inisiyatif aldık. Hiç böyle bir yükümlülüğümüz,
mecburiyetimiz olmamasına rağmen bütün tarafları
masanın etrafına topladık. Kültür Emekçileri
Sendikası, ilgili meslek örgütlerini, Devlet Opera
ve Bale Genel Müdürü'nü, Devlet Tiyatroları Genel
Müdürü'nü ve projeyi yapan Murat Tabanlıoğlu ve
arkadaşları ile seri toplantılar yaptık.
Toplantılarda herkes görüşlerini ve kırmızı
çizgilerini ortaya koydu. 6 toplantıda uzlaşı
sağlandı.
Nasıl bir uzlaşı sağlandı?
Yürütmeyi durdurmanın kaldırılması için projede
yapılması gereken tadilatlar konusunda konsensus
sağladık ve el sıkıştık. El sıkıştığımız çerçeveye
uygun olarak projeyi tadil ettik, Bakanlığa
onaylattık ve Anıtlar Kurulu'nun kaydına soktuk. Bu
aşamada Kültür Emekçileri Sendikası'nın yürütmeyi
durdurma kararından feragat etmek üzere dilekçe
vermesi gerekiyordu. Anıtlar Kurulu'nun revize
edilen projeye onay vermesi durumunda biz projeye
devam edebilecektik. Ancak Eylül ayı sonunda
sağlanan bu konsensusa rağmen karşı taraf sözünde
durmadı. Sözünde durmadığı gibi ajansın bir adım
atmadığı yönünde açıklama yaparak son derece etik
dışı ve anlayamadığımız bir yaklaşım sergilediler.
Açıkçası kızgınız, üzgünüz. Çünkü İstanbul ilk defa
projesiyle, müteahhidiyle, bütçesiyle Atatürk Kültür
Merkezi'nin yenilenmesi konusunu çözme noktasına
gelmişti. Ben şimdi şunu soruyorum: Bu uzlaşmaya
rağmen taahhütlerini yerine getirmeyen
arkadaşlarımız mı AKM'nin yapılmasını istemiyor, biz
mi? İsteyen taraf biziz, istemeyen tarafı,
kamuoyunun takdirine bırakıyorum.
2010 tamamlandığında İstanbul için ne
değişecek?
İstanbul'un marka değeri Avrupa'da sürekli
yükseliyor. Avrupalılar bu tip geçmişi olan
şehirlere çok daha fazla ilgi duyuyorlar. İstanbul
markasına Cumhuriyet'ten bu yana en büyük yatırımı
yapıyoruz. İstanbul markasına yurtdışında yapılan en
büyük tanıtım kampanyasını yürütüyoruz. Bugüne kadar
İstanbul 2010 Kültür Başkenti'ni öne çıkartmıyoruz.
İstanbul markasını öne çıkarıyoruz.
'2010 Okullarda Projesiyle bütün İstanbul'un ilçe
milli eğitim müdürleriyle Milli Eğitim Bakanımız ve
valimizin desteği ile İstanbul'da 20 bin edebiyat
müzik, resim güzel sanatlardaki öğretmenlerimizi bir
eğitim programından geçirip bunlar üzerinden
İstanbul'daki 2,5 milyon öğrencimize ulaşmayı
hedefliyoruz. Kültür Karıncaları projemiz var.
İstanbul'un muhtelif yerlerinden öğrencilerimiz
topluyoruz. İstanbul'daki müzelere ve tarihi
mekanlara getirme noktasında organizasyon yapıyoruz.
Ajans olarak bugüne kadar kültür sanatta belli
çevrenin uyguladığı elitist yaklaşımın dışında bütün
İstanbul'u kucaklayan bir davranış içindeyiz. Buna
çok dikkat ediyoruz. Elitist yaklaşımdan özellikle
sakınmaya çalışıyoruz. 13 milyon İstanbullu'yu bu
işin içine katmanın düşüncesindeyiz.
İstanbullular'ın İstanbul'u çok kanıksadığını
düşünüyoruz. Reklam filmlerinde de 'Ey İstanbullu
artık kanıksama, her gün önünden geçtiğin
güzellikleri yeniden keşfet, gör, algıla ve onların
değerli olduğunu farkında ol' mesajını veriyoruz.
Şehri yeniden İstanbullulara algılatmaya, anlatmaya
çalışıyoruz. Birçok alışveriş merkezinde hangi
dükkanın hangi katta olduğunu bilen gencimiz,
İstanbul'un çok önemli tarihi mekanlarını bilmiyor.
Projelerle bunu kırmaya çalışıyoruz. Kültür-sanat
aktivitelerini izleyenlerin sayısını arttırmak
önemli bir hedefimiz. Bu sayade kültür sanat
yapıcıları kendilerini finanse edecek kitleyi
yanlarında ve arkalarında bulacak.
Avrupalıların karşısına 'İstanbul en çok ilham
veren şehir' mesajıyla çıkıyoruz. Çok vakur
kişilikli bir duruşla çıkıyoruz. Yani 'Vallahi bize
gelin' modunda değiliz. Paris, Londra, Madrid,
Venedik ve Frankfurt gibi büyük kentlerde önemli
outdorlarda, tren garlarında, havaalanlarında
İstanbul çıkıyor karşınıza. İnsanların İstanbul'a
gelmesini tetikliyor. Avrupalı kanaat önderlerini
şehre getirtip İstanbul'u öne çıkartmayı istiyoruz.
İstanbulluları kültür-sanat hayatına teşvik eden,
onlara bu süre içinde can suyu verme çabası
içindeyiz. Kültür-sanat aksını Nişantaşı, Taksim,
Beyoğlu rutundan çıkarıp İstanbul'un bütününe yayma
çalışmalarımız var. İstanbul'un 39 ilçesinin
tamamını bu işine katmak istiyoruz. Önceliğimiz 13
milyon İstanbullu'ya yönelik projeler icra etmek.
Yeni Şafak, Haber: Fuat Atik, 22.12.2009
******
AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ: "ÖLÜ ATI
KIRBAÇLAMAK"

'İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti'
etkinliklerinin hayata geçirilme sürecinin
başlamasına çok az süre kaldı.
Yekta Kara'nın yönetiminde
hazırlanan görkemli bir açılışla başlayacak olan bu
etkinliklerle İstanbul'un tarihi, doğası,
arkeolojisi, folkloru ve entelektüel mirası ile
temsil edilmesinin amaçlandığı biliniyor.
Yılmaz Kurt gibi, yakından tanıdığım çok
değerli bir yöneticinin başında bulunduğu
2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın
koordinasyonunda yapılan çalışmaların fiilen 2011
yılının ortalarına kadar devam edeceğini
öğreniyoruz. Kısaca, bu etkinliklerin hayata
geçirilmesi 2010 yılıyla sınırlı kalmayacak.
Pek iyi de, bu etkinliklerin öznesi olan İstanbul
kentinin durumu nedir? Şehrin kendisi, Avrupa Kültür
Başkenti olmaya hazır mıdır? Daha da önemlisi,
İstanbul, bırakınız başkent olmayı, bir Avrupa kenti
midir? Öyle ya, İstanbul, bir Avrupa kenti olmalı
ki, onun başkent olabilme ihtimali söz konusu
olabilsin! Başka bir deyişle, önce İstanbul'un bir
'Avrupa kenti' olduğuna ilişkin varsayımın
kanıtlanması gerekiyor.
Bir kere 'Avrupa kenti' olmaktan
neyi anlıyoruz;- plazalarımızı mı, metromuzu mu,
Modern Sanat Müze'mizi mi? Avrupalılık, modernlik
demekse eğer, bir kentin 'modern' oluşunun ölçütleri
neler? 'Avrupa Kenti' olmak, salt binalar, müzeler,
modern ulaşım teknolojileri vb. mi demek? Yoksa
Dünyanın hiçbir metropolünde görülmeyen bir lakaydî
ile kentin en büyük meydanını, Taksim Meydanı'nı
(hem de parkın önünde!) bir mahşerî otobüs garajına,
o durakların kalabalığına dönüştürmek mi? Şehrin en
işlek caddesinin döşemesini, kış ortasında, iki defa
değiştirerek, gelip geçenleri çamurlara bata çıka
yürümek zorunda bırakmak mı? Sinyalizasyon sistemi
mükemmel işlerken trafik lambalarının önüne trafik
polisleri dikmek mi?
Bakınız, mademki, bir Avrupa kentinden söz ediyoruz,
hangi Avrupa kentinde, kentin merkezindeki en büyük
meydanında bir otobüs garajı vardır? Sanat tarihi
doktoru bir Büyükşehir Belediye başkanı (Sayın
Topbaş'tan söz ediyorum elbet!), Avrupa Kültür
Başkenti ilan edilen İstanbul'un Taksim Meydanı'nın,
herhangi bir taşra kasabasının meydanından farksız
bir köylülükle sunulmasından rahatsız olmamakta
mıdır? Belli ki, hayır!
Sadece Taksim Meydanı mı? Bu kentin yaya
kaldırımları, park eden otomobillerden dolayı,
fiilen ortadan kalkmıştır. İngiltere'de
sanayileşmenin sloganı, ekip biçilen tarlaların
yünlerinden yararlanılacak koyunlar için mer'alara
dönüştürülmesi üzerine işsiz kalan köylüleri
kastederek söylenen 'koyunlar, insanları yedi'
sloganı idi. İstanbul'da bugün, bu sloganı
değiştirerek söylersem, 'otomobiller, insanları
yemekte'dir. Ve daha bir sürü yabansı görünümler!
Söyler misiniz, bu koşullarda, İstanbul'un neresi
'modern', neresi 'Avrupalı'dır, Allah aşkına?
Bu kentin heykelleri nerede? Var olan heykellerin
göz göre göre yok edilmesi, acaba Sanat Tarihi
doktoru olan 2010 Avrupa Kültür Başkenti Belediye
Başkanını tedirgin etmekte midir? Belli ki, hayır!
Bir kere daha ifade edeyim: 'Avrupa'nın Kültür
Başkenti', İstanbul için son derece iddialı bir
yakıştırmadır. Yılmaz Kurt'un başında bulunduğu 2010
Ajansı'nın iyiniyetli ve özverili çalışmaları
sonucunda kabul edilen projeler, şehircilik
açısından asla 'Avrupalı olmayan bir kenti,
İstanbul'u, nasıl bir Avrupa kentine
dönüştürebiliriz', gibi biraz da ironik bir
gayretten ibaret görünüyor. İngilizce bir deyim
vardır: 'Flogging the dead horse!';-
'ölü atı kırbaçlamak!' İstanbul'u, bırakınız bir
kültür başkenti olmayı, modern ve Avrupalı bir kent
(!) haline getirmenin, ölü atı kırbaçlamaktan ne
farkı var, söyler misiniz?
Zaman, Yazı:
Hilmi Yavuz, 23.12.2009
|
|
 |
CINGIRT KALESİ TURİZME AÇILACAK
Fatsa İlçesi Yapraklı Köyü sınırları içerisinde yer alan kaya blokları üzerine kurulmuş antik yerleşim alanlarından olan Cıngırt Kalesi, il turizmine kazandırılacağı günü bekliyor. Tarih içinde zarar gören etrafındaki bazı çirkin görüntüler nedeniyle bakım yapılması gereken Cıngırt Kalesi'nin projelendirilmesiyle ilgili İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün çalışmaları devam ediyor.
Yerleşmede bir dehliz, kaya mezarları, nişler, duvar kalıntıları ile çanak çömlek parçaları bulunan Cıngırt Kalesi için mülkiyetle ilgili sorunun çözülmesinin ardından projelendirme çalışmalarının yapılması planlanıyor. Mülkiyeti Çevre ve Orman İl Müdürlüğü'ne ait olan Cıngırt Kalesi'nin mülkiyet sorununun halledilmesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi ile söz konusu kale projelendirilerek güzel bir yapıya kavuşturulacak.
Ordu, 22.12.2009
|
TARİHE TİNERCİ DAMGASI

Gaziantep'te Düğmeci
Mahallesi'nde bulunan tarihi ev tinercilerin meskeni
haline geldi. Çevre sakinlerinin durumu yetkililere
bildirmesi sonuçsuz kalırken, vatandaşlar çökme
tehlikesi içerisinde olan evin yanından dahi
geçemediklerini dile getirdi.
Çok eski bir
tarihte yapıldığı tahmin edilen görenlerin ise
tüylerini ürperten evde tinercilerin yanı sıra
çöpten ve pis kokudan geçilmezken vatandaşlar
yaşanan duruma isyan etti. Yıkılma tehlikesiyle
karşı karşıya olan ev, mahalle sakinlerine
gündüzleri çöp kutusu, geceleri ise tinercilere ev
sahipliği yapıyor.
Yetkililerin
ev için herhangi bir gayret göstermediğinden yakınan
çevre sakinleri yaşanan manzaranın Gaziantep’e
yakışmadığını belirterek şunları söylediler:
“Mahallemiz
ne yazık ki bu ev nedeniyle korku dolu günler
yaşıyor. Evin yanından geçerken büyük bir korku
içerisinde elimizi burnumuza tutarak yürüyoruz.
Çünkü her an bir madde bağımlısı karşımıza çıkacak
korkusu içerisindeyiz. Ev şu an adeta çöp ev halini
almış durumda. Vatandaşların birçoğu evlerinde veya
işyerlerinde bulunan çöpleri bu alana boşaltıyorlar.
Bu da kötü kokuların yanı sıra bir çok hastalığı da
beraberinde getiriyor. Özellikle yaz aylarında
evlerimizin kokudan ve korkudan camlarını dahi
açamıyoruz. Bir an önce yetkililerin duruma el atıp
bizi bu evden kurtarmasını bekliyoruz”.
Turistlerin
zaman zaman ev önünden geçtiğini ve gördükleri
manzara karşısında şok olduğunu dile getiren mahalle
halkı, “Evin kaleye yakın olmasından ötürü yerli
yabancı bir çok turist buradan geçmek zorunda
kalıyor. Onlarda gördükleri manzara karşısında çok
şaşırıyorlar. Evin bu halde olması şehrimiz ve
turizm açısından çok kötü bir imaj sergiliyor.
Yetkililer evi yıkamıyorsa dahi etrafını briketlerle
örüp hem evin içerisine girilmesini hem de çöp
atılmasını engellemesi gerek. Bu şekilde hem mahalle
halkı olarak bizler rahat etmiş oluruz hem de
şehrimizi ziyarete gelen turistlere mahcup olmamış
oluruz”.
Çocuklarını
okula göndermeye çekinen vatandaşlar, “Çocuklarımızı
okula kendimiz götürüp, getirmek zorunda kalıyoruz.
Pis koku ve madde bağımlısı kişilerin yanı sıra
çökmek üzere olan ev çocuklarımızın da korkulu
rüyası haline geldi. Şiddetli bir rüzgar sonrası
evin yıkılacağına inanıyoruz. Evin yanından geçerken
adımlarımızı hızlandırıyor ve başımıza çökmesin diye
tedbirler alıyoruz” dediler.
Gaziantep 27
Gazetesi, 22.12.2009
|
BEYAZIT DEVLET KÜTÜPHANESİ YENİLENİYOR
Geçtiğimiz günlerde 125. yılını kutlayan Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde restorasyon çalışmaları başladı. İl Özel İdaresi tarafından başlatılan restorasyonla, Türkiye’nin ilk devlet kütüphanesi olan Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde cami, Küllük kahvesi ve sahaflar bölümleri göz önüne alınarak, meydanın kullanım alanı yeniden düzenlenecek. Tarihi yapı içinde gerçekleşecek fonksiyonlarla kütüphane, kent dokusuna katılacak ve iyileştirme projesi meydana yansıtılacak. Daha önce İmarethane kısmı restore edilen kütüphanede kitap sergileme üniteleri, okuma salonu ve sergileme holleri olarak düzenlenecek.
Mekanlarda duvarlar serbest bırakılarak, nadir kitaplar şeffaf iklimlendirilmiş ve güvenlik sistemli birimler içinde korunacak. İç avlunun binanın diğer bölümleriyle olan bağlantı ve geçişleri kapatılamayacağından, kütüphanede kullanılacak kitapların korunma koşullarını ve iklimlendirme kontrolünü sağlamak için avlu kısmında örtü çelik+mebran sistemle çözülen şeffaf ve hafif koruma amaçlı bir çatı örtüsü geliştirilecek.
1980’lerde inşa edilen ve yemekhane olarak kullanılan bina ise yıkılarak, ek depolama fonksiyonları ana bina içine kaydırılacak. Böylelikle avlu serbest bırakılacak ve peyzaj içinde avlu, okuma avlusu olarak yeniden düzenlenecek.
Yapı, 22.12.2009
|
 |
3 ASIRLIK AĞAÇLAR SANTRAL KURBANI
Muğla Köyceğiz'de, Yuvarlakçay'ın
doğduğu yere hidro elektrik santrali yapılmasına
çevreciler, 300 yıllık ağaçlar kesildiği için tepki
gösterdi, santral inşaatı engellendi.
Köylüler ve
çevreciler Topgöz'ü adı verilen Yuvarlak Çayı'nın
doğduğu yerde eylem yaptı. Vatandaşlar, kesilecek
ağaçlara kendilerini zincirledi, 300 yıllık
ağaçların katledilmesine izin vermeyeceklerini
belirterek kesim araçlarını dereye attı. Çevreciler,
doğaya zarar vermemek için, hidro elektrik santrali
yerine güneş enerjisinden yararlanılmasını da istedi.
Kalabalık
bir grup halinde eylem yerine gelen vatandaşlar ve
çevreci derneklerin temsilcileri ağaçları kesmekte
kullanılan bir kesim motorunu Yuvarlakçay'ının
sularına attılar. Vatandaşlar kesilecek ağaçlara
zincirlendi. Vatandaşlar, açıklama yapıp dağıldı.
Haber
Ekspres, 22.12.2009
|
TARİHİN 'TELEVOLESİ'

Sümerolog
Muazzez İlmiye Çığ, TV programında
çam ağacı
süslemenin Türk adeti olduğunu söyledi. Tarihçiler
tepki gösterdi. En büyük tepki Prof. Halil Berktay’dan geldi: “Tarihin Televolesi...” Prof.
Mehmet Ali Kılıçbay ise “Türkler göçebe, ne işleri
var çam ağacıyla... Ayrıca çam ağacı nerede
yetişiyormuş acaba?” diye sordu.
Dünyanın en
önemli
Sümerologlarından birisi olarak kabul edilen Dr.
Muazzez İlmiye Çığ’ın, Noel
adeti olarak kabul
edilen çam süslemesiyle ilgili olarak “Çam ağacı
süslemek tamamıyla Türk adetidir” şeklindeki
açıklamasına tarihçiler katılmadı.
Habertürk’te yayımlanan “Teke Tek-Özel”
programının önceki akşamki konuğu olan Sümerolog Dr.
Çığ, “Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir”
iddiasında bulundu.
Çığ’ın açıklamasına en sert çıkış
Sabancı Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi
Prof.Dr. Halil Berktay’dan geldi. Berktay, Çığ’ın
iddiasını “Tarihin Televolesi” olarak
değerlendirerek şöyle konuştu:
“Muazzez İlmiye Çığ anlaşılıyor ki ne Türk
folklorunu, ne de Hıristiyanlığın tarihini doğru
dürüst biliyor. Rica etsem, geçiş patikası neymiş
acaba? Yani, bu ‘Türklerin çam ağacı süsleme adeti’,
tam ne zaman, hangi kanallardan, nasıl bir
etkileşimler süreciyle ve ne gibi izler bırakarak
geçmiş
Avrupa’ya? Çok merak ettim doğrusu.”
Hıristiyanlığın
Ortadoğu’da doğduğunu hatırlatan Berktay, “Ama
zaman içinde Avrupa’ya, Batı Avrupa’ya ve Kuzey
Avrupa’ya deplase oldu.
Akdeniz havzası halklarının yanı sıra, Germen ve
İskandinav kavimleri de Hıristiyanlaştı. Bu
süreç içinde, Germana ve İskandinavya’nın eski pagan
mitolojisi ve ananeleri, Akdeniz kültür ve
mitolojisinin üzerine bindi.
Hıristiyanlık Nordikleşti ve bu arada Noel de
Nordikleşti.
Noel Baba da Anadolu’dan Arktik dairesine bu
süreçte taşındı. Çam ağaçları, ren geyikleri ve
benzeri motifler de Noel kutlamalarına bu süreçte
girdi. Mesele bundan ibarettir” dedi.
Tarihçi, yazar Prof.Dr. Mehmet Ali Kılıçbay ise,
“Bu konu hakkında Muazzez İlmiye Hanım da dahil
kimsenin bilgisi olduğunu zannetmiyorum. Çünkü
Türklerin yazılı kaynakları milattan sonra 7.
yüzyılın gerisine gitmiyor. Yani Orhun
Kitabeleri’nden önce yazılı kaynak yok. Türklük
kavramı çok sonra çıkan bir kavram. O nedenle bu
konularda konuşmak için insanda ciddi cesaret olması
lazım” diye konuştu.
Resmi tarih tezlerine göre Türklerin
kuraklık sonucu Orta
Asya’yı terk ettiğini de ifade eden Kılıçbay,
“Çam ağacı nerede yetişiyormuş acaba? Ayrıca Türkler
göçebe, ne işleri var çamla? Yani bu tez neresinden
bakarsanız bakın sakat” dedi.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih
Bölümü Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Taşağıl
da çam süslemenin
Hıristiyan adeti olduğunu belirterek, “Genelde
Türklerde ağaca çaput bağlama ve dilek dileme var.
Ama bu genel olarak sadece çam ağacı değil. Bu
konuda Türk tarihiyle ilgili eski orijinal
kaynakları en okuyan birisi olarak söylüyorum, ben
böyle bir şey görmedim. Bunu iddia edenler
ispatlamalıdırlar” diye konuştu.
“Teke Tek” programında
Fatih Altaylı ve
Murat Bardakçı’nın konuğu olan Çığ, çam ağacı
süslemenin tamamıyla bir Türk adeti olduğunu iddia
ederek şöyle demişti: “Bu adet Türkler yoluyla
Avrupa’ya geçti. Konunun Noel’le alakası yok. İznik Konsili’nde pagan
adeti görülen bu adeti İsa’nın
doğuşu olarak kabul edelim diyorlar ve bu adet
Hıristiyanlara geçiyor. Ama ağaç süsleme pek yok,
16. yy’da
Almanya’da başlıyor, daha sonra
Fransa’ya geçiyor ve dünyaya yayılıyor.”
Milliyet, Haber: Tahsin Aksu, 22.12.2009
|
ZAMANIN DURDUĞU YER BİRGİ

Uygarlıklar beşiği Birgi, inanç turizmi ile öne
çıkmasına rağmen günümüzde hala keşfedilmeyi
bekliyor. Tek bir betonarme binanın yer almadığı bu
şirin kasaba, 5 bin yıllık tarihiyle adeta bir
açıkhava müzesi gibi.
Sonbaharın bizlere veda etmeye başladığı ve yavaş
yavaş kış mevsimine merhaba dediğimiz bu günlerde
eminiz sizler de tatil günlerinizde kendinize
alternatif gezi programları hazırlıyorsunuzdur.
"Rutin" diye tabir edilen yerleri görmek artık size
yeterince cazip gelmiyor olabilir. Ailenizle
birlikte seyahat dergilerini can sıkıntısıyla
karıştırıyor da olabilirsiniz. Peki kendinizi uzun
süreden beri saat tik taklarının duyulmadığı, adeta
zaman ve mekan kavramının durduğu huzur dolu bir
yerde mi hayal ediyorsunuz? İşte size tam bu noktada
Birgi'ye gitmenizi öneriyoruz. İzmir'in Ödemiş
İlçesine bağlı bu şirin belde, size bir çok seçeneği
cömertçe sunacaktır. Ege'nin heybetli dağlarından
2150 metre yüksekliğindeki Bozdağ'ın yamaçlarına
kurulmuş Birgi, 5 bin yıllık tarihi geçmişi ve
uygarlıkların beşiği olma özelliği ile
ziyaretçilerini bağrına basacaktır. Geziniz boyunca,
3 bin nüfuslu Birgi'de zamanın durduğuna tanık
olacak, sıcacık, özünü ve kültürünü kaybetmemiş
insanları ile tanışıp konuşma fırsatını da
yakalayacaksınız. Eğer günlerden Pazartesi ise,
tarihi doku içinde öğlene kadar kurulan kasaba
pazarını mutlaka gezmenizi öneriyoruz. Tamamen çevre
köylülerin yetiştirip pazara getirdiği meyve ve
sebze ve ot çeşitlerinden oluşan ürünler hem tamamen
organik hem de çok ucuz fiyatlarla alıcısını
bekliyor.
İnanç turizminin de yaygın olarak gerçekleştiği
Birgi'de doğal ve tarihi dokuyu görmeye iddia
ediyoruz ki doyamayacaksınız. Başınızı nereye
çevirirseniz çevirin son derece zengin tarihi
eserler beşer onar gözünüze tüm zenginliği ile
takılacaktır. Son zamanlarda belediye tarafından
uygulanan sokak sağlıklaştırma projeleri ile yeniden
canlanan tarihi Birgi evleri, Kültür Bakanlığı
tarafından müze olarak işletilen ünlü Çakırağa
Konağı, Ulu Cami, Mehmet Efendi Medresesi, Sultan
Şah Türbesi, Aydınoğlu Mehmet Bey Türbesi, Derviş
Ağa Cami, Karaoğlu Cami ve Çeşmesi ile Bizans
döneminden kalma Kule mutlaka görülmesi ve gezilmesi
gereken yerler listesinde bulunuyor. MÖ 3000'li
yıllarda kurulduğu sanılan kent kesintisiz beş bin
yıllık tarihi boyunca, Geç Kalkolitik ve Tunç çağı
devirlerini yaşamış, sırasıyla Lidya, Pers, Bergama
Krallığı, Roma ve Bizans'a ev sahipliği yapmıştır.
Kentte 1308 yılında Aydınoğulları ile başlayan Türk
egemenliğinin mimari izleri bu gün tüm heybetiyle
ayakta durmaktadır. Müze kent olarak adlandırılan
Birgi, sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmış
ve dünya kültür mirası listesinde yer almayı
başarmıştır.
Doğal, tarihi ve kültürel güzellikleriyle rahatça
"Gizli cennet" diye adlandırabileceğimiz, İzmir'in
bu şirin beldesi Birgi'de, 15. Yüzyılda yaşamış
İmam-ı Birgivi'den de bahsetmemek olmaz. Günümüze
kadar ulaşmış toplam18 eseri bulunan İslam
felsefesinin önemli isimlerinden İmam-ı Birgivi,
yaşamı boyunca hurafelere karşı mücadele etmiş ve
vasiyetinde öldükten sonra kendisine türbe
yapılmamasını istemişti. Bugün bile beldede türbesi
bulunmamasına rağmen, hayatı boyunca ilim adamı
olarak hurafelerle mücadele etmesiyle tanınan İmam-ı
Birgivi'nin mezarını ziyaret eden ziyaretçilerden
bir kısmının dilek ve adaklarlarda bulunması ise bir
hayli düşündürücü. Bu dillere destan güzel beldenin
oldukça şirin inanlarını da tanımanızı öneririz.
Beldenin başlıca geçim kaynakları tarım ve
hayvancılık olmasına rağmen, dünyaca ünlü kestanesi
ile incirini mutlaka tatmalısınız. Yörede ipek
böcekçiliğine paralel gelişen sanayi de önemli bir
geçim kaynağı. Kadınların işleyip pazara
getirdikleri oya ve danteller ise inanıyoruz
meraklılarının çok ilgisini çekecek.
Yeni Asır, Yazı: Nadir Uysal, 21.12.2009
|
 |
TARİHİ EVLER YENİDEN HAYAT BULUYOR
Kilis'in tarihi, sosyal ve kültürel yapısını sanatsal açıdan ele alan ve bu alanda kıymetli eserler ortaya koyan Sinan Kanmaz, kentsel mimarinin kaybolmaya yüz tutmuş tarihi yapılarına hayat veriyor.
Model-maket ve rölyef tarzında birçok çalışması bulunan Sinan Kanmaz'ın en önemli eserleri arasında, Eski Kaymakam Evi rölyef çalışması, çocukluğunun geçtiği aile büyüklerine ait eski taş yapı Kilis Evi, ayrıca Kilis'in unutulmaya yüz tutmuş dar sokaklarında bulunan eski yapı ayrıntıları, dış cephe rölyef çalışmaları bulunuyor. Ciddi bir emek ve zamana mal olan bu tür yapıtları ile Kilis tarihini, kültürünü ve mimari yapısını yansıtmaya çalıştığını ifade eden Sinan Kanmaz, "Kilis'in mimari dokusu tarihsel haliyle sosyal ve kültürel açıdan yaşamın ve estetik zevkin bir parçası olarak her zaman benim ilgimi çekmiştir. Gün geçtikçe kaybolan, yıkılıp giden eski dar sokaklarımızın yaşam alanları, aslında gözümüzden kaçan kültürel ve turistik açıdan değerli miraslarımızdır. Bu mirası her ne şekilde olursa olsun gelecek nesillere taşımanın kaygısını hepimiz hissetmek zorundayız. Bu tür eserleri yaşatmayı ve geleceğe taşımayı, ayrıca Kilis'in nostaljik dokusunu gün ışığına çıkartmayı ben sanatsal bir görev olarak addediyorum. Örneğin; Meşetlik Mahallesi'nde bulunan, eskiden ninemlerin oturduğu, şimdi fotoğrafını dahi çekme ihtimalimin olmadığı evin, yapı ustalarından ve büyüklerimden edindiğim bilgilerle bir model-maketini yaptım. 240 saati aşan bir emekle çocukluğumun geçtiği bir evi hatıralarımdan çıkarıp canlandırmak ve de Kilis'in mimari dokusunun bir örneğini vücuda getirmek beni gerçekten çok mutlu etti. Bu konuda gerekli fotoğraflama çalışmaları yapıldıktan sonra, bu hizmeti geçmişini yaşatmak isteyen tüm Kilisli hemşerilerime vermek isterim" dedi.
Bu alanda çalışma sahasını genişletmek ve Kilis'e kültürel ve turistik açıdan katkı sağlamak amacında olduğunu belirten Sinan Kanmaz, ilgili mercilerin ve yetkililerin desteğine ihtiyacı olduğunu vurgulayarak, bu tür sanatsal çalışmaların Kilis'te daha fazla kişi tarafından ele alınmasının ve eğitiminin verilmesinin Kilis'e büyük bir katkı ve kazanç sağlayacağını ifade etti.
Kilis Kent Haber, 21.12.2009
|
İSTANBUL HEYKELİ SEVMEDİ

Atatürk Havalimanı girişindeki heykelin yıkılması
üzerine İstanbul'a 1993'te dikilen 10 heykeli
araştırdık: 3'ü kaldırılmış, 1'i taşınmış, 4'ü
bakımsızlıktan dökülüyor.
Heykeltıraş Ümit Öztürk'ün İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nin açtığı yarışmada Atatürk Havalimanı
için seçilen ve 1993'te yerine yerleştirilen
"İstanbul" adlı heykelinin yıkılmasıyla alevlenen
tartışma, diğer heykellerin de durumunun çok iyi
olmadığını ortaya koydu. İstanbul'un farklı
mekanlarına yerleştirilen heykellerin akıbeti,
heykel sanatına verilen önemin bir göstergesi adeta.
Prof.Dr. Nurettin Sözen'in İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı dönemde yarışmayla seçilen 10
heykelin bir kısmı eser sahibine haber verilmeden
yerinden kaldırıldı; kalanların çoğu da harap olmuş
durumda.
Yarışma sonunda 1993'te Kadıköy'e Işılar Kür'ün,
Maçka'ya Rahmi Aksungur'un, Tünel'e Ayşe Erkmen'in,
Üsküdar'a Meriç Hızal'ın, Kabataş'a Ertuğ Atlı'nın,
Yenikapı'ya Vedat Somay'ın, Ihlamur'a Mümtaz
Işıngör'ün, Gezi Parkı'na Adem Yılmaz'ın ve Lütfi
Kırdar Kongre Merkezi'nin önüne Hakkı
Karayiğitoğlu'nun heykeli yerleştirildi.
Bu heykellerden günümüze korunarak gelen tek eser
Hakkı Karayiğitoğlu'na ait. Çünkü eser, diğer
heykellere göre özel ve de güvenliği olan bir alanda
bulunuyor. Heykellerden 3'ü kaldırılırken, birinin
yeri değiştirildi, diğer 4'ünün ise acil olarak
bakıma ihtiyacı var.
Işılar Kür'ün heykeli sanatçıya haber verilmeksizin
3 yıl önce kaldırıldı. Kür, heykelinin
kaldırıldığını çok sonra tesadüfen öğrendiğini
belirtiyor: "Metro gerekçesiyle kaldırdıklarını
söylediler. Heykelimin izini sürdüm ama bulamadım.
En son ‘depoda' dediler. Net bir açıklama da
yapılmadı."
Kaldırılan bir diğer heykel Adem Yılmaz'a ait.
Sanatçının Gezi Parkı'ndaki heykelinin önce camları
kırıldı sonra yine herhangi bir açıklama
yapılmaksınız kaldırıldı; bugün nerede olduğu
bilinmiyor.
Yeri değiştirilen heykel de Mümtaz Işıngör'e ait.
Işıngör, Ihlamur'daki heykelinin önce kaldırılmaya
çalışıldığını söylüyor: "Orada trafik değişikliği
var kaldıracağız dediler. Fakat ben dava açacağım
deyince korkup Akatlar'a koydular. Ama her an
baltayı, kazmayı alıp indirebilirler."
Rahmi Aksungur, Meriç Hızal, Vedat Somay ve Ertuğ
Atlı'nın heykelleri bulundukları yerde duruyorlar.
Fakat bakıma ihtiyaçları var. Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Aksungur "En son
gördüğümde iyi durumda değildi, bazı parçaları
yıkılmıştı. 5-6 sene önce Park ve Bahçeler Müdürlüğü
ilgilendi ama devamını getiremedik" derken, Hızal da
heykelinin temizliğe ihtiyacı olduğunu vurguluyor.
Vedat Somay'ın heykeli de çok kötü bir durumda.
Ayşe Erkmen'in 2003 yılında yakılan heykeli ise bir
süre sonra yenilenerek yerine yerleştirildi.
Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 21.12.2009
******
İSTANBUL BİR HEYKELİNİ DAHA YİTİRDİ
İstanbul 2010 Kültür Başkenti
kutlamaları arifesinde Heykeltıraş Ümit Öztürk’e ait
heykel, hiçbir kurum ya da kişiye sorulmadan
sorgusuz sualsiz yıkılarak yok edildi. İstanbul’un
dünya üzerinde iki kıta üzerine oturmuş tek kent
olma özelliğini simgeleyen, 15 metre yüksekliğinde
beton ve bronz malzeme kullanılarak yapılan heykel
Yeşilköy havalimanı kavşağına 1993 yılında
yerleştirilmişti. 1992 yılında Nurettin Sözen’in
belediye başkanlığı döneminde “Açık Alanlara Üç
Boyutlu Çağdaş Sanat Yapıtları Yerleştirme
Etkinliği” adı altında açılan yarışma sonucu çağrılı
olarak davet edilen sanatçılardan, belirlenen 10
kentsel alan için proje üretmeleri istenmiş ve 32
sanatçının 55 yapıt ile katıldığı yarışmada, jüri
tarafından seçilen 10 yapıt, 1993 yılında
İstanbul’un çeşitli noktalarına yerleştirilmişti.
Bugün bu 10 yapıttan geriye ne yazık ki 7 tane
kaldı. Ümit Öztürk’ün heykeliyle birlikte Kadıköy
İskele Meydanı’ndaki Işılar Kür’ün Taksim Gezi
Parkı’ndaki Adem Yılmaz’ın heykelleri de geçtiğimiz
yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından
kaldırılmıştı.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel
bölümünde öğretim görevlisi olan Heykeltıraş Ümit
Öztürk konuyla ilgili yaptığı açıklamada; 13 Aralık
Pazar günü tesadüfen oradan geçerken heykelimin
olduğu alanın şantiyeye dönüştürüldüğünü ve yıkılmış
heykelimin beton kısmının bir kepçe tarafından
parçalandığını bizzat gözlerimle gördüm. Anlatılacak
gibi değil, bir anda emeğimi, anılarımı, yaşadığım
tüm duygularımı yok ettiler. Yapımı sırasında da çok
sıkıntı çekmiştim. İmzaları tamamlamak ve hak ediş
almak için belediye memurları ile mesaiye
başlıyorduk. Öncelikle heykelimin yeniden yapılması
için uğraşacağım ve sorumlular aleyhine (İstanbul
Büyükşehir Belediyesi) parçalanan heykelime ilişkin
dava açmayı düşünüyorum.
İstanbul’a Cumhuriyetin 50.yılı kutlamaları
kapsamında yerleştirilen 20 heykelden de bugün
geriye sadece 8 tanesi günümüze ulaşabilmiş durumda.
Bu 8 heykelin bazıları ise tahrip edilmiş, kimisi
parkların en ücra köşelerine terk edilmiş
vaziyetteler. Maltepe Belediyesi’nin 2002 yılında
düzenlediği heykel sempozyumunda yapılan ve çarşı
içerisine yerleştirilen Heykeltıraş Ziyatin Nuriev
ile yabancı bir heykeltıraşın yaptığı heykel de
kayıplar arasında. Yalnızca heykeller kaybolmuyor,
Türk resim sanatının kamusal alandaki belleği olan
birçok mozaik, seramik pano, rölyef, duvar resmi
vitray, hızla yok ediliyor. İstanbul Manifaturacılar
Çarşısı duvarlarındaki resimlerle birlikte kentsel
dönüşüme kurban gitmek üzere. AKM ve birçok yapıda
yer alan sanat yapıtları tehdit altında. Bu kentten
sanatın izleri hızla siliniyor. Üstelik tüm bunlar
sanatı değersiz gören politikaların ürünü. En büyük
tehdit ise vandallar ve doğanın yıpratıcı etkisi,
bakımsızlık değil, bizzat yerel yönetimlerin
kendisi. İyi niyetli desteklerin yanında en büyük
kıyımlar yine belediyeler eliyle gerçekleştiriliyor.
Yönetimler el değiştirdikçe anıtlar ve heykeller
kişisel beğenilerin, ideolojik görüşlerin kurbanı
olmaya devam ediyor. Sanat kurumları, sanatçılar,
sanatçı örgütleri sahip çıkmadığı sürece tahribatın
devam etmesi kaçınılmaz. Yapmaktan daha çok önemli
olan yapılanların korunması ve bir koruma bilincinin
geliştirilmesi. 2010’un eşiğinde İstanbul bindiği
dalı kesmeye devam ediyor.
Evrensel, Haber: Ferda Çağlayan, 22.12.2009
|
HAMAM, MÜZE OLMASIN!

Kütahya'nın Yoncalı
Köyü'ndeki 800 yıllık hamamın 'müze yapılmak
istenmesi' bölge halkını isyan ettirdi.
Mülkiyeti Vakıflar Bölge
Müdürlüğü'ne ait tarihi hamamın 1210 yılında
Alaaddin Keykubat tarafından yapıtıralan şifalı
Büyük Hamam'ın işletmeciliğini İl Özel İdaresi Genel
Sekreterliği'nin yaptığı belirten Yoncalı Köyü
sakinleri, hamamdan şimdiye kadar Selçuklu hükümdarı
birinci Alaaddin Keykubat'ın kızı Huma Hatun'un yanı
sıra binlerce kişinin şifa bulduğunu kaydettiler.
Halen restorasyon
çalışmalarının devam ettiği hamamın onarımının
ardından valilik tarafından müzeye dönüştürüleceğini
duyduklarını ifade eden Yoncalı Kaplıcaları
Güzelleştirme ve Geliştirme Derneği Başkanı Aziz
Aydın, "Yoncalı Büyük Hamam, tam 800 yıldır
Türkiye'nin dört bir yanından gelen vatandaşlarımıza
şifa dağıtmaktadır. Buranın müze olması Kütahya'ya
hiç bir katkı sağlamayacaktır. Şehir merkezindeki
müzelere halkın gösterdiği ilgi ortada. Müzeler
adeta ziyaretçiye hasret. Büyük Hamam'ın tekrar
hamam olarak hizmet vermesi için Valimiz Şükrü
Kocatepe, Belediye Başkanı Mustafa İça, İl Genel
Meclisi Başkanı Şükrü Nazlı ve AKP İl Başkanı
Kamil Saraçoğlu'dan duyarlılık bekliyoruz" dedi.
Yoncalı Kaplıcaları
Güzelleştirme ve Geliştirme Derneği Başkan
Yardımcısı Şükrü Atakan da, "Tarihi Büyük Hamam
asırlardır şifa dağıtıyor. Buranın şöyle bir
özelliği de var. Selçuklu hükümdarı birinci Alaaddin
Keybukat'ın kızı Huma Hatun'un Yoncalı'dan şifa
bulması sebebiyle kendisi tarafından bu hamam
yaptırılmıştır" diye konuştu.
Yoncalı Köyü
sakinlerinden İsmail Taş, Fevzi Ay, Ali Yıldız,
Yaşar Çetin ve Ahmet Pişkin de tarihi yapının hamam
olarak hizmet vermesini istediklerini vurguladılar. Yoncalı tarihi Büyük
Hamam'ın restorasyon çalışmalarının birkaç aya kadar
tamamlanacağı öğrenildi.
Kütahya Kent Haber,
21.12.2009
|
BERLUSCONI TARİHİ ESERLERE SAHİP ÇIKIYOR
Avrupa
ülkelerinde doğalgazlı, elektrikli ya da hibrid
araçlara yönelik yoğun bir teşvik uygulanıyor.
Özellikle İtalya, çevreci araçları teşvik eden
ülkelerin başında geliyor. İtalya'da doğalgazlı
araçlara 6 bin 500 euro'ya varan indirim
uygulanıyor. İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi,
kamu kuruluşlarını çevreci araç satın alma konusunda
zorunlu tutuyor. Özellikle, Roma ve Floransa gibi
kentlerde tarihi mekanların bulunduğu noktalarda
çevreci araçlardan başka aracın trafiğe çıkmasına
izin verilmiyor. Bunun nedeni, tarihi eserlerin
araçlardan çıkan zararlı gazlar nedeniyle
yıpranmasını önlemek. Yunanistan'ın Atina kentindeki
Akropolis'te 10 yıl önce tespit edilen yıpranma
özellikle turizmden büyük para kazanan İtalya'yı
harekete geçirmiş. Umarım İtalya'da alınan bu
önlemler, tarihi binlerce yıla uzanan İstanbul için
de örnek olur.
Sabah, Haber: Ufuk Sandık, 21.12.2009
|
ALLIANOI KARARININ İPTALİNİ İSTEDİLER
Allianoi
Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler,
Allianoi'nin mille kaplanarak baraj suyu altında
bırakılmasını öngören İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun aldığı kararın
iptali için 4. İdare Mahkemesi'nde dava açtıklarını
belirtti. İzmir Adalet Sarayı önünde grup üyeleriyle
basın açıklaması yapan Diler, bugün Allianoi Ören
Yeri'nin korunması amacıyla başlattıkları hukuki
sürecin önemli adımlarından birini daha attıklarını
söyledi. Diler, "2000 yıllık sağlık merkezi Allianoi
için sit kararı verenlerin yanında, sıcak suyu şifa
dağıtan termal merkezin mille kapatılarak
gömülmesini uygun görenlerle de karşı karşıyayız"
dedi. Öte yandan Doğal ve Kültürel Çevre İçin Yaşam
Girişimi ile Güzel Sanatlar Fakültesi Kültür Kulübü
tarafından Bergama Müzesi önünde, "Kazılara izin
verilsin ve Allianoi ziyarete açılsın" etkinliği
düzenlendi.
Yeni Asır, 21.12.2009
|
BEYOĞLU İÇİN GÜÇ BİRLİĞİ
İstanbul'un vitrini
Beyoğlu'nu dünya markası bir kent kimliğine
kavuşturmak için Kent Konseyi oluşturuldu. Beyoğlu
Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, "İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinin kalbinin
atacağı yer olan Beyoğlu'nda iyi projeler yapmayı
hedefliyoruz" dedi. Beyoğlu'nu daha yaşanabilir bir
hale getirmeyi ve bu doğrultuda projeler üretmeyi
hedefleyen Beyoğlu Kent Konseyi'nin genel kurul
toplantısı Taksim Evlendirme Sarayı'nda
gerçekleştirildi.
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın da katıldığı toplantıda Kamu
Kurumu temsilcileri, Sivil Toplum Kuruluşları,
üniversite temsilcileri, hemşehri derneklerinden
oluşan 24 kurul ve 264 üye hazır bulundu. Beyoğlu
Belediye Başkanı A. Misbah Demircan, Kent
Konseyi'nin şeffaf demokrasinin yaşandığı bir
platform olacağını söyledi.
Yeni Şafak, 21.12.2009
|
ATATÜRK ....... MERKEZİ

"Yok canım
yıkamazlar”
“Yıksınlar daha güzelini yapsınlar”
“Yıkarlarsa cami yaparlar”
Atatürk Kültür Merkezi ile ilgili
olarak son yıllarda hapsedildiğimiz bu üçgende
duyduklarımızın hiçbiri doğru değil tabi ki!
Yok canım yıkamazlar!
Öncelikle iktidar partimiz, Taksim’in ortasındaki
kocaman alanı tabi ki ranta dönüştürecek kadar
güçlü, istekli ve gözü karadır. Şu da bir gerçek ki,
vahşi kapitalizmin çarklarında memleketin tüm
kaleleri satılmış, tersanelerine girilmiştir. Kaldı
ki, bu düzende belki başka bir parti de gözünü bu
geniş alana dikerdi!
‘Yıksınlar daha güzelini yapsınlar’
Liboş tayfanın dilinde olan bu söyleme ne yazık ki
güvenemiyoruz. Ortada Muhsin Ertuğrul gerçeği var.
Fevkaladenin fevkinde bir tiyatro, sözüm ona 29
Ekim’e yetiştirilecekti. Mesele sadece ve sadece IMF
kongresi için conilerin rahat edeceği bir konferans
salonu yetiştirmekten ibaretti. Bilmeyen varsa
söyleyelim, benim güzel yurdum, IMF’ye peşkeş
çekilemeyecek kadar değerlidir.
Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda yapıldığı gibi,
kimselere göstermeden, biz daha iyisini yaparız
diyerek yıkmak, çok şükür ki, bu kez olmadı. AKM,
İstanbul 2 No’ lu Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma
Kurulu tarafından tescil edilen bir kültür
varlığıdır.
‘Yıkarlarsa cami yaparlar’
Bu provokatif söylem zaten baştan beri inandırıcı
değildi. Vahşi kapitalizmin ibadet alanları
alışveriş merkezi, hamburgerci ve otoparklardan
ibarettir. (Bkz. Tepebaşı Tiyatrosu) İşin ilginç
yanı, bu söyleme hiçbir zaman inanmadığım ve aptalca
bulduğum halde, salt kültür merkezlerimizin talan
edilmesine karşı çıktığım için, beni böyle
düşünüyormuş ‘gibi’ ilan etmek bazılarının işine
geldi.
Atatürk Kültür Merkezi’ne karşı direnen onurlu
cepheye biraz destek verebildiysem ne mutlu bana!
Mimarlar Odası’ndaki son toplantılarına gittim, bu
kez hepsi nedense pek kibardı. 2010 Ajansını son kez
göreve çağırdılar. Yoksa 15 Ocak’ta sokağa
çıkacaklarmış. (Şehir dışında olacağım için onlara
katılamayacağım, üzgünüm.)
Mesele şu: Kültür Sanat Sendikası’nın Atatürk Kültür
Merkezi’nin restorasyon projesi ile ilgili yürütmeyi
durdurma kararı yargıda zaferle sonuçlanınca, 2010
Ajansı küsmüş, kırılmış, incinmiş, darılmış! Aklınca
İstanbul halkını cezalandırıyor. AKM’yi kapalı
tutarak, İstanbul’dan öç alıyor.
T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2010 Ajansı’nı,
AKM’yi halka açmakla görevlendirmiş. Ajans kültür
merkezini kapalı tutarak Türkiye’yi Avrupa’ya karşı
rezil ettiği gibi, Bakanlığa karşı da görevini
yapmıyor! Geçen hafta bir otelde 2010 projelerini
tanıtmışlar. Hiçbir sanatçının aklına da Atatürk
Kültür Merkezi ne olacak diye sormak gelmemiş. Yahu
siz sormuyorsunuz, ama çocuklarınız sizden bunun
hesabını fena soracak. Atatürk Kültür Merkezi’ni,
Atatürk …… Merkezi yapamazsınız!
Eski başkan Nuri Çolakoğlu oturdu oturdu gitti. Bir
zamanlar fatura yolsuzluğundan yargılanmış ama zaman
aşımı nedeniyle mahkemesi düşmüş olan yeni başkan
Şekib Avagdiç de oturur oturur gider. Herkes, her
şey çekip gidebilir günün birinde ama, kentin
hortlakları sizden kötü öç alır!
Birgün, Yazı: Nedim Saban, 21.12.2009
******
YALAN OLDU!

AKM yenilenmeyecek. Haberin kaynağı Kültür
Bakanı. Milliyet'e tıkandıklarını açıklayan Ertuğrul
Günay ağır konuştu: Modern AKM'nin önündeki engel,
"iyi niyetten uzak davranışlar!"
AKM, bir buçuk yıl önce büyük umutlarla bo-şaltıldı.
2010 Avrupa Kültür Başkenti finansal yardımıyla
restore edileceği söylendi. İddiaya göre, çağdaş ve
işlevsel bir görünüme kavuşacaktı. Hukuk, itirazları
dinledi, ön projeyi uygun görmedi, yürütmeyi
durdurdu. Ama son noktayı Kültür Bakanı koydu. Bu iş
bitti!
Bir buçuk yıl önce büyük umutlarla boşaltıldı
Türkiye'de kültür sanatın simgelerinden biri olan
AKM. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'nin
finansal yardımlarıyla restore edilecek; çağdaş ve
işlevsel bir görünüme kavuşacaktı. Ne var ki Kültür
Sanat Sen'in, Tabanlıoğlu Mimarlık'ın AKM'nin
yenilenmesi için hazırladığı avan projenin uygun
olmadığı gerekçesiyle açtığı dava sonucunda
yürütmeyi durdurma kararı alındı. Kültür Sanat
Sen'in davadan feragat etmesiyle sorunun çözüleceği
söylendi. Kültür Sanat Sen feraget etmedi; Kültür
Bakanlığı'nın ilk kurul kararını iptal ettirmesi
gerektiğini ifade etti. Görüştüğümüz Kültür ve
Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ağır konuştu.
Yargının AKM'nin restorasyonuyla ilgili olarak
aldığı yürütmeyi durdurma kararını nasıl
karşılıyorsunuz?
İdari yargının verdiği kararların her zaman çok
gerçekle uyuşmadığını düşünüyorum; yargı kararı
mutlaka doğrudur de-mek değil. Burada tıkandık
kaldık. Yürütmeyi durdurma kararı olmasaydı 2010
Ocak, en geç Mart ayında bitmiş olacaktı AKM. Avan
projeye onay veren ilk kurul kararını iptal ettirmek
gibi bir yetkimiz de yok.
Hukukçuların görüşüne göre mahkeme gerekçeleri
doğrultusunda yeni bir proje sunabilirdiniz. Neden
bu yola başvurmadınız?
Çünkü iyi niyetten uzak bir davranışla karşı
karşıyayız. Yine dava açılabilir. Yeni bir proje
üretsek bile tekrar bir yürütmeyi durdurma kararı
alınabilir. Bizim bir şey yapma şansımız kalmadı.
Mahkeme kararını dikkate alarak teknik bir
iyileştirme düşünüyoruz. Binada hiçbir fiziki
müdahale yapmadan, yapısını değiştirmeden varolan
teknik aksamın eksikliği giderilecek, yenilenecek.
2010 Eylül - Ekim gibi bitmiş olacak. Bu projenin de
çok ciddi maliyeti var.
Tamamı restore edilseydi maliyet ne olacaktı?
Bu projenin iki katı kadar bir maliyeti olacaktı.
İsterdik ki iki katı para harcansın ve AKM pırıl
pırıl bir şekilde 2010'da devreye girsin. Hem zaman
kaybettik hem de elimizdeki ciddi para kaynağını.
Burayı 2010'un kaynağıyla yapacaktık, Kültür
Bakanlığı'nın bu kadar büyük bütçesi yok. AKM
yukarıdan aşağıya yenilecek, İstanbul'a yakışır daha
çağdaş bir yapıya dönüşecekti. Fakat maalesef bir
şey yaptırmamayı başarı sayan bir anlayış
müdahalesiyle yarım kaldı.
Kültür Sanat Sen'in feragat etmesini istemenizi
hukukçular olumsuz yorumluyor.
Onlar feragat edebilirlerdi. Mahkeme kamu yararını
gözeterek bu feragatı kabul etmeyebilir diye bir şey
yok. İdari yargıda davadan dönebilir, yürütmeyi
durdurma kararı kaldırılabilir. Ama öyle bir iyi
niyet göstermediler. Bu ekonomik krizde Türkiye 60 -
70 milyon TL para ayıracaktı AKM'yi iyileştirmek
için. Bu fırsatı kullandırmadı arkadaşlar. Bu
anlayışı ileride bizim kültür ve sanat tarihimiz
sanıyorum ki çok üzüntüyle yazacaklar.
Bu durumda AKM tamamen yenilenmiş olarak
karşımıza çıkamayacak değil mi?
Yeni bir AKM göremeyeceğiz. İhaleye çıkarılan ilk
proje mükemmele yakındı. Keşke uygulama, İstanbul'u
yenilenmiş, modern bir AKM'ye kavuşturabilseydi.
Artık bu tartışma geride kaldı.
Hukukçular Ne Dedi?
Yrd. Doç.Dr. Taner Ayanoğlu (Bİlgİ Ü. İdare Hukuku
ANA BİLİM Dalı)
Kültür Bakanlığı'nın İdare Mahkemesi'nin vermiş
olduğu yürütmeyi durdurma kararında belirtilen
hususları dikkate alarak yeni bir proje hazırlayıp
Koruma Kurulu'nca yeni bir karar tesis edilmesini
sağlaması gerekiyor.
Avukat Oktay Çiftçi (İstanbul Barosu)
Kültür Bakanlığı'nın yapması gereken yeni bir plan
hazırlayarak Koruma Kurulu'na havale etmesi ve
kurulun bu yeni plan ile ilgili bir karar almasını
beklemeliyiz.
Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 22.12.2009
|
HASANKEYF'E ŞİMDİ DE 'ÇİN' TEHDİDİ
Çevre ve Orman Bakanlığı, Ilısu Barajı için gerekli maddi kaynağı sağlamak için Çin Halk Cumhuriyeti’nin en büyük kredi firması olan Sinosure ile anlaşma sağlamaya çalışıyor. Doğa Derneği Başkanı Güven Eken yaptığı açıklamada, “Eğer Çin ile anlaşma gerçekleşirse, Hasankeyf ve antik Mezopotamya’nın bir bölümü yeni bir 'Çin Seddi' nedeniyle sular altında kalacak. Nasıl Çinliler kendi Dünya Miraslarını yok edecek bir projenin Türkiye şirketleri tarafından finanse edilmesine şiddetle karşı çıkarlarsa, biz de Hasankeyf gibi Çin Seddi’nden daha fazla UNESCO kriterini sağlayan doğa ve kültür mirasımızın Çin’den sağlanacak kredi nedeniyle sular altında kalmasına karşı çıkıyoruz” dedi.
Doğa Derneği Başkanı Eken, Çevre ve Orman Bakanlığı’nı, Türkiye’nin doğasını korumakla mükellefken, Türkiye’de doğaya en büyük zararı verecek olan Ilısu Barajı projesini ısrarla uygulamaya çalışmakla suçladı. Eken, “Bakanlık bunu yaparken hukuku da dikkate almıyor. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Çin ile imzalamaya çalıştığı anlaşmanın yasal zeminini kamuoyuna derhal açıklaması gerekiyor” dedi.
Dicle Vadisi’nde yer alan tarihi kent Hasankeyf, 10 bin yıllık geçmişi ile dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri. Bölgede inşa edilecek büyük baraj, Hasankeyf’le birlikte 83’den fazla arkeolojik alanın, Fırat kaplumbağası (Rafetus euphraticus) gibi nesli dünya ölçeğinde tehlike altındaki ve endemik türlerin de yok olmasına sebep olacak.
Hasankeyf ve içinde bulunduğu Dicle Vadisi, UNESCO Doğal ve Kültürel Miras kriterlerinin 10’undan 9’unu karşılamasına rağmen, Türkiye hükümeti Hasankeyf’in UNESCO Dünya Mirası listesine dahil edilmesi için henüz her hangi bir başvuruda bulunmadı. Öte yandan, 1987 yılından beri UNESCO Doğal ve Kültürel Mirası listesinde bulunan ve uzaydan görülebilen tek insan yapısı olan Çin Seddi, Hasankeyf ile karşılaştırıldığında, UNESCO kriterlerinden sadece 5’ni sağlıyor.
Yapı, 21.12.2009
|
 |
"YAZMA ESERLER
BAŞKANLIĞI"
TBMM Plan ve Bütçe
Komisyonu, Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı Kuruluş
ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı'nı Tali
Komisyon olarak görüştü.
Tasarının görüşmelerine katılan Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'nin yazma eserler
bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biri
olduğunu vurguladı.
Kütüphaneler Yayımlar Genel Müdürlüğü'nde 167 bin,
müzelerde ve Milli Kütüphane'de 210 bini aşkın yazma
eser bulunduğunu kaydeden Günay, Yazma Eserler
Başkanlığı'nın Kültür Bakanlığı'na bağlı, tüzel
kişiliğe haiz özel bütçeli bir idare olarak
kurulacağını belirtti.
Günay, tasarının, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel
Müdürlüğü'ne bağlı 28 kütüphane, 14 yazma eser
kütüphanesi ve 14 halk kütüphanesi ile bakanlık
bünyesindeki birimlerde bulunan yazma eserlerin tek
bir birim altında toplanmasını öngördüğünü belirtti.
Görüşmelerin sonunda tasarı Plan ve Bütçe
Komisyonu'nda kabul edildi. Tasarıya göre, yazma
eser kütüphanelerinin alanında uzmanlaşmış birimler
olarak etkin şekilde hizmet vermesine, kültür mirası
yazma ve eski harfli basma eserlerin toplanması,
korunması, sağlıklı biçimde geleceğe ulaştırılması
ile bilim, kültür ve sanat dünyasının hizmetine
sunulmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak üzere
Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı kurulacak.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı olacak Yazma
Eserler Başkanlığı, kütüphaneleri, kütüphanecilik
ilke ve standartları çerçevesinde eşgüdüm içinde
yönetmek, her türlü kütüphanecilik hizmetini
doğrudan veya elektronik ortamda sunmak,
kütüphanecilik standartlarını geliştirmek, eserlerle
ilgili çalışmalarda ilkeleri belirlemek, gerekli
fiziki koruma ve güvenlik şartlarını oluşturarak
eserlerin sağlıklı bir şekilde saklanmasını
sağlamak, konservasyon ve restorasyon çalışmalarıyla
ilgili araştırma-geliştirme faaliyetlerini yürütmek,
kullanılacak malzemeleri üretmek, temin etmek,
eserlerin konservasyon ve restorasyonlarını yapmak,
kütüphane koleksiyonlarını zenginleştirmek,
eserlerle ilgili çeviri, sadeleştirme ve tıpkıbasım
çalışmaları ile içerik incelemelerini yürütmek,
yazma eserlerin orijinal dilinde matbu harflerle
yazılmasını sağlamak gibi görevleri yürütecek.
Haber Diyarbakır,
21.12.2009
|
"ZENGİNE TABLO KREDİSİ BİLE VAR"
Yapı Kredi Özel
Bankacılık ve Varlık Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı
Erhan Özçelik, yaklaşık 1 yıl önce "tablo kredisi"
adıyla sanat eserlerini kredilendirmeye
başladıklarını söyledi. Özçelik "Türkiye'de ilk kez
"sanat eserleri kredisi' hizmeti sunuyoruz" dedi.
Amaç, varlıklı insanların sanata kaydırmak.
Erhan Özçelik, böyle bir kredinin verilmesinin
gerekçesini şu şekilde açıklıyor: "Sanatı öne
çıkartmak istiyoruz zira bankacı gözüyle sanata
yatırım iyi bir yatırım. Dünyada varlıklı insanlar
arasında son iki, üç yılın trendi yatırımlarını
sanata kaydırmak amacındayız. Türkiye'de Yapı Kredi
Private Banking'in varlıklı müşterileri arasında
böyle bir trend söz konusu."
Özçelik, krediye "tablo kredisi" isminin verildiğini
sonra bu ismin "sanat eserleri kredisi" olarak
değiştirildiğini söyledi. Türkçeye Tutku Varlıkları
Fonu olarak çevrilebilecek The Emotional Assets
fonunu Bernard Duffy bu amaçla kurdu. 5 milyon
dolarlık bu fon, resim ve heykelin yanı sıra
koleksiyon parçalarının alım-satımıyla getiri
sağlayan dünyanın ilk fonu.
Haber Ekspres, 21.12.2009
|
 |
TUNCA NEHRİ TAŞTI, KIRKPINAR SULAR ALTINDA
Edirne Valisi Mustafa Büyük, Tunca ve Meriç Nehri'nin debilerinin arttığını belirterek, "Taşkın ihtimaline karşı önlemlerimizi alıyoruz" dedi.
Tunca Nehri’nin taşan bölümlerinde incelemelerde bulunan Vali Büyük, burada gazetecilere yaptığı açıklamada, bölgedeki aşırı yağışlar nedeniyle Meriç ve Tunca nehirlerinin debilerinin arttığını söyledi.
Tunca Nehri’nin bazı bölgelerde yatağından taştığını ifade eden Büyük, şöyle konuştu: "Tunca Nehri üzerindeki Yalnızgöz ve Fatih köprüleri civarında su seviyesi hızla artıyor. Tahminen öğleden sonra burada su seviyesi daha da yükselecek. Nehirlerimizde debi artışı devam ediyor, taşkın ihtimaline karşı önlemlerimizi alıyoruz. Meriç Nehri’nin debisi şu anda tehlike sınırlarında değil. Tunca Nehri’nin taştığı bazı geçiş noktalarındaki köprülerimiz trafiğe kapatıldı. Su seviyesine göre gerekli önlemlerimizi alacağız." Edirne’de daha önce yaşanan nehir taşkınları nedeniyle bazı önlemlerin de alındığını belirten Büyük, su taşkınlarının yaşandığı kesimlerde daha önceden seddelerin yükseltildiğini bildirdi. Tunca Nehri’nin taşması sonucu Adalet Kasrı, Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin yapıldığı Sarayiçi mevkisi yer yer sular altında kaldı. Polis ekipleri, Yeniimaret mevkisindeki Tunca Nehri’nde suyun debisinin yükselmesi nedeniyle Yalnızgöz Köprüsü’nü trafiğe kapattı.
Radikal, 21.12.2009
|
BEYOĞLU'NDA TARİH YENİDEN CANLANIYOR
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, Beyoğlu için
hazırladığı kayıp eser analizi, kentin önemli tarihi
değerlerinin zaman içinde çarpık yapılaşmaya feda
edildiğini ortaya koydu. Yapılan çalışmada 366
tescilli eserin yok olduğu belirlenirken, 9 cami, 3 mescit, 5 tekke, 4 mektep, 1 kütüphane, 1 han, 4
hamam, 1 konak olmak üzere toplam 30 eserin yeniden
ihya edilmesine karar verildi. Bugün yerlerinde
dükkan, konut, otopark bulunan ve planda yeniden
yapımı öngörülen tarihi eserler arasında Atatürk'ün
eşi Latife Hanım'ın Gümüşsuyu'ndaki köşkü,
Asmalımescit'e adını veren Asma Mescidi de yer
alıyor.
Galata'daki Hırdavatçılar Çarşısı'nın
bulunduğu yere ise kentte Valide Sultan adına
yaptırılan ilk eser olan
Yeni Valide Camisi inşa edilecek.
Belediye ayrıca, 1939'da yıkılarak yerine Taksim
Gezi Parkı yapılan Taksim Kışlası'nı sosyal ve
kültürel amaçlı kullanılmak üzere yeniden inşa
etmeyi önerdi. Ancak, İstanbul 2 Numaralı Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu bu öneriye karşı
çıktı.
Sabah, Haber: Hasan Ay,
21.12.2009
|
|

|
HALİÇ METRO GEÇİŞ PROJESİ, İSTANBUL'U DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NDEN ÇIKARABİLİR
UNESCO'nun uyarılarını dikkate almayan ve benzer bir köprüyü inşa eden Almanya'nın Dresden kentinin, tüm dünya miras listelerinden çıkarılması kararı son UNESCO toplantısında alınmıştı. Uzmanlar bu kararı hatırlatarak benzer geçiş sebebi ile İstanbul'un da aynı akıbete uğrayabileceğine dikkat çekiyor.
Konu ile ilgili değerlendirmeyi Atılım Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü, Öğretim Görevlisi Dr. Zafer Şahin yaptı. Kültür Bakanlığı'nda uzun yıllar görev yapan Şahin, Haliç köprüsünün UNESCO'dan habersiz inşa edilmeye başlandığını belirterek, bu sürecin İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılması ile sonuçlanabileceğini söyledi. Şahin; "Uluslararası düzeyde katılımcı paydaş yönetimi uygulanmazsa İstanbul'un sonu Dresden gibi olabilir." değerlendirmesinde bulundu. Haliç Metro Geçiş Projesi'nin UNESCO'nun uyarılarının dikkate alınmadan yapılmaya başlandığını belirten Şahin'in verdiği bilgilere göre, Dünya Miras Komitesi'nin İspanya-Sevilla'da gerçekleştirilen 33. toplantıda Haliç Metro Geçişi Köprü Projesi en önemli tartışma konusu oldu. Delegeler köprü projesinin üzüntü ve endişe verici bir proje olduğunu, Komite'nin önüne gelen ve evrensel kültürel değerleri olumsuz yönde etkileyen onlarca köprü projesinden biri olduğunu dile getirdi. Karar metnine girmemekle birlikte delegeler, "Haliç Metro Geçişi Köprü Projesi'nde revizyon yapılmadığı veya projeden vazgeçilmediği takdirde 'Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi'ne alınma durumunun gündeme gelebileceği" değerlendirmesine bulundu.
Zafer Şahin, aynı toplantıda uzun yıllardır UNESCO uyarılarını dikkate almayan ve benzer bir köprüyü inşa eden Almanya'nın Dresden kentinin tüm dünya miras listelerinden çıkarılması kararının alındığını aktararak, İstanbul için de aynı sonucun söz konusu olabileceğini söyledi. Şahin, "Dresden şehrinin durumuna düşülmemesi ve uluslararası önemli bir kuruluşla diplomatik bağların koparılmaması için köprü yapımı gerekli revizyonlar yapılana kadar ertelenmelidir. Benzer şekilde UNESCO uyarıları ısrarla dikkate alınmayarak Haliç Köprüsü'nün mimari tasarımında gerekli değişiklikler yapılmaksızın inşa sürecinin başlaması durumunda İstanbul'un 'Tehlike Altındaki Miras' listesine alınma ihtimali çok yükselmiş olacaktır." dedi.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 21.12.2009
|
YÜZYILIN DEFİNESİNİ 1.5 AYDA 15 BİN KİŞİ GÖRDÜ
15
yıllık
yasal mücadele sonucu Türkiye’ye getirilen Elmalı
Sikkeleri’ni, ekimden bu yana sergilendiği
Antalya Müzesi’nde 15 bin kişi ziyaret etti.
Antalya Müzesi Müdür Vekili Mustafa Demirel,
“Yüzyılın Definesi” olarak adlandırılan sikkeleri
özellikle Türk ziyaretçilerin merak ettiğini
söyledi. Demirel, “Antalya’dan kaçırılan ve yıllar
sonra topraklarına geri dönen sikkeler Fransız,
İspanyol ve Rus turistlerin de büyük ilgisini
çekiyor” dedi. Sikkeler,
Antalya’nın Elmalı
İlçesi'ne bağlı Bayındır
Köyünde 1984 yılında define avcılarının kaçak
kazısıyla ortaya çıkarılmıştı. Bin 900 gümüş
sikkenin bir kısmının dolaşıma girmediği, özgün
şekillerini koruduğu anlaşılınca “Yüzyılın Definesi”
olarak adlandırılmıştı. Kaçak kazıyı yapanlar,
sikkeleri pazarlamak isteyenler tutuklanarak çeşitli
cezalara çarptırıldı. Ancak ele geçirilemeyen define
yurtdışına çıkarıldı. Türk Hükümeti yurtdışında
başlattığı hukuk mücadelesi sonucunda bin 661
sikkenin 1999’da Türkiye’ye teslim edilmesini
sağlamıştı. Türkiye’dekilerle birlikte toplamı bin
679’u bulan sikkeler, ekim ayından bu yana
çıkarıldığı şehrin topraklarında sergileniyor.
Hürriyet Seyahat, Haber: Hüseyin Kanber,
21.12.2009
|
DAVUTOĞLU'NUN VAKFI TEKEL BİNALARINI YIKACAK

Kartal'da bulunan, Dragos tepesi
eteklerindeki Tekel sigara fabrikasının binaları
Davutoğlu'nun başkanlık yaptığı vakıf tarafından
rant uğruna yıkılmak isteniyor.
Tekel’in 2003 yılında anonim şirkete
dönüştürülerek parça parça satılmasından sonra,
sahipsiz kalan araziler rantiyelerin saldırısına
uğradı. Aralarında Tekel’in İstanbul Yaprak Tütün İşletme Müdürlük
Binası’nın da yer aldığı 56 adet Müdürlüğün British
American Tobacco firması’na satılmasının ardından
işçilerin yaşama alanı olarak kullanılan Tekel'in
Kartal Cevizli Kampüsü de rantiyelerin
iştahını kabartmaya başladı.
Özelleştirme öncesinde hazırlanan plana
göre kent parkına dönüştürülen yaklaşık 44 hektarlık
Tekel arazisi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın
türlü oyunlarıyla Bilim ve Sanat Vakfı’na satılmaya
çalışılıyor. İstanbul 2 No.lu Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 11 Kasım 1999 tarihli
kararıyla Tekel arazisinin Dragos tepesi ile birlikte sit alanı ilan
edilmesinin ardından 2003 yılının Ocak ayında
hazırlanan koruma amaçlı planda 44 hektarlık alan
dinlenme ve eğlence mekanlarının olduğu kent parkına
dönüştürülecekti.
Ancak, 1974–1977 yılları arasında yürütülen kazı
çalışmalarında külhan, sıcaklık ve soğukluk
bölümleri ortaya çıkarılan erken Bizans dönemine ait
hamam kalıntıları yanında antik dönem ait kanal ve
Bryas harabelerinin bulunduğu tahmin edilen arazinin
kent parkına dönüştürülme planlarına Özelleştirme
İdaresi Başkanlığı (ÖİB)
itiraz etti. İtirazla yol alamayan kurum bu defa
kendi planlarını yapmaya kalktı. Hazırladığı plana
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu izin
vermeyince, kurum dava açarak planlama yetkisinin
kendisinde olduğunu ileri sürdü. Mahkemenin arazinin
satılacak olduğuna hükmetmesiyle Nisan 2005’te kent
parkı öneren plan rafa kalkmış oldu.
Kasım 2008’de arazinin 30 hektarlık kısmının
Tekel’in vergi borcuna karşılık Maliye Bakanlığı’na
devredilmesini sağlayan Özelleştime İdaresi
Başkanlığı arazinin satışına soyunarak, kullanım
hakkını 49 yıllığına İstanbul Şehir Üniversitesi kampüsü
olarak Bilim ve Sanat Vakfı’na vermek üzere harekete
geçti. 2009 yılının Mayıs ayında Vakfa proje
hazırlaması için ön izin veren Milli Emlak Genel
Müdürlüğü’nden sonra Tekel işçilerinin kullandığı
modernist tarzdaki binaları yıkmak için yapılan plan
öncesinde Kartal Belediyesi'ne bilgi verilmeden
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 15
Aralık'taki Meclis toplantısında gündeme alındı.
1986’da kurulan Bilim ve Sanat Vakfı’nın bir dönem
başkanlığını Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yaptı. Ancak Erdoğan’ın
danışmanlığını yapmaya başladıktan sonra görevinden
ayrılıyor. Vakfın çıkarttığı yayınlar içinde en
önemlisi Divan Dergisi. 6 ayda bir yayınlanan
derginin bugüne kadar 26 sayısı çıkmış bulunuyor.
Bilimsel olduğu iddia edilen derginin 1996’da çıkan
ilk sayısının sunuş bölümü “Gayret bizden, tevfîk
Allah'tandır” cümlesi ile bitiyor.
“İslam Düşünce Geleneğinin Temelleri, Oluşum
Süreci ve Yeniden Yorumlanması” başlıklı ilk
sayısının ilk yazısı ise Ahmet Davutoğlu’na ait.
Davutoğlu yazısında islam düşünce geleneğinin kendine özgü
bir paradigma olup olmadığını tartıştığını söylüyor,
oysa yazı bunu varsayıyor.
Yazı, modernist düşüncenin 20.yy başında
kazandığı itibardan sonra, yüzyılın sonunda bunalıma
girdiğini, islamın ise alternatif olarak ortaya
çıkabileceğini savunuyor. Bunun miladı olarak ise
Amerikan’ın desteği ile harekete geçen gerici Afganların Sovyet modernizmine
karşı savaşı gösteriliyor. Sonuç olarak yazı,
modernizmin boşluğunu islamın doldurmasının ihtiyaç
olduğunu belirtiyor. Davutoğlu’nun dergide yazdığı
her yazı ilk sırada veriliyor.
Mecidiyeköy’de Likör Fabrikası binası ve arsasını
Nisan 2008’de Kiler Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı
satın aldı. Fabrika binasını gölgede bırakacak bir
alışveriş merkezi ve rezidans inşa edilmesi
düşünülen arazi aynı zamanda Mecidiyeköy trafiğini
de içinden çıkılmaz bir hale getirecek.
Beşiktaş’ta bulunan ve 1929 yılında Mimar Victor
Adaman tarafından yapılmış olan Astro Tütün Deposu
AKP’ye yakınlığı ile bilinen Tanrıverdi Holding’e
satılır satılmaz yıkıldı. Erdoğan’ın İstanbul’a
geldiğinde kullandığı Dolmabahçe Sarayı’nın yanında
bulunan ve Başbakanlık Konutu karşısında kalan
binanın yıkılması ile ilgili Holding ‘yıkmadan
olmazdı’ açıklamasında bulundu.
Haber Sol, 20.12.2009
|
"NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ İRLANDA'DA"

İngiliz Daily Mirror gazetesinin İrlandalı
tarihçi Philip Lynch’in açıklamalarına dayanarak
gündeme getirdiği, "Noel Baba’nın mezarının
İrlanda’da olabileceği" iddiası, kaynağını tarih
kayıtlarından değil, yüzyıllardır yaşatılan yerel
halk inanışlarından alıyor.
Dünyanın Noel Baba olarak tanıdığı Aziz Nicholas’ın
adını taşıyan kilise ve iddialara konu olan "mezar
taşı", İrlanda’nın güneydoğusundaki Kilkenny
bölgesinde, başkent Dublin’e 140 km mesafedeki
Thomastown kasabası sınırları içinde yer alıyor.
Aynı bölgede bulunan devlet mülkiyetindeki ünlü
Jerpoint Manastırı "ulusal anıt" kabul edilirken,
Aziz Nicholas Kilisesinin bulunduğu ve eskiden
Newtown olarak bilinen bölgeye kültürel miras
kayıtları arasında henüz "özel" bir
yer verilmiyor.
Şahsa ait bir çiftlik arazisinde bulunan kilise
kalıntılarını yakından görebilmek için toprak
sahipleri Joe ve Maeve O’Connell’dan izin almak
gerekiyor.
Altında Aziz Nicholas’ın kemiklerinin bulunduğuna
inanılan 14’üncü yüzyıla ait taş, 13’üncü yüzyılda
inşa edilmiş kilisenin bahçesindeki mezarlıkta
bulunuyor.
Yatık biçimde duran ve üzerine ağaç devrildiği için
kırıldığı sanılan alçak rölyef, bir rahibi ve
omuzlarının üzerindeki iki başı resmediyor.
Bu kabartmanın neyi temsil ettiğiyle ilgili olarak,
İrlanda hükümetince kurulan Ulusal Miras Kurulunun,
Çevre Bakanlığının da desteğiyle hazırlattığı 2007
tarihli koruma planında, Orta Çağ yapıları konusunda
kapsamlı çalışmalara imza atmış tarihçilere atıfta
bulunuluyor.
John Hunt, "Irish Medieval Figure Sculpture"da
(1974), Aziz Nicholas Kilisesinin bahçesindeki taşın
"büyük olasılıkla bölgede yaşamış bir rahibi"
resmettiğini belirtirken, Brendan Smith, "Colonisation
and Conquest in Medieval Ireland"da (1990),
"İrlanda’nın batısındaki Galway ve Kuzey
İrlanda’daki
Carrickfergus’ta da Aziz Nicholas’a adanmış
yapıların bulunduğunu, ancak Aziz Nicholas’ın bu
topraklarla bağlantısına ilişkin kesin kanıtların
olmadığını" ortaya koyuyor.
Çoğu tarihçinin paylaştığı, "Patara’da doğan Aziz
Nicholas’ın, Myra’da (Demre) yaşayıp öldüğü ve
burada kendisi için yapılan kilisede gömülü
kalıntılarının bir kısmının Haçlı Seferleri
sırasında tüccarlarca çalınarak İtalya’daki Bari’ye
götürüldüğü" görüşü, koruma planında da yineleniyor.
Söz konusu plan çerçevesindeki çalışmaların, 150
yıldır bölgede yapılan ilk araştırma olduğu ve bu
çabanın uzun yıllar yalnızca akademisyenlerin
ilgilendiği Newtown bölgesinin önemini hatırlatmayı
amaçladığı vurgulanıyor.
Aziz Nicholas’a ait olduğu sanılan geride kalmış bir
kısım kemiğin bugün Antalya Müzesinde saklandığı
biliniyor.
Aziz Nicholas Kilisesini ve bahçesindeki mezarlığı
içine alan Belmore Çiftliği'nin sahibi Joe O’Connell,
şimdilik fazla ziyaretçisi olmayan arazinin gelecek
yıl turistlere açılacağını söylüyor.
Kilise bahçesindeki mezarlıkta, çiftliğin eski
sahiplerinin ve
İrlanda’daki büyük kıtlık sırasında ölenlerin gömülü
olduğu bilgisini veren O’Connell, "Noel Baba’nın,
kendi arazisinde yattığına inanıp inanmadığı"
sorusuna gülümseyerek şöyle yanıt veriyor:
"Aziz Nicholas’ın kemiklerinin buraya getirildiğini
söylüyorlar, ama çocuklar bunu duymasa iyi olur,
yoksa Noel’de kimi bekleyecekler?"
İrlanda hükümetinin yakın zamana kadar bölgeye
ilgisiz kalması ve yerel tarihçi Lynch’in yeni yıl
yaklaşırken gündeme getirdiği iddianın İrlanda
basınında yankı bulmaması, Noel Baba’nın İrlanda
bağlantısının ülkede genel kabul görmediğini de
ortaya koyuyor.
Lynch’in, 14 Aralıkta Daily Mirror gazetesinde
çıkan, "Aziz Nicholas’ın kemiklerinin, Fransız bir
aile tarafından Bari’den İrlanda’ya getirildiği"
yönündeki açıklaması, özellikle İrlandalılar için
yeni bir bilgi içermiyor.
Tüm bunlara rağmen, "mezar taşındaki kişinin Noel
Babayı, iki yanında yer alan kabartmalarınsa onun
kemiklerini İrlanda’ya getiren kişileri temsil
ettiğine" dair efsane, halk masallarıyla nesilden
nesile aktarılmayı sürdürüyor.
Bu söylence, İrlandalı hikaye anlatıcısı Bill
Watkins’in kaleme aldığı halk şiirinde şöyle dile
geliyor:
"(...)
Yattığı yer Roma’da değil.
Kutsal emaneti ve kemikleri,
Ne Mısır’ın mavi göğünün altında saklı
Ne Konstantinopolis’te ne de Madrid’de...
Çocukların koruyucu azizinin
Lekelenmemiş kalıntıları ve tabutu
Yoncaların yeşerdiği ve güllerin çevrelediği
Mabedinde güvende...
Ey yolcu, arayışına son ver,
Çünkü Aziz Nicholas’ın mezarı
İrlanda’nın kutsal topraklarında bulundu,
Kilkenny;deki eski kilisede...
(...)"
Radikal, 20.12.2009
|
AKDAMAR KİLİSESİ İBADETE AÇILIYOR

Van’ın Gevaş İlçesi’nde Van Gölü’nde bulunan
Akdamar Adası’yla aynı adı taşıyan tarihi Akdamar
Kilisesi’nin ibadete açılacağı belirtildi. Van
Valisi Münir Karaloğlu, “Kültür Bakanlığı ile
gerekli yazışmalar yapıldı. Kilise 12 Eylül 2010
tarihinde ibadete açılabilecek” dedi.
Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin
normalleşmesi için 10 Ekim’de imzalanan protokolle
yapılan Ermeni açılımını destekleyen turizmciler,
hükümetin Akdamar Kilisesi’ni de ibadete açması
isteminde bulundu. Restore edildikten sonra ibadete
açılıp açılmayacağı tartışılan tarihi Akdamar
Adası’nda bulunan Ermenilere ait kilisenin
önümüzdeki yıl eylül ayında ibadete açılacağı
açıklandı. Van Valisi Münir Karaloğlu, Kilisenin
ibadete açılması için Kültür Bakanlığı ile gerekli
yazışmaların yapıldığını söyledi. Kilisenin ibadete
açılmasının 12 Eylül 2010 tarihinde olabileceğini
kaydeden Karaloğlu, Ermenileri de
davet
edeceklerini ve Vanlıya yakışır bir misafirperverlik
yapacaklarını belirterek, şöyle konuştu.
“Akdamar Kilisesi’nin ibadete açılması ile ilgili
resmi yazımızı bakanlığa yazdık. Kültür Bakanlığı
Müsteşarıyla
Ankara’da
görüştüm. Yazıyı ilgili birim olan Müzeler Genel
Müdürlüğü’ne gönderdiğimi söyledim. Kendisi de
telefon açarak talimat verdi. İnşallah 12 Eylül’de
bütün Ermeni vatandaşlarımızı Akdamar Kilisesi’nde
ibadete bekliyoruz.”
Van’ın dış turizm olarak en büyük potansiyelinin
Ermenistan ve İran olduğunu belirten Vali Karaloğlu,
Ermenistan ve İran’a gerekli açılımın yapılması
halinde 1 milyon yabancı turist hedefine 2023’ten
önce ulaşılabileceğini söyledi. Vali Karaloğlu,
şöyle devam etti:
“İran pazarına yönelik bizim Kapıköy Sınır Kapısı’nı
açmamız lazım. Şimdi İran’dan Van’a karayoluyla
insanlar Urumiye’den 45 saate geliyor. Bunu kimse
çekmek istemez. Ama ben Kapıköy Sınır Kapısı’nı
açtığım zaman, İranlı'nın 1 saatte Van’da olma şansı
var. İnsanlar günübirlik gelip Van’dan dönebilirler.
Hafta sonu tatillerini burada geçirip dönebilirler.
Ermenistan’la ilgili kapı açılsın diye hükümetimizin
ciddi bir gayreti var. Ermenistan kapısının
açılmasında en fazla istifade edecek illerin başında
Van geliyor. Biz bunu biliyor ve görüyoruz.”.
Radikal, 20.12.2009
******
AKDAMAR KİLİSESİ
İÇİN ÇEVRE DÜZENLEMESİ

Van’daki Akdamar Kilisesi’nin çevre
düzenlemesine 150 bin lira harcanacak.
Vaspurakan Kralı 1’inci Gagik tarafından Van
Gölü’ndeki aynı adı taşıyan adanın üzerine 915- 921
yılları arasında yaptırılan Akdamar Kilisesi,
2006’da 4 milyon liraya restore edilip, 29 Mart
2007’de anıt müze olarak açıldı. Kilisenin
çevresindeki din adamlarına ait 34 oda ise projede
bulunmadığı için restore edilmedi. Van Valisi Münir
Karaloğlu, kilisenin 12 Eylül
2010’da
ibadete açılabileceğini açıkladı. Bunun üzerine
kilise çevresinde bulunan ve düzenlemesi yapılmayan
bölümler için de harekete geçildi.
Hürriyet,
Haber: Gülay Özek, 24.12.2009
|
İMAM GAZALİ'NİN MEZARI BULUNDU

İran Tarihî ve Kültürel Miraslar Kurumu,
Horasan'daki Tus şehrine ait kalıntı ve belgeleri
inceleyerek büyük İslam alimi İmam Gazali'nin
mezarını tespit etti. Bölgede kazı çalışmaları
başlatan yetkililer, kabri ortaya çıkardıktan sonra
çevre düzenlemesini de yaparak türbeyi turizme
kazandıracak. Şii lider İmam Rıza, şair Firdevsî ve
Ömer Hayyam'ın da metfun bulunduğu Tus ve Meşhed her
yıl 20 milyon turist ağırlıyor.
İslam düşünce tarihine 'Kimya-ı Saadet' ve
'İhya-ı Ulumiddin' gibi büyük eserler kazandıran
İranlı alim İmamı Gazali'nin mezar yeri bulundu.
Moğol istilasıyla yerle bir edilen Horasan
eyaletindeki Tus şehrinin geçmişine ait kalıntı ve
belgeleri inceleyen Tarihî ve Kültürel Miraslar
Kurumu araştırmacıları, Gazali'nin mezar yeri olarak
tespit ettikleri yerleşim dışı bir noktada kazı
başlattı. Gazali ile ilgili Türkiye'deki uzman
isimlerden İstanbul İl Müftüsü Mustafa Çağrıcı ise
kabrin daha önceden bilindiğini söyledi.
İranlı turizm rehberi Hassan Ruzrak, İmam
Gazali'nin mezar yerine ilişkin İran'da iki rivayet
bulunduğunu belirterek bugüne kadar en güçlü
ihtimalin bahçesindeki taş kitabede 'İmam Muhammed
Gazali' yazan Haruniye Medresesi civarı olduğuna
işaret etti. Ancak yapılan detaylı araştırmaların
Gazali'nin mezar yeri olarak 'Tabira' adlı başka bir
bölgeyi gösterdiğini belirten Ruzrak, "Halk zaten
daha önce söz konusu bölgenin civarında bir yere,
'İmam Gazali'nin kabri diye dua etmeye geliyordu.
Ancak nokta olarak tam belli değildi. Şimdi mezar
bulundu ve kazı çalışması yapılıyor." dedi.
Büyük İslam düşünürü İmam Gazali'nin kabrinin
bulunduğu bölgede işçiler, toprak altından çok
sayıda tuğla parçası çıkardı. Yer altında kalan
türbe alanını daire şeklinde kazan görevliler, açığa
çıkarılan tuğla duvarların göçmemesi için bazı
yerlerini betonla kapladı. İranlı yetkililer,
Gazali'nin türbesini ortaya çıkardıktan sonra çevre
düzenlemesini de yaparak inanç turizmine
kazandırmayı hedefliyor.
Bu arada İmam Gazali ile ilgili Türkiye'deki
uzman isimlerden İstanbul İl Müftüsü Mustafa
Çağrıcı, mezar yerinin daha önceden bilindiğini
ileri sürdü. İranlı yetkililerin bu mezarı bakımsız
bıraktığını ifade eden Çağrıcı, Gazali ile
Firdevsi'nin mezarlarının birbirine yakın olduğunu
dile getirdi. Çağrıcı, "Firdevsi için muhteşem bir
abide diktiler ama Gazali'nin mezarı bakımsız
bırakılmıştı. Bu mezarın yeri çok eskiden
biliniyordu ancak İran bu mezarla ilgilenmemişti."
açıklamasında bulundu.
İslam düşüncesinin anlaşılmasına büyük katkı
sağlayan İranlı ilahiyatçı, düşünür ve mutasavvıf
İmam Gazali, bugün bir kısmı İran toprakları içinde
kalan Horasan'ın Tus şehrinde 11. yüzyılda doğdu. 53
yıllık hayatında 'Kimya-ı Saadet' ve 'İhya-ı
Ulumiddin' başta olmak üzere 500'ün üzerinde esere
imza attı. Ehl-i sünnet alimi olan Gazali, ömrü
boyunca ilimle uğraşıp delil niteliğinde eserler
verdiği için 'Hüccetül İslam' diye adlandırıldı.
Batı dillerinde ismi Algazel'dir. Künyesi Ebu Hamid,
lakabı Huccetül-İslam ve Zeyneddin'dir. Gazali
mahlası ile meşhurdur. Zamanındaki devlet
adamlarından büyük övgüler alan Gazali, 1111
yılında vefat etti.
Zaman, Haber: Seyfettin Koçak, 20.12.2009
|
KADINLAR 2300 YIL ÖNCE SÜSLENİYORMUŞ
Torbalı’da 20
yıldır devam eden Metropolis kazılarının bu yılki
çalışmasında, kadınların süslenme merakının
yüzyıllar öncesine dayandığına ilişkin bulgular elde
edildi.
Kazılara başlandığı günden bu yana ilk kez
bozulmamış bir mezara ulaşan kazı ekibi, 25
yaşlarında genç bir kadına ait olduğu belirlenen
iskelet buldu. İskeletin etrafında bulunan ve MÖ
150’li yıllara ait 30’dan fazla koku şişesi, takı,
iskeletin baş ve ayak ucundaki bronz aynalar,
kadınların yüzyıllar öncesinde de süslenmeye ne
kadar önem verdiğini bir kez daha ortaya çıkardı.
Geçmişi tarih öncesi çağlara dayanan fakat planlı
bir kent olarak günümüzden yaklaşık 2 bin 300 yıl
önce kurulan Metropolis, varlığını Anadolu’daki ilk
Türk Beyliklerine kadar sürdürdü. Kazılardan
çıkarılan eser sayısı 9 bin 559’a ulaştı. Eserler
Efes Müzesi’ne ve
İzmir
Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildi. Metropolis
Kazıları Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek
kazıların sadece onda iki ya da üçlük kısmında
gerçekleştirildiğini, çalışmaların zaman alacağını
söyledi.
Milliyet Ege, 20.12.2009
|
REMBRANDT'I, PICASSO TABLOSUNU DELEN KUMARHANECİ
ALMIŞ
İngiltere’nin başkenti Londra’da
geçen hafta 33.2 milyon dolara satılarak rekor kıran
Rembrandt tablosunu, Amerikalı kumarhaneler kralı
Steve Wynn’in satın aldığı ortaya çıktı.
Christie’s müzayede evinde gerçekleşen satışta
Rembrandt’ın 1658 yılında yaptığı ‘Bir Adamın
Portresi/Portrait of a Man’ adlı eseri rekor fiyatla
satılmış, alıcının kimliği açıklanmamıştı. New York
Times Gazetesi’nin önceki günkü haberine göre
gizemli alıcı kumarhaneler kralı Steve Wynn. Wynn
telefonla müzayedeye katılarak Rembrandt tablosunu
rekor fiyata satın almış. Milyonlarca dolarlık bir
koleksiyona sahip Wynn, daha önce bir Picasso
tablosunda yanlışlıkla bir delik açmıştı.
Hürriyet, 20.12.2009
|
|
BURSA'NIN HELLENİSTİK TARİHİ ORTAYA ÇIKARILIYOR
Bursa merkez Osmangazi Belediyesi, Bursa kitaplığına
Hisar bölgesinde yürütülen 9 yıllık bir çalışmayı
sergileyen yeni bir eser daha kazandırdı.
Hisarkoloji adı verilen kitap, Bursa'nın antik
dönemine ilişkin tarihini öne çıkarıyor. Osmangazi
Belediye Başkanı Mustafa Dündar, araştırmayı yürüten
Sanat Tarihçisi Emel Özkan ve Arkeolog Funda Ünal
ile Ördekli Kültür Merkezi'nde basın toplantısı
düzenledi.
Çalışma hakkında bilgi veren Dündar, Bursa'nın
Osmanlı Devleti'nin başkenti olduğunu hatırlattı.
Kentte el atılan her yerde harabe durumda eserlerle
karşılaşıldığını belirten Dündar, bu eserlerin bir
kısmının ayağa kaldırıldığını, bir kısmının ise yok
olduğunu ifade etti.
Hisar bölgesinde 2000 yılından bu yana yürütülen
çalışmalar kapsamında yok olan birçok tarihi eserin
kalıntılarına ulaşıldığını vurgulayan Dündar,
hazırlanan kitabın Bursa'nın bilinmeyen geçmişinin
anlaşılmasına yardımcı olacağını kaydetti. Müze
Uzmanı ve Arkeolog Funda Ünal ise Hisar bölgesindeki
kalıntıların inşaatlar altında kaldığını belirterek,
"Bursa, Osmanlı şehri olmasıyla öne çıkıyor. Ama
yaptığımız çalışma, antik dönemi de ortaya
çıkartıyor."diye konuştu.
Zaman, Haber: Adem Elitok, 19.12.2009
|
CHP, MAHKEMEYE GİDİYOR

CHP İl Başkanı Av. Ahmet
Yılmaz, Gaziantep Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu'nun, şehrimizin önemli tarihi ve
kültürel miraslarından biri olan Batalhöyük'ü
tarihsel duyarlılıkla bağdaşmayan, keyfi
uygulamalara ve müdahalelere açık hale getiren bir
karara imza attığını belirterek, konuyu yargıya
taşıyacağını belirtti.
Kentlerin kültürel ve
doğal varlıklarını ve zenginliklerini korumakla
görevli olması gereken yasal kurulların, AKP
tarafından siyasallaştırıldığını öne süren Ahmet
Yılmaz, "Bu yasal kurullar, AKP'li yerel
yönetimlerin, rantçı proje ve politikalarının onay
makamına dönüştürülmektedir. Bunun en çarpıcı örneği
kentimizde yaşanmaktadır. Gaziantep Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanlığını, Gaziantepli
olmayan, şehrimizin tarihi ve kültürel değerleriyle
özdeşlik kurması düşünülemeyen, en nihayetinde
özdeşlik kuramayan, Gaziosmanpaşa Belediyesinin AKP'
li Meclis Üyesi Mergül Kotil yapmaktadır. Sözü geçen
kurul, yaşanan siyalaşma ve kadrolaşmanın bir kanıtı
olarak, şehrimizin önemli tarihi ve kültürel
miraslarından biri olan Battalhöyük'ü tarihsel
duyarlılıkla bağdaşmayan, keyfi uygulamalara ve
müdahalelere açık hale getiren bir karara imza
atmıştır. 1.Derece Arkeolojik Sit Alanı olan
Battalhöyük ile ilgili olarak alınan bu karar,
tarihsel varlıkları ve kültürel değerlerimizi koruma
noktasındaki nesnel kurallara, prensiplere ve
ilkelere aykırı olmakla beraber, Adana Koruma
Kurulunun daha önce almış olduğu Battalhöyük'teki
mevcut fiili işgalin sonlandırılması kararını da yok
saymaktadır. Söz konusu yer, Gaziantep'in simgesel
değerlerinden biridir. Kentimiz ve kentlimizle
özdeşleşmiş bir yerdir. Şehrimizin bütün tarihi
değerleri gibi gözbebeğidir. Tarihsel değerlerimizi
gelecek kuşaklara taşımaktan, onları korumak ve
yaşatmaktan uzak bu anlayış ve kararı yargıya
taşıyacağım" diye konuştu.
Kurulun kararı:
Şahinbey İlçesi Fidanlık
Mahallesi'nde bulunan mülkiyeti Büyükşehir
Belediyesine ait olan 145 pafta, 200 ada,
35-36-38-39-40 ve 41 nolu parsellerde yer alan 1.
Derece Arkeolojik Sit Alanında kalan Battal
Höyük'te, hem kazı yapılması hem de Arkeopark olarak
düzenlenmesinin Gaziantep tarihi kent dokusu ve
turizmine büyük katkı sağlayacağı görüşüyle, istekli
bir Üniversitenin Arkeoloji Bölümünün katılımı ile
Gaziantep Müzesi'nin başkanlığında 'Katılımlı Kazı'
statüsünde kazıların yapılmasının, arkeolojik
kazılardan sonra ortaya çıkacak olan mimari
buluntuların yakın çevresiyle birlikte
düzenlenmesiyle bir Arkeopark projesinin
uygulanmasının tavsiyesine, daha önce Adana Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu
kararlarında belirtilen höyük üzerindeki izinsiz
uygulamaların kaldırılmasının höyüğe ve kültür
tabalarına zarar verebileceği için bahsedilen
kazıların sonuçlarının beklenmesi gerektiğine,
höyükte yapılacak her türlü müdahalenin 658 sayılı
ilke kararı çerçevesinde yapılabileceğine karar
verildi.
Gaziantep Güneş,
19.12.2009
|
MARMARAY'DA MALİYET GÜNCELLEŞTİRİLMESİ
Marmaray
Projesi'nin Ocak 2006 tarihinde yapılan ihalesine
ilişkin ''fiyatların güncellemesi ile projenin
tamamlanması için uygun koşullarda temin edilenlerin kısa sürede sağlanarak yatırımın ekonomiye
kazandırılması amacıyla'' hazırlanan kararname,
Resmi Gazete'de yayımlanarak, yürürlüğe girdi
Bakanlar Kurulu'nun, yabancı para birimine dayalı
sabit fiyat götürü bedelle ihalesi yapılan
''Gebze-Haydarpaşa, Sirkeci-Halkalı Banliyö
Hatlarının İyileştirilmesi ve Demiryolu Boğaz Tüp
Geçişi İnşaatı'' projesi kapsamında demiryolu boğaz
tüp geçiş, tüneller ve istasyonlar işi ile yine bu
kapsamda yabancı para birimine dayalı sabit teklif
birim fiyatlarla ihalesi yapılmış olan yapım
işlerine ait fiyat güncellemesine ilişkin kararname
Resmi Gazete'de yayımlandı.
Kararnamede, Marmaray projesinin, mühendislik ve
müşavirlik hizmetleri işinin ''arkeolojik kazılar ve
tüneller üzerinde yer alan standart dışı yapılarla
ilgili hukuki ve fiziki sorunlar'' nedeniyle
geciktiği, inşaat ana girdi kalemlerinde ve işçilik
maliyetlerinde müdebbir bir tacirin öngöremeyeceği
artışlar yaşandığı ifade edildi.
Döviz kurunun Türk lirası karşısında dengeli
olmaması sebebiyle yapılacak işlerde uygulanmak
üzere fiyatların güncellemesinin hedeflendiği
Kararname ile Marmara projesinin zaman kaybedilmeden
tamamlanması için uygun koşullarda temin edilen
kredilerin kısa sürede sağlanarak yatırımın
ekonomiye kazandırılması amaçlanıyor.
Kararname ile hakedişten, işin bitimine kadar
yapılacak işlerin ödeme kalemleri, hesaplanacak
güncelleme katsayıları ile çarpılarak, teklifin
verildiği tarihteki reel değerlerine getirilecek.
Görevli taşeron marifetiyle ve ilgili idarelerin
güncel birim fiyatları ile yaptırılacak işler
güncelleme dışında kalacak. Güncellemeden doğan
farklar, ihale bedeli, teminat, keşif artışı ve
bunlarla ilgili sözleşme hükümlerini etkilemeyecek.
Sözleşmesine göre süresi bitmiş, süre uzatımı
alınmadan cezalı çalışılması durumunda, cezalı
çalışılan süre içinde fiyat güncellemesi ödenmeyecek
ve işe ana sözleşme gereği ceza kesilerek devam
edilecek.
Ntvmsnbc, 18.12.2009
|
DİNLENME VE İBADET ODALI TARİHİ KÖPRÜ
Havza İlçesi'nin
Kayabaşı Köyü ile
Vezirköprü İlçesi'nin
Tekkekıran Köyü arasındaki
İstavroz Çayı
üzerinde bulunan, Doğu Romalılar döneminde
yapıldığı, Selçuklular tarafından da onarıldığı
bilinen köprü hala kullanılıyor. 15 metre
yüksekliğinde, 40 metre uzunluğundaki tarihi
köprünün 3 kemerli olarak inşa edilen ayaklarında,
dinlenme ve ibaret amacıyla yapıldığı bildirilen
odalar bugün aynı amaçla kullanılmasa bile
benzerlerinde pek rastlanmaması nedeniyle köprüye
farklı bir değer katıyor.
Kısa süre önce Karayolları Genel Müdürlüğü
Tarihi Eser Köprüler Şube Müdürlüğü
tarafından gerçekleştirilen restorasyonla zarar
görmemesi için girişi kapatılan mekanlar ancak
dışarıdan gözlemlenebiliyor.
Karayolları 7. Bölge Müdürlüğü Köprü Başmühendisi
Hakkı Keleşoğlu, restorasyonla
ilgili hazırlanan projede dinlenme odası
görülmediğini, proje çalışmaları sırasında fark
edildiğini belirterek, ''Köprü çok eski olduğu için
yıkılma tehlikesi ve göçebilir endişesi ile giriş
kısmı kapatıldı. Sadece dışarıdan görülebilecek
şekilde uygulama yapıldı. Çünkü yukarıdaki girişte,
'tahrip edilebilir, kaçak define arayıcıları zara
verebilir' diye böyle bir uygulama yapıldı. Değer
odaların girişleri ise çeşitli dönemlerde
kapatılmış'' dedi.
Yöredeki yerleşim yerlerinden Kayabaşı Köyü'nün
Muhtar Vekili Erdal Erol da Kurt
Köprüsü'nün özelliği nedeniyle çok sayıda
ziyaretçinin geldiğini söyledi.
Köprünün, restorasyonun tamamlanmasının ardından
yeniden kullanılmaya başlandığını belirten Erol,
köprü ayaklarındaki odaların geçmiş zamanlarda
dinlenme ve ibadet amacıyla kullanıldığının hala
anlatıldığını belirterek, ''Eski dönemlerde buralara
yolu düşenler köprüden geçerken bu odalarda
dinlenir, ibadet ederlermiş, ama artık sadece merak
edenlerin gezdiği mekanlar oldular'' diye konuştu.
Samsun Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise,
Kurt Köprüsü'nün 13. yüzyılda Roma döneminde sıkça
görülen mimari ve bu dönemde kullanılan üç sıra
tuğlalı örgü sistemi ile yapıldığını, köprünün
ayakları içinde küçük odaların bulunduğunu bunun da
köprüye ayrı bir özellik kattığını ifade etti.
Yetkililer, köprünün Selçuklular zamanında ve
sonraki dönemlerde de onarım gördüğünü kaydetti.
Ntvmsnbc, 18.12.2009
|
İNSANLAR 105 BİN YIL ÖNCE DE UN ÜRETİYORMUŞ
Kanada
ve Mozambikli bilim adamları, insanların 105 bin yıl
önce de tahıldan un ürettiğini ortaya çıkarttı.
"Science" adlı dergiye açıklamalarda bulunan
Calgary Üniversitesi araştırmacılarından Julio
Mercader, Mozambik’teki bir mağarada, on binlerce
yıl eski olan ve tahılın öğütülmesinde kullanılan
aletler bulduklarını söyledi.
İnsanların on binlerce yıl önce yerleşik olmadığına
ve avcı olarak yaşadığına işaret eden Mercader,
bugüne kadar avcı olarak yaşayan insanların sadece
et ve meyve yiyerek yaşadığının
tahmin
edildiğini, ancak son bulguların bu insanların
tahıldan un yapmış olduğunu da ortaya koyduğunu
kaydetti.
Haberi veren Alman "Die Welt" gazetesinin internet
sayfasında, bugüne kadar insanların yaklaşık 12 bin
yıl önce yerleşik olarak yaşamaya başladıktan sonra
un ürettiğinin tahmin edildiği bildirildi.
Radikal, 18.12.2009
|
BİLİM HEYETİ OLUŞTURULACAK
Anadolu'nun en
eski camilerinden Ulu Cami 2010
yılında Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü
tarafından restorasyona alınacak. Diyarbakır
Vakıflar Bölge Müdürü
Yakup Aktürk,
Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün son 6-7 yıl içinde
Türkiye çapında 3 bin 833 eserin restorasyonunu
yaptığını ve bu kapsamda büyük bir yatırımı
gerçekleştirdiğini söyledi.
Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak 4 mezhebe
hizmet etmiş ve onarıma ihtiyacı olan Ulu Cami'nin
restorasyonu için 1 Ocakta ihaleye çıkılacağını
ifade eden Aktürk, onarım çalışmalarına cami
yakınındaki Zinciriye ve Mesudiye Medreseleri'nin de
dahil edileceğini ve caminin önündeki yer altı
çarşısının da kamulaştırılacağını kaydetti.
Aktürk, söz konusu çalışmanın Diyarbakır ve Türkiye
için büyük bir değer olan Ulu Cami'nin geleceğe
aktarmak için atılacak en büyük adımlardan biri
olduğunu belirterek, binanın zemin etüdünden
itibaren güçlendirilmesinin yanında temizlik, tarihi
yapısı ile doğramalarının korunmasının da büyük önem
taşıdığını söyledi.
Restorasyonun alt yapısını tamamladıklarını, Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan da onay
aldıklarını dile getiren Aktürk, şöyle konuştu:
''2010 yılında onarıma başlayacağız. Tarihi
kaynaklara göre, binanın ilk yapılışında Ulu Cami'ye
alttan yukarıya merdivenle çıkılıyordu. Daha sonra
zaman içerisinde dolgu yapılarak şimdi üstten
aşağıya merdivenle camiye iniyoruz. Caminin önünde
böyle bir yer altı çarşının kalması camiyi adeta
esir almış. Biz burayı kamulaştırıp cami alanına
katmayı düşüyoruz. Çarşıyı caminin avlusu olarak
düşünüyoruz. Belediye ile yaptığımız görüşmede,
kendi özel mülkiyetindeki gayri menkulleri bize
bedelsiz vereceklerini ifade ettiler. Söz konusu
olan 3-4 dönümlük bir alandır. Tarihi Ulu Cami'nin
hemen karşısında Hasanpaşa Hanı var. Alanın külliye
olduğu düşünülüyor. Zamanında imarda yapılan
değişiklikle belediye orasını yer altı çarsı olarak
kullanmış. Camideki bütün mekanları, kütüphane,
Zinciriye ve Mesudiye medreseleri komple bir külliye
halinde restorasyona alacağız. Restorasyonu 3 yıl
içinde tamamlamayı hedefliyoruz.''
İslam dünyasının 5. Haremüşşerifi olarak tanımlanan
Ulu Cami'nin dünyaca ünlü bir eser olduğunu anlatan
Aktürk, daha önce basit onarımların yapıldığını,
ancak ilk kez kapsamlı bir restorasyon yapılacağını
belirtti. Aktürk, restorasyonda özel malzemelerin
kullanılacağını, yapının özgün yapısını
değiştirmeden yağmur gibi çevresel faktörlerden
korumak için özel malzemelerin kullanılacağını ifade
ederek, şunları söyledi:
''Zemin etüt çalışması sırasında yer altında 7-8
metre aşağıda su sarnıçları tespit ettik. Bakım
çalışması esnasında bunları da dikkate alacağız.
Ortadoğu Teknik, İstanbul Teknik, Marmara ve Dicle
üniversitelerinden bilim heyeti oluşturup
restorasyonları onların eşliğinde tamamlayacağız.''
Ulu Cami
Sur İlçesi'nde MS 639 yılında Roma tapınağına
kurulduğu düşünülen bir kilisenin üzerine inşa
edilen Diyarbakır Ulucami, Roma döneminden kalan
devşirme taş malzemelerin kullanımı ile Selçuklu,
Artuklu, İnaloğulları ve Osmanlı dönemindeki
eklemelerle pek çok dönem ve kültürün özelliklerini
yansıtıyor.
Selçuklu geleneğini yansıtan Anadolu'daki en erken
ve en anıtsal cami olarak nitelendirilen caminin
planı ve mimari açısından Şam'daki Emeviye Camii ile
benzerlik gösteriyor. Avlusu, avlu etrafındaki
müştemilatı, maksureleri, medreseleri ve kıble
yönündeki haremiyle hem Artuklu geleneğini devam
ettiren bir yapı, hem kare kesitli minaresiyle ve
anıtsal yapı oluşu nedeniyle Diyarbakır Ulu Cami'nin
İslam'ın Beşinci Harem-i Şerif'i olarak da
nitelendiriliyor.
Ayrıca camide ünlü bilgin El Cezeri'nin yaptığı
güneş saati bulunuyor.
Ntvmsnbc, 18.12.2009
|
13 - 19 Aralık 2009
|
HAYDARPAŞA PROJESİ'NİN ONAYI TAMAM
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile TCDD arasında 2007'de imzalanan protokolle hazırlıklarına başlanan Haydarpaşa Gar ve Liman Dönüşüm Projesi'nin plan tadilatı için Büyükşehir meclisinden onay çıktı. Bölgenin, Haydarpaşa garı ve çevresinde bulunan tarihi yapıların vizyonuna uygun turizm ve ticaret merkezi olarak hizmet vermesi amaçlanıyor. Proje kapsamında inşaatın yapılacağı alanda, yapılar 6 kattan fazla olmayacak. Dönüşüm çerçevesinde, Haydarpaşa Garı hem tren istasyonu, hem otel olarak kullanılacak. Harem Otogarı, fuar ve festival alanı, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin siloları da kültür ve sanat merkezi olacak.
Sabah, 19.12.2009
|
MICHELANGELO HEYKELİ
SAHTE Mİ?

İtalyan hükümetinin
Michelangelo’ya ait 2.9 milyon sterlin ödediği
“çarmıha gerilmiş İsa” figürünün sahte olduğuna
ilişkin bir soruşturma açıldı.
Ahşaptan
oyularak yapılmış bu sanat eseri, bir yıl önce,
Torino’dan, eserin orjinal olduğunu ve Floransa’dan
bir aileden miras kaldığını iddia
eden bir
satıcıdan alınmıştı.
Esere
önce 13 milyon sterlin isteyen satıcı en sonunda 3
milyon sterlinin altında satmaya ikna oldu. Roma’da sanat
dolandırıcılığı üzerinde uzman savcılar bu hafta bu
satışa ilişkin bir soruşturma başlattılar.
Geçtiğimiz yıl, bu figürün satın alınması büyük bir şölene
dönüşmüş ve Papa 16. Benedict’e sunulmuştu. İtalyan
parlamentosunda sergilenen eser daha sonra ülke
çapında binlerce sanatseverin ziyaret ettiği
sergilerin en önemli parçası olarak sergilendi.
Ayrıca hala Washington’da
National Galeri’ye Başkan
Barack Obama’yı
onurlandırmak adına gönderilmesine ilişkin de
planlar yapılmakta.
Getitrdiği sansassyon bir yana, bazı sanat
eksperleri tarafından İsa figürünün Michelangelo
tarafından yapılmadığına dair görüşler ortaya çıktı.
Francesco Caglioti, Tomaso Montanari ve Margrit
Lisner gibi uzmanlar figürün bir Michelangelo
çalışması olmadığı konusunda hemfikir olduklarını
açıkladılar. Ayrıca Vatikan Müzeleri’nin yöneticisi
Antonio Paolucci, heykelin Michelangelo tarafından
yapıldığının bir garantisi olmadığını dile getirdi.
Konuya ilişkin soruşturma devam ediyor.
Hürriyet, 19.12.2009
|
OKULLAR SATILMAYACAK
İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız,
tarihi nitelikteki okulların arazilerinin satışı ile
ilgili çıkan tartışmalara son noktayı koydu. Yıldız,
bazı basın organlarında okul arazilerinin satışı
hakkında çıkan haberlerle ilgili olarak açıklama
yaptı. Yıldız,
Milli Eğitim Bakanlığı'nın daha önce tarihi niteliği
olan ve öğrencisi bulunmayan okulların satışı ile
ilgili bir çalışma başlattığını anımsatarak,
''Biz bu satış kavramını açıkçası
çok doğru
bulmuyoruz. Çünkü bunların satışı ile
ilgili değil, bu kamu kaynaklarının daha verimli,
daha rasyonel kullanılması ve değerlendirilmesine
ilişkin bir planlama var. Konu bunun sonucunda
gündeme geldi'' dedi.
Muammer Yıldız,
haberde ''22 okulun satışının yapılacağından''
bahsedildiğini aktararak, şöyle devam etti:
''Bu okulların
değişik özellikleri var. Bunlar arasında
tarihi nitelikteki okullar ile iş yeri ve ticaret
merkezi gibi alanlar arasında kalmış ve öğrencisini
bulunduğu çevreden değil, başka yerlerden alan
okullarımız var. Bunun dışında
'kıymetli'
diyebileceğimiz arsalarımız olabiliyor.
Daha önce Sayın Valimiz Muammer Güler önderliğinde
uygulama örnekleri var. Mesela
bir okul
yapılabilecek arsa vererek yerine 13 okul
yaptırdığımız yerler var.''
Yapılan çalışmanın
satış olarak değerlendirilmemesi gerektiğinin altını
çizen Yıldız, şunları kaydetti:
''Tarihi
nitelikteki okullarımızın satışları asla söz konusu
değildir. Bu, salt bir satış gibi, yani
kamuya bir bütçe sağlamak gibi algılanırsa çok
yanlış olur. Bizim için bunların rakamsal değerinin
bir karşılığı yoktur. Biz zaten onunla
ilgilenmiyoruz.
160'a yakın tarihi eser niteliği olan okulumuz var.
Bunların bir kısmı yıkılıyor veya kullanılmıyor. Biz
bunları yeniden onarıp, restorasyonlarını yaptırıp
hayatiyetlerini kazandırıyoruz. Okulsa
okul, öğretmeneviyse öğretmenevi veya özel sektöre
yap-işlet-devret modeliyle bir uygulama olabilir,
ama satışları söz konusu değildir.''
Milli Eğitim Müdürü Yıldız, iş yeri ve ticaret
merkezi gibi alanlar arasında kalan ve öğrencisi
olmayan okullar da bulunduğunu anlatarak, ''Onların
değerlendirilmesini de biz satış olarak görmüyoruz.
Kamu kaynaklarının en iyi şekilde değerlendirilmesi
konusunda bir çalışma yapıyoruz. Eğer olacaksa da bu
okullarımızı yine okullarla takas yoluyla olabilir''
diye konuştu.
Ntvmsnbc, 18.12.2009
|

Antalya’nın turistik
merkezlerinden Demre’nin Belediye Başkanı Süleyman
Topçu, Noel Baba Kilisesi ve Müzesi’nin de bulunduğu
ilçeye her yıl 500 bin turist gelmesine rağmen
hiçbir katkı sağlamadıklarını ileri sürdü. Topçu,
“Ben onların b..unu, pisliğini temizlemeye hevesli
değilim. Bu şekilde gelmesinler” dedi.
“Turizm cenneti bir
Demre” sloganıyla iki dönemdir seçilen Demre
Belediye Başkanı Süleyman Topçu, gelen turistlerin
ilçeye katkıları
olmadığını iddia ederek, “Para bırakmıyorlar. Ben
onların b..k..nu, pisliğini temizlemeye hevesli
değilim. Bu şekilde gelmesinler, istemiyoruz”
dedi. İlçede 6 yıldır belediye başkanlığı yapan
Demokrat Partili (DP) Topçu, turizmden asıl geliri
tur organizasyonu yapan firmaların kazandığını, tur
ile
Demre’ye gelen turistlerin, ilçe esnafına hiç bir
katkısının olmadığını savundu. Topçu, “Noel Baba
Kilisesi ile Myra Antik Kenti’ni yılda yaklaşık
500 bin turist ziyaret ediyor. Buraya geliyorlar,
müzeyi gezip çekip gidiyorlar. 3 liraya yemek
yiyorlar. Esnafımız zararına çalışıyor. İlçeye
hiçbir
katkıları yok. Gelip gidiyorlar, bize pisliklerini
temizlemek kalıyor” diye konuştu.
İlçenin Kale olan adının, turizmin gelişmesi için
yıllar önce Demre olarak değiştirildiğini vurgulayan
Topçu, ancak ilçenin yıllardır turizmden hiçbir
fayda
görmediğini savundu. Turizm firmalarının da ilçeye
katkı sağlamadığını ileri süren Topçu, “Turizm bizi
memnun etmiyor. Belediyeye yarayan hiçbir yanı yok.
Turizmciler ‘hep bana hep bana’ diyor. Büyük
otellerin hiçbirisi bu ilçeye bir çivi çakmadı. Biz
buraya tur satılması taraftarı değiliz. Hatta
firmalar, 2010 turlarından ilçemizi çıkarsınlar”
dedi.
Aynı sözleri turizmcilere de söylediğini anlatan
Topçu şöyle devam etti: “Rehberler Odası Başkanı
Osman Özbuldu’yla görüştüm. ‘Turistleri ilçeye
sokmayacaksanız getirmeyin. Ben onların çöpünü
temizlemeye hevesli değilim’ dedim. Bunlar için para
da harcayamam. Yılda 500 bin turist geliyor. Hepsi
birer euro verse 1 milyon TL yapar. O parayla
caddeleri yaparsın, her türlü hizmeti yaparsın. Eğer
benim ilçeme katkıları olmayacaksa bırakın hizmet
vermeyi, gerekirse kilisenin yolunu dahi kapatırım.”
Habertürk, Haber: Soner
Özcan, 18.12.2009
|
 |
KÜLTÜR LİSTESİNDEKİ VARLIKLAR DEV PANOLARLA TANITILACAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı yeni bir tanıtım atağına geçti. UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'ndeki Türk kültür varlıklarının bilinmediği gerçeğinden hareket eden bakanlık, Türkiye'nin doğal ve kültürel güzelliklerini anlatan dev panolar ve bilgilendirici tabelalar hazırladı.
İstanbul Tarihi Yarımada, Divriği Ulucami, Kapadokya, Hattuşa, Nemrut, Xanthos, Pamukkale, Safranbolu ve Truva için düzenlenen panolar varlıkların bulunduğu illerin güzergahına yerleştirilecek. Tabelalarda, "Bu yol Dünya Miras Listesi'ndeki Divriği Ulucamii'ne gider" gibi ifadeler yer alacak. Panolarda ise UNESCO Dünya Miras Listesi'nde veya aday listesinde bulunan esere nasıl ulaşılacağı, ne kadar mesafe kaldığı bilgisi verilecek.
Miras listesinde Türkiye'nin 9, yedek listede ise 23 varlığı bulunuyor. Bakanlık, oluşturulacak pano ve tabelalar için yaklaşık 700 milyon bütçe ayırdı. Panoların hazırlanması için de 22 Aralık'ta ihaleye çıkıyor. İhaleyi kazanan firma, 47 adet pano ve tabela hazırlayarak ilgili eserlerin önlerine ve yol güzergahlarına yerleştirecek.
Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 18.12.2009
|
DÜNYANIN EN BÜYÜK SANAT
ESERİ
Amerikalı bir sanatçı,
Nevada Çölü'nde çizdiği 1000'den fazla çizgiyle,
dünyanın en büyük kişisel sanat eserini yarattı.
Jim Denevan adlı
sanatçının üç meslektaşıyla 15 gün çalışarak ortaya
çıkardığı 5 kilometre genişliğindeki çalışma, 12 bin
metre yükseklikten rahatlıkla görülebiliyor.
Amerikalı sanatçının bir kamyonun arkasına bağladığı
2 metre genişliğindeki demir çiti sürükleyerek
oluşturduğu çizgilerin doğru olması
için ekip GPS
teknolojisinden faydalandı.
Radikal, 18.12.2009
|
|
ANA TANRIÇA KENTİNDE
GENÇ BİR KADIN MEZARI
Ana Tanrıça Kenti
olarak anılan Metropolis’le ilgili İzmir Torbalı’da
yapılan kazı çalışmalarında MÖ 150 yılına ait bir
mezarda 25 yaşlarında genç bir kadın iskeleti
bulundu. Çalışmalar, Metropolis’in büyük bir
yerleşim olduğunu da gösteriyor.
İzmir’in Torbalı
İlçesi’nde, 20 yıldır süren Metropolis kazılarında,
MÖ 150 yılına ait, içinde 25 yaşlarında genç bir
kadına ait olduğu belirlenen iskelet ile etrafında
MÖ 150’li yıllara ait 30’dan fazla koku şişesi,
takı, iskeletin baş ve ayak ucunda bronz aynalar
bulunan bir mezar ortaya çıkarıldı. Metropolis
Kazıları Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, geçmişi,
tarih öncesi çağlara dayanan, fakat planlı bir kent
olarak günümüzden yaklaşık 2 bin 300 yıl önce
kurulan Metropolis’in, varlığını Anadolu’daki ilk
Türk beyliklerine kadar sürdürdüğünü belirtti.
Metropolis, “Ana Tanrıça Kenti” anlamına geliyor.
Aybek şöyle devam etti:
“Sondajımız çok olumlu
sonuçlandı ve Palesta dediğimiz yapı ortaya çıkmaya
başladı. Palesta denen yer genel olarak Roma
döneminde, Roma hamamının devamında yer alan,
sportif faaliyetlerin gerçekleştirildiği alan olarak
kabul ediliyor. Biz bu genişlikte bir yapıya
ulaşınca, burada yoğunlaştık. Metropolis’in ölçeğini
değiştirecek bir alan kazandırdığımızı düşünüyoruz.
Çünkü Metropolis’in daha küçük ölçekli bir taşra
kenti olarak anıldığını biliyoruz. Metropolis, bu
çalışmalarla, bu yapıyla birlikte umulandan çok daha
büyük bir kent kimliğine kavuşacak.”
Hürriyet, 18.12.2009
|
 |
TARİHİ ESERLER İÇİN 3 TRİLYON 510 MİLYAR LİRA
Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Hasankeyf'te bulunan tarihi yapıların acil onarımı kapsamında proje ve onarım ödeneği tahsis edilerek paralar İl Özel İdaresi hesabına aktarıldı. Alınan bilgiye göre Bakanlık, bir an önce ihalenin açılarak çalışmalara başlatılması talimatını verdi.
Zeynel bey türbesi, Orta Kapı, Yukarı Kapı, Ulu Cami, Süleyman Han camii, Koç Camii, Kızlar camii, El-Rızk Camii, Artuklu hamamı, Yamaç Külliyesi, Küçük Saray, Kazı alanı ve çevresinin acil önlem ve takviye projelerinin uygulanmasını isteyen Bakanlık proje için 1.060.000 Tl. ödenek ayırdı. Aynı yerlerin onarımı için de 2.450.000 TL. para tahsis eden Bakanlık ihalenin yapılmasıyla birlikte çalışmalara başlanmasını istedi.
Buna göre, proje hazırlayacak olan müteahhit firmalar öncelikle bu çalışmayı yapacak, projenin gerçekleşmesinden sonra da yeni bir ihaleye çıkılarak yıkılmak üzere olan tarihi yerler onarılmaya başlanacak...
Batman Haber, 17.12.2009
|
ANADOLU'NUN 'AĞRI DAĞI'
AÇILIMI

Türkiye’ye
dayatılan “etnik” ayrımcılığı şaşkınlıkla izleyen
“Anadolu” eğer
dile gelebilseydi derdi ki: “Nuh’un
Gemisi’nden bile ders almıyorsunuz… Etnik
farklılıklar bir yana, tüm hayvan türlerinin her
ırktan insanla birlikte yaşamı yeniden başlattıkları
Ağrı Dağı’nın
ülkesinde,
efsanevi tarihinize bu denli yabancılaşmayın...”
Nitekim o gemideki yolcuların kuşaktan kuşağa
torunları değiller midir her kültürden
“komşuluk”lar, “hemşerilik”ler, hatta
“akrabalık”larla yaşamı anlamlı kılan; dillerine,
dinlerine, soylarına bakmadan el ele halaylar çeken,
diz dize aşık olan, her koşuldaki yoldaşlar?.. Bu
nedenle Ağrı Dağı, çağlar boyu her inançtan sevgi ve
saygı nağmeleri dizilen ortak yaşanmışlıkların en
yüce tanığı oldu.
“Cumhuriyet Devrimi”nin ozanı
Ahmet Muhip Dıranas
da şöyle kutsamıştı.
“Vardım eteğinde secdeye kapandım / Koşup bir koluna
sımsıkı abandım / Karlı başın yüce dedikleyin yüce /
Sükun içindeki heybetin gönlümce / Devce yapında ilk
rahatlığı duydum...”
Doğubeyazıt
Buluşmaları
Yıllarını Doğu Anadolu uygarlıklarına adayan
Prof.Dr. Oktay
Belli’nin önderlik ettiği
“Uluslararası Ağrı
Dağı ve Nuh’un Gemisi Sempozyumları”ndan ilki
7-11 Eylül 2005’te
Doğubeyazıt’ta yapılmıştı. Bunun kararı ise
2003’te
“Güneşin Doğduğu Yer:
Doğubeyazıt Tarih, Kültür ve Sanat Sempozyumu”nda
alınmıştı.
2005 buluşmasının kitabını yazarken
“Dünyayı Kucaklayan
Dağ” demiştim.
(Cumhuriyet-22 Mayıs 2008) Tüm kültürlerin ve
“umut”ların ortak söylencelerini yaratan bir dağın
ülkesinde, ırkçılığı besleyen sömürgeciler bir yana,
kimi “aydın”ların bile demokrasi adına “ayrışma”yı
körüklemeleri akıl alır gibi değildi...
2008 Ekimi’ndeki 2.
sempozyumun kitabı da Anadolu sevdalılarına
armağan edildi. Aklın ve bilimin sayfalarında
gezinirken bu kez de şunu düşündüm: “Böylesi özlü
değerlendirmeleri halkla paylaşmak yerine, tarihsel
gerçekleri inkar eden söylemlerle Anadolu insanına
geçmişini unutturmaya çalışmak eğer cehalet değilse,
çağlar boyu benzeri görülmemiş bir ihanet olsa
gerek...”
Ağrı İbrahim Çeçen
Üniversitesi ve
Mimarlar Odası Van
Şubesi’nin katkılarıyla sempozyuma ev
sahipliği yapan Ağrı
Valisi Mehmet Çetin, kitabın önsözünde özetle
diyor ki: “Musevi, Hıristiyan, İslam ve diğer
inançlardaki kutsal Ağrı Dağı’nın asırlar boyu ilham
verdiği tüm duygu ve düşünceler, bugün de kültürel
önceliklerimizin kaynağı olmalıdır...”
2005’teki
sempozyumda
“Doğubeyazıt’ta Hz. Nuh’un Müzesi açılmalı ve yerel
el sanatları, dokumalar, Ağrı Dağı resimli sikkeler,
gravürler, minyatürler, tablolar, kitaplar
sergilenmelidir” dediğini de anımsatan Belli,
2008’in
kitabını sunarken şöyle yakınıyor:
“Biz bunları söylediğimizde, Hong-Kong’da Nuh’un
Gemisi Müzesi henüz inşa edilmemişti. 2008’de açıldı
ve milyonlarca insan ziyaret ediyor. En büyük
dileğimiz, aynı zamanda oteli, hayvanat bahçesi ve
kültür salonları da bulunacak müzenin Doğubeyazıt’ta
da kurulması...”
Evet... Dünyanın öbür ucunda bile “müze”si açılan
evrensel değerimizin kıymetini bilmek ve ondan
esinlenmek, geleceğimizi en sağlam temeller üzerinde
güvenceye almanın da önkoşulu değil midir?
Hem ‘gelin’, hem
‘Ana’…
İranlılar Ağrı
Dağı’na “Kuh-i
Nuh” (Nuh’un Dağı) derler;
Ermeniler “Yüksek
Dağ” anlamındaki “Masis” adını vermişler…
Arapçada
“Cebelü’l-Haris”tir;
Türkler de bin yıl
önce Yakut Dili’nde “Kocaman” ya da “Tanrı” anlamına
gelen “Ağr Dağ” olarak adlandırmışlar. Bu
yüce dağ sadece Anadolu’da değil, Avrupa, Gürcistan,
Rusya, Ermenistan, Nahçıvan, Azerbaycan, İran ve
Uzakdoğu’da da milyarlarca insanı kendine bağlamış…
Günümüzde bile yöre halkının
“Yüzünü Ağrı’ya dön”
diyerek yemin etmesi dünyada başka hangi dağa
nasip olmuştur?
Zirvesi hep karlı ve bulutlu olduğundan halk
edebiyatında “gelin”e benzetilir. Bir Doğu Anadolu
türküsünde;
“Bütün dağların pirisin / Süslü bir gelin gibisin /
Sinen cennet durağıdır / Kurdun kuşun yuvasıdır...”
denirken; ozan Atilla Atsay’ın şiiri de şöyledir:
“Dağların sultanı Ağrı Dağı / Erimez karın durursun
bembeyaz / Görünürsün yeni gelin gibi hep naz..”
İşte bu duygularla, yeryüzünde belki de sadece Ağrı
Dağı için şenlikler düzenleniyor. Kuzey eteklerinde,
MÖ 7. yy’dan
“Urartu”ların armağanı olan kale, kent ve göletlerin
yer aldığı Korhan Yaylası’nda, Anadolu,
Kafkasya, Orta Asya ve Balkan ülkelerinden gelen
binlerce insanı bir anne şefkatiyle bağrına
basıyor...
Aynı heyecanın ürünü sempozyumun 2. kitabı da aynı
coğrafyada tırmandırılan ayrımcılığa karşı
“geçmiş”ten doyasıya beslenmenin hem öğretici, hem
de yol gösterici bir “aydınlanma belgeseli”...
Anadolu’nun “Ağrı
Dağı açılımı”…
Emek verenler, katkı koyanlar sağ olsunlar…
Cumhuriyet, Yazı: Oktay
Ekinci, 17.12.2009
|
HALİÇ'E BOYNUZLU KÖPRÜ:
TOPBAŞ, MİMAR SİNAN'A KARŞI

İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, tasarımını belediye başkanı
Kadir Topbaş'ın
yaptığı Haliç Metro
Köprüsü'nün inşaatını başlatırken
Şehir Plancıları
Odası İstanbul Şubesi Başkanı Erhan Demirdizen
bunun yasadışı olduğunu söyledi.
Köprü, Şişhane'den
gelen ve Sülaymaniye'ye devam edecek metronun
Haliç'i geçişi için yapılıyor.
Demirdizen,
inşaat için Koruma
Kurulu onayı gerektiğini, fakat koruma amaçlı
imar planı ya da bu planın yokluğunda geçerli
olabilecek geçici yapılanma ilke kararlarının
mahkemece iptal edildiğini, dolayısıyla kurulun
inceleyip karar verebileceği yasal zeminin şu an
bulunmadığını belirtti.
Koruma Kurulu'nun
2005 yılında, köprüyle ilgili değil ama güzergahı
ile ilgili bir koruma kurulu kararı olduğuna
değinen Demirdizen. köprü ayaklarının nereye
saplanacağı ve nasıl bir formda olacağına dair ne
Beyoğlu'na bakan Koruma Kurulu'nun ne de Tarihi
Yarımada'ya bakan Koruma Kurulu'nun her hangi bir
kararının olmadığını belirtti.
Demirdizen'e göre konu iptal için Koruma Kurulu'na
geldiğinde belediye uygulamaya geçtiklerini
söyleyerek durumu oldu bittiye getirmeye çalışacak.
Köprünün Tarihi
Yarımada'daki ayağı sur içinde Süleymaniye'de yer
alırken Beyoğlu'ndaki kısmı ise Şişhane'deki
yerleşim ile
Galata Surlarını tehdit ediyor.
Haliç Metro Köprüsü, İstanbul Metrosu'nun ikinci
bölümünü oluşturan
Taksim-Yenikapı hattı ile
Maslak ve Yenikapı'yı
birbirine bağlayacak. Köprünün
konsept tasarımını
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş,
uygulama tasarımını
ise mimar
Hakan Kıran yaptı.
2005'te ihaleye çıkarılan köprü tasarımına ilişkin
kamuoyunda tartışmalar yaşanmıştı. Tartışmalar Haliç
Metro Köprüsü üzerine yapılacak olan direklerin
Süleymaniye siluetine zarar verip vermeyeceği
yönünde olmuştu.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
(UNESCO)
İstanbul 2009 raporunda
bu köprünün Dünya
Mirası listesinde yer alan Süleymaniye'nin silüetine
zarar vereceğini söyledi.
Örgüt, kulesiz düz bir köprü projesinin
düşünülmesini önerdi; aksi halde bölgenin
Tehlike Altındaki
Dünya Mirası listesine alınmasının olası
olduğunu ekledi.
Portekiz'den imla ettirilen platform ve çelik boru
kazıklar, Normed
isimli gemiyle Haliç'e geldi. Çalışmayı
İtalyan inşaat
firması Astaldi ve
Türk ortağı Gülermak
yürütecek.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2005 yılında yaptığı
köprü ihalesini son dakika iptal etmişti. Köprünün
güzergahının olduğu Tarihi Yarımada koruma amaçlı
imar planlarının onaylanmasından sonra
4 Nisan 2005
tarihinde proje ihaleye çıkmıştı. İhale
şartnamesinde koruma kurulundan ayrıca köprü ile
ilgili kararın firma tarafından alınmasına dair
madde olmadığı için belediye ihaleyi son dakika
iptal etmişti.
Bianet, Haber: İkbal
Polat, 17.12.2009
|
"BİZANTİUM'DAN İSTANBUL'A"

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı
Müzesi (SSM) Müdürü Nazan Ölçer, İstanbul 2010
Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında
düzenledikleri, ''Bizantium'dan İstanbul''a başlıklı
sergiye ev sahipliği yapacaklarını söyledi.
Ölçer, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, müzenin birçok önemli sergiyi insanlarla
buluşturduğunu belirterek, İtalya Cumhurbaşkanı
Giorgio Napolitano'nun Türkiye'ye yaptığı resmi
ziyaret kapsamında, Sabancı Holding'in katkılarıyla
hazırlanan ''Osmanlı Dönemi'nde Venedik ve İstanbul;
Nam-ı Diğer Aşk'' adlı serginin de büyük bir ilgiyle
karşılaştığını anlattı.
Serginin 15. yüzyıldan 20. yüzyıla
uzanan dönemde, İstanbul ve Venedik arasındaki
etkileşimi ve tarihsel birlikteliğini, tablolar,
halılar, el yazmaları, kaftanlar, paralar ve
seramikler aracılığıyla anlattığını ifade eden
Ölçer, şöyle konuştu:
''Osmanlıların, Venedik şehir
devletiyle ticari ve siyasi ilişkileri, 15. yüzyıla
uzanıyor. Bu ilişkilerin sanat ve kültüre
yansımaları ise her iki taraf için büyük önem
taşıyor. Ticaretin gerisinde sanat, benzeşmeye
çalışmalar, taklitler, iki dünyanın birbirini takip
etmesi, yapılanların beğenilip kullanılması ya da
benzerini uygulamaya koyması yer alıyor. Örneğin,
sergide İznik seramiklerinden ayırt edemeyeceğiniz
seramikler sergileniyor ama Venedik'te yapılmış.
Sergilenen kumaşlardan hangisi Osmanlı, hangisi
Venedik tanımakta güçlük çekiyorsunuz. Bu sergiyle,
İstanbul ve Venedik'in en önemli müzelerinden
seçilmiş eserlerle iki kent arasındaki yüzyıllardır
süregelen ilişkinin, bir yönüyle aşkı anımsattığını
anlatmak istedik. Tüm sanatseverleri bu aşka
tanıklık etmeye davet ediyoruz. 18 Kasımda açılan
sergiyi, açıldığı günden bu yana yaklaşık 10 bin
kişi ziyaret etti.''
''Osmanlı Döneminde Venedik ve
İstanbul; Nam-ı Diğer Aşk'' sergisinin 28 Şubatta
sona ereceğini anlatan Ölçer, sözlerini şöyle
sürdürdü:
''Bu serginin ardından İstanbul
2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında
düzenlediğimiz, 'Bizantium'dan İstanbul'a' başlıklı
sergiye ev sahipliği yapacağız. Bu sergi için
hazırlıklarımıza devam ediyoruz. Sergi, İstanbul'un,
Roma ve Bizans İmparatorlukları dönemlerinde giderek
bir başkente dönüşmesini ve gelişme, duraklama ve
çöküş evrelerinden sonra 1453 yılında Osmanlılar
tarafından fethedilmesiyle yeni bir doğuşa sahne
olmasını anlatacak. Sergide, bir İmparatorluk
başkenti olan İstanbul'un, bir anlamda Avrupa
tarihiyle özdeşleşmiş geçmişinin parlak ve
çalkantılı evreleri yansıtılırken, devraldığı din ve
inanç mirasının oluşturduğu zengin gelenek
tanıtılacak. Sergiye her zaman olduğu gibi, galeri
sohbetleri, konferanslar ve eğitim programları eşlik
edecek.''
Habertürk, 17.12.2009
|
ÜNLÜ ŞAİRİN EVİ MÜZE OLUYOR

Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın vasiyeti üzerine
hayatının son zamanlarını geçirdiği dairesi, yasal
işlemlerin tamamlanmasından sonra Kadıköy
Belediyesi'nce müze yapılacak.
Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, A.A
muhabirine yaptığı açıklamada, Dağlarca'nın
sağlığında kişisel eşyalarının da yer aldığı evinin
müze haline getirilmesi için Kadıköy Belediyesine
bıraktığını hatırlattı.
Öztürk, Dağlarca'nın evine ilişkin Kadıköy 2. Sulh
Hukuk Mahkemesi'nde vasiyetin açılması davasının
devam ettiği için müze projesine henüz
başlanamadığını ifade ederek, ''Dağlarca, Kadıköy
Mühürdar'da hayatının son zamanlarını geçirdiği
apartman dairesini 'Dağlarca'dan Gökyüzü' adıyla
canlı bir müze olması için Kadıköy Belediyesi'ne
bağışlamıştı'' dedi.
Dağlarca'nın evinin mahkeme tarafından mühürlendiği
için henüz hiçbir işlemin yapılamadığına işaret eden
Öztürk, ''Bize evini bıraktı, ama başka yerlerde
başka mal varlıkları daha varmış. Onlar da
araştırılıyor ve tespiti yapılıyor. Mehmetçik Vakfı
da mirasçısı. Bizimle ilgili bölüm bütün bu yasal
süreç tamamlandıktan sonra çözülecek'' diye konuştu.
Selami Öztürk, bu arada mahkemenin evde, kitapları,
özel eşyaları, antika bir radyo ve pikap ile
fotoğrafların tespitini yaptığını dile getirerek,
şunları kaydetti:
''Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın vasiyetini yerine
getireceğiz. Dairesi kişisel eşyaları, kitapları ve
resimleriyle onun adını taşıyan bir anı evi, müze
olacak. Adını zaten sağlığında kendisi koymuştu;
'Dağlarca'dan Gökyüzü'. Buraya gençlerin gelmesini,
kitap okumalarını, çay, kahve içip sohbet etmelerini
isterdi. Biz de onun bu isteği doğrultusunda evini
elden geçirip düzenleyeceğiz.
Türk şiirinin ulu çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca
ülkemiz için çok büyük bir isim. Onun Kadıköy'de
yaşaması, son zamanlarını Kadıköy'de geçirmesi bizim
için büyük bir onur ve güzel bir anı olarak kalacak.
Onun adını yaşatacağız. Tabii ki en büyük arzumuz,
son zamanlarında bizden son isteği olan evinin
kapılarının müze olarak açılması, gençlerin gelmesi,
kitaplarının orada olması, eşyalarının
sergilenmesiydi. Bu arzusunu yasal süreç
tamamlandıktan sonra yerine getireceğiz. Dünyaya mal
olmuş bir isim olan Dağlarca, küçük eve sığmaz ama,
biz onun son arzusunu yerine getirip, onun anısına,
hatırasına sahip çıkacağız. Onu tanıdığımız için,
bizim hemşehrimiz olduğu için kendimizi tüm
Kadıköylüler olarak şanslı sayıyoruz.''
Habertürk, 17.12.2009
|
TABYALAR TURİZME AÇILIYOR

“Milli Park” olarak ilan edilen Aziziye ve Mecidiye
tabyalarıyla ilgili olarak ‘Gelişim Planı’ hazırlama
süreci başladı. 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu’nun
uygulanması yönündeki teknik takip sorumluluğu, İl
Çevre ve Orman Müdürlüğü’ne yüklendi. İl Müdürü
Muammer Toraman, “Kanun çerçevesinde ‘Nenehatun
Tarihi Milli Parkı’ olarak ilan edilen Aziziye ve
Mecidiye tabyalarımızla ilgili ‘Gelişim Planı’
hazırlıklarına başladık.” dedi.
Erzurum Çevre ve Orman Müdürlüğü, Aziziye ve
Mecidiye tabyalarıyla ilgili olarak Geliş Planı
hazırlıklarına başladı. Il Çevre ve Orman Müdürü
Toraman, Erzurum’daki Aziziye ve Mecidiye
tabyalarının, ülke tarihinde önemli bir yere sahip
olduğunu belirterek, 383 hektarlık bir alanı
kapsayan bu tarihi değerin, koruma statüsüne
kavuşturulması amacıyla ‘Milli Park’ olarak ilan
edildiğini hatırlattı. Toraman, “Milli Parklar,
bilimsel ve estetik bakımdan milli ve milletlerarası
ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile
koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip, tabiat
parçalarını kapsayan çok önemli koruma statüsüne
sahiptirler. Bu statü, alanın korunması, yönetimi,
alanla ilgili harcamaların karşılanması ve tanıtım
sürecinde çok önemli avantajlar sağlayacaktır.” diye
konuştu.
İl
Müdürü Muammer Toraman, Aziziye ve Mecidiye
tabyalarının Milli Park ilan edilmesiyle birlikte,
bu alanın koruma, denetim, yönetim ve planlama
çalışmaları ile 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu’nun
uygulanması takibinin, Il Çevre ve Orman Müdürlüğü
tarafından yapılacağını bildirdi. Bu kapsamda
oluşturulan ekiplerin, sahanın korunmasına yönelik
olarak devamlı denetimler yaptıklarını anlatan
Toraman, yine alanın yönetimini sağlamak üzere
‘Gelişim Planı’ hazırlanması sürecinin de,
başlatıldığını kaydetti. Toraman, “Bu planda, alanın
tanıtımını sağlayacak, giriş kontrol ve tanıtım
merkezi, simülasyon alanları, seyir terasları ve
yolların planlanması gibi üniteler yer alacak.
Ayrıca ziyaretçilerin gezdirilmesi amacıyla; saha
hakkında tarihsel bilgiye sahip, yabancı dil bilen
ve bakanlığımızca yetkilendirilmiş ‘Alan Kılavuzları
aracılığı ile de, ziyaretçilerin gezdirilmesi
sağlanacak.” şeklinde konuştu.
Öte
yandan Toraman, Milli Park ilan edilen Aziziye ve
Mecidiye tabyalarının bulunduğu alanın korunması,
bakımı ve sınırlarının ihata işleri ile tanıtım
levhalarının yapılması ve diğer giderlerin
karşılanması amacıyla 2010 yılı bütçesinden 240 bin
TL talepte bulunduklarını bildirdi. Toraman,
“Tabyalarımız, Erzurum için olduğu kadar, bölge ve
ülke için de büyük bir öneme sahip. Tarihte en
önemli savunma hatlarından olan bu tarihi
eserlerimizin, tam anlamıyla değerlendirilmesi ve
gelecek nesillere aktarılması amacıyla çalışmalarını
yürüttüğümüz plan ve projeler, meyvelerini çok kısa
bir süre sonra vermeye başlayacak.” dedi.
Erzurum Gazetesi, 17.12.2009
|
KAPICI, ÇALDIĞI ABİDİN DİNO TABLOLARINI 20 TL'YE
KAĞITÇIYA SATMIŞ

Sanat dünyası uzun bir süre, Burhan Doğançay'ın
2,7 milyon TL'ye alıcı bulan Mavi Senfoni isimli
tablosunu konuştu.
Ülkemizde sanata verilen değerin arttığını
gösteren bu sevindirici gelişme konuşulurken, Türk
resim sanatının kilometre taşlarından biri olan
Abidin Dino'nun üç tablosu geçtiğimiz günlerde 20
TL'ye alıcı bulmuş. Bu şaşırtıcı olay ilginç bir
hırsızlık öyküsüyle ortaya çıktı. İstanbul
Beşiktaş'ta, tatildeki bir ailenin evine girerek 6
tabloyu çalan kapıcı, eserlerin sahibinin ve polisin
ısrarlı takibi sonucu yakalandı. Zanlının,
aralarında ressam Abidin Dino'ya ait 3 tablonun da
bulunduğu yaklaşık 40 bin dolar değerindeki
tabloları, çöplerden kağıt toplayan bir şahsa 20
lira karşılığında sattığı belirlendi. Zanlıların,
aynı sitede oturan Cengizhan Keskin'e ait 20 bin
liralık lüks eşyayı da çaldıkları öğrenildi.
Etiler Profesörler Sitesi'nde ikamet eden Feryal
Gülpınar isimli koleksiyoner, Asayiş Şube Müdürlüğü
Hırsızlık Büro Amirliği'ne başvurarak evindeki
tablolardan bazılarının çalındığını bildirdi.
Gülpınar, komşusu Cengizhan Keskin'in, evinden de 20
bin TL tutarında gümüş eşyaların çalındığını
söyledi. Gülpınar, ayrıca, hırsızlık olayından sonra
müzayede salonlarını kontrol ettiğini ve
Teşvikiye'de bulunan Artpoint isimli galeriye ait
katalogda kendisine ait tabloları gördüğünü
belirtti. Tablolar arasında ünlü ressam Abidin
Dino'ya ait kağıt üzerine çini mürekkebiyle yaptığı
"Balıklar ve Kadın", suluboya guaş ve çini
mürekkebiyle yaptığı "İstanbul" ve kağıt üzerine
keçeli kalem ile yaptığı "Deniz Küstü Yüzler" isimli
çalışmaları ile Erol Akyavaş ve Engin İnan'a ait 3
adet tablonun yer aldığı bilgisini verdi.
Gülpınar'ın verdiği bilgiler üzerine harekete
geçen polis, galeri sahibi Onur S.'nin bilgisine
başvurdu. Polis, Onur S.'nin, tabloları 4 bin dolar
karşılığında Davut Ö. isimli kişiden aldığını
söylemesi üzerine çöplerden kağıt toplayarak
geçimini sağlayan Davut Ö.'ye ulaştı. Davut Ö. de
tabloları çöpten aldığını söyledi. Bunun üzerine
polis, diğer mağdur Cengizhan Keskin'in şüphelendiği
sitenin kapıcısı Mevlüt D.'nin ifadesine başvurdu.
Mevlüt D.'nin, sorgusu sırasında her iki evden
gerçekleşen hırsızlık olayını da eşi Azime D. ile
yaptığını itiraf ettiği öğrenildi. Kapıcı Mevlüt D.'nin,
ifadesi sırasında tabloları Davut Ö.'ye 20 TL
karşılığında sattığı belirlendi. Savcılık
talimatıyla sanat galerisi sahibi Onur S. ile Davut
Ö., ifadelerinin alınmasından sonra serbest
bırakıldı. Kapıcı Mevlüt D. ile eşi Azime D. ise
ifadelerinin alınması ve işlemlerinin
tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edildi.
Zaman, Haber: Nuri İmre, 17.12.2009
|
EN ESKİ
CÜZAM VAKASI,
İSRAİL'DEN
Araştırmacılar, dünyanın en eski cüzam vakasını İsrail'de tespit etti. Kudüs'te 1. yüzyıldan kalma bir kefene sarılı erkeğe ait cesetten alınan DNA örneklerinde salgın hastalığın izine rastlandığı belirtildi.
Hz. İsa dönemine ait olduğu sanılan kefen parçasının da en eski kefene ait olduğu kaydedildi.
Yeni Şafak, 17.12.2009
|
PARİS MÜZELERİNİN 'AĞIR' KONUĞU
Fatih Sultan Mehmed Han’ın İtalyan ressam Gentile
Bellini tarafından 1480 yılında yapılan portresi,
İngiltere’nin başkenti Londra’daki Victoria ve
Albert Müzesinde sergileniyor. Eser, müzede,
1400-1600 yılları arasına ait, Orta Çağ ve Rönesans
dönemi sanat eserleriyle birlikte müzenin birinci
katındaki Wolfson Galeri'de yer alıyor. Yaklaşık 1
aydır, 4 madalyon ve Nicolas de Nicolay’ın 1567-68
yıllarında Osmanlı devletine yaptığı seyahatin
ardından yazdığı kitapla birlikte sergilenen Fatih
Sultan Mehmed portresi, Victoria ve Albert Müzesinde
oldukça ilgi görüyor. Bu önemli eserin yanı sıra
müzede, Osmanlı dönemine ait İznik çinileri ve
halılar da sergileniyor.
Türkiye Gazetesi, 17.12.2009
|
TARİHİ CAMİDE TARİHE YOLCULUK
Manisa'da her yıl
mesir saçım törenlerinin yapıldığı tarihi Sultan
Camisi'nde geçmiş, Türkiye Belediyeler Birliği ve
İsveç Belediyeler Birliği ortaklığıyla oluşturulan
Türkiye-İsveç Belediye Ortak Ağı (TUSUNET)
kapsamında yürütülen ''Zamana Yolculuk (Time Travel)''
projesiyle canlandırılacak.
TUSUNET kapsamında yaklaşık 2 yıl önce bir araya
gelen Türkiye'den Manisa ve İzmir'in Karşıyaka
belediyeleri ile İsveç'in Kalmar Belediyesi'nin
yürüttüğü ''Zamana Yolculuk'' projesinde,
Manisa'daki 2. etap uygulaması gerçekleştirilecek.
İsveç'te bir eğitim modeli olarak uygulanan ve bir
kişi, olay veya mekanın o dönemin tüm yönleriyle ele
alınarak yeniden canlandırıldığı ''Zamana Yolculuk''
projesinde yolculuk bu kez 14. yüzyılda Kanuni
Sultan Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan adına
yaptırılan ve 469 yıldır mesir saçımına ev sahipliği
yapan Sultan Camisi'nde olacak.
Kalmar ve Manisa belediyelerinden ''Tarihe
Yolculuk'' projesini hayata geçirecek ekipler,
Manisa Belediyesi Gençlik Merkezi'nde düzenlenen
toplantıyla bir araya geldi.
Manisa Belediyesi Kültür Müdürü Yonca Ekmekçi,
toplantının ardından yaptığı açıklamada, proje
kapsamında Kalmar heyetiyle birlikte geçen yıl
''Manisa Tarzanı'' olarak bilinen Ahmet Bedevi'nin
yaşam öyküsünün 1955 yılı esas alınarak
canlandırıldığını hatırlatarak, şunları kaydetti:
''Şimdi de dünyaca ünlü mesir macununun saçıldığı
cami olan Sultan Camisi, proje uygulama merkezi
olarak belirlendi. Çalışma kapsamında Kalmar heyeti
ile Manisa Belediyesi AB Proje Merkezi
çalışanlarımız Sultan Camisi'nin tüm geçmişini
araştıracak ve yeterli doneler toplanarak, o günün
şartları göz önüne alınarak geçmişe yolculuk
yapılacak.''
Projenin gelecek yıl 21-28 Martta gerçekleştirilecek
470. Manisa Mesir Festivali kapsamında yapılacak
saçım töreninde uygulanmasının planlandığını
belirten Ekmekçi, projeyle gelecek kuşaklara tarihin
canlandırılarak anlatılmasının amaçlandığını
sözlerine ekledi.
Ntvmsnbc, 17.12.2009
|
VALİ KIZILCIK: ALACAHAN TURİZME KAZANDIRILMALI

Trabzon Ticaret ve
Sanayi Odası (TTSO) Yönetim Kurulu Başkanı M. Suat
Hacısalihoğlu, Trabzon Kadın Girişimciler Kurulu
Başkanlığı'na seçilen Emine Gürkök ve yönetim kurulu
üyeleri ile birlikte Vali Dr. Recep Kızılcık'ı
makamında ziyaret etti. Heyet, yapılan toplantıda
Trabzon Kadın Girişimciler Kurulu'nın yeni
yönetiminin çalışma döneminde tarihi Alacahan'ın
yenilenerek, burada Trabzon İş Geliştirme
Merkezi'nin gerçekleştirilmesini düşündüklerini
aktardılar.Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, geçmiş
kültürün ileri bir kültür olduğunu insanlara
yaşatmanın günümüzün en önemli projelerinden biri
olarak görüldüğünü söyledi. Tarihi eserlerin topluma
kazandırılması ve yeniden hayata döndürülmesinin
turizm sektörünü olumlu yönde etkileyeceğini
belirten Kızılcık, bu kapsamda Alacahan'ın 17.
yüzyıldan kalma bir eser olduğunu, bu mekanın da
kente ve turizme kazandırılması gerektiğini ifade
etti.
Alacahan'ın
bitişiğinde bulunan tarihi Türk hamamının da projeye
katılması gerektiğini öneren Vali Dr. Recep
Kızılcık, "Öncelikle bu tür yenileme çalışmalarına
başlamadan önce kent halkı tarafından ne amaçla
kullanılacağına karar verilmelidir. Alacahan'ın bir
İŞGEM haline dönüştürülmesi kentin yararına olduğunu
düşünüyorum. Ancak sıradan bir çarşı haline
dönüştürülmemesine dikkat edilmelidir.Tarihi dokusu
ve o mistik havasının verilmesine özen
gösterilmelidir. Belirli dallarda sınırlandırılması
ve kendi içinde bir uyum ve bütünlük sağlayan
hijyenik bir mekan haline dönüştürülmesi
gerekmektedir. Bugün Bedesten örneğinde yaşadığımız
bir Çin mallarının satıldığı mekan haline dönüşmesi
çok doğru olmaz. Mekanın oluşturulmasında eski doku
ortaya çıkmalı ve spesifik bir yelpazede çalışma
yapılmalıdır.” diye konuştu.
TTSO Yönetim Kurulu
Başkanı M. Suat Hacısalihoğlu, Alacahan projesinin
kentteki istihdama belirli bir oranda çözüm
sağlayacağını söyledi. Türkiye'de 6, dünyada ise 6
bin İŞGEM'in bulunduğunu ifade eden Kadın
Girişimciler Kurulu Başkanı Emine Gürkök, 7. İŞGEM'i
Trabzon'a kazandırmayı öngördüklerini kaydetti.
Kadınlara ve gençlere bir iş kazandırma niteliği
taşıyan bir kuluçka olarak İGŞGEM'lerin
tanımlanabileceğini belirten Başkan Gürkök, bu
merkezin kurulması düşünülen Alacah'ın da
restorasyonunun sağlanması ile de tarihi bir kültür
değerinin de kurtarılmış olacağını iletti. Gürkök,
projenin 2011 yılına yetiştirilmesi ile turizm
sektörüne de hizmet verebileceğini vurguladı.
Yeni Şafak, 16.12.2009
|
TARİHİ KÖPRÜLER ELDEN GEÇİRİLİYOR

Bozok
Üniversitesi kampüs alanında bulunan tarihi köprü
ile Yozgat genelindeki 26 köprüden
5'inin restore edilmesiyle ilgili çalışma
başlatıldı. Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihi
Köprüler Şube Müdürü Halide Sert,
üniversite rektörlüğünün davetlisi olarak geldiği
Yozgat'ta projesi Bozok Üniversitesince hazırlanan
tarihi köprüde incelemelerde bulundu.
İncelemelerin ardından açıklama yapan Bozok
Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. İnci Varinli,
kampüs alanında yer alan köprünün 1876-1906
yıllarında yapıldığının tahmin edildiğini,
kitabesinin kayıp olması nedeniyle tarihi konusunda
kesin bilgiye sahip olmadıklarını söyledi.
Varinli, tarihi köprünün restore edilerek kampüs
alanına farklı bir görüntü kazandırılmasına yönelik
hazırladıkları projenin uygulanması için Karayolları
Genel Müdürlüğü ve Anıtlar Yüksek Kurulundan izin
alınması gerektiğini bildirdi. Karayolları Genel
Müdürlüğü Tarihi Köprüler Şube Müdürü Halide Sert'in
ekibiyle birlikte Yozgat'a geldiğini de belirten
Varinli, ''Kampüs alanı içerisindeki bu köprüyü biz
restore ettireceğiz. Bunun dışında diğer tarihi
özelliğe sahip köprülerin bazıları da Karayolları
Genel Müdürlüğü tarafından restore edilecek'' dedi.
Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihi Köprüler Şube
Müdürü Halide Sert ise Yozgat'ta
tarihi özelliğe sahip kayıtlı 26 tarihi köprü
bulunduğunu belirterek, üniversite kampüsündeki
köprüyle birlikte 6 tarihi köprünün restore
ettirilmesine yönelik çalışma yapıldığını söyledi.
Yozgat'ta 26 köprü dışında kayıtlara girmeyen tarihi
özelliğe sahip köprüler de bulunabileceğini kaydeden
Sert, varlığı bilinen ama kayıt altına alınmayan
köprülerle ilgili olarak kendilerine gerekli
bilginin verilmesini isteyerek, bu köprülerin koruma
altına alınmasını sağladıklarını ifade etti.
Sert, ''Geçen yıl sonu itibariyle Türkiye genelinde
tarihi özelliğe sahip bin 376 köprü vardı, bugün
itibariyle bu sayı kayıtlarımızda bin 418 olarak
görülüyor. Vakıflar, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
belediyeler, vatandaşlar bize tarihi köprülerle
ilgili bilgi aktarıyor, bunları kayıt altına
alıyoruz'' diye konuştu.
Ntvmsnbc, 16.12.2009
|
ADANA'DA '15 YIL' SONRA

Adana’nın hem
“kentsel kalbi”, hem de “höyük” olarak en eski
yerleşimlerini barındıran “Tepebağ”, yılların terk
edilmişliğinden kurtuluyor mu? Müjdeyi veren
gazeteci Seyit Ali Akgül diyor ki: “Evet... 15 yıl
önceki yazınız nihayet adresini buldu. Artık
konaklar onarılıyor, tarihi binalar kurtarılıyor...”
Sözünü ettiği yazımda özetle şunları söylemişim;
“Yeni Adana uğruna tarihi Adana’nın yok oluşuna
seyirci kalanlar ‘Adanalı’ olamazlar… Vali, belediye
başkanı, odalar, şirketler, vakıflar, kulüpler, tüm
sivil kuruluşlar, ünlü mağazalar, lokantalar ve
kentin ‘hemşerisi olmakla övünen herkes’in en kısa
zamanda Tepebağ’a sahip çıkması, oraya yerleşmesi
gerekiyor.”
Neden?
Çünkü Tepebağ, “asıl Adana” demektir; orayı
bakımsızlığa ve sefalete terk ederek Yeni Adana’yla
övünmek ve kenti oraya taşımak ise -Aytaç Durak
kusura bakmasın- her açıdan “Adana’ya
saygısızlık”tır...
Nitekim yine 15 yıl önceki yazımda; yeni tiyatrolar,
sinemalar, sanat galerileri, kütüphaneler,
kitapçılar, hatta konukevleri ve resmi lojmanlar
için de öncelikle Tepebağ’ın yeğlenmesini önerirken
şunları da eklemişim: “Bu arada en iyi kebaplar da
kimliksiz apartmanların altındaki arabesk dekorlu
restoranlarda değil; yüzlerce yılın birikimleriyle
eski kentteki insancıl lokanta ve sokaklarda
yenmeli...” (Cumhuriyet-03 Kasım 1994)
İşte bu “dilek”lerin “nihayet” gerçekleşmeye
başladığını bildiren Akgül, aynı uyarılarımı
anımsattığı; “Adresine 15 Yıl Sonra Ulaşa(bile)n
Çağrı” başlıklı yazısında diyor ki: “Kentin
geçmişini barındıran Tepebağ, terk edilmişliğin
hüznünü yaşadı yıllar boyu… Yeni Adana, gerçek
Adana’yı yok saydı aymazca.” (Çukurova Bayram-29
Kasım 2009)
1974’teki “SİT” kararlarıyla korumaya alınan
Tepebağ’daki binalar 98 depreminde çok hasar gördü.
Bugün Seyhan Kaymakamlığı olan eski Valilik
binasından başlayan, Büyüksaat, Ulu Cami, Irmak ve
Çarşı hamamları, Ramazanoğlu Çarşısı ve Yağ Camii’ne
kadar uzanan çok sayıda eski Adana evini ve tarihi
sokakları içeren SİT alanındaki 241 tescilli yapının
208’i, konut...
‘Umut’ projeleri
Böylesi “buram buram Adana” olan bölge, adeta
“kaderiyle baş başa” ayakta kalmaya direnirken, ilk
güzel girişim, virane durumdaki Akman Konağı’nın
Kültür Bakanlığı’nca restore edilerek Koruma Kurulu
Binası yapılması oldu... Derken, depremde ağır hasar
gören tarihi Kız Lisesi de Adana Valiliği İl Özel
İdare Müdürlüğü’nce onarılarak Kültür Merkezi işle-viyle
yaşama kavuşturuldu...
Son bir projeyi de Akgül’ün yazısından okuyalım:
“Sanayinin sembol isimlerinden Bosnalı Salih
Efendi’nin metruk konağı, Adana sevdalısı işadamı
Halil Avcı tarafından alınarak ‘özel belgeli’ bir
turizm tesisi (butik otel) olarak kasım ayında
hizmete açıldı... Sayın Avcı’yı kutlarken; sıranın,
Adana Ticaret Odası’nın satın almasından sonra
(nedense) Vakıflar Müdürlüğü’ne devredilen Seyhan
Kaymakamlığı yanındaki bina ile Büyükşehir
Belediyesi tarafından satın alınan ve Atatürk’ün
kaldığı eve komşu binanın restore edilerek kentin
tarih ve kültür zenginliğine kazandırılmasında
olduğunu belirtmek istiyorum... Mimarlar Odası Adana
Şubesi’nin hizmet binası olarak restore etmeyi
düşündüğü konağın da yeniden gündeme gelmesi bir
başka dileğim...”
Bu dileklere bizler de katılıyor ve kutluyoruz... Bu
arada, Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, “Hac
dönüşü ilk işinin, Ziyapaşa Bulvarı’ndaki ‘Aksoy
Köşkü’nün kamulaştırılarak ‘Başkanlık Evi’ yapılması
için girişim başlatmak” olduğunu söylemiş... Umarım,
bir 15 yıl daha beklemeyiz...
Cumhuriyet, Haber: Oktay Ekinci, 16.12.2009
|
"AKP, TARİHE BİR DEKOR GİBİ BAKIYOR"

Sulukule, Tarlabaşı’ndan sonra 'Kentsel Dönüşüm'
bu kez Balat’ı vuruyor. Fatih Belediyesi projenin
tarihi dokuyu koruyacağını savunurken, mahalleli
Balat’ın yok olacağından endişeli
8 bin 500 yıllık tarihe sahip Fener-Balat-Ayvansaray
Bölgesi’nde bir zamanlar Rumlar, Yahudiler,
Ermeniler yaşıyordu. 6–7 Eylül olaylarıyla ilk göçü
vermeye başlayan bölge, ikinci göçü 1974’te Kıbrıs
harekatı sırasında verdi. Gidenlerin yerini
Anadolu’nun dört bir yanından göç eden insanlar
aldı. Zaman içerisinde Tarihi Yarımada farklı
dinlerin buluştuğu bir özellik kazandı. Bölge ayrıca
mahalle kültürünün her yönüyle yaşandığı nadir
yerlerden biri. Ancak şu günlerde mahalleli
tedirgin. Çünkü Fatih Belediyesi ‘yenileme’ projesi
geçtiğimiz çarşamba günü 24 AKP’li Meclis Üyesi’nin
‘evet’ oyuyla kabul edildi.
Mahalle sakinlerinin yaşam mücadelelerinden ve
dayanışma ruhundan söz eden Fener-Balat-Ayvansaray
Mülk Sahiplerinin ve Kiracıların Haklarını Koruma ve
Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı Çiğdem Şahin, göç
edenlerin farklı bölgelerden olsalar bile temelde
her birinin Anadolu halkı olduğunun altını çizdi.
Şahin, “Buranın insanı misafirperverlik, insanlık,
dostluk, dayanışma gibi ortak bir hamura sahip.
Küçücük bir sıkıntıda hemen bir araya geliyorlar.
Mücadeleleri ekmek kavgası, hak mücadelesi. En temel
yaşam haklarını, barınma haklarını savunmaya yönelik
bir mücadele veriyorlar. İnsanların gerçekten canı
yanıyor; panik içindeler. Buradaki insanların çoğu
evlerini dişiyle, tırnağıyla elde etmişler.
Binaların çoğunda birkaç aile bir arada yaşıyor.
Kazandıkları geliri birlikte paylaşıyorlar;
altlarında bir dükkan varsa birkaç aile o dükkan
geliriyle geçiniyor. Siz onların elinden o binayı
elinden alıp küçücük bir daire verdiğinizde, üç-dört
aile bir arada aynı binada yaşayan bu aileyi nereye
sığdıracaksınız; ayrı ayrı evlerde ise masrafları
daha da arttığı için, üstelik iyice yoksulluğa ve
sefalete sürüklenmiş olacaklar. Zaten işsizlik var;
kahveler genç ve işsiz insanlarla dolu; bileşik
kaplar misali bu insanı buradan sürdüğünüzde bu
insanlar yok olmuyor ki, şehrin dışına sürüldükleri
yerde daha büyük problemlerle yeniden karşımıza
çıkıyorlar. Sulukule örneğinde gördük; oradan
çıkarılan insanlar gittikleri yere ya alışamadı ya
da verilen dairelerin aidatlarını ödeyemedikleri
için evlerini bırakıp yine Fener-Balat gibi
semtlerde, bu kez çadırlarda yaşamaya başladı.
İstanbul gibi yaşam koşullarının acımasız olduğu bir
şehirde insanların hayatla güven ilişkileri,
sigortaları evleri. Evlerini de yitirdiklerinde
yaşamla olan en önemli güven bağları zedeleniyor;
bir gece birileri oturup karar alabilir, evinizi
sizin haberiniz olmadan kamulaştırabilir ve sizi
evinizi terk etmeye zorlayabilir; artık hepimiz her
an göçe zorlanabiliriz; yerimizden edilebiliriz”
dedi.
‘Kentsel Dönüşüm’ ile esas amacın bölgenin
soylulaştırılması olduğunun altını çizen Şahin,
doğal bir süreçle kendiliğinden ve devlet gücüyle
olmak üzere iki tür soylulaştırmanın söz konusu
olduğunu söyledi. Türkiye’de devlet zoruyla
soylulaştırmanın yapıldığını belirten Şahin şunları
söyledi: “Proje, çok acımasızca, insanlar adeta
tehcir edilerek, sürülerek, barınma ve mülkiyet
hakları elinden alınarak gerçekleştiriliyor. Devlet
eliyle insanlar tapulu evlerinden ediliyor. Kentin
dışına itiliyor. Böylece buraya yeni bir nüfus,
soylu bir nüfus getirilecek.”
Fener-Balat-Ayvansaray bölgesinin son zamanlarda çok
cazip hale geldiğini belirten Şahin, insanların ve
büyük firmaların burada yatırım yapmaya
başladıklarına işaret etti. “İleride otel, pastane,
alışveriş merkezi gibi yatırımlar için şimdiden yer
ve binalar almış olan büyük şirketler ve
yatırımcılar olduğunu söyleyen Şahin, lüks bir
pastane ya da kafeterya açmak için yatırım yapmış
bir yatırımcının, bu profile uygun bir müşteri
kitlesinin bölgede hakim olmasını beklediğinin
altını çizdi.
Bu anlamda bölge halkının çıkarlarıyla bu
yatırımcıların çıkarlarının çatıştığını vurgulayan
Şahin, “Bu savaşı ya sermaye kazanacak ve buraları
soylulaştırarak, kendi müşteri profilini
oluşturacaktı; ya da halk kendi direnişi ve
mücadelesiyle yaşam alanını onlara terk etmeyerek
burada yaşamaya devam edecekti” dedi. ‘Kentsel
Dönüşüm’ nedeniyle yeni bir muhalif hareketin
doğduğuna dikkat çeken Şahin, “Daha önce
fabrikalarda örgütlenen toplumsal muhalefetin şimdi
kent varoşlarında ve sermayenin kentten sürmeye,
yoksullaştırmaya çalıştığı, yaşam alanlarını ve
barınma haklarını kaybeden insanlar arasında
gerçekleşmeye başladığına işaret etti. Muhalif
örgütlenmelerin bu potansiyeli çok iyi
değerlendirmesi gerektiğini dile getiren Şahin,
“Toplumsal muhalefet, sınıf temelli örgütlenmeden
mahalle dernekleri ve hemşeri derneklerine ve kent
hakkı mücadelesi veren platformlara kayıyor. Şimdi
kentin farklı yerlerinde dönüşüm nedeniyle mağdur
olan insanların bir araya getirilmesi ve ortak bir
mücadele oluşturulması çabası var” dedi.
Projede önemli çelişkilerin bulunduğuna dikkat çeken
Şahin şunları kaydetti; “Örneğin otel yapılacak
binalar için Fatih Belediyesi Başkanı Mustafa
Demir’e, ‘eğer siz bazı binaları otel yapmak üzere
kamulaştırırsanız sonra bu kamulaştırdığınız oteli
kamuya mı devredeceksiniz yoksa özel bir firmaya mı
vereceksiniz? sorusunu sorduk. Özel bir firmaya’
cevabını aldığımızda da bunun yasaya aykırı olduğunu
söyledik. Çünkü gerçekten de kamu çıkarına
kamulaştırılmış bir mülkü siz yine bir kamu
kuruluşuna devredebilirsiniz, özel bir firmaya
devredemezsiniz. Bunun yanında hala projenin sosyal
içeriği ve kiracıların durumu belirsiz. Ayrıca
tarihi ve mimari dokuyla ilgili sorunlar sadece
tarihi binalar açısından değil sokak dokuları ve
mahallenin kimliğinin tamamen değiştirilmesi
açısından da sorunlu. Düşünün oradaki mahalle
yapısı, sokaklar, küçük esnaf yerle bir edilecek,
lüks binalar, alışveriş merkezleri ve otellerden
oluşan yeni bir Ataşehir, Bahçeşehir, Ataköy
yaratılacak. İstanbul’da böyle semtler zaten
fazlasıyla var; olmayan, her geçen gün sayısı azalan
Fener-Balat-Ayvansaray gibi tarihi yerler, mahalle
dokusu, sosyo-kültürel yapısı hala orijinalliğini
koruyabilen yerler; bunları koruma altına almak
lazım.”
AKP’nin tarihe bakış açısını eleştiren Şahin,
“Hükümet tarihe bir dekor gibi bakıyor. Oysa tarih
bir ruhtur, atmosferdir, yaşanmışlıktır, anıdır,
hafızadır. Tarihi binaları yıktığınız zaman toplumun
hafızasını da silmiş olusunuz. Bu yaklaşımla
İstanbul’u bir market haline getiriyorlar;
dekorlaşmış bir İstanbul yaratmak istiyorlar. AKP
bunu bilinçli yapıyor. Çünkü yerine başka bir şey
koymayı planlıyor. Ayrıca yüklenici firmanın Çalık
Grubu olması olayı şaibeli hale getiriyor. En büyük
davamız da bu zaten. Restorasyon konusunda deneyimli
bile değil. Çalık Grubu’na güvenmiyoruz” dedi.
Mahallelinin talepleri...
» Fener-Balat-Ayvansaray halkının yerinde, kendi
mahallesinde, aynı sosyo-kültürel yapı ve doku
içinde yaşamaya devam etmeli,
» Bölgedeki küçük esnaf korunmalı ve ekmek
tekneleri ellerinden alınmamalı,
» Fener-Balat Tarihi Çarşısı korunmalı,
» Yenileme projesi yerine binalar restore
edilmeli ve bu da bina bazında ve ev sahiplerine
olanak sunularak kendileri tarafından yapılmalı,
» Restorasyonlar sırasında insanlar topyekun
olarak mahalleden dışlanmamalı,
Birgün, Haber: Elçin Yıldıral, 15.12.2009
******
FATİH BELEDİYESİ CHP'Lİ MECLİS ÜYESİ MİMAR GÜLAY
YEDEKÇİ: "PROJE, TARİHİ DOKUYU YOK SAYIYOR"
“Fener-Balat-Ayvansaray Avan Projesi'nin oylaması
için meclis üyeleri olarak yaptığımız toplantıda
projelere ilişkin kaygılarımı dile getirmiştim.
Projeyi incelediğimizde yenileme kapsamında olan bu
bölgenin tarihi dokusunun göz ardı edildiğini net
olarak görebilirsiniz. Bölge için, yerin altına
otopark ve yaya geçitlerinin yapılması planlanıyor.
Öncelikle zemin altına erken dönem Bizans, Roma,
Osmanlı dönemlerine ait tarihi kalıntılar bulunuyor.
Siz zemin altına herhangi bir yapı inşa ederseniz,
bu kalıntılara ciddi şekilde zarar vermiş olursunuz.
Ayrıca binalar birleştirilerek apartman dairesi
mantığında yeni bir bina yaratılmak isteniyor.
Binaların içinde kalem işi, ahşap tavan, demir
elemanlar, özgün ahşap merdivenler gibi halen
yerinde var olan tarihi nitelikli yapı elemanları
bulunuyor. Bu yapı elemanlarından bağımsız olarak
binalar yıkılırsa ve yandaki parselle
birleştirilirse, bu tarihi binalar heba edilmiş
olacak. Bir diğer nokta ise tarihi yapı karakteriyle
bağdaşmayan kat ilavelerinin getiriliyor olması.
Bazı adalarda 3–5 kat ilaveleri öngörülüyor.
İnsanların evleri için projeler çiziliyor. Ancak ev
sahiplerinin projenin nasıl olacağı konusunda bilgi
sahibi olmadıkları gibi, söz hakları da yok. Bu
bölgede Çalık Grubu’na bağlı GAP İnşaat, hem alan
bazında imar planı hükmünde olan planları yapıyor,
hem avan projeyi yapıyor, hem uygulama projesini
yapıyor, hem uygulama işini üstleniyor, hem de
tarihi binaları yıkılarak, birleştirilerek,
altlarına ve üstlerine kat ilave edilerek ortaya
çıkacak olan yeni durumdan tapu üzerinde pay alıyor.
Burayı boş bir arsa olarak değerlendirmemeli.
Binaların yıkılarak yeni bir inşaat arsası elde
edildiğini düşünmemek gerekiyor. Fener-Balat-Ayvansaray’ın
tarihsel ve kültürel bağları göz ardı edilmemeli.
İnsanların yarattığı sosyal doku var burada.
İnsanlar sabah kalkıp bakkaldan ekmeklerini alıyor,
etlerini kasaptan alıyor. Mahalle kültürü oluşmuş.
Bu sosyal dokuyu yaşatmak, devam ettirmek lazım.
Mevcut yapılar, mevcut malzemeleri ve kendi
türleriyle korunmalı. Öncellikle projenin kentsel
bazda olması esas alınmalı. Mülkiyet hakkı
korunmalıdır. Ayrıca dikkat çeken bir diğer nokta;
niçin 'Kentsel Dönüşüm' projelerini ve
uygulamalarını Çalık Grubu alıyor. Bu düşündürücü
bir durum. Bu kadar inşaat firması var.
Niçin özellikle Çalık
Grubu?”
Birgün, 15.12.2009
******
KORUMAYI KOLAYLAŞTIR(MA)MAK

Fener-Balat
Rehabilitasyon Programı 5 yıl süren analiz ve
uygulamalardan sonra bitti. Amaç hiçbir zaman, bu
bölgede sadece bir fiziksel iyileştirme yapılması
olmadı. İnsanların yaşam kalitelerinin de
arttırılması hedeflendi. Projenin uygulanma
sürecinde alınan bazı kararlar, yerel yönetim ve
burada yaşayan halkın tutumları nedeniyle başarılı
olamadı. Binaların onarımında, içinde yaşayan
insanlarla birlikte davranan ve onları tanıyan,
hatta zaman zaman aile sorunlarını bile dinleyen
Teknik Destek Ekibi'nin yöneticisi Burçin Altınsay,
16 Kasım'da Çarşamba Seminlerleri altında Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde bir konuşma
yaptı. Altınsay, projenin nasıl başlatıldığı ve
bitinceye kadar izlenilen yöntemleri ve karşılaşılan
sorunlardan bahsetti.

Rehabilitasyon Programı
Uygulama Alanı
"2003 yılında
uygulanmaya başlanan proje aslında 2008 yılında
tamamlandı. Biten proje Avrupa Birliği'ne teslim
edildi. Fakat şimdi bölge için yeni sorunlar
gündemde. Fatih Belediyesi'nin Kentsel Dönüşüm Proje
Alanı ile Fener-Balat Rehabilitasyon Programı
dahilindeki 33 bina çakışıyor. Dönüşüm projesi
kapsamında hedeflenenler ise, UNESCO projesiyle pek
örtüşmüyor. Artık her belediye, prestijli projeler
adına dönüşümü kullanıyor. Bu binlarla ilgili
önümüzdeki günlerde nasıl bir karar alınacağı ise,
tartışma konusu.... Bunun dışında projenin uygulama
sürecinde birçok ayakta belediye ile entegrasyon
sağlanamadı. Sokak aydınlatmaları ve mobilyalarının
değiştirilmesi aşamasında belediye, hizmet işleri
uyarınca kendi müdahalelerini yaptı.
Rehabilitasyon
programının temelleri 1996 yılında Habitat
İstanbul'da atıldı. Sonra 1997'de Fransız Anadolu
Araştırmaları Enstitüsü bölgede detaylı bir ön
analiz alışması yaparak, kooperatif düzeni öngördü.
Bu sırada değişen yerel yönetim ve bazı bürokratik
sorunlar nedeniyle, belediye ve Avrupa Komisyonu bir
araya gelememiş. 2002 yılında ise, Avrupa Birliği
hizmet ihalesine çıktı ve FOMENT Cuitat Vella Sa
(İspanya) bu ihaleyi aldı.

Evlerin Onarımı
Sırasında
Proje 4 ana başlıktan
oluşuyordu. 200 yapının restorasyonu, gençlere ve
kadınlara sosyal merkez, Tarihi Balat Çarşısı'nın
geliştirilmesi ve katı atık yönetimi. Bütün bu ana
başlıklar, verilen bütçeye göre ve yapılan analizler
ışığında değerlendirildi. Toplam 7 milyon Euro
bütçeye sahip olan projeye başlamadan önce, bölgede
yaşayanların entegre edilmesi de uzun sürdü.
Katılım ve
sürdürülebilirlik projede her zaman en önemli
kavramlar oldu. Projenin Fener ve Balat'ta yaşayan
insanlara tanıtılması ve katılımın sağlanması için
sokak şenlikleri ve toplantılar yapıldı. Bu noktada
halkın projeyi tanıması ve destek vermesi çok
önemliydi. Çünkü projenin birincil amacı sadece
fiziksel bir iyileştirme değil, bunun ötesinde
burada yaşayan insanların yaşam kalitesini
arttırmaktı. Bu, katılım olmadan sağlanamazdı.
Bunlar bir yana, fiziksel yenileme sırasında,
insanların evine, mahremiyetlerine girmek, onlarla
bu süreci yaşamak durumu da var tabii... UNESCO'nun
projesi, 2003 yılı başında bölge halkı tarafından
pek sıcak karşılanmadı. Ne kadar kötü de olsa,
alıştıkları bir düzen, ya da düzensizlik vardı.
Tarihi binalarda yaşayan bölge sakinleri, binaları
kendi yaşamlarına göre yeniden "yapılandırmışlardı".
Çıkma katlar, balkonlar, kapatılan pencereler,
altyapı sorunları nedeniyle alınan yanlış tedbirleR.
Her şeyden önce, bu insanlara neye sahip
olduklarının ve bunu nasıl, hangi yöntemle
korumaları ya da onarmaları gerektiği şimdiye kadar
öğretilmemişti. Böyle bir hizmet verilmemişti. Evet,
bu hizmetin normal şartlarda yerel yönetimler
tarafından verilmesi gerekir...
Başlangıç aşamasında her
eve mimari ve sosyal açıdan puan verildi ve
öncelikli tadilat uygulanması gereken 200 bina
seçildi. Tanıtım aşamasından sonra belediye, ev
sahipleriyle bir protokol imzaladı. Bu protokole
göre, ev sahipleri tadilattan sonra 5 sene kadar
evlerini satamayacak ya da kiraya veremeyeceklerdi.
Eğer satar ya da kiraya verirlerse, belediyeye
tadilat bedelinin tamamını ödemek zorundalar. Bu
tedbirler, bölgede ileriki yıllarda oluşabilecek
"soylulaştırma" tehlikesini önlemek için alındı.
Sosyal Merkez

Dimitri Kantemir Evi
Onarımdayken
Sosyal merkez olabilecek
binaların bulunması zaman aldığından, Fatih
Belediyesi, bir seneliğine geçici bir bina tahsis
etti. Bu geçici sosyal merkezde, 1 sene boyunca
gençlere ve kadınlara yönelik bazı faaliyetler
yapıldı. Bina bulunmasının uzun zaman almasının
sebebi mülkiyet sorunu. Fener ve Balat'ta Belediye
mülkiyetinde çok az parsel var. Parsellerin çoğu
özel mülkiyet... Binaların bulunması ve belediye
mülküne tahsis edilmesi bu açıdan zaman aldı. Daha
sonra sosyal merkez olarak kullanılmak üzere 3 bina
tahsis edildi ve bu binaların restorasyonu yapıldı.
Binalardan en önemlisi, eski bir tarihçi olan ve
burada yaşadığı söylenilen, Dimitri Kantemir'in evi.
Balat Çarşısı

Balat Çarşısı
Balat'ta aslında tarihi
bir çarşı var. Yahudi anlamına da gelen eski "Çıfıt
Çarşısı" olarak biliniyor... Balat'ta 17. yüzyılda
kurulmuş, iki sokak boyunca devam eden tonozlu
dükkanlar vardı. 19. yüzyılda tonozların içine
cepheler giydirilerek çarşı oluştu.
Çarşı'nın geliştirilmesi
aşamasında, önce yapılara dokunulmaması, sadece
çevrenin düzenlenmesi kararı alındı. Trafik girişi
sorunları, sokak aydınlatmaları ve sokak mobilyaları
hakkında düşünüldü. Bu konularda, belediye
hizmetleri işin içine gördi ve pek başarılı
olunamadı. Yerel yönetim bu projeye sahip çıkmadı,
katılmadı ve uygulamalarda projeden bağımsız hareket
etti.
Çarşı için belirlenen
sorunların başında, çarşı girişinin tanımsız olması,
sahil yolundan herhangi bir yönlendirmenin olmaması
geliyordu. Çünkü, Balat ulaşım açısından kopuk bir
noktada değil ve böylesi tarihi bir çarşının
surların arkasında gizlenmişcesine bırakılması da
ayıptı.
Çarşı binalarında mimari
açıdan büyük sorunlar vardı. 38 dükkan restore
edildi, cepheleri ve çatıları onarıldı. İhtiyaç
doğrultusunda bazı dükkanlara saçak konuldu.
Evlerin Restorasyonu
Fener ve Balat'ta 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl
başında yapılan binalar bulunuyor. Bu binalar,
özellikle İstanbul yangınından sonra hibrit teknikle
yapımış. 744 yapı, mmari ve sosyal kriterlere göre
puanlandı ve bir matriks oluşturuldu. Binalara basit
ve kapsamlı onarım yapıldı. Basit onarımlarda, ev
sakinleri, evlerinden çıkmadılar. Onarım sürecine
onlar da katıldı. Kapsamlı onarım yapılan evlerde
şse, ev sakinleri evlerinden çıkmak zorunda
kaldılar. Fakat, yakında bir mahalleye taşınarak bu
süreci tamamladılar. Restorasyon işi 3 etapla ihale
edildi.

Birinci etap, Aralık
2004 ve Ekim 2005 arasında tamamlandı. 26 evin
onarımı yapıldı. Birinci etapta katılım çok azdı.
İnsanların pek çok önyargısı vardı. Hatta buranın
Rumlaşacağını bile düşünenler oldu. İkinci etapta 24
evin basit onarımı, 13 evin kapsamlı onarımı
yapıldı. 28 dükkanda basit, 5 dükkanda da kapsamlı
onarım yapıldı. 3. etap, Haziran 2008'de bitti. 17
binada basit, 14 binada kapsamlı onarım yapıldı.

Tadilatlar sonucunda,
binaların tadilatı ile ilgili iş katalogları
oluşturuldu ve Avrupa Birliği'ne teslim edildi.
İnsanlar, sonuçları gördükçe, projeye katılmak
istediler."
Konuşmasının sonunda
Altınsay, Fener ve Balat için "Burası kesinlikle bir
çöküntü mahallesi değil, çok canlı bir yaşam var
burada," dedi. Binaların korunması açısından hizmet
ve danışmanlık verilmesinin gerekliliğinin altını
çizen Altınsay, korumanın kolaylaştırılması,
insanlara nasıl yapabilecekleri hakkında maddi
destek verilmesi gerektiğini ekledi.
Bölgede, uzun süredir
beklenen proje sonunda bitti. İnsanlara yeni
imkanlar sunuldu. Bundan sonrasında bölgedeki
"koruma anlayışı" sürecek mi? Önümüzdeki yıllar için
proje ile ilgili tedirgin olmamızı gerektirecek en
önemli soru belki de bu...
Arkitera, Yazı: Dilek
Öztürk, 17.12.2009
|
TARİHİ ESERLER POLİS GÖZETİMİNDE!

Antalya Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı 2 polis
memuru, izinsiz kazı yaptıkları gerekçesiyle
yakalandı.
Vatandaşların Polis İmdat telefonunu arayarak
Antalya kentinin 18 km doğusunda yer alan
Antik Perge Kenti’ne hırsızlık yapmakta olan
iki kişi olduğunu bildirmeleri üzerine yapılan
incelemelerde 2 polis memuru araçlarında tarihi eserle
yakalandılar.
Pmphylia’nın en büyük kentlerinden biri olan,
fakat bakımsızlık yanında kentsel rantın da
tehdidi altında olan Antik Perge kentinin
kuzeyindeki 60 metrelik akropolün eteklerinde kazı
yaptığı anlaşılan polislerin araçlarında tarihi
eserlerle ilgili CD ve broşürlerin dışında bir de
tarihi eser olduğu ileri sürülen taş bulundu. Antik
kentin eteğinde yer alan göz alıcı anıtsal
çeşmesinin yakınlarında 80 cm derinliğinde çukur
açtıkları tespit edilen polisler adliyeye
sevk edilmelerinin ardından tutuksuz yargılanmak
üzere serbest bırakıldılar.
Geçtiğimiz hafta da Hatay’ın Dörtyol
İlçesi'nde
kepçeyle kazı yapan dokuz kişiden biri, geçen sene
Konya’nın Eğribat Köyü'nde 1300 tarihi eserle
yakalanan beş kişiden biri yine bir polis memuruydu.
Birinci derece sit alanı olan
antik kentin bulunduğu
bölgeyi koruması gereken yetkili bakanlıkların
yaptıkları ise daha az değil. Kültür Bakanlığı
bölgenin korunması için adım dahi atmazken,
Çevre ve Orman Bakanlığı 2009 yılının
haziran ayında tamamladığı çevre düzeni planında sit alanı olan
bölgeyi önemsemeden yapılaşmaya açmaya, tarihi amfi
tiyatronun üstüne organize sanayi bölgesi yapmaya kalkmıştı. Durum
karşısında tarihi eserleri korumak için plana çok
sayıda itiraz dilekçesi veren vatandaşlar, mecliste
bakanlara soru önergesinin verilmesini de
sağlamışlardı. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu ise soruya “maddi hata”
cevabını vermekle yetinmişti.
Haber Sol, 15.12.2009
|
RESTORASYON 2010'DA
TAMAM
Malatya'nın Battalgazi
İlçesi'deki tarihi Silahtar Mustafa Paşa
Kervansarayı'nın restorasyon çalışmasının ardından
2010 yılının Haziran ayında hizmete gireceği
bildirildi.
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon
çalışması 2007 yılında başlatılan Silahtar Mustafa
Paşa Kervansarayı'nın restorasyonunun Ekim 2009
tarihinde tamamlanması gerekirken, istimlak
çalışmalarından dolayı restorasyonun Haziran 2010'da
tamamlanmasının beklendiği kaydedildi.
Kervansarayın ayakta duran kısımları yeniden
onarılırken, kervansarayın esas projesinde olup da
yıkılan bölümleri ise gerçeğine yakın olarak yeniden
yapıldığı aktarıldı. Restorasyon çalışmalarının
yüzde 90 oranın da tamamlandığı belirtildi.
Bu arada, restorasyonda kullanılan kesme taşları
Kayseri'den getirtilen Kervansarayın, 1632 yılında
Sultan IV. Murat'ın silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa
tarafından yaptırıldığı belirtildi.
Malatya Haber,
15.12.2009
|
|
ALPARSLAN'IN KAYIP MEZARI TÜRKMENİSTAN'DA BULUNDU
Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı ve öğretim üyesi Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türklere Anadolu'nun kapısını açan Sultan Alparslan'ın mezar yerinin sonunda bulunduğunu açıkladı. Star gazetesinin haberine göre Mezar yerinin Merv'de olduğunu Türkiye tespit etti. Dışişleri ile Türkmenistan arasında imzalanacak protokolün ardından kazı çalışmalarına başlanacağını belirten Halaçoğlu, kazı çalışmalarına ODTÜ ve TÜBİTAK da yerin altını gösteren cihazlarıyla katkıda bulunacağını belirtti.
Halaçoğlu, Sultan Alparslan'ın mezar yerinin yerle bir edildiği için kayıp olduğunu, ancak 3 yıl süren bir araştırma sonucunda mezar yerini tespit ettiğini söyledi. Halaçoğlu, “Şu anda yerini tam olarak açıklamak istemiyorum, çünkü talan edilmesin istiyorum. Ben Çağrı Bey'in mezar yerlerini inceleyerek yeri tespit ettim. Krokisini çizdim. Türbenin temellerine ulaştım” diye konuştu.
Alparslan'ın mezarının Türkmenistan'da bulunmasının “Malazgirt Savaşı olmadı” diyenlere yanıt olduğunu ifade eden Halaçoğlu, “Malazgirt'e gidelim, dedektörle her tarafı dinleyelim. Bu savaş olmasaydı Türkmenistan'da yaşıyor olacaktık” dedi
Radikal, 15.12.2009
|
SANATÇI BİRLİKLERİNDEN AKM ÇIKIŞI: SANATI
İSTANBUL'DAN İTMEK İSTİYORLAR

2010 yılının
eşiğinde Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) geleceğine
dair yaşanan belirsizlikler nedeniyle, bu konunun
doğrudan taraf ve muhataplarından sanat, kültür ve
meslek örgütleri, bir basın açıklaması için
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde
bir araya geldi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı’nın ve Kültür Bakanlığı’nın Atatürk
Kültür Merkezi ile ilgili uygulamalarında gelinen
son nokta hakkında kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla
gerçekleştirilen toplantıda, çok sayıda sanatçı
birlik ve sendikasının temsilcilerinin yanı sıra
Mimarlar Odası yetkilileri ve basın mensupları hazır
bulundu.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı
Eyüp Muhcu, Özel Tiyatrolar ve
Nazım Hikmet Kültür Merkezi Temsilcisi
Orhan
Aydın, Özel Sanat Konseyi Genel Sekreteri
Canol Kocagöz ve Kültür Sanat
Sendikası Genel Sekreteri
Tarık Çakar
’ın katılımı ile gerçekleştirilen basın
toplantısının vurgusu, sürüncemede olan AKM süreci
yüzünden “İstanbul’un sanattan yoksun, sanatçının
mekanından mahrum bırakılması” idi.
İstanbul Kültür Forumu, İSTİŞAN, KESK HABER_SEN,
KÜLTÜR SANAT-SEN, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Özerk
Sanat Konseyi, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon
Kurulu, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent
Şubesi, TOBAV Genel Merkezi, TOMEB İstanbul
Temsilciliği ve Uluslararası Plastik Sanatçıları
Derneği’nin imzasını taşıyan ortak açıklamanın
okunmasının ardından soru-cevap kısmına geçilen
toplantıda ilk olarak Tarık Çakar söz aldı. Çakar,
kamuoyuna tanıtılmış olan avan projenin sanatçıların
istekleri doğrultusunda değiştirilmesi konusunda
İstanbul AKB Ajansı ile mutabakata varıldığını,
ancak aradan geçen 1-1.5 aylık süreçte revize
edilmiş projenin hala Koruma Kurulu’ndan
geçirilemediğini ifade etti.
İstanbul Büyükkent Şube Başkanı
Eyüp Muhçu ise 10 Ekim tarihli ve
İstanbul AKB Ajansı yetkililerinden Faruk Pekin,
Haluk Bulutoğlu ve Korhan Gümüş’ün de katıldığı
ortak toplantılarında belirli bir konsensüse
ulaşıldığını ve 11 Ekim’de Kültür Bakanlığı
Müsteşarı’nın revize edilmiş proje hakkında
bilgilendirildiğini aktardı. Muhçu şöyle devam etti:
“Tüm bunlara rağmen süreç zora sokulmakta ve
sendikaların davası haksız yere gerekçe
gösterilmektedir. Yapılması gereken asıl hamle,
Kültür Bakanlığı’nın kendi itirazından
vazgeçmesidir. Ancak Kültür Bakanlığı ve İstanbul
AKB Ajansı bunun yerine, açtığı davayı kazanan
sendikaları, davayı sonuçlandıran yargıyı ve
bilirkişiyi eleştirmektedir. Bunu da anlıyoruz;
çünkü hala AKM’nin yerine kültür-iş merkezi inşa
edilmek istiyorlar!”
Toplantıya Özel Tiyatrolar ve Nazım Hikmet
Kültür Merkezi Temsilcisi olarak katılan
Orhan Aydın, sonuçlanmayan AKM
sürecinin İstanbul’un Operasını, Balesini ve
Senfonisini evsiz-barksız bıraktığını, İstanbul
Tiyatrolarının ise paramparça olduğunu vurgulayarak
şunları dile getirdi:
“İstanbul’da tiyatro ve sanat, kentin merkezinden
bilerek ve istenerek itilmiştir. Niyet okuması
yapmak istemeyiz ama, Kültür Bakanlığı’nın medyada
çıkan açıklamalarından anladığımız, halen yapının
yıkılmasının istendiğidir.”
Kültür Sanat Sendikası Genel Sekreteri Tarık Çakar
ise, İstanbul sanatçılarının AKM’nin belirsiz
sürüncemesinde çektiği sıkıntıları detaylı olarak
aktardı. AKM sürecinde kendilerine hiçbir şeyin
danışılmadığını ve yine de hala sanatçıların
suçlandığını dile getiren Çakar, şöyle devam etti:
“Tiyatrocular, Üsküdar Tekel Binası’nda bir şeyler
yapmaya çalışıyorlar. Biz ise eserleri Süreyya
Operası’nda sürdürmeye çalışıyoruz. Ancak burası da
çok sınırlı bir alan. Senfoni, bale diye bir şey
zaten kalmadı. Sanat İstanbul’da durdu!”
Toplantı sonrasında Eyüp Muhçu, altyapı
çalışmalarına indirgendiğini öne sürdüğü AKB
çalışmaları karşısında, mesleğin kendilerine
yüklediği sorumlulukları yerine getirmeye
çalıştıklarını belirterek, yeni bir süreç
başlattıklarını söyledi. Muhçu, bu adımın ardından
İstanbul AKB Ajansı’na ve Kültür Bakanlığı’na
seslerini duyurmak için 15 Ocak’ta AKM önünde
kitlesel katılımlı bir basın açıklaması
yapacaklarını da duyurarak faaliyetlerine katılmak
isteyenlere çağrıda bulundu.
mimarizm.com, Haber: E. Seda Kayım, 15.12.2009
|
KÜÇÜKÇEKMECE'DEKİ ANTİK KENT EN ÖNEMLİ KEŞİFLERDEN
Küçükçekmece’deki
Bathonea antik
kenti, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü’nün
yayınında, 2009’un dünyadaki en önemli keşifleri
sıralamasında ilk 15 içinde yer aldı.
İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün
açıklamasına göre, inceleme yapan enstitüden
Dr. Mark Rose bir yazı kaleme aldı. Rose,
Kocaeli Üniversitesi’nden
Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığındaki kazıları
hatırlattı. Rose, şöyle konuştu:
“Küçükçekmece lagün gölünün hem kıyılarında hem de
bizzat içinde kalıntılar var. Klasik dönem
kalıntıları iki adet liman ve kilometrelerce uzanan
sahil duvarlarını da içeriyor. Büyük olan liman,
uzun dalgakıranı ve feneriyle milattan önce 4.
yüzyıla tarihlenebilir. Önemli bir liman olduğu açık
bir şekilde görülüyor. Daha sonraya tarihlenen
kalıntılar arasında Hellenistik çanak-çömlek
parçaları da var. Milattan önce 2. yüzyıla ait Korint sütun başlığı ise bu döneme ait önemli bir
binanın varlığına işaret ediyor. Çok etkileyici,
geniş ve çok iyi döşenmiş bir Roma yolu da bulundu.
Arkeologlar yolun, Roma imparatorluk yollarından
‘Via Egnetia’, yani imparatorluğun önemli
arterlerinden biri olduğuna inanıyorlar.”
Rose, bölgenin arkeolojik parka çevrilmesi
gerektiğini de kaydetti. İl Kültür ve Turizm Müdürü
Ahmet Emre Bilgili de “İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı’na proje sunulmuş olup, ajansın bu
doğrultuda karar almasını umuyor ve çalışmaların
tekrar başlamasını arzuluyoruz” dedi.
Milliyet, 15.12.2009
|
LUVR APARTMANI'NDAN DENİZ PALAS'A

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), 14
yıldır çalışmalarını sürdürdüğü Beyoğlu’ndaki Luvr
Apartmanı’ndan Şişhane’deki
Deniz Palas
Apartmanı’na taşınmaya başladı. Resmi
açılış tarihi henüz kesinleşmeyen, ama ocak ayı
içinde açılması planlanan 4.200 metrekare
büyüklüğündeki yedi katlı Deniz Palas Apartmanı’nda
vakıf ofislerinin yanı sıra, binayı sanatseverler
için bir buluşma merkezi haline getirecek farklı
mekanlar da yer alıyor.
Binanın giriş katında, Aliye Berger, Abidin Dino,
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Devrim Erbil ve Tan Oral gibi
sanatçıların yapıtlarının ürün uygulamaları, Türk
tasarımcılarının önde gelen isimlerinin hazırladığı
özel koleksiyonların yer alacağı
İKSV
Tasarım dükkanı ve
‘Peralı’ cafe
bulunuyor.
Deniz Palas’ın giriş ve birinci katında ise müzik,
tiyatro ve çocuk etkinliklerine de ev sahipliği
yapacak olan bir salon, en üst katı ile terasında da
Haliç’e bakan bir restoran yer alıyor. Binanın
beşinci katında Leyla Gencer’in Milano’daki evinden
getirilen özel eşyalarının sergileneceği
Leyla Gencer Müzesi bulunuyor.
Tüm bu özel mekanlarla birlikte küratörlüğünü Fulya Erdemci’nin üstlendiği ve aralarında Hüseyin B.
Alptekin, Özdemir Altan, Ayşe Erkmen, İnci Eviner,
Mehmet Güleryüz, Komet ve Sarkis’in de olduğu 22
sanatçının yapıtları binayı çevreleyecek.
Galata’da, Haliç’e hakim konumuyla Tarlabaşı ve
Şişhane ayrımında yer alan Deniz Palas, 20. yy’ın
başlarında mimar
Yorgo
Kulutros tarafından, Art Nouveau stilinde
inşa edildi. İKSV tarafından 2004’te satın alındı,
2005’te 9. Uluslararası İstanbul Bienali
mekanlarından biri olarak sanatseverlerle
buluştuktan sonra, 2006’da restorasyon çalışmalarına
başlandı. Doğan Tekeli’nin
danışmanlığında gerçekleştirilen yenileme
çalışmaları Saruhan Erim’in
önderliğinde yapıldı. Deniz Palas’ın restorasyon
maliyeti ise yaklaşık 14 milyon dolar.
Cumhuriyet, 15.12.2009
|
HOMEROS VADİSİ'NDE "ZAMAN YOLCULUĞU"
Bornova
Belediyesi, İzmir'in ilk yerleşim yeri olan
Yeşilova Höyüğü'nde devam eden kazı
çalışmaları ve 'Zaman Yolculuğu' projesini,
2010-2011 yıllarında
Homeros Vadisi'nde
de uygulamaya hazırlanıyor. Proje kapsamında usta
edebiyatçı Homeros'un yaşadığı mağaralarda kazı
çalışmaları yapılacak ve
"Zaman Yolculuğu"
projesi uygulanacak.
Bornova Belediye Başkanı
Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, belediye ile "Sürdürülebilir
Turizm" projesini yürüten İsveçli arkeologlar
Ebbe Westergen ve
Andreas
Juhl ile birlikte Homeros'un yaşadığı
vadideki mağaraları gezdi. Yeşilova Höyüğü'nde
öğrenciler ve Kazı Başkanı
Yard. Doç. Zafer
Derin, Başkan Sındır ve beraberindeki
arkeologlarla birlikte "Zaman Yolculuğu" projesini
uyguladılar. Proje kapsamında döneme ait kıyafetler
giyen Başkan Sındır ve İsveçli konuklar,
öğrencilerin odun ateşinde pişirdiği mercimek
yemeğinden yiyerek, buğday ezip, ekmek yaptılar.
Yeni Asır, Haber: Deha Şam, 15.12.2009
|
|
4 BİN YILLIK TOHUM ÇİMLENDİ

DPÜ, Arkeoloji Bölümü'nce yürütülen kazıda bulunan
ve 4 bin
yıl
öncesine ait olduğu belirlenen 3 tohumdan biri,
toprağa ekildikten sonra çimlendi.
Kazı Grubu Başkanlığını da yürüten DPÜ Fen
Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr.
Nejat Bilgen, AA muhabirine, il merkezine yaklaşık
27 kilometre uzaklıktaki alanda geçen yıl yapılan
kazıda, höyüğün güneydoğusunda bir yapının
içerisindeki kapta bitki tohumları bulunduğunu
bildirdi.
Orta Tunç Çağı dönemine ait olduğunu tespit
ettikleri katmandaki tohumların yaklaşık 4 bin
yıllık olduğunu belirten Prof.Dr. Bilgen,
tohumların yapının içinde ve orijinal yerinde
buldukları kaplar arasında birinin içinde olduğunu
söyledi.
Prof.Dr. Bilgen, höyükte çok sayıda tohum
bulduklarını, ancak birçoğunun yandığını
gördüklerini ifade ederek, şöyle konuştu:
"Son bulduğumuz üç tohum, kabın bir kısmının dışına
taşmıştı. Kap kırıldığı için bu şekilde bulduğumuzu
düşünüyoruz. Tohumlardan bazılarını incelemeye
almıştık. Yaklaşık iki yıldır bu çalışmayı
yürütüyoruz. Geçen yıl yaptığımız çimlendirme
denemesinden olumlu sonuç alamadık ve başarılı
olamadık.
Bu yıl bu tohumlardan birini yeşertmeyi başardık.
Bundan yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait toprak
altından çıkmış bir tohum yeşerdi. Bu tohumdan
çimlenen bitki, canlı halde bilim dünyasına sunulmak
ve üzerinde çeşitli analizler yapılmak üzere
inceleniyor."
Tohumların bulunduğu kabın yer aldığı yapının depo
olarak kullanıldığını tahmin ettiklerini belirten
Prof.Dr. Bilgen, "Sözü edilen kabın yanı sıra
mekanda çok sayıda kap ele geçmiştir. Tüm bu
özellikleriyle mekanın depolama amaçlı kullanılmış
olabileceği düşünülmektedir" diye konuştu.

DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü
öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Nüket Bingöl, höyükte
bulunan üç tohumdan birini geçen yıl toprağa
ektiğini, ancak çimlendiği halde kuruduğunu,
diğerinin ise yağ analizlerinin yapılması amacıyla
İstanbul’a gönderildiğini anlattı.
Yrd. Doç.Dr. Bingöl, üçüncü tohumu yaklaşık üç ay
önce toprağa ektiğini,bunun da çimlendiğini
belirtti.
Bu tohumun yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait olduğunu
ifade eden Yrd. Doç.Dr. Bingöl, şöyle devam etti:
‘Bilimsel olarak yolun başındayız. Öncelikle diğer
tohumlarla beraber bunların yaş tayininin yapılması
ve günümüzde yetişen mercimeklerle karşılaştırılması
gerekiyor. Her ne kadar arkeolojik kazılarda
buluntunun içinden çıktıysa da bunu bilimsel olarak
kanıtlamalıyız. Bu tohumların dışarıdan gelip
gelmediğini incelememiz gerekiyor. Henüz bir iki
aylık çalışma sürecindeyiz, bahara doğru yavaş yavaş
sonuçlarını almış olacağız. Ancak çimlenmesi çok
büyük bir gelişme. Günümüzde bilinen mercimek
bitkileri gibi çok kuvvetli değil, oldukça cılız bir
bitki. En kısa zamanda tek beklentimiz çiçeklenip
tohum üretebilmesidir. Çiçeklenip tohum üretebilirse
son zamanlarda çok güncel olan
organik ve Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO)
özelliğini taşıyan bitkiler açısından bizim elimizde
çok önemli bir veri olacak. Çok eski zamanlara ait,
hiç genetiğiyle oynanmamış, herhangi bir değişikliğe
uğramamış, organik olarak elde
edilmiş tohumların ilki olacak.’
Yrd. Doç.Dr. Bingöl, bu tohumun bir mercimeğe ait
olduğunu
belirlediklerine işaret ederek, mercimeğin çok fazla
suya ve sıcaklığa ihtiyaç duymadan kurak ortamda
yetişebildiğini kaydetti.
Mercimeğin kazı yapılan alanda yetişebilecek bir
bitki türü olduğunu dile getiren Yrd. Doç.Dr.
Bingöl, şu bilgiyi verdi:
‘Arpa, mercimek, buğday, bunların hepsi Anadolu
kökenli bitkilerdir ve orijini Anadolu’dur. O yüzden
bizim için bu tohumları burada bulmamız çok sürpriz
olmadı. Tohumu canlı bulmamız bizim için sürpriz
oldu. Bu da tamamen höyüğün yapısından
kaynaklanıyor. Höyükte yangın çıkıyor, çöküyor ve
tohumlar içerisinde canlı kalabiliyor. Şans eseri bu
tohumları bulduk ve değerlendirdik. Şu an için bu
tohumların mercimek olduğunu söyleyebiliyoruz, ancak
yine de normal mercimekten morfolojik bazı
farklılıkları var. Tamamen yaptığımız çalışmalar
sonucunda belli olacak. Tohum vermesi halinde
organik, hiçbir şekilde genetiğiyle oynanmamış,
orijinal bitki olacak. Her zaman için orijinal
tohumlar diğerlerine göre daha zayıftır. Belki ülke
ekonomisine fazla bir katkı sağlamayacak, ancak bazı
üniversitelerde başlatılmış eski tohumların
toplanması yönündeki çalışmalara önayak olacağız.’
Yrd. Doç.Dr. Bingöl, yüzyıllar öncesinden bitki
tohumlarının yeşerdiğine ilişkin daha önce yurt içi
ve yurt dışında örnekler bulunduğunu hatırlatarak,
Japonya’da manolya bitkisine ait tohumun günümüzdeki
manolya bitkisinden farklı morfolojik özellikler
taşıdığını bildiklerini sözlerine ekledi.
Seyitömer Höyüğü’ndeki kazılar
Seyitömer Höyüğü’ndeki kazı çalışmaları, altındaki
12 milyon ton kömürünekonomiye kazandırılması
amacıyla 1989 yılında Eskişehir Müze Müdürlüğü'nce
başlatıldı.
Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nün 1990-1995 yılları
arasında yürüttüğü çalışmalar, 2006 yılından
itibaren DPÜ Arkeoloji Bölümü'nce ele alındı.
TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında
imzalanan protokol gereğince her yıl 6’şar aylık
dönemler halinde yürütülen kazı çalışmalarının
2010’da tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının
ardından yaklaşık 500 milyon lira değere sahip
linyit kömürünün çıkarılmaya başlanması
hedefleniyor.
Kazı ve buluntuların sınıflandırılması çalışmaları,
DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı
Prof.Dr. Nejat Bilgen ve öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Gökhan Coşkun gözetiminde sürdürülüyor
Radikal, 15.12.2009
|
|
LOUVRE PES ETTİ, MISIR KAZANDI
Dün, Nicolas
Sarkozy Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e, kriz
sebebi bir eski eseri iade etti. Luxor’daki bir
mezara ait üç bin yıllık duvar resmi parçalarından
biri olan eser, diğer parçalarla birlikte, 2000
yılında Louvre Müzesi yetkilileri tarafından satın
alınmıştı. Eserleri geri isteyen Mısır, olumlu yanıt
alamayınca Louvre’la tüm ilişkisini askıya almış, bu
müzenin Mısır’da yürüttüğü bilimsel kazıyı da
durdurmuştu.
Sarkozy, Louvre’un eserleri alırken
‘kötü niyetli’ olmadığını ama gerilim konusu olan
parçaların Mısır’a iade edileceğini söyledi. Mısır,
Batı ülkelerinin elinde bulunan tüm eski eserleri
geri istiyor.
Radikal, 15.12.2009
|
POLİSE MUMYA SATMAYA KALKTI
Aksaray polisi, Murat Balcı’nın (38)
mumya satmaya çalıştığını belirledi.
Kendisiyle müşteri gibi bağlantı kuran polise iki
kadın mumyasını satmaya çalışan Balcı gözaltına
alındı. Anne ile kızına ait olduğu sanılan
mumyaların
Nevşehir’in Derinkuyu
İlçesi'ndeki bir kiliseden
çıkartıldığı belirlendi. Mumyaların hangi döneme ait
olduğunu uzmanlar belirleyecek.
Milliyet, Haber: Hasan Bölükbaş, 15.12.2009
|
|
 |
ÇİN SEDDİ UZUYOR
Çin’in kuzeydoğusunda, Çin Seddi’nin devamı olduğu belirtilen yeni duvar kalıntılarının bulunmasıyla seddin bilinenden daha uzun olduğu bildirildi.
Şinhua ajansının Çin Haber Servisi’ne dayandırdığı habere göre, Çinli arkeologlar, Çin Seddi’nin, Çin (MÖ 221-206) ve Han Hanedanlıkları (MÖ 202-220) döneminden kaldığı düşünülen 11 yeni bölümüne ulaştı.
Çin’in kuzeydoğusunda bulunan Cilin eyaletinin Tonghua şehrinde keşfedilen yeni kalıntılar Çin Devlet Kültür Mirasları İdaresi tarafından koruma altına alındı.
Yüzyıllar boyunca çok sayıda imparator tarafından inşa edilen Çin Seddi, kuzey Çin boyunca 8851 kilometre uzanıyor. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanlığı (1368-1644) devrinden kalan 2500 kilometrelik duvar.
Çin Seddi 1987 yılında, "Çin’in Sembolü" olarak "Dünya Mirasları Listesi"ne alınmıştı.
Radikal, 15.12.2009
|
400 YILLIK EL YAZMA ESERLER 2.5 YILDIR DEPODA
ÇÜRÜYOR

Bursa İnebey Medresesi'nde hizmet veren Tarihi
Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi'ndeki
binlerce değerli yazma ve eski basma eser 2,5 yıldır
devam eden restorasyon sebebiyle büyük zarar gördü.
Küçük bir odada istiflenen paha biçilmez binlerce
kitap, rutubet ve haşerattan olumsuz etkilendi.
Uzmanlar, restorasyon yapılan bir alanda böyle
değerli eserlerin tutulmasını vefasızlık olarak
değerlendiriyor. Türk-İslam medeniyetinin binlerce
değerli yazma ve eski basma eserini bünyesinde
bulunduran tarihi binanın restorasyonu Kültür
Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi tarafından yürütülüyor.
Bibliyografik danışmanlık hizmeti veren Yazma ve
Eski Basma Eserler Kütüphanesi, 2007'de başlayan
restorasyon nedeniyle kapalı. 17. yüzyılda Fahrettin
Razi tarafından yazılan ve felsefi yorumların yer
aldığı elyazması, Katip Çelebi'nin 1730 tarihli
Cihannüma'sı, Osmanlı döneminde basılan ilk atlas ve VIII. yüzyıla ait Kur'an-ı Kerim sayfası gibi birçok
tarihi kitabın bulunduğu kütüphanede, 9 bine yakın
yazma, 18 bin civarında da basma eser yer alıyor.
İsminin açıklanmasını istemeyen bir görevlinin
verdiği bilgiye göre, 40 m²'lik alanda istiflenen
paha biçilmez eserler, 2,5 yıldır nem, küf ve
haşeratın zararına maruz kaldı. Kitap sayfalarında
mantar oluştu. Uzmanlar, düzenli olarak kimyasal
dezenfeksiyon yapılması gereken eserlerin, böcekler
ve kemiricilere karşı korumasız kaldığını dile
getiriyor. Uludağ Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr.
Hasan Basri Öcalan, yazma eserlerin akademisyenler
için çok önemli olduğunu söylüyor.
Kütüphanenin, Türkiye'nin en önemli yazma eser
kütüphanelerinden birisi olduğuna dikkat çeken
Öcalan, buranın Bursa'da çalışan akademisyenler için
vazgeçilmeyen mekanlardan birisi olduğunu kaydetti.
Dr. Öcalan, şunları ifade etti: "Son 10 yıldır,
idarecilerin tutumlarından dolayı bu kütüphane
işlevini yerine getirememektedir. Akademisyenler
buraya gidemiyor."
Bursa İl Kültür Müdürlüğü yetkilileri ise bu
konuda açıklama yapmaktan kaçındı. Yetkililer,
restorasyon sürecinde kitapların zarar görmediğini
iddia etti.
Zaman, 15.12.2009
|
NOEL BABA'NIN KEMİKLERİNİN GİZEMLİ ÖYKÜSÜ

İngiliz Daily Mirror 'da Dan Brown öykülerine taş
çıkartan bir makale yayımlandı, buna göre Noel
Baba'nın kemikleri sanıldığı gibi Bari'de değil,
Noel Baba, Fransız bir aile tarafından önce
Anadolu'daki Sarazinler
ve
İtalya-Bari'deki Cenovalılardan kaçırılıp İrlanda
Jerpoint Kilkenny'de Cistercian Manastırı'na
gömüldü.
Daily Mirror gazetesinde Noel Baba’nın
kemiklerinin Türkiye’den İrlanda’ya götürüldüğü ve
burada gömüldüğü iddialarını içeren, tarihçilerin de
görüşlerine yer verilen bir makale yayımlandı.
İngiliz Daily Mirror gazetesinde yer alan makale Dan
Brown öykülerine taş çıkarttı. Türkiye’de adına
dikilen eski kilisedeki sanat eseri heykeli bir süre
önce atılıp yerine reklam kampanyası için kullanılan
kırmızı elbiseli plastik oyuncağı dikilen Noel Baba
ile ilgili makalenin başlığı "Santa İrlanda’daki
Mezarında mı Gömülü? Noel Baba’nın parçalanan
mezarlığına yolculuğunun esrarı" diye atıldı. Makale
"Jerpoint Manastırı harabeleri, dünyanın ? en
azından bugünler için- en sevilen adamının ebedi
istirahatgahına hiç de benzemiyordu. Ancak Kilkenny
ülkesindeki bu yerde, düşen kaya parçaları, tahta
fırçası gibi çalılıklar arasındaki eski püskü bir
taş bloğun altında hakiki Noel Baba’nın kemikleri
bulunduğu söyleniyor" diye başladı. Makalede
İrlanda’nın güneydoğusunda bulunan Kilkenny
bölgesinin Noel Baba ile bağlantısı anlatılırken
şöyle denildi:
Tarihçi Philip Lynch: İnsanı hayrete düşüren bir
hikayemiz var ve hala çok az kişi St.Nicholas’ın bu
ülkeyle ilişkisini biliyor. Her yıl pek çok
ziyaretçi geliyor ancak sayıları hala fazla değil.
İhtiyar bir cimriye ait muhteşem bir öykü de var.
Çocuklara hiç noel hediyesi vermezmiş; ama onun
yerine çocukları Jerpoint’e ve Noel Baba’nın
mezarını göstermeye getirirmiş.
Myra’lı St. Nicholas, 4’ncü yüzyılda bugünkü çağdaş
Türkiye’de bulunan Lycia’nın piskoposu, olağanüstü
cömertliğiyle tanınmıştı ve yaşayan bir aziz olarak
benimsenmişti. Zengin bir ailede doğdu, genç
yaşlarda anne ve babasını kaybetti ve Nicholas
bundan sonra hayatını Tanrı’ya hizmete adadı.
Kendisine kalan tüm mirası muhtaçlara, hastalara ve
sıkıntı içinde olanlara harcadı.
Bir süre sonra cömertliğiyle, fakirlere kendisini
gizleyerek verdiği sayısız hediyelerle ünlendi,
mucizeler yapan bir kişi olarak tanındı.
Fakir üç kıza, evlenmelerini sağlayacak üç altın
torbasını gizlice vermesinden dolayı Noel Baba’nın
geleneksel sembolünün üç altın küre olduğu
belirtilen makalede şöyle denildi:
"-Piskopos 346 Aralığında öldü ve Myra’daki katedral
kiliseye gömüldü. Kabir bir hac yerleşimi haline
geldi hatta iyileştirici etkileri bulunduğu
söylendi. Nicholas daha sonra aziz ilan edildi.
İrlandalı tarihçilere göre Nicholas’ın kalıntıları
800 yüzyıl önce Jerpoint Abbey’e getirildi. Bu olay
o günün saz şairleri ve katipleri tarafından
kroniklerde de yayımlandı.
-İlgi çekici bir şekilde Jerpoint’in eski adı ‘Magh
Rath’ idi, yani ‘kaleler düzlüğü’. Ve o aynen
Türkiye’deki ‘Myra’ gibi telaffuz ediliyordu.
Ölümünü izleyen dönemde Myra’daki St Nicholas mezarı
kutsal bir yer olarak kaldı, ta ki 1087’deki
Sarazinlerin (Arap veya Müslümanlar) isyanına kadar.
-Doğu Hıristiyanlığı Türkiye’yi istila eden
Sarazinlerin işgaline maruz kaldı. Tarihlere göre
mezar İtalyan gemiciler tarafından yağmalandı ve
kemikler güney İtalya’daki Bari kendine getirildi.
Ancak İrlandalı tarihçi Philip Lynch olayların
farklı bir versiyonunu bulduğuna inanıyor. Lynch St
Nicholas’ın kurtuluşunun 1169’dan kısa bir süre
sonra İrlanda’ya yerleşen Fransız bir aileye düştüğü
kanısında.
-Callan Miras Derneği başkanı Lynch: ‘Freaneyler
olarak bilinen Frainetler’in Kilkenny’deki
Thomastown yakınlarında arazileri vardı. Fransa’da
da arazileri bulunuyordu. Haçlı Seferleri sırasında
Sarazinlerle dövüşmeye Filistin’e gittiler.
İrlanda’ya Noel Babayı getirenler de Frainetler idi.
Yenildikten sonra geri çekilirken, düşmanın eline
bir şey bırakmaktansa, alabildiklerini aldılar.
Türkiye’deki Myra yöresi boyunca geri çekilirken St
Nicholas’ın gövdesini mezardan çıkardılar.’
-St. Nicholas’ın kalıntılarını o zamanlar Norman
imparatorluğunun bir parçası olan güney İtalya’ya
getirenler Haçlılardı. Kalıntılar Bari’de küçük bir
kilisede kaldı, ta ki Normanlar İtalya’dan
Cenevizliler tarafından zorla çıkarılıncaya kadar.
Aziz Nicholas o zaman da, kalıntıları Frainet
ailesinin Fransız koluna emanet edildiği Fransa’daki
Nice yakınlarına getirildi.
-Bu arada İrlanda’da, Güney Fransa’da Normanların
günlerinin sayılı olmasından korkan Nicholas de
Frainet, Aziz Nicholas’ı Kilkenny’ye taşımaya karar
verdi. Jerpoint’te ona ithaf ettiği Cistercian
Manastırı’nı inşa etti ve 1200’de büyük törenle
Myra’lı St Nicholas Waterford’a ve içine konulduğu
yeni manastıra getirildi. Tarihçi Philip Lynch "St
Nicholas Kilisesi hala duruyor ve zemininde Aziz
Nicholas’ın mezarını işaret eden bir taş blok var"
diyor.
-Şimdi tarım alanları arasında, Newtown Jerpoint
ortaçağ kasabasının kilise kalıntıları tümüyle
duruyor. Bir zamanlar çok geniş bir alana yayılan
manastır arazileri 1540 dağılmalarından sonra
harabeye dönüştü. Ancak mezarın bir bölümü kaldı. Ve
büyük bir taş blok özellikle ayakta duruyor. Orada
taşa sevgiyle kazınmış bulunan bir figürde piskopos
ve iki kişinin daha başları bulunuyor. İki kişinin,
Nicholas’ı İrlanda’ya getiren iki Frainet Haçlısı’na
ait olduğu düşünülüyor: Sembolik üç altın küreyle
çevrilmiş bulunan kişi ise St.Nicholas’ın kendisi
bulunuyor. Bu olağanüstü öykünün bir başka biçimi de
bulunuyor.
-Aziz Nicholas’ın efsanesi sönmeye yüz tutmuşken,
1930’larda Coca Cola tarafından St Nick’i
canlandırmak üzere pazarlama amaçlı olarak yeniden
ele alınıyor ve kırmızı elbisesi, beyaz kürk
süsleri, siyah çizmeleri ve tokalı kemeriyle çağdaş
Noel Baba’ya dönüştürülüyor. Ve bir tesadüf daha:
Coca Cola şirketini kuran bir 19’uncu yüzyıl
bankacısı olan Asa Candler’in ailesinin kökeni Jerpoint, Kilkenny’ye dayanıyor?
Radikal, 14.12.2009
|
YAKUTİYE MEDRESESİ KURTARILDI

Erzurum'daki tarihi Yakutiye Medresesi'nin dış cephe
duvarlarına doğalgaz borularının çekilmesiyle
oluşturulan görüntü kirliliği, söz konusu boruların
ve tesisatın sökülmesiyle ortadan kaldırıldı.
Türk- İslam medeniyetinin önemli eserlerinden olan
ve günümüzde etnografya müzesi olarak kullanılan
Yakutiye Medresesi'ne restorasyon çalışmaları
kapsamında doğalgaz tesisatı çekilmişti. Yüklenici
müteahhit firma, tarihi medresenin zeminden
ısıtılması için kullanılacak doğalgaz tesisatını,
medresenin dış cephe duvarlarından geçirince
'görüntü kirliliği'ne neden olduğu gerekçesiyle
kamuoyunun tepkisine neden olmuştu.
Erzurum Anıtlar ve Rölöve Müze Müdürlüğü, tarihi
medrese binasının kuzeydoğu cephesinin dış
duvarlarına döşenen doğalgaz tesisatını müteahhit
firmaya söktürerek, görsel kirliliğe son verdi.
Anıtlar ve Rölöve Müze Müdürü Suat Bakır, doğalgaz
boru ve sayaçlarının duvardan sökülüp düşük kotta
yeniden yapılacağını söyledi. Bakır, taşınmaz kültür
varlıklarının yerden ısıtılmasının Türkiye'de ve
dünyada yaygın olarak kullanılan bir sistem olduğunu
vurgulayarak, bu sistem içerisinde ısıtma
elemanları, bu sayede görsarının (boru ve sayaç)
tarihi yapıya zarar vermemesi ve görüntü kirliliğine
neden olmaması için tercih edildiğini ifade etti.
Yakutiye Medresesi'nin kuzeydoğu cephesindeki boru
ve sayaçların sökülerek, zemin kattaki tuvaletin
içerisine alındığını belirten Bel, kirliliğin önüne
geçildiğini dile getirdi.
Tarihi yapının duvarlarına çakılan penlerin yerine
ise dolgu taş uygulaması yapılarak meydana gelen
olumsuzluğun giderileceğine değinen Bakır, "Yakutiye
Medresesi'nin dış cephesindeki boruları sökerek daha
düşük kottan tuvaletlere aldık. Dış cephe
duvarlarında oluşan cüzi miktardaki hasar ise
yeniden restore edilecek." dedi. 1840 yılında
çizilen bir gravürlerde tarihi medresenin üzerinin
tamamen açık bulunduğunun ve fener kulesinin
göründüğünü de sözlerine ekleyen Bakır, "Medresenin
ana kubbesi üzerine yapılmış olan fenerin proje
kapsamında iç mekan ışık kalitesini arttırması için
polikarbonat kaplama ile kapatılmıştır." diye
konuştu.
İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcayto zamanında Gazanhan
ve Bolugan Hatun adına Cemalettin Hoca Yakut Gazani
tarafından miladi 1310 yılında yaptırıldı. Selçuklu
dönemi geleneksel mimari tarzı ile yaptırılan tarihi
yapı, dört eyvanlı kapalı avlulu medrese grubunda
yer alıyor. Eyvanlar arasında hücreler yer almakta.
Doğu eyvanın bitiminde kümbet yer almakta. Kümbette
mezar bulunmuyor.
Batı cephesinde yer
alan bitkisel, geometrik motifler ve sembolik
tasvirlerde denge ve simetriye önem verilmiş. Taç
kapısındaki ve hücre kapılarındaki süslemeler
gerekse minaredeki çini süslemeler o dönemde sanatta
gelinen noktayı ve sanata verilen önemi göstermekte.
Medrese, 1900'lü yılların başından, 1980'lere kadar
askeri yapı olarak kullanıldıktan sonra, Kültür
Bakanlığı'na müze olarak devredildi
Erzurum Gazetesi, 14.12.2009
|
"KAYIP KENT ATLANTİS, EGE'DE

Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri
Teknolojisi Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof.Dr.
Doğan Yaşar, 14 yıl önce başladığı "Marmara Sea
Gateway" (Marmara Deniz Geçidi) konulu
araştırmasında kayıp kent Atlantis ve esrarengiz Nuh
Tufanı'nı hakkında bilinmeyenlere ulaştı.
Deniz Jeolojisi ve Jeofiziği Öğretim Üyesi Yaşar,
kayıp kent Atlantis'in, Nuh Tufanı sonucu sular
altında kaldığını ve Girit Adası yakınlarındaki
Santorini Adası açıklarında olduğunu söyledi.
Prof.Dr. Yaşar, dünyanın 18 bin yıl önce küresel
ısınma sürecine girdiğini, Nuh Tufanı'nın da iklim
değişimiyle buzulların erimesi sonucu yaklaşık 13-14
bin yıl önce ve dünyanın en az 20 yerinde meydana
geldiğini, en kuvvetlisinin ise Karadeniz'de
olduğunun ortaya çıkarıldığını söyledi. Yaşar,
tufanın, mitolojide yer aldığı gibi 40 gün 40 gece
değil 200 yıl gibi geniş bir zaman diliminde
sürdüğünü ifade etti.
Atlantis'in tek bir yerde değil, 20'ye yakın noktada
sular altında kalan yerleşim yerleri olduğunu ve
herbirinin "Atlantis" olabileceğini söyleyen
Prof.Dr. Yaşar, "Ancak biz bölgemizdeki Atlantis'in,
Girit Adası'nın 90 kilometre kuzeyindeki Santorini
Adası açıklarında olduğunu düşünüyoruz. Atlantis'ten
tufan nedeniyle kaçanlar Girit ve Midilli'ye
yerleşti" dedi.
Yeni Asır, Haber: Şafak İnce, 14.12.2009
******
KAYIP ŞEHİR ATLANTİS
BULUNDU MU?

Bir grup denizaltı
arkeoloğu, kayıp şehir Atlantis'in bulunduğunu iddia
etti. İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre,
isimlerinin açıklanmasını istemeyen bilim adamları,
"Karayip adalarına yakın bir bölgede" yaptıkları
inceleme sırasında çektikleri fotoğrafları
yayımlayarak, görüntülerin açıkça bir yerleşim
birimine işaret ettiğini ve bu yerleşim biriminin,
hakkında yüzyıllardır pek çok efsanenin dilden dile
dolaştığı Atlantis adası olduğunu açıkladı.
İnsanlık tarihinin en ünlü efsanelerinden biri olan
Atlantis, yüzyıllar önce tüm dünyayı hakimiyeti
altına alan güçlü bir uygarlığın yaşadığı fakat
büyük bir felaket sonucunda yok olduğuna inanılan
bir ada olarak biliniyor.
Milliyet, 18.12.2009
|
SARAYLI'DAKİ TARİHİ EVLER ONARILIYOR
Kültür
Bakanlığı Gölcük Saraylı bölgesindeki 53 tarihi evin
restore edilerek korunmasını kararlaştırmıştı.
Tarihi binaların onarımı için bina başına 30-200 bin
TL harcanacak. Onarım ücretleri, bina sahiplerine
karşılıksız verilecek. İlk olarak Saraylı’da Mehmet
İnan’a ait evin onarımı için 30 bin TL karşılıksız
kredi verilmiş.
Özgür Kocaeli, 14.12.2009
|
'İDAM FERMANI'NA BAKANLIKTAN 20 BİN
Osmanlı saray hazinelerinin açık arttırmayla satışa sunulduğu müzayedede, Sultan V. Mehmed Reşad'ın 1912'de yazdırdığı idam fermanı, Kültür Bakanlığı tarafından 20 bin TL'ye satın alındı. 475 bin liraya alıcı bulan Sultan II. Bayezid'e ait 168 satırlık Vakfiye ise 450 eserin satışa çıktığı müzayedenin en pahalı eseri oldu. Türkiye'de ilk kez bir idam fermanı, Alif Art Antikacılık tarafından satışa sunuldu. Osmanlı ve Karma Sanat Eserleri 'Resulü Pürkerem' başlığı altında dün Ortaköy'deki Esma Sultan Yalısı'nda düzenlenen müzayedede, idam fermanı, 6 bin lira açılış fiyatıyla satışa sunuldu. "İs mürekkebi ile ferman kağıdı üzerine 6 satır divani hatla" kaleme alınan ferman, İzmir Kuvva-i Mürettebe Kumandanlığı'na hitaben yazılmış. Ferman, aşçı Mihailoğlu Tireli Nikola'nın Yunan askerleri ile birlikte çete kurarak cinayet işlemekten idama mahkumiyetini içeriyor. 450 eserin satışa sunulduğu müzayede de Sultan II. Bayezid'e ait Vakfiye 475 bin, Çeyiz Sandığı 270 bin, III. Selim Dönemi 29 adet Tasvir-i Hümayun Koleksiyonu 240 bin, Mehmet Aziz Rifai Efendi ketebeli Hilye-i Şerif'i 120 bin TL'den satıldı. Sultan II. Bayezid'e ait Vakfiye'yi, Sabancı Vakfı Genel Müdürü Hüsnü Paçacıoğlu'nun satın aldığı öğrenildi. Müzayedede toplam 3.5 milyon TL'lik satış gerçekleştirildi. Öte yandan Portakal Sanat ve Kültür Evi'nin düzenlediği müzayedede ise Süleyman Seyyid'in 'Karpuzlu Natürmort' tablosu 1 milyon 300 bin liraya alıcı buldu.
Sultan II. Bayezid'e ait 168 satırlık Vakfiye, müzayedede 475 bin TL'ye alıcı buldu.
Sabah Haber: İlker Gezici, 14.12.2009
|
 |
|
BATTALGAZİ'DE HEYKEL TARTIŞMASI
Malatya'da
Battalgazi İlçesi girişine yapılan Battalgazi
heykeli kaldırılıp yerine çift başlı kartal heykeli
konulması tartışmalara yol açtı.
Belediyenin seçtiği
çift başlı kartal heykelinin birçok açıdan
tartışmalı olduğunu belirten tarihçi-yazar Orhan Tuğrulca, “Malatya üzerine araştırma yapan bilim
adamları bir araya getirilmeli ve sempozyum
düzenlenmelidir. Bu çalışmaların sonunda çıkacak
olan bilimsel öneriler ışığında yeni bir sembol
tasarlanmalıdır” diye konuştu.
Türkiye Gazetesi, Haber: Nihat Abacı, 14.12.2009
|
SÜ SAKIP SABANCI MÜZESİ'NE YENİ ESERLER
Sabancı
Üniversitesi (SÜ) Sakıp Sabancı Müzesi, Osmanlı
dönemine ait 3
yeni eseri
koleksiyonlarına kazandırdı. Yapılan açıklamaya göre, Osman Hamdi Bey’in
"Naile Hanım" portresi
ile Sultan
2. Bayezid’ın Vakfiyesi ve Dünya Hanedanları
Şeceresi, Sakıp Sabancı Müzesi tarafından satın
alındı.
Portakal Sanat ve Kültür
Evi
tarafından düzenlenen müzayededen satın alınarak
müze koleksiyona katılan "Naile Hanım" portresi, SÜ
Sakıp Sabancı Müzesi Resim Koleksiyonu’ndaki yedinci
Osman Hamdi Bey eseri oldu.
SÜ Sakıp Sabancı Müzesi Osmanlı Hat Koleksiyonu’nun
yeni eserlerinden biri de Sultan 2. Beyazıd
Vakfiyesi. Osmanlı tarihine ilişkin önemli bir belge
niteliği taşıyan Vakfiye, is mürekkebi ile yazılan
168 satırdan oluşuyor. 24 santimetre uzunluğunda
ve 475
santimetre genişliğindeki Vakfiye, tuğranın
üzerinde yer alan altın yaldız tahrirli besmelenin
altında, vakıf ile ilgili Hadis-i Şerifler ve dualar
ile başlıyor.
Vakfiye’nin içeriği ise İlyas bin Abdullah
tarafından vakfedilmiş olan vakıf malları ile ilgili
olup, İstanbul ve Çorlu’daki çok sayıdaki
gayrimenkullerin sınırlarını detaylı bir biçimde
çiziyor ve bırakılan bu müesseselerin idaresine dair
şartlar belirtiliyor.
Bursalı Derviş Hasan bin İlyas tarafından 1503
yılında kaleme alınmış olan Vakfiye’nin içeriği,
Osmanlı devlet yönetim felsefesini ve 2. Bayezid
döneminin merkeziyetçi yapısını yansıtması açısından
da önem taşıyor.
Vakfiye ile koleksiyona katılan bir diğer eser ise
16. yüzyıla tarihlenen, Hz. Adem’den başlayarak Hz.
Muhammed’e dek tüm peygamberler ile Sultan 3.
Murad’a dek tüm İslam hanedanlarının sultanlarının
silsilelerini içeren Dünya Hanedanları Şeceresi
oldu. Altın yaldız çerçeveli madalyonlar içine
yerleştirilmiş isimlerin çevresinde, o dönemde
yaşanan önemli olaylar kaydedilmiş. Giriş metninde,
Sultan II. Selim’in emri ile hazırlandığı belirtilen
eser, sanatsal niteliğinin yanı sıra içeriği
nedeniyle tarihi bir belge olarak da önem taşıyor.
Radikal, 14.12.2009
|
TARİHİ BİNA ALEV ALEV YANDI
Fatih'te 5 katlı
tarihi ahşap bina alev alev yandı. Yangın, 5 ilçeden
gelen itfaiye ekipleri tarafından güçlükle
söndürebildi. Olay sonrası tarihi yapı enkaza döndü.
Çevre sakinleri binada oturanların izinsiz ikamet
ettiğini ve yangının kaçak elektrik kullanımı
nedeniyle çıktığını öne sürdü.
Edinilen bilgiye göre, yangın, Sinanağa Mahallesi
Zeyrek Caddesi İbadethane Sokak'ta saat 23.00
sıralarında çıktı.
Henüz nedeni bilinemeyen bir nedenle 5 katlı
tarihi binada yangın çıktı. Alevleri gören
binadakiler evlerini hızla tahliye etti. Yangına
müdahale edemeyen mahalleli durumu polis ve itfaiye
ekiplerine haber verdi. Olay yerine gelen itfaiye
ekipleri yangına müdahale etmekte güçlük çekince
olay yerine Fatih, Bayrampaşa, Beyoğlu, Eminönü,
Bakırköy müfrezelerinden takviye ekipler geldi.
Gökyüzünü kaplayan alevleri itfaiye ekipleri
merdiven araçlarından sıktığı tazyikli su ile
söndürmeye çalıştı. Alev alev yanan binada zaman
zaman ufak çapta göçükler yaşadı. İtfaiyeciler zor
anlar yaşadı. Yangın itfaiyecilerin 1 saatlik
çalışması neticesinde güçlükle söndürülebildi.
Tarihi binada birkaç ailenin ikamet ettiğini
belirten çevre sakinleri, "Bu binada 3 aile
oturuyor. Oturan kişiler birbirleriyle akraba.
Devamlı bu şahıslar elektriği ve suyu kaçak
kullanıyorlar. Bunların ceremesini biz çekiyoruz.
Defalarca Fatih Belediyesi'ne gidip şikayet etmemize
rağmen bir sonuç alamadık. Bu birkaç aylık değil,
5-6 senelik bir sorun. Yetkililer geliyor. Kaçak
elektriği kesiyor ve gidiyor. Hiçbir şey yaptıkları
yok. Yazık! Tarihi bina kül oldu." diye konuştu.
Polis ekiplerinin konuyla ilgili araştırması
sürüyor.
Zaman, 14.12.2009
|
TARİHİ TEKEL BİNASINA İŞADAMLARI TALİP OLDU
Tekel'in Balıkesir'deki eski başmüdürlük binasına Balıkesirli işadamları talip oldu. 17 Aralık'ta yapılacak ihalede 1 milyon lira muhammen bedelle satışa çıkarılacak binayı Balıkesir Ticaret Odası almak istiyor. Balıkesir'de Cumhuriyet dönemi yapılarının en niteliklilerinden biri olan bina, 1920'lerde inşa edildi. Dış cephedeki çini süslemeleriyle farklı bir yapı özelliği taşıyan Tekel binası, kuruluşun özelleştirilmesinden bu yana atıl durumda.
Tekel Genel Müdürlüğü'ne bağlı çeşitli gayrimenkullerin satışa çıkarılacağı ihale 17 Aralık'ta İstanbul'da yapılacak. Binaya yabancı kuruluşların da talip olabilecekleri belirtiliyor. Tekel binasını alan, 3 bin 360 metrekare genişliğindeki arsanın da sahibi olacak. Balıkesir Ticaret Odası Genel Sekreteri Erdoğan Dur, Tekel binasının tescilli olduğunu, yıkılıp yerine başka binanın yapılamayacağını, ayrıca binanın Balıkesir'in yakın tarihine ışık tuttuğunu söyledi.
Erdoğan Dur, "Balıkesir Ticaret Odası 120 yıllık geçmişi olan köklü bir kuruluş. Mevcut idare binamız artık bize yetmiyor, konumumuz gereği şehrin dışında bir idari bina yapmamız da sağlıklı olmayacağı için, Tekel binasını alarak odamız için idare merkezi yapmayı planlıyoruz. Bina Anıtlar Kurulu'nda tescilli ve tarihi bir özelliğe sahip. Bu özelliğini koruyarak restore etmeyi planlıyoruz. Böylece hem bina bir işlev kazanacak, hem de atıl durumdaki tarihi yapı daha uzun yıllar ayakta kalabilecek. Balıkesir kamuoyunu, bizim bu girişimimizi desteklemeye izim bu girişimizi desteklemeye çağırıyorum" diye konuştu.
Yeni Asır, Haber: Devrim Derin, 13.12.2009
|
 |
CHAGALL 98 YAŞINDA BİLE USTA OLDUM DEMEDİ

Bir yanda
rengi “siyah-beyaz”a dönüştürmedeki ustalığı, diğer
yanda pek çok büyüleyici rengi muhteşem bir uyumla
kulllanabilmesi... Resimleri kimi zaman çok mutlu,
şiirsel ve masalsı, kimi zamansa dramatik ve
esprili... Marc Chagall şüphesiz
farklı teknikleri, bitmeyen yaşam enerjisi ve
devamlı sanatın peşinde olmasıyla dünya resminin
büyük ustalarından. Yaşadığı yüzyıl boyunca iki
dünya savaşına ve insanlık tarihinin yaşadığı onca
kara güne tanıklık etmesine rağmen, yaşam sevincini
kaybetmemiş, sanatı her şeyin önüne koymuş, her
sabah merakla uyanmış, yeni şeyler araştırmış,
tekrar resim yapmış, Kızıl Deniz’i aşmış, kendini
zenginleştirmiş ve 98 yaşında bile usta oldum
dememiş...
Sanatçının torunu ve Marc Cahagall Komitesi Yardımcı
Başkanı Meret Meyer ile çikolatayı
çok seven dedesinin yaşamı, sanatı ve Pera
Müzesi’ndeki sergisi üzerine söyleştik.
- Sergiyi ve izleyiciyi nasıl buldunuz?
- Çok güzel hazırlanmış bir sergi. Sergi
salonlarında farklı renkler kullanılmış sanki bir ev
içi gibi, girip oturmaya başlayacakmışsınız gibi...
İnsanların Chagall’la buluşmasını sağlayan bir sergi
olmuş. Umarım Chagall’ın eserlerindeki modern
değerleri görmenizi sağlar. 25 yıl önce ölmüş
olmasına rağmen, değerleri farklı, modern ve
yenilikçi bir şekilde ifade ediyor.
- Chagall Rusya, Fransa, Amerika gibi
ülkelerde yaşadı. Bu farklı mekanlar onun sanatına
ne kattı?
- Ülke seçimi tesadüfi değildi, turistik gezi
yapmıyordu. Eğer doğduğu yerde devam etseydi
yaşamaya, sergisi belki de şu anda İstanbul’da
olmazdı. Chagall Fransa’ya gitme isteğini kendinde
hissetmişti. Fransız sanatının reprodüksiyonlarını
görünce oraya gitmem gerekiyor diye karar vermişti.
Bu onun için bir ihtiyaçtı. Yani çizme isteğini her
şeyin önüne geçirmiş ki, bu engelleri ve sınırları
aşabilmiş. Öyle bir istek varmış ki, öyle bir ışık
ihtiyacı varmış ki, Beyaz Rusya’dan Paris’e kadar
gitmiş. Sonra Amerika’ya gitmek zorunda kalmış.
Aslında oraya asla gitmezdi, hatta Amerika’nın o
deli dolu tarafından nefret ediyordu. Çorapları
farklı giyen insanları anlamıyordu. Ama Nazizm
gelince Fransa’da duramadı...
- Dünya savaşları da dahil yüz yıl boyunca
pek çok tatsız olaya tanık oldu. Bunların ona ne
katkısı oldu?
- Chagall bir inançla kutsanmıştır. Dini bir
inançtan bahsetmiyorum, kendine ve yapmak istediği
şeye olan bir inancı... Politikanın da, ulusal ve
dini gerçeklerin de önüne koymuş sanatını. “Meleğin
Düşüşü” çok dramatik bir resim mesela. Birçok
metafor var, dünyanın farklı ülkelerinin acıları
sembolize edilebilir. Ama renkleri görünce “Ah ne
güzel” de dersiniz. Bu da Chagall’ın gücü... Birçok
okuma yapılabilir onun resimleriyle ilgili,
kesinlikle tek bir okuma dayatan bir sanatçı değil.
Sabah uyandığınızda “Meleğin Düşüşü” başka şey,
akşam başka şey, on yıl sonra başka şey düşündürür
size. Zaten Chagall’ın başarısı da buradan geliyor.
Dünyanın bambaşka yerinde, bambaşka bir zamanda da
olsanız evrensel bir mesj alıyorsunuz resimlerinden.
Neye ihtiyacınız varsa size onu verir. Mutluluk
istiyorsanız mutluluk getirir.
- Tanık olduğu olaylara rağmen yine de
devamlı resim yapıyor. Yaşam sevinci bitmeyen bir
ressam mıydı?
- Tabii içinde bir güç vardı ve o güç onun bu
yüzyılı aşmasını, 98 yıl yaşamasını sağladı. Korkunç
bir çalışma ihtiyacı vardı. Onun ressam olması
gerekiyordu, bu onun göreviydi. Merak etmeye devam
etmesi gerekiyordu. Oturup dinlenemezdi, şikayet
edemezdi, buna vakti yoktu. Her sabah uyandığında
meraklı olmak, devam etmek, başka şeyler araştırmak,
yarın ve ertesi gün tekrar resim yapmak, Kızıl
Deniz’i aşmak, resmini başka bir teknikle yapmak,
kendini zenginleştirmek zorundaydı. Dolayısıyla
hepimiz için önemli bir mesaj bu. Dinlenmemeliyiz,
oturmamalıyız, ileri bakmalıyız... Öğrenmek
istiyordu hep. Hatta 98 yaşında bile usta oldum
diyerek ölmedi. Hep yeni şeyler keşfetmeyi umarak
yaşamamız gerekiyor. Bu anlamda örnek olmalı bize.
- Hem çok renkli, hem siyah beyaz. Sanki iki
farklı dünyayı birleştiriyor gibi...
- Aslında ikisi arasında fark yok. Siyah-beyaz
üzerine bu kadar derin çalışma yapmasaydı, renkleri
de böyle kullanamazdı. Renk kullanıldıkça dönüşüyor
onun resimlerinde. Gravür gibi teknikleri
Rembrandt’tan başka aşan bir ressam yok. Chagall
farklı teknikleri bir araya getirmiş, bunu ondan
önce bir tek Rembrandt yapmış. Işık resimde nasıl
bir etki yaratıyor, dolayısıyla renk nasıl bir etki
yaratıyor. Yani hepsi birbirine bağlı aslında.
- Masalsılık var resimlerinde. Zaten La
Fointaine’in masallarını da resmetmişti. Acaba
Chagall’ın masalla ne gibi bir ilişkisi vardı?
- Masal anlatsa da resimle anlatıyordu onları. Her
masalın bir de mesajı vardır. Masalın mesajını alıp
onu resimlerde tersine çeviriyordu, ilginç olan
buydu. Rüyanın içinden uyanmak da gerekir. Bir taraf
esprili, bir taraf dramatik... Bu iki su arasında
gidip geliyor...
- Aşkın Chagall’ın sanatında önemli bir yeri
vardı. Eşi Bella’yı çiziyordu, yaşadıkları aşkı
resmediyordu...
- Chagall çok büyük bir aşk yaşamıştı. Zaten böyle
bir aşk yaşamasaydı, tüm kişisel tecrübelerine
rağmen bu eserlerini yapamazdı. Sanırım karşınıza o
kadın, bu kadın çıktı diye aşkı keşfetmiyorsunuz.
Hayata karşı böyle bir aşkınız olduğu için öyle bir
kadınla tanışıyorsunuz ve ona kanalize oluyorsunuz.
İkisinin de içinde böyle bir aşk vardı ve ikisi
karşılaşınca bu aşk iyice büyüdü ve çok özel bir hal
aldı.
- Chagall muhteşem bir adam ama bir yandan
da dedeniz. Siz onu nasıl tanımlıyorsunuz?
- Sizin dedeniz nasılsa öyleydi. Çok normal
koşullarda büyüdük biz. Herkes gibi dedemizi
ziyarete gidiyorduk, hiçbir fark yoktu. Ben kendimi
onun sanatına adadım şimdi. O nedenle onunla ilgili
bir şeyler keşfedince bunu Chagall severlerle
paylaşabiliyorum ama kişisel anılarım kişisel
kalacaktır. Büyük bir sanatçı hatırası yok bende,
dede hatırası var. Çikolatayı çok seven bir dede...
Cumhuriyet Dergi, Haber: Şirin Güven, 13.12.2009
|
TARİHİ KERVAN YOLU'NA SİYASETÇİLERDEN DESTEK
Kütahya'nın Simav İlçesi'nde Turizm, Kültür ve
Kalkınma Derneği Başkanı Orhan Nasuhoğlu, ilçenin
ekonomik, sosyal ve kültürel yönden gelişip
kalkınması için bir kurtuluş reçetesi gibi
gördükleri tarihi Kervan Yolu Projesi'ne son dönemde
siyasilerden destek geldiğini söyledi.
İpek Yolu'nun parçası olan ve Marmara ile Akdeniz'i
birbirine bağlayan en kestirme yol olan Kervan Yolu
Projesi'nin hayata geçirilmesi çalışmaları sürüyor.
Dernek Başkanı Orhan Nasuhoğlu, Kervan Yolu için 10
yıldır mücadele verdiklerini, Harita ve Kadastro
Mühendisleri Odası Bursa Şubesi'ne hazırlattıkları
projeye gelmiş geçmiş bütün siyasetçilerin ilgi
göstermediğini, bu nedenle ilçenin gelişip
kalkınamadığını savundu. Nasuhoğlu, son günlerde
ilçede işbaşında bulunan siyasetçilerin ve siyasi
parti temsilcilerinin Kervan Yolu'na ilgi göstermeye
başladıklarını ve bunun memnun olduklarını belirtti.
Nasuhoğlu, Belediye Başkanı DP'li Kasım Karahan ile
DP, AK Parti, MHP ve CHP ilçe başkanları Mehmet
Yörük, Mehmet Yağcı, Ahmet Gündüz ve Kasım Öner'in
bir araya gelerek hazırlanan projeye destek verme
kararı aldıklarını söyledi.
Nasuhoğlu, projenin 2002 yılında Türk Mühendis ve
Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Harita ve Kadastro
Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanlığı'nın teknik
katkıları ile bilimsel hale getirildiğini anlattı
Nasuhoğlu, şöyle dedi:
‘Kervan yolu, 175 kilometrelik Bursa- Simav yol
güzergahındadır. Kervan yolu Balıkesir'in Dursunbey
İlçesi'ne bağlı Gökçedağ Tren İstasyonunu ile
Simav'a bağlı Dağardı Hanlar Mevkii'ne kadar olan 25
kilometrelik bölümdür. Devletin yol yapımı ile sorun
çözülür. Bu yol yapıldığı takdirde Bursa-Simav arası
2.5 saatten bir saate iner.’
Nasuhoğlu, Kervan Yolu Projesi'nin sadece Simav'ın
değil Bursa ve Uşak illeri ile ilçelerinin de
yöresel ve bölgesel kalkınmasına da yardımcı
olacağını anlattı.
Nasuhoğlu, Bursa ile Simav arasını 1 saate indirecek
söz konusu projenin bir an önce hayata geçirilmesi
için Kervan Yolu Köprüsü Yaptırma ve Yaşatma Derneği
kurulduğunu belirterek, “Dernek üyeleri topladıkları
para ile Koca Çay üzerine 7.5 metre genişliğinde, 50
metre uzunluğunda köprü yaparak Karayolları Bursa
14. Bölge Müdürlüğü'ne teslim etti” dedi. Bu
köprünün yapımı aşamasında kendilerinin de bizzat
yer aldığını kaydeden Nasuhoğlu, dernek ve yöre
halkı olarak üzerlerine düşen görevi yerine
getirdiklerini, esas projenin tamamlanması için
şimdi devletin kendilerine el uzatmasını
beklediklerini bildirdi.
Radikal, 13.12.2009
|
MUĞLA'DA TARİHİ EVLERE RESTORASYON
Muğla Valisi
Ahmet Altıparmak, Muğla ve ilçelerindeki tescilli
tarihi evleri ''butik otel'' olarak restore edip,
kültür turizmine kazandırmayı hedeflediklerini
söyledi. Vali Altıparmak ve Bozöyük Belediye Başkanı
Yaşar Gencel, Muğla'nın Yatağan İlçesi'ne bağlı Bozöyük beldesinde restorasyon yapılacak tarihi
evlerde incelemelerde bulundu. Burada gazetecilere
açıklama yapan Vali Altıparmak, kentte çok sayıda
tescilli tarihi ev bulunduğunu, bu evlerin butik
otel olarak restore edileceğini ifade etti.
Altıparmak, ''İstiyorum ki bir sokak iyileştirmesi
yapalım, toplu bir yerde restore edilen evler,
insanları cezbetsin. İnsanlar buraya geldiği zaman
birçok evi aynı alanda görebilsin'' dedi.
Belediyelerin bu konuda kendilerine proje
getirmelerini isteyen Altıparmak, gelen projelerin
değerlendirileceğini kaydetti.
Altıparmak, şöyle konuştu: ''Bozüyük Hacı Şükrü
Evinin yanında dış cephesi çok güzel fakat içi
tahrip olmuş binalar var. Onları da proje kapsamına
aldık. Hacı Şükrü Evini çok cüzi bir paraya
kiraladık. Orası butik otel olarak hizmet veriyor.
Ama çok küçük bir yer. Oda sayısı çok az. İnsanlar
orada butik otelin çalışacağına inanmıyor. Belen
Kahvesi'ni binlerce kişi ziyaret ediyor. O
insanların Bozüyük'e geleceklerini ve bir gece de
konaklayacaklarını düşünelim, Lagina'ya veya
Stratonikeia'ya da götüreceğimizi düşünelim. Bizim
Lagina, Stratonikeia, Bozüyük ve Belen Kahvesi
arasında faytonla veya bisikletle gidilebilecek gibi
bir alan oluşturmak gibi bir fikrimiz var. Bu da
gerçekleşecek olursa o bölge tam bir cazibe merkezi
olur.''
Bozöyük Belediye Başkanı Yaşar Gencel ise beldede
önceki yıllarda ''sokak sağlıklaştırma''
çalışmalarının yapıldığını belirterek, bu kapsamda
Hacı Şükrü Evi olarak bilinen tarihi evin İl Özel
İdaresi tarafından restore edilerek, hizmete
açıldığını söyledi. ''Bozöyük'ün geleceğini kültür
turizminde görürüm'' diyen Gencel, Bozöyük'te ikinci
butik otel olarak düşünülen Cemil Toksöz Konağı ile
ilgili projenin Anıtlar Kurulundan geçtiğini
bildirdi. Başkan Gencel, şunları söyledi: ''Belde de
başlatılan sokak sağlıklaştırılması çalışmaları
kapsamında 99 tarihi ev restore edilecek.
Restorasyon çalışmalarıyla ilgili hazırlanan proje,
Anıtlar Kuruluna sunuldu. Bu kapsamında 45 tarihi
evin çatı ve cephe yenilemeleri yapılacak. Çalışma
yapılan bu alanlar, bir zamanlar ticarethane ve
mesken olarak kullanılıyordu. Lagina ve Stratonikeia
antik kentleri ve Gevenes'te 'Ormancı' türküsüne
konu alan Belen Kahvesi ile orta yerde kalan Bozöyük,
ziyaretçilerin ilgi odağı olsun.'' Gencel, Bozöyük
İlçesi'nin de ''Slow City'' olması için çalışma
başlatacaklarını sözlerine ekledi.
Yeni Asır, 13.12.2009
|

|
TARİHİ MOZAİĞE SERA NAYLONUYLA KORUMA
Yağmurlar sonrası çatısı akan İzmir Arkeoloji Müzesi'nin zemin katında bulunan tarihi mozaiği korumak için sera naylonuyla alınan önlem görenleri şaşırttı. Önceki gün Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın müzeyi gezdiği sırada objektiflere yansıyan görüntü, yaklaşık 30 yıldır hizmet veren Arkeoloji Müzesi'ne çatı onarımı gerektiğini gözler önüne serdi.
Mozaiğin üzerinin seralarda kullanılan naylonla kapatıldığını görenler, "Bu görüntü, İzmir'in gerçekten modern bir müzeye ihtiyacı olduğunu gösterdi" yorumunda bulundu. Bu arada yağmur sularının, mozaiğin üst kısmına ve müzenin çatısının orta bölümüne denk gelen, aydınlatma ve havalandırma amacıyla yapılan cam bölmeden aktığı belirtildi. Yapının taban döşemesinde yer alan mozaiğin yaklaşık 1500 yıllık olduğunu dile getiren yetkililer, yağışın şiddetli olması nedeniyle naylonlu önlemi almak zorunda kaldıklarını belirtti.
Yeni Asır, 13.12.2009
|
MARDİN'DE 'TARİHİ' TOPLU MEZAR

3 bin yıllık antik kent Dara Harabeleri'nde
yapılan kazı çalışmalarında Hz. İsa dönemine ait
toplu mezarlar ortaya çıktı. Mezarda yaklaşık binin
üzerinde insan iskeleti bulundu.
Nusaybin yolu üzerinde bulunan tarihi Dara antik
harabelerinde yapılan kazı çalışmalarında Babil ve
Pers Krallığı'na ait tarihi toplu mezarlar ortaya
çıkarıldı. Toplu mezarda insan iskeletleri olmak
üzere çeşitli hayvan iskeletleri ve tarihi eser
kalıntıları bulundu. Ayrıca Dara'da yapılan diğer
kazılarda yeni su sarnıçları ve antik çağa ait çok
sayıda hayvan figürlerini yansıtan mozaikler de gün
ışığına çıkarıldı.
Tarihi Dara harabelerinde bulunan mezarların gün
ışığına çıkartılması için 5 aydan bu yana
çalışmaların devam ettiğini belirten Mardin Müze
Müdürü Nihat Erdoğan, Babil ve Pers İmparatorluğu'na
karargah olan Dara harabelerinde bulunan tarihi
mezarları ortaya çıkardıklarını söyledi. Erdoğan,
şunları söyledi:
“3 bin yıllık tarihi geçmişi bulunan Dara antik
harabelerinde yapılan kazılarda 3 ay önce toplu
mezarlara ait çok sayıda insan ve hayvan kemiklerine
rastladık. Yapılan kazılarda şu ana kadar binin
üzerinde üst üste konulmuş insan iskeletlerinden
oluşan toplu mezarlar ortaya çıkardık. Dara antik
kentte ‘Nekropol' diye tabir ettiğimiz alanda
yapılan kazı çalışmaları sırasında genç Roma
dönemine ait mezarlar ortaya çıktı. Şu an yapılan
incelemelerde mezarların İsa'dan sonraki yıllarına
ait olduğunu gösteriyor. Ama daha önceki yıllara ait
bulgularda ortaya çıktı. Toplu mezardan ortaya çıkan
kemiklerin analizleri ve DNA'sı daha yapılmadı.
Burada karbon testi yapıldıktan sonra kesin
tarihleri belirlenecek. Nekropol alanda çok büyük
bir kent olması ve garnizon kenti olması nedeniyle
Dara, özellikle coğrafik koşullarında kayaların
oyulması ve onun içinde gömülme olayı ve kaya
mezarlarından oluşmaktadır.”
Dara'da yapılan arkeolojik kazılarda yeni tarihi
kalıntılar keşfettiklerini vurgulayan Erdoğan, Dara
ören yerlerinde yapılan yeni kazılarda antik çağa
ait çok sayıda hayvan figürlerinden oluşan mozaikler
ve su sarnıçlarını ortaya çıkardıklarını bildirirken
şöyle dedi:
“Ortaya çıkan kalıntıların tarihlemeleri ve
üzerindeki tipolojik yapıları MS 200-
300 yıllarına ait olduğunu tahmin ediyoruz. Şu anda
inceleme aşamasındayız. Zeugma'dan sonra Dara'da en
büyük mozaik alanlarını keşfettik. Önümüzdeki yıl bu
konuda yoğun bir kazı çalışması başlatarak
mozaikleri gün ışığına çıkartacağız.”
Radikal, Haber: Nezir Güneş, 13.12.2009
|
SABETAY SEVİ MÜZESİ AÇILIR MI?

İkiçeşmelik yokuşunu tırmanırken, başınızı sola
çevirdiğinizde adeta bombalanmış, savaştan geriye
anı kalmış bir bölge gibi duran Azizler Sokağı’yla
karşılaşıyorsunuz. Yıkık dökük binaların ardından
İzmir’in ilk yerleşim yerlerinden Agora
kalıntıları görünüyor. Bu manzaranın en önünde
duran, iki-üç duvarı ile zar zor ayakta durabilen
bina ise, bugünlerde tüm dikkatleri üzerine çekiyor.
Kültür ve
Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’ın müze olma ihtimalinden
bahsettiği İzmir’deki o tarihi bina, 17’nci yüzyılda
kendini mesih ilan eden İzmirli
Yahudi Sabetay Sevi’nin evi...
En az 400 yıllık olduğu tahmin edilen eve
yaklaşırken, çökeceğini düşünseniz de mağaraya
benzeyen iç bölümü, delhizleri, mum isiyle kararmış
duvarları merakla insanı içine çekiyor. Uzun yıllar
Sabetay Sevi’nin olup olmadığı tartışma konusu olan
evin hikayesini anlatalım...
Hikayeyi araştırırken bulduğumuz,
Türkiye’de bu konuyla ilgili bir numaralı adres
olarak gösterilen kişi kimliğini açıklamak istemiyor
ama 2006’dan bu yana yaptığı araştırmaları ve
görüşülebilecek adresleri paylaşıyor.
İstanbul’da yaşasa da sık sık İzmir’e geliyor.
Evin kurtarılması için Facebook’ta sayfa bile
oluşturulduğunu söyleyerek başlıyor hikayeyi
anlatmaya:
-15 Kasım 1925 tarihli Resimli Dünya gazetesinde,
Lambat Sokağı’nda bulunan Sabetay Sevi’nin evinin,
Hayim Katan adlı bir
Musevi’ye it olduğunu ve de içinde Çikurel
ailesinin ikamet ettiği belirtiliyor. 1949’daki ev
sahibi Hayim Katan’in ailesiyle beraber
İsrail’e göç etmesiyle birlikte eve
çingeneler
yerleşiyor. 1990’larda ayakkabı atölyesi olarak
kullanılıyor. Daha sonra terk ediliyor, harabe ve
çöplük haline geliyor. İzmir Büyükşehir
Belediyesi’nin projesi doğrultusunda etrafı yıkılıp
temizleniyor. Bu evin yeri yazılı kaynaklarca 84 yıl
öncesinden itibaren tespit edilmiş.
-İnternet yoluyla vaktiyle bu evde yaşamış olan aile
fertlerine ulaştım. Son 50 yıl içinde evi ziyaret
etmiş ve bana anılarını anlatmak isteyen yedi
kişiyle temas ettim. İsrail’in İkinci Cumhurbaşkanı
olacak olan Yitzhak Ben-Zvi’nin 1940’larin başında
evi ziyaret ettiğini öğrenmem, son 50 yılda bu evin
restorasyonu için sekiz değişik teşebbüste bulunulup
bunların başarısızlıkla sonuçlanması ve vaktiyle
burada kalmış çingenelerin evin “mübarek” bir
şahsiyete ait olduğuna inanıp mumlar yakıp dua
etmeleri beni en çok şaşırtan şeyler oldu.
- Umarım bu ev artık hak ettiği ilgiyi bulur ve
İzmir’in kültürel hayatına kazandırılır. Konunun
herhangi bir açılımla irtibatı yok. Eğer İstanbul’da
Kültür Bakanlığı’na bağlı bir Adam Mickiewicz Müzesi
varsa,
Tekirdağ’da Rakoczi Müzesi varsa İzmir’de
Sabetay Sevi Müzesi neden olmasın? Böyle bir şey
çoktan gerçekleşmeliydi.
Amerika Furman Üniversitesi’nin Tarih Bölümü’nde
görevli Doç.Dr. Cengiz Şişman başta İstanbul ve
İzmir’de olmak üzere 60-70 bin Sabetayist
bulunduğunu ve 4 bin kadarının ritüelleri
sürdürdüğünü anlatan Şişman, evin yurtdışından
“görünüşünü” şöyle anlattı:
-“Uluslararası akademik camiada evin korunması
gerektiğine dair kuvvetli bir kanı var. Evin ne
olarak kullanılacağı konusunda, hem Yahudi
vatandaşlar hem de Sabetayist kökenliler hassas.
Yahudiler tarihlerinin “karanlık” bir sayfasını
tekrar hatırlamak istemiyorlar, seküler
Sabetayistler bu tarihi geride bırakmak istiyor,
“inananlar” ise gereksiz bir şekilde dikkat çekmek
istemiyor. Zaten daha önce birtakım somut adımların
atılmasını engelleyen de bu hassasiyetler.
Sabetay Sevi kimdir?
17’nci yüzyılda İzmir, Agora’da doğdu. Osmanlı
döneminde 1665’te kendini mesih ilan etti, Yahudi
din adamları da onu hain ilan etti. Yargılandı,
idamdan kurtulmak için Müslümanlığı seçti. Bu
görünüşte bir Müslümanlıktı. İzmir ve Selanik’te
yoğunlaşan cemaati, uzun yıllar dış görünüşte
Müslüman, içte Sabetay inancına sahip bir hayat
sürdü.
Cemaat, cumhuriyet döneminde kapalı yapısından
zaman içinde sıyrıldı.
Milliyet Pazar, Haber: Banu Şen, 13.12.2009
|
BİZANSLI KADININ DA ADI YOK AMA YÜZÜ VAR

Kafatası silikonla yüzlendirilen ve gerçeğine çok yakın bir görüntü elde edilen Bizanslı kadın bugünkü Yenikapı semtinde yaşıyordu.
Yenikapı’daki kazılarda bulunan 177 Bizanslıya
ait iskeletler üzerinde yapılan araştırma
Bizanslıların ortalama yaşam sürelerinin 35 ile 40
yıl arasında olduğunu ortaya koydu.
Marmaray metro projesi kapsamında
Yenikapı’da sürdürülen arkeolojik kazılarda
bulunan 177 Bizanslıya ait iskeletler üzerinde
yapılan araştırmada ilginç sonuçlar elde edildi.
Bizanslıların ortalama yaşam sürelerinin 35 ile 40
yıl arasında olduğu belirlenirken, erkeklerin
boyları ortalama 169, kadınların boyları ise
ortalama 155 santimetre olarak ortaya çıktı.
İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü adına
çalışmayı yürüten Dr. Mehmet Görgülü, çalışma
tamamlandığında Anadolu iskelet koleksiyonu ve
Anadolu insanı DNA bankasını kurmak istediklerini
söyledi.
Daha önce Neolitik Dönem’e (Cilalıtaş Devri) ait 8 bin 500 yıllık bir iskelet de bulunan Yenikapı Marmaray istasyonu inşaat alanında bugüne kadar yapılan çalışmalarda ulaşılan Bizans devrine (MS 395-1453) ait 177 insan
iskeleti incelendi ve adli paleodemografik yapısı
çıkarıldı. İskeletler üzerinde yapılan incelemelerde
kemikleri incelenen kişilerin yaşı, cinsiyeti, vücut
yapısı, sosyoekonomik durumu, beslenmesi, meslekle
ilgili stresleri, alışkanlıkları, travma ve
patolojileri değerlendirildi. Çalışmayı yürüten ve
konuyu doktora tezi haline getiren Dr. Mehmet
Görgülü, bu sonuçların Anadolu toplumları için
önemli veriler olduğuna dikkati çekti. Görgülü,
devam eden araştırmanın şu ana kadar tespit edilen
sonuçlarını şöyle açıkladı:

- Bizanslı kadınların
kafatası genişliği 78.13, erkeklerin kafatası
genişliği ise 72.50 milimetre olarak hesaplandı.
Tipik Türk kafatasının 84 milimetre olduğu var
sayılıyor. (Kafatasında göz çukurundan arka
çıkıntıya kadar olan tek taraflı genişlik)
- Bebeklerin sağlıklı beslenemediği ve bebek
ölümlerinin çok fazla olduğu tespit edildi. Yüzde
53’ü 0-5 yaş arasında ölüyor.
- Bizanslı yetişkinler deniz ürünleri ve meyve ile
besleniyor. Doğal beslenmeden dolayı hastalıklı ölüm
sayısı az. 20’lik dişlerinin günümüz insanlarından
sağlam olması sert beslenmelerinden kaynaklanıyor.
Ölüm nedenleri kesici, delici aletler.
- Tıp alanında ilerlemişler. İki kemik kırığı
tedavisi yapılmış. İskelette kemiklerin iyi derecede
kaynadığı görülüyor.
- 2 kafatası özel olarak delinmiş. Bu tıbbi bir
operasyon izlenimi veriyor ya da cin çıkarma ritüeli
yaşanmış.
- 2 kemikte tümör tespit edildi. Kemik kanseri
bugün de az görünen bir hastalık. O dönemde de aynı
oranda var olduğu görülüyor.
- Enfeksiyona bağlı ölüme rastlanmadı.
- Anne olma yaşı ortalama 17.
- Ortalama yaşam süreleri 35-40 yıl. 60 yaşına
kadar yaşama şansı yüzde 1.
- Kemiklerde aşırı kireçlenme var. Bu da ağır
işlerde çalıştıklarını gösteriyor. Boyun ve
bel fıtığı rahatsızlığı çok yaygın.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 13.12.2009
|
SANATÇILAR GREVE TAKILINCA SERGİ ASKIYA ALINDI

İki hafta önce Türkiye eczacıların
greviyle meşguldü. Kuşkusuz acil ilaç ihtiyacı
olanlar bu durumdan etkilendi ama aynı günlerde bir
başka grev daha vardı sanat dünyasını etkileyen.
Fransa’da seksen kültür sanat kurumunun desteklediği
Pompidou greviydi bu.
23 Kasım’dan beri Centre Pompidou çalışanlarının
sürdürdüğü grevin toplam seksen kültür-sanat
kurumunun da desteğiyle genel greve dönüşmesi
Paris’teki sanat etkinliklerini durma noktasına
getirdi. Grevin gerekçesi net: Kültür Bakanlığı’na
bağlı ulusal modern sanat müzesi Pompidou
çalışanlarının yüzde 44’ü önümüzdeki on yıl içinde
emekliye ayrılacak ve
yeni
alınan kararla emekliye ayrılan her iki kişi yerine
sadece bir kişi istihdam edilecek.
Greve katıldıkları her günün maaşlarından
kesilmesine aldırmadan topluca iki haftadır iş
bırakan kültür-sanat emekçileri nedeniyle
Fransa’da Türkiye Mevsimi’nin de önemli bir
projesi açılmasına bir gün kala iptal oldu.
Pompidou’daki Bibliotheque Kandinsky’nin
düzenlediği Uluslararası Sanatçı Kitapları projesi
(Artist Book International) kapsamında Türkiye’den
Art-ist, Pist ve BAS’in yayın ve projeleriyle cuma
günü başlaması gereken etkinliklerde Türkiye’de
sanatçı kitapları üstüne bir tartışma
düzenlenecekti.
Pompidou’dan Yekhan Pınarlıgil’in küratörlüğünde
açılması gereken ve Türkiye’den on üç sanatçının
yapıtlarına yer veren ‘Elzem Kitaplar’ sergisinin
açılışıysa grev sonuna dek ertelenmiş durumda.
Fransa’da Türkiye Mevsimi kapsamında 14 Aralık
günü Pompidou Müzesi’nin şef küratörü Christine
VanAsche ve İKSV’nin iki yıldır üzerinde çalıştığı
Türkiye’den video gösterim, performans, tartışma ve
atölye çalışmalarına yer verecek VideoSezon programı
ise grev yüzünden 29 Mart tarihine kaydırıldı.
3 ve 4 Aralık tarihlerinde Paris’e giden sanatçılar
grev nedeniyle projelerinin ertelendiğini
öğrendiler. Türkiye’den giden sanatçılardan Banu
Cennetoğlu haberi ayağının tozuyla indiği Paris
Havaalanı’nda öğrendi. Türkiye’den giden sanatçılar
Halil Altındere, Azra Tüzünoğlu, Banu Cennetoğlu,
Philippine Hoegen, Cevdet Erek, Vahit Tuna, Didem
Özbek ve Osman Bozkurt’un yanı sıra Uluslararası
Sanatçı Kitapları projesine katılmak üzere
Çin,
ABD ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerinden Paris’e
gelen birçok yapımcı ve sanatçı da ertelenme
haberini Paris’te öğrendiler.
Pompidou Müzesi Direktörü bu zor durum karşısında,
açılışın olması gereken gün olan 4 Aralık tarihinde
müzenin hemen yanında yer alan, sanatçıların uğrak
yeri, Paris’in Urban’i, meşhur Cafe Beaubourg’da tüm
sanatçı ve yapımcıların davetli olduğu bir özür
partisi düzenledi.
Türk Mevsimi bu grevden etkilenmiş olsa da şahsen
kültür sanat emekçilerinin haklı davalarında
yanlarında olduğumu naçizane belirtmek isterim.
Hürriyet Pazar, 13.12.2009
|
TARİHİ KÖŞK RESTORE
EDİLİYOR
Bilecik'in Bozüyük
İlçesi'nde tarihi Albay Çolak İbrahim Bey Köşkü'nün
restorasyonu için ihale hazırlıkları başladı.
Bozüyük Belediye Başkanı
Ahmet Berberoğlu'nun gayretiyle, Ertuğruloğlu
İbrahim Selami Çolak'a ait olan tarihi yapı, bu
kişinin oğlu Ertuğrul Çolak tarafından tarihi dokusu
bozulmamak şartı ile müze, konukevi, sosyal ve
sportif mekan, huzurevi gibi hizmetler için
kullanılmak şartı ile 2002 yılında Bozüyük
Belediyesi'ne bağışlandı.
2008 yılında toplam
3735 m2 olan alana sahip tarihi binada rölöve ve
restitisyon çalışmalarıyla birlikte çatı tamiri
yapıldı. Tarihi köşkün ilçeye kazandırılması için
gerekli restorasyon projeleri hazırlandı ve bu
projeler Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu tarafından da onaylandı. Şu anda
maliyet hesaplaması yapılırken, Albay Çolak İbrahim
Bey Köşkü'nün tadilatının 2010 yılında bitirilmesi
hedefleniyor.
Restorasyon çalışmaları
için yakında ihale yapılacağı öğrenildi.
Bilecik Kent Haber,
12.12.2009
|
|
Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):
İKİBİN(S)ON
|
İSTANBUL 2010 İSTANBULLULARINDIR
İstanbul anlı
şanlı ‘kültür başkenti’ olacak. Pek yakında.
‘Görkemli’ bir açılışla başlayacak. Ocak ayında bir
kış gecesi. Yüzbinlerce İstanbullu ‘seyredecek’.
Meydanlara çıkacak imkanı bulanlar TV’lerde
gördükleri starları dinleyecekler. Yüzlerce, belki
binlerce havai fişek patlayacak. Kaç tane olduğunu
ertesi günkü basın bültenlerinden öğreneceğiz.
Fener/mehter alayları düzenlenecek. 2010 açılışı
savuşturulmuş olacak. Hayat eskisi gibi akacak.
İstanbulluların parçası olacağı bir büyük eğlence
planlanmıştı. Kent, her yaştan boydan insanla “ben
İstanbul’um, buradayım” diye (el) aleme ilan
edecekti. Az havaifişek (burada C. Mansur’un
olağanüstü cümlesi hatırlanmalı: ‘İstanbul’da havai
fişek ve Carmina Burana moratoryumu ilan
edilmeli’) çok piroteknik (ateş, alev, dumanın
tasarlanması) kullanılacaktı. Ta Pendik’ten
Beylikdüzü’ne, Üsküdar’dan Kazlıçeşme’ye
meydanlar temalı sahnelerle olaya katılacaktı.
Bostancı’dan Kadıköy’e, Taksim’den Eminönü üzerinden
Sultanahmet’e İstanbulluların, okul öğrencilerinin,
amatör müzisyenlerin, sporcuların dev kuklalarla
yürüyeceği geçitler düzenlenecekti. Şenlik
bittiğince, müzeler, sanat mekanları, eğlence
yerleri sabaha kadar ‘İstanbul 2010’a açık’
diyecekti. İstanbul 2010 topyekun bir eğlenceyle
başlayacaktı. Olmadı.
Oysa, hazırlık bitmişti. 15’e yakın teklif
alınmıştı. Pek çoğu daha önce büyük şenliklerde
kendini ispatlamış firmalardan. 2010 Ajansı’nda bir
de komisyon kuruldu. Kriterler saptandı.
Değerlendirmeler yapıldı. Türk şirketlerinin
Fransız, İspanyol, İtalyan şirketleriyle beraber
çalışacağı bir konsorsiyumun oluşması desteklendi.
Böylece bilgi aktarımı yapılacaktı. Tutanak tutuldu.
İmzalar atıldı. Kitap gibi şartname hazırlandı.
Hepsi 2 ay sürdü. Sonra ne olduysa oldu 2010
yönetimi işi belediyenin Kültür A.Ş.’sine verdi.
Komisyon Dışlandı. Bir aydan fazla zaman Açılıştan
haber alınamadı. Sonunda kabul edilen proje kuşa
çevrildi. Aşağıdakilerden hiçbirini göremeyecek,
geçitlerde yürüyüp söyleyemeyeceğiz. Birlikte,
sahiden eğlenmek için bir fırsat daha kaçmış olacak.
2010’a gelince bedbin olmak için neden yok. Nice
doğru iş hala yapılabilir. Yeter ki biz,
İstanbullular kentte olup bitene sahip çıkalım.
Açılış gecesinde şimdiden iyi eğlenceler.
Kişisel not: Yukarıdaki hazırlıkların tümünü en
baştan yönlendirdiğim için işin kalitesi bozulduğu
anda istifa ettim. İlkeler söz konusu olunca istifa
farz olur. Gereğini yaptım. Yeri geldi, vakit
geçmeden açıklamak istedim.
Radikal, Yazı: Serhan Ada, 12.12.2009
******
İSTANBUL RESMEN 2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi 1. Başkan
Vekili Ahmet Selamet, 2009
Avrupa Kültür Başkenti olan
Litvanya’nın Vilnius kentinde, 2010 Avrupa
Kültür Başkentliği unvanını teslim aldı.
Büyükşehir Belediyesi’nin açıklamasında, Vilnius
Resim Galerisi’ndeki törene, Selamet’in yanı sıra
diğer 2010
Avrupa Kültür Başkentleri olan
Macaristan’ın Pecs Belediye Başkanı Zsolt Pava
ve
Almanya’nın Essen Belediye Başkan Vekili Rudolf
Jelinek ile 2011 Avrupa Kültür Başkenti Tallinn
Belediye Başkanı Edgar Savisaar ve 2014 Avrupa
Kültür Başkenti Riga Belediyesi Meclis Başkanı Nils
Usakovs katıldı.
Ödülü alan Selamet, 2010’da
İstanbul’u bir kongre merkezi, tarihi ve
turistik merkez haline getirmeyi amaçladıklarını
söyledi. Selamet ayrıca, 2010 Avrupa Kültür
Başkentliği payesini en iyi şekilde taşıyacaklarını
ve değerlendireceklerini ifade etti. Törende, 2010
Avrupa Kültür Başkentleri İstanbul, Pecs ve Essen’e
ödülleri takdim edildi.
Milliyet, 13.12.2009
******
VAR MISINIZ?
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı, prestijini kurtarmak için, kolları ülkeye
sarmış bir kirliliğin bağrına kendini teslim etti.
Üst üste yaşanan ‘yolsuzluk, iş bilmezlik,
rant avcılığı, yandaşlara iş
güzellenmesi, istifa’ haberlerine, geçtiğimiz
günlerde yenileri eklenmiş ve üst düzey iki yönetici
daha, yine gerekçelerini açıklamadan, sessiz-sedasız
koltuklarını terk etmişlerdi.
Boşalan iki koltuğa, yine ajansın
yürütücülerinden olan iki zat apar-topar atandılar.
Korhan Gümüş ve Vecdi Sayar.
Bu iki isim demokratik kamuoyu için bildik
isimler!
Korhan bey mimar, yıllardır bu alandaki çalışmaları
ile bilinir.
Vecdi Sayar ise bir sanat pazarlamacısı, paylaştırıcısı (!) o
da yıllardır tanınır, bilinir.
İki ismin buluştuğu ortak çizgi ne diye
sorarsanız, ikisinin de geçmişlerinde örtüşen
siyasal yaşamları diyebiliriz.
Beyler, dünyamızda ‘solcu’ bilinirler!
Korhan Bey ‘mimari dokunun bozulmaması ve
tarihsel-kültürel kalıtların insanlık için yaşamsal
önemleri’ üstüne yazar-çizer kavga eder!
Ama nasıl oluyorsa, AKP’li Beyoğlu Belediyesi’nin vazgeçilmez mimarı
olarak hayat bulur.
2010 Ajansı kurulur kurulmaz da her kurum ve
bireyden önce, o yapıya hemen eklemleniverir.
Eee fırsat bu, kaçar mı?
Sanat alanlarındaki yarılmayı derinlemesine
büyütmenin açık adresi olan 2010 AKB ajansı, elbette bu beye hiç itiraz
etmez ve yürütmede görev almasının önünü açar.
Vecdi Bey, asal işi olan festival organizasyonlarının başına
geçmeden önce, CHP’li bakanların vazgeçemediği bir
kültür elçisidir! Cumhuriyet gazetesinde her hafta sanat
alanları ile ilgili inciler döktürür!
Akıl yenileme ile, önüme düşen gerçekleri
paylaşalım.
Vecdi Bey, Özerk Sanat Konseyi içinde uzunca zaman
‘mücadele etmiş’, sanatın özerkliği için ‘çabalar’
harcamış biri olarak, kendi siyasal kimliğini ve
sanat anlayışını 2008 yılında Mimarlar Odası'ndaki
Özerk Sanat Konseyi toplantısında dışa vurmuştu.
“Benden bu kadar arkadaşlar, önümüzdeki dönem
yapmayı planladığım daha başka şeyler var. Daha
geniş bir ufuktan hayatı algılamanın peşindeyim.
Seçim sonuçlarına göre de, ülke gerçeği açısından
da, ben daha fazla burada kalamam” demiş apar-topar
Özerk Sanat Konseyi yürütmesinden çekildiğini ifade
etmişti.
Çok geçmeden sesi, AKP Beyoğlu Belediyesi'nden
yükseldi.
Ne yapsın ülke gerçeği!
2010 Ajansı kurulur kurulmaz da hemen AKP
yağdanlığına elini uzatmış, birden fazla proje üreterek, sanata katkının peşine
düşmüştü!
Ardından CHP’li Antalya Belediyesi tarafından, Antalya
Altın Portakal Film Festivali genel
direktörlüğüne getirildi.
Şaşırmadık. Ne de olsa adam vazgeçilmez bir
donanıma, birikime sahipti!
Ve şimdi, 2010 Ajansı’nın vazgeçilmezi durumunda
olmasına da hiç şaşırmış değiliz.
Nasıl olsa beyimiz için fark etmiyor, AKP için,
CHP için fark etmiyor, ülke için fark etmiyor.
Kendini halen ‘solcu’ sayan, bu devşirme dünyanın
liboşlarınca fark etmiyor!
Korhan Bey de AKM tartışmasının iyice kızıştığı
günlerde, aklı taze(!) birkaç yardımcısıyla, yine
Mimarlar Odasındaki bir toplantıda çıktı karşımıza.
Koruma Kurulu kararlarına rağmen, Ajansın
birilerine el altından ihale edip çizdirdiği o akıl almaz
projeyi savunuyordu.
Hem de ne savunma, sanki kendi çizmiş!
‘Bu proje çağdaş bir anlayış içerir. Kültür
merkezi dediğiniz yer, hepimizin ortak kullanım
alanı ise; içinde lokanta olmasında, mimari
özelliklerinin günümüz koşullarına göre
değiştirilmesinde hiçbir sakınca yoktur”
Vay vay vay:
Bunu söyleyen zat, tarihsel ve kültürel dokunun
korunması konusunda nutuklar atmış, yazılar yazmış
bir zat!
O toplantıda kavga büyümüş, “sen yanındaki tayfa ile
koruma kurulu kararlarına karşı AKP sözcülüğü
yapıyor, sanat örgütleri ve sanatçıların istemlerini
kurnazca öteliyor, utanmadan mesleğini de buna
alet ediyorsun” demiştim.
Bağıra çağıra ve Mimarlar Odası'nı suçlayarak.
tabanları yağlamıştı!
“Burası siyasi oyunların oynandığı bir yer olmuş”
Beyimizin kara aklı, siyasi oyunların ne olduğuna
iyi çalıştığından olsa gerek, sözü orada tükenmişti!
Şimdi bana göre, sanat alanlarındaki talan,
yalan, karalama, yarılma, sahtecilik,
yolsuzluk ve devşirmenin adresi olan 2010 AKB
ajansında, bu iki bey yürütmenin başındalar.
Önümüzde “Atatürk Kültür Merkezi’nin 2010 için
tadilatının yapılıp açılması” dayatması var.
Muhataplarımız da bu beyler.
Ama, yok öyle yağma hasanın böreği! şimdi işleri daha
zor.
Biz yine ortak bir sesle, durduğumuz yerde
duruyoruz.
Ortada, KÜLTÜR SANAT-SEN başvurusu ile alınmış
bir ‘yürütmeyi durdurma kararı’ var.
Bu sonuç, koruma kurulu kararı ile tescillenmiş
bir mimari yapıda neler yapılıp yapılamayacağını
karar altına almıştır.
Bunun üstünde yalnızca yargının tasarrufu
olabilir, bir de taraf olarak bizlerin.
2010 gelip kapınıza dayandı.
Salonsuz kaldığınız için tutuştuğunuz şu aşamada,
o binada yapmak istediklerinizi yargı kararlarını es
geçerek ve bizlere danışmadan YAPAMAZSINIZ.
Ancak bizler, işinizi zorlaştırmanın peşinde
değiliz, hiç olmadık.
Biz, halkın ortak değerlerine sahip çıkmasının
sesini yükselttik. Bu yüzden de bu gün, bu
duyarlılık ve kararlıkla, göndereceğiniz
temsilcilerle MASAYA OTURMAYA HAZIRIZ.
Üç koşulumuz var.
1-Binada tadilat ve onarım, Koruma Kurulu
kararlarına göre yapılmalı ve bu çalışma hemen
başlatılmalıdır.
2-Bina, söz konusu işlemler biter bitmez, asal
sahipleri olan OPERA-BALE-SENFONİ ve TİYATRO
İstanbul müdürlüklerine derhal teslim
edilmelidir.
3-Bütün bunları tanımlayan, KÜLTÜR SANAT-SEN,
MİMARLAR ODASI, TOMEB ve ÖZERK SANAT KONSEYİ ile
2010 AKB Ajansı arasında bir protokol yapılmalı ve
kamuoyuna duyurulmalıdır.
Var mısınız?
Haber Sol, Yazı: Orhan Aydın, 15.12.2009
******
İSTANBUL İÇİN ÖNEMLİ BİR DENEYİM

İstanbul’da
yöneticilerinin ve çalışanlarının olağanüstü
gayretleri sayesinde ayakta duran birkaç tanesini
dışında, neredeyse kamunun tüm kültür kurumlarının
sorunlar yaşadığı, bunlar için özelleştirmekten
başka bir model ortaya konamadığı bilinen bir durum.
Bu durumda beğenelim ya da beğenmeyelim, yeterli ya
da yetersiz bulalım, özel bir yasayla oluşturulan
2010 Ajansı gibi çok aktörlü bir
kurumsal yapı değerlendirilmesi gereken önemli bir
fırsattır. İstanbul 2010’da bir ilk
deney yaşanıyor. Çok eksiklikleri, yanlışları var.
İstanbul 2010 programında yer alan kent için
öylesine önemli projeler var ki, bunların öngörülen
süreler içinde tamamlanması bile kentin
Avrupa Kültür Başkenti olarak eşsiz bir
deneyime evsahipliği yapması için bence yeterli.
Burada yalnızca birkaç tanesini örnek vermek
istiyorum.
Yenikapı’da keşfedilen gelecek
Marmaray kazıları nedeniyle kentte heyecan verici
arkeolojik keşifler gerçekleştiği biliniyor.
Dünyanın bir çok yerinden bilim insanları bu
keşifleri izliyor. Uluslararası medya çok geniş yer
veriyor. Ama henüz kent halkı bu keşifler hakkında
tam bilgi sahibi değil. Bu bilginin ilkokullara
kadar ulaştırılması lazım. Bu kazılarda ortaya
çıkarılan Theodosius Limanı,
Mısır’dan gelen tahıl için inşa edilmiş. Bu liman
aynı zamanda kentin Avrupa ve Akdeniz’in siyasal
başkenti olmasına işaret ediyor. 2010’da kentin bir
zamanlar Avrupa’nın siyasal başkenti olduğunu
yeniden keşfetmek bence mutlu bir tesadüf. Bu
keşifler, ‘Yeraltındaki Devrim’
başlığıyla 2010’da İstanbul’da ve Avrupa’da
sergilerle tanıtılacak. Ancak yapılacak iş bunlarla
sınırlı değil. Yenikapı Avrupa’nın en büyük transfer
merkezine dönüşecek. Kentin var olan yerleşim
yapısını tümüyle dönüştürme potansiyeli taşıyan bu
proje için yeni bir şehircilik deneyimi
geliştiriliyor. Kent için hayati önemdeki bu projede
kamusal süreçleri entegre eden, ilişkisel bir
zeminde yaratıcı düşünceye açan bir program
hazırlandı. Bir bakıma bu proje yalnızca kentin
geçmişinin değil, geleceğinin de keşfine işaret
ediyor.
Kentte ilk defa sahipsiz kalmış kamusal mekanlar
için yıllarca metruk bırakmak veya özelleştirmek
dışında bir alternatif ortaya çıktı. İstanbul
uluslararası doğalgaz ağına bağlandıktan sonra
belediyeyi İstanbul’da havagazı üretmeye kimse
zorlayamazdı. Tek örneği kalan
Hasanpaşa’daki
gaz fabrikası bu nedenle ya otobüs hurdalığı oldu,
ya da dönüştürülmesi için özel girişimin talip
olması beklendi. Kentin bu kadar değerli bir
alanının değil yirmi, bir sene bile böyle kalmasının
verdiği zarar inşaat bedelini defalarca geçer. 2010
yılında Gazhane, kente ‘yeniden
enerji verecek!’.
Burada söz konusu olan, yalnızca İstanbul’da
yalnızca bir takım tarihi yapıların onarılması
değil. Evet, önemli bir endüstri arkeolojisi örneği
olan ve yıllardır kentin Anadolu yakasında atıl
vaziyette kalmış bulunan
Hasanpaşa Gaz
Fabrikası restore edilecek. Bu dönüşümde
tarihi gazhane yalnızca bir restorasyon konusu
olarak değil, aynı zamanda kentin ihtiyaç duyduğu
kültürel programların, istihdam yapısının
geliştirilmesine yönelik bir pilot yaratıcılık
merkezi olarak ele alınıyor. Gençlerin eğitimi için
burada etkinlikler planlanıyor. Kentin küçük üretim
yapısının yaratıcı endüstrilerle ilişkisini
güçlendirmek için ‘Tasarım Destek Ağları’
projeleri uygulanıyor.
Yenilikçi kültürel miras yönetimi
1985 yılından beri Dünya Mirası Listesi’nde içinde
yer alan Tarihi Yarımada’daki
bölgeler ilk defa, 2010 yılında bir yönetim planına
kavuşuyor. Dünyada tarihsel topografyası içinde
kalmış en büyük sur varlığı bu deneyim içinde
korumaya alınıyor. Bu çabalar sayesinde İstanbul’un
dünya kültürel miras alanları
UNESCO’nun
tehdit altındaki miras listesine alınma tehlikesi
savuşturulabilecek. Bütünlükçü bir alan yönetimi
planı içinde korunacak. Bu kapsamda ve
UNESCO Dünya Mirası Merkezi’nin önerileri
doğrultusunda Eminönü Tarihi Yarımada
Sirkeci Bölge İyileştirme Projesi ile İstanbul
Karasurları Koruma Masterplan çalışması
başlatıldı. Sultanahmet’te bağımsız uzmanlık
kuruluşları ile Aya Eufemia, Sphendone gibi çok
önemli arkeolojik alanlarda çalışmalar başlatıldı.
Küçükyalı Arkeoloji Parkı gibi
çalışmalarda Türkiye’de ilk defa koruma ile kentsel
gelişmenin ilişki içinde olduğu, kurtarma kazıları
gibi müdahaleci olmayan, uluslararası deneyimlere
açık yenilikçi bir kent arkeolojisi projesi
gerçekleştiriliyor.
Kültürel çeşitliliğin desteklenmesi
Girişim grubu, Brüksel’e başvuru dosyasını iletmeden
önce kentteki bütün ‘azınlık’ topluluklarının
liderlerini ziyaret etti. Onlardan hem programa
katkılarını, hem de başvuru dosyasına koymak üzere
destek mektuplarını aldı. Bu topluluklar İstanbul
seçildikten sonra sözlerini tuttular. Belki bir çok
resmi kuruluştan daha fazla çalışarak mükemmel
programlar geliştirdiler. Dolayısı ile İstanbul
2010’da kentteki kültürel çeşitliliği destekleyecek
çok önemli adımlar atılıyor. Birçok topluluk
kolaylaştırıcı komiteler oluşturdu, yıllardır
sürdürdükleri çalışmaları kamu alanına taşıma
çabasına girişti. Belki bunun bugün ne anlama
geldiği tam anlaşılamıyor ama kentteki yıpranmış
kiliselerin, sinagogların, mezarlıkların ilk defa
kamu bütçesiyle canlandırılması mümkün oluyor. İlk
defa kamu bütçeleri kültürel çeşitliliğin
geliştirilmesi için kullanılıyor.
Kamondo
anıtmezarının korunması,
Mayor
Sinagogu’nun onarımı yanında
Vortvots Vorodman gibi bir
Kirkor
Balyan anıtının, bir anıt kilisenin çok
amaçlı dinamik bir kültür merkezine dönüşümü
yalnızca İstanbul açısından değil, dünya için çok
heyecan verici.
Eğer herkesin eşit vatandaşlık haklarına sahip
olduğunu düşünüyorsak ve bunun için bugüne kadar
yapılanları yeterli bulmuyorsak, o zaman 2010 Avrupa
Kültür Başkenti programı çerçevesinde gösterilen
çabaların neresini eksik bulduğumuzu, neyin yanlış
yapıldığını söyleyelim ki, düzeltilsin.
Radikal, Yazı: Korhan Gümüş, 16.12.2009
|
2010'DA ARKEOLOJİ HALKIN HİZMETİNDE

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç’in ev sahipliğinde düzenlenen toplantıda, kazı ekibinin başında bulunan Koç Üniversitesi-Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Arkeolog Alessandra Ricci, gerçekleştirdiği sunumla projenin detaylarını aktardı.
İstanbul’un Anadolu yakasındaki en önemli arkeolojik alanlardan biri olan ve kazı çalışmaları halen devam eden Küçükyalı ArkeoPark Projesi ile İstanbul’un ilk arkeoloji parkının oluşturulması hedefleniyor. Projede, arkeolojik alanın koruma altına alınarak müdahaleci olmayan bir yaklaşım ile kentin tarihine ışık tutulması amaçlanırken, İstanbulluların kazı alanıyla yakın ilişkide olması en önemli unsuru oluşturuyor. Bu kapsamda çalışmalar, arkeolojik alanın etrafında halkın kullanımına açık bir yeşil alan oluşturulması, tarihi alanın arkeolojik verilerini öne çıkaran kültür ve dinlence alanı olarak gezilmesi, çevresinde bilgi-danışma merkezi ve eğitim atölyeleri ile bir etkinlikler merkezi haline gelmesi amacıyla sürdürülüyor.
Arkeolojik kazılar kapsamında bugüne kadar örneği bulunmayan 9. yüzyıla ait mimari kalıntılar, Orta ve Geç Dönem Bizans sikkelerine ulaşıldı. Aynı zamanda gündelik yaşama ait ipuçları veren mühürler, keramikler, kandiller, hatta yiyecek kalıntıları ortaya çıkarıldı. Ortaya çıkarılan bulgular arasında en dikkat çekici olanı, hiç şüphesiz şimdiye kadar örneği bulunmamış patrik mezarı. Arkeolojik kazılarda bulunan, İmparator I. Mikhael’in oğlu Ignatius’a ait mezar, Vatikan arşivindeki 11. Yüzyıla ait bir tasvirde de resmedilmiş. 877 yılında ölen Patrik Ignatius’un, Ayasofya’da gerçekleşen defin töreninin ardından Küçükyalı’ya getirilip mezara nakledilmesinin yer aldığı tasvirde, o tarihlerde hala ayakta olan, adalardan ve denizden görünen etkileyici anıt yapı bütün ayrıntıları ile belli oluyor.
Bölgede ayrıca Bizans imparatorunun yazlık sarayının bulunduğu da biliniyor. Sarayın altında yer alan ve altyapısını oluşturan devasa sarnıcın Kayışdağı’ndan getirilen suyu depolamak için kullanıldığı tahmin ediliyor. Çok kubbeli sarnıcın üst bölümü bugün çökmüş vaziyette. Ancak üstündeki manastır yapısını taşıyan büyük açıklıklı bölüm ilk günkü gibi ayakta. Yıllardır devasa bir yapıya ait olduğu belli olan kalıntılar biliniyor ve yakınından geçen Bağdat Caddesi’nden de görülüyordu. Bu büyük yapının yalnızca temelini oluşturan sarnıç bölümü geçmişte denizden de görülebiliyordu.
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın destekleri ve Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğinde, Koç Üniversitesi- Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından ortaklaşa yürütülen Küçükyalı ArkeoPark projesine yerel yönetim ve özel sektör de büyük katkı sağlıyor.
Proje, en önemli destekçilerinden olan Maltepe Belediyesi ve Fiat-Tofaş’ın sağladığı katkıların yanı sıra uluslararası işbirlikleri açısından da önem taşıyor. İtalya’daki Milano Politeknik Üniversitesi ile yakın işbirliği içinde yürütülen çalışmalarda Türk, Alman, İtalyan, Fransız genç arkeologlar ve farklı disiplinlerden gelen uzmanlar görev alıyor.
Merkezi ve yerel yönetimleri, akademik çevre ve özel sektörü bir araya getiren Küçükyalı ArkeoPark Projesi’nin en önemli destekçilerini ise semt halkı oluşturuyor. Bu özelliği ile proje, Türkiye’de geniş katılımlı bir örnek model olması açısından dikkat çekiyor. Semt muhtarı Ayşem Moroy’un arkeolojik alanın korunması için yıllardır gösterdiği çabaların yanı sıra mahalle halkı da, arkeolojik alanın yaşam kalitelerini geliştireceğinin bilincinde. Semt halkının, uzmanların, destekçilerin ve kamunun bir araya geldiği ve birlikte iş kotardığı bu kent arkeolojisi çalışması, koruma ile kentsel gelişmenin birbiriyle çelişmediğini ortaya koyuyor.
Yapı, 13.12.2009
|
|
 |
BABASININ MÜZESİNİ SOYARKEN YAKALANDI
ABD’li çizer Frank Frazetta’nın oğlu Alfonso Frank Frazetta, babasına ait bir müzeden 20 milyon dolar değerinde 90 tabloyu çalmaya çalışırken yakalandı.
"Barbar Conan”, “Tarzan” ve “Vampirella” gibi çizgi romanların çizeri Frazetta’nın oğlu ile ismi açıklanmayan bir adam, Pennsylvania’daki Frazetta Sanat Müzesi’ne bir kepçe kullanarak girdi. Müzeden 90 tablo çalan iki adam, bunları araçlarına yüklemeye çalışırken, alarmın çalmasıyla müzeye gelen bir polis tarafından yakalandı. Frazetta polise tabloları babasının almasını istediğini söylerken, ünlü çizer bu iddiayı yalanladı. Gözaltına alınan ve mahkemeye çıkarılan Frazetta tutuklanarak cezaevine gönderildi. Diğer adam hakkında da dava açılacağı belirtildi.
Milliyet, 12.12.2009
|
TABLOSU 2 TRAKTÖRE EL DEĞİŞTİRDİ

Bulgaristan'da, Fransız ressam Claude
Monet'ye (1840-1926) ait olduğu iddia edilen bir
tablo, 12 milyon 800 bin levaya (yaklaşık 14 milyon
TL) alıcı buldu.
Darik Radyosu'nun haberine göre, empresyonist
akımın önde gelen isimlerinden biri olan Monet'nin gençlik döneminde yaptığı ileri sürülen
ve "Konakta Gezi" adı verilen yağlı boya tablosu,
açık artırmayla satışa çıkarıldı.
Basına kapalı
yapılan açık artırmada, Bulgaristan Sosyalist
İşçi Partisi'nin (BRSP) lideri Çude Georgiev'in
sahibi olduğu tablo, ismi açıklanmayan bir iş
adamı tarafından satın alındı.
Georgiev, tabloyu, krediyle aldığı iki traktör
karşılığında bir bankaya ipotek ettirdiğini
belirterek, "Hem kredi borcumu kapatacağım, hem de
yüklü miktarda param olacak. Artık zengin bir
insanım" dedi.
Bu arada, Georgiev'in kredi aldığı bankanın
uzmanları ile Bulgaristan Ulusal Sanat Galerisi
Genel Müdürü Boris Danailov, tablonun sahte
olduğunu ileri sürdü. Danaliov, 21x24 santimetre
ebadındaki tablonun 1950'li yıllarda eski
Sovyetler Birliği'nde genç ressamlar tarafından
yapıldığını iddia etti.
Çude Georgiev ise sahte olduğu yolundaki
söylentilerin tablonun değerini düşürmek amacını
taşıdığını söyledi. Tabloyu nereden ve ne şekilde
aldığını "özel durum" gerekçesiyle açıklamayan
Georgiev, yabancı uzmanların bu tabloya satış
fiyatından çok daha yüksek değer biçtiklerini öne
sürdü.
Tablonun yüksek satış fiyatı ve sahtecilik
iddiaları üzerine soruşturma açıldığı bildirildi.
Hürriyet, 12.12.2009
|
DEFİNE KAZISINDAN ERKEK CESEDİ ÇIKTI
Şanlıurfa'nın
Suruç İlçesi'ndeki bir höyükte yapılan define
kazısında, bir erkeğe ait olduğu belirtilen kemik
ile motosiklet parçası bulundu.
Alınan bilgiye göre, ilçenin Bilgen
Köyü Akdoğan
mezrasındaki bir höyükte, bazı kişiler tarafından
define arandığı iddia edildi. Kazıda bir erkeğe ait
olduğu belirtilen kemik ile motosiklet parçaları
bulunduğunun belirtilmesi üzerine savcılık ve
güvenlik güçlerince soruşturma başlatıldı. Suruç'ta
1994 yılından beri kayıp olduğu belirtilen Mustafa
Saygı'nın bazı yakınları, bulunan kemiklerin
Saygı'ya ait olabileceğini iddia etti. Kemiklerin
yapılan DNA testinden sonra kime ait olduğunun
kesinlik kazanacağı belirtildi.
Zaman, 12.12.2009
|
"ÇEŞME YAPTIRMADIM, ARŞİVİMİ AÇTIM"
Sanat tarihçilerinin büyükannesi... Tüm
bildiklerini cömertçe sunan bir hoca. Dizinin
dibinde pek çok talebe yetişti.
Yayımladığı kitaplar bir medeniyetin üzerindeki
kalın ve ağır örtüyü kaldıran cinsten. Elinin
dokunduğu konular bereketleniyor, hemen çoğalıyor,
kitap oluyor. İlber Ortaylı'nın deyişiyle, "Osmanlı
sanat tarihinin bohçacısı, en olmadık malzemeyi bir
araya getiren depocusu, sandık sepeti, bahçeleri
binaları karıştırmaktan yorulmayan ecinni."
Prof.Dr. Nurhan Atasoy, yaklaşık 60 yıldır bohçasında
biriktirdiği yaklaşık 12 bin slaydın yer aldığı
arşivini Türk Kültür Vakfı'na (Turkish Cultural
Foundation) verdi. Merkezi ABD'de olan vakıf, bir
yılı aşkın bir süre içerisinde Atasoy'un bu zengin
arşivini taradı, ayıkladı, sınıflandırdı ve dijital
ortama aktardı. Ücretsiz olarak araştırmacıların,
sanatseverlerin hizmetine sunulan arşive artık www.turkishculture.org/dia
adlı siteden ulaşmak mümkün.
Bu arşivin öyküsü neydi peki? Nurhan Atasoy,
arşivini vakfa açtığında sadece burada hizmet
verilmesi düşünülüyormuş. Daha sonra dünyanın dört
bir yanındaki sanatseverler, araştırmacılar göz
önünde bulundurularak arşivin yılda yaklaşık 2
milyon kişinin ziyaret ettiği siteye (www.turkishculture.org)
aktarılmasına karar verilmiş. Arşiv, Atasoy'un bunca
yıllık çalışmalarının görsel bir sergisi adeta:
"Birçok insanın giremeyeceği yerlerde çalıştım.
Onların akıllarına bile gelmeyecek eserler var. Çoğu
kimse şaşıracak. Bu çalışmalar elbet eksik olacak.
Ama arşiv gittikçe tamamlanacaktır, yanlışlar varsa
düzeltilecektir." Arşivin sacayakları kumaş, çini ve
minyatürden yani dekoratif sanatlardan oluşuyor.
Gazete sayfasının bu geniş hazineyi hakkıyla
anlatmaya gücü yetmez. Ama şu söylenebilir:
Türkiye'nin ve dünyanın pek çok yerindeki müzelerin
depolarında uzun bir yolculuk sizi bekliyor. Arşivin
eksik tarafı ise mimari. Atasoy bunu "mimari
alanında çok büyük çalışmalar yapmamasına bağlıyor".
Büyükanne dedik ya, Atasoy bakın, sözleri haklı
çıkaracak neler söylüyor: "Yaşlılığımı çok iyi
kullanıyorum. Gençliğime dön deseler istemem.
Etrafımdaki arkadaşlardan da kendi arşivlerini
vermelerini istiyorum. Beni kırmıyorlar. Bu sayede
Türk sanatına pek çok kimse ulaşabilecek."
Taksim'deki çiçekçilerin duvarlarında, nikah
davetiyelerinde hazırladığı kitaplardan alınmış pek
çok örnekleri gören Atasoy, "Bu beni çok
sevindiriyor. Gönül rahatlığıyla tüm kitaplarım
halka ulaştı diyebilirim. Her zaman her yerde
bilgimi paylaşırım. Kıskançlık denen şeyi
tanımıyorum. Bu bizim ortak mirasımız." diyor.
Atasoy, tıp profesörü büyükbabasından çok şey
öğrenmiş. Her kitabı çıktığında onunla manevi bir
bağ kuruyor. Geldiği noktada onun da büyük bir
etkisi var: "Herkesin üzerinde durmadığı, güzel
konular seçtim, işledim. Allah yardım etti.
Değerinden fazla onurlandırıldım."
Peki bu arşivin Türk sanatındaki yeri neydi?
Atasoy gülümseyerek cevap veriyor: "Bu arşivi
çıkardığınızda hiçbir şey olmayacak, ama bunu
koyduğunuzda pek çok şey değişecektir. Araştırıcılar
ilk adımlarını atarken çok geniş bir malzemeye
ulaşacaklar. Mesela Topkapı Sarayı Kütüphanesi şu an
kapalı, oradan çekmiş olduğum 1.300'e yakın minyatür
var. Adeta ellerimle kazıdım onlara ulaşmak için.
Onlar da kazısın istemiyorum. Bu devirde çeşme
yaptıramayacağım için ben de bunu yaptım."
Nurhan Atasoy'un yirmi ikinci kitabı yolda.
Şimdilerde onun sancılarını çekiyor. Hoca çalıştığı
kitabın adını bile söylemekten çekindi. Işıl ışıl
heyecanlı bakışlarla minik ipuçları verdi sadece:
"Bütün Avrupa'yı didik didik ettiğim inanılmaz bir
çalışma. Kitapta 450 görsel var, hiç kimsenin
görmediği inanılmaz malzemeler. Avrupa'daki
müzelerin dip köşelerinden pek çok eser var.
Hayatımın projesi ise yıllardır üzerinde çalıştığım
Osmanlı Kıyafetleri."
Zaman, Haber: Musa İğrek, 12.12.2009
|
HOLLANDA SARAYI TAM 150 YILDIR İSTANBUL'DA

İnşası mimar
Barborini tarafından 1859 yılında
tamamlanan ve bugün Hollanda Başkonsolosluğu
olarak kullanılan Hollanda Sarayı’nın
150’nci yıldönümü 10 Aralık Perşembe günü
‘Dutch December Dance’ resepsiyonu ile
kutlandı. Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosu
Onno Kervers’in ev sahipliğinde
düzenlenen geceye aralarında Gaye Sökmen Sait
Sökmen, Pelin Batu, Nihat Odabaşı ve Azra Akın gibi
iş ve sanat dünyasından pek çok ünlü Türk ve
Hollandalı konuk katıldı. Gecede ayrıca, Hollanda
Sarayı’nın 150’nci yıldönümü şerefine
Marlies Hoenkamp tarafından kaleme alınan
'İstanbul’da Hollanda Sarayı'
isimli kitabın ilk kopyası Beyoğlu Belediye Başkanı
Ahmet Misbah Demircan’a hediye
edildi.
Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosu
Onno Kervers, “ Bu gece, Hollanda ile
Beyoğlu, İstanbul ve Türkiye arasında çok uzun
yıllardır süregelen mükemmel ilişkiyi ve Hollanda
Sarayı’nın 150. yılını kutluyoruz. Aynı zamanda
Saray hakkında yazılmış ve Türk-Hollanda dostluğu
anlatan İstanbul’da Hollanda Sarayı kitabının da
genişletilmiş yeni versiyonunu sizlerle
paylaşıyoruz. Okuyucular kitap sayesinde; aramızdaki
bağların ne kadar derin ve farklı kültürlerin her
iki ülke için ne kadar faydalı olduğunu görme imkanı
bulacaklar” diye konuştu.
Bir buçuk asır boyunca pek çok önemli tarihe
tanıklık eden Saray, bugün Türkiye ve Hollanda’nın
ortak kültürel geçmişinin daimi bir parçası haline
geldi. Saray’ın ilk ev sahibi olan Hollandalı
diplomatik temsilci Cornelis Haga’nın İstanbul’a
gelişi ise Türkiye – Hollanda ilişkilerinin
sürdürülmesinin temelini oluşturdu. Her iki ülkenin
ortak kültürel geçmişinin daimi bir parçası olan
Saray ve 150 yıllık mirasın gelecek nesillere
aktarılabilmesi için de ‘İstanbul’da Hollanda
Sarayı’ isimli çok özel bir kitap hazırlandı.
Hollanda Sarayı’nı anlatan ve Marlies Hoenkamp
tarafından kaleme alınan kitapta, Saray’ın
mimarisinden Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki
Hollanda elçiliğine, diplomatik ilişkilerden
Hollanda-Türk ortak kültürel geçmişine kadar pek çok
konu ele alınıyor. Hollanda elçileri, onların eşleri
ve alışkanlıkları, saray papazları, saray ressamı
Vanmour, Saray’da çıkan yangınlar ve restorasyon
çalışmalarına da yer verilen kitapta, binada gezinen
hayaletlere kadar her şeye; kısacası insanın günlük
yaşamının tüm inceliklerine değiniliyor.
Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde 197 numaralı yüksek
demir kapı, Hollanda Konsolosluğu’nun bahçesine
açılıyor ve 19. yüzyıldan kalma bir sayfiye evi
görüntüsünü veren Saray’ın önüne geliniyor. Taşlarla
döşenmiş avlunun çevresinde bulunan ve anıtsal
özelliğini bugüne kadar korumuş olan Saray’ın hemen
yanında modern bir cam cephe ile dikkati çeken
tamamen farklı bir mimariye sahip Konsolosluk binası
yer alıyor. Konsolosluk binasının karşısın da ise;
1711 yapımı dört köşe taştan yapılmış Hollanda
Kilisesi (The Dutch Chapel) bulunuyor.
Türkiye - Hollanda arasında 400 yıla dayanan
karşılıklı ilişkilerin en büyük ve en değerli
sembolü olarak tanımlanan Hollanda Sarayı’nın
terasından, Boğaz ile Haliç’in birleştiği noktayı,
adaları, Marmara Denizi’ni, Boğaz’ın karşı
yakasındaki tepeleri, Asya kıtasının en batı
köşesini görmek mümkün.
Yapı, 11.12.2009
|
HATTUŞA'DA 2009 KAZI SEZONU KAPANDI

Hattuşa ören yerinde özel bir firmanın
sponsorluğunda sürdürülen kazı çalışmalarına
başkanlık yapan Alman Arkeoloji Enstitüsünden
Doç.Dr. Andreas Schachner,
haziranda başlayan 2009 yılı kazı sezonunun
kapandığını söyledi. Ören yerinde yaklaşık 4 aydır
sürdürülen kazı çalışmalarına bu yıl ağırlıklı
olarak aşağı şehir bölgesinde devam edildiğini ifade
eden Schachner, 35 kişilik ekibin yer aldığı
çalışmalarda Hitit uygarlığı ile Karum Dönemine ait
önemli kalıntıların gün ışığına çıkarıldığını
belirtti.
Yapılan kazılarda Hitit surlarının üzerinde yeni bir
şehir kapısı bulunduğunu dile getiren Schachner,
şöyle konuştu:
"Çalışma alanı, Kesikkaya'nın batısında, eski kazı
alanlarının güneyi ile poternli (tünelli) surun
arasında yer alıyor. Sezon sonunda, birbirine yakın
üç açmada önemli mimari kalıntılar açığa
çıkarılırken bu alanda yoğun bir kullanım olduğu
anlaşıldı. Geç Antik dönemde mezarlık olarak
kullanılan alanda, MÖ 2. bini kapsayan Hitit
dönemine ait en az 2 mimari tabaka tespit edildi.
Doğudaki açmada söz konusu tabakaların geç olanı
geniş olarak kazılırken bir yapı bütün olarak açığa
çıkarıldı. Bu yapı içerisinde bulunan seramikler ve
botanik örnekleri incelendiğinde yapının daha net
tarihlendirmesi yapılabilecek"
Hattuşa'nın başkent olmadan önce bu alanda Karum
Dönemi'ne ait bir yerleşim tespit edildiğini
hatırlatan Schachner, bin 500 metrekarelik büyük bir
alanda gerçekleştirilen kazılarda Karum Dönemine ait
çivi yazılı bir tablet, aslan heykeli ve insan
figürü bulunduğunu bildirdi. Karum Dönemine ait yeni
bir yapıyı daha gün ışığına çıkardıklarını belirten
Schachner, şöyle konuştu:
"Henüz işlevi ve planı net olarak anlaşılamayan bu
yapı, Hitit tabakaları tarafından tahrip edilmiş ve
kısmen yeniden kullanılmış. Geçirdiği tahribata
rağmen bu yapıda çivi yazılı tabletin yanı sıra son
derece iyi durumda olan pek çok küçük buluntuya da
rastlanıldı. Bu buluntular içerisinde iki parça
halinde bulunan pişmiş topraktan bir aslan, bir
mimari model ve yine pişmiş topraktan bir insan
figürü, yapının taşıdığı önemi gösteriyor."
Andreas Schachner, açığa çıkartılan bu önemli
eserlerin, restorasyon çalışmaları sonrasında aslına
en yakın duruma getirilerek Boğazkale Müzesi'nde
sergilenmeye başlanacağını bildirdi. Türkiye'nin ilk
arkeolojik kazıları arasında yer alan Hattuşa
kazılarının 103 yıldır sürdürüldüğüne dikkati çeken
Doç.Dr. Andreas Schachner, bugüne kadar yapılan
çalışmalar sonucunda tarihi başkent Hattuşa'nın
yüzde 30'unun gün ışığına çıkarıldığını sözlerine
ekledi.
Cnn Türk, 11.12.2009
|
ARKEOLOG VE PALEONTOLOGLARDAN ÖNEMLİ KEŞİFLER

Amerikan bilim dergisi Science'da yayımlanan bir
makaleye göre, Gürcistan'da bir mağarada yapılan
kazılarda, insanların 34 bin yıldan daha uzun bir
zaman önce keten iplik kullandığı anlaşıldı.
Mağarada bulunan keten iplik kalıntılarının
yetiştirilmemiş yabani ketene ait olduğunu ve kumaş,
dikiş ipliği, giysi, sicim ve sepet yapmakta
kullanılmış olabileceğini belirten ABD'nin Harvard Üniversitesinden
Prehistorik Arkeoloji Profesörü Ofer Bar-Yosef, "Bu ilk insanlar için çok
önemli bir buluş" dedi.
İlk insanlar, kumaşı ve keten ile yapılan ipliği
boyamak için mağaranın bulunduğu bölgede yetişen
bitkileri kullanıyordu. Bu iplikler bugün, aradan
geçen çok uzun zaman boyunca tahribata uğradığından
çıplak gözle görülemiyor.
Arkeologlar, iplikleri mağaranın farklı
derinliklerinden getirilen kil örneklerini
mikroskopla incelerken tesadüfen keşfetti. Bilim
adamlarının asıl amacı, aradan geçen binlerce yıl
boyunca meydana gelen sıcaklık dalgalanmalarının bu
ilk insanların yaşamını nasıl etkilediğini anlamak
için mağarada bulunan ağaç polenlerini incelemekti.
Araştırmacılar, iplik kalıntılarının gün ışığına
çıktığı kil örneklerinin yaşını belirleme işleminde,
mağaranın tabanındaki çeşitli katmanları belirlemek
için radyokarbon yöntemini kullandılar. Bilim
adamları, mağarada ayrıca 21 bin ve 13 bin yıl
öncesine ait iplik kalıntıları da keşfettiler.
Çek Cumhuriyeti'nin meşhur arkeolojik
bölgesi Dolni Vestonice'de daha önce yapılan
kazılarda 28 bin yıl öncesine tarihlenen iplik
kalıntıları keşfedilmişti.
Bu arada, Gürcistan'ın başkenti Tiflis'teki
Ulusal Müzenin Müdürü David Lordkipanidze’nin
Britanya Bilim Festivalinde yaptığı açıklamada,
ülkesinde yapılan son kazılarda bulunan fosillerin,
insanın ilk atalarının bölgede, tahmin edilenden 800
bin yıl önce yaşamış olabileceklerini gösterdiğini
anlattı.
Profesör David Lordkipanidze, Gürcistan'da
kalıntıları bulunan bu ilk insanların, Avrasya'da
daha sonra yaşayan homo erektusların ataları
olabileceğini ifade ederek, "Sorun şu: Homo
erektuslar Afrika'da mı, yoksa Avrasya'da mı ortaya
çıktı. Eğer Avrasya'da ortaya çıktılarsa, tersine
bir göç mü söz konusu? Bu fikir birkaç yıl önce çok
aptalca görünebilirdi, ancak bugün o kadar aptalca
görünmüyor" diye konuştu.
Haber Sol, 10.12.2009
|