Haberler logo Aralık '09 Arşivi

27 Aralık 2009 - 2 Ocak 2010

KATKI




2009'DAN KALANLAR...




Her yıl sonunda yaptığımız gibi geçtiğimiz yıla göz atmanın zamanı geldi. 2005 Nisan ayından bu yana arşivlenen haber sayımız 13 bini geçti. 2009 içinde ise 3 bine yakın haber derledik. Kabataslak yaptığımız istatistikler bu yıl da can sıkıcı.

 

Geçen yılki rakamlar değişmedi, gene 200'e yakın kaçak kazı, 100'e yakın tarihi eser kaçakçılığı ve gene 100'e yakın kültür varlığı tahribatı haberi yaptık. Hatırlatmakta yarar görüyorum, bunlar basına yansıyanlardan bizim yakalayabildiklerimiz sadece. Özellikle tarihi eser kaçakçılığında artış olmaması umut verici, çünkü bu Türkiye'de kültür varlıklarının en iyi koruyucusu olan Jandarma Genel Komutanlığı'nın çalışmaya devam ettiğinin göstergesi.

 

Şubat ayında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmeliğe göre, belediyelerin ve il özel idarelerinin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin yüzde 10'u nispetinde Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı tahakkuk ettirildi ve ilgili belediyece emlak vergisi ile birlikte tahsil edilmeye başlandı.

 

Yılın hemen başında İstanbul Ayasofya'sındaki iskelenin söküm kararı alındı. 1992 yılında kurulan iskelenin varlığına alışkın olan gözlerimiz bu travmayı nasıl kaldıracak merakımız sürerken kubbeye geçiş elemanları olan dört pandantiften birinde "kanatlı bir melek" figürü ortaya çıktı. En son Fossati'nin onarımı sırasında görülen melek heyecan kadar tartışma da yarattı. Fener Rum Patrikhanesi, "çatık kaşlı" melek için "Serafim" yani "Tanrı'nın habercisi" dedi. Türk sanat tarihçileri ise, "Serafim olabilir de, olmayabilir de" yorumunu yaptı. Ayasofya Müzesi Müdürü Haluk Dursun, "Meleğin Serafim olup olmadığı tartışmalı" derken, bu görüşe Bizans tarihi uzmanı Prof. Semavi Eyice'den destek geldi. 2008 yılında en çok ziyaret edilen tarihi mekan özelliğini Topkapı Sarayı'na kaptıran Ayasofya belki de bu melek nedeniyle bu unvanı 2009'da geri aldı.

 

Osmanlı İmparatorluğu zamanında, yangınlar kışın mangaldan yazın patlıcandan çıkarmış. Günümüzde ise rant kaygısından çıkıyor. Otopark mafyasının elinden kurtulan ülkenin her yerindeki konaklar ya da tarihi evler 2009 yılında da "turizme kazandırılmaya" devam etti. Öte yandan 3 tarihi hamam satılığa çıktı. Cağaloğlu Hamamı 16.5 milyon dolara, Mimar Sinan tarafından Nurbanu Sultan için yapılan Ayakapı Hamamı 3 milyon dolara, gene Mimar Sinan tarafından Barbaros Hayrettin Paşa adına yapılan Çinili Hamam 8 milyon dolara alıcılarını bekliyor.

 

Laf Mimar Sinan'dan açılmışken; Eylül ayında İstanbul'da yağan ve sele dönüşen yağmur nedeniyle büyük usta günümüz belediyesine yeniden mimarlık dersi verdi. Dersi alan olmadı muhtemelen ama yüzyıllardır "taş" gibi duran taş köprü bu selden etkilenmeyerek suyun tahliyesini sağladı. Gelgelelim 3 nehrin çevrelediği ve Evliya Çelebi'nin "bu nehirler bu şehrin sonu olacak" diye yorumladığı Edirne, köprülerin tahliye kanallarının günümüz belediyelerince doldurulması nedeniyle sık sık sulara boğuldu.

 

Belediye deyince de aklıma "Kentsel Dönüşüm Projeleri" geldi. 2008 yılında başlayan Sulukule "dönüşümü" mahkeme kararı beklenmeksizin yıkılan son ev ile gerçekleşti. Sulukule artık neye "dönüştü" bilinmez ama Osmanlı İmparatorluğu döneminden bu yana Romanların yaşadığı İstanbul’un tarihi mahallesi Sulukule artık yok. O bitince "dönüşüm" bu kez Balat'a gözünü dikti.

Fener-Balat Yenileme Projesi aynı zamanda şu ana kadar geliştirilmiş olan kentsel dönüşüm projelerinin, kapsadığı alan açısından en büyük olanı. 8 bin 500 yıllık tarihe sahip Fener-Balat-Ayvansaray Bölgesi’nde bir zamanlar Rumlar, Yahudiler, Ermeniler yaşıyordu. 6–7 Eylül olaylarıyla ilk göçü vermeye başlayan bölge, ikinci göçü 1974’te Kıbrıs harekatı sırasında verdi. Gidenlerin yerini Anadolu’nun dört bir yanından göç eden insanlar aldı. Semt, farklı dinlerin buluştuğu bir özellik kazandı. Bölge ayrıca mahalle kültürünün her yönüyle yaşandığı nadir yerlerden biri. Fener ve Balat'ta 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında yapılan binalar bulunuyor. Bu binalar, özellikle İstanbul yangınından sonra hibrit teknikle yapılmış. Semt halkının bu "dönüşüm" konusunda ciddi sıkıntıları var, bütün yenileme projelerini alan Çalık Grubu'na da güvenmiyorlar. Sahi, neden bütün yenileme projelerini Çalık Grubu alıyor?

 

İstanbul'da durum böyleyken Ankara'da da Ulus Tarihi Kent Merkezi Yenileme Projesi, Danıştay kararıyla iptal edilmişti. Proje, Büyükşehir Belediyesi'nce tekrar görüşüldü ve 3 etapta gerçekleştirilmesine karar verildi. Başkentin neredeyse bir asırlık hafızasının silinmesine neden olacak proje için Mimarlar Odası ve akademisyenler "Ulus Koruma Islah İmar Planı"nın, Ankara K.T.V. Koruma Kurulu tarafından onaylı ve 1992'den bu yana yürürlükte olduğunu hatırlatarak yapılacak her türlü yeni plan, projenin bu onaylı Koruma Planı doğrultusunda olması gerektiğini söylüyorlar.

 

Mart ayında TÜBİTAK'ın Bilim ve Teknik Dergisi'nin Mart sayısında Darwin sansür edildi. Darwin kapağı ve konusu kaldırıldı. Darwin'i kapak yapan derginin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman sözlü olarak görevden alındı. TÜBİTAK'taki bu çağdışı anlayış dünya bilim çevrelerinde de şaşkınlıkla karşılandı.

 

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun Hazineleri'nin en değerli parçalarından kabul edilen Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesiyle ilgili dava nihayet sonuçlandı. ''Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet, zimmete iştirak'' suçlarından yargılanan tutuklu sanık eski Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'na 12 yıl 11 ay hapis cezası verdi. Öte yandan; Uşak Müzesi'nden Karun Hazinesi Kanatlı Denizatı Broşu'nun çalınmasının ardından Kültür ve Turizm eski Bakanı Atilla Koç'un 98 müzede başlattığı ve yaklaşık 2.5 yıl süren denetimlerden hazin bir tablo ortaya çıktı. Yaklaşık 2.5 yıl süren envanter denetimleri beş-altı müze hariç tamamlandı ve düzenlenen teftiş raporlarında, 371'i arkeolojik, 714'ü sikke, 100 kadar etnografik eserin bulunamadığı kaydedildi. 242 arkeolojik ve 950 sikkenin de sahte veya taklit olduğu belirlendi.

 

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı bazı müzeleri kiralamaya devam etti. Özel ve kamu kuruluşlarının kullanımına sunulan yerler arasında en yüksek kira 25 bin TL ile İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bahçesi için istendi. Öte yandan Bakanlık ile kısa adı Bilintur olan Bilkent Turizm İnşaat Yatırım ve Ticaret A.Ş. arasında "Müze ve Ören Yerleri Satış Alanları ve Ticari Faaliyetlerin Yönetimi, Yürütülmesi,Geliştirilmesi, Ürün ve Hizmet Tedariki" anlaşması imzalandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Müze ve Ören Yerlerinde mevcut ve yeni açılacak satış üniteleri ve tüm diğer ticari faaliyetlerin yönetimi, yürütülmesi, geliştirilmesi ve ürün ve hizmet tedariki konularını kapsayan projede 55 müze yer alıyor. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) ise Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yapılan protokol çerçevesinde İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin 10 yıllık işletme, bakım ve onarım hakkını aldı.

 

Gaziantep'in Suriye sınırındaki mayınlı saha içinde bulunan tarihi Karkamış Antik Kenti'nde mayınların elle temizlenmesi için ihale açıldı. Antik kentte bulunan 663 bin 800 metre karelik alanda mayınların temizlenmesinden sonra binlerce yıllık tarih, arkeolojik kazılarla gün ışığına çıkartılarak turizme kazandırılacak. Kazıları yapmak için şimdiden Japonya, İtalya ve ABD'deki üniversitelerden talep geldi.

Aralarında Rusya Parlamentosu milletvekillerinden İvan Saidis ile Selanik Valisi Panayotis Psomyadis ve iki din adamının da bulunduğu yaklaşık 500 Gürcü, Rus ve Yunanlı turist Ağustos ayında Sümela Manastırı'na geldi. Meryemana'nın ölüm yıldönümü olması nedeniyle manastırda mum yakıp ayin yapmak isteyen turistlere izin verilmedi. Ayin yapmaya çalışanlara Trabzon Müze Müdürü Nilgün Yılmazer müdahale etti, işe korumalar karıştı.

Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesi için 10 Ekim'de imzalanan protokolle yapılan Ermeni açılımını destekleyen turizmciler, hükümetin Akdamar Kilisesi'ni de ibadete açmasını istedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdamar ve Sümela gibi tarihi yerlerin yılda bir kez olsun ibadete açılabileceğini söyledi. Bekleyelim, bakalım neler olacak?

 

Bazı basın organlarında, Hırka-ı Şerif'in ütülenirken yakıldığı yolundaki haberler üzerine bir açıklama yapan İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, Hırka'nın zarar gördüğü yolundaki haberlerin gerçeği yansıtmadığını söyledi. 1 milyon Türk lirasına malolacak kurtarma projesiyle ilgili olarak projenin finansmanını İstanbul İl Özel İdaresi sağlayacak.

 

UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde 18 alanla yer alan Türkiye, listeye bu yıl 5 alan daha ekledi. Türkiye'nin Dünya Mirası Geçici Eserler Listesi'nde sahip olduğu eser sayısı 23'e çıktı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın UNESCO'ya yaptığı başvuruda Afrodisias Antik Kenti, Sagalassos Antik Kenti, Çatalhöyük Neolitik Kenti, Perge Antik Kenti, Antik Likya Uygarlığı Kentleri yer aldı.

UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Troya'nın yılan hikayesine dönen müzesinin kurulması için gereken protokol, Çevre ve Orman Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çanakkale Valiliği arasında Temmuz ayının son günlerinde imzalandı. Müze, Troya Tarihi Milli Parkı içerisinde kamulaştırılan 100 dönümlük bir araziye yapılacak.

 

Gene UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde bulunan Hierapolis/Pamukkale'de ise iyileştirme çalışmaları devam etti. Travertenler beyazladı, Pamukkale eski haline döndü.

 

2009 yılı Nisan ayında İstanbul'a gelerek incelemelerde bulunan UNESCO heyeti, gözlemlerini raporlaştırdı. İstanbul'daki uygulamaları yerden yere vuran bu raporda özellikle Sulukule, Four Seasons inşaatı, Haliç'teki metro inşaatı eleştiriliyordu. Oysa İstanbul Sit Alanları Yönetimi Başkanı İlhan Sarı, Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) İstanbul ile ilgili son raporunun geçmiş 4 yıla göre en olumlu rapor olduğunu belirtti. Sonuçta, UNESCO İstanbul'a eksikliklerini tamamlaması konusunda 2010'a yeniden kadar süre verilmesini kararlaştırdı. Ancak, sene bitti, ben kendi adıma hiç bir iyileştirme çalışması görmedim.

 

Nisan ayında İstanbul 1. Bölge İdare Mahkemesi, Sultanahmet'te tarihi kalıntılar üstüne yapılan Four Seasons Oteli ek binasının inşaat ruhsatını iptal etti. Haziran ayında ise Danıştay, Sultanahmet'teki tarihi kalıntılar üzerine yapılan Four Seasons Oteli ek inşaatıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararına yönelik itirazları da reddetti.

 

Fransız gazetesi Le Monde'un verdiği 8 sayfalık Türkiye ekinde yer alan yazılardan biri Yenikapı'da Marmaray kazılarında ortaya çıkarılan Bizans dönemine ait gemi mezarlığı konusuna ayrıldı. Yazıda, ortaya çıkarılan eserler "gemicilik alanında şimdiye kadarki en önemli arkeolojik buluş" olarak nitelendi. Marmaray kapsamında yapılan arkeolojik kazılarda Yenikapı ve Üsküdar'dan sonra Sirkeci'de liman izine rastlandı. Yenikapı'da bulunan gemi sayısı ise 35'e ulaştı. Yenikapı'da sürdürülen arkeolojik kazılarda, daha önce "Kepçe girsin mi girmesin mi?" tartışmalarının yaşandığı bataklık alanda 8 bin 500 yıllık bir mezar da bulundu. "En eski İstanbullu", tarih öncesi dönemden ölü gömme adetleri ile ilgili günümüze ulaşan en iyi örnek kabul ediliyor.

 

2009 yılında 150 bilimsel kazı yapıldı. Gerek tarih öncesi çağlarda gerek klasik çağlarda gerekse Orta Çağ'a ait önemli bulgulara ulaşıldı. İstanbul'da Ayasofya ile Aya İrini arasında bir piskoposluk sarayı ortaya çıkarıldı, Kahramanmaraş'ta Direkli Mağarası'nda 16 bin yıllık kilden bir kadın heykelciği bulundu. Adana'da Tatarlı Höyük'te ortaya çıkarılan anıtsal yapının ise Hitit Kraliçesi Puduhepa'nın kenti olduğu tahmin ediliyor. Türk ve Fransız arkeologlar Aşıklı Höyük'te 10 bin 500 yıl önce kullanılan ilkel tarım aletlerin birebir kopyalarını kullanarak buğday hasat etti. DPÜ, Arkeoloji Bölümü'nce yürütülen kazıda bulunan ve 4 bin yıl öncesine ait olduğu belirlenen 3 tohumdan biri de, toprağa ekildikten sonra çimlendi.

 

Antik Knidos kentinde yapılan kazı çalışması ise kazı alanında eski eser tahribatı odluğu gerekçesiyle müfettiş kararıyla iptal edildi. Antik köprü evine kazı evi yapılması girişimi, kurul onayına aykırı olarak restorasyon yapma, eser güvenliğinin sağlanamaması gibi nedenlerle iptal edilen kazı nedeniyle sahipsiz kalan kentte ciddi güvenlik sorunları oluştu.

 

Ilısu ise giderek soğumaya başladı diye düşündüğümüz zaman ısınmaya başladı. Yılın başında Ilusu Barajı Projesi'ne kredi veren Alman, Avusturya ve İsviçreli üç kuruluşun, "Türkiye'nin anlaşmanın 150 şartını yerine getirmediği" iddiasıyla kredi anlaşmasını 180 günlüğüne askıya almasının ardından, baraj inşaatında çalışmalar durma noktasına gelmişti. Kültür ve Turizm Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı Hasankeyf'i korumalarının öncelikli olduğunu ve konuyu son derece önemsediklerini söylediler. Temmuz başında Hasankeyf'in yüzde 80'ini sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nı finanse eden Alman, Avusturyalı ve İsviçreli kredi kuruluşları projeden desteklerini çekti. Bankaların ortak açıklamasında çevre ve tarihi dokunun korunması gibi şartlarda iyileşme olmamasını neden olarak gösterdi. Çevre ve Orman Bakanlığından yapılan açıklamada, uluslararası bankalar konsorsiyumunun Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali (HES) Projesi'nden desteğini çekmesinin "siyasi bir karar" olduğu belirtilerek, barajın yapımı konusundaki kararlılığın devam ettiği vurgulandı.

 

Aynı tarihlerde antik döneme ait dünyanın en iyi korunmuş kaplıca tedavi merkezi olarak kabul edilen Allianoi'nin, mille kaplanarak baraj suları altında kalmasına olanak veren Koruma Bölge Kurulu kararının yürütmesinin Danıştay tarafından durdurulduğu bildirildi. Ancak her nedense İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Danıştay kararına karşın Bergama'daki antik Allianoi sağlık merkezinin üzerinin mille kapatıldıktan sonra Yortanlı Barajı suları altında bırakılmasını öngören projede ısrar etti.
 

2007'den beri en büyük tartışmalarından biri olan AKM ise alınan "yıkılmayacak yenilenecek" kararı ile önce içleri ferahlattı. Mimar Hayati Tabanlıoğlu'nun yaptığı bina, oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu ve ekibi tarafından yenilenecek, üstelik 2010'a da yetişecekti. Önce Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı AKM'nin sosyo-kültürel ve tarihi kimliğini oluşturan özelliklerini yok etmeye çalışmakla suçladı. Sendika tarafından açılan dava sonucunda İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nce yürütmeyi durdurma kararının alınması, AKM'nin akıbetinin ne olacağı sorusunu yeniden gündeme taşıdı. Mahkeme, hazırlanan avan proje tadilatında hukuka ve mevzuata uyarlılık bulunmadığı gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı aldı. Sonunda Kültür Sanat-Sen Sendikası ile 2010 Ajansı anlaştı. Tadilat projesinde sendikanın istediği değişiklikler yapılacak. Sendika da davayı çekecek. AKM de basit onarımı tamamlanıp 2010 ortasına yetiştirilecek.

 

2009 yılında kayıplarımız da oldu. Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü eski başkanı Prof.Dr. Haluk Karamağaralı, Türkiye'nin ilk kadın mimarlarından Mualla Eyüboğlu Anhegger, Tarihçi, Sanat Tarihçisi, Mimar Sinan Üniversitesi emekli öğretim üyelerinden Prof. Mustafa Cezar kaybettiklerimizden bazısı.

 

Daha helikopter pisti yapılmak istenen Selimpaşa Höyüğü'nden, bitmek bilmeyen restorasyonlardan, Noel Baba'nın kemiklerinden, Osmanlı'nın nerde kurulduğundan, çam ağacının Türk geleneği olup olmadığından, yurt dışına kaçırılmış eserlerimizden, müzelerimizin halinden ve daha birçok konudan söz etmek isterdim ama sabrınızı daha fazla zorlamamakta fayda var.

 

İstanbul 2010 da var tabii... Ama biz yıl boyu İstanbul İkibin(s)on olarak o kadar çok yazdık ki, yazacak birşey kalmadı. Zaten İstanbul 2010 da yok.


TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 04.01.2010

SALTANAT ARABALARI KURTARILMAYI BEKLİYOR

 

 

Osmanlı Devleti'nin son yıllarında Osmanlı Padişahlarının ulaşımları için kullanılan 'Seyyar Taht'lar bakımsızlıktan çürümeye yüz tutmuş. Topkapı Sarayı Müzesi'nde sergilenen ve depolarda bulunan harap haldeki 50 padişah arabası kurtarılmayı bekliyor.

 

Müzede ziyarete açık bölümde sergilenen ve depolarda yer alan saltanat arabalarının kumaşları sökülmüş ya da sararmış, ahşap bölümleri kırılmış ya da boyaları sökülmüş durumda. Avrupa'dan getirilen ya da Yıldız'da imal edilen 50 araba ile aralarında ahşap kabartmalı 4 tahtırevanın da bulunduğu saltanat arabalarının tamirat ve onarımları için, usta aranıyor. İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü Hüseyin Kaya, saraydaki padişah arabalarının dünyadaki örneklerinden çok daha güzel olduğunu ve Portekiz'de de bu tür arabaların sergilendiğini söyledi. İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Prof. Dr. Ahmet Bilgili, Topkapı Sarayı Müzesi'ndeki saltanat arabalarının, tamirat ve onarımı için, önümüzdeki günlerde yapılacağını söyledi. 2010 İstanbul Kültür Ajansı bütçesinden karşılanacak olan çalışma sonunda saltanat arabalarının sarayda yer alan ve 1864'te 'Devlet Basım Evi' olarak kurulan Matbaa-i Amire binasının zemin katında sergilenmeye başlanacağını söyledi.

Yeni Şafak, Haber: Şamil Kucur, 02.01.2010

DÖKÜMHANE HAMAMI KÜLTÜR MERKEZİ OLUYOR





Kentin tarihi ve kültürel değerlerini ortaya çıkarmaya çalışan Büyükşehir Belediyesi, Osmanlı döneminde yapılan Bursa'nın en büyük hamamlarından Dökümhane Hamamı`nı restore ederek kültür merkezi haline getirecek.

 

İncirli Caddesi'ndeki Dökümhane Hamamı'nın mülkiyetini Büyükşehir Belediyesi olarak aldıklarını belirten Başkan Recep Altepe, restorasyon çalışmalarına hemen başlanacağını ve 6-7 ay içinde eserin halkın kullanımına açılacak özellikli bir yapı haline geleceğini söyledi.


Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, İncirli Caddesi'nde düzenlediği basın toplantısında, seçim öncesi bölge halkına bu eseri Bursa`ya kazandıracakları yönünde söz verdiklerini ve şimdi de bu sözü yerine getirdiklerini belirtti. Başkan Altepe, Dökümhane Hamamı'nın kente kazandırılmasının yıllardır konuşulduğunu gün ışığına çıkarmak için ise ilk somut adımın ancak bu dönem atıldığını hatırlattı.

 

Osmanlı'nın ilk eserlerinin Bursa`da yer aldığını hatırlatan Başkan Altepe, anıtsal değeri olan tüm eserlere sahip çıkacaklarının altını çizdi. 1572 yılında Bursa Kadısı Muallimzade Ahmet Efendi tarafından yaptırılan Dömükhane Hamamı`nın, Cumhuriyet döneminde uzun süre dökümhane ve marangozhane olarak kullanıldığına dikkati çeken Başkan Altepe, “Şu anda harabe halindeki eser, restorasyon çalışmaları bittikten sonra, bölgeye değer katacak prestijli bir eser olacak. Ördekli Hamamı gibi burası da sosyal, kültürel etkinliklerin yapılacağı, ayrıcalıklı bir eser haline gelecek” diye konuştu.


Hazırlanan projenin Anıtlar Kurulu'nda olduğunu belirten Başkan Altepe, çalışmaların 6 - 7 ay içerisinde tamamlanarak tarihi yapının halkın kullanımına açılacağını müjdeledi.

 

Çifte Hamam sınıfındaki eser, yıllarca Anadolu-Rumeli Kazaskerliği yapan Müderris Ahmet Efendi'nin Aksu Köyü'ndeki cami, zaviye ve mektep ile Zeyniler Köyü'ndeki medreseye gelir sağladı. 1854 depreminde büyük zarar gören hamam, Cumhuriyet döneminde yıllarca dökümhane ve marangozhane olarak kullanıldı.

Bursa Olay, 02.01.2010

NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ ABD BASININDA

 

 

Tüm dünyada "Noel Baba" olarak bilinen Antalya'da Patara'da doğan ve Demre İlçesi'nde ölen Aziz Nicholas'ın İtalya'daki kemiklerinin Türkiye'ye iade edilmesi isteği, ABD basınında yer aldı.

 

Los Angeles Times'ın haberinde, Türkiye'nin Aziz Nicholas'nın İtalya'ya kaçırılan kemiklerinin, "doğduğu ve öldüğü" topraklara iade edilmesini istediği belirtilerek, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Demre Myra Andriake Kazı Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik ve Noel Baba Müzesi'ni ziyaret eden turistlerin görüşleri aktarıldı.

Öte yandan, konuyu aynı hafta içinde ikinci kez ele alan gazetenin ilk haberinin "yorum" bölümünde, bazı Türk ve Yunan okuyucular arasında Anadolu'nun tarihi ve Aziz Nicholas'nın "şu anki Türkiye" ile bir bağının bulunup bulunmadığına dair tartışmaların olduğu gözlendi.

Sabah, 02.01.2010

DOLANDIRICILARIN DEFİNE TEZGAHI

 

Son aylarda polis, savcı ve askerlerin adlarını kullanarak kontör dolandırıcılığı yapanların ilginç yöntemlerinin ardından sahtekarların yeni numarası akıllara durgunluk veriyor. Rastgele ya da önceden belirlenmiş cep telefonlarına yanlışlıkla gönderilmiş izlenimi vererek “Defineyi buldum sonunda amcaoğlu satacak yer arıyorum” diye kısa mesaj atan dolandırıcılar kendilerini arayan kurbanlardan yüklü miktarda para alarak ortadan kayboluyor. Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı yetkilileri define dolandırıcılığı konusunda böyle bir durumda en yakın kolluk birimine başvurunuz ifadeleriyle vatandaşları uyarırken, bu ilginç yöntemin son kurbanı da İbrahim Ö. oldu.

 

İbrahim Ö. önce cep telefonuna tanımadığı bir numaradan gelen mesajla ‘zengin olma’ heyecanına kapılarak tanıdığını düşündüğü sahtekarı aradı. Dolandırıcının yüklü miktarda para istemesi üzerine durumdan şüphelenen İbrahim Ö. dolandırıcılara para kaptırmaktan kurtuldu. İbrahim Ö. telefonuna gelen “Defineyi buldum sonunda amcaoğlu satacak yer arıyorum” mesajıyla heyecanlandığını ifade etti.

 

İbrahim Ö.“İki hafta önce telefonuma bilmediğim bir numaradan mesaj geldi. gelen “Defineyi buldum sonunda amcaoğlu satacak yer arıyorum” yazan numarayı aradım. Karşıma çıkan şahıs “Yanlışlık oldu galiba telefon numarasını karıştırmışım ama artık olan oldu sen de durumdan haberdar oldun istersen altınları senle birlikte elden çıkaralım” dedi.

 

İbrahim Ö. “Bir anlık para heyecana kapıldım ama sonradan şahsın ama bunu satabilmek için birilerine para yedirmek gerekiyor ben de para kalmadı biraz borç verirsen bunları ancak öyle elden çıkarabiliriz demesi üzerine şüphelendim. Ne kadar para lazım diye sordum. 10 bin lira gerekiyor demesi üzerine dolandırıcı olduğunu anladım ve hemen telefonu kapattım. Bu insanlar bir anlık zengin olma heyecanına kapılan cahil insanları kandırıyorlar” dedi.

Hürriyet Ankara, 02.01.2010

MARDİN'DE BULUNAN DEYRÜLZAFARAN MANASTIRI 4 BİN YILLIK ÇIKTI





Türk bilim insanları, Mardin'de bulunan Deyrulzafaran, Zindan ve Mor Yakup Kilisesi'nin tarih sahnesindekini yerini, "Lüminesans" tarihlendirme yöntemini kullanarak tespit etti.

 

Tapınaklardan alınan kemik, taş ve toprak parçalarını kullanarak laboratuvar ortamında yapılan analizlerde, 1500’li yıllara ait olduğu tahmin edilen tapınakların günümüzden 3830 yıl öncesinde yapıldığı ortaya çıktı.


Yeni tarihlendirme bilgisi, bilim dünyasında yeni heyecanlar yaratırken, araştırma sonuçları uluslararası literatürdeki yerini aldı AÜ Mühendislik Fakültesi Fizik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Niyazi Meriç, Lüminesans Araştırma Laboratuarlarındaki çalışmalara Denizli ve Pamukkale’deki fay hatlarının yaşını hesaplayarak başladıklarını anlattı. Daha sonra Türk Tarih Kurumunun talebi üzerine Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Kuru Köyü'ndeki "Ermeni toplu mezarları olduğu" iddia edilen mezar örneklerini incelediklerini belirten Meriç, bu mezarların MÖ 257-597 yıllarında zengin ailelerin özel olarak yaptırdıkları "aile mezarları" olduğunu ortaya koyduklarını anımsattı. Meriç, son çalışmalarında ise Mardin yakınlarındaki Deyrulzafaran Manastırı’nın altında bulunan Hurrilerden kalma güneş tapınağının temelinden alınan kemik ve toprak numunelerin AÜ Mühendislik Fakültesi Fizik Mühendisliği bölümünde bulunan Tarihlendirme Araştırma Laboratuarı’nda, başkanlığını yürüttüğü ve aralarında doktora öğrencisi Mehmet Koşal’ın bulunduğu bir ekip tarafından Lüminesans tarihlendirme yöntemiyle incelendiğini belirtti. Meriç, bölgenin tarih araştırmasının ilk kez yapıldığını belirterek, araştırmalarının sonunda tapınağın temelinin günümüzden itibaren 3830 yıl önce atıldığının tespit edildiğini bildirdi. Deyrulzafaran Manastırı’nın, 1293-1932 yılları arasında Süryani Kadim Patrikliği'nin merkezi olduğu kabul edildiğini, yazılı kaynaklara göre, yapının MS 5. yüzyıldan bu yana Süryani manastırı olarak kullanıldığını aktaran Meriç, manastırın temelinden alınan toprak numunesinin yaş değerlerinin günümüzden 3830 yıl öncesine karşılık geldiğini belirtti.

 

Mardin-Nusaybin yolu üzerindeki Dara antik yerleşim merkezinin çok yakınında, inşa tarihi bilinmeyen, büyük kesme taşlardan oluşan ve halk arasında Zindan olarak adlandırılan yaşı bilinmeyen yapıyı da incelemeye aldıklarını kaydeden Meriç, yaptıkları analizlerde de bu yapının inşa tarihinin MS 448 olarak belirlendiğini söyledi. Meriç, ayrıca Nusaybin İlçesi'nin sınırında yer alan Mor Yakup Kilisesi’nin MS 7. yüzyılda inşa edildiğini veya tadilat gördüğü sonucuna vardıklarını da bildirerek, bu tarihlendirmenin, manastırın ikinci parlak döneminde tadilat geçirdiğini gösterdiğini dile getirdi.

Tarihlendirme çalışmasını doktora tezi olarak yayımlayan Dr. Mehmet Koşal ise bölgedeki toplu mezarlardan toplanan kemiklerle taş, toprak, çanak ve çömlek parçalarını OSL yöntemiyle analiz ettiklerini ifade etti. Türkiye’nin daha önce bilimsel tarihlendirme çalışmaları için yurt dışına bağımlı olduğunu, ancak laboratuarlarındaki bilimsel birikimle artık bu çalışmaların Türkiye’de de yapılmasının önemine işaret eden Koşal, "Çalışmamızın geldiği nokta, Türkiye’nin de bilim yarışından dünya ile yarışacak noktaya geldiğini ortaya koydu" diye konuştu. Koşal, araştırma sonuçlarını uluslararası dergilerde yayımladıklarını ve sonuçların uluslararası literatüre girdiğini kaydetti. Mehmet Koşal, daha önce Carbon 14 yöntemiyle yurt dışında tarihlendirilebilen kemik analizlerinden de ilk kez tarihlendirmede kullanılan sinyaller aldıklarını, bu konuyla ilgili bilimsel makalelerin de uluslararası dergilerde yayımlandığını bildirdi.

Radikal, 02.01.2010

DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NE ALINAN EV KÜL OLDU

 

 

Fatih Sulukule'de UNESCO'nun dünya mirası listesine aldığı tarihî bir ev alev alev yandı. Yangın sonrası bir kısmı çöken binada kundaklama ihtimaline karşı polis incelemelerde bulundu.

 

Edinilen bilgiye göre Neslişah Mahallesi Sarmaşık Sokak üzerinde bulunan 3 katlı tarihî binada bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Yangın kısa sürede ahşap binayı tamamen sardı. Tarihî binaların güvenliğini sağlayan güvenlik görevlileri, itfaiye ve polisi çağırdı. İtfaiyenin kısa sürede olay yerine ulaşmasına rağmen tarihî yapı alevlere yenik düştü. Korumaya alınan binanın bir kısmı yangın sonrası çöktü. Yangının neden çıktığı araştırılıyor.

Zaman, Haber: Bayram Emir, 02.01.2010

GÜNAY'IN BİR HAYALİ VAR

 

Seferberlik Tetkik Kurulu'ndaki aramaları değerlendiren Ertuğrul Günay, yıllardır buranın müzeye dönüştürülmesini hayal ettiğini söyledi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Seferberlik Bölge Başkanlığı'nda yapılan aramayı değerlendirirken, "Seferberlik Bölge Başkanlığı binasının müze olmasına doğru emin adımlarla gidiyoruz demektir" dedi. Daha önce birçok kez Madımak'ın müze yapılmaması gerektiğini savunan Ertuğrul Günay'ın, Seferberlik Bölge Başkanlığı'nın müze yapılmasını hayal ettiğini söylemesi dikkat çekti.


"Genelkurmay Başkanı ile Başbakan saatlerce konuştuktan sonra 'gidin burada arama yapın' kararı alınıyorsa, 'Seferberlik Tetkik Kurulu'nun bulunduğu binanın müze olmasına doğru emin adımlarla ilerliyoruz' diye düşünüyorum. Allah bana bugünü de gösterdi" diyen Günay, Kirazlıdere'deki Seferberlik Bölge Başkanlığı'nın, 1980'li yıllarda Özel Harp Dairesi olarak faaliyet gösterdiğini ve aynı askeri tesisin içinde yer alan Dil ve İstihbarat Okulu'nda geçen günlerini, Akşam'dan Volkan Yanardağ'a anlattı.


12 Eylül'ün ardından gözaltına alınıp Dil ve İstihbarat Okulu'na getirildiğini ve aylarca gözaltında tutulduğunu söyleyen Günay, "Ben hayatımın o sürecini çoktan sildim. Ama o tarihlerde hayalini kurduğum bir düşünce vardı. Şehrin merkezinde kalan Kirazlıdere karargahının o güzel bahçesine bakıp buranın 'Demokrasi Müzesi' olmasını düşünürdüm. Bu düşüncemi bugün de koruyorum. Kim bilir belki bir gün onu da görürüz. Sadece Kirazlıdere değil, Yassıada da Demokrasi Müzesi olmalıdır" dedi


Günay'ın, hayalindeki "demokrasi müzeleri"ni sayarken Madımak'ı unutması dikkat çekti. Daha önce defalarca, Madımak'ın neden müze olmaması gerektiğini kendine göre açıklamaya çalışan Ertuğrul Günay, Alevi açılımıyla birlikte daha makul bir dil kullanmaya başlamıştı. Günay, Alevi açılımından önce, Sivas'taki Madımak Oteli'nin müzeye dönüştürülmesinin gündeme getirilmesine karşın Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelikte belirlenen niteliklerin karşılanmasının mümkün olmadığını söylemişti. Geçtiğimiz yıl yaptığı değerlendirmelerde ise, buradaki dönercinin kapatıldığını ancak bir özel mülk olduğu için müze yapılamadığını, sahibi satışa çıkartırsa belki yapılabileceğini söylemişti.

Haber Sol, 01.01.2010

SANAT KENTİ DÖNÜŞTÜREBİLİR Mİ?





Modernleşme ile sanat kamusal alana taşındı. Operalar, konser salonları, müzeler yapıldı. Kentte sanat için yer ayrıldı. Üstelik bu yer sıradan bir yer, bir köşe değil, kentin en kalabalık yerleriydi. Kamusal alanda ideolojik yeniden üretimin, ulus inşasının ana taşıyıcısı oldu. Bu aynı zamanda sanatın kamusal alandan ayrışması anlamına geldi. Topluluklarla iletişimini kopardı, öznelliklere açılmadı.


Üç önemli özelliği vardı bu kamusallaşma biçiminin: Birincisi modernleşme hep sanıldığı gibi kendiliğinden “güncel sanat”a yol açmadı. Modernleşme tarihselcilik ile gerçekleşti. Yani geçmişe, var olmayana, geleneksel üretim pratikleri ile ayrım yaratacak bir ötekine öykündü. Böylece adeta yaşanan zamana, coğrafyaya meydan okudu. Bu yüzden tarihselciliği gelenekle, yani karşıtıyla karıştırmak, herhalde yapılabilecek en büyük yanlışlık. Çünkü modernlik gelenekselin yerine, onunla kopuş yaratacak sahte bir geçmiş yaratmaya çalıştı. İkincisi sanatı sanat denen bir kavramın içine hapsetti. Her ne kadar sanatı halkın erişimine sunsa da, halkla mesafe koydu. Sanatı kamusal alana taşırken ideolojik bir yeniden üretimin, yani simgesel bir ayrışmanın aracı, seçkinlerin bir ayrıcalığı haline getirdi. Modernlik, bu örneklerde de görüldüğü gibi, sınıf ayrımı üretti.


Nihayet üçüncü olarak kamusal alanın dışında kalanı piyasa ilişkilerine terk etti. Siyaset kamusal sanatı, piyasa mekanizmaları ise ticari olanı patronajı altına aldı.


Buna karşılık entelektüel uğraşlar bu “viktoryen” tarihselciliği, öykünmeciliği ve sonrasındaki arınmacı, ırkçı milli akımları yapıçözüme uğratarak “güncel sanat”a yol açtı. Üstelik “güncel sanat” geleneğe, topluluklara ve hayata çok daha yakındı sanıldığının tersine. Çünkü var olanla, topluluklarla mesafe koymadı, onu anlamaya, sorgulamaya yöneldi.

 

ASIL MESELE, TOPLULUKLARLA AYRICALIK PEŞİNDEKİ SEÇKİNLER ARASINDA

Tarihselci, ırkçı, teknokratik modernliğin karşısına yalnızca savaşlar, krizler değil, onu yapıçözüme uğratan “güncel sanat” çıktı. Gerçi “güncel” sıfatı bile ona, yani tarihselciliğe referansla türetilmişti, kolayca onu da tikel ve öznel bir deneyimden anonimliğe taşıyacak piyasa ve kamu mekanizmaları hazırda bekliyordu ama olsun. Sanatçı kendi öznelliği ile bu mekanizmaları tersine çevirebiliyordu. Dolayısı ile ilginç bir diyalektik içinde tarihselcilik ile güncel sanat karşı karşıya geldi ve modernlik dönüştü. 20. yüzyıla damgasını vuran modernleşme biçimi tarihselciliğin yenilgisi ile sonuçlandı. Ancak güncel sanatın egemenliği, iktidar ilişkilerinin yeniden üretilmesini engelleyemedi. Hatta tersine İstanbul’da olduğu gibi, tarihselcilik gibi kendini temsil eden yeni bir seçkinler kitlesi, iktidar sınıfı yarattı. Bu yüzden “güncel sanat” da sanatçılar için yapıçözüme uğratılması gereken bir anonimlik halini aldı. İstanbul’da son yıllarda gelişen Neo-Klasisizm (Yeni-Osmanlıcılık) modernliğin bu algısı ile ilişkili.


Çünkü Cumhuriyet eliti bir taraftan Osmanlı sanat elitini tavsiye ederken, farkında olmadan bir şekilde geçmişçiliği silmeye çalıştı. Modernleşmenin bu boyutu iktidarda değil, iktidarın dışında kaldı.


Geçtiğimiz yüzyılda sanat ve siyaset ortamı bir ikilem etrafında biçimlendi. Bu ikilemin bir tarafında muhafazakarlık, diğer tarafında yenilikçilik yer aldı.


Muhafazakarların mevcut değerleri koruduğu düşünüldü. Yenilikçiliklerin ise toplulukların modernleşmesini isteyen tarafı temsil ettiği söylendi. Muhafazakarlık toplulukların geçmişine, köklerine gönderme yapıyordu. Yenilikçiler ise geçmişi reddediyor, değerlerin değişimini istiyor; toplumu, geleceği kendi düşlerine göre tasarlamak istiyorlardı. Görüntü aşağı yukarı bundan ibaretti. Sanatın, siyasetin bu kalıplar içinde işlediği düşünülüyordu.

 

SEÇKİNCİLİĞİN MUHAFAZAKARLIK-YENİLİKÇİLİK İKİLEMİ

Oysa bu görüntü tamamen yanıltıcıydı. Muhafazakarlığın “muhafaza” etmekle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktu. 19. yüzyılda, sanayi devrimi sonrasında mevcut üretim yapılarını, gelenekleri dönüştüren, modernleştiren sanıldığı gibi yenilikçilik değil, hep muhafazakarlık olmuştu.
Osmanlı’da kamu alanında, sanatta, mimarlıkta modernleşme sanıldığı gibi yenilikçi sanat, modern mimarlık eserleri ile değil, aynı başka yerlerde olduğu gibi, muhafazakarlık ile başladı.


Muhafazakarlık simgesel bir hiyerarşi kurarak geleneklerle kopuş yarattı. Aynı bugün Tarihi Yarımada’da mevcut küçük üreticileri, ticareti, yoksul konutlarını kazıyarak, yerlerine hat sanatı, ebruculuk, tezhipçilik, “Osmanlı Villaları” gibi işlevler geliştirmeye, soylulaştırma operasyonları yürütmeye çalışan belediyeler gibi.


Örneğin kentin modernleşmesinde çok önemli rol oynayan metropoliten ulaşım şebekesini kuran Şirket-i Hayriye’nin vapur iskeleleri, Osmanlı maliyesinin borçlarını takip eden Duyun-u Umumiye Binası, kentte hayvan kesimini sağlılıklaştıran Sütlüce Mezbahası, merkez bankası işlevi gören Osmanlı Bankası binaları… bunların hepsi Yeni Osmanlıcı tarzda inşa edildi. Sanayi Nefise Mektebi hocaları, Avrupa’da eğitim görmüş mimarlar, tıpkı Avrupa’daki güzel sanatlar akademilerindeki benzerleri gibi Antikite, Rönesans, Barok gibi stillerden alıntılar yapan, üsluplar üzerine çalıştılar. Bir taraftan da oryantalist bir özellik taşıyan milli hareketler ortaya çıktı. Osmanlı modernleşmesi içinde bütün cemaatler edebiyatta, mimarlıkta, sanatta, kültürde, eğitimde kendi milli kimliklerini tanımlamayı, inşa etmeyi amaçladılar. Bu hiç şüphesiz modern bir durumdu ama köklerini mevcut üretim ilişkileri içinde değil, çoğu zaman uzak geçmişte arıyordu. Şaşırtıcı ama, geçmişçilik karşısında ise yaşanan değişimi, üretimin koşullarını araştıran, sorgulayan hatta karşı çıkan hareketlerden ise üniversal ve farklı bir modernleşme hareketi ortaya çıktı.


Geçmişinin köklerini Osmanlı’da arayan modernleşme hareketi “1. Milli” olarak adlandırıldı. Cumhuriyet döneminde ise köklerini daha çok halk mimarisinde arayan ve Bauhaus’un ortaya koyduğu modernist harekete göre biçimlenen sanat akımı ise “2. Milli” olarak adlandırıldı. Bu yeni arınmacı ve ulus-devlet ideolojisi içinde sanatı ve kültürü tanımlayan hareket arkasına kamu gücünü alarak ilk modernleşme akımını, muhafazakar olarak adlandırılan, kozmopolit “1. Milli” elitini devre dışı bırakmaya çalıştı.  Cumhuriyet tarihi boyunca bu ikilem sanat ve siyaset ortamını belirledi. 1. Milli akımı muhafazakarlığa, 2. Milli de modernliğe işaret etmek için kullanıldı. Şimdi İstanbul’daki soylulaştırma operasyonlarını düşünürken, sanat ve mimarlık nasıl dönüşüyor diye değil, “iktidar nasıl yer değiştiriyor” diye sormalıyız. Geçici ittifaklar bir yana. Çünkü asıl mücadele bu iki taraf arasında geçmiyor. Asıl mesele, topluluklarla ayrıcalıklarını korumaya çalışan seçkinler arasında.


SAHİ, MODERNLİK DENEN ŞEY NEYDİ?

Bugün bu ikilemin, bu karşıtlığın sonuna geldik. Artık muhafazakarlığın ve modernliğin iki kutup oluşturduğu bir düşünce ve siyaset iklimi içinde yaşamıyoruz. 21. yüzyılda sosyal bilimler, sanat ve siyaset her şeyden önce elitler arasında bir iktidar mücadelesinin alanının dışına çıkmaya, bir demokratikleşme meselesi olarak belirmeye başladı. O zaman kalıplar altında biçimlenen kamu alanının öznellikleri kapsayabileceği fark edildi. Modernliğin bir yaşama stili, tarzı seçimi olmadığı, bir farkındalık meselesi olduğu daha iyi anlaşıldı. O zaman kamu alanındaki bu anonim kalıpların dışındaki profesyonel alan yeniden keşfedildi. Gelişmiş dediğimiz kentlerde yönetimler kamusal faaliyetleri yaratıcılığa açmak için yeniden içeriklendiler.

 

Profesyonel alan yalnızca ticari alan olarak değil, kamusallık boyutu ile de teşvik edildi. Mimarlık, yeni siyasal çoğulculuğunu, demokratikleşmesini simgeleyen önemli alanlardan biri olarak bu yeni kamusallığın içinde yer aldı.


İstanbul’un da Avrupa siyasal birliğinin kurulmasından çok önce oluşan bu kültürel ağın içindeki önemli merkezlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Avrupa Birliği’nin oluşumuna da ekonomik ve eski kutuplaşmalar içindeki siyasal dayanışma, bloklaşma kaygılarının değil, bu yeni modernliğin, kültürün ve sanatın yol açtığını dahi iddia etmek yanlış olmaz. Sonuçta savaşlarla, acılarla, yıkımlarla, felaketlerle şekillenen bir tarih olduğu kadar, yüzleşmelerle, ders çıkarmalarla, demokratik deneyimlerle şekillenen bir başka tarih de var. Sorulması gereken soru ise şu: Modernlik, söylendiği gibi yeni bir stil, yaşama tarzı mıydı, yoksa haksızlığa karşı çıkış, eleştirellik miydi?

Birgün, Yazı: Korhan Gümüş, 01.01.2010

GAZİANTEP'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Gaziantep'te Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait 259 adet çeşitli ebatlarda madeni sikke ele geçirildi.

 

Gaziantep Emniyet Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince, tarihi eser kaçakçılığına yönelik yapılan çalışmalar kapsamında, bir şahsın evinde arama yapıldı.

 

İkamette yapılan aramada, 259 adet çeşitli ebatlarda Bizans ve Osmanlı dönemine ait madeni sikkeler ele geçirildi. Ele geçirilen sikkelerin yapılan incelemesinde, sikkelerin taşınır kültür varlığına dahil envanterlik ve etütlük eserler olduğu belirlendi, eserler Gaziantep Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

 

Olayla ilgili olarak yakalanan 2 şüpheli şahıs hakkında, 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet, 'Tarihi Eser Kaçakçılığı' suçundan yasal işlem yapıldı.

Yeni Şafak, 01.01.2010


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

3 DİLDEN AÇILIM, HER TELDEN AÇILIŞ

 

'Avrupalı İstanbul'a çokkültürlü kutlama... 'Kültür Başkenti' etkinlikleri 16 Ocak'ta başlıyor. Dev organizasyonun açılışını halk 'meydan'larda, protokol 'salon'da kutlayacak. Birçok Avrupalı devlet adamının katılacağı törene 'açılım' damga vuracak. Rojin Kürtçe şarkılar söyleyecek. Ermeni operacı Tavityan 'Sarı Gelin'i seslendirecek.

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti' projesi, 16 Ocak Cumartesi günü İstanbul'da düzenlenecek dev bir organizasyonla başlıyor. Devlet Bakanı Hayati Yazıcı'nın başkanlığında profesyonel bir ekibin aylardır hazırlandığı projenin açılış töreni, 2009'a damgasını vuran 'açılım'ın yeni yılda da konuşulacağının habercisi gibi... Çünkü  Haliç Kongre Merkezi'ndeki törende sahneye çıkacak isimler arasında Kürt şarkıcı Rojin ile Ermeni asıllı opera sanatçısı Kevork Tavityan da var. İşte İstanbul'un çokhalklı, çokkültürlü, çokrenkli dokusunu yansıtacak açılış gecesinin detayları:

* İstanbul'un 'Kültür Başkent'liğine 'merhaba' dediği gece, ünlü sanatçılar Taksim Meydanı, Kadıköy, Sultanahmet ve Beylikdüzü'nde halk konserleri verecek. Protokol ise Haliç Kongre ve Kültür Merkezi'nde buluşacak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan'ın ev sahipliği yapacağı törene 5 bin seçkin konuk katılacak. Avrupa ülkelerinden çok sayıda devlet adamı Haliç'te olacak.

* Gecede TRT Şeş'ten olaylı bir şekilde ayrılan Rojin, Kürtçe şarkılar seslendirecek. Başbakanlık İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı tarafından açılışa davet edilen Ermeni operacı Tavityan ise Kubat ile düet yapacak. İki sanatçı Ermeni ve Türk kültürlerinin ortak mirası 'Sarı  Gelin' adlı türküyü söyleyecekler.

* Sunuculuğunu Meltem Cumbul ve Memet Ali Alabora'nın birlikte üstleneceği törende 'açılım yıldızları'nın yanı sıra birçok ünlü sanatçı da var. Taslak programa göre, Zuhal Olcay, Sertap Erener, Mazhar-Fuat-Özkan, Aysun Aslan, Bekir Ünlüataer, Fahir Atakoğlu, Cüneyt Türel, Fatih Erkoç, Yetkin Dikinciler, Dilek Türkan, Nazlı Deniz Boran, İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu da sahneye çıkacak.

* Tören kapsamında, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'ni simgeleyen bir ses ve ışık gösterisi yapılacak. Saatler 20.10'u gösterdiğinde Haliç sahilinde başlayacak olan gösteriyi Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Avrupa ülkelerinden gelen konuklar birlikte izleyecekler.

 

Rojin
Mardinli bir baba ile Suriyeli bir annenin kızı olan Rojin, Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nden mezun. 35 yaşındaki Kürt şarkıcı 2000 yılında 'Ya Hep Ya Hiç' adlı ilk albümünü çıkardı. 2003 yılında Doğu Beyazıt Festivali'nde Kürtçe şarkı söylediği için hakkında dava açıldı, beraat etti. Rojin, 'açılım' sürecinde TRT'nin Kürtçe Kanalı TRT-Şeş'te 'Rojinname' adıyla sabah programı yapmaya başladı. Ancak 4 ay sonra, TRT yönetimini 'baskıcı' olmakla ve 'programın içini boşaltmakla' suçlayarak istifa etti.

 

Kevork Tavityan, İstanbul Ermenisi operacı
* 1968'de İstanbul'da doğdu.
* MİMAR Sinan Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı'nın opera
bölümünden 1993'te lisans ve 1996'da yüksek lisans dereceleri
alarak mezun oldu.
* 1996'da profesyonel opera kariyerine başladı. İlk olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi CRR Konser Salonu Operası'nda roller aldı.
* 1998'de İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin açmış olduğu sınavı kazanarak kurumun solist kadrosuna katıldı.
* Sertap Erener'in 'Vurulduk' isimli şarkısına vokal yaptı.
* Acappella Grup 34   Korosu'nun 4. şefi...
* 2008'de kurulan Opera Oda Korosu'nun da şefliğini yürütüyor.
* Halen çalışmalarına İstanbul Devlet Operası'nda solist sanatçı olarak devam ediyor.

 

Davetiye 850 gram ağırlığında boyu 61, eni 37 santimetre!
Açılış için hazırlanan davetiyeler de bir hayli dikkat çekici! İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, tören için iki farklı davetiye hazırladı. Protokole ve Avrupa'dan katılacak konuklara gönderilen davetiyenin ebatları Guinness Rekorlar Kitabı'na girecek cinsten: Boyu 61, genişliği ise 37 santim uzunluğunda. 3 milimetre kalınlığında özel kartondan yapılan davetiyenin ağırlığı 850 gram. Mega davetiyenin üzerindeki 'mum damga' da bir başka ilginç özellik. Davetiyenin sınırlı sayıda hazırlandığını söyleyen yetkililer, 'Bir özelliği de, çerçeve olarak da kullanılabilir olması. İçinde yer alan İstanbul'u gösteren fotoğrafı da özellikle seçtik. Bu fotoğraf, kabının içerisinde sergilenebileceği gibi duvarları da süsleyebilir. Bu nedenle davetiyeler büyük ebatta basıldı' dedi.

 

Bir meydanda ateş bir meydanda ney!
Protokol Haliç'te eğlenirken, İstanbullular da meydanlarda olacak. Tarkan, Taksim Meydanı'ndaki konserde sevenleriyle buluşacak. Taksim'de ayrıca 'Ateş Show' adlı bir etkinlik düzenlenecek. Kadıköylüler 'balon' gösterisi ve Mor ve Ötesi'nin şarkılarıyla coşacak. Gecenin en renkli meydanı ise Sultanahmet... 3 imparatorluğun beşiğinde Mehter Takımı ile Mercan Dede buluşacak. Beylikdüzü'nde Şaman Dans Grubu gösterisi yapılacak. Nil Karaibrahimgil, Kıraç ve Zara'nın ise konser mekanları ise henüz
belli olmadı.

Akşam, 01.01.2010

PROJE İPTAL, GEÇİCİ PROJE DEVREDE





Daha önce AKM’de yapılması düşünülen değişiklikleri yerinde bulmayarak ‘yürütmeyi durdurma’ kararı veren 9. İdare Mahkemesi, iki hafta önce projeyi iptal etti. Bakanlık, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ile mahkemenin isteği doğrultusunda geçici onarım sözleşmesi imzaladı.

 

Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi (AKM) RP-DYP’nin kurduğu Refahyol iktidarı döneminde Taksim’e cami yapılması tartışmaları başlayınca, İstanbul 3 No.lu Koruma Kurulu tarafından tescilli tarihi binalar statüsüne alındı. Yani AKM Topkapı Sarayı ile aynı statüde oldu. Temeli 1960 yılında atılan ancak uzun yıllar atıl kalan ve daha sonra 1978 yılında bugünkü haliyle açılışı yapılan AKM, yıllar geçtikçe eskidi ve kullanışsız hale geldi. 

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinde kullanılması gündeme gelince AKM’nin durumu yeniden ele alındı. Yıkılsın mı, onarılsın mı diye bir süre tartışıldıktan sonra AKM’nin ilk mimarı Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu’na geçen yıl yenileme projesi verildi. 


AKM, 2008 yılı 1 Haziran’dan itibaren boşaltılarak tüm sanatsal faaliyetler durduruldu. Aradan tam 1 yıl geçti ve Tabanlıoğlu’nun projesi 2 No.lu Koruma Kurulu’ndan izin alınarak ihale edildi. 64 milyon liraya ihaleyi Özsoy inşaat aldı. Ancak Kültür Sanat Sendikası hukuka aykırı ve telafisi mümkün olmayan değişiklik yapıldığı gerekçesiyle dava açtı.


İstanbul 9. İdare Mahkemesi de yürütmeyi durdurma kararı aldı. Mahkeme 16 Aralık 2009’da davayı karara bağlayıp projeyi iptal etti. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay mahkemenin projeyi iptal etmesi halinde geçici tadilat projesini hayata geçireceklerini söylemişti. Bakanlık geçici tadilat projesini de Murat Tabanlıoğlu’na yaptırdı. Bu projede 2 No.lu Koruma Kurulu’dan geçirildi.


20 Aralık 2009 tarihinde yapılan sözleşme uyarınca, sendikanın itiraz ettiği restoran ve fuaye değişiklikleri yapılmayacak, bale salonu ile boyahane eski yerlerinde kalacak.

 

Neler yapılacak?
1- Tabanlıoğlu tarafından projesi hazırlanan tamirat yapılacak.
2- Sakarya Üniversitesi tarafından hazırlanan statik raporu doğrultusunda güçlendirme yürütülecek.
3- Yangın yönetmeliğinin ön gördüğü şartlara uygun düzenleme yapılacak.
4- Ana binanın girişinin sağ tarafındaki bahçede bulunan mevcut tesisat odası genişletilerek, binanın mutlak ihtiyaç duyduğu havalandırma tesisat ünitelerinin yerleştirilebileceği bir mekan toprak altında düzenlenecek.
5- Mevcut trafo binasının bulunduğu yer ihtiyaca göre genişletilecek.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 01.01.2010

AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ Mİ? 'HADİ CANIM SEN DE!'

 

Ernst-Robert Curtius, 1941 yılında J.Benoist-Mechin tarafından Fransızcaya, Sabahattin Eyüboğlu tarafından 1935 yılında da Türkçe'ye çevrilip 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları arasında 'Fransa Üstüne Deneme' adıyla çıkan kitabında, 'Paris['in] altmış seneden beri bir hayli çirkinleşti[ğini]' belirtir ve şunları yazar:

"Les Marges mecmuasının 1919'da açtığı bir anket büyük başarı kazanmıştı: 'Paris'in en çirkin abidesi hangisidir? En çirkin heykel hangisidir?' En fazla rey alan Grand Palais, Trocadero ve Gambetta abidesi oldu. Tuhaf ve manidar bir istatistik bize Paris'te dokuz yüz kadar heykel olduğunu öğretiyor. Bu heykeller mesleklerine göre şöyle tasnif ediliyor: iki bahçıvan, üç riyaziyeci, üç 'dinî ihtiras kurbanı', beş ihtilalci, beş kral, on iki siyaset adamı, on üç kimyager, otuz yedi yazar ve elli şair. Generallerden eser yok!'"

Curtius'un Paris'in çirkinleşmesine ilişkin olarak sözünü ettiği 'altmış sene', yaklaşık 1870 ile 1930 yılları arasıdır. Bugün Paris'in daha da çirkinleşip çirkinleşmediğini gösteren bir istatistik var mıdır, bilmiyorum. Ama önemli olan, Paris halkının, 1919 yılında da olsa, şehrin estetiği konusunda bir hassasiyeti olduğudur.

Bir başka önemli nokta da, Paris'te 1930'lu yıllardaki heykel sayısıdır. Curtius, bu dokuz yüz heykelin sadece 150'sinin mesleklerini gösteren bir istatistik yayınlamıştır ve dikkate değer olan, en fazla sayıda heykelin şair ye yazarlara (87 heykel) ait olmasıdır. Curtius uyarıyor: 'generallerden eser yok!' Demek ki koskoca Paris'te, o yıllarda bir tek general heykeli bulunmuyor!

Şimdi ister istemez bir mukayese gerekli: İstanbul, son altmış yılda ne kadar çirkinleşti? İstanbul'un en çirkin anıtı hangisidir? En çirkin heykel hangisi? Ve elbette İstanbul'da kaç heykel var ve bunların mesleklerine göre tasnifi, bize nasıl bir istatistik sonuç veriyor?

Bana sorarsanız, İstanbul, baştanbaşa bir çirkinlik anıtıdır. Daha önce de yazmıştım: İstanbul için artık şiir yazılmıyor olması, bu şehrin lirik bir tahayyüle imkan vermeyen bir sefaletle malül olmasından dolayıdır ve şairin, Eagleton'un ifadesiyle, 'bakışlarıyla şehri estetize etmesi' imkanı ortadan kalkmıştır. Olsa olsa Ahmet Muhip Dıranas'ın o ünlü 'Yağma' şiiri gibi, İstanbul'un bir çöplük, pislik ve gürültü şehri olduğuna dair acı şiirler yazılabilir;-o kadar!

Çirkin anıtlara gelince, hangisini saymalı bilemiyorum: Beşiktaş Meydanı'ndaki o kazık çakılmış gibi duran Demokrasi Anıtı'nı mı, Fatih'teki Fatih Sultan Mehmet heykelini mi? Geçelim. İstanbul'a dikilen az sayıda da olsa eli yüzü düzgün heykellerin bile ya ortadan kaldırıldıklarını, ya kırılıp tahrip edildiklerini bilmiyor muyuz? Prof.Dr. Nurettin Sözen'in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu 1989-1994 yılları arasında, İstanbul'un muhtelif semtlerine dikilen heykellerin birer ikişer yok edilmesi karşısında, Sanat Tarihi doktoru unvanını taşıyan Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş niçin sesini çıkarmaz? Topbaş, geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi, büyük bir metropol olduğu iddia edilen İstanbul'un en büyük meydanının bir taşra otobüs garajına çevrilip çirkinleştirilmesine nasıl bigane kalabilir? Yaya kaldırımları otoparka çevrilen bir şehrin, bırakınız Avrupa Kültür Başkenti, bir Avrupa şehri olması mümkün müdür? Vs. vs...

2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bu şehri bir Avrupa şehri yapma konusunda ne kadar çok proje üretip hayata geçirirse geçirsin, bir yararı olmayacak gibi görünüyor. Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere Beyoğlu Belediyesi, bu şehri ellerinden geldiğince bir Asya kasabasına çevirmeye çalışırken, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın bir Avrupa Kültür başkentine dönüştürme çabaları, maalesef, bir yapıştırma bıyık gibi kalmaya mahkûmdur. Fonda ya da arka planda, şehrin bu sefil görünümü bütün çirkinliğiyle sırıtırken, Ajansın bunca masrafla gerçekleştireceği etkinlikler, ne yazık ki, bu iptidailiği örtmeye yetmeyecektir...

2010 Avrupa Kültür Başkenti mi? İsmet Paşa gibi söyleyeyim: 'Hadi canım sen de!..'

Zaman, Yazı: Hilmi Yavuz, 30.12.2009


EDGAR DEGAS TABLOSU ÇALINDI

 

Fransız izlenimci ressam Edgar Degas'ya ait bir tablonun Fransa'da bulunduğu müzeden çalındığı bildirildi.

Yaklaşık 43 milyon dolar değerindeki "Koro" adlı tablonun ülkenin güneyindeki Marseille kentindeki Cantini Müzesinden çalındığı bildirildi.

Tablonun aslında d’Orsay Müzesi'ne ait olduğu ve bir sergi için 3 Ocak’a kadar Cantini Müzesi'ne teslim edildiği kaydedildi.

Kent savcısı, "Bu çok pahalı tablonun ortadan kaybolduğu perşembe sabahı müze açıldığında fark edildi. Müzeye zorla girildiğine dair bir işaret yok" diye konuştu.

Radikal, 01.01.2010

GECE GÜNDÜZ ATIMIZ EĞERLİ VE KILICIMIZ KUŞANILMIŞTIR





Kanuni Sultan Süleyman’ın, Fransa Kralı 1. François’ya yazdığı mektup Paris’te sergilendi. Mektupta, Almanlara esir düşen François’nın Osmanlı padişahından yardım isteyişi ve Kanuni’nin de François’yı esaretten kurtarışına ilişkin önemli detaylar var.

 

Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1526 yılında yazılan ve 1990 yılında bulunan mektup, Türk-Fransız diplomatik ilişkilerinin başlangıcını aydınlatıyor ve Kanuni Süleyman’ı Avrupa’da “Muhteşem Süleyman” yapan olaya ışık tutuyor.

Fransa’da Türkiye Mevsimi faaliyetleri çerçevesinde, Paris yakınlarındaki Ecouen Şatosu’ndaki Ulusal Rönesans Müzesi’nde başlayan “Birinci François ve Muhteşem Süleyman: Rönesans’ta Diplomasi Yolları” adlı sergide, Kanuni’nin, François’ya yazdığı üç mektup sergileniyor. Bunlardan biri, Türkiye Mevsimi çerçevesinde ilk kez kamuya açılıyor. Fransa Kralı Birinci François, 1525’te Pavie Savaşı’nda, Roma Germen (Alman) İmparatoru Şarlken’e esir düşünce, Büyükelçi Frankipan aracılığıyla Kanuni’ye stratejik bir mektup göndererek yardım ister. Kanuni Sultan Süleyman da sergilenen mektupta verdiği yanıtla, François’ya yardım edeceğini duyurur. Bunun üzerine, Osmanlı ve Fransız devletleri arasında sıkışacağını anlayan Şarlken, François’yı serbest bırakmak zorunda kalır.
 

İşte bu olay, iki ülke arasında ilk diplomatik temasın kurulmasını sağlar. Her iki tarafta da elçilerin gidip geldiği karşılıklı saygıya dayanan ‘diplomatik bir dostluk’ başlayacaktır.

Rönesans Müzesi’nde 15 Şubat’a kadar sürecek sergide ayrıca, iki liderin başlattığı Franco-Türk diplomasinin adım adım ilerlediğini belgeleyen dokümanlar, gravürler, arşivler, anlaşmalar ve sanat eserleri de yer alıyor. Müze Genel Müdürü Thierry Crepin-Leblond’un yönettiği sergiye Louvre Müzesi’nden Şarlken’in Tunus Savaşı hatırasına yaptırdığı, savaşa ait pek çok desen içeren metal leğen, Fransa Kralı 2. Henri’nin, Fransızların tanıdığı ismiyle Muhteşem Süleyman imzalı kılıcı da sergileniyor.

“Ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Azerbaycan’ın Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dahi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Han’ın torunu, Sultan Selim Han’ın oğlu, Sultan Süleyman Han’ım.

Sen ki, Fransa ülkesinin kralı François’sın. Sarayıma, sadık ajanın Frankipan ile bir mektup gönderdin. Mektubun yanı sıra sözlü bazı haberlerle de, düşmanın topraklarınızı ele geçirdiğini, halihazırda tutsak olduğunuzu ve kurtulmak için benden yardım ve meded umduğunuzu söylemişsiniz. Her ne demişseniz benim yüksek katıma arz olunup, detaylarıyla tarafımdan öğrenilmiştir.


Padişahların savaş kaybetmesi ve esir düşmesi olağanüstü şaşırtıcı değildir. Cesur olun ve yok edilmenize izin vermeyin. Bizim ulu ecdadımız (nur içinde yatsınlar), daima düşmanı kovmak ve toprak fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Gece ve gündüz atımız eğerli, kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar versin ve Allahın dediği ne ise o olsun.”

Hürriyet, Haber: Arzu Çakır Morin, 01.01.2010

KONGRE MÜZESİ, MİLLİ SARAY OLUYOR

 

Sivas Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi'nin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) devir işlemleri başladı. İşlemlerin tamamlanmasının ardından restore edilecek olan bina TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı tarafından Milli Mücadele Müzesi olarak düzenlenecek.

 

Sivas Kongresi'nin yıldönümü törenleri için 4 Eylül 2009 tarihinde Sivas'a gelen Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin'in Sivas Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi'nin restorasyonu ile ilgili verdiği söz yerine getiriliyor. Devir işlemlerinin başlatılması için Kültür Bakanlığı halen müze olarak faaliyet gösteren binanın TBMM'ye tahsis yazısını Sivas Kültür İl Müdürlüğü'ne gönderdi. Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'ndan çıkacak uygunluk yazısının ardından Atatürk Kongre ve Etnografya Müze binası TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkanlığı'na geçmiş olacak. Böylece Beylerbeyi, Dolmabahçe gibi toplam 10 olan Meclis'e bağlı saray sayısı 11'e yükselecek. Meclis bu devrin ardından restorasyon çalışmasını başlatacak. 3 yıl sürmesi beklenen restorasyon kapsamında ahşap pencere kasaları yenilenecek, yıpranan duvarlar tamir edilecek. Müze içerisine engelli asansörü yapılacak, giriş kapısının yönü İsmet İnönü Bulvarı tarafına alınacak. Binanın çatısının bir bölümü uzay çatı olarak dizayn edilecek, ayrıca ziyaretçilerin dinlenebileceği kafeterya da yapılacak. Restorasyon çalışmaları için yaklaşık 10 milyon TL harcanması ön görülüyor. Restorasyonun tamamlanmasının ardından Sivas Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olan ismin Sivas 4 Eylül Kongre Binası olarak değiştirilmesi bekleniyor. Bu kapsamda müzede sergilenen etnografik tarihi eserler ise arkeoloji müzesine taşınacak.

Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 31.12.2009

SIRRIPAŞA KONAĞI'NDAKİ YANGINA İTFAİYE ÇABUK YETİŞTİ

 

 

İzmit Hacı Hasan Mahallesi’nde bulunan tarihi Sırrıpaşa Konağı’nda dün saat 12.00 sıralarında çıkan yangın, itfaiyenin çabuk gelmesiyle kısa sürede söndürüldü.


İzmit’in tarihi dokusunu yansıtan Çepni ailesine ait Sırrıpaşa Konağı, 2004 yılında çıkan büyük yangında büyük oranda harap olmuştu. Büyükşehir Belediyesi, binası 1 milyon TL’ye kamulaştırmış, yeniden aslına uygun onarım konumunda da ihale yapmıştı. Sırrıpaşa Konağı’nda önceki akşam çıkan yangına, yine harabe binada barınan tinercilerin, ayyaşların yaktığı ateşin neden olduğu sanılıyor. Olay yerine kısa sürede gelen itfaiye, yangına hemen müdahale etti. Yangın sonrası olan yerine gelen Anıtlar Kurulu yetkilileri de ayakta zor duran tarihi yapıdaki hasarla ilgili incelemede bulundu.


Büyükşehir’in açtığı ihaleye 11 firma katılmış, Detay Turizm 1 milyon 430 bin TL ile en düşük teklifi vermişti. Sırrıpaşa Konağı, aslına uygun biçimde onarıldıktan sonra Büyükşehir tarafından Konukevi ve Misafirhane olarak kullanılacak.

Özgür Kocaeli, 31.12.2009

YEŞİL TÜRBE 'TÜNEL TEHDİDİ' İLE KARŞI KARŞIYA

 

 

Bursa'nın simgelerinden Yeşil Türbe, yanına inşa edilen tünelin tehdidi altında.

Yapıldığı dönemde tarihi yapıya zarar vereceği gerekçesiyle tartışmalara sebep olan tünelin duvarlarında derin çatlaklar ve kabarmalar oluştu. En küçük yağmurda bile çatlaklardan oluk oluk sular akıyor. Tünelin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirten uzmanlar, tedbir alınmaması durumunda türbenin zarar görebileceğine dikkat çekiyor.

Osmanlı'nın 5. padişahı Çelebi Mehmet Han'ın medfun bulunduğu Yeşil Türbe 3 yıl süren restorasyonun ardından geçtiğimiz ay açıldı. Bursa'ya gelen turistlerin ilgi odağı olan tarihi mekanı İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth de ziyaret etmiş ve hayranlığını dile getirmişti. Ancak bu güzide türbe şimdilerde yanındaki tünel sebebiyle risk altında.

Tünelin, Yeşil Türbe için sorun olduğunu söyleyen İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanı Necati Şahin, tonajlı araçların geçişi sırasında tünel duvarlarında çatlaklar oluştuğunu kaydetti. Türbenin temellerinin de sarsılabileceğine vurgu yapan Şahin, bu durumun ciddiye alınması gerektiğini ifade etti.

Zaman, Haber: Adem Elitok, 31.12.2009

EROĞLU: 3 DEVLET KAYPAKLIK YAPTI, KREDİ TÜRKİYE'DEN





Ilısu Barajı'nda Alman, İsviçreli ve Avusturyalı şirketlerin ‘kaypaklık' yaptığını belirten Bakan Eroğlu, kredi eksiğini üç Türk bankasından sağlayacaklarını ifade etti.

 

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Ilısu Barajı'nın yapımındaki kredi sorunun aşılmasına ilişkin değerlendirmede bulunurken, "Üç tane kredi verecek devlet maalesef kaypaklık yaptı, sözlerinde durmadılar. Bunu öz kaynakla yapacaktık. Kredi eksiğini zaten üç tane bankadan buldular. Devam edeceğiz, şu anda Hazine ile görüşmeler devam ediyor" dedi. Eroğlu, projede 300-350 milyon euro'luk eksik kaldığını, eksik kalan kısmın da Türkiye'den üç bankadan bulunduğunu ocak ayı ortasında anlaşmanın tamamlanacağını açıkladı.

Bakanlıkta düzenlediği basın toplantısında, AB Çevre Faslı ve Kopenhag'daki İklim Zirvesi'ni değerlendiren Eroğlu, gazetecilerin sorularını da yanıtladı.


Ilısu Barajı'na ilişkin konunun sürekli "tahrik" edildiğini belirten Eroğlu, şöyle konuştu:
"Güya oradaki insanları başka yerlere taşıyacakmışız. Hayır, gitsinler, görsünler. Biz şu anda Ilısu Köyünü yeniden inşa ettik. Derme çatma bir köydü, bahçeli villa şeklinde evler yapıyoruz. Şunu ifade edeyim, kredi verecek üç devlet maalesef kaypaklık yaptı, sözlerinde durmadı, bizi oyaladılar. Biz bunu öz kaynakla yapacaktık. İnşaat kış çıkar çıkmaz başlayacak. Hasankeyf'i de kurtaracağız. Öyle bir kurtaracağız ki çok önemli bir cazibe merkezi haline gelecek. Proje için yabancı konsorsiyumun sağlayacağı kredi 300-350 milyon dolar ihracat kredisiydi. Geri kalan zaten vardı. Biz devam edeceğiz, şu anda Hazine ile görüşmeler devam ediyor."


- Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı'nın temelini 5 Ağustos 2006'da Başbakan Tayyip Erdoğan attı.

- Finansmanı dış krediyle sağlandı. Kredi teminatı Almanya (Euler Hermes Kreditversicherung), Avusturya (Kontrollbank) ve İsviçre (Exportrisikoversicherung) merkezli şirketler tarafından Ağustos 2007'de verildi.

- Hükümetin 2013'te tamamlanmasını planlanladığı barajın Türkiye'nin gövde hacmi olarak ikinci, kurulu gücü ile dördüncü büyüğü olması öngörülüyor.

- Suriye sınırına yaklaşık 45 kilometre mesafede, Dicle Nehri üzerinde inşa edilecek olan Ilısu Barajı ve HES, tamamlandığında 1200 MW kurulu güç ile yılda ortalama 3.8 milyar kwh enerji üretecek.

- Temel atma töreninin ardından Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali, yaklaşık 15 bin yıllık Hasankeyf'in sular altında kalacak olması nedeniyle sürekli gündemde yer buldu. Ünlü sanatçı Tarkan da projeye karşı çıktı. Hasankeyf, UNESCO'nun 10 Dünya mirası kriterinden 9'unu karşılıyor.

- 1.2 milyar euro'dan fazla borç yükü getireceği belirtilerek projeye karşı çıkıldı.

- Baraj için kredi sağlayacak olan Almanya, İsveç ve Avusturyalı ortak konsorsiyum çevre ve tarihi dokunun korunması gibi şartların bazı iyileştirilmelere rağmen verilen süre içinde yerine getirilmediğini belirterek 7 Temmuz 2009'da projeden desteklerini çekti.

Milliyet, 31.12.2009

AKBÜK'TE TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR





Didim’e bağlı Akbük beldesinde bulunan tarihi yapılar ve antik eserler belediye tarafından gün ışığına çıkarılarak, kültür turizmi envanterlerine kazandırılıyor.

 

Tarihi yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilgili olarak Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nden gelen yetkililer çalışmalar başlatırken Akbük Belediye Başkanı M. Erçin Sandalcı’da çalışmaları yakından takip ediyor.

 

Akbük’te bulunan tarihi yapılar ve antik eserler gün ışığına çıkarılarak sahip çıkılmaya çalışılıyor. Tarihi yapıların ortaya çıkarılmasıyla ilgili olarak Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğünden gelen yetkililer çalışmalar başlatırken Akbük Belediye Başkanı M. Erçin Sandalcı’da çalışmaları yakından takip ediyor.

 

Çalışmalar hakkında bilgiler veren Akbük Belediye Başkanı Mehmet Erçin Sandalcı; “Beldemizde tarihi yapı ve antik eser hemen hemen yok denecek kadar az. Mevcut olan birkaç yapı ve esere sahip çıkmalı ve koruma altına almalıyız. Geçmişte bu yerleşim alanında yaşanmış olan hayatların kalıntıları gün ışığına çıkarılmalı ve tarihimize ışık tutacak olanlar korunmalıdır. ‘Tarihine Sahip çıkmayan milletler yok olmaya mahkûmdur’ atasözü ilke olarak alınmalı ve bu konuda gereken çalışmalar titizlikle yapılmalıdır. 1001 no.lu cadde üzerinde yer alan parselde daha önce bulunan duvar ve etrafında yapılan kazı çalışmalarında yüzeye yakın yerde eski bina temel taşları çıktı. Bu konuda Anıtlar ve Müzeler müdürlüğünden gelen yetkililer çalışmalarını başlattı. İnceleme ve kazılar sonunda tarihi ve antik değeri olup olmadığı belirlenecektir” dedi.

 

Başkan Sandalcı, tonozlu yapı olarak bilinen ve geçmiş yıllarda çamaşırhane olarak kabul edilen yeri beldede yaşayan yabancılara yönelik Kilise yapma fikirleri olduğunu kaydederek, “Taş bina dediğimiz tonozlu yapı, halkın ve burada yaşamış olan yaşlıların dediğine göre, bir ara çamaşırhane ve çeşitli amaçlar için kullanıldığı belirtilen taş yapı var.Değerlendirmek ve korumak amacıyla buranın Kilise olarak kullanılması yönünde bir meclis kararı aldık. Yabancıların, özellikle Hıristiyanların bulunduğu yerleşim yerimizde, onlarında dini vecibelerini yerine getirebilecekleri bir ibadet hanelerinin olması, hem de yapının korunması için, kilise olarak kullanılmasına ve yapı özelliğinin bozulmadan kullanılabilir bir duruma getirilmesi için girişimlerimizi başlattık. Hem tarihi dokuya sahip çıkmak hem de hizmet verebilmek için mevcut imkanlar kullanılarak eski yapı ve eserler koruma altına alınacak. Bu yöndeki çalışmalarımız devam edecektir” diye konuştu.

Aydın Kent Haber, 30.12.2009

PİRİ REİS ÇEŞMESİ KURUDU

Çanakkale-İzmir yolu üzerinde bulunan ve yıllarca Osmanlı donanmasının su ihtiyacını karşılayan tarihi Piri Reis Çeşmesinin ilgisizlik yüzünden kuruması İl Kültür ve Turizm Müdürü’nün tepkisine sebep oldu.

 

Piri Reis'in yazdığı "Kitab-ı Bahriye"de, deniz kenarında bulunan bu çeşmeden asırlar boyu Osmanlı donanmasının su ikmali yaptığını belirten Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, “Şehrin girişinde bulunan çeşme şuan bakımsızlıktan yok olma aşamasında. Yılarca Osmanlı donanmasının su ihtiyacını karşılayan bu çeşmeden şimdi su akmıyor. Buranın bir kurnası bile yok. Çeşme üzerinde de ”Buradan su içilmez” yazıyor. Bu nasıl iş anlamış değilim. Yıllarca tarihe ışık tutan çeşmenin bu halde bulunması utanılacak bir durum. Piri Reis Çeşmesi’nden yıllar önce olduğu gibi yeniden suyun akması ve bakımlı olması gerekir. Bu yerin bakımı da bizim görevimiz değil. Belediyenin bu konuda gerekeni yapması gerekir” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 30.12.2009

2009 YILINDA TÜRKİYE'DE SANAT DÜNYASINA BİR BAKIŞ 7 KRİZE RAĞMEN MİLAT





21. yüzyılın 10. yılına girerken, geride kalan yıla bakıldığında zamanın nasıl da hızla akıp geçtiği, yüzyıl gerçeği olarak belleklere saplanıp kalıyor. Her şeyin neredeyse bir yanılsama olduğu kuşkusu, yaşanmış olguların üzerini örtüveriyor ve sizi, ayrıntıların üzerine çıkmaya zorluyor.

Sanat ve kültürde yaşananlar, takvim yapraklarında umut notları düşmemize olanak veren yoğunluk içinde geçti. Bugüne kadar hep pembe umutlarla yaşamaya alışmış olan sanat dünyamız, geride kalan 2009’un somut gelişmelerine bakıldığında pek de kötümser olmamıza yol açabilecek bir fotoğraf yansıtmıyor bize. Aksine, birbiri arkasından açılan yeni galeriler, birbirinden renkli gösteriler, yerli ve yabancı sergiler, müzayede ortamının alabildiğine canlı rekabet ortamı ve bu müzayedelerde parasal değer açısından medyanın ilgi odağı haline gelen yapıtların süper fiyatları, müzelerdeki kapsamlı programlar, fuarların rekabeti körükleyen ve eski yıllara oranla daha seçkinci bir yol izleyen canlı performansları, iyimserliğimizi ve geleceğe bakışımızı olumlu yönde etkileyecek gelişmelerin başlıcaları. Bu kez farklı tepkilerin odağında yer alan ve üç mekanda gösterime giren 11. İstanbul Bienali, bu etkinliğin geleceğini yeni baştan düşünmemizi gerektirecek uyarıları da beraberinde getirdi. Bu uyarıların dikkate alınıp alınmayacağını zaman gösterecek.

Öncelikle vurgu yapılması gereken sanatçı etkinlikleri ise, önceki yıllara oranla 2009’da çok hareketli ve verimli bir ivme kazandı; retrospektif nitelikli sergiler, çapları itibarıyla iz bırakan gösteriler arasında her zamanki gibi ön sırayı aldı. Bu arada çağdaş sanatımızın dökümünü içeren sergiler de bellek tazeleme olanağı getirdi. Bu sergilerden biri de bir süredir onarıma alınmış olan İstanbul Resim-Heykel Müzesi’ndeki koleksiyonlardan oluşturuldu.

2009’da Pera’da açılan Britanyalı Oryantalistler ve Chagall, Sabancı’daki Beuys sergileri, İstanbul Modern’de Paolo Colombo küratörlüğündeki “Gölgeye Övgü” sergisi, geçmiş yıllarda başka önemli dış sergilerle başlamış olan güzel geleneğin sürmekte olduğuna tanıklık etti. Galerilerdeki kapsamlı ve özenli sergiler, yaşanan sergi trafiğinin yoğunluğu nedeniyle olsa gerek, çoğu zaman gerektiği gibi izlenemedi. Bu sergilerden de anlaşılacağı gibi, büyük kentlerdeki galerilerin etkinliği çağdaş sanatın nabzını onların tuttuğunu açık biçimde göstermektedir. İstanbul’da Mısır Apartmanı’nın katlarını dolduran galerilerde, yılın önemli sergileri izlendi. Nişantaşı-Teşvikiye eksenindeki galeriler de bu etkinliği paylaştılar.






Merkez ve periferi
Ancak sanatsal etkinlikler İstanbul’da yoğunlaşıyor olsa da, öteki illerin katkısı görmezlikten gelinemez. Bir dönemin gözde merkezlerinden biri olduğunu her fırsatta kanıtlamış olan Ankara’da birkaç yıldır yaşanan durgunluğun nedenleri, ayrı bir yazının konusu olabilir. Başkent, bu durgunluğu aşabilecek mi önümüzdeki dönemde? Bu biraz da gelişmelerin seyrine ve merkez bürokrasisinin atak yapmasına bağlı.

Gene de periferinin merkezi zorladığını gösteren gelişmeler, daha çok da 2009’da söz konusuydu. Yılların pasif yaşamından çıkmak için İzmir’in gösterdiği atağı ve modern bir kent kimliği içindeki Eskişehir’in canlılığını anmak gerekiyor. İzmir’de bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen “Egeart” ve Eskişehir’deki “İmece” etkinliği öne çıkmaktadır. Her iki etkinlik de o kentlerdeki üniversitelerin çıkışıyla hayata geçiriliyor. Biraz daha uzaktaki Diyarbakır, özellikle genç kuşağın ilgi odağı bir kent olma aşamasında.

Piyasa olgusu
Müzayedelere özel koleksiyonlardan akan yapıt sayısı, önceki yıllarla kıyaslanmayacak bir düzeye tanıklık etti 2009’da. Bu durum, sanata yatırım yapanların, daha cömert meblağlar üzerinden alım yapmalarını özendirici bir etki yarattı. Yarım ağızla dile getirdiğimiz piyasa olgusunun oluşma evresinde 2009’u önemli bir dönemeç saymamızda, bu gelişmenin payı ağır basıyor kuşkusuz. Halıya ve antika eşyaya yönelik ilginin yerini çağdaş yapıtların alması, Türkiye açısından bir dönemecin artık aşılmakta olduğu izlenimini güçlendirmekte. Ancak satışların parasal tutarları, yapıtların sanatsal değerlerinin öne çıkmasını gölgelemiş olduğundan, müzayedelerin gerçek işlevleri açığa çıkmamış sayılabilir gene de. Ama bu yolda önemli bir mesafenin alındığı da unutulmamalı.

Çağdaş dünyanın üyesi
Ülke sınırları dışında çağdaş yapıtların görücüye çıkma sürecinin başladığına işaret eden gelişmeler ise, 2009’u kilometretaşı yapan başlıca olguydu. Çağdaş dünyanın üyesi olma yolunda kararlı bir çıkış için ilk adımların bu alanda atılması, geleceğe yönelik beklentilerimize de haklı bir boyut katacaktır ilerde. Dubai’de başlayan uluslararası müzayede maratonuna, daha sonra Londra ve New York’taki müzayede evlerinin çağdaş Türk ressamlarıyla katılması, böylece uzak bir düşü gerçekleşme aşamasına getirmiş bulunmaktadır. Sotheby’s’in düzenlediği müzayedede küresel pazarla tanışma olanağı bulması, bu alanda birtakım isimlerin öne çıkması, Türk sanatının çağdaşlık aşamasında 2009’a işaret düşülmesi için de yeterli bir neden olabilmektedir.

Bu yöndeki bütün bu gelişmeleri, bundan sonraki aşamalar açısından bir ön adım saymamız gerekiyor. Çünkü bunlar, beklenenin sadece öncül boyutuna tekabül etmektedir. Manipülasyon ihtimallerini parantez içine alsak da, aynı paranteze dahil edeceğimiz belli çaptaki finansal olgular, geçen yılın artılar hanesini öne çıkarmamızda yeterli nedenlerdir.

İster vursun, ister teğet geçmiş olsun, küresel plandaki krizin etkileri, yüzyılın başlarından bu yana ülke sanatını sarsmakta yeterli olmamışsa, bu, biraz da sanatın Türkiye’de güvenli bir yatırım alanı olduğuna dair inancın yavaş yavaş kabul edilir olduğunun bir göstergesidir. Buna ilişkin gelişmelerin yoğunlaştığı 2009’u, bu bakımdan bir milat olarak görmek yanlış olmayacaktır.

Genç sanatçılar
Geride kalan yılı, genç sanatçılar yılı olarak tanımlamak da mümkün. Genç nüfusun, başka ülkelerdeki nüfusa oranla daha hızlı bir artış gösterdiği ülkemizde, bu kesimden sanat uğraşına gönül vermiş olanların yıldan yıla artışı, yeni bir olguyu da su yüzüne çıkarmakta etkili oluyor. Zamanın eleyici katkısı gerekenin oluşmasında etken olacaktır elbet; ama bugün yetişkinlik çağında bulunan sanatçılar, varlıklarını kanıtlayacak yarışmalara ve sergilere katılmakta istekli görünürken, bu tür yarışma ve sergiler yapmak amacıyla öne çıkan galeri ve kuruluşlar da giderek artmaktadır. 2009’da bu türden gelişmelere de tanık olduk. Özel kuruluşlar, genç sanatçıların ortaya çıkıp kendilerini kanıtlama yarışına girmelerinde etkili olan yarışmaların hız kazanmasında gene işlev sahibi olmaktalar.

2009’a güle güle; hoş geldin 2010.

Cumhuriyet, Yazı: Kaya Özsezgin, 30.12.2009

MİMAR SİNAN KÖPRÜSÜ'NDEKİ KAÇAK YAPILAR YIKILACAK





İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 443 yıllık tarihi Mimar Sinan Köprüsü'nde bulunan 18 adet kaçak yapıyı yıkacak. Belediye'den yapılan açıklamada, Ayamama Deresi'ni işgal eden yapıların yıkımının gerçekleştirildiği hatırlatılarak, 443 yıllık tarihi Mimar Sinan Köprüsü üzerinde bulunan 18 adet kaçak yapının da yıkılacağı belirtildi.

Açıklamada, DSİ raporuna göre şu anda yüzde 95 doluluk oranına sahip Büyükçekmece Gölü'nün taşkın riski taşıdığına işaret edilerek, ''Büyükçekmece İlçesi Dizdariye Mahallesi Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü ve Sokullu Külliyesi Koruma Alanı'nda bulunan Maliye Hazinesi mülkiyetindeki 18 adet kaçak yapının yıkımı, 775 sayılı Gecekondu Kanunu kapsamında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Zabıta Dairesi ekiplerince gerçekleştirilecek'' denildi.

Olası bir aşırı yağış durumunda kapakların açılması halinde suların 4 metre boyunca yükseleceğinin DSİ 14. Bölge Müdürlüğü'nün İstanbul Valiliğine hitaben yazdığı raporda belirtildiği kaydedilen açıklamada, şu bilgilere yer verildi:

''Raporda; Büyükçekmece iskan sahalarının büyük ölçüde taşkın sahasında kaldığı, taşkın halinde iskan sahalarını basacak su kotunun 3,5-4 metre yükseleceği, kapakların yeterince açılmaması halinde ise suyun baraj gövdesi üzerinden aşarak barajın yıkılması riski ile karşı karşıya kalınacağı Büyükçekmece Barajı Model Deneyi sonucuna istinaden ifade edilmektedir.

Büyükçekmece İlçesi Dizdariye Mahallesi Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü ve Sokullu Külliyesi Koruma Alanı'nda bulunan ve korunması gerekli tescilli yapı olan Mimar Sinan Köprüsü üzerindeki 18 adet kaçak yapının yıkımı, İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurul'nun 11 Temmuz 2008 tarihli ve 12 Kasım 2009 tarihli kararları ile de isteniyor.''

Milli Gazete, Fotoğraf: Sezer Akat, 30.12.2009

HER KONAK HAYTALAR KADAR ŞANSLI DEĞİL

 

Mudurnu’da asırlık konaklar onarılmayı bekliyor.


Mudurnu’da onarılmayı bekleyen en önemli konaklardan biri tarihi Haytalar Konağı. Konak sahipleri 2006 yılında Mudurnu Kaymakamlığı ile bir protokol yapmışlardı. Mudurnu Kaymakamlığı ise Haytalar Konağı'nı 2009 yılında İzzet Baysal Üniversitesi'ne devir etmişti. Konak 2010 yılında onarılacak ve Mudurnu Süreyya Astarcı Meslek Yüksekokulu bünyesinde Restorasyon Bölümü olarak öğrencilere hizmet verecek.

Bolu Olay, 30.12.2009

TOPBAŞ'IN PLANLARINA 17 SERT ELEŞTİRİ





Çevre Düzeni Planı’na bir dava da Şehir Plancıları tarafından açıldı. Oda, planın şehri kaosa iteceğini düşünüyor.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın çok yakından takip ettiği İstanbul’un 1/100.000 ölçekli İstanbul Çevre Düzeni Planı’na bir dava da Şehir Plancıları Odası’ndan geldi.  Odanın İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’ne iletilmek üzere Ankara’dan açtığı bu dava öncesinde Mimarlar Odası da bir dava açmıştı. Plan, 15 Haziran 2009 tarihinde İstanbul Belediye Başkanlığı tarafından onaylanmıştı.


Yapılan açıklamada, İstanbul’un planlanmasının uzmanlık alanında olduğu halde odadan görüş alınmadığı belirtilirken,  planın açıklanmasından sonra yetersizliklerin belediyeye iletildiği, ancak, yasal süreler içinde olumlu ya da olumsuz cevap alınamaması üzerine dava kararının alındığı ifade edildi.


Odanın sert eleştirileri İstanbul ile ilgili tam 17 noktayı kapsıyor.

 

Oda, bu kararlar için dava açtı:


YOĞUNLUK TEHDİDİ: Yoğunluğu artıracak kararlar içeriyor. Hatta, alt ölçekteki planlarla imar uygulamalarını bu yönde teşvik ediyor.
NÜFUS KONTROLÜ: 2023’te 16 milyon nüfus planı gerçekçi değil. Nüfusun nasıl 16 milyonla sınırlı tutulacağından da söz edilmiyor.
İSTANBUL VE SEKTÖRÜ: Sanayi alanlarının kentin dışında yapılandırılmasına ve İstanbul ’da hizmetler sektörünün geliştirilmesine yönelik kararlar, yeterli ölçüde irdelenmemiş.
DEPREM TEDBİRİ: Depremlere karşı tedbirler planda tanımlanmamış. İstanbul ’un afet riskine açık yapısı planda da sürdürülüyor.
KONUT DAĞILIMI: Konut alanlarında dengeli bir dağılım yok. Alanlar belirlenirken TOKİ ve KİPTAŞ ’ın projeleri esas alınmış. Oysa bunların büyük kısmı yargılanıyor.
TARIM ALANLARI: Silivri ve Çatalca’daki mutlak tarım alanları tehdit ediliyor. Silivri-Büyükçekmece’de telafisi güç zararlar olabilir. Hadımköy’de planlanan sanayi alanları, Büyükçekmece Gölü ve Sazlıdere Barajı ’nın elden çıkmasına neden olabilir.
İÇME SUYU HAVZALARI: İçme suyu havzalarının korunmasına yeterli hassasiyeti gösterilmiyor. Sanayinin taşınması talep edilirken, konutta aynı kararlılık gösterilmiyor.
SU TOPLAMA HAVZALARI: Küçükçekmece Gölü ve Sazlıdere Barajı su toplama havzalarının yapılaşmadan korunması tedbirleri kararlara dönüştürülmemiş.
SİLİVRİ’YE AŞIRI YÜK:  Gelişme yükü Silivri’ye kaydırılmış. Bölgenin ekolojik değerleri ve yeraltı su varlıkları böylece imkansızlaşıyor.
HAVAALANI İHTİYACI: Çorlu Havaalanı’nın ihtiyacı karşılayacağı bilindiği halde, tarım alanları üzerinde üçüncü bir havaalanı kararı alınması, şehircilik ilkeleri bakımından isabetli değil.
ORMAN VE 2/B: Orman ve 2/B alanlarındaki kaçak yapıların yasallaştırılmasına yönelik kararlar içeriyor. Bu durum, Anayasa, Orman Yasası ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı.
KIRSALDA LÜKS: Kırsal alanlar ve yerleşmeler, lüks konut yapılaşmasına açılarak, yeni sorunlar yaratılıyor. Özellikle Şile, Ağva ve Riva’da öngörülen gelişme kararları, kaygı verici.
HAVZALARDA ÜNİVERSİTELER: Koruma altına alınması gereken içme suyu havzaları ve orman alanlarında sosyal tesislerin plan kararı haline getirilmesi, hatalı. Özellikle üniversitelerin de buralarda yapılabilecek olması, mevcut örnekler de dikkate alındığında kaygı verici. 
KRUVAZİYER LİMANLAR: Planda Haydarpaşa, Galata
Limanı, Kartal ve Zeytinburnu’nda ‘kruvaziyer liman’ kararlarının verilmesi hem Anayasa’ya hem de konu ile ilgili yargı
kararlarına aykırı.
YAPAY ADALAR: Dubai’den esinlenilerek Marmara Denizi’nde yapılması öngörülen ‘yapay adalar’ın kente nasıl bir getirisinin olacağı, buna karşılık ne kadar maliyetinin olduğu bile değerlendirilmiyor.
KAMU HASTANELERİ: Merkezdeki büyük hastanelerin kentin dış çeperine taşınması vahim bir karar. Özellikle Çapa, Cerrahpaşa ve Şişli Etfal hastaneleri bu kapsamda.
KIYILAR: Boğaziçi ve kıyı alanlarının korunmasında da zaaflar var. Özellikle İstinye, Tarabya gibi Boğaziçi’nde öngörülen yoğun turizm, sakıncalar taşıyor.

Milliyet, Haber: Tebernüş Kireççi, 30.12.2009

BİR TARİHİ MİRASIMIZ DAHA YOK OLUYOR





Eskişehir'de MÖ 7-8. yüzyılda yapılan ve dünyanın en önemli anıtlarından biri olarak kabul edilen Yazılıkaya, binlerce yılın yıpratmasına ek olarak yıkılma tehlikesi de taşıyor.


Eskişehir Valisi Mehmet Kılıçlar yaptığı açıklamada, Yazılıkaya Anıtı'nın “Dağlık Frigya” veya “Sağlıklı Frigya” olarak bilinen bölgede bulunduğunu belirterek, Yazılıkaya'nın tarihte Kral Midas'ın ve tanrıça Kibele'nin kutsal kenti olarak bilinen topraklarda bulunduğunu kaydetti.


Yazılıkaya'nın Frigya bölgesindeki 1315 metre yüksekliğinde bulunan bir tepe üzerine inşa edildiğini ifade eden Kılıçlar, şöyle konuştu:
“Anıt yaklaşık 17 metre yüksekliğinde, 16,5 metre genişliğinde bir volkanik kaya üzerine inşa edilmiş. Anıtın üç yazıttan oluşan işlenmiş yüzeyi 280 metrekareden oluşuyor. Frig uygarlığına ait Yazılıkaya, bünyesinde Hitit kültüründen de kalıntılar bulunuyor.

Yazılıkaya'nın geçmişinin MÖ 7-8. yüzyıla kadar dayandığı tahmin ediliyor. Yazılıkaya, dünyanın en önemli açık hava anıtlarından biri olarak kabul ediliyor. Anıtın üzerindeki yazılar, Frig dili tam olarak çözülemediği için henüz anlaşılmıyor. Frig uygarlığının en önemli anıtı olan Yazılıkaya'nın sırrı çözüldüğünde insanlık tarihinde yeni bir sayfanın açılacağı ön görülüyor.”

 

Vali Kılıçlar, anıtın çeşitli nedenlerden dolayı aşındığını ve yıprandığını belirterek, anıtın konservasyonu (eserin özelliklerini kaybetmeden korunması) ve restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Bölge Anıtlar Kararı ile çalışmaların sürdüğünü bildirdi.


Anıtta yapılması planlanan çalışmalarını titizlikle yürütüleceğini anlatan Kılıçlar, şöyle devam etti:
“Kültür ve Turizm Bakanlığı da anıtın korunması için konunun üzerine ciddiyetle eğiliyor. Bakanlıkla anıtın konservasyonunun teknik ve uygulamaları konusunda da görüşmelerimiz var. Yazılıkaya hakkında çalışmalarımızı kış ayları gelmeden bitirmek istiyorduk. Anıt hakkında raporları Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kuruluna ilettik. Ancak, anıttaki çalışmalar titizlikle yürütüldüğünden bir yavaş işliyor. Kimse anıta zarar vermek istemiyor. Yazılıkaya'nın yakınına bir otopark yaptık. Gelen turistlerin ihtiyaçlarını gidermeleri için de çeşitli çalışmaları tamamladık. Bazı yolları parke taşlarla döşedik.”

 

Yazılıkaya Köyü Muhtarı Veysel Gündoğdu ise Yazılıkaya'nın her geçen gün aşındığını ve anıtın üzerindeki çatlakların arttığını bildirdi.“Anıtın ortasındaki çatlak hızla ilerliyor” diyen Gündoğdu, şunları söyledi: “Anıtın üst kısmındaki motiflerden birisi neredeyse yok oldu. Sağ kenarda bulanan yazıların hemen yanında da yeni bir çatlak oluştu. Anıt oluşan çatlaklar nedeniyle yıkılma tehlikeyle karşı karşıya. Anıtı kurtarmak için çalışmaların hız kazanması gerekiyor.”

Hürriyet, 30.12.2009

"AVRUPA'NIN KÜLTÜR BAŞKENTİ OLMA YOLUNDA HIZLA İLERLİYORUZ"

 

Mardin Valisi Hasan Duruer, 7 bin yıllık tarihi kenti geleceğe hazırlamak için önemli projeleri hayata geçirdiklerini belirtti.

 

Duruer, hedeflerinin; turizmden tarıma, ekonomiden sanata kadar her alanda Mardin'i Avrupa'nın kültür başkenti yapmak olduğunu söyledi. Mardin'de yapılan çalışmaları anlatan Mardin Valisi Hasan Duruer, göreve geldiği günden beri kent merkezinde ciddi bir çalışma başlattıklarını söyledi. Öncelikle, kentin turizmini canlandırmak için rehabilitasyon projelerine ağırlık verdiklerini anlatan Duruer, Mardin'in, doğal ve tarihi değerleri açısından turizm potansiyeli yüksek bir şehir olduğunu kaydetti.

 

Kültür Turizm Bakanlığı tarafından kentsel sit alanı olarak belirlenen Mardin'in turizm altyapısı, pazarlama ve tanıtım faaliyetlerinin geliştirilmesini amaçladıklarını ifade eden Duruer, "Proje kapsamında mevcut koruma planlarına uygun olarak Mardin kentsel sit alanındaki ana ulaşım yolu olan 1. cadde ve eski canlılığını büyük ölçüde yitirmiş olan zanaat sokaklarının rehabilitasyonla daha cazip bir hale getirilmesi ve gelen turist sayısının artırılarak, konaklama sorunlarının minimum düzeye indirilmesi çerçevesinde önemli çalışmalara imza attık. İstanbul Teknik Üniversitesi ile işbirliği içinde birinci caddedeki karmaşıklığın giderilmesi ve tarihi çarşının olabildiğince düzene sokulması amacıyla, ilgili kurumlarımızla koordinasyon içinde üzerimize düşen gayreti gösterdik." şeklinde konuştu.

 

Mardin'i, Avrupa kültür başkenti yapmak için çalışmaya başladıklarını vurgulayan Vali Hasan Duruer, şu an süren çok önemli bir çalışma olan kentsel sit alanının rehabilitasyonuna yönelik olarak TOKİ, Mardin Valiliği ve Mardin Belediyesi'nin ortaklaşa yürüttüğü 'Eski Mardin Kentsel Dönüşüm Projesi' ile sit alanındaki uygunsuz yapıları yavaş yavaş yıktıklarını ifade etti. Vali Duruer, "Önümüzdeki bahar ayında hummalı bir çalışma başlatılacak. Gözümüzü rahatsız eden ne varsa temizlenecek. Tarihi kentin gerçek kimliğine bürünmesi için ne gerekiyorsa yapılacak. İlk hedef olarak yaklaşık 800 beton binanın yıkılmasını sağlayacağız. Bu uğurda her türlü fedakarlığı, gerek şahsım gerek Mardin halkı adına yapacağımı herkesin bilmesini istiyorum." dedi. Mardin'in dünya mimarisinin önemli kentlerinden biri olduğunu ifade eden Vali Duruer, ilin tarihi dokusunun korunması ve dünya kültür mirası olması için önümüzdeki günlerde eksikleri tamamlayarak yeniden UNESCO'ya müracaat edeceklerini kaydetti.

 

Mardin'in, artık kültür ve sanat şehri olma yolunda önemli adımlar attığına dikkat çeken Duruer, bundan böyle Mardin'in, her alanda birçok organizasyona ev sahipliği yapacak olmasından hareketle, hem Mardin halkının hem de esnafın her konuda çok hassas olması gerektiğini kaydetti. İlin, son 4 ayda önemli organizasyonlara imza atıldığına dikkat çeken Vali Duruer, "Mardin; Osmanlı'da yaşam, Osmanlı Kültürü ve Mardin Örneği' konulu konferans, Hilmi Yavuz sempozyumu, Aile ve Şiddet konulu konferans ve Mardin'deki değişim ve gelişim konulu konferanslar Mezopotamya Rallisi, bienal tanıtımı ve TASAM gibi önemli toplantılar ve organizasyonlara ev sahipliği yaptı. Bu da gösteriyor ki artık Mardin'de kültür ve sanat şehri olma yolunda önemli adımlar atılmıştır." şeklinde konuştu. Son yıllarda turizmin gözde merkezi olan Mardin'de hedeflerinin 5 yıl içinde 5 milyon turist olduğunu belirten Dururer, şöyle devam etti: "Kentteki yatak sayısını da bin 600'den 10 bin yatağa çıkarmayı hedefliyoruz. Yatırımcıları ve iş adamlarını Mardin'e turizm alanında yatırım yapmaya davet çağırıyoruz. Bu alanda yatırım yapacak olan müteşebbislere her türlü kolaylığı sağlayacağız. Mardin'de turizm sadece dört ayla sınırlı olmamalıdır. Öncelikli hedefimiz, turizmi 12 aya yaymaktır."

Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 29.12.2009

AYASOFYA, TOPKAPI'YI GEÇTİ

 

Yerli ve yabancı turistler, bu yılın 11 aylık döneminde en fazla Ayasofya, Topkapı Sarayı ve Mevlana Müzesi ile Efes, Hierapolis ve Göreme ören yerlerine ilgi gösterdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müze ve ören yerlerini 2009 yılının 11 aylık bölümünde 20 milyon 192 bin 607 kişi ziyaret etti.


Türkiye’nin en fazla gezilen ilk üç müzesi yine değişmedi. Ancak, en çok gezilen müzeler sıralamasında önceki yıl birinciliği alan Topkapı Sarayı, bu yıl yerini Ayasofya’ya bıraktı. Ayasofya Müzesi’ni 2 milyon 261 bin 186 kişi gezdi. 

Habertürk, 29.12.2009

14 YÜZYILLIK DAMATRYS SARAYI İLGİ BEKLİYOR





Bizans imparatorlarından II. Tiberius ile Maurikios (578-602) tarafından, "Tanrıça Demeter"in adının verildiği Samandıra’da inşa edilen ve yapıldığı dönemde İstanbul dışındaki en büyük ve en önemli eser olması özelliği taşıyan Damatrys Sarayı ilgi bekliyor.

Bizans imparatorlarından II. Tiberius ile Maurikios tarafından, o dönemdeki adı "Demeter" olan Samandıra’ya inşa ettirilen  "Damatrys Sarayı", 14 yüzyılın yorgunluğuna rağmen hala tarihe meydan okuyor. Sarayın boyutları ve nitelikleri göz önüne alındığında, Bizans’tan günümüze ulaşan en önemli yapılardan biri olarak görülüyor. Ancak 1980’lerden sonra Samandıra’nın yoğun göç alması ve bölgedeki çarpık yapılaşma ile ilgisizlik sonucu saray, yağma ile yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış.

Sarayın ismi, Samandıra’nın tarihte rastlanan ilk adı olan Demeter’den geliyor. Demeter, Yunan mitolojisinde "tarım ve bereket tanrıçası" anlamına geliyor ve insanlara toprağı ekip biçmesini öğreten "tanrıça" olarak biliniyor. Ayrıca Samandıra, rivayetlere göre yabani hayvan çeşitliliğiyle av için de tılsımlı bir mekan olmuş, Bizans imparatorlarının en gözde sayfiye alanlarından biri haline getirmiş. O dönemde, yazlık sayfiye alanlarına düşkünlüğü ve av merakıyla tanınan Bizans imparatorlarından II. Tiberius ve Maurikios tarafından Samandıra’ya bu saray inşa ettirilmiş.

Kalıntıları günümüze kadar ulaşan ve literatüre "Damatrys Sarayı" olarak geçen bu saray, inşa edilme amacı olan av ve dinlenmenin yanı sıra İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı da olmuş. Anadolu’ya yapılacak seferlerin yol güzergahında inşa edilmesi sebebiyle Bizans ordusunun toplanma ve konaklama bölgesi olarak kullanılmış. İmparatorlar, Anadolu’dan dönerken de başkente girmeden evvel son gecelerini bu sarayda geçirirlermiş. İmparator, sefer dönüşünde Samandıra’da konaklarken, haberciler bir gün önceden başkente ulaşır ve İmparator’u karşılamak için gerekli hazırlıkların yapılmasını temin ederlermiş.

Ancak saray, 12. ve 13. yüzyıldan itibaren kullanılamaz hale gelir. Bugün yıkıntıları arasında haç biçimindeki sarnıcı, kemer ve tonozları teşhis edilebilen sarayın, gözle görülen bölümünden çok daha büyük bir alanı kapsadığı tahmin ediliyor.

Saraya ilişkin AA muhabirinin görüştüğü Sancaktepe Belediye Başkanı İsmail Erdem, "Damatrys Sarayı" kalıntılarının bulunduğu alanda yapılacak bir arkeolojik çalışma ile sarayın gün yüzüne çıkacağını, yapılacak restorasyon çalışmaları ile de güzel bir açık hava müzesi olabileceğini söyledi. Erdem, sarayı 2010 Avrupa Kültür Başkenti programına aldırarak, İstanbul’a kazandırmak istediklerini belirtti. Bu konu ile ilgili İl Özel İdaresi’yle görüştüklerini anlatan Erdem, İstanbul’da kültür sanat alanlarındaki tarihi mekanların restorasyonuyla ilgili ihalelere girmek için uzun süredir çalıştıklarını bildirdi.

Erdem, sözlerini şöyle sürdürdü:

"İl Özel İdaresi, bu bölgeyi 2010 programına alıp yapım ihalesi açacaktı. Biz bu bölgeyi gündemimize aldıktan sonra Anıtlar Kurulu’na gittik. Gerekli izinlerin alınması için müracaatlar yaptık. ’Bu bölge 30 dönümse biz bunu 100 dönüme çıkaralım, şehir merkezinde bir meydan olsun’ dedik. Oradaki yapılaşma kamulaştırılacak, meydan açılacak ve yeni bir yaşam merkezi kurulacak. Ama Kültür Bakanlığı’ndan proje yapımıyla ilgili bir genelge geldi, ’bekletin’ diye. Burası barınmak amaçlı yapılmış, savunma amaçlı olarak da çevresi geniş tutulmuş, ama bir kısmı da toprak altında kalmış. Çünkü üzerinden asırlar geçmiş. Üzeri açılırsa altta kalan çok sayıda mekan ortaya çıkacak. Yani burada arkeolojik bir çalışma yapılırsa, burası çok güzel açığa çıkar. Bir açık hava müzesi olabilir."

Sancaktepe’nin bölge planı yapılırken saray kalıntılarının olduğu bölge sit alanı olarak ilan edildiğini belirten Erdem, ancak Anıtlar Kurulu’nun sit alanını genişlettiğini ve "yapılaşma izni yok" dediğini aktardı. Yeni planların ocak ayında yapılmasından sonra, Anıtlar Kurulu ile tekrar görüşeceklerini dile getiren Erdem, kurulla görüştükten sonra belediye tarafından, bölgenin özelliğine göre yeni sit alanı olması için özel bir plan yapılacağını söyledi.

Radikal, 29.12.2009

TARİHE BÖYLE SAHİP ÇIKILIYOR!

 

“İstanbul Üniversitesi tarihine sahip çıkıyor” sloganı ile başlattığı proje kapsamında Beyazıt Yerleşkesi’nin tarihi duvarlarında yaptığı onarım ve temizleme tepkilere neden oldu. Havalandırma ve su çıkışı için bırakılan künkler proje kapsamında demir kapaklar ile örtüldü. İTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, “Daha şimdiden harç çatlamış. Acaba kurula onarımla ilgili bir başvuru yapılarak görüş alınmış mı” diye sordu. İstanbul Üniversitesi yönetimi ise çalışma ile ilgili bilgi vermedi.

Cumhuriyet, 29.12.2009

İLK ANSİKLOPEDİ TÜRKİYE'DE ÇIKTI

 

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sadi Çöğenli, ilk ansiklopedinin 1690'da Paris'te yayınlandığının bilindiğini; aksine daha eski tarihlerde yazılan ansiklopedinin ellerinde olduğunu söyledi.

 

Prof.Dr. Çöğenli şunları söyledi: "Bu ansiklopedimiz 60 cilttir. Bir kişi yazmıştır. Kaf harfine kadar gelmiştir, bitirememiş ve vefat etmiştir. Her bir cildi 200 varaktır, yani günümüzde 400 sayfa. Bu kitabı, 62 cildi doktora ve yüksek lisans talebeleriyle neşre kalksak 180 sene lazım. İnternete girildiğinde bu ansiklopediden bahsedilmiyor, 1690'da yazılan ansiklopediden bahsedilir. Bizim neşrettiğimiz İSAM'ın ansiklopedisinde de bu kitabın adı yok. Dünyanın haberdar olmadığı bu 62 ciltlik kitabımızın en azından ofseti yapılıp, 100 nüsha çoğaltılarak neşredilmesi lazım.”

Yeni Şafak, 29.12.2009





İÇLER ACISI GÖRÜNTÜLER

 

  

 

Türkiye’de azınlık vakıflarına ait eserlerin bakımsızlığı büyük tartışma yaratırken Yunanistan’ın AB’den korunması için fon almasına rağmen, Osmanlı eserlerine ayıbı da gözden kaçmıyor. Ege’deki adalarda onlarca cami, mezar ve türbe bakımsızlıktan harap durumda

Yılda yaklaşık 3 milyon turistin ziyaret ettiği Kos, Girit ve Rodos adalarında bulunan Osmanlı yapıtları başta camiler olmak üzere hepsi harap durumda. Bazılarının camları kırık, pencereleri tahta parçaları, bez ve gazetelerle kapatılmış. Özellikle Girit Adası’ndaki bozuk yapılanma nedeniyle cami medrese ve külliyelerden birçoğunun ana giriş kapısını bile bulmak mümkün değil. Buradaki Hanya şehrinde evler arasına sıkışmış camilerin etrafında dört döndük ama hiçbirinin giriş kapısını bulamadık. Çünkü plansız gecekondu usulü ile inşa edilen evler camilere ait alanı işgal etmiş. Birçoğunun bahçe alanları evlere dahil edilmiş. Büyük meydanlarda bulunan bazı talihli camilerin kapıları ise ya gelişigüzel tahtalarla kapatılmış ya da zincir vurulmuş. Hanya’da yakın zamana kadar 11 cami varken şimdi sadece dördü ayakta.

 

Cami avlusundaki mezar ve türbelerin hemen hepsi tahrip edilmiş. Cami ve türbe duvarlarına çirkin grafitiler yazılmış. Osmanlı mimarisinin en zarif örnekleri arasında bulunan bu camilerin giriş bölümleri turistik eşya satan dükkan veya kafeteryaya dönüştürülmüş.

Dükkan sahiplerine camilerin girişinin nerede olduğunu sorarsanız hiç de hoş olmayan bir cevap alıyorsunuz. ’Aynı şeyin kiliselere yapılmasını ister misiniz?’şeklinde bir soru ise ’Rumca küfürlerle cevaplandırılıyor. Üstelik tüm bu eserlerin korunması ve onarılması için Yunanlılar AB fonundan yardım almış. Eserlerin önüne, “Burası AB’den alınan fon ile restore ediliyor” yazılmış ancak görüşüne göre bir çivi bile çakılmamış.

GİRİT
Girit’teki Osmanlı Camii’nin önündeki tabelada belediyenin AB’den camiiyi korumak için fon aldığı yazılı.

KOS ADASI
Kos Adası’daki zamanın Osmanlı Valisi Hacı Hasan’ın yaptırdığı camide, kendi türbesi de var. Ancak mezar taşı kırılmış, grafitilerle kirletilmiş.

Yine Kos’taki Defterdar Cami’de Barbaros Hayrettin’in kaptanı Turgut Reis de ibadet etmiş. Ancak caminin altında şimdi meyhane bulunuyor.

Vatan, 29.12.2009

SARAYİÇİ GENE SULAR ALTINDA KALDI

 

  

 

Edirne'de dün etkili olan yağışların ardından Tunca Nehri yeniden taştı. Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi yine sular altında kalırken, Fatih ve Kanuni köprüleri ulaşıma kapatıldı. Nehirdeki taşkın nedeniyle sürüklenen odun parçaları yakacak derdine düşen vatandaşlar tarafından toplandı.

 

Edirne'de ve Bulgaristan'da etkili olan yağmur yağışlarının ardından Tunca nehrinin debisi Suakacağı ölçüm istasyonunda 161 metreküp saniyeye ulaştı. Tunca nehrinin debisinin artması nedeniyle Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı Sarayiçi er meydanı, tarihi Adalet Kasrı ve Sarayiçi'ne ulaşımı sağlayan Kanuni ve Fatih köprüleri sular altında kaldı. Sarayiçinin sular altında kalması nedeniyle bu mevkiine ulaşımı sağlayan Fatih ve Kanuni köprüleri Belediye ekipleri tarafından ulaşıma kapatıldı.

 

Edirne Meteoroloji Müdürlüğü yetkilileri kentte önümüzdeki hafta boyunca yağış olmayacağını ve hava sıcaklığının 1- 15 derece arasında olacağını belirtti.

 

DSİ 11. Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise son yapılan ölçümlerde Tunca nehrinin debisinin 161 metreküp saniye, Meriç nehrinin debisinin ise Kirişhane mevkiinde 323 metreküp saniye olarak ölçüldüğünü ve daha büyük bir taşkın beklenmediğini ifade ettiler.

Edirne Kent Haber, 29.12.2009






DEFİNECİLER YERALTI ŞEHRİ BULDU

 

  

 

Şanlıurfa'nın Ceylanpınar İlçesi'nde, Kepez Tepesi diye bilinen sit alanında kaçak kazı yapan defineciler altın ararken, eski bir yerleşim biriminin ortaya çıkmasını sağladı.

 

Ceylanpınar İlçesi'nde, sit alanı olduğu için kazı yapması yasaklanan Kepez Tepesi diye bilinen bölgede kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçak kazı yapıldı.

 

Kazı yapılan bölgede eski bir uygarlığa ait olduğu tahmin edilen yerleşim alanı bulundu. Eski bir uygarlığa ait olduğu tahmin edilen yerleşim alanını tesadüfen bulduğunu dile getiren, İbrahim Atay, tarihi eserler üzerinde yaklaşık 20 yıldır araştırma yaptığını belirterek, "Kepez Tepesi mevkisi diye adlandırılan yerde arkadaşlar ile birlikte tesadüfen kaçak kazı yapılmış bir alan gördük kazı yapılan alanda yapmış olduğumuz incelemede kazılan alanın eski bir uygarlığa ait olan bir yerleşim alanı olduğunun farkına vardık. Yerleşim alanındaki merdiven basamakları ve duvarlar açık bir şekilde göze çarpıyordu. Kazı sonucu ortaya çıkan yerleşim birimin üst taraflarında kuyu ve mağaralar bulunmaktadır. Kaçak kazı sonucu ortaya çıkarılan yerleşim biriminin MÖ 5 bin yıllarına ait olduğu tahmin edilirken, bu yerleşim birimi Mitaniler, Parslar ve Hititlilere başkentlik yapmış bir bölgedir. Bu yerleşim birimin tarihteki ismi Vaşşugar ve Vaşugani'dir. Yıllardır, bu tarihi alan definecilerin uğrak haline gelmiş ve yıllardır bu alan kaçak kazı yapan defineciler tarafından tahrip edilmiştir. Eski yerleşim alanındaki kalıntıların defineciler tarafından daha fazla tahrip edilmemesi için yetkilileri göreve davet ediyoruz. Arkeologları ve araştırmacılar bölgeye gelerek eski yerleşim yerinde çalışmalar yaparak eski uygarlığa ev sahipliği yapmış yerleşim alanında çalışmalar yapması tek arzumuzdur" dedi.

 

Bu arada, Ceylanpınar Kaymakamı İlker Özerk Özcan ise, konu ile ilgili açıklama yapmayacağını söyledi.

Şanlıurfa Kent Haber, 29.12.2009

TARİHİ KÖŞKÜN BAHÇESİNE REZİDANS

 

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın Beyoğlu Gümüşsuyu’nda 20 yıl önce yıkılan köşkünün bulunduğu arsaya Dubai merkezli Kaizen firması 16 lüks konutun içinde bulunduğu bir rezidans yapmaya hazırlanıyor. İmar planına göre, firmanın Latife Hanım Köşkü’nü de yeniden inşa etmesi gerekiyor.

 

Mustafa Kemal Atatürk ile Latife Hanım’ın aşklarına, evliliklerine ve ayrılık dönemlerine şahitlik etmiş iki köşkten biri olan Gümüşsuyu’ndaki Latife Hanım Köşkü’nün üzerinde bulunduğu arsanın sahibi, yaklaşık 20 yıl önce inşaat yapmak için izin istedi.


Koruma Kurulu da, 1989 yılında köşkün aslına uygun olarak yeniden yapılması şartıyla arazinin diğer bölümüne konut yapılmasına onay verdi. Metruk durumdaki köşk proje kapsamında yeniden yapılmak üzere yıkıldı.


Betonarme bina inşaatına başlanırken, tarihi köşkün yapımına ise bir türlü başlanamadı. Bu nedenle inşaat, restorasyon projesine uygun davranılmadığı için mühürlendi.

Köşkün bahçesinde yapımı durdurulan iki katlı yapının bulunduğu arsanın imar durumu daha sonra değişti. Arazi, Beyoğlu 1/5000 ölçekli Kentsel SİT Alanı Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nda yeniden ele alındı. Yeni planla, söz konusu arsa “orta yoğunlukta konut” alanına alındı.


Planın “Eski Eser-Kayıp Eser Envanteri”nde, söz konusu arsada, “1. grup korunması gerekli kültür varlığı Latife Hanım Köşkü”nün olduğu belirtilerek, yeniden inşa edilmesi şartı kondu.


Plana bir vatandaş itiraz ederek arazideki konut fonksiyonunun kaldırılmasını talep etti. Ancak İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, itirazı sonraki planlama aşamasında değerlendirmesi gerektiği gerekçesiyle reddetti. 
 

Bu arada el değiştiren arsanın yeni sahibi olan Londra, Dubai ve İstanbul’da proje geliştiren Dubai merkezli Kaizen İnşaat, yeni bir proje hazırladı. Proje, çalışması süren 1/1000 ölçekli Beyoğlu Kentsel Sit Alanı Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı’nın kabul edilmesinin ardından uygulamaya konulacak. Kaizen firması, internet sitesinde, “Taksim Rezidans” isimli projeleri kapsamında 16 lüks daire yapacaklarını bildiriyor.

Milliyet, Haber: Şenol Demirci, 29.12.2009

MARMARAY 2013'E SARKTI, FATURA 500 MİLYON $ KABARDI

 

 

İstanbul'un iki yakasını Boğaz'ın altından bağlayacak Marmaray Projesi, arkeolojik kazılar nedeniyle 4.5 yıl gecikti. Gecikmenin maliyeti en az 500 milyon dolar.

 

Avrupa ile Asya'yı birbirine bağlayacak Marmaray Projesi, arkeolojik kazılar nedeniyle 4.5 yıl gecikirken, bu gecikmenin maliyeti en az 500 milyon dolar oldu. 17 Aralık'ta Bakanlar Kurulu'nun Marmaray ihalesiyle ilgili fiyat güncellemesini öngören kararı Resmi Gazete'de yayımlandı. Bakanlar Kurulu kararına göre Nisan 2009'da bitmesi gereken Marmaray Projesi'nin tamamlanma tarihi 28 Ekim 2013 olarak belirlendi. Gecikmeye arkeolojik kazılar gerekçe gösterildi. Bakanlar Kurulu kararında, projenin arkeolojik kazılar ve standart dışı yapılaşma nedeniyle uzadığı, bunun da telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabileceği belirtildi.

Karara göre 2006'dan itibaren hak edişler güncel fiyatlara göre yapılacak. Bu durumda sadece enflasyondaki artış dikkate alındığında yaklaşık 1 milyar dolara ihale edilen Marmaray'ın tüp tünel ve istasyon ihalesindeki fiyat artışı yüzde 50 olacak. Bir başka ifadeyle arkeolojik kazıların devlete maliyeti 4.5 yıl gecikme ve en az 500 milyon dolar. İstanbul'un tarihini değiştirdi. Projenin gecikmesinin nedeni olarak gösterilen arkeolojik kazılar İstanbul'un tarihi için de önemli bulgulara ulaşılmasını sağladı. Kazılarda bulunan kalıntılara göre İstanbul'un tarihi bilinenin aksine 2 bin 700 değil 8 bin 500 yıl öncesine dayanıyor. Marmaray kapsamında Yenikapı'da yapılan arkeolojik kazılarda bugüne kadar Theodosius Limanı gün yüzüne çıkarılmış 33 gemi, İstanbul'un Bizans Dönemi'nde yapılan en eski suru, Bizans Kilisesi ve binlerce buluntu ortaya çıkarılmıştı. Theodosius Limanı'nın altındaki katmanda MÖ 6500'lü yıllara ait olduğu tahmin edilen 4 insan iskeleti ile ahşap savunma silahları, ahşap eşyalar ve kano kürekleri bulunmuştu.

Manş Denizi'ndeki Eurotunnel benzeri bir demiryolu projesi olan Marmaray'ın temeli 9 Mayıs 2004'te Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından atıldı. İnşaat tamamlandığında Marmaray'a bağlı hat 16 kilometre boğaz geçişi ve Avrupa yakasında Halkalı-Yenikapı, Anadolu yakasında Gebze-Harem arasındaki kısımlar olmak üzere yaklaşık olarak 76 kilometre uzunluğunda olacak. Proje Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı (DLH) Genel Müdürlüğü, Japon yüklenici firma Taisei Corporation, Gama-Nurol şirketi ve Avrasya Müşavirlik firması tarafından yürütülüyor. Projenin 13.6 kilometresi boğaz tüp geçişi olacak. Boğazın altındaki bölüm ise 1.4 kilometre. 36 istasyondan oluşacak projeyle trenler Avrupa'dan Asya'ya 2 dakikada geçecek.
Sabah, Haber: Hamdi Ateş, 29.12.2009

EFSANEVİ GENERALİN MEZARI BULUNDU MU?

 

 

Çin'deki Henan eyaletinin antik başkenti Anyang yakınlarında, efsanevi General Cao Cao’ya ait olduğu düşünülen bir mezar ortaya çıkarıldı.

 

1800 yıllık kompleksteki çalışmalarının 1 yıldır devam ettiği, 40 metrelik bir yeraltı geçidi de barındıran mezardan 3 insan kalıntısı çıkarıldığı belirtildi. 60 yaşlarındaki erkeğin Cao Cao, 50’lerindeki kadının imparatoriçe ve 20’lerindeki kadının ise hizmetkar olduğu düşünülüyor.

 

Gün ışığına çıkarılan 250 eser arasındaysa Cao döneminin günlük yaşantısını gösteren taş baskılar yer alıyor. Parlak askeri dehası ve sanatçı yönüyle Çin tarihinin korkulan ve saygı duyulan figürlerinden biri haline gelen Cao Cao, MS 208-280 yıllarını kapsayan Üç Krallık Dönemi’nde yaşadı. Pek çok roman, film ve operaya ilham kaynağı olan Cao’nun şiirleri ise halen Çin okullarında ders olarak okutuluyor.

Milliyet, 29.12.2009

HİSAR CAMİİ'Nİ MOSTAR'IN MİMARI RESTORE EDİYOR





İzmir'in en eski ve en büyük mabedi Hisar Camii, Mostar'ın mimarına emanet. Şehrin manevi merkezi sayılan caminin restorasyon ihalesini alan mimar Onur Özbaşbuğ, çalışmalara başladı.

 

19. yüzyılda geçirdiği 3 depremde hasar görse de ilk günkü özelliklerini koruyan cami, sedef kakmalı ahşap minberi ve kalem işleriyle günümüze kadar ulaşabilen ender yapılardan.

İzmir Kemeraltı Çarşısı'ndaki tarihî Hisar Camii'ni, Bosna Hersek'teki Osmanlı eseri Mostar Köprüsü'nü ayağa kaldıran mimar Onur Özbaşbuğ restore ediyor. Özbaşbuğ, 9 Kasım 1993'te savaş sırasında yıkılan köprüyü, iki yılda aslına uygun olarak inşa etmeyi başarmıştı. Özbaşbuğ, Balkanlar'dan döndükten sonra Eskici Mimarlık şirketini kurarak Türkiye'deki tarihî yapıları onarmaya başladı.

 

Asırlara meydan okuyan tarihî eserleri restore eden mimar Onur Özbaşbuğ şimdi de Aydınoğulları'ndan Özdemiroğlu Yakup Bey tarafından 1596 yılında yaptırılan Hisar Camisi'ni onarıyor. Çeşitli dönemlerde çalışma yapılan caminin 1938 yılında kubbe ve ayakları tamir edildi. 1976 depreminde büyük hasar gören cami, 1985'te ibadete kapatılarak ciddi bir bakımdan geçirilmişti. Caminin ihalesini alan Özbaşbuğ, restorasyonu 2010'un Haziran'ında tamamlayacak.

Mimar Onur Özbaşbuğ ve ekibi, çalışmaya başlamadan önce harç tespiti yapmış. Caminin orijinal sıvasını Topkapı Sarayı'ndaki konservasyon laboratuvarında tahlil ettiren ekip su, kum, saman, kırmızı tuğla tozu ve kireçten harç yapmış.

 

Samanın, inşaatın içindeki demir gibi çatlamayı engellediğine dikkat çeken Özbaşbuğ, ihtiyaç oldukça ilaveler yapılan elektrik panolarını da söktüklerini ifade etti. Yeni bir elektrik projesi geliştirdiklerini ve TEDAŞ'a onaylattıklarını aktaran mimar, bu tasarımın Türkiye'de tek olduğunu dile getirdi. Camideki bütün boyaları söktüklerini kaydeden Özbaşbuğ, "Ana kubbeye yağlıboya yapmışlar, bu orijinal değil. Altından ne renk bir boya çıkacağına bakacağız. Küçük kubbelerde, çok tatlı orijinal bir çivit mavisi bulduk. Mihrabı söktüğümüzde ise eski süslemelerini ortaya çıkardık." şeklinde konuştu. Caminin yapıldığında süslemeleri bulunmadığını söyleyen başarılı mimar, konsollarının hep taştan olduğunu belirtti.

 

İzmir Vakıflar Bölge Müdürü Muzaffer Ataseven de bundan önce Hisar Camii'nin dökülen duvar ve tavanları, yağlı boya ya da sıvalarının çimentoyla kaplandığını ifade etti. Ataseven, "Şimdi profesyonel bir ekip, bu işleri tek tek, aslına uygun, kazıyarak aslına uygun yapıyor. Çalışmalar bittiğinde, bu işlemlerin ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkacak." ifadesini kullandı.

Zaman, Haber: Mustafa Yüksel - Ömer Oruç, 29.12.2009

"DUYDUKLARIM TÜYLERİMİ ÜRPERTİYOR"





Burhan Doğançay'ın rekor bir fiyata satılan "Mavi Senfoni" tablosunun ardından sanat piyasasında bir hareketlenme gözlendi. Son yıllarda özellikle de 2009'un son aylarında müzayedelerde yüksek fiyata satılan sanat eserleri, antikalar dikkati çekti. Türkiye'de bir çeşit Rönesans yaşanıyor ve yüksek fiyatların sebebi sanatçıya verilen değerin artmasına mı dalalet yoksa böyle bir piyasa mı oluştu?

 

Son günlerde yapılan müzayedeler ve satılan eserler ile  ilgili 3 kuşaktır ve yüz yıldan fazladır müzayedecilikle ilgilenen Portakal Sanat Evi'nin sahibi Raffi Portakal ve ressam İsmail Acar ile müzayedeler üzerine konuştuk. Raffi Portakal müzayedecilik konusunda Türkiye'nin en köklü ailelerinden bir tanesinin üyesi olarak Portakal Sanat Evi'nin sahibi. Geçtiğimiz günlerde satışa çıkan ve daha sonra geri çekilen Kabe'nin Anahtarı ile yüksek fiyata satılan Süleyman Seyyid'in Karpuzlu Natürmort da bu müzayede evinde satışa sunuldu.

 

Raffi Portakal

 

Son zamanlarda sanat eserleri eskiye nazaran daha yüksek fiyatlı satılmaya başladı. Bunun sebebini neye bağlıyorsunuz?

Toplumun gelişmesi hepsi birbirine bağlı bir şekilde ilerliyor. Daha öncede hiç yalılar bugünkü fiyatlara satılmıyordu ama şimdi 25-30 milyon dolara yalılar satılmaya başlandı.  Bunun en önemli sebebi zaten daha önce çok düşük bir fiyattaydılar, olması gerekenden daha düşük. İkincisi de bu yükseliş sağlıklı olması için yükselişin uzun süre aynı fiyatta ve daha da yükselmesi lazım. Daha öncede böyle durumlar yaşadı Türkiye. Çok süratli yükselen sanat eserlerindeki örneğin tablolarda fiyatlar çok yukarıya gitti daha sonra kriz dönemlerinde müthiş sarsıntılar geçirdi ve aşağıya indi.

 

Krizden bahsettiniz ama şu anda küresel bir kriz içerisindeyiz hala ve fiyatlar buna rağmen yükseldi bu aslında şaşırtıcı değil mi sizce?

Bir bakıma öyle yalnız yükselen fiyatlar şaheserlere doğru yöneldi. Bu iyi bir şey en azından şaheser ile eser arasındaki fark anlaşılmaya başladı.

 

Peki sanata ve sanatçıya katkısını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaşayan sanatçıya bunun katkısının olmaması mümkün değil. Bir kere sanatçı giderek daha iyi yaşam koşullarına ulaşıyor. Daha iyi yaşam koşulları derken daha iyi bir ev daha iyi bir araba demiyorum. Hayır, dünyayı daha iyi tanıma imkanları. Müzeleri daha çok gezme imkanları. Yurt dışında veya dilediğin noktalarda daha çok vakit geçirme imkanı demek. Daha özgürce sanat yapmak. Bir de sanat iltifata tabiidir diye eski bir deyim var. Yani iltifat edildikçe sanatçı beslenir. Eskiden saygı gören Sultan 2. Beyazıt'ın döneminin önemli hatta 2. Şeyh Hamdullah'ın hokkasını tuttuğu söylenir, sık sık onu ziyarete gittiği söylenir.

 

Floransa'da da Medici ailesi var, mesen bir aile, zengin bir aile. Oradaki ailenin ileri gelenleri Rafael'lerin ayaklarına gidiyorlar, onları ikna edip çalışmalara sokuyorlar, sanatçıların ayağına gidiyorlar, yanlarına alıyorlar, sofralarına davet ediyorlar, yani iltifat ediyorlar. Sanat iltifata tabiidir. Bizde, ben biliyorum ressamlarımız edebiyat alanında olsun heykeltraşlar olsun uzun yıllar o gereken ilgi ve itibarı görmediler. Şimdi görecekler. En azından o yolda adım atılıyor. 

 

Bu eserlerin yatırım amaçlı mı alındığını yoksa sadece o eserlere sahip olmanın sanatsal anlamında heyecanından mı satın alındığını düşünüyorsunuz?

Ben yakın zamana kadar bu suali soran insanlara hep sanat heyecanlandırır diyordum ama son zamanlarda duyduklarım yani kulaktan dolma değil bizzati alan insanların bana söylediği şeyler kulaklarımı ve tüylerimi de ürpertti. On tane 20, 30, 50 tane tabloyu birden aldıklarını söylüyorlar bir sanatçıda. Niye aldıklarını sorduğumuzda fiyatları yükseliyor yatırım amaçlı alıyoruz dediklerini duyuyorum. Demek ki böyle bir kesim de var. Ben o konuda geri kalmışım doğrusu.

 

Son yıllarda ya da en azından son 10 - 20 yıllık süreçte sizce satılan en önemli eser nedir Türkiye'de?

Herhalde Kaplumbağa Terbiyecisi oldu tablo olarak.

 

İsmail Acar

 

Geçtiğimiz günlerde İtalya'nın Floransa şehrinde yapılan "Floransa Uluslararası Çağdaş Sanatlar Bienali"ne davetle katılan ve birincilik ödülü alan, Türk resim sanatının önemli isimlerinden İsmail Acar'a da bu soruları yönelttik. İsmail Acar da bunun sanat ve sanatçı açısından olumlu yanları olduğunu düşünüyor.

 

Son zamanlarda dünyada ve Türkiye'de yüksek fiyatla satılan sanat eserleri bize sanatçılar açısından olumlu bir gelişme gibi görünüyor. Sizce de bu yüksek satış rakamları sanata katkı olarak değerlendirilebilir mi?

Yüksek satış rakamları tabii ki sanata verilen önemin bir göstergesidir ve de Türkiye'de Doğançay, Güleryüz, Uluç, İnan gibi ya da Akyavaş gibi Türk resim sanatına emek vermiş sanatçıların eserlerinin yüksek rakamlara satılması genel olarak Türk sanatının ilerlemekte olduğunun bir göstergesidir; ancak genç sanatçıların bu durumu çok doğru okuması gerekir. Sanatın  ya da sanat yapmanın amacı para kazanmak, köşe dönmek mi yoksa yaptığı işle yaşamını idame ettirmek mi ya da sanata adanan bir hayatın ne zaman verileceği bilinmeyen bir mükafat, bir ödül mü bir hizmetin bedeli mi bu değer ölçütleri; çünkü para bazen birçok sanatsal endişeleri de yok eden bir kavramdır. Dünle bugün arasında Doğançay'da hiçbir şey değişmedi. Tek değişim materyalist dünyanın üslendiği rol, sanata attığı el oldu. Önemli olan bu değişimi Türkiye dışındaki dünyaya taşımak , ama bu durum gençler için büyük tuzaklar barındırıyor.  Hiç eser satamayan sanatçılar bile eserlerine şimdiden değersiz kalmamak için kafadan bir tane sıfır ilave etti.

 

Türkiye'de bu sanat eserlerine gösterilen ilginin gerçekten sanat için mi gösterildiğini düşünüyorsunuz?

İlgi aslında gerçekten sanata mı yoksa yeni keşfedilmiş oyuncaklara mı bilinmez ama bu ilgi dünyada da bu tip modalarla yaratılıyor. Bir hikaye ve ardından şaşırtıcı oyunlar... Yine de bal tutan parmağını yalar misali, sanat da bu ilgiden bir şekilde faydalanıyor. Bir taraftan sanata başka bir şekilde de ilgi yaratmak oldukça zor. Bu ilgi doğru şeyleri de tetikleyebiliyor. Bu süreçte benim en büyük beklentim, bu hareketli ortamlar sayesinde Türkiye'deki sanat pazarının dedikodularla yürüyen yapısını değiştirmesi.

 

Son olarak gerçekleştirilen müzayedeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında müzayedeler sanat pazarını zinde tutan aktiviteler; ancak her işte olduğu gibi bu alan da Türkiye'de birçok boşlukları barındırıyor ve art niyetli kullanılabiliyor, müdahalelere açık bir alan oluşu da cabası. Belli bir yaşın altı ya da genç sanatçıların müzayedelere katılmasını, alınmasını doğru bulmuyorum. Gençlerin  ya da yaşayan sanatçıların galerileri mevcut ve bu galeriler bu sanatçıların fiyatlarını biliyorlar ve daha doğru bir hareket, tavır sergileyebilirler.  Maalesef  Türkiye'deki galeriler sadece kazandıkları parayı birincil grup sanatçılarını korumadıkları için  müzayedeler galerilerin boşluğunu bir anlamda üstlenen kurumlar rolüne soyunmuş oluyorlar. Binlercesini üretebilecek gençlerin eserlerinin müzayedelerden alınması  esnasında alıcı da korunamıyor  ve de sanatın başındaki koruyucu hare dedikodulara dönüşüyor.

Hürriyet, Haber: Buse Özel, 29.12.2009

ANTALYA'DA 1500 YILLIK SİNAGOG HEYECANI





Antalya'daki Myra ve Andriake antik kentleri kazılarında ortaya çıkarılan 1500 yıl öncesine ait sinagog, İsrailli bilim adamı, gazeteci ve televizyoncuların akınına uğruyor.

Kazılarda ortaya çıkarılan tapınak, Menorah plakaları (7 kollu şamdan) ve yazıtları incelemek için bölgeye İsrail'den çok sayıda kişinin geldiğini belirten Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik, “Ortaya çıkardığımız sinagog, bölgede yeni bir hareket yarattı. Böyle giderse bu bölge Yahudiler için yeni bir merkez haline gelecek” dedi.

Prof.Dr. Çevik, tapınağı incelemek için gelen İsrailli 5 bilim adamının, eserler üzerinde çeşitli çalışmalar yaptığını söyledi. İsrailli gazeteci ve televizyoncuların da tapınağa yoğun ilgi gösterdiğini kaydeden Prof.Dr. Nevzat Çevik, “Bulunan sinagogun yaşı çok eski olduğu için Yahudiler açısından büyük önemi var. Bu yüzden ilgi her geçen gün artıyor. Her gün farklı turist grupları tapınağı geziyor. Eğer tanıtım faaliyetlerini iyi yönetebilirsek bu bölge Noel Baba Müzesi gibi özellikli bir yer haline gelebilir” diye konuştu.

Yapının Roma dönemi granariumunun (tahıl ambarı) batı köşesi önünde, limana bakar biçimde konumlandırıldığını ve 3.90 metre çapındaki apsisin bulunduğu ana odanın biri kuzeyden diğeri batıdan olmak üzere 2 girişi bulunduğunu belirten Prof.Dr. Çevik, “Bilimsel araştırmalar sonlandırılmamış olsa da yapının Bizans (Doğu Roma) döneminde 4 ile 6'ncı yüzyıl arasında inşa edildiği düşünülüyor. Tapınakta bulunan Menorah plaklarında, Yahudi dininin bilinen standart sembolleri bulunuyor. Tamamı yazılı olan plakalar, daha önce Anadolu'da sadece Sardis, Priene ve İznik'te bulunan benzerlerine göre çok daha nitelikli ve ikonografik içerikli olmalarıyla dikkat çekiyor. Bulunan 3 ayrı yazıttan ikisinde, ‘İsrael’ kelimesi kullanılmış” diye konuştu.

Radikal 28.12.2009

'FIRTINA GEMİSİ' YOLA ÇIKACAK

 

 

Altınoluk beldesindeki Antandros Antik Kenti'nden, MÖ 1242 yıllarında hareket eden ve Roma İmparatorluğu'nun kurulmasına neden olan "Fırtına Gemisi" (The Tempest) yeniden yapılarak mitolojik yolculuğu tekrarlayacak. Kazı Başkanı Ege Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Gürcan Polat, projenin AB desteğiyle gerçekleşmesi için girişimlerin başladığını bildirdi.

 

Doç.Dr. Polat, proje ortağı olan İtalya'nın Castro şehrinde eşzamanlı çalışmaların sürdüğünü söyledi. Polat, "Bunun ilk ayağı Altınoluk ve Castro'nun kardeş kent olmasıydı. Castro Belediye Meclisi kardeşliğe imza attı. Projeyle tarihi gemi inşaa edilip yolculuk tekrarlanacak. Amaç, 2011'de Körfez Havaalanı'nın da uluslararası uçuşlara açılmasıyla bölgeye gelecek turistlere burada kalacakları bir neden oluşturmak" dedi.

Doç.Dr. Polat, "Roma İmparatorluğu'nun kurucucu Aeneas'ın, Kaz Dağları kerestesinden ürettiği Fırtına Gemisi ile yaptığı tarihi yolculuk yeniden canlandırılacak. İlyada destanının Truvalı kahramanı ve Roma İmparatoru Augustus'un atası Aeneas'ın Kaz Dağları'ndaki ağaçlardan yaptığı gemi yeniden inşa edilecek. Truva düştükten sonra kenti terk edip yeni yurt arayan Truvalılar'ın önderi olan ve yaptığı gemiyle denize açılıp Orta İtalya'da Roma kentini kuran Aeneas'ın mitolojik yolculuğu tekrar edilecek" diye konuştu.

Çizgi romanlara konu olan savaşçılığıyla tanınan Conan'ın kavimi Kimmerlere ev sahipliği yapan Antandros'ta bu sezon 24 kişilik bir kazı ekibi gece gündüz çalıştı. Arkeolog, mimar, restoratör ve öğrencilerden oluşan ekip, 3 farklı alanda 2 ay süren çalışma gerçekleştirdi. MÖ 7. yüzyıldan başlayıp Hellenistik döneme uzanan 53 mezar ortaya çıkarıldı. Toprak yüzeyinin 50 cm. altından başlayıp 3.5 metre derinliğe kadar inilen çalışmalarda birbiri üzerine binmiş pithos, çatı kiremidi, lahit, kremasyon, amphora gibi farklı tipte mezarlar bulunduğunu belirten Doç.Dr. Polat, Yamaç Ev olarak isimlendirilen Roma evindeki kazı çalışmalarında ise 33 metrelik bir koridor ortaya çıkarıldığını söyledi. Polat, "Böylece yamaçtan gelen taban suyu eve zarar vermeden tahliye ediliyor" dedi.

Yeni Asır, Haber: Şafak İnce, 28.12.2009

GÜNAY: NOEL BABA'NIN KEMİKLERİNİ İSTEYECEĞİZ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Noel Baba’nın İtalya’ya kaçırılan kemiklerinin geri isteneceğini söyleyerek, “Her objenin ait olduğu yörede sergilenmesi anlayışıyla kemikleri isteyeceğiz” dedi.

 

Antalya’nın Demre İlçesi'ni ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Noel Baba'nın kemiklerinin istemenin haklı bir talep olduğunu belirterek, “Her objenin kendine ait olduğu yörede sergilenmesi anlayışıyla bunları isteyeceğiz” dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Akdeniz Turistik Otelciler Birliği'nin (AKTOB) 25´inci kuruluş yıldönümü dolayısıyla bulunduğu Antalya´da, dün akşam Demre’yi ziyaret etti. Demre Kaymakamı Murat Sefa Demiryürek'le kısa bir görüşme yapan Günay, daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtladı.


Günay, Demre´deki Andriake Liman Kenti ve Myra Antik Kenti kazılarını yürüten Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Nevzat Çevik´in, “Demre´den 1087 yılında İtalya’nın Bari şehrine kaçırılan Noel Baba'nın kemikleri getirilmeli, Demre´deki mezarına konulmalı” sözlerine yönelik sorular üzerine şunları söyledi:

“Tarihi değerlerimiz arasında görkemli yapı ve yapı parçaları da var. Bunlar dünya müzelerinin önemli kısmını oluşturuyor. Her objenin ait olduğu yörede sergilenmesi anlayışıyla bunları isteyeceğiz. Müze ve arkeolojik alanlarımızı daha fazla sahiplenmeye, bu talebimizin haklılığını dünyaya anlatmaya çalışıyoruz. Kısa vadede bunları gerçekleştireceğimize inanıyorum.”

Günay, Noel Baba'nın kemiklerinin ne zaman isteneceği sorusunu ise Günay, “Bunu bilim adamı arkadaşlarımla tartışmam gerekir. Elimizde hazır bir takvim yok”  diye yanıtladı.

Hürriyet, Haber: Ahmet Acar, 28.12.2009


******


MÜZESİ TAMAMLANINCA NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ İSTENECEK





Kültür ve Turizm Bakanı Günay, Batı Akdeniz’de bir Likya Uygarlığı Müzesi kurma düşüncelerinin olduğunu belirterek, “Müzeye ilk isteyeceğimiz Noel Baba’nın kemikleridir” dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Batı Akdeniz’de bir Likya Uygarlığı Müzesi kurma düşüncelerinin olduğunu belirterek, “Biz o şehirde bir müze yapıyorsak, tabii o müzeye ilk isteyeceğimiz Noel Baba’nın kemikleridir” dedi.


Günay, Batı Akdeniz’de bir Likya Uygarlığı Müzesi yapma düşüncelerinin olduğunu söyledi. Burada Roma döneminden kalma bir binanın bulunduğunu anlatan Günay, şöyle konuştu:
“Dünyada az sayıda olabilecek bir tarihi  binada müze yapma konusunda elimizde bir fırsatımız var. Bin metreden büyük bir çapta, aşağı yukarı 2 bin yıllık bir yapı ayakta. Bu bina, çatısı hariç ayaktadır. Orada bir Likya Uygarlığı Müzesi yapmayı düşünüyoruz. Müzeyi yaparken tabii o topraklarda yaşamış önemli kişilerle ya da önemli olaylarla ilgili bilgileri, belgeleri toplamamız gerekiyor.


‘Noel Baba’ diye  bildiğimiz ‘Santa Clause’ ya da ‘Aya Nikola’ diye değişik dinlerin isimlendirdiği ünlü kişi de Patara’da doğmuş ve Demre’de yaşamış bir insandır. Onun kemikleri de korsanlar tarafından binli yıllarda alınıp İtalya’nın bir kasabasına, Bari’ye götürülmüş. Tabii onun da yerinde sergilenmesi lazım.”


Müze kurma düşüncesi üzerindeki çalışmaların devam ettiğini dile getiren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Biz o şehirde bir müze yapıyorsak tabii o müzeye ilk isteyeceğimiz Noel Baba’nın kemikleridir” dedi. Günay, “Bu konuda bilim adamlarıyla oturup çalışmamız gerekiyor. Henüz bir takvim yok. Müze biraz şekillensin, yani sergileneceği yeri ayağa kaldıralım, ondan sonra, ‘Bunun burada sergilenmesi lazım, kaçırıldığı korsan ilinde değil’ diye bir talebimiz herhalde olacaktır” diye konuştu.

Milliyet, 01.01.2010

KARDEŞİ İÇİN Mİ KESTİ?

 

Ünlü ressam Van Gogh’un kulağı hakkında yeni bir spekülasyon daha ortaya atıldı.

 

İngiliz araştırmacı Martin Bailey, Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’un kulağını neden kestiğini bulduğunu açıkladı: Kardeşinin nişanlanması. Bailey’e göre dahi kendisine maddi ve manevi destek veren kardeşi Theodore’nin nişanlandığını öğrendi ve üzüntüden kulağını kesti. Van Gogh kulağını kestikten sonra çizdiği tabloda bir mektup resmetti ve bu Theodore’nin evlilik haberini verdiği mektuptu.

Vatan, 28.12.2009

TARİHİ EVLER MARKALAŞIYOR

 

Kastamonu’nun Taşköprü İlçesi’nde kendine özgü mimarisi ve işçiliğiyle dikkat çeken tarihi evlerinden 132’si, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillendi.

 

DP’li Belediye Başkanı Hüseyin Arslan, Taşköprü’de çok sayıda tarihi ev ve konağın bulunduğunu belirterek, bunun da ilçenin her dönem önemli ticaret ve uygarlık merkezine ev sahipliği yapmasından kaynaklandığını söyledi.


Taşköprü’nün 400 yıllık tarihe sahip olan Delibeyoğlu Konağı başta olmak üzere bütün konakların konaklama ve restoran turizmine müsait olduğunu ifade eden Başkan Arslan, “Taşköprü Belediyesi olarak konakları restore ettirmeye gayret gösteriyoruz. 132 binanın tescili sağlandı. Şimdi bunların restorasyonlarının yapılması lazım. Bu noktada özellikle maddi durumu iyi olan tarihi konak sahiplerine büyük iş düşüyor. Çünkü geçmişten günümüze ulaşan bu kültür varlıklarını gelecek kuşaklara en güzel şekilde taşımayı hedefliyoruz. Karadeniz Bölgesi için büyük öneme sahip Pompeiopolis Antik Kenti’nde hızla devam eden çalışmaların ardından tarihi konak ve evler de ilçe turizmine büyük katkı sağlayacak” diye konuştu.

 

Taşköprü İlçesi’nde 50 tarihi binanın ise tescillenmeyi beklediği belirtildi.

Hürriyet Ankara, Haber: Hüseyin Doğan, 28.12.2009

KIRKLARELİ'NDE TARİHİ BİNALAR YIKILMAYA YÜZ TUTTU

 

Kırklareli'nin ilk yerleşim yeri olan Yayla Mahallesi'nde sit alanı içindeki tarihi 77 binadan sadece üçü restore edilebildi, kalan tarihi binaların yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtildi.

 

Kırklareli Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Akkaya, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1990 yılında 1. ve 2. derece sivil mimarlık yapı örneği olarak kayıt altına alınan binaların, 19. ve 20. yüzyıllara ait yapılar olduğunu söyledi.

 

Tarihi yapılardan bugüne kadar 2'sinin iş adamı, 1'inin de Kırklareli Valiliği kanalıyla restore edildiğini ifade eden Akkaya, Kırklareli'nin sivil mimarlık örneği açısından oldukça zengin bir şehir olduğunu kaydetti.

 

Akkaya, şöyle devam etti: ''Bu yapıları, ekonomik durumu yerinde olan mülk sahipleri, atasının kutsal varlıkları olarak restore edip, onları hatırlayarak, içerisinde mutlu bir hayat sürdürmeyi tercih etmelidirler. Bu konuda iş adamları ve durumu iyi olan kişilerin önderlik etmeleri gerekiyor. Bakanlığımız uygun ödeme koşuluyla kredi de veriyor. Bu yapılarımızın bir kısmı kullanımda olurken çoğu harabe vaziyette bulunuyor.''

 

Mustafa Akkaya, Yayla Mahallesi'ndeki tarihi yapıların halinin görenlerin içini sızlattığını belirtti.

Zaman, 27.12.2009

NOEL KUTLAMASI TÜRKLERDEN Mİ YAYILDI, YOKSA BU MİLLİ MİT YARATMA GİRİŞİMİ Mİ?





Tartışmayı Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın internette dolaşan mail’i başlattı. Çığ bu mail’de, Hıristiyanların İsa’nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramını eski Türklerin “yeniden doğuş bayramı”na benzetiyor, hatta Batı’nın bu bayram kutlamasını Türklerden “yürüttüğüne” işaret ediyor. Mail’i “forward” rekorları kırarken, ilk itiraz Taraf Gazetesi yazarı Sevan Nişanyan’dan geldi. Nişanyan, “Olmaz. Milli mitoloji yaratma gayreti başka şey, bilim başka şey. Birinin bol olduğu yerde öbürü yetişmez” diye yazdı.

 

Ardından tarihçiler de potaya girdi. Prof.Dr. Halil Berktay “Tarihin televolesi” yorumunu yaparken, Prof. Mehmet Ali Kılıçbay “Türkler göçebe, ne işleri var çam ağacıyla” tepkisini gösterdi. Biz de Muazzez İlmiye Çığ’ın kapısını çaldık. İşte anlattıkları...

Bu bilgi bana internetten Adnan Atabek diye birinden geldi. Heyecanlandım. İran’ın Azerbaycan bölgesinde yaşayan bir tanıdığım Azeri Türkü Arif Esmail Esmailinia’dan teyit ettim. Kendisi mimar ama bu işlere çok meraklı. Nardugan Bayramı eskiden onlarda da kutlanırmış, hatta hala kutluyorlar. Bana kutlama tebriki bile geldi. Ne yiyip ne içtikleri, nasıl eğlendiklerini anlatıyor. Benim bunlara itimadım var. Çünkü gayet mantıklı görünüyor. Biz hep kendimizi baltalamaya çalışan insanlarız, çok şaşıyorum, üzülüyorum. Hep dışarıdakiler kabul ediliyor, onlar doğru söylüyor deniyor.

 

Akçam ağacı Türk halı ve kilim motiflerinde temsil ediliyor. Efsanelerimizde de var. Bu ağaç Orta Asya’da yetişiyormuş. Türkler Avrupa’ya devamlı akın yapıyor, Avrupa herhalde Hunlardan aldı bu geleneği. İznik konsilinde “Biz İsa’yı Güneş gibi düşünüyoruz, onun doğumu olarak kutlayalım diyorlar. Çam ağacı süslemesini ise ilk kez 1605’lerde Almanlar yapıyor. Aslında tamamen Türk ürünü. Avrupa’da ayakkabı yok, pantolon yok, dikişten haberleri yok. Pantolon giymeyi, dikiş dikmeyi Hunlardan öğreniyorlar. Asıl pagan onlardı. Hala Türklüğünü kabul etmeyen tarihçiler var. Ben tarihi ortaya koyuyorum. İtirazı olan varsa kanıtı çıkarsın, bu böyle değil desin ve bunu ispat etsin. O zaman ben de ona “peki” derim.

St. Nicholas (Noel Baba) da Demre’de yaşamış bir derviş, fakirlere yardımcı olan saygın bir adam. Onu da Noel’le bağdaştırmışlar. Hepsinin kökeni Anadolu. Kırmızı giyme, nar kırma ritüellerini bilmiyorum. Ama kırmızı Türklerde çok önemli. Çünkü Türkler Güneş’e olduğu gibi ateşe de önem veriyorlar. Türklerin Tanrısı o kadar iyi ki, istediği tek şey sevgi: Her şeyi seveceksiniz. İşte bu sevecenlik mevzuu bugün de bir şekilde Türklerde devam ediyor. Mesela insan ayırmayız, soframız herkese açıktır, kolay arkadaş oluruz.


Eski Türk inanışına göre yeryüzünün tam ortasında bir “akçam ağacı” vardı. Bu ağacın tepesi, gece-gündüze ve Güneş’e hükmeden Tanrı Ülgen’in sarayına kadar uzanıyordu. Gündüzlerin uzayıp gecelerin kısalmaya başladığı 22 Aralık’ta günün geceyi yenerek zafer kazandığına inanan Türkler, Güneş’in yeniden doğuşunu akçam ağacının altında, Nardugan (Nar: Güneş, Dugan: Doğan) adını verdikleri büyük bir şenlikle kutluyorlardı. En güzel giysileriyle şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar, yaşlıları ziyaret edip, tüm aile fertleriyle özel yemekler yiyorlar, Güneş’i geri veren Tanrı Ülgen’e hediyeler bırakıyorlardı. Muazzez İlmiye Çığ’ın teorisine göre MS. 325’te İznik’te toplanan konsilde bu bayram İsa’nın doğumuyla özdeşleştirilip 24 Aralık’a alındı ve o gün bugündür Noel olarak kutlanıyor.

Hürriyet Pazar, Haber: Şehriban Oğhan, 27.12.2009

TARİHİ CAMİNİN ONARIMINDA EDİRNEKARİ İŞLEMELER ORTAYA ÇIKARILDI





Edirne Eski Cami'de yapılan onarımlar çerçevesinde daha önce varlığı bilinmeyen Edirnekari ahşap işleme örneklerine ulaşıldı. Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Özer, ortaya çıkarılan nadide işleme örneklerinin titiz çalışmalar sonucu Edirne ve Trakya'nın kültür varlığına kazandırıldığını ifade etti.

 

Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından başlatılan restorasyan çalışmaları, Eski Cami'deki önemli sanatsal zenginlikleri gün yüzüne çıkardı. Edirne'nin en önemli tarihi yapılarından biri olan caminin yapımına 1403 yılında Süleyman Çelebi döneminde başlandı. Osmanlı'nın fetret dönemine denk gelen yapım çalışmaları 1414 yılında Çelebi Sultan Mehmet döneminde tamamlandı. Bir dönem içinde Osmanlı padişahlarının namaz kıldığı cami zamanla yıpranmaya başladı. Asırlarca ayakta duran muhteşem yapının daha fazla yıpranmaması için restorasyon çalışması başlatıldı. Belirli aralıklarla uzun yıllar devam eden çalışmalara son bir yıl içerisinde hız verildi ve onarım çalışmalarında son aşamaya gelindi. Caminin dış kesiminde yapılan çalışmalarda yıpranan alanlar onarıldı. Bu sayede camii eski günlerindeki görünümüne kavuşmuş oldu.

Camiinin iç kesiminde yapılan ince çalışmalar kapsamında hünkar ve müezzin mahfillerinin üzerindeki sonradan yapılan yağlıboyalar kazındı. Boyaların kaldırılmasından sonra mahfillerin ilk yapıldığı 1763'lü yıllardan kalan "Edirnekari" işlemeleri ortaya çıktı. Edirnekari bezemelerinin ortaya çıkarılmasından sonra harap durumda olan hünkar mahfili de onarılarak ibadete ve ziyarete hazır duruma getirildi. Bugüne kadar Edirne'deki dini yapılar içerisinde sadece Selimiye Camii müezzin mahfilinde rastlanan Edirnekari işlemesi, bu kez Eski Cami'de ortaya çıktı. Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Özer, Eski Cami'nin onarımı kapsamında birçok çalışmanın yapıldığını belirterek, bunlardan en önemlisinin Edirnekari işleme sanatının ortaya çıkarılması olduğunu söyledi. Müezzin ve hünkar mahfillerinde bulunan ahşap sanatının en nadide örneklerinin herhangi bir kaynakta geçmediğini kaydeden Özer, ortaya çıkarılan işlemelerin Edirne ve Trakya'nın kültür varlığına kazandırıldığını ifade etti.

 

Müdür Özer, mahfillerdeki yağlıboyalardan başlayarak, özel kimyasallarla birkaç kat boya söküldüğünü ve en alttaki Edirnekari işlerine ulaşıldığını anlattı. Bundan sonra akademik seviyede araştırmalar yapılacağını söyleyen Özer, dönemin özelliklerini yansıtan bu süsleme sanatı örneklerinin, Osmanlı toplumunun bulunduğu noktanın tespiti ve tarihe vurulan damganın gelecek kuşaklara taşınması bakımından önem arz ettiğini kaydetti.

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 26.12.2009

ATATÜRK'ÜN İLK UĞRADIĞI MEKAN





Ankara Valisi Kemal Önal, başkentin en eski kamu binalarından biri olan Ulus'taki valilik binasındaki restorasyonun tamamlandığını söyledi. Vali Önal, restorasyon çalışmalarının çok titizlikle yapıldığını ve aslına sadık kalmaya özen gösterildiğini söyledi. Bu nedenle uzun ve hassas bir çalışma süreci yaşandığını ifade eden Önal, ''Amacımız orijinaline sadık kalarak restore çalışmasını tamamlamaktı. Bunu başardık'' dedi.
        
TOKİ ile yapılan ihale sürecinin uzaması, yasalar ve ödeneklerden kaynaklanan bazı sıkıntıların, işlerde gecikmeye yol açtığını aktaran Önal, İstanbul'da Milli Saraylardan gelen bir ekiple  perde, mobilya ve aydınlatma konularının planlandığını, Atatürk'ün kullandığı ve ilk bakanlar kurulu toplantısını yaptığı odanın halkın ziyaret edebileceği bir müze olarak kullanılacağını kaydetti. Ayrıca kütüphanenin de oluşturulduğunu belirten Önal, Ankara'nın protokolü bol bir kent olduğu için, binada kapsamlı iki makam odası bulundurulacağını söyledi.
       
Çalışmalar kapsamında, binanın giriş katında taban döşemesi söküldüğünde altından orijinal Ankara taşlarından yapılmış bir döşemenin ortaya çıktığını anlatan Önal, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün katkıları ile orijinaline en uygun şekilde yürütülen çalışmaların tamamlanmasıyla başkentin önemli bir binaya kavuştuğunu bildirdi.
        
Binaya taşınma işlemlerinin sürdüğünü ve 27 Aralık Pazar günü, Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 90. yılında açılışın yapılacağını bildiren Önal, ''Ata'mızın ilk uğradığı mekanı onun hatırasına uygun olarak o gün açılış yaparak taçlandıracağı Çevre düzeni dahil hızlı bir çalışmayla tamamlanıyor'' dedi.

Böyle bir binanın onarılarak tekrar Ankara'nın hizmetine sunulmasının tarihi eserlere duyulan ilginin artmasına yol açacağına inanan Önal, Hacı Bayram ve çevresini kapsayan Ulus Tarihi Kent projesinin de yasal engellerin ortadan kalkmasıyla tamamlanmasını beklediklerini kaydetti. Önal, ''Hacı Bayram projesinde yargıyla ilgili bir takım sorunlar olduğunu söyleniyor. Zaman içinde aşılacaktır. Ulus, Türkiye Cumhuriyeti'ne tanıklık etmiş tarihi binalarıyla önemli bir işlevi olan bölgedir.'' diye konuştu.

Yapı, 25.12.2009

Yassıada (National Geographic - Mayıs)
...1960




20 - 26 Aralık 2009

ESKİ RUM OKULUNDA İSKAMBİL DERSİ





Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Milliyet’te yayımlanan röportajında, “Bahçesindeki eski Rum okulunda bilardo oynanıyor” dediği Edirnekapı’daki Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi ibadete kapalı... Bir yıl önce hayata veda eden papazın yerine yenisi atanmayan kilisenin bahçesindeki kapalı Rum okulunun altında açılan kıraathane ise üç yıldır faaliyette...

 

Fener Rum Patriği Bartholomeos, Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş’a verdiği röportajda, 2007’de Edirnekapı’daki bir Rum kilisesine gittiğini, bu kilisenin bahçesindeki eski Rum okuluna bilardo salonu açıldığını söylemişti. 24 Aralık 2009’da yayımlanan röportajda Bartholomeos, “Biz kilisenin avlusunda ibadet ediyoruz. Birkaç metre ötede bizim eski Rum okulunda bilardo oynuyorlar” diyerek bu durumu eleştirmişti. 

 

Patriğin bahsettiği Edirnekapı Meydanı’ndaki Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi’ne gittiğimizde kapılarının kapalı olduğunu gördük. Mihrimah Sultan Camii’nin karşısında bulunan kilisenin hemen yanındaki eski Rum okulu binasının sokağa bakan tarafında ise yaklaşık 3 yıldır faaliyet gösteren Orhan Baba Kıraathanesi bulunuyor. Kıraathanede çalışan Ali Yüceturanlı, bir yıl kadar önce kıraathaneye bir bilardo masası alındığı ancak fazla rağbet görmeyince masanın kaldırıldığını söyledi. Yüceturanlı, “Kilisede arada bir ayin yapılıyor. Zaten kilisenin papazı bir yıl önce vefat edince yerine yeni papaz da atanmadı” diye konuştu. 

Hıristiyan bir ailenin göz kulak olmak için kilisede kaldığını anlatan Yüceturanlı, “Kiliseye bakan arkadaş da zaman zaman kahvemize gelir, çayımızı içer, maç seyreder. Patriğin söylediği gibi burası bir bilardo salonu değil. Ayrıca bize patrikhaneden ya da başka bir yerden bununla ilgili herhangi bir şikâyet gelmedi” dedi.


Kıraathanenin müdavimlerinden Talat Esenyel ise, Rum okulunun kıraathane açılmadan önce virane durumda olduğunu belirterek, “Dükkânın olduğu yerde eskiden tinerciler barınıyordu. Kıraathane açılınca burası virane olmaktan kurtuldu. Zaten kilisede uzun süredir ibadet yapılmıyor. Kıraathanenin kimseye bir zararı olduğunu düşünmüyorum” diye konuştu.


Hıristiyan alemi dün Hz. İsa’nın doğum günü kabul edilen Noel’i kutladı. Türkiye’de de yurdun dörtbir yanındaki kiliselerde Noel ayinleri düzenlendi, hıristiyan vatandaşlar dua etti. Edirne’deki Ortodoks Kilisesi’nde düzenlenen ayini yöneten Rahip Aleksandır Çıkırık, Fener Rum Patriği Bartholomeos’un “çarmıha gerilmek” sözünün yanlış anlaşıldığını söyledi.


Sözcüklerin kullanımında ve anlamlarında dilden dile farklılıklar olabileceğine dikkati çeken Çıkırık, “Bartholomeos’un sözünde bir kasıt yok, yanlış anlaşılma var” dedi.

 
İzmir’in Selçuk İlçesi'ndeki Meryemana Evi’nde düzenlenen ayinden sonra da Rahip Mesut Karaca, Bartholomeos’un tepki çeken sözlerine katılmadığını belirterek, “İşte bugün burada serbest olarak ayinimizi kutladık. Hiçbir baskıya maruz kalmadık. Patrik hazretleri bu sözleri eski çağlara dayanarak söylemiş olabilir” diye konuştu. Mardinli Süryaniler de Noel’i 1400 yıllık Kırklar Kilisesi’nde kutladı. Muğla’da ise Köyceğiz, Marmaris ve Fethiye’de yaşayan İngiliz, Alman ve Hollandalılar, Noel kutlamasını Ortaca ilçesine bağlı Dalyan beldesindeki İztuzu kumsalında yaptı. 


İlk olarak 9. yüzyılda Mihrimah Sultan Külliyesi’nin bulunduğu yerde yapılan Aya Yorgi Kilisesi, 1556’daki külliye inşaatı sırasında yıktırılarak bugünkü yerine taşındı. 1726 yılında tamir gören kilise kaba taş ve tuğla türü malzemelerle inşa edildi. Yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun ortasında yer alan kilisenin bahçesinde kullanılmayan Rum okulu ile bir sarnıç bulunuyor.

Milliyet, Haber: Tahsin Aksu, 26.12.2009

TARİHİ ŞENGÜL HAMAMI YENİDEN HİZMETİNİZDE

 

Ankara'da, Anadolu Beylerbeyi İshak Paşa’nın 15. yüzyılın 2. yarısında yaptırdığı Şengül Hamamı hizmete açıldı.

 

Hamam erkekler ve kadınlar kısmından oluşan tipik bir Osmanlı çifte hamamı. Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Ankara Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün gözetim ve denetiminde Hamamın işletmecisi Aslanlar Hamam İşletme Şirketi tarafından aslına uygun restore edilerek kadınlar ve erkekler bölümleri hizmete açıldı.

Turistik özelliklere haiz ve Avrupa Birliği'nce de Türkiye’de örnek seçilen hamam, dünya mirası kapsamında yerli ve yabancı 42 bilimadamı inceledi. Hamamın soyunma odaları 19. ve 20. yüzyılda yenilendi. Kadınlar kısmının girişi barok karakteristikleri taşıyan sivri bir çatı ile örtülü. Erkekler kısmının girişi ise doğrudan, ortasında bir havuz olan soyunma odasına açılıyor.

Hürriyet Ankara, Haber: Dila Dinç, 26.12.2009

'OSMANLI KAFTANLARI' EN İYİ 10 SERGİ İÇİNDE

 

Washington’daki Smithsonian Müzesi’nde açılan “Stil ve Statü: Osmanlı Türkiye’sinden İmparatorluk Kostümleri’’ adlı sergi, Washington Post gazetesinin internet sitesinde son 10 yılın en iyi 10 sergisi arasında gösterildi.

 

2005 yılında yaklaşık 3 ay süreyle açık kalan sergide 68 eser sanatseverlere sunulmuştu. Sergideki Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan Bayezid’e ait kaftanlar ile şalvar, başlık, kilim ve bazı gümüş süsler sanatseverlerin ilgisini çekmişti.

Milliyet, 26.12.2009

EMEK SİNEMASI ÖNCE YIKILACAK, SONRA TAŞINACAK





Beyoğlu'nun en eski sinemalarından biri olan tarihi Emek Sineması'nın üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Tarihi kimliği, barok ve rokoko bezeli duvarları, 875 kişilik ihtişamlı salonu, görkemli perdesi ve yüksek duvarları ile diğer sinemalardan ayrılan 85 yıllık Emek Sineması'nın yıkılıp yeniden inşa edilmesi gündemde. Beyoğlu Belediyesi'nin sunduğu bir yenileme projesi, mimarlarla belediyeyi bir kez daha karşı karşıya getirdi.

Sinemanın yıkılıp restorasyonu devam eden Serkildoryan (Cercle d'Orient) kompleksinin üst katına yeniden inşa edilmesinin planlandığını iddia eden mimarlar öfkeli... İstanbul Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Genel Sekreteri Mücella Yapıcı, projenin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca kabul edildiğini söyleyerek, "Bu, o kadar saçma bir durum ki Süleymaniye Camii'ni yıkıp yeniden inşa etmekle eşdeğer" dedi. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ise "O şimdi anıtlar kurulunun tasdiklediği bir proje. Bina içinde çözülecek bir sorun o, ha bodrumda durmuş ha ikinci katta. Önemli olan Emek Sineması'nın korunması" diye konuştu. Sinemanın işletmeciliğini üstlenen Mars Sinemaları Genel Müdürü Semih Hoşgör ise "İstanbul Kültür Başkenti Projeleri kapsamında Ayağaza Kültür Merkezi ve Emek Sineması ile ilgili öyle bir konu geçti. Ama henüz net değil" dedi.
 
Kopyası mı yapılacak?
İstanbul Kültür Başkenti projeleri kapsamında Ayağaza Kültür Merkezi'ni de tamamlayacak olan Multi Turkmall'un oraya bir alışveriş merkezi inşa ettiğini, bu kapsamda Emek Sineması'nın yıkılıp birebir kopyasının üst kata yapılacağını belirten Mücella Yapıcı, "Belediyenin önerisi olan bu proje Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na geldi. Ben yenileme kurulunda gözlemci üyeyim. Kurul projeyi ilke olarak kabul etti ancak henüz onaylanmadı. İlke olarak kabul edilen şeyse, Emek Sineması'nın yıkılması ve yerine yapılacak AVM'nin en üst katına kopyasının yapılması" dedi.

Projenin mimari açıdan bir intiharla eşdeğer olduğunu söyleyen Yapıcı, "Bu o kadar saçma bir durum ki Süleymaniye Camii'ni yıkıp yeniden inşa etmekle eşdeğer. Kurul kararının elimize geçmesinin ardından harekete geçeceğiz" diye konuştu. Bir süre önce sinemanın işletmesini Emekli Sandığı'ndan alan Mars Sinemaları Genel Müdürü Semih Hoşgör ise "İstanbul Kültür Başkenti projeleri içinde Ayağaza Kültür Merkezi ve Emek Sineması ile ilgili öyle bir konu geçti. Ama henüz net değil" diyor. Hoşgör, restorasyonun aynı tarihi doku içerisinde yapılacağını belirtti.
 
Yeri değil dokusu önemli
Konuyla ilgili görüştüğümüz Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ise "O şimdi anıtlar kurulunun tasdiklediği bir proje. Teknik konular bunlar, ben fazla girmiyorum ama Emek Sineması aynen korunacak. Binanın iç düzenlemelerinde ona göre bir düzenleme yapılıyordur. Üst kata taşınma meselesi yapılınca gerçekleşecek. Bina içinde, inşaat teknikleriyle çözülecek bir sorun o. Sonuçta ha bodrumda durmuş, ha ikinci katta. Önemli olan o binanın içinde Emek Sineması'nın olması" dedi. Serkildoryan kompleksindeki binaların kümülatif olarak restore edildiğini söyleyen Demircan, "Hepsinin kümülatif olarak, onun içinde restore ediliyor olması bizim için önemli. Emek Sineması'nın birebir aynen korunmak suretiyle olması bizim için önemli. Yeri bir kat yukarıda, iki kat aşağıda, teknik insanların vereceği bir karar" dedi.
 
20 yıldır film festivalinin ev sahibi
Son yirmi yıldır "İstanbul Film Festivali"ne ev sahipliği yapan sinema, serüvenine 1924 yılında "Melek" adıyla başladı. Perdenin her iki yanında yer alan, art nouveau tarzı melek figürlerinden ismini alan sinemanın ilk sahipleri, o dönem İpek ve Sümer sinemalarının da sahipleri olan, A. Saltiel ile H. Artidi. Daha sonra Emekli Sandığı'na geçen sinemayı 1958 yılına kadar İpekçi kardeşler işletti. Bu tarihte Emekli Sandığı, sinemanın işletmeciliğini de alarak adını "Emek" olarak değiştirdi. 1969 yılında Turgut Demirağ'a geçen sinemanın işletmesini 1975 yılından 2000'li yıllara kadar İsmet Kurtuluş ve Süreyya Kurtuluş yaptı. Daha sonra ise işletmesini Mars Group üstlendi. Sinema son olarak 2000 yılında bir restorasyondan geçti. Geçen aylarda perdesinin kapatan sinemanın bulunduğu adanın tümü restore ediliyor.

Referans, Haber: Sevda Yüzbaşıoğlu, 25.12.2009

ASIRLIK İSKELE ZAMANA YENİK DÜŞTÜ

 

Yıllardır Ahlat ile özdeşleşen, adına türküler yazılan ve bir zamanlar vapurların, gemilerin yanaştığı ahşap iskele, artık Van Gölü'nün sularında kaybolmak üzere.

 

Ahlatlılar zamana yenik düşen iskelenin kendileri için çok önemli olduğunu belirterek, "Çocuklarımız ilk kez büyüklerinin himayesinde yüzmeyi burada öğreniyordu. Burası zamanında gemilerin ve vapurların yanaştığı bir yerdi. Van Gölü'ne giden gençlerin buluşma noktasıydı. Dolayısıyla bizim için önem arz eden bu iskelenin aslına uygun olarak onarılıp, korunmasını talep ediyoruz." diyorlar.

Habertürk, 25.12.2009

BEHRAMPAŞA HANI YENİDEN HAYATA DÖNÜYOR





Sivas'ta yıllarca bir mermer firması tarafından kullanılan ve geçtiğimiz yıl boşaltılan tarihi Behrampaşa Hanı'nda önemli gelişmeler yaşanıyor.

 

Geçtiğimiz günlerde Kolağası Konağı’nın sorunlu olan yüzde 60 hissesini alarak restorasyonunun önünü açan Sivas Belediyesi, bu kez de Sivas’ın en önemli eserlerinden biri olan Behrampaşa Hanı için devreye girdi. Sivas Belediyesi tarihi hanı otel yapmak için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün onayı ile protokol imzalayacak.


Butik Otel olarak Restore Et-İşlet-Devret modeli ile yapılan iki ihalede de talipsi çıkmayan Behrampaşa Hanı için Vakıflar Bölge Müdürlüğü Komisyonu, Behrampaşa Hanı’nın turistlik otel ve turizm, ticaret, kültürel ve benzeri faaliyetleri kapsayacak şekilde kullanımının ve bu yönde restore edilerek işlev verilmesinin uygun olacağına karar vermişti.


Yapılan iki ihalede de taliplisi çıkmayan Behrampaşa Hanı'na Sivas Belediyesi sahip çıktı.
Belediye Başkanı Doğan Ürgüp konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Behrampaşa şehrimizin önem verdiğimiz alanlarından birisidir. Pazartesi veya Salı günü itibariyle de bu protokolü imzalayacağız. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden onay çıktı. Orası da şehrimize yakışır bir otel, lokanta, kafeterya alanı olarak planlıyoruz” dedi.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü 49 yıllığına Restore Et-İşlet-Devret modeli ile kiralanacak olan Behrampaşa Hanı’nı kiralayacak olan kurum, kuruluş, dernek veya özel müteşebbisin rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerini hazırlatarak Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna sunacağını duyurmuş ve koruma kurulunun projeye onay verirse rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri kiracı tarafından hayata geçirileceğini bildirmişti.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü Behrampaşa Hanı’nı 49 yıllığına kiralayacak olan kiracıdan ilk 5 yıl için aylık bin TL, 6. yıldan itibaren 15 bin TL sabit kira alacak olurken her yıl kira bedeli Üretici Fiyatları Endeksi’ne bağlı olarak artacak.

1573 yılında Sağır Behrampaşa tarafından yaptırılan Behrampaşa Hanı, Kepçeli mevkiinde tarihi Kurşunlu Hamamı ile yan yana bulunuyor. Hanın, ortası açık bir avlunun çevresinde sıralanmış 52 odası var. Kesme taş malzemeli ve iki katlı olarak inşa edildi. İçerisinde bir de ahır kısmı bulunan han, güney yönünde dışa taşıntılı, sivri kemerli bir girişi ve bu girişin üzerinde üç dilimli kemere sahip iki pencereye sahip. Pencerelerin sağ ve solunda aslan motifi işlenen han, halk arasında Taşhan olarak da biliniyor.

Sivas Hürdoğan, 25.12.2009

KIRK HARAMİLERİN HAZİNELERİ ERZURUM'DAN





Mardin'in Kızıltepe İlçesi'ne bağlı Sürekli Köyü'nde kazı ile açığa çıkarılan "Sürekli Definesi", Mardin Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.

 

Kızıltepe İlçesi'ne bağlı Sürekli Köyü'nde kanalizasyon kazısı sırasında ortaya çıkarılan 424 adet eser, Mardin Valisi Hasan Duruer ve Artuklu Üniversitesi'nden Prof.Dr. Serdar Bedii Omay'ın da katıldığı bir törenle ziyaretçilere açıldı. Vali Hasan Duruer, Sürekli Köyünde Mardin Müzesi arkeologları tarafından ortaya çıkarılan definenin Kırk Haramiler'e ait olabileceğini söyledi.

Mardin'de 25 medeniyetin hüküm sürdüğüne dikkat çeken Vali Duruer, "Bu kadar medeniyete ev sahipliği yapan bir kentin her yerinden tarih fışkırır. Bu defineler sayesinde ilimizin tanıtımını daha iyi şekilde yapabiliriz" dedi.

 

Ortaya çıkarılan define hakkında bilgi veren Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan, Sürekli Definesi'ni müzede herkesin görebileceği bir yerde ziyaretçilere açtıklarını söyledi. Erdoğan, Sürekli Köyü hakkında şu bilgileri verdi: "Mardin ilinin güneybatısında yer alan Sürekli Köyü tarihi Ipek Yolu güzergahında bulunuyor. Bu önemli konumu ve yüzey üzerinde toplanan malzemeye bakıldığında erken dönemlerden itibaren iskan alanı olarak kullanıldığı anlaşılmıştır. Köyde halen kalıntıları mevut olan kiliseler, köyün Orta Çağ'a kadar önemli bir yerleşim yeri olduğunu gösteriyor. Sürekli Köyünde altyapı çalışmaları için başlatılan hafriyatta köyün kuzeydoğusundaki bir kanal kazısında çeşitli altın sikkelerine rastlanılmıştı. Küpler içinde altın ve gümüş eserler açığa çıkarılmıştı. 6 gün boyunca sürdürülen kazılar sonucunda 4 adet pişmiş toprak kabın içinde 524 adet eser bulunmuştur. Tarihlenmesi yapılabilen toplam 336 adet sikkenin dönemsel değerlendirmesi sonucunda 216 adedinin Ilhanlılar (1256-1336), 38 adedinin Eyyübiler (1171-1348), 35 adedinin Memlükler (1250-1517), 7 adedinin Bizans Venedik (476-1453), 6 adedinin Anadolu Selçuklu (1092-1307), 3 adedinin Zengiler (1127-1259) 1 adedinin Artuklu (1102-1408) dönemine ait olduğu anlaşılmıştır.

 

Altın ve gümüş sikkelerin okunabilen yüzlerinde basım yerleri olarak Cürcan, Tebriz, Sebzevar Kasan, Merv ve Şehristan (Iran şehirleri), Bağdat, Musul, Basra (Irak kentleri), Iskenderiye, Kahire (Mısır), Dimaşk, Halep (Suriye kentleri) ve ayrıca Anadolu'nun değişik şehirleri Mardin, Malatya, Erzurum, Hısın (Hasankeyf), Harran, Ani (Kars), Samasota (Adıyaman) Erzincan, Samsun, Sivas, Alanya, Amasya ve Tokat olduğu anlaşılmıştır. Eserlerin basım yerlerinin çeşitliliği ve alanın Ipek Yolu üzerinde bulunması bölgenin ticari ve siyasi ağının ne kadar gelişkin ve harekeli olduğunu göstermektedir."

 

Müze Müdürü Erdoğan, İpek Yolu üzerinde yüzyıllar boyu kervan soyarak geçimini sağlayan aşiretlerin varlığını Sürekli Köyüne 5 kilometre mesafedeki Çıldız (Kırk Hırsız Haramı) Köyünde isim olarak halen yaşatıldığına dikkat çekerek söz konusu gömünün kervan ganimeti olmasının da muhtemel gözüktüğünü sözlerine ekledi. Müzede sergilenen defineyi ziyaret etmeye gelen Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Serdar Bedii Omay ise define sayesinde tarihi kentin yoğun bir ziyaretçi akınına uğrayacağına inandığını dikkat çekti. Omay, kazı sahasında bir gömü içinde Allah'ın 99 isminin yazılı olduğu 99 altın bulunması karşısında ise şaşkınlık geçirdiğini söyledi.

Erzurum Gazetesi, 25.12.2009

ERZURUM, KABE'DEKİ MİRASINI İSTİYOR


Suudi Arabistan’ın Osmanlı’nın Kabe çevresine yaptırdığı revakları (kubbe) yıkacağını açıklaması Erzurum’da bazı sivil toplum örgütlerini harekete geçirdi. Kutsal mekandaki Osmanlı eserlerinin talip olan örgütler, Kabe’deki mukaddes atmosferin Erzurum’da yaşatılmasını amaçlıyor.

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde tavaf alanına yaptırılan ve Kabe'ye saygıdan alçak tutulan revaklar, Suudi Arabistan Krallığı tarafından hazırlanan proje kapsamında yıkılacak. 2010 yılının Ocak ayında revakların yıkılmasıyla Kabe çevresindeki son Osmanlı eseri de tarihe karışacak.

Proje tamamlandığında Kabe'nin dört bir yanı, yükseklikleri 55 katı bulan onlarca binayla çevrelenmiş olacak. Osmanlı İmparatorluğu, tavaf alanında yaptırdığı revak adı verilen 500 küçük kubbeyi Kabe'den alçakta tutarak tarihe geçen bir nezakete imza atmıştı.

 

Daha önce de Osmanlı Kalesi olarak bilinen Ecyad Kalesi ve Osmanlı kışlası da yıkılarak yerlerine gökdelenler dikilmişti. Türkiye’nin girişimlerine rağmen engellenemeyen yıkım büyük tepki görmüş, ancak Kalesi Ecyad Kalesi tarihe karışmıştı. Yıkılması planlanan revakların kurtarılabilmesi için hükümetin konuya el atması beklenirken, Erzurum’da bazı sivil toplum kuruluşları Osmanlı’nın Kabe’deki son mirasına talip oldu. Türkiye’nin Ecyad Kalesi gibi tarihi bir eseri koruyamadığını söyleyen sivil toplum kuruluşları, "Ecyad Kalesi’nin yerinde oteller yükseldi. Şimdi revaklar elden gidecek. Osmanlı, Kabe'ye Mizab- ur Rahmet (rahmet oluğu) dediğimiz yağmur oluklarını altından yapacak kadar önem vermiştir. Sürre alaylarıyla her yıl Kabe'ye değerli hediyeler ve nakit para gönderiliyordu. Şimdi bunların yaşanıyor olması ise çok üzücü” dediler.

 

Kabe çevresindeki revakların çok önemli bir yere sahip olduğuna dikkat çeken yetkililer, taş kemerlerin Ecyad Kalesi gibi yerle bir edilmesi yerine, sökülerek çıkarılmasını istediler. Revakların Erzurum’a getirilmesi için bir takım girişimlerde bulunan yetkililer, “Revakları Erzurum’a getirebilirsek, Kabe’deki o mukaddes atmosferi burada yaşatabiliriz. Böylelikle Osmanlı’nın Kabe’deki son mirasına da sahip çıkmış oluruz. Bu konuda kamuoyunun da büyük bir destek vereceğine inanıyoruz” dediler.

 

Bu arada Revakların yıkılacak olması tüm birçok ülkede de tepkiyle karşılanıyor. Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ahmed Akgündüz de projeyi değerlendirirken, "İslam aleminde Türkiye'ye karşı halkının değil, ancak idari kesimlerin problemi olan iki ülke var. Biri Suudi Arabistan diğeri Mısır. Kabe gibi tarihi ve otantik olması gereken bir tarihi mabette, Osmanlı revakları hem tarihi andırıyor hem de mimari süs teşkil ediyor. Bu revaklar aynı zamanda tarihi sanat eseri... Bunun Kabe'nin genişlemesinde bir engel olduğunu aklı başında hiç kimse söyleyemez. Üzülerek, bu ülkenin idarecilerinin Osmanlı'yla problemi olduğu ve 'Mekke'deki her şeyde Suud damgası olsun' anlayışı taşıdıklarını düşünüyorum. Türk Dışişleri'nin engellemek için girişimde bulunacağına eminim ancak ne kadar etkili olur bilemiyorum" dedi.

 

Mescid-i Haram'ın ortasındaki Kabe'nin yüksekliğini aşmayan revakların planlarını Mimar Sinan hazırlamıştı. Hicretin on yedinci ve yirmi altıncı yıllarında etraftaki evler yıktırılarak Kabe'nin avlusu genişletildi. Avlunun etrafı da duvarla çevrilip, duvarın iç kısmına da ağaç direklerin üstüne damlı revaklar yapıldı. Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle Sinan'ın hazırladığı planlar, 1590'da Mimar Mehmed Ağa tarafından uygulanabildi. Avlusu genişletilmiş revaklardaki sütunlar yenilendi, yenileri eklendi. Tahta kemerler taş ve tuğlaya çevrilerek üzerlerine Türk üslubunda beş yüz küçük kubbe yapıldı.

Erzurum Gazetesi, 25.12.2009

KLEOPATRA'NIN MEZARININ KAPISI BULUNDU

 

Bir grup Yunan deniz arkeoloğu tarafından İskenderiye kıyılarında yürütülen sualtı araştırmaları sonucunda, Mısır Kraliçesi VII. Kleopatra’nın ölümünden kısa bir süre önce yaptırdığı mezarının dev granit kapısı keşfedildi.

 

Araştırmayı yürüten Harry Tzalas, boyu 7 metreyi, ağırlığı ise 15 tonu bulan kapıyı gördüğü anda çok özel bir şeyle karşılaştıklarını anladığını belirtti. “Çift menteşeli ve çift kanatlı bu kadar büyük bir parçanın dalgalarla taşınabilmesinin imkanı yoktu, o an bu kapının mezarın bir parçası olduğunu düşündüm” diyen Tzalas, kapının Makedon mezar kapılarına benzediğini kaydetti.

 

1. yüzyılda yaşayan Yunan tarihçi Plutarkhos’a göre Romalı general Marcus Antonius, sevgilisi Kleopatra’nın intihar ettiğine dair gelen yanlış istihbarat sonucu, kendini öldürmeye kalkıştı. Son arzusu Kleopatra’nın yanında ölmek olan Antonius, yaptırdığı mezarın içinde hizmetçileriyle saklanan Kraliçe’nin yanına gömülmek istedi. Bunun üzerine Kleopatra, ölmekte olan Antonius’u zincirler ve ipler yardımıyla mezarın üst katına çıkartıp pencereden içeri almaya çalıştı. Tarihçiye göre, mezar kapısının mekanizması, kapandığında açılmıyordu. Keşfin efsanevi aşıkların son saatlerine ışık tutabileceği düşünülüyor.

Milliyet, 25.12.2009



MEDRESE DEVLETE BAĞIŞLANACAK

 

  

 

Mersin'in Silifke İlçesi'ne bağlı Sarıaydın Köyü'nde yaşayan 86 yaşındaki Şükrü Demirel, kendisine ait 10 kapılı tarihi medreseyi devlete bağışlamak istiyor.

 

Sarıaydın Köyü'nü ziyaret eden Silifke Kaymakamı Fatih Damatlar'la görüşen Demirel, binadaki kitabeye göre yaklaşık 100 yıl önce yapılan ve köylülerden alınan bilgiye göre, medrese olarak da kullanılan 10 kapılı, bir bölümü yıkılmaya başlayan binayı devlete bağışlamak istediğini söyledi. Demirel'in isteğini dinleyen Kaymakam Damatlar da beraberindeki resmi daire müdürleriyle birlikte bağışlanmak istenen binayı gezip, incelemelerde bulundu.

 

Cumhuriyet kurulmadan önce atalarının Mısır'dan gelip bu köye yerleştiğini ve bu binayı yaptığını ifade eden Demirel, 13 çocuğunun olduğunu, çocuklarının hepsinin evlenip gittiğini belirtti.

Tarihi bakımdan da önemli olan binanın bir bölümünün yıkılmaya başladığını ifade eden Demirel, atalarından kendisine miras kalan bu binayı bağışlamasının nedeninin, yeniden onarılarak geçmiş tarihin yaşatılması olduğunu belirtti. Demirel, tarihi medresenin tapusunun ise zamanında taşa işlenmiş yazıdan oluştuğunu belirtti.

 

Kaymakam Damatlar da, binayı gezip, Demirel'le bir süre görüştükten sonra, Silifke Müze Müdürü'nü telefonla arayıp, binada gerekli incelemeleri başlatmasını istedi. Damatlar, yaptığı açıklamasında da, binanın yapılışının kesin tarihinin müze müdürlüğü yetkilileri tarafından belirlenmesinin ardından, ne amaçla değerlendirilmesi gerektiğini düşüneceklerini söyledi.

Mersin Kent Haber, 24.12.2009

ABD HAZİNEYİ GERİ VERECEK

 

Odyssey Marine Exploration adlı bir Amerikan firmasının 2007 yılında Atlas Okyanusu’nda çıkardığı 500 milyon dolar değerindeki hazinenin İspanya’ya iade edilmesine karar verildi.

İspanyol hükümetinin açtığı davayı karara bağlayan Florida mahkemesi, 10 gün içinde söz konusu hazinenin İspanya’ya iade edilmesi gerektiğini açıkladı.

Atlas Okyanusu’nda hazine arayan Odyssey adlı gemi, 1804 yılında İngiliz donanması tarafından batırılan "Nuestra senora de las Mercedes" adlı İspanyol gemisinden çıkardığı gümüş ve altın madeni para ile değerli eşyaların olduğu hazineyi İspanya’nın bilgisi olmadan Florida’ya götürmüştü. Amerikan firması, söz konusu geminin askeri değil ticari bir misyonda olduğunu savunup, madeni paraların en az yüzde 70’inin İspanya’ya ait olmadığını savunuyor.

Bu arada, mahkemenin kararından sonra basına açıklama yapan İspanya Kültür Bakanı Angeles Gonzalez Sinde, "İspanya’nın tarihi değerlerinin savunulması için verilen mücadelede çok önemli bir karar. Memnunuz" dedi.

Radikal, 24.12.2009

HAYDARPAŞA'DA YENİLİK ZAMANI

 

..............

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile TCDD arasında 2007'de imzalanan protokolle hazırlıklarına başlanan "1/5000 Ölçekli Haydarpaşa Garı, Liman ve Geri Sahası ile Kadıköy Meydan ve Çevresi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı" Meclis oylamasından geçti. Planlama alanı; Haydarpaşa Garı, liman ve geri sahası, Harem bölgesi, Kadıköy Merkez bölgesi ve İSKİ Kadıköy Ön Arıtma Tesisinden oluşuyor. Buna göre; tarihi yapılar turizm ve ticaret merkezi olacak. Yapılar 6 kat ile sınırlandırılacak. Ayrıca gar, otel olarak da hizmet verecek. Harem Otogarı ise fuar ve festival alanı; Toprak Mahsulleri Ofisi'nin siloları da kültür ve sanat merkezi olacak.

Bu proje, birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bir yanda kentin doğal ve tarihi dokusunun bozulacağını söyleyen CHP Meclis üyeleri, diğer tarafta ise yüzde 30'u yeşil alan olarak belirlenen arazinin yüzde 26'sının ticaret ve turizm alanı olarak yapılandırıldığını, inşa edilecek yeni yapıların İstanbul'un siluetini ve tarihi dokusunu tahrip etmeyeceğini belirten İmar ve Bayındırlık Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş...

Hükümet ve muhalefet arasında yaşanan bu polemikler bir yerde dursun, biz konuyu bölgeye en hakim isim ve asıl yetkili olan Başkan Öztürk'e sorduk...

 

Haydarpaşa Limanı projesi İBB Meclis onayından geçti. Sizin bu konuda görüşleriniz neler? Bu proje ile neler değişecek? Kadıköy için nasıl bir etki yaratacak?
Ortaya çıkmış bir proje olmadığı sürece evet dememiz mümkün değil. Ben sorumlu yöneticiyim, elbetteki Haydarpaşa Garı'nın çevresindeki olumsuzlukların, ofis binalarının ve antrepoların kaldırılmasını istiyorum. Öğrenciliğim Haydarpaşa Lisesi'nde geçti, oraları çok iyi bilirim ve daha evvelden böyle yapılar yoktu. Kuşkusuz, sonradan getirilen atıkların kaldırılması için çalışma yapılması gerekir.

Haydarpaşa Garı'nın yeni ulaşım ağı içerisinde eskisi kadar önem arzetmemesi nedeniyle farklı bir kullanıma büründürülmesi de düşünülebilir. Ancak parayla satın alınamayacak tarihi değerlerin yok edilmesini anlamak mümkün değil!.. Bugün Karaköy'den vapura bindiğinizde, Haydarpaşa Lisesi'nin arkasına bir bıçak saplanmış olduğunu göreceksiniz. Bu Haydarpaşa'da yeni yapılan Kalp ve Göğüs Hastalıkları Hastanesi'dir. Bu binanın aslında yıkılması gerek, bölgenin komple siluetini, tarihi dokusunu bozmuş durumda ama sağlık adına milyarlarca dolar harcanmış... 

Şimdi siz Haydarpaşa Garı, Haydarpaşa Lisesi, Selimiye Kışlası ve Kız Kulesi gibi tarihi zinciri nasıl değerlendireceksiniz? Bunu anlatmalılar... Eğer gökdelen yapacaksanız; o gökdelenler altından da yapılsa, dövizler de aksa bir anlam ifade etmez çünkü onunla bu tarihi satın alamazsınız.

Önemli olan şu; çıkacak olan projeyi tartışalım, eğer iyi bir proje ise tabii ki destek veririz. Örneğin; Çırağan gibi 2-3 katlı, oraya uyabilecek, kot itibariyle Selimiye Kışlası'nı etkilemeyecek ve yapı itibariyle Gar'ı bozmayacak yapılaşmalara elbette sıcak bakarız.

Garın bulunduğu bölüm şu anda nasıl? Nasıl bir plan yapılmalı?
Haydarpaşa Garı'nın arkası - Nautilus'e kadar - komple mezbelelik. Aslında garın, Rasim Paşa dediğimiz Yel Değirmeni ve Rıhtım Caddesi'nin bulunduğu alanla beraber planlanması gerekir. Şimdi bu bölgenin garı, yel değirmeni, Rıhtım caddesi bize ait. Siz, buradaki ilçe belediyesinin görüşlerini almayacaksınız, Kadıköylüye ve sivil toplum örgütlerine danışmayacaksınız, sonra diyeceksiniz ki "Ben bir proje yaptım, gelin bakın"... Ama şu anda yapılanma koşulları belli bir de ortada yok.

Her yerde önce plan sonra proje yapılır. Boş alanlar için bu doğrudur ama bu kadar tarihi dokunun olduğu yerde bunun tam tersinin yapılması lazım bence. Önce ne yapacağınızı bize söyleyeceksiniz; bakalım gerçekten bu yapı içerisinde göze batıyor mu, batmıyor mu; tarihi dokuyu bozuyor mu, bozmuyor mu? Eğer siz sadece "şuraya bu kadar yoğunluk getireceğim" derseniz bu olmaz, bugüne kadar yapılan da bu! Hükümet dayatmacı, Büyükşehir boyun eğici şekilde devam ediyor.

İstanbul'un sadece burası değil, bir çok yerinde Sanayi Bakanlığı'nın, Turizm Bakanlığı'nın, TOKİ'nin ve çeşitli kurumların yapmış olduğu planlar var ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi her seferinde buna boyun eğdi, ses çıkaramadı. İstanbul'un en büyük şanssızlığı bu!.. Oysa kente sahip çıkması gereken Büyükşehir Belediyesi ve bizleriz. Onların sahip çıkamadığı yerlere bizler sahip çıkacağız. O bakımdan Haydarpaşaya ve çevresine sahip çıkacağız. Eğer ortada somut bir proje yoksa, evet dememiz de mümkün değil!

Proje kapsamında bir de otel söz konusu...
Nereye koyacaklar binaları? Nautilus'e doğru mu? Haydarpaşa Garı'na mesafesi ne kadar olacak? Bunlar çok önemli noktalar. Siz onu getirip binanın Yanına koyarsanız olmaz. Örneğin; Üsküdar ve Kadıköy'ü birbirine bağlayan bir köprü var; Haydarpaşa Köprüsü... Siz gar ile köprünün arasına yeni bir bina yapmamalısınız, bunun arası yeşil alan olmalı. Ayrıca arkadan hiçbir yapılaşmanın olmaması gerekir. Bütün bunlar planla tartışılmaz, bilgisayarda yerli yerine koyarsanız herkes görür. Birşey saklayarak bu işi tartışamayız, şu anda herşey saklanıyor, ne olduğu belli değil!..

Daha önceki tartışmalarda gökdelenden de bahsediliyordu sanırım...
İlk etapta 4-5 gökdelen dediler ama sonra böyle birşeyin olmadığını söylediler. Ben sorumlu yönetici olarak bekliyorum. Önümüze getirip koymadıkları sürece, bunun aksi olacak her uygulamaya dava açarız ve muhakkak şekilde hak arama özgürlüğümüzü kullanırız.

Nasıl bir proje önerirsiniz?
Rasimpaşa, Yel Değirmeni ve Haydarpaşa Garı beraber düşünülmeli. Aynı şekilde Kız Kulesi, Selimiye Kışlası ve Haydarpaşa Lisesi'nin önündeki büyük vadiyi de unutmamak gerek. Bu şekilde çok rahatlıkla bir proje yapılabilir.

Alışveriş merkezi yapılacak mı?
Siz buraya büyük gemilerin yanaşacağı bir merkez yapmayı düşünüyorsanız, o da yanlış! Karaköy'e yanaşan 20-25 katlı gemiler zaten bulundukları yerde silueti kapatıyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde kentin bu kadar merkezine giren büyük gemiler yok. Gemiler, daha kenar bölgelerde yapılmış limanlara yanaşırlar ve yolcularını buraya indirirler; ama bizde Türkiye'nin en güzel tarihi dokusunun olduğu yere bunları getirip koyuyorsunuz. İnanılmaz bir şey!.. O bakımdan buraya alışveriş merkezi veya büyük yolcu gemilerinin yanaşacağı liman olarak düşünmek son derece hatalıdır ve İstanbul'a ihanettir!

 

Kadıköy- Kartal arası 29 dakikaya inecek ve 22 kilometrelik bu hatta her gün 1 milyon yolcu taşınacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Anadolu yakasının merakla beklediği 2005 yılında temeli atılan Kadıköy-Kartal Metrosu'nun 2011 yılında hizmete gireceğini söylüyor.

2 milyar TL’ye mal olacak metro hattının 16 istasyonu (Kadıköy, İbrahimağa, Acıbadem, Ünalan, Göztepe, Yenisahra, Kozyatağı, Bostancı, Küçükyalı, Altayçeşme, Maltepe, Gülsuyu, Cevizli, Hastane, Soğanlık, Kartal) olacak. Bu hat Kadıköy Ayrılık Çeşmesi İstasyonu’nda Marmaray ve Banliyö hattıyla, Kozyatağı İstasyonu’nda Dudullu-Bostancı Metro Hattı’yla, Kaynarca İstasyonu’nda ise Pendik-Sabiha Gökçen Havaalanı-Sultanbeyli Metro Hattı’yla entegre olacak. İstanbul'da Marmaray’ın da devreye girmesiyle Kartal’dan Sarıyer’e ve Atatürk Havalimanı’na 79 dakikada, Taksim’e 57 dakikada, Olimpiyat Stadı’na 89 dakikada, Yenikapı’ya 49 dakikada, Otogar’a ise 60 dakikada gidilebilecek.

....................

 

Ntvmsnbc'den kısaltarak, Haber: Göksun Gök, 24.12.2009

MÜZELER İŞSİZ MİMARLARA YENİ PROJELER YAPMA İMKANI VERİYOR

 

New York şehrinin dört bir yanında yer alan ve bir zamanların inşaat sektöründeki hareketliliğin simgeleri olan inşaat alanları ekonomik kriz nedeniyle bugünlerde derin bir sessizliğe gömülmüş durumda. Bu krizden dolayı bugünlerde bu şehirde mimar olmak karlı bir meslekten, son derece kasvetli ve moral bozucu bir mesleğe dönüşmüş durumda. Ama bütün bu olumsuzluklara rağmen Bronx Sanat Müzesi ve Modern Sanat Müzesi (MOMA), şehirin unutulmuş ve bakımsız bölgelerini tekrar canlandırmayı amaçlayan iki tasarım programı ile mimarları ve şehir planlamacıları meşgul tutmayı amaçlıyorlar.

 

Bronx Müzesi birkaç gün önce bölgenin en büyük ana caddesi olan ve Paris'in geniş ve ağaçlandırılmış bulvarlarından esinlenerek 100 yıl önce tasarlanmış Grand Concourse (Büyük Gezinti Bulvarı) bölgesinin yeni tasarım projelerinin sergisini açtı. Sergide bulvarın geleceği için 7 tasarım önerisinin yanı sıra geçmişte alınanan bazı planlama kararlarının neden bu bölgenin bakımsız olmasına yol açtığına dair kronolojik bir çalışma da yer alıyor.

 

Bu arada MOMA (Modern Sanat Müzesi) ise "Yükselmekte Olan Su Akıntıları: New York'un Sahil Kesimleri için Projeler" adlı programı ile çok daha farklı bir bakış açısıyla karşımıza çıkıyor. Bu program çerçevesinde dört mimarlık takımı müzenin Queens'teki bölümü olan P.S.1'daki sergilerinde küresel ısınmanın sonucu New York'ta gerçekleşmesi mümkün olan sel baskınlarına karşı, eskimiş metro trenleri vasıtası ile sulak alanlar yaratmak gibi, çözüm önerileri getirecekler.

MOMA'daki bu proje geçen sene Guy Nordenson tarafından basılan bir rapora dayanılarak gerçekleştirilecek. Adı geçen rapor New York'un bu yüzyılın sonundan önce Katrina Kasırgası çapında son derece tahrip edici bir sel felaketine maruz kalacağını öngörüyor. Bu planlamaların hayata geçeceğine dair şimdilik bir belirti olmasa da, hiçbir inşaata kimsenin para harcamaya kimsenin hali olmadığı bugünlerden geleceğe kafa yormanın hiç bir sakıncası yok bence.

 

Eskimeye Başlamış Bronx Bulvarı için Etkileyici Öngörüler




Nadau Lavergne Architects müzede sergilenen çalışmalarında Grand Concourse'u lineer bir kent ormanı olarak öneriyor.


Katrina Kasırgası'dan beri eskimekte olan otoyollar, hızlı trenler, sel baskınlarına karşı önlemler, bisiklet yolları gibi konular Amerika'da mimarlar ve mimari eleştirmenler arasındaki en ateşli tartışma konularını oluşturuyorlar. Obama yönetiminin ekonomiyi canlandırma paketi açıklandığından beri ulusal çapta bir değişim ümidi bu tartışmaları daha da heyecanlı kılmaya başladı. Bronx Sanat Müzesinde açılan "Kesişim Noktası: 100. yılında Büyük Gezinti Bulvarı" sergisi de bu tartışmalara katkıda bulunacak.

 

Bronx Sanat Müzesi ve Kamuya Açık Alanların Tasarımı Vakfı tarafından açılan ve dokuz ay süren yarışmanın sonucunda geleceğin Büyük Gezinti Bulvarı'nı hayal eden yedi proje seçildi. Seçilen projeler arasında son teknoloji ile tasarlanmış yakındaki otoyoldan gelecek gürültüleri önlemek amaçlı bariyerler veya şehir içinde yer alan küçük çiftlikler gibi fikirler de yer alıyor. Projelerinin çoğu öğrenciler tarafından tasarlandığı için ciddi ama idealist bir yaklaşımın izlerini de bulmak mümkün.

 

Bu tasarımlar ilk bakıldığında gerçekleşme ihtimalleri pek olanaklı gözükmese de her biri aslında insani ölçeklerde uygulanabilir ve hayata geçirilebilir projeler. Bu projelere baktıkça Paris'teki Champs-Elysees'ten ilham alınarak tasarlanan bu Büyük Gezinti Bulvarı'nın harabeye dönüşmeye başlayan güzelliğini yeniden keşfetmek ve burayı eski güzelliğine tekrar dönüşebileceğine inanmak mümkün. En sonunda fark edeceksiniz ki esas problem planlamacı ve mimarların saflığı değil de bizlerin birbirini anlamaması ve problemlerin üstesinden gelecek politik iradeye sahip olmamamız.

 

Serginin insanı etkileyen başka bir bölümünü ise Jeff Chien-Hsing Liao tarafından hazırlanan etkileyici ve parlak fotoğraflar dizisi oluşturuyor. Sergiye girişte ilk karşınıza çıkacak olan bu çalışmada özensiz ve üzerinde düşünülmeden gerçekleştirilmiş planlamaların bu bulvarı nasıl bugünkü haline getirdiğini keşfetmenize yardımcı oluyor.

 

Sergideki oldukça büyük fotoğraflardan birisinin bir tarafında bir toplu konutun çatısı Mosholu Otoyolu'nun ağaçlandırılmış bölgesinde parlarken öteki tarafında ise birkaç tren hattı bu güzel manzarayı bozuyor. Bu bulvar bu iki kavram arasında kaybolmuş ve izole olmuş gibi gözüküyor.

Sergideki başka bir duvarda yer alan küçük fotoğraflarda ise Bulvar'ın 138. Cadde ile 206. Caddeleri arasındaki görüntüleri yer alıyor. Bu fotoğraflara bakıldığında ölçeklerin tutarlılığı ilk fark edilen hususlardan birisi. Mesela birbirine benzeyen altı katlı apartmanlar dizisinin uyumu yer yer 10 ila 12 katlı binalarla bozuluyor. Ama bu fotoğraflar daha dikkatli incelendiğinde bu düzen de bozulmaya başlıyor ve daha düzenli bir yapı düzeninin daha küçük ölçekte de var olduğu görülüyor. Yan yana dizilmiş kuru temizlemeci, berber, manav ve kızarmış tavuk satan bir restaurant gibi ufak dükkanlar, şehrin hayat dolu kısmında izole edilmiş bu bölgeye adeta ufak da olsa enerji sağlıyorlar.

 

Sergideki projelerin çoğunluğu bölgenin izolasyonun kırılması için çevreye saygılı ve teknolojiye dayalı öneriler ortaya koyuyor. Yarışmada birinci gelen ve Columbia Üniversiteli bir mimarlık ve bir şehir tasarımcılık öğrencisinden oluşan PUMP grubu Binbaşı Deegan Otoyolu'nun yakınına hem havayı temizleyecek, hem gürültüye emecek hem de yağmur suyunu süzecek C şeklinde bir yapının inşa edilmesini öneriyorlar. Önerilen yapının narin çatı iskeleti araçları yağmurdan korurken onların egzoz dumanlarını içine çekiyor. Dış cephesinde yer alan ufak bir koridor yayalara otoyol paralelindeki sahili gözlemleme fırsatı veriyor.

 

Ama bu projenin esas can alıcı noktası Bulvar'a sabit ve çizgisel bir bölge gibi bakmak yerine onu birbiri içine girmiş farklı toplulukların ve yerel ekonominin önemli bir parçası olarak görmesi teşkil ediyor. Bulvarın batı kısma yayılmış seri şeklindeki yaya gezinti bölgelerinin otobanın altından geçerek sahile ve halka açık liman iskelelerine bağlanması amaçlanıyor. Belli bölgelere yatırımlar yapılarak çevreye saygılı yeni endüstrilere fırsat tanınmasıyla, bölgenin yok olmakta olan endüstriyel dokusunun yeniden canlandırılması projenin hedefleri arasında.

 

Wesleyan Üniversitesi öğrencilerinden Angus McCullough ise Bulvar'ın yeniden işlevlenmesi için daha ilginç bir öneri getiriyor. "Kablolu Canlı Yayın" adını taşıyan önerisi Bulvar'ın stratejik noktalarına video ve ses sistemi kurulmasını öngörüyor. Yer üstünde yükseltilmiş metro istasyonlarının tavanlarında gökyüzünün canlı görüntüsü 24-saat sürekli yayınlanacak, böylelikle hem istasyonda bekleyenler havanın durumundan haberdar olacaklar, hem de metroyu beklerken vakit geçirmiş olacaklar. Aynı zamanda metro platformunda bekleyen insanları görüntüleyen canlı başka bir video yayını ile de Bulvarın kaldırımlarından görülecek şekilde yayınlanması planlanıyor. Bu sistemler yayaların gelmekte olan metro trenlerini önceden fark etmesine de yardımcı olacak.

Bu projede yer alan diğer tasarım unsurları yukarıda sayılanlara kıyasla daha basit öneriler.

Mesela Angus McCullough'un tasarımda, bölgenin simgelerinden birisi olan beyzbolda en çok birincilik kazanmış takımlardan birisi olan, Yankees takımının oyunlarını Bulvarın kaldırımlarına canlı yayında yayınlamanın yanı sıra Bulvar'da yer alan bazı dükkanların girişlerine mikrofon yerleştirip bu kayıtları canlı olarak hoparlörler vasıtasıyla duyurmayı amaçlıyor. Bu fikir şehircilikteki önemli bir tartışma konusunu hatırlatıyor: kamusal alanda şeffaflık ile mahremiyetin gittikçe şiddetlenen savaşını.

 

İlginçtir ki beni en çok etkileyen proje önerileri, her ne kadar yaratıcı veya orijinal olmasalar da, en sıradan ve sürpriz olmayan önerilerdi. Örnek vermem gerekirse uluslararası bir tasarım firması olan EDAW'in Bulvar'ın tam ortasından ve Bulvar'a paralel giden tarım ve yeşil araziler önermesi ilk aşamada çok sıradan bir proje gibi gözüküyor. Fakat New York'ta (Manhattan) veya Berlin'deki bazı bahçe ve peyzaj düzenlemelerinin ne kadar cesurca gerçekleştirildiği akla getirildiğinde, yukarıdaki fikir de insana olumlu gözükmeye başlıyor. Tarım ve yeşil arazilere ek olarak Bulvar'a paralel yeni bir hafif raylı tren sistemi öneriliyor. Araç trafiği için de mevcuttaki her iki yönde altı şeritli yol, her iki yönde iki şeride düşürülüyor.

 

Fransa'dan gelen mimarlık ekibi Nadau Lavergne Mimarlık'ın yüksek yapılarla dolu önerisi mevcut yapıları daha yükselterek bölgenin yoğunluğunu arttırırken, bölgede önceden kestirilemeyecek kentsel problemlere yol açabilir. Örnek vermek gerekirse okullar ve kültür merkezleri apartman komplekslerinin en üst katlarına yerleştirilmek suretiyle cadde seviyesinde ticari yapılara daha da yer açıyor. Grafiti kaplı bir toplu taşıma aracı Bulvar ekseninde gidip gelirken, bölgeyi Manhattan'a bağlıyor. Bulvar ekseninin tamamı ağaçlar ile kaplanarak burası çizgisel bir ormana dönüştürülüyor.

 

Bu tasarımların insan artık olağan ve gerçekleşebilir gelmesi, yukarıdaki önerilerin insanları etkilemesinde esas unsur olduğunu söyleyebilirim. Yakın zamana kadar gelişmiş bir şehir bölgesinin tam ortasına bir tarım arazisi yerleştirmek çılgınlık olarak nitelendirilebilirdi ama bugün bu öneri son derece doğal olarak algılanıyor. Kentsel fonksiyonların birbirinden ayrılmasının şehri ve onun yarattığı kentsel dokuyu öldüreceği fikri de artık son derece anlaşılır ve doğru bir olgu olarak kabul ediliyor.

 

Bronx Müzesi'ndeki bu sergiyi ziyaret ettikten sonra Büyük Gezinti Bulvarı'na göz attığınız ve bölgeyi adeta orada yaşayan birisi gibi gözlemlediğiniz zaman onun tarihi geçmişi ve bunun nasıl canlandırılması gerektiği hakkında daha iyi bir fikre sahip olabilirsiniz. Eğer bölgede uzun bir süre gezerseniz kaçırılmış fırsatları ve kamuoyunun ilgisizliğini ve burası gibi yarı canlı yarı ölü onlarca şehrin varlığını fark edip üzülmeniz de mümkün.

 

"Kesişim Noktası: 100. yılında Büyük Gezinti Bulvarı" sergisi Bronx Sanat Müzesi'nde 1 Mart 2010 tarihine kadar devam edecek.

 

Bir Sahil Şehirinin Gelecekte Maruz Kalabileceği Tehlikeler




Plana göre, küresel ısınmadan etkilenen New York'ta eski metro araçları suya gömülüyor.


Altı aylık bir çalışmanın ürünü olan "Yükselmekte Olan Su Akıntıları: New York'un Sahil Kesimleri için Projeler" sergisi geçtiğimiz aylarda Modern Sanat Müzesi'nde (MOMA) sergilenmeye başlandı. İsmi dolayısıyla bu serginin son derecek sıkıcı, monoton ve sadece inşaat mühendislerine hitap edeceği düşünülebilir ama işin aslı öyle değil. New York şehrinin maruz kalacağı su seviyesindeki yükselmeler ve beklenmedik şiddetli fırtınalara karşı şehrin betonarme bariyer veya baraj gibi "katı çözümler" yerine esnek ve değişebilir ekolojik sistemlerden yararlanılması gibi "yumuşak altyapılardan" faydalanılması ve bu amaçla modeller üretilmesi bu projenin hedeflerinden birisi oldu.

 

Ama ABD Federal Hükümeti'nin küresel ısınma tehlikesine karşı tereddütle hareket etmesi, finans sektöründeki krizin can yakıcı etkileri, boşa giden altyapı projeleri ve dikkate alınmayan entelektüel birikim gibi hususlar bu projenin esas üzerinde durduğu konular oldu. Amaç hükümeti Amerikan ulusunun çatırdayan ve geri kalmış dokusunu daha yaratıcı bir şekilde değerlendirmeye teşvik etmek.

 

Bu proje fikri New York'lu bir mühendis olan Guy Nordenson'un New Orleans'ı Katrina Kasırgası'ndan hemen sonra ziyaret etmesi ile ve de New York gibi sahillerde kurulmuş şehirlerde küresel ısınmanın etkilerinin ne olacağı konusunda araştırmaya başlanması ile başladı. Araştırmanın sonuçları oldukça endişe vericiydi. Örnek vermek gerekirse iklim değişikliklerinin New York üzerindeki etkilerini inceleten bir inceleme çalışması atmosferin daha da ısınmasıyla 2080 yılına kadar New York şehrindeki su seviyesinin 60 santimetreye kadar yükseleceğini ortaya koydu. Guy Nordenson'un araştırmasına göre eğer buzulların erimesi daha da hızlanırsa bu rakam iki katına bile çıkabilir yani şehrin yüzde 20'si sular altında kalmış olacak.

 

Guy Nordenson'un hazırladığı ve Adam Yarinsky ve Catherine Seavitt'in kaleme döktüğü 360 sayfalık rapor bir yandan tarihte daha önceden gerçekleşmiş olayları dikkate alırken aynı zamanda teknolojik gelişmelere de dikkati çekiyor. İskeleler, sulak alanlar ve istiridyelerin yetişebileceği alanlar gibi yoğun sulak alanların New York Körfezi'ne yerleştirilmesi ile fırtınaların getireceği yüksek dalgalardan şehrin korunması amaçlanıyor. Öneriler arasında parmak şeklinde adacıklar grubunun körfezin merkezinde inşa edilmesi ve kayacıkların oluşması için kullanılmayan eski metro trenlerinin su altına gömülmesi de yer alıyor.

 

Eğer bu plan uygulanırsa Staten Island, Brooklyn, Manhattan ve New Jersey sahillerinin birbiri ile limanlar ve kamuya açık parklar ile birleşmesiyle oluşacak eko-sistem nedeniyle şehrin merkezi Manhattan'dan daha da güneye kayacak.

 

Bu projeyi MOMA'da çalışan müze görevlilerinden Barry Bergdoll geçen sene gördüğünde çok ilgisini çekmiş ama aklına başka bir problem gelmiş. Obama yönetimi 2009 yılında ekonomiyi canlandırmak paketini kamuoyuna açıkladığı zaman, harcanacak bu paranın yeni ve çevreyi koruyacak projeler yerine mevcut altyapı sistemlerine harcanması ile mevcut problemlerin daha da artmasından endişe duymuş.

 

Finans sisteminin çökmesi aynı zamanda birçok mimarın da işsiz kalması anlamına geliyor. Neden bu kaynaklar bu projelerin uygulanması için kullanılmasın?

 

Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı Barry Bergdoll, New York sahilleri için, Guy Nordenson'un öngörüleri ışığında, çözüm önerileri getirecek dört tasarım grubu belirlemeye karar verdi. Bu grupların seçimi Aralık 2009 - Ocak 2010 tarihleri içinde belli olacak ve bu gruplara MOMA'nın bir parçası olan ve Long Island City, Queens'te yer alan P.S.1 Çağdaş Sanat Merkezi'nde üç kat tahsis edilecek. Tasarımlar parklardan toplu konutlara kadar her türlü değişik projeyi içerebilir ama bölgenin kendine özgü koşullarına uygun olmak zorundalar. MOMA bu projeleri 2010 ilkbaharında sergilemeyi planlıyor.

 

MOMA'nin mimarlık bölümü tarihi boyunca ikinci kez bir serginin sergileneceğine, daha tasarım bile gerçekleşmeden, söz veriyor. Kabul edilmesi gerekir ki bu riskli bir öneri, bu programın kayda değer bir ürün ortaya çıkaracağına kim garanti verebilir ki?

 

Ne olursa olsun Barry Bergdoll ve Guy Nordenson son derece önemli bir kavramın doğumuna yardımcı oldu. Finans krizi nedeniyle işsiz kalan beyin gücüne dayanan bu programın birçok avantajı olacak. Küresel ısınma, köhneleşen altyapı sistemleri ve çökmekte olan global ekonominin birbiri ile direkt bağlantılı olduğunun kabul edilmesi ve bu sorunların kamuoyunun da anlayabileceği bir şekilde sunulması problemlerin çözülmesine yardımcı olacak.

 

Washington'daki yönetim ise bu programı ilerleyen aşamalarında çok dikkatli bir şekilde takip etmeli ve somut birşeyler yapmaya gayret göstermeli.

Arkitera, Kaynak: New York Times, L Magazine, Haber: Benjamin Sutton, Nicolai Ouroussoff , Derleyen: Serzan Gök, 24.12.2009

MÜZEKART SEVİLDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı 300'ü aşkın müze ve ören yerini 20 lira karşılığında bir yıl boyunca gezebilme imkanı sunan Müzekart, bir buçuk yılda bir milyon 100 bin kişi tarafından alındı. AA muhabirinin Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan aldığı bilgiye göre, Müzekart, müze ve ören yeri ziyaretlerini artırmak, tarih ve arkeoloji bilincini yükseltmek amacıyla sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının kullanımına 18 Haziran 2008'de sunuldu.

Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı 300'ü aşkın müze ve ören yerinde geçerli olan Müzekart, satışa sunulduğu tarihten bu yana bir milyon 100 bin kullanıcıya ulaştı.

Bir yıl boyunca sınırsız kullanım imkanı sunan Müzekart'a en büyük ilgiyi İstanbullular gösterdi. İstanbul'da 500 bin kişi tarafından alınan Müzekart, İzmir'de 90 bin, Ankara'da 80 bin, Antalya'da 60 bin ve Nevşehir'de 55 bin adet satıldı. Müzekart, diğer illerde ise toplamda 315 bin kullanıcıya ulaştı.

Taşıma kapasitesi düşük olan ve aşırı ziyaretçi yüklenmesi sonucunda tarihi dokusunun muhafaza edilemeyeceği düşünülen Topkapı Sarayı içerisindeki Harem Dairesi, Efes ören yerindeki Yamaçevler, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinde bulunan Kayralı Prenses Cam Batığı Salonu ve Göreme Açık Hava Müzesindeki Karanlık Kilise Müzekart kapsamından çıkarıldı.

Türkiye'yi müze müze gezdiren ilk kartı Müzekart, asıl Müzekart basım istasyonu bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) Ankara Müze Kart Merkez Ofisi, DÖSİMM İstanbul İşletme Müdürlüğü, DÖSİMM İzmir İşletme Müdürlüğü, Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi, Kariye Müzesi, İstanbul Arkeoloji Müzesi, İzmir Efes Müzesi ve Örenyeri, İzmir Bergama Akrapol Örenyeri, İzmir St.Jean Anıtı, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Çanakkale Truva Örenyeri, Nevşehir Göreme Açıkhava Müzesi, Antalya Aspendos Örenyeri, Antalya Arkeoloji Müzesi, Antalya Myra Örenyeri, Antalya Alanya Kalesi, Antalya Perge Örenyeri, Antalya Noel Baba Kilisesi, Konya Mevlana Müzesi, Aydın Afrodisias Örenyeri, Muğla Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Denizli Pamukkale Örenyeri ve TÜRSAB'tan satın alınabiliyor.

İsteyenler ''www.muzekart.com'' adresine istenen bilgileri girerek, kredi kartıyla da Müzekart başvurusunda bulunabiliyor.

Asıl kart basım istasyonu olmayan müze ve ören yerlerinde ise geçici müzekart satışı yapılıyor. Resimsiz düzenlenen, kişinin adı-soyadı yazılı olan ve iki aylık süre içinde kimlik kartı ibraz edilerek kullanılan geçici Müzekart'ın, iki ay içerisinde fotoğraflı asıl karta dönüştürülmesi gerekiyor.

Kartın geçerlilik süresi bitenler de tüm müze ve ören yerlerindeki gişelerden ve kart basım istasyonlarından eski kartları veya kimlik kartı, pasaport ya da sürücü belgesi ibraz ederek 40 saniyede yeni kartlarını alabiliyor.

Fiyatı 20 lira olan Müzekart, üniversite öğrencilerine ve öğretmenlere 10 liradan, 17 yaş altındakilere ise iki liradan satılıyor.

Müzekartı toplu alımlarda da yüzde 2 ile 20 arasında indirim uygulanıyor. Buna göre 1000-2 bin 500 adet alınırsa yüzde 2, 2 bin 500-5 bin adet alınırsa yüzde 3, 5 bin-10 bin adet alınırsa yüzde 7, 10 bin-25 bin adet alınırsa yüzde 10, 25 bin üstü alınırsa yüzde 15 ve 100 bin üstü alınırsa yüzde 20 indirim uygulanıyor.

Habertürk, 24.12.2009

İSTANBUL'UN ÇEHRESİ DEĞİŞECEK





İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan ve 2010-2014 döneminde hayata geçirilmesi planlanan projeler kentin çehresini değiştirecek. Beşiktaş ve Eminönü’nde trafik yeraltına alınacak, Kabataş’a martı şeklinde iskele inşa edilecek, Kadıköy’deki otobüs ve minibüs duraklarının yeri değiştirilerek rıhtım düzenlenecek, Haliç’ten taranan çamurların biriktirildiği Alibeyköy Taş Ocakları park olacak.

Beşiktaş trafiği yeraltına
Barbaros Bulvarı’ndan akan araçları Ortaköy istikametine yönlendiren köprülü kavşak yıkılacak. Hürriyet gazetesinin haberine göre, araçlar eskiden Tansaş’ın bulunduğu noktadan yeraltına alınacak, yaya üst geçidinin bulunduğu noktadan çıkış yapacak. Kabataş istikametinden gelen ve Barbaros Bulvarı’nı kullanacak araçlar ile Ortaköy istikametine gidecek araçlar da yine bu noktadan yeraltına girecek. Beşiktaş, 10 bin metrekarelik meydana kavuşacak.

Beton yerine kültür merkezi
Bayrampaşa kavşağı çıkışında İston Beton Şantiyesi olarak kullanılan 10 bin metrekarelik alanda 268 araç kapasiteli otopark, 600 kişilik Kültür Merkezi projesi hazırlandı. Kültür merkezinde, tiyatro salonu, stüdyolar, 4 adet çok amaçlı salon, 1000 kişilik yemek salonu, kütüphane ve lokanta bulunacak.

Haliç’in çamurunda çiçek
Haliç’in dibinden taranan çamurların aktarıldığı 500 bin metrekarelik Alibeyköy Taş Ocakları, rekreasyon alanı olarak düzenlenecek. Dolgu çamur çökme işlemi tamamlanan alanda, çiçekler ve çeşitli bitkiler dikilecek, bisiklet ve koşu yolları, açık spor alanları, sandalla gezi yapılabilecek bir gölet, çocuk oyun alanları, restoran, kafeterya, seyir terasları oluşturulacak.

Eminönü’ne futbol sahası
Eminönü Sahili’ne 12 bin metrekarelik açık futbol sahası yapılacak. Yeni Cami ile Sarayburnu arasındaki trafik yeraltına alınarak Sirkeci sahili trafikten arındırılacak. Yeni Cami’nin yanından yeraltına girecek araçlar Sarayburnu’nda sahil yoluna çıkacak.

Kadıköy’de durak yeri değişecek
Kadıköy Vapur İskelesi-Et Balık Kurumu Arası Rehabilitasyon Projesi kapsamında rıhtımdaki minibüs durakları Haydarpaşa Garı yanındaki dolgu alanına, otobüs durakları ise eski balık satış birimlerinin olduğu alana alınacak. Boşalacak 61 bin metrekarelik rıhtım bölgesi gezinti ve dinlenme amaçlı düzenlenecek.

Kabataş’a martı iskele
Kabataş İskele Binaları Fikir Projesi kapsamında Üsküdar, Yalova-Adalar ve Kadıköy iskeleleri yenilenecek. Yalova-Adalar İskelesi ana konsepti ortaya koyan İstanbul’u ve Boğazı simgeleyecek bir heykel bina olarak tasarlandı. Stilize bir martı şeklinde önerilen bu binada 475 metrekarelik iki ayrı terminalden ve iki asma katta bulunan kafeterya ve idari bölümden oluşacak. Kullanım dışı saatlerde kültürel aktivitelere, sergi gibi faaliyetlere de olanak sağlandı.

Habertürk, 24.12.2009

HASANPAŞA GAZHANESİ: YÜZYILLIK BİR HİKAYEYE SAHİP ÇIKMA ÖYKÜSÜ





Hasanpaşa Gazhanesi’nin işlevini yitirmesinin ardından “Gazhane Çevre Gönüllüleri” (GÇG) adıyla örgütlenen bölge halkının yıllardır sürdürmekte olduğu mücadelenin daha görünür hale gelmesine ve yapılan çalışmaların yaşamda karşılığını bulmasına katkı sağlamak üzere, Hatice Kurtuluş ve Maya Arıkanlı Özdemir'in kaleme aldıkları deklarasyon metnini yayımlıyoruz.
 
Hasanpaşa Gazhanesi, İstanbul 2010 Kentsel Uygulamalar Direktörlüğü’nün projeleri arasında da yer alan önemli bir endüstri mirası. ‘Hasanpaşa Gazhanesi Kültür Merkezi Projesi’ ile, 1993 yılında İstanbul’da doğalgaz dağıtımına başlanıp havagazı üretiminin sona ermesiyle işlevsiz kalan ve bugün atıl vaziyette duran gazhanenin yeniden işlevlendirilmesi hedefleniyor.

“Kıymetini Bil Herşeyin”
Hasanpaşa Gazhanesi: Yüzyıllık Bir Hikayeye Sahip Çıkma Öyküsü 
Hatice KURTULUŞ (Doç.Dr.), Maya ARIKANLI ÖZDEMİR (Dr.)

Walter Benjamin ‘bugün içinde bulunduğumuz olağanüstü tehlike hali istisnai bir durum değil, kuraldır. Bu kavrayışa uygun bir tarih mefhumu geliştirmeliyiz.’ der.

Bugün böylesi bir tarih mefhumunu farklı bir alanda sürekli canlı tutmaya çalışanlar var. Bu tarih mefhumu içinde kamusallığı, yeni bir kamusal alan ve mekan örgütlemeyi, kentsel kamusal bir kültür alanı yaratmayı ve bir sanayi sitine bu meseleler üzerinden sahip çıkmayı içinde barındırıyor.






Hasanpaşa Gazhanesi etrafında şekillenen mücadele ortak bir bellekle kurulabilecek bir kültür alanının yaratılması, zamanın ancak kendisi üzerinden izlenebildiği bir dünyanın unutulmaması, yitirilmemesi için yaklaşık 15 yıldır her türlü çabayı gösteriyor. Mekana, zamana, dile, geleneğe kaydolmuş bir maddi gerçekliği, bir sanayi yapısını bugüne taşıyor. Bunu yaparken bu sanayi sitini klasik korumacılığın sabitleyici, dönüştürme gücünden yoksun şekliyle değil, içinde yükseldiği kentsel kamusal mekanın ortak ve sürekli biriken belleği üzerinden ve kültürel bir kamusal alan üretme çabasından hareketle şekillendiriyor.
 
Marx, mülk sahibi sınıf için “beş para ödemeden kamusal alanı çalmışlardır” der. Çalınan aynı zamanda mekanını kaybetmiş kamusallıktır. Kamusal mekanlar kolektif bir tecrübenin üretildiği alanlar olmaktan çıkmış ve pasif deneyim alanlarına dönüşmüştür.

 Oysa mekanını yitiren kamusal alan; toplumsal yaşantımız içinde fikirlerin, ifadelerin ve tecrübelerin üretildiği, açığa çıktığı ve paylaşıldığı, dolanıp yayıldığı ve müzakere edildiği toplumsal alanları (kamusal mekan); bu süreçte ortaya çıkan anlam içeriğini (kamuoyu, kültür, tecrübe) ve bu anlam sürecini oluşturan ya da bu süreç içinde oluşan kolektif gövdeleri tanımlamaktadır.

Bugün Gazhane Gönüllüleri’nin Hasanpaşa Gazhanesi için verdikleri mücadele, buraya dair geliştirdikleri kültür alanı yaklaşımı ve bu alanın yönetim modeline ilişkin yürüttükleri çaba modern mimari örneği olan bir sanayi sitini bir kamusal mekana dönüştürme hikayesidir. Ve kentsel dönüşümde, hem bir kamusal alan yaratma önerisi getirdiği için ve aynı zamanda modern endüstri mirasına kolektif bir tecrübe ile sahip çıktığı için kent üzerinde yaşayan herkesin sahip çıkması gereken bir deneyim ve proje örneğidir. Bu deneyim ve projenin hikayesi ise ancak geçmişten geleceğe bakarak okunabilir.






İstanbul ‘un sahip olduğu kültürel miras bir yandan Bizans ve Osmanlı’nın başkenti olmaktan kaynaklı tarihsel yapıları ve anıtsal binaları kapsarken, diğer yandan da Türkiye’nin modernleşme tarihini mekan üzerinden analiz etmeye olanak veren modern yapıları barındırmaktadır.  19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren İstanbul,  bir yandan uluslararası ticarette etkinleşen ara kent konumundan dolayı gereksinim duyduğu modern bir iş merkezinin (Galata-Pera), diğer yandan, Avrupa yakasında Taksim –Şişli, Anadolu yakasında ise Kadıköy –Bostancı akslarında modern konut alanlarının inşasına tanık olmaktadır. Aynı dönemde İstanbul’un geçirdiği idari-yönetsel modernleşme ile bağlantılı olarak kentin modern alt yapısının inşa süreci de başlamaktadır. Bu inşa süreci ile birlikte kenti besleyen ulaşım ağları da hızla gelişmiştir. Hammadde veya bitmiş ürünün taşınması için yeterli ulaşım ağının varlığı nedeniyle kent, özellikle 1850’den sonra Osmanlı İmparatorluğu endüstrisinin merkezi haline gelmiştir. Bu tarihten itibaren yabancı sermaye, işgücü ve teknolojisi ile kurulan fabrikaların sayısı ve türü fark edilir bir biçimde artmıştır. 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında bulunan endüstri işletmelerinin % 55’inin İstanbul’da yer aldığı bilinmektedir. Kente elektrik ve havagazı sağlayacak modern elektrik santralleri ile gazhanelerin yapımına da bu dönemde başlanmıştır.

1950’li yıllara kadar kentin elektrik ve havagazı ihtiyacını belli ölçüde sağlayan bu santral ve gazhaneler, kentin hızlı büyüme sürecinde yetersiz kalarak işlevlerini yitirmişlerdir. Bu alanlar işlevlerini yitirdikten sonra uzun süre buralara müdahale edilmemiş ve bir anlamda çökmeye terk edilmişlerdir. İşte tam da bu yüzden 19. yüzyılda sayıları 256’yı bulan endüstri yapılarından bugüne sadece 43’ü kalabilmiştir.  Günümüze kadar ulaşan gazhane ve elektrik santrali sayısı ise sadece 6’dır.  1950’lerden 1970’lerin sonlarına kadar, masif kırsal göçler alarak büyüyen kentin arazi ihtiyacı hazineye devrolmuş geniş arazi stoku ve düşük yoğunluklu eski konut alanlarının yapsatçılık yoluyla dönüşümü ile karşılanmış ve böylelikle çoğu çöküntü alanı halindeki bu eski santral ve gazhaneler o dönemde kentsel arazi olarak dikkati çekmemiştir. Bu sayede bu alanların bir kısmı günümüze kadar kalabilmiştir.

1980’lerden itibaren değişen ekonomi politikalarıyla birlikte başlayan kentsel dönüşüm sürecinde, kentin merkezi alanlarındaki araziler hızla değer kazanmaya başlamıştır. Bu bölgelerde yer alan ve hemen hepsinin içlerindeki yapı stoku yağmalanmış, harap edilmiş olan İstanbul’un ilk modern endüstri yapılarından olan santral ve gazhaneler, kentsel arazi üretiminin yeni hedefleri haline gelmiştir. Bu hedefler doğrultusunda yeniden işlevlendirilen bu endüstri yapıları için en büyük riskin, hızla yapılan işlevlendirme uygulamaları olduğu aşikardır. Zira bu uygulamalarda rant kaygısı ön plana çıkmaktadır.

 

İstanbul’un modernleşme tarihinin en önemli simgelerinden olan bu alanların sanayi siti olarak korunması ve bu koruma kararına uygun yeni işlevlerle canlandırılmasını savunan meslek kuruluşları ve yerel inisiyatiflerin müdahalesi / mücadelesi ile bu alanların kentsel arazi olarak değerlendirilmesine karşı bir direnç oluşturulmuştur. Bu girişimler sayesinde bu alanlar sanayi siti olarak koruma kapsamına alınmıştır. Böylelikle bu alanlardan bir kısmı müzeye dönüşmüş, bir kısmı üniversitelerin kullanımına açılmış ve bir kısmı da farklı işlevler alarak ayakta durabilmiştir.

Günümüze ulaşan endüstri mirası yapılarından biri olan Hasanpaşa Gazhanesi 1892 yılında İstanbul’un Anadolu yakasının gaz ihtiyacını karşılamak ve sokaklarını aydınlatmak üzere kurulmuştur. O yıllarda, Anadolu yakasının en büyük gaz üretim merkezi konumundadır. İstanbul’da doğalgaz ile ısınma sistemine geçilmesiyle birlikte havagazı üretimi durdurulmuş ve o günden sonra, Hasanpaşa Gazhanesi, farklı dönemlerde kömür deposu, otobüs garajı, İETT deposu olarak kullanılmıştır. O dönemdeki hakim anlayış, Gazhane alanındaki binaların yıkılarak yerine ‘modern’ yapıların, katlı otoparkların yapılmasını öngörmektedir.
 
Bu hakim anlayışın karşısında, 1994 yılında önemli bir gelişme yaşanır. Hasanpaşa Gazhanesi Kadıköy Belediyesi ve duyarlı kent sakinleri sayesinde sit alanı ilan edilir. 1996 yılında ilk kez bir araya gelerek Gazhane için fikir oluşturmaya başlayan mahalle sakinleri, konuya duyarlı tarafların, meslek odalarının, mimarların görüşlerini alma ve mahallede bir anket çalışması yapma yoluna giderler. Buradan çıkan sonuçlar Gazhane bölgesinin bir kültür merkezi ve yeşil alan olarak değerlendirilmesi yönündedir. Tüm bunların sonunda bir imza kampanyası başlatılır ve toplanan 8000 imza ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile görüşülür. Düşünülen kültür merkezi için mimari projenin İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından hazırlanması teklifi Büyükşehir Belediyesi’ne sunulur.  Tarafların görüşlerine sessiz kalmayan Belediye İstanbul Teknik Üniversitesi’ne mimari bir proje hazırlatır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Koruma Kurulu tarafından da onay almış, Gazhaneye ait binaların sosyo-kültürel tesis olarak yeniden işlevlendirilmesine yönelik İTÜ’ne hazırlatılan projeyi 22 Haziran 2001 tarihinde onaylar.

Sürecin buraya doğru evrilmesinin başlıca aktörü ise Gazhane Gönüllüleri’dir. Mahallede yaşayanlar, yıllarca gazhanenin sıkıntısını çekmişlerdir. Şimdi ise gazhanenin kamu yararı dışında başka amaçlarla kullanılma olasılığı burada yaşayanları harekete geçirmiştir. Bir açık alan olarak, tüm risklerine rağmen, gazhane ile çevre halkının yıllara dayanan bir birlikte yaşama alışkanlığı vardır. Gönüllülerin mekana ve buraya ilişkin kamusal duyarlılık yaratmaya dair hassasiyetleri, modern endüstri mirasının en özgün örneklerinden olan bu açık alana ilişkin hayaller ve düşünceler üretmelerini beraberinde getirir. Mahallelinin kendi kendine örgütlenmesi ile başlayan “Gazhane Çevre Gönüllüleri” hayallerinin, düşündüklerinin izini daha rahat sürebilmek için 1998’de Gazhane Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi’ni kurarak kurumsal bir kimliğin de taşıyıcısı haline gelir.






Bir anlamda halkın öz-örgütlülüğü kurumsal bir mücadele mevzii elde etmiş olur. Bu öz-örgütlenme deneyimi endüstriyel mirasa sahip çıkmanın en özgün örneklerinden biri haline gelir. Gazhane Gönüllüleri bu alanı bir yandan mahallelinin nefes alabileceği bir yeşil alan, aynı zamanda da kültür-sanat ve spor/oyun alanı olarak yeniden işlevlendirecek projeler üretmeye başlarlar. Hasanpaşa Gazhanesi’nin çok amaçlı bir kültür merkezi olacak biçimde dönüşmesine yönelik İTÜ tarafından hazırlanan avan proje de bu çalışmalarının bir sonucudur. Ama sonuçta, son derece incelikli bir şekilde hazırlanan, avan proje bir fiziksel mekan düzenleme çalışmasıdır. İşte tam da bu nedenle Gazhane Gönüllüleri bu mekanın yönetimine dair alternatif, demokratik bir model ortaya koyarlar. Zira salt fiziksel düzenlemeleri içeren bir yenileme projesinin yerelin ihtiyaçlarına, beklentilerine cevap veremeyeceği aşikardır.

Ortaya konan bu yönetim modeli;
• iktisadi ve toplumsal devamlılığı olan, yaşamdan bağlarını kopartmadan, semtin, mahallenin özelliklerini de dikkate alan,
• kültürün ve toplumsal yaşamın sadece tüketilmediği, ilgili tüm unsurların üretim süreçlerine katıldığı,
• iktidar alanlarının yaratılmadığı ama kaosa da yol açmayacak,
• toplumsal ve kültürel yabancılaşmayı en aza indirgeyecek, unuttuğumuz değerleri yeniden anımsayacağımız
farklı, alternatif bir kamusallığın taşıyıcısı olmaya adaydır.

Ve işte şimdi bu uzun hikayenin yaşamda karşılığını bulabilmesi için daha fazla katılıma, emeğe, ilgiye ve bilgiye ihtiyaç var. Bu hikayenin bir kıymeti var. İstanbul için... Hepimiz için...

“kuşların yazdığı harfler sabahın bir ucundan ötekine
baltanın milyon tane eli toprağın yumuşak eli
zamanın bir adım önünde
kabilelerin kırık dişleri, uzun yurtları
hem saçılmış bozkıra, hem yan yana
kilin küçük, artakalmış kulpu, neredeyse hayaleti bir tepsinin
kendini taşır bize topraktan

uzanan kolların vaadi, hepimizin ortak yolu olan o tek sayfa
haritası bir avucun
tortop olmuş
ama bir meşale gibi elden ele

kıymetini bil herşeyin

bize doğru açtıkları patikaların ve onlara açılmalarımızın

çimenin adaletinin, ki sarayları çökertir ama arayış türkülerini saklar

dalgalara isim koyan teknenin, hayatın kasesinin, günlerle dolup
sevdiği şeye dönüşmek için batan

ağacın oldum olası tohum diye bildiği şeye dönüşen belleğin

sözlerin
ekmeğin

kapının ardındaki doğrulara uzanan çocuğun

dünya meclisinde coşkulu hayvanların
yeniden birlikte başlama özleminin

insanların, odadaki insanların, sokaktaki insanların

kıymetini bil herşeyin”

Gareth EVANS* (19 Mayıs 2005)

* Gareth Evans, 'Kıymetini Bil Herşeyin' başlıklı bu şiirini John Berger’e adamıştır. Burada şiirin tümü yer almamaktadır. Tümü John Berger’in 'Kıymetini Bil Herşeyin' [Metis Yayınları, Nisan 2009] adını taşıyan kitabının başında yer almaktadır.)

Yapı, 24.12.2009

'ESKİ HAMAM, ESKİ TAS'LARIMIZ





“Eğer bir Türk hamamında yıkanmadıysanız, hayatınızda hiç yıkanmamış sayılırsınız...” Alman General Moltke’nin 180 yıl önceki bu izlenimi ne kadar gerçekse, Evliya Çelebi’nin ondan 300 yıl önceki şu sözü de o kadar doğrudur: “... velhasıl, Bursa sudan ibarettir...”

Tarihin görmüş geçirmişleri böyle söylediklerine göre, “hamamların en hamamları”nın da Bursa’da olması kadar doğal ne olabilir... Şehir merkezindeki irili ufaklı birçok termal kaplıcanın dışında, 41 tanesi bugün de hala kullanılabilir olan Osmanlı’dan kalma toplam 55 hamamdan Umurbey, Reyhan, Dayıoğlu, Çakır, Şengül, Nasuhpaşa, Nalıncılar, Demirtaş, Muradiye, Kayhan, İnebey, İncirli, Kiremitçi, Muallimzade, Meyhaneli ve Ördekli gibi anıtsal örneklerin yanı sıra evlerde, konaklarda, hanlarda, o ilk otellerde ve Çelik Palas’taki hamamlar da geçmişin ne denli “yaşam”sal bir kültürle tarihe dö-nüştüğünün en “insancıl” kanıtları...

Roma döneminden bu yana gündelik yaşamla bütünleşen bu zenginliğimiz, 1430’da yapılmış Umurbey Hamamı’nın taş binasında sergileniyor. Tarihi hamamın özgün mekanlarında, her biri diğerinden zarif eski eşyalar; ustalıkla tasarlanmış canlandırmalar; geçmişi şiirsel anlatımlarla yaşatan bilgi panolarıyla, su ve insan sesinin çağlar boyu gizlerini yansıtan bir sanat gösterisiyle...

Son yıllardaki “kent müzeleri” projelerine başarıyla imza atan mimar Naim Arnas’ın tasarladığı “Eski Hamam Eski Tas”, aynı zamanda Tofaş Sanat Galerisi’nin de açılış sergisi...

Koç Vakfı’nın desteği, Mido AŞ ve Yapı Kredi Yayınları’nın katkılarıyla düzenlenen sergide, Moltke’yi hayran bırakan tüm incelikler, önemli oranda Arnas’ın koleksiyonundan yöresel objelerle birlikte izleniyor…

500 yılı aşkın “temizlik uygarlığı”na hizmet eden Umurbey, bundan böyle kuşaktan kuşağa çağdaş uygarlığın kültür merkezi olacak..

Hamam’ın bulunduğu alanda Bursa’nın ilk ipek fabrikalarından biri vardı. 1998 yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nden Prof.Dr. Önder Küçükerman, aynı okuldan mezun Naim Arnas ve dönemin Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Erdem Saker ile yardımcısı Dr. Engin Yenal, sanayi mirasımızın yeniden kente kazandırılması dileklerini Tofaş yöneticileriyle paylaştılar.

Çünkü Bursa Arkeoloji Müzesi’nde sessizce duran antik “araba” kalıntısı 2 bin 600 yıl önce de bu kentte “araba ustaları”nın yaşadığını kanıtlıyordu. O meçhul ustalardan şimdiki emektar ustalara uzanan akıl ve yaratıcılık serüvenine duyulan merak, “Anadolu Arabaları Müzesi”nin doğmasına neden oldu...

Tofaş yöneticilerinden Jan Nahum’un da teşvikiyle 2002’de restore edilen “fabrika-müze”de, 4 bin yıl önce tekerleğin arabaya dönüştüğü ilk örneklerden, yakın geçmişin fayton imalathanesine, 20. yüzyılın otomobil modellerinden günümüzün hız çılgınlarına kadar araba tarihi tüm tanıklarıyla yer aldı...

Müzenin işte bu heyecanla 2002’deki açılışından sonra sıra artık “tarihi komşu”su olan, yüzyılların yorgunu Umurbey Hamamı’nın “kurtarılması”na gelmişti... 2008’de onarımı tamamlanan hamamın yeni yaşamına “efsanevi günleri”yle buluşarak başlaması fikri heyecan verici bir sergi projesine dönüştü...

Eski bir hamamda “ilk” kez bir hamam sergisi düzenlendiğini vurgulayan Arnas, 30 yılda toplanmış yaklaşık 1200 objenin yurdun hemen her yöresindeki hamam kültürünün ürünleri olduğunu belirterek “Böylece tüm Anadolu’yu belgelemiş oluyoruz” diyor... O kadar ki Osmanlı atölyelerinde yapılmış 19. yüzyıla ait sabunlar bile kalıpların üzerlerindeki Osmanlıca mühürleriyle adeta “temizlik uygarlığı”mızı sergiliyorlar...

2010’un Mart ayı başlarına kadar açık kalacak sergide farklı yörelerden hamam eşyalarının bir arada görülmesi, tanıtım metninde şöyle özetleniyor: “…koleksiyon, geçmişin sosyolojik ve ekonomik analizlerini de mümkün kılmaktadır. Örneğin İstanbul’da yapılmış barok, ampir ve rokoko üslubunda zengin bitkisel ve geometrik bezemeli hamam tası ile Tokat, Kastamonu yöresinde yapılmış bezemesiz hamam tası, eserlerin geldikleri yörelerin sosyolojik ve ekonomik farklılıklarını da yansıtıyor”…

Serginin aynı zamanda “yaşamın içinden ayrıntılar”ı da içermesi, aynı objelerin “kullanım”larındaki kültürel zenginliği belgeliyor. Yine tanıtımındaki vurgulamayla, “örneğin hamama girildiği zaman kadın ve erkeklerin öncelikle yapması gereken kişisel bakımlarında kullandıkları küçük araçlar, tıraş takımları, makyaj malzemeleri, gümüş kaplamalı topuk taşları, süslü taraklar” eski kuşakların ne denli özenli ve sağlıklı bir ömür düşkünü olduklarını kanıtlıyor.

Çeşit çeşit taş ve mermer kurnalardan, zarif ve ustalık işi bakır musluklara, “balıklı” hamam taslarından bin bir desenli havlulara, çocuklar için bile özenle yapılmış sedef süslemeli nalınlardan boy boy gümüş aynalara kadar tüm incelikleriyle “uygarlık gösterisi”ne dönüşen bu düşkünlüğü kutsamanız için Umurbey Hamamı yolunuzu gözlüyor...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 24.12.2009

VAKIFLAR'DAN CAMİ VURGUNUNA 1.2 MİLYON TL'LİK DAVA AÇILDI

 

 

Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişleri, İzmir'in Tire ve Selçuk İlçesi ile Manisa'nın Kula İlçesinde, 2007 yılından sonra ihale edilen 8 ayrı tarihi cami ve hamamın restorasyon çalışmalarını araştırdı. Bu incelemede, 1.2 milyon TL'lik vurgun ortaya çıkarıldı.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü, üç ilçedeki camilerin restorasyonunu ihale yoluyla alan firmaların, işleri yapmadığı halde yapmış gibi göstererek kurumu zarara uğrattığı öne sürüldü. Mimarlık şirketleri ve çalışanları hakkında 8 ayrı dosyayla, 1.2 milyon TL'lik tazminat davası açıldı.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2007'den sonraki değişik tarihlerde, Kula'da bir cami ve bir çarşı, Tire'de iki cami ve Selçuk'ta 2 cami ile bir mescidin restorasyon işlerini ihale etti. İhaleyi kazanan şirketler, ihale şartlarına uygun olarak çalışmaya başladılar. İddiaya göre, ihale edilen işlerin çoğu yarım bırakıldı. Firmalar, Vakıf hesabından paralarını aldı. Müfettişler, yolsuzluğu ortaya çıkardı. Müffettiş raporları üzerine harekete geçen Vakıflar Genel Müdürlüğü, kurumu zarara uğratan firmaları dava etti, 1.2 milyon TL'lik tazminat istedi.

Yeni Asır, 24.12.2009

KARACAOĞLAN'IN ULUÇINARI BİN YILDIR AYAKTA

 

Kahramanmaraş'ın merkeze bağlı Döngele beldesinde yaklaşık bin yıllık olduğu tahmin edilen dev çınar asırlara meydan okuyor.

 

Görenlerde şaşkınlık uyandıran 10 asırlık çınar hakkında Karacaoğlan'ın da şiiri var. Durdular Mahallesi'ndeki Oynak mevkiinde bulunan çınar ağacı, derin kökleri ve ihtişamıyla belde halkının uğrak yeri. Kaynaklara göre 800 yıllık geçmişe sahip Döngele'den daha eski olan çınar için Karacaoğlan'ın da dizeleri bulunuyor. Ünlü ozanın, "Mevla'm seni övmüş övmüş yaratmış \ Oynak Çınar etrafına boy atmış \ Dalların uzatmış yerlere yatmış \ Ne zamandan beriyi bilirsin çınar" dizeleri ağacın yaşı hakkında bir merak uyandığını gösteriyor. Belde halkı 'Oynak Çınarı' adıyla nam salan devasa ağacın koruma altına alınmasını istiyor

Zaman, Haber: İlkay Göçmen, 24.12.2009

FİDAN HAN'A YENİ VİZYON





Bursa Büyükşehir Belediyesi, ‘Marka kent` yolunda tarihi çarşı ve hanların restore edilerek ayağa kaldırıldığı kentin önemli tarihi yapılarından olan Fidan Han için farklı bir projeyi hayata geçiriyor. Başkan Altepe, Fidan Han`ı kültürel buluşma noktası halline getireceklerini söyledi.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, “Farklı noktalarda, pasajlarda hizmet veren kitapçıları, yayıncıları toplayıp, Fidan Han`ı Bursa'nın kültürel buluşma noktası haline getirmeyi amaçlıyoruz” dedi.


Kütahya Han, Eskişehir Han gibi kentin tarihi ziynetlerini ayağa kaldırmak için çalışmalarını aralıksız sürdüren Başkan Altepe, Fidan Han`a da farklı bir fonksiyon kazandırılması için Fidan Han Derneği yönetimi ve Bursa Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi Platformu İcra Kurulu üyeleriyle Fidan Han`da bir araya geldi. Esnafın sorunlarını dinleyen Başkan Altepe, yerli ve yabancı turistleri Hanlar Bölgesi`ne çekmek için çalışmaların tüm hızıyla sürdüğünü belirtti. Başkan Altepe, “Eserlerimiz uluslararası ödüller alıyor. Tarihi mimari konusunda örnek gösterilen bir kent haline geldik” dedi.

 

Fidan Han'ın, çarşı esnafı tarafından genellikle depo olarak kullanıldığını ve ticari hareketliliğin bulunmadığını hatırlatan Başkan Altepe, öncelikle hana hareket getirecek bir proje üretilmesi gerektiğini söyledi. Bu konuda Fidan Han yönetimine önerilerde bulunan Altepe, “Kitapçılar ve yayıncılar kent içinde dağınık yerlerde, pasajlarda hizmet veriyor. Eğer onları buraya getirebilirsek, kitap almak için buraya gelenler, çarşıyı da gezmiş olacak. Kitap okuma alanları oluşturup belirli zamanlarda önemli yazarları davet ederek imza günleri düzenleyebiliriz. Bu konuda Büyükşehir Belediyesi olarak her türlü desteği vermeye hazırız. Bunun için öncelikle boş olan veya depo olarak kullanılan dükkanlara kitapçıları toplamamız gerekli. Bu sayede Fidan Han, sahafların, kitapçıların, yayıncıların ve okuyucuların kültürel buluşma noktası haline gelecek” diye konuştu.

Toplantıda esnaf  ‘Kitapçılar Çarşısı` önerisine sıcak bakarken, Başkan Altepe'ye sorunlarını da anlattı. Fidan Han Dernek Başkanı Osman Çürüksulular, sadece çarşı içinden bir kapısı bulunan hana yeni bir kapı açılmasını, yetersiz olan tuvaletlerin yenilenip düzenlenmesi ve yapının kuzeybatı cephesindeki kaymanın onarılmasını talep etti. Kayma nedeniyle binada oluşan çatlakları dükkanları gezerek inceleyen Başkan Altepe, yeni bir kapı açılması için gerekli çalışmaları başlatacaklarını, kaymayla ilgili önlemleri alacaklarını ve tüm eksiklikleri gidereceklerini söyledi.

 

Bursa'nın en güzel hanlarından biri olan Fidan Hanı, Sadrazam Mehmet Ağa`nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış. 15. yüzyıl yapısı olan han iki avlulu. Ahırlar ve diğer yan bölümlerin bulunduğu kısım bugünkü dükkanların olduğu yerde. Hana güneydeki çarşıdan girilmektedir. Ortasında bir havuz ve mescidi bulunuyor. Birinci avlu üzerindeki hanın altta 48, üstte 50 olmak üzere 98 odası var. Alt kattaki odalar ve revaklar tonozlarla, üst katta revaklar kubbeli, odalar ise tonozla örtülmüş. Çarşı tarafındaki alt kat odaları dışında kalan odalar birer pencere ile aydınlatılmış. Fidan Hanı 1561, 1603, 1656, 1760 yıllarında onarılmış, yapılan birçok eklerle orijinalliğinden kısmen de olsa uzaklaşmış.

Bursa Olay, 24.12.2009

TEKKELİLER KONAĞI TADİLATTA

 

Mudurnu Belediyesi tarafından 2006 yılında satın alınan tarihi Tekkeliler Konağı'nın 2008 yılında tavan kısmı onarımdan geçirilmişti.

 

Tarihi konağın Mudurnu turizmine hizmet etmesi açısından gerekli tadilatının bitirilmesi için start verildi. Mudurnulu ahşap ustası Sabahattin Özkan’ın oluşturduğu ekip tarihi konakta restorasyon işlemine başladı. Tarihi konak restorasyonu tamamlandıktan sonra gezi evi olarak kullanılacak.

Bolu Olay, 24.12.2009

SELÇUKLU MİRASININ HARİTASI ÇIKARILIYOR

 

 

Dünyadaki Selçuklu mirası Cumhurbaşkanlığının himayesinde dev bir proje ile kayıt altına alınıyor. Kasım ayında başlanan proje ile 12 ülkedeki 400’ü aşkın eser tek tek fotoğraflanacak ve belgesel filmi çekilecek. Büyük Selçuklu Mirası Projesi’nin Belgesel Yönetmeni ve Fotoğraf Sanatçısı İbrahim Dıvarcı, projenin Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun maddi katkıları, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) denetim ve koordinasyonunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle hayata geçirileceğini söyledi.


Proje kapsamında, Afganistan, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, İran, İsrail, Mısır, Özbekistan, Suriye, Türkmenistan, Türkiye ve Yemen ile özerk cumhuriyet olan Nahcıvan’daki Selçuklu mimari eserlerinin son durumlarının tespit edilip, fotoğrafları ve görüntülerinin çekileceğini anlatan Dıvarcı, ayrıca İngiltere, Almanya, ABD, Rusya, Fransa, Suriye ve İran’daki Büyük Selçuklu Koleksiyonlarına sahip müzelerde bulunan eserlerin de fotoğraflanacağını bildirdi.

Dıvarcı, bunun yanı sıra eserlerin planlarını da çıkarmayı hedeflediklerini dile getirerek, şöyle devam etti: “Sahada toplam 400’den fazla eser üzerinde çalışma yapılacak. Ayrıca müzelerdeki belki yüzlerce eser üzerinde de aynı çalışmaları yapacağız. 30 ay sürecek proje sonunda 3 ciltlik fotoğraf albümü, 120 dakikalık bir belgesel ve 1 ciltlik Büyük Selçuklu’nun müzelerdeki envanterinin bulunacağı kitap hazırlanacak.”


Dıvarcı, yaklaşık 850 bin dolara mal olması ve 2012’de tamamlanması planlanan projenin maliyetinin 500 bin dolarlık kısmının Başbakanlık Tanıtma Fonu tarafından karşılanacağını dile getirdi.

Türkiye Gazetesi, 24.12.2009

SÜMELA'DA AYİNE ŞARTLI İZİN ÇIKTI

 

 

Trabzon'un tarihi Sümela Manastırı'nda bir tabu yıkıldı. Yıllardır ibadete kapalı olan, bu nedenle ayin yapmak için gelenlerin engellendiği ve olayların yaşandığı manastırda yılda bir kez ibadet izni çıktı. Şimdi sıra ilk ayin için tarih ve manastır içinde yer belirlenmesine geldi. Sümela Manastırı'nın ibadete açılma kararı, geçtiğimiz 15 Ağustos'ta Trabzon'a ayin yapmak amacıyla Yunanistan ve Rusya'dan gelen yaklaşık 500 kişinin engellenmesi ve ardından yaşanan tartışmalarla birlikte gündeme geldi. Trabzon Valisi Recep Kızılcık, 8 Eylül'de Trabzon'a giden AB Reform İzleme Grubu'ndaki Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Bağış, İçişleri Bakanı Atalay, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile Adalet Bakanı Ergin'e Sümela Manastırı'nın ibadete açılmasıyla ilgili rapor sundu. Bu raporu değerlendiren Reform İzleme Grubu, Dışişleri, İçişleri ile Kültür ve Turizm Bakanlıkları'nın çalışma yapması ve yılbaşına kadar bitirmesi kararı aldı. Raporda, Trabzon üzerinde oynandığı öne sürdüğü Pontus- Rum tehlikesine dikkat çekti. İki bakanlık raporlarında, "Sümela'nın ibadete kapalı olması nedeniyle her yıl 15 Ağustos'ta bu tür provokasyonlar yaşanıyor. Haliyle önüne geçebilmek amacıyla 'sınırlı' bir şekilde ayine izin verilebilir" görüşlerine yer verdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Trabzon Valiliği'ne gönderdiği yazıda, ayin yapılacak alanın belirlenerek acilen bildirilmesini istedi. Manastırın, inanç turizmi kapsamında hac yeri olarak tanıtılacağı belirtildi. Ayine izin verilen yerler arasında Sümela olmadığı ancak Türkiye'de inanç özgürlüğünün kısıtlandığı iddialarına mesnet oluşturmamak için Sümela'da yılda bir kez olmak üzere kısa süreli ayin düzenleneceği bildirildi.

Sabah, 24.12.2009

11 BİN YILLIK HÖYÜKTE KAZILAR BAŞLADI

 

 

Türbe Höyük, Başur Höyük ve Çattepe Höyüğü kazılarından sonra Siirt'te yeni bir kazı çalışması başlatıldı. Eruh İlçesi'ne bağlı Ormanardı Köyü'nde bulunan Güzir Höyük'te kazı çalışmalarında ilk etapta önemli sonuçlara ulaşıldı. Höyüğün geçmişinin MÖ 9 binli yıllara dayandığı tespit edildi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Ilısu Barajı sahasında kalacak tarihi ve kültürel eserleri kurtarma çalışmaları kapsamında başlanan kazılar, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalından Doç.Dr. Necmi Karul ve Dr. Savaş Harmankaya başkanlığındaki bir ekip tarafından yürütülüyor. Kazıya yeni başladıklarını ifade eden Doç.Dr. Karul, "Eruh ilçemizin güzel köylerinden biri olan Ormanardı Köyünün hemen yakınındaki bu höyükte kazı çalışmaları yürüteceğiz. Güzir Höyük'te ilk yerleşimin MÖ 9 binli yıllara dayandığı kesinlik kazandı. Bu da bize bu höyüğün günümüzden 11 bin yıl öncesinden insanları barındırdığını ortaya çıkarıyor. Bu tarih, insanoğlunun yerleşik hayata ilk geçiş tarihine denk geliyor. İlk bulgular, bu kazının çok yararlı olacağını ve bölgenin tarihine ışık tutan kazılardan biri olacağını gösteriyor. Bu yıl çok kısa bir süre ve kısıtlı bir ekiple yürüttüğümüz bu çalışmaları önümüzdeki yıldan itibaren çok daha geniş bir süre ve kadro ile devam ettirmeyi planlıyoruz" dedi.

Siirt Kent Haber, 23.12.2009

"AFYON, FRİG VADİSİ TANITIMINDA ÖNDE"

 

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir’deki turizm potansiyelinin bir türlü harekete geçirilemediğini ifade ederek; “Frig Vadisi’nin içinde bulunduğu üç ilden biri olan Afyonkarahisar bizi geçti. Hep birlikte tanıtım için, turist çekmek için çalışıyorlar. Biz ise, çok patırtı gürültü yapıyoruz, iş üretemiyoruz” dedi.


Yılmaz Büyükerşen, Dünya Kooperatifçilik Günü dolayısıyla Eskişehir’deki kooperatif yöneticilerini dün makamında kabul etti. Büyükerşen burada yaptığı konuşmada Eskişehir’in birçok alanda da önemli bir turizm potansiyeline sahip olduğunu belirterek, şehir içinde açılmayı bekleyen 11 höyük olduğunu söyledi. Eskişehir’deki turizm potansiyelinin bir türlü harekete geçirilemediğini kaydeden Büyükerşen “İl Özel İdaresi, Kültür ve Turizm Müdürlüğü gibi ilgili kurumlar ne yazık ki gerekli çalışmaları bir türlü gerçekleştiremiyorlar. Bakın Frig Vadisi’nin içinde bulunduğu üç ilden biri olan Afyon bizi geçti. Hep birlikte tanıtım için, turist çekmek için çalışıyorlar, broşürler, haritalar basılıyor, heykelcikler, küçük hediyelikler yapılıp satılıyor. Biz ise, çok patırtı gürültü yapıyoruz ama iş üretemiyoruz. Frig Vadisi konusunda Kütahya bile bizden ileride” diye konuştu.

Afyon Haber, 23.12.2009

MAHALLE ARKEOLOJİK PARKI SEVERSE

 

Genellikle arkeolojik kazı çalışmaları ya bir inşaat ya da ulaşım projesi ile gündeme geliyor. Geçmişten bugüne gelen birtakım olguları, medeniyetleri tanımamıza ve içinde bulunduğumuz durumu ve hatta geleceğimizi daha iyi okumamıza yardımcı olabilecek bu çalışmalar, bu faydacı bakış açısıyla gündeme geldiği için haliyle yetersiz kalıyordu.


İstanbul için önemli olan bu yerleşmelere biri daha ekleniyor. İstanbul’un Anadolu yakasındaki en önemli arkeolojik alanlardan biri olan Küçükyalı Projesi ile İstanbul’un ilk arkeolojik parkının oluşturulması hedefleniyor. Anadolu yakasının en kapsamlı arkeoloji çalışması olarak da bilinen Bizans dönemine ait yerleşmede, Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat tarihi bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr Alessandra Ricci başkanlığında İstanbul Arkeoloji müzesi tarafından yönetilen kazılara , İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı destek veriyor.


Çınar Mahallesi muhtarının ve sakinlerinin büyük ilgi gösterdiği yerleşmenin arkeoloji parkı olarak korunmasına, halkın gündelik hayatının bir parçası haline getirilmeye çalışılıyor.

Görüştüğümüz Çınar Mahallesi muhtarı Ayşem Möröy , arkeolojik yerleşmenin tamamen ortaya çıkarılmasının ardından burada yapacakları etkinliklerle mahallenin çehresinin değişeceğini, mahalle için yeni bir nefes kaynağı olacağını söyledi. Mevcut yerleşim içinde de çıkan buluntuların sergilendiğini, mahallelinin büyük ilgi gösterdiğini belirtti. Projenin bitirilmesiyle semtin önemli bir sosyal merkez kazanacağını belirten Möröy, sergiler, kültürel etkinlikler, film gösterimleriyle arkeolojinin mahallelinin ve İstanbul halkının hayatının parçası haline geleceğini söyledi. Mahallelinin arkeoloji parkın yaşamlarına getireceği değişimin farkında olmasının yerleşimin korunmasında etkili olduğunu belirten Möröy, örnek bir çalışmaya ev sahipliği yaptıklarından ötürü mutluluklarını dile getirdi.

Çalışmalarına Kültür Bakanlığı izni ile başlayan kazı ekibi, yüksek yeşil bir alan, alanın altında sarnıç ve kilise kalıntılarının olduğu önemli bir kompleks yapıyla karşılaşmış.
Ortaya çıkan buluntular arasında en dikkat çekici olanı, örneği bulunmamış patrik mezarı. İmparator l. Mikhael’in oğlu Ignatius’a ait mezar, Vatikan arşivindeki 11. yüzyıla ait bir tasvirle resmedilmiş. 877 yılında ölen Patrik Ignatius’un Ayasofya’da gerçekleşen defin töreninin ardından Küçükyalı’ya getirilip anıt yapıya yerleştirilmiş.


Bizans imparatorunun yazlık sarayının bu yerleşkede bulunduğu da biliniyor. Sarayın altında yer alan ve altyapısını oluşturan devasa sarnıcın Kayışdağı’ndan getirilen suyu depolamak için kullanıldığı tahmin ediliyor. Çok kubbeli sarnıcın üst bölümü, çökmüş ancak üstündeki manastır yapısını taşıyan büyük açıklı bölümün hala ayakta kaldığı görülüyor. Bizans dönemindeki kilise duvarlarına ait olduğu düşünülen altın kaplamalı mozaik taşlar da buluntular arasında.
Kazı ekibinde çok sayıda yerli ve yabancı arkeolog yer alıyor. Geçtiğimiz haftalarda düzenlenen tanıtım toplantısında konuşan Alessandra Ricci, bu projenin sürdürebilir bir planlama modeli içinde kültürel mirasın korunması ile gelişmenin yan yana görülmesine iyi bir örnek olacağına değinmişti.

Evrensel, Haber: Yasemin Şahin, 23.12.2009

KATERİNA KÖŞKÜ'NE TALİP ARANIYOR

 

 

Kars'ın Sarıkamış İlçesi'nde bulunan Katerina Köşkü (Av Köşkü), restoresini yapacak şahıslara 49 yıllığına kiralanacak.

 

Tarihi binaların restore edilip turizme ve ekonomiye kazandırılması için Kars ve Sarıkamış İlçesinde çalışma başlatıldı. Bu kapsamda Rus Çarı 2. Nikola ve eşinin 1914 yılında Sarıkamış'a gelerek konakladıkları Katerina Köşkü'nün kullanım hakkı, 5225 Sayılı Kültür Teşvik Kanunu'na istinaden restoresini yapacak şahıslara 49 yıllığına verilecek.

 

Konuyla ilgili açıklama yapan Vali Ahmet Kara, "5225 sayılı Kültür Teşvik Kanunu var. Turizm Teşvik Kanunu'na paralel olarak 3 sene önce çıkan bir kanun. Bu kanuna göre bir kişi veya bir firma, resmi veya özel hiç fark etmiyor, bu tür binaları onarıp veya restore etmek isterse 49 yıllığına kullanma hakkı veriliyor. Örneğin Tekel binasını veya Hekimevi'ni veya başka bir tarihi binayı Kars'tan biri bu şekilde talepte bulunsa devlet 49 yıllığına tahsis edecek. O da kurulların izin verdiği ölçülerde restore edecek. Böylelikle işler yürüyecek. Türkiye'de bu şekilde dünya kadar butik otel türemiş vaziyette." dedi.

 

Vali Kara, Sarıkamış'taki Katerina Köşkü'nün de civardaki Şişman Köşk ve önünde bulunan atölyelerle birlikte isteyen birine veya birilerine tahsis edilmesinin düşünüldüğünü sözlerine ekledi.

Yeni Şafak, 23.12.2009

'ÇALIKUŞU'NUN EVİ YIKILMAK ÜZERE





Türk edebiyatının tanınmış yazarlarından Reşat Nuri Güntekin'in ünlü ''Çalıkuşu'' romanının bir bölümünü yazdığı ve bir süre yaşadığı iki katlı ev, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Mithat Atabay, yazar Reşat Nuri Güntekin'in Cami Kebir Mahallesi'ndeki 2 katlı evinin yıkılmak üzere olduğunu söyledi.

Yrd. Doç.Dr. Atabay, yazarın Çanakkale'ye babasının tayini üzerine 5,5 yaşında geldiğini, Güntekin'in ilkokula Tıflı Camisi'nin yanındaki İptidaiye Mektebi'nde başladığını belirtti. Yazarın çocukluk yıllarının geçtiği kentten yine babasının tayininin çıkması nedeniyle ayrıldığını ifade eden Atabay, şöyle konuştu:

''Reşat Nuri Güntekin'in bir dönem yaşadığı, Cevatpaşa Mahallesi hastane bayırı mevkisindeki 2 katlı ev bugün bakımsız ve adeta yıkılmaya terk edilmiş durumdadır. Mülkiyeti Fransa'da yaşayan Tomruk Günalp ve Okan Günalp'e ait evi Çanakkale Kültür ve Turizm Müdürlüğü kamulaştırarak restore etmek istedi ancak sahipleri kamulaştırma isteğini reddetti ve mahkeme aracılığıyla kültür müdürlüğünün talebini engelledi. Evin hali içler acısı, yıkılmak üzere. Yıkılmaya yüz tutmuş bu 2 katlı tarihi ev, yeniden hayat bulmayı bekliyor.''

Reşat Nuri Güntekin'in, ''Çalıkuşu'' romanının kahramanını çocukluğunun geçtiği Çanakkale'de yarattığını ifade eden Atabay, Çalıkuşu'nun Feride'sinin yazarın çocukluğunda ailece oturdukları ve daha sonra Çanakkale'ye geldiğinde kaldığı evde hayat bulduğunu bildirdi.

Güntekin'in evin bahçesindeki çitlembik ağacının altında komşu kadınlarla sohbetlerinin böylece ölümsüz hale geldiğini belirten Atabay, ''Reşat Nuri'nin Çalıkuşu adlı romanı Sakarya Savaşı sırasında attan düşerek yaralanan Mustafa Kemal Atatürk'ün bile acılarına merhem olacak kadar etkileyiciydi. Atatürk, Reşat Nuri'ye 'Cephede attan düşüp sakatlandığımda vaktimi sizin Çalıkuşu romanınızı okuyarak geçirdim. Romanın sayfaları ilerledikçe acıyı unuttum' demiştir'' diye konuştu.

Yazarın Türkiye'de en çok okunan ve bilinen romanı olan Çalıkuşu'nun bir bölümünü yazarken Çanakkale'de kaldığı ev, Kültür ve Turizm Bakanlığınca restore edilmek üzere kamulaştırılmış ancak evin sahiplerinden Mehmet Okan Günalp, kamulaştırmaya itiraz ederek mahkemeye başvurmuştu. Ev sahibinin restorasyonu kendisinin yaptırmak istemesi üzerine mahkeme heyeti 2007 yılında bu gerekçeyi yerinde görerek kamulaştırma kararını iptal etmişti. Harap, kapı ve pencereleri tahta kalaslarla kaplı bina, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarındaki mimari üslupla yapılmış. Yazarın kaldığı 2 katlı ev, İl Özel İdaresi lojmanlarının karşısında bulunuyor.

Sabah, 23.12.2009

CİNAYET!

 

 

Konya'nın Halkapınar İlçesi'nde bulunan ve dünyanın ilk yazılı tarım anıtı olan 2 bin 700 yıllık Hitit İvriz Anıtı, Konya İl Genel Meclisi tarafından koruma altına alınacak.

Açık alanda bulunduğu için yıpranan ve tüfekle ateş edilerek tahrip edilen anıt için İl Genel Meclis Üyesi İshak Acar, anıtın korunması amacıyla İl Genel Meclisi'ne önerge verdi. 2 bin 700 yıllık anıtın açıkta bulunduğu için çok yıprandığını belirten İshak Acar, "Tarihi mirasımız olan kaya anıtına sahip çıkmak bizlerin görevi. Özellikle doğal tahribatın oluşturduğu yıpranma nedeniyle kaya anıtı yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Ayrıca bu tarihi anıt sapan taşlarına, havalı tüfek saçmalarına, fişeklere hedef olmaktaydı. Bu konuda gerekli önlemlerin alınarak korumasının sağlanması gerektiğini düşünüyorum.

Konya İl Genel Meclisi' ne bu yönde bir önerge verdim ve önergem kabul gördü. Önümüzdeki günlerde İl Genel Meclisi Kültür ve Turizm Komisyonundan bir heyet Halkapınar'a gelerek anıt ve çevresinde inceleme yapacak. Komisyonun hazırlayacağı rapor, İl Genel Meclisi'nin Ocak ayı birleşiminde görüşülerek karara bağlanacak. Bu kararın olumlu bir şekilde sonuçlanacağını ve kaya anıtının uzay çatı sistemi ile koruma altına alınmasını sağlayacağız" dedi.

Halkapınar Belediye Başkanı Fatih Şentürk ise, İvriz Köyü'ndeki kaya anıtının dünyadaki ilk yazılı tarım anıtı ve dünya tarihindeki ilk yazılı kabartma kaya anıtı olma özelliğini taşıdığını ifade ederek, 2 bin 700 yıllık bu kabartmanın büyük değişimler yaşanmadan, tahrip edilmeden günümüze değin geldiğini, hedeflerinin ise gelecek nesillere bu anıtın aynı özellikler içerisinde bırakılmasını sağlamak olduğunu kaydetti. Anıtın korunması için yapılacak her türlü faaliyete belediye olarak destek vereceklerini de dile getiren Başkan Şentürk, "İvriz Kaya Anıtı'nda doğal tahribatın oluşturduğu yıkımın önüne geçmemiz şart. Özellikle yağmur ve kar sularının tuzlu olması kayanın çözülmesindeki en ciddi sorun olarak görülüyor. Yaz döneminde çözülen yerlerden çıkan otlarda, kayanın tahribatındaki diğer önemli bir sorun" şeklinde konuştu.

Sabah, 23.12.2009

TOSYA'DA TARİHİ KONAK SAHİPLERİ DERTLİ

 

Tosya İlçesi'nde tarihi konak sahipleri yapılarını restore etmek için izin alamamaktan şikayetçi.

 

Pınarbaşı Mahallesi'nde tarihi yapıya sahip olan Turgut Timuroğlu, sahip olduğu yapının zamana daha fazla direnemediğini belirterek, yapının ayakta kalması için yenileme çalışmasının kaçınılmaz olduğunu söyledi.
 

Önceki ve şimdiki yerel yöneticilerin ilçede tarihi nitelikteki yapıları korumak için çalışma içine girecekleri yönünde açıklamalardan bulunduğunu öne süren Timuroğlu, yapı sahipleri olarak söz değil uygulama beklediklerini vurguladı.

Kastamonu Postası, 23.12.2009

BU BİTKİ TAM 13.000 YAŞINDA

 

 

Bilimadamlarının yaptığı açıklamaya göre, bugün California'da son Buz Çağı döneminde filizlendiği tahmin edilen meşe türevi bir bitki keşfedildi.


Araştırmacılar 13.000 yaşında olduğunu tahmin ettikleri Jurupa Meşesi'nin, dünyanın canlı en yaşlı bitkisi olduğunu açıkladılar. Bilimadamlarının açıklamasına göre meşe, eşeysiz üremeyle bir çalı topluluğu haline gelerek bu şekilde zorlu iklim koşullarından geçerek bugüne kadar dayanabilmiş.


Quercus palmeri ya da Haç Meşesi olarak adlandırılan türden bir bitki olan Jurupa Meşesi, ismini üzerinde yaşadığı Jurupa tepelerinden almış. Bu tür bitkiler genellikle soğuk ve ıslak bölgelerde yaşıyor. Bulunan bitkinin California'da yaşıyor olması, araştırmacıların dikkatlerini üzerine çekmesini sağlamış. Araştırmanın başındaki isim olan Jeffrey Ros-Ibarra, bu bitkinin normalde çok daha yüksek, soğuk ve ıslak iklimlerde yaşadığını, ancak keşfettiklerinin tam tersi bir durumda, sıcak bir ortamda, granit kayaların arasında, yüksek hızda esen rüzgarlara karşı koyarak küçük bir tepede yaşadığını söylüyor.


Ekip aynı zamanda meşenin hiç doğurgan meşe palamutları üretmediğini de fark etmiş. Bu da alışılmadık bir büyüme, üreme durumu anlamına geliyor.

Milliyet, 23.12.2009

CARAVAGGIO'NUN KEMİKLERİ ÇIKARILDI

 

 

İtalyan araştırmacılar, 400 yıl önce ölen Rönesans ressamı Michelangelo Merisi Caravaggio’ya ait olduğu sanılan kemikleri, kameralar eşliğinde Porto Ercole’deki küçük bir kiliseden çıkardı.

Kalıntılar, alüminyum kasalara konduktan sonra incelenmek üzere Bologna Üniversitesi’nin Ravenna kampusuna götürüldü. Burada kemikler, Caravaggio ailesi üyelerinin DNA’sı ile karşılaştırılacak. Caravaggio’nun ölüm nedeni Bologna Üniversitesi’nde daha detaylı incelenecek ve büyük ressama yakışır bir mezar hazırlanacak.


Araştırmaya antropoloji profesörü Giorgio Grupponi liderlik ediyor. Grupponi, daha önce de şair Dante Alighieri’nin yüzünün maketini geliştiren ekipte yer almıştı. 1571 ile 1610 yılları arasında yaşayan Caravaggio’nun sıtmadan öldüğü sanılıyor.

Hürriyet, 23.12.2009

KÜLTÜR VARLIKLARI KORUMA PROJESİ

 

 

Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun korumasında Isparta'da merkezde bulunan 153 tescilli kültür varlığının, atıl durumdan kurtarılmasına yönelik Yankı Madencilik Şirket Ortağı Sebahattin Turan tarafından hazırlanan proje Vali Ali Haydar Öner ve Belediye Başkanı Yusuf Ziya Günaydın'a da sunuldu.

Isparta Merkez'de yeni ticari alanlara, konut alanlarına ve sosyal alanlara ihtiyacın arttığını söyleyen Sebahattin Turan, özellikle Kurtuluş, Hisar, Turan, Keçeci, Sülübey, İskender, Gazi Kemal mahallelerinde tescilli binaların imar programlarına konulan yasaklar nedeniyle görüntü kirliliğine sebep olduğunu kaydetti.

Kurumlar arası iletişimin sağlanamaması ve birlikte hareket edilmeyişinden ötürü imar sahası içerisinde tescilli kültür varlığı sahiplerinin mağdur olduğunu öne süren Turan, "Gelişen şehircilik anlayışında tescillenmiş binaların bakım ve onarımları için gerekli girişimlerde bulunulmaması, hem bu binaların yıpranmasına, hatta çevredeki çocuklar için oyun alanı olarak kurtarılamadığından yıkılma tehlikesinden dolayı hayati tehlike yaratmaktadır. Bu binaların madde bağımlıları için de barınak olduğu ve yakılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu da aşikardır" dedi.

Öncelikle ilgili tüm kurumların çözüm üretmek amacıyla ortak bir çalışma grubu oluşturulması gerektiğini söyleyen Turan, "Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na göndermiş olduğumuz Isparta Merkez'de tescillenmiş kültür varlıklarıyla ilgili çözüm projemizi kurul tarafından olumlu ve uygulanabilir bulundu" dedi.

Sabah Emlak, 23.12.2009

BAKAN GÜNAY'IN KAÇAK ÇATI ISRARI YIKIMLA SONUÇLANDI

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Ankara’nın tarihi dokusunu yeniden ayağa kaldırma hedefiyle, göreve geldiği günden itibaren yıktırmak istediği Hava Kuvvetleri İkmal Komutanlığı (HAKİK) Misafirhanesi’nin çatı katı için girişimleri sonuca ulaştı. Mülkiyeti THK’ya ait olan binanın çatı katında yıkım işlemleri başlatıldı.

Etnografya ve Devlet Resim Heykel Müzesi'nin siluetini ortaya çıkarmak isteyen Günay, 2008 yılında mülkiyeti Türk Hava Kurumu’na ait olan ancak Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın misafirhane olarak kullandığı çatıyı da yıktırmak istedi. Günay, bu doğrultuda 2008 Haziran’ında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın kapısını çalarak bir dosya sundu. Ancak umduğunu bulamayan Günay, Büyükanıt’ın emekli olmasının ardından ise yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’a isteğini iletti ve olumlu sonuç aldı.

Görüşmelerin ardından Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’nın söküm ve yapım işlemleri için çalışma başlattıklarını aktararak, “Binanın kapalı olan teras katının, özgün görünüşü ile ilgili olarak bilgi, belge ve orijinal projelere ulaşılmasına yönelik çalışma yapıldığını” açıkladı. Kurumlar arası anlaşmaya varılmasının ardından da yıkım çalışmaları başlatıldı. Vinçlerle destek verilen çalışmaların kısa bir sürede bitirilmesi hedefleniyor.

Hürriyet Ankara, Haber: Fatih Aktimur, 23.12.2009

TARİHİ ÇARŞIYA YENİ DÜZENLEME

 

 

Safranbolu Belediyesi eski çarşı bölgesindeki iş yerleri dışında bulunan tezgahları düzen altına alıyor.

 

Turistik gezi amacıyla ilçeye gelen misafirlerin daha nizami bir şekilde karşılanması açısından önemli olan çalışma uygulanmaya başlanırken, daha önce bazı turistlerin iş yerlerindeki tezgah ve brandaların yolları kapattığı konusundaki şikayetleri üzerine düzene alındığı bildirildi.

 

Safranbolu Belediye Başkanı Dr. Necdet Aksoy, makaralı bir sistem ile iş yerlerinin standart bir görünüm kazanacağını belirterek, "Ziyaretçilerimizin doğal dokuyu daha iyi görebilmeleri ve daha rahat görüntü alınabilmesinin ancak bu şekilde sağlanır. Safranbolu'nun daha ilerilere taşınabilmesi ve Safranbolu'nun vizyonunun üst seviyelere çıkarılabilmesi için kentin el birliği içerisinde olması gerekli. Bütün gayretlerimiz, gece gündüz çalışmalarımız, Safranbolu için esnaflarımızdan da bu konuda bizlere yardımcı olmalarını istiyorum" dedi.

Karabük Kent Haber, 23.12.2009

800 YIL ÖNCE ŞİFAHİYE MEDRESESİ'Nİ YAPAN USTANIN EL İZİ BULUNDU

 

 

Sivas Selçuk Parkı içinde bulunan Çifte Minareli Medrese ile karşısındaki Şifahiye Medresesi'ndeki restorasyon çalışmaları son sürat devam ediyor.

 

Yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan eserler, bir taraftan ayağa kaldırılmaya çalışılırken diğer taraftan da eserlerin bilinmeyen bazı özellikleri ortaya çıkarılıyor. Bunlardan en çarpıcı olanı ise 1217 yılında Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılan Şifahiye Medresesi'ni inşa eden ustanın tuğla üzerine basılmış el izinin ortaya çıkarılması. Restorasyon sırasında medresenin kuzey cephesindeki oda tonozlarının tavan bölümünde çürümeye yüz tutan tuğlalar yenileriyle değiştirilirken üzerinde el izi bulunan bir tuğlaya rastlandı. Uzmanlar, 5 parmaktan oluşan ve uç kısımları kırık halde bulunan el izinin, eseri inşa eden ancak tarihî kaynaklarda ismi geçmeyen ustaya ait olduğu düşüncesinde birleşti. Mimar Tuğba Ağababa, el izinin medresenin bugüne kadar hiç restorasyon yapılmayan bir yerinde bulunduğunu söyledi. Bu nedenle el izinin orijinal olmama ihtimalinin bulunmadığını vurgulayan Ağababa, o dönemde her ustanın yaptığı esere kendine özgü bir imza attığını ve bu izin eserin ustasına ait olduğunu ifade etti. El izi bulunan tuğla, Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerine teslim edilecek.

Zaman, Haber: İsmail Yıldız, 23.12.2009

NASIRA'DAKİ EV İSA PEYGAMBERİN Mİ?

 

 

İsrailli arkeologlar, Hristiyanlığın ilk dönemlerine ışık tutacak önemli bir kazı çalışmasına imza attılar. Hazreti İsa'nın uzun süre yaşadığı Nasıra'da sürdürülen çalışmalarda, ilk Hrıstiyanların yaşadığı bir evin kalıntılarına ulaşıldı. 

 

Çocukluğunun büyük bölümünü burada geçirdiği için, kimi zaman Hazreti İsa'dan Nasıralı İsa, Hristiyanlıktan da Nasranilik olarak bahsedilir. İsrailli arkeologlar günlerdir, Hazreti Meryem'e Cebrail A.S.'ın, Hazreti İsa'yı dünyaya getireceği müjdesini verdiği Tebliğ Kilisesi'nin yanında hummalı bir kazı çalışması sürdürüyorlar. Kazı çalışmasının sonunda, Nasıra'da ilk kez Hazreti İsa döneminde yapılmış bir evin kalıntılarına ulaşıldı. Uzmanlar, kilisenin hemen yanında bulunan bu evin Hazreti Meryem, Hazreti İsa ve ilk Hıristiyanlarca kullanıldığını savunuyorlar. İki odası ve bir avlusu olan evde, çok sayıda ev eşyasının kalıntılarına da rastlandı. 

 

Hıristiyanların Hazreti İsa'nın doğumunu kutlamaya hazırlandığı Noel öncesinde gerçekleştirilen bu keşfin, Hıristiyan aleminde büyük yankı bulması bekleniyor.

Trt/Haber, 22.12.2009

OSMANLI ÇARŞISI HAYAT BULUYOR

 

  

 

Şehzadeler kenti olarak bilinen Manisa'da tarihi mimariyi ortaya çıkarmayı hedefleyen Manisa Belediyesi, kuyumcular çarşısı olarak bilinen ve çoğu eski yapılardan oluşan caddede mimari çalışma başlattı.

 

Çalışmalar kapsamında iş yerlerinin dış görünümü eski mimari tarzda projelendirildi, ilk etapta 288 ada da 6 adet işyeri, 1 adet çeşme ile 289 ada da 6 adet işyerinde cephe sağlıklaştırma adı altında yenileme çalışmaları başladı. Çalışmalarda esnafla iş birliği içerisinde hareket eden belediye mimarları, Osmanlı mimarisinin özelliklerini yansıtacak çarşının projesini Belediye Başkan Yardımcısı Mimar Azmi Açıkdil başkanlığında hazırladı. Projenin ikinci etabında da Kapalı Çarşı, Bankalar Sokağı, 14, Sokak, 15. Sokak ile Kurşunlu Han Sokaklarında cephe sağlıklaştırma uygulamalarına başlanacağı bildirildi. Vakıflar ile iş birliği içerisinde yürütülecek ikinci projede bedesteni de kapsayacak şekilde tarihi ada oluşturulması planlandı.

 

Manisa'nın şehzadeler kenti olduğunu ve mimarisinin de bu yönde gelişmesi gerektiğini belirten Belediye Başkanı Cengiz Ergün, Manisa Belediyesi'nin yok olan tarihi mimari anlayışını yeniden gündeme getireceğini söyledi. Başkan Ergün şöyle devam etti; “Manisa şehzadeler kenti kimliğine sahip olmasına rağmen maalesef mimarisinde bu izlere rastlamak mümkün değil. Özellikle son yıllardaki yapılaşma eski eserleri adeta gizleyecek şekilde planlanmış. Sahip olduğumuz tarihimi maalesef sergileyemiyoruz, binaların arasında gizliyoruz. Kent merkezinde kalan tarihi yapıları da kaderine terk ederek yıkılmasını bekliyoruz. Manisa Belediyesi olarak bu duruma engel olmak istedik. Şehzadeler kentinin mimarisi tarihine yakışır nitelikte olmalı. Dr. Sadık Ahmet Caddesi olarak bilinen burada Osmanlı Çarşısı oluşturulmasını istedik. Bunun için binaların cephelerinin de Osmanlı tarzı düzenlenmesi için mimar arkadaşlarımız bir çalışma yaptı ve bu çalışma hayata geçti. Çarşının görünümü şimdiden değişti. Eminim bittikten sonra daha güzel bir görünüme kavuşacak ve az da olsa eski mimari örneklerini Manisa'da görebileceğiz. Bu konuda iş yeri sahipleri de çok istekli. Çünkü iş yerlerinin görünümünün değişmesi çarşının hareketliliğini ve müşteki çeşitliliğini de arttırıyor. Tarihi kentlerde bu tarz çarşıların ne kadar değerli olduğunu hepimiz biliyoruz. İnşallah Manisa'mızda da Osmanlı Çarşısı olarak kuyumcular çarşısını hayata geçireceğiz.”

 

Osmanlı Çarşısı Projesinin devamında vakıflar işbirliği ile Bedesten'in çevre düzenlemesine geçileceğini belirten Belediye Başkanı Cengiz Ergün, bu konuda kurumların iş birliği yapmasının önemli olduğunu söyledi. Başkan Ergün; “ Belediye olarak tüm bu çalışmaları yaparken başta Manisa Valiliği olmak üzere ilgili diğer kurumlarla iş birliği içinde olmaya gayret ediyoruz. Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile de bu aşamada iş birliği içerisindeyiz. Bizim Osmanlı Çarşısı'na paralel olarak Vakıfların yürüttüğü Bedesten'in restore çalışması da devam ediyor. Belediye olarak Bedesten'in etrafının düzenlenmesi konusunda biz proje hazırladık ve çarşı projesinin ardından hayata geçireceğiz. Manisa'da tarihi kimliğin korunması için kurumların iş birliği içerisinde olması sevindirici” diye konuştu.

Manisa Kent Haber, 22.12.2009





Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

"İSTANBUL MARKASINA TARİHİN EN BÜYÜK YATIRIMINI YAPTIK"


İstanbul 16 Ocak'ta yapılacak muhteşem bir törenle 2010 Avrupa Kültür Başkenti olacak. Devasa organizasyonun projelerini yürüten AKBA Başkanı Şekib Avdagiç, "Avrupalıların karşısına 'İstanbul en çok ilham veren şehir' mesajıyla çıkıyoruz. 2010'la 'İstanbul' markasına cumhuriyet tarihinden bu yana en büyük yatırımı yapıyoruz" dedi.

 

İstanbul 1 Ocak'ta tarihi bir gün yaşayacak. Avrupa Birliği'nin birlik dışındaki ülkelerden seçilen son 'Avrupa Kültür Başkenti' unvanını devralacak. 16 Ocak'taki görkemli bir açılışla projeye start verilecek. 2010 boyunca 2 bin 273 proje arasından seçilen toplam 451 proje hayata geçirilecek. Aslında 451 projeden 132'si tamamlandı bile, 90 proje ise devam ediyor. 232 proje ise 2010'da tamamlanacak. Projeler için ayrılan toplam bütçe ise 372 milyon TL. Bu devasa organizasyonu İstanbul 2010 Avrupa Başkenti Ajansı (AKBA) yürütüyor. 2007'de özel bir yasayla kurulan, 2008 Mart'tan itibaren faaliyetlerine başlayan ajansın çalışmalarını, 2010'un İstanbul için önemini Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç'le konuştuk. 2010 kapsamındaki projelerin "İstanbul" markasına Cumhuriyet tarihinde yapılan en büyük yatırım olduğunu söyleyen AKBA Başkanı Avdagiç, kültür sanat faaliyetlerini 13 milyona yaymayı hedeflediklerini söylüyor. Avdagiç, projeler arasında ayrı bir önem verdikleri Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) yenilenmesine engel çıkartanlara ise ateş püskürüyor.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın kabul ettiği ya da reddettiği projelerle ilgili eleştiriler var. Ayrıca Ajans'taki yönetim değişikliği de bazı spekülasyonlara neden oldu. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

2 bin 300 proje başvurusu olduğu bir yerde bunların 4'te 3'ü reddedilmiş ise karşınızda bin 500 üzerinde olumsuz muhatap var demektir. Bunlar, kendi projelerinin makbul olduğunu düşünüyorlar, saygı duyuyorum. Ama ajans içinde çok kademeli bir değerlendirme sürecimiz var. Kendi alanlarında uzman heyetler ve direktörler bu süreçleri takip ediyor. AB'nin diğer ülkelerinde de 2 bin 500'e yakın proje geldi. 300 civarında proje kabul edildi. Bu rutin bir işlem. Bu kadar çok proje başvurusunun olduğu bir yerde, kaynakların sınırlı olduğu düşünülürse, amacımıza uygun olanların seçilmesi doğaldır. Bu anlamada bir problem ve sıkıntı görmüyorum.

 

Ajansa gelen projeler kalite olarak nasıldı?
Genel itibariyle projeler içinde, kötü hazırlanmış iyi projeler, iyi hazırlanmış kötü projeler, iyi hazırlanmış iyi projeler, kötü hazırlanmış kötü projeler var. Yani her çeşit proje var. Biz burada iyi proje olduğuna inandığımız kötü hazırlanmış olduğunu gördüğümüz projeleri, sahibini geri iade ederek, standardının yükseltilmesini istedik. Bu noktada proje sahibine de hazırlanma aşamasında destek verdik. Baştan gelen projeleri AB standardında sıkı bir filtreden geçirip kabul etme sürecine girseydik, emin olun bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar projeyi kabul etmek durumunda olurduk.

 

Projelerin zayıf olmasının nedeni ne?
"Proje hazırlama kültürü" olarak maalesef toplum olarak çok iyi durumda değiliz. Ajans, iyi hazırlanmamış iyi projelerin yeniden hazırlanması için sahibini yönlendirerek, proje hazırlama kültürünün gelişmesine de katkıda bulunmuştur. Ayrıca Türkiye'de ilk defa kültür -sanat konusunda siyasi irade, bir mali havuz oluşturdu. Yönetiminin ağırlıklı olarak sivillerden oluştuğu bir kurulun bu havuzdaki kaynağı kullanmasına izin verdi. Türkiye'deki kültür-sanat dünyasındaki insanlar, ilk defa projelerini sunup kaynak sağlayacakları bir mekanizma buldular. Biraz da hazırlıksız yakalandılar. Avrupa'da bu konuda irili ufaklı çok sayıda mekanizma var, bunlar uzun süredir bu işi yapıyorlar.

 

İdare konusundaki eleştiriler...
Ajansın şu anda yürütmekte olduğu yönetişim modeli, Türkiye'de ilk defa denenen bir model. Çok köklü kurumlarda bile dönem dönem nöbet, kadro değişimi olur. Ajanstaki yönetim değişikliği, sanki bu kurumda, hiçbir zaman olmuyormuş gibi lanse edildi. Bazı görev değişikliklerinin mercek altına alınmasının iyi niyetli olmadığını düşünüyorum. 1.5 yıllık süreç içinde konusunda uzman kişileri ancak çok özel bir rica ile buraya çağırıp görev yaptırabilirsiniz. Bu nedenle dönem dönem yönetim ve kadro değişikliklerinin makul ve kabul edilebilir olduğunu düşünüyorum.

 

Sivil Girişim Grubu'nun ayrılmasından sonra yönetimde sivil toplum kuruluşları yerine bürokrasinin hakim olduğu iddiaları ortaya atıldı. Danışma Kurulu Başkanı Hüsamettin Kavi'nin de, "Avrupa ülkelerinde bu iş demokratik yapılmadı. Şirketlere havale edildi. Bizim yapımız son derece demokratik. Bu da uygulamaları yavaşlatıyor" gibi bir tespiti vardı. Siz ne dersiniz?

Yapının demokratik olup olmadığından önce önümüzde 5750 sayılı kanunumuz var. Yürütme Kurulu'nun şekli 2007 Kasım'ında Meclis'te çıkarılan kanunla belirlendi. Bu yapı o gün neyse bugün de aynıdır. Hiç kimsenin kanun üzerinde yeni bir yönetim şekli ortaya koyma lüksü ve hakkı yoktur. Kanuna göre yürütme kurulunda 9 kişi var. Bunun 3'ü kamu, 6'sı sivil toplum temsilcisi. Ama bazı arkadaşlarımız ve çevreler, ajansın kendi kafalarındaki şablona uygun işler yapmamasından veya kendi beklentilerini ve projelerini karşılamamasından dolayı böyle haksız ithamlarda bulunuyor. Acaba iddialarını destekleyecek somut ne ortaya koyabiliyorlar? Biz kanunun bize verdiği usullere uygun olarak işimizin en iyisini yapmak istiyoruz.

 

2010'un en önemli projelerinden biri de Atatürk Kültür Merkezi'nin yenilenmesi... Ne aşamada bu proje?
AKM ile ilgili ihale süreci oldu. Bu ihale süreci büyük bir şeffaflıkla realize edildi. Müteahhit belirlendi. Sözleşme aşamasında Kültür Emekçileri Sendikası, proje ile ilgili bazı konularla ilgili dava açarak yürütmeyi durdurma kararı çıkarttı. Yapabileceğimiz bir şey kalmadı, ama biz ciddi bir inisiyatif aldık. Hiç böyle bir yükümlülüğümüz, mecburiyetimiz olmamasına rağmen bütün tarafları masanın etrafına topladık. Kültür Emekçileri Sendikası, ilgili meslek örgütlerini, Devlet Opera ve Bale Genel Müdürü'nü, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü'nü ve projeyi yapan Murat Tabanlıoğlu ve arkadaşları ile seri toplantılar yaptık. Toplantılarda herkes görüşlerini ve kırmızı çizgilerini ortaya koydu. 6 toplantıda uzlaşı sağlandı.

 

Nasıl bir uzlaşı sağlandı?
Yürütmeyi durdurmanın kaldırılması için projede yapılması gereken tadilatlar konusunda konsensus sağladık ve el sıkıştık. El sıkıştığımız çerçeveye uygun olarak projeyi tadil ettik, Bakanlığa onaylattık ve Anıtlar Kurulu'nun kaydına soktuk. Bu aşamada Kültür Emekçileri Sendikası'nın yürütmeyi durdurma kararından feragat etmek üzere dilekçe vermesi gerekiyordu. Anıtlar Kurulu'nun revize edilen projeye onay vermesi durumunda biz projeye devam edebilecektik. Ancak Eylül ayı sonunda sağlanan bu konsensusa rağmen karşı taraf sözünde durmadı. Sözünde durmadığı gibi ajansın bir adım atmadığı yönünde açıklama yaparak son derece etik dışı ve anlayamadığımız bir yaklaşım sergilediler. Açıkçası kızgınız, üzgünüz. Çünkü İstanbul ilk defa projesiyle, müteahhidiyle, bütçesiyle Atatürk Kültür Merkezi'nin yenilenmesi konusunu çözme noktasına gelmişti. Ben şimdi şunu soruyorum: Bu uzlaşmaya rağmen taahhütlerini yerine getirmeyen arkadaşlarımız mı AKM'nin yapılmasını istemiyor, biz mi? İsteyen taraf biziz, istemeyen tarafı, kamuoyunun takdirine bırakıyorum.

 

2010 tamamlandığında İstanbul için ne değişecek?
İstanbul'un marka değeri Avrupa'da sürekli yükseliyor. Avrupalılar bu tip geçmişi olan şehirlere çok daha fazla ilgi duyuyorlar. İstanbul markasına Cumhuriyet'ten bu yana en büyük yatırımı yapıyoruz. İstanbul markasına yurtdışında yapılan en büyük tanıtım kampanyasını yürütüyoruz. Bugüne kadar İstanbul 2010 Kültür Başkenti'ni öne çıkartmıyoruz. İstanbul markasını öne çıkarıyoruz.

 

'2010 Okullarda Projesiyle bütün İstanbul'un ilçe milli eğitim müdürleriyle Milli Eğitim Bakanımız ve valimizin desteği ile İstanbul'da 20 bin edebiyat müzik, resim güzel sanatlardaki öğretmenlerimizi bir eğitim programından geçirip bunlar üzerinden İstanbul'daki 2,5 milyon öğrencimize ulaşmayı hedefliyoruz. Kültür Karıncaları projemiz var. İstanbul'un muhtelif yerlerinden öğrencilerimiz topluyoruz. İstanbul'daki müzelere ve tarihi mekanlara getirme noktasında organizasyon yapıyoruz.

Ajans olarak bugüne kadar kültür sanatta belli çevrenin uyguladığı elitist yaklaşımın dışında bütün İstanbul'u kucaklayan bir davranış içindeyiz. Buna çok dikkat ediyoruz. Elitist yaklaşımdan özellikle sakınmaya çalışıyoruz. 13 milyon İstanbullu'yu bu işin içine katmanın düşüncesindeyiz. İstanbullular'ın İstanbul'u çok kanıksadığını düşünüyoruz. Reklam filmlerinde de 'Ey İstanbullu artık kanıksama, her gün önünden geçtiğin güzellikleri yeniden keşfet, gör, algıla ve onların değerli olduğunu farkında ol' mesajını veriyoruz. Şehri yeniden İstanbullulara algılatmaya, anlatmaya çalışıyoruz. Birçok alışveriş merkezinde hangi dükkanın hangi katta olduğunu bilen gencimiz, İstanbul'un çok önemli tarihi mekanlarını bilmiyor. Projelerle bunu kırmaya çalışıyoruz. Kültür-sanat aktivitelerini izleyenlerin sayısını arttırmak önemli bir hedefimiz. Bu sayade kültür sanat yapıcıları kendilerini finanse edecek kitleyi yanlarında ve arkalarında bulacak.

 

Avrupalıların karşısına 'İstanbul en çok ilham veren şehir' mesajıyla çıkıyoruz. Çok vakur kişilikli bir duruşla çıkıyoruz. Yani 'Vallahi bize gelin' modunda değiliz. Paris, Londra, Madrid, Venedik ve Frankfurt gibi büyük kentlerde önemli outdorlarda, tren garlarında, havaalanlarında İstanbul çıkıyor karşınıza. İnsanların İstanbul'a gelmesini tetikliyor. Avrupalı kanaat önderlerini şehre getirtip İstanbul'u öne çıkartmayı istiyoruz.

İstanbulluları kültür-sanat hayatına teşvik eden, onlara bu süre içinde can suyu verme çabası içindeyiz. Kültür-sanat aksını Nişantaşı, Taksim, Beyoğlu rutundan çıkarıp İstanbul'un bütününe yayma çalışmalarımız var. İstanbul'un 39 ilçesinin tamamını bu işine katmak istiyoruz. Önceliğimiz 13 milyon İstanbullu'ya yönelik projeler icra etmek.

Yeni Şafak, Haber: Fuat Atik, 22.12.2009


******


AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ: "ÖLÜ ATI KIRBAÇLAMAK"





'İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti' etkinliklerinin hayata geçirilme sürecinin başlamasına çok az süre kaldı.


Yekta Kara'nın yönetiminde hazırlanan görkemli bir açılışla başlayacak olan bu etkinliklerle İstanbul'un tarihi, doğası, arkeolojisi, folkloru ve entelektüel mirası ile temsil edilmesinin amaçlandığı biliniyor. Yılmaz Kurt gibi, yakından tanıdığım çok değerli bir yöneticinin başında bulunduğu 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın koordinasyonunda yapılan çalışmaların fiilen 2011 yılının ortalarına kadar devam edeceğini öğreniyoruz. Kısaca, bu etkinliklerin hayata geçirilmesi 2010 yılıyla sınırlı kalmayacak.

Pek iyi de, bu etkinliklerin öznesi olan İstanbul kentinin durumu nedir? Şehrin kendisi, Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazır mıdır? Daha da önemlisi, İstanbul, bırakınız başkent olmayı, bir Avrupa kenti midir? Öyle ya, İstanbul, bir Avrupa kenti olmalı ki, onun başkent olabilme ihtimali söz konusu olabilsin! Başka bir deyişle, önce İstanbul'un bir 'Avrupa kenti' olduğuna ilişkin varsayımın kanıtlanması gerekiyor.

Bir kere 'Avrupa kenti' olmaktan neyi anlıyoruz;- plazalarımızı mı, metromuzu mu, Modern Sanat Müze'mizi mi? Avrupalılık, modernlik demekse eğer, bir kentin 'modern' oluşunun ölçütleri neler? 'Avrupa Kenti' olmak, salt binalar, müzeler, modern ulaşım teknolojileri vb. mi demek? Yoksa Dünyanın hiçbir metropolünde görülmeyen bir lakaydî ile kentin en büyük meydanını, Taksim Meydanı'nı (hem de parkın önünde!) bir mahşerî otobüs garajına, o durakların kalabalığına dönüştürmek mi? Şehrin en işlek caddesinin döşemesini, kış ortasında, iki defa değiştirerek, gelip geçenleri çamurlara bata çıka yürümek zorunda bırakmak mı? Sinyalizasyon sistemi mükemmel işlerken trafik lambalarının önüne trafik polisleri dikmek mi?

Bakınız, mademki, bir Avrupa kentinden söz ediyoruz, hangi Avrupa kentinde, kentin merkezindeki en büyük meydanında bir otobüs garajı vardır? Sanat tarihi doktoru bir Büyükşehir Belediye başkanı (Sayın Topbaş'tan söz ediyorum elbet!), Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen İstanbul'un Taksim Meydanı'nın, herhangi bir taşra kasabasının meydanından farksız bir köylülükle sunulmasından rahatsız olmamakta mıdır? Belli ki, hayır!

Sadece Taksim Meydanı mı? Bu kentin yaya kaldırımları, park eden otomobillerden dolayı, fiilen ortadan kalkmıştır. İngiltere'de sanayileşmenin sloganı, ekip biçilen tarlaların yünlerinden yararlanılacak koyunlar için mer'alara dönüştürülmesi üzerine işsiz kalan köylüleri kastederek söylenen 'koyunlar, insanları yedi' sloganı idi. İstanbul'da bugün, bu sloganı değiştirerek söylersem, 'otomobiller, insanları yemekte'dir. Ve daha bir sürü yabansı görünümler! Söyler misiniz, bu koşullarda, İstanbul'un neresi 'modern', neresi 'Avrupalı'dır, Allah aşkına?

Bu kentin heykelleri nerede? Var olan heykellerin göz göre göre yok edilmesi, acaba Sanat Tarihi doktoru olan 2010 Avrupa Kültür Başkenti Belediye Başkanını tedirgin etmekte midir? Belli ki, hayır!

Bir kere daha ifade edeyim: 'Avrupa'nın Kültür Başkenti', İstanbul için son derece iddialı bir yakıştırmadır. Yılmaz Kurt'un başında bulunduğu 2010 Ajansı'nın iyiniyetli ve özverili çalışmaları sonucunda kabul edilen projeler, şehircilik açısından asla 'Avrupalı olmayan bir kenti, İstanbul'u, nasıl bir Avrupa kentine dönüştürebiliriz', gibi biraz da ironik bir gayretten ibaret görünüyor. İngilizce bir deyim vardır: 'Flogging the dead horse!';- 'ölü atı kırbaçlamak!' İstanbul'u, bırakınız bir kültür başkenti olmayı, modern ve Avrupalı bir kent (!) haline getirmenin, ölü atı kırbaçlamaktan ne farkı var, söyler misiniz?

Zaman, Yazı: Hilmi Yavuz, 23.12.2009


CINGIRT KALESİ TURİZME AÇILACAK

 

 

Fatsa İlçesi Yapraklı Köyü sınırları içerisinde yer alan kaya blokları üzerine kurulmuş antik yerleşim alanlarından olan Cıngırt Kalesi, il turizmine kazandırılacağı günü bekliyor. Tarih içinde zarar gören etrafındaki bazı çirkin görüntüler nedeniyle bakım yapılması gereken Cıngırt Kalesi'nin projelendirilmesiyle ilgili İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün çalışmaları devam ediyor.

Yerleşmede bir dehliz, kaya mezarları, nişler, duvar kalıntıları ile çanak çömlek parçaları bulunan Cıngırt Kalesi için mülkiyetle ilgili sorunun çözülmesinin ardından projelendirme çalışmalarının yapılması planlanıyor. Mülkiyeti Çevre ve Orman İl Müdürlüğü'ne ait olan Cıngırt Kalesi'nin mülkiyet sorununun halledilmesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi ile söz konusu kale projelendirilerek güzel bir yapıya kavuşturulacak.

Ordu, 22.12.2009

TARİHE TİNERCİ DAMGASI





Gaziantep'te Düğmeci Mahallesi'nde bulunan tarihi ev tinercilerin meskeni haline geldi. Çevre sakinlerinin durumu yetkililere bildirmesi sonuçsuz kalırken, vatandaşlar çökme tehlikesi içerisinde olan evin yanından dahi geçemediklerini dile getirdi.

 

Çok eski bir tarihte yapıldığı tahmin edilen görenlerin ise tüylerini ürperten evde tinercilerin yanı sıra çöpten ve pis kokudan geçilmezken vatandaşlar yaşanan duruma isyan etti. Yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olan ev, mahalle sakinlerine gündüzleri çöp kutusu, geceleri ise tinercilere ev sahipliği yapıyor.

 

Yetkililerin ev için herhangi bir gayret göstermediğinden yakınan çevre sakinleri yaşanan manzaranın Gaziantep’e yakışmadığını belirterek şunları söylediler: 

“Mahallemiz ne yazık ki bu ev nedeniyle korku dolu günler yaşıyor. Evin yanından geçerken büyük bir korku içerisinde elimizi burnumuza tutarak yürüyoruz. Çünkü her an bir madde bağımlısı karşımıza çıkacak korkusu içerisindeyiz. Ev şu an adeta çöp ev halini almış durumda. Vatandaşların birçoğu evlerinde veya işyerlerinde bulunan çöpleri bu alana boşaltıyorlar. Bu da kötü kokuların yanı sıra bir çok hastalığı da beraberinde getiriyor. Özellikle yaz aylarında evlerimizin kokudan ve korkudan camlarını dahi açamıyoruz. Bir an önce yetkililerin duruma el atıp bizi bu evden kurtarmasını bekliyoruz”. 

 

Turistlerin zaman zaman ev önünden geçtiğini ve gördükleri manzara karşısında şok olduğunu dile getiren mahalle halkı, “Evin kaleye yakın olmasından ötürü yerli yabancı bir çok turist buradan geçmek zorunda kalıyor. Onlarda gördükleri manzara karşısında çok şaşırıyorlar. Evin bu halde olması şehrimiz ve turizm açısından çok kötü bir imaj sergiliyor. Yetkililer evi yıkamıyorsa dahi etrafını briketlerle örüp hem evin içerisine girilmesini hem de çöp atılmasını engellemesi gerek. Bu şekilde hem mahalle halkı olarak bizler rahat etmiş oluruz hem de şehrimizi ziyarete gelen turistlere mahcup olmamış oluruz”.

 

Çocuklarını okula göndermeye çekinen vatandaşlar, “Çocuklarımızı okula kendimiz götürüp, getirmek zorunda kalıyoruz. Pis koku ve madde bağımlısı kişilerin yanı sıra çökmek üzere olan ev çocuklarımızın da korkulu rüyası haline geldi. Şiddetli bir rüzgar sonrası evin yıkılacağına inanıyoruz. Evin yanından geçerken adımlarımızı hızlandırıyor ve başımıza çökmesin diye tedbirler alıyoruz” dediler.

Gaziantep 27 Gazetesi, 22.12.2009

BEYAZIT DEVLET KÜTÜPHANESİ YENİLENİYOR

 

 

Geçtiğimiz günlerde 125. yılını kutlayan Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde restorasyon çalışmaları başladı. İl Özel İdaresi tarafından başlatılan restorasyonla, Türkiye’nin ilk devlet kütüphanesi olan Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde cami, Küllük kahvesi ve sahaflar bölümleri göz önüne alınarak, meydanın kullanım alanı yeniden düzenlenecek. Tarihi yapı içinde gerçekleşecek fonksiyonlarla kütüphane, kent dokusuna katılacak ve iyileştirme projesi meydana yansıtılacak. Daha önce İmarethane kısmı restore edilen kütüphanede kitap sergileme üniteleri, okuma salonu ve sergileme holleri olarak düzenlenecek.

Mekanlarda duvarlar serbest bırakılarak, nadir kitaplar şeffaf iklimlendirilmiş ve güvenlik sistemli birimler içinde korunacak. İç avlunun binanın diğer bölümleriyle olan bağlantı ve geçişleri kapatılamayacağından, kütüphanede kullanılacak kitapların korunma koşullarını ve iklimlendirme kontrolünü sağlamak için avlu kısmında örtü çelik+mebran sistemle çözülen şeffaf ve hafif koruma amaçlı bir çatı örtüsü geliştirilecek.

1980’lerde inşa edilen ve yemekhane olarak kullanılan bina ise yıkılarak, ek depolama fonksiyonları ana bina içine kaydırılacak. Böylelikle avlu serbest bırakılacak ve peyzaj içinde avlu, okuma avlusu olarak yeniden düzenlenecek.

Yapı, 22.12.2009

3 ASIRLIK AĞAÇLAR SANTRAL KURBANI

 

Muğla Köyceğiz'de, Yuvarlakçay'ın doğduğu yere hidro elektrik santrali yapılmasına çevreciler, 300 yıllık ağaçlar kesildiği için tepki gösterdi, santral inşaatı engellendi. 

 

Köylüler ve çevreciler Topgöz'ü adı verilen Yuvarlak Çayı'nın doğduğu yerde eylem yaptı. Vatandaşlar, kesilecek ağaçlara kendilerini zincirledi, 300 yıllık ağaçların katledilmesine izin vermeyeceklerini belirterek kesim araçlarını dereye attı. Çevreciler, doğaya zarar vermemek için, hidro elektrik santrali yerine güneş enerjisinden yararlanılmasını da istedi.  

 

Kalabalık bir grup halinde eylem yerine gelen vatandaşlar ve çevreci derneklerin temsilcileri ağaçları kesmekte kullanılan bir kesim motorunu Yuvarlakçay'ının sularına attılar. Vatandaşlar kesilecek ağaçlara zincirlendi. Vatandaşlar, açıklama yapıp dağıldı.

Haber Ekspres, 22.12.2009

TARİHİN 'TELEVOLESİ'





Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, TV programında çam ağacı süslemenin Türk adeti olduğunu söyledi. Tarihçiler tepki gösterdi. En büyük tepki Prof. Halil Berktay’dan geldi: “Tarihin Televolesi...” Prof. Mehmet Ali Kılıçbay ise “Türkler göçebe, ne işleri var çam ağacıyla... Ayrıca çam ağacı nerede yetişiyormuş acaba?” diye sordu.

 

Dünyanın en önemli Sümerologlarından birisi olarak kabul edilen Dr. Muazzez İlmiye Çığ’ın, Noel adeti olarak kabul edilen çam süslemesiyle ilgili olarak “Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir” şeklindeki açıklamasına tarihçiler katılmadı.


Habertürk’te yayımlanan “Teke Tek-Özel” programının önceki akşamki konuğu olan Sümerolog Dr. Çığ, “Çam ağacı süslemek tamamıyla Türk adetidir” iddiasında bulundu.


Çığ’ın açıklamasına en sert çıkış Sabancı Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Halil Berktay’dan geldi. Berktay, Çığ’ın iddiasını “Tarihin Televolesi” olarak değerlendirerek şöyle konuştu:
“Muazzez İlmiye Çığ anlaşılıyor ki ne Türk folklorunu, ne de Hıristiyanlığın tarihini doğru dürüst biliyor. Rica etsem, geçiş patikası neymiş acaba? Yani, bu ‘Türklerin çam ağacı süsleme adeti’, tam ne zaman, hangi kanallardan, nasıl bir etkileşimler süreciyle ve ne gibi izler bırakarak geçmiş Avrupa’ya? Çok merak ettim doğrusu.”


Hıristiyanlığın Ortadoğu’da doğduğunu hatırlatan Berktay, “Ama zaman içinde Avrupa’ya, Batı Avrupa’ya ve Kuzey Avrupa’ya deplase oldu. Akdeniz havzası halklarının yanı sıra, Germen ve İskandinav kavimleri de Hıristiyanlaştı. Bu süreç içinde, Germana ve İskandinavya’nın eski pagan mitolojisi ve ananeleri, Akdeniz kültür ve mitolojisinin üzerine bindi. Hıristiyanlık Nordikleşti ve bu arada Noel de Nordikleşti. Noel Baba da Anadolu’dan Arktik dairesine bu süreçte taşındı. Çam ağaçları, ren geyikleri ve benzeri motifler de Noel kutlamalarına bu süreçte girdi. Mesele bundan ibarettir” dedi.

Tarihçi, yazar Prof.Dr. Mehmet Ali Kılıçbay ise, “Bu konu hakkında Muazzez İlmiye Hanım da dahil kimsenin bilgisi olduğunu zannetmiyorum. Çünkü Türklerin yazılı kaynakları milattan sonra 7. yüzyılın gerisine gitmiyor. Yani Orhun Kitabeleri’nden önce yazılı kaynak yok. Türklük kavramı çok sonra çıkan bir kavram. O nedenle bu konularda konuşmak için insanda ciddi cesaret olması lazım” diye konuştu.


Resmi tarih tezlerine göre Türklerin kuraklık sonucu Orta Asya’yı terk ettiğini de ifade eden Kılıçbay, “Çam ağacı nerede yetişiyormuş acaba? Ayrıca Türkler göçebe, ne işleri var çamla? Yani bu tez neresinden bakarsanız bakın sakat” dedi.


Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü Anabilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Ahmet Taşağıl da çam süslemenin Hıristiyan adeti olduğunu belirterek, “Genelde Türklerde ağaca çaput bağlama ve dilek dileme var. Ama bu genel olarak sadece çam ağacı değil. Bu konuda Türk tarihiyle ilgili eski orijinal kaynakları en okuyan birisi olarak söylüyorum, ben böyle bir şey görmedim. Bunu iddia edenler ispatlamalıdırlar” diye konuştu.


“Teke Tek” programında Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı’nın konuğu olan Çığ, çam ağacı süslemenin tamamıyla bir Türk adeti olduğunu iddia ederek şöyle demişti: “Bu adet Türkler yoluyla Avrupa’ya geçti. Konunun Noel’le alakası yok. İznik Konsili’nde pagan adeti görülen bu adeti İsa’nın doğuşu olarak kabul edelim diyorlar ve bu adet Hıristiyanlara geçiyor. Ama ağaç süsleme pek yok, 16. yy’da Almanya’da başlıyor, daha sonra Fransa’ya geçiyor ve dünyaya yayılıyor.”

Milliyet, Haber: Tahsin Aksu, 22.12.2009

ZAMANIN DURDUĞU YER BİRGİ





Uygarlıklar beşiği Birgi, inanç turizmi ile öne çıkmasına rağmen günümüzde hala keşfedilmeyi bekliyor. Tek bir betonarme binanın yer almadığı bu şirin kasaba, 5 bin yıllık tarihiyle adeta bir açıkhava müzesi gibi.

Sonbaharın bizlere veda etmeye başladığı ve yavaş yavaş kış mevsimine merhaba dediğimiz bu günlerde eminiz sizler de tatil günlerinizde kendinize alternatif gezi programları hazırlıyorsunuzdur. "Rutin" diye tabir edilen yerleri görmek artık size yeterince cazip gelmiyor olabilir. Ailenizle birlikte seyahat dergilerini can sıkıntısıyla karıştırıyor da olabilirsiniz. Peki kendinizi uzun süreden beri saat tik taklarının duyulmadığı, adeta zaman ve mekan kavramının durduğu huzur dolu bir yerde mi hayal ediyorsunuz? İşte size tam bu noktada Birgi'ye gitmenizi öneriyoruz. İzmir'in Ödemiş İlçesine bağlı bu şirin belde, size bir çok seçeneği cömertçe sunacaktır. Ege'nin heybetli dağlarından 2150 metre yüksekliğindeki Bozdağ'ın yamaçlarına kurulmuş Birgi, 5 bin yıllık tarihi geçmişi ve uygarlıkların beşiği olma özelliği ile ziyaretçilerini bağrına basacaktır. Geziniz boyunca, 3 bin nüfuslu Birgi'de zamanın durduğuna tanık olacak, sıcacık, özünü ve kültürünü kaybetmemiş insanları ile tanışıp konuşma fırsatını da yakalayacaksınız. Eğer günlerden Pazartesi ise, tarihi doku içinde öğlene kadar kurulan kasaba pazarını mutlaka gezmenizi öneriyoruz. Tamamen çevre köylülerin yetiştirip pazara getirdiği meyve ve sebze ve ot çeşitlerinden oluşan ürünler hem tamamen organik hem de çok ucuz fiyatlarla alıcısını bekliyor.

İnanç turizminin de yaygın olarak gerçekleştiği Birgi'de doğal ve tarihi dokuyu görmeye iddia ediyoruz ki doyamayacaksınız. Başınızı nereye çevirirseniz çevirin son derece zengin tarihi eserler beşer onar gözünüze tüm zenginliği ile takılacaktır. Son zamanlarda belediye tarafından uygulanan sokak sağlıklaştırma projeleri ile yeniden canlanan tarihi Birgi evleri, Kültür Bakanlığı tarafından müze olarak işletilen ünlü Çakırağa Konağı, Ulu Cami, Mehmet Efendi Medresesi, Sultan Şah Türbesi, Aydınoğlu Mehmet Bey Türbesi, Derviş Ağa Cami, Karaoğlu Cami ve Çeşmesi ile Bizans döneminden kalma Kule mutlaka görülmesi ve gezilmesi gereken yerler listesinde bulunuyor. MÖ 3000'li yıllarda kurulduğu sanılan kent kesintisiz beş bin yıllık tarihi boyunca, Geç Kalkolitik ve Tunç çağı devirlerini yaşamış, sırasıyla Lidya, Pers, Bergama Krallığı, Roma ve Bizans'a ev sahipliği yapmıştır. Kentte 1308 yılında Aydınoğulları ile başlayan Türk egemenliğinin mimari izleri bu gün tüm heybetiyle ayakta durmaktadır. Müze kent olarak adlandırılan Birgi, sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmış ve dünya kültür mirası listesinde yer almayı başarmıştır.

Doğal, tarihi ve kültürel güzellikleriyle rahatça "Gizli cennet" diye adlandırabileceğimiz, İzmir'in bu şirin beldesi Birgi'de, 15. Yüzyılda yaşamış İmam-ı Birgivi'den de bahsetmemek olmaz. Günümüze kadar ulaşmış toplam18 eseri bulunan İslam felsefesinin önemli isimlerinden İmam-ı Birgivi, yaşamı boyunca hurafelere karşı mücadele etmiş ve vasiyetinde öldükten sonra kendisine türbe yapılmamasını istemişti. Bugün bile beldede türbesi bulunmamasına rağmen, hayatı boyunca ilim adamı olarak hurafelerle mücadele etmesiyle tanınan İmam-ı Birgivi'nin mezarını ziyaret eden ziyaretçilerden bir kısmının dilek ve adaklarlarda bulunması ise bir hayli düşündürücü. Bu dillere destan güzel beldenin oldukça şirin inanlarını da tanımanızı öneririz. Beldenin başlıca geçim kaynakları tarım ve hayvancılık olmasına rağmen, dünyaca ünlü kestanesi ile incirini mutlaka tatmalısınız. Yörede ipek böcekçiliğine paralel gelişen sanayi de önemli bir geçim kaynağı. Kadınların işleyip pazara getirdikleri oya ve danteller ise inanıyoruz meraklılarının çok ilgisini çekecek.

Yeni Asır, Yazı: Nadir Uysal, 21.12.2009

TARİHİ EVLER YENİDEN HAYAT BULUYOR

 

 

Kilis'in tarihi, sosyal ve kültürel yapısını sanatsal açıdan ele alan ve bu alanda kıymetli eserler ortaya koyan Sinan Kanmaz, kentsel mimarinin kaybolmaya yüz tutmuş tarihi yapılarına hayat veriyor.

 

Model-maket ve rölyef tarzında birçok çalışması bulunan Sinan Kanmaz'ın en önemli eserleri arasında, Eski Kaymakam Evi rölyef çalışması, çocukluğunun geçtiği aile büyüklerine ait eski taş yapı Kilis Evi, ayrıca Kilis'in unutulmaya yüz tutmuş dar sokaklarında bulunan eski yapı ayrıntıları, dış cephe rölyef çalışmaları bulunuyor. Ciddi bir emek ve zamana mal olan bu tür yapıtları ile Kilis tarihini, kültürünü ve mimari yapısını yansıtmaya çalıştığını ifade eden Sinan Kanmaz, "Kilis'in mimari dokusu tarihsel haliyle sosyal ve kültürel açıdan yaşamın ve estetik zevkin bir parçası olarak her zaman benim ilgimi çekmiştir. Gün geçtikçe kaybolan, yıkılıp giden eski dar sokaklarımızın yaşam alanları, aslında gözümüzden kaçan kültürel ve turistik açıdan değerli miraslarımızdır. Bu mirası her ne şekilde olursa olsun gelecek nesillere taşımanın kaygısını hepimiz hissetmek zorundayız. Bu tür eserleri yaşatmayı ve geleceğe taşımayı, ayrıca Kilis'in nostaljik dokusunu gün ışığına çıkartmayı ben sanatsal bir görev olarak addediyorum. Örneğin; Meşetlik Mahallesi'nde bulunan, eskiden ninemlerin oturduğu, şimdi fotoğrafını dahi çekme ihtimalimin olmadığı evin, yapı ustalarından ve büyüklerimden edindiğim bilgilerle bir model-maketini yaptım. 240 saati aşan bir emekle çocukluğumun geçtiği bir evi hatıralarımdan çıkarıp canlandırmak ve de Kilis'in mimari dokusunun bir örneğini vücuda getirmek beni gerçekten çok mutlu etti. Bu konuda gerekli fotoğraflama çalışmaları yapıldıktan sonra, bu hizmeti geçmişini yaşatmak isteyen tüm Kilisli hemşerilerime vermek isterim" dedi.

 

Bu alanda çalışma sahasını genişletmek ve Kilis'e kültürel ve turistik açıdan katkı sağlamak amacında olduğunu belirten Sinan Kanmaz, ilgili mercilerin ve yetkililerin desteğine ihtiyacı olduğunu vurgulayarak, bu tür sanatsal çalışmaların Kilis'te daha fazla kişi tarafından ele alınmasının ve eğitiminin verilmesinin Kilis'e büyük bir katkı ve kazanç sağlayacağını ifade etti.

Kilis Kent Haber, 21.12.2009

İSTANBUL HEYKELİ SEVMEDİ





Atatürk Havalimanı girişindeki heykelin yıkılması üzerine İstanbul'a 1993'te dikilen 10 heykeli araştırdık: 3'ü kaldırılmış, 1'i taşınmış, 4'ü bakımsızlıktan dökülüyor.
 

Heykeltıraş Ümit Öztürk'ün İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin açtığı yarışmada Atatürk Havalimanı için seçilen ve 1993'te yerine yerleştirilen "İstanbul" adlı heykelinin yıkılmasıyla alevlenen tartışma, diğer heykellerin de durumunun çok iyi olmadığını ortaya koydu. İstanbul'un farklı mekanlarına yerleştirilen heykellerin akıbeti, heykel sanatına verilen önemin bir göstergesi adeta.

Prof.Dr. Nurettin Sözen'in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı dönemde yarışmayla seçilen 10 heykelin bir kısmı eser sahibine haber verilmeden yerinden kaldırıldı; kalanların çoğu da harap olmuş durumda.


Yarışma sonunda 1993'te Kadıköy'e Işılar Kür'ün, Maçka'ya Rahmi Aksungur'un, Tünel'e Ayşe Erkmen'in, Üsküdar'a Meriç Hızal'ın, Kabataş'a Ertuğ Atlı'nın, Yenikapı'ya Vedat Somay'ın, Ihlamur'a Mümtaz Işıngör'ün, Gezi Parkı'na Adem Yılmaz'ın ve Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nin önüne Hakkı Karayiğitoğlu'nun heykeli yerleştirildi.


Bu heykellerden günümüze korunarak gelen tek eser Hakkı Karayiğitoğlu'na ait. Çünkü eser, diğer heykellere göre özel ve de güvenliği olan bir alanda bulunuyor. Heykellerden 3'ü kaldırılırken, birinin yeri değiştirildi, diğer 4'ünün ise acil olarak bakıma ihtiyacı var.

Işılar Kür'ün heykeli sanatçıya haber verilmeksizin 3 yıl önce kaldırıldı. Kür, heykelinin kaldırıldığını çok sonra tesadüfen öğrendiğini belirtiyor: "Metro gerekçesiyle kaldırdıklarını söylediler. Heykelimin izini sürdüm ama bulamadım. En son ‘depoda' dediler. Net bir açıklama da yapılmadı."

Kaldırılan bir diğer heykel Adem Yılmaz'a ait. Sanatçının Gezi Parkı'ndaki heykelinin önce camları kırıldı sonra yine herhangi bir açıklama yapılmaksınız kaldırıldı; bugün nerede olduğu bilinmiyor.

Yeri değiştirilen heykel de Mümtaz Işıngör'e ait. Işıngör, Ihlamur'daki heykelinin önce kaldırılmaya çalışıldığını söylüyor:  "Orada trafik değişikliği var kaldıracağız dediler. Fakat ben dava açacağım deyince korkup Akatlar'a koydular. Ama her an baltayı, kazmayı alıp indirebilirler."


Rahmi Aksungur, Meriç Hızal, Vedat Somay ve Ertuğ Atlı'nın heykelleri bulundukları yerde duruyorlar. Fakat bakıma ihtiyaçları var. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof. Aksungur "En son gördüğümde iyi durumda değildi, bazı parçaları yıkılmıştı. 5-6 sene önce Park ve Bahçeler Müdürlüğü ilgilendi ama devamını getiremedik" derken, Hızal da heykelinin temizliğe ihtiyacı olduğunu vurguluyor. Vedat Somay'ın heykeli de çok kötü bir durumda.


Ayşe Erkmen'in 2003 yılında yakılan heykeli ise bir süre sonra yenilenerek yerine yerleştirildi.

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 21.12.2009


******


İSTANBUL BİR HEYKELİNİ DAHA YİTİRDİ

 

İstanbul 2010 Kültür Başkenti kutlamaları arifesinde Heykeltıraş Ümit Öztürk’e ait heykel, hiçbir kurum ya da kişiye sorulmadan sorgusuz sualsiz yıkılarak yok edildi. İstanbul’un dünya üzerinde iki kıta üzerine oturmuş tek kent olma özelliğini simgeleyen, 15 metre yüksekliğinde beton ve bronz malzeme kullanılarak yapılan heykel Yeşilköy havalimanı kavşağına 1993 yılında yerleştirilmişti. 1992 yılında Nurettin Sözen’in belediye başkanlığı döneminde “Açık Alanlara Üç Boyutlu Çağdaş Sanat Yapıtları Yerleştirme Etkinliği” adı altında açılan yarışma sonucu çağrılı olarak davet edilen sanatçılardan, belirlenen 10 kentsel alan için proje üretmeleri istenmiş ve 32 sanatçının 55 yapıt ile katıldığı yarışmada, jüri tarafından seçilen 10 yapıt, 1993 yılında İstanbul’un çeşitli noktalarına yerleştirilmişti. Bugün bu 10 yapıttan geriye ne yazık ki 7 tane kaldı. Ümit Öztürk’ün heykeliyle birlikte Kadıköy İskele Meydanı’ndaki Işılar Kür’ün Taksim Gezi Parkı’ndaki Adem Yılmaz’ın heykelleri de geçtiğimiz yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kaldırılmıştı.

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel bölümünde öğretim görevlisi olan Heykeltıraş Ümit Öztürk konuyla ilgili yaptığı açıklamada; 13 Aralık Pazar günü tesadüfen oradan geçerken heykelimin olduğu alanın şantiyeye dönüştürüldüğünü ve yıkılmış heykelimin beton kısmının bir kepçe tarafından parçalandığını bizzat gözlerimle gördüm. Anlatılacak gibi değil, bir anda emeğimi, anılarımı, yaşadığım tüm duygularımı yok ettiler. Yapımı sırasında da çok sıkıntı çekmiştim. İmzaları tamamlamak ve hak ediş almak için belediye memurları ile mesaiye başlıyorduk. Öncelikle heykelimin yeniden yapılması için uğraşacağım ve sorumlular aleyhine (İstanbul Büyükşehir Belediyesi) parçalanan heykelime ilişkin dava açmayı düşünüyorum.

İstanbul’a Cumhuriyetin 50.yılı kutlamaları kapsamında yerleştirilen 20 heykelden de bugün geriye sadece 8 tanesi günümüze ulaşabilmiş durumda. Bu 8 heykelin bazıları ise tahrip edilmiş, kimisi parkların en ücra köşelerine terk edilmiş vaziyetteler. Maltepe Belediyesi’nin 2002 yılında düzenlediği heykel sempozyumunda yapılan ve çarşı içerisine yerleştirilen Heykeltıraş Ziyatin Nuriev ile yabancı bir heykeltıraşın yaptığı heykel de kayıplar arasında. Yalnızca heykeller kaybolmuyor, Türk resim sanatının kamusal alandaki belleği olan birçok mozaik, seramik pano, rölyef, duvar resmi vitray, hızla yok ediliyor. İstanbul Manifaturacılar Çarşısı duvarlarındaki resimlerle birlikte kentsel dönüşüme kurban gitmek üzere. AKM ve birçok yapıda yer alan sanat yapıtları tehdit altında. Bu kentten sanatın izleri hızla siliniyor. Üstelik tüm bunlar sanatı değersiz gören politikaların ürünü. En büyük tehdit ise vandallar ve doğanın yıpratıcı etkisi, bakımsızlık değil, bizzat yerel yönetimlerin kendisi. İyi niyetli desteklerin yanında en büyük kıyımlar yine belediyeler eliyle gerçekleştiriliyor. Yönetimler el değiştirdikçe anıtlar ve heykeller kişisel beğenilerin, ideolojik görüşlerin kurbanı olmaya devam ediyor. Sanat kurumları, sanatçılar, sanatçı örgütleri sahip çıkmadığı sürece tahribatın devam etmesi kaçınılmaz. Yapmaktan daha çok önemli olan yapılanların korunması ve bir koruma bilincinin geliştirilmesi. 2010’un eşiğinde İstanbul bindiği dalı kesmeye devam ediyor.

Evrensel, Haber: Ferda Çağlayan, 22.12.2009

HAMAM, MÜZE OLMASIN!





Kütahya'nın Yoncalı Köyü'ndeki 800 yıllık hamamın 'müze yapılmak istenmesi' bölge halkını isyan ettirdi.

 

Mülkiyeti Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait tarihi hamamın 1210 yılında Alaaddin Keykubat tarafından yapıtıralan şifalı Büyük Hamam'ın işletmeciliğini İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'nin yaptığı belirten Yoncalı Köyü sakinleri, hamamdan şimdiye kadar Selçuklu hükümdarı birinci Alaaddin Keykubat'ın kızı Huma Hatun'un yanı sıra binlerce kişinin şifa bulduğunu kaydettiler.

 

Halen restorasyon çalışmalarının devam ettiği hamamın onarımının ardından valilik tarafından müzeye dönüştürüleceğini duyduklarını ifade eden Yoncalı Kaplıcaları Güzelleştirme ve Geliştirme Derneği Başkanı Aziz Aydın, "Yoncalı Büyük Hamam, tam 800 yıldır Türkiye'nin dört bir yanından gelen vatandaşlarımıza şifa dağıtmaktadır. Buranın müze olması Kütahya'ya hiç bir katkı sağlamayacaktır. Şehir merkezindeki müzelere halkın gösterdiği ilgi ortada. Müzeler adeta ziyaretçiye hasret. Büyük Hamam'ın tekrar hamam olarak hizmet vermesi için Valimiz Şükrü Kocatepe, Belediye Başkanı Mustafa İça, İl Genel Meclisi Başkanı Şükrü Nazlı ve AKP İl Başkanı Kamil Saraçoğlu'dan duyarlılık bekliyoruz" dedi.

 

Yoncalı Kaplıcaları Güzelleştirme ve Geliştirme Derneği Başkan Yardımcısı Şükrü Atakan da, "Tarihi Büyük Hamam asırlardır şifa dağıtıyor. Buranın şöyle bir özelliği de var. Selçuklu hükümdarı birinci Alaaddin Keybukat'ın kızı Huma Hatun'un Yoncalı'dan şifa bulması sebebiyle kendisi tarafından bu hamam yaptırılmıştır" diye konuştu.

 

Yoncalı Köyü sakinlerinden İsmail Taş, Fevzi Ay, Ali Yıldız, Yaşar Çetin ve Ahmet Pişkin de tarihi yapının hamam olarak hizmet vermesini istediklerini vurguladılar. Yoncalı tarihi Büyük Hamam'ın restorasyon çalışmalarının birkaç aya kadar tamamlanacağı öğrenildi.

Kütahya Kent Haber, 21.12.2009

BERLUSCONI TARİHİ ESERLERE SAHİP ÇIKIYOR

 

Avrupa ülkelerinde doğalgazlı, elektrikli ya da hibrid araçlara yönelik yoğun bir teşvik uygulanıyor. Özellikle İtalya, çevreci araçları teşvik eden ülkelerin başında geliyor. İtalya'da doğalgazlı araçlara 6 bin 500 euro'ya varan indirim uygulanıyor. İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, kamu kuruluşlarını çevreci araç satın alma konusunda zorunlu tutuyor. Özellikle, Roma ve Floransa gibi kentlerde tarihi mekanların bulunduğu noktalarda çevreci araçlardan başka aracın trafiğe çıkmasına izin verilmiyor. Bunun nedeni, tarihi eserlerin araçlardan çıkan zararlı gazlar nedeniyle yıpranmasını önlemek. Yunanistan'ın Atina kentindeki Akropolis'te 10 yıl önce tespit edilen yıpranma özellikle turizmden büyük para kazanan İtalya'yı harekete geçirmiş. Umarım İtalya'da alınan bu önlemler, tarihi binlerce yıla uzanan İstanbul için de örnek olur.

Sabah, Haber: Ufuk Sandık, 21.12.2009

ALLIANOI KARARININ İPTALİNİ İSTEDİLER

 

Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, Allianoi'nin mille kaplanarak baraj suyu altında bırakılmasını öngören İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun aldığı kararın iptali için 4. İdare Mahkemesi'nde dava açtıklarını belirtti. İzmir Adalet Sarayı önünde grup üyeleriyle basın açıklaması yapan Diler, bugün Allianoi Ören Yeri'nin korunması amacıyla başlattıkları hukuki sürecin önemli adımlarından birini daha attıklarını söyledi. Diler, "2000 yıllık sağlık merkezi Allianoi için sit kararı verenlerin yanında, sıcak suyu şifa dağıtan termal merkezin mille kapatılarak gömülmesini uygun görenlerle de karşı karşıyayız" dedi. Öte yandan Doğal ve Kültürel Çevre İçin Yaşam Girişimi ile Güzel Sanatlar Fakültesi Kültür Kulübü tarafından Bergama Müzesi önünde, "Kazılara izin verilsin ve Allianoi ziyarete açılsın" etkinliği düzenlendi.

Yeni Asır, 21.12.2009

BEYOĞLU İÇİN GÜÇ BİRLİĞİ

 

İstanbul'un vitrini Beyoğlu'nu dünya markası bir kent kimliğine kavuşturmak için Kent Konseyi oluşturuldu. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinliklerinin kalbinin atacağı yer olan Beyoğlu'nda iyi projeler yapmayı hedefliyoruz" dedi. Beyoğlu'nu daha yaşanabilir bir hale getirmeyi ve bu doğrultuda projeler üretmeyi hedefleyen Beyoğlu Kent Konseyi'nin genel kurul toplantısı Taksim Evlendirme Sarayı'nda gerçekleştirildi.

 

Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın da katıldığı toplantıda Kamu Kurumu temsilcileri, Sivil Toplum Kuruluşları, üniversite temsilcileri, hemşehri derneklerinden oluşan 24 kurul ve 264 üye hazır bulundu. Beyoğlu Belediye Başkanı A. Misbah Demircan, Kent Konseyi'nin şeffaf demokrasinin yaşandığı bir platform olacağını söyledi.

Yeni Şafak, 21.12.2009

ATATÜRK ....... MERKEZİ





"Yok canım yıkamazlar”
“Yıksınlar daha güzelini yapsınlar”
“Yıkarlarsa cami yaparlar”

Atatürk Kültür Merkezi ile ilgili olarak son yıllarda hapsedildiğimiz bu üçgende duyduklarımızın hiçbiri doğru değil tabi ki!

Yok canım yıkamazlar!

Öncelikle iktidar partimiz, Taksim’in ortasındaki kocaman alanı tabi ki ranta dönüştürecek kadar güçlü, istekli ve gözü karadır. Şu da bir gerçek ki, vahşi kapitalizmin çarklarında memleketin tüm kaleleri satılmış, tersanelerine girilmiştir. Kaldı ki, bu düzende belki başka bir parti de gözünü bu geniş alana dikerdi!

‘Yıksınlar daha güzelini yapsınlar’

Liboş tayfanın dilinde olan bu söyleme ne yazık ki güvenemiyoruz. Ortada Muhsin Ertuğrul gerçeği var. Fevkaladenin fevkinde bir tiyatro, sözüm ona 29 Ekim’e yetiştirilecekti. Mesele sadece ve sadece IMF kongresi için conilerin rahat edeceği bir konferans salonu yetiştirmekten ibaretti. Bilmeyen varsa söyleyelim, benim güzel yurdum, IMF’ye peşkeş çekilemeyecek kadar değerlidir. 

Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda yapıldığı gibi, kimselere göstermeden, biz daha iyisini yaparız diyerek yıkmak, çok şükür ki, bu kez olmadı. AKM, İstanbul 2 No’ lu Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından tescil edilen bir kültür varlığıdır. 

‘Yıkarlarsa cami yaparlar’  

Bu provokatif söylem zaten baştan beri inandırıcı değildi. Vahşi kapitalizmin ibadet alanları alışveriş merkezi, hamburgerci ve otoparklardan ibarettir. (Bkz. Tepebaşı Tiyatrosu) İşin ilginç yanı, bu söyleme hiçbir zaman inanmadığım ve aptalca bulduğum halde, salt kültür merkezlerimizin talan edilmesine karşı çıktığım için, beni böyle düşünüyormuş ‘gibi’ ilan etmek bazılarının işine geldi.

Atatürk Kültür Merkezi’ne karşı direnen onurlu cepheye biraz destek verebildiysem ne mutlu bana! Mimarlar Odası’ndaki son toplantılarına gittim, bu kez hepsi nedense pek kibardı. 2010 Ajansını son kez göreve çağırdılar. Yoksa 15 Ocak’ta sokağa çıkacaklarmış. (Şehir dışında olacağım için onlara katılamayacağım, üzgünüm.) 

Mesele şu: Kültür Sanat Sendikası’nın Atatürk Kültür Merkezi’nin restorasyon projesi ile ilgili yürütmeyi durdurma kararı yargıda zaferle sonuçlanınca, 2010 Ajansı küsmüş, kırılmış, incinmiş, darılmış! Aklınca İstanbul halkını cezalandırıyor. AKM’yi kapalı tutarak, İstanbul’dan öç alıyor. 

T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2010 Ajansı’nı, AKM’yi halka açmakla görevlendirmiş. Ajans kültür merkezini kapalı tutarak Türkiye’yi Avrupa’ya karşı rezil ettiği gibi, Bakanlığa karşı da görevini yapmıyor! Geçen hafta bir otelde 2010 projelerini tanıtmışlar. Hiçbir sanatçının aklına da Atatürk Kültür Merkezi ne olacak diye sormak gelmemiş. Yahu siz sormuyorsunuz, ama çocuklarınız sizden bunun hesabını fena soracak. Atatürk Kültür Merkezi’ni, Atatürk …… Merkezi yapamazsınız!

Eski başkan Nuri Çolakoğlu oturdu oturdu gitti. Bir zamanlar fatura yolsuzluğundan yargılanmış ama zaman aşımı nedeniyle mahkemesi düşmüş olan yeni başkan Şekib Avagdiç de oturur oturur gider. Herkes, her şey çekip gidebilir günün birinde ama, kentin hortlakları sizden kötü öç alır!

Birgün, Yazı: Nedim Saban, 21.12.2009


******


YALAN OLDU!





AKM yenilenmeyecek. Haberin kaynağı Kültür Bakanı. Milliyet'e tıkandıklarını açıklayan Ertuğrul Günay ağır konuştu: Modern AKM'nin önündeki engel, "iyi niyetten uzak davranışlar!"

 

AKM, bir buçuk yıl önce büyük umutlarla bo-şaltıldı. 2010 Avrupa Kültür Başkenti finansal yardımıyla restore edileceği söylendi. İddiaya göre, çağdaş ve işlevsel bir görünüme kavuşacaktı. Hukuk, itirazları dinledi, ön projeyi uygun görmedi, yürütmeyi durdurdu. Ama son noktayı Kültür Bakanı koydu. Bu iş bitti!

 

Bir buçuk yıl önce büyük umutlarla boşaltıldı Türkiye'de kültür sanatın simgelerinden biri olan AKM. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'nin finansal yardımlarıyla restore edilecek; çağdaş ve işlevsel bir görünüme kavuşacaktı. Ne var ki Kültür Sanat Sen'in, Tabanlıoğlu Mimarlık'ın AKM'nin yenilenmesi için hazırladığı avan projenin uygun olmadığı gerekçesiyle açtığı dava sonucunda yürütmeyi durdurma kararı alındı. Kültür Sanat Sen'in davadan feragat etmesiyle sorunun çözüleceği söylendi. Kültür Sanat Sen feraget etmedi; Kültür Bakanlığı'nın ilk kurul kararını iptal ettirmesi gerektiğini ifade etti. Görüştüğümüz Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ağır konuştu.

 

Yargının AKM'nin restorasyonuyla ilgili olarak aldığı yürütmeyi durdurma kararını nasıl karşılıyorsunuz?
İdari yargının verdiği kararların her zaman çok gerçekle uyuşmadığını düşünüyorum; yargı kararı mutlaka doğrudur de-mek değil. Burada tıkandık kaldık. Yürütmeyi durdurma kararı olmasaydı 2010 Ocak, en geç Mart ayında bitmiş olacaktı AKM. Avan projeye onay veren ilk kurul kararını iptal ettirmek gibi bir yetkimiz de yok.

 

Hukukçuların görüşüne göre mahkeme gerekçeleri doğrultusunda yeni bir proje sunabilirdiniz. Neden bu yola başvurmadınız?
Çünkü iyi niyetten uzak bir davranışla karşı karşıyayız. Yine dava açılabilir. Yeni bir proje üretsek bile tekrar bir yürütmeyi durdurma kararı alınabilir. Bizim bir şey yapma şansımız kalmadı. Mahkeme kararını dikkate alarak teknik bir iyileştirme düşünüyoruz. Binada hiçbir fiziki müdahale yapmadan, yapısını değiştirmeden varolan teknik aksamın eksikliği giderilecek, yenilenecek. 2010 Eylül - Ekim gibi bitmiş olacak. Bu projenin de çok ciddi maliyeti var.

 

Tamamı restore edilseydi maliyet ne olacaktı?
Bu projenin iki katı kadar bir maliyeti olacaktı. İsterdik ki iki katı para harcansın ve AKM pırıl pırıl bir şekilde 2010'da devreye girsin. Hem zaman kaybettik hem de elimizdeki ciddi para kaynağını. Burayı 2010'un kaynağıyla yapacaktık, Kültür Bakanlığı'nın bu kadar büyük bütçesi yok. AKM yukarıdan aşağıya yenilecek, İstanbul'a yakışır daha çağdaş bir yapıya dönüşecekti. Fakat maalesef bir şey yaptırmamayı başarı sayan bir anlayış müdahalesiyle yarım kaldı.

 

Kültür Sanat Sen'in feragat etmesini istemenizi hukukçular olumsuz yorumluyor.
Onlar feragat edebilirlerdi. Mahkeme kamu yararını gözeterek bu feragatı kabul etmeyebilir diye bir şey yok. İdari yargıda davadan dönebilir, yürütmeyi durdurma kararı kaldırılabilir. Ama öyle bir iyi niyet göstermediler. Bu ekonomik krizde Türkiye 60 - 70 milyon TL para ayıracaktı AKM'yi iyileştirmek için. Bu fırsatı kullandırmadı arkadaşlar. Bu anlayışı ileride bizim kültür ve sanat tarihimiz sanıyorum ki çok üzüntüyle yazacaklar.

 

Bu durumda AKM tamamen yenilenmiş olarak karşımıza çıkamayacak değil mi?
Yeni bir AKM göremeyeceğiz. İhaleye çıkarılan ilk proje mükemmele yakındı. Keşke uygulama, İstanbul'u yenilenmiş, modern bir AKM'ye kavuşturabilseydi. Artık bu tartışma geride kaldı.

 

Hukukçular Ne Dedi?
Yrd. Doç.Dr. Taner Ayanoğlu (Bİlgİ Ü. İdare Hukuku ANA BİLİM Dalı)
Kültür Bakanlığı'nın İdare Mahkemesi'nin vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararında belirtilen hususları dikkate alarak yeni bir proje hazırlayıp Koruma Kurulu'nca yeni bir karar tesis edilmesini sağlaması gerekiyor.

Avukat Oktay Çiftçi (İstanbul  Barosu)
Kültür Bakanlığı'nın yapması gereken yeni bir plan hazırlayarak Koruma Kurulu'na havale etmesi ve kurulun bu yeni plan ile ilgili bir karar almasını beklemeliyiz.

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 22.12.2009

HASANKEYF'E ŞİMDİ DE 'ÇİN' TEHDİDİ

 

 

Çevre ve Orman Bakanlığı, Ilısu Barajı için gerekli maddi kaynağı sağlamak için Çin Halk Cumhuriyeti’nin en büyük kredi firması olan Sinosure ile anlaşma sağlamaya çalışıyor. Doğa Derneği Başkanı Güven Eken yaptığı açıklamada, “Eğer Çin ile anlaşma gerçekleşirse, Hasankeyf ve antik Mezopotamya’nın bir bölümü yeni bir 'Çin Seddi' nedeniyle sular altında kalacak. Nasıl Çinliler kendi Dünya Miraslarını yok edecek bir projenin Türkiye şirketleri tarafından finanse edilmesine şiddetle karşı çıkarlarsa, biz de Hasankeyf gibi Çin Seddi’nden daha fazla UNESCO kriterini sağlayan doğa ve kültür mirasımızın Çin’den sağlanacak kredi nedeniyle sular altında kalmasına karşı çıkıyoruz” dedi.

Doğa Derneği Başkanı Eken, Çevre ve Orman Bakanlığı’nı, Türkiye’nin doğasını korumakla mükellefken, Türkiye’de doğaya en büyük zararı verecek olan Ilısu Barajı projesini ısrarla uygulamaya çalışmakla suçladı. Eken, “Bakanlık bunu yaparken hukuku da dikkate almıyor. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Çin ile imzalamaya çalıştığı anlaşmanın yasal zeminini kamuoyuna derhal açıklaması gerekiyor” dedi.

Dicle Vadisi’nde yer alan tarihi kent Hasankeyf, 10 bin yıllık geçmişi ile dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri. Bölgede inşa edilecek büyük baraj, Hasankeyf’le birlikte 83’den fazla arkeolojik alanın, Fırat kaplumbağası (Rafetus euphraticus) gibi nesli dünya ölçeğinde tehlike altındaki ve endemik türlerin de yok olmasına sebep olacak.

Hasankeyf ve içinde bulunduğu Dicle Vadisi, UNESCO Doğal ve Kültürel Miras kriterlerinin 10’undan 9’unu karşılamasına rağmen, Türkiye hükümeti Hasankeyf’in UNESCO Dünya Mirası listesine dahil edilmesi için henüz her hangi bir başvuruda bulunmadı. Öte yandan, 1987 yılından beri UNESCO Doğal ve Kültürel Mirası listesinde bulunan ve uzaydan görülebilen tek insan yapısı olan Çin Seddi, Hasankeyf ile karşılaştırıldığında, UNESCO kriterlerinden sadece 5’ni sağlıyor.

Yapı, 21.12.2009

"YAZMA ESERLER BAŞKANLIĞI"

 

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı'nı Tali Komisyon olarak görüştü.

Tasarının görüşmelerine katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Türkiye'nin yazma eserler bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biri olduğunu vurguladı.

Kütüphaneler Yayımlar Genel Müdürlüğü'nde 167 bin, müzelerde ve Milli Kütüphane'de 210 bini aşkın yazma eser bulunduğunu kaydeden Günay, Yazma Eserler Başkanlığı'nın Kültür Bakanlığı'na bağlı, tüzel kişiliğe haiz özel bütçeli bir idare olarak kurulacağını belirtti.

Günay, tasarının, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı 28 kütüphane, 14 yazma eser kütüphanesi ve 14 halk kütüphanesi ile bakanlık bünyesindeki birimlerde bulunan yazma eserlerin tek bir birim altında toplanmasını öngördüğünü belirtti.

Görüşmelerin sonunda tasarı Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edildi. Tasarıya göre, yazma eser kütüphanelerinin alanında uzmanlaşmış birimler olarak etkin şekilde hizmet vermesine, kültür mirası yazma ve eski harfli basma eserlerin toplanması, korunması, sağlıklı biçimde geleceğe ulaştırılması ile bilim, kültür ve sanat dünyasının hizmetine sunulmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak üzere Türkiye Yazma Eserler Başkanlığı kurulacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı olacak Yazma Eserler Başkanlığı, kütüphaneleri, kütüphanecilik ilke ve standartları çerçevesinde eşgüdüm içinde yönetmek, her türlü kütüphanecilik hizmetini doğrudan veya elektronik ortamda sunmak, kütüphanecilik standartlarını geliştirmek, eserlerle ilgili çalışmalarda ilkeleri belirlemek, gerekli fiziki koruma ve güvenlik şartlarını oluşturarak eserlerin sağlıklı bir şekilde saklanmasını sağlamak, konservasyon ve restorasyon çalışmalarıyla ilgili araştırma-geliştirme faaliyetlerini yürütmek, kullanılacak malzemeleri üretmek, temin etmek, eserlerin konservasyon ve restorasyonlarını yapmak, kütüphane koleksiyonlarını zenginleştirmek, eserlerle ilgili çeviri, sadeleştirme ve tıpkıbasım çalışmaları ile içerik incelemelerini yürütmek, yazma eserlerin orijinal dilinde matbu harflerle yazılmasını sağlamak gibi görevleri yürütecek.

Haber Diyarbakır, 21.12.2009

"ZENGİNE TABLO KREDİSİ BİLE VAR"

 

Yapı Kredi Özel Bankacılık ve Varlık Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı Erhan Özçelik, yaklaşık 1 yıl önce "tablo kredisi" adıyla sanat eserlerini kredilendirmeye başladıklarını söyledi. Özçelik "Türkiye'de ilk kez "sanat eserleri kredisi' hizmeti sunuyoruz" dedi. Amaç, varlıklı insanların sanata kaydırmak.

 

Erhan Özçelik, böyle bir kredinin verilmesinin gerekçesini şu şekilde açıklıyor: "Sanatı öne çıkartmak istiyoruz zira bankacı gözüyle sanata yatırım iyi bir yatırım. Dünyada varlıklı insanlar arasında son iki, üç yılın trendi yatırımlarını sanata kaydırmak amacındayız. Türkiye'de Yapı Kredi Private Banking'in varlıklı müşterileri arasında böyle bir trend söz konusu."

Özçelik, krediye "tablo kredisi" isminin verildiğini sonra bu ismin "sanat eserleri kredisi" olarak değiştirildiğini söyledi. Türkçeye Tutku Varlıkları Fonu olarak çevrilebilecek The Emotional Assets fonunu Bernard Duffy bu amaçla kurdu. 5 milyon dolarlık bu fon, resim ve heykelin yanı sıra koleksiyon parçalarının alım-satımıyla getiri sağlayan dünyanın ilk fonu.

Haber Ekspres, 21.12.2009

TUNCA NEHRİ TAŞTI, KIRKPINAR SULAR ALTINDA

 

 

Edirne Valisi Mustafa Büyük, Tunca ve Meriç Nehri'nin debilerinin arttığını belirterek, "Taşkın ihtimaline karşı önlemlerimizi alıyoruz" dedi.

 

Tunca Nehri’nin taşan bölümlerinde incelemelerde bulunan Vali Büyük, burada gazetecilere yaptığı açıklamada, bölgedeki aşırı yağışlar nedeniyle Meriç ve Tunca nehirlerinin debilerinin arttığını söyledi.


Tunca Nehri’nin bazı bölgelerde yatağından taştığını ifade eden Büyük, şöyle konuştu: "Tunca Nehri üzerindeki Yalnızgöz ve Fatih köprüleri civarında su seviyesi hızla artıyor. Tahminen öğleden sonra burada su seviyesi daha da yükselecek. Nehirlerimizde debi artışı devam ediyor, taşkın ihtimaline karşı önlemlerimizi alıyoruz. Meriç Nehri’nin debisi şu anda tehlike sınırlarında değil. Tunca Nehri’nin taştığı bazı geçiş noktalarındaki köprülerimiz trafiğe kapatıldı. Su seviyesine göre gerekli önlemlerimizi alacağız." Edirne’de daha önce yaşanan nehir taşkınları nedeniyle bazı önlemlerin de alındığını belirten Büyük, su taşkınlarının yaşandığı kesimlerde daha önceden seddelerin yükseltildiğini bildirdi. Tunca Nehri’nin taşması sonucu Adalet Kasrı, Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin yapıldığı Sarayiçi mevkisi yer yer sular altında kaldı. Polis ekipleri, Yeniimaret mevkisindeki Tunca Nehri’nde suyun debisinin yükselmesi nedeniyle Yalnızgöz Köprüsü’nü trafiğe kapattı.

Radikal, 21.12.2009

BEYOĞLU'NDA TARİH YENİDEN CANLANIYOR

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, Beyoğlu için hazırladığı kayıp eser analizi, kentin önemli tarihi değerlerinin zaman içinde çarpık yapılaşmaya feda edildiğini ortaya koydu. Yapılan çalışmada 366 tescilli eserin yok olduğu belirlenirken, 9 cami, 3 mescit, 5 tekke, 4 mektep, 1 kütüphane, 1 han, 4 hamam, 1 konak olmak üzere toplam 30 eserin yeniden ihya edilmesine karar verildi. Bugün yerlerinde dükkan, konut, otopark bulunan ve planda yeniden yapımı öngörülen tarihi eserler arasında Atatürk'ün eşi Latife Hanım'ın Gümüşsuyu'ndaki köşkü, Asmalımescit'e adını veren Asma Mescidi de yer alıyor.

 

Galata'daki Hırdavatçılar Çarşısı'nın bulunduğu yere ise kentte Valide Sultan adına yaptırılan ilk eser olan Yeni Valide Camisi inşa edilecek. Belediye ayrıca, 1939'da yıkılarak yerine Taksim Gezi Parkı yapılan Taksim Kışlası'nı sosyal ve kültürel amaçlı kullanılmak üzere yeniden inşa etmeyi önerdi. Ancak, İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu bu öneriye karşı çıktı.

Sabah, Haber: Hasan Ay, 21.12.2009

HALİÇ METRO GEÇİŞ PROJESİ, İSTANBUL'U DÜNYA MİRASI LİSTESİ'NDEN ÇIKARABİLİR

 

 

UNESCO'nun uyarılarını dikkate almayan ve benzer bir köprüyü inşa eden Almanya'nın Dresden kentinin, tüm dünya miras listelerinden çıkarılması kararı son UNESCO toplantısında alınmıştı. Uzmanlar bu kararı hatırlatarak benzer geçiş sebebi ile İstanbul'un da aynı akıbete uğrayabileceğine dikkat çekiyor.

Konu ile ilgili değerlendirmeyi Atılım Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü, Öğretim Görevlisi Dr. Zafer Şahin yaptı. Kültür Bakanlığı'nda uzun yıllar görev yapan Şahin, Haliç köprüsünün UNESCO'dan habersiz inşa edilmeye başlandığını belirterek, bu sürecin İstanbul'un Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılması ile sonuçlanabileceğini söyledi. Şahin; "Uluslararası düzeyde katılımcı paydaş yönetimi uygulanmazsa İstanbul'un sonu Dresden gibi olabilir." değerlendirmesinde bulundu. Haliç Metro Geçiş Projesi'nin UNESCO'nun uyarılarının dikkate alınmadan yapılmaya başlandığını belirten Şahin'in verdiği bilgilere göre, Dünya Miras Komitesi'nin İspanya-Sevilla'da gerçekleştirilen 33. toplantıda Haliç Metro Geçişi Köprü Projesi en önemli tartışma konusu oldu. Delegeler köprü projesinin üzüntü ve endişe verici bir proje olduğunu, Komite'nin önüne gelen ve evrensel kültürel değerleri olumsuz yönde etkileyen onlarca köprü projesinden biri olduğunu dile getirdi. Karar metnine girmemekle birlikte delegeler, "Haliç Metro Geçişi Köprü Projesi'nde revizyon yapılmadığı veya projeden vazgeçilmediği takdirde 'Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi'ne alınma durumunun gündeme gelebileceği" değerlendirmesine bulundu.

Zafer Şahin, aynı toplantıda uzun yıllardır UNESCO uyarılarını dikkate almayan ve benzer bir köprüyü inşa eden Almanya'nın Dresden kentinin tüm dünya miras listelerinden çıkarılması kararının alındığını aktararak, İstanbul için de aynı sonucun söz konusu olabileceğini söyledi. Şahin, "Dresden şehrinin durumuna düşülmemesi ve uluslararası önemli bir kuruluşla diplomatik bağların koparılmaması için köprü yapımı gerekli revizyonlar yapılana kadar ertelenmelidir. Benzer şekilde UNESCO uyarıları ısrarla dikkate alınmayarak Haliç Köprüsü'nün mimari tasarımında gerekli değişiklikler yapılmaksızın inşa sürecinin başlaması durumunda İstanbul'un 'Tehlike Altındaki Miras' listesine alınma ihtimali çok yükselmiş olacaktır." dedi.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 21.12.2009

YÜZYILIN DEFİNESİNİ 1.5 AYDA 15 BİN KİŞİ GÖRDÜ

 

15 yıllık yasal mücadele sonucu Türkiye’ye getirilen Elmalı Sikkeleri’ni, ekimden bu yana sergilendiği Antalya Müzesi’nde 15 bin kişi ziyaret etti. Antalya Müzesi Müdür Vekili Mustafa Demirel, “Yüzyılın Definesi” olarak adlandırılan sikkeleri özellikle Türk ziyaretçilerin merak ettiğini söyledi. Demirel, “Antalya’dan kaçırılan ve yıllar sonra topraklarına geri dönen sikkeler Fransız, İspanyol ve Rus turistlerin de büyük ilgisini çekiyor” dedi. Sikkeler, Antalya’nın Elmalı İlçesi'ne bağlı Bayındır Köyünde 1984 yılında define avcılarının kaçak kazısıyla ortaya çıkarılmıştı. Bin 900 gümüş sikkenin bir kısmının  dolaşıma girmediği, özgün şekillerini koruduğu anlaşılınca “Yüzyılın Definesi” olarak adlandırılmıştı. Kaçak kazıyı yapanlar, sikkeleri pazarlamak isteyenler tutuklanarak çeşitli cezalara çarptırıldı. Ancak ele geçirilemeyen define yurtdışına çıkarıldı. Türk Hükümeti yurtdışında başlattığı hukuk mücadelesi sonucunda bin 661 sikkenin 1999’da Türkiye’ye teslim edilmesini sağlamıştı. Türkiye’dekilerle birlikte toplamı bin 679’u bulan sikkeler, ekim ayından bu yana çıkarıldığı şehrin topraklarında sergileniyor.

Hürriyet Seyahat, Haber: Hüseyin Kanber, 21.12.2009

DAVUTOĞLU'NUN VAKFI TEKEL BİNALARINI YIKACAK





Kartal'da bulunan, Dragos tepesi eteklerindeki Tekel sigara fabrikasının binaları Davutoğlu'nun başkanlık yaptığı vakıf tarafından rant uğruna yıkılmak isteniyor.

 

Tekel’in 2003 yılında anonim şirkete dönüştürülerek parça parça satılmasından sonra, sahipsiz kalan araziler rantiyelerin saldırısına uğradı. Aralarında Tekel’in İstanbul Yaprak Tütün İşletme Müdürlük Binası’nın da yer aldığı 56 adet Müdürlüğün British American Tobacco firması’na satılmasının ardından işçilerin yaşama alanı olarak kullanılan Tekel'in Kartal Cevizli Kampüsü de rantiyelerin iştahını kabartmaya başladı.

 

Özelleştirme öncesinde hazırlanan plana göre kent parkına dönüştürülen yaklaşık 44 hektarlık Tekel arazisi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın türlü oyunlarıyla Bilim ve Sanat Vakfı’na satılmaya çalışılıyor. İstanbul 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 11 Kasım 1999 tarihli kararıyla Tekel arazisinin Dragos tepesi ile birlikte sit alanı ilan edilmesinin ardından 2003 yılının Ocak ayında hazırlanan koruma amaçlı planda 44 hektarlık alan dinlenme ve eğlence mekanlarının olduğu kent parkına dönüştürülecekti.

 

Ancak, 1974–1977 yılları arasında yürütülen kazı çalışmalarında külhan, sıcaklık ve soğukluk bölümleri ortaya çıkarılan erken Bizans dönemine ait hamam kalıntıları yanında antik dönem ait kanal ve Bryas harabelerinin bulunduğu tahmin edilen arazinin kent parkına dönüştürülme planlarına Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) itiraz etti. İtirazla yol alamayan kurum bu defa kendi planlarını yapmaya kalktı. Hazırladığı plana Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu izin vermeyince, kurum dava açarak planlama yetkisinin kendisinde olduğunu ileri sürdü. Mahkemenin arazinin satılacak olduğuna hükmetmesiyle Nisan 2005’te kent parkı öneren plan rafa kalkmış oldu.

 

Kasım 2008’de arazinin 30 hektarlık kısmının Tekel’in vergi borcuna karşılık Maliye Bakanlığı’na devredilmesini sağlayan Özelleştime İdaresi Başkanlığı arazinin satışına soyunarak, kullanım hakkını 49 yıllığına İstanbul Şehir Üniversitesi kampüsü olarak Bilim ve Sanat Vakfı’na vermek üzere harekete geçti. 2009 yılının Mayıs ayında Vakfa proje hazırlaması için ön izin veren Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nden sonra Tekel işçilerinin kullandığı modernist tarzdaki binaları yıkmak için yapılan plan öncesinde Kartal Belediyesi'ne bilgi verilmeden İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 15 Aralık'taki Meclis toplantısında gündeme alındı.


1986’da kurulan Bilim ve Sanat Vakfı’nın bir dönem başkanlığını Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yaptı. Ancak Erdoğan’ın danışmanlığını yapmaya başladıktan sonra görevinden ayrılıyor. Vakfın çıkarttığı yayınlar içinde en önemlisi Divan Dergisi. 6 ayda bir yayınlanan derginin bugüne kadar 26 sayısı çıkmış bulunuyor. Bilimsel olduğu iddia edilen derginin 1996’da çıkan ilk sayısının sunuş bölümü “Gayret bizden, tevfîk Allah'tandır” cümlesi ile bitiyor.

 

“İslam Düşünce Geleneğinin Temelleri, Oluşum Süreci ve Yeniden Yorumlanması” başlıklı ilk sayısının ilk yazısı ise Ahmet Davutoğlu’na ait. Davutoğlu yazısında islam düşünce geleneğinin kendine özgü bir paradigma olup olmadığını tartıştığını söylüyor, oysa yazı bunu varsayıyor.

Yazı, modernist düşüncenin 20.yy başında kazandığı itibardan sonra, yüzyılın sonunda bunalıma girdiğini, islamın ise alternatif olarak ortaya çıkabileceğini savunuyor. Bunun miladı olarak ise Amerikan’ın desteği ile harekete geçen gerici Afganların Sovyet modernizmine karşı savaşı gösteriliyor. Sonuç olarak yazı, modernizmin boşluğunu islamın doldurmasının ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Davutoğlu’nun dergide yazdığı her yazı ilk sırada veriliyor.


Mecidiyeköy’de Likör Fabrikası binası ve arsasını Nisan 2008’de Kiler Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı satın aldı. Fabrika binasını gölgede bırakacak bir alışveriş merkezi ve rezidans inşa edilmesi düşünülen arazi aynı zamanda Mecidiyeköy trafiğini de içinden çıkılmaz bir hale getirecek.

 

Beşiktaş’ta bulunan ve 1929 yılında Mimar Victor Adaman tarafından yapılmış olan Astro Tütün Deposu AKP’ye yakınlığı ile bilinen Tanrıverdi Holding’e satılır satılmaz yıkıldı. Erdoğan’ın İstanbul’a geldiğinde kullandığı Dolmabahçe Sarayı’nın yanında bulunan ve Başbakanlık Konutu karşısında kalan binanın yıkılması ile ilgili Holding ‘yıkmadan olmazdı’ açıklamasında bulundu.

Haber Sol, 20.12.2009

"NOEL BABA'NIN KEMİKLERİ İRLANDA'DA"





İngiliz Daily Mirror gazetesinin İrlandalı tarihçi Philip Lynch’in açıklamalarına dayanarak gündeme getirdiği, "Noel Baba’nın mezarının İrlanda’da olabileceği" iddiası, kaynağını tarih kayıtlarından değil, yüzyıllardır yaşatılan yerel halk inanışlarından alıyor.

Dünyanın Noel Baba olarak tanıdığı Aziz Nicholas’ın adını taşıyan kilise ve iddialara konu olan "mezar taşı", İrlanda’nın güneydoğusundaki Kilkenny bölgesinde, başkent Dublin’e 140 km mesafedeki Thomastown kasabası sınırları içinde yer alıyor.

Aynı bölgede bulunan devlet mülkiyetindeki ünlü Jerpoint Manastırı "ulusal anıt" kabul edilirken, Aziz Nicholas Kilisesinin bulunduğu ve eskiden Newtown olarak bilinen bölgeye kültürel miras kayıtları arasında henüz "özel" bir
yer verilmiyor.

Şahsa ait bir çiftlik arazisinde bulunan kilise kalıntılarını yakından görebilmek için toprak sahipleri Joe ve Maeve O’Connell’dan izin almak gerekiyor.

Altında Aziz Nicholas’ın kemiklerinin bulunduğuna inanılan 14’üncü yüzyıla ait taş, 13’üncü yüzyılda inşa edilmiş kilisenin bahçesindeki mezarlıkta bulunuyor. Yatık biçimde duran ve üzerine ağaç devrildiği için kırıldığı sanılan alçak rölyef, bir rahibi ve omuzlarının üzerindeki iki başı resmediyor.

Bu kabartmanın neyi temsil ettiğiyle ilgili olarak, İrlanda hükümetince kurulan Ulusal Miras Kurulunun, Çevre Bakanlığının da desteğiyle hazırlattığı 2007 tarihli koruma planında, Orta Çağ yapıları konusunda kapsamlı çalışmalara imza atmış tarihçilere atıfta bulunuluyor.

John Hunt, "Irish Medieval Figure Sculpture"da (1974), Aziz Nicholas Kilisesinin bahçesindeki taşın "büyük olasılıkla bölgede yaşamış bir rahibi" resmettiğini belirtirken, Brendan Smith, "Colonisation and Conquest in Medieval Ireland"da (1990), "İrlanda’nın batısındaki Galway ve Kuzey İrlanda’daki Carrickfergus’ta da Aziz Nicholas’a adanmış yapıların bulunduğunu, ancak Aziz Nicholas’ın bu topraklarla bağlantısına ilişkin kesin kanıtların olmadığını" ortaya koyuyor.

Çoğu tarihçinin paylaştığı, "Patara’da doğan Aziz Nicholas’ın, Myra’da (Demre) yaşayıp öldüğü ve burada kendisi için yapılan kilisede gömülü kalıntılarının bir kısmının Haçlı Seferleri sırasında tüccarlarca çalınarak İtalya’daki Bari’ye götürüldüğü" görüşü, koruma planında da yineleniyor.

Söz konusu plan çerçevesindeki çalışmaların, 150 yıldır bölgede yapılan ilk araştırma olduğu ve bu çabanın uzun yıllar yalnızca akademisyenlerin ilgilendiği Newtown bölgesinin önemini hatırlatmayı amaçladığı vurgulanıyor.

Aziz Nicholas’a ait olduğu sanılan geride kalmış bir kısım kemiğin bugün Antalya Müzesinde saklandığı biliniyor.

Aziz Nicholas Kilisesini ve bahçesindeki mezarlığı içine alan Belmore Çiftliği'nin sahibi Joe O’Connell, şimdilik fazla ziyaretçisi olmayan arazinin gelecek yıl turistlere açılacağını söylüyor.

Kilise bahçesindeki mezarlıkta, çiftliğin eski sahiplerinin ve İrlanda’daki büyük kıtlık sırasında ölenlerin gömülü olduğu bilgisini veren O’Connell, "Noel Baba’nın, kendi arazisinde yattığına inanıp inanmadığı" sorusuna gülümseyerek şöyle yanıt veriyor: "Aziz Nicholas’ın kemiklerinin buraya getirildiğini söylüyorlar, ama çocuklar bunu duymasa iyi olur, yoksa Noel’de kimi bekleyecekler?"

İrlanda hükümetinin yakın zamana kadar bölgeye ilgisiz kalması ve yerel tarihçi Lynch’in yeni yıl yaklaşırken gündeme getirdiği iddianın İrlanda basınında yankı bulmaması, Noel Baba’nın İrlanda bağlantısının ülkede genel kabul görmediğini de ortaya koyuyor.

Lynch’in, 14 Aralıkta Daily Mirror gazetesinde çıkan, "Aziz Nicholas’ın kemiklerinin, Fransız bir aile tarafından Bari’den İrlanda’ya getirildiği" yönündeki açıklaması, özellikle İrlandalılar için yeni bir bilgi içermiyor.

Tüm bunlara rağmen, "mezar taşındaki kişinin Noel Babayı, iki yanında yer alan kabartmalarınsa onun kemiklerini İrlanda’ya getiren kişileri temsil ettiğine" dair efsane, halk masallarıyla nesilden nesile aktarılmayı sürdürüyor.

Bu söylence, İrlandalı hikaye anlatıcısı Bill Watkins’in kaleme aldığı halk şiirinde şöyle dile geliyor:

"(...)
Yattığı yer Roma’da değil.
Kutsal emaneti ve kemikleri,
Ne Mısır’ın mavi göğünün altında saklı
Ne Konstantinopolis’te ne de Madrid’de...
Çocukların koruyucu azizinin
Lekelenmemiş kalıntıları ve tabutu
Yoncaların yeşerdiği ve güllerin çevrelediği
Mabedinde güvende...
Ey yolcu, arayışına son ver,
Çünkü Aziz Nicholas’ın mezarı
İrlanda’nın kutsal topraklarında bulundu,
Kilkenny;deki eski kilisede...
(...)"

Radikal, 20.12.2009

AKDAMAR KİLİSESİ İBADETE AÇILIYOR





Van’ın Gevaş İlçesi’nde Van Gölü’nde bulunan Akdamar Adası’yla aynı adı taşıyan tarihi Akdamar Kilisesi’nin ibadete açılacağı belirtildi. Van Valisi Münir Karaloğlu, “Kültür Bakanlığı ile gerekli yazışmalar yapıldı. Kilise 12 Eylül 2010 tarihinde ibadete açılabilecek” dedi.

Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalleşmesi için 10 Ekim’de imzalanan protokolle yapılan Ermeni açılımını destekleyen turizmciler, hükümetin Akdamar Kilisesi’ni de ibadete açması isteminde bulundu. Restore edildikten sonra ibadete açılıp açılmayacağı tartışılan tarihi Akdamar Adası’nda bulunan Ermenilere ait kilisenin önümüzdeki yıl eylül ayında ibadete açılacağı açıklandı. Van Valisi Münir Karaloğlu, Kilisenin ibadete açılması için Kültür Bakanlığı ile gerekli yazışmaların yapıldığını söyledi. Kilisenin ibadete açılmasının 12 Eylül 2010 tarihinde olabileceğini kaydeden Karaloğlu, Ermenileri de davet edeceklerini ve Vanlıya yakışır bir misafirperverlik yapacaklarını belirterek, şöyle konuştu.

 

“Akdamar Kilisesi’nin ibadete açılması ile ilgili resmi yazımızı bakanlığa yazdık. Kültür Bakanlığı Müsteşarıyla Ankara’da görüştüm. Yazıyı ilgili birim olan Müzeler Genel Müdürlüğü’ne gönderdiğimi söyledim. Kendisi de telefon açarak talimat verdi. İnşallah 12 Eylül’de bütün Ermeni vatandaşlarımızı Akdamar  Kilisesi’nde ibadete bekliyoruz.”

Van’ın dış turizm olarak en büyük potansiyelinin Ermenistan ve İran olduğunu belirten Vali Karaloğlu, Ermenistan ve İran’a gerekli açılımın yapılması halinde 1 milyon yabancı turist hedefine 2023’ten önce ulaşılabileceğini söyledi. Vali Karaloğlu, şöyle devam etti:

“İran pazarına yönelik bizim Kapıköy Sınır Kapısı’nı açmamız lazım. Şimdi İran’dan Van’a karayoluyla insanlar Urumiye’den 45 saate geliyor. Bunu kimse çekmek istemez. Ama ben Kapıköy Sınır Kapısı’nı açtığım zaman, İranlı'nın 1 saatte Van’da olma şansı var. İnsanlar günübirlik gelip Van’dan dönebilirler. Hafta sonu tatillerini burada geçirip dönebilirler. Ermenistan’la ilgili kapı açılsın diye hükümetimizin ciddi bir gayreti var. Ermenistan kapısının açılmasında en fazla istifade edecek illerin başında Van geliyor. Biz bunu biliyor ve görüyoruz.”.

Radikal, 20.12.2009


******


AKDAMAR KİLİSESİ İÇİN ÇEVRE DÜZENLEMESİ





Van’daki Akdamar Kilisesi’nin çevre düzenlemesine 150 bin lira harcanacak.

 

Vaspurakan Kralı 1’inci Gagik tarafından Van Gölü’ndeki aynı adı taşıyan adanın üzerine 915- 921 yılları arasında yaptırılan Akdamar Kilisesi, 2006’da 4 milyon liraya restore edilip, 29 Mart 2007’de anıt müze olarak açıldı. Kilisenin çevresindeki din adamlarına ait 34 oda ise projede bulunmadığı için restore edilmedi. Van Valisi Münir Karaloğlu, kilisenin 12 Eylül 2010’da ibadete açılabileceğini açıkladı. Bunun üzerine kilise çevresinde bulunan ve düzenlemesi yapılmayan bölümler için de harekete geçildi.

Hürriyet, Haber: Gülay Özek, 24.12.2009

İMAM GAZALİ'NİN MEZARI BULUNDU





İran Tarihî ve Kültürel Miraslar Kurumu, Horasan'daki Tus şehrine ait kalıntı ve belgeleri inceleyerek büyük İslam alimi İmam Gazali'nin mezarını tespit etti. Bölgede kazı çalışmaları başlatan yetkililer, kabri ortaya çıkardıktan sonra çevre düzenlemesini de yaparak türbeyi turizme kazandıracak. Şii lider İmam Rıza, şair Firdevsî ve Ömer Hayyam'ın da metfun bulunduğu Tus ve Meşhed her yıl 20 milyon turist ağırlıyor.

 

İslam düşünce tarihine 'Kimya-ı Saadet' ve 'İhya-ı Ulumiddin' gibi büyük eserler kazandıran İranlı alim İmamı Gazali'nin mezar yeri bulundu. Moğol istilasıyla yerle bir edilen Horasan eyaletindeki Tus şehrinin geçmişine ait kalıntı ve belgeleri inceleyen Tarihî ve Kültürel Miraslar Kurumu araştırmacıları, Gazali'nin mezar yeri olarak tespit ettikleri yerleşim dışı bir noktada kazı başlattı. Gazali ile ilgili Türkiye'deki uzman isimlerden İstanbul İl Müftüsü Mustafa Çağrıcı ise kabrin daha önceden bilindiğini söyledi.

 

İranlı turizm rehberi Hassan Ruzrak, İmam Gazali'nin mezar yerine ilişkin İran'da iki rivayet bulunduğunu belirterek bugüne kadar en güçlü ihtimalin bahçesindeki taş kitabede 'İmam Muhammed Gazali' yazan Haruniye Medresesi civarı olduğuna işaret etti. Ancak yapılan detaylı araştırmaların Gazali'nin mezar yeri olarak 'Tabira' adlı başka bir bölgeyi gösterdiğini belirten Ruzrak, "Halk zaten daha önce söz konusu bölgenin civarında bir yere, 'İmam Gazali'nin kabri diye dua etmeye geliyordu. Ancak nokta olarak tam belli değildi. Şimdi mezar bulundu ve kazı çalışması yapılıyor." dedi.

 

Büyük İslam düşünürü İmam Gazali'nin kabrinin bulunduğu bölgede işçiler, toprak altından çok sayıda tuğla parçası çıkardı. Yer altında kalan türbe alanını daire şeklinde kazan görevliler, açığa çıkarılan tuğla duvarların göçmemesi için bazı yerlerini betonla kapladı. İranlı yetkililer, Gazali'nin türbesini ortaya çıkardıktan sonra çevre düzenlemesini de yaparak inanç turizmine kazandırmayı hedefliyor.

 

Bu arada İmam Gazali ile ilgili Türkiye'deki uzman isimlerden İstanbul İl Müftüsü Mustafa Çağrıcı, mezar yerinin daha önceden bilindiğini ileri sürdü. İranlı yetkililerin bu mezarı bakımsız bıraktığını ifade eden Çağrıcı, Gazali ile Firdevsi'nin mezarlarının birbirine yakın olduğunu dile getirdi. Çağrıcı, "Firdevsi için muhteşem bir abide diktiler ama Gazali'nin mezarı bakımsız bırakılmıştı. Bu mezarın yeri çok eskiden biliniyordu ancak İran bu mezarla ilgilenmemişti." açıklamasında bulundu.

 

İslam düşüncesinin anlaşılmasına büyük katkı sağlayan İranlı ilahiyatçı, düşünür ve mutasavvıf İmam Gazali, bugün bir kısmı İran toprakları içinde kalan Horasan'ın Tus şehrinde 11. yüzyılda doğdu. 53 yıllık hayatında 'Kimya-ı Saadet' ve 'İhya-ı Ulumiddin' başta olmak üzere 500'ün üzerinde esere imza attı. Ehl-i sünnet alimi olan Gazali, ömrü boyunca ilimle uğraşıp delil niteliğinde eserler verdiği için 'Hüccetül İslam' diye adlandırıldı. Batı dillerinde ismi Algazel'dir. Künyesi Ebu Hamid, lakabı Huccetül-İslam ve Zeyneddin'dir. Gazali mahlası ile meşhurdur. Zamanındaki devlet adamlarından büyük övgüler alan Gazali, 1111 yılında vefat etti.

Zaman, Haber: Seyfettin Koçak, 20.12.2009

KADINLAR 2300 YIL ÖNCE SÜSLENİYORMUŞ

 

Torbalı’da 20 yıldır devam eden Metropolis kazılarının bu yılki çalışmasında, kadınların süslenme merakının yüzyıllar öncesine dayandığına ilişkin bulgular elde edildi.

 

Kazılara başlandığı günden bu yana ilk kez bozulmamış bir mezara ulaşan kazı ekibi, 25 yaşlarında genç bir kadına ait olduğu belirlenen iskelet buldu. İskeletin etrafında bulunan ve MÖ 150’li yıllara ait 30’dan fazla koku şişesi, takı, iskeletin baş ve ayak ucundaki bronz aynalar, kadınların yüzyıllar öncesinde de süslenmeye ne kadar önem verdiğini bir kez daha ortaya çıkardı.

 

Geçmişi tarih öncesi çağlara dayanan fakat planlı bir kent olarak günümüzden yaklaşık 2 bin 300 yıl önce kurulan Metropolis, varlığını Anadolu’daki ilk Türk Beyliklerine kadar sürdürdü. Kazılardan çıkarılan eser sayısı 9 bin 559’a ulaştı. Eserler Efes Müzesi’ne ve İzmir Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildi. Metropolis Kazıları Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek kazıların sadece onda iki ya da üçlük kısmında gerçekleştirildiğini, çalışmaların zaman alacağını söyledi.

Milliyet Ege, 20.12.2009

REMBRANDT'I, PICASSO TABLOSUNU DELEN KUMARHANECİ ALMIŞ

 

İngiltere’nin başkenti Londra’da geçen hafta 33.2 milyon dolara satılarak rekor kıran Rembrandt tablosunu, Amerikalı kumarhaneler kralı Steve Wynn’in satın aldığı ortaya çıktı.

 

Christie’s müzayede evinde gerçekleşen satışta Rembrandt’ın 1658 yılında yaptığı ‘Bir Adamın Portresi/Portrait of a Man’ adlı eseri rekor fiyatla satılmış, alıcının kimliği açıklanmamıştı. New York Times Gazetesi’nin önceki günkü haberine göre gizemli alıcı kumarhaneler kralı Steve Wynn. Wynn telefonla müzayedeye katılarak Rembrandt tablosunu rekor fiyata satın almış. Milyonlarca dolarlık bir koleksiyona sahip Wynn, daha önce bir Picasso tablosunda yanlışlıkla bir delik açmıştı.

Hürriyet, 20.12.2009

BURSA'NIN HELLENİSTİK TARİHİ ORTAYA ÇIKARILIYOR

 

Bursa merkez Osmangazi Belediyesi, Bursa kitaplığına Hisar bölgesinde yürütülen 9 yıllık bir çalışmayı sergileyen yeni bir eser daha kazandırdı.

 

Hisarkoloji adı verilen kitap, Bursa'nın antik dönemine ilişkin tarihini öne çıkarıyor. Osmangazi Belediye Başkanı Mustafa Dündar, araştırmayı yürüten Sanat Tarihçisi Emel Özkan ve Arkeolog Funda Ünal ile Ördekli Kültür Merkezi'nde basın toplantısı düzenledi.

 

Çalışma hakkında bilgi veren Dündar, Bursa'nın Osmanlı Devleti'nin başkenti olduğunu hatırlattı. Kentte el atılan her yerde harabe durumda eserlerle karşılaşıldığını belirten Dündar, bu eserlerin bir kısmının ayağa kaldırıldığını, bir kısmının ise yok olduğunu ifade etti.

 

Hisar bölgesinde 2000 yılından bu yana yürütülen çalışmalar kapsamında yok olan birçok tarihi eserin kalıntılarına ulaşıldığını vurgulayan Dündar, hazırlanan kitabın Bursa'nın bilinmeyen geçmişinin anlaşılmasına yardımcı olacağını kaydetti. Müze Uzmanı ve Arkeolog Funda Ünal ise Hisar bölgesindeki kalıntıların inşaatlar altında kaldığını belirterek, "Bursa, Osmanlı şehri olmasıyla öne çıkıyor. Ama yaptığımız çalışma, antik dönemi de ortaya çıkartıyor."diye konuştu.

Zaman, Haber: Adem Elitok, 19.12.2009

CHP, MAHKEMEYE GİDİYOR





CHP İl Başkanı Av. Ahmet Yılmaz, Gaziantep Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun, şehrimizin önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri olan Batalhöyük'ü tarihsel duyarlılıkla bağdaşmayan, keyfi uygulamalara ve müdahalelere açık hale getiren bir karara imza attığını belirterek, konuyu yargıya taşıyacağını belirtti.

 

Kentlerin kültürel ve doğal varlıklarını ve zenginliklerini korumakla görevli olması gereken yasal kurulların, AKP tarafından siyasallaştırıldığını öne süren Ahmet Yılmaz, "Bu yasal kurullar, AKP'li yerel yönetimlerin, rantçı proje ve politikalarının onay makamına dönüştürülmektedir. Bunun en çarpıcı örneği kentimizde yaşanmaktadır. Gaziantep Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanlığını, Gaziantepli olmayan, şehrimizin tarihi ve kültürel değerleriyle özdeşlik kurması düşünülemeyen, en nihayetinde özdeşlik kuramayan, Gaziosmanpaşa Belediyesinin AKP' li Meclis Üyesi Mergül Kotil yapmaktadır. Sözü geçen kurul, yaşanan siyalaşma ve kadrolaşmanın bir kanıtı olarak, şehrimizin önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri olan Battalhöyük'ü tarihsel duyarlılıkla bağdaşmayan, keyfi uygulamalara ve müdahalelere açık hale getiren bir karara imza atmıştır. 1.Derece Arkeolojik Sit Alanı olan Battalhöyük ile ilgili olarak alınan bu karar, tarihsel varlıkları ve kültürel değerlerimizi koruma noktasındaki nesnel kurallara, prensiplere ve ilkelere aykırı olmakla beraber, Adana Koruma Kurulunun daha önce almış olduğu Battalhöyük'teki mevcut fiili işgalin sonlandırılması kararını da yok saymaktadır. Söz konusu yer, Gaziantep'in simgesel değerlerinden biridir. Kentimiz ve kentlimizle özdeşleşmiş bir yerdir. Şehrimizin bütün tarihi değerleri gibi gözbebeğidir. Tarihsel değerlerimizi gelecek kuşaklara taşımaktan, onları korumak ve yaşatmaktan uzak bu anlayış ve kararı yargıya taşıyacağım" diye konuştu.

 

Kurulun kararı:

Şahinbey İlçesi Fidanlık Mahallesi'nde bulunan mülkiyeti Büyükşehir Belediyesine ait olan 145 pafta, 200 ada, 35-36-38-39-40 ve 41 nolu parsellerde yer alan 1. Derece Arkeolojik Sit Alanında kalan Battal Höyük'te, hem kazı yapılması hem de Arkeopark olarak düzenlenmesinin Gaziantep tarihi kent dokusu ve turizmine büyük katkı sağlayacağı görüşüyle, istekli bir Üniversitenin Arkeoloji Bölümünün katılımı ile Gaziantep Müzesi'nin başkanlığında 'Katılımlı Kazı' statüsünde kazıların yapılmasının, arkeolojik kazılardan sonra ortaya çıkacak olan mimari buluntuların yakın çevresiyle birlikte düzenlenmesiyle bir Arkeopark projesinin uygulanmasının tavsiyesine, daha önce Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararlarında belirtilen höyük üzerindeki izinsiz uygulamaların kaldırılmasının höyüğe ve kültür tabalarına zarar verebileceği için bahsedilen kazıların sonuçlarının beklenmesi gerektiğine, höyükte yapılacak her türlü müdahalenin 658 sayılı ilke kararı çerçevesinde yapılabileceğine karar verildi.

Gaziantep Güneş, 19.12.2009

MARMARAY'DA MALİYET GÜNCELLEŞTİRİLMESİ

 

Marmaray Projesi'nin Ocak 2006 tarihinde yapılan ihalesine ilişkin ''fiyatların güncellemesi ile projenin tamamlanması için uygun koşullarda temin edilenlerin kısa sürede sağlanarak yatırımın ekonomiye kazandırılması amacıyla'' hazırlanan kararname, Resmi Gazete'de yayımlanarak, yürürlüğe girdi
 

Bakanlar Kurulu'nun, yabancı para birimine dayalı sabit fiyat götürü bedelle ihalesi yapılan ''Gebze-Haydarpaşa, Sirkeci-Halkalı Banliyö Hatlarının İyileştirilmesi ve Demiryolu Boğaz Tüp Geçişi İnşaatı'' projesi kapsamında demiryolu boğaz tüp geçiş, tüneller ve istasyonlar işi ile yine bu kapsamda yabancı para birimine dayalı sabit teklif birim fiyatlarla ihalesi yapılmış olan yapım işlerine ait fiyat güncellemesine ilişkin kararname Resmi Gazete'de yayımlandı.

Kararnamede, Marmaray projesinin, mühendislik ve müşavirlik hizmetleri işinin ''arkeolojik kazılar ve tüneller üzerinde yer alan standart dışı yapılarla ilgili hukuki ve fiziki sorunlar'' nedeniyle geciktiği, inşaat ana girdi kalemlerinde ve işçilik maliyetlerinde müdebbir bir tacirin öngöremeyeceği artışlar yaşandığı ifade edildi.

Döviz kurunun Türk lirası karşısında dengeli olmaması sebebiyle yapılacak işlerde uygulanmak üzere fiyatların güncellemesinin hedeflendiği Kararname ile Marmara projesinin zaman kaybedilmeden tamamlanması için uygun koşullarda temin edilen kredilerin kısa sürede sağlanarak yatırımın ekonomiye kazandırılması amaçlanıyor.

Kararname ile hakedişten, işin bitimine kadar yapılacak işlerin ödeme kalemleri, hesaplanacak güncelleme katsayıları ile çarpılarak, teklifin verildiği tarihteki reel değerlerine getirilecek. Görevli taşeron marifetiyle ve ilgili idarelerin güncel birim fiyatları ile yaptırılacak işler güncelleme dışında kalacak. Güncellemeden doğan farklar, ihale bedeli, teminat, keşif artışı ve bunlarla ilgili sözleşme hükümlerini etkilemeyecek.

Sözleşmesine göre süresi bitmiş, süre uzatımı alınmadan cezalı çalışılması durumunda, cezalı çalışılan süre içinde fiyat güncellemesi ödenmeyecek ve işe ana sözleşme gereği ceza kesilerek devam edilecek.

Ntvmsnbc, 18.12.2009

DİNLENME VE İBADET ODALI TARİHİ KÖPRÜ

 

Havza İlçesi'nin Kayabaşı Köyü ile Vezirköprü İlçesi'nin Tekkekıran Köyü arasındaki İstavroz Çayı üzerinde bulunan, Doğu Romalılar döneminde yapıldığı, Selçuklular tarafından da onarıldığı bilinen köprü hala kullanılıyor. 15 metre yüksekliğinde, 40 metre uzunluğundaki tarihi köprünün 3 kemerli olarak inşa edilen ayaklarında, dinlenme ve ibaret amacıyla yapıldığı bildirilen odalar bugün aynı amaçla kullanılmasa bile benzerlerinde pek rastlanmaması nedeniyle köprüye farklı bir değer katıyor.

Kısa süre önce Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihi Eser Köprüler Şube Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen restorasyonla zarar görmemesi için girişi kapatılan mekanlar ancak dışarıdan gözlemlenebiliyor.

Karayolları 7. Bölge Müdürlüğü Köprü Başmühendisi Hakkı Keleşoğlu, restorasyonla ilgili hazırlanan projede dinlenme odası görülmediğini, proje çalışmaları sırasında fark edildiğini belirterek, ''Köprü çok eski olduğu için yıkılma tehlikesi ve göçebilir endişesi ile giriş kısmı kapatıldı. Sadece dışarıdan görülebilecek şekilde uygulama yapıldı. Çünkü yukarıdaki girişte, 'tahrip edilebilir, kaçak define arayıcıları zara verebilir' diye böyle bir uygulama yapıldı. Değer odaların girişleri ise çeşitli dönemlerde kapatılmış'' dedi.

Yöredeki yerleşim yerlerinden Kayabaşı Köyü'nün Muhtar Vekili Erdal Erol da Kurt Köprüsü'nün özelliği nedeniyle çok sayıda ziyaretçinin geldiğini söyledi.

Köprünün, restorasyonun tamamlanmasının ardından yeniden kullanılmaya başlandığını belirten Erol, köprü ayaklarındaki odaların geçmiş zamanlarda dinlenme ve ibadet amacıyla kullanıldığının hala anlatıldığını belirterek, ''Eski dönemlerde buralara yolu düşenler köprüden geçerken bu odalarda dinlenir, ibadet ederlermiş, ama artık sadece merak edenlerin gezdiği mekanlar oldular'' diye konuştu.

Samsun Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ise, Kurt Köprüsü'nün 13. yüzyılda Roma döneminde sıkça görülen mimari ve bu dönemde kullanılan üç sıra tuğlalı örgü sistemi ile yapıldığını, köprünün ayakları içinde küçük odaların bulunduğunu bunun da köprüye ayrı bir özellik kattığını ifade etti. Yetkililer, köprünün Selçuklular zamanında ve sonraki dönemlerde de onarım gördüğünü kaydetti.

Ntvmsnbc, 18.12.2009

İNSANLAR 105 BİN YIL ÖNCE DE UN ÜRETİYORMUŞ

 

Kanada ve Mozambikli bilim adamları, insanların 105 bin yıl önce de tahıldan un ürettiğini ortaya çıkarttı.

 

"Science" adlı dergiye açıklamalarda bulunan Calgary Üniversitesi araştırmacılarından Julio Mercader, Mozambik’teki bir mağarada, on binlerce yıl eski olan ve tahılın öğütülmesinde kullanılan aletler bulduklarını söyledi.

İnsanların on binlerce yıl önce yerleşik olmadığına ve avcı olarak yaşadığına işaret eden Mercader, bugüne kadar avcı olarak yaşayan insanların sadece et ve meyve yiyerek yaşadığının tahmin edildiğini, ancak son bulguların bu insanların tahıldan un yapmış olduğunu da ortaya koyduğunu kaydetti.

Haberi veren Alman "Die Welt" gazetesinin internet sayfasında, bugüne kadar insanların yaklaşık 12 bin yıl önce yerleşik olarak yaşamaya başladıktan sonra un ürettiğinin tahmin edildiği bildirildi.

Radikal, 18.12.2009

BİLİM HEYETİ OLUŞTURULACAK

 

Anadolu'nun en eski camilerinden Ulu Cami 2010 yılında Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyona alınacak. Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürü Yakup Aktürk, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün son 6-7 yıl içinde Türkiye çapında 3 bin 833 eserin restorasyonunu yaptığını ve bu kapsamda büyük bir yatırımı gerçekleştirdiğini söyledi.

Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak 4 mezhebe hizmet etmiş ve onarıma ihtiyacı olan Ulu Cami'nin restorasyonu için 1 Ocakta ihaleye çıkılacağını ifade eden Aktürk, onarım çalışmalarına cami yakınındaki Zinciriye ve Mesudiye Medreseleri'nin de dahil edileceğini ve caminin önündeki yer altı çarşısının da kamulaştırılacağını kaydetti.
        
Aktürk, söz konusu çalışmanın Diyarbakır ve Türkiye için büyük bir değer olan Ulu Cami'nin geleceğe aktarmak için atılacak en büyük adımlardan biri olduğunu belirterek, binanın zemin etüdünden itibaren güçlendirilmesinin yanında temizlik, tarihi yapısı ile doğramalarının korunmasının da büyük önem taşıdığını söyledi.
        
Restorasyonun alt yapısını tamamladıklarını, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan da onay aldıklarını dile getiren Aktürk, şöyle konuştu:
        
''2010 yılında onarıma başlayacağız. Tarihi kaynaklara göre, binanın ilk yapılışında Ulu Cami'ye alttan yukarıya merdivenle çıkılıyordu. Daha sonra zaman içerisinde dolgu yapılarak şimdi üstten aşağıya merdivenle camiye iniyoruz. Caminin önünde böyle bir yer altı çarşının kalması camiyi adeta esir almış. Biz burayı kamulaştırıp cami alanına katmayı düşüyoruz. Çarşıyı caminin avlusu olarak düşünüyoruz. Belediye ile yaptığımız görüşmede, kendi özel mülkiyetindeki gayri menkulleri bize bedelsiz vereceklerini ifade ettiler. Söz konusu olan 3-4 dönümlük bir alandır. Tarihi Ulu Cami'nin hemen karşısında Hasanpaşa Hanı var. Alanın külliye olduğu düşünülüyor. Zamanında imarda yapılan değişiklikle belediye orasını yer altı çarsı olarak kullanmış. Camideki bütün mekanları, kütüphane, Zinciriye ve Mesudiye medreseleri komple bir külliye halinde restorasyona alacağız. Restorasyonu 3 yıl içinde tamamlamayı hedefliyoruz.''

İslam dünyasının 5. Haremüşşerifi olarak tanımlanan Ulu Cami'nin dünyaca ünlü bir eser olduğunu anlatan Aktürk, daha önce basit onarımların yapıldığını, ancak ilk kez kapsamlı bir restorasyon yapılacağını belirtti. Aktürk, restorasyonda özel malzemelerin kullanılacağını, yapının özgün yapısını değiştirmeden yağmur gibi çevresel faktörlerden korumak için özel malzemelerin kullanılacağını ifade ederek, şunları söyledi:
        
''Zemin etüt çalışması sırasında yer altında 7-8 metre aşağıda su sarnıçları tespit ettik. Bakım çalışması esnasında bunları da dikkate alacağız. Ortadoğu Teknik, İstanbul Teknik, Marmara ve Dicle üniversitelerinden bilim heyeti oluşturup restorasyonları onların eşliğinde tamamlayacağız.''

Ulu Cami
Sur İlçesi'nde MS 639 yılında Roma tapınağına kurulduğu düşünülen bir kilisenin üzerine inşa edilen Diyarbakır Ulucami, Roma döneminden kalan devşirme taş malzemelerin kullanımı ile Selçuklu, Artuklu, İnaloğulları ve Osmanlı dönemindeki eklemelerle pek çok dönem ve kültürün özelliklerini yansıtıyor.       

Selçuklu geleneğini yansıtan Anadolu'daki en erken ve en anıtsal cami olarak nitelendirilen caminin planı ve mimari açısından Şam'daki Emeviye Camii ile benzerlik gösteriyor. Avlusu, avlu etrafındaki müştemilatı, maksureleri, medreseleri ve kıble yönündeki haremiyle hem Artuklu geleneğini devam ettiren bir yapı, hem kare kesitli minaresiyle ve anıtsal yapı oluşu nedeniyle Diyarbakır Ulu Cami'nin İslam'ın Beşinci Harem-i Şerif'i olarak da nitelendiriliyor.
        
Ayrıca camide ünlü bilgin El Cezeri'nin yaptığı güneş saati bulunuyor.

Ntvmsnbc, 18.12.2009

Klaros
...1954




13 - 19 Aralık 2009

HAYDARPAŞA PROJESİ'NİN ONAYI TAMAM

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile TCDD arasında 2007'de imzalanan protokolle hazırlıklarına başlanan Haydarpaşa Gar ve Liman Dönüşüm Projesi'nin plan tadilatı için Büyükşehir meclisinden onay çıktı. Bölgenin, Haydarpaşa garı ve çevresinde bulunan tarihi yapıların vizyonuna uygun turizm ve ticaret merkezi olarak hizmet vermesi amaçlanıyor. Proje kapsamında inşaatın yapılacağı alanda, yapılar 6 kattan fazla olmayacak. Dönüşüm çerçevesinde, Haydarpaşa Garı hem tren istasyonu, hem otel olarak kullanılacak. Harem Otogarı, fuar ve festival alanı, Toprak Mahsulleri Ofisi'nin siloları da kültür ve sanat merkezi olacak.

Sabah, 19.12.2009

MICHELANGELO HEYKELİ SAHTE Mİ?





İtalyan hükümetinin Michelangelo’ya ait 2.9 milyon sterlin ödediği “çarmıha gerilmiş İsa” figürünün sahte olduğuna ilişkin bir soruşturma açıldı.

 

Ahşaptan oyularak yapılmış bu sanat eseri, bir yıl önce, Torino’dan, eserin orjinal olduğunu ve Floransa’dan bir aileden miras kaldığını iddia eden bir satıcıdan alınmıştı.

Esere önce 13 milyon sterlin isteyen satıcı en sonunda 3 milyon sterlinin altında satmaya ikna oldu. Roma’da sanat dolandırıcılığı üzerinde uzman savcılar bu hafta bu satışa ilişkin bir soruşturma başlattılar.

 

Geçtiğimiz yıl, bu figürün satın alınması büyük bir şölene dönüşmüş ve Papa 16. Benedict’e sunulmuştu. İtalyan parlamentosunda sergilenen eser daha sonra ülke çapında binlerce sanatseverin ziyaret ettiği sergilerin en önemli parçası olarak sergilendi. Ayrıca hala Washington’da National Galeri’ye  Başkan Barack Obama’yı onurlandırmak adına gönderilmesine ilişkin de planlar yapılmakta.

 

Getitrdiği sansassyon bir yana, bazı sanat eksperleri tarafından İsa figürünün Michelangelo tarafından yapılmadığına dair görüşler ortaya çıktı. Francesco Caglioti, Tomaso Montanari ve Margrit Lisner gibi uzmanlar figürün bir Michelangelo çalışması olmadığı konusunda hemfikir olduklarını açıkladılar. Ayrıca Vatikan Müzeleri’nin yöneticisi Antonio Paolucci, heykelin Michelangelo tarafından yapıldığının bir garantisi olmadığını dile getirdi. Konuya ilişkin soruşturma devam ediyor.

Hürriyet, 19.12.2009

OKULLAR SATILMAYACAK

 

İstanbul Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız, tarihi nitelikteki okulların arazilerinin satışı ile ilgili çıkan tartışmalara son noktayı koydu. Yıldız, bazı basın organlarında okul arazilerinin satışı hakkında çıkan haberlerle ilgili olarak açıklama yaptı. Yıldız, Milli Eğitim Bakanlığı'nın daha önce tarihi niteliği olan ve öğrencisi bulunmayan okulların satışı ile ilgili bir çalışma başlattığını anımsatarak, ''Biz bu satış kavramını açıkçası çok doğru bulmuyoruz. Çünkü bunların satışı ile ilgili değil, bu kamu kaynaklarının daha verimli, daha rasyonel kullanılması ve değerlendirilmesine ilişkin bir planlama var. Konu bunun sonucunda gündeme geldi'' dedi.

Muammer Yıldız, haberde ''22 okulun satışının yapılacağından'' bahsedildiğini aktararak, şöyle devam etti:

''Bu okulların değişik özellikleri var. Bunlar arasında tarihi nitelikteki okullar ile iş yeri ve ticaret merkezi gibi alanlar arasında kalmış ve öğrencisini bulunduğu çevreden değil, başka yerlerden alan okullarımız var. Bunun dışında 'kıymetli' diyebileceğimiz arsalarımız olabiliyor. Daha önce Sayın Valimiz Muammer Güler önderliğinde uygulama örnekleri var. Mesela bir okul yapılabilecek arsa vererek yerine 13 okul yaptırdığımız yerler var.''

Yapılan çalışmanın satış olarak değerlendirilmemesi gerektiğinin altını çizen Yıldız, şunları kaydetti:

''Tarihi nitelikteki okullarımızın satışları asla söz konusu değildir. Bu, salt bir satış gibi, yani kamuya bir bütçe sağlamak gibi algılanırsa çok yanlış olur. Bizim için bunların rakamsal değerinin bir karşılığı yoktur. Biz zaten onunla ilgilenmiyoruz. 160'a yakın tarihi eser niteliği olan okulumuz var. Bunların bir kısmı yıkılıyor veya kullanılmıyor. Biz bunları yeniden onarıp, restorasyonlarını yaptırıp hayatiyetlerini kazandırıyoruz. Okulsa okul, öğretmeneviyse öğretmenevi veya özel sektöre yap-işlet-devret modeliyle bir uygulama olabilir, ama satışları söz konusu değildir.''

Milli Eğitim Müdürü Yıldız, iş yeri ve ticaret merkezi gibi alanlar arasında kalan ve öğrencisi olmayan okullar da bulunduğunu anlatarak, ''Onların değerlendirilmesini de biz satış olarak görmüyoruz. Kamu kaynaklarının en iyi şekilde değerlendirilmesi konusunda bir çalışma yapıyoruz. Eğer olacaksa da bu okullarımızı yine okullarla takas yoluyla olabilir'' diye konuştu.

Ntvmsnbc, 18.12.2009




Antalya’nın turistik merkezlerinden Demre’nin Belediye Başkanı Süleyman Topçu, Noel Baba Kilisesi ve Müzesi’nin de bulunduğu ilçeye her yıl 500 bin turist gelmesine rağmen hiçbir katkı sağlamadıklarını ileri sürdü. Topçu, “Ben onların b..unu, pisliğini temizlemeye hevesli değilim. Bu şekilde gelmesinler” dedi.

 

“Turizm cenneti bir Demre” sloganıyla iki dönemdir seçilen Demre Belediye Başkanı Süleyman Topçu, gelen turistlerin ilçeye katkıları olmadığını iddia ederek, “Para bırakmıyorlar. Ben onların b..k..nu, pisliğini temizlemeye  hevesli değilim. Bu şekilde gelmesinler, istemiyoruz” dedi. İlçede 6 yıldır belediye başkanlığı yapan Demokrat Partili (DP) Topçu, turizmden asıl geliri tur organizasyonu yapan firmaların kazandığını, tur ile Demre’ye gelen turistlerin, ilçe esnafına hiç bir katkısının olmadığını savundu. Topçu, “Noel Baba Kilisesi ile Myra Antik Kenti’ni yılda yaklaşık
500 bin turist ziyaret ediyor. Buraya geliyorlar, müzeyi gezip çekip gidiyorlar. 3 liraya yemek yiyorlar. Esnafımız zararına çalışıyor. İlçeye hiçbir katkıları yok. Gelip gidiyorlar, bize pisliklerini temizlemek kalıyor” diye konuştu.

İlçenin Kale olan adının, turizmin gelişmesi için yıllar önce Demre olarak değiştirildiğini vurgulayan Topçu, ancak ilçenin yıllardır turizmden hiçbir fayda görmediğini savundu. Turizm firmalarının da ilçeye katkı sağlamadığını ileri süren Topçu, “Turizm bizi memnun etmiyor. Belediyeye yarayan hiçbir yanı yok. Turizmciler ‘hep bana hep bana’ diyor. Büyük otellerin hiçbirisi bu ilçeye bir çivi çakmadı. Biz buraya tur satılması taraftarı değiliz. Hatta firmalar, 2010 turlarından ilçemizi çıkarsınlar” dedi.

Aynı sözleri turizmcilere de söylediğini anlatan Topçu şöyle devam etti: “Rehberler Odası Başkanı Osman Özbuldu’yla görüştüm. ‘Turistleri ilçeye sokmayacaksanız getirmeyin. Ben onların çöpünü temizlemeye hevesli değilim’ dedim. Bunlar için para da harcayamam. Yılda 500 bin turist geliyor. Hepsi birer euro verse 1 milyon TL yapar. O parayla caddeleri yaparsın, her türlü hizmeti yaparsın. Eğer benim ilçeme katkıları olmayacaksa bırakın hizmet vermeyi, gerekirse kilisenin yolunu dahi kapatırım.”

Habertürk, Haber: Soner Özcan, 18.12.2009

KÜLTÜR LİSTESİNDEKİ VARLIKLAR DEV PANOLARLA TANITILACAK

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı yeni bir tanıtım atağına geçti. UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'ndeki Türk kültür varlıklarının bilinmediği gerçeğinden hareket eden bakanlık, Türkiye'nin doğal ve kültürel güzelliklerini anlatan dev panolar ve bilgilendirici tabelalar hazırladı.

 

İstanbul Tarihi Yarımada, Divriği Ulucami, Kapadokya, Hattuşa, Nemrut, Xanthos, Pamukkale, Safranbolu ve Truva için düzenlenen panolar varlıkların bulunduğu illerin güzergahına yerleştirilecek. Tabelalarda, "Bu yol Dünya Miras Listesi'ndeki Divriği Ulucamii'ne gider" gibi ifadeler yer alacak. Panolarda ise UNESCO Dünya Miras Listesi'nde veya aday listesinde bulunan esere nasıl ulaşılacağı, ne kadar mesafe kaldığı bilgisi verilecek.

 

Miras listesinde Türkiye'nin 9, yedek listede ise 23 varlığı bulunuyor. Bakanlık, oluşturulacak pano ve tabelalar için yaklaşık 700 milyon bütçe ayırdı. Panoların hazırlanması için de 22 Aralık'ta ihaleye çıkıyor. İhaleyi kazanan firma, 47 adet pano ve tabela hazırlayarak ilgili eserlerin önlerine ve yol güzergahlarına yerleştirecek.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 18.12.2009

DÜNYANIN EN BÜYÜK SANAT ESERİ

 

Amerikalı bir sanatçı, Nevada Çölü'nde çizdiği 1000'den fazla çizgiyle, dünyanın en büyük kişisel sanat eserini yarattı.

 

Jim Denevan adlı sanatçının üç meslektaşıyla 15 gün çalışarak ortaya çıkardığı 5 kilometre genişliğindeki çalışma, 12 bin metre yükseklikten rahatlıkla görülebiliyor. Amerikalı sanatçının bir kamyonun arkasına bağladığı 2 metre genişliğindeki demir çiti sürükleyerek oluşturduğu çizgilerin doğru olması için ekip GPS teknolojisinden faydalandı.

Radikal, 18.12.2009

ANA TANRIÇA KENTİNDE GENÇ BİR KADIN MEZARI

 

Ana Tanrıça Kenti olarak anılan Metropolis’le ilgili İzmir Torbalı’da yapılan kazı çalışmalarında MÖ 150 yılına ait bir mezarda 25 yaşlarında genç bir kadın iskeleti bulundu. Çalışmalar, Metropolis’in büyük bir yerleşim olduğunu da gösteriyor.
 

İzmir’in Torbalı İlçesi’nde, 20 yıldır süren Metropolis kazılarında, MÖ 150 yılına ait, içinde 25 yaşlarında genç bir kadına ait olduğu belirlenen iskelet ile etrafında MÖ 150’li yıllara ait 30’dan fazla koku şişesi, takı, iskeletin baş ve ayak ucunda bronz aynalar bulunan bir mezar ortaya çıkarıldı. Metropolis Kazıları Başkanı Yrd. Doç.Dr. Serdar Aybek, geçmişi, tarih öncesi çağlara dayanan, fakat planlı bir kent olarak günümüzden yaklaşık 2 bin 300 yıl önce kurulan Metropolis’in, varlığını Anadolu’daki ilk Türk beyliklerine kadar sürdürdüğünü belirtti. Metropolis, “Ana Tanrıça Kenti” anlamına geliyor.


Aybek şöyle devam etti:

“Sondajımız çok olumlu sonuçlandı ve Palesta dediğimiz yapı ortaya çıkmaya başladı. Palesta denen yer genel olarak Roma döneminde, Roma hamamının devamında yer alan, sportif faaliyetlerin gerçekleştirildiği alan olarak kabul ediliyor. Biz bu genişlikte bir yapıya ulaşınca, burada yoğunlaştık. Metropolis’in ölçeğini değiştirecek bir alan kazandırdığımızı düşünüyoruz. Çünkü Metropolis’in daha küçük ölçekli bir taşra kenti olarak anıldığını biliyoruz. Metropolis, bu çalışmalarla, bu yapıyla birlikte umulandan çok daha büyük bir kent kimliğine kavuşacak.”

Hürriyet, 18.12.2009

TARİHİ ESERLER İÇİN 3 TRİLYON 510 MİLYAR LİRA

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Hasankeyf'te bulunan tarihi yapıların acil onarımı kapsamında proje ve onarım ödeneği tahsis edilerek paralar İl Özel İdaresi hesabına aktarıldı. Alınan bilgiye göre Bakanlık, bir an önce ihalenin açılarak çalışmalara başlatılması talimatını verdi.

Zeynel bey türbesi, Orta Kapı, Yukarı Kapı, Ulu Cami, Süleyman Han camii, Koç Camii, Kızlar camii, El-Rızk Camii, Artuklu hamamı, Yamaç Külliyesi, Küçük Saray, Kazı alanı ve çevresinin acil önlem ve takviye projelerinin uygulanmasını isteyen Bakanlık proje için 1.060.000 Tl. ödenek ayırdı. Aynı yerlerin onarımı için de 2.450.000 TL. para tahsis eden Bakanlık ihalenin yapılmasıyla birlikte çalışmalara başlanmasını istedi.

 

Buna göre, proje hazırlayacak olan müteahhit firmalar öncelikle bu çalışmayı yapacak, projenin gerçekleşmesinden sonra da yeni bir ihaleye çıkılarak yıkılmak üzere olan tarihi yerler onarılmaya başlanacak...

Batman Haber, 17.12.2009

ANADOLU'NUN 'AĞRI DAĞI' AÇILIMI





Türkiye’ye dayatılan “etnik” ayrımcılığı şaşkınlıkla izleyen “Anadolu” eğer dile gelebilseydi derdi ki: “Nuh’un Gemisi’nden bile ders almıyorsunuz… Etnik farklılıklar bir yana, tüm hayvan türlerinin her ırktan insanla birlikte yaşamı yeniden başlattıkları Ağrı Dağı’nın ülkesinde, efsanevi tarihinize bu denli yabancılaşmayın...”

Nitekim o gemideki yolcuların kuşaktan kuşağa torunları değiller midir her kültürden “komşuluk”lar, “hemşerilik”ler, hatta “akrabalık”larla yaşamı anlamlı kılan; dillerine, dinlerine, soylarına bakmadan el ele halaylar çeken, diz dize aşık olan, her koşuldaki yoldaşlar?.. Bu nedenle Ağrı Dağı, çağlar boyu her inançtan sevgi ve saygı nağmeleri dizilen ortak yaşanmışlıkların en yüce tanığı oldu. “Cumhuriyet Devrimi”nin ozanı Ahmet Muhip Dıranas da şöyle kutsamıştı.

“Vardım eteğinde secdeye kapandım / Koşup bir koluna sımsıkı abandım / Karlı başın yüce dedikleyin yüce / Sükun içindeki heybetin gönlümce / Devce yapında ilk rahatlığı duydum...”

Doğubeyazıt Buluşmaları
Yıllarını Doğu Anadolu uygarlıklarına adayan Prof.Dr. Oktay Belli’nin önderlik ettiği “Uluslararası Ağrı Dağı ve Nuh’un Gemisi Sempozyumları”ndan ilki 7-11 Eylül 2005’te Doğubeyazıt’ta yapılmıştı. Bunun kararı ise 2003’te “Güneşin Doğduğu Yer: Doğubeyazıt Tarih, Kültür ve Sanat Sempozyumu”nda alınmıştı.

2005 buluşmasının kitabını yazarken “Dünyayı Kucaklayan Dağ” demiştim. (Cumhuriyet-22 Mayıs 2008) Tüm kültürlerin ve “umut”ların ortak söylencelerini yaratan bir dağın ülkesinde, ırkçılığı besleyen sömürgeciler bir yana, kimi “aydın”ların bile demokrasi adına “ayrışma”yı körüklemeleri akıl alır gibi değildi...

2008 Ekimi’ndeki 2. sempozyumun kitabı da Anadolu sevdalılarına armağan edildi. Aklın ve bilimin sayfalarında gezinirken bu kez de şunu düşündüm: “Böylesi özlü değerlendirmeleri halkla paylaşmak yerine, tarihsel gerçekleri inkar eden söylemlerle Anadolu insanına geçmişini unutturmaya çalışmak eğer cehalet değilse, çağlar boyu benzeri görülmemiş bir ihanet olsa gerek...”

Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi ve Mimarlar Odası Van Şubesi’nin katkılarıyla sempozyuma ev sahipliği yapan Ağrı Valisi Mehmet Çetin, kitabın önsözünde özetle diyor ki: “Musevi, Hıristiyan, İslam ve diğer inançlardaki kutsal Ağrı Dağı’nın asırlar boyu ilham verdiği tüm duygu ve düşünceler, bugün de kültürel önceliklerimizin kaynağı olmalıdır...”

2005’teki sempozyumda “Doğubeyazıt’ta Hz. Nuh’un Müzesi açılmalı ve yerel el sanatları, dokumalar, Ağrı Dağı resimli sikkeler, gravürler, minyatürler, tablolar, kitaplar sergilenmelidir” dediğini de anımsatan Belli, 2008’in kitabını sunarken şöyle yakınıyor:

“Biz bunları söylediğimizde, Hong-Kong’da Nuh’un Gemisi Müzesi henüz inşa edilmemişti. 2008’de açıldı ve milyonlarca insan ziyaret ediyor. En büyük dileğimiz, aynı zamanda oteli, hayvanat bahçesi ve kültür salonları da bulunacak müzenin Doğubeyazıt’ta da kurulması...”

Evet... Dünyanın öbür ucunda bile “müze”si açılan evrensel değerimizin kıymetini bilmek ve ondan esinlenmek, geleceğimizi en sağlam temeller üzerinde güvenceye almanın da önkoşulu değil midir?

 

Hem ‘gelin’, hem ‘Ana’…
İranlılar Ağrı Dağı’na “Kuh-i Nuh” (Nuh’un Dağı) derler; Ermeniler “Yüksek Dağ” anlamındaki “Masis” adını vermişler… Arapçada “Cebelü’l-Haris”tir; Türkler de bin yıl önce Yakut Dili’nde “Kocaman” ya da “Tanrı” anlamına gelen “Ağr Dağ” olarak adlandırmışlar. Bu yüce dağ sadece Anadolu’da değil, Avrupa, Gürcistan, Rusya, Ermenistan, Nahçıvan, Azerbaycan, İran ve Uzakdoğu’da da milyarlarca insanı kendine bağlamış… Günümüzde bile yöre halkının “Yüzünü Ağrı’ya dön” diyerek yemin etmesi dünyada başka hangi dağa nasip olmuştur?

Zirvesi hep karlı ve bulutlu olduğundan halk edebiyatında “gelin”e benzetilir. Bir Doğu Anadolu türküsünde;

“Bütün dağların pirisin / Süslü bir gelin gibisin / Sinen cennet durağıdır / Kurdun kuşun yuvasıdır...” denirken; ozan Atilla Atsay’ın şiiri de şöyledir: “Dağların sultanı Ağrı Dağı / Erimez karın durursun bembeyaz / Görünürsün yeni gelin gibi hep naz..”

İşte bu duygularla, yeryüzünde belki de sadece Ağrı Dağı için şenlikler düzenleniyor. Kuzey eteklerinde, MÖ 7. yy’dan “Urartu”ların armağanı olan kale, kent ve göletlerin yer aldığı Korhan Yaylası’nda, Anadolu, Kafkasya, Orta Asya ve Balkan ülkelerinden gelen binlerce insanı bir anne şefkatiyle bağrına basıyor...

Aynı heyecanın ürünü sempozyumun 2. kitabı da aynı coğrafyada tırmandırılan ayrımcılığa karşı “geçmiş”ten doyasıya beslenmenin hem öğretici, hem de yol gösterici bir “aydınlanma belgeseli”...

Anadolu’nun “Ağrı Dağı açılımı”…

Emek verenler, katkı koyanlar sağ olsunlar…

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 17.12.2009

HALİÇ'E BOYNUZLU KÖPRÜ: TOPBAŞ, MİMAR SİNAN'A KARŞI





İstanbul Büyükşehir Belediyesi, tasarımını belediye başkanı Kadir Topbaş'ın yaptığı Haliç Metro Köprüsü'nün inşaatını başlatırken Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi Başkanı Erhan Demirdizen bunun yasadışı olduğunu söyledi. Köprü, Şişhane'den gelen ve Sülaymaniye'ye devam edecek metronun Haliç'i geçişi için yapılıyor.

Demirdizen, inşaat için Koruma Kurulu onayı gerektiğini, fakat koruma amaçlı imar planı ya da bu planın yokluğunda geçerli olabilecek geçici yapılanma ilke kararlarının mahkemece iptal edildiğini, dolayısıyla kurulun inceleyip karar verebileceği yasal zeminin şu an bulunmadığını belirtti.

Koruma Kurulu'nun 2005 yılında, köprüyle ilgili değil ama güzergahı ile ilgili bir koruma kurulu kararı olduğuna değinen Demirdizen. köprü ayaklarının nereye saplanacağı ve nasıl bir formda olacağına dair ne Beyoğlu'na bakan Koruma Kurulu'nun ne de Tarihi Yarımada'ya bakan Koruma Kurulu'nun her hangi bir kararının olmadığını belirtti.

Demirdizen'e göre konu iptal için Koruma Kurulu'na geldiğinde belediye uygulamaya geçtiklerini söyleyerek durumu oldu bittiye getirmeye çalışacak. Köprünün Tarihi Yarımada'daki ayağı sur içinde Süleymaniye'de yer alırken Beyoğlu'ndaki kısmı ise Şişhane'deki yerleşim ile Galata Surlarını tehdit ediyor.

Haliç Metro Köprüsü, İstanbul Metrosu'nun ikinci bölümünü oluşturan Taksim-Yenikapı hattı ile Maslak ve Yenikapı'yı birbirine bağlayacak. Köprünün konsept tasarımını İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, uygulama tasarımını ise mimar Hakan Kıran yaptı.

2005'te ihaleye çıkarılan köprü tasarımına ilişkin kamuoyunda tartışmalar yaşanmıştı. Tartışmalar Haliç Metro Köprüsü üzerine yapılacak olan direklerin Süleymaniye siluetine zarar verip vermeyeceği yönünde olmuştu. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) İstanbul 2009 raporunda bu köprünün Dünya Mirası listesinde yer alan Süleymaniye'nin silüetine zarar vereceğini söyledi.

Örgüt, kulesiz düz bir köprü projesinin düşünülmesini önerdi; aksi halde bölgenin Tehlike Altındaki Dünya Mirası listesine alınmasının olası olduğunu ekledi.

Portekiz'den imla ettirilen platform ve çelik boru kazıklar, Normed isimli gemiyle Haliç'e geldi. Çalışmayı İtalyan inşaat firması Astaldi ve Türk ortağı Gülermak yürütecek.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2005 yılında yaptığı köprü ihalesini son dakika iptal etmişti. Köprünün güzergahının olduğu Tarihi Yarımada koruma amaçlı imar planlarının onaylanmasından sonra 4 Nisan 2005 tarihinde proje ihaleye çıkmıştı. İhale şartnamesinde koruma kurulundan ayrıca köprü ile ilgili kararın firma tarafından alınmasına dair madde olmadığı için belediye ihaleyi son dakika iptal etmişti.

Bianet, Haber: İkbal Polat, 17.12.2009

"BİZANTİUM'DAN İSTANBUL'A"





Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) Müdürü Nazan Ölçer, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında düzenledikleri, ''Bizantium'dan İstanbul''a başlıklı sergiye ev sahipliği yapacaklarını söyledi.

 

Ölçer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, müzenin birçok önemli sergiyi insanlarla buluşturduğunu belirterek, İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano'nun Türkiye'ye yaptığı resmi ziyaret kapsamında, Sabancı Holding'in katkılarıyla hazırlanan ''Osmanlı Dönemi'nde Venedik ve İstanbul; Nam-ı Diğer Aşk'' adlı serginin de büyük bir ilgiyle karşılaştığını anlattı.

 

Serginin 15. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan dönemde, İstanbul ve Venedik arasındaki etkileşimi ve tarihsel birlikteliğini, tablolar, halılar, el yazmaları, kaftanlar, paralar ve seramikler aracılığıyla anlattığını ifade eden Ölçer, şöyle konuştu:

''Osmanlıların, Venedik şehir devletiyle ticari ve siyasi ilişkileri, 15. yüzyıla uzanıyor. Bu ilişkilerin sanat ve kültüre yansımaları ise her iki taraf için büyük önem taşıyor. Ticaretin gerisinde sanat, benzeşmeye çalışmalar, taklitler, iki dünyanın birbirini takip etmesi, yapılanların beğenilip kullanılması ya da benzerini uygulamaya koyması yer alıyor. Örneğin, sergide İznik seramiklerinden ayırt edemeyeceğiniz seramikler sergileniyor ama Venedik'te yapılmış. Sergilenen kumaşlardan hangisi Osmanlı, hangisi Venedik tanımakta güçlük çekiyorsunuz. Bu sergiyle, İstanbul ve Venedik'in en önemli müzelerinden seçilmiş eserlerle iki kent arasındaki yüzyıllardır süregelen ilişkinin, bir yönüyle aşkı anımsattığını anlatmak istedik. Tüm sanatseverleri bu aşka tanıklık etmeye davet ediyoruz. 18 Kasımda açılan sergiyi, açıldığı günden bu yana yaklaşık 10 bin kişi ziyaret etti.''

 

''Osmanlı Döneminde Venedik ve İstanbul; Nam-ı Diğer Aşk'' sergisinin 28 Şubatta sona ereceğini anlatan Ölçer, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bu serginin ardından İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında düzenlediğimiz, 'Bizantium'dan İstanbul'a' başlıklı sergiye ev sahipliği yapacağız. Bu sergi için hazırlıklarımıza devam ediyoruz. Sergi, İstanbul'un, Roma ve Bizans İmparatorlukları dönemlerinde giderek bir başkente dönüşmesini ve gelişme, duraklama ve çöküş evrelerinden sonra 1453 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmesiyle yeni bir doğuşa sahne olmasını anlatacak. Sergide, bir İmparatorluk başkenti olan İstanbul'un, bir anlamda Avrupa tarihiyle özdeşleşmiş geçmişinin parlak ve çalkantılı evreleri yansıtılırken, devraldığı din ve inanç mirasının oluşturduğu zengin gelenek tanıtılacak. Sergiye her zaman olduğu gibi, galeri sohbetleri, konferanslar ve eğitim programları eşlik edecek.''

Habertürk, 17.12.2009

ÜNLÜ ŞAİRİN EVİ MÜZE OLUYOR





Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın vasiyeti üzerine hayatının son zamanlarını geçirdiği dairesi, yasal işlemlerin tamamlanmasından sonra Kadıköy Belediyesi'nce müze yapılacak.

 

Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, A.A muhabirine yaptığı açıklamada, Dağlarca'nın sağlığında kişisel eşyalarının da yer aldığı evinin müze haline getirilmesi için Kadıköy Belediyesine bıraktığını hatırlattı.

 

Öztürk, Dağlarca'nın evine ilişkin Kadıköy 2. Sulh Hukuk Mahkemesi'nde vasiyetin açılması davasının devam ettiği için müze projesine henüz başlanamadığını ifade ederek, ''Dağlarca, Kadıköy Mühürdar'da hayatının son zamanlarını geçirdiği apartman dairesini 'Dağlarca'dan Gökyüzü' adıyla canlı bir müze olması için Kadıköy Belediyesi'ne bağışlamıştı'' dedi.

 

Dağlarca'nın evinin mahkeme tarafından mühürlendiği için henüz hiçbir işlemin yapılamadığına işaret eden Öztürk, ''Bize evini bıraktı, ama başka yerlerde başka mal varlıkları daha varmış. Onlar da araştırılıyor ve tespiti yapılıyor. Mehmetçik Vakfı da mirasçısı. Bizimle ilgili bölüm bütün bu yasal süreç tamamlandıktan sonra çözülecek'' diye konuştu.

 

Selami Öztürk, bu arada mahkemenin evde, kitapları, özel eşyaları, antika bir radyo ve pikap ile fotoğrafların tespitini yaptığını dile getirerek, şunları kaydetti:

''Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın vasiyetini yerine getireceğiz. Dairesi kişisel eşyaları, kitapları ve resimleriyle onun adını taşıyan bir anı evi, müze olacak. Adını zaten sağlığında kendisi koymuştu; 'Dağlarca'dan Gökyüzü'. Buraya gençlerin gelmesini, kitap okumalarını, çay, kahve içip sohbet etmelerini isterdi. Biz de onun bu isteği doğrultusunda evini elden geçirip düzenleyeceğiz.

Türk şiirinin ulu çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca ülkemiz için çok büyük bir isim. Onun Kadıköy'de yaşaması, son zamanlarını Kadıköy'de geçirmesi bizim için büyük bir onur ve güzel bir anı olarak kalacak. Onun adını yaşatacağız. Tabii ki en büyük arzumuz, son zamanlarında bizden son isteği olan evinin kapılarının müze olarak açılması, gençlerin gelmesi, kitaplarının orada olması, eşyalarının sergilenmesiydi. Bu arzusunu yasal süreç tamamlandıktan sonra yerine getireceğiz. Dünyaya mal olmuş bir isim olan Dağlarca, küçük eve sığmaz ama, biz onun son arzusunu yerine getirip, onun anısına, hatırasına sahip çıkacağız. Onu tanıdığımız için, bizim hemşehrimiz olduğu için kendimizi tüm Kadıköylüler olarak şanslı sayıyoruz.''

Habertürk, 17.12.2009

TABYALAR TURİZME AÇILIYOR





“Milli Park” olarak ilan edilen Aziziye ve Mecidiye tabyalarıyla ilgili olarak ‘Gelişim Planı’ hazırlama süreci başladı. 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu’nun uygulanması yönündeki teknik takip sorumluluğu, İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’ne yüklendi. İl Müdürü Muammer Toraman, “Kanun çerçevesinde ‘Nenehatun Tarihi Milli Parkı’ olarak ilan edilen Aziziye ve Mecidiye tabyalarımızla ilgili ‘Gelişim Planı’ hazırlıklarına başladık.” dedi.

 

Erzurum Çevre ve Orman Müdürlüğü, Aziziye ve Mecidiye tabyalarıyla ilgili olarak Geliş Planı hazırlıklarına başladı. Il Çevre ve Orman Müdürü Toraman, Erzurum’daki Aziziye ve Mecidiye tabyalarının, ülke tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu belirterek, 383 hektarlık bir alanı kapsayan bu tarihi değerin, koruma statüsüne kavuşturulması amacıyla ‘Milli Park’ olarak ilan edildiğini hatırlattı. Toraman, “Milli Parklar, bilimsel ve estetik bakımdan milli ve milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip, tabiat parçalarını kapsayan çok önemli koruma statüsüne sahiptirler. Bu statü, alanın korunması, yönetimi, alanla ilgili harcamaların karşılanması ve tanıtım sürecinde çok önemli avantajlar sağlayacaktır.” diye konuştu.

 

İl Müdürü Muammer Toraman, Aziziye ve Mecidiye tabyalarının Milli Park ilan edilmesiyle birlikte, bu alanın koruma, denetim, yönetim ve planlama çalışmaları ile 2873 Sayılı Milli Parklar Kanunu’nun uygulanması takibinin, Il Çevre ve Orman Müdürlüğü tarafından yapılacağını bildirdi. Bu kapsamda oluşturulan ekiplerin, sahanın korunmasına yönelik olarak devamlı denetimler yaptıklarını anlatan Toraman, yine alanın yönetimini sağlamak üzere ‘Gelişim Planı’ hazırlanması sürecinin de, başlatıldığını kaydetti. Toraman, “Bu planda, alanın tanıtımını sağlayacak, giriş kontrol ve tanıtım merkezi, simülasyon alanları, seyir terasları ve yolların planlanması gibi üniteler yer alacak. Ayrıca ziyaretçilerin gezdirilmesi amacıyla; saha hakkında tarihsel bilgiye sahip, yabancı dil bilen ve bakanlığımızca yetkilendirilmiş ‘Alan Kılavuzları aracılığı ile de, ziyaretçilerin gezdirilmesi sağlanacak.” şeklinde konuştu.

 

Öte yandan Toraman, Milli Park ilan edilen Aziziye ve Mecidiye tabyalarının bulunduğu alanın korunması, bakımı ve sınırlarının ihata işleri ile tanıtım levhalarının yapılması ve diğer giderlerin karşılanması amacıyla 2010 yılı bütçesinden 240 bin TL talepte bulunduklarını bildirdi. Toraman, “Tabyalarımız, Erzurum için olduğu kadar, bölge ve ülke için de büyük bir öneme sahip. Tarihte en önemli savunma hatlarından olan bu tarihi eserlerimizin, tam anlamıyla değerlendirilmesi ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla çalışmalarını yürüttüğümüz plan ve projeler, meyvelerini çok kısa bir süre sonra vermeye başlayacak.” dedi.

Erzurum Gazetesi, 17.12.2009

KAPICI, ÇALDIĞI ABİDİN DİNO TABLOLARINI 20 TL'YE KAĞITÇIYA SATMIŞ





Sanat dünyası uzun bir süre, Burhan Doğançay'ın 2,7 milyon TL'ye alıcı bulan Mavi Senfoni isimli tablosunu konuştu.

 

Ülkemizde sanata verilen değerin arttığını gösteren bu sevindirici gelişme konuşulurken, Türk resim sanatının kilometre taşlarından biri olan Abidin Dino'nun üç tablosu geçtiğimiz günlerde 20 TL'ye alıcı bulmuş. Bu şaşırtıcı olay ilginç bir hırsızlık öyküsüyle ortaya çıktı. İstanbul Beşiktaş'ta, tatildeki bir ailenin evine girerek 6 tabloyu çalan kapıcı, eserlerin sahibinin ve polisin ısrarlı takibi sonucu yakalandı. Zanlının, aralarında ressam Abidin Dino'ya ait 3 tablonun da bulunduğu yaklaşık 40 bin dolar değerindeki tabloları, çöplerden kağıt toplayan bir şahsa 20 lira karşılığında sattığı belirlendi. Zanlıların, aynı sitede oturan Cengizhan Keskin'e ait 20 bin liralık lüks eşyayı da çaldıkları öğrenildi.

 

Etiler Profesörler Sitesi'nde ikamet eden Feryal Gülpınar isimli koleksiyoner, Asayiş Şube Müdürlüğü Hırsızlık Büro Amirliği'ne başvurarak evindeki tablolardan bazılarının çalındığını bildirdi. Gülpınar, komşusu Cengizhan Keskin'in, evinden de 20 bin TL tutarında gümüş eşyaların çalındığını söyledi. Gülpınar, ayrıca, hırsızlık olayından sonra müzayede salonlarını kontrol ettiğini ve Teşvikiye'de bulunan Artpoint isimli galeriye ait katalogda kendisine ait tabloları gördüğünü belirtti. Tablolar arasında ünlü ressam Abidin Dino'ya ait kağıt üzerine çini mürekkebiyle yaptığı "Balıklar ve Kadın", suluboya guaş ve çini mürekkebiyle yaptığı "İstanbul" ve kağıt üzerine keçeli kalem ile yaptığı "Deniz Küstü Yüzler" isimli çalışmaları ile Erol Akyavaş ve Engin İnan'a ait 3 adet tablonun yer aldığı bilgisini verdi.

 

Gülpınar'ın verdiği bilgiler üzerine harekete geçen polis, galeri sahibi Onur S.'nin bilgisine başvurdu. Polis, Onur S.'nin, tabloları 4 bin dolar karşılığında Davut Ö. isimli kişiden aldığını söylemesi üzerine çöplerden kağıt toplayarak geçimini sağlayan Davut Ö.'ye ulaştı. Davut Ö. de tabloları çöpten aldığını söyledi. Bunun üzerine polis, diğer mağdur Cengizhan Keskin'in şüphelendiği sitenin kapıcısı Mevlüt D.'nin ifadesine başvurdu. Mevlüt D.'nin, sorgusu sırasında her iki evden gerçekleşen hırsızlık olayını da eşi Azime D. ile yaptığını itiraf ettiği öğrenildi. Kapıcı Mevlüt D.'nin, ifadesi sırasında tabloları Davut Ö.'ye 20 TL karşılığında sattığı belirlendi. Savcılık talimatıyla sanat galerisi sahibi Onur S. ile Davut Ö., ifadelerinin alınmasından sonra serbest bırakıldı. Kapıcı Mevlüt D. ile eşi Azime D. ise ifadelerinin alınması ve işlemlerinin tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edildi.

Zaman, Haber: Nuri İmre, 17.12.2009

EN ESKİ
CÜZAM VAKASI,
İSRAİL'DEN

 

Araştırmacılar, dünyanın en eski cüzam vakasını İsrail'de tespit etti. Kudüs'te 1. yüzyıldan kalma bir kefene sarılı erkeğe ait cesetten alınan DNA örneklerinde salgın hastalığın izine rastlandığı belirtildi.

Hz. İsa dönemine ait olduğu sanılan kefen parçasının da en eski kefene ait olduğu kaydedildi.

Yeni Şafak, 17.12.2009

PARİS MÜZELERİNİN 'AĞIR' KONUĞU

 

Fatih Sultan Mehmed Han’ın İtalyan ressam Gentile Bellini tarafından 1480 yılında yapılan portresi, İngiltere’nin başkenti Londra’daki Victoria ve Albert Müzesinde sergileniyor. Eser, müzede, 1400-1600 yılları arasına ait, Orta Çağ ve Rönesans dönemi sanat eserleriyle birlikte müzenin birinci katındaki Wolfson Galeri'de yer alıyor. Yaklaşık 1 aydır, 4 madalyon ve Nicolas de Nicolay’ın 1567-68 yıllarında Osmanlı devletine yaptığı seyahatin ardından yazdığı kitapla birlikte sergilenen Fatih Sultan Mehmed portresi, Victoria ve Albert Müzesinde oldukça ilgi görüyor. Bu önemli eserin yanı sıra müzede, Osmanlı dönemine ait İznik çinileri ve halılar da sergileniyor.

Türkiye Gazetesi, 17.12.2009

TARİHİ CAMİDE TARİHE YOLCULUK

 

Manisa'da her yıl mesir saçım törenlerinin yapıldığı tarihi Sultan Camisi'nde geçmiş, Türkiye Belediyeler Birliği ve İsveç Belediyeler Birliği ortaklığıyla oluşturulan Türkiye-İsveç Belediye Ortak Ağı (TUSUNET) kapsamında yürütülen ''Zamana Yolculuk (Time Travel)'' projesiyle canlandırılacak.
 

TUSUNET kapsamında yaklaşık 2 yıl önce bir araya gelen Türkiye'den Manisa ve İzmir'in Karşıyaka belediyeleri ile İsveç'in Kalmar Belediyesi'nin yürüttüğü ''Zamana Yolculuk'' projesinde, Manisa'daki 2. etap uygulaması gerçekleştirilecek.

İsveç'te bir eğitim modeli olarak uygulanan ve bir kişi, olay veya mekanın o dönemin tüm yönleriyle ele alınarak yeniden canlandırıldığı ''Zamana Yolculuk'' projesinde yolculuk bu kez 14. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan adına yaptırılan ve 469 yıldır mesir saçımına ev sahipliği yapan Sultan Camisi'nde olacak.

Kalmar ve Manisa belediyelerinden ''Tarihe Yolculuk'' projesini hayata geçirecek ekipler, Manisa Belediyesi Gençlik Merkezi'nde düzenlenen toplantıyla bir araya geldi.

Manisa Belediyesi Kültür Müdürü Yonca Ekmekçi, toplantının ardından yaptığı açıklamada, proje kapsamında Kalmar heyetiyle birlikte geçen yıl ''Manisa Tarzanı'' olarak bilinen Ahmet Bedevi'nin yaşam öyküsünün 1955 yılı esas alınarak canlandırıldığını hatırlatarak, şunları kaydetti: ''Şimdi de dünyaca ünlü mesir macununun saçıldığı cami olan Sultan Camisi, proje uygulama merkezi olarak belirlendi. Çalışma kapsamında Kalmar heyeti ile Manisa Belediyesi AB Proje Merkezi çalışanlarımız Sultan Camisi'nin tüm geçmişini araştıracak ve yeterli doneler toplanarak, o günün şartları göz önüne alınarak geçmişe yolculuk yapılacak.''

Projenin gelecek yıl 21-28 Martta gerçekleştirilecek 470. Manisa Mesir Festivali kapsamında yapılacak saçım töreninde uygulanmasının planlandığını belirten Ekmekçi, projeyle gelecek kuşaklara tarihin canlandırılarak anlatılmasının amaçlandığını sözlerine ekledi.

Ntvmsnbc, 17.12.2009

VALİ KIZILCIK: ALACAHAN TURİZME KAZANDIRILMALI





Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası (TTSO) Yönetim Kurulu Başkanı M. Suat Hacısalihoğlu, Trabzon Kadın Girişimciler Kurulu Başkanlığı'na seçilen Emine Gürkök ve yönetim kurulu üyeleri ile birlikte Vali Dr. Recep Kızılcık'ı makamında ziyaret etti. Heyet, yapılan toplantıda Trabzon Kadın Girişimciler Kurulu'nın yeni yönetiminin çalışma döneminde tarihi Alacahan'ın yenilenerek, burada Trabzon İş Geliştirme Merkezi'nin gerçekleştirilmesini düşündüklerini aktardılar.Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, geçmiş kültürün ileri bir kültür olduğunu insanlara yaşatmanın günümüzün en önemli projelerinden biri olarak görüldüğünü söyledi. Tarihi eserlerin topluma kazandırılması ve yeniden hayata döndürülmesinin turizm sektörünü olumlu yönde etkileyeceğini belirten Kızılcık, bu kapsamda Alacahan'ın 17. yüzyıldan kalma bir eser olduğunu, bu mekanın da kente ve turizme kazandırılması gerektiğini ifade etti.

 

Alacahan'ın bitişiğinde bulunan tarihi Türk hamamının da projeye katılması gerektiğini öneren Vali Dr. Recep Kızılcık, "Öncelikle bu tür yenileme çalışmalarına başlamadan önce kent halkı tarafından ne amaçla kullanılacağına karar verilmelidir. Alacahan'ın bir İŞGEM haline dönüştürülmesi kentin yararına olduğunu düşünüyorum. Ancak sıradan bir çarşı haline dönüştürülmemesine dikkat edilmelidir.Tarihi dokusu ve o mistik havasının verilmesine özen gösterilmelidir. Belirli dallarda sınırlandırılması ve kendi içinde bir uyum ve bütünlük sağlayan hijyenik bir mekan haline dönüştürülmesi gerekmektedir. Bugün Bedesten örneğinde yaşadığımız bir Çin mallarının satıldığı mekan haline dönüşmesi çok doğru olmaz. Mekanın oluşturulmasında eski doku ortaya çıkmalı ve spesifik bir yelpazede çalışma yapılmalıdır.” diye konuştu.

 

TTSO Yönetim Kurulu Başkanı M. Suat Hacısalihoğlu, Alacahan projesinin kentteki istihdama belirli bir oranda çözüm sağlayacağını söyledi. Türkiye'de 6, dünyada ise 6 bin İŞGEM'in bulunduğunu ifade eden Kadın Girişimciler Kurulu Başkanı Emine Gürkök, 7. İŞGEM'i Trabzon'a kazandırmayı öngördüklerini kaydetti. Kadınlara ve gençlere bir iş kazandırma niteliği taşıyan bir kuluçka olarak İGŞGEM'lerin tanımlanabileceğini belirten Başkan Gürkök, bu merkezin kurulması düşünülen Alacah'ın da restorasyonunun sağlanması ile de tarihi bir kültür değerinin de kurtarılmış olacağını iletti. Gürkök, projenin 2011 yılına yetiştirilmesi ile turizm sektörüne de hizmet verebileceğini vurguladı.

Yeni Şafak, 16.12.2009

TARİHİ KÖPRÜLER ELDEN GEÇİRİLİYOR





Bozok Üniversitesi kampüs alanında bulunan tarihi köprü ile Yozgat genelindeki 26 köprüden 5'inin restore edilmesiyle ilgili çalışma başlatıldı. Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihi Köprüler Şube Müdürü Halide Sert, üniversite rektörlüğünün davetlisi olarak geldiği Yozgat'ta projesi Bozok Üniversitesince hazırlanan tarihi köprüde incelemelerde bulundu.

İncelemelerin ardından açıklama yapan Bozok Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. İnci Varinli, kampüs alanında yer alan köprünün 1876-1906 yıllarında yapıldığının tahmin edildiğini, kitabesinin kayıp olması nedeniyle tarihi konusunda kesin bilgiye sahip olmadıklarını söyledi.

Varinli, tarihi köprünün restore edilerek kampüs alanına farklı bir görüntü kazandırılmasına yönelik hazırladıkları projenin uygulanması için Karayolları Genel Müdürlüğü ve Anıtlar Yüksek Kurulundan izin alınması gerektiğini bildirdi. Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihi Köprüler Şube Müdürü Halide Sert'in ekibiyle birlikte Yozgat'a geldiğini de belirten Varinli, ''Kampüs alanı içerisindeki bu köprüyü biz restore ettireceğiz. Bunun dışında diğer tarihi özelliğe sahip köprülerin bazıları da Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından restore edilecek'' dedi.
        
Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihi Köprüler Şube Müdürü Halide Sert ise Yozgat'ta tarihi özelliğe sahip kayıtlı 26 tarihi köprü bulunduğunu belirterek, üniversite kampüsündeki köprüyle birlikte 6 tarihi köprünün restore ettirilmesine yönelik çalışma yapıldığını söyledi.
       
Yozgat'ta 26 köprü dışında kayıtlara girmeyen tarihi özelliğe sahip köprüler de bulunabileceğini kaydeden Sert, varlığı bilinen ama kayıt altına alınmayan köprülerle ilgili olarak kendilerine gerekli bilginin verilmesini isteyerek, bu köprülerin koruma altına alınmasını sağladıklarını ifade etti.
        
Sert, ''Geçen yıl sonu itibariyle Türkiye genelinde tarihi özelliğe sahip bin 376 köprü vardı, bugün itibariyle bu sayı kayıtlarımızda bin 418 olarak görülüyor. Vakıflar, Kültür ve Turizm Bakanlığı, belediyeler, vatandaşlar bize tarihi köprülerle ilgili bilgi aktarıyor, bunları kayıt altına alıyoruz'' diye konuştu.

Ntvmsnbc, 16.12.2009

ADANA'DA '15 YIL' SONRA





Adana’nın hem “kentsel kalbi”, hem de “höyük” olarak en eski yerleşimlerini barındıran “Tepebağ”, yılların terk edilmişliğinden kurtuluyor mu? Müjdeyi veren gazeteci Seyit Ali Akgül diyor ki: “Evet... 15 yıl önceki yazınız nihayet adresini buldu. Artık konaklar onarılıyor, tarihi binalar kurtarılıyor...”

Sözünü ettiği yazımda özetle şunları söylemişim;

“Yeni Adana uğruna tarihi Adana’nın yok oluşuna seyirci kalanlar ‘Adanalı’ olamazlar… Vali, belediye başkanı, odalar, şirketler, vakıflar, kulüpler, tüm sivil kuruluşlar, ünlü mağazalar, lokantalar ve kentin ‘hemşerisi olmakla övünen herkes’in en kısa zamanda Tepebağ’a sahip çıkması, oraya yerleşmesi gerekiyor.”

Neden?

Çünkü Tepebağ, “asıl Adana” demektir; orayı bakımsızlığa ve sefalete terk ederek Yeni Adana’yla övünmek ve kenti oraya taşımak ise -Aytaç Durak kusura bakmasın- her açıdan “Adana’ya saygısızlık”tır...

Nitekim yine 15 yıl önceki yazımda; yeni tiyatrolar, sinemalar, sanat galerileri, kütüphaneler, kitapçılar, hatta konukevleri ve resmi lojmanlar için de öncelikle Tepebağ’ın yeğlenmesini önerirken şunları da eklemişim: “Bu arada en iyi kebaplar da kimliksiz apartmanların altındaki arabesk dekorlu restoranlarda değil; yüzlerce yılın birikimleriyle eski kentteki insancıl lokanta ve sokaklarda yenmeli...” (Cumhuriyet-03 Kasım 1994)

İşte bu “dilek”lerin “nihayet” gerçekleşmeye başladığını bildiren Akgül, aynı uyarılarımı anımsattığı; “Adresine 15 Yıl Sonra Ulaşa(bile)n Çağrı” başlıklı yazısında diyor ki: “Kentin geçmişini barındıran Tepebağ, terk edilmişliğin hüznünü yaşadı yıllar boyu… Yeni Adana, gerçek Adana’yı yok saydı aymazca.” (Çukurova Bayram-29 Kasım 2009)

1974’teki “SİT” kararlarıyla korumaya alınan Tepebağ’daki binalar 98 depreminde çok hasar gördü. Bugün Seyhan Kaymakamlığı olan eski Valilik binasından başlayan, Büyüksaat, Ulu Cami, Irmak ve Çarşı hamamları, Ramazanoğlu Çarşısı ve Yağ Camii’ne kadar uzanan çok sayıda eski Adana evini ve tarihi sokakları içeren SİT alanındaki 241 tescilli yapının 208’i, konut...

‘Umut’ projeleri
Böylesi “buram buram Adana” olan bölge, adeta “kaderiyle baş başa” ayakta kalmaya direnirken, ilk güzel girişim, virane durumdaki Akman Konağı’nın Kültür Bakanlığı’nca restore edilerek Koruma Kurulu Binası yapılması oldu... Derken, depremde ağır hasar gören tarihi Kız Lisesi de Adana Valiliği İl Özel İdare Müdürlüğü’nce onarılarak Kültür Merkezi işle-viyle yaşama kavuşturuldu...

Son bir projeyi de Akgül’ün yazısından okuyalım:

“Sanayinin sembol isimlerinden Bosnalı Salih Efendi’nin metruk konağı, Adana sevdalısı işadamı Halil Avcı tarafından alınarak ‘özel belgeli’ bir turizm tesisi (butik otel) olarak kasım ayında hizmete açıldı... Sayın Avcı’yı kutlarken; sıranın, Adana Ticaret Odası’nın satın almasından sonra (nedense) Vakıflar Müdürlüğü’ne devredilen Seyhan Kaymakamlığı yanındaki bina ile Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınan ve Atatürk’ün kaldığı eve komşu binanın restore edilerek kentin tarih ve kültür zenginliğine kazandırılmasında olduğunu belirtmek istiyorum... Mimarlar Odası Adana Şubesi’nin hizmet binası olarak restore etmeyi düşündüğü konağın da yeniden gündeme gelmesi bir başka dileğim...”

Bu dileklere bizler de katılıyor ve kutluyoruz... Bu arada, Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, “Hac dönüşü ilk işinin, Ziyapaşa Bulvarı’ndaki ‘Aksoy Köşkü’nün kamulaştırılarak ‘Başkanlık Evi’ yapılması için girişim başlatmak” olduğunu söylemiş... Umarım, bir 15 yıl daha beklemeyiz...

Cumhuriyet, Haber: Oktay Ekinci, 16.12.2009

"AKP, TARİHE BİR DEKOR GİBİ BAKIYOR"





Sulukule, Tarlabaşı’ndan sonra 'Kentsel Dönüşüm' bu kez Balat’ı vuruyor. Fatih Belediyesi projenin tarihi dokuyu koruyacağını savunurken, mahalleli Balat’ın yok olacağından endişeli

8 bin 500 yıllık tarihe sahip Fener-Balat-Ayvansaray Bölgesi’nde bir zamanlar Rumlar, Yahudiler, Ermeniler yaşıyordu. 6–7 Eylül olaylarıyla ilk göçü vermeye başlayan bölge, ikinci göçü 1974’te Kıbrıs harekatı sırasında verdi. Gidenlerin yerini Anadolu’nun dört bir yanından göç eden insanlar aldı. Zaman içerisinde Tarihi Yarımada farklı dinlerin buluştuğu bir özellik kazandı. Bölge ayrıca mahalle kültürünün her yönüyle yaşandığı nadir yerlerden biri. Ancak şu günlerde mahalleli tedirgin. Çünkü Fatih Belediyesi ‘yenileme’ projesi geçtiğimiz çarşamba günü 24 AKP’li Meclis Üyesi’nin ‘evet’ oyuyla kabul edildi.


Mahalle sakinlerinin yaşam mücadelelerinden ve dayanışma ruhundan söz eden Fener-Balat-Ayvansaray Mülk Sahiplerinin ve Kiracıların Haklarını Koruma ve Sosyal Yardımlaşma Derneği Başkanı Çiğdem Şahin, göç edenlerin farklı bölgelerden olsalar bile temelde her birinin Anadolu halkı olduğunun altını çizdi. Şahin, “Buranın insanı misafirperverlik, insanlık, dostluk, dayanışma gibi ortak bir hamura sahip. Küçücük bir sıkıntıda hemen bir araya geliyorlar. Mücadeleleri ekmek kavgası, hak mücadelesi. En temel yaşam haklarını, barınma haklarını savunmaya yönelik bir mücadele veriyorlar. İnsanların gerçekten canı yanıyor; panik içindeler. Buradaki insanların çoğu evlerini dişiyle, tırnağıyla elde etmişler. Binaların çoğunda birkaç aile bir arada yaşıyor. Kazandıkları geliri birlikte paylaşıyorlar; altlarında bir dükkan varsa birkaç aile o dükkan geliriyle geçiniyor. Siz onların elinden o binayı elinden alıp küçücük bir daire verdiğinizde, üç-dört aile bir arada aynı binada yaşayan bu aileyi nereye sığdıracaksınız; ayrı ayrı evlerde ise masrafları daha da arttığı için, üstelik iyice yoksulluğa ve sefalete sürüklenmiş olacaklar. Zaten işsizlik var; kahveler genç ve işsiz insanlarla dolu; bileşik kaplar misali bu insanı buradan sürdüğünüzde bu insanlar yok olmuyor ki, şehrin dışına sürüldükleri yerde daha büyük problemlerle yeniden karşımıza çıkıyorlar. Sulukule örneğinde gördük; oradan çıkarılan insanlar gittikleri yere ya alışamadı ya da verilen dairelerin aidatlarını ödeyemedikleri için evlerini bırakıp yine Fener-Balat gibi semtlerde, bu kez çadırlarda yaşamaya başladı. İstanbul gibi yaşam koşullarının acımasız olduğu bir şehirde insanların hayatla güven ilişkileri, sigortaları evleri. Evlerini de yitirdiklerinde yaşamla olan en önemli güven bağları zedeleniyor; bir gece birileri oturup karar alabilir, evinizi sizin haberiniz olmadan kamulaştırabilir ve sizi evinizi terk etmeye zorlayabilir; artık hepimiz her an göçe zorlanabiliriz; yerimizden edilebiliriz” dedi.

‘Kentsel Dönüşüm’ ile esas amacın bölgenin soylulaştırılması olduğunun altını çizen Şahin, doğal bir süreçle kendiliğinden ve devlet gücüyle olmak üzere iki tür soylulaştırmanın söz konusu olduğunu söyledi. Türkiye’de devlet zoruyla soylulaştırmanın yapıldığını belirten Şahin şunları söyledi: “Proje, çok acımasızca, insanlar adeta tehcir edilerek, sürülerek, barınma ve mülkiyet hakları elinden alınarak gerçekleştiriliyor. Devlet eliyle insanlar tapulu evlerinden ediliyor. Kentin dışına itiliyor. Böylece buraya yeni bir nüfus, soylu bir nüfus getirilecek.”
Fener-Balat-Ayvansaray bölgesinin son zamanlarda çok cazip hale geldiğini belirten Şahin, insanların ve büyük firmaların burada yatırım yapmaya başladıklarına işaret etti. “İleride otel, pastane, alışveriş merkezi gibi yatırımlar için şimdiden yer ve binalar almış olan büyük şirketler ve yatırımcılar olduğunu söyleyen Şahin, lüks bir pastane ya da kafeterya açmak için yatırım yapmış bir yatırımcının, bu profile uygun bir müşteri kitlesinin bölgede hakim olmasını beklediğinin altını çizdi.

Bu anlamda bölge halkının çıkarlarıyla bu yatırımcıların çıkarlarının çatıştığını vurgulayan Şahin, “Bu savaşı ya sermaye kazanacak ve buraları soylulaştırarak, kendi müşteri profilini oluşturacaktı; ya da halk kendi direnişi ve mücadelesiyle yaşam alanını onlara terk etmeyerek burada yaşamaya devam edecekti” dedi. ‘Kentsel Dönüşüm’ nedeniyle yeni bir muhalif hareketin doğduğuna dikkat çeken Şahin, “Daha önce fabrikalarda örgütlenen toplumsal muhalefetin şimdi kent varoşlarında ve sermayenin kentten sürmeye, yoksullaştırmaya çalıştığı, yaşam alanlarını ve barınma haklarını kaybeden insanlar arasında gerçekleşmeye başladığına işaret etti. Muhalif örgütlenmelerin bu potansiyeli çok iyi değerlendirmesi gerektiğini dile getiren Şahin, “Toplumsal muhalefet, sınıf temelli örgütlenmeden mahalle dernekleri ve hemşeri derneklerine ve kent hakkı mücadelesi veren platformlara kayıyor. Şimdi kentin farklı yerlerinde dönüşüm nedeniyle mağdur olan insanların bir araya getirilmesi ve ortak bir mücadele oluşturulması çabası var” dedi.

Projede önemli çelişkilerin bulunduğuna dikkat çeken Şahin şunları kaydetti; “Örneğin otel yapılacak binalar için Fatih Belediyesi Başkanı Mustafa Demir’e, ‘eğer siz bazı binaları otel yapmak üzere kamulaştırırsanız sonra bu kamulaştırdığınız oteli kamuya mı devredeceksiniz yoksa özel bir firmaya mı vereceksiniz? sorusunu sorduk. Özel bir firmaya’ cevabını aldığımızda da bunun yasaya aykırı olduğunu söyledik. Çünkü gerçekten de kamu çıkarına kamulaştırılmış bir mülkü siz yine bir kamu kuruluşuna devredebilirsiniz, özel bir firmaya devredemezsiniz. Bunun yanında hala projenin sosyal içeriği ve kiracıların durumu belirsiz. Ayrıca tarihi ve mimari dokuyla ilgili sorunlar sadece tarihi binalar açısından değil sokak dokuları ve mahallenin kimliğinin tamamen değiştirilmesi açısından da sorunlu. Düşünün oradaki mahalle yapısı, sokaklar, küçük esnaf yerle bir edilecek, lüks binalar, alışveriş merkezleri ve otellerden oluşan yeni bir Ataşehir, Bahçeşehir, Ataköy yaratılacak. İstanbul’da böyle semtler zaten fazlasıyla var; olmayan, her geçen gün sayısı azalan Fener-Balat-Ayvansaray gibi tarihi yerler, mahalle dokusu, sosyo-kültürel yapısı hala orijinalliğini koruyabilen yerler; bunları koruma altına almak lazım.”

AKP’nin tarihe bakış açısını eleştiren Şahin, “Hükümet tarihe bir dekor gibi bakıyor. Oysa tarih bir ruhtur, atmosferdir, yaşanmışlıktır, anıdır, hafızadır. Tarihi binaları yıktığınız zaman toplumun hafızasını da silmiş olusunuz. Bu yaklaşımla İstanbul’u bir market haline getiriyorlar; dekorlaşmış bir İstanbul yaratmak istiyorlar. AKP bunu bilinçli yapıyor. Çünkü yerine başka bir şey koymayı planlıyor. Ayrıca yüklenici firmanın Çalık Grubu olması olayı şaibeli hale getiriyor. En büyük davamız da bu zaten. Restorasyon konusunda deneyimli bile değil. Çalık Grubu’na güvenmiyoruz” dedi.

Mahallelinin talepleri...
»    Fener-Balat-Ayvansaray halkının yerinde, kendi mahallesinde, aynı sosyo-kültürel yapı ve doku içinde yaşamaya devam etmeli,
»    Bölgedeki küçük esnaf korunmalı ve ekmek tekneleri ellerinden alınmamalı,
»    Fener-Balat Tarihi Çarşısı korunmalı,
»    Yenileme projesi yerine binalar restore edilmeli ve bu da bina bazında ve ev sahiplerine olanak sunularak kendileri tarafından yapılmalı,
»    Restorasyonlar sırasında insanlar topyekun olarak mahalleden dışlanmamalı,

Birgün, Haber: Elçin Yıldıral, 15.12.2009


******


FATİH BELEDİYESİ CHP'Lİ MECLİS ÜYESİ MİMAR GÜLAY YEDEKÇİ: "PROJE, TARİHİ DOKUYU YOK SAYIYOR"

 

“Fener-Balat-Ayvansaray Avan Projesi'nin oylaması için meclis üyeleri olarak yaptığımız toplantıda projelere ilişkin kaygılarımı dile getirmiştim. Projeyi incelediğimizde yenileme kapsamında olan bu bölgenin tarihi dokusunun göz ardı edildiğini net olarak görebilirsiniz. Bölge için, yerin altına otopark ve yaya geçitlerinin yapılması planlanıyor. Öncelikle zemin altına erken dönem Bizans, Roma, Osmanlı dönemlerine ait tarihi kalıntılar bulunuyor. Siz zemin altına herhangi bir yapı inşa ederseniz, bu kalıntılara ciddi şekilde zarar vermiş olursunuz. Ayrıca binalar birleştirilerek apartman dairesi mantığında yeni bir bina yaratılmak isteniyor. Binaların içinde kalem işi, ahşap tavan, demir elemanlar, özgün ahşap merdivenler gibi halen yerinde var olan tarihi nitelikli yapı elemanları bulunuyor. Bu yapı elemanlarından bağımsız olarak binalar yıkılırsa ve yandaki parselle birleştirilirse, bu tarihi binalar heba edilmiş olacak. Bir diğer nokta ise tarihi yapı karakteriyle bağdaşmayan kat ilavelerinin getiriliyor olması. Bazı adalarda 3–5 kat ilaveleri öngörülüyor.

İnsanların evleri için projeler çiziliyor. Ancak ev sahiplerinin projenin nasıl olacağı konusunda bilgi sahibi olmadıkları gibi, söz hakları da yok. Bu bölgede Çalık Grubu’na bağlı GAP İnşaat, hem alan bazında imar planı hükmünde olan planları yapıyor, hem avan projeyi yapıyor, hem uygulama projesini yapıyor, hem uygulama işini üstleniyor, hem de tarihi binaları yıkılarak, birleştirilerek, altlarına ve üstlerine kat ilave edilerek ortaya çıkacak olan yeni durumdan tapu üzerinde pay alıyor. Burayı boş bir arsa olarak değerlendirmemeli. Binaların yıkılarak yeni bir inşaat arsası elde edildiğini düşünmemek gerekiyor. Fener-Balat-Ayvansaray’ın tarihsel ve kültürel bağları göz ardı edilmemeli. İnsanların yarattığı sosyal doku var burada. İnsanlar sabah kalkıp bakkaldan ekmeklerini alıyor, etlerini kasaptan alıyor. Mahalle kültürü oluşmuş. Bu sosyal dokuyu yaşatmak, devam ettirmek lazım. Mevcut yapılar, mevcut malzemeleri ve kendi türleriyle korunmalı. Öncellikle projenin kentsel bazda olması esas alınmalı. Mülkiyet hakkı korunmalıdır. Ayrıca dikkat çeken bir diğer nokta; niçin 'Kentsel Dönüşüm' projelerini ve uygulamalarını Çalık Grubu alıyor. Bu düşündürücü bir durum. Bu kadar inşaat firması var.

 

Niçin özellikle Çalık Grubu?”

Birgün, 15.12.2009


******


KORUMAYI KOLAYLAŞTIR(MA)MAK





Fener-Balat Rehabilitasyon Programı 5 yıl süren analiz ve uygulamalardan sonra bitti. Amaç hiçbir zaman, bu bölgede sadece bir fiziksel iyileştirme yapılması olmadı. İnsanların yaşam kalitelerinin de arttırılması hedeflendi. Projenin uygulanma sürecinde alınan bazı kararlar, yerel yönetim ve burada yaşayan halkın tutumları nedeniyle başarılı olamadı. Binaların onarımında, içinde yaşayan insanlarla birlikte davranan ve onları tanıyan, hatta zaman zaman aile sorunlarını bile dinleyen Teknik Destek Ekibi'nin yöneticisi Burçin Altınsay, 16 Kasım'da Çarşamba Seminlerleri altında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde bir konuşma yaptı. Altınsay, projenin nasıl başlatıldığı ve bitinceye kadar izlenilen yöntemleri ve karşılaşılan sorunlardan bahsetti.




Rehabilitasyon Programı Uygulama Alanı


"2003 yılında uygulanmaya başlanan proje aslında 2008 yılında tamamlandı. Biten proje Avrupa Birliği'ne teslim edildi. Fakat şimdi bölge için yeni sorunlar gündemde. Fatih Belediyesi'nin Kentsel Dönüşüm Proje Alanı ile Fener-Balat Rehabilitasyon Programı dahilindeki 33 bina çakışıyor. Dönüşüm projesi kapsamında hedeflenenler ise, UNESCO projesiyle pek örtüşmüyor. Artık her belediye, prestijli projeler adına dönüşümü kullanıyor. Bu binlarla ilgili önümüzdeki günlerde nasıl bir karar alınacağı ise, tartışma konusu.... Bunun dışında projenin uygulama sürecinde birçok ayakta belediye ile entegrasyon sağlanamadı. Sokak aydınlatmaları ve mobilyalarının değiştirilmesi aşamasında belediye, hizmet işleri uyarınca kendi müdahalelerini yaptı.

 

Rehabilitasyon programının temelleri 1996 yılında Habitat İstanbul'da atıldı. Sonra 1997'de Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü bölgede detaylı bir ön analiz alışması yaparak, kooperatif düzeni öngördü. Bu sırada değişen yerel yönetim ve bazı bürokratik sorunlar nedeniyle, belediye ve Avrupa Komisyonu bir araya gelememiş. 2002 yılında ise, Avrupa Birliği hizmet ihalesine çıktı ve FOMENT Cuitat Vella Sa (İspanya) bu ihaleyi aldı.




Evlerin Onarımı Sırasında


Proje 4 ana başlıktan oluşuyordu. 200 yapının restorasyonu, gençlere ve kadınlara sosyal merkez, Tarihi Balat Çarşısı'nın geliştirilmesi ve katı atık yönetimi. Bütün bu ana başlıklar, verilen bütçeye göre ve yapılan analizler ışığında değerlendirildi. Toplam 7 milyon Euro bütçeye sahip olan projeye başlamadan önce, bölgede yaşayanların entegre edilmesi de uzun sürdü.

 

Katılım ve sürdürülebilirlik projede her zaman en önemli kavramlar oldu. Projenin Fener ve Balat'ta yaşayan insanlara tanıtılması ve katılımın sağlanması için sokak şenlikleri ve toplantılar yapıldı. Bu noktada halkın projeyi tanıması ve destek vermesi çok önemliydi. Çünkü projenin birincil amacı sadece fiziksel bir iyileştirme değil, bunun ötesinde burada yaşayan insanların yaşam kalitesini arttırmaktı. Bu, katılım olmadan sağlanamazdı. Bunlar bir yana, fiziksel yenileme sırasında, insanların evine, mahremiyetlerine girmek, onlarla bu süreci yaşamak durumu da var tabii... UNESCO'nun projesi, 2003 yılı başında bölge halkı tarafından pek sıcak karşılanmadı. Ne kadar kötü de olsa, alıştıkları bir düzen, ya da düzensizlik vardı. Tarihi binalarda yaşayan bölge sakinleri, binaları kendi yaşamlarına göre yeniden "yapılandırmışlardı". Çıkma katlar, balkonlar, kapatılan pencereler, altyapı sorunları nedeniyle alınan yanlış tedbirleR. Her şeyden önce, bu insanlara neye sahip olduklarının ve bunu nasıl, hangi yöntemle korumaları ya da onarmaları gerektiği şimdiye kadar öğretilmemişti. Böyle bir hizmet verilmemişti. Evet, bu hizmetin normal şartlarda yerel yönetimler tarafından verilmesi gerekir...

 

Başlangıç aşamasında her eve mimari ve sosyal açıdan puan verildi ve öncelikli tadilat uygulanması gereken 200 bina seçildi. Tanıtım aşamasından sonra belediye, ev sahipleriyle bir protokol imzaladı. Bu protokole göre, ev sahipleri tadilattan sonra 5 sene kadar evlerini satamayacak ya da kiraya veremeyeceklerdi. Eğer satar ya da kiraya verirlerse, belediyeye tadilat bedelinin tamamını ödemek zorundalar. Bu tedbirler, bölgede ileriki yıllarda oluşabilecek "soylulaştırma" tehlikesini önlemek için alındı.

Sosyal Merkez




Dimitri Kantemir Evi Onarımdayken


Sosyal merkez olabilecek binaların bulunması zaman aldığından, Fatih Belediyesi, bir seneliğine geçici bir bina tahsis etti. Bu geçici sosyal merkezde, 1 sene boyunca gençlere ve kadınlara yönelik bazı faaliyetler yapıldı. Bina bulunmasının uzun zaman almasının sebebi mülkiyet sorunu. Fener ve Balat'ta Belediye mülkiyetinde çok az parsel var. Parsellerin çoğu özel mülkiyet... Binaların bulunması ve belediye mülküne tahsis edilmesi bu açıdan zaman aldı. Daha sonra sosyal merkez olarak kullanılmak üzere 3 bina tahsis edildi ve bu binaların restorasyonu yapıldı. Binalardan en önemlisi, eski bir tarihçi olan ve burada yaşadığı söylenilen, Dimitri Kantemir'in evi.

 

Balat Çarşısı




Balat Çarşısı


Balat'ta aslında tarihi bir çarşı var. Yahudi anlamına da gelen eski "Çıfıt Çarşısı" olarak biliniyor... Balat'ta 17. yüzyılda kurulmuş, iki sokak boyunca devam eden tonozlu dükkanlar vardı. 19. yüzyılda tonozların içine cepheler giydirilerek çarşı oluştu.

 

Çarşı'nın geliştirilmesi aşamasında, önce yapılara dokunulmaması, sadece çevrenin düzenlenmesi kararı alındı. Trafik girişi sorunları, sokak aydınlatmaları ve sokak mobilyaları hakkında düşünüldü. Bu konularda, belediye hizmetleri işin içine gördi ve pek başarılı olunamadı. Yerel yönetim bu projeye sahip çıkmadı, katılmadı ve uygulamalarda projeden bağımsız hareket etti.

 

Çarşı için belirlenen sorunların başında, çarşı girişinin tanımsız olması, sahil yolundan herhangi bir yönlendirmenin olmaması geliyordu. Çünkü, Balat ulaşım açısından kopuk bir noktada değil ve böylesi tarihi bir çarşının surların arkasında gizlenmişcesine bırakılması da ayıptı.

 

Çarşı binalarında mimari açıdan büyük sorunlar vardı. 38 dükkan restore edildi, cepheleri ve çatıları onarıldı. İhtiyaç doğrultusunda bazı dükkanlara saçak konuldu.

 

Evlerin Restorasyonu
Fener ve Balat'ta 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında yapılan binalar bulunuyor. Bu binalar, özellikle İstanbul yangınından sonra hibrit teknikle yapımış. 744 yapı, mmari ve sosyal kriterlere göre puanlandı ve bir matriks oluşturuldu. Binalara basit ve kapsamlı onarım yapıldı. Basit onarımlarda, ev sakinleri, evlerinden çıkmadılar. Onarım sürecine onlar da katıldı. Kapsamlı onarım yapılan evlerde şse, ev sakinleri evlerinden çıkmak zorunda kaldılar. Fakat, yakında bir mahalleye taşınarak bu süreci tamamladılar. Restorasyon işi 3 etapla ihale edildi.





Birinci etap, Aralık 2004 ve Ekim 2005 arasında tamamlandı. 26 evin onarımı yapıldı. Birinci etapta katılım çok azdı. İnsanların pek çok önyargısı vardı. Hatta buranın Rumlaşacağını bile düşünenler oldu. İkinci etapta 24 evin basit onarımı, 13 evin kapsamlı onarımı yapıldı. 28 dükkanda basit, 5 dükkanda da kapsamlı onarım yapıldı. 3. etap, Haziran 2008'de bitti. 17 binada basit, 14 binada kapsamlı onarım yapıldı.





Tadilatlar sonucunda, binaların tadilatı ile ilgili iş katalogları oluşturuldu ve Avrupa Birliği'ne teslim edildi. İnsanlar, sonuçları gördükçe, projeye katılmak istediler."

 

Konuşmasının sonunda Altınsay, Fener ve Balat için "Burası kesinlikle bir çöküntü mahallesi değil, çok canlı bir yaşam var burada," dedi. Binaların korunması açısından hizmet ve danışmanlık verilmesinin gerekliliğinin altını çizen Altınsay, korumanın kolaylaştırılması, insanlara nasıl yapabilecekleri hakkında maddi destek verilmesi gerektiğini ekledi.

 

Bölgede, uzun süredir beklenen proje sonunda bitti. İnsanlara yeni imkanlar sunuldu. Bundan sonrasında bölgedeki "koruma anlayışı" sürecek mi? Önümüzdeki yıllar için proje ile ilgili tedirgin olmamızı gerektirecek en önemli soru belki de bu...

Arkitera, Yazı: Dilek Öztürk, 17.12.2009

TARİHİ ESERLER POLİS GÖZETİMİNDE!





Antalya Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı 2 polis memuru, izinsiz kazı yaptıkları gerekçesiyle yakalandı.

 

Vatandaşların Polis İmdat telefonunu arayarak Antalya kentinin 18 km doğusunda yer alan Antik Perge Kenti’ne hırsızlık yapmakta olan iki kişi olduğunu bildirmeleri üzerine yapılan incelemelerde 2 polis memuru araçlarında tarihi eserle yakalandılar.

 

Pmphylia’nın en büyük kentlerinden biri olan, fakat bakımsızlık yanında kentsel rantın da tehdidi altında olan Antik Perge kentinin kuzeyindeki 60 metrelik akropolün eteklerinde kazı yaptığı anlaşılan polislerin araçlarında tarihi eserlerle ilgili CD ve broşürlerin dışında bir de tarihi eser olduğu ileri sürülen taş bulundu. Antik kentin eteğinde yer alan göz alıcı anıtsal çeşmesinin yakınlarında 80 cm derinliğinde çukur açtıkları tespit edilen polisler adliyeye sevk edilmelerinin ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.

 

Geçtiğimiz hafta da Hatay’ın Dörtyol İlçesi'nde kepçeyle kazı yapan dokuz kişiden biri, geçen sene Konya’nın Eğribat Köyü'nde 1300 tarihi eserle yakalanan beş kişiden biri yine bir polis memuruydu.

 

Birinci derece sit alanı olan antik kentin bulunduğu bölgeyi koruması gereken yetkili bakanlıkların yaptıkları ise daha az değil. Kültür Bakanlığı bölgenin korunması için adım dahi atmazken, Çevre ve Orman Bakanlığı 2009 yılının haziran ayında tamamladığı çevre düzeni planında sit alanı olan bölgeyi önemsemeden yapılaşmaya açmaya, tarihi amfi tiyatronun üstüne organize sanayi bölgesi yapmaya kalkmıştı. Durum karşısında tarihi eserleri korumak için plana çok sayıda itiraz dilekçesi veren vatandaşlar, mecliste bakanlara soru önergesinin verilmesini de sağlamışlardı. Çevre Bakanı Veysel Eroğlu ise soruya “maddi hata” cevabını vermekle yetinmişti.

Haber Sol, 15.12.2009

RESTORASYON 2010'DA TAMAM

 

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'deki tarihi Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restorasyon çalışmasının ardından 2010 yılının Haziran ayında hizmete gireceği bildirildi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon çalışması 2007 yılında başlatılan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restorasyonunun Ekim 2009 tarihinde tamamlanması gerekirken, istimlak çalışmalarından dolayı restorasyonun Haziran 2010'da tamamlanmasının beklendiği kaydedildi.

Kervansarayın ayakta duran kısımları yeniden onarılırken, kervansarayın esas projesinde olup da yıkılan bölümleri ise gerçeğine yakın olarak yeniden yapıldığı aktarıldı. Restorasyon çalışmalarının yüzde 90 oranın da tamamlandığı belirtildi.

Bu arada, restorasyonda kullanılan kesme taşları Kayseri'den getirtilen Kervansarayın, 1632 yılında Sultan IV. Murat'ın silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığı belirtildi.

Malatya Haber, 15.12.2009

ALPARSLAN'IN KAYIP MEZARI TÜRKMENİSTAN'DA BULUNDU

 

 

Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı ve öğretim üyesi Prof.Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türklere Anadolu'nun kapısını açan Sultan Alparslan'ın mezar yerinin sonunda bulunduğunu açıkladı. Star gazetesinin haberine göre Mezar yerinin Merv'de olduğunu Türkiye tespit etti. Dışişleri ile Türkmenistan arasında imzalanacak protokolün ardından kazı çalışmalarına başlanacağını belirten Halaçoğlu, kazı çalışmalarına ODTÜ ve TÜBİTAK da yerin altını gösteren cihazlarıyla katkıda bulunacağını belirtti.


Halaçoğlu, Sultan Alparslan'ın mezar yerinin yerle bir edildiği için kayıp olduğunu, ancak 3 yıl süren bir araştırma sonucunda mezar yerini tespit ettiğini söyledi. Halaçoğlu, “Şu anda yerini tam olarak açıklamak istemiyorum, çünkü talan edilmesin istiyorum. Ben Çağrı Bey'in mezar yerlerini inceleyerek yeri tespit ettim. Krokisini çizdim. Türbenin temellerine ulaştım” diye konuştu.


Alparslan'ın mezarının Türkmenistan'da bulunmasının “Malazgirt Savaşı olmadı” diyenlere yanıt olduğunu ifade eden Halaçoğlu, “Malazgirt'e gidelim, dedektörle her tarafı dinleyelim. Bu savaş olmasaydı Türkmenistan'da yaşıyor olacaktık” dedi

Radikal, 15.12.2009

SANATÇI BİRLİKLERİNDEN AKM ÇIKIŞI: SANATI İSTANBUL'DAN İTMEK İSTİYORLAR





2010 yılının eşiğinde Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) geleceğine dair yaşanan belirsizlikler nedeniyle, bu konunun doğrudan taraf ve muhataplarından sanat, kültür ve meslek örgütleri, bir basın açıklaması için Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde bir araya geldi. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın ve Kültür Bakanlığı’nın Atatürk Kültür Merkezi ile ilgili uygulamalarında gelinen son nokta hakkında kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla gerçekleştirilen toplantıda, çok sayıda sanatçı birlik ve sendikasının temsilcilerinin yanı sıra Mimarlar Odası yetkilileri ve basın mensupları hazır bulundu.

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhcu, Özel Tiyatrolar ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi Temsilcisi Orhan Aydın, Özel Sanat Konseyi Genel Sekreteri Canol Kocagöz ve Kültür Sanat Sendikası Genel Sekreteri Tarık Çakar ’ın katılımı ile gerçekleştirilen basın toplantısının vurgusu, sürüncemede olan AKM süreci yüzünden “İstanbul’un sanattan yoksun, sanatçının mekanından mahrum bırakılması” idi.

İstanbul Kültür Forumu, İSTİŞAN, KESK HABER_SEN, KÜLTÜR SANAT-SEN, Nazım Hikmet Kültür Merkezi, Özerk Sanat Konseyi, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, TOBAV Genel Merkezi, TOMEB İstanbul Temsilciliği ve Uluslararası Plastik Sanatçıları Derneği’nin imzasını taşıyan ortak açıklamanın okunmasının ardından soru-cevap kısmına geçilen toplantıda ilk olarak Tarık Çakar söz aldı. Çakar, kamuoyuna tanıtılmış olan avan projenin sanatçıların istekleri doğrultusunda değiştirilmesi konusunda İstanbul AKB Ajansı ile mutabakata varıldığını, ancak aradan geçen 1-1.5 aylık süreçte revize edilmiş projenin hala Koruma Kurulu’ndan geçirilemediğini ifade etti.

İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Eyüp Muhçu ise 10 Ekim tarihli ve İstanbul AKB Ajansı yetkililerinden Faruk Pekin, Haluk Bulutoğlu ve Korhan Gümüş’ün de katıldığı ortak toplantılarında belirli bir konsensüse ulaşıldığını ve 11 Ekim’de Kültür Bakanlığı Müsteşarı’nın revize edilmiş proje hakkında bilgilendirildiğini aktardı. Muhçu şöyle devam etti:

“Tüm bunlara rağmen süreç zora sokulmakta ve sendikaların davası haksız yere gerekçe gösterilmektedir. Yapılması gereken asıl hamle, Kültür Bakanlığı’nın kendi itirazından vazgeçmesidir. Ancak Kültür Bakanlığı ve İstanbul AKB Ajansı bunun yerine, açtığı davayı kazanan sendikaları, davayı sonuçlandıran yargıyı ve bilirkişiyi eleştirmektedir. Bunu da anlıyoruz; çünkü hala AKM’nin yerine kültür-iş merkezi inşa edilmek istiyorlar!”

Toplantıya Özel Tiyatrolar ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi Temsilcisi olarak katılan Orhan Aydın, sonuçlanmayan AKM sürecinin İstanbul’un Operasını, Balesini ve Senfonisini evsiz-barksız bıraktığını, İstanbul Tiyatrolarının ise paramparça olduğunu vurgulayarak şunları dile getirdi:

“İstanbul’da tiyatro ve sanat, kentin merkezinden bilerek ve istenerek itilmiştir. Niyet okuması yapmak istemeyiz ama, Kültür Bakanlığı’nın medyada çıkan açıklamalarından anladığımız, halen yapının yıkılmasının istendiğidir.”

Kültür Sanat Sendikası Genel Sekreteri Tarık Çakar ise, İstanbul sanatçılarının AKM’nin belirsiz sürüncemesinde çektiği sıkıntıları detaylı olarak aktardı. AKM sürecinde kendilerine hiçbir şeyin danışılmadığını ve yine de hala sanatçıların suçlandığını dile getiren Çakar, şöyle devam etti:

“Tiyatrocular, Üsküdar Tekel Binası’nda bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Biz ise eserleri Süreyya Operası’nda sürdürmeye çalışıyoruz. Ancak burası da çok sınırlı bir alan. Senfoni, bale diye bir şey zaten kalmadı. Sanat İstanbul’da durdu!”

Toplantı sonrasında Eyüp Muhçu, altyapı çalışmalarına indirgendiğini öne sürdüğü AKB çalışmaları karşısında, mesleğin kendilerine yüklediği sorumlulukları yerine getirmeye çalıştıklarını belirterek, yeni bir süreç başlattıklarını söyledi. Muhçu, bu adımın ardından İstanbul AKB Ajansı’na ve Kültür Bakanlığı’na seslerini duyurmak için 15 Ocak’ta AKM önünde kitlesel katılımlı bir basın açıklaması yapacaklarını da duyurarak faaliyetlerine katılmak isteyenlere çağrıda bulundu.

mimarizm.com, Haber: E. Seda Kayım, 15.12.2009

KÜÇÜKÇEKMECE'DEKİ ANTİK KENT EN ÖNEMLİ KEŞİFLERDEN

 

Küçükçekmece’deki Bathonea antik kenti, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü’nün yayınında, 2009’un dünyadaki en önemli keşifleri sıralamasında ilk 15 içinde yer aldı. İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün açıklamasına göre, inceleme yapan enstitüden Dr. Mark Rose bir yazı kaleme aldı. Rose, Kocaeli Üniversitesi’nden Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığındaki kazıları hatırlattı. Rose, şöyle konuştu:

“Küçükçekmece lagün gölünün hem kıyılarında hem de bizzat içinde kalıntılar var. Klasik dönem kalıntıları iki adet liman ve kilometrelerce uzanan sahil duvarlarını da içeriyor. Büyük olan liman, uzun dalgakıranı ve feneriyle milattan önce 4. yüzyıla tarihlenebilir. Önemli bir liman olduğu açık bir şekilde görülüyor. Daha sonraya tarihlenen kalıntılar arasında Hellenistik çanak-çömlek parçaları da var. Milattan önce 2. yüzyıla ait Korint sütun başlığı ise bu döneme ait önemli bir binanın varlığına işaret ediyor. Çok etkileyici, geniş ve çok iyi döşenmiş bir Roma yolu da bulundu. Arkeologlar yolun, Roma imparatorluk yollarından ‘Via Egnetia’, yani imparatorluğun önemli arterlerinden biri olduğuna inanıyorlar.”

Rose, bölgenin arkeolojik parka çevrilmesi gerektiğini de kaydetti. İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili de “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na proje sunulmuş olup, ajansın bu doğrultuda karar almasını umuyor ve çalışmaların tekrar başlamasını arzuluyoruz” dedi.

Milliyet, 15.12.2009

LUVR APARTMANI'NDAN DENİZ PALAS'A





İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), 14 yıldır çalışmalarını sürdürdüğü Beyoğlu’ndaki Luvr Apartmanı’ndan Şişhane’deki Deniz Palas Apartmanı’na taşınmaya başladı. Resmi açılış tarihi henüz kesinleşmeyen, ama ocak ayı içinde açılması planlanan 4.200 metrekare büyüklüğündeki yedi katlı Deniz Palas Apartmanı’nda vakıf ofislerinin yanı sıra, binayı sanatseverler için bir buluşma merkezi haline getirecek farklı mekanlar da yer alıyor.

Binanın giriş katında, Aliye Berger, Abidin Dino, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Devrim Erbil ve Tan Oral gibi sanatçıların yapıtlarının ürün uygulamaları, Türk tasarımcılarının önde gelen isimlerinin hazırladığı özel koleksiyonların yer alacağı İKSV Tasarım dükkanı ve ‘Peralı’ cafe bulunuyor.

Deniz Palas’ın giriş ve birinci katında ise müzik, tiyatro ve çocuk etkinliklerine de ev sahipliği yapacak olan bir salon, en üst katı ile terasında da Haliç’e bakan bir restoran yer alıyor. Binanın beşinci katında Leyla Gencer’in Milano’daki evinden getirilen özel eşyalarının sergileneceği Leyla Gencer Müzesi bulunuyor.

Tüm bu özel mekanlarla birlikte küratörlüğünü Fulya Erdemci’nin üstlendiği ve aralarında Hüseyin B. Alptekin, Özdemir Altan, Ayşe Erkmen, İnci Eviner, Mehmet Güleryüz, Komet ve Sarkis’in de olduğu 22 sanatçının yapıtları binayı çevreleyecek.

Galata’da, Haliç’e hakim konumuyla Tarlabaşı ve Şişhane ayrımında yer alan Deniz Palas, 20. yy’ın başlarında mimar Yorgo Kulutros tarafından, Art Nouveau stilinde inşa edildi. İKSV tarafından 2004’te satın alındı, 2005’te 9. Uluslararası İstanbul Bienali mekanlarından biri olarak sanatseverlerle buluştuktan sonra, 2006’da restorasyon çalışmalarına başlandı. Doğan Tekeli’nin danışmanlığında gerçekleştirilen yenileme çalışmaları Saruhan Erim’in önderliğinde yapıldı. Deniz Palas’ın restorasyon maliyeti ise yaklaşık 14 milyon dolar.

Cumhuriyet, 15.12.2009

HOMEROS VADİSİ'NDE "ZAMAN YOLCULUĞU"

 

Bornova Belediyesi, İzmir'in ilk yerleşim yeri olan Yeşilova Höyüğü'nde devam eden kazı çalışmaları ve 'Zaman Yolculuğu' projesini, 2010-2011 yıllarında Homeros Vadisi'nde de uygulamaya hazırlanıyor. Proje kapsamında usta edebiyatçı Homeros'un yaşadığı mağaralarda kazı çalışmaları yapılacak ve "Zaman Yolculuğu" projesi uygulanacak.

Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr. Kamil Okyay Sındır, belediye ile "Sürdürülebilir Turizm" projesini yürüten İsveçli arkeologlar Ebbe Westergen ve Andreas Juhl ile birlikte Homeros'un yaşadığı vadideki mağaraları gezdi. Yeşilova Höyüğü'nde öğrenciler ve Kazı Başkanı Yard. Doç. Zafer Derin, Başkan Sındır ve beraberindeki arkeologlarla birlikte "Zaman Yolculuğu" projesini uyguladılar. Proje kapsamında döneme ait kıyafetler giyen Başkan Sındır ve İsveçli konuklar, öğrencilerin odun ateşinde pişirdiği mercimek yemeğinden yiyerek, buğday ezip, ekmek yaptılar.

Yeni Asır, Haber: Deha Şam, 15.12.2009

4 BİN YILLIK TOHUM ÇİMLENDİ





DPÜ, Arkeoloji Bölümü'nce yürütülen kazıda bulunan ve 4 bin yıl öncesine ait olduğu belirlenen 3 tohumdan biri, toprağa ekildikten sonra çimlendi.

 

Kazı Grubu Başkanlığını da yürüten DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, AA muhabirine, il merkezine yaklaşık 27 kilometre uzaklıktaki alanda geçen yıl yapılan kazıda, höyüğün güneydoğusunda bir yapının içerisindeki kapta bitki tohumları bulunduğunu bildirdi.

Orta Tunç Çağı dönemine ait olduğunu tespit ettikleri katmandaki tohumların yaklaşık 4 bin yıllık olduğunu belirten Prof.Dr. Bilgen, tohumların yapının içinde ve orijinal yerinde buldukları kaplar arasında birinin içinde olduğunu söyledi.

Prof.Dr. Bilgen, höyükte çok sayıda tohum bulduklarını, ancak birçoğunun yandığını gördüklerini ifade ederek, şöyle konuştu:

"Son bulduğumuz üç tohum, kabın bir kısmının dışına taşmıştı. Kap kırıldığı için bu şekilde bulduğumuzu düşünüyoruz. Tohumlardan bazılarını incelemeye almıştık. Yaklaşık iki yıldır bu çalışmayı yürütüyoruz. Geçen yıl yaptığımız çimlendirme denemesinden olumlu sonuç alamadık ve başarılı olamadık.
Bu yıl bu tohumlardan birini yeşertmeyi başardık. Bundan yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait toprak altından çıkmış bir tohum yeşerdi. Bu tohumdan çimlenen bitki, canlı halde bilim dünyasına sunulmak ve üzerinde çeşitli analizler yapılmak üzere inceleniyor."

Tohumların bulunduğu kabın yer aldığı yapının depo olarak kullanıldığını tahmin ettiklerini belirten Prof.Dr. Bilgen, "Sözü edilen kabın yanı sıra mekanda çok sayıda kap ele geçmiştir. Tüm bu özellikleriyle mekanın depolama amaçlı kullanılmış olabileceği düşünülmektedir" diye konuştu.






DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Nüket Bingöl, höyükte bulunan üç tohumdan birini geçen yıl toprağa ektiğini, ancak çimlendiği halde kuruduğunu, diğerinin ise yağ analizlerinin yapılması amacıyla İstanbul’a gönderildiğini anlattı.

Yrd. Doç.Dr. Bingöl, üçüncü tohumu yaklaşık üç ay önce toprağa ektiğini,bunun da çimlendiğini belirtti. Bu tohumun yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait olduğunu ifade eden Yrd. Doç.Dr. Bingöl, şöyle devam etti:

‘Bilimsel olarak yolun başındayız. Öncelikle diğer tohumlarla beraber bunların yaş tayininin yapılması ve günümüzde yetişen mercimeklerle karşılaştırılması gerekiyor. Her ne kadar arkeolojik kazılarda buluntunun içinden çıktıysa da bunu bilimsel olarak kanıtlamalıyız. Bu tohumların dışarıdan gelip gelmediğini incelememiz gerekiyor. Henüz bir iki aylık çalışma sürecindeyiz, bahara doğru yavaş yavaş sonuçlarını almış olacağız. Ancak çimlenmesi çok büyük bir gelişme. Günümüzde bilinen mercimek bitkileri gibi çok kuvvetli değil, oldukça cılız bir bitki. En kısa zamanda tek beklentimiz çiçeklenip tohum üretebilmesidir. Çiçeklenip tohum üretebilirse son zamanlarda çok güncel olan organik ve Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) özelliğini taşıyan bitkiler açısından bizim elimizde çok önemli bir veri olacak. Çok eski zamanlara ait, hiç genetiğiyle oynanmamış, herhangi bir değişikliğe uğramamış, organik olarak elde
edilmiş tohumların ilki olacak.’

Yrd. Doç.Dr. Bingöl, bu tohumun bir mercimeğe ait olduğunu belirlediklerine işaret ederek, mercimeğin çok fazla suya ve sıcaklığa ihtiyaç duymadan kurak ortamda yetişebildiğini kaydetti.

Mercimeğin kazı yapılan alanda yetişebilecek bir bitki türü olduğunu dile getiren Yrd. Doç.Dr. Bingöl, şu bilgiyi verdi:
‘Arpa, mercimek, buğday, bunların hepsi Anadolu kökenli bitkilerdir ve orijini Anadolu’dur. O yüzden bizim için bu tohumları burada bulmamız çok sürpriz olmadı. Tohumu canlı bulmamız bizim için sürpriz oldu. Bu da tamamen höyüğün yapısından kaynaklanıyor. Höyükte yangın çıkıyor, çöküyor ve tohumlar içerisinde canlı kalabiliyor. Şans eseri bu tohumları bulduk ve değerlendirdik. Şu an için bu tohumların mercimek olduğunu söyleyebiliyoruz, ancak yine de normal mercimekten morfolojik bazı farklılıkları var. Tamamen yaptığımız çalışmalar sonucunda belli olacak. Tohum vermesi halinde organik, hiçbir şekilde genetiğiyle oynanmamış, orijinal bitki olacak. Her zaman için orijinal tohumlar diğerlerine göre daha zayıftır. Belki ülke ekonomisine fazla bir katkı sağlamayacak, ancak bazı üniversitelerde başlatılmış eski tohumların toplanması yönündeki çalışmalara önayak olacağız.’

Yrd. Doç.Dr. Bingöl, yüzyıllar öncesinden bitki tohumlarının yeşerdiğine ilişkin daha önce yurt içi ve yurt dışında örnekler bulunduğunu hatırlatarak, Japonya’da manolya bitkisine ait tohumun günümüzdeki manolya bitkisinden farklı morfolojik özellikler taşıdığını bildiklerini sözlerine ekledi.

Seyitömer Höyüğü’ndeki kazılar Seyitömer Höyüğü’ndeki kazı çalışmaları, altındaki 12 milyon ton kömürünekonomiye kazandırılması amacıyla 1989 yılında Eskişehir Müze Müdürlüğü'nce başlatıldı. Afyonkarahisar Müze Müdürlüğü'nün 1990-1995 yılları arasında yürüttüğü çalışmalar, 2006 yılından itibaren DPÜ Arkeoloji Bölümü'nce ele alındı.

TKİ Genel Müdürlüğü ve DPÜ Rektörlüğü arasında imzalanan protokol gereğince her yıl 6’şar aylık dönemler halinde yürütülen kazı çalışmalarının 2010’da tamamlanması ve höyüğün kaldırılmasının ardından yaklaşık 500 milyon lira değere sahip linyit kömürünün çıkarılmaya başlanması hedefleniyor.

Kazı ve buluntuların sınıflandırılması çalışmaları, DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen ve öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Gökhan Coşkun gözetiminde sürdürülüyor

Radikal, 15.12.2009

LOUVRE PES ETTİ, MISIR KAZANDI

 

Dün, Nicolas Sarkozy Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e, kriz sebebi bir eski eseri iade etti. Luxor’daki bir mezara ait üç bin yıllık duvar resmi parçalarından biri olan eser, diğer parçalarla birlikte, 2000 yılında Louvre Müzesi yetkilileri tarafından satın alınmıştı. Eserleri geri isteyen Mısır, olumlu yanıt alamayınca Louvre’la tüm ilişkisini askıya almış, bu müzenin Mısır’da yürüttüğü bilimsel kazıyı da durdurmuştu.

Sarkozy, Louvre’un eserleri alırken ‘kötü niyetli’ olmadığını ama gerilim konusu olan parçaların Mısır’a iade edileceğini söyledi. Mısır, Batı ülkelerinin elinde bulunan tüm eski eserleri geri istiyor.

Radikal, 15.12.2009

POLİSE MUMYA SATMAYA KALKTI

 

Aksaray polisi, Murat Balcı’nın (38) mumya satmaya çalıştığını belirledi.

 

Kendisiyle müşteri gibi bağlantı kuran polise iki kadın mumyasını satmaya çalışan Balcı gözaltına alındı. Anne ile kızına ait olduğu sanılan mumyaların Nevşehir’in Derinkuyu İlçesi'ndeki bir kiliseden çıkartıldığı belirlendi. Mumyaların hangi döneme ait olduğunu uzmanlar belirleyecek. 

Milliyet, Haber: Hasan Bölükbaş, 15.12.2009

ÇİN SEDDİ UZUYOR

 

 

Çin’in kuzeydoğusunda, Çin Seddi’nin devamı olduğu belirtilen yeni duvar kalıntılarının bulunmasıyla seddin bilinenden daha uzun olduğu bildirildi.

Şinhua ajansının Çin Haber Servisi’ne dayandırdığı habere göre, Çinli arkeologlar, Çin Seddi’nin, Çin (MÖ 221-206) ve Han Hanedanlıkları (MÖ 202-220) döneminden kaldığı düşünülen 11 yeni bölümüne ulaştı.

Çin’in kuzeydoğusunda bulunan Cilin eyaletinin Tonghua şehrinde keşfedilen yeni kalıntılar Çin Devlet Kültür Mirasları İdaresi tarafından koruma altına alındı.

Yüzyıllar boyunca çok sayıda imparator tarafından inşa edilen Çin Seddi, kuzey Çin boyunca 8851 kilometre uzanıyor. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanlığı (1368-1644) devrinden kalan 2500 kilometrelik duvar.

Çin Seddi 1987 yılında, "Çin’in Sembolü" olarak "Dünya Mirasları Listesi"ne alınmıştı.

Radikal, 15.12.2009

400 YILLIK EL YAZMA ESERLER 2.5 YILDIR DEPODA ÇÜRÜYOR





Bursa İnebey Medresesi'nde hizmet veren Tarihi Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi'ndeki binlerce değerli yazma ve eski basma eser 2,5 yıldır devam eden restorasyon sebebiyle büyük zarar gördü.

 

Küçük bir odada istiflenen paha biçilmez binlerce kitap, rutubet ve haşerattan olumsuz etkilendi. Uzmanlar, restorasyon yapılan bir alanda böyle değerli eserlerin tutulmasını vefasızlık olarak değerlendiriyor. Türk-İslam medeniyetinin binlerce değerli yazma ve eski basma eserini bünyesinde bulunduran tarihi binanın restorasyonu Kültür Müdürlüğü ve İl Özel İdaresi tarafından yürütülüyor. Bibliyografik danışmanlık hizmeti veren Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi, 2007'de başlayan restorasyon nedeniyle kapalı. 17. yüzyılda Fahrettin Razi tarafından yazılan ve felsefi yorumların yer aldığı elyazması, Katip Çelebi'nin 1730 tarihli Cihannüma'sı, Osmanlı döneminde basılan ilk atlas ve VIII. yüzyıla ait Kur'an-ı Kerim sayfası gibi birçok tarihi kitabın bulunduğu kütüphanede, 9 bine yakın yazma, 18 bin civarında da basma eser yer alıyor.

 

İsminin açıklanmasını istemeyen bir görevlinin verdiği bilgiye göre, 40 m²'lik alanda istiflenen paha biçilmez eserler, 2,5 yıldır nem, küf ve haşeratın zararına maruz kaldı. Kitap sayfalarında mantar oluştu. Uzmanlar, düzenli olarak kimyasal dezenfeksiyon yapılması gereken eserlerin, böcekler ve kemiricilere karşı korumasız kaldığını dile getiriyor. Uludağ Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Hasan Basri Öcalan, yazma eserlerin akademisyenler için çok önemli olduğunu söylüyor.

 

Kütüphanenin, Türkiye'nin en önemli yazma eser kütüphanelerinden birisi olduğuna dikkat çeken Öcalan, buranın Bursa'da çalışan akademisyenler için vazgeçilmeyen mekanlardan birisi olduğunu kaydetti. Dr. Öcalan, şunları ifade etti: "Son 10 yıldır, idarecilerin tutumlarından dolayı bu kütüphane işlevini yerine getirememektedir. Akademisyenler buraya gidemiyor."

 

Bursa İl Kültür Müdürlüğü yetkilileri ise bu konuda açıklama yapmaktan kaçındı. Yetkililer, restorasyon sürecinde kitapların zarar görmediğini iddia etti.

Zaman, 15.12.2009

NOEL BABA'NIN KEMİKLERİNİN GİZEMLİ ÖYKÜSÜ





İngiliz Daily Mirror 'da Dan Brown öykülerine taş çıkartan bir makale yayımlandı, buna göre Noel Baba'nın kemikleri sanıldığı gibi Bari'de değil, Noel Baba, Fransız bir aile tarafından önce Anadolu'daki Sarazinler ve İtalya-Bari'deki Cenovalılardan kaçırılıp İrlanda Jerpoint Kilkenny'de Cistercian Manastırı'na gömüldü.

 

Daily Mirror gazetesinde Noel Baba’nın kemiklerinin Türkiye’den İrlanda’ya götürüldüğü ve burada gömüldüğü iddialarını içeren, tarihçilerin de görüşlerine yer verilen bir makale yayımlandı.
İngiliz Daily Mirror gazetesinde yer alan makale Dan Brown öykülerine taş çıkarttı. Türkiye’de adına dikilen eski kilisedeki sanat eseri heykeli bir süre önce atılıp yerine reklam kampanyası için kullanılan kırmızı elbiseli plastik oyuncağı dikilen Noel Baba ile ilgili makalenin başlığı "Santa İrlanda’daki Mezarında mı Gömülü? Noel Baba’nın parçalanan mezarlığına yolculuğunun esrarı" diye atıldı. Makale "Jerpoint Manastırı harabeleri, dünyanın ? en azından bugünler için- en sevilen adamının ebedi istirahatgahına hiç de benzemiyordu. Ancak Kilkenny ülkesindeki bu yerde, düşen kaya parçaları, tahta fırçası gibi çalılıklar arasındaki eski püskü bir taş bloğun altında hakiki Noel Baba’nın kemikleri bulunduğu söyleniyor" diye başladı. Makalede İrlanda’nın güneydoğusunda bulunan Kilkenny bölgesinin Noel Baba ile bağlantısı anlatılırken şöyle denildi:

Tarihçi Philip Lynch: İnsanı hayrete düşüren bir hikayemiz var ve hala çok az kişi St.Nicholas’ın bu ülkeyle ilişkisini biliyor. Her yıl pek çok ziyaretçi geliyor ancak sayıları hala fazla değil. İhtiyar bir cimriye ait muhteşem bir öykü de var. Çocuklara hiç noel hediyesi vermezmiş; ama onun yerine çocukları Jerpoint’e ve Noel Baba’nın mezarını göstermeye getirirmiş.


Myra’lı St. Nicholas, 4’ncü yüzyılda bugünkü çağdaş Türkiye’de bulunan Lycia’nın piskoposu, olağanüstü cömertliğiyle tanınmıştı ve yaşayan bir aziz olarak benimsenmişti. Zengin bir ailede doğdu, genç yaşlarda anne ve babasını kaybetti ve Nicholas bundan sonra hayatını Tanrı’ya hizmete adadı. Kendisine kalan tüm mirası muhtaçlara, hastalara ve sıkıntı içinde olanlara harcadı.


Bir süre sonra cömertliğiyle, fakirlere kendisini gizleyerek verdiği sayısız hediyelerle ünlendi, mucizeler yapan bir kişi olarak tanındı. Fakir üç kıza, evlenmelerini sağlayacak üç altın torbasını gizlice vermesinden dolayı Noel Baba’nın geleneksel sembolünün üç altın küre olduğu belirtilen makalede şöyle denildi:


"-Piskopos 346 Aralığında öldü ve Myra’daki katedral kiliseye gömüldü. Kabir bir hac yerleşimi haline geldi hatta iyileştirici etkileri bulunduğu söylendi. Nicholas daha sonra aziz ilan edildi. İrlandalı tarihçilere göre Nicholas’ın kalıntıları 800 yüzyıl önce Jerpoint Abbey’e getirildi. Bu olay o günün saz şairleri ve katipleri tarafından kroniklerde de yayımlandı.


-İlgi çekici bir şekilde Jerpoint’in eski adı ‘Magh Rath’ idi, yani ‘kaleler düzlüğü’. Ve o aynen Türkiye’deki ‘Myra’ gibi telaffuz ediliyordu. Ölümünü izleyen dönemde Myra’daki St Nicholas mezarı kutsal bir yer olarak kaldı, ta ki 1087’deki Sarazinlerin (Arap veya Müslümanlar) isyanına kadar.


-Doğu Hıristiyanlığı Türkiye’yi istila eden Sarazinlerin işgaline maruz kaldı. Tarihlere göre mezar İtalyan gemiciler tarafından yağmalandı ve kemikler güney İtalya’daki Bari kendine getirildi. Ancak İrlandalı tarihçi Philip Lynch olayların farklı bir versiyonunu bulduğuna inanıyor. Lynch St Nicholas’ın kurtuluşunun 1169’dan kısa bir süre sonra İrlanda’ya yerleşen Fransız bir aileye düştüğü kanısında.


-Callan Miras Derneği başkanı Lynch: ‘Freaneyler olarak bilinen Frainetler’in Kilkenny’deki Thomastown yakınlarında arazileri vardı. Fransa’da da arazileri bulunuyordu. Haçlı Seferleri sırasında Sarazinlerle dövüşmeye Filistin’e gittiler. İrlanda’ya Noel Babayı getirenler de Frainetler idi. Yenildikten sonra geri çekilirken, düşmanın eline bir şey bırakmaktansa, alabildiklerini aldılar. Türkiye’deki Myra yöresi boyunca geri çekilirken St Nicholas’ın gövdesini mezardan çıkardılar.’


-St. Nicholas’ın kalıntılarını o zamanlar Norman imparatorluğunun bir parçası olan güney İtalya’ya getirenler Haçlılardı. Kalıntılar Bari’de küçük bir kilisede kaldı, ta ki Normanlar İtalya’dan Cenevizliler tarafından zorla çıkarılıncaya kadar. Aziz Nicholas o zaman da, kalıntıları Frainet ailesinin Fransız koluna emanet edildiği Fransa’daki Nice yakınlarına getirildi.


-Bu arada İrlanda’da, Güney Fransa’da Normanların günlerinin sayılı olmasından korkan Nicholas de Frainet, Aziz Nicholas’ı Kilkenny’ye taşımaya karar verdi. Jerpoint’te ona ithaf ettiği Cistercian Manastırı’nı inşa etti ve 1200’de büyük törenle Myra’lı St Nicholas Waterford’a ve içine konulduğu yeni manastıra getirildi. Tarihçi Philip Lynch "St Nicholas Kilisesi hala duruyor ve zemininde Aziz Nicholas’ın mezarını işaret eden bir taş blok var" diyor.


-Şimdi tarım alanları arasında, Newtown Jerpoint ortaçağ kasabasının kilise kalıntıları tümüyle duruyor. Bir zamanlar çok geniş bir alana yayılan manastır arazileri 1540 dağılmalarından sonra harabeye dönüştü. Ancak mezarın bir bölümü kaldı. Ve büyük bir taş blok özellikle ayakta duruyor. Orada taşa sevgiyle kazınmış bulunan bir figürde piskopos ve iki kişinin daha başları bulunuyor. İki kişinin, Nicholas’ı İrlanda’ya getiren iki Frainet Haçlısı’na ait olduğu düşünülüyor: Sembolik üç altın küreyle çevrilmiş bulunan kişi ise St.Nicholas’ın kendisi bulunuyor. Bu olağanüstü öykünün bir başka biçimi de bulunuyor.


-Aziz Nicholas’ın efsanesi sönmeye yüz tutmuşken, 1930’larda Coca Cola tarafından St Nick’i canlandırmak üzere pazarlama amaçlı olarak yeniden ele alınıyor ve kırmızı elbisesi, beyaz kürk süsleri, siyah çizmeleri ve tokalı kemeriyle çağdaş Noel Baba’ya dönüştürülüyor. Ve bir tesadüf daha: Coca Cola şirketini kuran bir 19’uncu yüzyıl bankacısı olan Asa Candler’in ailesinin kökeni Jerpoint, Kilkenny’ye dayanıyor?

Radikal, 14.12.2009

YAKUTİYE MEDRESESİ KURTARILDI





Erzurum'daki tarihi Yakutiye Medresesi'nin dış cephe duvarlarına doğalgaz borularının çekilmesiyle oluşturulan görüntü kirliliği, söz konusu boruların ve tesisatın sökülmesiyle ortadan kaldırıldı.

 

Türk- İslam medeniyetinin önemli eserlerinden olan ve günümüzde etnografya müzesi olarak kullanılan Yakutiye Medresesi'ne restorasyon çalışmaları kapsamında doğalgaz tesisatı çekilmişti. Yüklenici müteahhit firma, tarihi medresenin zeminden ısıtılması için kullanılacak doğalgaz tesisatını, medresenin dış cephe duvarlarından geçirince 'görüntü kirliliği'ne neden olduğu gerekçesiyle kamuoyunun tepkisine neden olmuştu.

 

Erzurum Anıtlar ve Rölöve Müze Müdürlüğü, tarihi medrese binasının kuzeydoğu cephesinin dış duvarlarına döşenen doğalgaz tesisatını müteahhit firmaya söktürerek, görsel kirliliğe son verdi.

Anıtlar ve Rölöve Müze Müdürü Suat Bakır, doğalgaz boru ve sayaçlarının duvardan sökülüp düşük kotta yeniden yapılacağını söyledi. Bakır, taşınmaz kültür varlıklarının yerden ısıtılmasının Türkiye'de ve dünyada yaygın olarak kullanılan bir sistem olduğunu vurgulayarak, bu sistem içerisinde ısıtma elemanları, bu sayede görsarının (boru ve sayaç) tarihi yapıya zarar vermemesi ve görüntü kirliliğine neden olmaması için tercih edildiğini ifade etti. Yakutiye Medresesi'nin kuzeydoğu cephesindeki boru ve sayaçların sökülerek, zemin kattaki tuvaletin içerisine alındığını belirten Bel, kirliliğin önüne geçildiğini dile getirdi.

 

Tarihi yapının duvarlarına çakılan penlerin yerine ise dolgu taş uygulaması yapılarak meydana gelen olumsuzluğun giderileceğine değinen Bakır, "Yakutiye Medresesi'nin dış cephesindeki boruları sökerek daha düşük kottan tuvaletlere aldık. Dış cephe duvarlarında oluşan cüzi miktardaki hasar ise yeniden restore edilecek." dedi. 1840 yılında çizilen bir gravürlerde tarihi medresenin üzerinin tamamen açık bulunduğunun ve fener kulesinin göründüğünü de sözlerine ekleyen Bakır, "Medresenin ana kubbesi üzerine yapılmış olan fenerin proje kapsamında iç mekan ışık kalitesini arttırması için polikarbonat kaplama ile kapatılmıştır." diye konuştu.

 

İlhanlı Hükümdarı Sultan Olcayto zamanında Gazanhan ve Bolugan Hatun adına Cemalettin Hoca Yakut Gazani tarafından miladi 1310 yılında yaptırıldı. Selçuklu dönemi geleneksel mimari tarzı ile yaptırılan tarihi yapı, dört eyvanlı kapalı avlulu medrese grubunda yer alıyor. Eyvanlar arasında hücreler yer almakta. Doğu eyvanın bitiminde kümbet yer almakta. Kümbette mezar bulunmuyor.

Batı cephesinde yer alan bitkisel, geometrik motifler ve sembolik tasvirlerde denge ve simetriye önem verilmiş. Taç kapısındaki ve hücre kapılarındaki süslemeler gerekse minaredeki çini süslemeler o dönemde sanatta gelinen noktayı ve sanata verilen önemi göstermekte. Medrese, 1900'lü yılların başından, 1980'lere kadar askeri yapı olarak kullanıldıktan sonra, Kültür Bakanlığı'na müze olarak devredildi

Erzurum Gazetesi, 14.12.2009

"KAYIP KENT ATLANTİS, EGE'DE





Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Teknolojisi Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof.Dr. Doğan Yaşar, 14 yıl önce başladığı "Marmara Sea Gateway" (Marmara Deniz Geçidi) konulu araştırmasında kayıp kent Atlantis ve esrarengiz Nuh Tufanı'nı hakkında bilinmeyenlere ulaştı.


Deniz Jeolojisi ve Jeofiziği Öğretim Üyesi Yaşar, kayıp kent Atlantis'in, Nuh Tufanı sonucu sular altında kaldığını ve Girit Adası yakınlarındaki Santorini Adası açıklarında olduğunu söyledi.
Prof.Dr. Yaşar, dünyanın 18 bin yıl önce küresel ısınma sürecine girdiğini, Nuh Tufanı'nın da iklim değişimiyle buzulların erimesi sonucu yaklaşık 13-14 bin yıl önce ve dünyanın en az 20 yerinde meydana geldiğini, en kuvvetlisinin ise Karadeniz'de olduğunun ortaya çıkarıldığını söyledi. Yaşar, tufanın, mitolojide yer aldığı gibi 40 gün 40 gece değil 200 yıl gibi geniş bir zaman diliminde sürdüğünü ifade etti.


Atlantis'in tek bir yerde değil, 20'ye yakın noktada sular altında kalan yerleşim yerleri olduğunu ve herbirinin "Atlantis" olabileceğini söyleyen Prof.Dr. Yaşar, "Ancak biz bölgemizdeki Atlantis'in, Girit Adası'nın 90 kilometre kuzeyindeki Santorini Adası açıklarında olduğunu düşünüyoruz. Atlantis'ten tufan nedeniyle kaçanlar Girit ve Midilli'ye yerleşti" dedi.

Yeni Asır, Haber: Şafak İnce, 14.12.2009


******


KAYIP ŞEHİR ATLANTİS BULUNDU MU?





Bir grup denizaltı arkeoloğu, kayıp şehir Atlantis'in bulunduğunu iddia etti. İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre, isimlerinin açıklanmasını istemeyen bilim adamları, "Karayip adalarına yakın bir bölgede" yaptıkları inceleme sırasında çektikleri fotoğrafları yayımlayarak, görüntülerin açıkça bir yerleşim birimine işaret ettiğini ve bu yerleşim biriminin, hakkında yüzyıllardır pek çok efsanenin dilden dile dolaştığı Atlantis adası olduğunu açıkladı.


İnsanlık tarihinin en ünlü efsanelerinden biri olan Atlantis, yüzyıllar önce tüm dünyayı hakimiyeti altına alan güçlü bir uygarlığın yaşadığı fakat büyük bir felaket sonucunda yok olduğuna inanılan bir ada olarak biliniyor.

Milliyet, 18.12.2009

SARAYLI'DAKİ TARİHİ EVLER ONARILIYOR

 

Kültür Bakanlığı Gölcük Saraylı bölgesindeki 53 tarihi evin restore edilerek korunmasını kararlaştırmıştı. Tarihi binaların onarımı için bina başına 30-200 bin TL harcanacak. Onarım ücretleri, bina sahiplerine karşılıksız verilecek. İlk olarak Saraylı’da Mehmet İnan’a ait evin onarımı için 30 bin TL karşılıksız kredi verilmiş.

Özgür Kocaeli, 14.12.2009

'İDAM FERMANI'NA BAKANLIKTAN 20 BİN

 

 

Osmanlı saray hazinelerinin açık arttırmayla satışa sunulduğu müzayedede, Sultan V. Mehmed Reşad'ın 1912'de yazdırdığı idam fermanı, Kültür Bakanlığı tarafından 20 bin TL'ye satın alındı. 475 bin liraya alıcı bulan Sultan II. Bayezid'e ait 168 satırlık Vakfiye ise 450 eserin satışa çıktığı müzayedenin en pahalı eseri oldu. Türkiye'de ilk kez bir idam fermanı, Alif Art Antikacılık tarafından satışa sunuldu. Osmanlı ve Karma Sanat Eserleri 'Resulü Pürkerem' başlığı altında dün Ortaköy'deki Esma Sultan Yalısı'nda düzenlenen müzayedede, idam fermanı, 6 bin lira açılış fiyatıyla satışa sunuldu. "İs mürekkebi ile ferman kağıdı üzerine 6 satır divani hatla" kaleme alınan ferman, İzmir Kuvva-i Mürettebe Kumandanlığı'na hitaben yazılmış. Ferman, aşçı Mihailoğlu Tireli Nikola'nın Yunan askerleri ile birlikte çete kurarak cinayet işlemekten idama mahkumiyetini içeriyor. 450 eserin satışa sunulduğu müzayede de Sultan II. Bayezid'e ait Vakfiye 475 bin, Çeyiz Sandığı 270 bin, III. Selim Dönemi 29 adet Tasvir-i Hümayun Koleksiyonu 240 bin, Mehmet Aziz Rifai Efendi ketebeli Hilye-i Şerif'i 120 bin TL'den satıldı. Sultan II. Bayezid'e ait Vakfiye'yi, Sabancı Vakfı Genel Müdürü Hüsnü Paçacıoğlu'nun satın aldığı öğrenildi. Müzayedede toplam 3.5 milyon TL'lik satış gerçekleştirildi. Öte yandan Portakal Sanat ve Kültür Evi'nin düzenlediği müzayedede ise Süleyman Seyyid'in 'Karpuzlu Natürmort' tablosu 1 milyon 300 bin liraya alıcı buldu.

Sultan II. Bayezid'e ait 168 satırlık Vakfiye, müzayedede 475 bin TL'ye alıcı buldu.

Sabah Haber: İlker Gezici, 14.12.2009

BATTALGAZİ'DE HEYKEL TARTIŞMASI

 

Malatya'da Battalgazi İlçesi girişine yapılan Battalgazi heykeli kaldırılıp yerine çift başlı kartal heykeli konulması tartışmalara yol açtı.

 

Belediyenin seçtiği çift başlı kartal heykelinin birçok açıdan tartışmalı olduğunu belirten tarihçi-yazar Orhan Tuğrulca, “Malatya üzerine araştırma yapan bilim adamları bir araya getirilmeli ve sempozyum düzenlenmelidir. Bu çalışmaların sonunda çıkacak olan bilimsel öneriler ışığında yeni bir sembol tasarlanmalıdır” diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, Haber: Nihat Abacı, 14.12.2009

SÜ SAKIP SABANCI MÜZESİ'NE YENİ ESERLER

 

Sabancı Üniversitesi (SÜ) Sakıp Sabancı Müzesi, Osmanlı dönemine ait 3 yeni eseri koleksiyonlarına kazandırdı. Yapılan açıklamaya göre, Osman Hamdi Bey’in "Naile Hanım" portresi ile Sultan 2. Bayezid’ın Vakfiyesi ve Dünya Hanedanları Şeceresi, Sakıp Sabancı Müzesi tarafından satın alındı.

Portakal Sanat ve Kültür Evi tarafından düzenlenen müzayededen satın alınarak müze koleksiyona katılan "Naile Hanım" portresi, SÜ Sakıp Sabancı Müzesi Resim Koleksiyonu’ndaki yedinci Osman Hamdi Bey eseri oldu.

SÜ Sakıp Sabancı Müzesi Osmanlı Hat Koleksiyonu’nun yeni eserlerinden biri de Sultan 2. Beyazıd Vakfiyesi. Osmanlı tarihine ilişkin önemli bir belge niteliği taşıyan Vakfiye, is mürekkebi ile yazılan 168 satırdan oluşuyor. 24 santimetre uzunluğunda ve 475 santimetre genişliğindeki Vakfiye, tuğranın üzerinde yer alan altın yaldız tahrirli besmelenin altında, vakıf ile ilgili Hadis-i Şerifler ve dualar ile başlıyor.

Vakfiye’nin içeriği ise İlyas bin Abdullah tarafından vakfedilmiş olan vakıf malları ile ilgili olup, İstanbul ve Çorlu’daki çok sayıdaki gayrimenkullerin sınırlarını detaylı bir biçimde çiziyor ve bırakılan bu müesseselerin idaresine dair şartlar belirtiliyor.

Bursalı Derviş Hasan bin İlyas tarafından 1503 yılında kaleme alınmış olan Vakfiye’nin içeriği, Osmanlı devlet yönetim felsefesini ve 2. Bayezid döneminin merkeziyetçi yapısını yansıtması açısından da önem taşıyor.

Vakfiye ile koleksiyona katılan bir diğer eser ise 16. yüzyıla tarihlenen, Hz. Adem’den başlayarak Hz. Muhammed’e dek tüm peygamberler ile Sultan 3. Murad’a dek tüm İslam hanedanlarının sultanlarının silsilelerini içeren Dünya Hanedanları Şeceresi oldu. Altın yaldız çerçeveli madalyonlar içine yerleştirilmiş isimlerin çevresinde, o dönemde yaşanan önemli olaylar kaydedilmiş. Giriş metninde, Sultan II. Selim’in emri ile hazırlandığı belirtilen eser, sanatsal niteliğinin yanı sıra içeriği nedeniyle tarihi bir belge olarak da önem taşıyor.

Radikal, 14.12.2009

TARİHİ BİNA ALEV ALEV YANDI

 

Fatih'te 5 katlı tarihi ahşap bina alev alev yandı. Yangın, 5 ilçeden gelen itfaiye ekipleri tarafından güçlükle söndürebildi. Olay sonrası tarihi yapı enkaza döndü. Çevre sakinleri binada oturanların izinsiz ikamet ettiğini ve yangının kaçak elektrik kullanımı nedeniyle çıktığını öne sürdü.

Edinilen bilgiye göre, yangın, Sinanağa Mahallesi Zeyrek Caddesi İbadethane Sokak'ta saat 23.00 sıralarında çıktı.

 

Henüz nedeni bilinemeyen bir nedenle 5 katlı tarihi binada yangın çıktı. Alevleri gören binadakiler evlerini hızla tahliye etti. Yangına müdahale edemeyen mahalleli durumu polis ve itfaiye ekiplerine haber verdi. Olay yerine gelen itfaiye ekipleri yangına müdahale etmekte güçlük çekince olay yerine Fatih, Bayrampaşa, Beyoğlu, Eminönü, Bakırköy müfrezelerinden takviye ekipler geldi.

Gökyüzünü kaplayan alevleri itfaiye ekipleri merdiven araçlarından sıktığı tazyikli su ile söndürmeye çalıştı. Alev alev yanan binada zaman zaman ufak çapta göçükler yaşadı. İtfaiyeciler zor anlar yaşadı. Yangın itfaiyecilerin 1 saatlik çalışması neticesinde güçlükle söndürülebildi.

Tarihi binada birkaç ailenin ikamet ettiğini belirten çevre sakinleri, "Bu binada 3 aile oturuyor. Oturan kişiler birbirleriyle akraba. Devamlı bu şahıslar elektriği ve suyu kaçak kullanıyorlar. Bunların ceremesini biz çekiyoruz. Defalarca Fatih Belediyesi'ne gidip şikayet etmemize rağmen bir sonuç alamadık. Bu birkaç aylık değil, 5-6 senelik bir sorun. Yetkililer geliyor. Kaçak elektriği kesiyor ve gidiyor. Hiçbir şey yaptıkları yok. Yazık! Tarihi bina kül oldu." diye konuştu.

Polis ekiplerinin konuyla ilgili araştırması sürüyor.

Zaman, 14.12.2009

TARİHİ TEKEL BİNASINA İŞADAMLARI TALİP OLDU

 

 

Tekel'in Balıkesir'deki eski başmüdürlük binasına Balıkesirli işadamları talip oldu. 17 Aralık'ta yapılacak ihalede 1 milyon lira muhammen bedelle satışa çıkarılacak binayı Balıkesir Ticaret Odası almak istiyor. Balıkesir'de Cumhuriyet dönemi yapılarının en niteliklilerinden biri olan bina, 1920'lerde inşa edildi. Dış cephedeki çini süslemeleriyle farklı bir yapı özelliği taşıyan Tekel binası, kuruluşun özelleştirilmesinden bu yana atıl durumda.

Tekel Genel Müdürlüğü'ne bağlı çeşitli gayrimenkullerin satışa çıkarılacağı ihale 17 Aralık'ta İstanbul'da yapılacak. Binaya yabancı kuruluşların da talip olabilecekleri belirtiliyor. Tekel binasını alan, 3 bin 360 metrekare genişliğindeki arsanın da sahibi olacak. Balıkesir Ticaret Odası Genel Sekreteri Erdoğan Dur, Tekel binasının tescilli olduğunu, yıkılıp yerine başka binanın yapılamayacağını, ayrıca binanın Balıkesir'in yakın tarihine ışık tuttuğunu söyledi.

Erdoğan Dur, "Balıkesir Ticaret Odası 120 yıllık geçmişi olan köklü bir kuruluş. Mevcut idare binamız artık bize yetmiyor, konumumuz gereği şehrin dışında bir idari bina yapmamız da sağlıklı olmayacağı için, Tekel binasını alarak odamız için idare merkezi yapmayı planlıyoruz. Bina Anıtlar Kurulu'nda tescilli ve tarihi bir özelliğe sahip. Bu özelliğini koruyarak restore etmeyi planlıyoruz. Böylece hem bina bir işlev kazanacak, hem de atıl durumdaki tarihi yapı daha uzun yıllar ayakta kalabilecek. Balıkesir kamuoyunu, bizim bu girişimimizi desteklemeye izim bu girişimizi desteklemeye çağırıyorum" diye konuştu.

Yeni Asır, Haber: Devrim Derin, 13.12.2009

CHAGALL 98 YAŞINDA BİLE USTA OLDUM DEMEDİ





Bir yanda rengi “siyah-beyaz”a dönüştürmedeki ustalığı, diğer yanda pek çok büyüleyici rengi muhteşem bir uyumla kulllanabilmesi... Resimleri kimi zaman çok mutlu, şiirsel ve masalsı, kimi zamansa dramatik ve esprili... Marc Chagall şüphesiz farklı teknikleri, bitmeyen yaşam enerjisi ve devamlı sanatın peşinde olmasıyla dünya resminin büyük ustalarından. Yaşadığı yüzyıl boyunca iki dünya savaşına ve insanlık tarihinin yaşadığı onca kara güne tanıklık etmesine rağmen, yaşam sevincini kaybetmemiş, sanatı her şeyin önüne koymuş, her sabah merakla uyanmış, yeni şeyler araştırmış, tekrar resim yapmış, Kızıl Deniz’i aşmış, kendini zenginleştirmiş ve 98 yaşında bile usta oldum dememiş...

Sanatçının torunu ve Marc Cahagall Komitesi Yardımcı Başkanı Meret Meyer ile çikolatayı çok seven dedesinin yaşamı, sanatı ve Pera Müzesi’ndeki sergisi üzerine söyleştik.

- Sergiyi ve izleyiciyi nasıl buldunuz?
- Çok güzel hazırlanmış bir sergi. Sergi salonlarında farklı renkler kullanılmış sanki bir ev içi gibi, girip oturmaya başlayacakmışsınız gibi... İnsanların Chagall’la buluşmasını sağlayan bir sergi olmuş. Umarım Chagall’ın eserlerindeki modern değerleri görmenizi sağlar. 25 yıl önce ölmüş olmasına rağmen, değerleri farklı, modern ve yenilikçi bir şekilde ifade ediyor.

- Chagall Rusya, Fransa, Amerika gibi ülkelerde yaşadı. Bu farklı mekanlar onun sanatına ne kattı?
- Ülke seçimi tesadüfi değildi, turistik gezi yapmıyordu. Eğer doğduğu yerde devam etseydi yaşamaya, sergisi belki de şu anda İstanbul’da olmazdı. Chagall Fransa’ya gitme isteğini kendinde hissetmişti. Fransız sanatının reprodüksiyonlarını görünce oraya gitmem gerekiyor diye karar vermişti. Bu onun için bir ihtiyaçtı. Yani çizme isteğini her şeyin önüne geçirmiş ki, bu engelleri ve sınırları aşabilmiş. Öyle bir istek varmış ki, öyle bir ışık ihtiyacı varmış ki, Beyaz Rusya’dan Paris’e kadar gitmiş. Sonra Amerika’ya gitmek zorunda kalmış. Aslında oraya asla gitmezdi, hatta Amerika’nın o deli dolu tarafından nefret ediyordu. Çorapları farklı giyen insanları anlamıyordu. Ama Nazizm gelince Fransa’da duramadı...

- Dünya savaşları da dahil yüz yıl boyunca pek çok tatsız olaya tanık oldu. Bunların ona ne katkısı oldu?
- Chagall bir inançla kutsanmıştır. Dini bir inançtan bahsetmiyorum, kendine ve yapmak istediği şeye olan bir inancı... Politikanın da, ulusal ve dini gerçeklerin de önüne koymuş sanatını. “Meleğin Düşüşü” çok dramatik bir resim mesela. Birçok metafor var, dünyanın farklı ülkelerinin acıları sembolize edilebilir. Ama renkleri görünce “Ah ne güzel” de dersiniz. Bu da Chagall’ın gücü... Birçok okuma yapılabilir onun resimleriyle ilgili, kesinlikle tek bir okuma dayatan bir sanatçı değil. Sabah uyandığınızda “Meleğin Düşüşü” başka şey, akşam başka şey, on yıl sonra başka şey düşündürür size. Zaten Chagall’ın başarısı da buradan geliyor. Dünyanın bambaşka yerinde, bambaşka bir zamanda da olsanız evrensel bir mesj alıyorsunuz resimlerinden. Neye ihtiyacınız varsa size onu verir. Mutluluk istiyorsanız mutluluk getirir.

- Tanık olduğu olaylara rağmen yine de devamlı resim yapıyor. Yaşam sevinci bitmeyen bir ressam mıydı?
- Tabii içinde bir güç vardı ve o güç onun bu yüzyılı aşmasını, 98 yıl yaşamasını sağladı. Korkunç bir çalışma ihtiyacı vardı. Onun ressam olması gerekiyordu, bu onun göreviydi. Merak etmeye devam etmesi gerekiyordu. Oturup dinlenemezdi, şikayet edemezdi, buna vakti yoktu. Her sabah uyandığında meraklı olmak, devam etmek, başka şeyler araştırmak, yarın ve ertesi gün tekrar resim yapmak, Kızıl Deniz’i aşmak, resmini başka bir teknikle yapmak, kendini zenginleştirmek zorundaydı. Dolayısıyla hepimiz için önemli bir mesaj bu. Dinlenmemeliyiz, oturmamalıyız, ileri bakmalıyız... Öğrenmek istiyordu hep. Hatta 98 yaşında bile usta oldum diyerek ölmedi. Hep yeni şeyler keşfetmeyi umarak yaşamamız gerekiyor. Bu anlamda örnek olmalı bize.

- Hem çok renkli, hem siyah beyaz. Sanki iki farklı dünyayı birleştiriyor gibi...
- Aslında ikisi arasında fark yok. Siyah-beyaz üzerine bu kadar derin çalışma yapmasaydı, renkleri de böyle kullanamazdı. Renk kullanıldıkça dönüşüyor onun resimlerinde. Gravür gibi teknikleri Rembrandt’tan başka aşan bir ressam yok. Chagall farklı teknikleri bir araya getirmiş, bunu ondan önce bir tek Rembrandt yapmış. Işık resimde nasıl bir etki yaratıyor, dolayısıyla renk nasıl bir etki yaratıyor. Yani hepsi birbirine bağlı aslında.

- Masalsılık var resimlerinde. Zaten La Fointaine’in masallarını da resmetmişti. Acaba Chagall’ın masalla ne gibi bir ilişkisi vardı?
- Masal anlatsa da resimle anlatıyordu onları. Her masalın bir de mesajı vardır. Masalın mesajını alıp onu resimlerde tersine çeviriyordu, ilginç olan buydu. Rüyanın içinden uyanmak da gerekir. Bir taraf esprili, bir taraf dramatik... Bu iki su arasında gidip geliyor...

- Aşkın Chagall’ın sanatında önemli bir yeri vardı. Eşi Bella’yı çiziyordu, yaşadıkları aşkı resmediyordu...
- Chagall çok büyük bir aşk yaşamıştı. Zaten böyle bir aşk yaşamasaydı, tüm kişisel tecrübelerine rağmen bu eserlerini yapamazdı. Sanırım karşınıza o kadın, bu kadın çıktı diye aşkı keşfetmiyorsunuz. Hayata karşı böyle bir aşkınız olduğu için öyle bir kadınla tanışıyorsunuz ve ona kanalize oluyorsunuz. İkisinin de içinde böyle bir aşk vardı ve ikisi karşılaşınca bu aşk iyice büyüdü ve çok özel bir hal aldı.

- Chagall muhteşem bir adam ama bir yandan da dedeniz. Siz onu nasıl tanımlıyorsunuz?
- Sizin dedeniz nasılsa öyleydi. Çok normal koşullarda büyüdük biz. Herkes gibi dedemizi ziyarete gidiyorduk, hiçbir fark yoktu. Ben kendimi onun sanatına adadım şimdi. O nedenle onunla ilgili bir şeyler keşfedince bunu Chagall severlerle paylaşabiliyorum ama kişisel anılarım kişisel kalacaktır. Büyük bir sanatçı hatırası yok bende, dede hatırası var. Çikolatayı çok seven bir dede...

Cumhuriyet Dergi, Haber: Şirin Güven, 13.12.2009

TARİHİ KERVAN YOLU'NA SİYASETÇİLERDEN DESTEK

 

Kütahya'nın Simav İlçesi'nde Turizm, Kültür ve Kalkınma Derneği Başkanı Orhan Nasuhoğlu, ilçenin ekonomik, sosyal ve kültürel yönden gelişip kalkınması için bir kurtuluş reçetesi gibi gördükleri tarihi Kervan Yolu Projesi'ne son dönemde siyasilerden destek geldiğini söyledi.

İpek Yolu'nun parçası olan ve Marmara ile Akdeniz'i birbirine bağlayan en kestirme yol olan Kervan Yolu Projesi'nin hayata geçirilmesi çalışmaları sürüyor. Dernek Başkanı Orhan Nasuhoğlu, Kervan Yolu için 10 yıldır mücadele verdiklerini, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Bursa Şubesi'ne hazırlattıkları projeye gelmiş geçmiş bütün siyasetçilerin ilgi göstermediğini, bu nedenle ilçenin gelişip kalkınamadığını savundu. Nasuhoğlu, son günlerde ilçede işbaşında bulunan siyasetçilerin ve siyasi parti temsilcilerinin Kervan Yolu'na ilgi göstermeye başladıklarını ve bunun memnun olduklarını belirtti. Nasuhoğlu, Belediye Başkanı DP'li Kasım Karahan ile DP, AK Parti, MHP ve CHP ilçe başkanları Mehmet Yörük, Mehmet Yağcı, Ahmet Gündüz ve Kasım Öner'in bir araya gelerek hazırlanan projeye destek verme kararı aldıklarını söyledi.

Nasuhoğlu, projenin 2002 yılında Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Bursa Şube Başkanlığı'nın teknik katkıları ile bilimsel hale getirildiğini anlattı Nasuhoğlu, şöyle dedi:

‘Kervan yolu, 175 kilometrelik Bursa- Simav yol güzergahındadır. Kervan yolu Balıkesir'in Dursunbey İlçesi'ne bağlı Gökçedağ Tren İstasyonunu ile Simav'a bağlı Dağardı Hanlar Mevkii'ne kadar olan 25 kilometrelik bölümdür. Devletin yol yapımı ile sorun çözülür. Bu yol yapıldığı takdirde Bursa-Simav arası 2.5 saatten bir saate iner.’

Nasuhoğlu, Kervan Yolu Projesi'nin sadece Simav'ın değil Bursa ve Uşak illeri ile ilçelerinin de yöresel ve bölgesel kalkınmasına da yardımcı olacağını anlattı.

Nasuhoğlu, Bursa ile Simav arasını 1 saate indirecek söz konusu projenin bir an önce hayata geçirilmesi için Kervan Yolu Köprüsü Yaptırma ve Yaşatma Derneği kurulduğunu belirterek, “Dernek üyeleri topladıkları para ile Koca Çay üzerine 7.5 metre genişliğinde, 50 metre uzunluğunda köprü yaparak Karayolları Bursa 14. Bölge Müdürlüğü'ne teslim etti” dedi. Bu köprünün yapımı aşamasında kendilerinin de bizzat yer aldığını kaydeden Nasuhoğlu, dernek ve yöre halkı olarak üzerlerine düşen görevi yerine getirdiklerini, esas projenin tamamlanması için şimdi devletin kendilerine el uzatmasını beklediklerini bildirdi.

Radikal, 13.12.2009

MUĞLA'DA TARİHİ EVLERE RESTORASYON

 

Muğla Valisi Ahmet Altıparmak, Muğla ve ilçelerindeki tescilli tarihi evleri ''butik otel'' olarak restore edip, kültür turizmine kazandırmayı hedeflediklerini söyledi. Vali Altıparmak ve Bozöyük Belediye Başkanı Yaşar Gencel, Muğla'nın Yatağan İlçesi'ne bağlı Bozöyük beldesinde restorasyon yapılacak tarihi evlerde incelemelerde bulundu. Burada gazetecilere açıklama yapan Vali Altıparmak, kentte çok sayıda tescilli tarihi ev bulunduğunu, bu evlerin butik otel olarak restore edileceğini ifade etti. Altıparmak, ''İstiyorum ki bir sokak iyileştirmesi yapalım, toplu bir yerde restore edilen evler, insanları cezbetsin. İnsanlar buraya geldiği zaman birçok evi aynı alanda görebilsin'' dedi. Belediyelerin bu konuda kendilerine proje getirmelerini isteyen Altıparmak, gelen projelerin değerlendirileceğini kaydetti.

Altıparmak, şöyle konuştu: ''Bozüyük Hacı Şükrü Evinin yanında dış cephesi çok güzel fakat içi tahrip olmuş binalar var. Onları da proje kapsamına aldık. Hacı Şükrü Evini çok cüzi bir paraya kiraladık. Orası butik otel olarak hizmet veriyor. Ama çok küçük bir yer. Oda sayısı çok az. İnsanlar orada butik otelin çalışacağına inanmıyor. Belen Kahvesi'ni binlerce kişi ziyaret ediyor. O insanların Bozüyük'e geleceklerini ve bir gece de konaklayacaklarını düşünelim, Lagina'ya veya Stratonikeia'ya da götüreceğimizi düşünelim. Bizim Lagina, Stratonikeia, Bozüyük ve Belen Kahvesi arasında faytonla veya bisikletle gidilebilecek gibi bir alan oluşturmak gibi bir fikrimiz var. Bu da gerçekleşecek olursa o bölge tam bir cazibe merkezi olur.''

Bozöyük Belediye Başkanı Yaşar Gencel ise beldede önceki yıllarda ''sokak sağlıklaştırma'' çalışmalarının yapıldığını belirterek, bu kapsamda Hacı Şükrü Evi olarak bilinen tarihi evin İl Özel İdaresi tarafından restore edilerek, hizmete açıldığını söyledi. ''Bozöyük'ün geleceğini kültür turizminde görürüm'' diyen Gencel, Bozöyük'te ikinci butik otel olarak düşünülen Cemil Toksöz Konağı ile ilgili projenin Anıtlar Kurulundan geçtiğini bildirdi. Başkan Gencel, şunları söyledi: ''Belde de başlatılan sokak sağlıklaştırılması çalışmaları kapsamında 99 tarihi ev restore edilecek. Restorasyon çalışmalarıyla ilgili hazırlanan proje, Anıtlar Kuruluna sunuldu. Bu kapsamında 45 tarihi evin çatı ve cephe yenilemeleri yapılacak. Çalışma yapılan bu alanlar, bir zamanlar ticarethane ve mesken olarak kullanılıyordu. Lagina ve Stratonikeia antik kentleri ve Gevenes'te 'Ormancı' türküsüne konu alan Belen Kahvesi ile orta yerde kalan Bozöyük, ziyaretçilerin ilgi odağı olsun.'' Gencel, Bozöyük İlçesi'nin de ''Slow City'' olması için çalışma başlatacaklarını sözlerine ekledi.

Yeni Asır, 13.12.2009

TARİHİ MOZAİĞE SERA NAYLONUYLA KORUMA

 

Yağmurlar sonrası çatısı akan İzmir Arkeoloji Müzesi'nin zemin katında bulunan tarihi mozaiği korumak için sera naylonuyla alınan önlem görenleri şaşırttı. Önceki gün Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın müzeyi gezdiği sırada objektiflere yansıyan görüntü, yaklaşık 30 yıldır hizmet veren Arkeoloji Müzesi'ne çatı onarımı gerektiğini gözler önüne serdi.

Mozaiğin üzerinin seralarda kullanılan naylonla kapatıldığını görenler, "Bu görüntü, İzmir'in gerçekten modern bir müzeye ihtiyacı olduğunu gösterdi" yorumunda bulundu. Bu arada yağmur sularının, mozaiğin üst kısmına ve müzenin çatısının orta bölümüne denk gelen, aydınlatma ve havalandırma amacıyla yapılan cam bölmeden aktığı belirtildi. Yapının taban döşemesinde yer alan mozaiğin yaklaşık 1500 yıllık olduğunu dile getiren yetkililer, yağışın şiddetli olması nedeniyle naylonlu önlemi almak zorunda kaldıklarını belirtti.

Yeni Asır, 13.12.2009

MARDİN'DE 'TARİHİ' TOPLU MEZAR





3 bin yıllık antik kent Dara Harabeleri'nde yapılan kazı çalışmalarında Hz. İsa dönemine ait toplu mezarlar ortaya çıktı. Mezarda yaklaşık binin üzerinde insan iskeleti bulundu.


Nusaybin yolu üzerinde bulunan tarihi Dara antik harabelerinde yapılan kazı çalışmalarında Babil ve Pers Krallığı'na ait tarihi toplu mezarlar ortaya çıkarıldı. Toplu mezarda insan iskeletleri olmak üzere çeşitli hayvan iskeletleri ve tarihi eser kalıntıları bulundu. Ayrıca Dara'da yapılan diğer kazılarda yeni su sarnıçları ve antik çağa ait çok sayıda hayvan figürlerini yansıtan mozaikler de gün ışığına çıkarıldı.


Tarihi Dara harabelerinde bulunan mezarların gün ışığına çıkartılması için 5 aydan bu yana çalışmaların devam ettiğini belirten Mardin Müze Müdürü Nihat Erdoğan, Babil ve Pers İmparatorluğu'na karargah olan Dara harabelerinde bulunan tarihi mezarları ortaya çıkardıklarını söyledi. Erdoğan, şunları söyledi:


“3 bin yıllık tarihi geçmişi bulunan Dara antik harabelerinde yapılan kazılarda 3 ay önce toplu mezarlara ait çok sayıda insan ve hayvan kemiklerine rastladık. Yapılan kazılarda şu ana kadar binin üzerinde üst üste konulmuş insan iskeletlerinden oluşan toplu mezarlar ortaya çıkardık. Dara antik kentte ‘Nekropol' diye tabir ettiğimiz alanda yapılan kazı çalışmaları sırasında genç Roma dönemine ait mezarlar ortaya çıktı. Şu an yapılan incelemelerde mezarların İsa'dan sonraki yıllarına ait olduğunu gösteriyor. Ama daha önceki yıllara ait bulgularda ortaya çıktı. Toplu mezardan ortaya çıkan kemiklerin analizleri ve DNA'sı daha yapılmadı. Burada karbon testi yapıldıktan sonra kesin tarihleri belirlenecek. Nekropol alanda çok büyük bir kent olması ve garnizon kenti olması nedeniyle Dara, özellikle coğrafik koşullarında kayaların oyulması ve onun içinde gömülme olayı ve kaya mezarlarından oluşmaktadır.”


Dara'da yapılan arkeolojik kazılarda yeni tarihi kalıntılar keşfettiklerini vurgulayan Erdoğan, Dara ören yerlerinde yapılan yeni kazılarda antik çağa ait çok sayıda hayvan figürlerinden oluşan mozaikler ve su sarnıçlarını ortaya çıkardıklarını bildirirken şöyle dedi:
“Ortaya çıkan kalıntıların tarihlemeleri ve üzerindeki tipolojik yapıları MS 200- 300 yıllarına ait olduğunu tahmin ediyoruz. Şu anda inceleme aşamasındayız. Zeugma'dan sonra Dara'da en büyük mozaik alanlarını keşfettik. Önümüzdeki yıl bu konuda yoğun bir kazı çalışması başlatarak mozaikleri gün ışığına çıkartacağız.”

Radikal, Haber: Nezir Güneş, 13.12.2009

SABETAY SEVİ MÜZESİ AÇILIR MI?





İkiçeşmelik yokuşunu tırmanırken, başınızı sola çevirdiğinizde adeta bombalanmış, savaştan geriye anı kalmış bir bölge gibi duran Azizler Sokağı’yla karşılaşıyorsunuz. Yıkık dökük binaların ardından İzmir’in ilk yerleşim yerlerinden  Agora kalıntıları görünüyor. Bu manzaranın en önünde duran, iki-üç duvarı ile zar zor ayakta durabilen bina ise, bugünlerde tüm dikkatleri üzerine çekiyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın müze olma ihtimalinden bahsettiği İzmir’deki o tarihi bina, 17’nci yüzyılda kendini mesih ilan eden İzmirli Yahudi Sabetay Sevi’nin evi...


En az 400 yıllık olduğu tahmin edilen eve yaklaşırken, çökeceğini düşünseniz de mağaraya benzeyen iç bölümü, delhizleri, mum isiyle kararmış duvarları merakla insanı içine çekiyor. Uzun yıllar Sabetay Sevi’nin olup olmadığı tartışma konusu olan evin hikayesini anlatalım...

Hikayeyi araştırırken bulduğumuz, Türkiye’de bu konuyla ilgili bir numaralı adres olarak gösterilen kişi kimliğini açıklamak istemiyor ama 2006’dan bu yana yaptığı araştırmaları ve görüşülebilecek adresleri paylaşıyor. İstanbul’da yaşasa da sık sık İzmir’e geliyor. Evin kurtarılması için Facebook’ta sayfa bile oluşturulduğunu söyleyerek başlıyor hikayeyi anlatmaya:


-15 Kasım 1925 tarihli Resimli Dünya gazetesinde, Lambat Sokağı’nda bulunan Sabetay Sevi’nin evinin, Hayim Katan adlı bir Musevi’ye it olduğunu ve de içinde Çikurel ailesinin ikamet ettiği belirtiliyor. 1949’daki ev sahibi Hayim Katan’in ailesiyle beraber İsrail’e göç etmesiyle birlikte eve çingeneler yerleşiyor. 1990’larda ayakkabı atölyesi olarak kullanılıyor. Daha sonra terk ediliyor, harabe ve çöplük haline geliyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin projesi doğrultusunda etrafı yıkılıp temizleniyor. Bu evin yeri yazılı kaynaklarca 84 yıl öncesinden itibaren tespit edilmiş.
-İnternet yoluyla vaktiyle bu evde yaşamış olan aile fertlerine ulaştım. Son 50 yıl içinde evi ziyaret etmiş ve bana anılarını anlatmak isteyen yedi kişiyle temas ettim. İsrail’in İkinci Cumhurbaşkanı olacak olan Yitzhak Ben-Zvi’nin 1940’larin başında evi ziyaret ettiğini öğrenmem, son 50 yılda bu evin restorasyonu için sekiz değişik teşebbüste bulunulup bunların başarısızlıkla sonuçlanması ve vaktiyle burada kalmış çingenelerin evin “mübarek” bir şahsiyete ait olduğuna inanıp mumlar yakıp dua etmeleri beni en çok şaşırtan şeyler oldu. 


- Umarım bu ev artık hak ettiği ilgiyi bulur ve İzmir’in kültürel hayatına kazandırılır. Konunun herhangi bir açılımla irtibatı yok. Eğer İstanbul’da Kültür Bakanlığı’na bağlı bir Adam Mickiewicz Müzesi varsa, Tekirdağ’da Rakoczi Müzesi varsa İzmir’de Sabetay Sevi Müzesi neden olmasın? Böyle bir şey çoktan gerçekleşmeliydi.

Amerika Furman Üniversitesi’nin Tarih Bölümü’nde görevli Doç.Dr. Cengiz Şişman başta İstanbul ve İzmir’de olmak üzere 60-70 bin  Sabetayist bulunduğunu ve 4 bin kadarının ritüelleri sürdürdüğünü anlatan Şişman, evin yurtdışından “görünüşünü” şöyle anlattı:
-“Uluslararası akademik camiada evin korunması gerektiğine dair kuvvetli bir kanı var. Evin ne olarak kullanılacağı konusunda, hem Yahudi vatandaşlar hem de Sabetayist kökenliler hassas. Yahudiler tarihlerinin “karanlık” bir sayfasını tekrar hatırlamak istemiyorlar, seküler Sabetayistler bu tarihi geride bırakmak istiyor, “inananlar” ise gereksiz bir şekilde dikkat çekmek istemiyor. Zaten daha önce birtakım somut adımların atılmasını engelleyen de bu hassasiyetler. 

Sabetay Sevi kimdir?
17’nci yüzyılda İzmir, Agora’da doğdu. Osmanlı döneminde 1665’te kendini mesih ilan etti, Yahudi din adamları da onu hain ilan etti. Yargılandı, idamdan kurtulmak için Müslümanlığı seçti. Bu görünüşte bir Müslümanlıktı. İzmir ve Selanik’te yoğunlaşan cemaati, uzun yıllar dış görünüşte Müslüman, içte Sabetay inancına sahip bir hayat sürdü. Cemaat, cumhuriyet döneminde kapalı yapısından zaman içinde sıyrıldı.

Milliyet Pazar, Haber: Banu Şen, 13.12.2009

BİZANSLI KADININ DA ADI YOK AMA YÜZÜ VAR




Kafatası silikonla yüzlendirilen ve gerçeğine çok yakın bir görüntü elde edilen Bizanslı kadın bugünkü Yenikapı semtinde yaşıyordu.


Yenikapı’daki kazılarda bulunan 177 Bizanslıya ait iskeletler üzerinde yapılan araştırma Bizanslıların ortalama yaşam sürelerinin 35 ile 40 yıl arasında olduğunu ortaya koydu.

 

Marmaray metro projesi kapsamında Yenikapı’da sürdürülen arkeolojik kazılarda bulunan 177 Bizanslıya ait iskeletler üzerinde yapılan araştırmada ilginç sonuçlar elde edildi. Bizanslıların ortalama yaşam sürelerinin 35 ile 40 yıl arasında olduğu belirlenirken, erkeklerin boyları ortalama 169, kadınların boyları ise ortalama 155 santimetre olarak ortaya çıktı. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü adına çalışmayı yürüten Dr. Mehmet Görgülü, çalışma tamamlandığında Anadolu iskelet koleksiyonu ve Anadolu insanı DNA bankasını kurmak istediklerini söyledi.

 

Daha önce Neolitik Dönem’e (Cilalıtaş Devri) ait 8 bin 500 yıllık bir iskelet de bulunan Yenikapı Marmaray istasyonu inşaat alanında bugüne kadar yapılan çalışmalarda ulaşılan Bizans devrine (MS 395-1453) ait 177 insan iskeleti incelendi ve adli paleodemografik yapısı çıkarıldı. İskeletler üzerinde yapılan incelemelerde kemikleri incelenen kişilerin yaşı, cinsiyeti, vücut yapısı, sosyoekonomik durumu, beslenmesi, meslekle ilgili stresleri, alışkanlıkları, travma ve patolojileri değerlendirildi. Çalışmayı yürüten ve konuyu doktora tezi haline getiren Dr. Mehmet Görgülü, bu sonuçların Anadolu toplumları için önemli veriler olduğuna dikkati çekti. Görgülü, devam eden araştırmanın şu ana kadar tespit edilen sonuçlarını şöyle açıkladı:





-  Bizanslı kadınların kafatası genişliği 78.13, erkeklerin kafatası genişliği ise 72.50 milimetre olarak hesaplandı. Tipik Türk kafatasının 84 milimetre olduğu var sayılıyor. (Kafatasında göz çukurundan arka çıkıntıya kadar olan tek taraflı genişlik)
-  Bebeklerin sağlıklı beslenemediği ve bebek ölümlerinin çok fazla olduğu tespit edildi. Yüzde 53’ü 0-5 yaş arasında ölüyor.
-  Bizanslı yetişkinler deniz ürünleri ve meyve ile besleniyor. Doğal beslenmeden dolayı hastalıklı ölüm sayısı az. 20’lik dişlerinin günümüz insanlarından sağlam olması sert beslenmelerinden kaynaklanıyor. Ölüm nedenleri kesici, delici aletler. 
-  Tıp alanında ilerlemişler. İki kemik kırığı tedavisi yapılmış. İskelette kemiklerin iyi derecede kaynadığı görülüyor.
-  2 kafatası özel olarak delinmiş. Bu tıbbi bir operasyon izlenimi veriyor ya da cin çıkarma ritüeli yaşanmış.
-  2 kemikte tümör tespit edildi. Kemik kanseri bugün de az görünen bir hastalık. O dönemde de aynı oranda var olduğu görülüyor. 
-  Enfeksiyona bağlı ölüme rastlanmadı. 
-  Anne olma yaşı ortalama 17. 
-  Ortalama yaşam süreleri 35-40 yıl. 60 yaşına kadar yaşama şansı yüzde 1.
-  Kemiklerde aşırı kireçlenme var. Bu da ağır işlerde çalıştıklarını gösteriyor. Boyun ve bel fıtığı rahatsızlığı çok yaygın.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 13.12.2009

SANATÇILAR GREVE TAKILINCA SERGİ ASKIYA ALINDI





İki hafta önce Türkiye eczacıların greviyle meşguldü. Kuşkusuz acil ilaç ihtiyacı olanlar bu durumdan etkilendi ama aynı günlerde bir başka grev daha vardı sanat dünyasını etkileyen. Fransa’da seksen kültür sanat kurumunun desteklediği Pompidou greviydi bu.

 

23 Kasım’dan beri Centre Pompidou çalışanlarının sürdürdüğü grevin toplam seksen kültür-sanat kurumunun da desteğiyle genel greve dönüşmesi Paris’teki sanat etkinliklerini durma noktasına getirdi. Grevin gerekçesi net: Kültür Bakanlığı’na bağlı ulusal modern sanat müzesi Pompidou çalışanlarının yüzde 44’ü önümüzdeki on yıl içinde emekliye ayrılacak ve yeni alınan kararla emekliye ayrılan her iki kişi yerine sadece bir kişi istihdam edilecek.


Greve katıldıkları her günün maaşlarından kesilmesine aldırmadan topluca iki haftadır iş bırakan kültür-sanat emekçileri nedeniyle Fransa’da Türkiye Mevsimi’nin de önemli bir projesi açılmasına bir gün kala iptal oldu.

 

Pompidou’daki Bibliotheque Kandinsky’nin düzenlediği Uluslararası Sanatçı Kitapları projesi (Artist Book International) kapsamında Türkiye’den Art-ist, Pist ve BAS’in yayın ve projeleriyle cuma günü başlaması gereken etkinliklerde Türkiye’de sanatçı kitapları üstüne bir tartışma düzenlenecekti.


Pompidou’dan Yekhan Pınarlıgil’in küratörlüğünde açılması gereken ve Türkiye’den on üç sanatçının yapıtlarına yer veren ‘Elzem Kitaplar’ sergisinin açılışıysa grev sonuna dek ertelenmiş durumda.


Fransa’da Türkiye Mevsimi kapsamında 14 Aralık günü Pompidou Müzesi’nin şef küratörü Christine VanAsche ve İKSV’nin iki yıldır üzerinde çalıştığı Türkiye’den video gösterim, performans, tartışma ve atölye çalışmalarına yer verecek VideoSezon programı ise grev yüzünden 29 Mart tarihine kaydırıldı.


3 ve 4 Aralık tarihlerinde Paris’e giden sanatçılar grev nedeniyle projelerinin ertelendiğini öğrendiler. Türkiye’den giden sanatçılardan Banu Cennetoğlu haberi ayağının tozuyla indiği Paris Havaalanı’nda öğrendi. Türkiye’den giden sanatçılar Halil Altındere, Azra Tüzünoğlu, Banu Cennetoğlu, Philippine Hoegen, Cevdet Erek, Vahit Tuna, Didem Özbek ve Osman Bozkurt’un yanı sıra Uluslararası Sanatçı Kitapları projesine katılmak üzere Çin, ABD ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerinden Paris’e gelen birçok yapımcı ve sanatçı da ertelenme haberini Paris’te öğrendiler.
Pompidou Müzesi Direktörü bu zor durum karşısında, açılışın olması gereken gün olan 4 Aralık tarihinde müzenin hemen yanında yer alan, sanatçıların uğrak yeri, Paris’in Urban’i, meşhur Cafe Beaubourg’da tüm sanatçı ve yapımcıların davetli olduğu bir özür partisi düzenledi.


Türk Mevsimi bu grevden etkilenmiş olsa da şahsen kültür sanat emekçilerinin haklı davalarında yanlarında olduğumu naçizane belirtmek isterim.

Hürriyet Pazar, 13.12.2009

TARİHİ KÖŞK RESTORE EDİLİYOR

 

Bilecik'in Bozüyük İlçesi'nde tarihi Albay Çolak İbrahim Bey Köşkü'nün restorasyonu için ihale hazırlıkları başladı.

 

Bozüyük Belediye Başkanı Ahmet Berberoğlu'nun gayretiyle, Ertuğruloğlu İbrahim Selami Çolak'a ait olan tarihi yapı, bu kişinin oğlu Ertuğrul Çolak tarafından tarihi dokusu bozulmamak şartı ile müze, konukevi, sosyal ve sportif mekan, huzurevi gibi hizmetler için kullanılmak şartı ile 2002 yılında Bozüyük Belediyesi'ne bağışlandı.

 

2008 yılında toplam 3735 m2 olan alana sahip tarihi binada rölöve ve restitisyon çalışmalarıyla birlikte çatı tamiri yapıldı. Tarihi köşkün ilçeye kazandırılması için gerekli restorasyon projeleri hazırlandı ve bu projeler Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından da onaylandı. Şu anda maliyet hesaplaması yapılırken, Albay Çolak İbrahim Bey Köşkü'nün tadilatının 2010 yılında bitirilmesi hedefleniyor.

 

Restorasyon çalışmaları için yakında ihale yapılacağı öğrenildi.

Bilecik Kent Haber, 12.12.2009


Ölü doğmuş bir projenin cenazesi (Devam):

İKİBİN
(S)ON

İSTANBUL 2010 İSTANBULLULARINDIR

 

İstanbul anlı şanlı ‘kültür başkenti’ olacak. Pek yakında. ‘Görkemli’ bir açılışla başlayacak. Ocak ayında bir kış gecesi. Yüzbinlerce İstanbullu ‘seyredecek’. Meydanlara çıkacak imkanı bulanlar TV’lerde gördükleri starları dinleyecekler. Yüzlerce, belki binlerce havai fişek patlayacak. Kaç tane olduğunu ertesi günkü basın bültenlerinden öğreneceğiz. Fener/mehter alayları düzenlenecek. 2010 açılışı savuşturulmuş olacak. Hayat eskisi gibi akacak.

 

İstanbulluların parçası olacağı bir büyük eğlence planlanmıştı. Kent, her yaştan boydan insanla “ben İstanbul’um, buradayım” diye (el) aleme ilan edecekti. Az havaifişek (burada C. Mansur’un olağanüstü cümlesi hatırlanmalı: ‘İstanbul’da havai fişek ve Carmina Burana  moratoryumu ilan edilmeli’) çok piroteknik (ateş, alev, dumanın tasarlanması) kullanılacaktı. Ta Pendik’ten Beylikdüzü’ne, Üsküdar’dan Kazlıçeşme’ye  meydanlar temalı sahnelerle olaya katılacaktı. Bostancı’dan Kadıköy’e, Taksim’den Eminönü üzerinden Sultanahmet’e İstanbulluların, okul öğrencilerinin, amatör müzisyenlerin, sporcuların dev kuklalarla  yürüyeceği geçitler düzenlenecekti. Şenlik bittiğince, müzeler, sanat mekanları, eğlence yerleri sabaha kadar ‘İstanbul 2010’a açık’ diyecekti. İstanbul 2010 topyekun bir eğlenceyle başlayacaktı. Olmadı.

Oysa, hazırlık bitmişti. 15’e yakın teklif alınmıştı. Pek çoğu daha önce büyük şenliklerde kendini ispatlamış firmalardan. 2010 Ajansı’nda bir de komisyon kuruldu. Kriterler saptandı. Değerlendirmeler yapıldı. Türk şirketlerinin Fransız, İspanyol, İtalyan şirketleriyle beraber çalışacağı bir konsorsiyumun oluşması desteklendi. Böylece bilgi aktarımı yapılacaktı. Tutanak tutuldu. İmzalar atıldı. Kitap gibi şartname hazırlandı. Hepsi 2 ay sürdü. Sonra ne olduysa oldu 2010 yönetimi işi belediyenin Kültür A.Ş.’sine verdi. Komisyon Dışlandı. Bir aydan fazla zaman Açılıştan haber alınamadı. Sonunda kabul edilen proje kuşa çevrildi. Aşağıdakilerden hiçbirini göremeyecek, geçitlerde yürüyüp söyleyemeyeceğiz. Birlikte, sahiden eğlenmek için bir fırsat daha kaçmış olacak. 2010’a gelince bedbin olmak için neden yok. Nice doğru iş hala yapılabilir. Yeter ki biz, İstanbullular kentte olup bitene sahip çıkalım.

 

Açılış gecesinde şimdiden iyi eğlenceler.

 

Kişisel not: Yukarıdaki hazırlıkların tümünü en baştan yönlendirdiğim için işin kalitesi bozulduğu anda istifa ettim. İlkeler söz konusu olunca istifa farz olur. Gereğini yaptım. Yeri geldi, vakit geçmeden açıklamak istedim.

Radikal, Yazı: Serhan Ada, 12.12.2009


******


İSTANBUL RESMEN 2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi 1. Başkan Vekili Ahmet Selamet, 2009 Avrupa Kültür Başkenti olan Litvanya’nın Vilnius kentinde, 2010 Avrupa Kültür Başkentliği unvanını teslim aldı.

Büyükşehir Belediyesi’nin açıklamasında, Vilnius Resim Galerisi’ndeki törene, Selamet’in yanı sıra diğer 2010 Avrupa Kültür Başkentleri olan Macaristan’ın Pecs Belediye Başkanı Zsolt Pava ve Almanya’nın Essen Belediye Başkan Vekili Rudolf Jelinek ile 2011 Avrupa Kültür Başkenti Tallinn Belediye Başkanı Edgar Savisaar ve 2014 Avrupa Kültür Başkenti Riga Belediyesi Meclis Başkanı Nils Usakovs katıldı.


Ödülü alan Selamet, 2010’da İstanbul’u bir kongre merkezi, tarihi ve turistik merkez haline getirmeyi amaçladıklarını söyledi. Selamet ayrıca, 2010 Avrupa Kültür Başkentliği payesini en iyi şekilde taşıyacaklarını ve değerlendireceklerini ifade etti. Törende, 2010 Avrupa Kültür Başkentleri İstanbul, Pecs ve Essen’e ödülleri takdim edildi.

Milliyet, 13.12.2009


******


VAR MISINIZ?

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, prestijini kurtarmak için, kolları ülkeye sarmış bir kirliliğin bağrına kendini teslim etti.

 

Üst üste yaşanan ‘yolsuzluk, iş bilmezlik, rant avcılığı, yandaşlara iş güzellenmesi, istifa’ haberlerine, geçtiğimiz günlerde yenileri eklenmiş ve üst düzey iki yönetici daha, yine gerekçelerini açıklamadan, sessiz-sedasız koltuklarını terk etmişlerdi.

 

Boşalan iki koltuğa, yine ajansın yürütücülerinden olan iki zat apar-topar atandılar.

Korhan Gümüş ve Vecdi Sayar.

 

Bu iki isim demokratik kamuoyu için bildik isimler!

 

Korhan bey mimar, yıllardır bu alandaki çalışmaları ile bilinir.

 

Vecdi Sayar ise bir sanat pazarlamacısı, paylaştırıcısı (!) o da yıllardır tanınır, bilinir.

 

İki ismin buluştuğu ortak çizgi ne diye sorarsanız, ikisinin de geçmişlerinde örtüşen siyasal yaşamları diyebiliriz.

 

Beyler, dünyamızda ‘solcu’ bilinirler!

 

Korhan Bey ‘mimari dokunun bozulmaması ve tarihsel-kültürel kalıtların insanlık için yaşamsal önemleri’ üstüne yazar-çizer kavga eder!


Ama nasıl oluyorsa, AKP’li Beyoğlu Belediyesi’nin vazgeçilmez mimarı olarak hayat bulur.

 

2010 Ajansı kurulur kurulmaz da her kurum ve bireyden önce, o yapıya hemen eklemleniverir.

 

Eee fırsat bu, kaçar mı?

 

Sanat alanlarındaki yarılmayı derinlemesine büyütmenin açık adresi olan 2010 AKB ajansı, elbette bu beye hiç itiraz etmez ve yürütmede görev almasının önünü açar.

 

Vecdi Bey, asal işi olan festival organizasyonlarının başına geçmeden önce, CHP’li bakanların vazgeçemediği bir kültür elçisidir! Cumhuriyet gazetesinde her hafta sanat alanları ile ilgili inciler döktürür!

 

Akıl yenileme ile, önüme düşen gerçekleri paylaşalım.


Vecdi Bey, Özerk Sanat Konseyi içinde uzunca zaman ‘mücadele etmiş’, sanatın özerkliği için ‘çabalar’ harcamış biri olarak, kendi siyasal kimliğini ve sanat anlayışını 2008 yılında Mimarlar Odası'ndaki Özerk Sanat Konseyi toplantısında dışa vurmuştu.

 

“Benden bu kadar arkadaşlar, önümüzdeki dönem yapmayı planladığım daha başka şeyler var. Daha geniş bir ufuktan hayatı algılamanın peşindeyim. Seçim sonuçlarına göre de, ülke gerçeği açısından da, ben daha fazla burada kalamam” demiş apar-topar Özerk Sanat Konseyi yürütmesinden çekildiğini ifade etmişti.

 

Çok geçmeden sesi, AKP Beyoğlu Belediyesi'nden yükseldi.

 

Ne yapsın ülke gerçeği!

 

2010 Ajansı kurulur kurulmaz da hemen AKP yağdanlığına elini uzatmış, birden fazla proje üreterek, sanata katkının peşine düşmüştü!

 

Ardından CHP’li Antalya Belediyesi tarafından, Antalya Altın Portakal Film Festivali genel direktörlüğüne getirildi.

 

Şaşırmadık. Ne de olsa adam vazgeçilmez bir donanıma, birikime sahipti!

 

Ve şimdi, 2010 Ajansı’nın vazgeçilmezi durumunda olmasına da hiç şaşırmış değiliz.

 

Nasıl olsa beyimiz için fark etmiyor, AKP için, CHP için fark etmiyor, ülke için fark etmiyor.

 

Kendini halen ‘solcu’ sayan, bu devşirme dünyanın liboşlarınca fark etmiyor!

 

Korhan Bey de AKM tartışmasının iyice kızıştığı günlerde, aklı taze(!) birkaç yardımcısıyla, yine Mimarlar Odasındaki bir toplantıda çıktı karşımıza.

 

Koruma Kurulu kararlarına rağmen, Ajansın birilerine el altından ihale edip çizdirdiği o akıl almaz projeyi savunuyordu.


Hem de ne savunma, sanki kendi çizmiş!

 

‘Bu proje çağdaş bir anlayış içerir. Kültür merkezi dediğiniz yer, hepimizin ortak kullanım alanı ise; içinde lokanta olmasında, mimari özelliklerinin günümüz koşullarına göre değiştirilmesinde hiçbir sakınca yoktur”

 

Vay vay vay:

Bunu söyleyen zat, tarihsel ve kültürel dokunun korunması konusunda nutuklar atmış, yazılar yazmış bir zat!


O toplantıda kavga büyümüş, “sen yanındaki tayfa ile koruma kurulu kararlarına karşı AKP sözcülüğü yapıyor, sanat örgütleri ve sanatçıların istemlerini kurnazca öteliyor, utanmadan mesleğini de buna alet ediyorsun” demiştim.

 

Bağıra çağıra ve Mimarlar Odası'nı suçlayarak. tabanları yağlamıştı!


“Burası siyasi oyunların oynandığı bir yer olmuş”


Beyimizin kara aklı, siyasi oyunların ne olduğuna iyi çalıştığından olsa gerek, sözü orada tükenmişti!


Şimdi bana göre, sanat alanlarındaki talan, yalan, karalama, yarılma, sahtecilik, yolsuzluk ve devşirmenin adresi olan 2010 AKB ajansında, bu iki bey yürütmenin başındalar.

 

Önümüzde “Atatürk Kültür Merkezi’nin 2010 için tadilatının yapılıp açılması” dayatması var.

 

Muhataplarımız da bu beyler.

 

Ama, yok öyle yağma hasanın böreği! şimdi işleri daha zor.

 

Biz yine ortak bir sesle, durduğumuz yerde duruyoruz.

 

Ortada, KÜLTÜR SANAT-SEN başvurusu ile alınmış bir ‘yürütmeyi durdurma kararı’ var.

 

Bu sonuç, koruma kurulu kararı ile tescillenmiş bir mimari yapıda neler yapılıp yapılamayacağını karar altına almıştır.

 

Bunun üstünde yalnızca yargının tasarrufu olabilir, bir de taraf olarak bizlerin.

 

2010 gelip kapınıza dayandı.

 

Salonsuz kaldığınız için tutuştuğunuz şu aşamada, o binada yapmak istediklerinizi yargı kararlarını es geçerek ve bizlere danışmadan YAPAMAZSINIZ.

 

Ancak bizler, işinizi zorlaştırmanın peşinde değiliz, hiç olmadık.

 

Biz, halkın ortak değerlerine sahip çıkmasının sesini yükselttik. Bu yüzden de bu gün, bu duyarlılık ve kararlıkla, göndereceğiniz temsilcilerle MASAYA OTURMAYA HAZIRIZ.

 

Üç koşulumuz var.

 

1-Binada tadilat ve onarım, Koruma Kurulu kararlarına göre yapılmalı ve bu çalışma hemen başlatılmalıdır.

2-Bina, söz konusu işlemler biter bitmez, asal sahipleri olan OPERA-BALE-SENFONİ ve TİYATRO İstanbul müdürlüklerine derhal teslim edilmelidir.

3-Bütün bunları tanımlayan, KÜLTÜR SANAT-SEN, MİMARLAR ODASI, TOMEB ve ÖZERK SANAT KONSEYİ ile 2010 AKB Ajansı arasında bir protokol yapılmalı ve kamuoyuna duyurulmalıdır.

 

Var mısınız?

Haber Sol, Yazı: Orhan Aydın, 15.12.2009


******


İSTANBUL İÇİN ÖNEMLİ BİR DENEYİM





İstanbul’da yöneticilerinin ve çalışanlarının olağanüstü gayretleri sayesinde ayakta duran birkaç tanesini dışında, neredeyse kamunun tüm kültür kurumlarının sorunlar yaşadığı, bunlar için özelleştirmekten başka bir model ortaya konamadığı bilinen bir durum. Bu durumda beğenelim ya da beğenmeyelim, yeterli ya da yetersiz bulalım, özel bir yasayla oluşturulan 2010 Ajansı gibi çok aktörlü bir kurumsal yapı değerlendirilmesi gereken önemli bir fırsattır. İstanbul 2010’da bir ilk deney yaşanıyor. Çok eksiklikleri, yanlışları var. İstanbul 2010 programında yer alan kent için öylesine önemli projeler var ki, bunların öngörülen süreler içinde tamamlanması bile kentin Avrupa Kültür Başkenti olarak eşsiz bir deneyime evsahipliği yapması için bence yeterli. Burada yalnızca birkaç tanesini örnek vermek istiyorum.

Yenikapı’da keşfedilen gelecek
Marmaray kazıları nedeniyle kentte heyecan verici arkeolojik keşifler gerçekleştiği biliniyor. Dünyanın bir çok yerinden bilim insanları bu keşifleri izliyor. Uluslararası medya çok geniş yer veriyor. Ama henüz kent halkı bu keşifler hakkında tam bilgi sahibi değil. Bu bilginin ilkokullara kadar ulaştırılması lazım. Bu kazılarda ortaya çıkarılan Theodosius Limanı, Mısır’dan gelen tahıl için inşa edilmiş. Bu liman  aynı zamanda kentin Avrupa ve Akdeniz’in siyasal başkenti olmasına işaret ediyor. 2010’da kentin bir zamanlar Avrupa’nın siyasal başkenti olduğunu yeniden keşfetmek bence mutlu bir tesadüf. Bu keşifler, ‘Yeraltındaki Devrim’ başlığıyla 2010’da İstanbul’da ve Avrupa’da sergilerle tanıtılacak. Ancak yapılacak iş bunlarla sınırlı değil. Yenikapı Avrupa’nın en büyük transfer merkezine dönüşecek. Kentin var olan yerleşim yapısını tümüyle dönüştürme potansiyeli taşıyan bu proje için yeni bir şehircilik deneyimi geliştiriliyor. Kent için hayati önemdeki bu projede kamusal süreçleri entegre eden, ilişkisel bir zeminde yaratıcı düşünceye açan bir program hazırlandı. Bir bakıma bu proje yalnızca kentin geçmişinin değil, geleceğinin de keşfine işaret ediyor.

Kentte ilk defa sahipsiz kalmış kamusal mekanlar için yıllarca metruk bırakmak veya özelleştirmek dışında bir alternatif ortaya çıktı. İstanbul uluslararası doğalgaz ağına bağlandıktan sonra belediyeyi İstanbul’da havagazı üretmeye kimse zorlayamazdı. Tek örneği kalan Hasanpaşa’daki gaz fabrikası bu nedenle ya otobüs hurdalığı oldu, ya da dönüştürülmesi için özel girişimin talip olması beklendi. Kentin bu kadar değerli bir alanının değil yirmi, bir sene bile böyle kalmasının verdiği zarar inşaat bedelini defalarca geçer. 2010 yılında Gazhane, kente ‘yeniden enerji verecek!’.

Burada söz konusu olan, yalnızca İstanbul’da yalnızca bir takım tarihi yapıların onarılması değil. Evet, önemli bir endüstri arkeolojisi örneği olan ve yıllardır kentin Anadolu yakasında atıl vaziyette kalmış bulunan Hasanpaşa Gaz Fabrikası restore edilecek. Bu dönüşümde tarihi gazhane yalnızca bir restorasyon konusu olarak değil, aynı zamanda kentin ihtiyaç duyduğu kültürel programların, istihdam yapısının geliştirilmesine yönelik bir pilot yaratıcılık merkezi olarak ele alınıyor. Gençlerin eğitimi için burada etkinlikler planlanıyor. Kentin küçük üretim yapısının yaratıcı endüstrilerle ilişkisini güçlendirmek için ‘Tasarım Destek Ağları’ projeleri uygulanıyor.

Yenilikçi kültürel miras yönetimi
1985 yılından beri Dünya Mirası Listesi’nde içinde yer alan Tarihi Yarımada’daki bölgeler ilk defa, 2010 yılında bir yönetim planına kavuşuyor. Dünyada tarihsel topografyası içinde kalmış en büyük sur varlığı bu deneyim içinde korumaya alınıyor. Bu çabalar sayesinde İstanbul’un dünya kültürel miras alanları UNESCO’nun tehdit altındaki miras listesine alınma tehlikesi savuşturulabilecek. Bütünlükçü bir alan yönetimi planı içinde korunacak. Bu kapsamda ve UNESCO Dünya Mirası Merkezi’nin önerileri doğrultusunda Eminönü Tarihi Yarımada  Sirkeci Bölge İyileştirme Projesi ile İstanbul Karasurları Koruma Masterplan çalışması başlatıldı. Sultanahmet’te bağımsız uzmanlık kuruluşları ile Aya Eufemia, Sphendone gibi çok önemli arkeolojik alanlarda çalışmalar başlatıldı. Küçükyalı Arkeoloji Parkı gibi çalışmalarda Türkiye’de ilk defa koruma ile kentsel gelişmenin ilişki içinde olduğu, kurtarma kazıları gibi müdahaleci olmayan, uluslararası deneyimlere açık yenilikçi bir kent arkeolojisi projesi gerçekleştiriliyor.

Kültürel çeşitliliğin desteklenmesi
Girişim grubu, Brüksel’e başvuru dosyasını iletmeden önce kentteki bütün ‘azınlık’ topluluklarının liderlerini ziyaret etti. Onlardan hem programa katkılarını, hem de başvuru dosyasına koymak üzere destek mektuplarını aldı. Bu topluluklar İstanbul seçildikten sonra sözlerini tuttular. Belki bir çok resmi kuruluştan daha fazla çalışarak mükemmel programlar geliştirdiler. Dolayısı ile İstanbul 2010’da kentteki kültürel çeşitliliği destekleyecek çok önemli adımlar atılıyor. Birçok topluluk kolaylaştırıcı komiteler oluşturdu, yıllardır sürdürdükleri çalışmaları kamu alanına taşıma çabasına girişti. Belki bunun bugün ne anlama geldiği tam anlaşılamıyor ama kentteki yıpranmış kiliselerin, sinagogların, mezarlıkların ilk defa kamu bütçesiyle canlandırılması mümkün oluyor. İlk defa kamu bütçeleri kültürel çeşitliliğin geliştirilmesi için kullanılıyor. Kamondo anıtmezarının korunması, Mayor Sinagogu’nun onarımı yanında Vortvots Vorodman gibi bir Kirkor Balyan anıtının, bir anıt kilisenin çok amaçlı dinamik bir kültür merkezine dönüşümü yalnızca İstanbul açısından değil, dünya için çok heyecan verici.

Eğer herkesin eşit vatandaşlık haklarına sahip olduğunu düşünüyorsak ve bunun için bugüne kadar yapılanları yeterli bulmuyorsak, o zaman 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı çerçevesinde gösterilen çabaların neresini eksik bulduğumuzu, neyin yanlış yapıldığını söyleyelim ki, düzeltilsin.

Radikal, Yazı: Korhan Gümüş, 16.12.2009

2010'DA ARKEOLOJİ HALKIN HİZMETİNDE





İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Şekib Avdagiç’in ev sahipliğinde düzenlenen toplantıda, kazı ekibinin başında bulunan Koç Üniversitesi-Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç.Dr. Arkeolog Alessandra Ricci, gerçekleştirdiği sunumla projenin detaylarını aktardı.

İstanbul’un Anadolu yakasındaki en önemli arkeolojik alanlardan biri olan ve kazı çalışmaları halen devam eden Küçükyalı ArkeoPark Projesi ile İstanbul’un ilk arkeoloji parkının oluşturulması hedefleniyor. Projede, arkeolojik alanın koruma altına alınarak müdahaleci olmayan bir yaklaşım ile kentin tarihine ışık tutulması amaçlanırken, İstanbulluların kazı alanıyla yakın ilişkide olması en önemli unsuru oluşturuyor. Bu kapsamda çalışmalar, arkeolojik alanın etrafında halkın kullanımına açık bir yeşil alan oluşturulması, tarihi alanın arkeolojik verilerini öne çıkaran kültür ve dinlence alanı olarak gezilmesi, çevresinde bilgi-danışma merkezi ve eğitim atölyeleri ile bir etkinlikler merkezi haline gelmesi amacıyla sürdürülüyor.

Arkeolojik kazılar kapsamında bugüne kadar örneği bulunmayan 9. yüzyıla ait mimari kalıntılar, Orta ve Geç Dönem Bizans sikkelerine ulaşıldı. Aynı zamanda gündelik yaşama ait ipuçları veren mühürler, keramikler, kandiller, hatta yiyecek kalıntıları ortaya çıkarıldı. Ortaya çıkarılan bulgular arasında en dikkat çekici olanı, hiç şüphesiz şimdiye kadar örneği bulunmamış patrik mezarı. Arkeolojik kazılarda bulunan, İmparator I. Mikhael’in oğlu Ignatius’a ait mezar, Vatikan arşivindeki 11. Yüzyıla ait bir tasvirde de resmedilmiş. 877 yılında ölen Patrik Ignatius’un, Ayasofya’da gerçekleşen defin töreninin ardından Küçükyalı’ya getirilip mezara nakledilmesinin yer aldığı tasvirde, o tarihlerde hala ayakta olan, adalardan ve denizden görünen etkileyici anıt yapı bütün ayrıntıları ile belli oluyor.

Bölgede ayrıca Bizans imparatorunun yazlık sarayının bulunduğu da biliniyor. Sarayın altında yer alan ve altyapısını oluşturan devasa sarnıcın Kayışdağı’ndan getirilen suyu depolamak için kullanıldığı tahmin ediliyor. Çok kubbeli sarnıcın üst bölümü bugün çökmüş vaziyette. Ancak üstündeki manastır yapısını taşıyan büyük açıklıklı bölüm ilk günkü gibi ayakta. Yıllardır devasa bir yapıya ait olduğu belli olan kalıntılar biliniyor ve yakınından geçen Bağdat Caddesi’nden de görülüyordu. Bu büyük yapının yalnızca temelini oluşturan sarnıç bölümü geçmişte denizden de görülebiliyordu.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın destekleri ve Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğinde, Koç Üniversitesi- Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri tarafından ortaklaşa yürütülen Küçükyalı ArkeoPark projesine yerel yönetim ve özel sektör de büyük katkı sağlıyor.

Proje, en önemli destekçilerinden olan Maltepe Belediyesi ve Fiat-Tofaş’ın sağladığı katkıların yanı sıra uluslararası işbirlikleri açısından da önem taşıyor. İtalya’daki Milano Politeknik Üniversitesi ile yakın işbirliği içinde yürütülen çalışmalarda Türk, Alman, İtalyan, Fransız genç arkeologlar ve farklı disiplinlerden gelen uzmanlar görev alıyor.

Merkezi ve yerel yönetimleri, akademik çevre ve özel sektörü bir araya getiren Küçükyalı ArkeoPark Projesi’nin en önemli destekçilerini ise semt halkı oluşturuyor. Bu özelliği ile proje, Türkiye’de geniş katılımlı bir örnek model olması açısından dikkat çekiyor. Semt muhtarı Ayşem Moroy’un arkeolojik alanın korunması için yıllardır gösterdiği çabaların yanı sıra mahalle halkı da, arkeolojik alanın yaşam kalitelerini geliştireceğinin bilincinde. Semt halkının, uzmanların, destekçilerin ve kamunun bir araya geldiği ve birlikte iş kotardığı bu kent arkeolojisi çalışması, koruma ile kentsel gelişmenin birbiriyle çelişmediğini ortaya koyuyor.

Yapı, 13.12.2009


BABASININ MÜZESİNİ SOYARKEN YAKALANDI

 

 

ABD’li çizer Frank Frazetta’nın oğlu Alfonso Frank Frazetta, babasına ait bir müzeden 20 milyon dolar değerinde 90 tabloyu çalmaya çalışırken yakalandı.

 

"Barbar Conan”, “Tarzan” ve “Vampirella” gibi çizgi romanların çizeri Frazetta’nın oğlu ile ismi açıklanmayan bir adam, Pennsylvania’daki  Frazetta Sanat Müzesi’ne bir kepçe kullanarak girdi. Müzeden 90 tablo çalan iki adam, bunları araçlarına yüklemeye çalışırken, alarmın çalmasıyla müzeye gelen bir polis tarafından yakalandı. Frazetta polise tabloları babasının almasını istediğini söylerken, ünlü çizer bu iddiayı yalanladı. Gözaltına alınan ve mahkemeye çıkarılan Frazetta tutuklanarak cezaevine gönderildi. Diğer adam hakkında da dava açılacağı belirtildi. 

Milliyet, 12.12.2009

TABLOSU 2 TRAKTÖRE EL DEĞİŞTİRDİ





Bulgaristan'da, Fransız ressam Claude Monet'ye (1840-1926) ait olduğu iddia edilen bir tablo, 12 milyon 800 bin levaya (yaklaşık 14 milyon TL) alıcı buldu.

 

Darik Radyosu'nun haberine göre, empresyonist akımın önde gelen  isimlerinden biri olan Monet'nin gençlik döneminde yaptığı ileri sürülen ve "Konakta Gezi" adı verilen yağlı boya tablosu, açık artırmayla satışa çıkarıldı.

 

Basına kapalı yapılan açık artırmada, Bulgaristan Sosyalist İşçi  Partisi'nin (BRSP) lideri Çude Georgiev'in sahibi olduğu tablo, ismi açıklanmayan  bir iş adamı tarafından satın alındı.

Georgiev, tabloyu, krediyle aldığı iki traktör karşılığında bir bankaya  ipotek ettirdiğini belirterek, "Hem kredi borcumu kapatacağım, hem de yüklü  miktarda param olacak. Artık zengin bir insanım" dedi.

 

Bu arada, Georgiev'in kredi aldığı bankanın uzmanları ile Bulgaristan  Ulusal Sanat Galerisi Genel Müdürü Boris Danailov, tablonun sahte olduğunu ileri  sürdü. Danaliov, 21x24 santimetre ebadındaki tablonun 1950'li yıllarda eski  Sovyetler Birliği'nde genç ressamlar tarafından yapıldığını iddia etti.

 

Çude Georgiev ise sahte olduğu yolundaki söylentilerin tablonun değerini  düşürmek amacını taşıdığını söyledi. Tabloyu nereden ve ne şekilde aldığını "özel  durum" gerekçesiyle açıklamayan Georgiev, yabancı uzmanların bu tabloya satış  fiyatından çok daha yüksek değer biçtiklerini öne sürdü.

 

Tablonun yüksek satış fiyatı ve sahtecilik iddiaları üzerine soruşturma  açıldığı bildirildi.

Hürriyet, 12.12.2009

DEFİNE KAZISINDAN ERKEK CESEDİ ÇIKTI

 

Şanlıurfa'nın Suruç İlçesi'ndeki bir höyükte yapılan define kazısında, bir erkeğe ait olduğu belirtilen kemik ile motosiklet parçası bulundu.

 

Alınan bilgiye göre, ilçenin Bilgen Köyü Akdoğan mezrasındaki bir höyükte, bazı kişiler tarafından define arandığı iddia edildi. Kazıda bir erkeğe ait olduğu belirtilen kemik ile motosiklet parçaları bulunduğunun belirtilmesi üzerine savcılık ve güvenlik güçlerince soruşturma başlatıldı. Suruç'ta 1994 yılından beri kayıp olduğu belirtilen Mustafa Saygı'nın bazı yakınları, bulunan kemiklerin Saygı'ya ait olabileceğini iddia etti. Kemiklerin yapılan DNA testinden sonra kime ait olduğunun kesinlik kazanacağı belirtildi.

Zaman, 12.12.2009

"ÇEŞME YAPTIRMADIM, ARŞİVİMİ AÇTIM"

Sanat tarihçilerinin büyükannesi... Tüm bildiklerini cömertçe sunan bir hoca. Dizinin dibinde pek çok talebe yetişti.

 

Yayımladığı kitaplar bir medeniyetin üzerindeki kalın ve ağır örtüyü kaldıran cinsten. Elinin dokunduğu konular bereketleniyor, hemen çoğalıyor, kitap oluyor. İlber Ortaylı'nın deyişiyle, "Osmanlı sanat tarihinin bohçacısı, en olmadık malzemeyi bir araya getiren depocusu, sandık sepeti, bahçeleri binaları karıştırmaktan yorulmayan ecinni." Prof.Dr. Nurhan Atasoy, yaklaşık 60 yıldır bohçasında biriktirdiği yaklaşık 12 bin slaydın yer aldığı arşivini Türk Kültür Vakfı'na (Turkish Cultural Foundation) verdi. Merkezi ABD'de olan vakıf, bir yılı aşkın bir süre içerisinde Atasoy'un bu zengin arşivini taradı, ayıkladı, sınıflandırdı ve dijital ortama aktardı. Ücretsiz olarak araştırmacıların, sanatseverlerin hizmetine sunulan arşive artık www.turkishculture.org/dia adlı siteden ulaşmak mümkün.

 

Bu arşivin öyküsü neydi peki? Nurhan Atasoy, arşivini vakfa açtığında sadece burada hizmet verilmesi düşünülüyormuş. Daha sonra dünyanın dört bir yanındaki sanatseverler, araştırmacılar göz önünde bulundurularak arşivin yılda yaklaşık 2 milyon kişinin ziyaret ettiği siteye (www.turkishculture.org) aktarılmasına karar verilmiş. Arşiv, Atasoy'un bunca yıllık çalışmalarının görsel bir sergisi adeta: "Birçok insanın giremeyeceği yerlerde çalıştım. Onların akıllarına bile gelmeyecek eserler var. Çoğu kimse şaşıracak. Bu çalışmalar elbet eksik olacak. Ama arşiv gittikçe tamamlanacaktır, yanlışlar varsa düzeltilecektir." Arşivin sacayakları kumaş, çini ve minyatürden yani dekoratif sanatlardan oluşuyor. Gazete sayfasının bu geniş hazineyi hakkıyla anlatmaya gücü yetmez. Ama şu söylenebilir: Türkiye'nin ve dünyanın pek çok yerindeki müzelerin depolarında uzun bir yolculuk sizi bekliyor. Arşivin eksik tarafı ise mimari. Atasoy bunu "mimari alanında çok büyük çalışmalar yapmamasına bağlıyor". Büyükanne dedik ya, Atasoy bakın, sözleri haklı çıkaracak neler söylüyor: "Yaşlılığımı çok iyi kullanıyorum. Gençliğime dön deseler istemem. Etrafımdaki arkadaşlardan da kendi arşivlerini vermelerini istiyorum. Beni kırmıyorlar. Bu sayede Türk sanatına pek çok kimse ulaşabilecek."

 

Taksim'deki çiçekçilerin duvarlarında, nikah davetiyelerinde hazırladığı kitaplardan alınmış pek çok örnekleri gören Atasoy, "Bu beni çok sevindiriyor. Gönül rahatlığıyla tüm kitaplarım halka ulaştı diyebilirim. Her zaman her yerde bilgimi paylaşırım. Kıskançlık denen şeyi tanımıyorum. Bu bizim ortak mirasımız." diyor. Atasoy, tıp profesörü büyükbabasından çok şey öğrenmiş. Her kitabı çıktığında onunla manevi bir bağ kuruyor. Geldiği noktada onun da büyük bir etkisi var: "Herkesin üzerinde durmadığı, güzel konular seçtim, işledim. Allah yardım etti. Değerinden fazla onurlandırıldım."

 

Peki bu arşivin Türk sanatındaki yeri neydi? Atasoy gülümseyerek cevap veriyor: "Bu arşivi çıkardığınızda hiçbir şey olmayacak, ama bunu koyduğunuzda pek çok şey değişecektir. Araştırıcılar ilk adımlarını atarken çok geniş bir malzemeye ulaşacaklar. Mesela Topkapı Sarayı Kütüphanesi şu an kapalı, oradan çekmiş olduğum 1.300'e yakın minyatür var. Adeta ellerimle kazıdım onlara ulaşmak için. Onlar da kazısın istemiyorum. Bu devirde çeşme yaptıramayacağım için ben de bunu yaptım."

 

Nurhan Atasoy'un yirmi ikinci kitabı yolda. Şimdilerde onun sancılarını çekiyor. Hoca çalıştığı kitabın adını bile söylemekten çekindi. Işıl ışıl heyecanlı bakışlarla minik ipuçları verdi sadece: "Bütün Avrupa'yı didik didik ettiğim inanılmaz bir çalışma. Kitapta 450 görsel var, hiç kimsenin görmediği inanılmaz malzemeler. Avrupa'daki müzelerin dip köşelerinden pek çok eser var. Hayatımın projesi ise yıllardır üzerinde çalıştığım Osmanlı Kıyafetleri."

Zaman, Haber: Musa İğrek, 12.12.2009

HOLLANDA SARAYI TAM 150 YILDIR İSTANBUL'DA





İnşası mimar Barborini tarafından 1859 yılında tamamlanan ve bugün Hollanda Başkonsolosluğu olarak kullanılan Hollanda Sarayı’nın 150’nci yıldönümü 10 Aralık Perşembe günü ‘Dutch December Dance’ resepsiyonu ile kutlandı. Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosu Onno Kervers’in ev sahipliğinde düzenlenen geceye aralarında Gaye Sökmen Sait Sökmen, Pelin Batu, Nihat Odabaşı ve Azra Akın gibi iş ve sanat dünyasından pek çok ünlü Türk ve Hollandalı konuk katıldı. Gecede ayrıca, Hollanda Sarayı’nın 150’nci yıldönümü şerefine Marlies Hoenkamp tarafından kaleme alınan 'İstanbul’da Hollanda Sarayı' isimli kitabın ilk kopyası Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’a hediye edildi.

Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosu Onno Kervers, “ Bu gece, Hollanda ile Beyoğlu, İstanbul ve Türkiye arasında çok uzun yıllardır süregelen mükemmel ilişkiyi ve Hollanda Sarayı’nın 150. yılını kutluyoruz. Aynı zamanda Saray hakkında yazılmış ve Türk-Hollanda dostluğu anlatan İstanbul’da Hollanda Sarayı kitabının da genişletilmiş yeni versiyonunu sizlerle paylaşıyoruz. Okuyucular kitap sayesinde; aramızdaki bağların ne kadar derin ve farklı kültürlerin her iki ülke için ne kadar faydalı olduğunu görme imkanı bulacaklar” diye konuştu.

Bir buçuk asır boyunca pek çok önemli tarihe tanıklık eden Saray, bugün Türkiye ve Hollanda’nın ortak kültürel geçmişinin daimi bir parçası haline geldi. Saray’ın ilk ev sahibi olan Hollandalı diplomatik temsilci Cornelis Haga’nın İstanbul’a gelişi ise Türkiye – Hollanda ilişkilerinin sürdürülmesinin temelini oluşturdu. Her iki ülkenin ortak kültürel geçmişinin daimi bir parçası olan Saray ve 150 yıllık mirasın gelecek nesillere aktarılabilmesi için de ‘İstanbul’da Hollanda Sarayı’ isimli çok özel bir kitap hazırlandı.

Hollanda Sarayı’nı anlatan ve Marlies Hoenkamp tarafından kaleme alınan kitapta,  Saray’ın mimarisinden Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Hollanda elçiliğine, diplomatik ilişkilerden Hollanda-Türk ortak kültürel geçmişine kadar pek çok konu ele alınıyor. Hollanda elçileri, onların eşleri ve alışkanlıkları, saray papazları, saray ressamı Vanmour, Saray’da çıkan yangınlar ve restorasyon çalışmalarına da yer verilen kitapta, binada gezinen hayaletlere kadar her şeye; kısacası insanın günlük yaşamının tüm inceliklerine değiniliyor.

Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde 197 numaralı yüksek demir kapı, Hollanda Konsolosluğu’nun bahçesine açılıyor ve 19. yüzyıldan kalma bir sayfiye evi görüntüsünü veren Saray’ın önüne geliniyor. Taşlarla döşenmiş avlunun çevresinde bulunan ve anıtsal özelliğini bugüne kadar korumuş olan Saray’ın hemen yanında modern bir cam cephe ile dikkati çeken tamamen farklı bir mimariye sahip Konsolosluk binası yer alıyor. Konsolosluk binasının karşısın da ise; 1711 yapımı dört köşe taştan yapılmış Hollanda Kilisesi (The Dutch Chapel) bulunuyor.

Türkiye - Hollanda arasında 400 yıla dayanan karşılıklı ilişkilerin en büyük ve en değerli sembolü olarak tanımlanan Hollanda Sarayı’nın terasından, Boğaz ile Haliç’in birleştiği noktayı, adaları, Marmara Denizi’ni, Boğaz’ın karşı yakasındaki tepeleri, Asya kıtasının en batı köşesini görmek mümkün.

Yapı, 11.12.2009

HATTUŞA'DA 2009 KAZI SEZONU KAPANDI





Hattuşa ören yerinde özel bir firmanın sponsorluğunda sürdürülen kazı çalışmalarına başkanlık yapan Alman Arkeoloji Enstitüsünden Doç.Dr. Andreas Schachner, haziranda başlayan 2009 yılı kazı sezonunun kapandığını söyledi. Ören yerinde yaklaşık 4 aydır sürdürülen kazı çalışmalarına bu yıl ağırlıklı olarak aşağı şehir bölgesinde devam edildiğini ifade eden Schachner, 35 kişilik ekibin yer aldığı çalışmalarda Hitit uygarlığı ile Karum Dönemine ait önemli kalıntıların gün ışığına çıkarıldığını belirtti.

Yapılan kazılarda Hitit surlarının üzerinde yeni bir şehir kapısı bulunduğunu dile getiren Schachner, şöyle konuştu:
"Çalışma alanı, Kesikkaya'nın batısında, eski kazı alanlarının güneyi ile poternli (tünelli) surun arasında yer alıyor. Sezon sonunda, birbirine yakın üç açmada önemli mimari kalıntılar açığa çıkarılırken bu alanda yoğun bir kullanım olduğu anlaşıldı. Geç Antik dönemde mezarlık olarak kullanılan alanda, MÖ 2. bini kapsayan Hitit dönemine ait en az 2 mimari tabaka tespit edildi. Doğudaki açmada söz konusu tabakaların geç olanı geniş olarak kazılırken bir yapı bütün olarak açığa çıkarıldı. Bu yapı içerisinde bulunan seramikler ve botanik örnekleri incelendiğinde yapının daha net tarihlendirmesi yapılabilecek"

Hattuşa'nın başkent olmadan önce bu alanda Karum Dönemi'ne ait bir yerleşim tespit edildiğini hatırlatan Schachner, bin 500 metrekarelik büyük bir alanda gerçekleştirilen kazılarda Karum Dönemine ait çivi yazılı bir tablet, aslan heykeli ve insan figürü bulunduğunu bildirdi. Karum Dönemine ait yeni bir yapıyı daha gün ışığına çıkardıklarını belirten Schachner, şöyle konuştu:

"Henüz işlevi ve planı net olarak anlaşılamayan bu yapı, Hitit tabakaları tarafından tahrip edilmiş ve kısmen yeniden kullanılmış. Geçirdiği tahribata rağmen bu yapıda çivi yazılı tabletin yanı sıra son derece iyi durumda olan pek çok küçük buluntuya da rastlanıldı. Bu buluntular içerisinde iki parça halinde bulunan pişmiş topraktan bir aslan, bir mimari model ve yine pişmiş topraktan bir insan figürü, yapının taşıdığı önemi gösteriyor."

Andreas Schachner, açığa çıkartılan bu önemli eserlerin, restorasyon çalışmaları sonrasında aslına en yakın duruma getirilerek Boğazkale Müzesi'nde sergilenmeye başlanacağını bildirdi. Türkiye'nin ilk arkeolojik kazıları arasında yer alan Hattuşa kazılarının 103 yıldır sürdürüldüğüne dikkati çeken Doç.Dr. Andreas Schachner, bugüne kadar yapılan çalışmalar sonucunda tarihi başkent Hattuşa'nın yüzde 30'unun gün ışığına çıkarıldığını sözlerine ekledi.

Cnn Türk, 11.12.2009

ARKEOLOG VE PALEONTOLOGLARDAN ÖNEMLİ KEŞİFLER





Amerikan bilim dergisi Science'da yayımlanan bir makaleye göre, Gürcistan'da bir mağarada yapılan kazılarda, insanların 34 bin yıldan daha uzun bir zaman önce keten iplik kullandığı anlaşıldı.

 

Mağarada bulunan keten iplik kalıntılarının yetiştirilmemiş yabani ketene ait olduğunu ve kumaş, dikiş ipliği, giysi, sicim ve sepet yapmakta kullanılmış olabileceğini belirten ABD'nin Harvard Üniversitesinden Prehistorik Arkeoloji Profesörü Ofer Bar-Yosef, "Bu ilk insanlar için çok önemli bir buluş" dedi.

 

İlk insanlar, kumaşı ve keten ile yapılan ipliği boyamak için mağaranın bulunduğu bölgede yetişen bitkileri kullanıyordu. Bu iplikler bugün, aradan geçen çok uzun zaman boyunca tahribata uğradığından çıplak gözle görülemiyor.

 

Arkeologlar, iplikleri mağaranın farklı derinliklerinden getirilen kil örneklerini mikroskopla incelerken tesadüfen keşfetti. Bilim adamlarının asıl amacı, aradan geçen binlerce yıl boyunca meydana gelen sıcaklık dalgalanmalarının bu ilk insanların yaşamını nasıl etkilediğini anlamak için mağarada bulunan ağaç polenlerini incelemekti.

 

Araştırmacılar, iplik kalıntılarının gün ışığına çıktığı kil örneklerinin yaşını belirleme işleminde, mağaranın tabanındaki çeşitli katmanları belirlemek için radyokarbon yöntemini kullandılar. Bilim adamları, mağarada ayrıca 21 bin ve 13 bin yıl öncesine ait iplik kalıntıları da keşfettiler.

 

Çek Cumhuriyeti'nin meşhur arkeolojik bölgesi Dolni Vestonice'de daha önce yapılan kazılarda 28 bin yıl öncesine tarihlenen iplik kalıntıları keşfedilmişti.

 

Bu arada, Gürcistan'ın başkenti Tiflis'teki Ulusal Müzenin Müdürü David Lordkipanidze’nin Britanya Bilim Festivalinde yaptığı açıklamada, ülkesinde yapılan son kazılarda bulunan fosillerin, insanın ilk atalarının bölgede, tahmin edilenden 800 bin yıl önce yaşamış olabileceklerini gösterdiğini anlattı.

 

Profesör David Lordkipanidze, Gürcistan'da kalıntıları bulunan bu ilk insanların, Avrasya'da daha sonra yaşayan homo erektusların ataları olabileceğini ifade ederek, "Sorun şu: Homo erektuslar Afrika'da mı, yoksa Avrasya'da mı ortaya çıktı. Eğer Avrasya'da ortaya çıktılarsa, tersine bir göç mü söz konusu? Bu fikir birkaç yıl önce çok aptalca görünebilirdi, ancak bugün o kadar aptalca görünmüyor" diye konuştu.

Haber Sol, 10.12.2009

Baş Dağ (Mayıs, G.Bell)
...1907






.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi