Haberler logo Mart '08 Arşivi

30 Mart - 5 Nisan 2008

2000 YILLIK MEZARDA HAZİNE

Türkiye’de, özellikle bölgemizde define arayıcılığı yaygın bir hobi ve iş koludur. Yüzyıllardır en zengin uygarlıkların gelip yerleştiği, göç yolları üzerinde bulunan ilimiz, define arayıcılarının en çok dolaştığı bölgelerin başında gelir. Define arayanlar, genellikle elleri boş döner. Ama kimi zaman çok önemli gömülere, ya da yüzyıllar öncesinden kalmış çok değerli tarihi eserlere rastlamak da mümkündür.

İzmit’e bağlı Çayırköy’de yaşayan Salih Koç isimli vatandaş, bazı kişilerin geceleri gelip, arazisinde gizli gizli kazı yaptıklarını fark etti. Durumu köy muhtarı Aşır Güneş’e bildirdi. Muhtar Güneş de jandarmaya ihbar etti. Önceki gece saat 01.00 sıralarında bölgeye baskın yapan Jandarma, define kazısı yapan ve tarihi bir mezarı ortaya çıkartan 12 sanığı gözaltına aldı. Define arayıcılarının, bölgenin yakınında bulunan Pak Piliç Tesisleri bahçesine park ettiği iki otomobile de el konuldu.

Jandarma, definecilerin toprak altından bir mezar yeri bulduğunu fark etti. Durum, İzmit Müzesi’ne bildirildi. Müze Müdürü İlksen Öszbay, dün sabah olay yerine gelerek inceleme yaptı. Özbay, “Bizim bölgemizde Nikomedya döneminden kalan bu tür pek çok mezara rastlamak mümkün. Ama bu hayli farklı. Muhtemelen 2 nci yüzyılda ölmüş genç bir bayanın mezarı. Ceset, çok az bozulmuş. İlk kez böyle bir mezarın içinde çok değerli altın takılara rastlıyoruz” dedi. Müze Müdürlüğü, definecilerin bulduğu mezarın içinden çıkan altın takıları koruma aldı. Mezar ise, yeniden kapatıldı.

Özgür Kocaeli, 05.04.2008

KATKI



BU NEDİR?


British Museum’un 54 numaralı salonunda, ANE 135851 envanter numarası ile teşhir edilen bu eser, üzerinde yazan bilgilere göre “Gümüş Boğa, İlk Tunç Çağı, MÖ yaklaşık 2350, muhtemelen Alacahöyük, Türkiye” dir. Hepsi bu, ne bir eksik, ne bir fazla.





Alacahöyük Kazıları, -1907 yılında Makridi Bey’in kısa bir araştırmasını saymazsak- 1935 yılında Remzi Oğuz Arık başkanlığında başlamış, daha ilk sezonda, höyük üzerindeki ikinci açmada, 6 m derinlikte ilk kral mezarlarına rastlanmıştır [1] . Devam eden yıllarda da Hamit Zübeyr Koşay tarafından kazılara devam edilmiş, yeni mezarlar bulunmuştur [2] . Bu mezar buluntuları arasında bronz geyik ve boğa heykelleri de vardır, fakat yukarıdakine benzer bir boğa heykeli hiçbir mezarda bulunmamıştır. Eğer bu eser Alacahöyük’deki mezarlardan kaçak bir kazı sonucu bulundu ise acaba hangi mezardan çıkmıştı? 

 

Halbuki Horoztepe’de 1957 yılında sürdürülen kazılar sırasında bulunan bir boğa heykeli [3] yukarıda gördüğünüz ve British Museum’da bulunan heykelin nerede ise aynısıdır. Öte yandan, Horoztepe’de 1950'li yıllarda birçok kaçak kazı yapıldığı da bilinmektedir. Bu kaçak kazılar sonucu bulunarak yurt dışına kaçırıldığı bilinen bir altın testi bugün Metropolitan Müzesi’ndedir. [4]  

 

British Museum’daki bu eser acaba gerçekten Alacahöyük’de mi, yoksa kaçak kazı sonucu Horoztepe’de mi bulundu? Horoztepe’deki kaçak kazılar açıkça bilindiği için British Museum bu buluntuyu, menşeini Alacahöyük olarak belirterek ve burada 19. yüzyılda araştırmalar yapmış İngiliz gezginlere atfederek korumaya mı çalışıyor? Alacahöyük’de, 6 metre derinliğe ulaşan kral mezarlarında 1935 yılından önce bir kazı yapılmadığı biliniyor, 1935 sonrasında ise her yıl arkeolojik kazı yapıldı. Bu durumda, bu eser kaçak bir kazı sonucu bulunmuş olamaz. Acaba kazılar sırasında bir işçi tarafından bulunarak mı British Museum’a satıldı? Öyle ise acaba hangi mezarın buluntusu? Mezar buluntularında altın ve bronzun bolluğuna karşın, Alacahöyük’de o denli az gümüş eser bulundu ki bu tek eser bile Son Tunç Çağı’nda Alacahöyük kral mezarlarını yorumlayışımızı değiştirebilir. 

 

Görüyorsunuz değil mi? Bir tek çalıntı eser bile ne çok soruyu cevapsız bırakıyor. 

 

Ali Yamaç


 


[1] Arık, R.O., Alacahöyük Hafriyatı 1935, Ankara, TTK Yayınevi, 1937, s. 51 ve devamı

[2] Koşay, H.Z., Alacahöyük Hafriyatı 1936, Ankara, TTK Yayınevi, 1938 ve Koşay, H.Z., Alacahöyük Kazısı 1937-1939, Ankara, TTK Yayınevi, 1951

[3] Özgüç, T.– Mt Akok, Horoztepe Eski Tunç Devri Mezarlığı ve İskan Yeri, Ankara, TTK, 1958

[4] Akurgal, E., Anadolu Uygarlıkları, İstanbul 1988,  res. 19

 

TARİHİ ÇEŞMEYE ÇİVİ ÇAKIP ŞİFA ARIYORLAR


Hatay'ın merkez ilçesi Antakya'da 200 yıllık tarihi çeşmeye çivi çakıp şifa arıyorlar.

Antakya'nın Dutdibi Mahallesi'nde bulunan ve şifa dağıtığına inanılan tarihi çeşme daha çok Perşembe günleri yoğun ilgi görüyor. Duvarlarında yüzlerce çivinin çakılı olduğu tarihi çeşme görenleri ise şaşırtıyor. Mahalle sakinlerinden Ali Gerin, baş ağrısına iyi geldiğine inanılan çeşmenin çok fazla ziyaretçi akına uğramasından dolayı çeşmesinin iptal edildiği söyledi. Gerin, 3 perşembe üst üste gelip tarihi çeşmenin duvarına çivi çakılmasıyla baş ağrılarının sona erdiğini inanıldığını aktardı. Çeşmenin çevresinde yüzlerce çivinin çakılı halde yer almasının, çok sayıda kişinin şifa için bu mekana uğradığının delili olarak gösteren Gergin, baş ağrısı olup da çeşmeye çivi çakanların daha çok kadınlar olduğunu belirtti.

Zaman, 04.04.2008

DİYARBAKIR'DA TARİHİ ESERLER BULUNDU

Diyarbakır’ın Suriçi beldesinde, Osmanlı dönemine ait kalıntıların bulunduğu bildirildi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Tevfik Arıtürk, Suriçi Beldesindeki tarihi Ulu Cami ile Hasanpaşa Hanı arasında kalan kısımda yapılan kazılarda 2 tabaka tespit edildiğini belirtti. Bunlardan birinin Osmanlı veya erken Cumhuriyet döneminde yapılmış olan ve park olarak kullanıldığını kanıtlayan mimari kalıntılar olduğunu ifade eden Arıtürk, alanın kuzey kesiminde kanalizasyon kanalları, geri kalan kısmında da havuz kalıntıları ve havuza su taşıyan, havuzdaki kirli suyu kanalize eden kanallar tespit edildiğini söyledi. Arıtürk, “Bu toprak tabakanın hemen altında daha erken dönemlere ait mimari yapı kalıntıları tespit edildi. Kazının devam etmesi gerekiyor” dedi.

Birgün, 04.04.2008

"ÖZDEN İZE, İZDEN ÖZE" SERAMİK SERGİSİ





İnönü Üniversitesi G.S.F. Seramik Bölümünde görev yapan Akademisyen - Sanatçı  Fazıl Ercan, “Özden İze İzden Öze” adlı Seramik Sergisi Malatya Arkeoloji Müzesi'nde açıldı.

 

21 Nisan'a kadar sürecek sergi kapsamındaki çalışmalar içerisinde yorumlanan ve kullanılan Malatya Arslantepe Höyük’te bulunan Kil Mühür Baskıları; MÖ 3300–3000 yıllarına ait olan Saray kompleksi içerisindeki, A tapınağı, güneydeki depo odası ve bu depo odalarının karşısındaki arşivde bulunmuştur. Saray kompleksi içerisinde yaklaşık 2000 adet Kil Mühür Baskısı arşiv şeklinde ortaya çıkarılmıştır.

 

Malatya Arslantepe de kullanıldığı dönemdeki özellikleriyle tarih yazan Mühür Baskılarını üreten Sanatçılar; gerek toplumsal gerek bireysel sevinçlerini, kederlerini, sosyolojik-psikolojik durumlarını ve bölgelerinin coğrafi yönlerini ruhlarında yoğurup özleştirerek bugüne yansıtmışlar. Bugün de bu izleri ruhunda yoğuran sanatçı; yaşadığı dönemin sancılarını, sevinçlerini geçmişten gelen izlerle birlikte kompoze ederek gelecek nesillere bir anlamda kültür aktarımı da sağlayacak yeni izler ortaya koymaktadır.

 

Sergilenecek çalışmalarda bu mühürler üzerindeki biçimler ve Arslantepe Höyükte o dönemki yaşanmışlıklar yorumlanmaya çalışılmakla birlikte, burada bulunan kültürün yok olmasına sebep olan yangına ve mimari elaman olarak kullanılan kerpiç formuna, mühürledikleri kapılarına ve kullandıkları kaplara göndermeler yapıldı.

TAYHaber, 05.04.2008

ANTİK TROAS BÖLGESİ MADEN RUHSATLARINA KURBAN MI EDİLECEK?

 

Antik Troas Bölgesi bugünkü Çanakkale sınırları içinde yer almaktadır ve Kazdağları ve Yöresinde verilen yüzlerce maden ruhsatı nedeniyle dünyada eşi benzeri bulunmayan çok önemli bir kültür coğrafyası olan TROAS, biz korumazsak,  yok olma tehlikesiyle yüzyüzedir. Troas bölgesindeki envanter çalışmaları henüz tamamlanmadığından neyi kaybettiğimizi bile bilemeyeceğiz.

 

Neler olduğuna bir göz atalım:

 

1. İÇDAŞ şirketinin kapasite artırımı için Çanakkale’nin Biga ilçesi Değirmencik köyünde kurulacak termik santral ve demir çelik tesisleri Parion antik kenti SİT alanı içerisinde. kazı heyeti başkanı Prof. Dr. Cevat Başaran, “Bu gidişle antik çağda güneşle sembolize edilen Parion’un güneşi doğmadan, üzerine kara bulutlardan dökülen asit ve toz yağmurları yağacak” diye konuşuyor. 56 milyon metreküp deniz doldurularak yapılacak olan yeni limanın Parion antik limanına 950 m uzaklıkta olduğunu, limanın belki de antik liman üzerine kurulacağını söyleniyor.

 

2. Karabiga’da tarihi Priapos kenti surlarının bitişiğindeki Kadıoğlu Çiftliği denilen yerde 600 dekar arazi, tapu devir işlemi yapılarak, bir gayrimenkul yatırım ortaklığı şirketince satın alındı. şirketin ortakları arasında Alarko Holding ve merkezi Birleşik Arap Emirlikleri'nde bulunan Deyaar Development ile Sansal İnşaat şirketleri yer alıyor. Karabiga Belediyesi’nin imar izni vermediği ve ancak mevzii imar planı ile yatırım yapılabilecek arazinin yanında ise özel ağaçlandırma alanı yer alıyor. Bir yanı orman, bir yanı SİT Alanı ve bir yanı Karabiga konut arsaları olan 664,3 dekar arazide enerji santralı yapılacak, yapılabilirse tabii.

TAYHaber, Kaynak: Çanakkale Çevre Platformu, 05.04.2008

İSTANBUL'A YAZIK

TBMM’de İstanbul’la ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile CHP İstanbul milletvekilleri arasında önceki gün hayli ilginç tartışmalar yaşandı.

CHP Milletvekili Çetin Soysal, gündem dışı konuşuyor:

"Harbiye’deki Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu yıkılarak ranta kurban ediliyor; orada bir yoğunluk içerisinde yeni bir Kongre Vadisi yapımıyla... İktidarla belediyenin kol kola İstanbul’a yaptıkları ihanetler zincirine yeni bir halka daha ekleniyor. Kenti yağmalıyorlar; tiyatro sahnelerini yıkıyorlar, kenti yoğunlaştırıyorlar. İstanbul 2 Numaralı Koruma Kurulu, burayı sit alanı ilan ediyor ama ne oluyorsa oluyor, üç beş ay sonra aynı kurul kararını değiştiriyor, projeye onay veriyor. İhale yangından mal kaçırırcasına jet hızıyla yapılıyor. Mimarlar Odası, Şehir Tiyatrosu dava açıyor ama belediye hukuka saygılı değil. Hukuk, belediyenin yıkımını durduramıyor. Muhsin Ertuğrul’u yıkan anlayış kenti yoğunlaştıran anlayıştır; kenti yoğunlaştıran anlayış da rant anlayışıdır. Soruyorum, bu ihale hangi usulle yapılmıştır? İhaleyi hangi şirket almıştır, ihale bedeli ne kadardır.

İstanbul kültür kenti olmaktan çıkartılıyor. UNESCO’nun bu konuda uyarıları var. Tarihi miras listesinden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Verdiğim soru önergeleri ile ilgili örnek vermek isterim: Dubai kuleleri, Haydarpaşa yüksek katlı binaları, Galataport, Haliç köprüsü projelerinin, Four Seasons Oteli’nin genişletilme çalışmaları; bunların her biri bizi tarihi kültürel miras listesinden çıkarma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Şimdi de buna Muhsin Ertuğrul ekleniyor. Bu bizi 2010 Kültür Başkenti olarak sıkıntıya düşürecektir. İstanbul’un kültürel dokusuna, kenti yoğunlaştırarak deprem, trafik gibi sorunlarına çözüm bulmayarak da ihanet ediyorsunuz. İstanbul’da yaşayan bir insan olarak İstanbul’daki plan tadillerini biliyorum. Su sarnıçlarının üzerine nasıl kültürel ihanetin yapıldığını biliyorum, bunları görüyorum. Ne yazık ki İstanbul’a yazık ediyorsunuz."

Çetin Soysal konuşmasının sonunda "Şiiri çok seven bir grupla karşı karşıya olduğumuz için, Başbakan da sevdiği için..." diyerek Vedat Türkali’nin ’Bekle Bizi İstanbul’ şiirinin bazı dizeleri ile sözlerini tamamlıyor:

"Boşuna çekilmedi bunca acılar

Büyük ve sakin Süleymaniye’nle bekle

Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla

Bekle bizi İstanbul

Haramilerin saltanatını yıkacağız

Bekle o günler gelsin İstanbul."

(Onur Akın’ın bestelediği bu şarkı Edip Akbayram tarafından ünlendi.)

Bakan Günay, UNESCO’nun İstanbul’la ilgili uyarıları için özetle diyor: "Anadolu’nun her tarafında çok yoğun ve içtenlikli bir gayretimiz var. Bu çerçevede, UNESCO’nun dikkati de bizi fevkalade sevindiriyor. UNESCO’nun dikkatini aynen paylaşıyoruz. Her noktayı adım adım biz de izliyor ve gözlüyoruz. Dünyanın önüne 2010’da İstanbul’u fevkalade güzel yüzüyle, tarihine, doğasına yakışır biçimde sunma konusunda çok ciddi bir gayret ve kararlılık içindeyiz."

Bülent Ecevit’in adını Kartal’da bir tiyatroya verdiklerini anlatan Günay, Kadıköy’deki Süreyya Operası’nın büyük ölçüde özel idarenin emlak vergisi kaynaklarıyla yapıldığını söylüyor; CHP’li Özyürek ise "Yatırım belediye tarafından finanse edilmiştir" diye karşı çıkıyor. Bakan da, bu rakamı resmi belgeleriyle açıklayacağını söylüyor.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, CHP’li Soysal’ı yanıtlamak üzere söz alıyor: "Herkes müsterih olsun. Türkiye’de bir süreden beri, her alanda haramilerin saltanatını yıkıyoruz" dediğinde, CHP’li Mustafa Özyürek "Ne kadar iddialı laflar" diye müdahale ediyor. Sözlerini "Haramilerin saltanatını yıktığımız için de olur olmaz sesler geliyor" diye sürdürünce Özyürek şöyle diyor:

"Haramiler iktidara geldi."

Günay adını anmadan eleştirilerini eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yöneltiyor:

"İstanbul bomboşken, İstanbul’un her tarafı çim sahayken neredeyse, Dolmabahçe Sarayı’nın arkasına stadyum yapan..." diyor. Soysal "Yapma bunu, yazık edersin..." diye çıkışıyor.

Günay devamla, "1945 yılında ve sonra adını Atatürk’e nazire olsun diye ’İnönü Stadyumu’ koyan anlayışın..." dediği anda Soysal tepkisini "Kendine ihanet ediyorsun; geçmişine saygısızlık ediyorsun. Yakışmıyor bu sana..." diye sürdürüyor. (Lütfi Kırdar’ın Valiliği’nde, Dolmabahçe’deki stadyumun planları mimar Vietti Violi, mimar Şinasi Şahingiray ve mimar Fazıl Aysu tarafından hazırlanıyor. 1941’de temeli atılıp, 1947’de açılan stadyuma ilk önce İnönü, 1952’de DP döneminde Mithatpaşa, 1974’te Ecevit döneminde, vefatı üzerine yeniden İnönü adı veriliyor. Beşiktaş’a kiralandığından dolayı stadın yeni adı ’BJK İnönü’ oluyor. Bulunduğu semtten dolayı Dolmabahçe Stadı olarak da söyleniyor. Y.B.)

Günay "Konuşurken yapıcı bir mantık içinde, iyi ile kötüyü birbirinden ayırarak değerlendirme yapalım" diyerek sözünü Muhsin Ertuğrul’a getirirken, Mustafa Özyürek "Meteoroloji arsasını (Kadıköy) konuşalım", Çetin Soysal da "Yoğunluk kazandırıyorsunuz" diye laf atıyorlar. Buna Günay "Hiçbir yoğunluk kazandırılmıyor. Büyükşehir’in planı ortada, koruma kurulları, idare mahkemeleri ortada..." diye yanıt verirken, Habitat’tan bu yana Kongre Vadisi tartışmalarının sürdüğünü hatırlatıyor. Soysal "Yeri orası değil" diyor. Günay "2010’da İstanbul’un taşıyacağı yoğunluk da hesaplanarak olabileceği kadar yeraltları değerlendirilmeye çalışılarak, oteller ve mevcut kongre merkezleriyle bağlantısı değerlendirilerek bir proje geliştiriliyor. İddiayla söylüyorum. Lütfi Kırdar’ın siluetini aşmayacak biçimde bugünkü Muhsin Ertuğrul..." diyor. Soysal’ın "Yoğunluk kazandırıyor" diye iddiasını sürdürmesi üzerine Bakan şöyle devam ediyor:

"Yerin üstüne çıkmayın, yerin altına çıkmayın... Bu memlekette iyi bir şey yapılmayacak mı yani?"

Bakan Günay, yoğunluğun artırılmadığında ısrar ederken, bu yere salonu, fuayesi, sergi salonları, kütüphane ve idari bölümleriyle modern Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun İstanbullulara armağan edileceğini bildiriyor.

Soysal bu kez "Ulaşım ve yoğunluk" diye müdahale ediyor.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 04.04.2008

TARİHİ MEDRESE KÜLTÜR MERKEZİ OLMAYA HAZIRLANIYOR

 

Adana'daki Ramazanoğlu Halil Bey Medresesi'nin, yapılacak çalışmayla Türk İslam Sanatları Kültür Merkezi'ne dönüştürülmesi planlanıyor.

 

Ramazanoğlu Halil Bey tarafından 1513 yılında yapımı başlatılan Ulu Cami ve Medresesi, 1541 yılında Halil Bey'in oğlu Piri Mehmet Paşa tarafından bitirilerek ibadete açıldı. Cami; Selçuklu, Memlük ve Osmanlı mimari özelliklerini taşırken caminin doğusunda yer alan medresede ise son derece sanatsal bir şekilde kullanılan bitki motifleri ve çiniler göze çarpıyor.

 

Ramazanoğlu Halil Bey Medresesi'nin Adana Müftülüğü bünyesinde Türk İslam Sanatları Kültür Merkezi'ne dönüştürülmesi için çalışmalara başlandı.

haberler.com, 04.04.2008

ASIRLIK EL YAZMASI ESERLER DİJİTAL ORTAMA AKTARILIYOR

 

Selimiye Camii Kütüphanesi'nde geçmişi bin yılı bulan el yazması ve basma eserler gün yüzüne çıkıyor. Din, tarih, felsefe, kimya, fizik ve astronomi başka olmak üzere birçok dalda yazılmış olan eserler keyfedilmeyi bekliyor.

Edirne'nin sınır kenti olması nedeniyle araştırmacılar tarafından gerekli ilgiyi görmüyor. Arapça, Farsça ve Osmanlıca yazılmış eserler dijital ortama aktarıldıktan sonra araştırmacılar için önemli bir kaynak oluşturacak.

Eserler ekipler tarafından hazırlanan özel bir mekanda tozu alındıktan sonra fotoğrafı çekiliyor. Çekilen fotoğraf daha sonra bilgisayara aktarıldıktan sonra CD'lere kaydediliyor.

Şu ana kadar 3 bin 384 el yazması, bin 800 civarında ise basma kitaplar dijital ortama aktarıldı. Fotoğrafı çekildikten sonra eserlerin bir nüshası Kültür Bakanlığı'na gönderiliyor. Çalışmaların tamamlanmasının ardından akademik alanda yapılacak çalışmalarda önemli bir eksiklik giderilmiş olacak. Çalışmaları yürüten Edirne İl Halk Kütüphanesi Müdür Yardımcısı Musa Öncel, atalarımız tarafından korunarak aktarılan eserlerin gelecek nesillere sağlam bir şekilde aktarılması gerektiğini söyledi.

Gelişen teknolojik imkanlar sayesinde asırlık eserlerin dijital ortama aktarıldığını dile getiren Öncel, bu sayede eserlerin yüzlerce yıl daha yaşayacaklarını kaydetti.

Trakya Net Haber, 04.04.2008

"SİNAN'A SAYGI" FOTOĞRAF YARIŞMASI SONUÇLANDI

 

Çekül Vakfı tarafından düzenlenen ve Mimar Sinan'ın farklı eserlerindeki sayısız yorumu, "Sinan'a Saygı" projesi kapsamında bir araya getirmeyi hedefleyen fotoğraf yarışması sonuçlandı. Multi Turkmall'un kurumsal desteği ile ÇEKÜL Vakfı tarafından yürütülen yarışma sonuçları 27 Mart Perşembe günü Ayasofya Müzesi'nde yapılan basın toplantısıyla açıklandı.

 

15 Aralık-28 Şubat tarihleri arasında Sinan ve Yaşam, Korunamayan Sinan ve Kubbelerin Mimarı olmak üzere üç ayrı temada gerçekleştirilen yarışmaya; İstanbul'dan Kayseri'ye, Edirne'den Van'a, Sofya'dan Şam'a, Sinan'ın eserlerinin bulunduğu kentlerden 500'ün üzerinde fotoğraf katıldı. Fotoğraflar, 11 Mart 2008 tarihinden başlayarak internet üzerinden herkese açık bir oylama ile değerlendirildi.

 

21 Mart 2008 tarihine kadar devam eden değerlendirme sonunda, Sinan ve Yaşam kategorisinde Uygar Korça'nın Edirne'deki Sultan Selim (Selimiye) Camisi ile Ustanın Mührü adlı fotoğrafı, Kubbelerin Mimarı bölümünde Muhsin Divan'ın İstanbul'daki Sultan Süleyman (Süleymaniye) Camisi ile Sinan 3 adlı fotoğrafı, Korunamayan Sinan kategorisinde ise Aydın Mızrak'ın Van'daki Hüsrevpaşa Camisi ile Van Hüsrevpaşa Camisi adlı fotoğrafı birinci oldu.

Ustanın Mührü – Uygar Korça
Sinan 3- Muhsin Divan
Van Hüsrev Paşa Camisi- Aydın Mızrak

Mimarlar Odası, 04.04.2008

ÇATALHÖYÜK MÜZESİ TAMAM

 

Dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen Çatalhöyük, Çumra Belediyesi'nin çalışmaları ile müzeye kavuşuyor.

Belediye Başkanı Nasır Ersöz, yıl içerisinde kazının yapıldığı Çatalhöyük ile Çumra İlçesi arasında büyük ve kapsamlı bir müze yapılacağını söyledi.
 

Ersöz, Büyükşehir Belediyesi'nin Küçükköy civarında müze yapma girişimi olduğunu hatırlatarak, "Seçildiğimiz günden buyana Çatalhöyük ile ilgili önemli çalışmalar yaptık. Kazı çalışmaları her yıl devam ediyor. Çatalhöyük'ün tanıtımı ile ilgili olarak Çumra Belediyesi'nin bir projesi var. Bu yıl içerisinde Çatalhöyük Müzesi kuracağız. Büyükşehir Belediyesi ile bununla ilgili olarak görüşmemiz oldu. Kazıların yapıldığı Çatalhöyük ile Çumra arasında belirlediğimiz bir alana dönemin yaşam tarzını anlatan kerpiçten iki katlı otel ve beraberinde de önemli bir sosyal tesis yapmayı planlıyoruz" diye konuştu.
 

Çumra Belediye Başkanı Nasır Ersöz, konuyla ilgili olarak açıklamasında şunları dile getirdi.
 

"Müze olması için kazıların yapıldığı Çatalhöyük'ün yanında bir yer hazırladık. Bu alana kapsamlı bir projemiz var, köy odası olarak tabir edilen kerpiçten oteller yapılacak. Bunun yanında köy yemekleri ve o günkü Çatalhöyük'te nasıl yaşandı ise onu canlandıracağız. Proje aşamasındayız, bunanla ilgili olarak Bakanlığımız ile de görüşmelerimiz devam ediyor. Kısmet olursa bu yıl içerisinde bu projenin temelini atıp, ödümüzdeki yıl hizmete açacağız"
 

Projenin gerçekleşmesi ile birlikte Konya'ya gelen turistlerin sadece Mevlana Müzesi ile sınırlandırılmayacağını ifade eden Çumra Belediye Başkanı Nasır Ersöz, "Konya'ya gelen yabancı turistlerimizin Çatalhöyük'e gelmelerini sağlamak için önce alt yapı sorununu çözeceğiz. Daha sonra yapacağımız otel ve alış veriş merkezi ile turistlerin geldikleri zaman sosyal bir alanda gezi ve inceleme yapmalarını sağlayacağız" diye konuştu.
 

Alt yapı, otel ve sosyal alanların yapılması ile birlikte Çatalhöyük'ün tanıtımına ciddi anlamda hız vereceklerini dile getiren Başkan Ersöz, "Çatalhöyük dünya ülkelerinde tanınan ve bilinen bir tanıtıma ihtiyaç duyuluyor. Bununla ilgili olarak belediyemiz önemli çalışmalar yapacaktır" diye konuştu.

Manşet Gazetesi, 04.04.2008

TARİHİ CAMİ KÜL OLDU

 

Amasya'nın Göynücek İlçesi, Damlaçimen beldesinde bulunan 120 yıllık tarihi cami, elektrik kontağından çıkan yangın sonrasında 2 saat içerisinde kül oldu. 

Göynücek İlçesine bağlı Damlaçimen beldesinde bulunan ve 1890 yılında yapılan tarihi cami, saat 23.00 sıralarında, ilk belirlemelere göre elektrik kontağından çıkan yangın nedeniyle tamamen yandı. Damlaçimen sakinleri ve Göynücek'ten gelen itfaiye ekiplerinin müdahale ettiği yangına, Amasya'dan da takviye ekipler geldi. 

Köy halkının söndürülmesi için büyük çaba harcadığı caminin ahşap olması, yangının büyümesinde önemli rol oynadı. 120 yıllık caminin içerisinde ısınmak için kullanılan tüplerin patlamasının, müdahaleyi zorlaştırdığı kaydedildi.
Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Amasya Kent Haber, 04.04.2008

"ESKİ EMİNÖNÜLÜ, YENİ FATİHLİYİM"





Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun çerçevesinde ilçe sayısı 39'a çıkan İstanbul'un yeni haritası hazırlandı.

 

Halen 32 ilçesi, 151 köyü, 817 mahallesi ve 41 ilk kademe belediyesi bulunan İstanbul'da, Eminönü, tüzel kişiliğine son verilerek Fatih İlçesi'nin sınırlarına katıldı. İlk kademe belediyelerinden 37'sinin de tüzel kişiliği sona erdirilerek yeni 8 ilçe belediyesi oluşturuldu. Bu 8 ilçeden 4'ü ilk kademe belediyesinin ilçeye dönüştürülmesiyle oluşturulurken, 4'ü de ilk defa kuruldu. Böylece İstanbul'un toplam ilçe sayısı 39 olurken, ilk kademe belediyeleri de tamamen kaldırılmış oldu.

 

Toplam nüfusu 12 milyon 573 bin 836 olan İstanbul'da, yeni düzenlemeyle Boğazköy, Bolluca, Durusu, Hadımköy, Haraççı ve Taşoluk ilk kademe belediyelerinin tüzel kişiliğine son verilerek Arnavutköy İlçesi oluşturuldu. Arnavutköy'e 29 mahalleyle 9 köy bağlandı. Ataşehir İlçesi ise Üsküdar'a bağlı 3, Kadıköy'e bağlı 7, Ümraniye'ye bağlı 3, Samandıra'ya bağlı 1 mahalle ile Başakşehir İlçesi Küçükçekmece'ye bağlı 6, Esenler ve Bahçeşehir'e bağlı 2'şer mahallenin katılımıyla kuruldu. Bahçeşehir ilk kademe belediyesinin tüzel kişiliğine de son verildi. Beylikdüzü İlçesi Gürpınar ve Yakuplu ilk kademe belediyelerinin katılımı ile oluşturuldu. Beylikdüzü'ne bağlı 5 mahallenin yanı sıra Gürpınar'a bağlı 3, Yakuplu'ya bağlı 2 mahalle ile birlikte toplam 10 mahalle Beylikdüzü'ne katıldı. Çekmeköy İlçesi de Ömerli, Alemdağ ve Taşdelen ilk kademe belediyelerinin tüzel kişiliklerinin sona ermesi ve bu belediyelere bağlı 17 mahalle ile 5 köyün katılması ile oluştu. Esenyurt ise Kıraç, Yakuplu, Avcılar ve Bahçeşehir'e bağlı 22 mahallenin katılımıyla kuruldu. Anadolu yakasında oluşturulan Sancaktepe İlçesi ise Samandıra, Sarıgazi ve Yenidoğan ilk kademe belediyelerinin tüzel kişiliğinin kaldırılması ve 20 mahalle ile 2 köyün bağlanmasıyla oluşturuldu. Sultangazi İlçesi de Gaziosmanpaşa'ya bağlı 14, Eyüp'e ve Esenler'e bağlı birer mahallenin katılımıyla kuruldu.

 

Yeni düzenleme ile İstanbul'un 18 ilçesinin nüfusunda bir değişiklik olmazken 12 ilçenin nüfusu düştü, Eminönü İlçesi'ni bünyesine katması nedeniyle sadece Fatih'in nüfusu arttı. Buna göre, İstanbul'un en yüksek nüfusuna sahip ilçesi olan Gaziosmanpaşa'nın nüfusu 1 milyon 13 bin 48'den 464 bin 109'a düştü, nüfusu en fazla azalan ilçe oldu.

Yeni Şafak, 04.04.2008

MİLET MÜZESİ HAZİRAN'DA HİZMETTE

 

Aydın Didim'de fiziki yapı ve güvenlik açısından yetersiz olduğu gerekçesiyle yeni bir bina yapılması kararlaştırılan Milet Müzesi'nde inşaat çalışmaları devam ediyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yaptırılan ve temeli Eylül 2007'de atılan müze inşaatının 2008 yılı Haziran ayında bitirilebileceği belirtildi. Yeni müze binası inşaatının 2008 yılı sonunda tamamlanmasının planlandığını hatırlatan Milet Müzesi Müdür Vekili Hasibe Akat, çalışmaların süratle devam ettiğini ve Haziran ayında müzeyi hizmete açabileceklerini duyurdu.


Devam eden inşaat çalışmaları hakkında bilgiler veren Milet Müzesi Müdür Vekili Hasibe Akat, inşaat çalışmalarının seri şekilde sürdürülmesi ve kısa sürede mesafe kaydedilmesi nedeniyle yeni bir plan hazırlamak zorunda kaldıklarını söyledi. Buna göre müze açılışını Aralık ayı yerine Haziran ayına geri çektiklerini belirten Akat, "Bir taraftan inşaat devam ederken, diğer taraftan da Alman kazı ekibi çalışmalarını sürdürüyor. Eski müze binamız 300 metrekare bir alana sahipti. Bu nedenle birçok eserimizi sergileyemiyor ve depolarımızda muhafaza ediyorduk. Ancak yeni müzemiz bin 200 metrekare kapalı alana sahip olacak. Kazı başkanımızın gün yüzüne çıkardığı yeni tarihi eserleri bugüne kadar depolarımızda muhafaza ettik. Eski müzedeki eserlerle birlikte, henüz hiç görücüye çıkmayan yeni eserleri yeni müzede sergileme olanağı bulacağız. Yine bahçe düzenlemesi yapılarak büyük boyuttaki tarihi eserler bu bahçede sergilenecek. İnşaatı devam eden yeni müzenin hemen karşısında bulunan tarihi camide de geçen yıl başlatılan restore çalışmaları da devam ediyor.

Haber Ekspres, 04.04.2008

TINAZTEPE MAĞARASI TURİZM SEZONUNU AÇTI

 

Seydişehir'de bulunan bin 580 metresi açılan Tınaztepe Mağarası, 2008 yılı turizm sezonunu açtı.

 

Açılışa katılan Kaymakam Necdet Türker,  22 kilometre uzunluğundaki mağaranın Türkiye ve dünya turizmi için önem taşıdığını belirterek, böyle güzel bir mağarayı turizme kazandırdıkları için Hasan ve Bayram Çelmeli'ye teşekkür etti. Bayram Çelmeli ise ilk olarak 2003 yılında 1580 metresi turizme açılan Tınaztepe Magarası'nın 22 kilometrelik toplam uzunluğu ile Türkiye'nin en büyük mağaraları arasında yer aldığını söyledi. İlk olarak 1968 yılında keşfedilen ve 2003 yılında turizme kazandırılan, Kaptan Cousteau'nun 'Dünya Harikaları' kitabında da yer alan mağaranın yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çektiğini vurgulayan Çelmeli, 'Her yıl ziyaretçi sayısı artan mağara, 4 mevsim 9 derece sıcaklıkta bulunması nedeniyle astım ve bronşit hastalarına iyi geliyor. İçerisinde nemi ve oksijeni bol olan mağaranın 230 milyon yıl önce oluştuğu ve halen de oluşumunun sürdürdüğü biliniyor' dedi.

Merhaba Gazetesi, 04.04.2008

MOZOLE TURİZM SEZONUNA HAZIR

 

Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, dünyanın 7 harikasından biri olan Halikarnas Mozolesi’nde (Mausoleum) gerekli bakımları yaptıkları belirterek, “Mausoleum Bodrum’un yüz akı olacak. Vatandaşların Mausoleum’u görmesini ve sahip çıkmasını istiyorum” dedi. Yaşar Yıldız, Mausoleum’un Türkiye ve Bodrum açısından önemli bir eser olduğunu ve korunması gerektiğini söyledi. Bodrum’da turizm haftasının açılışının Mausoleum’da yapılmasının planladığını belirten Yıldız, “Öğrenciler, dünyanın 7 harikasından birinin Bodrum’da olduğunu kitaplardan okuyor. Ama Bodrum’a geldikleri zaman Bodrum Kalesi’ni görüyorlar. Mausoleum’u daha iyi tanıtmak amacıyla çalışma başlattık” dedi. Gerekli bakımları yaparak Mausoleum’u turizm sezonuna hazırladıklarını kaydeden Yıldız, şöyle konuştu: “Mausoleum’da çimlendirme çalışması yaptık. Kayrakları, bordürleri ve tuvaletleri yeniledik. Elektrik sistemleri değişti. İçeriye biri girdiği zaman elektrik yanıyor, çıktığı zaman kapanıyor. 17 Nisanda turizm sezonunun açılışı burada yapılacak. Çimler de o zaman büyümüş olacak. Çalışmalarımıza Konacık ve Bitez belediyeleri de destek verdi. İki belediyeye teşekkür ediyorum. Mausoleum, Bodrum’un yüz akı olacak. Bodrumluların burayı görmesini ve sahip çıkmasını istiyorum.” Mausoleum’a giden yoldaki bilgi panolarını da yenilediklerini belirten Yıldız, “Mausoleum’u ziyaret eden turistlere rehberler eşlik edecek. Yabancı turistler Mausoleum’un yerini bulmakta zorlanıyor. Bu nedenle Mausoleum’a giden yol üzerine levhalar ve ok işaretleri koymamız gerekiyor. Buradaki park sorununu da çözmeliyiz” diye konuştu.

Akşam Ege, 04.04.2008

OSMANLI ARMASINI KRALİÇE VICTORIA YAPTIRMIŞ

 

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Yrd.Doç.Dr. Selman Can, Osmanlı Devleti'nin sembolü haline gelen 'Osmanlı arması' fikrinin İngiltere Kraliçesi Victoria'dan çıktığını söyledi.





Osmanlı'da arma geleneğinin bulunmadığını belirten Can, Kraliçe Victoria'nın 19. yüzyılda arma tasarımı yaptırarak, Sultan Abdülmecid'e hediye ettiğini söylüyor. Osmanlı arşivlerinde araştırmalar yapan Dr. Can; tepesinde güneş, hükümdarın tuğrası, Osmanlı sancağı, adaleti temsil eden terazi, Kur'an-ı Kerim gibi birçok sembollerle Osmanlı'yı anlatan armanın İngilizler tarafından yapıldığını savunuyor.

 

Dr. Selman Can, arma fikrinin Osmanlı ile Rusya arasındaki Kırım Savaşı sırasında ortaya çıktığını anlatıyor. Dr. Can'ın verdiği bilgilere göre, bu dönemde İngiltere, Osmanlı ile yakın ilişkiler kurmaya çalışıyordu. Fransa'nın Sultan Abdülmecid'e verdiği 'Legion' nişanı İngiltere'yi harekete geçirdi. İngiltere Kraliçesi Victoria, Fransa'nın verdiği nişana karşılık Kasım 1856'da Dizbağı Nişanı'nı Osmanlı Sultanı'na sundu. Dr. Can, nişanla birlikte gelen Osmanlı armasıyla ilgili şu bilgileri veriyor: "Böylece Sultan Abdülmecid, Dizbağı Nişanı'nın sahibi oldu. Ancak 1346'da Kral III. Edward tarafından ortaya çıkarılan Dizbağı Nişanı'nın geleneğinde şöyle bir uygulama vardır: Nişanı alan kişi ya da hükümdarların armaları Londra'da Windsor Sarayı'nda bulunan Saint George Kilisesi'nin duvarında asılmaktadır. Ancak Osmanlı Padişahı'nın arması bulunmamaktadır. Bunun üzerine Kraliçe Victoria, Prens Charles Young ismindeki arma uzmanını Osmanlı için arma tasarlamak üzere görevlendirir. İstanbul'a gelerek araştırmalarda bulunan Young'a, Etyen Pizani isminde bir tercüman yardımcı olur."

 

İngiliz tasarımcı, padişahlık alameti olan saltanat kavuğunu, sorgucu, ay-yıldızlı sancağı ve tuğrayı ön plana çıkararak bir arma hazırlar. Bir yılda hazırlanan arma, Osmanlı Devleti'nin Londra Sefiri Kostaki'ye teslim edilir. Kostaki tarafından İstanbul'a gönderilen arma çizimlerini Sultan Abdülmecid de beğenir. Bu şekilde oluşan Osmanlı Devleti arması İngiltere'nin Saint George Kilisesi'ndeki yerini alır. Kraliçe Victoria'nın Charles Young'a tasarlattığı arma, Sultan 2. Abdülhamit döneminde terazi ve silahlar eklenerek son şekline kavuşur.

 

Tarih bilgisinin söylentilerle oluşturulamayacağını kaydeden Dr. Selman Can, şu uyarıda bulunuyor: "Tarihle iç içe yaşayan bir toplumuz. Ancak tarihi konular üzerinde bilgi birikimimiz son derece zayıf. Sorgulamayı ve araştırmayı öğrenen nesiller ancak tarihi doğru okuyabilir."

 

Prens Charles Young ismindeki bir İngiliz tarafından tasarlanan Osmanlı armasında; güneş, 2. Abdülhamit'in tuğrası, sorguçlu serpuş, kalkan, sancak, mızrak, top, kılıç, borazan, yay, çapa, hilafet sancağı, Kur'an-ı Kerim, terazi, kılıç, süngülü tüfek, şefkat nişanı, Mecidi nişanı, nişan-ı iftihar, nişan-i Osmani gibi 30 ayrı sembol bulunuyor.

Zaman, Haber: Selim Karahan, 04.04.2008

"EFES'TE KAZIYI BİZ YAPACAĞIZ"

 

Kültür Bakanı Günay, 1 Mayıs'a kadar haber çıkmazsa, Avusturyalılarla süren 113 yıllık kazı geleneğinin bozulacağını söyledi.

Efes Antik Kenti'ndeki kazı çalışmaları Mayıs ayında başlayacak. Avusturya'nın daha önce kazı başkanı olarak seçtiği Doç.Dr. Sabine Lanstaetter'in yerine yeni bir ismi bildirmemesi üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı, çalışmaların Efes Müze Müdürü Cengiz Topal ve bir danışman eşliğinde başlamasına karar verdi. Bir ay içinde yeni bir isim bildirilmezse, 113 yıldır süren Avusturyalı başkan geleneği bozulacak.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kazı çalışmalarının kesintiye uğramayacağını belirterek, Avusturya'nın bu arada belirleyeceği kazı başkanının çalışmalara sonradan dahil olabileceğini kaydetti. Günay, Avusturya'nın 27 Aralık 2007 tarihinden bu yana yeni bir isim belirleyip Türkiye'ye bildirmediğini hatırlatarak, şunları söyledi: "Kazı başkanı belirlenmedi diye çalışmalar kesintiye uğramayacak. Türkiye'deki diğer kazılarla birlikte Efes'te de çalışmalar normal takvime uygun şekilde başlayacak. Kendi imkanlarımızla Efes kazılarına devam edeceğiz. Avusturya'nın belirleyeceği kazı başkanın ismi belki birkaç ay sonra belli olacak." 

Efes Kazı Başkanı'nın isminin belli olmaması nedeniyle çalışmaların kesintiye uğramamasını hedefleyen bakanlık harekete geçti. Efes Müze Müdürü Cengiz Topal'ın başkanlık edeceği kazı heyetinin çalışmalara Mayıs ayı içerisinde başlaması kararlaştırıldı. Cengiz Topal ve ekibine yerli ya da yabancı bir akademisyen de danışmanlık yapacak. Bu tarihe kadar Avusturya'dan beklenen haber gelirse çalışmalara belirlenecek yeni isim başkanlık edecek. Bakanlık yetkilileri, Türkiye'deki tüm kazıların Mayıs-Haziran döneminde başladığını, 1 Nisan'da başlama zorunluluğu bulunmadığını hatırlattı.

Efes Antik Kenti'nde yürütülecek kazı çalışmalarına başkanlık yapacak ismi bir türlü belirleyemeyen Avusturya'da arkeologlar arasında büyük bir yarış yaşandığı belirtiliyor. Gecikme nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri ile bir araya gelen Avusturya'nın Ankara Büyükelçisi Heidemaria Gürer'in gecikmenin sebebi olarak Avusturyalı arkeologlar arasında yaşanan rekabeti gösterdiği öğrenildi. Bir Türk ile evli olan Avusturya Büyükelçisi Gürer, yeni ismin belirlenmesi için çalışmaların sürdüğü bilgisini Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine bildirdi.

Türkiye genelinde toplam 192 kazı çalışması devam ediyor. Bu çalışmaları yönetecek isimler ve kuruluşlar Bakanlar Kurulu kararı ile atanıyor. Halen devam eden kazıların 86'sı Türk, 44'ü yabancı, 62'si ise Müze Müdürlükleri tarafından yürütülüyor.

Yeni Asır, Haber: Zafer Şahin, 03.04.2008

MUSKACI DEFİNE AVCILARI YAKALANDI

 

Afyonkarahisar'da, aralarında biri muskacılık yapan toplam 3 kişi define ararken yakalandı. 

Bir istihbaratı değerlendiren İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, merkez Çakırköyü Köyü'nde define arayan A.Ç., B.O. ve M.A.'yı yakaladı.


Yakalanan şahıslardan A.Ç.'nin büyü ve muskacılık yaptığı öğrenildi. Operasyonda 3 adet dedektör, 1 ruhsatsız av tüfeği, bol miktarda muska ve define haritasına el konuldu.

Define avcıları A.Ç., B.O. ve M.A., jandarma karakoluna götürüldü.

Afyon Kent Haber, 03.04.2008

ZEYREK'TE TARİHİ EVLERE ÜCRETSİZ RESTORASYON

 

Fatih Zeyrek'te ayakta durmaya çalışan tarihi evler İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilecek. Projeye maddi durumu iyi olmayan vatandaşların evlerinden başlandı. Koruma Uygulama ve Denetleme Müdürlüğü'nün (KUDEB) yapacağı restorasyonda yoksul vatandaşların evi ücret alınmadan restore ediliyor. Bu yıl KUDEB tarafından 50 evin restore edilmesi hedefleniyor. KUDEB Müdürü Mehmet Şimşek Deniz, başvuru sırası ve vatandaşların maddi durumu dikkate alınarak yenilenecek evlerin belirlendiğini söyledi. Evleri onarılan Mustafa ve Perihan Karabıyık çifti, ahşap evde oturmaktan son derece mutlu olduklarını belirterek, “Ahşap ev, insanla birlikte nefes alıyor. Betonarme evde oturmak asla istemeyiz” dediler. Deniz, Zeyrek bölgesinde acilen onarım yapılması gereken 200 civarında kayıtlı bina bulunduğunu ifade etti.

Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 03.04.2008

700 YILLIK ÇINAR GUINNESS'E ADAY

 

İznik Kaymakamlığı'nın, Osmanlı'nın ilk filozoflarından "Davudi Kayseri''nin türbesindeki 700 yıllık dev çınar ağacı için Guinness Rekorlar Kitabı'na yaptığı başvuruya olumlu yanıt geldi.

İznik Kaymakamı Hüseyin Avcı, "Başvuruya olumlu yanıt aldık. Rekorlar kitabına girmek için 3 kategori geçilmesi gerekliymiş.

Guinness'ten gelen yazıda ilk kategoriyi geçtiğimiz bildirildi'' dedi. Avcı, ikinci kategoriyle ilgili merkezden istenen evrakı hazırladıklarını ve gönderdiklerini ifade ederek, "Artık buradan gelecek ikinci yanıtı bekliyoruz. Umarım bir aksilik olmadan önümüzdeki diğer iki kategoriyi de geçer ve ilçemizin adını Guinness'e yazdırırız'' diye konuştu.

Sabah, 03.04.2008

ÜÇÜNCÜ KÖPRÜYÜ İLK KEZ UNESCO GÖRECEK




Dünya Mirası Komitesi heyetinin incelemelerinin en önemli ayaklarından biri Marmaray Projesi. Asya ile Avrupa'yı denizin altından birbirine bağlayacak projenin kazıları sırasında tarihi mirasa zarar verilip vermediği incelenecek. Yenikapı'da ortaya çıkan tarihi eserler de incelemeden geçecek.


UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi'nin İstanbul'a "tarihi değerlerinize sahip çıkın, planlar yapın, aksi taktirde dünya mirası listesinden çıkartırız" diyerek verdiği 2 yıllık süre doldu. UNESCO heyeti, 8 Mayısta "denetim" için İstanbul'a geliyor. 2010 yılında Avrupa'ya kültür başkentliği yapacak olan İstanbul'un Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki durumu belirleyecek 5 günlük denetimde heyet, Tarihi Yarımada'nın yanı sıra aylardır tartışılan birçok projeyi de gündemine aldı. UNESCO Dünya Kültür Mirası Direktörü Francesco Bandarin başkanlığındaki 3 kişilik heyetin talebi doğrultusunda İstanbul Kültür Komitesi, Alay Köşkü'nde yaptığı toplantıyla programı belirledi. Buna göre heyet incelemelerine Süleymaniye Yenileme Alanı'ndan başlayacak, sivil toplum örgütleri temsilcileri ile yapacağı görüşmelerle tamamlayacak.

Heyetin görmek istediği projeler ise dikkat çekici. Aylardır tartışılan ancak kimsenin yerini bilmediği üçüncü köprü projesi ilk kez UNESCO heyetine açılacak. Heyet, ihalesi mahkeme kararı ile iptal edilen Galataport Projesi ile Dubai Şeyhi El Maktum'un yapmak istediği ancak yargılaya takılan Dubai Towers ve Haydarpaşa Garı Projeleri'ni de inceleyecek. Süleymaniye Yenileme Alanı ve UNESCO'nun 7 milyon Euro destek sağladığı Fener Balat Projesi de heyetin özel ilgi göstereceği alanlar arasında. Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camisi, Tekfur Sarayı, Animas Zindanları ile Sultanahmet Arkeolojik Park Alanı da heyetin öncelikli inceleme yapacağı yerler arasında bulunuyor.

Ayrıca tarihi değerlerin korunması için hazırlanan "Alan Yönetim Planı"nı inceleyecek olan heyet, Vali Muammer Güler ve Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş başta olmak üzere, Fatih, Eminönü, Beyoğlu, Zeytinburnu belediyelerinin başkanları ile görüşecek. Heyet, aralarında birçok kamu ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile bir araya gelecek.

8-13 Mayıs tarihleri arasında yapılacak inceleme sonucunda hazırlanacak rapor, İstanbul'un 1985 yılından bu yana bulunduğu Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki kaderini belirleyecek. Heyet çalışmaları yeterli görür ve olumlu rapor yazarsa İstanbul listede kalacak, aksi taktirde tehlike altındaki miras listesinden düşürülmesi gündeme gelecek. Restorasyonlar için verilen destekler kesilecek ve İstanbul prestij kaybedecek.

 

Tarihi değerlerin restorasyon projeleri için kaynaklar ayıran UNESCO, 2005 yılında Türkiye'yi uyardı. Bunun ardından İstanbul'un tarihi yerlerinin daha fazla tahrip olmaması için önlem alınmasını talep edip Türkiye'den savunma istedi. Türkiye de 2006 yılında savunmasını verdi. UNESCO'nun talepleri tarihi eserlere sahip çıkılması, yanlış yapılan sur restorasyonlarının durdurmasını, kültür varlıklarının restorasyonu için kaynak ayrılmasını ve alan yönetimi planı yapılmasıydı. Aksi taktirde İstanbul "Tehlike altındaki kültür mirası listesine" düşecekti ve Türkiye'ye 2008 yılına kadar süre tanındı.

Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 03.04.2008

ÇALINDIKTAN 6 YIL SONRA TÜRKİYE'YE DÖNÜYOR

 

Türkiye tarihi eserlerin peşini bırakmıyor. 2002 yılında Kocaeli Fuar alanından kafası koparılarak Almanya’nın Münih kentine kaçırılan MÖ 2’nci yüzyıla ait Roma çağı bir heykel başını daha teslim aldık.

Başındaki çelenkle sonbahar mevsimini sembolize eden heykel başını Alman yetkililer Münih Başkonsolosluğu’na teslim etti.


Münih Başkonsolosluğu’nun ısrarlı girişimleri sayesinde dava aşamasına gitmeden tarihi eserin iadesi sağlandı. Münih Başkonsolosluğu bu konuda Alman makamlarının eserin iadesi yönünde sergilediği yaklaşım ve işbirliğini övdü.

Taşınırken başında hasarlar oluşan tarihi eserin Türkiye’de envanter kaydının savcılığa sunulması üzerine eser davaya gerek görülmeden Türkiye’ye iade edildi. Böylece bir yıl içinde üç tarihi eser Türkiye’ye teslim edildi.

Hürriyet, Haber: Celal Özcan, 03.04.2008

INTERNETTEKİ MADALYALAR İÇİN YASAL İŞLEM

"Çanakkale Harp Subayı Madalyası" olduğu iddia edilen madalya.


Çanakkale ve İstiklal Savaşları madalyalarının internet üzerinden açık artırmaya çıkarılması üzerine harekete geçen Kültür ve Turizm Bakanlığı ilgililer hakkında yasal işlem başlatıyor. Bakanlığa bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü Bilişim Suçları Bölümü'ne yaptığı başvuruda gittigidiyor.com adlı sitede açık artırmayla satışı yapılan madalyaların gerçek olup olmadığının tespit edilmesini, gerçek olması halinde satışın engellenmesini istedi.

Bakanlığın yaptığı şikayette gittigidiyor.com sitesinde yer alan bazı açık artırma ilanlarının örnekleri yer aldı. Bunlar arasında "nesha 19" adlı satıcının bin YTL bedelle açık artırmaya çıkardığı "Çanakkale Savaşı Madalyası ve Beratı" ile, bin 500 YTL'ye satışa çıkardığı "İstiklal Savaşı Madalyası ve Beratı" bulunuyor. "Calabria" adlı satıcının açık artırmaya çıkardığı ürünler ise Çanakkale Savaşı'na ait "Subay Madalyası" ile "Er Madalyası". Sitede "pedalog" adlı satıcı "Çanakkale Harp Madalyası", "ustunm" adlı satıcı da "Çanakkale Yıldız Harp Madalyası"nı açık artırmaya çıkarmış. Bakanlık, Çanakkale Zaferi, Milli Mücadele dönemi ve Cumhuriyetimizin kuruluşlarına ait madalya, nişan ve berat gibi kültür varlıklarının satışı yapıldığını belirterek, bunları satan kişilerin IP numaralarının tespit edilmesini, bu madalyaları satmaya yetkilerinin olup olmadığının araştırılmasını, aksi halde bu madalyaları satan kişiler hakkında yasal işlemin başlatılmasını da istedi.

 

gittigidiyor.com'un Genel Müdürü Cenk Angın, sitede her an yaklaşık 750 bin farklı ürünün satışa sunulduğunu söyledi. Angın, "Kullanıcı sözleşmemiz gereği, satışa sunulan ürünlere ilişkin her türlü sorumluluk, yalnızca ve tamamen ürünlerin satıcılarına ait. Anılan ürünleri de 2863 sayılı "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu" önündeki durumlarını incelemeye aldık. Gereğini yapacağız" ifadesini kullandı. Marka direktörü Ela Belül ise, "Tasnif ve tescil dışı belgesi olmayan benzer tarihi ürünleri ilgili satıcılara uygun bir bilgilendirme yaparak sonlandırıyoruz. Bundan böyle, tıpkı içki satışında yaptığımız gibi, bu tarz ürünlerin listelenebilmesi için sözkonusu belge ibrazını ön şart koşacağız" açıklaması yaptı.

Sabah, Haber: Abdurrahman Şimşek, 03.04.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇISI YAKALANDI

Kahramanmaraş'ta jandarma ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda 101 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren jandarma ekipleri, Döngel Köyünde ikamet eden Z.G isimli şahsın elinde bulunan tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı bilgisine oluştu.

 

Düzenlenen operasyonda şahsın evinde yapılan aramada 56 adet sikke, 11 adet mızrak ucu, 44 adet muhtelif tarihi eser olmak üzere toplam 101 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

Zanlı Z.G jandarmadaki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 03.04.2008

TARİH KAYIT ALTINDA

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü, her birisi tarihi eser niteliğindeki orijinal el yazmalarını teknolojinin son imkanlarını kullanarak dijital ortama aktarıyor. Dünyanın en büyük kültür projesi olmaya aday Vakıf Arşiv Yönetim Sistemi’ni (VAYS) geliştirerek 12 milyona yakın vakıf belgesinin tasnifine başlayan Genel Müdürlük, bu arada yıkılmaya yüz tutmuş eserleri de restorasyonla ayağa kaldırıyor.

Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, hiçbir ülke ile kıyaslanamayacak tarihi zenginlikleri barındıran Türkiye’de, vakıf eserlerinin şimdiye kadar sağlıklı bir envanteri tutulmadığını belirterek, “2003 yılına kadar kayıtlı eser sayısı 9 bin 483 idi. Başlattığımız envanter çalışması ile bu sayı şimdilik 20 bine kadar çıktı. Geliştirdiğimiz yeni projelerle 12 milyon tarihi esere sahip çıkıp kayıt altına alıyoruz” dedi.


Gazetemize ‘Vakıf’larla ilgili açıklamalarda bulunan Yusuf Beyazıt, hedeflerinin ülkemizde tespit, tescil ve projesi yapılmamış hiçbir vakıf eserin kalmaması ve metruk vaziyette bir tek binanın dahi bırakılmaması olduğunu söyledi.

En kapsamlı kültür çalışmaları arasında yer alan Vakıf Arşiv Yönetim Sistemi’nin (VAYS) dünyanın en büyük kültür projesine aday olduğunu anlatan Beyazıt, Vakıflarla ilgili tüm belgelerin aslına zarar verilmeden dijital ortama aktarılacağını kaydetti. Beyazıt, şöyle dedi: “Bu proje ile çeşitli arşivlerde dağınık ve bakımsız bir şekilde bulunan belgelerin derleme çalışmaları tamamlanmış olacak. Sayıları 12 milyon civarında olan vakıf belgelerinin Osmanlıca olanlarının transkripsiyonuna, Arapça olanların ise tercümesine başlandı. Bu belgelerin mikrofilm ortamında örnekleri oluşturularak katalog bilgileri çıkarılacak ve dijital ortamda ömrü 400-500 yıl olan sistemle saklanacak. Ayrıca dünyanın herhangi bir yerinde bulunup, konuyla ilgilenenlerin internet üzerinden, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemi vakıf kültür ve medeniyetlerine ait bilgi ve belgelere 7 gün 24 saat esasına göre çalışan VAYS sistemi ile ulaşabilecek.”

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü çalışmalarla Anadolu’da harap haldeki birçok tarihi eserin restorasyonu yapıldı. Aydın merkezdeki Nasuhpaşa Külliyesi de bunlardan biriydi. Sadece yıkık duvarları kalan külliye adeta yeniden inşa edildi.

Ayağa kaldırılan sivil mimarlık harikası eserlerden biri de Gaziantep’teki Merkez Dayı Ahmet Ağa Konağı oldu. Apartmanların arasında tamamen yok olmayı beklerken tamir edilerek turizme kazandırılan tarihi binada lokanta, misafir ve toplantı salonları bulunuyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: Harun Yerebakan, 03.04.2008

KAPADOKYA'DA TURİST SAYISINDA DÜŞÜŞ

Kapadokya Bölgesindeki müze ve ören yerlerini bu yılın ilk üç ayında 173 bin yerli ve yabancı turist gezdi.

 

Nevşehir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nden alınan bilgilere göre, Türkiye'nin en önemli turizm merkezlerinden biri olan Kapadokya Bölgesini ziyaret eden turist sayısı bu yılın ilk üç ayında geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre düşüş gösterdi.

 

Bölgede turistlerin ziyaretine açık bulundurulan başta Göreme Açık Hava Müzesi olmak üzere, Açık Saray Harabeleri, Zelve Örenyeri, Paşabağı, Kaymaklı, Derinkuyu ve Tatlarin Yeraltı Kentleri, Nevşehir, Ürgüp ve Hacıbektaş Veli Müzeleri ile Karanlık, El Nazar ve St.Jean Kiliselerini 44 Bin 332'si yerli, 128 Bin 773'ü de yabancı olmak üzere toplam 173 Bin 105 turist gezdi.

 

Bölgedeki müze ve ören yerlerini 2007 yılının ilk üç ayında 71 Bin 113'ü yerli, 114 Bin 214'ü de yabancı olmak üzere toplam 185 Bin 327 turist ziyaret etmişti.

Nevşehir Kent Haber, 03.04.2008

AÇIK HAVA MÜZESİ OLACAK





İl Özel İdaresi, Malatya'daki Arslantepe Höyüğü'nde ortaya çıkarılan sarayın açık hava müzesine dönüştürülmesi için 300 bin YTL ödenek ayırdı.


İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Ali Kazgan, İl Genel Meclisi Başkanı Abdurrahman Atay ve meclis üyeleri, Malatya Arkeoloji Müzesi'ni gezerek, Müze Müdürü İzzet Esen'den bilgi aldı. Esen, müzede eğitim çalışmalarına ağırlık vermek; çocuklara müzede antik para basacak, kazı yapacak ortamlar hazırlayarak arkeolojiyi sevdirmek istediklerini söyledi. Milli Eğitim İl Müdürlüğü ile koordineli olarak okullarda projeksiyonlu sunum aletleriyle arkeoloji seminerleri vermek istediklerini ifade eden Esen, Ali Kazgan, Abdurrahman Atay ve meclis üyelerinin desteğini istedi.
 

Ali Kazgan da İl Özel İdaresinin ödeneğinin Malatya'nın nüfusunun 122 bin kişi azalması nedeniyle düştüğünü, ödeneğin 21 milyon YTL olduğunu ancak, bu ödeneğin aralık ayına kadar kademeli olarak gönderileceğini, 21 milyon YTL'nin kasada hazır olduğunun düşünülmemesi gerektiğini ifade etti.
 

Malatya'da MOBESE sistemine geçilmesinin planlandığını, İl Özel İdaresinin bu sisteme ve duble yollara destek vereceğini; müzenin eğitim faaliyetlerine de ellerinden geldiği kadar yardımcı

 

Arslantepe Höyüğü'nde ortaya çıkarılan sarayın açık hava müzesine dönüştürülmesinin planlandığını belirten Kazgan, bu proje için 300 bin YTL ödenek ayrıldığını ve projenin bu yıl hayata geçirileceğini kaydetti.
 

Malatya'nın Orduzu beldesinde bulunan Arslantepe Höyüğü'nde ilk kazı çalışmaları, 1939 yılında Fransızlar tarafından başlatıldı. Çalışmalar, 1961'den itibaren İtalyanlar tarafından sürdürüldü. Roma La Sapienza Üniversitesi Arkeoloji Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Marcella Fragipane başkanlığında yürütülen kazılarda, aralarında saray ve kral mezarının da bulunduğu çok sayıda tarihi eser ortaya çıkarıldı.

Malatya Aktüel, 03.04.2008

TARİHİ GÜDÜK MİNARE RESTORE EDİLİYOR

 

Akşehir'deki Selçuklu eserlerinden biri olan Güdük Minare Mescidi'nin restore edilmeye başlandığı bildirildi.

 

Vakıflar Konya Bölge Müdürlüğü tarafından Akşehir'deki Nasreddin Hoca Evi yakınlarında bulunan Tarihi Güdük Minare Mescidi'nde restorasyon çalışmaları başlatıldı.


Sanat tarihçileri tarafından Selçuklu eserlerinin özelliklerini taşıdığı için ender bir yapı olarak gösterilen Güdük Minare Mescidi'nin tarihi dokusu yapılan restorasyon çalışması ile yenileniyor.
Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat'ın hükümdarlığı zamanında Müstehip Hacı Hasan tarafından yaptırılan mescidin, restorasyon çalışmalarının birkaç ay içinde biteceği bildirildi.

Merhaba Gazetesi, 02.04.2008

SUNAĞI GERİ İSTEDİK

 

Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper, 1871 yılında ilçelerinden götürülen Zeus Sunağı’nı, Alman yetkililerden geri istedikleri açıkladı.

Ürper, tarihi eserin halen sergilendiği Berlin Devlet Müzeleri ve Alman Kazı Enstitüsü’nün davetlisi olarak gittiği Almanya’da incelemelerde bulunduğunu bildirdi, şöyle konuştu:

“Zeus Sunağı’nı Geri İstiyoruz başlıklı mektubu ilgililere teslim ettim. Talebimizin takipçisi olacağız. 2010’da, Berlin’deki müzede Bergama’nın tanıtımı için sergi açacağız. Burada, turistleri Bergama’ya davet edeceğiz. Bir yandan da Bergama’da, konaklama tesislerinin sayısını artıracağız. Geri verilene kadar, Zeus Sunağı vasıtasıyla ilçemize ekonomik girdi sağlayacağız.” Ürper, Topçu Kışlası’nda yapmayı planladıkları açık ve kapalı Bergama Müzesi için de Zeus Sunağı gelirlerinden kaynak isteyeceklerini kaydetti.

Milliyet, Fotoğraf: Kent Haber, 02.04.2008

"ERZURUM 9 BİN YILLIK ŞEHİR"





Kuzeydoğu Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu´nun Eski Çağ Tarihi” adlı panelde konuşan Prof.Dr. Alparslan Ceylan, Erzurum’un yaklaşık 9 bin yıllık bir şehir olduğunu söyledi.

 

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü´nün organize ettiği “Kuzeydoğu Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu´nun Eski Çağ Tarihi” adlı panel, Atatürk Üniversitesi Mavi Salon´da yapıldı. Panele, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümün´den Prof.Dr. Alparslan Ceylan, Araştırma Görevlisi Yasin Topaloğlu, Araştırma Görevlisi Yavuz Günaşdı, Kars Kafkas Üniversitesi´nden Yrd.Doç.Dr. Akın Bingöl ile akademik personel ve öğrenciler katıldı.

 

Düzenlenen panelde kazı yapılan alanların, Erzurum, Erzincan, Ardahan, Iğdır ve Artvin´in bir bölümü olduğunu söyleyen Oturum Başkanı Prof.Dr. Alparslan Ceylan, Kuzeydoğu Anadolu bölgesinde yaklaşık 10 yıldır çalışma yaptıklarını belirtti. Ceylan, “Bugün benim için kıvanç duyduğum bir gün. Yaklaşık 10 yıldır çalıştığım ve 100 bin kilometreyi aşkın yol katettiğim arkadaşlarımla birlikte olmam çok gurur vericidir.” diye konuştu.

 

Erzurum´un İlk Tunç Devri'nden kalma bir şehir olduğunu ifade eden Prof.Dr. Alparslan Ceylan, konuşmasını şöyle sürdürdü, ”Büyük hatipler, Erzurum´un bin yıllık bir şehir olduğunu söylüyorlar. Fakat yaptığımız çalışmalar neticesinde Erzurum´un 9 bin yıllık bir şehir olduğu ortaya çıktı. Bu 9 bin yıllık şehre sahip çıkılmalı. Avrupa´nın en büyük şehirlerinin bile tarihi bin yıllık değil.”

 

Gezdikleri coğrafyada bölge insanın kendilerine çok sıcak davrandığını belirten Ceylan, “Anadolu insanının hepsi aynı özelliktedir. Yok burası Kürt köyü, burası Türk köyü diye bir şey yok. Gittiğimiz her köyde bize ilgi vardı. Yemek yedirdiler, çay içirdiler. Bizim insanımızın gönlü merttir. Yeter ki .araya başka birileri girmesin.” şeklinde konuştu.

 

Panele Kafkas Üniversitesi´nden katılan Yrd.Doç.Dr. Akın Bingöl de Kars´ta bilinen bazı eserlerin tarihi yanılgılara maruz kaldığını iddia ederek, “Kars´ta bulunan 12 Havari Kilisesi´ni Ermeniler´in değil, sonradan Hıristiyanlığı seçen Kıpçak Türkleri´nin yaptığını savundu. Yaklaşık 12 yıllık incelemelerinde zaman zaman sorun yaşadıklarını kaydeden Bingöl, bu zorlukta da terör örgütü PKK´nın etkili olduğunu söyledi. Bingöl, “12 yıllık incelemelerimizde terörün etkili olduğu zamanlar oldu. Bu zamanlar güvenli olmadığından, bir çok mağara ve kaleyi gezme imkanı bulamadık.”şeklinde konuştu.

Erzurum Gazetesi, 02.04.2008

ASSOS SUÇLAMASI: BETONA BOĞDULAR

 

 

Assos Antik Kenti kazı başkanlığını 25 yıl yürüttükten sonra 2005 yılında ölen arkeolog Prof.Dr. Ümit Serdaroğlu, Assos'ta "neredeyse hiç kazı yapmamakla ve kazıyı savsaklamakla" suçlandı. Amerikan Arkeoloji Enstitüsü tarafından iki ayda bir yayımlanan "Archaeology" adlı derginin mart-nisan sayısında yer alan bir yazıda Assos kazılarının "savsaklandığı" öne sürüldü. Yazıda, "Assos'ta gerek tiyatro gerekse tapınak kısmında kazı yapmadığı, çalıştığı süre içerisinde de işleri aceleye getirdiği" iddia edilen Prof. Serdaroğlu'nun gerçekleştirdiği restorasyon çalışmaları da ağır bir dille eleştirildi. Özellikle yapılan çalışmalarla çevreye zarar verildiği kaydedildi.

Prof. Serdaroğlu, Ege Üniversitesi'nde restorasyon bölümünü kuran, daha önce Bodrum tiyatrosunu ayağa kaldıran ve Zeugma kazılarını yöneten isim olarak ün yapmıştı. Yeni Assos Kazı Başkanı Doç.Dr. Nurettin Arslan ise "Biz Serdaroğlu'nun anlayışında restorasyon yapmayacağız" dedi.

Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 02.04.2008

MAMUTLAR NASIL YOK OLDU

 

Mamut soyunun yaklaşık 10 bin yıl önce sona ermesinin nedeninin iklim değişikliği ve avlanma olduğu ileri sürüldü.

Madrid’deki Ulusal Doğa Bilimleri Müzesi’nden biyolog David Nogues Bravo başkanlığındaki bir grup İspanyol, İngiliz ve Amerikalı bilim adamının Avrupa ve Asya’da yaşayan mamutlarla ilgili yaptığı araştırmada, iklim koşulları incelendi.

Mamutların soylarının tükenmesindeki temel neden küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişikliği oldu.


Soyun tükenmesinde insanların, mamutları avlamasının da ayrıca etkili olduğunu düşünülüyor.

Bilim adamları, günümüzdeki küresel ısınmaya karşı önlemlerin ciddiye alınması çağrısında bulunuyor.

Hürriyet, 02.04.2008

UNESCO'DAN GÖRÜNTÜYÜ BOZMAYIN UYARISI

 

Galataport için UNESCO’nun hazırladığı rapor: “İstanbul’un tarihi yarımadasının görsel bütünlüğü tehdit edilmemelidir. Galataport, Haydarpaşa ve Dubai Kuleleri için UNESCO’nun hazırladığı raporda, “İstanbul’un tarihi yarımadasının görsel bütünlüğü tehdit edilmemelidir” denildi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AKP hükümeti ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin büyük önem verdiği Dubai Kuleleri ve Galataport gibi projelerin yeniden gözden geçirilmesi için UNESCO’dan rapor geldiğini açıkladı.

Bakan Günay, CHP İstanbul milletvekili Çetin Soysal’ın soru önergesine verdiği yanıtta, UNESCO’nun, Dubai Kulelerine ilişkin rapor hazırladığını belirtti. Günay, “2006 yılı Nisan ayında İstanbul Valiliği ve Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın daveti üzerine UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) Dünya Miras Merkezi ve ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) uzmanlarından oluşan bir heyet İstanbul’da inceleme yapmışlar ve detaylı bir rapor hazırlamışlardır” dedi.

Bakan Günay, “Bu raporlarda Tarihi Yarımada’nın görsel bütünlüğünü tehdit edebilecek tüm büyük ölçekli yeni gelişim ve altyapı projelerinin (Dubai Kuleleri, Haydarpaşa yüksek katlı binaları), Galataport ve Haliç Köprüsü projelerinin, Four Seasons Oteli’nin genişletme projesi ile birlikte yeniden gözden geçirilmesi ve bunların uluslararası standartlarda etkileşim çalışmalarının yapılması istenmiştir” dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Türkiye’ye gelecek olan UNESCO heyetinin kararında Haliç Tersanesi’nin yıkılmasının nasıl bir etkisi olacaktır?” sorusuna ise, “İstanbul’un tarihi alanları, Dünya Miras Listesi'ne 4 ana bölüm olarak dahil edilmiştir. Bunlar, Hipodrom, Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya Camii’ni içine alan Arkeolojik Park; Süleymaniye Koruma Alanı; Zeyrek Camisi ve çevresini içine alan Zeyrek Koruma alanı ve Tarihi Surlar Koruma alanını içermektedir. Haliç Tersanesi belirtilen alanlar dahilinde bulunmamaktadır” yanıtını verdi.

Vatan, Yazı: Ali Öztunç, 02.04.2008

MİSKET OYNAYAN FİRAVUN TUTANKHAMUN

 

Hollanda Leiden Üniversitesi Mısırbilim Bölümü’nün yaptığı bir basın toplantısında Kahire’de yeni bulunan bir papirüsün, bazı küçük çocukları misket oynarken gösterdiği bildirildi. Çocuklardan birisinin, 9 yaşında tahta geçen Firavun Tutankhamun olabileceği düşünülüyor.  

 

Yapılan açıklamada, her ne kadar misket oyunun ilk olarak Mısır’da oynandığı biliniyorsa da hem bu denli eski bir oyun olduğunun bilinmediği, hem de Firavun Tutankhamun’un oynamış olmasının son derece önemli bir bilgi olduğu vurgulandı. Şu ana dek hiçbir kazıda bilye bulunmamış olması ise antik çağlarda oyunda kullanılan bilyelerin, bugünkülerden farklı, basit birer mermer top olması ile açıklanıyor.

 

Bu denli büyük ve kapsamlı bir papirüsün ise uzun yıllardır ilk defa ortaya çıktığı, MÖ 1323 yılına ait olan papirüsün Tutankhamun’un mezarında Howard Carter tarafından 1922 yılında yapılan kazılar sırasında çalındığı da basın toplantısında açıklandı.

iol.co.za, 01.04. 2008

Not: Leiden Üniversitesi’nin 1 Nisan şakası olarak düzenlediği bu basın toplantısı birçok haber ajansı tarafından ciddi bir haber olarak geçildi.

CİZRE'NİN TARİHİ SURLARI İLGİ BEKLİYOR

Cizre İlçesi'nde bulunan tarihi surlar ilgi bekliyor. MÖ 4000 yıllarında Gudi İmparatorluğu tarafından Dicle Nehri kenarında kurulan Cizre Kalesi ve surları yıkılmaya yüz tuttu.

 

Cizre surlarının durumuna çok üzüldüğünü belirten Cizre Kale Mahalle Muhtarı M. Zeki Macartay, "Bölgenin tarihi ve kültürel yapılarına sahip çıkılması gerekmektedir. Bölge bununla turistlere güzel bir yönünü göstermiş olacaktır.

Şırnak ve özellikle Cizre İlçesi'nin inanç turizminin son durağı olması mümkündür. Bunun için herkes elinden geleni yapmalı ve bu tarihi kültürel yapıya sahip çıkmalı. Bölge bu tarihi yapı ile farklı bir şekilde ön plana çıkacaktır. Yetkilileri surların bir an önce bu harap ve yıkılmış görünümden kurtulması için göreve davet ediyorum" dedi.

Şırnak kent Haber, 01.04.2008

BİTLİS TARİHİ GÜZELLİKLERİNİ KAYBEDİYOR

 

 

Bir zamanlar sayıları binlerle ifade edilen, taş işçiliğinin eşsiz eserlerinin bir arada görülmesine imkan sağlayan Bitlis evleri, bürokratik duyarsızlık ve ev sahiplerinin tamirat ve restorasyon için gerekli maddi kaynağa sahip olmamaları yüzünden bir bir yıkılıyor. 244 adet tarihi yapının günümüze kadar ulaşabildiği Bitlis evleri; bir yandan çevrelerinde biten çok katlı çirkin betonarme yapılara inat güzelliklerini göstermeye çalışırken, bir yandan da ağır kış şartları ve bürokrasinin hantal yapısıyla mücadele ederek ayakta durma savaşı veriyor.

 

Çok yönlü bir keşmekeşin arasında kalan tarihi yapılardan biri de 1999 yılında koruma altına alınan Bitlis'in Gazibey Mahallesi'nde bulunan 9 ev ve 1 camii. 1999 yılında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nce sivil mimarinin ayakta kalabilmiş ve orijinalliğini koruyabilen ender eserlerden olduğu gerekçesiyle "Gazibey Mahallesi Sokak Sağlıklaştırma Projesi adı altında 9 ev ve 1 camii koruma altına alındı. Ancak projenin üzerinden 9 yıl geçmesine karşın 9 ev ve 1 camiinin (Atatürk Camisi) onarımı henüz bitirilemezken, proje kapsamına alınan 1 ev ise zor şartlara direnemeyerek yıkıldı. Koruma altına alınan Gazibey Mahallesi'ndeki 9 evin sahipleri, kendilerinin süreci bire bir takip etmelerine karşın bugüne kadar projede bir hızlanma olmadığını söyleyerek, yetkililerin duyarlı olmalarını istedi.

 

Ev sahiplerinden Salih Kızıltaş, mahallelerinin koruma altına alındığı için çeşitli hibe, fon ve kredilerden de faydalanamadıklarını söyleyerek olayın bir başka trajik yönünü ortaya koydu. Konuyla ilgili görüşlerini açıklayan mahalle sakini Kızıltaş, olayın bürokratik duyarsızlıktan ibaret olduğuna inandığını söyledi. Geçtiğimiz yıl evi yıkılan mahalle sakinlerinden Cesim Yeter ise "Şayet tehlikeyi önceden fark edip evi tahliye etmeseydik meydana gelecek facianın sorumluluğunu hangi kurumların ve yetkililerin üstleneceğini merak ediyorum." dedi. Konuyla ilgili görüşlerine başvurulan Bitlis İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör, ödenek yetersizliği yüzünden projenin bitirilemediğini söyledi.

Yeni Şafak, 01.04.2008

GEÇMİŞTEN GELEN MİRASLARIMIZ





Tokat Valisi Dr. Recai Akyel, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının şart olduğunu iletirken "Tarihsel kent dokularının tahrip edilmesi ve yok olması ileride giderilemeyecek kayıplara neden olmaktadır" dedi

Kültür ve Tabiat varlıklarımızın korunması gerektiğini belirten Vali Dr. Recai Akyel, “Tarih öncesi ve tarihi devirlere ait bilim, kültür ve güzel sanatlarla ilgili bulunan yer üstünde, yeraltında veya su altındaki tüm taşınır, taşınmaz varlıklar “ Kültür Varlıklarıdır. Bu varlıklarımızı bugün koruyamazsak yarın koruyacak bir varlığımız olmaz” dedi. Elimizdeki mevcut imkanların değerlendirilmesi gerektiğini belirten Vali Akyel, tabiat ve kültür varlıklarının korunmasının önemi hakkında yaptığı açıklamada şunları belirtti: “Doğal ve kültürel varlıkların korunması, bakımı ve sizden sonraki nesillere aktarılabilmesi, bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi yurdumuzda da önem verilmesi gereken konuların başında gelmektedir, korumak zorunlu hale gelmiştir. 

Hızla gelişen yaşam şartları, hızlı kentleşme, nüfus artışı, doğal kaynakların giderek artan bir şekilde tahribi, endüstrileşme ve teknik gelişmeler bilinçli veya bilinçsiz ellerin gerçekleştirdiği tahribat ile kültür varlıklarımızın yağmalanması, geçmişten günümüze kalan kültürel değerlerin korunmasını zorunlu kılmaktadır. Ait oldukları, devirlerin mimarı özelliklerini yansıtan camii, han, hamam, köprü, çeşme ve bedesten gibi anıtsal yapıların, tarihi evlerin ve bunları tamamlayan doğal güzelliklerin ve anıtların birlikte meydanı getirdikleri tarihsel kent dokularının tahrip edilmesi ve yok olması ileride giderilemeyecek kayıplara neden olmaktadır. Taşınır, taşınmaz kültür varlıklarımızın yeterince korunabilmesi için eğitim müfredatında “Eski Eser” kavramına gereğince önem verilmeli, yeni yetişen neslin bu bilinçte olması sağlanmalıdır. 

6000 yıllık tarihi boyunca, üzerinde barındırdığı birçok medeniyetin izlerini, ilimizin her bir köşesinde bulabilmek mümkündür. 100’den fazla tarihi ve kültürel mirasımızın olması, ilimizin bu konudaki önemini gözler önüne sermektedir. Bu değerlere sahip olmak ve bizden sonraki nesillere bu kutsal emanetimizi sağlam ve eksiksiz bir şekilde aktarabilmek en büyük yurttaşlık görevimizdir. 

Bu değerlerimizi aslında uygun bir şekilde düzenleme ve restorasyon yoluyla insanlığın kullanımına sunmamız gerekmektedir. Tarihi bina ve konaklarımızı turizmin hizmetine sokarak, onları daha sağlıklı ve sağlam bir şekilde gösterme olanağını yakalayabilme ve İlimiz turizmine de önemli bir ekonomik canlılık kazandırabilme yolunda önemli bir mesafe kat ederiz.”dedi.

Tokat Kent Haber, 01.04.2008

HAMAMDAN KÜLTÜR MERKEZİNE





Bakımsızlıktan dolayı metruk hale gelen Ördekli Hamamı, Osmangazi Belediyesi tarafından yapılan restorasyon çalışmaları sonucu kültür merkezi haline gelecek. Açılış için gün sayan tarihi mekan, 4-6 Nisan tarihleri arasında Osmangazi'yi Anma ve Fetih etkinliklerinde de birçok organizasyona ev sahipliği yapacak.


Bursa'da, Osmanlı'nın yaptırdığı en büyük hamam olan tarihi Ördekli Hamamı, yapılan çalışmalar sonucu kültür merkezi olarak şehrin tarihi mekanları arasına kazandırılacak. 1400'lü yılların başında yapımına başlanan tarihi yapının restorasyonu, Osmangazi Belediyesi tarafından 2006 yılı sonunda başladı.


Tarihi Ördekli Hamamı, restorasyonunun tamamlanmasıyla birlikte bundan sonra kültür merkezi olarak, eski el sanatlarının icra edileceği mekan haline gelecek. Toplam alanı bin 900 metrekare olan ve bin 400 metrekare kapalı alana sahip olan tarihi yapıda, biri büyük toplam 5 salon yer alacak.

 

Hamam içerisindeki hol ve odalar ise, hat, ebru, minyatür ve tezhip gibi geleneksel el sanatlarının icra edilebileceği şekilde düzenlenecek. Yapı içerisinde, fuaye, depo, arşiv ve büfe gibi aksamlar da bulunacak. Restorasyon kapsamında tarihi mekanın yanına otopark da yapılacak. 200 kişilik, 2 büyük salon ile tiyatro oyunlarının da sahnelenebileceği oditoryum tarzı bir salonun bulunacağı Ördekli Kültür Merkezi, kafeteryalarıyla Bursalılar'ın kültürle iç içe soluklanabileceği bir mekan olması planlanıyor. Tarihi yapının restorasyonu yaklaşık 3 milyon 500 bin YTL'ye mal olacak. Çalışmaların sonuna gelindiği tarihi mekan, 4-5-6 Nisan'da yapılacak Osmangazi'yi Anma ve Fetih etkinlikleri çerçevesinde yapılacak, çeşitli organizasyonlara da ev sahipliği yapacak.


Ördekli Kültür Merkezi'nin resmi açılışı ise ileri bir tarihte Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın katılacağı bir törenle açılması planlanıyor. Bursa'nın tarihi kimliğine kavuşması için tüm imkanları kullandıklarını söyleyen Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, "Bizim en büyük sermayemiz, tarihimiz, geçmişimiz. Burası da Bursa'nın ziynetleri arasında yer alan 600 yıllık bir eser. 100 yılı aşkın bir süre metruk bir vaziyette durduğu için yıllarca 'yıkık hamam' olarak anıldı. Şimdi kültür merkezi olarak şehre yeniden kazandırıyoruz" şeklinde konuştu.

Bursa Hakimiyet, 01.04.2008

MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ KAÇAK KAZILARLA MÜCADELE BAŞLATTI

 

Erzurum Müze Müdürlüğü, kaçak kazı ve tarihi eser kaçakçılığının önüne geçmek için kolları sıvadı. Arkeolojik eserler ve tarihi bulgulara sahip çıkılmasını amaçlayan uygulama çerçevesinde, vatandaşların elinde bulunan arkeolojik kalıntıları satın almaya başlayan Müze Müdürlüğü, elde edilen bulguları arkeoloji müzesinde sergiliyor.

 

Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Erzurum’un, tarihi geçmişi açısından önemli bilgi ve bulguları barındırdığını belirterek, vatandaşlara, ellerinde bulunan arkeolojik kalıntıları müzelere kazandırmaları çağrısında bulundu.

 

Arkeolojik eserlerin müze dışında bulundurulması ve saklanmasının yasal bir suç olduğuna işaret eden Mustafa Erkmen, “Vatandaşımızın elinde bulunan arkeolojik eserleri satın alıyoruz. Üstelik satın alma işleminde, vatandaş kesinlikle mağdur edilmiyor” dedi.

 

Bu uygulamanın sadece Erzurum için değil, yurdun ve bölgenin tamamında geçerli olduğunu aktaran Erkmen, “Amacımız, geçmişin izleri olan tarihi bulguları müzelelerimize kazandırmaktır. Çünkü müzelere kazandırılan her arkeolojik eser, ait olduğu dönemin izlerini taşıyor. Bu yüzden ellerinde bu tür bulgu ve eserleri bulunduranlar, vakit geçirmeden kurumumuza başvurudu bulunsunlar” diye konuştu.

 

Erzurum’un tarihi geçmişi ve taşıdığı izler konusunda da açıklamalarda bulunan Erkmen, şehirde, Karaz kültürünün yanında Trans Kafkas izlerinin de bulunduğuna işaret ederek, ''İlimizde Karaz ve Trans-Kafkas kültürü gibi Urartu dönemine ait izler de bulunmaktadır. Zaten bu dönemlere ait olan eserlerimiz, müzelerimizde sergilenmektedir. 8 bini sikke, 3-4 bin civarı etnografik eser ve kalanları da arkeolojik eserler olmak üzere müzelerimizde 20 bini aşkın eser bulunmaktadır. Bu sayının, vatandaşlarımızın ellerinde bulunan arkeolojik kalıntıları satın almamızla birlikte artış göstereceğine inanıyoruz” şeklinde konuştu.

Erzurum Gazetesi, 01.04.2008

TARİHİ ESER VAR, MÜZESİ YOK

 

Türkiye’nin en önemli antik kentlerinin bulunduğu Muğla yöresinde, kazı ekipleri tarafından gün ışığına çıkarılan tarihi eserlerin müzelerde sergilenmek yerine depolarda çürütüldüğü ileri sürüldü. Geçen yıl sadece Milas-Ören ve Yatağan’da bulunan antik kentlerde yapılan kazılarda 3 bin 200 eserin müzelere teslim edildiği açıklandı. 1993 yılından beri Muğla’nın Yatağan İlçesi Lagina ve Stratonikeia antik kentlerinde kazı çalışması yapan ve son olarak Lagina antik kentinin kazı heyeti başkanlığını yürüten Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı ve kazı heyeti başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, kazılan eserlerin yerinde sergilenmesi gerektiğini belirterek, “Kazılan eserler büyük zahmetlerle gün ışığına çıkarılıyor. Yatağan yöresi Muğla’nın en fazla antik kentinin bulunduğu yörelerden biri. Fakat Yatağan’daki tarihi kentlerde ortaya çıkarılan eserlerin sergileneceği bir müze yok” dedi. Prof. Tırpan, 2007 yılında sadece Milas-Ören ve Yatağan’da 3 bin 200 eserin sağlam olarak müzelere teslim edildiğini belirtti. Tırpan, “Yatağan Turgut Beldesi’nde bir araştırma merkezi kurduk. Elde ettiğimiz eserleri burada parçalar halinde toplayarak bir araya getiriyoruz. Ele geçirilen eserlerin fotoğrafları çekiliyor, bilgisayara kaydediliyor. Eserler sağlam hale getirildikten sonra yöredeki müzelere gönderiliyor” diye konuştu. Geçen yıl Milas-Ören yöresi ve Yatağan’da gün yüzüne çıkarılan tarihi eserler hakkında iki kitapçık hazırladıklarını ve müzelere teslim ettiklerini anlatan Tırpan, sözlerine şöyle devam etti: “Sergilemeye değer olan tarihi eserler var. Fakat, Muğla Müzesi’nin deposunda bu eserler çürüyor. Muğla Müzesi’nin bulunduğu alan daha önce hapishaneydi. Şu an tarihi eserler de burada hapiste” dedi.

Akşam Ege, 01.04.2008

AMERİKA'NIN EN ESKİ ALTIN KOLYESİ

 

Arkeologların açıkladıklarına göre, Peru’nun güneyinde, Titicaca Gölü yakınlarında yapılan kazılarda bulunan 4000 yıllık kolye Amerika kıtasında şu ana dek bilinen en eski altın obje.

 

Araştırmacılar, kolyedeki altınların ham altının dövülmesi ile yapıldığını ve bu buluntu sayesinde And Dağları’nda ilk karmaşık toplumların ortaya çıkmasından önce, avcı-toplayıcı kabileler döneminde bile altının bir statü sembolü olarak kullanıldığının anlaşıldığını belirttiler. 

 

Kolye, MÖ 3300'den MÖ 1500 yıllarına kadar kullanılan bir yerleşim olan Jiskairumoko’da, bir yetişkinin çene kemiği ile birlikte bulunmuştu. Araştırmacılar, bu çenenin büyük olasılıkla yaşlı bir kadına ait olduğunu düşünüyorlar. Taş bir çekiçle dövülerek düzlenen altın, daha sonra silinir bir objenin üzerine sarılarak yuvarlatılmış. 

BBC News, Haber: Helen Briggs, 01.04. 2008

'SEYAHATNAME'NİN 350 YILLIK SEYAHATİ

10 ciltlik ünlü 'Seyahatname'yle tanınan Evliya Çelebi, yalnızca bir gezgin değil çağının tanığı önemli bir yazar kuşkusuz. 1611-1682 yılları arasında yaşayan Evliya Çelebi, kendinden önceki gezginlerin tersine 'Seyahatname'sini kendisi kaleme almış, kendine özgü üslubuyla döneminin siyasal olayları, gördüğü ülkelerin coğrafi özelliklerinin yanı sıra, bina ve anıtları tanımlamış, imparatorluktaki halkların dil ve yaşam biçimlerini de yansıtmıştı. İlk basımı 1898'de yapılan ve daha sonra pek çok yayınevince çeşitli versiyonları yayımlanan 'Seyahatname'nin günümüzdeki güvenilir bir baskı YKY tarafından yayılıyor. Uzman kadroyla çalışan ve bugüne kadar 'Seyahatname'nin dokuz cildini yayımlayan YKY, şu sıralar 10. cildi de yayıma hazırlıyor.
 

Anlatımının özellikleriyle iyi bir röportajcı ve gazeteci de sayılan Evliya Çelebi ve Seyahatname için Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi, 3-5 Nisan tarihleri arasında uluslararası bir sempozyum düzenliyor. Anlatımı ve kurgusuyla çağını aşan 'Seyahatname'nin, gerek edebiyat açısından, gerekse tarih/kültür yapıtı olarak farklı disiplinlerin bakış açılarından güvenilir son yayımına göre ele alınarak yeniden yorumlanması, öneminin/özgünlüğünün yeniden değerlendirilmesini amaçlayan sempozyuma Prof. Talat Halman'ın başkanlık edecek.
Sempozyuma Türkiye ve yurtdışından 35'in üzerinde bilim insanı arasında YKY'deki 'Seyahatname' basımının güvenilir olarak gerçekleşmesinde büyük katkısı olan Chicago Üniversitesi'nden Robert Dankoff da bulunuyor. Onur üyeleri Prof. Halil İnalcık ve Prof. Metin And'ın da konuşma yapacağı sempozyumda 'Evliya Çelebi'nin Gerçekçilik Perdesi'nden (Hendrik Boeschoten), 'Evliya Çelebi'nin Üslubunun Günümüz Yazarlarından İhsan Oktay Anar'ın Romanlarında Yeniden Üretimi'ne (Alphan Akgül) ve 'İkdam Gazetesinde Neşredililirken 'Seyahatname'ye Muzır Olarak Bakılması'na (Muhittin Eliaçık) kadar 30'un üzerinde sunum gerçekleştirilecek

Radikal, 01.04.2008

PERİBACALARININ YERİNE 30 BİN KİŞİLİK STADYUM





Nevşehir'e bağlı Gülkuyu İlçesi'nin İkinci Lig'de mücadele eden futbol takımı Yıldırım Gençlik Spor, peribacalarının kendilerine hibe edilen bir kısmının yerine modern bir stadyum inşa edecekleri açıklamasını yaptı. Yıldırım Gençlik Spor Kulübü Başkanı Sarih Saka, kulüp binasında düzenlediği basın toplantısında, peribacalarının bir kısmının yıkılarak yerine 30 bin kişilik, Gülkuyu'ya yakışır, modern bir stadyum yapılacağını söyledi.
 

Saka'nın açıklaması, Gülkuyulu bazı kesimlerde sert tepkilere neden oldu. Saka'nın verdiği bilgilere göre, peribacalarının hemen yanındaki belediyeye ait 100 dönüm arazi kulübe hibe edildi. Saka, mimari projenin bittiğini, önümüzdeki hafta Ankara'ya giderek projeyi Gençlik ve Spor Müdürlüğü'ne sunacaklarını söyledi. İkinci Lig B kategorisine bu yıl yükselen ve grubunda lider olan Yıldırım Gençlik Spor, birinci lige yükselmeyi hedefliyor. Kulüp yetkilileri, bu nedenle inşa edilecek stattan gelecek gelire çok önem veriyor.


Öte yandan, stadın yapımı için üç peribacasının yıkılacağına dikkat çeken Gülkuyu Turizm ve Güzelleştirme Derneği Başkanı Latife Şafak, projenin kabul edilemez olduğunu söyledi.
"Stadyum için üç baca yıkılacak. Binlerce yılın kültür mirası, bölge insanının geçim kaynağı olan peribacalarının yıkılması Gülkuyu'ya ihanettir. Dünyaya rezil olacağız. İnşaatı durdurmak için idare mahkemesine gerekli başvuruları yaptık, bölge birinci derece sit alanı. Hazırladığımız dosyayı kültür bakanlığına da göndereceğiz" diye konuşan Şafak, 'Peribacaları Sahipsiz Değildir!' isimli bir kampanyayla imza toplamaya da başladıklarını açıkladı.

Ulusal çapta bir eylem başlatmayı planladıklarını anlatan Başkan Latife Şafak, Dünya Mirasını Koruma Örgütü'ne de başvuracaklarını söyleyerek kültürel mirasa duyarlı sivil toplum örgütlerinin ve tüm vatandaşların desteğini beklediklerini sözlerine ekledi.
Yıldırım Gençlik Spor Başkanı Sarih Saka ise peribacalarının Türkiye için önemini bildiklerini ve üç peribacasının yıkılma ihtimalinin bulunduğunu ama yıkılmaması için çeşitli formüller aradıklarını söyledi. Proje sınırları içindeki üç peribacasını bulundukları yerden alıp daha içeriye nakletmek istediklerini, bunun olmaması halinde, uygun bir yere, yıkılan peribacalarının aynı boyutlarda alçıdan maketlerinin konulacağını açıkladı.

Radikal, 01.04.2008



*****


PERİBACASI HABERİ TUTTU

Radikal'de dün yayımlanan 'Peribacalarının yerine 30 bin kişilik stadyum!' başlıklı haber büyük ses getirdi. Peribacalarından üçünün yıkılarak yerine 30 bin kişilik stadyum yapılması projesinden bahseden haberin 1 Nisan şakası olduğunu fark etmeyen pek çok okur, gazetemizi ve Nevşehir Valiliği'ni arayarak tepkilerini iletti. Tepkiler üzerine Nevşehir Valisi Mehmet Asım Hacımustafaoğlu, "Gözümüz gibi korumaya çalıştığımız dünya mirası peribacalarımızın yıkılarak yerine stadyum yapılacağı haberi tamamen asılsızdır. Haberi 1 Nisan şakası olarak değerlendirmekteyiz" diye konuştu. "Nevşehir ve peribacaları haricinde haberde adı geçen Gülkuyu İlçesinin, İkinci Ligde mücadele ettiği iddia edilen Yıldırımspor Gençlik Kulübü'nün ilimizle alakası yoktur" diyen Hacımustafaoğlu kentin 30 bin kişilik stadyuma ihtiyacı olmadığını da ekledi. Vali, vatandaşların habere gösterdiği duyarlılık ve protestolardan mutlu olduğunu söyledi. Valinin açıklamasına, valiliğin resmi internet sitesi www.nevsehir.gov.tr'de de yer verildi.
Radikal, 02.04.2008

PICASSO'NUN BİLİNMEYEN BİR TABLOSU BULUNDU

 

Ünlü ressam Pablo Picasso'un henüz 20'li yaşlarındayken çizdiği bir tablo İngiltere'deki bir evin yatak odasında ortaya çıkarıldı.

Picasso'nun "Etreinte" adlı bu tablosu, ünlü ressam ve o dönemdeki sevgilisi Louise Lenoir'ı yatakta çıplak ve birbirlerine sarılmış olarak gösteriyor.

Picasso'nun tabloyu 1901 ya da 1902 tarihinde yaptığı tahmin ediliyor. Aynı yerde ünlü ressamın yanı sıra George Stubbs ve Alfred Munnings iki tablosu da bulundu.

Günışığına çıkarılan bu tablolar 10 Nisan'da düzenlenen bir müzayedede satışa sunulacak.

Hürriyet, 01.04.2008



PERU'DA BİR OTOBÜSTE ESRARENGİZ KEMİK

 

Geçen hafta Peru’da, bir otobüs bagajında bulunan devasa çene kemiği tartışmalara yol açtı.

Bir ihbar üzerine otobüsü arayan polis yetkileri üzerinde kimlik bilgileri olmayan ve çok ağır bir bagajdan şüphelendiler.

Reuters Haber Ajansı’nın geçtiği bilgiye göre, San Agustín de Arequipa Üniversitesi’nde çalışan bir arkeolog olan Pablo de la Vera Cruz kimliği belli olmayan bagajdan çıkan 9 kg.lık alt çenenin bir "Triceratops"a ait olduğunu iddia etti. 

 

Öte yandan, bulunana alt çene resmini gören, Cleveland Doğa Tarihi Müzesi Omurgalılar Paleontolojisi Bölüm Başkanı Michael J. Ryan, National Geographic News’a bu alt çenenin kesinlikle bir dinazora ait olamayacağını söyledi.

 

Arequipa’daki basın toplantısında çekilen fotoğrafı gören Ryan “İki çok büyük azı dişi bulunan bir alt çene kesinlikle bir memeliye aittir” dedi.

Öte yandan, bu çenenin "proboscidean" olarak da isimlendirilen, fillerle akraba bir canlının fosili olma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtti. 

National Geographic News, 28.03.2008

HALİÇ KIYISINDA BİR KÜLTÜR VADİSİ

 

Bir dönem kokudan geçilmeyen Haliç 15 yıldır yapılan çalışmalarla tarihteki 'Altın Boynuz' günlerine yeniden döndü. Haliç'in kıyılarından teker teker kültür merkezleri yükseliyor.

Dünyanın 'Altın Boynuz (Golden Horn)' diye bildiği ve bir dönem kokudan geçilmeyen Haliç, son yıllarda yapılan projelerle İstanbul'un prestij binalarının bulunduğu açık hava müzesi haline geldi. İstanbul'a gelen turistlerin uğramadan geçmediği mekanlardan biri haline gelen Haliç, tarihindeki altın günlerini yeniden yaşıyor. Haliç'in çehresini değiştiren mekanlardan biri Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk enerji santralı olan Silahtarağa. Elektrik Santralı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından 2004 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi'ne tahsis edildi ve Santralistanbul Çağdaş Sanat Müzesi, Enerji Müzesi ve bir kültür ve eğitim merkezine dönüştü.

Haliç denilince akla gelen yerlerden bir diğeri Rahmi Koç Sanayi Müzesi, Sultan III. Ahmet (1703-1730) zamanında 12. yüzyıldan kalma bir Bizans binasının temelleri üzerine kuruldu.

1839 yılında Padişah Abdülmecit'in fermanıyla Osmanlı ordusunun fes ve aba ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulan fabrika ise bugün Feshane Uluslararası Fuar Kongre ve Kültür Merkezi olarak hizmet veriyor. Cibali Tütün Fabrikası ise bugün Kadir Has Üniversitesi oldu. Haliç'in bir diğer incisi olan Haliç Tersaneleri, Haliç, Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri ise düşünülen proje ile su sporları merkezi olma yolunda.Eski mezbaha binası da bugün Sütlüce Kültür Merkezi olarak hizmet veriyor.

Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 31.03.2008

AYAĞA KALDIRILAN TARİHİN ÖYKÜSÜ: HATTUŞA

 

JTI Türkiye’nin katkılarıyla, 230 bin Euro’luk harcamayla binlerce yıl önce yok olmuş bir kerpiç yapı, dünyada ilk kez gerçeğe uygun olarak inşaa edildi. Çorum ili sınırları içinde kalan “Hattuşa”nın surlarının ayağa kaldıran Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde “Ön Asya” arkeoloji uzmanı olan Jurgen Seeher kitabı “Hattuşa”da surların yeniden yükseliş öyküsünü anlattı.

Alman Arkeolog Jurgen Seeher, Köln Üniversitesi’nde okurken hocasından bir teklif aldı. Hiç gitmediği, ama dünyadaki bütün arkeologların gözdesi bir ülkedeki kazıya çağırıyordu hocası... Fazla düşünmeden, “Macera olsun” diyerek kabul etti. Ama ilk kez 1976 senesinde geldiği Türkiye, hayatının dönüm noktası oldu. İlk gelişinde Eskişehir’deki “Demircihöyük” kazısına katıldı. Ülkesine döndükten bir yıl sonra, tekrar aynı kazıda çalışması istenince, doktora tezini “Demircihöyük Kazısı” üzerine yapmaya karar verdi. Tezi bitirebilmek için Eskişehir’de bir seneden fazla kaldı. Ve o süreçte, kendisi gibi arkeoloji öğrencisi olan Ayşe’yle tanıştı. Bir süre sonra, iki arkeolog evlenme kararı aldılar. Almanya’ya geri döndüler, uzun yıllar Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün Mısır’ın başkenti Kahire’deki şubesinde çalıştılar. Ama Türkiye, hep gönüllerinde yatan yegane yerdi. Nihayet 1989 yılında, İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde Jurgen’e kadro açılınca, arkeolog çift, İstanbul’un yolunu tuttu. Dr. Jurgen Seeher, 2003 yılında deneysel arkeoloji alanında dünyada bir ilk olacak projeyi uygulamaya geçirme kararı aldı. Amaç MÖ 1200’e kadar olan dönemde, Hititlerin başkenti olan Hattuşa’daki Hitit Surlarını, binlerce yıl öncesine dayanan yöntemlerle inşa etmekti...

Almanlar’ın, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Hattuşa’ya 1907 yılından beri ilgi göstermesinin sebebi nedir?
Aslında bir tesadüf çünkü orada çivi yazılı tabletler çıkıyordu. Ve çivi yazı uzmanı bir Alman arkeolog, bölgede kazı yapmak istedi. O dönemde Avrupa ülkeleri kendi aralarında arkeolojik açıdan zengin ülkeleri paylaştırıyorlardı. Bir koloni çağı mantığı vardı... Ama o zaman ülkeler değil de, yerler dağıtılıyordu. Boğazköy’de (Hattuşa’nın içinde bağlı olduğu Çorum’un İlçesi) ilk kazıları bir Fransız yaptı 1893’te. Ama sonradan devam ettirmedi. Daha sonra da Almanlar geldi. Alman Arkeoloji Enstitüsü kurulunca, enstitü de işin içine girdi.

Hattuşa bölgesinin değerini ne zaman fark ettiniz?
Aslında bölgenin değeri her zaman biliniyordu. Çünkü orası Orta ve Son Tunç Çağı’nın en önemli imparatorluklarından olan Hititlerin başkentiydi. O dönemde Hititler, hemen hemen Türkiye’nin tamamına hükmediyordu. Bir arkeolog için orada kazı yapmak büyük bir olay. Almanlar, 1907 yılında orada kazıya başladılar. 1907’den 1931’e kadar ara verildi. Daha sonra da, o bölgede değişik kazı başkanları bayrağı devraldı. Ben de 1994 yılında bayrağı alarak, 12 sene Hattuşa’da kazı başkanlığı yaptım.

Hangi kalıntılara rastladınız?
Altın falan bulmadık çünkü uzun yıllar önce terk edilmişti o bölge. Ama bilgi bakımından değerli şeyler çıktı. Tapınaklar, saraylar, evler, yerleşim yerleri, tahıl depoları, su rezervleri... Şehir aslında bir organizma olarak çalışıyor. İnsanlar bir yerde oturuyorlar, bir yerde tahıllarını muhafaza ediyorlar, bir yerde de sularını rezerve ediyorlar. Şehir sistemleri nasıl gelişti, işte bunu tespit etmek için araştırıyoruz. Böylece, o zamanki yaşantıyla ilgili ipuçları da elde ediyoruz.

Hattuşa kentinin tarihi surlarını gerçeğe uygun olarak inşa etme fikri nasıl çıktı?
Tunç Çağ’da evler genelde kerpiçten yapılıyordu. Kerpiç, dayanıklı bir malzeme değil. Dolayısıyla, duvarlar çürüyor ve yıkılıyor. Genellikle iki boyut uzunluğunu ve genişliği buluyorsunuz ama yüksekliğini bulamıyorsunuz. Çünkü örneği yok olmuş. Ama proje başladığında “Ne yapabiliriz” diye düşündük. Üç ihtimal vardı: Tapınak, saray ya da sur yapabilirdik. Ama sur yapmak en kolayıydı. Çünkü surları gösteren maketler vardı elimizde. Ama ne saray maketi, ne de tapınak maketi bulamadık. O yapıların nasıl olduğu konusunda bir bilgimiz yoktu. Surları ise çömleklerin üzerine yapmışlardı. Yani gerçeğini yapmak mümkündü.

Hattuşa inşaatına Çorumluların tepkisi ne oldu?
Böyle bir şey yapacağımızı açıklayınca önce şaşırdılar. Hatta başladığımız zaman ilk sene surların bir kısmını ayağa kaldırdık. İnsanlar baktılar ki, kocaman bir blok duruyor arazide... Ama bir şeye benzetemediler. Fakat ikinci sene o kuleler yükseldiği ve pencereler çıktığı zaman, herkes heyecanlandı ve ilgi gösterdi. Zamanla işçilerin de şevki arttı. Birçoğu köylerinin hemen yanında yükselen bu anıtsal yapıyla özel bir bağ kurdular.

Yapının gerçeğe uygun olmasını göz önünde tuttunuz mu?
Bizimle çalışan kerpiç mimarı dedi ki; “Bugün endüstride kerpiç için çok iyi katkı maddeleri üretiliyor. Sağlamlaştırmak için bunu kullanırsak hiç derdimiz olmayacak.” Ben de ona “Böyle bir şey olmaz. Biz inşaat bittikten sonra bu sur ne kadar dayanıyor diye takip etmek istiyoruz” dedim. Çünkü sıva ne kadar zaman içinde çürüyecek, buna da bakacağız. Biz yapıyı halen takip ediyoruz. Asıl amacımız, deneysel arkeolojiydi. Biz Hititliler gibi çalıştık.

Sonuçta ortaya çıkan surlar gerçeğe ne kadar yakın?
O çömlek modeline bakıldığı zaman, “Yüzde 80-90 yaklaştık” diyebiliriz. Ama yükseklik konusunda fazla fikrimiz yok. Bu kuleleri biz 13 metre yaptık. Ama birisi gelse, “15 metre olması lazım”, ya da “10 da yeter” dese, bir şey diyemeyiz.

Türkiye için projenin önemi nedir?
Bu Türkiye’ye bağlı tabii... Bence “Hattuşa Suru” şehrin yakında sembolü olacaktır. Turizm açısından değerli. Çünkü ilk kez Tunç Çağ’a ait bir şehri üçüncü boyutta görüyorlar.

İnşaat için 3 mevsim çalıştık. Birinci mevsimde sadece surun taş temellerini sağlamlaştırdık, kerpiç tuğlalar ürettik. Çünkü kerpiç tuğla yapmak zaman istiyordu... İlk önce yapılıyor, sonra güneşte kurutuluyor. Ve yeterli kerpiç olmadığı zaman inşaata başlayamazsınız. 2004 senesinde yapının inşaatına başlandı. Ama aynı zamanda kerpiç yapımı devam etti. Bizim fabrika her gün 500- 600 kerpiç üretiyor. Aynı zamanda 5 bin tane kerpiç de yerde yatıyor. Sonra bir bakıyoruz ki, hava raporunda yağmur yağacak deniyor. En hassas dönem döküldükten sonraki ilk 1-2 gündür. O sırada kerpiç yağmur yerse, eriyip gidiyor. Biz de üzerine naylon örtüyoruz. Bir keresinde gecenin 3’ünde çıktık, herkes felaket ıslandı. Özellikle eşim Ayşe’nin başından kötü bir tecrübe geçti. Naylonu surun üzerine örttüğünüz zaman, yerinde durmuyor ki... Rüzgar çıkınca koca naylonlar bir anda havaya kaldırıyor. Üzerinde de Ayşe duruyordu, o da az kalsın aşağıya uçmak üzereydi. Çok korkunç bir badire atlattı. Çünkü duvar 5-6 metre yükseklikteydi ve oradan düşerse büyük ihtimal sakat kalabilirdi. Bir keresinde de kerpiç tuğlaların üzerinden motosiklet yarışçısı geçti. Kazlar ve köpeklerle de uğraştığımız oldu.

Vatan, Haber: Tuğrul Tunalıgil, 31.03.2008

UNESCO'DAN TARİHİNDE BİR İLK

 

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) ilk kez İran'dan bir doğal mirası kayıt altına aldı. İran Kültür Mirası, El Sanatları ve Turizm Kurumu Başkan Yardımcısı Feribzer Devletabadi, başkent Tahran'ın 66 kilometre kuzeydoğusunda bulunan Demavend Dağı'nın İran'ın ilk doğal mirası olarak UNESCO tarafından kayıt altına alındığını söyledi.

Devletabadi, Tahran'da gazetecilere yaptığı açıklamada, "İran'ın sahip olduğu köklü tarih ve medeniyetiyle dünyada kendine has bir konumu bulunduğunu ve dünyada koruma altına alınacak birçok doğal mirasa sahip olduğunu" ifade etti

Feribzer Devletabadi, milli bir eserin uluslararası kayıt altına alınmasının yabancı turistlerin artışına zemin hazırladığını kaydetti. Aynı zamanda UNESCO'nun aldığı bu kararın eserin korunmasına da faydalı olacağını ve güvenliğini de artırdığını kaydeden İranlı yetkili, uluslararası destekler ve uluslararası toplumun uzmanlık ve teknik desteğinin de eserlerin korunması için önemli olduğunu belirtti.

Devletabadi, İran'ın doğal mirası eserlerle ilgili başka dosyaların da bu eserlerin kayıt altına alınması için UNESCO'ya gönderildiğini dile getirdi. Feribzer Devletabadi, UNESCO'ya gönderilen ve kayıt altına alınması istenen bir başka doğal mirasın ise İran ve Azerbaycan arasındaki ormanlık bölge ve Mangru Ormanı olduğunu açıkladı.
 

İran'ın en yüksek noktası olan Demavend Dağı, Pers mitolojisinde ve İran'ın kültünde de önemli bir yere sahip. 5 bin 610 metre yüksekliğe sahip olan Demavend Dağı, aynı zamanda Ortadoğu'nun en yüksek noktası ve Asya kıtasındaki en yüksek aktif volkanik dağ olarak da biliniyor. Hazar Denizi'nin güney kıyısında yer alan yanardağın, en son 6 Temmuz 2007'ye kadar aktif olduğu belirtiliyor.

Demavend Dağı, Pers literatüründe ve mitolojisinde ise İranlıların direnişini sembolize ediyor. Zerdüştlükle ilgili efsanelere göre Azi Dahaka adlı üç başlı ejderhanın, bu dağ içine zincirlendiğine ve dünyanın sonuna kadar da burada kalacağına inanılıyor. Firdevsi'nin ünlü eseri Şeyhname'de de dağın sihirli güçleri bulunduğu anlatılıyor.

Yeni Şafak, 31.03.2008

LONDRA'DA OLİMPİYAT ALANINDA DEMİR ÇAĞI'NDAN KALMA İSKELETLER

 

Arkeologlar Londra 2012 Olimpiyat Parkı’nda dört Demir Çağı mezarı buldular. Mezarlarda bulunan ve yaklaşık 3000 yıllık oldukları tahmin edilen iskeletler incelenmek üzere laboratuara nakledildi. 

 

Olimpiyat Parkı’nın su sporlarına ayrılmış bu bölümündeki inşaat çalışmaları sırasında daha önce de bir Roma sikkesi, Roma Dönemi duvar kalıntıları, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma cephaneler ve Lea Nehri’nde kullanıldığı düşünülen, 19. yüzyıldan kalma bir balıkçı sandalı bulunmuştu. 

 

Endüstri Devrimi sonunda dolgu toprakları ile düzlenip fabrika sahası haline gelen Olimpiyat Parkı alanı 3000 yıl önce içinden nehir geçen bir vadiydi. 2012 de yapılacak Olimpiyat için gerekli yapılarının inşaatı sürerken 140 ayrı açmada arkeolojik sondajlar da yürütülmekte. 

Associated Press, 27.03.2008

EN FAZLA GELİRİ AYASOFYA MÜZESİ SAĞLIYOR

 

Türkiye'nin bacasız fabrikası olarak nitelendirilen ve yılda milyar dolarlarla ifade edilen büyüklükte gelir sağlayan turizm sektörünün en önemli ayaklarından birisini de müzeler oluşturuyor. Geçen yıl 2 milyon 260 bin kişi tarafından ziyaret edilen Ayasofya Müzesi'nden toplam 16 milyon YTL gelir sağlandı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan verilen bilgilere göre, 2007 yılında 1 milyon 749 bini yabancı ve 477 bini yerli olmak üzere 2 milyon 226 bin kişinin ziyaret ettiği İstanbul'daki Ayasofya Müzesi, gelen turist sayısıyla Türkiye'deki müzeler arasında en fazla ziyaret edilen müze olurken, bu ziyaretçilerden bir yıl içinde toplam 16 milyon 95 bin YTL gelir sağlandı. Ayasofya Müzesi'ni 896 bini yabancı, 723 bini yerli olmak üzere 1 milyon 620 bin ziyaretçi sayısı ile İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi takip ediyor. Bu müzenin 1 yıllık toplam geliri ise 10 milyon 549 bin YTL oldu. Ziyaretçi sayısı yerli ve yabancı 369 bin kişi olan Topkapı Sarayı Harem Dairesi'nin yıllık geliri ise 3 milyon 697 bin YTL ile ziyaretçi sayısı kat ve kat fazla olan birçok müze ve ören yerinden daha fazla gelir sağladı. Ziyaretçi sayısı bakımından Türkiye'de ilk 5'e giren Konya Mevlana Müzesi'ni ise 2007 yılında yabancıdan çok yerli turist ziyaret etti. Toplam 1 milyon 484 bin ziyaretçinin sadece 231 binini yabancı ziyaretçiler teşkil ederken, 1 milyon 253 binini ise yerli ziyaretçiler oluşturuyor. Ziyaretçi sayısı ile Topkapı Sarayı Harem Dairesi'nin yaklaşık 3 katından fazla turistin ziyaret ettiği müzenin 2007 yılı geliri ise 1 milyon 991 bin YTL olarak gerçekleşti.


Türkiye'nin turist çeken önemli ören yerleri de, ziyaretçi ve gelir bakımından turizm sektöründe önemli bir yer tutuyor. Ören yerlerinin en önemlilerinden birisi olan ve tarihi antik çağlara kadar uzanan İzmir Efes Ören Yeri'ni 2007 yılı içinde 1 milyon 281 bini yabancı, 215 bini yerli olmak üzere 1 milyon 496 bin kişi ziyaret ederken, bir yılda toplam 9 milyon 876 bin YTL gelir sağlandı. Efes'in ardından ikinci sırada 995 bin yabancı ve 161 bini yerli olmak üzere 1 milyon 157 bin ziyaretçi sayısı ile Denizli Hierapolis Ören Yeri geliyor. İlk 10 müze ve ören yeri içindeyse son sırayı 274 bini yabancı, 65 bini yerli olmak üzere 339 bin ziyaretçi ve 1 milyon 677 bin YTL geliri ile Nevşehir Kaymaklı Yer Altı Şehri aldı.

Yeni Şafak, 31.03.2008

KALEİÇİ'NİN GÖZÜ DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NDE

 

 

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, alt yapı çalışmaları tamamlanan tarihi Kaleiçi'nde, zemin kaplaması biten sokakların ışıklandırıldığını belirterek, "Proje tamamlandığında Kaleiçi'nin dünya kültür mirası listesine girmeyi hedefliyoruz" dedi. Türel, yaptığı yazılı açıklamada, Antalya'nın en önemli kültür mirası tarihi Kaleiçi'ni cazibe merkezi haline getirmek ve gerçek kimliğine kavuşturmak için başlatılan düzenleme çalışmalarında adım adım sona gelindiğini; alt yapı çalışmaları tamamlanan Kaleiçi'nde zemin kaplaması biten sokakların ışıklandırıldığını kaydetti. Projeyi yürüten Antepe'nin, Kaleiçi'ni turizm sezona yetiştirebilmek için hemen her sokakta çalışma yaptığını, tüm sokakların içme suyu,yağmur ve atık su şebeke inşaatının tamamlandığını ifade eden Türel,Telekom hattı inşaatının da yüzde 90 oranında bitirildiğini belirtti.

Sokaklara, Koruma Kurulu'nca onaylanan Paşakahvesi eskitilmiş mermer ile eskitilmiş diyabez taşları döşendiğini ifade eden Türel, zemin kaplama çalışmaları tamamlanan Cami, Fırın, Hesapçı Geçidi, Zeytin, İmaret,Civelek, Zafer, Hıdırlık, Zeytin Geçidi, Zeytin Çıkmazı, Müze, Hıdırlık Çıkmazı, Mescit, Aralık, Musalla, Ömer Efendi, Mermerli, Tabakhane, Bozya sokaklarına 160 aydınlatma direği monte edildiğini bildirdi.

Tabakhane Geçidi, 1. Sakarya, 2. Sakarya, Akarçeşme, Kandilli Geçidi, Kocatepe, Hamit Efendi, Kandiller, Çinçin Kuyu Çıkmazı, Kandiller Çıkmazı, Acar Taksi, Fırın, Hamam ve Yenikapı sokaklarında zemini mermerle kaplama çalışmalarının sürdüğünü bildiren Türel, şunları kaydetti:"Yat Limanı'nda alt yapı çalışmaları biterken, İskele Caddesi'ne zemin kaplama öncesi beton döküldü. Bu sokaklar da mermerle kaplandıktan sonra ışıklandırılacak. Kaleiçi tarihi kimliğine ve Antalya'ya yakışır şekilde pırıl pırıl olacak. Antalya'nın en değerli noktası olan Kaleiçi'ni yeniden canlandırmak amacıyla başlattığımız çalışmalar turizm sezonu öncesinde tamamlanacak. Proje tamamlandığında Kaleiçi'nin dünya kültür mirası listesine girmesini hedefliyoruz."

Yeni Şafak, 31.03.2008

OSMAN HAMDİ BEY'İN EVİ MÜZE OLUYOR

 

Osmanlı’nın son dönem ünlü ressamlarından Osman Hamdi Bey’in Muğla’nın Yatağan İlçesi'ne bağlı Turgut beldesinde restorasyonu tamamlanan evinin, müze olarak hizmet vermesi planlanıyor.

Özellikle “Kaplumbağa Terbiyecisi” isimli yağlı boya eseriyle hafızalarda yer tutan Osman Hamdi Bey’in adını taşıyan müzede, Lagina Antik Kenti’nden çıkartılan bazı eserler sergilenecek.

Proje ile aynı zamanda Türkiye’nin ilk müzecisi olan Osman Hamdi Bey’in hatırası da yaşatılmış olacak. Lagina’daki ilk kazıları 1893 yılında Osman Hamdi Bey başlatmıştı.

Türkiye Gazetesi, 31.03.2008

ILISU BARAJI'NIN BİR AYAĞI ÇUKURDA





Ilısu Barajı’nın inşa edilebilmesi için Devlet Su İşleri’nin yerine getirmesi gereken 153 ön şartı denetleyen uluslararası bilirkişi heyeti, bu güne kadar şartların hemen hiçbirinin gerçekleştirilmediğini belirtti. Heyet tarafından yayınlanan raporda Doğa Derneği’nin daha önce yayınladığı bilimsel rapora atıfta da bulunularak yapılması beklenen doğa ve kültür araştırmalarının dökümü sunuluyor. (1)

Yaklaşık iki yıl sürmesi beklenen çalışmalar baraj inşaatının bir süre daha durmasına neden olabilir. Bu nedenle, barajı finanse eden Alman, Avusturyalı ve İsviçreli kredi kuruluşları projenin geleceğini konuşmak üzere Türkiye’ye gelecekler.

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan rapor, Devlet Su İşleri tarafından kurulması beklenen Proje Uygulama Birimi’nin görevlerini anlaşmalar doğrultusunda yerine getirmediğini, hatta bu birimin henüz tam olarak oluşturulmadığını gösteriyor. Rapor, biyolojik çeşitliliğin ve kültürel mirasın korunması ve belgelenmesi çalışmalarının da yerine getirilmediğini belgeliyor.(2)

Doğa Derneği Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk yaptığı açıklamada “Yeni yayınlanan uluslararası bilirkişi raporu açıkça gösteriyor ki, Ilısu Barajı sadece Türkiye’nin en önemli kültür miraslarından Hasankeyf’in değil, bölgeye has Fırat Kaplumbağası gibi canlıların da sonunu getirecek bir proje” dedi.

Ilısu barajını finanse edecek olan Avrupalı kredi kuruluşları ve Türkiye Hükümeti’nin 2007 Mart ayında yaptığı anlaşmaya göre, kredinin sağlanabilmesi için Devlet Su İşleri’nin, biyolojik çeşitlilik, kültürel miras ve yerleşim alanlarını terk etmek zorunda kalacak bölge halkı ile ilgili konularda önceden anlaşılan 153 şartı yerine getirmesi gerekiyor. Söz konusu raporu yayınlayan bilirkişi heyetinin görevi ise bu şartların yerine getirilip getirilmediğini denetlemek ve Almanya, Avusturya ve İsviçre kredi kurumlarına rapor durum hakkında rapor vermek.

Söz konusu kredi kurumları ayni zamanda Avrupa’daki sivil toplum kuruluşları tarafından projeden çekilmeleri için büyük baskı altındalar.

Ertürk, “Ilısu Barajı gibi bir proje, bu krediyi veren ülkelerde çevresel etkilerinden dolayı, ciddiye alınmaz ve kesin olarak uygulanamaz. Doğa Derneği, ülkemizin biyolojik zenginliğine ve kültürel mirasına geri dönülmez zararlar verecek bu baraj projesinden derhal vazgeçilmesini ve Avrupa’nın bu çifte standart uygulamasına son vermesini talep ediyor” diyerek sözlerini tamamladı.

Notlar:
(1) 2007 Mart ayında Alman, Avusturyalı ve İsviçreli kredi kuruluşları ile Türkiye Hükümeti arasında projenin kredisini garanti altına alan bir anlaşma imzaladı. Kredi kuruluşları, uluslar arası baskılardan dolayı bu anlaşmayı 153 şarta bağladı. Bu şartlar kredi kurumları tarafından atanan uluslar arası 15 kişilik bilirkişi kurulu tarafından biyolojik çeşitlilik, kültürel miras ve yeniden yerleşim alanlarında denetlenmekte. Türkiye bu şartları gerçekleştirmediği takdirde kredi kurumları anlaşmadan vazgeçebilir.

(2) “ Bilirkişiler saha ziyaretleri sırasında, Proje Uygulama Birimi’nin hala kurulmaya çalışıldığını ve ziyaret öncesinde yeterli kapasitenin oluşturulmadığını gözlemlemiştir. 2007 Ekim ayında Zürih’te bu saha ziyareti öncesi, biyolojik çeşitlilik çalışmaları tasarısının sunması anlaşıldığı halde, bilirkişilere herhangi bir bilgi sunulmamıştır” (Bilirkişi çevre raporu sayfa 23)

Raporun yayınlandığı resmi linkler

- Yeniden yerleşim raporu (http://www.ilisu-wasserkraftwerk.com/page.php?modul=HTMLPages&pid=77)
- Çevre raporu (http://www.ilisu-wasserkraftwerk.com/page.php?modul=HTMLPages&pid=64)
- Kültürel miras raporu (http://www.ilisu-wasserkraftwerk.com/page.php?modul=HTMLPages&pid=67)

Yapı, 31.03.2008

EFES'TE TUVALET ÜCRETSİZ

 

Efes Antik Kenti’nde, tuvaletler artık ücretsiz... 5 yıl önce Selçuk Mal Müdürlüğü’nce yapılan ihale, Aralık 2007’de doldu. 15 yıllığına işletme hakkını devralan Kültür Bakanlığı Döner Sermaye Müdürlüğü, tuvaletleri, Efes Müzesi bünyesine kattı, ücretsiz olarak hizmete açılmasını sağladı. 

Milliyet Ege, 31.03.2008

OSMANLI HAT SANATI SEVİLLA'DA

 

Sakıp Sabancı Müzesi'nin (SSM) Osmanlı Hat Koleksiyonu'ndan seçilen eserler, İspanya'nın Sevilla kentinde sergilenecek. 4 Nisan'da Sevilla'daki Real Alc·zar Sarayı'nda açılacak sergide 15. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl başlarına Osmanlı hattatlarına ait 96 eser yer alacak. Osmanlı hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh Hamdullah başta olmak üzere, Şehzade Korkut, Ahmed Karahisari, Derviş Ali, Hafız Osman, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Mustafa Rakım, Kazasker Mustafa İzzet ve Sami Efendi gibi çok sayıda hattatın eserlerinin yanı sıra hat sanatçılarınca kullanılan aletler de sergilenecek. 15 Haziran'a kadar sürecek sergide Kur'an-ı Kerim'ler, meşk ve hat albümleri ile yazıların anıtlardaki kullanımını gösteren geç dönem Osmanlı resimlerinden örnekler de var.

Radikal, 31.03.2008

EVLİYA ÇELEBİ'Yİ AĞIRLAYAN TARİHİ HAMAM HAYATA DÖNDÜ

 

Çorum’da, 1573 yılında Erzurum Beylerbeyi Ali Paşa tarafından yaptırılan ve Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de yer alan Ali Paşa Hamamı yaklaşık 2 milyon YTL’ye restore edilip yeniden hizmete açıldı.

Kas Turizm A.Ş, tarihi yapıyı orijinal dokusu bozulmadan restore ettirip Yeni Hamam adıyla hizmete açtı. Firmanın Yönetim Kurulu Başkanı Ünal Kakaç, Ali Paşa’nın içine atıyla girebileceği kadar büyük bir hamam yaptırmak üzere talimat verdiğini, ancak açılışını göremediğini söyledi. "Tokat’ta da kendi adına hamam ve camiyi de içine alan bir külliye yaptıran Ali Paşa’nın Çorum’daki eserini yeniden canlandırmak bize nasip oldu" dedi.

Hamamın restorasyonu iki yıl sürdü. Tadilat sonunda, kadın ve erkek bölümlerine buhar banyo odaları, sauna, masaj odası, fitness center gibi yeni bölümler yapıldı. Osmanlı dönemindeki yedi kat kubbeye özel yalıtım sistemi yapılarak terleme önlendi. Orijinal mimarisine bağlı kalındı. Kurnalar orijinal haliyle bırakıldı. Hamamın dört mevsimi simgeleyen odalarından he biri farklı sıcaklıklarda.

Hürriyet Ankara, Haber: Mustafa Demirer, 31.03.2008

GÖKGÖL MAĞARASI'NI 20 BİN KİŞİ GEZDİ

 

Zonguldak’ta traverten, sarkıt, damlataşlar ve dikit sütunlarla süslü Gökgöl Mağarası, yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı oluyor.

Zonguldak- Ankara Karayolu’nun yakınında, kent girişinde bulunan 875 metre uzunluğundaki mağarayı geçen yıl 20 bin 269 turist ziyaret etti.


Mağara özellikle damlataş yönünden oldukça zengin. 2 ile 15 metre genişliğinde, 1 ile 18 metre yüksekliğinde olan traverten, sarkıt ve dikit sütunlarla süslü.

Mağarada fosil giriş, damlataşlar galerisi, çöküntü salonu, muhteşem salon, büyük çöküntü salonu ve harikalar salonu adlı bölümler bulunuyor.

Aydınlatma sistemi kurulan mağarada yürüyüş parkuru, köprüler ve seyir terasları var.

Hürriyet Ankara, Haber: Ersin Ercan, 31.03.2008

MÜZELERDE 2010 TELAŞI

 

Avrupa Birliği tarafından Kasım 2006'da '2010 Avrupa Kültür Başkenti' ilan edilen İstanbul için yapılacak projeler tomurcuklarını göstermeye başladı. 'Tarihi bir fırsat' olarak değerlendirilen 2010'a pek çok kurum hazırlanıyor.

 

Hangi projelerin dal budak salacağı ise merak konusu. Akıllarda 2010'un elle tutulur etkinliklerle mi yoksa bir şenlik olarak mı anılacağı soruları dolanadursun, dünyanın dört bir yanından pek çok ziyaretçi bekleniyor İstanbul'a. 2010'a doğru vakit gitgide daralırken, sanatseverlerin uğrak yeri özel müzelerin yöneticilerine neler planladıklarını sorduk. Kimileri hazırlıklarını çok açmayıp konu komşudan saklasa da, özel müzeler 2010'a farklı projelerle hazırlanıyor.

 

Dr. Nazan Ölçer (Sakıp Sabancı Müzesi):

"2010 yılının ilk yarısında 'İstanbul' sergisi olacak. Serginin 1. bölümü 'Doğu Roma'dan Bizans'a' adını taşıyacak. Sergi, Bizans sanatına beşiklik etmiş olan İstanbul'un bu dönemini, yurtiçi ve yurtdışı koleksiyonlardan eserlerle, bütün etkileşim ağı çerçevesinde sunmayı hedefliyor. Serginin 2. bölümü ise; 'Bizans'tan Osmanlı'ya'. İstanbul'un tarihiyle ilgili 2. büyük sergi ise fetihten sonraki İstanbul'u ele almayı hedefliyor. Müzemizin 2010 yılının ikinci yarısında düzenleyeceği bir başka sergi ise 'Venedik ve İslam' başlığını taşıyor. Venedik Cumhuriyeti, 15-16 ve 17. yüzyıllar boyunca Akdeniz'deki en önemli güçlerden biri ve özellikle Doğu Akdeniz limanlarıyla en yakın ilişkide olan devletti. Tarihte oynadığı en önemli rol ise İslam sanatı ve kültürünü Batı'ya ve Hıristiyan dünyasına taşıyan en önemli aracı kurum olmasından kaynaklanır. Barış yıllarında çok daha büyük önem kazanan bu ilişkiyi savaş yılları da engellememiş, pek çok sanat eseri ve taşıdıkları mesaj Batı dünyasına onların aracılığıyla ulaşarak, yeni etkileşimlere zemin hazırlamıştır. Bu kompleks ilişki ağını sunacak olan sergide, yurtdışındaki koleksiyonlardan getirilecek çok sayıda eser de yer alacak."

 

Levent Çalıkoğlu (İstanbul Modern):

"2010 için birinci projemiz, New Media'yı (Yeni Teknoloji) kullanan yerli ve yabancı çağdaş sanatçıları bir araya getiren büyük bir sergi gerçekleştirmek ve bunu İstanbul'daki bağımsız sivil inisiyatiflerle ilişkilendirerek paylaşmak. İkinci projemiz, uluslararası çağdaş sanat trafiği içerisinde yer alan bir müzeyiz, dolayısıyla 20. yüzyılın çağdaş sanatına damgasını vurmuş çok önemli bir sanatçının büyük bir sergisini yapmayı planlıyoruz. Üçüncü olarak da bu coğrafyadaki modernlik ve gelenek ile çağdaş sanatı buluşturan bir sergi tasarlıyoruz."

 

Ahu Has (Rezan Has Müzesi):

"Rezan Has Müzesi olarak 2010 yılında yurtdışıyla yapmış olduğumuz bir protokol söz konusu. 2010 İstanbul Kültür Başkenti kapsamında British Museum'ın 'Treasures of the Worlds Cultures/Dünya Kültürlerinin Hazineleri' isimli sergisini düzenleyeceğiz. Sergide British Museum'un çeşitli seksiyonlarında yer alan dünya kültürlerinden seçme eserler yer alacak. Geçtiğimiz sene Hong Kong'da düzenlenen bu sergi, 2010 yılında Rezan Has Müzesi'nde açılacak. Bunun dışında Haliç konulu özel bir serginin de çalışmaları hala devam ediyor."

 

M. Özalp Birol (Pera Müzesi):

"Suna ve İnan Kıraç Vakfı olarak, 2010 yılına yönelik projelerimizi, bağlı kuruluşlarımız İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ve Pera Müzesi eşgüdümüyle ve işbirliğiyle gerçekleştiriyoruz. Halen üstünde çalışmakta olduğumuz 3 proje var. Birincisi Hipodrom (At Meydanı). İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, bu projeyi hayata geçirmek için Hipodrom'u, uluslararası bilim insanları ve kuruluşlarının katılımıyla, disiplinler arası bir yaklaşımla araştırmakta. Pera Müzesi'nde hayata geçirilecek proje, sergi, sözlü etkinlikler ve yayıncılık ürünlerini içeriyor.

 

İkinci projemiz, 'III. Selim ve Aydınlanma Çağı-Ateş Denizinde Yolculuk'. Bu proje, Doğu-Batı ilişkilerini, iki farklı dünyanın birbirini anlama ve kavrama konusunda yoğun çaba gösterdikleri 18. yüzyıl Türkiye-Avrupa coğrafyasına odaklanarak yansıtmayı amaçlıyor. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nden Ekrem Işın tarafından oluşturulan projeyle ilgili olarak enstitü, ulusal ve uluslararası bilim ve sanat kuruluşlarıyla işbirliği yapıyor.

 

Üçüncü projemiz ise 'Osman Hamdi Bey'. Osman Hamdi Bey'in ressam, arkeolog, müzeci ve kültür-sanat girişimcisi yönlerine odaklanan, şu ana kadar sergilenmemiş bazı yapıtlarıyla birlikte, arşivini de sanatseverlerle buluşturmayı hedefleyen bir proje. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ve Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü işbirliğiyle yurtiçinden, yurtdışından seçkin bilim insanlarının katkılarıyla gerçekleştirilecek olan sergiyle eşzamanlı olarak kapsamlı bir sempozyum da planlıyoruz."

Zaman, Haber: Musa İğrek, 31.03.2008



"İLK AVRUPALI"NIN 1.2 MİLYON YAŞINDA OLDUĞU ANLAŞILDI

 

Yeni bulunan bir çene fosilinin incelenmesi sonucu Batı Avrupa’ya ilk insanların 1.2 milyon yıl önce ulaştıkları anlaşıldı. Bu ise daha önce tahmin edilen tarihlerden çok daha eski. Fosil çene geçen Haziran ayında İspanya’nın kuzeyinde, Atapuerca’da yapılan bir kazıda bulunmuştu. Aynı kazıda daha önce de tek bir diş ve taş aletlere rastlanmıştı. Dişin analizinde 1.2 milyon yıllık olduğu anlaşılmış, fakat herhangi bir makale ile bu keşfi duyurmadan önce daha fazla araştırma yapılması gerektiği düşünülmüştü. 

 

Şimdi, aynı noktada bulunan ve hemen hemen aynı tarihe sahip olan Homo antecessor çene kemiği ile, Tarragona Üniversitesi’nden kazı başkanı  Eudald Carbonell bunun bilinen en eski Avrupalı olduğunu duyurdu. 

 

Zaten Homo antecessor bir tür ismi olarak ilk defa 1997 de burada bulunan 900.000 yıllık insan fosillerine verilmişti. Şimdi yeni bulunan bu çenenin de, arada yaklaşık 300.000 yıllık zaman dilimi olmasına karşılık,  Homo antecessor olduğu tahmin ediliyor. Çene sahibinin cinsiyeti bilinmemesine karşın 30-40 yaşları arasında ölmüş olabileceği düşünülüyor. 

 

Fosil, Atapuerca’da, 18 m uzunluğundaki Sima del Elefante olarak bilinen mağarada yapılan kazılarda bulundu. Bölge, demiryolu inşaatı sırasında açığa çıkan ve hominid, hayvan kalıntıları açısından çok zengin mağaraları olan bir kireçtaşı havzası. 

National Geographic News, Haber: James Owen, 26.03.2008

HASANKEYF'TE MAĞARALAR TEKRAR AÇILIYOR

 

 

Batman'ın Hasankeyf İlçesi'nde bir süre önce kapatılan iş yerleri tekrar açılacak.

Hasankeyf'te hiç bir sanayi tesisinin olmadığını belirten esnaflar, tek geçim kaynaklarının bu dükkanlar olduğunu söyledi. Diyarbakır Tabiatı Koruma Vakfı tarafından açılan dava sonucu kapatılmalarına karar verilen Hasankeyf Kalesi'ndeki kafe ve hediyelik eşya dükkanlarının yeniden açılacağı öğrenildi.

Vakfın açtığı davaya karşılık Hasankeyf esnafı da haklarını korumak amacıyla karşı dava açtı. Bu süreçte kaymakamlıkça boşaltılan mağaralarda çalışan esnaflar karara tepki göstermiş ve benzer turistik beldelerdeki mağaralarda bu uygulamanın yapılamadığını belirtmişti.

Vali Recep Kızılcık, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Vakıf yetkilileri ile görüştük birkaç gün içinde bu mağaraların yeniden hizmet vermeleri konusunda söz aldık" dedi.

Haber Diyarbakır, 30.03.2008

BODRUM KALESİ TURİZM SEZONUNA HAZIRLANIYOR

 

Turizm sezonuna hazırlanan Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müze Müdürü Yaşar Yıldız, turizm sezonu öncesinde çalışmaların hız kazandığını ve bu kapsamda kale girişine elektronik turnike sistemi kurulacağını bildirdi.

 

 

Kale girişine turnike sistemi kurulmasına ilişkin projenin geçen yıl Muğla Koruma Kurulu’nca onaylandığını belirten Yaşar Yıldız, ''Kalede şu anda bilet satışı yapılan yerin yakınına elektronik turnike sistemi kurulacak. Bu sisteme göre misafirler bir kart yardımıyla kaleye giriş yapabilecek. Müzeye gelen misafirler için ücretsiz kaleye giriş kart sistemi yapılacak. Projeye Nisan ayında başlanacak ve Mayıs ayında turizm sezonuna yetiştirilecek '' dedi.

 

Bodrum Kalesi'nde çeşitli ağaç türleri bulunduğunu; bu ağaçların üzerine Türkçe isimlerinin yanı sıra Latince ve İngilizce isimlerinin de  yazılacağını bildiren Yıldız, ''Turistlerin bir kısmı özellikle bizim ülkemizde yetişen ağaç türlerinin isimlerini bilmiyor. Onlara yardımcı olabilmek için ağaçların üzerine, bir panoya Türkçe isimlerinin yanı sıra Latince ve İngilizce isimlerini de yazıyoruz'' diye konuştu.
       
Yıldız, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Kalede güvercinler ve tavus kuşları var. Hayvanları çok seven bir arkadaşımız bunların bakımını yapıyor. Yumurtlama ve kuluçkaya yatma dönemlerini takip ediyor. Renkli tavus kuşlarının yanında bir tane beyaz renkli tavus kuşu var. Bu mevsimde gösteri yaparlar.''

Turizm Gazetesi, 30.03.2008

EFES'İN BÜTÇESİ YUNANİSTAN'A

 

 

Efes antik kazılarına atadığı kazı başkanı ile arkeoloji dünyasında olay yaratan Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Johannes Koder, şimdi de Efes kazılarına harcanması gereken bütçeyi, Bizans sevgisinden dolayı Yunanistan'daki kazılara aktarmakla suçlandı.

Aynı zamanda ünlü bir Bizantolog olan Prof. Koder iddialara karşı kendini "Bütçeyi eşit şekilde harcamaya çalışıyoruz ama işimizi yapmamıza fırsat verilmiyor" diyerek savundu.

İddiaları yalanlayan Prof. Koder, "Efes'te yıllardır yürüttüğümüz araştırmaları, eğer işimizi yapmaya izin verirlerse aynı şekilde devam ettireceğiz" dedi.

Ortaya atılan iddiaların aksine, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nün 2006'dan bu yana Efes'e aktardığı bütçenin oldukça büyüdüğünü vurgulayan Koder, bu tip dedikodularla karşı karşıya bırakılmaktan huzursuzluk duyduğunu söyledi.

Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 30.03.2008

"ALLAH İZİN VERİRSE LAFI LAİKLİĞE AYKIRI OLUYOR MU?"

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, dün Alanya’da “Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması” konulu toplantıya katıldı. Günay şöyle konuştu: “Ankara’da Resim Heykel ve Etnografya Müzesi gibi son derece hoş bir binanın arkasına kamu inanılmaz çirkinlikte bir bina yapmış. O tarihlerde Anıtlar Kurulu nasıl izin verilmiş buna? Allah izin verirse, nisan ayında bu binanın dördüncü katından sonrasını traşlayacağız. Bu Allah izin verirse lafı laikliğe aykırı olmuyor değil mi? O kasıtla söylemedim.” Bakan’ın bu açıklaması, salonda bulunanlar arasında gülüşmelere neden oldu.

Vatan, Haber: Sefa Karacan, 30.03.2008

SULUKULE'DE NELER OLUYOR?



Sulukule’nin başına gelmeyen kalmıyor. Başbakan ucube diyor, Fatih Belediyesi "kentsel yenileme" için gözüne kestiriyor.

Hatta 2006’da Sulukule için "acil kamulaştırma kararı" çıkartılmış. Bu gidişle Sulukule’de yüzyıllardır yaşayan üç binden fazla Roman tahliye edilecek. Peki bu insanlar nereye gidecek?

Doğrusunu isterseniz Başbakan Tayyip Erdoğan’ın "ucube" demesinden beri İstanbul’un Sulukule semtine ilgim daha da arttı.

Neler oluyor Sulukule’de?

Geçen hafta İstanbul, Akaretler’de restore edilen Sıraevler’in açılışını yapan Başbakan’a bakarsanız bu "ucube" semt "kentsel yenileme" projesiyle yepyeni bir yüze kavuşacak. Modernleşecek.

Başbakanımız her konuştuğunda gaflar peş peşe geliyor

Yüzyıllardan beri Romanların yaşadığı mahalleyi "ucube" diye tanımlaması bir yana "Sulukule’yi bilmeyenler, gidip görmeyenler kentsel yenileme projesiyle ilgili garip garip konuşuyor" diyor.

Ne kadar yanılıyor...

Zira Sulukule’de yapılanların yanlış olduğunu söyleyenler mahalleyi iyi bilen, birkaç kez gezip incelemiş bilim insanları: Sosyologlar, şehir planlamacıları, mimarlar, arkeologlar...

Sulukule’de "kentsel yenileme" projesi de yanlış bir değil onlarca.

En başından başlarsak. Fatih Belediyesi burasını "kentsel yenileme" için gözüne kestirmiş. 2006 yılında Sulukule için "acil kamulaştırma kararı" çıkartılmış. Oysa bu karar sadece deprem gibi afetler için çıkartılan bir karar.

Kamulaştırma Sulukule’de yüzyıllardan beri yaşayan üç binden fazla Roman’ın tahliyesi anlamında. Peki bu insanlar nereye gidecek?

Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir "TOKİ’nin Taşoluk’ta yaptığı evleri vereceğiz onlara" diyor. Bedava değil krediyle elbet.

Günü gününe yaşayan, kazandığını aynı gün harcayan Romanlarda kredi ödeyecek para nerde?

Kaldı ki, çalgıcıysa, çiçekçiyse Sulukule’den 45 kilometre uzaklıktaki Taşoluk’tan nasıl şehir merkezine inecek?

Ruhları özgür Romanları kendi ortamlarından kopartıp TOKİ evlerine tıkmak nasıl bir mantık?

Peki dünyada Romanların ilk yerleşim merkezi diye bilinen Sulukule neye dönüşecek?

Vaktiyle burada 300 kadar müzisyen yaşamış, müzik bir "ekol" haline dönüşmüş ve nesilden nesile aktarılmış.

Yine vaktinde Sulukule eğlencenin, turizmin merkezi.

Şimdi aralarında "tescilli" olanlar dahil evler yıkılacak. Yerlerine "Osmanlı" tarzı villalar kondurulacak. "Kentsel yenileme" projesi bu.

İşin bir de arkeolojik boyutu var.

Bu tarihi mahallenin altında Bizans kalıntılarının hatta bir Bizans Sarayı’nın olması ihtimali çok yüksek.

Üstelik Türkiye’nin 1982’de imzaladığı UNESCO konvansiyonu "Yeraltındaki arkeolojik varlıklar incelenmeden inşaat yapılmaz" diyor.

Kim takar UNESCO’yu?

UNESCO İzleme Komitesi üyesi Prof.Dr. Cevat Erder, Sulukule’yi gidip gören bilim adamlarından. "Ağlayan yaşlı kadınlar gözümün önünden gitmiyor. Evlerine kırmızı bir çarpı işareti konmuş. İşaret evleri yıkılacak anlamında."

Avrupa’nın bazı şehirlerinde "kentsel yenileme" projeleri gördüm. Hiçbirinde o mahallelerde yaşayanlar yerlerinden kopartılmamıştı.

Aksine. Yenileme projeleri onlar düşünülerek yapılmıştı.

Sulukule, Başbakan’ın deyişiyle "ucube"likten kurtarılacaksa bu Sulukulelileri de kucaklayacak bir şekilde yapılamaz mıydı?

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 30.03.2008

"STONEHENGE"DEN SONRA "SEAHENGE"

 

1998'de İngiltere Norfolk sahillerinde, toprağa saplanmış 55 meşe kütüğünden yapılmış bir daire bulunmuştu. “İkinci Stonehenge”, “Ahşap Stonehenge”, “Seahenge” gibi isimler takılan, yaklaşık 4000 yıllık ve Bronz Çağ’a tarihlenen bu yapı yerinden sökülerek Peterborough’daki laboratuvarda incelenmiş, ardından Portsmouth’da korumaya alınmıştı. Yıllar sonra Seahenge yeniden bulunduğu yere dönüyor ve önümüzdeki haftadan itibaren Lynn Müzesi’nde teşhir edilmeye başlıyor.  

 

Bulunduğu dönemde yapılan lazer taramaları sonucunda ahşap kütüklerin üzerinde metal alet izleri bulunmuştu. Bu izler İngiltere’nin bilinen en eski metal alet kullanımı olarak kabul ediliyor. Araştırmacılar bu dairenin yapımında 50 ila 80 kişinin çalıştığını ve anıtın, büyük bir olasılıkla, önemli bir şahsın ölümünü anmak için dikildiğini düşünüyorlar. 

 

Üzerini örten kum tepeciğinin rüzgarlarla yok olmasının ardından, ahşap daire denizin çekildiği dönemlerde görünür hale gelmeye başlamıştı. 

BBC News, 25.03.2008

İSTANBUL'DA TURİZMİN YENİ MERKEZİ FATİH OLACAK

 

Avrupa Birliği'nden (AB) verilen hibe ile başlatılan Fener ve Balat semtlerindeki tarihi yapıları yenileme çalışmaları büyük oranda tamamlandı. Başkan Demir, Fatih'i İstanbul'un turizm merkezi yapacak restorasyonun haziranda biteceğini açıkladı.

 

İstanbul'un tarihi ilçelerinden Fatih'in Fener ve Balat semtleri, Avrupa Komisyonu tarafından sağlanan 7 milyon Euro'luk hibe ile restore ediliyor. Avrupa Birliği (AB) ve Fatih Belediyesi'nin ortaklaşa yürüttüğü 'Fener ve Balat Semtleri Rehabilitasyon Programı' çerçevesinde belirlenen 126 yapının 100'ünün restorasyonu tamamlandı. Çalışma kapsamında tespit edilen diğer 26 yapının restorasyon çalışmaları da haziran ayında tamamlanarak proje bitirilmiş olacak.

 

Fener ve Balat Semtleri Rehabilitasyon Programı çalışmasının AB'nin Türkiye'de yaptığı en büyük proje olduğunu kaydeden Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, "Bu projenin dört önemli ayağı var. Bunlar sırasıyla tescilli evlerin tespit edilmesi ile restorasyonu. Bölgede yaşayan halkın sosyal ve kültürel yönden gelişimine katkıda bulunacak sosyal merkez kurulması, Balat tarihi çarşısının yenilenmesi ve son olarak Fener ve Balat'taki çöplerin kaynağında ayrıştırılarak toplanmasının sağlanması." dedi. Projeye AB'nin 7 milyon Euro verdiğini belirten Başkan Demir, "3 milyon 850 bin Euro belirlenen 126 evin yenilenmesi, 1 milyon Euro kültür merkezi yapılması ve kalan 2 milyon 150 bin Euro da Balat çarşısı iyileştirmesi ve katı atık yönetimine harcandı." dedi.

 

Fener ve Balat semtlerindeki tarihi evlerin aslına uygun restore edilmesini sağlayan projenin haziranda bitirileceğini kaydeden Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'e göre, Fatih, çalışmaların tamamlanmasıyla İstanbul'un en gözde turizm bölgesi olacak. İstanbul'a gelecek turistler, Süleymaniye, Sultanahmet ve Ayasofya gibi tarihi mekanların yanında Fener ve Balat'ı da ziyaret edecek. Demir şunları söyledi: "Bu çalışmada Anemas Zindanları, Tekfur Sarayı, Karia Müzesi ile Ayvansaray Türk Mahallesi birlikte ele alınmalı. Turistler Edirnekapı'dan yürüyerek bütün bu alanları gezerek Fener ve Balat'a ulaşacak. Amacımız bu son durakta turistlerin konaklamasını sağlamak."

 

Vatandaşların Fener ve Balat semtlerinde yapılacak yenileme çalışmalarına ilk etapta karşı çıktığını belirten Demir, "Bu alanda AB yetkilileri ile birlikte vatandaşlarla toplantılar yaptık. Fatih Belediye Başkanı olarak vatandaşlara 'mülklerinizin kefiliyim' dedim. Bu sayede insanlar 'bizim evlerimizi de restore edin' diye sıraya girdi." dedi.

Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 29.03.2008

TARİHİ HANIN ONARILMASI TALEBİ

 

Siverek´te Kemaliye Çarşısı'nda bulunan tarihi Hacı Yusuf Hanı´nın onarılması isteniyor.

 

Alınan bilgiye göre, Osmanlı'nın son dönemlerinde Siverekli eşraftan Hacı Yusuf Sami Efendi tarafından geleneksel mimari tarzı ve kesme kara taştan yapılan han, son dönemlerde tahrip olmaya başladı.
Çarşı esnafı adına gazetecilere açıklamada bulunan Mustafa Gelener, bir zamanlar ilçenin en güzel hanlarından olan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olan Hacı Yusuf Hanı'nda, 15 iş yerinin bulunduğunu belirtti.
İş yerlerinin çoğunun yıkılmak üzere olduğunu ifade eden Gelener, ''Han ve bu iş yerlerinin Vakıflar Bölge Müdürlüğünce aslına uygun restore edilmesini bekliyoruz'' dedi.

GAP Gündemi, 24.03.2008

TAHTAKALE HAMAMI'NIN EŞİ BENZERİ YOK

 

Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Mimarlık Fakültesi’nden bir grup akademisyen yaklaşık 3 yıldan bu yana Tire’deki tarihi hamamları akademik bazda inceliyor.





ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Nimet Özgönül, başkanlığında Mert Rifaioğlu, Göze Akoğlu, Pınar Aykaç ve 4 kişilik öğrenci grubu 3 yıl süren ‘Yalınakayak Hamamı Belgeleme ve Analiz Değerlendirme’ projesini tamamladı. Aynı ekip yine Tire’de önemli tarihi mekanlar arasında yer alan Yeniceköy Hamamıyla ilgili yeni bir proje çalışması da başlattı.

 

Dr. Nimet Özgönül, 2005 yılında başlattıkları ve bugün itibariyle sonuçlandırdıkları Yalınakayak Hamamı’yla ilgili detaylı çalışmalarını Tire Belediye Başkanı Mehmet Sıtkı İçelli’ye makamında sunumda bulunarak bilgi verdi. Özgönül, Tire’nin sahip olduğu tarihi değerleri günümüze kadar koruduğuna dikkat çekerek; “Tarihi dokusuyla Tire, biz akademisyenlere eşsiz bir çalışma ortamı sunuyor. Burada günümüze kadar ulaşmayı başarmış ve orijinalliğini yitirmemiş birçok hamam var. Özellikle büyüteç altına aldığımız Yalınakayak Hamamı’nda çatı izolasyonunda kullanılan tuğla kırıntısı, kireç ve kumdan oluşan ‘Horasan sıvasının’ özelliğini uzmanlar bugünün teknolojisiyle bile çözmüş değiller. 15. yy’da Aydınoğulları Beyliği zamanında inşa edilen Yalınakayak Hamamı’nda horasan sıvayı kullanan atalarımız, bu sayede hamam içerisinde sıcaklık nedeniyle oluşan su buharını dışarıya tahliye ederken, çatıdan da su girmesini engellemişler. Adeta nefes alan ve yaşayan mekanlar inşa etmişler. Bu izolasyon tekniğine 21. yüzyılda bile ulaşabilmiş değiliz.” şeklinde konuştu.

 

Tire’nin AKP Belediye Başkanı Mehmet Sıtkı İçelli ise Belediye olarak kendilerine miras kalan bu tür yapıları koruma altına aldıklarını belirterek; “ilçemiz için son derece önemli olan Tahtakale  Hamamı restorasyon projesini hayata geçirdik. SİT Kurulu’ndan gerekli onayları aldık. Çok kısa sürede bu mekanın restorasyonunu aslına sadık kalarak gerçekleştirip, kent içerinden tekrar yaşayan mekanlar haline getireceğiz. Çalışmaları titizlikle takip ve kontrol ediyoruz. Bu konuda Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünden de proje safhasında akademik destek aldık.” dedi.

 

Dr. Nimet Özgönül, üzerinde çalıştıkları Yeniceköy Hamamı’nın detay sonuçlarının Ankara’da oluşturacakları jüride önümüzdeki günlerde akademik bazda tartışmaya açılacağını Belediye Başkanı Mehmet Sıtkı İçelli’yle bu aşamada ODTÜ’ye davet edeceklerini söyledi.

Selçuk Bölge Haberleri, 20.03.2008

Arslantepe (Louis Delaporte)
...1932




16 - 22 Mart 2008



HAFTANIN ÖNE ÇIKAN BAZI HABER BAŞLIKLARI


MENEMEN'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇISINA SUÇÜSTÜ (Jandarma GK - Menemen)

KONYA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU (Jandarma GK - Konya)

DEFİNE AVCILARINA JANDARMA ENGELİ (Jandarma GK - Afyonkarahisar)

TARİHİ ESER OPERASYONU (Jandarma GK - Sakarya)

DENİZLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU (Jandarma GK - Denizli)

TARİHİ ESER OPERASYONU (Jandarma GK - Denizli)

İSTANBUL İL JANDARMA EKİPLERİ TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA GÖZ AÇTIRMIYOR (Jandarma GK - İstanbul)

LÜLEBURGAZ'DA 179 YILLIK EL YAZMASI KUR'ANI-I KERİM ELE GEÇİRİLDİ (Jandarma GK - Lüleburgaz)

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU (Jandarma GK - Sakarya)

KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ (Jandarma GK - Karabük)

AKSARAY'DA TARİHİ ESER OPERASYONU (Emniyet GM)

ve de...

"İSTANBUL'DA YATAKLAR DOLDU, ARTIK TARİHİ ESERLER OTEL OLACAK" (Başbakan)

"TÜRKİYE'NİN İYİYE, İLERİYE GİTMESİNİ İSTEMEYEN ÇEVRELER ÇOK ÖNEMLİ YERLERE SIZMIŞLAR" (Turizm Bakanı)



MENEMEN'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇISINA SUÇÜSTÜ

 

İzmir’in Menemen İlçesi’ndeki bir eve yapılan baskında, 36 bronz sikke, dedektör, haritalar, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemine ait bin kron ele geçirildi. Önceki  gün, saat 18.00 sıralarında gelen  bir ihbarı değerlendiren polis, 348 Sokak’taki eve baskın yaptı. Tarihi eserlere el konurken,evin sahibi G.M.E. gözaltına alındı. Olayla ilgili bir  kişinin daha  arandığı, soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

Milliyet Ege, 22.03.2008

KLAROS KAZISI TARİH MERAKLILARINA ANLATILDI

 

İzmir’de Ege Üniversitesi 50. Yıl Köşkü Sanat Galerisi Koordinatörlüğü, “Üniversitemiz Kazılarını Tanıyalım: Klaros Kazısı” konferansı düzenledi. Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Nuran Şahin konuşmacı olarak katıldı. Prof.Dr. Şahin, “Kalaros, İzmir Menderes’e bağlı Ahmetbeyli Köyü sınırları içinde. 1997 yılına kadar Fransız kazısıydı, 2001’de Bakanlar Kurulu kararıyla bizim başkanlığımızda Türk kazısına dönüştürüldü” dedi.

Milliyet Ege, 22.03.2008

KAZI SEZONUNUN AÇILMASINA 20 GÜN KALDI, GÖZLER ANKARA'DA

 

Efes'te 113 yıldır sürdürülen kazıların bu yıl 1 Nisan 2008'de başlaması gereken yeni dönem çalışmaları, Avusturya Hükümeti'nin görevlendirdiği Doç.Dr. Sabine Ladsteatter'in atamasının 7 aydır Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca onaylanmaması nedeniyle tehlikeye düştü. Efes'te 11 yıldır çalışma yapan Kazı Başkanı Avusturya Bilimler Akademisi Öğretim Üyesi Ord.Prof. Fritz Krizinger'in emekliye ayrılması nedeniyle yerine aynı üniversiteden Doç.Dr. Sabine Ladsteatter atandı. Fakat prosedür gereği Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da bu atamayı onaylaması gerekiyor. Selçuk Belediye Başkanı Vefa Ülgür, "7 aydır bu imza atılmadı. Onay gelmezse 1 Nisan 2008'de başlaması gereken çalışmalar tehlikeye düşecek" dedi.


Efes'te kazı öncesi 60 gün sürecek arazi çalışma ve değerlendirmelerinden sonra 30 günlük statik proje dönemine geçileceğini söyleyen Başkan Vefa Ülgür şunları söyledi:
"Statik proje, kemerli yapıların aslına uygun şekilde restorasyonunu öngörüyor. Türkiye'de beton ve çelik yapılar için proje hazırlayacak çok sayıda mühendis olmasına rağmen, taş ve tuğla örülmesine dayanan statik proje uzmanı yeterince yok. Bu nedenle statik proje çalışmaları güçlükle yapılıyor. Bunun görevlendirmesi için de kazı başkanının imzası gerekiyor. Efes'te ise şu anda kazı başkanı yok ve hiçbir proje imzalanamıyor."


Efes Antik Tiyatrosu'nu Sağlıklaştırma Projesi ile ilgili olarak Selçuk'ta yapılan toplantıya katılan Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Tiyatro Projesi Statik Proje Ekibi'nden Doç.Dr. Gürkan Özden, kazıya başlamadan önce 90 günlük hazırlık süresinin gerektiğini söyledi. Özden, "Bu süre başta uzun gibiydi ama hızla eridi. Şimdi geldik son bir haftaya. Bu sürenin kısa olması hazırlanma dönemini zorlaştırıyor" dedi.


Doç.Dr. Sabine Ladsteatter adına yapılan kazı izni başvurusu sonuçlanmadan arazide herhangi bir çalışma yapılmasının mümkün olmadığını belirten Efes Müzesi Müdürü Cengiz Topal da, "Güvenlik nedeniyle statik proje olmadan arazide çalışmak mümkün değildir. Arkeolog arkadaşlarımızın da bildiği gibi bu zorlu dönemin sancısını yaşayacağız" diye konuştu.


Arkeolog Yusuf Yavaş da şunları söyledi: Dünya çapında ses getirecek olan Efes Antik Tiyatrosu'nu Sağlıklaştırma Projesi'nin devamında hızlı karar alma mekanizmasına ihtiyaç var. Büyük risk ve sorumluluk gerektiren bu çalışmalar sırasında en doğru ve uygulanabilir projeyi ortaya çıkarabilmek için tam zamanlı ve uzun mesai gereklidir."


Doç.Dr. Sabine Ladsteatter'in atamasının onaylanmaması halinde, belediyenin Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunduğu tadilat projesine başlanamayacak. Selçuk Belediyesi'nin bakanlığın onayına sunduğu proje uygulanamayacak. Bu imza atılmadığı sürece kemerli yapılardaki çalışmalara geçilemeyecek. Sadece ayrı ayrı hazırlanan ve önceki kazı başkanının imzasını taşıyan projeler devam edecek. Selçuk Belediyesi, yeni kazı döneminde sponsorluk şartlarını ihale yasasına göre yerine getiremeyecek.


Bakanlar Kurulu, Ege'de 4 termal bölge ilan etti. Buna göre, Manisa-Kurşunlu, Denizli, Aydın-Buharkent ve İzmir-Çeşme'de 'termal turizm alanı' ilan edilmesi büyük sevinç yarattı. Ege Bölgesi, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın döneminde önemli fırsatlar yakaladı. Efes kazısı gibi dünya projesinde yine Günay'ın çözümü bekleniyor.

Yeni Asır, Haber: Tevfik Tortamış, 22.03.2008

ZEUGMA'YA CAM FANUS

 

Vali Süleyman Kamçı, Zeugma Antin Kenti'nin cam fanus benzeri bir yapıyla kapatılacağını, proje için sponsor aradıklarını açıkladı.

Kamçı "Zeugma'dan çıkan eserler, yağmurdan, kardan, güneşten etkilenmesin diye müzede sergileniyor.

Oysa bu eserler, bulundukları yerde korunarak sergilenebilirse, turistlerin daha çok ilgisini çeker" dedi.

Radikal, 22.03.2008

KONYA'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Konya'da düzenlenen operasyonda 206 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Konya İl Jandarma Komutanlığı ve İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Konya'nın Ereğli İlçesi'ne bağlı Sazgeçit Beldesi'nde tarihi eser satmak isteyen şahıslarla alıcı kılığında buluştu. Jandarma ekipleri tarafından yapılan baskınla zanlılara suçüstü yapıldı. Yapılan aramada çeşitli dönemlere ait 206 parça tarihi eser ele geçirilirken, H.E, Y.E ve H.T isimli şahıslar gözaltına alındı.

 

Olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

haberler.com, 21.03.2008

DEFİNE AVCILARINA JANDARMA ENGELİ

 

Afyonkarahisar'da kaçak olarak define arayan 3 kişi jandarma tarafından yakalandı.

Edinilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler, Hocalar İlçesi Kale Tepe mevkiinde O.K., A.Ö. ve M.E. isimli şahısları tarihi eser çıkarmak maksadıyla kazı yaptıkları sırada yakaladı. 3 şahıs gözaltına alınırken, tarihi eser aramakta kullandıkları 1 adet kürek, 1 adet kazma ve 1 adet maden arama detektörüne el konuldu. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Afyon Kent Haber, 21.03.2008

DÜĞMELİ EVLER KORUMA ALTINA ALINIYOR





Antalya`nın Akseki İlçesi'nde, halk arasında ``Düğmeli evler`` olarak bilinen asırlık yapılar için ``Koruma Amaçlı İmar Planı`` hazırlandı.


Akseki Belediye Başkanı Osman Salih Çelikel, yaptığı açıklamada, Akseki`nin 1864 yılında kurulduğunu ve Türkiye`nin sekizinci ilçesi olduğunu söyledi. İlçede pek çok tarihi yapı bulunduğunu belirten Çelikel, bu yapılar arasında duvarın dışında çıkıntı olarak görünen hatılları nedeniyle halk arasında ``Düğmeli ev`` olarak bilinen yapıların önemli yeri olduğunu belirtti.


Akseki`de kentsel sit alanı içinde daha önceden koruma altına alınan 52 tescilli bina bulunduğunu ifade eden Çelikel, bu yapıların bulunduğu alanlar için koruma amaçlı imar planı yapıldığını bildirdi.
Çelikel, şunları kaydetti:
``Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen`in bize verdiği önemle Akseki, tarihi kentler birliğinin kurucu üyesi olmuştu. Düğmeli evler, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından da dünya mirası olarak kabul edilmiştir. Ayrıca bu bölge Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca sit alanı olarak ilan edilmiştir.


Akseki`nin koruma amaçlı planı bitmiştir. Yeni yapılaşma koruma amaçlı plan doğrultusunda yapılmaktadır. Yapılan her plan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca onaylanmaktadır. Bundan sonra da koruma amaçlı plan doğrultusunda ve koruma amaçlı planla belirtilen şekilde evler yapılacaktır. Akseki`nin geçmişteki yaşam modelini tarif eden bu mimari yapı, gelecek nesillere dünya mirası olarak kalacaktır.``


Akseki`deki düğmeli evlerin dünya mirası listesine alınmasına rağmen ne UNESCO ne de Avrupa Birliği`nden ekonomik destek alınmadığını belirten Çelikel, bundan sonraki süreçte tescil edilmiş ve koruma altına alınmış olan bu tarihi kente UNESCO`nun katkıda bulunacağına inandığını söyledi. Osman Çelikel, ilçede 80`e yakın tescilli yapı bulunduğunu bildirdi.

Akseki ile bazı köylerindeki geleneksel Osmanlı mimarisini yansıtan özgün yapılar, ``Düğmeli ev`` olarak biliniyor. Geleneksel Akseki evi, 2 katlı ve taş duvarlardan oluşuyor. Taş duvar asıl taşıyıcı gibi görünse de evi ahşap iskelet taşıyor. Evdeki taş duvarda dikine atılan kısa parçaları, yöre halkı ``düğme`` olarak adlandırıyor. Bu düğmelerde andız ağacı kullanılıyor.
Kemer Gözcü, 21.03.2008

TARİHİ ESERLERİMİZİ BÖYLE SERGİLİYORUZ





Aralarında mezar taşları ve yazıtların da bulunduğu yaklaşık 300 tarihi eser, Bolu Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü’nün bahçesinde bekliyor.

 

12 Kasım 1999’da meydana gelen depremde hasar gören Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü binası, yapılan güçlendirme çalışmasının ardından tekrar hizmete açıldı.

 

Yaşanan depremin ardından müzeden alınarak 2 yıl boyunca konteynırlarda muhafaza edilen tarihi eserlerden bazıları, Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü binasındaki Müze Müdürlüğü’nce hazırlanan sergi salonuna alındı.

 

Müzenin bahçesinde, araçların park edildiği alanda yığılı halde bulunan, aralarında mezar taşları, yazıtlar, mermer mezar başları ve küplerin bulunduğu tarihi eserler ise sergilenecekleri günü bekliyor.

 

Müze Müdürlüğü yetkilileri, Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü bahçesinde başlatılan çevre düzenleme çalışmalarının bu yıl tamamlanacağını ifade ederek, “Çevre düzenlemesinin ardından tarihi eserler, bahçede sergilenecekleri alanlara bırakılacak. Eserlerin bahçede sergilenmeye başlamasıyla müzenin büyük ilgi göreceğini tahmin ediyoruz” dedi.

 

Bolu Müze Müdürlüğü; Arkeoloji Salonu ve Etnografya Salonu olmak üzere 2 bölümden oluşuyor.

Arkeoloji Salonu’nda; Neolitik, Eski Tunç Çağı, Frig, Urartu, Lidya, Grek eserleri, Roma ve Bizans dönemlerine ait mermer, cam, maden ve pişmiş topraktan yapılan eserler, Etnografya Salonu’nda da 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen, yakın geçmişe ait eserler yer alıyor.

 

Müzede, 2 bin 953 arkeolojik, 1683 etnografik ve 11 bin 367 adet sikke olmak üzere toplam 16 bin 3 eser bulunuyor.

Bolunun Sesi, 21.03.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU





Sakarya'nın Karasu İlçesi'nde jandarmanın düzenlediği 'Avcı-06' sisimli operasyonda yurt dışına çıkartılmak istenen 131 parça tarihi eser ele geçirildi. Sakarya Müze Müdür Vekili Mesut Yazıcı, tarihi eserlerin Roma, Bizans, Selçuklu, Cenevizliler ve Osmanlı dönemine ait olduğunu söyledi. Karadeniz'deki antik gemi batıklarından kaçak yollardan çıkartılan tarihi eserlerin yurt dışına çıkartılmak istendiği yönündeki bir istihbaratı değerlendiren Karasu İlçe Jandarma Komutanlığı, içinde tarihi eser bulunduğundan şüphenilen E.E.'nin (52) kullandığı otomobili durdurdu.

 

Otomobilde tarihi eserler bulan jandarma, sürücü E.E. ile araçta bulunan S.Ö.'yü (49) gözaltına aldı. Zanlıların verdiği ifadeler doğrultusunda soruşturmayı genişleten jandarma, Karasu'da 4 ve Kocaeli'nin Kandıra İlçesindeki 8 ev ve iş yerine eş zamanlı operasyon düzenledi.

 

 'Avcı-06' adı verilen tarihi eser operasyonunda ev ve iş yerlerinde yapılan aramada, Persler, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemine ait çok sayıda sikke, 1 adet Kuran-ı kerim, Cenevizliler dönemine ait amfora küpler, hançer ile Bizans dönemine ait mezar taşları ve kolyeden oluşan toplam 131 parça tarihi eser ele geçirildi. Operasyonda K.A. (50), M.P. (28) ve H.K. (43) gözaltına alındı. Tarihi eserlerin büyük bir bölümünün Karadeniz'deki antik gemi batıklarından dalgıç S.Ö. tarafından çıkartıldığı öğrenildi. Zanlıların tarihi eserleri İstanbul'dan gelecek kişiler aracılığıyla yurt dışına çıkarmayı planladıkları ileri sürüldü.

 

Ele geçirilen tarihi eserler Sakarya Müze Müdür Vekili Mesut Yazıcı tarafından tutanak tutularak teslim alındı. Yazıcı, ele geçirilen tarihi eserlerin büyük bir bölümünün sikkelerden oluştuğunu belirtti. Sikkelerin ağırlıklı olarak Bizans ve Roma dönemine ait olduklarını ve İslami döneme ait sikkelerinde bulunduğunu kaydeden Yazıcı, amfora ve mezar taşlarının ise Bizans dönemine ait olduğunu vurguladı. Yazıcı, Karadeniz'deki batık gemilerden bu tür tarihi eserlerin izinsiz çıkartılmasının yasak olduğunu kaydetti. Jandarmada sorgusu tamam zanlılar adliyeye sevk edildi.

Yeni Sakarya, 21.03.2008

SAFRANBOLU'DA TARİHİ RESTORASYON





Evleriyle meşhur Safranbolu'da tarihi İzzetpaşa Camisi ile Cinci Hamamının restorasyonu bu yıl içinde tamamlanacak. Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde, tarihi eserler restore ediliyor. 1796'da inşa edilen İzzet Mehmet Paşa Camisi ile 1640-1648 yıllarında yapıldığı tahmin edilen Cinci Hamamı'nın, 249 bin YTL tutarındaki restorasyonu bu yıl tamamlanacak.

Tarihi caminin, mimari özellikleri kadar rivayete göre ölüm korkusuyla inşa edilmiş minaresinin öyküsü de turistlerin ilgisini çekiyor. Padişah 3. Selim zamanında sadrazamlık yapan Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa tarafından 1796'da inşa ettirilen ve adını taşıyan cami ile Cinci Hoca olarak bilinen Karabaşzade Hüseyin Efendi tarafından 1640-1648'de inşa ettirilen hamam, Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğünce açılan ihaleyi kazanan firma tarafından restore ediliyor.

1794-1798'de sadrazamlık yapan İzzet Mehmet Paşa'nın, İstanbul'daki Nuruosmaniye Camisi'nin adeta küçük bir modelini inşa ettirdiği bildirilen ve mihrabının üzerinde Padişah 3. Selim'in tuğrası olan cami, içindeki kalem işleri, bezemeleri, çok köşeli kalemi andıran minare gövdesinin yanı sıra külah ve alemiyle estetik unsurlar yansıtıyor. Örtü elemanları dıştan kurşunla kaplı özelliğiyle Safranbolu'daki camiler içinde tek olan yapının, geçen yılın ekim ayında başlayan restorasyon çalışması kapsamında, çevre düzenlemesinin yanı sıra bazı kurşun kaplamaları, bozulan işlemeleri ve ahşap döşemeleri değiştirilerek genel tadilatının yapılması planlanıyor.Tarihi konaklarıyla ünlü ilçenin önemli yapıları arasında gösterilen Cinci Hamamı da restorasyon projesi kapsamında, dış kısmında derz (duvar taşlarının veya tuğlalarının harçla doldurulup üzerinden mala çekilerek düzeltilen aralığı) dolguları Horasan harcı kullanılarak yapılmasının yanı sıra kubbelerine kiremit döşenmesi ile silmelerinin (kabartma kenar) ve bozulan taş kısımlarının değiştirilmesi hedefleniyor.Hamamın iç kısmındaki soyunma kabinleri ve mermer döşemelerinin yenilenmesi gibi düzenlemeler ise işletmecisi tarafından yapılıyor.

Safranbolu Kaymakamı İzzettin Küçük, anıt eserleri ve tarihi evleriyle ünlü ilçenin, yerli ve yabancı çok sayıda turistin ilgisini çektiğini; bu yapıların aslına uygun şekilde korunmasına büyük önem verdiklerini söyledi. Küçük, Safranbolu'daki tarihi eserlerin ilginç öykülerinin de turistlerde heyecan uyandırdığını, restorasyon çalışmalarının ardından tarihi yapılara ilginin daha da artacağına inandığını kaydetti.Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri ise çalışmaların kış aylarında yavaş ilerlediğini ancak, sözleşme gereği yüklenici firmanın işi bu yılın ekim ayında tamamlayacağını kaydettiler.

Caminin inşasıyla ilgili anlatılan öyküye göre, yapımının ardından caminin minaresi defalarca yıkılır. Minarenin son bir kez daha yaptırılmasına karar verilerek sağlam inşa edene çok büyük para verileceği söylenir. Ancak minare yine yıkılırsa, minareyi yapan ustanın boynunun vurulacağı duyurulur. İnşaat için tüm minare ustalarına haber verilmesine karşın hepsi can derdine düştükleri için bu işi yapmak istemezler. En sonunda caminin minaresi, Yahudi bir minare ustası tarafından yeniden inşa edilir. Fakat o usta da parasını alamadan apar topar Samsun civarındaki köyüne kaçar.Yapımından 20 yıl geçmesini karşın minareye bir şey olmayınca ustasına haber salınarak gelip parasını alması söylenir. Usta da aradan 20 yıl geçtikten sonra Safranbolu'ya gelerek emeğinin karşılığını alır.

Yeni Şafak, 21.03.2008

DENİZLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

İl Jandarma Komutanlığı ekiplerinin yaptığı iki ayrı tarihi eser operasyonunda 4 kişi gözaltına alındı, Roma ve Hellenistik döneme ait tarihi eserler ele geçirildi.

 

Merkeze bağlı Eskihisar Köyü'nde T.D. ve S.A.'nın ellerinde bulunan tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı ihbarını alan jandarma ekipleri operasyon düzenledi. Dün gözaltına alınan T.D. ve S.A.'nın üzerinde yapılan aramada eski dönemlere ait 1 kemer süsü ve 15 bronz sikke ele geçirildi.

 

Acıpayam İlçesi'nde yapılan operasyonda ise M.S. ve Ş.T.'nin evlerinde yapılan aramada Roma dönemine ait insan figürlü mezar lahiti ve çömlek bulundu. İki operasyonda da ele geçirilen tarihi eserler Denizli Müze Müdürlüğü'ne teslim edilirken, gözaltına alınan T.D., S.A., M.S. ve Ş.T. sorgularının ardından çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

denizlili.net, 21.03.2008

DEVRİK LİDER SADDAM'IN HAZİNELERİ MÜZEYE TESLİM EDİLDİ

 

Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'in Irak'taki sarayından kaçırılarak Hatay'da Cilvegözü Sınır Kapısı'nda ele geçirilen tarihi eşyalar Antakya'daki müzeye teslim edildi.

 

Sarayındaki fildişi, gümüş işlemeli mobilyalar, pirinç, gümüş işlemeli mangal ile saf ipek halılar Hatay'ın Reyhanlı İlçesi Cilvegözü Sınır Kapısı'nda düzenlenen operasyonunda ele geçirilmişti. Cilvegözü Gümrük Muhafaza Müdürlüğü Kaçakçılık ve İstihbarat ekipleri ele geçirdikleri Saddamın hazinelerini bir kamyona yükleyerek Antakya Arkeoloji Müzesi'ne getirdi. Tarihi antika eşyalar bilirkişi ve Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim görevlileri tarafından da incelendi. Yapılan incelemede çok sayıdaki fildişi, gümüş işlemeli mobilyaların, pirinç, gümüş işlemeli mangal ile saf ipek halıların maddi değerinin yaklaşık 2 milyon YTL olduğu bildirildi.

 

Antakya Müze Müdürü Faruk Kılıç, 20 adet antik değerdeki saf ipek el dokuması İran menşeli halıya ve 52 parçadan oluşan 2 takım 200 ile 250 yıllık antika değeri olan sedef, fildişi, gümüş ve deniz kabuğu figürleriyle zenginleştirilmiş mobilyaların mahkeme süresi tamamlanana kadar kendilerinde kalacağını söyledi.

Zaman, 20.03.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Denizli'nin Bekilli İlçesinde bir eve düzenlenen operasyonda, Roma dönemine ait çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. 

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, A.Y. isimli şahsın evine operasyon düzenledi. Yapılan aramada tarihi 1 adet pişmiş toprak ağırlık, 8 adet seramik parçası, 11 adet cam parçası, 2 adet dibek taşı ile 1 adet tarihi eserlerin yerini gösteren harita, 1 adet av tüfeği ve 41 adet fişek ele geçirildi. Yapılan incelemede, tarihi eserlerin Roma dönemine ait olduğu belirlendi. Gözaltına alınan A.Y., çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Denizli Kent Haber, 20.03.2008

ARKEOLOG HALET ÇAMBEL: ÇİMENTO FABRİKASI ANTİK KENTİ YOK EDECEK

 

Kalesi, 5 bin kişilik antik tiyatrosu, sütunlu yolu, tapınakları, hamamları, kaya mezarlarıyla Anadolu'daki en önemli antik kentlerden biri olan 'Akdeniz'in Efes'i' olarak tanımlanan Kastabala (Hieroapolis-Kutsal Kent) Antik Kenti'nin, kurulacak çimento fabrikasıyla yok olacağı ileri sürüldü.

 

Kastabala vadisinde yer alan Karetepe kazılarıyla tarih sayfalarına geçen, 92 yıllık ömrünün 62 yılını bu yöredeki kazılarla geçiren ve halen yöredeki çalışmalarını sürdüren dünyaca ünlü arkeolog Halet Çambel, 'evladım gibi' diyerek turizme kazandırdığı yörenin çimento fabrikasına karşı ayakta durabilmesinin mücadelesini veriyor.

 

İlerleyen yaşına rağmen yöredeki çalışmalarını sürdüren Halet Çambel, yaptığı açıklamada, 'Osmaniye kalkınma projesi' adı altında Kastabala Antik Kenti'nin bir kısmıyla antik mezarlığın bulunduğu Kesmeburun tepesine Universal Çimento AŞ tarafından yüzde 65 yabancı sermaye ile çimento fabrikası kurulması için çalışmaların sürdüğünü söyledi.

 

Kastabala'nın (Hieroapolis-Kutsal Kent), kalesi, 5 bin kişilik tiyatrosu, sütunlu yolu, tapınakları, hamamları, kaya mezarlarıyla Anadolu'daki en önemli antik kentlerden biri olduğunu belirten Çambel, Kırmıtlı Kuş Cenneti'nin de aynı bölgede yer almasının yöreye ayrı bir değer kattığını bildirdi.

 

Çambel, yaptıkları araştırmada kurulacak çimento fabrikası için çevresel etki çalışmaları tamamlanmadan yasal izinlerin alındığını öğrendiklerini belirterek, şunları söyledi: "Bu antik kent, Akdeniz'in Efesi olarak bilinir. Bu konuda 26 Şubat 2008'de Adana Koruma Kuruluna ayrıntılı bir rapor ile izinlerin iptali için başvurdum. Fabrikanın başka bir yere kurulması dışında başka bir alternatif yok. Bu kadar bilinen bir tarihi yıkmanın hesabı verilemez. Kurulacak fabrika, bir tarih hazinesini yok eder."

 

Çambel, "Bugün artık tarihi eserlerin sadece ülkelerin değil, tüm dünya insanlığının mirası olarak kabul edildiğine" dikkati çekerek, tüm sivil toplum örgütlerini bu mücadelede kendilerine destek vermeye çağırdı.

Zaman, 20.03.2008

TARİHİ BİNA TEHLİKE SAÇIYOR

 

İzmir'de yıkılmak üzere olan tarihi bina, polisi harekete geçirdi. Polis ile yoldan karşıya geçmek isteyen vatandaşlar arasında kısa süreli tartışma yaşandı. 

Edinilen bilgiye göre Kemeraltı, 839 Sokak, 27 numarada bulunan 2 katlı tarihi ahşap binadan çatırdama sesleri gelmeye başladı. Binanın çökmesinden korkan vatandaşlar telaşla polisi aradı. Ekipler, yıkılma tehlikesi nedeniyle çevrede güvenlik önlemi alarak, yolu trafiğe kapattı. Ahşap binanın karşısında bulunan evlerde yaşayanlar uyarılarak, evlerini boşaltmaları istendi. Bu sırada 2 katlı evin ön kısmında çökme meydana geldi. Evin ikinci katının tavanı büyük bir gürültü ile yola düştü. Buna rağmen vatandaşlar yoldan geçmek isteyince, polisle vatandaşlar arasında küçük tartışmalar yaşandı. Binanın ön kısmının da çökme ihtimaline karşın polis memurları, vatandaşların diğer yolları kullanmalarını istedi ve şerit çekerek önlem aldıkları bölgeye kimseyi yanaştırmadı.

İzmir Kent Haber, 20.03.2008

KONFERANS

 

Sanat Tarihi Derneği'nin düzenlediği konferanslar dizisinin Mart ayı konusu "1985-2006 Alanya Kazılarının Öğrettikleri ve Düşündürdükleri" olarak belirlendi. Prof.Dr. Oluş Arık tarafından sunulacak olan konferans Selçuklu sanatını algılayıp açıklayabilmek için önemli çabalardan biri olan Alanya kazılarını irdeleyecek.

 

Konferans 28 Mart 2008, Cuma günü saat 18.30'da Pera Müzesi Oditoryumu'nda gerçekleşecek.

TAYHaber, 20.03.2008

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

Batı Karadeniz Bölgesi'nin vazgeçilmeyen tarihi ve turizm merkezlerinden olan Amasra'da, Erzurum Atatürk Üniversitesi'nden oluşan heyet 2009 yılında arkeolojik kazılara başlayacak.

 

Bartın İl Turizm Danışma Kurulu toplantısında Amasra'da yapılacak arkeolojik kazılar hakkında bilgi veren Bartın Valisi İsa Küçük, 2009 yılında kazılara başlanılacağını belirtti.

Bartın'ın tanıtılması ve turizmin geliştirilmesine yönelik çalışmaların hızlandırılacağını belirten Vali Küçük,"Bartın'da doğa ve deniz turizminin haricinde spor turizmine yönelik faaliyetlerin de mutlaka geliştirilmesi gerekiyor. Bunun için özel işletmelerin ve kamu kurumlarına önemli görevler düşüyor.

 

Ayrıca Amasra tarihinin gün yüzüne çıkartılması için Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde oluşturulacak teknik bir heyet arkeolojik kazılara 2009 yılında başlayacak. Bu yıl özel bir şirket tarafından işletilen Gürcüoluk Mağarasına ulaşımın rahatça sağlanabilmesi için çalışmalara şimdiden başlamamız gerekiyor. Kısacası sezon öncesinde yaşanabilecek sıkıntıların tedbirlerini acilen almamız gerekiyor" dedi.

 

Bartın Valisi İsa Küçük, Amasra'daki tarihin gün yüzüne çıkartılması sonucu, tarihi değerlere sahip Amasra'nın daha fazla tarihi zenginliklere kavuşacağını ve ilçeye daha fazla turistin gelmesinin sağlanabileceğini belirtti.

Bartın Kent Haber, 20.03.2008

SULUKULELİLERDEN BAŞBAKANA YANIT





Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sulukule'yi ucube olarak nitelendirmesi Sulukulelileri kızdırdı. Akaretler'deki Sıraevler'in açılışı sırasında yaptığı konuşmada Sulukule'nin şimdiki haline "ucube" Sulukule'deki dönüşüme karşı çıkanlara da "Bir kere gidip Sulukule'yi görmüş değildir. Bilen de bilmeyen de konuşuyor" diyen Başbakan'a Sulukuleliler yazılı bir açıklama yaparak yanıt verdi.

Açıklamanın tam metni şöyle:

"Sayın Başbakan

Bizler hep Sulukule’deyiz... Sokaklarını, evlerini ve hatta içlerindeki hayatları tek tek biliriz...

Sulukule’yi görmemiş, oraya hiç gitmemiş olanlar bizler değil, bu mahalledeki binlerce kişinin kaderi hakkında, fikirlerine hiç başvurmadan karar vermiş olanlardır Sayın Başbakan.

Şöyle ki; Fatih Belediye Başkanı Sayın Mustafa Demir, Sulukule’ye sadece iki kez uğramıştır. Birincisi, seçim öncesiydi! Arabasıyla mahallede şöyle bir tur atmış, ve “tehlikeli” bir semt olduğunu düşünerek, arabadan inmek zahmetine bile girmemişti...

İkincisi ise, 9 Şubat 2008 günüydü. Yani projenin epey yol almasından sonra. AB-Türkiye Karma Parlamenterler Komisyonu Eşbaşkanı Sayın Joost Lagendijk’ın Sulukule Platformu’nun davetlisi olarak mahalleye geldiği gün. Bir baskın gibi gerçekleştirdiği bu ziyareti kısa kesip, mahalleyi terk etmek zorunda kalmıştı.

Oysa, Sulukule “yenileme” projesine nedenlerini belirterek karşı çıkan bizler, ya zaten Sulukuleliyiz, ya da vaktini oradaki insanlara yararlı olmak için bizzat orada geçiren platform üyeleriyiz... Sivil toplum kuruluşları, mimar, sanat tarihçisi, şehir planlamacısı, gazeteci, öğrenci, sosyolog, tarihçi, öğretim görevlisi, hukukçu, yazar, sanatçı, müzisyen, esnaf, din adamı, işçi vs. vs.yiz... Hepimiz, Sulukule’yi iyi tanıyan, iyi bilen, insanlarız... Mahallenin sokaklarında dolaşırken, “birileri” gibi korku duymaz, “tehlikeli” demeyiz...

“Orayı görmemişlerdir bile” dediğiniz bizler, defalarca Fatih Belediyesi ile görüşmelere oturmuş, somut önerilerde bulunmuş ve projenin, insanları ve tarihi kale alan, katılımcı, uluslararası anlaşmalara uygun bir prosedürle oluşturulması için bizzat çaba harcamış kuruluşlar ve insanlarız. Bu konuda bilgilendirme eksikliği içinde ve hatta yanıltılma durumunda olduğunuzu düşünüyoruz.

Sulukule Platformu, meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, uzman kişilerin ve en önemlisi mahalle halkının içinde olacağı “çok ortaklı bir çalışma komitesi” oluşturma önerisini defalarca belediyeye sunmuş ve bu konuda bir protokol çalışması da yapmıştır. Nitekim bu öneri, kendileri tarafından da kabul görmüş, davetimiz üzerine de bizzat kendilerinin de katıldığı ortak toplantılar yapılmıştır. Ayrıca, zaman zaman kendileri ziyaret edilerek projenin nasıl gerçekleşmesi gerektiği konusunda görüşlerimiz kendilerine aktarılmıştır.

Size gösterilmiş olduğunu sandığımız ve gerek TBMM İnsan haklarını İnceleme Komisyon’unda, gerek Avrupa Parlamentosu’nda ve daha bir çok yerde ilgililere gösterdikleri videolu sunum içinde, platform üyelerinin yer alması bundandır Sayın Başbakan. Ama ne yazık ki, bu görüntüler sessiz olarak, sadece “bakın biz onların da fikrini aldık ve projeyi öyle oluşturduk” demek için göstermelik olarak kullanılmış, ama orada konuşulanlar, platformun öneri ve fikirleri hiç yansıtılmamış, kale alınmamış sonra da “somut hiç bir şey söylemiyorlar, iyi niyetli değiller, işbirliğine yanaşmıyorlar, sadece itiraz ediyorlar” şeklinde kulisler yürütülmüştür.
Bütün çabamızı yerel yöneticilerle “ortak bir komisyon halinde çalışmak” için harcadığımız halde, ısrarlarımızla gerçekleşebilen bir kaç toplantıdan sonra, köprüleri atan bizzat kendileri olmuştur. Bütün bunlar belgelerle sabittir Sayın Başbakan...

Sulukule’deki sefalete ve “ucubelik” e gelince, bunun burada yaşayanların değil, mahalle ile tek ilgileri yıkıp yok etmek olan yönetimlerin ayıbı olduğunu düşünüyoruz.
Bir zamanlar, zenginliğiyle ünlü bu semtin (Sepetçiler Kasrı’nın, Sulukuleli sepetçiler tarafından III. Murat’a hediye olarak yaptırıldığı söylenir), giderek çökmesi, bizzat devlet eliyle gerçekleştirilmiştir.

Yakın tarihte, devlet elinin buraya, sadece, evleri, işyerlerini yıkmak, insanların geçim kaynaklarını kurutmak, toplum içinde ayırımcılığa uğrayan bu insanları “esmer vatandaşlar” diye niteleyerek daha da dışlamak için uzandığını hatırlatmak istiyoruz.

Sulukule “ucubesi”, işyerlerinin yerle bir edilmesi, yaşam ekonomisinin yok edilmesi, insanların sokaklarda sürüklenerek hortumlarla dövülmesi, kadınların zührevi hastalıklara sevk edilmesi, müzik aletlerinin sokaklarda parçalanması ve çocukların bu şiddetin ortasında büyümeye mahkum edilmesi sayesinde yaratıldı Sayın Başbakan!

“Sulukule ucubesi”, kendinden menkul bir ucube değildir! Ne bu insanlar “ucube” doğmuştur, ne de mahalle “ucube” olarak tasarlanıp inşa edilmiştir. Mahallenin bu hale gelmesi bizzat yönetimlerin ayıbıdır ve bu “ayıp”lar silsilesine bir yenisi daha eklenmek üzeredir.

Bu ayıbın adı ranttır, bu ayıbın adı koca bir kültürü yok etmektir, bu ayıbın adı sürgündür...

Ve yine hatırlatmak isteriz ki Sayın Başbakan, bir “İstanbul sevdalısı” olarak, Sulukule’den sürmek istediğiniz bu insanlar, şehre “vize” ile girmesi gerektiğini düşündüğünüz insanlar (!) değil, herkesten çok İstanbullu olanlardır. Mahalledeki kökleri bin yıl öncesine dayanır. Memleketleri sorulduğunda, yanıtları, “Istanbul, Sulukuleliyim”dir. Yani onların gidecek başka bir köyü, memleketi yoktur. Ellerinden çıkartmak zorunda bırakıldıkları tapuları da, ta Osmanlı’dan kalma tapulardır bir kısmının.

Biz mahalleliyiz, mahalledeyiz Sayın Başbakan. Sulukule’deki yoksul insanların ellerinden, yokluk içindeki evlerinin nasıl alındığını, yeni sahiplerinin kimler olduğunu biliriz. Bunu öğrenmek için, Fatih AKP ilçe örgütü içinde kimlerin niye istifa ettirildiğini araştırmanız; ilçe meclisinde projenin oylandığı oturumun tutanaklarını okumanız; bazı AKP’li üyelerin projeye niye red oyu verdiğini sormanız ve tabii yeni sahiplerin kimler olduğunu soruşturmanız yeterli olacaktır.

Sizden bütün istediğimiz bu Sayın Başbakan!

Ve size gerçekten teşekkür etmek isteriz ;

-Bu projenin bizzat burada halen yaşayan insanlar için yapıldığını, kimsenin göç etmek zorunda kalmayacağını, yenileme sırasında mahalle sakinlerinin geçici olarak bir yere taşınarak, inşaat bittiğinde herkesin yeniden buraya yerleştirileceğini;
-Borçlandırmanın sürgün yeri için değil, kendi arsaları üzerinde inşa edilecek evler için yapılacağını;
-Projenin, mahalle sakinlerinin ihtiyaçlarına göre katılımcı bir süreçle düzenleneceğini;
-Ardından gelecek sosyal ve ekonomik kalkındırma projeleriyle, mahallenin, kendi kültürünü daha da zenginleştirmesine fırsat vererek yaşatılacağını;
-Tarihsel dokunun korunacağını, otopark yapmak uğruna arkeolojik zenginliklerin yok edilmeyeceğini, uluslararası anlaşmalara uyumlu bir proje yapılacağını

Söylediğiniz zaman, size gerçekten gönülden teşekkür edeceğiz...

Kısaca, “Sulukule, Sulukuleliler için yenileniyor”, sizden duymak istediğimiz tek söz bu Sayın Başbakan...

Bizler Sulukule’ye gitmeye, orada olmaya devam edeceğiz ve şimdiye kadar defalarca belirttiğimiz ve kanıtladığımız gibi, sivil toplum kuruluşları olarak, katılımcı bir proje için işbirliğine hazır olduğumuzu bir kez daha duyuruyoruz.

Size yansıtılmayan bu bilgiler ışığında, durumu yeniden gözden geçireceğinize inanıyoruz Sayın Başbakan...

Saygılarımızla

Sulukule Platformu

Önemli ek bilgiler:
Sulukule, Romanların büyük göçten sonra ilk yerleştikleri ve bazılarının tekrar yola koyularak dünyaya dağıldıkları mekandır. Tarihte de adı Sulukule kapısı olarak anılan, beşinci sur kapısından şehre 1054 yılı dolaylarında girdikleri yazılır. Nitekim, dünyanın dört bir yanından Meksika’dan, Amerika’dan, Kanada’dan, Balkan ülkelerinden Romanlar, yaz aylarında bölgeyi ziyarete gelerek, bu kapının etrafında dolaşırlar ve bir gelenek olarak çevre halkına yağ dağıtırlar. Bunu öğrenmek ancak, bölgedeki zengin sözlü tarih kaynaklarına başvurmakla mümkündür.

Bin yılı aşkın bir süredir nesilden nesile aktarılan bu kültürün yok edilmesine izin vermeyiniz.Bu kültürün, Osmanlı döneminde, yok edilmek, sürülmek bir yana, tam aksine korunduğunu, saygın bir konumda olduğunu hatırlatmak isteriz. Fatih Sultan Mehmet, Bizans zamanında Balkanlara göç eden Romanları, zanaatlarını (demircilik, bakırcılık, el sanatları, müzik, sepetçilik vs) icra edip ülkeyi geliştirmeleri için tekrar İstanbul’a davet etmiş ve onları, bugün yok edilmek istenen mahalleye yerleştirmiştir. Kanuni Sultan Süleyman ise, Osmanlı ordusu yanında savaşlara katılmak anlamına gelen Sancak’ı vermiştir.

Bu mahallenin, kimi dünya çapında, kimi ülke çapında çok saygın sanatçılar yetiştirdiğini bilmeyen yoktur. Müzik alanında Sulukule dünya çapında bir ekol olarak kabul edilmektedir ve dünyada biricik örnektir. Burada, nesilden nesile aktarılan ve Sulukuleli Romanların bir arada yaşamaları sayesinde sürekli ve yeniden üretilen bu kültür, yıkılması değil, aksine koruma altına alınması gereken “somut olmayan bir kültür mirası”dır.

Tüm istediğimiz bu mirasın korunması, geliştirilmesine fırsat ve olanak sunularak dünya çapında örnek teşkil edecek şekilde yaşatılmasıdır. Ama içindeki gerçek sahipleriyle birlikte! Onları oralardan sürüp, sokaklara mahkum ederek, sonra da heykellerini dikip, “bir zamanlar burada Romanlar yaşardı” denilecek bir proje değil, “Işte bu kültürü biz böyle koruyoruz, bu insanlarımıza ve kültürlerine gerçekten önem veriyoruz” dedirtecek bir projeyle... Sulukule, gerçek sahipleriyle birlikte zaten yaşayan bir müzedir, tek gereken bu müzenin sakinleriyle birlikte iyileştirilmesi ve kalkındırılmasıdır... İşte o zaman bütün dünyaya örnek bir proje yaratılabilecektir...
Sayın Başbakan, bu cümleleri aynen yerel yöneticilere de defalarca tekrarladık..."

Yapı, 20.03.2008

TARİHİ KÖPRÜYE KULE YAPILACAK

 

Cumhuriyet'in ilk köprülerinden olan Çarşamba'nın sembolü tarihi Şehiriçi Köprüsü bakıma alınıyor.

 

Samsun'un en büyük ilçelerinden olan Çarşamba'da yaklaşık 80 yıl önce yapılan tarihi köprü yenileniyor. Cumhuriyet'in ilk yıllarında yapılan köprünün Çarşamba Belediyesi tarafından yapılan tadilat çalışmalarının ardından araç trafiğine kapatılarak yaya trafiğine açılması hedefleniyor.

 

Çarşamba Belediye Başkanı Av. Hüseyin Dündar, geçtiğimiz yıl hizmete açılan Ord.Prof. Ali Fuad Başgil Köprüsü ile Şehir Merkezi'ndeki köprü ihtiyacını büyük ölçüde giderdiklerinin altını çizerek, "1930'lu yıllardan bu yana Çarşamba'ya hizmet veren ilçemizin sembolü Yeşilırmak üzerindeki eski köprüyü, Çarşamba Belediyesi olarak restore ediyoruz. Köprünün tabliyesini bakıma alarak geçmişte üzerine konan ve ağırlık yapan kaplamaları kaldıracağız. Kaldırımları ve korkulukları yeniden düzenleyeceğiz. Köprünün her iki başına da yapacağımız giriş kuleleri ve gece aydınlatması ile estetik bir görünüm kazandıracağız. Yaptığımız tadilat çalışmalarının ardından köprüyü araç trafiğine kapatarak sadece yayalara hizmet vermesini düşünüyoruz. Tarihi köprünün klasik mimari ile onarımını yapıp Çarşamba halkına en güzel şekilde hizmet vermeyi amaçlıyoruz." dedi.

Zaman, Haber: Şükrü İpek, 20.03.2008

"İLK YERLEŞİM İZİ MÖ 12 BİNLERDE"

 

İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi  Seramik Bölümü tarafından organize edilen  ve konuşmacı olarak Antropolog- Müze Araştırmacısı Hüseyin Şahin’in konuşmacı olarak katıldığı,”Malatya’nın Arkeolojik Yapısı” konulu konferans İnönü Üniversitesi'nde gerçekleştirildi.

 

Geniş bir katılımın olduğu konferansta Araştırmacı Hüseyin Şahin; önce Anadolu ve ardından da Malatya’nın tarihsel kronolojisiyle ilgili bilgiler verdi. Konuşmasında Malatya da ilk yerleşim izlerinin MÖ 12000'ler den itibaren başlamış olduğu,MÖ 8000'den itibaren Neolotik dönemde Caferhöyük yerleşmesinde yerleşik hayata geçildiği toprağın işlenmeye başlandığını belirterek ,buradaki yerleşmede insan oğlunun ilk heykelcik örneklerini yaptıklarını ifade etti.

 

Konuşmasının devamında Değirmentepe, Köşgerbaba, İmamoğlu, Pirot ve Arslantepe höyüklerinde yapılan arkeolojik kazılarda yerleşimin MÖ 5500 yıllarına kadar indiğini belirtti. Yerleşimin MS 1. yüzyıldan itibaren Battalgazi İlçesi'nin bulunduğu alana doğru genişlediğini ve burada Roma, Selçuklu, Osmanlı döneminde yoğun iskana sahne olduğunu ifade ederek 1838-1839 yılından itibaren ise bugünkü yeni Malatya şehrinin oluştuğunu söyledi.

 

Konuşmacı Özellikle ilk şehirleşmenin başlangıcının Arslantepe’de kazılarda ortaya çıkan geç kalkolitik döneme tarihlenen Sarayda başlamış olduğunu, burada ilk bürokrasinin adımının atıldığını ve burada bulunan mühürlerden hareketle de ilkel muhasebe sisteminin geliştirildiğini açıkladı.

 

Şahin; slaytlar eşliğinde Malatya merkez ve ilçelerinde bulunan arkeolojik yerleşmelerden ve Roma,Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi yapılarından söz etti. Konuşmasında Kültür ve tabiat varlıklarının önemine değinen Şahin, kültür varlıklarımızın korunması ve restorasyonlarının yapılarak yaşatılmasında herkese görevler düştüğünü ve sadece kayısı ile değil insanlık tarihinde önemli yeri olan birçok ilklere ev sahipliği yaptığını, bundan dolayı da turizm açısından önemli bir şehir olduğunu belirtti.

Malatya Haber, 20.03.2008

TARİHİ KÜLLİYE HAYAT BULACAK

 

Osmanlı Sadrazamı ve Yemen Fatihi, Sinan Paşa tarafından yaptırılan cami ve medreseye, 1573 yıllında ilave edilen imaret, Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü'nün bölgedeki 5 evi kamulaştırıp yıkmasından sonra aslına uygun olarak inşa edilecek.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, Yenişehir'deki Sinanpaşa Medresesi'nden yürütülen restorasyon çalışmalarını denetledi. Yenişehir'de Hatuniye Öğrenci Yurdu olarak kullanılan Sinanpaşa Medresisi'nin kubbe kurşunları yenileniyor. Medresenin tuvaletleri ve kileri olarak olarak kullanılan sonradan ilave bölümleri de yıkılacak. Tarihi yapının restore edilip, yeniden günümüze kazandırılması için 700 bin YTL harcanacağı belirtildi.

 

Vakıfbank'ın da röleve ve restorasyon projelerinin hazırlanmasında sponsorluk desteğinde bulunduğu Sinanpaşa Külleyesi'ndeki 5 binanın yıkılması konusunda da banka ve genel müdürlük yetkilileri ile görüşmelerin devam ettiği öğrenildi.


Sinanpaşa Medresesi'nin kuzeydoğusunda yer alan imaret L planı şeklinde inşa edilmiş ilçenin önemli sosyal hizmet kurumlarından birisini oluşturuyordu. Halen temel kalıntıları sağlam olan imaret, biri eğri, diğer ikisi dikdörtgen olan mekanlardan meydana geliyordu. Kuzeydeki bölüm dikdörtgen planlı olup, kemerlerle kareye dönüştürülerek, üzerleri kubbe ile örtülüyordu. Güney duvarındaki bir kapı, kuzey duvarında da birer mazgal penceresi bulunan imaretin duvarları dışa kapalıydı.

 

Ayrıca doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı diğer mekan yine bir kemerle ikiye bölünüyordu. Her iki bölümün de üzeri birer kubbe ile örtülü olan imaretin üçüncü bölümü doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır.


İki kemerle de birbirine eşit, üzerleri kubbeli üç bölüme ayrılmıştır. İmaretin doğu kanadındaki mekan ise, yine dikdörtgen planlı olup, burası da bir kemerle ikiye ayrılmış ve üzeri kubbe ile örtülmüştür.


İmaret yanındaki medrese duvarları gibi moloz taş ve tuğla ile yapılmıştır. Duvar örgüsü düzenli olmayıp, 1-2 moloz taş ve yine aynı şekilde tuğladandır. İmaretin kapı ve pencere kemerleri, aydınlık fenerleri, testere dişi tuğla frizlerle hareketlendirilmiştir. Sadece kapı ve pencere söveleri, lentoları taştan olduğu kayıtlarda yer alıyor.

Bursa Hakimiyet, 20.03.2008

SHIZUOKA'DA ANTİK AĞAÇ TABLET BULUNDU

 

Japonya, Shizuoka’da, yerel yönetimin çiftçilere, daha sonra karşılığı alınmak üzere ipek ipliği verdiğini açıklayan, Nara Dönemi’nden (İS 710-794) kalma bir ağaç tablet bulundu. Yerel yönetimlerin, vergi toplanmasında önemli bir unsur olan ipek üretimi ile yakından ilgilendiğini gösteren ilk belge olması açısından, 724 yılından kalma bu tablet oldukça değerli. 

 

Hamamtsu Kültürel Varlıklar ofisinden bir yetkili, bölgedeki bir arkeolojik alanda bulunan tabletin 40 cm uzunluğunda ve 6 cm genişliğinde olduğunu, üst ve altta eksik parçaları olduğunu açıkladı. 

Mainichi Daily News, 16.03.2008

"İSTANBUL'DA YATAKLAR DOLDU, ARTIK TARİHİ ESERLER OTEL OLACAK"

İstanbul’da şu anda tüm otellerin yatak kapasitelerinin dolu olduğunu ve ihtiyaca cevap veremediğini belirten Başbakan Tayyip Erdoğan, İstanbul’a özel tarihi eserlerin birçoğunu otele çevirme kararı aldıklarını belirterek, "Hem tarihimizi tanıtalım hem bu eserlerle yatak kapasitesini arttıralım" dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’a özel tarihi eserlerin birçoğunu otele çevirme kararı aldıklarını belirterek, "Hem tarihimizi tanıtalım hem yatak kapasitesini arttıralım" dedi. Erdoğan, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak restore ettirilen, Beşiktaş’taki "Akaretler Sıraevleri"nin açılış töreninde yaptığı konuşmada, İstanbul’da şu anda tüm otellerin yatak kapasitelerinin dolu olduğunu ve ihtiyaca cevap veremediğini söyledi.

Vatandaşın "Ben otel yapacağım ve bu şaheser olacak. Bırak da bitireyim" dediğini belirten Erdoğan, ancak engellerin çıkarıldığını savundu. Başbakan Erdoğan, "Biz yeni bir karar aldık. İstanbul’a özel tarihi eserlerimizin birçoğunu otellere çevirelim. Hem tarihimizi tanıtalım, hem bu eserlerle yatak kapasitemizi arttıralım" dedi. İstanbul’un "müze şehir" olması için müzelerin sayısının artırılması gerektiğini ifade eden Erdoğan, bu çerçevede hem vakıf eserlerinin hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın elindeki eserleri hızla hayata geçirmenin gayreti içinde olduklarını kaydetti.

Erdoğan, 5 yılda 1.2 milyar YTL yatırım yaptıklarını, 50 bin kişiye istihdam sağladıklarını belirterek, "İşte tarihe, mirasa, kültüre sahip çıkmak budur" diye konuştu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün sadece tarihi eserlerin restorasyonunu yapmadığını, 81 ilde 100 bin aileye sıcak yemek dağıttığını, 2007 yılında da bir uygulama başlatarak, her ay 794 ilçede 10 kalemden oluşan kuru gıda paketinin 75 bin aileye düzenli olarak dağıttığını anlattı. Erdoğan, bunun Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün asli görevi olduğunu, ancak bugüne kadar yapılmadığını söyledi.

Akaretler’deki sıra evlerin Sultan Abdülaziz döneminde hizmete açılmış Osmanlı döneminin ilk toplu konut ve ilk sıra ev örneği olduğunu belirten Erdoğan, kendilerinin de toplu konuta büyük önem verdiklerini, 81 ilde başlatılan 290 bin toplu konuttan 170 binini sahiplerine teslim ettiklerini anlattı. Erdoğan, "İstiyoruz ki, Türkiye gecekondularla adeta akşam yatılıp, sabah planlanmış ülke olmasın. Üzerinde düşünülsün, projeler zihinsel üretimin neticesinde oluşsun. Bunu da başarmanın mutluluğunu yaşıyoruz" dedi. Serdar Bilgili’nin Sıraevler’i restore ederek İstanbul’a hem tarihi bir mekan, hem işlevsel bir alışveriş merkezi hem de dinlenme ve nefes alma imkanı kazandırdığını belirten Erdoğan, "Şimdi Akaretler bizim için çok daha anlamlı bir mekan haline geliyor. Akaretler’den yukarı dediğimiz zaman artık yorulmayacağız. Bu yokuş artık dinlendiren bir yokuş oldu. Ortaya çıkan eserde, mimariden, estetikten, kullanışlılıktan ve sadelikten taviz verilmediğini görüyoruz. Aslına uygun olarak yapılması önemli" diye konuştu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 1950’li, 60’lı ve 70’li yıllarda kente başlayan aşırı göçün İstanbul’u tehdit ettiğini söyledi. Belli bir yükü alan İstanbul’un bunu artık kaldıramadığını ifade eden Erdoğan, şimdi depremle birlikte valilik, büyükşehir ve ilçe belediyeleriyle koordineli yeni adımlar attıklarını kaydetti. Yeni Yerel Yönetimler Yasası’nı da bunu için çıkardıklarını belirten Erdoğan, bu adımlarla birlikte İstanbul’un çok daha farklı bir hale geleceğini söyledi. Erdoğan, İstanbul’un 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti ilan edildiğini de hatırlatarak, "İstanbul’u süratle dünya kültür başkentine hazırlamamız lazım. Bunun çalışmaları yapılıyor. Birçok tarihi eser restore ediliyor. İnanıyorum ki, onurla, gururla 2010 yılını karşılayacak ve bunu da başaracağız" dedi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü gözetiminde Akaretler Turizm Yatırımları tarafından restorasyonu yapılan Akaretler Sıraevler’in restorasyonu 75 milyon dolara tamamlandı.

Dünyanın lüks otelleri arasında yer alan ve Avrupa’da açılan ilk oteli olarak nitelendirilen 137 odalı W İstanbul Otel de 1 Nisan’da faaliyete geçecek.

Akaretler Turizm Yatırımları A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Bilgili, 19. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en önemli anıtsal projesi olan Akaretler Sırevler’i, tarihi ve kişiliğini koruyarak yeni bir kültürel doku yaratacak şekilde restore ettiklerini söyledi.

Akaretler Sıraevler’in İstanbul’un uluslararası bir marka ve çekim merkezi haline gelmesine katkı sağlayacağını vurgulayan Bilgili, projeyi İstanbul’un mimari ve kültürel çehresini değiştiren bir çalışma olarak nitelendirdi.

İstanbul’da tarihi eserlerin ne hale geldiğinin görüldüğünü belirten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Batıya gidiyorsunuz bakıyorsunuz ki bütün tarihi eserlerini nasıl ele alıp canlandırıyor ve geleceğe yürüyorlar. Bizde ise ’Bırakın kendi haline gitsin’ diyoruz. İşte doğduğum, büyüdüğüm şehir. Buralardan geçerdik, maalesef kapanın elinde kalmıştı Akaretler. Ama şimdi kapanın elinde değil, gerçekten sahiplerinin elinde olan bir Akaretler var."

Hürriyet, Haber: Ardıç Aytalar, 20.03.2008

2 YILDIR SÜREN KARUN HAZİNELERİ DAVASINDA MÜZE MÜDÜRÜNÜN TAHLİYE TALEBİ REDDEDİLDİ

 

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun Hazineleri'nin en değerli parçalarından kabul edilen Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesiyle ilgili davada, 1'i tutuklu 8 sanığın yargılanmasına devam edildi.

 

Uşak Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuklu sanık eski Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ile tutuksuz sanıklar Suat Yenmez, Fehmi İşler, Uğur Sağlan katıldı. Duruşmada, eski Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'nun avukatı Coşkun Mavioğlu, müvekkili adına davanın sonuçlanması için ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini belirtti. Mavioğlu, şöyle konuştu: "Müvekkilim hakkındaki davanın sonuçlanarak, kendisi ve çocuklarının geleceğine ilişkin düzenlemeler yapabilmesi bakımından bir an önce bitirilmesini talep ediyoruz. Davanın sonuçlanmaması için sürekli yeni soruşturmalar açılıyor. Müvekkilim 2 yıla yakın zamandır tutukludur. Mağduriyetinden dolayı mahkemenin tahliye kararı vermesini talep ediyorum."

 

Akbıyıkoğlu'nun tahliye talebini değerlendiren mahkeme heyeti, atılı suçun vasfı, suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe uyandıran delillerin varlığı ve kaçma şüphesi bulunduğu gerekçeleriyle tutukluluk halinin devamına, dosyanın tutukluluk yönünden 17 Nisan 2008'de yeniden ele alınmasına, Fehmi İşler ve Suat Yenmez'in yurt dışına çıkışları için bir önceki duruşmada belirlediği 15'er bin YTL nakdi teminatın 5 bin YTL'ye düşürülmesine karar verdi.

 

Heyet ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı'ndan Kazım Akbıyıkoğlu ile ilgili tüm soruşturma evrakının istemesini, sanığın tutuklu kaldığı süre ve davanın safahatı açıklanmak suretiyle müzekkere yazılarak, özellikle zimmet suçundan adli makamlara intikali mümkün idari soruşturmaların neler olduğunun sorulmasını, davanın gelmiş olduğu aşama itibariyle soruşturmaların bir an önce sonuçlandırılmasının öneminin bildirilmesini, varsa bu soruşturmaların akıbetinin sorulmasını da kararlaştırdı. Duruşma, 14 Mayıs 2008 tarihine ertelendi.

Zaman, 20.03.2008

TARİHİ UZUNOLUK HAMAMI'NIN YAPIM ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

 

Kahramanmaraş Belediyesi tarafından yeniden inşa edilen tarihi Uzunoluk Hamamı'nın çalışmaları devam ediyor. İnşaat çalışmalarına geçtiğimiz aylarda başlanılan hamamın projesi, tarihi ve kültürel dokusuna sadık kalınarak hazırlattırıldı.

 

Tarihi hamam aslına uygun olarak taş ağırlıklı inşa ediliyor. Uzunoluk Hamamı, Fransız ve Ermenilerin hamamdan çıkan Türk kadınlarına sataşmaları neticesinde Sütçü İmam'ın ilk kurşunu atarak Milli Mücadele'yi başlattığı olayın yaşandığı yer olarak biliniyor.

 

325 metrekare alan üzerine inşa edilen tarihi hamam, 2 ay içerisinde tamamlanıp hizmete açılacak. 4 adet küçük kubbesi ile 7 adet tonoz döşemesi tamamlanan hamamda ana kubbe ve kızgınlık olarak tabir edilen kazan dairesinin üst tonoz yapım çalışmaları devam ederken bir yandan da dış duvar örme çalışmaları da başladı.

 

Kubbeleri kurşunla kaplanacak olan hamamın dış duvar örme işlemlerinin tamamlanmasının ardından iç tesisat döşeme çalışmaları ile zemin döşeme çalışmalarına başlanılacak.

Tarihi ve kültürel dokusuna uygun olarak yapılan tarihi Uzunoluk Hamamı'nın duvarları da Horasan harcı olarak bilinen özel bir harç ile sıvanacak, duvar köşelerine ise aslına uygun olarak taş kaplama söveler yerleştirilecek.

Türkiyeturizm.com, 20.03.2008

PERU'DA İNKALARDAN DAHA ESKİ KALINTILAR BULUNDU

 

 

Peru’da İnkalaradan daha eski olduğu düşünülen kutsal bir tapınak bulundu. Peru Milli Kültür Enstitüsü’nden bir ekip tarafından bulunan tapınak okaliptüs ormanının içinde saklı kalmış.

 

Tapınak ve etrafındaki diğer kalıntılar, Cuscu şehrinin kuzeyinde yer alan 30.000 dönümlük Sacsayhuamán Arkeoloji Parkı’nın içinde bulundu. Bu bölge zaten birçok İnka kalıntısına ev sahipliği yapmakta. Yeni bulunan kalıntılar ise parkın Cochapata bölgesinde yer almakta. Burası, dev taş blokları ile ünlü Sacsayhuamán Kalesi’nden sadece 1.5 km uzaklıkta.  

 

250 metre karelik tapınağın farklı ölçülerde 11 odası bulunuyor. Dini semboller şeklinde mimari yapıya sahip olan bu odaların idolleri veya mumyaları barındırdığı düşünülüyor. Yerin bir metre kadar derinliğinde bulunan yolun ise bölgedeki yapıları birbirine bağladığı anlaşıldı.  

 

Kazıları sürdüren ekip henüz karbon testlerinin sonuçlarını beklemekte. Fakat kazı alanına dağılmış bulunan Ayarmaca seramik parçaları tarihleme için yeteri kadar fikir veriyor. Ayarmaca kültürü bölgede 900 ile 1200 yılları arasında hüküm sürmüştü. 

Telegraph.co.uk, Reuters, 14 Mart 2008

18 ASIRLIK 'VİLLA TABAN MOZAİĞİ'

 

 

Malatya'nın Doğanşehir İlçesi'nde bulunan karaca motifli mozaiğin, Gaziantep Zeugma motifi ile paralellik gösterdiği bildirildi.

Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, Doğanşehir İlçesi Günedoğru Köyü İçmeler mevkiinde yapılan mozaik kurtarma kazılarının, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izinleri ve Malatya Valiliği'nin onayı ile gerçekleştirildiğini belirtti.

Malatya Müzesi Müdürü Arkeolog İzzet Esen başkanlığında sürdürülen kazı çalışmaları, arkeolog Mustafa Poşraz, arkeolog Zeynep Yıldırım, restoratör-konservatör Aysel Aksüt ve müze persolleri Yahya Dayan, Zafer Yağmurlu ve Nihat Ayverdi'den oluşan kazı ekibi tarafından gerçekleştirildi.

Önemli bir bölümü kaçak kazılarla çalınmış veya tahrip edilmiş olan mozaiklerin korunabilmiş kısmı, Müze Müdürlüğü tarafından yapılan kurtarma kazısı ile alınarak müzeye taşındı.

Mozaik eserlerinin müzede sergileneceğini belirten Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, "Otlayan bir karaca motifi ile bitkisel ve geometrik motiflerden oluşan mozaikli taban, renkli tesseralardan yapılmıştır. MS 3. yüzyıla tarihlenen mozaiklerin Zeugma mozaikleri ile paralellik gösterdiği ve Roma dönemine ait bir villa tabanı süslemesi olduğu düşünülmektedir" şeklinde konuştu
Malatya Haber, 19.03.2008

İSTANBUL İL JANDARMA EKİPLERİ TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA GÖZ AÇTIRMIYOR

 

İstanbul İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekiplerin gerçekleştirdiği operasyonlarda tarihi eser kaçakçılarına ağır darbe vuruldu.

 

Edinilen bilgiye göre, tarihi eser kaçakçılarının Tunceli'den İstanbul'a bazı eserler getireceği duyumunu alan jandarma, Süleyman Ö. isimli şahıs takibe aldı. Yapılan istihbarat çalışmasında 11 Mart 2008 günü Tunceli'den Eyüp İlçesi'nde ikamet eden Süleyman Ö. adına bir kargo şirketiyle koli içerisinde tarihi eserler gönderileceği tespit edildi. Süleyman Ö.'nün kargoya gelen paketi teslim alması üzerine harekete geçen jandarma ekipleri, şahsı üzerindeki tarihi eserlerle birlikte yakalayarak gözaltına aldı. Süleyman Ö.'nün teslim aldığı paketten 15 adet Osmanlı sikkesi ile 1 adet bronz yüzük çıkarken evinde yapılan aramada 53 adet Osmanlı dönemine ait sikke ve 1 adet tarihi nitelikte yüzük ele geçirildi.

Ayrıca yapılan araştırmalar sırasında tarihi eser kaçakçılığı yaptığı tespit edilen Doğan Y. 13 Mart 2008 günü düzenlenen operasyonla gözaltına alındı. Şahsın üzerinde ve gösterdiği adreste yapılan aramalarda 11 adet eski Yunan dönemine sikke, 5 adet bronz figür ele geçirildi.

 

Tarihi eser kaçakçılığı suçundan gözaltına alınan Süleyman Ö. ve Doğan Y. ifadelerinin alınmasına müteakip adliyeye sevk edildi.

haberler.com, 19.03.2008

"ZEUS GELENE KADAR PERGAMON'DAN PAY VERİN"

 

Dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen ve Almanya'da sergilenen tarihi eser bir mektupla geri istendi

Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper, Almanya'nın Berlin kentinde bulunan ve büyük bir bölümü Bergama'dan götürülen eserlerle oluşturulan içerisinde Zeus Sunağı'nın da yer aldığı Pergamon Müzesi'nin yöneticisi Prof.Dr. Andreas Scholl'un davetlisi olarak bu ülkeye gitti. Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper, giderken beraberinde bir de mektup götürdü. Bergama Belediye Başkanı Raşit Ürper, mektubunda Zeus Sunağı'nın ana yurdu olan Bergama'ya geri verilmesini talep ettiği mektubunda, bu istek kabul edilinceye kadar Berlin'deki Pergamon Müzesi'nin gelirlerinin bir bölümünün Bergama'daki restorasyon çalışmalarına aktarılmasını, Bergamalı öğrencilerin Zeus Sunağı ve Bergama'dan götürülen diğer eserleri yakından görüp tanımak için her yıl belirli bir peryot halinde öğrencilerin Almanya'ya götürülmesini ve Pergamon Müzesi'nin gezdirilmesinin de içerisinde yer aldığı bir dizi taleplerde bulundu.

Prof.Dr. Andreas Scholl'a yazılan mektupda, "Sayın Prof.Dr. Andreas Scholl, öncelikle, ilişkilerimizdeki samimiyetin artmasından duyduğum memnuniyeti belirtmek isterim. Ayrıca, nazik davetiniz için çok teşekkür ederim. Yaklaşık 120 yıldır korumanız altında olan ve binlerce yıl önce sanatın ve bilimin merkezi Bergama'da heykeltıraşlık ve mimarlık harikası olarak inşa edilen Zeus Sunağı, bugün Bergama'daki diğer önemli tarihi eserlerle yan yana olmak yerine vatanından binlerce kilometre uzaktadır" ifadeleri kullanıldı. Bergamalılar olarak, Zeus Sunağı'nın anayurduna, evine dönmesinin en büyük istekleri olduğunu belirten Raşit Ürper'in götürdüğü mektupda şu ifadeler yer aldı: "Bu güne kadar gerçekleştirdiğiniz örnek korumayı, bundan böyle biz Sunağı, kendi yerinde özenle koruyarak sergilemeyi istiyoruz. Bu konuya çok önem verdiğimizi belirtmeliyim. Ancak, Sunağın, Bergama'ya döneceği güne kadar, Akropol'deki kaidelerinin üzerine, Sunağın benzer bir örneğinin yapılması konusunda Pergamon Müzesi olarak sizlerin öncü olmanızı bekliyoruz. Ayrıca, Bergama'daki ören yerlerinin ve birçok antik eserin restorasyonunda kullanılmak üzere, yöneticisi olduğunuz Pergamon Müzesi gelirlerinin bir kısmının Bergama için ayrılması hususunda duyarlı davranacağınıza inanıyoruz. Son olarak, atalarının inşa ettiği bu mükemmel eserin, yalnızca fotoğraflarıyla yetinmek zorunda kalan Bergamalı öğrencilerin (okul temsilcilerinin) sizlerin davetinizle her yıl Pergamon Müzesi'ni ziyaret ederek, onlara kendi topraklarına ait eserleri görme fırsatı verilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Bergama halkı adına ilettiğim bu taleplere, başarılı bir yönetici ve uzman tarihçi olarak şahsınızın ilgisini bekliyorum. Sevgi ve saygılarımla. Raşit Ürper Bergama Belediye Başkanı."

Haber Ekspres, 19.03.2008

DEFİNECİLER TARİHİ MEZARLIĞI TALAN ETTİ

 

     

 

Nuruosmaniye Külliyesi'nin hemen kuzeyinde yer alan Mahmud Paşa Külliyesi, Mengene ile Şeref Efendi sokaklarının çevrelediği yapı adası üzerinde bulunuyor. Fetih sonrasında ilk büyük vezir külliyesi olan Mahmud Paşa Külliyesi, Fatih Külliyesi’nden sonra 15. yüzyılın en önemli yapıları arasında yer alıyor.


1463’te yapımına başlanan ve 1474’te tamamlanan külliye ile Mahmud Paşa’nın kendisine ait türbe arasında geniş bir mezarlık yer alıyor. Külliyenin yapımında hizmeti geçenlerin ve Mahmud Paşa aile efradının gömülü olduğu mezarlık şimdi harabeyi andırıyor.


Yıllardır bakımsızlık ve ilgisizlik nedeniyle perişan halde olan mezarlık definecilerin de saldırısına uğramış. Mezarların içleri kazılarak define aranmış. Kafatasları ve kemikler ortaya çıkarılmış, çevreye saçılmış. Mezarların içleri görünüyor.


Görenleri hayrete düşüren perişanlık için ne cami çalışanları ne de türbe görevlileri bir şey yapıyor.


Kapalı Çarşı esnafı, caminin arka tarafında kaldığı için gözden uzak görünen mezarlığı para toplayarak onarmak istemiş. Ancak koruma kurulu ve vakıflardan gerekli izinler alınamadığı için mezarlık o perişanlıktan kurtulamamış.


Konuyla ilgili Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü yetkilileri, sorularımıza cevap vermekten kaçınırken, konunun abartıldığını, caminin onarımı sırasında mezarlıkla da ilgilenileceğini belirtti.
Sanat tarihi uzmanları ise Osmanlı mezarlıklarının günümüze taşıdıkları bilgilerin insanlık tarihinde benzersiz olduğunu, mezar taşlarının dilini bilen birinin, üzerinde hiçbir yazılı kayıt olmasa bile, süslemelerinden, kavuğun şeklinden mezarda yatan kişinin kimliğini, yaşadığı devir hakkında bilgiye ulaşabileceğini ifade etti.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 19.03.2008



ANTİK TIP ALETLERİ

 

Türkiye’de bir hastane içinde kurulan ilk sanat galerisi olma özelliği taşıyan Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Sanat Galerisi, Anadolu’da bulunan antik tıp aletlerinin yer aldığı “Antik Çağda Tıp Aletleri” sergisi ile açılıyor.

 

Galeride, Tunç Devri ve Roma dönemine ait 200’ün üstünde parça eser sergilenecek. Tıpta kullanıldığı tahmin edilen araçlar ve insanların kişisel bakımları için (güzellik veya temizlik) kullandıkları aletlerden oluşan sergide yer alan eserler arasında kaşıklar (hem ilaç ölçeği hem de küret olarak kullanılıyor), kulak sondaları (kulak içindeki yaraların, yabancı cisimlerin temizlenmesinde ve çıkartılmasında kullanılıyor), cerrahi aletler (cımbız, bistüri / bıçak, küret / problar), merhem sürücüler, bakım setleri ve iğneler yer alıyor.

 

Prof.Dr. Erdoğan Yalav’ın sahip olduğu tıp tarihine ışık tutan koleksiyon 29 Mart - 30 Mayıs tarihleri arasında gezilebilecek.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 19.03.2008

BUDA HEYKELİ 14.3 MİLYON DOLARA SATILDI

 

ABD'nin New York şehrindeki ünlü Christie's müzayede evinde, yeni ortaya çıkarılan bir Buda heykeli, 14.3 milyon dolara alıcı buldu. 13. yüzyıl heykeltraşı Unkei tarafından yapıldığı tahmin edilen ahşap heykel, dünyada en yüksek fiyata satılan Japon eseri oldu.

Sabah, 19.03.2008

LÜLEBURGAZ'DA 179 YILLIK EL YAZMASI KUR'ANI-I KERİM ELE GEÇİRİLDİ

 

Kırklareli'nin Lüleburgaz İlçesi'nde düzenlenen operasyonda 179 yıllık el yazması Kur'an-ı Kerim ele geçirildi.

 

Bir istihbaratı değerlendiren Lüleburgaz İlçe Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler 34 EJ 9846 plakalı otomobili durdurdu. Yapılan arama sonucunda aracın bagaj kısmına gizlenmiş vaziyette tarihi eser niteliği taşıyan el yazması Kur'an-ı Kerim ve çok sayıda dini kitap ele geçirildi. Jandarma olayla ilgili olarak Ö.G, A.E ve S.K.'yi gözaltına aldı. Şahısların sorguları sürüyor.

haberler.com, 19.03.2008

ALAHAN MANASTIRI RESTORASYON ÇALIŞMALARIYLA TURİZME AÇILIYOR





Evliya Çelebi'nin "Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor" diye anlattığı Alahan Manastırı, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılacak restorasyon çalışmalarıyla hem inanç hem de doğa turizmine kazandırılacak.

 

Mersin'in Mut İlçesi'nde yer alan ve Göksu Vadisi'ne hakim dik bir yamaca oturtulan Alahan Manastırı tarihi dokusuyla özellikle yabancı turistlerin ilgi odağı oluyor.

 

Hristiyanlığın Kapadokya ve Likonya (Konya)'da yayılması sırasında yeni dini kabul edenlerin takibe uğraması, inanmayanlarca öldürülme korkusu Hz. İsa'ya inananları dağlık bölgelerdeki mağara - kaya oyuklarında ibadete zorlamış ve bu sırada Alahan Manastırı yapılmış.

 

440-442'de inşa edilmiş olduğu tahmin edilen Alahan Manastırı batı kilisesi, manastır, doğu kilisesi, kayalara oyulmuş keşiş odaları ve çevredeki mezarlardan oluşuyor. Kilise binaları Ayasofya Müzesi ile ortak mimari özellikleri taşırken süslemesinde ustalıklı bir taş oymacılığı görülüyor.

 

İlk kilise korint başlıkla iki dizi sütunla üç nefe ayrılırken, narteksten ana mekana geçilen kapının atkı ve yan dikmeleri kabartmalarla süslü bulunuyor. Alahan Manastırı'nda, St. Paul, St. Pierre figürlerinden başka bir çelengi taşıyan altışar kanatlı Cebrail, Mikail'in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, incil yazılarının tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri bulunuyor.

 

Mersin İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Çalışkan, Alahan Manastırı'nın dünyanın önde gelen manastırları arasında yer aldığına dikkati çektive bu alanda gerçekleştirilecek olan restorasyon çalışmalarından sonra hem inanç hem de doğa turizmi açısından bölgenin bir cazibe merkezi olacağını söyledi.

 

Mersin'in Mut İlçesi'ndeki Alahan Manastırı'nın kültürel özellikleri bakımından dünyada başka bir örneği bulunmadığını ifade eden Çalışkan, Alahan'ın manastır olma özelliği bakımından dünyada ilkler arasında yer aldığını kaydetti.  Manastırın ana giriş kapısı yanındaki işlemeli balık motiflerinin üç hareketli olduğuna işaret eden Çalışkan "Dünyada hiçbir yerde yoktur bunun örneği. Hem manastır özelliği olarak hem yapı kompleksi olarak hem de motif işlemeleri yönünden Alahan Manastırı ayakta kalabilen en iyi manastırlardan birisidir," dedi.

 

Alahan Manastırı'nın bir cazibe merkezi olabilmesi için 1997 yılından beri uğraş verdiğinin altını çizen Çalışkan, bölgeye tuvalet, bekçi kulübesi, kafeterya ve otopark gibi tesislerin inşa edilmesi için Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nden tüm onayların alındığını açıkladı.

 

Alahan Manastırı'nın dünyada az görülen manastırlardan birisi olduğunu söyleyen Çalışkan, gerçekleştirilecek bakım-onarımdan sonra seyahat acentalarıyla iletişim kurarak yerli ve yabancı turistleri buraya çekmeye çalışacaklarını kaydetti.

Türkiyeturizm.com, 19.03.2008



NORVEÇLİ PALEONTOLOGLAR YENİ BİR TÜR 'CANAVAR' BULDULAR

 

Patrick Druckenmiller geçen yaz Norveç’in ıssız takımadası Svalbard’da üç hafta boyunca dondurucu soğuklarda çalışarak yepyeni bir tür fosil buldu. Alaska Üniversitesi Müzesi’nde çalışan Druckenmiller, büyük bir pliosaur iskeletini kazan Norveçli araştırmacılara yardım ediyor. Oslo Universitesi Doğa Tarihi Müzesi’nin laboratuvarında yapılan ilk incelemenin ardından iskeletin şimdiye dek bulunmuş en büyük pliosaur olduğu ve yeni bir tür deniz sürüngeni de olabileceği duyuruldu.

 

 

 

Çalışmanın yöneticisi ve Oslo Üniversitesi omurgalı paleontolojisi profesörü Jorn H. Hurum “Omurga yapısı, omuz girintisi ve kuyruk tamamen farklı bir türe işaret ediyor” dedi.

 

 

 

Pliosaurlar, 205-65 milyon yıl öncesine dek dünyanın tüm okyanuslarında yaşamış bir sürüngen türü. Şimdiye dek bulunan fosillerin çoğu 5 ile 6 m arası bir uzunluğa sahip. Öte yandan “Canavar” olarak isimlendirilen Svalbard fosilinin boyu 15 m. Druckenmiller, ekibin fosilin sadece %25-30 unu bulabildiğini düşünüyor. Öte yandan, bulunan kemikler tür tanımlaması için en önemli olabilecek parçalar. İskeletin kafatası, dişleri ile birlikte tüm olarak bulundu. “Canavar” ın dişleri muz büyüklüğünde. 

 

Svalbard’daki kazı için Alaska Üniversitesi’nden özel olarak davet edilen Druckenmiller hakkında kazı başkanı Jorn H. Hurum şunları söylemekte: “Dünyada omurgalı fosilleri konsunda uzman en fazla birkaç yüz bilimadamı var. Ama eğer konu deniz sürüngenleri ise bu sayı en fazla yirmidir ve Druckenmiller onlardan biri.” 

Newsminer.com, Haber: Christi Hang , 16.03.2008

OSMANLI'NIN 'LEYLEK HASTANESİ' RESTORE EDİLEREK KULLANIMA AÇILACAK

 

 

Osmanlı'nın tek ve dünyanın ilk hayvan hastanesi "Gurabahane-i Laklakan", bu defa insanlara hizmet vermek üzere yeniden kuruluyor. Geçmişte, sakat leylekler ve göçmen kuşların tedavi ve bakımının yapıldığı hastane, Osmangazi Belediyesi tarafından onarılarak vatandaşların hizmetine açılacak.

19. yüzyılda Osmanlılar tarafından hizmete sokulan Gurabahane-i Laklakan, edebiyatçı Ahmet Haşim'in anılarında şöyle anlatılıyor: "Bilmem Bursa'yı gezerken gördünüz mü? Haffaflar Çarşısı'nın ortasında bir meydan var. Bu meydan malul hayvanların düşkünler yurdudur. Kanadı, bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar halkın sadakasıyla yaşarlar.''

Dünyanın ilk hayvan hastanesi olarak tarihe geçen hastanenin yeniden hayat bulması için girişimlerde bulunan Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, zamanla yıkılarak tamamen ortadan kaybolan yapının yerine, aynı bölgede başka bir binanın restore edileceğini söyledi. Sivil mimari örneği bir yapıyı satın aldıklarını belirten Altepe, Bursa'nın ziynetlerinden olan bu yapının yeniden kente kazandırılacağını kaydetti. Her türlü konuya duyarlı davranıldığını ve güzel çalışmalar ortaya koyulduğunu hatırlatan Altepe, yeni neslin aynı duyarlılığı gösteremediği gibi, yadigarlarına da sahip çıkamadığını dile getirdi. Altepe, şöyle konuştu: "Gurabahane-i Laklakan denilen göçmen kuşlar hastanesi, yüzyıllar önce dünyada daha insan hakları tartışılırken, burada kurulmuş. Hayvan haklarının korunması için kanunlar çıkartılmış, bu hastanede her türlü kuşun bakımı ve tedavisi yapılmış. Bu sadece bizim kültürümüzde olan bir şey. Bizde olan bir şey. Bununla gurur duymamız gerekiyor. Bu kültürü yaşatmak için de elimizden geleni yapmalıyız."

Bu amaç doğrultusunda çalışmalara başladıklarını vurgulayan Altepe, Kayhan Mahallesi'nde bulunan orijinal hastane binasının tamamen yıkılarak yok olduğunu, onun yerine tarihi Irgandı Köprüsü'nün yanında satın alınan sivil mimari örneği binaya bu hastanenin yeniden yapılacağını aktardı. Altepe, şöyle devam etti: "Satın aldığımız binanın restorasyon ve röleve çalışmaları sona erdi. Gurabahane-i Laklakan yeniden hayat bulacak. Ancak bu kez, aynı isimli insanlara sağlık hizmeti verecek. Yapacağımız bina, eski hastanenin birebir aynısı olmayabilir, ama biz en azından o ismi ve niyeti yaşatmış olacağız"
Zaman, 18.03.2008

BACASINDAN KÜLTÜR TÜTECEK

 

Sanayileşme sürecindeki İzmir’in sembol yapılarından Alsancak’taki tarihi Havagazı Fabrikası, Büyükşehir Belediyesi’nin restorasyon çalışmalarıyla kentin önemli sanat-kültür merkezlerinden biri haline getiriliyor. 150 yıl önce Fransızlar tarafından inşa edilen tesis, aslına uygun şekilde onarıldı. Önümüzdeki günlerde çevre düzenlemesi yapılacak ve kompleks, İzmirlilerin hizmetine sunulacak.


Proje gereğince, 24 bin metrekarelik açık alandaki 2 bin 850 metrekarelik inşaat alanına sahip tescilli yapılar dışındaki tüm yapılar yıkıldı. Fabrika sahasındaki dökümhane binası, kafeterya olarak planlanırken, depolar da sergi salonu ve sanat atölyeleri şeklinde düzenlendi. Ayrıca diğer tescilli yapılar, okuma salonu, satış birimi ve idari bina olarak kullanılmak üzere düzenlendi.
Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, “Burası, İzmir’i kültür ve sanat merkezi vizyonuna ulaştıracak en önemli yerlerden olacak. Çevre düzenlemesinin de bitmesiyle birlikte burayı 24 saat yaşayan bir merkez haline getirmek istiyoruz” diye konuştu.

Milliyet Ege, 18.03.2008

ESKİ FOTOĞRAFLAR 30 YILDIR SAKLI RESİMLERİ BULDURDU

 

Fotoğraf Altı: Dünya Ticaret Örgütü Genel Müdürü Pascal Lamy, 30 yıldır binanın duvarlarında gömülü resimleri hayranlıkla inceledi. Lamy, Gustave-Louis Jaulmes'in bir tablosunun önünde...

 

Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) eski bir çalışanının fotoğrafları 30 yıldır binanın duvarlarında saklı olan sanat eserlerini ortaya çıkardı.


Binanın şimdiki sakini Dünya Ticaret Örgütü (WTO) fotoğraflardaki ipucuna göre binanın duvarlarını dikkatlice kırdırdı. Duvarların altından sıva ve tahtalarla gizlenmiş art-nouveau ve sosyalist gerçekçilik akımlarına ait pek çok sanat eseri çıktı. 20. yüzyılın ilk yarısına ait eserlerde, 1926-1975 yıllarında binada bulunan ILO'ya hitap ettikleri için, çoğunlukla çalışma hareketi tema olarak kullanılmış. Elbette bu eserler konu itibarıyla ILO'nun ardından, 1977 yılından beri binada ikamet eden WTO'nun pek de tercih edeceği türden değil. Fransız Maurice Denis'in 'The Dignity of Work' (Çalışmanın Saygınlığı) adlı eseri Hz. İsa'yı ticari birliklere vaaz verirken gösteriyor.


2007'de de yine eski çalışanlar sayesinde İsviçreli Gustave-Louis Jaulmes'in 1940 tarihli üç eseri çıkarılmıştı. 'Universal Joy' (Evrensel Mutluluk), 'Work in Abundance' (Bolluk İçinde Çalışmak), 'The Benefits of Leisure' (Boş Vakitlerin Yararları) adlı eserlerde kadın ve çocuklar tasvir edilmiş. Dört duvardan oluşan eserin 'Triumphant Peace' (Galip Gelen Barış) adlı parçasının 1960'ta yapılan inşaatta yok olduğu sanılıyor. Binanın yakınındaki lojmanda da Amerikalı Dean Cornwell'in paha biçilemeyen bir eseri bulunmuştu.

Radikal, Fotoğraf: AFP, 18.03.2008







Türk topçusunun komuta merkezi olan Hacıpaşa Çiftliği’nin yeri bugüne kadar yeterince araştırılmamış. Bir yıllık araştırma sonucu yeri tespit edilmiş.

BİR TARİH AYIBI DAHA

 

 

Çanakkale Savaşı’nda 18 Mart zaferinin kazanılmasında büyük paya sahip olan topçu birliği karargahının bulunduğu arazinin neredeyse 50 yıldır çöplük olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Bu gerçeği, Çanakkale Savaşı’yla ilgili araştırmalarıyla tanınan yazar Yetkin İşcen ve Onsekiz Mart Üniversitesi’nden bazı görevliler uzun bir araştırmadan sonra ortaya çıkardı.


18 Mart 1915’te yabancıların gemilerle Boğaz’ı geçme planlarını bozarak geri çekilmek zorunda bırakılan Türk topçusunun komuta merkezi ve Boğaz’ı gözetleme merkezi olan Hacıpaşa Çiftliği’nin yeri, bugüne kadar yeterince araştırılmadığı için bilinmiyordu.


Yaklaşık bir yıldır Hacıpaşa Çiftliği ve gözetleme mevkiinin tam yerini bulmak için araştırma sürdüren İşcen, sonunda çiftliğin temellerini ve birkaç metrelik yanılgı payıyla gözetleme mevkiinin yerini belirledi.


Çiftliğin kalıntıları, Çanakkale iskelesine 3 km kadar uzaklıkta, İzmir yolu üzerinde, eski arazisinin üzerinde yapılmış sitelerin arasında kalmıştı. Gözetleme mevkii ise, uzun yıllardır çöplük alanı olarak kullanılıyordu.


Araştırmalara göre, 25 Şubat 1915 günü öğleden sonra Hacıpaşa Çiftliği’ne taşınmış olan Müstahkem Mevki Kumandanlığı, I. Dünya Savaşı bitimine kadar bu mekanı kullandı.
Mirliva Sedat’ın “Boğazlar Meselesi” isimli kitabı dışında, yayımlanmış hiçbir tarih kitabında hakkında bilgi bulunmayan bu çiftlik, 1918’de ünlü ressam Mehmet Ali Laga tarafından resmedildi. Çiftlik, 1950 senelerine kadar ayakta kalabilmişse de, o tarihlerde çıkan bir yangınla temellerine kadar yandı. Bir süre ahır olarak kullanılan 40 dönümlük çiftlik alanından şimdi birkaç dönüm yer kaldı.

 

Gözetleme Mevkii’nin durumu ise daha içler acısı. Bu yer, çiftliğin hemen arkasından başlayan yükseltide ve 90 metre rakımda. Bu tepenin üzeri, önü ve arkasına, yıllarca Çanakkale’nin çöpü dökülmüş. Giderek şiddetli koku ve metan gazı salmaya başlayan bu çöplüğe birkaç yıldır çöp dökmek yasak ama, yıllar boyu dökülenlerin doğaya karışması yine uzun yıllar alacak gibi görünüyor. Özellikle yaz aylarında, koku nedeniyle civarda yaşamak bir işkence haline gelmiş. Bu nedenle çevredeki konutlar da ya boş, ya da çok düşük fiyatlara satılıyor.


Bölge hakkında hiçbir kayıt ve belge yok. Oysa bu mekan, 18 Mart topçu düellosunun nasıl yaşandığını, nasıl gerçekleştiğini anlatacak mükemmel bir “seyir terası”na dönüştürülebilecek bir yer.

Milliyet, Haber: Önay Yılmaz, 18.03.2008

BÜYÜĞÜ MÜDÜRLÜĞE, DİĞERLERİ İSE...

 

 

Malatya'da bir süre önce 1.5 milyon YTL'lik harcama ile restore edilen Beşkonaklar'ın bir bölümü önümüzdeki aylardan itibaren çeşitli hizmetler için kullanılacak.

Sinema Caddesi'nde bulunan ve yan yana olmaları nedeniyle bu semte de adını veren Beşkonaklar, daha önce sahiplerinden alınarak kamulaştırılmış, 1 yıl süren restorasyon çalışmaları ise geçtiğimiz haftalarda tamamlanmıştı.

Vali Halil İbrahim Daşöz, konakları gezdikten sonra basın mensuplarına yaptığı açıklamada,” Bu yapılan çalışma tarihe, kültüre sahip çıkmadır. Bu önemli kültürel eserler bakımsızlıktan adeta yıkılmış haldelerdi” demişti.

Daşöz, Malatya’da göreve başladıktan kısa bir süre sonra düzenlenen bir sergide Malatya’nın eski görüntülerinin yer aldığı fotoğrafları görünce o binaların nerede olduğunu sorduğunda birçoğunun yıkılarak beton bina yapıldığını bazılarının ise adeta yıkılma aşamasına geldiğinin söylendiğini belirterek, “ Beşkonaklar Malatya kültürünü yansıtan önemli eserlerden biriydi. Buranın restora edilerek korunması amacıyla çalışmalar başlatıldı. Biz gerek bundan önceki, gerekse şu andaki Kültür Bakanlarımıza teşekkür ediyoruz. Gerekli desteği verdiler ve buradaki kültürel değerlerimiz kurtarıldı. Buradaki 5 konaktan biri Kültür İl Müdürlüğü hizmet binası olacak. Diğer bir konak Malatya Mutfağı , biri Sanat Evi, diğer iki konak ise Etnoğrafya Müzesi olacak. “ diye konuşmuştu.

Beşkonaklar'dan, büyüğü olan ve Gazi İlköğretim Okulu tarafında başta bulunan konağın İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılacağı, taşınma için bakanlığa yazılan yazının yanıtının beklendiği kaydedildi. Bakanlık onayı geldikten sonra halen Valilik binasında bulunan müdürlük buraya taşınacak.

Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün kullanacağı bu konağın yanındaki konağın "Malatya Mutfağı" adıyla yerel yemek hizmeti verecek olan bir işletmeciye ihaleyle kiralanacağı, onun yanındaki konağın sergiler, kurslar, diğer sanatsal etkinlikler için "Malatya Sanatevi" olarak kullanılacağı, son iki konağın ise Malatya Etnoğrafya Müzesi olarak değerlendirileceği kaydedildi.

Beşkonakların karşısında bulunan 6 eski konaktan 2'sinin restorasyon projesinin yapıldığı, 4'ünün şahıslara ait olduğu ve kullanıldığı belirtilirken, Beşkonaklar'ın sırasında ve köşede yeralan, konaklardan en yıpranmışı, yıkılmak üzere olanı ise Malatya Belediyesi'nce restore edileceği öğrenildi.

Malatya Haber, 18.03.2008

MUSTAFAPAŞA (SİNASOS)'TA TOPAKOĞLU KONAĞI RESTORE EDİLİYOR

 

 

Kültürlerin buluştuğu belde" olarak nitelendirilen Mustafapaşa (Sinasos)'ta belediye, koruma amaçlı imar planı çalışmalarına öncelik tanıma çerçevesinde Topakoğlu Konağı'nı da restore ettirecek.

 

Ürgüp’ün 5 km güneyinde yer alan ve nüfusu yaz aylarında gelen turistlerle 5-6 bine ulaşan Mustafapaşa (Sinasos) beldesi dinler arasında iletişim köprülerinin kurulduğu bir belde olma özelliği taşıyor.

 

Kaya kiliseleri ve manastırlarıyla hıristiyan dünyası için önemli bir merkez olan beldede, her yıl Mayıs ayında gerçekleştirilen festival ve çeşitli etkinliklerle kültürel paylaşım ortamı oluşuyor.

Son yasaya göre nüfusu 2 binin altında olduğu için kapatılacak olan Ürgüp'e Bağlı Mustafapaşa Belediyesi 862 belde belediyesi arasında yer alıyor.

 

Tarihi Kentler Birliği -TKB üyesi olan Mustafapaşa Belediyesi kapatıldığı takdirde beldenin TKB üyeliği de düşmüş olacak.

 

1924 yılında nüfusun yüzde 75'ini oluşturan Ortodoks-Rum halkının Yunanistan’a göç ettiğini ve orada örgütlenerek kimliklerini sürdürme mücadelesi verdiğini söyleyen Belediye Başkanı Mustafa Özer, bir zamanlar aynı toprakları paylaştıkları insanlarla iletişim kurma çabası içinde olduklarını söyledi.

 

Beldenin bütün özelliklerini göz önüne alarak çalışmalarını yürüttüklerini belirten Belediye Başkanı, koruma amaçlı imar planı çalışmalarına öncelik tanıdıklarını ve geleneksel mimariye zarar veren çarpık yapılaşmaya karşı çıkarak taş mimarisini koruduklarını ifade etti.

 

İki yıldır eğitim veren Kapadokya Meslek Yüksek Okulu’na konak, medrese gibi tarihi yapıları “canlandırmak” amacıyla tahsis eden Belediye, Eski kütüphane ve Köy Odası olarak adlandırılan yapıları da yaşatmak için restorasyon projelerine devam ediyor.

 

Beldenin sahip olduğu tüm değerlerini yaşatma çabası içinde olan Belediye, Damsa Barajı'nın yakınında futbol, basketbol, yüzme ve tenis gibi sporların yapılabileceği, kamp ve konaklama merkezi olarak da hizmet verebilecek bir tesis inşa etmeyi planlıyor. Böylece tarihi ve kültürel değerleri görmek için beldelerini ziyarete gelenler, çeşitli etkinliklere de katılabilecek.

 

“Güzel Atların Ülkesi/ Katpa-tuka” yani Kapadokya’nın bir parçası olan Mustafapaşa, yörenin mimari kimliği olan kaya evlerinin doğru kullanılması için de mücadele veriyor.

Türkiyeturizm.com, 17.03.2008

TEŞHİRDEKİ MUMYA 2. RAMSES'İN OĞLU

 

Yerel bir müzede 80 yıl boyunca teşhirde bulunan bir mumyanın 2. Ramses’in oğlu olduğu anlaşıldı. Yaklaşık 3000 yıllık mumyanın daha önce bir tapınak dansözü olduğu düşünülüyordu. Ama son yapılan tomografik analizler mumyanın şüpheye yer bırakmayacak şekilde Mısır kraliyet ailesinden olduğunu gösterdi. Uzmanlar artık bahsi geçen mumyanın 2. Ramses’in 100 çoçuğundan birisi olduğuna % 90 emin. Yüz ölçü ve özelliklerinin 19. Hanedan’a çok benzemesinin dışında, mumyanın tüm vücut özellikleri 2. Ramses’in neredeyse kopyası.

 

 

 

Uzmanlar mumyalanmış bu adamın 30'lu yaşlarında, yaklaşık MÖ 1295 ile 1186 arasında öldüğünü düşünüyorlar. Kimyasal analizler, mumyanın vücudunun rahip ve soylulara yapıldığı şekilde, fıstık özsuyu ve reçine gibi pahalı malzemelerle sıvandığını gösteriyor. Tüm bu bulgular, New York Üniversitesi tarafından History Channel için hazırlanan “Mumya Otopsisi”  belgeseli sırasında açığa çıktı.

 

İngiltere, Lancestershire’da, Bolton Müzesi’nde bulunan mumya ile ilgili demeç veren, dizi yapımcısı Gillian Mosely “Mumyayı analiz için hastaneye götürdüğümüzde, kadın bir dansözle ilgili bilgiler bekliyorduk ve böylesi bir sonuç aklımızın ucundan dahi geçmemişti. Yapılan testler sonucunda, mumyanın 2. Ramses’in oğlu olduğundan %90 eminiz. Öte yandan, aynı zamanda bir rahip olma olasılığı da yüksek” dedi.

 

Bahsi geçen mumyanın bir tapınak dansözü olduğu, tabutundaki hiyerogliflerde yazmakta. Uzmanlar şimdi, ya mumyanın lahdini çalan bir antik çağ hırsızı tarafından başka bir tabuta yerleştirildiğini, veya mumyayı soygunculardan korumak için ölümünden sonra özellikle bu tabuta konduğunu düşünüyorlar.

Telegraph.co.uk, Haber: Lucy Cockcroft, 16.03.2008





TARİHİ ZEYTİNYAĞI ATÖLYESİ GÜN IŞIĞINA ÇIKARILIYOR

 

 

Hatay'ın İskenderun İlçesi'nde, kamu arazisinde bir vatandaşın bildirimi üzerine tespit edilen ve kazı çalışmasına başlanan tarihi zeytinyağı atölyesi, gün ışığına çıkarılıyor.

 

Hatay Müze Müdürü Faruk Kılınç, yaptığı açıklamada, İskenderun İlçesi'ne bağlı Aşkarbeyli Köyü'nde, kazı çalışması yapılan zeytinyağı atölyesinin, İzmir'in Urla İlçesi'ndeki atölyeden sonra ikinci olma özelliğini taşıdığını söyledi. Kılınç, Geç Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen ve bir vatandaşın 2000 yılında yaptığı bildirim üzerine tespit edilen, ödenek yetersizliği nedeniyle çalışmalara başlanılamayan antik atölyede, İskenderun Kaymakamlığı'nın desteğiyle başlanan kazı çalışmasının 3 arkeolog ve 20 işçi ile 1.5 aylık çalışmayla nisan sonuna kadar önemli oranda bitmesinin planlandığını kaydetti.

 

Kazı Ekibi Başkanı ve Müze Arkeoloğu Ömer Çelik ise şubat ayında başlanılan kazı çalışmasında 10 dönüm arazi üzerinde farklı odalarda zeytinyağı temizleme ve depolama tesislerinin tespit edildiğini belirterek, şöyle devam etti: ''Şu ana kadar yaptığımız kazıda 3 oda belirledik. Geç Roma dönemine ait tesiste bulduğumuz küp ve geçitler zeytinyağının farklı şekilde işlendiğini ve depolandığını gösteriyor. Tahminimize göre atölye küçük odalar şeklinde çok geniş bir alana kurulmuş. Kazının genişlemesiyle atölyeden ticaret yapılıp yapılmadığını da tespit edeceğiz.''

 

Kazı çalışması devam eden atölyenin İzmir'in Urla İlçesi'nde antik kent Klazomenai'de 1992-2004 yılları arasında kazı çalışması yapılarak ortaya çıkartılan atölyeden daha modern bir tesis olduğunu vurgulayan Çelik, ''Bu tesis ilk belirlemelere göre Urla'dakinden daha geniş bir alanda kurulmuş. Kullanılan malzeme ve zeytinin farklı şekilde işlenmesi nedeniyle daha modern olduğunu tahmin ediyoruz'' diye konuştu. Çelik, kazı çalışmasının bitirilmesiyle, zeytinin o dönemlerde nasıl işlendiğinin belirleneceğini, atölyenin tarihi bir mekan olarak değerlendirilerek, ziyarete açılabileceğini de kaydetti. Bu arada, kazı alanından çıkartılan ve zeytinyağı konulduğu tahmin edilen küp ve amforaların müze müdürlüğüne getirildiği ve hangi döneme ait olduğunun araştırılacağı bildirildi.

Hatay Gazetesi, 17.03.2008

MUĞLA'DA KAZILAR DEVAM EDİYOR

 

Muğla Kültür ve Turizm Müdürü Murat Süslü, 8 müze başkanlığı gözetiminde 5 kazı çalışması yürütüldüğünü belirterek, ''2007 yılında toplam 13 kazı çalışması yapıldı. Bölgede gerçekleştirilen yüzey araştırmaları ve arkeolojik kurtarma kazıları ise aralıksız devam ediyor'' dedi.

 

Süslü, ''2008 yılında Muğla ve ilçelerinde Bakanlar Kurulu kararıyla 12 arkeolojik ve bilimsel kazı çalışması yapılacak. Bu rakamlara arkeolojik kurtarma kazıları ile arkeolojik yüzey araştırmaları dahil değil. Amacımız, bölgemizde bulunan kültürel zenginlikleri dünyanın farklı kültürlerinden insanlarla paylaşmak'' dedi.

 

Muğla'da 22'si düzenlenmiş 195 ören yeri olduğunu belirten Süslü, şöyle devam etti: ''Bölgemize gelen turist sayısına baktığımız zaman, ören yerlerine gelen turist sayısında her geçen gün bir artış yaşandığı anlaşılıyor. Bu olay bize kültüre ağırlık veren bir turist yelpazesi oluşturduğumuzu gösteriyor. Ören yerlerimizi düzenleyip, gezilip görülecek yerler haline getirdiğimiz için ziyaretçi ve turist sayısında artış yaşanıyor.''

Turizm Gazetesi, 17.03.2008

RESTORASYONA YÜZDE 4 FAİZLİ KREDİ

 

Toplu Konut İdaresi (TOKİ), taşınmaz kültür varlıklarının restorasyonu için kredi başvurularını açıyor. Yıllık yüzde 4 faiz ile 10 yıl vadeli, 80 bin YTL'ye kadar kullandırılan restorasyon kredisinden yararlanmak isteyenler, yarından itibaren başvuruda bulunabilecek. TOKİ kredilerinin en az yüzde 10'u kadar, tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için kredi kullandırılıyor. Bu kapsamda, özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişiler, mülkiyetlerinde bulunan korunması gerekli tescilli taşınmaz kültür varlıklarının bakımı, onarımı ve restorasyonu için, yarından itibaren, 2 Mayıs'a kadar kredi başvurusunda bulunabilecek. TOKİ, her bir proje için, keşif özetinin yüzde 70'ine kadar ve en fazla 80 bin YTL olmak üzere kredi kullandırabilecek.

Yeni Şafak, 17.03.2008

'BİRA BARDAĞI' İLE GÖMÜLMÜŞ BRONZ ÇAĞI İNSANI

 

İngiltere, Kent’te arkeologlar tarafından Bronz Çağ’a tarihlenen, 4000 yıllık bir iskelet bulundu.

 

Uzmanlar, hoker durumundaki iskeletin, ayağının dibinde bulunan bir kap dolayısıyla “Beaker” gömü tarzına bir örnek olduğuna inanıyorlar.

Çok güzel bir şekilde süslenmiş bu kabın ise bir tür “bira bardağı” olduğu düşünülüyor.

Daha önce başka kazılarda bulunan Beaker tarzı kaplarda bira kalıntılarına rastlanmıştı. 

 

Mezar, içiçe iki daire şeklinde inşa edilmiş yığma bir tepeciğin ortasında, tören eşyaları ve ölü hediyeleri ile birlikte bulundu.   

BBC News, 17.03.2008



TARİH KENTLEŞMEYLE YOKOLUYOR

 

 

Çoğu kapatılacak olan belde belediyelerinin izin verdiği yoğun yapılaşmanın getirdiği tahribatın, kentlerin tarihsel kimliğini yok etmekle kalmadığı, sit kararlarıyla korunan eski dokuyu da "algılanamaz" kıldığı belirtildi. Adana ve Antakya'da 2 yıl önce yapılan "Kültürlerin Ortak Kenti ve Ortak Mimarlıkları" adlı toplantılarda bu konu gündeme getirilmişti. Toplantıların sonuç bildirgesinde şu görüşler yer alıyordu:

"Tarihsel süreçte yöredeki kentlerin kazandığı çok kültürlü özgün karakter pagan, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman kültürlerin, ortak yaşam ilişkileri içinde birbirlerinden etkilenmeleriyle oluştuğu ortadadır. Bu karakteri yansıtan kentsel doku ve kentsel yaşamın gelişim-oluşum süreci ile etnik-sosyal farklılıkların kentsel yaşama yansımaları da doğal olarak farklı olmuştur.''

Günümüz kentleşmesinde bu kültürel özgünlük ve zenginliğin, mimariye yansımadığına, kentlerin genelindeki yeni görüntülerin de tarihle bağları hemen hemen hiç olmayan 'tip peyzaj'lar sergilediğine yer verilen sonuç bildirgesinde, belde belediyelerinin tarihi dokuda oluşturdukları zarara şöyle değiniliyor:

"Son 10 yılda kentlerin etrafını kuşatan belde belediyelerine yasayla verilmiş olan bağımsız imar haklarının ortaya çıkardığı dengesiz yapılaşma kaosu da bu ayrışmayı kalıcı ve sürekli kılmaktadır. Örneğin; Adana çevresinde, Çukurova'da ve Mersin'de 1960'larda başlanan bölgesel planlama çalışmalarının son 20 yılda tamamen unutulmasının nedeni, bu havzadaki çok sayıda belediyenin sadece kendi sınırları içinde ve geneli gözetmeden imar ve planlama kararları üretmelerindendir. Özellikle Adana'daki "Yeni Adana" süreciyle doruğa çıkan "Eski Kent-Yeni Kent" rekabetinin kentsel kimlik ve yaşam açısından tartışılması önem kazanmaktadır. Mersin'de ise kıyı kuşağındaki Türkiye'nin en yoğun ikinci konut yapılaşmasının yine en uzun " kıyı apartmanlaşması" nı yaratmış olması, saptırılmış sosyal gereksinmelerin mimariye ve kentsel çevreye yansımaları açısından da irdelenmelidir. Antakya'da da arkeolojik potansiyelin yüksek olduğu kentsel yerleşim ve gelişme alanlarını paylaşan belde belediyelerinin izin verdiği yoğun yapılaşmanın getirdiği tahribat, kentin tarihsel kimliğini yok etmekte ve sit kararlarıyla korunan eski dokuyu da ' algılanamaz' kılmaktadır."

Cumhuriyet, 17.03.2008

FALDA 'DEFİNE' GÖRÜNMÜŞTÜ, KAZIDA İSE JANDARMA

 

Falcının sözlerine inanarak evin bodrum katında define bulmak için kazı yapan altı kişi, karşılarında altın yerine jandarmayı buldu.


İstanbul'da oturan 30 yaşındaki Serdar Zollu, fala baktırmak için gittiği kişinin Kastamonu'nun İnebolu İlçesi Çiçekyazı Köyü'ndeki evinin altında define bulunduğunu söylemesi üzerine hemen memlekete giderek kendisine altı kişilik bir ekip oluşturdu. Kimsenin oturmadığı evinin bodrum katında kazı çalışması yapan Serdar Zollu ve arkadaşları, üç metre derinliğinde çukur açtı. Köylülerin ihbarı üzerine jandarma, kazı yapanları belirleyip gözaltına aldı. Kazıda herhangi bir şey bulamadıkları anlaşılan zanlılar ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Radikal, Fotoğraf: Fetihcan Yıldırım / DHA, 17.03.2008

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Sakarya İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, elindeki tarihi eserleri satmak için Düzce'den Sakarya'ya gelen bir kişiyi gözaltına alırken, şahsın otomobilinde yapılan aramada, 678 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

Düzce'nin Akçakoca İlçesi'nde yaşayan bir kişinin, elinde bulunan tarihi eserleri pazarlamak üzere Sakarya'ya getireceği bilgisini alan Sakarya İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Kocaaeli-Karasu Karayolu Kuyumculu Köyü mevkiinde kontrol ve arama çalışması yaptı. Kontrol ve arama çalışmalarında H.K. yönetimindeki 41 F 5675 plakalı otomobili durduran jandarma ekibi yaptığı aramada, çeşitli medeniyetlere ait 634 adet bronz sikke, 41 adet obje, 3 adet gözyaşı şişesi olmak üzere toplam 678 adet tarihi eser ele geçirdi.

 

Otomobilin sürücüsü H.K.'yi gözaltına alan jandarma ekipleri, tarihi eser kaçakçılarına yönelik operasyonların devam edeceğini söyleyerek, vatandaşların 156 jandarma imdat telefonuna ihbarlarda bulunmasını istedi.

Düzce Damla, 17.03.2008

GAZİANTEP'TE ESKİ MAHALLELERE KORUMA

 

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi kent merkezinde bulunan eski mahallelerinden Bey Mahallesi'nde 'Sokak Sağlıklaştırma Projesi' ile koruma altına alıyor.

Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunlara değindi tarihi mekanların korunarak turizme kazandırılması için çalışmalar başlattıklarını belirterek, "Büyükşehir Belediyesi olarak modern kent alanı içinde geleneksel mimarinin tanıtılması ve yaşatılması amacıyla sahip olduğumuz tarihi ve kültürel mekanları koruyup, kültür turizmini geliştirebilmek için önemli adımlar atmaktayız. Tarihi ve kültürel mekanların bulunduğu semtlerin ve sokakların korunmasına özel bir önem veriyoruz. Bu düşünceden yola çıkarak Bey Mahallesi'ne 'Sokak Sağlıklaştırma Projesini' hazırladık. Proje Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandıktan sonra ihale edilerek sokak sağlıklaştırma işine başlanıldı. Bu yıl içerisinde tamamlanması planlanan Bey Mahallesi Sokak Sağlıklaştırma işi ile kültürel mirasımız olan Antep evleri ve sokakları hak ettiği yüzüne kavuşacak ve mahalle bir çekim merkezi haline gelecektir. Bu proje kamu-sivil birlikteliğinin bir örneği olmalıdır. Biz Belediye olarak sokak sağlıklaştırması yaparken halkımızın, özellikle de burada yaşayan mahalle sakinlerinin projeye sahip çıkmalarını istiyoruz. Mülk sahipleri ya da mahalle sakinlerinin İmar ve Şehircilik Dairesinin görüşlerini alarak evleri içerisinde gerekli bakım, temizlik ve düzenlemeleri yapmasıyla, proje mahalle sakinleriyle bütünleşecek sosyal ve kültürel boyuta taşınmış olacaktır" dedi.

Bey Mahallesindeki sokak sağlıklaştırma projesi çerçevesinde Hanifioğlu Sokak, Noter Sokak, Eski Sinema Sokak, Kayacık Ara Sokak ve Kıssa Sokaklarında uygulanacağı öğrenildi. Proje kapsamında belirlenen bölgede bütün evlerin sokağa cephe veren taraflarında hasarlı olan duvarlarda, kapılarda ve doğramalarda restorasyon işleri yapılacak ve yine hasarlı çatılar restore edilerek gerekli görülenlerin değiştirileceği bildirildi. Ayrıca sokaktaki mevcut asfalt kaldırılarak tüm alt yapılar su ve kanalizasyon yenilenerek elektrik ve telefon hatları da yer altına alınacağı öğrenildi.

Yeni Şafak, 17.03.2008

KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ

 

Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde kaçak kazı yaptıkları tespit edilen 2 kişi suçüstü yakalandı.

 

Edinilen bilgilere göre, Karabük İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü ekiplerince, Safranbolu İlçesi'ne bağlı Çavuşlar Köyü kaya mezarları bölgesinde kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine yapılan baskın sonucu 2 kişi suçüstü yakalandı.

 

Kaçak kazı yaptıkları tespit edilen T.O.D (34) ve R.A. (39) ile birlikte, bir jeneratör, hilti, elektrik kablosu, delici hilti uçları, takım çantası, kazma ve balyoz ele geçirildi.

 

Yakalanan 2 kişi çıkarıldıkları Safranbolu Cumhuriyet Savcılığı tarafından serbest bırakıldı.

Karabük Kent Haber, 17.03.2008

HİNDİSTAN, PAHARPUR'DA ESKİ YAPILAR

 

Arkeologlar yakın zamanda Hindistan’ın,  UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Parahpur’da, bu yerleşimin bilinen yapım tarihi olan Pala Dönemi’nden daha geriye gittiğini düşündükleri iki tane tuğla yapı buldular.

 

 

 

Yapılan son kazılardan önce, yerleşimde uzmanlar tarafından Gupta Krallığı Dönemi’ne tarihlenen birçok heykel bulunmuştu. Son buluntuları teyid eden Arkeoloji Departmanı Yöneticisi Dr. Shafiqul Alam, bahsi geçen yapıların Paharpur ana tapınağının altında bulunduğunu söyledi. Tapınak alanı dışında da bir yapı bulunduğunu belirterek, “Bu yerleşimde Pala Dönemi’nden önce var olmuş bir uygarlık bulunduğu kesin” dedi.

 

Öte yanda, arkeologlar toprakla dolmuş bir zeminin 2,5 m altında farklı bir tuğla yapı daha keşfettiler. Bu ilave yapının, üstteki yapının görüntüsünü güzelleştirici bir özellik taşıdığı düşünülüyor. Tüm bu binalar normalden daha büyük tuğlalarla inşa edilmiş durumdalar. Yapılan çalışmalar sonunda en az 53 heykelin bu yapıların nişlerinde duruyor olması kesinleşti. Şu ana dek sadece 13 heykel bulundu.

The Daily Star, Haber: Hasibur Rahman Bilu,15.03.2008

KÜTAHYA'DA 10 ESKİ ESERİN ONARIMI İÇİN 1 MİLYON YTL HARCAMA YAPILDI

 

 

Kütahya'da, Vakıflar Bölge Müdürlüğü sorumluluk alanı içerisindeki 308 gayrimenkulden, "Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlığı" tescilli olan 152 eski eser gayrimenkulün onarım çalışmaları devam ediyor.

 

Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü; Merkez Yeşil Camii için 205 bin YTL, Gediz Kurşunlu Camii için 42 bin 81 YTL, Gediz Gazanfer Ağa Hamamı için 71 bin 918 YTL, Simav Ulu Camii için 48 bin 285 YTL, merkez Hatuniye Camii için 130 bin 500 YTL, Merkez Muvakkithane için 60 bin 849 YTL, Simav Üzümpazarı Camii için 242 bin 642 YTL, Tavşanlı Çavuş Camii için 44 bin YTL, Simav Şeyh Bedrettin Camii için 184 bin 505 YTL, Emet Babıkbey Camii için 32 bin YTL olmak üzere, 2007 yılında 10 eski eser onarımı için toplam 1 milyon 61 bin 781 YTL harcama yaptı.

 

Yine aynı kapsamdaki 6 adet eserin rölöve-restitüsyon ve restorasyon projelerinin temin edilmesi işleri için de 122 bin 900 YTL ödeme yapan Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, 2008 yılı için ihale hazırlıklarını sürdürüyor.

haberler.com, 17.03.2008

YUNAN ARKEOLOGLAR AMELİYAT GEÇİRMİŞ BİR KAFATASI BULDU

 

Arkeologlar 3. yüzyılda kafatası ameliyatı geçirdiği tahmin edilen bir kadına ait iskelet buldular.

Veria’da, antik bir mezarlık kazısında ele geçirilen iskelet üzerindeki operasyonu kazı başkanı Ioannis Graikos şu şekilde açıkladı:

“Bu, ancak uzman bir doktor tarafından yapılabilecek, oldukça komplike bir ameliyat. Roma dönemi Veria’da tıbbi çalışmalar Hipokrat ile başlayıp, Celsus ve Gaslen’e kadar uzanan çok köklü bir gelenek”.

 

   

 

Hastalık veya yaralanmalar dolayısıyla kafatasına yapılan bu operasyona trepanasyon denilmekte. 2003 yılında Yunanlı arkeologlar Sakız Adası’nda yapılan kazılarda da MÖ 2. yüzyıla tarihlenen ve trepanasyon geçirmiş bir iskelet bulmuşlardı.

Hastanın ameliyat sonrası birkaç yıl daha yaşadığı tahmin edilmekte idi.

 

Kafatasında büyük bir delikle bulunan ve MS 3. yüzyıla tarihlenen bu diğer örnek ise bu antik ameliyat tarzının başarısız örneklerinden biri.

Genç bir kadın olan hasta ameliyat sırasında veya çok kısa bir süre sonra ölmüş.

AFP, 12.03.2008



2 BİN 600 YIL SONRA AYNI ROTA





Urla‘da iki katlı, mavi panjurlu bir evdeyiz. Deniz kabukları, gemici ipleri, çıpalardan oluşan bir dekorun ortasında, ahşap masanın etrafında toplanmış 360 Derece Araştırma Grubu‘nun üyeleriyle sohbetteyiz. Konu “deniz ve düşler” diyebiliriz.

 

Mualla ve Osman Erkurt çiftinin evi aynı zamanda grubun merkezi. Grubun proje lideri Osman Erkurt bir arkeolog. Ama gençliğinin geçtiği Suadiye’de yıllarca denizle içli dışlı yaşamış, teknesiyle sık sık balığa çıkmış. Elinden marangozluk da geldiği için yurtdışından getirttiği planlara bakarak yat bile inşa etmiş. Düşlerindeki projeleri gerçekleştirmek için eşiyle İstanbul’u bırakıp Urla’ya yerleşmiş önce. Yavaş yavaş da grup oluşmuş.


360 Derece üyeleri akademisyenden mühendise, şaire kadar uzanan geniş bir meslek grubundan oluşuyor. Binlerce yıl önce denizcilerin nasıl seyrettiklerinin, pusula ve ışık olmadan o limanlara nasıl ulaştıklarının; yani deneysel arkeolojinin izinde yelken açıyorlar.


Önce günümüzden 3 bin 300 yıl önce Kaş civarında batan, tarihin bilinen ilk ticaret gemisi Uluburun‘un kopyasını Urla’da çivi kullanmadan, orijinali gibi yaptılar. Grup bir başka projede ise 1900’lü yılların ilk yarısına kadar Pasaport İskelesi’ni süsleyen “İzmir’in kayıkları”nı yeniden körfezle buluşturmak için kolları sıvadı. Şimdi ise sırada denizle kavuşmayı bekleyen başka bir proje var. 2 bin 600 yıl önceki Foçalılar gibi Marsilya’ya doğru yola çıkmak istiyorlar.


“İzmir-Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi”nde, dönemin tarihsel özelliklerine uygun, arkeolojik verilere dayanarak yeniden inşa edilen gemilerle Foça’dan yola çıkılacak. Yelken ve kürekle MÖ 600 yılında Phokaialıların Ege ve Akdeniz’de gittiği ve koloni kurduğu, bugünkü adları Yunanistan’da Molyvoz, İtalya’da Elea, Fransa’da Olbia, Alalia, Nice, Antipolis olan limanlara uğranacak. Marsilya’ya kadar süren tarihsel yolculuğun yeniden yaşanması sağlanacak.
Grubun öyküsünü Osman Erkurt anlattı.

 

360 Derece Araştırma Grubu’nu bir araya getiren ne oldu?

Deniz arkeolojisi yeni bir disiplin olarak gelişmeye başlıyor. Üniversitelerimizde ilgili bölümlerin olmayışı, yetişmiş eleman azlığı, bizi akademilerin dışında dört yıl önce bir araya gelmeye itti. Ekip farklı mesleklerden gelen 40’a yakın üyeden oluşuyor.

 

Bu kadar kalabalık ekiple uzun süre çalışmakta zorlanmıyor musunuz?

Bu bir arkadaş grubu. Hiçbir zaman bir akademik disiplin içinde değiliz. Bir izci grubu gibi de değiliz. İnsan ilişkileri üzerine kurulu her şey. Hiyerarşik bir uyum var ama o uyumun bir kuralı yok. Bizi konunun ilginçliği bir araya getiriyor. Sorunları yok farz edip işinize devam ederseniz yürüyor. Dünyada sayılı grupların içindeyiz.

 

Şikayetiniz yok mu?

Şikayet değil ama durum tespiti diyebiliriz. Genelde dünyada yapılan bütün işlerde mali sıkıntı var. Bunun dışında bizi en çok etkileyen, “Tamam, yapalım” deyip yapmayanlar. Bir de henüz istediğimiz gibi bir belgesel bile yapamadık daha. Elimizde çok proje var ama hakkında yazılı yayın yapamadıklarımızı kendimize saklamış gibi oluyoruz. Zaten bir yayını toplamak da milyarlar tutuyor.Şu anda beş aktif proje üzerinde çalışıyoruz. Özellikle son projemiz “İzmir-Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi” ile uluslararası bağları da kurduk. Yayınlar konusunda hazırlıklarımız devam ediyor.

 

Foça’ya yerleşen, ardından da Urla’da yaşamaya başlayan şair Süreyya Berfe, deneyimleri yazıya döküyor. Grubun yayınlarından o sorumlu: “Marsilya’ya ben de gideceğim. Gitmek zorundayım. Gittiğimiz yerlerde kültür sanat etkinlikleri de olacak. ‘Akdeniz Dilleri ve Kültürleri Buluşması’ yapmak istiyoruz. Gideceğimiz her limanda paneller düzenlenecek.


Sadece yolculuk değil bu... İnsanlara Anadolu’yu kültür sanat etkinlikleriyle anlatmak lazım. Burada ilk çekiç sesleri duyulduğunda, bir an önce kitabı yazmak için kendimi alıştırdım. Derdim en kısa sürede çocukların düzeyine inip onlara anlatmak, büyüklerin de kafalarına kakmak, soru sordurmak.”

 

Selva Egeli aralarında teknesi olan tek kadın üye. Grupla tanıştıktan sonra Urla’ya yerleşmiş. Tüm seyahatlere katılmış. Yolculukların fotoğraf çekimlerini yapıyor. Egeli “Ben günde birkaç kez banyo yapacak kadar titizimdir ama teknede bazen 17-18 gün yıkanamıyoruz. Ama olsun, ruh temizliği yapıyoruz” diyor: “Seyahatlerde ışık yok. Geceleri uyku tulumu ve ahşabın üzerinde gidiyorsunuz. Her seyahat bende dört kiloya mal oluyor. Dört gün diye çıkıp 12 günde döndüğümüz oldu. Tuvalet için bir kovayı kullanıyoruz. Bence çok da hijyenik. Zorlukları çok çabuk unutuyoruz. Adrenalin var... Bunu yaşamadan anlamak zor.”

 

Prof.Dr. Hayat Erkanal (Proje danışmanı)
Burada kazı çalışmalarımız, sualtı çalışmalarımız vardı. Tesadüfen bir araya geldik. Zaman içinde gruba baktık, çok ciddi çalışıyorlardı. Kendilerini yavaş yavaş tanıdık ve entegre olduk. Bu şekilde Urla’yı sualtı ve deniz konusunda merkez haline getirdik. Biz hem karada hem sualtında çalışıyoruz. Grubun projesi bizim çalışmalarımızla da ilgili. Projenin bilimsel destek olmadan yaşaması mümkün değil. Sualtında iki tekne bulduk. Eski bir liman da tespit ettik. Sualtı Deniz Arkeoloji Müzesi açıyoruz. Buradaki merkezimizi genişleteceğiz. Arkeopark kuracağız. Çeşitli dönem teknelerini, kullandıkları aletleri, üretim şekillerini sergileyeceğiz.

Milliyet Pazar, Haber: Banu Şen, 16.03.2008

TARİHİ HORASAN HAMAMININ SIRRI

 

 

ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Nimet Özgönül başkanlığındaki yedi kişilik ekip, Tire’deki tarihi hamamlarda çalışma yaptı. Özgönül, özellikle büyüteç altına aldıkları Yalınayak Hamamı’nda çatı izolasyonunda kullanılan tuğla kırıntısı, kireç ve kumdan oluşan Horasan sıvasının özelliğini bugünün teknolojisiyle bile çözmekte zorlandıklarını söyledi.

 

Dr. Özgönül şöyle dedi: “15’inci yüzyılda Aydınoğulları Beyliği zamanında inşa edilen Yalınayak Hamamı’nda Horasan sıvasını kullanan atalarımız, bu sayede hamam içinde sıcaklık nedeniyle oluşan su buharını dışarıya tahliye etmiş, çatıdan da su girmesi engellenmiş. Adeta nefes alan mekanlar inşa edilmiş. Bu izolasyon tekniğini 21’inci yüzyılda bile kullanamıyoruz.”

 

Başkan M. Sıtkı İçelli ise belediye olarak bu tür yapıları koruma altına aldıklarını söyledi. İçelli, “Tahtakale Hamamı Restorasyon Projesi’ni hayata geçirdik. Şimdi Yalınayak ve Yeniceköy hamamlarının restorasyonunu aslına sadık kalarak gerçekleştireceğiz. El sanatları teşhir ve satış merkezi olarak hizmete açacağız” diye konuştu.

Milliyet Ege, Haber: Anıl Ertan, 16.03.2008

AZERBAYCAN'DA NEOLİTİK BULUNTULAR

 

Zagatala Bölgesel Etnografya Müzesi yetkilisi Cinagir Soltanov’un APA Ajansı’na bildirdiğine göre Azerbeycan’ın Zagatala bölgesinde bulunan Yalavlu Tepe’de MÖ 3. binden 1. bine uzanan neolilitik buluntular ele geçirildi.

 

Soltanov, eserlerin Muqanlı Köyü yakınlarındaki Alazan Nehri kıyısında bulunduğunu açıkladı. İlk olarak yerel çiftçilerin ve nehir kenarında balıkçıların eserlere rastladığı bu bölgede bir kurtarma kazısı yapıldı. Soltanov’un açıkladığına göre, bölgede 5000 yıllık çocuk mezarları ve iskeletler de bulundu. 

Today.az, 11.03.2008

ROMA YOLU

 

 

Ankaramızın çok değerli bir valisi var: Kemal Önal. Her alanda başarılı çalışmalar yapıyor. Başkentin arkeolojik varlıklarına ilgisi ve hizmetleri de övgüye değer.

Ulus'ta geçen yıl yapılarak Roma çağına ait yüzlerce eseri gün ışığına çıkaran kazılar, tarihi önem taşıyan Roma Yolu'nun izlerini de saptadı. Ankara Valiliği binasının restorasyonu çalışmaları sırasında, 2007 Temmuz'unda meydana çıkan eserler arasında, Roma dönemine ait Medusa kabartması, Selçuklu ve Osmanlı'dan duvar, su kanalları, seramik örnekleri, ağızlık, bilezik, fincanlar var. Kazılar devam ettikçe, kimbilir, daha neler bulunacak...

Ankara Valisi Kemal Önal'ın emriyle, bu semtte bir açıkhava müzesi geliştirilecek. En heyecan verici beklenti, bir Roma Yolu'nun ortaya çıkması ve bu yolun, Ankara'daki arkeolojik başyapıtlardan Augustus Tapınağı, Roma Hamamı ve Jülyen Sütunu ile bütünleşmesi...

Ankaramızda, özellikle Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde, kapalı mekan içerisinde, binlerce binlerce arkeolojik eser vardır ama açık havada, kendi sahih mekanında eser teşhiri pek kısmet olmamıştır şimdiye kadar.

Artık birkaç yıl içinde, Sayın Vali Önal'ın vizyonu ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Hikmet Denizli başkanlığındaki arkeoloji grubunun çalışmaları sayesinde, başkentimiz bir açıkhava müzesine kavuşacak.

Ve baştan başa, kişiliksiz, tarihsiz, talihsiz yollar ve caddelerle örülü olan Ankaramız, iki bin yıllık Roma Yolu'na sahip olmanın övüncünü yaşayacak.

Cumhuriyet, Haber: Talat Halman, 15.03.2008

SELÇUKLU ESERLERİ ONARILIYOR

 

Akşehir'de Selçuklu döneminden kalma Sahip Ata Külliyesi ve mescidi, Tacettin Turabi Türbesi, Altunkalem Mescidi, Taç Ahmet Türbesi, Seyyid Mahmut Hayrani Türbesi, Ferruh Şah Mescidi ve Kızılca Mescidi'nde restorasyon çalışması büyük ölçüde tamamlandı.

Vakıflar Bölge Müdürlüğünden ihaleyi alan firmalar, halen Ulu Camii, Kileci Mescidi ve Güdük Minare Mescitleri'nde restorasyon çalışmalarını sürdürüyor.

Ayrıca, Hacı Hafız Ali Camii ve Küçük Aya Sofya Mescidi'nin de bakım ve onarımdan geçirileceği öğrenildi.

Konya Hakimiyet, 15.03.2008

AKSARAY'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Aksaray Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) ekipleri tarafından düzenlenen operasyonda, tarihi sikkeler ve Artemis heykeli ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Aksaray KOM Şubesi ekipleri, yaptıkları çalışmalarda 2 şahsın elinde tarihi eserler olduğunu tespit etti ve şahısları takibe aldı.

 

Uzun süren takibin ardından düzenledikleri operasyonla şahısları yakalayan ekiplerin, zanlıların gösterdikleri yerlerde yaptığı aramada Bizans dönemine ait Artemis heykelciği ile 30 adet tarihi sikke, 2 yüzük ve 1 adet kolye ele geçirildi.

 

Olayla ilgili gözaltına alınan 2 zanlı, çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Aksaray Kent Haber, 14.03.2008

KIRMIZI MEDRESE RESTORE EDİLDİ

 

 

Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde 'İnanç Parkı Projesi' kapsamında restore edilen ve içinde ünlü Kürt şair Melaye Ciziri'nin türbesini de barındıran Kırmızı Medrese'de çalışmalar büyük ölçüde tamamlandı.

Cizre Belediyesi ile Köylere Hizmet Götürme Birliği'nin ortaklaşa yürüttüğü ve Avrupa Birliği'nin (AB) destek verdiği 'İnanç Parkı Projesi' kapsamında Kırmızı Medrese'de yürütülen restorasyon çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi.

 

2006 yılında başlatılan restorasyon çalışmaları kapsamında Cizre'ye gelen AB Proje İzleyicisi Burak Boysan ve Bitlis Vakıflar Bölge Müdürü Muhammet Şakir Erarı, incelemelerde bulundu. Restorasyon çalışmaları hakkında Boysan ve Erarı'ya bilgi veren yetkililer, peyzaj ve yol çalışmaları dışında restorasyon çalışmalarının bittiğini kaydetti.

 

Proje Koordinatörü İlçe Özel İdare Müdürü Faruk Özervarlı ise, Kırmızı Medrese'nin etrafında bulunan evlerin kamulaştırma çalışmalarına 2 milyon YTL harcandığını belirterek, proje bitimine kadar kamulaştırma harcamalarının 5 Milyon YTL'yi bulacağını ifade etti. Çalışmaları yerinde inceleyen Boysan ve Erarı, bir iki eksiklik dışında restorasyon çalışmalarının güzel bir şekilde tamamlandığını kaydetti.

 

Kırmızı Medrese'nin restore edilmesinin ardından kazandığı estetik görünüm Cizrelilerin de gözünden kaçmıyor. 1508 yılında yapılan medrese Kürtçe divanlarıyla ünlü tasavvuf şairi Melaye Ciziri'nin türbesini de içinde barındırıyor.

Şırnak Kent Haber, 15.03.2008

Boğazköy Kazısı
...1953




9 -15 Mart 2008


BİZANS SARAYI: İSTANBUL VE TURİZMİ GÖKLERE ÇIKARACAK 'ARKEOLOJİK BOMBA'

 

Bir süredir Sultanahmet'te 'Four Seasons Oteli'ne yapılan ekle ilgili olarak gazetelerde ve ilgilenen aydınlar arasında sürdürülen bir tartışma var. Nadiren alevlenen bu koruma ilgisi, her zaman geç kalmış ve geçici olsa bile, kamuoyunun küçük bir bölümünün duyarlılığının sürdüğünü gösterdiği için çok önemlidir.

 

Ne var ki aynı kamuoyu, Roma döneminin en büyük limanının tam ortasından metro geçirilmesine pek duyarlılık göstermiyor. İstanbul'un tarihi konut dokusunun yok edilmesine hiçbir zaman tepki göstermedi. Ayvansaray'da Tekfur Sarayı'ndan Haliç kıyısına kadar bugünkü çarpık yapılaşma altında var olduğu bilinen ikinci Ortaçağ Bizans sarayı alanında arkeolojik araştırma yapılmasını öngörmüyor.

 

Ama oraya yeni mahalleler yapmayı planlayan bir belediye var. Süleymaniye Külliyesi'nde imaretin restoran olmasına, Kanuni Türbesi ile Hürrem Sultan Türbesi arasına bir ahşap gecekondu yapılmasına kamuoyu ve medya tepkisi yok. Konstantin döneminden başlayarak yapılan ve Marmara kıyısında Bukoleon Sarayı'na kadar uzanan büyük sarayın üstünde koca mahalleler var. Orası yenileme, restorasyon adı altında yeni inşaatlarla dolu. Aslında Türkiye'de tarihi çevre korumakla ilgili uygulama, sürekli alarm veren bir felakettir.

 

Tarihi Bilmeyenler

 

İstanbul'un 1453'den öncesine bilgi olarak aşina olmayanlar İstanbul'da bir şey korumak istemezler. Biz bütün Anadolu ve Balkanlar'ı fethettik. Fakat sadece İstanbul bir dünya kentidir. Çünkü Roma ve Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'i de içermektedir. Pagan Yunan, Pagan Roma, Hıristiyan Roma, Ortodoks Bizans ve Müslüman Türk'ün kat kat zenginleştirdiği 250 yıllık bir dünya kentinin sahibiyiz. 1900 yıl dışarı, 600 yıl içeri diyemeyiz.

 

Ne var ki Türkler kendi tarihlerini de bilmiyorlar. Piyasada halkın okuyacağı, daha doğrusu okuduğu, bir Türk, Selçuk, Osmanlı, İslam, dünya, Bizans, Avrupa, Rus, İran tarihi bulmak olanaksızdır. Temel özelliğimiz tarihi bilgisizlik ve onun sonucu olan bilinçsizlik ve sahip çıkmamadır. Onun için İstanbul niye korunmuyor diye sızlanmayalım.

 

Fatih Külliyesi, Konstantin'in mezarı ve Iustinianus'un kilisesi üzerine kurulmuştur.

 

Topkapı Sarayı Akropol'ün üzerindedir.

 

16-17. yüzyıl sarayları, Sultanahmet Külliyesi, Büyük Bizans Sarayı ve Hipodrom üzerine kurulmuştur.

 

Bilanço Korkunç

 

Sorunumuz bu çağları sorgulamak değil. Fakat 1951'de koruma yasası çıktıktan sonra olanları sorgulamamız gerekir. Ve bunun bilançosu korkunçtur. Anadolu Selçuk yapılarının durumu, çoğunlukla acıklıdır. Bir dünya başyapıtı Divriği Ulucamisi'nin adını ağzıma almaya korkuyorum. İstanbul'un ve önemli kentlerimizin konut dokusunu yok ettik.

 

Belki de toplumun hala sahip çıkmadığı şeylerin korunmasını istiyoruz. Bunun olanaksızlığı son yarım yüzyılda kanıtlandı. Tarihi çevre koruma, uygarlığın en üst düzeyinde bir etkinliktir. İnsan yaşamına saygı, insan geçmişine saygı, insan ürününe saygı gerektirir. Bu saygı bilgiye dayanır, bilgiden sevgiye, sevgiden saygıya dönüşmesi gerekir.

 

Bugünkü kırsal kültür toplumunda böyle bir birikim yoktur. Osmanlı'da da yoktu. Topkapı Sarayı'nda her sultan bir öncekinin yapısını kaldırmıştır. İstanbul'da dünya güzeli 18-19. yüzyıl sarayları yok olmuştur. Son dönemde Osmanlı üst tabakası sur içini terk edip, Nişantaşı, Teşvikiye, Şişli, Kadıköy gibi yeni semtlere yerleşmiştir. Türkiye'de koruma bilinci çok ağır oluşuyor.

 

Uluslararası örgütlenme zorlamasa Türk hükümetlerinin tarihi korumakla ilgileri pek olmayacaktır. 1967'den bu yana ICOMOS'un (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) 40 yıllık yaşamında, hükümetlerden birinin bu kuruluşa tahsis ettiği bir oda bile yok. Yani adresi yok, sekreteri yok ve telefonu yok. Bütçesi üyelerden  toplanan küçük bir para. Bu şimdiye kadar devletin koruma konusuna gösterdiği ilginin en açık belgesidir. Fedakar, imece ile çalışan akademisyenler olmasa, tarihi çevrenin korunması ile ilgili olarak laik, dinci, solcu ya da liberal bir politikacının yaptığı bir şeyden söz edilemez. Bizde kültür turizmin parçası sayılıyor, turizm kültürün bir parçası değil.

 

Olağanüstü Bir Olanak

 

Bütün bu olumsuz manzara içinde, birden, tesadüfi olarak, Osmanlı'nın üzerine ilk üniversiteyi ve sonra da bir hapishane yaptığı sarayın, anlatılması karışık bir süreç içinde, 17.000 m2'lik bir bölümü ortaya çıktı. Bu İstanbul'un tarihi kimliği ve 2010 yılındaki Avrupa Kültür Merkezi dönemi için olağanüstü bir olanaktır.

 

Bir arkeolojik bombadır.

 

Konstantin devrinden bu yana 1700 yıl önce başlamış Roma'nın ikinci büyük imparatorluk sarayının, şimdiye kadar söz konusu olmayan verilerle, Ayasofya'nın karşısındaki temizlenmiş kalıntıları var. İnsan gözlerine inanamıyor. Bu büyük alan Arkeoloji Müzesi kontrolünde kazılmış ve araştırmaya hazır.

 

Şu anda İstanbul'un Roma ve Bizans tarihi bağlamında en önemli arkeoloji alanı burasıdır.

Kanımca betonarme döşemeyi Bizans yapısı sanıp fotoğraf çeken gazetecilerin ve yapılanmayı eleştirenlerin sözlerinde kalanları yerinde incelememenin verdiği eksiklik var. Bu bir iletişim ve belki de şeffaflık noksanlığıdır.

 

Saraya en büyük zararı Abdülmecid zamanında Ayasofya restoratörü Gaspare Fossati vermiştir. 170 m boyunda dev bir üniversite binası, Bizans'ın Magnaura Sarayı'nı ve Dafne Sarayı'nı enine boyuna doğramıştı. Açılamayan ve Adliye Vekaleti'ne dönüşen yapı 1933'de bereket yandı. Çünkü Ayasofya önünde 170 m'lik çirkin bir perde oluşturuyordu. Bu Ayasofya'ya ve kent silüetine hiç hürmet etmeyen dev bir Filhellenizm simgesiydi. Neogrek üsluptaki yapının buraya gelmesi de olasılıkla Magnaura (Manga Aula) içinde 9. yüzyılda III. Mihal zamanında yapıaln ilk Bizans okuluna bir simgesel göndermeydi. İstanbul'un Marmara silüetini bu Neogrek felaketten kurtaran yangına ne kadar teşekkür etsek azdır.

 



Avrupa Kültür Merkezi

 

2010 yılında İstanbul Avrupa Kültür Merkezi olacak. Bugün yapıldı, yapılmadı tartışması devam ededursun, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin yıllarca süren kazılarından sonra İstanbul'un en büyük Geç Roma ve Erken Bizans kalıntısı, tesadüfen de olsa, ortaya çıkmış durumdadır.

 

Sarayın ünlü Halke Kapısı da orada. Saraya ait pek çok yapı orada. Bunalrı 17.000 m2 alanda rahatsız eden sadece 14 m2 çelik ayak. Nasılsa verilmiş olan 1500'lük otel eki, mimar sayesinde kalıntıların bir kat üstüne bir köprü strüktürle oturduğu için  17.000 m2'de ayaklar sadece 14 m2'yi işgal ediyor.

 

Bu alan, kalıntılarıyla mimarlık tarihçileri ve arkeologların yüreklerini oynatacak kadar önemli.

Türkiye'deki yüzyıllık Roma-Bizans düşmanlığına karşın, biz büyük Doğu Roma Sarayı'nın 17.000 m2'sini açığa çıakrmış bulunuyoruz.

 

Şimdi daha ayrıntılı arkeolojik temizleme ve rekonstrüksiyona açılan ve İstanbul'u ve turizmi göklere uçuracak bir kazı yerine sahibiz. İstanbul'un, ilkel bir şovenizmle nedense reddedilen antik tarihinin önemli bir parçasını dünya kamuoyuna sergileyebiliriz. Ayasofya ile saray arasındaki ilişki görülür. Bronz çatı örtülü giriş holünün (Halke) temelleri ve heykelle süslü giriş holü algılanabilir. Magnaura Sarayı'nın bazı salonlarının temellerinin planları saptanabilir. Belki sarayın çekirdeği Dafne Sarayı'na ait bazı geç antik bölümler de belirlenir.

 

Bu veriler arkeoloji dünyasında bir bomba etkisi yapacak kadar önemlidir. Öte yandan bir yandan Ayasofya'yı tamir edip, olağanüstü güzel resimlerini yaparken koca sarayı peynir gibi doğrayan iğrenç üniversiteyi yapan Gaspare Fossati'nin yapısının temelleri kaldırılmalıdır. Belki yapının bir köşesi Avrupalılar ve Osmanlı idarecileri için bir utanç belgesi olarak saklanabilir.

 

Bu alan İstanbul 2010 için, dünya çapında bir arkeoloji ziyafetidir. İstanbullu idarecilerin Avrupa'ya yapmak istedikleri gösterinin ta kendisidir.

 

Böyle bulgular İstanbul'un UNESCO listelerine girmesi ya da Avrupa Kültür Başkenti olması türünden prosedürlerin reklam ötesinde bir değeri olmadığını da gösteriyor.

Cumhuriyet Bilim Teknoloji, Yazı: Prof.Dr. Doğan Kuban, 14.03.2008

EXPO'DA ALLIANOI GÖLGESİ

 

EXPO'da, Ekrem Bey'in (İTO Başkanı Ekrem Demirtaş) deyimiyle son 100 metreye geldik.

Dünya turu ve Paris'teki etkinlikler sürüyor. Bu akşam, "Anadolu Ateşi"nin gösterisi var. Sadece BIE üyeleri davetli. 24 Mart'ta da Eurovısıon şampiyonu Sertab Erener, sesiyle sözüyle etkilemeye çalışacak onları.

Dersimizi çalışıyoruz. Ancak geçen hafta moral bozucu bir gelişme yaşandı. Kısa adı 'Europa Nostra' olan Avrupa Kültürel Varlıkları Koruma Federasyonu, Uluslararası Sergiler Bürosu BIE'ye mektup gönderdi. EXPO'ya, "Allianoi'nın kurtarılması şartı"nın eklenmesi isteniyor. Genel Sekreter Vicente Gonzalez Loscertales'e gönderilen mektupta, 31 Mart'ta oy kullanacak delegelerin dikkati çekiliyor. "EXPO adayı İzmir'in hemen yanında dünyanın en büyük ve en iyi korunan tarihi termal kenti sular altında kalmak üzere, buna müdahale edin" deniliyor.

Allianoi, buralarda da gündemde. İzmirli Mülkiyeliler, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e başvurarak, Allianoi'nın sular altında kalmasının önlenmesini istediler.

Bunu biz de istiyoruz ve hemen istiyoruz. EXPO'nun teması sağlık, Allianoi da dünyanın ilk sağlık merkezi olunca, arada büyük ilişki oluştu. Kaldı ki ölçülemeyecek kadar tarihi değeri var. Ne demişti önceki BIE Başkanı Wu Jianmin; Bu dünyada parayla çok şey satın alabilirsiniz, satın alamayacağınız tek şey varsa, o da tarihtir.

Dünü ve bugünü
Allianoi, Bergama-İvrindi Karayolu'nun 18. kilometresinde, Yortanlı Barajı gölet alanının tam ortasında. Sağlık Tanrısı Asklepois'in yurdu. Tarihin ilk sağlık kenti. 11. yüzyıla kadar dünyanın ilk ve tek suyla tedavi merkezi olarak kullanılmış. Bugün de Batı Anadolu'nun en önemli termal kaynaklarından biri burada.

İzmir 1 Nolu Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu, 29 Mart 2001 tarih 9229 sayılı kararla Allianoi'yi birinci derece SİT ilan ediyor. Buna karşın sivri akıllının biri burada baraj kurulmasına karar veriyor ve Yortanlı Barajı inşa ediliyor. Baraja su toplanmaya başlandığında Allianoi tamamen su altında kalacak. Barajın ömrü, yağış rejimi ve bitki örtüsü ile bağlantılı olarak en fazla 40-60 yıl. Bu süre içinde gölet alanında alüvyon birikecek. Allianoi yaklaşık 12-15 metrelik alüvyon dolgu altında kalacak, yani yok olacak.

Kabul ediyorum Yortanlı, Bakırçay Havzası'na hayat verecek. Ancak barajın alternatifi bulunabilir ama Allianoi'nın asla.
Zaten İzmir 2 Nolu Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu da 13 Ekim 2005 tarih 1453 sayılı kararıyla, çözüm bulununcaya kadar barajda su tutulmamasını kararlaştırdı.

Yeni Asır, Yazı: Selamettin Bayındır, 14.03.2008

ZAZADİN HAN DEĞER KAZANDIRACAK

 

 

Selçuklu Belediyesi tarafından restoresi tamamlanan Zazadın Han, Konya- Aksaray karayolunun 22. kilometresinde görenlerin hayran kaldığı bir tarihi eser. Daha önce bakımsızlıktan dolayı yıkılma tehlikesi altında kalan Zazadın Han, şimdi tarihteki ihtişamlı günlerine dönüyor. Anadolu’nun en büyük hanlarından olan ve tarih kitaplarında adından sıkça söz edilen Zazadın Han’da restore çalışmala-rında sona yaklaşıldı.

 

Restorasyondan sonra Selçuklu Belediyesi bölgeye 270.000 m2’lik alanda ağaçlandırma çalışması yapacak. Yapılacak çalışma ile bölgenin iklim yapası ve görünümü değişecek. Alaaddin Keykubat döneminde 1236 yılında yapımına başlanılan 2. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde tamamlanan ve Sadrettin Kopek’in mimarisini hazırladığı Zazadın Han, 2500 m2 kapalı, 1.000 m2 açık alana sahip bulunuyor.
 

Restoreden sonra Zazadın Han’ın nasıl değerlendirileceği, yapılacak olan geniş istişareler sonucunda belirlenecek. Yapının özellikle turizm açısından önemli olduğu ve Konya’ya turizm katma değeri sağlayacağı belirtildi. Selçuklu Belediyesi Zazadın Han restore çalışmaları için toplam 1.998 milyon YTL harcadı. Bu rakam emlak vergilerinden kesilerek il özel idaresine aktarılan paylardan karşılandı. Zazadın Han’ın Mayıs 2008 de açılışının yapılması planlanıyor.

Manşet Gazetesi, 14.03.2008

KAYACIK'TA MAĞARA ÇIKTI

 

Gaziantep'te Şahinbey Belediyesi tarafından Bey Mahallesi Kayacık Sokak'ta yapılan yol genişletme ve kaldırım düzenleme çalışması sırasında bir mağara ortaya çıktı.

 

Kayacık Sokak'ta belediye tarafından dün yapılan yol genişletme çalışması sırasında bir iş makinesi çöktü. Bu sırada altta mağara olduğunu fark eden ekipler kamyonu uzun uğraş sonunda çıkardı. Mağaranın 2-3 ayrı yere gidişi olduğu belirtilirken, içerisinde ne olduğu, ne olarak kullanıldığı, tarihi bir özelliğinin olup olmadığının ise henüz bilinmediği öğrenildi.

Konuyla ilgili olarak Şahinbey Belediyesi yetkilileri, sokakta yol genişletme çalışması yaptıklarını ve Hürriyet Caddesi'nde gelen yolu Kayacık Sokak'tan Atatürk Bulvarı'na aktararak trafiği rahatlatacaklarını kaydetti. Çıkan mağaranın ise hiçbir özelliği olmadığını doldurup çalışmaya devam edeceklerini kaydetti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 14.03.2008

YÜZ YILLIK MEDRESEDE BARAKA AYIBI

 

Erzurum Büyükşehir Belediyesi 13. yüzyılda yapılan Çifte Minareli Medrese'nin önündeki 56 işyerini "Kötü görüntü oluşturuyor, yeşil alan yapacağız" diye yıktı, ancak yerine 36 baraka dükkan kararı aldı. Bunun tarihi yapıya zarar vereceği gerekçesiyle iki avukat da İdare Mahkemesi'ne başvurdu. 2 yıl süren hukuk mücadelesinden sonra mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi ancak bu arada biten dükkanlar esnafa kiralandı. Şimdi mahkeme, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun inşaata izni iptal ederse dükkanlar yıkılacak.

Sabah, Haber: Sinan Aydın, 14.03.2008

"SPONSORUN ADINI KAPIYA ALTIN YALDIZLA YAZARIM"





En son 2006 yılında Radikal'de müzenin durumunu ortaya Mahmut Hamsici'nin haberi üzerine konu Türkiye gündemine gelmiş, Devlet Bakanı Abdüllatif Şener gidip müzenin önemini ve halini görünce gerekli ödeneklerin çıkartılacağını söylemişti. O gelişmeyi duyuran haberimizde "Ancak daha önce eski Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun da benzer vaatlerde bulunduğu, yıllar geçmesine rağmen bir türlü harekete geçilmediğini de unutmamak gerek" demişiz ki, çok da haksız çıkmadık. Şener'in insiyatifiyle çıkartılan ödenek, kendisi siyasetten ayrılınca hemen kırpılmış. Ama neyse ki onarım başlamıştı. Şu sıralar çatıda süren tamirat önümüzdeki günlerde döşemelere de sirayet edecek ve müze hiç değilse 'tabloların üzerine çökme' tehlikesini atlatacak. Bu 'tehlike' bir abartı değil, konuyla ilgili görüştüğümüz müze müdürü Ferit Özşen, "çatıyı açınca gördük ki, mertekler tamamen çürümüş. Yani az daha çatı tabloların üzerine çöküyormuş, Allah korudu bizi" diye anlatıyor.
 

Bu onarım için kapatılan müze, geçici bir sergi için açıldı. Aslında bu sergiyi, Mimar Sinan Üniversitesi'nin 125. yılı için Tophane-i Amire'de açmayı tasarlamışlar, ama yapıtların taşınması için gereken sigorta bedeli karşılanamayınca sergi, inşaat halindeki müze binasında açılmak zorunda kalmış: "Kataloğu bastırdık, fakat sergiyi açamıyorduk. Neyse ki Milli Saraylar Mart ayında yeni bütçe oluşturmak için iki aylığına inşaatı durdurdu, biz o arada sergiyi burada açtık; bir tür 'gerilla sergi' oldu" diyor Ferit Özşen.


İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin bulunduğu bina, Veliaht Dairesi. Bina TBMM'ye bağlı olan Milli Saraylar Dairesi'ne ait. İçindeki koleksiyon ve yönetim ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne. Denetim bakımından ise Türkiye'deki tüm müzeler gibi Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı.


Müze için elinden geleni yapmaya çalışan Ferit Özşen'e, onarım tamamlanınca ne olacak? diye sorduk. Hazırladıkları 'Yeniden Kullanım Projesi'ni anlattı: "Yıkık dökük, çok rutubet olduğu için girilemeyen bodrum katındaki rutubeti keseceğiz. Müdür dahil, tüm çalışanları ve kütüphaneyi bodrum katına alacağız. Kullanmadığımız ara katlar var. Onlarla birlikte iki katı, tümüyle sergilere ayıracağız. Böylece sergileme alanını neredeyse iki katına çıkartacağız. Üst katta tanınmış, herkesin görmek istediği büyük sanatçıların işlerini, alt kata da altı ayda bir değişen müzemizin envanterindeki gün yüzü görmemiş eserleri sergilemeyi umuyoruz. Üst katta denize bakan, alt katta arkadaki yeşil alana bakan iki balkonumuzda dinlenme alanları yaratacağız. Arkadaki başka kurumların güvenliği için kapatılan, çok geniş bahçemizi kullanmak için Meclis Başkanlığı'ndan izin alabilirsek, dinlenme ve sürekli bir heykel sergileme alanına dönüştüreceğiz. Bizim müthiş bir birikimimiz var, 11 bin 800 eser var burada. Bu müzenin gereklerini yerine getirelim bir başka müze daha kurabiliriz aslında..."


Ortada bir proje var, ama kaynak meselesi yine meçhul. Bu projenin uygulamaya geçmesi durumunda Resim Heykel Müzesi'nin personel sayısının 85 olması gerektiğini söylüyor Özşen, şu anda sadece 22 kişi çalışıyor.


"Aslında üç sene önce yapılan ve Bakanlar Kurulu'nun onayladığı, resmi gazetede ilan edilmiş bir yönetmeliğimiz var. Fakat o sırada, üniversitemizin Bomonti'de yapılan binasına sekte vurmasın diye, üniversite bize ayrılan bütçeyi istememiş. Nasıl istemediler bilmiyorum? Bu sene ben gideceğim Ankara'ya bütçe ve kadro için... Devletin bütçeyi kabul etmesi gerek."


Tabii bu bütçe ancak müzenin işletilmesine yetecek, ya yenilemeler? "Özel sektörden de destek arayacağım." diyor Özşen: "Elimizdeki Kullanım Projesiyle sokağa çıktığımız, sanayicilerle filan görüştüğümüz zaman inanıyorum ki destek bulabiliriz. Ben o destekleri aldığımızda söz veriyorum, altın varaklı kocaman harflerle destekçilerimizin isimlerini müzemizin önüne yazmaya hazırım!" Şöyle devam ediyor: "Herkes kendi müzesini yapmak istiyor. Zenginler bunu becerebiliyor, destek buluyorlar. Fakat devlet müzesine destek bulmak zor. Basının ittirmesi, araya birilerinin koyup devlet büyüklerine işin 'ciddiyetini' anlatmak gerekiyor. Herkes müzenin üniversiteye bağlı olduğunu söyleyip duruyor, üniversite ne yapabilir ki, eti budu ne? Resim ve Heykel Müzesi için Amerika'daki Metropolitan Müzesi gibi, pek çok kişinin katkıda bulunacağı, herkesin katkısı kadar söz sahibi olacağı bir yapı kurulabilir. Mesela bir takım yani üniversiteler, Kıraç, Sabancı, Eczacıbaşı aileleri müze açacağına, gelsinler bu müzeyi adam etsinler, üzerine de konsun isimleri."
 

Tablolar rahata erdi
Müze şimdilik kapsamlı sergilere ödünç eser veren, bir tür sanat tarihi deposu olarak işlev görüyor. Bunun karşılığında sergi açanlardan alınan ücret, bürokrasinin içinde kaybolduğu için artık ayni yardımlarla koşullarını düzeltmeye çalışıyorlar. En son Santralistanbul'daki Modern ve Ötesi sergisi için ödünç eser alan Bilgi Üniversitesi, buranın depolarını elden geçirmiş. "Resimlerimiz bunca yıl, ta en başından beri ilk kez bu sene kış ve yaz aylarını iklim değişikliği olmadan geçirdiler." diyor Ferit Özşen, buna da şükür kabilinden.
 

 

Resim Heykel Müzesi nasıl kurtulur?
İstanbul'da yeni özel müzeler açılır, tablolara yüzbinlerce dolarlar ödenirken Türkiye sanat tarihinin neredeyse tamamını barındıran İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'nin çatısı akan, döşemeleri gıcırdayan bir binada, kimsenin gitmediği bir yer olarak kalması akıl alır gibi değil. Bu nedenle daha önce Radikal'de iki kez gündeme getirdiğimiz bu kurumu, tekrar tartışmaya açıyoruz. 'Resim ve Heykel Müzesi, neden bir türlü istenen hale gelmiyor ve ne yapmak gerek?' diye yetkililere, ilgililere sorduk...
 

 

  • Rahmi Aksungur (MSGSÜ Rektörü): Müze birinci derece tarihi eser ve Dolmabahçe Sarayı'nın da bir parçası. dolayısıyla bunun restorasyonu kolay iş değil. Restorasyonu Dolmabahçe Sarayı yaptırıyor. Bu restorasyon önemli, zira binanın çökme ihtimali vardı. Restorasyon devam ederken bu eserleri sergileyebileceğimiz ek bir bina arıyoruz. Amacımız İstanbullu ile daha fazla sanat eserini paylaştırmak.
     

  • Kemal İskender (Müzenin eski müdürü): Ben Resim Heykel Müzesinin 10 sene müdürlüğünü yaptım. Bu binaya adam etmek imkansız gibi bir şey. Döneminde bile çok geri teknoloji ile yapılmış. Ama belki de bu restorasyonu yapmak lazımdı. Çünkü tabanında birçok yerde çökme var, damı akar, buralara restorasyon yapılıyor. Orada söylenenin aksine gerçek boyutta 2 bin 500 eser var. Eldeki pul kadar eserleri sayarak bu rakam 11 bine çıkarılmış. Benim tezim, müzenin dış duvarları bırakılarak içinin baştan aşağıya yıkılması. İçine modern bir bina yapmaktan başka bir kurtuluş olamaz. Ama bunu Türkiye'de yapacak bir irade yok.
     

  • Semra Germaner (Müzenin eski müdürü): Buradaki sorun para sorunudur. Üniversitenin bu sorunun altından tek başına kalkması mümkün değildir. Bunun çözümü burada müzecilik eğitimi almış elamanların istihdam edilmesinden ve yüklü parasal destekten geçer. Ben suçlu görmek istemiyorum. Mimar Sinan Üniversitesi yıllar yılı kendi hocalarını bu müzede görevlendirerek burayı bugüne getirmiştir. Ama bundan sonra başka desteklere ihtiyaç vardır. Burası ulusal bir müzedir ve dünyada hiçbir ulusal müzeyi bir üniversite yürütemez. Bunu devlet yürütür ve buna da büyük sermaye katkıda bulunur. Ama bu Türkiye'de böyle işlemedi.
    Müzede restorasyon devam ediyor ve bittikten sonra eldeki imkanlarla üniversite kendi elemanları ile devam edecektir. Türk resim ve heykel sanatının 150 yılı aşkın birikimi baş yapıtlarıyla buradadır. Türk sanatının değer ölçüleri buradadır. Atatürk, Resim Heykel Müzesi'ni büyük bir irade göstererek açmıştır. Bugün, bu ulusal müzeyi aktif hale getirecek bir iradeye ve en önemlisi bilince ihtiyaç var.

    Radikal, Fotoğraf: Ercan Arslan, 14.03.2008

  • ATA'NIN SELANİK'TEKİ EVİNE KOÇ DESTEĞİ

     

    Atatürk’ün doğup büyüdüğü Selanik’teki evinin yeniden düzenlenmesi ve onarımı için işadamı Rahmi Koç destek verdi.

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a bir mektup yazarak müzenin yeni baştan projelendirilmesi gerektiğini dile getiren Koç, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin konuya sahip çıkacağından eminim" diyerek, Bakan Günay’a birlikte evi ziyaret etme teklifinde bulundu. Koç’un Günay’a teklifinden önce Atatürk Evi Müzesi’nin onarımı için karar alan Bakanlık, gerekli incelemeleri yapmak üzere Selanik’e iki teknik personel gönderdi. Hazırlanan rapor doğrultusunda eksikler tespit edilerek rapor oluşturuldu. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, rapora göre projenin maliyetini 210 bin YTL olarak belirledi.

    Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 14.03.2008

    "SULUKULE'DE YANLIŞLIKLA YIKIM VAR"





    Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamına alınan Sulukule'de Anıtlar Kurulu'ndan tescilli tarihli binaların 'yanlışlıkla' yıkıldığı öne sürüldü. Fatih Belediyesi, iddiayı reddetti. Ama Sulukuye Platformu'ndan mimar Aslı Kıyak İngin ısrarlı: "Yıkımları Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'e bildirdik. 'Yanlışlık olabilir' dedi. Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunacağız."


    Fatih Belediyesi'nin Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde Sulukule'de yıkımlar dün de devam etti. Ancak bölgedeki yıkımlar sadece Sulukule sakinlerini değil, mimarları da hareketlendirmiş durumda. Sulukule Platformu'nun üyelerinden mimar Aslı Kıyak İngin, Sulukule'de tescilli 45 yapıdan ikisinin belediye tarafından yıkıldığını öne sürdü:


    "Şu ana kadar Anıtlar Kurulu'nca tescillenmiş iki bina yıkıldı. Üstelik bunlardan biri 9 Şubat'ta AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk'in Sulukule'yi ziyaretinden iki gün sonra yıkılmış. 27 Şubat'ta Swiss Otel'de gerçekleştirilen 'Dünden Yarına Gayrimenkul Söyleşileri' isimli toplantıda kendisine tescilli binaların yıkımıyla ilgili soru sorduk. 'Yanlışlık yapılmış olabilir' dedi. Biz bu binaları inceledik. Tarihi eser olduklarını tespit ettik. Bu yapılar belediyenin kendi oluşturduğu projede de tarihi eser olarak yer alıyor. Toplam 100 sayfalık dosya içinde evlerin tek tek yerleri ve fotoğrafları belirlenmiş duruyor. Buna rağmen yanlışlıkla yıkılıyor." İngin, Fatih Savcılığı'na konuyla ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını da belirtti.


    Fatih Belediyesi'yse bu iddiaları kabul etmedi. Belediye yetkilileri, söz konusu iki binanın 2005'te Anıtlar Kurulu'nca onaylanan 'Suriçi imar planı'nda 'tescilli' görünmediğini belirtti. İngin'se bu iddiaya karşılık "Ancak 2 Kasım 2007'de onaylanan belediye projesinde bize sunulan paftada yıkılan iki bina tescilli sivil mimari örneği olarak bulunuyor" dedi.


    Belediye ve mimarlar arasında 'tescilli' bina tartışması sürerken Sulukulelilerin gündeminde 'kırmızı çarpı' vardı. Yıkılacak evlerin kırmızı boyayla işaretlendiğini söyleyen Sulukule sakinleri, yıkılan bazı evlerde hala yaşayanlar olduğunu anlattı.

    Radikal, Fotoğraf: M. Akif Erdem, 14.03.2008

    NİZİP'TEN TARİH FIŞKIRIYOR

     

    Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde bir evin bahçe duvarının yapımı sırasında antik döneme ait taban mozaiği bulundu.

     

    Edinilen bilgiye göre, Menderes Mahallesi Yavuz Sokak'ta Ali Tekçe'ye ait evin bahçesine duvar yapımı sırasında taban mozaiği bulunduğu ihbarını alan jandarma ve polis ekipleri, söz konusu bölgeye güvenlik şeridi çekti.

     

    Yetkililerin durumu iletmesi üzerine bölgeye gelen Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdürü Ahmet Denizhanoğulları ile Arkeolog Mehmet Önal, yaptıkları incelemede taban mozaiğinin MS 5. ve 6. yüzyıllarda Doğu Roma İmparatorluğu döneminden kalmış olduğunu tespit etti.

     

    Yetkililer, mozaiğin üzerinin kapatıldığını, çalışmaların ise daha sonra yapılacağını kaydettiler.

     

    Ev sahibi Ali Tekçe ise yaptığı açıklamada, bahçenin bulunduğu evi bir yıl önce satın aldığını ve bahçede mozaiğin olduğunu kendisinin de ilk defa gördüğünü söyledi.

    Gaziantep Hakimiyet, 13.03.2008

    ŞARAPLI HİTİT EKMEĞİ 5 YTL'DEN SATILACAK

     

     

    UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Hititler’in Çorum’daki başkenti Hattuşa’da 3500 yıl önce üretilen Hattuşili ekmekleri, Çorum’da hiçbir katkı maddesi kullanılmadan, eski tekniklerle yeniden üretilmeye başladı.

    Uzun süren deneysel ve etno-arkeolojik araştırmalar sonunda Hitit mutfağıyla ilgili bir kitap hazırlayan Beslenme Uzmanı Asuman Albayrak, o dönemdeki üç çeşit ekmeği "Hattuşili ekmeği" olarak Türk mutfağına kazandırdı.

    500 gram olarak üretilen ve özel poşette saklanan ballı meyveli Hattuşili ekmeği 5, narlısı 4, bezelyelisi ise 3 YTL’den toptan satışa sunulacak. "Ballı meyveli" ekmeğin içinde badem, ceviz, fındık ve şarap bulunuyor. Uzun süre tazeliğini koruyan ekmek hiçbir katkı maddesi içermiyor. CNR Expo Fuar Merkezi’ndeki "Metro Gastro Buluşması 2008" fuarında ekmeği görücüye çıkaran Albayrak "3500 yıl öncesi kullanılan buğday cinsine en yakın buğdayı belirledik.

    Özel kara değirmenlerde öğütülen buğdayı aynı gün içinde o dönemde kullanılan ve hiçbir katkı maddesi içermeyen özel ürettiğimiz mayalarla mayalıyoruz. Üç kez fermante edilen hamurlar özel taş fırınlarda pişirilerek poşet içine konuyor" dedi.

    Hürriyet, Haber: Mustafa Küçük, 14.03.2008

    'TARİHİ KENTLER'E DE KIYDILAR

     

    "İmar planlarının sağlıklı uygulanması, mimari bütünlüğün korunması açısından da belde belediyelerinin kapatılması gerekiyor..." (Bizim Kocaeli - 18 Şubat 2008)

    Başbakanlık'a bağlı Toplu Konut İdaresi'nin (TOKİ) Başkanı Erdoğan Bayraktar , İzmit'teki konuşmasında bunları söylüyor. Belli ki Başbakanlık'ın belediyeleri kapatma gerekçesine bir de "imar bahanesi" eklemek istemiş. Oysa Bayraktar, hem "Bana namaz öğreten bari Müslüman olsa" sözünü iyi biliyor olmalı, hem de yakındığı ne varsa tümünün birer "TOKİ klasiği" haline geldiğini...

    Ülkemizde bugün imar planlarını en sağlıksız uygulayan; ayrıcalıklı planlama yetkilerini, kenti değil, rantı gözeterek kullanan; arazilerindeki yapılaşma oranlarını katbekat arttırarak inşaat şirketlerine "kar ortaklığı" anlaşmalarıyla pazarlayan... yoksa TOKİ değil mi?

    Hele şu " mimari bütünlük" adına, yine ülkenin her tarafını "mimari uyumsuzluk abideleri"yle donatmasına ne demeli?

    Artık Türkiye'de bir de "TOKİ mimarisi" var. Karaktersiz konut silolarına deniyor. Mimarlık okullarında da "kimliksiz ve kültür yoksunu mimari"ye örnek gösteriliyor. Bu blokların yükseldiği yerleşmelerde, ne özgün kentsel siluet kalıyor ne de çevreyle uyumlu bir peyzaj...

    Aslında tüm belediyelerde geçerli olan denetimsiz imar yetkileriyle gerçekleşmiş uygunsuz yapılaşmalar bile TOKİ'nin dağlara, tepelere, ovalara sıraladığı beton kuleler yanında zemzemle yıkanmış kalırlar.

    O halde "çözüm" TOKİ'yi "kapatmak" mı; yoksa "herkes"in mimarlık ve şehircilik ilkelerine uymalarını sağlayacak yeni bir yasal düzenleme mi?

    Nitekim tam da böyle bir düzenleme olan "Şehircilik ve İmar Yasa Tasarısı" 2004'ten beri raflarda tozlanırken aynı tasarıya aykırı bir "belediye kapatma yasası" nı "yerel seçimlerden önce" devreye sokmanın nedenini de keşke yine TOKİ Başkanı açıklayıverse...

    Oysa, kutlamışlardı!

    Yerel ve merkezi tüm kurumlara, "kente ve kimlik değerlerine saygılı" bir imar disiplini öngören o tasarı, Başbakanlık'ça "unutulmuş" olsa bile, aynı uygarlığı imar anlayışlarında "öncelik" yapmaya karar vermiş belediyelerimiz artıyor.

    Bu anlayışın desteklenmesi, kişilikli bir yerel demokrasi ve kimlik kaynaklarımızın yerel sahiplenmeyle yaşatılarak gelecek kuşaklara aktarılması için büyük önem taşıyor. Nitekim tarihsel değerlerini korumak için çaba gösteren belediyeler, bunu ancak sözde değil özde yaptıklarını kanıtlamaları durumunda Tarihi Kentler Birliği'ne de (TKB) üye kabul edilebiliyorlar.

    Yani TKB üyesi olmak, aynı zamanda ulusal zenginliklerimize karşı sorumluluklarını bilen belediye olmak demek. Birliğin kurulduğu 2000'den bu yana hemen her toplantısına "bakan"ların da gelerek "teşekkür" etmeleri; hatta Demirel' in ve Sezer' in cumhurbaşkanı sıfatlarıyla katılarak övgü dolu destekleyici konuşmalar yapmaları, işte bu "tarihsel bilinç örgütlenmesi"ne duyulan hayranlığın ürünü değil midir?

    Peki, şu son yasada TKB üyesi tarihi kent belediyelerinin bile acımasızca kapatılması, acaba hangi düşüncenin ürünü? Toplantıların özellikle açılış konuşmalarını kaçırmayan bakanlar ve iktidar milletvekilleri, böylesi bir kültür ve demokrasi kıyımına nasıl sessiz kalabildiler?

    Dahası, hem TKB'nin kuruluşuna önderlik ettiği hem de aralarında şimdi kapanmak üzere olan belediyelerin de bulunduğu yerel yönetimleri "kültür projelerine yönlendirdiği" için Prof.Dr. Metin Sözen' e devletin teşekkür ödülünü veren Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ; aynı ödülü "ben sunacağım" diyerek törene katılan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül , acaba şimdi ne düşünüyorlar?

    Geçmişimiz'in kentleri

    Yasanın uzun gerekçesinde özetle deniyor ki: "Bu belediyeler devletin parasıyla ayakta durabiliyor, artık yük oluyorlar..."

    Kapatma listesindeki TKB üyesi belediyelere bakalım. Her biri coşkuyla sahiplendikleri ulusal değerlerimiz açısından devletin el üstünde tutup elden gelen tüm desteği vermesi gereken belediyeler... Birer paragrafla tanıtsak bile sayfalar tutacağından, sadece bazı anımsatmalarla isimlerini sıralıyorum:

    Kırşehir'deki Dulkadirli; tarihimizin ünlü bir beyliğinin mirası... Antalya-Akseki'deki Süleymaniye ve Kuyucak; Akdeniz ve İç Anadolu kültürlerinin buluşma noktaları...

    Kayseri'deki Zincirdere, Güneşli, Büyükbürüngüz ve Erciyes. Her biri, yöreye çok özel değerler kazandıran efsanevi Erciyes Dağı'yla bütünleşen, hatta adını taşıyan yerleşmeler...

    Çorum'daki Alacahöyük; Anadolu tarihinin "simge" yerleşmesi... Nevşehir'deki Göreme ve Mustafapaşa. Biri bölgeye adını verecek kadar köklü bir kültür merkezi; diğeri üniversite kenti olabilecek birikimlere sahip...

    Bursa'daki Gölyazı... Antikçağdan bu yana var ve göl ortasındaki konumuyla dünyada eşsiz...

    Şanlıurfa'daki Eyüpnebi. Geçmişin inanç ve hoşgörü zenginliğini yaşatan beldemiz...

    Bunların dışında "büyükşehir "lere bağlanarak tüzelkişiliklerini yitirecekler arasındaki TKB üyeleri ise bakın hangileri:

    Bursa'nın ünlü " Trilye" si, yani Zeytinbağı. Osmanlı'nın ilk belediyelerinden...

    Kayseri'de Turan, Kuruköprü, Erkilet ve Mimarsinan. Bölgenin en bakımlı beldeleri, aralarında dünya mimarımızın adını taşıyan da var...

    Antalya'ya bağlı Kalkan, Beymelek ve Side; Akdeniz'in tarih, doğa ve turizm merkezleri; yaz aylarının tatil başkentleri...

    İzmir'deki Birgi, Yelki ve Yenifoça; Ege'nin tarih, doğa ve turizm güzelleri...

    Mersin'de Taşucu, Mezitli ve Akdeniz; Anadolu ile Kıbrıs'ın sevgiyle bakıştıkları, hatta el tutuştukları yerleşmelerimiz.

    Diyarbakır'ın Sur Belediyesi; kentin tarihsel kalbi, dünyanın en uzun kent surlarıyla çevrili tarihsel başkentin belediyesi...

    Eskişehir'in Odunpazarı; asıl Eskişehir; kentin " varlık" nedeni...

    Hangisinin adını ansanız, gözünüzün önüne Türkiye'nin özgün kimlik değerlerinin geleceği bu belediyeler kapandıklarında TKB üyelikleri de düşecek.

    Peki, böylesi insafsız bir belediye kıyımına imza atan anlayış, acaba ne zaman aklını başına devşirecek?

    Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 13.03.2008

    OTOMOBİLDE TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

     

    Kayseri'de bir otomobilde yapılan aramada tarihi eser bulundu.

    Jandarma ekipleri Organize Sanayi Bölgesi'nde İrfan K'nin kullandığı otomobilde yaptıkları aramada, Osmanlı dönemine ait tarihi eser kapsamında olduğu bildirilen 1 adet el yazması Kur'an ile 1 adet kenarları işlemeli bakır tabak buldular.

    Olayla ilgili İrfan K. Süleyman U. ve Murat Ş'nin gözaltına alındığı, soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

    Kayseri Kent Haber, 13.03.2008

    TARİHİ MEKANLAR 'SOKAK SAĞLIKLAŞTIRMA' PROJESİ İLE KORUNACAK

     

      

     

    Gaziantep Büyükşehir Belediyesi kent merkezinde bulunan eski mahallelerinden Bey Mahallesi'nde 'Sokak Sağlıklaştırma Projesi' ile koruma altına alıyor.

     

    Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunlara değindi tarihi mekanların korunarak turizme kazandırılması için çalışmalar başlattıklarını belirterek, "Büyükşehir Belediyesi olarak modern kent alanı içinde geleneksel mimarinin tanıtılması ve yaşatılması amacıyla sahip olduğumuz tarihi ve kültürel mekanları koruyup, kültür turizmini geliştirebilmek için önemli adımlar atmaktayız. Tarihi ve kültürel mekanların bulunduğu semtlerin ve sokakların korunmasına özel bir önem veriyoruz. Bu düşünceden yola çıkarak Bey Mahallesi'ne 'Sokak Sağlıklaştırma Projesini' hazırladık. Proje Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandıktan sonra ihale edilerek sokak sağlıklaştırma işine başlanıldı. Bu yıl içerisinde tamamlanması planlanan Bey Mahallesi Sokak Sağlıklaştırma işi ile kültürel mirasımız olan Antep evleri ve sokakları hak ettiği yüzüne kavuşacak ve mahalle bir çekim merkezi haline gelecektir. Bu proje kamu-sivil birlikteliğinin bir örneği olmalıdır. Biz Belediye olarak sokak sağlıklaştırması yaparken halkımızın, özellikle de burada yaşayan mahalle sakinlerinin projeye sahip çıkmalarını istiyoruz. Mülk sahipleri ya da mahalle sakinlerinin İmar ve Şehircilik Dairesinin görüşlerini alarak evleri içerisinde gerekli bakım, temizlik ve düzenlemeleri yapmasıyla, proje mahalle sakinleriyle bütünleşecek sosyal ve kültürel boyuta taşınmış olacaktır" dedi.

     

    Bey Mahallesindeki sokak sağlıklaştırma projesi çerçevesinde Hanifioğlu Sokak, Noter Sokak, Eski Sinema Sokak, Kayacık Ara Sokak ve Kıssa Sokaklarında uygulanacağı öğrenildi. Proje kapsamında belirlenen bölgede bütün evlerin sokağa cephe veren taraflarında hasarlı olan duvarlarda, kapılarda ve doğramalarda restorasyon işleri yapılacak ve yine hasarlı çatılar restore edilerek gerekli görülenlerin değiştirileceği bildirildi. Ayrıca sokaktaki mevcut asfalt kaldırılarak tüm alt yapılar su ve kanalizasyon yenilenerek elektrik ve telefon hatları da yer altına alınacağı öğrenildi.

    haberler.com, 13.03.2008

    BEYOĞLU'NDA 'KENTSEL DÖNÜŞÜM' ISMARLASAM OTURUR MUSUN?

     

    İstanbul’un Sulukule, Maltepe, Kartal, Tuzla, Sarıyer gibi bölgelerinde sürdürülen Kentsel Dönüşüm Projeleri, Beyoğlu’nun tarihi dokusunu tahrip edecek. Beyoğlu Belediyesi’nce yürütülen ve insanların zorunlu göçe itildiği projeler konusunda her seferinde isyanını dile getiren TMMOB İstanbul Büyükkent Şubesi Çevre Etki Değerlendirme Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı, çıkartılan 5366 sayılı yasa için “Başbakan’ın, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’a ısmarlattığı yasa” derken, Galata Kulesi civarında SİT alanı ilan edilen ve tarihi doku olarak tescillenen binaların da proje kapsamında yıkılacak olması, çevre halkını tedirgin ediyor.

    ‘Yıpranan tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması’nı öngören yasanın Beyoğlu Belediyesi’nce kamulaştırma ve yıkım olarak algılanması meslek odalarınca şaşkınlıkla karşılanıyor. Beyoğlu Belediyesi’nin internet sitesindeki haritada, Tarlabaşı bölgesi, Bedrettin Mahallesi, Cezayir Çıkmazı ve çevresi, Belediye binası ve çevresi, Tophane bölgesi, Galata Kulesi çevresi emlakçıları sevindirirken, bu bölgedeki ihaleleri alan GAP İnşaat Şirketi’nin Başbakan Erdoğan’ın damadının çalıştığı Çalık Grubu’na ait olması İstanbul’un talan edileceğinin sinyallerini veriyor.

    Tarlabaşı’ndaki 278 binanın ‘yenilenmesi’yle ilgili açıklama yapan Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Tarlabaşı’ndaki bütün binaların yıkılmayacağını savunmuş, binaların durumuna göre yıkılıp tekrar yapılması ya da dış cephe yenilenmesi şıklarının değerlendirileceğini söylemişti. Demircan, “İsteğimiz binaları bir bütün halinde görmek. Kanun böyle istiyor” ifadesini kullanmış, semtteki birçok binanın yıkılacağının mesajını vermişti. Demircan, binası yıkılan insanlara seçenekler sunulacağını söyleyerek, ihtiyaca göre otopark yapılmasının da gündemde olduğunu ve bu gelişmelerin Tarlabaşı için iyi sonuç getireceğini iddia etmişti.

    Beyoğlu’nu yıkıp yeni baştan inşa etme sürecinde yedi ateşleme bölgesi olduğunu söyleyen Mücella Yapıcı da, 2860 sayılı yasaya dayanarak özellikle SİT alanlarında koruma imar planlarının yapıldığı bölgelerin UNESCO’nun gözetimi altında olduğunu anımsattı.

    Yapıcı şöyle konuştu:
    “Beyoğlu’nun koruma planları onlarca yıl bilerek geciktirildi. Bu 5366 saylı yasa hazırlandığı zaman Beyoğlu Belediyesi’nin hazırlamış olduğu bir koruma imar planı vardı. Yenileme alanları ortaya çıktıktan sonra bu bölgeler, koruma imar planlarında birer boş leke olarak belirlendi. Yani bu alanlarda artık imar kararı yok. Buralar birtakım şirketlere veriliyor, onlar da birtakım mimarlık gruplarıyla çalışıyor. Büyük sermaye gruplarının fizibilite raporlarına göre de, bu yerleşim birimlerinin hem fonksiyonu hem kullanma biçimi ayarlanıyor. Yani şirketin işine geliyorsa koruyor işine gelmiyorsa yıkıyor. Bu durumun sadece Tarlabaşı ve Galata’yı değil bütün bölgeleri kapsayacağı açık. Bugüne kadar Anayasa’nın 63. maddesi doğrultusunda hiçbir önlem almayarak kültürel ve tarihi mirasın yıpranmasına hayır demiyorsanız; Anayasa’nın size yüklediği görevleri yerine getirmiyor; tasarısı Meclis’ten geçene kadar ‘Dünya Mirası İstanbul’un tarihi, kültürel ve doğal değerini yağmalama sürecinin yasal kılıfı olarak kullanılacak bu kanunun yaratacağı sosyal, fiziksel, tarihi ve kültürel tahribatın sorumluluğunu bilerek yükleniyorsunuz demektir”.

    * * *

    Plan öncesi restore edilmiş bina da kamulaştırılmak isteniyor

    Projelerin çarpıklığına değinen en iyi örneklerinden biri de, Galata Kulesi civarında, binasını yenilemesine ve bakımını yapmasına rağmen dönüşüm çalışmalarına kurban vermek istemeyen Kenan Ormanlar'ın hikayesi. Eskimiş bir binayı satın alarak yenileyen ve bakımını yapan Ormanlar, 5366 sayılı kanuna göre yapılmak istenen yıkıma karşı açtığı davayla hakkını arıyor. Ormanlar'ın avukatı Pervin Yılmaz, Galata Kulesi çevresinde 149 ve 150 yapı adasındaki binanın tamamının müvekkiline ait, Kültür ve Tabiat Varlıklarının Koruma Kurulu'nca da tescilli olduğunu dile getirdi.

    5366 sayılı kanunun, tescilli, sit alanlarında yenileme projeleri hazırlayarak çeşitli amaçların hayata geçirilmesini sağladığını söyleyen Yılmaz, "Kenan Ormanlar'ın kaldığı bina yenilenmiş ve bakımlı. Dolayısıyla bu yasanın amacı eski eserleri korumak ve yaşatmak. Devlet bununla yükümlü olacaktır. Ama kamulaştırmayı öngördüler yasayla, insanların bu binaları yenileme şansı olmayabilir, bu nedenle kredi açılabilir. Bunun yerine kamulaştırarak, kira ya da satma gibi uygulamalarla başkalarına verme politikası izliyorlar. Amaçlanan ve yanlış olan da bu. Davayı bu nedenle açtık. 'Ormanlar'ın binası yenilenmiş, dolayısıyla yasa kapsamında acele kamulaştırılması gereken bir yapı değil' diyoruz. Müvekkilim bu yapıyı aldığında harabeymiş ve masraf yaparak yenilemiş 3 katlı binayı. 12 Eylül 2006'da Danıştay'da dava açarak yürütmeyi durdurmak istedik; hem Bakanlar Kurulu'nun kamulaştırma kararının iptalini istedik hem bu yasanın uygulamasına dair bir yönetmeliğin 24. maddesinin bir fıkrasının iptalini istedik" dedi.

    Birgün, Yazı: Ufuk Koşar, 13.03.2008

    KASTABALA ANTİK KENTİ, ÇİMENTO FABRİKASI TEHDİDİ ALTINDA

     

    Osmaniye sınırları içinde yer alan Hierapolis Kastabala Antik Kenti'nin yaygın alanı içine çimento fabrikası yapılmak istenmesine Mimarlar Odası Adana Şubesi tepki gösterdi.

     

    Mimarlar Odası Adana Şube Başkanı Bekir Kamışlı, antik kenti yok edecek çimento fabrikasının yapımı için sessizce yürütülen çalışmaların Arkeolog Prof.Dr. Halet Çambel tarafından ortaya çıkarıldığını belirterek, "Bugüne kadar bir çok kurumdan uygunluk belgesi alan yüzde 65'i yabancı sermayeye ait olan Üniversal Çimento Kastabala Antik Kenti'nin 500 metre yanına fabrikayı yapacak. Bu fabrika önce antik kenti yok edecek sonra da ortaya çıkaracağı çevre kirliliği ile yörede bulunan Kırmıtlı Kuş Cenneti'nin içinde bulunduğu Ceyhan Deltasını olumsuz etkileyecek." dedi.

     

    Kalesi, surları, şehir kapıları, 5 bin kişilik tiyatrosu, stadyumu, tapınakları, hamamları ile 2 bin 500 yıldır ayakta duran antik kentin yörenin en önemli turizm merkezi olduğunu belirten Kamışlı, ÇED raporunda Hierapolis Kastabala Antik Kenti'nden söz edilmediğini de vurguladı.

     

    Kamışlı, çimento fabrikasının bölgeye yapılması, üretim için gerekli malzemenin bölgeden temin edilmesinin antik kenti ve kuş cennetini olumsuz etkileyeceğini, fabrika yapımından vazgeçilmemesi durumunda idari yargıya gideceklerini kaydetti.

    haberler.com, 13.03.2008

    TARİHİ ZİNDANLAR GÜNYÜZÜNE ÇIKIYOR

     

    Bursa Osmangazi Belediyesi tarafından yürütülen 'Bursa Surlarını Ortaya Çıkartma Projesi' kapsamında 2 bin yıllık surların restorasyon çalışmaları devam ediyor.


    Belediyenin Alacahırka semti tarafından Bursa surlarına giriş kapısı olan Zindankapı'da 5-6 eski binayı kamulaştırarak yıkması ile Cilimboz Deresi tarafından da tarihi surlar görülmeye başlandı. Osmangazi Belediye Meclisi'nde, Alaattin Mahallesi Muhtarlığı karşısında, surlara Zindankapı Mevkii'nden girişte solda kalan 3 katlı bir apartmanın da kamulaştırılması kararı çıktı. Bu binanın altında bulunan 2 bin yıllık geçmişi bulunan tarihi zindanlar görülebilir hale gelecek.

     

    Osmangazi Belediyesi Araştırma Planlama Koordinasyon (APK) Şubesi tarafından restorasyon projeleri hazırlanan Zindankapı'da bir taraftan da kullanılmayan taş bir bina yerle bir edildi. Dar zeminli 5-6 müştemilatı ile birlikte Bursa Surları'nın Cilimboz Deresi tarafından görüntüsünü kapatan bina için 150 bin YTL kamulaştırma bedeli ödendi. Bu alanda Osmangazi Belediyesi Fen İşleri ekipleri enkazların büyük bir kısmını kaldırdı.

     

    Bu arada Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na gönderilecek restorasyon projesinin onaylanması ile tarihi zindanlarında bulunduğu bölgede restorasyon çalışmaları başlayacak. Kamulaştırması yapılan binanın üst tarafında kalan 3 katlı binada alındığında tarihi zindanlara ulaşılması bekleniyor. Zindankapı'da sağlam bir burç da bulunuyor. Burcun da küçük bir kaç kamulaştırmadan sonra proje kapsamında ele alınacak.


    Bu arada Yerkapı Bölgesi'nde Pınarbaşı'na doğru devam eden çalışmalar bütün hızıyla sürüyor. Pınarbaşı Mezarlığı karşısındaki Osmangazi İlköğretim Okulu'nun arka tarafına kadar surları yenileme işlemleri tamamlandı. Şu anda Yerkapı'ya Tahtakale'den çıkan Yokuş Caddesi üzerinde sağ tarafta kalan 5-6 köhne binanın kamulaştırılması ile ilgili tebligatlar yapıldı.


    Üftade Camisi'nin kıble cephesinde kalan ve en orijinal burçlardan birisi olan bölge de ortaya çıkacak. Osmangazi Belediyesi Bursa surlarının Yerkapı ve Zindankapı kısımlarını da görülür hale getirmiş olacak.

    Bursa Hakimiyet, 13.03.2008

    İNŞAATÇI DEFİNE UMUDUYLA KAZIYOR

     

     

    Uşak’ta 41 yaşındaki Ahmet Ülgen, bir yıl önce inşaat işçisi olarak çalıştığı TOKİ Konutları yakınında altın olduğunu öğrendi. Ülgen, Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’ne başvurup izin aldı. Ardından da iş makineleriyle Kemalöz Mahallesi, Karakıran Mevkii’nde kazılara başlandı. Jandarma ve müze yetkilileri gözetiminde 8 günde yerin 17 metre altına inildi.

     

    Ülgen, 3 ile 10 ton arasındaki toz ve külçe altınların 24 metre derinde olduğunu iddia etti. Umutla bekleyen inşaat işçisi, şunları söyledi: “Define 10 metrelik bir alanda 3 odada duruyor. Yedi metre daha kazdıktan sonra mutlu sona ulaşacağımıza inancım tam. Bulduğumda değeri üzerinden yüzde 50’si bana verilecek. Devlet de kazanacak.”

    Milliyet Ege, Haber: Yavuz Kuşdemir, 13.03.2008

    VAN'DA TARİHİ ALANLARDA RESTORASYON ÇALIŞMALARI

     

    Van Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nün ildeki tarihi alanların bazılarında bu yıl restorasyon çalışmaları başlatacağı belirtildi.

     

    Konu ile ilgili açıklamalarda bulunan Van Kültür ve Turizm İl Müdürü İzzet Kütükoğlu, 9 tarihi yerin restorasyona alınacağını söyledi. Bunun için gerekli projenin tamamlandığını ifade eden Kütükoğlu, proje maliyetinin belirlenmesi için Diyarbakır Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü'nden bilgi beklediklerini kaydetti. Yaz aylarının gelmesiyle birlikte tarihi alanların bakımı için de çalışmalarının aralıksız sürdüğünü anlatan Kütükoğlu, "İlimizde bu yıl Van Kalesi ve çevresindeki tarihi alanlar içinde yer alan saray kapısı, askeri ambar, miri ambarı ve sarnıçlar, Süleyman Han, Ulu Camii ve Kızıl Camii minareleri ile Dsirvanarov Şapeli'nde restorasyon çalışmayı yapmayı planlıyoruz. Bunlar için Diyarbakır'dan gelecek olan proje maliyetini bekliyoruz. Gerekli maliyet belirlendikten sonra çalışmamız Van İl Özel İdaresi'nin aktaracağı kaynakla start alacaktır.

    haberler.com, 13.03.2008



    ARKEOLOGLAR ROMA ŞEHRİNİ KAZIYOR

     

         

     

    6 yüzyıldan kalma bir bakır fabrikası, hala kapları ve tencereleri duran bir ortaçağ mutfağı ve bir Rönesans sarayı Roma’nın yeni metro kazısına nezaret eden arkeologların bir tek günde buldukları. Arkeologlar metro inşaatı öncesi bu şehrin 38 yerinde kazı başlattılar.  

     

    Geçtiğimiz dokuz ay boyunca, Roma’nın üçüncü metro hattı için istasyon açılacak Piazza Venezia ve Forum gibi önemli antik yerleşimler civarında sürdürülen kazılarda antik tavernalardan 16. yüzyıl saraylarına dek birçok kalıntı açığa çıktı. 

     

    Kazılarda yer alan arkeolog Mirella Serlorenzi “Piazza Venezia’daki Ortaçağ ve Rönesans buluntuları son derece ender ve çok önemli” demekte. 9. yüzyıla tarihlenen mutfakta bulunan ve sos hazırlamakta kullanılan üç kabın benzerlerinden daha önce sadece iki tane biliniyordu. 

     

    Uzmanların açıklamalarına göre arkeolojik çalışmalar sadece metro istasyonlarının merdivenleri ve havalandırma tünelleri için gerekiyor. Çünkü Roma metrosu, hiçbir kültürel katmana zarar vermemek için en az 28-30 m derinlikte inşa edilmekte. Ama birçok kazının derinliği bu durumun bile planlamacılar ile arkeologlar arasındaki tartışmalara yol açmasını engelleyemiyor. 

     

    Roma metro kazılarından sorumlu arkeolog Angelo Bottini, Associated Press’e yaptığı açıklamada “İnşaat sırasında çatışmalar yaşanması kaçınılmaz. Bazı durumlarda bu çatışmanın ancak antik eserlerin buradan kaldırılıp başka yere taşınması ile sonuçlanabileceğini biliyoruz” demekte. 

     

    İtalya’da geçerli olan son derece katı koruma yasaları çerçevesinde, metro inşaatı sırasında bulunan bir kalıntının kaldırılması, tahrip edilebilmesi veya yolun değiştirilmesi tamamen Bottini'nin bürosunun kararına bağlı. 

    AP, Haber: Marta Falconi, 07.03.2008

    HÜNKAR KASRI MÜZE OLUYOR





    Türkiye'de vakıfların dışında ilk kez bir kuruluş, unutulmaya yüz tutmuş eşsiz bir eseri hayata kazandırıyor. İstanbul, Hünkar Kasrı ile yeni bir müzeye kavuşuyor.

    Klasik Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden kabul edilen Hünkar Kasrı inşa edildiği 1663’ten günümüze varlığını koruyan görkemli tarihi mekanlardan biri. Uzun süre bakımsız kalan ve tarihsel özelliğini kaybetme durumuna gelen yapının adım adım yok olduğunu gören İTO, restorasyon masraflarını üstlendi. Yaklaşık üç yıldır süren restorasyon çalışmalarıyla doğal dokusuna sadık kalınarak yeni bir çehreye kavuşturulan Hünkar Kasrı yaz aylarında müze kimliği ile hizmete giriyor.

     

    III. Mehmet’in annesi Safiye Sultan döneminde yapımına başlanan ve günümüze kadar varlığını sürdüren Hünkar Kasrı, tarihi dokusuyla İstanbul’un en çok turist çeken ilçelerinden biri olan Eminönü’nde yer alıyor.

     

    Yeni Camii’nin hemen yanı başındaki bu eşsiz yapı dönemin padişahları tarafından yazlık olarak kullanılıyordu. İçinde bulunduğu döneme ait kasırların içinde en görkemlilerinden biri olan bu tarihi yapı, aynı zamanda son dönem İznik Çinileri, Edirnekari süslemeleri, kalemişi süslemeleri, fevkalade müzeyyen içlik pencereleri, sedefli kündekari kapıları ve altın varakla zenginleştirilmiş süslü saçakları ile o dönemin özelliklerini taşıyarak günümüze kadar gelmiş son örnek olarak da dikkat çekiyor.

     

    1940 yılından bu güne sayısız kere restorasyon sürecinden geçen ancak bu zaman diliminde ilgisizlik nedeniyle pek çok kez soyulan tarihi yapı, adeta kaderine terk edildi. Ancak mekanın yok oluşuna seyirci kalmak istemeyen İTO, restorasyon masraflarını üstlendi ve tarihi mekan için kolları sıvadı. Yaklaşık üç yıldır süren restorasyon çalışmalarıyla doğal dokusuna sadık kalınarak taze bir çehreye kavuşturulan Hünkar Kasrı yaz aylarında müze kimliği ile ziyaretçilere kapılarını açacak.
     

    Üç ayrı kat olarak inşa edilen Yeni Cami Hünkar Kasrı, tahtırevan yolu adı verilen rampanın altında beş oda, Kasrın altında ise büyük bir mekan içinde şerbethane denilen bölümden oluşuyor. Çatıdan zemine detaylı bir restorasyon sürecinden geçen yapıda önce çatı takviyesi gerçekleştirildi ve asli özelliğini yitiren ahşap çatının üst kaplaması sökülerek taşıyıcı sistemin çürümüş ahşaplarının yenileriyle değiştirilmesi ve ilaçlanarak, paslanmaz plakalarla bağlanarak yerlerine konulması işlemi uygulandı.

     

    Hünkar Kasrı’nın taşıyıcı sisteminde meydana gelen ağır hasar restorasyon çerçevesinde ortadan kaldırıldı. Buna bağlı olarak yatay, dikey, diyagonal ahşap bağlantı elemanlarında da bir takım çalışmalar yapıldı.

     

    Öte yandan zamanın ağır tahribatı nedeniyle ahşap özelliğini yitiren kısımlar elden geçirilerek eksik kapı ve kepenklerin yerine yenileri yapıldı. Bunun için aynı cins ahşap kullanılarak ve sıcak tutkalla yapıştırılarak ve ahşap çivilerle çakılarak bütünleme yapıldı. Üzerindeki eksik sedef, bağa kaplamalar, yerindeki mevcut orijinal ölçülerine göre hazırlanan filatolar ve abanoz kaplamaların tamamlanmasına ise devam ediliyor. Bu işlemler bitirildikten sonra tamamı ilaçlanıp cilalanarak yerlerine takılacak.

    Restorasyon kapsamında döşemeler elden geçirilerek, en üstte altıgen tuğla ile başlayarak altına harç ve toprak konuldu. Bunların alt kata dökülmemesi için de ana ahşap taşıyıcı kirişlere döşeme tahtasıyla kaplama yapıldı. Bu mevcut tuğladan başlayarak ahşap taşıyıcı, kirişe kadar söküldü.

     

    Hünkar Kasrı’nda, oldukça sık rastlanan ancak günümüze değin özelliğini koruyamayan Edirnekari denilen ahşap üzeri kalemişi desenler bulunuyor. Öncelikle üzeri yağlı boya kaplanmış çok sayıdaki Edirnekari özel bir çalışma ile temizlenerek orijinal desene ulaşılma noktasında hassas bir çalışma yöntemi izleniyor. Ahşap yüzeylerde yer alan kurt delikleri ise uzmanların önerdiği bir ilacın enjekte edilmesiyle dolduruluyor.

    Tarihi yapının duvarlarındaki ahşap taşıyıcı sistemin çürümüş ve ahşap olma özelliğini kaybetmiş olması nedeniyle tamiri için öncelikle Anıtlar Kurulu kararı çıkartıldı.

     

    Bu karar doğrultusunda ahşap konstrüksiyon üzerindeki çini yüzeylerinin tamamı silinerek numaralandırıldı. Üzerindeki çatlak ve kırıklar çizimlere işlendi ve özenle sökülen çiniler şehir suyu ve saf suda bekletildi. Son aşamada ise tuzlarından arındırılan çinilerin kırıkları yapıştırılarak yerlerine monte edilmesine başlanıldı.

    İstanbul Kent Haber, 12.03.2008

    MAHMUT NEDİM EFENDİ KONAĞI'NDA RESTORASYON DEVAM EDİYOR

     

    Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan, İl Özel İdaresi tarafından restorasyonu yapılan tarihi Mahmut Nedim Konağı'nda incelemelerde bulundu.

     

    Vali Yardımcısı Salih Gelgeç ve Mimar Abdulkadir Öcal'dan restorasyon çalışmaları hakkında bilgi alan Vali Yavaşcan, restorasyonu gerçekleştiren işçilerle de sohbet etti. Eski Devlet Hastanesi yakınlarındaki Mahmut Nedim Efendi Konağı'nda ev, han, hamam, kervansaray, köprü, çeşme, şehir suru, kale, tarihi çarşılar, türbe, cami ve mescit yer alıyor. 1903 tarihinde inşa edilen tarihi konakta Avrupai tarzda konak mimarisi ile geleneksel tarzda Urfa evi mimarisinin kaynaştığı bir özelliklere sahip olan konakta haremlik ve selamlık bölümlerindeki düzgün kesme taş yapılardan yapılmış.

     

    2002 yılında Şanlıurfa Valiliği'nce satın alınan Mahmut Nedim Efendi Konağı İl Özel İdaresi mülkiyetine geçirildi.

    haberler.com, 12.03.2008

    ALLIANOI'NİN KADERİ 'DEHŞET İÇİNDE' BIRAKTI

     

    Alman Berliner Zeitung gazetesi, Hellenistik döneme ait Allianoi antik kentinin, Yortanlı barajı nedeniyle sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu yazdı ve ''Arkeologlar dehşet içinde'' ifadesini kullandı.

    Haber, "Baraj, antik havuzu tehdit ediyor... Türkiye'deki Allianoi kenti sular altında kalacak. Arkeologlar dehşet içinde" başlıklarıyla verildi.

    Haberde, 5 metre yüksekliğinde duvarla ve sütunlarla çevrili bulunan yol, çeşme ve çevredeki evlerin kalıntılarıyla birlikte mozaiklerin de iyi korunmuş olduğu belirtildi.

    Gazete, Allianoi'nin bugüne kadar dünya üzerinde bulunan en eski antik havuzlardan olduğuna işaret etti.

    Haberde, kentin yüzde 20'lik kısmını 9 yıllık bir çalışma sonucunda ortaya çıkarttığı ifade edilen arkeolog Ahmet Yaraş'ın, "Bana bilimadamı olarak en fazla acı veren şey, bu eserlerin gerçek zenginliğinin hiçbir zaman anlaşılmadan yok olacağı gerçeği" sözleri aktarıldı.

    Berliner Zeitung, Yortanlı barajının gelecek haftalarda faaliyete geçirilmesinden sonra tüm kazı alanının sular altında kalacağını vurguladı.

    Türkiye'deki tarihi mirasın korunması amacıyla bir araştırmacı grubu kurduğu belirtilen arkeolog Aksel Tibet de, Yortanlı barajının en fazla 50 yıl boyunca kullanılabileceğine dikkati çekerek, "Ancak Allianoi korunsa ikinci bir Pompeii olabilir. Bu da çok fazla para getirirdi, hem de süresiz olarak" diye konuştu.
    CNN Türk, 12.03.2008

    MÜZE MÜDÜRÜN İNSAFINA KALMIŞ

     

    Kültür Varlıkları Müzeler Genel Müdür Orhan Düzgün, Türkiye'de kuruldukları günden bu yana neredeyse hiç denetlenmeyen müzelerin olduğunu söyledi. Düzgün'ün sözlerinden sonra Uşak'ta kanatlı denizatı broşunun çalınması gibi olayların nedeni çok daha kolay anlaşılıyor. Ancak iki yıldır kapsamlı bir denetim yapılıyor. Müzeler 2006 yılından itibaren bakanlık müfettişleri ve Müzeler ve Kültür Varlıkları Genel Müdürlüğü uzmanları tarafından denetime tabi tutuldu. Müzelerde uzun süredir denetim yapılmıyor. Bazıları 20 yıl önce, bazıları ise 40 yıl önce denetlenmiş. Bu tip denetimlerin üç yılda bir yapılması lazım."

    Radikal, 12.03.2008

    OSMANLI HALI VE KİLİM MOTİFLERİ SANAL ALEMDE

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, Osmanlı ve Selçuklu dönemlerine ait halı ve kilim motiflerini, sanal ortama taşıyor. Bakanlığın, Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü'nün yürüttüğü 'Türk El Halıcılığı' projesi kapsamında, 5 bin adet desen ve motif fotoğrafı web ortamına taşınacak. Projeyle unutulmuş motiflerin tanıtımı yapılarak asıllarına uygun olarak yeniden üretilmelerine imkan sağlanacak. Merkezin müdürü Yusuf Tuyluoğlu, sitede el dokuma sanatı ile ilgili bilgiler ve tarihçenin bulunacağını belirtirken, şunları söyledi: "Unutulmuş eserler bu internet sitesinde ilgililerin beğenisine sunulacak ve isteyenler aslına uygun olarak bu halılara yeniden hayat verecek.">

    Zaman, 12.03.2008

    RESTORASYONU BİTMEYEN MÜZE

     

    İstanbul Resim Heykel Müzesi yaşamayan, yaşatılmayan bir kurum. Türk sanat tarihini temsil eden 12 bin tabloyu barındıran müze neredeyse bir asırdır kapsamlı onarım görmedi. Ne doğru dürüst bir ödenek var ortada ne de geleceğe ilişkin plan proje...

    İstanbul Resim Heykel Müzesi'nde geçen yıl başlayan restorasyona rağmen, müzenin kullanılabilir durumda olan Şeker Ahmet Paşa Salonu'nda koleksiyondan seçilen yapıtlarla kapsamlı sergiler düzenleniyor. İlki geçen yıl, müzenin 70. yılı nedeniyle açılmıştı; bu yılki ise, müzenin bağlı olduğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin 125. kuruluş yıldönümüne rastlıyor. '70 Yıl-70 Sanatçı-70 Eser' başlıklı bu sergiler, yarı açık bir müzeyi izleyiciden tümüyle koparmamak adına türlü olanaksızlıklar içinde gerçekleştirilen etkinlikler. Şu sıralar izleyebildiğimiz sergi de, tıpkı ilki gibi, son yıllarda açılan özel müze/merkezlerde sergilenen çağdaş Türk sanatı tarihlerine ilgi duyanlar için kaçırılmaz bir fırsat. Bu fırsatı değerlendirmek için müzenin önünde sıraya gire yok ne yazık ki! Koridorları, salonları yine ıssız. Resimler, heykeller yine yalnız. Öyle bir sessizlik ki bu, yapıtların fısıldaşmasını duyabilirsiniz. "Yahu" diyor biri, "biz yıllardır bu müzede öylece dururuz ama bizi gelip gören pek olmaz. Birkaç aylığına yeni bir müzeye ödünç gittiğimizde ise, üstüne para ödeyip de ziyaretimize geliyorlar, bu ne iş?" Öteki yanıtlıyor: "Ah resim kardeş, varlığımızdan bihaberler. Hem geldiklerinde, bu köhnemiş salonlar hoşlarına gitmiyor. Belki içlerine kasvet doluyor. Şöyle bir oturup soluklanabilecekleri bir kahvemiz, gezebilecekleri bir kitapçımız da yok. Burada hayat mı var ki gelsinler!.."

    Sahi, kaç yıldan beri 'artık yaşamıyor' (siz 'yaşatılmıyor' diye okuyun) devlet resim heykel müzelerimiz? Ve neden? Ankara yıllardır 'restorasyonda'. Anlaşılan İstanbul da öyle olacak: Doğru dürüst bir plan, proje yok. Belli bir bütçe yok. Ne zaman biteceğinin sözü yok. İşte müzenin müdürü Prof. Ferit Özşen'in anlattıkları: Devlet Planlama Teşkilatı'ndan sorumlu eski devlet bakanı Abdüllatif Şener, bakanlığı döneminde müzenin ne kadar felaket bir durumda olduğunu görüyor, her yıl için 3 trilyon TL vaat ediyor, ilk 3 trilyonun ödenmesini sağlıyor, fakat politikayı bırakması sonucu müzeye ödenecek miktar 1 trilyona indiriliyor, bu da ödenmeyip yapılacak ödemenin 650 milyar civarında olacağı söyleniyorÖ Bu miktarın yetmeyeceğini ise, müzenin durumunu görmeden de tahmin edebilirsiniz. 100 yılı aşkın süredir büyük onarımı yapılmamış bir tarihi binadan söz ediyoruz!.. Üstelik bina Milli Saraylar'a, idaresi üniversiteye ait. Aradaki bürokratik kargaşa mı? Artık siz düşünün!

    Bina, başlı başına bir mimari yapıt; içinde ise 12 bine yakın yapıt var. Cumhuriyet öncesi ve sonrası Türk resim ve heykel tarihinin kaynağını oluşturan bu koleksiyonla, Türkiye'de hiçbir aile/banka/şirket koleksiyonu boy ölçüşemez. Hani yok dediğimiz 'modern sanat müzesi ' 1980'lere kadar ulaşan zengin koleksiyonuyla aslında burası. Ama varlığı çoktandır yok sayılıyor. Öyle olmasa, devlet özel girişimcilere koleksiyonlarını sergilemek üzere kamuya ait bina tahsis ederken, yıllardır ek bina sıkıntısı çeken bu müzeye de bir yer verirdi. Yolu, bahçesi elinden alınmazdı. En az 100-200 kişinin sırtlayabileceği bir kurum, birkaç kişinin omzuna yüklenmez; Türkiye'nin en önemli koleksiyonunu yönetmek, en iyi niyetli sorumlusu için bile bir külfete dönüştürülmezdi.

    Müzemiz yok sayılmasa, biz bugün restorasyonunun tam olarak ne zaman biteceğini, dahası müzenin geleceği için düşünülen planları, hatta hangi sergiyle açılacağını bile bilirdik. Oysa İstanbul Resim Heykel Müzesi, tıpkı Ankara Resim Heykel Müzesi gibi, gerek dönemsel sergilere, gerek retrospektiflere değil birer birer, onar onar yapıt ödünç veren bir depo gibi adeta. Yönetmeliklere göre, bu ödünç yapıtlardan elde edilen gelir, yeni alımlar için kullanılmalı ama hadi şaka yapmayalım. Müzenin genel giderleri karşılanabiliyor mu acaba, onu soralım.

    Müzemizi bir tür ölüme terk eden zihniyet restorasyona girmeden, müze restorasyona girmiş ne yazar! Ne fedakarlıklarla oluşturulmuş kamusal mirasımızı ihmalkarlığa terk edip, özel müzelerin kurdelelerini kesmek, bize özgü garip bir kültür politikası olsa gerek. Yazık ki bu kültür politikası, sanatla olan etkileşimimizin şeklini de belirliyor. Osman Hamdi'nin beş trilyonla damgalanan tek bir resmini görmek için telaşla özel müzeye koşmak, bir tür sanatseverlik. Kamusal müzemizde kaç tane Osman Hamdi nasıl korunuyor diye merak etmek, sahiplenmek, sorgulamak da başka tür bir sanatseverlik. 1937'de bize miras bırakılan İstanbul Resim Heykel Müzesi, hiç kuşkusuz bu ikinci tür sanatseverliğin yeşermesi için ekilmiş simgesel bir tohumdu. Ayrıca her kamusal müze gibi, ortak mülkiyetle, bir 'biz' duygusuyla ilgiliydi. Şimdi, 70-71 yıl sonra, belirsizlikler içindeki bir restorasyon projesi içinde gerçek bir gelecek planı olmadan, toplumsal düzeyde sanata olan ilgimizin ayrıca ulusal bazı değerlere yönelik yaklaşımımızın- niteliğine dair çok şey anlatıyor. Ben şahsen merak ediyorum, İstanbul 2010'un büyük sanat projeleri arasında müzemizle ilgili çalışmalar var mı? Varsa ne ala. Yoksa, nasıl olmaz?
    Radikal, Yazı: Ahu Antmen, 12.03.2008

    EŞEK, 5 BİN YIL ÖNCE MISIR'DA EVCİLLEŞMİŞ

     

    Eşeklerin ilk kez MÖ 3000’de Mısır’da evcilleştirildiği belirtildi. Firavun mezarlarının yakınında bulunan 10 eşek iskeletini inceleyen bilim adamları, hayvanların evcilleşme sürecinin erken aşamalarında olduklarını belirledi. St. Louis’teki Washington Üniversitesi’nden Prof. Fiona Marshall, “Genetik araştırmalar eşeklerin Afrika’dan çıktıklarını gösteriyor” dedi. Bulunan eşek iskeletlerinin vahşi hayvanların iskeletlerine benzediği, belirtildi.

    Milliyet, 12.03.2008

    BEYOĞLU'NDA GİZLİ YAPILAŞMA

     

    Talimhane’de, Anıtlar Kurulu’nun verdiği kat izinlerini iki misli aşarak onlu katlara kadar yükselen inşaatların durumu, Milliyet’in dört yıl arayla gökyüzünden çektiği fotoğraflarla gözler önüne seriliyor.

     

    İstanbul’un en prestijli ilçesi Beyoğlu’nun Talimhane bölgesindeki hızlı yapılaşmanın neden olduğu siluet değişikliği, Milliyet’in dört yıl arayla gökyüzünden çektiği fotoğraflarla gözler önüne serildi. Sit alanı ilan edilen bölgede yıkılan binaların yerini 10’lu katlara ulaşan oteller alıyor. Binaların çoğunluğu da ruhsata aykırı kaçak kat ilaveleriyle yükseliyor.

     

    Turizm alanı ilan edilen Talimhane’deki üç otelde süren kaçak yapılaşma, Milliyet’in haberleriyle gündeme gelmiş, harekete geçen Beyoğlu Belediyesi de kaçak katların yıkılması sürecini başlatmıştı. Anıtlar Kurulu’nun verdiği kat izinlerini iki misli aşarak onlu katlara kadar yükselen inşaatların çevresindeki durum Milliyet Gökyüzü muhabiri Murat Öztürk’ün objektifine böyle yansıdı.





    Öztürk’ün 2004 yılında gökyüzünden fotoğrafladığı bölgeye aradan geçen dört yılda eklenen birçok yüksek bina, bölgenin geçtiğimiz şubat ayında çekilen fotoğrafında da açıkça görülüyor. Otel olarak hizmet veren bu binalardan Aydede Caddesi’ndeki Riva Otel’deki kaçak katlar sökülüyor. Lamartin Caddesi 16 ve 22 numaralı parsellerde Koruma Kurulu’nun beş kat için izin vermesine rağmen 10 ve 11 kata ulaşan otel inşaatlarında da kaçak katların kesimleri yapılıyor.

     

    Fotoğrafa sonradan giren Abdülhakhamit Caddesi’ndeki Green Park Otel binasında da durum, daha önce gündeme getirdiğimiz binalarla aynı. Burada hizmet veren otelin de Beyoğlu Belediyesi’nin verdiği bilgiye göre kaçak iki katı var. Dokuz kat için ruhsat alınan bina 11 kat olarak inşa edilmiş.

     

    Ruhsat projesine aykırılıklar tespit edilen binayla ilgili iki kez yapı tatil tutanağı düzenlediklerini belirten belediye yetkilileri, encümen tarafından İmar Kanunu uyarınca yıkım ve para cezası kararı alınan inşaatla ilgili “mühür fekki” işlemi yapıldığını ve konunun da yargıya intikal ettirildiğini kaydediyor. Mal sahibinin de Bölge İdare Mahkemesi’ne yürütmeyi durdurma ve karar iptali için dava açtığı öğrenildi.

     

    Aynı bölgede 2004 yılından sonra yükselen ve kaçak katı bulunan bir diğer bina da Topçu Caddesi’ndeki Grand Öztanık Otel. İzni 6.5 kat olan bina 11 kat yapıldı. Belediye yetkilileri, bu bina için de yıkım kararı alındığını söyledi. Bu otele 50 metre mesafedeki bir diğer otel olan Lares Park Otel, 2004 yılından önce de var ancak bu binanın da 1.5 katı kaçak.

     

    Şantiye görünümüne bürünen Beyoğlu Talimhane’deki otel inşaatları bir yandan sürerken, Beyoğlu Belediyesi de Milliyet’in daha önce gündeme getirdiği projeye aykırı olarak yapılan binalardaki kaçak bazı katların söküm ve kesim işlemini sürdürüyor. Gökyüzüne doğru hızla yükselen bölgeyle ilgili yetkililer, Anıtlar Kurulu’nun verdiği iznin üzerinde imar edilen binaların nihai neticesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu’nda devam eden bölge plan çalışmalarının sona ermesinin beklendiğini belirtiyor.

     

    Bölgedeki inşaat projelerini görüşen 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Mete Tapan, “Oradaki binaların birçoğu eski eser değildir. Orası sit alanı olduğu ve hala koruma amaçlı imar planı olmadığı için projeler bize geliyor. Ben kaçak kat yaptıkları halde bu turizm işletmelerinin nasıl işletme ruhsatı aldıklarını anlayamıyorum” dedi. Tapan, kaçak kat yapmamanın da kültür meselesi olduğunu söyledi.

     

    Kaçak katları olan otellerin ruhsat ve iskan belgelerini projeye uygun haldeyken aldıklarını ifade eden belediye yetkilileri de, “Otel sahipleri imarını iskanını aldıktan sonra kat çıkmaya başlıyor” savunmasını yaparken, tüm bu otellerin turizm işletme belgeli ve 4 yıldızlı olduğu öğrenildi.

    Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, Fotoğraf: Murat Öztürk, 12.03.2008

    AUGUSTUS'UN EVİ ZİYARETE AÇILDI





    Roma İmparatorluğu'nun ilk İmparatoru Augustus'un MÖ 30'dan kalma evi onyıllardır süren onarım çalışmaları ardından bugün halkın ziyaretine açıldı.

     

    BBC'nin Roma Muhabiri Christian Fraser'ın bildirdiğine göre evin tavanı geometrik desenlerden oluşuyor. Bundan 50 yıl önce, Augustus'un yıkık evini arayan arkeologlar, Roma'daki Forum'a bakan 2000 yıllık enkaz arasında küçük bir ip ucuyla karşılaşmıştı.

     

    Taş duvarlar arasında bulunan tek bir parça boyalı sıva uzmanların Roma'nın ilk imparatorunca yaptırılmış olan dizi dizi eşsiz fresklere ulaşması için yol gösterici olmuştu.





    Yıllarca süren titiz restorasyon çalışmalarının ardından, MÖ 30 yılında inşa edilen parlak mavi, kırmızı ve toprak rengindeki freskler ilk kez halka açıldı.  Augustus Evi'ndeki büyük odalardan birinde tiyatro teması görülüyor. Duvarda dar yan kapıları da dahil tam bir sahne izlenimi yaratılmış. Duvarın üstlerinde bir komedyen maskesi, küçük bir pencereden bakar halde resmedilmiş.  Augustus Evi'ndeki göz yanılsaması yaratan diğer resimler arasında son derece zarif bir bahçe manzarası, sarı sütunlar ve hatta kusursuz resmedilmiş bir karatavuk da yer alıyor.  Ustaların isimleri duvarda sonsuzlaştırılmış. Roma yerel yönetimi, Augustus Evi'ndeki dört odanın restorasyonu için yaklaşık 2 milyon euro harcadı.

     

    Augustus Evi, yemek ve yatak odasıyla giriş katındaki geniş bir salon ile birinci kattaki ufak bir çalışma odasından oluşuyor.  Uzmanlar, fresklerin Roma duvar resimlerinden bugüne kalan en muhteşem örnekler olarak kabul edildiğini; Pompei ve Herculaneum kentlerindeki kadar göz kamaştırıcı olduğunu kaydediyor.

     

    Arkeologlar, söz konusu duvar fresklerinin bir Mısırlı ressamın elinde çıkma olabileceğini belirtiyor.

    Geniş antredeki bir duvarda yapı ustalarınca yazılmış olduğu düşünülen yazı göze çarpıyor. Mozaik taban için düşünülmüş olabilecek geometrik şekillerin yanı sıra ustaların isimleri de görülüyor.

     

    MÖ 31 tarihinde geçen Aktium Savaşı'nda Marcus Antonius ile Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın ortak güçlerini yenilgiye uğratan ve o zamanlar Octavian diye anılan Augustus, bu zaferle son derece varlıklı Mısır'ı da İmparatorluk topraklarına katmıştı.  Uzmanlara göre freskler Pompei'dekiler kadar muhteşem  Augustus'un evinin duvarlarındaki freskler muhteşem olmakla birlikte, evin kendisi etkileyici olmakla birlikte çok da bir İmparator'a yakışır saray boyutlarında değil.

     

    Jül Sezar'ın yeğenlerinden olan ve Sezar'ın evlat edindiği Octavian, MÖ 27'de Sezar'ın öldürülmesini izleyen iç savaşların sonunda, Augustus adını alarak tek lider konumuna yükseliyordu. Augustus ile Roma Cumhuriyeti sona erdi; Roma İmparatorluğu başladı. İmparator Augustus MS14'de öldü.  

    Augustus Evi'ndeki iç dekorların bazılarını İtalyan Arkeoloji Profesörü Gianfilippo Carettoni, 1970'lerin başlarında, hiç dokunulmamış durumda bulmuştu. Augustus Evi'ndeki sanat mirası öylesine hassas ki, ziyaretçiler odalara beşer kişilik gruplar halinde alınacak. Yine de Augustus Evi'nin çok büyük kalabalıklar toplaması bekleniyor. Roma kent yetkilileri, Başkent'teki son arkeolojik kazıların turizmi yüzde 40 artırdığını belirtiyor.

    TürkiyeTurizm.com, 11.03.2008

    HATTUŞA KERPİÇ KENT SURU

     

     

    JTI Türkiye’nin katkılarıyla Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülen Hattuşa kazıları kapsamında, Hitit surlarının 65 metrelik kısmı, binlerce yıl öncesine dayanan yöntemlerle 2003-2005 yıllarında yeniden inşa edildi. Bu duvarın öyküsünü konu alan ve Hattuşa eski kazı başkanı arkeolog Dr. Jürgen Seeher’in kaleme aldığı kitap, JTI Türkiye’nin katkılarıyla yayıma hazırlandı.

     

    Hattuşa’daki Hitit Surları’nın orijinal yapısına bağlı kalınarak ayağa kaldırılma çalışmasının tamamlanması ile arkeolojide bir ilk gerçekleşti. Yüzyıllar içerisinde eriyip yok olmuş olan anıtsal bir kerpiç yapı, dünyada ilk kez gerçek boyutlarında ve aynı yerde, yeniden inşa edilmiş oldu. Projeyle yalnızca yapının kendisinin değil, üretim için gerekli bütün süreçlerin de rekonstrüksiyonu yapıldı. Mümkün olduğunca orijinal malzeme ve teknikler kullanılarak, Hititlerin bu duvarı nasıl inşa etmiş olabilecekleri araştırıldı. JTI Türkiye’nin katkılarıyla Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından sürdürülen bu proje, Hattuşa* eski kazı başkanı Dr. Jürgen Seeher tarafından “Hattuşa Kerpiç Kent Suru” adıyla kitaplaştırıldı.

     

    JTI Türkiye’nin desteğiyle Ege Yayınları’dan çıkan kitap, 2008 Nisan’ında raflarda yerini alacak. Deneysel arkeoloji alanında dünyada bir ilk olan projenin farklı aşamalarını 573 fotoğraf ve ayrıntılı bir anlatımla okurlarla buluşturacak olan kitap, Hitit kültürüne de ışık tutuyor. 232 sayfalık kitap, Hitit dönemindeki planlama, organizasyon ve uygulama konusunda da kapsamlı bilgi içeriyor.

    Yapı, 11.03.2008

    DİYARBAKIR'DA 73 ADET TARİHİ SİKKE ELE GEÇİRİLDİ

     

    Diyarbakır'da jandarma tarafından tarihi eser kaçakçılarına yönelik yapılan operasyonda 73 adet tarihi sikke ele geçirildi. Olayla ilgili 1 kişi yakalandı.

     

    İl Jandarma Komutanlığı'nca kaçakçılıkla mücadele faaliyetleri kapsamında yol kontrol ve arama noktasında alınan duyum üzerine çalışma başlatıldı.

     

    Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele, İstihbarat Şube ve Organize Jandarma Karakol Komutanlığı ekipleri ile müşterek yapılan yol arama faaliyeti esnasında bir yolcu minibüsünde yolcu olarak bulunan A.E. isimli şahsın yapılan üst aramasında, küçük naylon poşetlere konulmuş 17 adet tunç, 29 adet bronz, 25 adet bakır ve 2 adet gümüş olmak üzere toplam 73 adet tarihi sikke ele geçirildi.

     

    Diyarbakır Valiliği'nden yapılan açıklamada, olayla ilgili yakalanan 1 şüpheli şahısın adli makamlara sevk edildiği bildirildi.

    haberler.com, 12.03.2008

    METRO KAZISINDA ANTİK MEZAR BULUNDU

     

    Yunanİstan’ın Selanik kentinde metro kazısı yapan işçiler, Antikçağ’dan kalma bir mezarlık buldular. Yaklaşık 1000 iskeletin bulunduğu mezarlıkta çok sayıda değerli nesne de bulundu.

    Yetkililer, kentin doğu kesiminde bulunan antik mezarlıktaki iskeletlerin çoğunun boynunda ve kollarında mücevherlerle bezeli kolyeler ve bilezikler gördüklerini açıkladılar.

     

    Adının, Makedonya Kralı Büyük İskender’in kızkardeşinden geldiği sanılan Selanik (Thessaloniki) kentinin MÖ 315 yılında kurulduğu biliniyor. Metro çalışmaları sırasında bulunan mezarlıktaki kimi kalıntıların ise MÖ 5. yüzyıla tarihlendiği belirtiliyor.

     

    2006 yılında başlayan ve 2012’de tamamlanması tasarlanan metro çalışmaları sırasında daha önce de Antikçağ’a ait çok sayıda değerli nesneye rastlanmıştı.

    Birgün, 11.03.2008

    YUMURTACI MESCİDİ RESTORE EDİLİYOR

     

     

    Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, estetik yapısıyla kentin önemli simgelerinden biri olan Yumurtacı Mescidi'ni restore ederek kent insanının hizmetine sunacak.

     

    Yapılacak olan çalışma ile bir tarihi eser daha kurtarılacak. Kocaeli'nin önemli tarihi değerlerinden biri olan Yumurtacı Mescidi, yeniden restore edilerek, kente kazandırılacak eserler arasına alındı. Fen İşleri Daire Başkanlığı teknik ekipleri denetiminde başlatılan restorasyon çalışmasında, dört temel üzerine oturtulmuş ahşap çatılı şadırvanın çevresi Kandıra Taşı ile kaplandı. Ayrıca abdest alabilmek için şadırvana dört oturak eklendi. Çok güzel bir manzaraya sahip şadırvan önüne de dinlenme amaçlı 3 yeni ahşap oturak yapıldı. Ön tarafına duvar örülüp bahçe kapısı konulacak olan mescidin sol yanında yer alan musalla taşı ve çevresi de granit ile kaplanacak.

    Yeni Şafak, Haber: Davut Şahin, 11.03.2008

    SARAY SEVDASI!

     

    Cumartesi günü bu sütunlarda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün İstanbul’a geldiğinde kullanması amacıyla Yıldız Sarayı’nın içinde bir ofis ve konaklama mekanı hazırlatıldığını yazdım; aradan dolu dolu üç gün geçti, kimse itiraz etmedi!

     

    Oysa 1985 yılında Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilen Tarabya’daki “saray” gibi Huber Köşkü bomboş duruyor!

     

    Huber’e, “köşk” denildiğine bakmayın; değme saraylara taş çıkartır!

     

    Hem İstanbul Boğazı’nın en güzel yerinde, hem de 170 dönümlük muhteşem bir bahçesi var...

    Bu bahçenin içinde; “Art Nouveau” tarzı Huber Köşkü’nden başka üç muhteşem köşk daha bulunuyor:

     

    Faytonhane, Setüstü Köşküve Av Köşkü...

     

    Bir de en az köşk kadar güzel sera...

     

    Ama Huber’i gözüne kestiren ve Cumhurbaşkanlığı’na geçmesini sağlayan Kenan Evren, bu yapıları “küçük” ya da “eski” bulmuş olmalı ki; o zamanın parasıyla trilyonlarca lira harcatarak 2 bin metrekarelik dev bir köşk daha yaptırdı bahçenin tepesine!

     

    Huber Yerleşkesi’nde halen Cumhurbaşkanlığı Konutu, yabancı devlet başkanları konukevi, resepsiyon alanı, sosyal tesis, otel binası, yüzme havuzu, 15 villa ve helikopter pisti bulunuyor!

     

    Ama...

     

    Silah komisyoncusu Huber Kardeşler tarafından yaptırılan, Mısırlı Prenses Kadriyetarafından satın alınan ve ardından Fransız Notre Dame de Sion Okulu’na bağışlanan bu muhteşem yerleşke, ne hikmetse hiçbir Cumhurbaşkanı’na yaranamadı... Biraz Özal ailesi kullandı, o kadar!

     

    Demirel, Evren’in mimari zevkini beğenmemiş olmalı ki; yine trilyonlarca harcatarak baştan aşağı restore ettirdi binaları, buna rağmen oturmadı!

     

    Sezerler ise, sadece yılda bir ay kaldı; “boş duruyor” denilmesin diye!

     

    Kısacası; Huber’deki inşaat ve restorasyon çalışmalarına harcanan para (kamulaştırma bedeli hariç) 10 trilyon liradan fazla!

     

    Ortada böylesine masraf yapılmış eşsiz bir mekan varken, Cumhurbaşkanı Gül’ün kendisine bu kez Yıldız Sarayı içinde yeni bir çalışma ve konaklama mekanı yaptırması, en hafif deyimle “savurganlık” sayılmaz mı?

     

    Eğer Gül ailesinin Huber’i gözden çıkarmasının tek nedeni, adının “saray” olmamasıysa, bir tabela değişikliği yapmak çok daha “ekonomik” bir çözüm olmaz mı?<

     

    Ama eğer “İlle de Osmanlı izi” diyorlarsa... Durum başka tabii!

    Vatan, Yazı: Mustafa Mutlu, 11.03.2008



    KADIKÖY LIFE, CAVİT PAŞA KONAĞI'NIN KORUNMASI İÇİN BAŞVURUDA BULUNDU

     

      

     

    Kadıköy Life Dergisi, Bağdat Caddesi’nin Suadiye ile Bostancı arasındaki Çatalçeşme durağında bulunup, yok olmamak için direnen tarihi Cavit Paşa Konağı’nın kurtarılabilmesi için, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yeni kurulan ve başına Mehmet Şimşek Deniz’in getirildiği Koruma, Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’ne (KUDEB) dilekçe ile müracaat ederek, konağın koruma altına alınmasını istedi.

     

    Derginin Ocak & Şubat sayısında kapak yaptığı Çatalçeşme’nin hemen arkasında görünen 18. yüzyıl Osmanlı eserlerinden Cavit Paşa Konağı’nın içler acısı halini gören Kadıköylü okurlarının, dergiyi arayarak, üzüntülerini dile getirerek ilgililere sitemde bulunmaları üzerine bu kararı alan dergi yönetiminden Kadir Toprakkaya şöyle konuştu: “Yaklaşık dört yıldan bu yana takip ettiğimiz fakat sonuç alamadığımız konuyla ilgili olarak Kadıköylüler'in desteğini de almanın rahatlığıyla KUDEB’e dilekçemizi verdik. Konağın tarihçesini anlattık ve önce Kadıköy Life’ın ilk sayılarında, sonrasında Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazıları, konağın çeşitli açılardan çekilmiş fotoğraflarını da ekleyerek, acele olarak koruma altına alınmasını istedik. Ayrıca Kadıköy Belediye Başkanı Sayın Selami Öztürk’e ropörtaj sırasında anlattık. Kendisi hemen ilgili birimleri yanımızda arayarak talimatlarını verdi. Umarım gereken yapılır, bir tarih kurtulur…”

     

    İlk sahibinin Beşiktaş’taki Yıldız Sarayı’nın kumandanı Cavit Paşa olması nedeniyle bu ismi alan konak, Cavit Paşa’nın ölümünden sonra Atatürk’ün Çiftlik Müdürü ve dönemin Ziraat Bakanlığı’na kadar yükselen Tahsin Coşkan tarafından satın alınıyor. Ardından avukat Nurettin Daş ile evli olan kızına miras kalan konağın tam arkasına “Tahsin Coşkan Sitesi” adını taşıyan 15’er katlı üç blok yapılıyor. Ama sadece oturduğu alana sahip olan ve Bağdat Caddesi’ne bakan konak, yıkık, dökük haliyle restore edilmeyerek, adeta yıkılmaya terk ediliyor.

    Kadıköy Life, 11.03.2008

    SÜLEYMANİYE, 450 YIL SONRA RESTORASYONDA

     

     

    Dünya mimarisinin en seçkin eserlerinden Süleymaniye Camii'nin inşasından (1550-1557) sonraki en kapsamlı bakım ve onarımı bu yıl başında başladı. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de ziyaret ettiği restorasyon çalışmaları sonucunda elde edilen bilgiler, Mimar Sinan'ın muhteşem yapısı hakkında söylenegelen efsanelerin doğruluğunu ispatlıyor. Restorasyon çalışmalarının henüz başında olunmasına rağmen şimdiden mimarları ve sanatçıları şaşırtan ayrıntılar tespit edilmiş. Restorasyonu yürüten ekip, zamanında yapılan bilinçsizce müdahaleler karşısında da hayal kırıklığına uğruyor. Mesela Gazze, Mersin ve Selanik'teki antik kentlerden getirilen taşlar delinip elektrik kabloları geçirilmiş. 1965 yılında yapılan restorasyonda yıpranan mermerlerin yerine beton sıva yapılmış. Şimdi o sıvalar sökülüyor. Yerlerine orijinal taşları konulacak. Bütün bunlara rağmen dimdik ayakta duran eser bu son restorasyonuyla eski ihtişamlı günlerine geri dönecek. Ve restorasyon 450 yaşındaki binanın bu zamana kadar neler yaşadığı gün yüzüne çıkartacak. Bunun yanında caminin inşası sırasında yapıldığı gibi, restorasyon çalışmalarını yürüten Gür Yapı İnşaat da ehl-i hiref defteri tutuluyor. Çalışmalarda kaç mimar, usta, işçi çalışıyor, nereliler, neler yapıyorlar hepsi kayıt altına alınıyor. Ve yıl sonunda bu bir kitap halinde yayınlanacak.

     

    Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün ihale ettiği ve İstanbul Vakıf Bölge Müdürlüğü denetiminde gerçekleşen restorasyon çalışmalarının başında mimar Nilgün Olgun bulunuyor. Kalemkar Kaya Üçer, mimar Nilgün Hanım için "Cami inşaatı sırasında Sinan ne ise restorasyon sırasında da Nilgün Hanım o." diyor. Çünkü bütün işleri organize eden Nilgün Olgun her şeyin orijinaline uygun olması için titiz bir çalışma yürütüyor. Aslında her mimar, taş, ahşap ya da kurşun ustası, restorasyon ekibinin, Süleymaniye'de çalışmak hayalidir. Şimdi birçok insan, gerçekleşmesi imkansız gibi gördükleri bu hayalini yaşıyor. Mimar Nilgün Olgun "45 yaşında bu camide çalışıyor olmak benim için muhteşem bir tecrübe. Ben herkesin efsane olarak bildiği is odasına girebiliyorum, isli duvarlarına dokunabiliyorum. Orta kubbesindeki işlemelere yakından bakabiliyorum. Minaresine çıkıp İstanbul'u izleyebiliyorum. Sinan'ın bu muhteşem eserini yakından inceleyebiliyorum. Bunu başka hiçbir şekilde yaşayamazdım." derken kalemkar Kaya Üçer, "Ancak emeklilik hayalim olabilirdi Süleymaniye'de çalışmak. Topkapı Sarayı'nda, Ayasofya'da çalıştım ama Süleymaniye bu işin zirvesidir. Çok heyecanlı ve mutluyum burada çalışmaktan. Ve her gün şaşırtıcı bir bulguyla karşılaşmak çok heyecan verici. Her sıvanın altında farklı daha önce görmediğimiz tarzda yeni kalem işleri görüyoruz. Bu bulgular sanat tarihinde önemli değişikliklere sebep olacak." diyor. Resmi olarak 2008'de bitecek ama işin gidişatı kendini gösterecek.

    Zaman, Haber: Gülizar Baki, 11.03.2008

    YUNAN ADASI LEFKADA'DA ANTİK MEZAR

     

     

    Yunanistan'ınLefkada Adası’nda, bir yol yapımı sırasında bir kısmı tahrip olarak bulunan 3000 yıllık mezarın ve buluntuların çok önemli olduğu açıklandı. Mezar, MÖ 1100 yıllarında bölgeyi yöneten Mikenlerin yöneticilerine yaptıkları büyük ve gösterişli mezarların küçük bir örneği kabul ediliyor. Her ne kadar bu, petek tarzı mezarlardan Girit ve anakarada onlarca bulunmuş ise de Batı Ion Denizi’nde bu mezarlara çok ender rastlanıyor, Lefkada Adası için ise bu bir ilk.  

     

    Keşif, Homeros’un efsanevi kahramanı Odysseus’un anavatanının neresi olduğu hakkında süregelen tartışmaları alevlendireceğe benziyor. Associated Press’e açıklama yapan ve kazıyı yürüten Maria Stavropoulou-Gatsi “Bu, bölge için çok önemli bir keşif, çünkü şu ana dek Lefkada’da Miken varlığına ilişkin hiçbir buluntu yoktu” dedi. Mezarın bir ay kadar önce, yol yapımı sırasında bir buldozer operatörü tarafından açığa çıkarıldığını belirten Stavropoulou-Gatsi, buldozerin mezara da çok zarar verdiğini vurguladı. 

     

    Mezarda çok sayıda iskeletin yanısıra, birçok kırık çanak çömlek, iki mühür taşı, yarı değerli taşlardan yapılmış boncuklar, bakır eserler ve pişmiş toprak dokuma ağırşakları bulundu. Tahminler, mezarın antik çağda soyulduğu yönünde. 

     

    120 tonluk taşlarla inşa edilmiş, 15 m çapındaki Atreus Mezarı ile karşılaştırıldığında 2,70 m çapındaki bu mezar diğer Miken mezarlarına oranla çok ufak. Ama, mezar, Homeros’ta yer alan Odysseus’un Ithaka’sı ile ilgili bilimsel tartışmalara yeni bir sayfa açacak gibi görünüyor. Her ne kadar yakındaki Ithaki Adası bu kahramanın yurdu kabul edilse de, birçok araştırmacı Kefallonia veya Lefkada adaları da olabileceğini düşünüyordu.

     AP, Haber: Nicholas Paphitis, 05.03.2008

    TARİHİ SU KEMERİ YIKILMA TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA

     

     

    Kocaeli'nin tek su kemeri olan Üçtepeler Su Kemeri, bakımsızlık nedeniyle dökülüyor. Zamanında İzmit'e su getirmek için yapılan büyük su kemeri, uzak ve kuytu bir derede bulunduğu için de kimse tarafından bilinmiyor.

     

    Bazı parçaları kopup dereye düşmüş, bir kısmı da yıkılmak üzere olan kemer, Osmanlı döneminde İzmit'teki yerleşim alanına, Kayapınar suyunu getirmek için yapılmış. Üçtepeler köyünün arka tarafından Körfez'e akan Ağa Deresi üzerindeki kemer, Kocaeli'nin günümüze ulaşabilen en önemli tarihi eserleri arasında yer alıyor. Türkiye'de sayılı su kemerleri arasında yer alan tarihi eserin kendi haline terk edilmesi, bölgeyi görenlerin yüreğini burkuyor. 2,5 metre genişliğinde, 100 metre uzunluğunda ve 50 metre yüksekliğindeki kemerin üst kısmında su taşımak için 3 boru hattı bulunuyor. Kemer gözleri, beyaz harçlı geniş tuğla ile örülmüş. Kemerin içindeki pencerelerinden bir kısmının açıklığı 7,4 metre civarında. Kemer ayakları daralarak yükseliyor.

     

    Büyük kemerin sol ayağının altında MÖ 2. yüzyıla ait kitabeli bir mezar parçası yatay olarak inşaatta kullanılmış. Kitabenin baş tarafı altta kaldığı için tam olarak okunamıyor. Geri kalan kısmında ise "Hayatta iken bu sunağı yaptırdım. Kendim ve eşim Demetria için Deios ayında elveda" yazısı bulunuyor. Kemerin bir kısmını da defineciler yıkmış. Kemerin Üçtepeler tarafında 1,5 metre yüksekliğinde su toplama havuzu bulunuyor. Yakındaki tarlalarda çalışanlar, kemerin Kayapınar suyunu İzmit'e getirmek için yapıldığını söylüyor. Çok sağlam yapılan kemerin kopan parçaları, fazla dağılmadan dere içinde duruyor. Çocukların ve çevrede hayvan otlatan çobanların üstünde gezdiği kemerin yüksek pencerelerine de kuş sandıkları konulmuş.

    Zaman, Haber: Mehmet Güler, 11.03.2008

    KUZEY DENİZİ'NDE BUZ ÇAĞI AVCILARI




    Yarmouth’un 13 km açığında deniz dibi kazısı yapan gemi tarafından 100.000 yıllık oldukları tahmin edilen 28 el baltası bulundu. Keşif, Hollanda’lı amatör bir arkeolog olan ve İngiliz hammadde şirketi Hanson tarafından deniz dibinden çıkarılıp Hollanda firmasına satılan hafriyatı araştıran Jan Meulmeester tarafından yapıldı. Jan bu metodla daha önce mamut kemikleri ve fosiller bulmuş ama bu defaki keşfi çok önemli. 

     

    Açıklandığına göre daha önce İngiltere’nin bu kısmında sahillerde el baltaları bulunmuş olmasına karşın bu 28 balta şimdiye dek rastlananların en iyileri ve Son Buz Çağı’nda, şimdi deniz dibi olan yerlerde mamut avcılarının dolaştığının ispatları. 

     

    Buz Çağı uzmanlarından birisi ve Wessex Arkeoloji üyesi olan Phil Harding, o dönemde deniz seviyesinin bugünkünden çok düşük olduğunu ve şu anda sahilden 13 km açıkta bulunan bu bölgede yaşayan insanların bu baltaları mamut gibi hayvanların etini kemikten ayırmakta kullandıklarını söylüyor. Harding “Baltaların tarihi ile ilgili kesin konuşmak mümkün değil ama çok önemli bir keşif olduğu kesin” demekte. 

     

    Hollandalı meslektaşları ile işbirliği içinde olan İngiliz Mirası kuruluşu, buluntuların yaşını tesbit edebilmek için çalışmalara başladı. Baltaların Paleolitik olduğu kesin olmakla birlikte bu geniş dönemin neresine yerleştirilecekleri oldukça çetrefilli bir konu. 

     

    Her ne kadar baltalar Hollanda’da bulunmuş olsalar da, İngiltere karasularından çıkarıldıkları için kanuni olarak İngiltere’nin malı kabul ediliyorlar. Baltaların bulunduğu Yarmouth’un 13 km açığında derinlik yaklaşık 25 m civarında ve çıkarılan deniz dibi hafriyatında mamut dişleri ile kemikleri de mevcut. 

     

    İngiliz Mirası kuruluşunun Sulatı Arkeolojisi Bölüm başkanı Ian Oxley “ Bu keşif, kara olduğu dönemde Kuzey Denizi’ni anlamamıza yardımcı olacak. İngiltere bir ada olmadam önce buralarda yaşayan insanlar olduğunu biliyorduk ama bunu ispatlayan buluntular çok az.” dedi.  

     

    Öte yandan, Hanson şirketinin Deniz Operasyonları müdürü Ian Selby ise taş baltaların üç aylık bir dip kazısı sonucunda bulunduğunu, fakat ancak Şubat ayında, Jan Meulmeester’in buluntuların önemini fark edip Hollandalı yetkililere haber vermesi sonucunda durumdan haberdar olduklarını belirtti ve “Kazıyı çok dikkatli yaptığımız için buluntuların nereden geldiğini hemen tesbit ettik. İngiliz Mirası kuruluşu ile yaptığımız protokol uyarınca bu bölgede kazı yapmayı durdurduk” dedi.



    Wessex Archaeology, 10.03.2008

    METROPOLİS SANAL ORTAMDA

     

    Kazıları 1992 yılından bu yana Philip Morris / Sabancı sponsorluğunda gerçekleştirilen Metropolis'in sitesinde Akropol, Bizans Kilisesi, Hamam-Gymnasium, Meclis Binası, Mozaikli Salon, Stoa, Tiyatro hakkında geniş bilgiler yer alıyor. Aynı zamanda Antik Çağ'daki çizimlerle anlatılan kazı alanları, güncel fotoğraflarla destekleniyor. 2007 yılından bu yana Yrd.Doç.Dr. Serdar Aybek tarafından yürütülen kazının tüm ayrıntıları yer alıyor. Sitede kentle ilgili Onursal Kazı Başkanı Prof.Dr. Recep Meriç tarafından yayınlanan kitap ve makalelerin listesi de blunuyor.

    İzmir'in Torbalı İlçesi'ne 12 km. uzaklıkta Yeniköy ile Özbey köyleri arasında bir tepe üzerine kurulan Metropolis, "Ana Tanrıça Kenti" anlamına geliyor. Metropolis'in ilk yerleşimi, günümüzden 5000 yıl önce Erken Tunç Çağı'nda Akropol'de kuruldu. Kent asıl gelişimini MÖ 2. yüzyılda gösterdi. Yoğun bir kentleşme etkinliğinin gözlendiği bu dönemde, kent surlarla çevrildi. Sonrasına kente Tiyatro, Stoa, Bouleuterion gibi anıtsal kamu binaları yapıldı. Roma Dönemi'nde gelişmesini sürdüren kentin ekonomisi, sadece tarım ve hayvancılıkla sınırlı değildi. Kentin İzmir - Efes yolu üzerinde olmasından dolayı, ticaret ve gümrük en önemli gelir kaynağı haline gelmişti. Bu dönemde, özellikle kentin doğu yamaçlarında, imparatorluk geleneğine uygun zengin evleri, atölyeler, dükkanlar, Hamam ve Gymnasium kompleksleri yapılmaya başlandı.Bizans Dönemi'nde piskoposluk merkezi olan kent, imparatorlukla birlikte gerilemeye başladı. 14. yüzyılda, Türk akınlarına karşı yapılan kale, antik yapıların üzerinde yer alıyor. 15. yüzyıldan sonra, kentte yerleşim sona erdi.

    Akşam Ege, 11.03.2008

    EN ESKİ  İBADET MEKANI URFA GÖBEKLİ TEPE'DE

     

    Şanlıurfa'nın 15 kilometre kuzeydoğusundaki Göbekli Tepe'de 13 yıldır kazı yapan ekibin başkanı Alman arkeolog Klaus Schmidt, kalıntıların dünyanın ilk toplu ibadet mekanına ait olduğunu söyledi. Schmidt yapının yaşama alanı olarak değil, yalnız dini seremoniler için kurulduğunu vurguladı.

    Neolitik döneme ait kalıntıların ortaya çıktığı ve insanlık tarihine yeni açılımlar getiren Göbekli Tepe'deki kazıların ekip başkanı Alman arkeolog, toplu ibadet mekanlarının bulunmasının, yerleşik düzeni ve medeniyetleri doğuran ilk olgunun din olduğunu ortaya çıkardığını öne sürdü. Göbekli Tepe için Alman Der Spiegel dergisi daha önce Adem ve Havva'nın yaşadığı yer iddiasında bulunmuş ve haberi 'Cennet bulundu' başlığıyla vermişti. Profesör Schmidt ise iddiayı uydurma olarak değerlendirerek "Burası yaşam alanı değil. Cennet de değil, dünyanın en eski ve görkemli tapınak kompleksi' demişti.

    Sabah, 11.03.2008

    KAÇAK KAZIYA SUÇÜSTÜ

     

    Malatya'da kaçak kazı yaptıkları iddia edilen 6 kişi yakalandı. Bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Hekimhan ilçesine bağlı Hasançelebi beldesi yakınlarındaki Obuz mezrası civarında kaçak kazı yaptıkları gerekçesiyle C.Ş, O.Ş, N.A, İ.P, M.T. ve H.K'yi gözaltına aldı. Zanlıların, sorgularının ardından adliyeye sevk edileceği kaydedildi.

    Bursa Hakimiyet, 11.03.2008

    AÇIK HAVA KAPANABİLİR





    İstanbul'un yaz konserleri için en bilinen, vazgeçilmez mekanı Harbiye Cemil Topuzlu Sahnesi; yani bilinen adıyla Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, bu yaz olmayabilir. Takvimi çok önceden belirlenmiş, yerli ve yabancı sanatçıların yer alacağı pek çok konserler de bu nedenle iptal edilebilir.


    Bir süredir Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yıkılacak olması bakımından tartışma yaratan Harbiye Kongre Vadisi Projesi kapsamında inşaat hazırlıkları başladı. Proje kapsamında Şehir Tiyatroları'nın Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılıp yeniden yapılacak; projeden Lütfi Kırdar Kongre Merkezi de etkilenecek. İnşaat dolayısıyla, Muhsin Ertuğrul Sahnesi'yle Lütfi Kırdar arasındaki yol kapanacak, Açıkhava Tiyatrosu'nun önünden geçen yol da araç trafiğine kapatılıp yaya yolu olacak. 2009 yılındaki İMF toplantısına yetiştirilmesi planlanan inşaat nedeniyle Açıkhava Tiyatrosu'nun da ulaşım zorlukları gerekçesiyle kapatılması gündemde.
     

    2 No'lu Anıtlar Kurulu, avam projeyi onayladı; uygulama projesinin onaylanmasının ardından inşaat başlıyacak. Ama inşaat için hazırlıklar başladı bile. Lütfi Kırdar'ın ön avlusu ve altındaki otoparkla iki salon bu kapsamda yıkılacak. Ancak Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nin ana salonu ve sergi salonları çalışmaya devam edecek, etkinlikler bu inşaattan etkilenmeyecek. İnşaat başladıktan sonra Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu ile Açıkhava Tiyatrosu kapatılacak. Ama bu kapatılmaların tam tarihi şimdilik belirsiz.
     

    Açıkhava Tiyatrosu'nun kullanılabildiği yaz aylarında kapatılması ihtimali tepki çekiyor. Konser mekanı olarak tasarlanan en iyi açıkhava tiyatrosunun kapatılmasının özellikle uluslararası sanatçıları ağırlamak bakımından sıkıntı yaratacağı söyleniyor. Pop ve rock konserleri için geriye Kuruçeşme Arena, İstanbul Arena, Yedikule Zindanları gibi diğer açıkhava mekanları kalıyor.
    Açıkhava Tiyatrosu'nda her yıl Uluslararası İstanbul Caz Festivali konserleri, MOST, BKM, HIT gibi şirketlerin organize ettiği Türk Pop ve yabancı konserler, dans ve müzikal gösteriler düzenleniyor. Organizasyon firmaları, bu yılın programlarının yapıldığını, bu aşamada İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Açıkhava'yı kapatmaya karar vermesinin kendilerini çok zor durumda bırakacağını söylüyor. Bu yaz gerçekleşmesi planlanan pek çok konser bu nedenle iptal edilebilir. Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'na bağlı. Belediye yetkilileri, Açıkhava'nın kapatılması ihtimaline ilişkin her hangi bir açıklama yapmaktan kaçınıyor.

    Radikal, Fotoğraf: Muhsin Akgün, 11.03.2008

    İSRAİL İLE ÇİN ARASINDA SERAMİK TİCARETİ





    İsrail Hayfa Üniversitesi tarafından sürdürülen bir araştırmanın sonuçlarına göre, 12. ve 13. yüzyıllarda, Haçlı Seferleri sırasında Akka şehrine Ortadoğudan, Avrupa’dan, Kuzey Afrika’dan ve hatta Çin’den seramik geliyordu. Bu çalışma, Prof. Michal Artzy ve Dr. Adrian Boasz yönetiminde Dr. Edna Stern tarafından, Akka şehrinde yapılan kazılarda ve civardaki batıklarda bulunan seramikler incelenerek yapılmakta. 

     

    Dr. Stren’e göre bu dönemde Akka, Kudüs’e yolculuk eden Hristiyan hacıların karaya çıktıkları yer olmasının dışında, Avrupa, Islam dünyası ve Bizans İmparatorluğu ile ticari bağlantıları açısından Doğu Akdeniz’in en önemli limanlarından biriydi.


     


    Araştırma, Akka’ya ithal edilen seramiklerinin çok büyük bir kısmının yemek takımları, özellikle de kaseler ve tabaklar olduğunu göstermekte. Küpler, sürahiler ve pişirme kapları gibi diğer tür seramikler küçük bir orana sahip. Haçlılar Dönemi’ndeki toplam seramik ithalatının % 44.5 u Kıbrıs, Yunanistan ve Anadolu’dan gelmiş. Suriye ve Lübnan gibi komşulardan yapılan % 29.3 lük ithalat ise bu ülkeler ile sıkı bir ticari bağ olduğunun ispatı.

     

    Ama en ilginç olan, seramiklerin % 0.2 sinin Çin’den ithal edilmiş olması. Dr. Stern, ithal seramiklerin lüks tüketim malı olarak görünmelerine karşın, çalışmalarının bunun tam da aksini ispatladığını belirtiyor. Dr. Stern “Akka’ya ve diğer Akdeniz limanlarına ulaşan seramikler aslında kendi başlarına lüks mamüller olarak değil, ticari nakliye gemileri tarafından daha değerli malların yanında, yer doldurmak için taşındıklarını” söylemekte. 

    eurekalert.org, 04.03.2008

    TARİHİ EVLER ARASINDA KALAN BİNALARA KONAK MAKYAJI

     

    Beypazarı'nda tarihi konakların arasında bulunan apartmanların oluşturduğu 'çirkin' görüntünün ortadan kaldırılması için çalışma başlatıldı.

    Hanlar önünde bulunan apartmanların dış cephesine konak görüntüsü veriliyor. Beypazarı Belediye Başkanı Mansur Yavaş, yaptığı yazılı açıklamada, ilçe şehir merkezindeki tarihi konakların aralarında yükselen apartmanların 'çirkin' görüntü oluşturduğunu bildirdi. 300 yıllık tarihi çarşının restorasyonu için de ödenek çıktığını dile getiren Başkan Yavaş, "Hanlar önünde bulunan apartmanların dış cephesine konak görüntüsü verilecek. Binaların dış cephe giydirmesi çalışmaları ile çirkin görüntü oluşturan bu durum, ortadan kaldırılacak" dedi. Çalışmalara sağlanan mali destek için İçişleri Bakanı Beşir Atalay'a teşekkür eden Başkan Yavaş, projenin tamamlanmasının ardından, apartmanların da konak görüntüsüyle 'tarihi yapıyla uyumlu' hale geleceğini belirtti.

    Zaman, 10.03.2008

    104 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

     

    Denizli'de Pers, Hellenistik, Bizans ve Roma dönemlerine ait 104 gümüş ve bronz sikke ele geçirildi.

     

    Elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı haberinin alınması üzerine H.P.'yi takibe alan jandarma ekipleri, Denizli-İzmir karayolu üzerindeki bir benzin istasyonunda zanlıyı yakaladı. Şahsın üzerinde yapılan armada, 104 gümüş ve bronz sikke ele geçirildi. Eserlerin Denizli İl Müze Müdürlüğü ekipleri tarafından yapılan incelemesinde Pers, Hellenistik, Bizans ve Roma dönemlerine ait olduğu tespit edildi. Gözaltına alınan H.P,, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı

    denizlili.net, 10.03.2008

    İSTANBUL HEYKELSİZ, İSTANBUL MEYDANSIZ

     

    Geçtiğimiz yıllarda Danimarka’nın önemli sembolleri arasında kabul edilen küçük denizkızı heykeli, şehir eşkıyalarının artan saldırıları yüzünden daha güvende olacağı denizin iç taraflarına bir yere taşınmıştı. İstanbul için de bir sembol heykel olsa, korkarız başına aynı şeyler gelecektir. Hatırlayınız önceleri İstanbul Tarabya’da, Kabataş’ta parklardaki heykeller kırılarak yok edilmemişler miydi?

    İstanbul’un 90 sonrası gelişimine bakarsanız göç politikalarıyla ya da nüfus artışıyla şehrin nereye gittiği çok açık: Oluk oluk insan akan kaldırımlar, üst üste otobüsler, tıkanık trafik, meydansızlık, oyuncak metro, plazalar ve İngilizce tabelalar… İstanbul’u gerçekten çok seviyoruz, ama gözlerimiz kapalıyken.

    Dağ taş ev araba doldu, herkes inşaattan ev alma telaşında, hatta bir nevi proje patlaması şeklinde topraktan daire satışları revaçta. Otomobiller sıfır faizle, marketlerde alışveriş altı taksitle…

    Ama olsun sıkın dişinizi 2010 da İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olunca tüm dertler bitecek. O tarih gelince her şey düzelecek, barajlar da su dolacak, şehir yeni peyzajıyla modern bir kent görünümüne de kavuşacak. Hem Boğaz’da tüp geçit ve 3. köprü bitecek, Haydarpaşa ve çevresi Manhattan’a dönüşecek, Sivriada’ya 110 metre yüksekliğinde bir semazen heykeli dikilecek, Leonardo da Vinci’nin köprü projesi “çağdaş bir tasarımla” Haliç’e inşa edilecek..
    Bu arada İstanbul’un sembolü olacak heykel fikrini neden unuttuk ki anlamış değilim?

    Temmuz 2005’te İstanbul’da yapılan Uluslararası Mimarlık Kongresi’nde “İstanbul’un sembolü ne olmalı?” tartışmalarına tanıklık etmiştim. Ne oldu neden kapatılıverdi bu konu, gündemden düştü? Heykellere tüküren, heykellere saldıran, bir dünyada yaşıyor olsak da İstanbul’da bazı yerlere ünlü büyüklerimizin heykellerini anıtlarını güzelce yerleştirebilmişiz neyse ki.

    Sembol Heykel için Haydarpaşa ya da Kadıköy Mendireği konuşuluyordu o süreçte. Ancak bu tartışmanın üzerinden üç yıl geçti, tepkiler üzerine bu projeden neden vazgeçildi bilmiyorum. Çünkü üç yıldır belirsizliğini koruyor. Oysaki Avrupa’da meydan deyince hemen aklımıza heykeller geliyor, bizim meydanlarımızda ise siyah gözlüklü kestaneciler, mısırcılar nöbet bekliyor. 2010’da İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olacaksa ve bir sembol heykel, bir logo çalışması yapılacaksa bu görev asla üniversitelerin güzel sanatlar fakültesi hocalarından oluşan komisyona bırakılmamalı. Çünkü üniversitelerin gündemi heykeli tartışamayacak kadar meşgul. Onların dertleri bini aşmış durumda. Sağlıklı kararlar alacakları durumda değiller. Bu görev profesyonel isimlere verilmeli. Örneğin, Frank Gehry veya Zaha Hadid gibi bir isme.
    Hiç fark etmiyor musunuz? Çok kültürlülük çok dinlilik içerisinde yüz yıllar boyu bu kentte yaşayan, göçeden insanlar en büyük kültürel zenginliğimiz bizim.
    İstanbul’un sembol heykelinin ne olabileceğini düşünürken, elimizde o kadar çok kültürel varlık mevcut ki onlardan beslenmemek olmaz: İstanbul’un silüetinde ilk göze çarpan; camiler, Kız Kulesi’nin masalsı görüntüsü, Rumeli Hisarı, Surlar, Sultanahmet, Beyazıt, Süleymaniye, Topkapı Sarayı, Ayasofya, Küçük Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı, Medusa Heykeli, Galata Kulesi, Adalar, Kadıköy, Ortaköy, Bebek, Sarıyer, bahar sabahlarında Boğaz’da oluşan yakamozlar, akşamları Boğaz’a gerdanlık gibi dizilen köprüler ve erguvanlar… Bunlar ilk akla gelenler. İstanbul aylarca gezseniz de bitmeyecek bir şehir. Gezmek için güzel bir şehir ama yaşamak için girizgahta da söylediğimiz üzere maalesef aynı güzel şeyleri söyleyemeyiz. Nüfusunun fazla olması, trafik sorunu ve şehrin güvenliğinin git gide azalması yeter de artar bile.

    Roma’yı Pantheon’la veya Colosseum’la veya Fontana di trevi ile veya İspanyol merdivenleri ile simgeleştiremiyorsak, İstanbul’u da tek bir sembolle simgeleştiremeyiz. Onun için tek bir eser, simge olarak İstanbul için yetersiz kalacaktır. İstanbul’u çok yönlü çağrıştıracak bir yapı oluşturmalıyız.

    Çöplük ve yazı tahtası, çok katlı otel ya da tuval görevi gören tarihi eserler olumlu düşünmemize engel olsa da, İstanbul’a ait göndermelerin olduğu, metaforik olarak kıvrımların, denizin, yakamozun, martının içinde olduğu şaşırtıcı birşeyler yapmak zorundayız. İlle de büyük bir heykel yapmamıza gerek yok. Kopenhag’ın sembol heykelinin küçük bir denizkızı olduğunu unutmayın.

    Artık vakit geçirmeden radikal kentsel kararlar almanın zamanı geldi de geçiyor. Kenti yaşayan bizlere de korumak, yaşatmak ve geliştirmek anlamında çok büyük görevler düştüğünü hatırlatmak da fayda var elbette. Bir mimar/kent planlamacı/peyzaj mimarın, İstanbul’da serbest alanlara, meydanlara, insanlarımızın acil ihtiyacı olduğunu çıkıp söylemesi gerekir? Bu görüşleri sadece müşterilerine söyleyerek para kazanma düşüncesindeki şehir plancıları bu sorumluluğu almak zorundasınız! İnsanlarımızın da, çocuklarının şehirde oyun oynayamaması konusunda şikayetlerini, çıkıp yüksek sesle seslendirmeleri gerekir. Bu yazı, şehrin insanlarının rahatça soluyabileceği meydanların, estetik boyutta zevk alabilecekleri heykellerin kazandırılacağı günlerin özlemini taşırken, bu beklentilerimize cevap bulabilmek için daha ne kadar bekleyeceğimizi doğrusu kestiremiyoruz. Ama başka bir kutlama için üç ay süremiz kaldığını da çok iyi biliyorum. Çünkü, İstanbul’un Fethi’nin 555. yılına şunun şurasında 3 ay kaldı. O yönde hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyordur muhakkak. Böyle anlamlı bir dönemin arifesinde, biz neler söylüyoruz değil mi? (Kaynak: http://www.tate.org.uk/)

    Birgün, Yazı: Adnan Tönel, 10.03.2008

    ALAŞEHİR'DE TARİHİ EV YANDI

     

    Manisa'nın Alaşehir İlçesi'nde, İzmir Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından koruma altına alınan tarihi bir ev yanarak hasar gördü.

     

    Soğuksu Mahallesi İsmet Paşa Caddesi'nde bulunan tarihi bir evde dün akşam saat 20:30'da yangın çıktı. Çevredeki vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine gelen itfaiye ekipleri, evin çatısında yoğunlaşan alevleri söndürmeye başladı. İtfaiyenin zamanında müdahalesine rağmen eski ve ahşap olan ev büyük hasar gördü. İddiaya göre, tarihi binayı akli dengesi yerinde olmayan Y.D. isimli şahsın yakmış olabileceği belirtildi. Y.D.'nin zaman zaman bu binaya girip çıktığı iddia edildi.

    haberler.com, 10.03.2008

    TRUVA ANTİK KENTİ'NİN ÇEVRESİ DEĞİŞECEK

     

    Çanakkale Valisi Orhan Kırlı, "Truva Antik Kenti"nde, ziyaretçilerden gelen talepler doğrultusunda ve tarihi atmosferi bozmayacak şekilde çevre düzenlemesi yapılacağını bildirdi.


    Vali Kırlı, başta tuvaletler olmak üzere "Truva Antik Kenti"nin çevresiyle ilgili şikayetler geldiğine dikkati çekerek, sorunun çözüme kavuşturulması amacıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından geçen hafta mimari proje ihalesinin yapıldığını ifade etti.


    Mimari proje sayesinde, antik kentte bölgenin tarihi yapısı, atmosferi ve misyonuna uygun bir şekilde çevre düzenlemesine gidileceğini dile getiren Orhan Kırlı, ziyaretçi memnuniyetinin sağlanmasının amaçlandığı düzenleme çalışmalarına bu ay sonunda başlanacağını kaydetti.

    Çanakkale Kültür ve Turizm İl Müdürü İsmail Kansız ise dünya tarihi ve kent turizmi açısından önemli bir yere sahip olan antik kentin çevre düzenlemesinin yapılması amacıyla hazırlanan projenin ihalesini, İzmir'den bir firmanın kazandığını söyledi.


    Çevre düzenlemesinin, kenti ziyaret eden ve sayıları her geçen yıl artan yerli ve yabancı turistlere daha iyi hizmet verebilmek için yapılacağını belirten Kansız, "Truva Ören Yeri Çevre Düzenleme Projesi kapsamında antik kentin girişi, bilgilendirme merkezi, elektrik ve makine tesisatı ile tuvaletleri yenilenecek. Bu ay sonunda başlanacak çalışmaların mimari proje maliyeti 47 bin YTL. Çevre düzenlemesi, iş tesliminden 120 gün sonra tamamlanmış olacak."

    Haber Ekspres, 10.03.2008

    HAN DUVARLARI TURİZME AÇILIYOR

     

     

    Birer sosyal müessese örneği olan hanlar ve kervansaraylar yol kenarlarında mahzunluğuyla dikkati çeker. Özellikle Tarihi İpek Yolu üzerinde yoğunlaşan bu binalar, insanların konaklama başta olmak üzere çeşitli ihtiyacını karşılamak için inşa edilmişti. Ticaret yolu üzerindeki güvenliği de sağlayan hanlar ve kervansaraylar, birbirlerine bir günlük yürüyüş yolu mesafesinde bulunurdu.

    En fazla Aksaray ve Konya güzergahında rastlanılan binaların bazıları harap oldu. Bazıları ise Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün çalışmalarıyla yeniden ayağa kaldırıldı. Nevşehir girişinden Konya çıkışına kadar olan han ve kervansarayların bir kısmının tamirat ve restorasyonu bitti, bir kısmının da devam ediyor.

    Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, hanların restorasyonunun ardından işletmeye açılacağını söyledi. Genç, “Uzun yıllardır kullanılmayan bu nostaljik mekanlar hem yeniden ayağa kalkacak hem de turizmin hizmetine sunulmuş olacak” dedi. Han ve kervansarayların kiraya verileceğini kaydeden İbrahim Genç, “Örneğin şu an Kadınhanı’ndaki han mağaza, Konya’daki Horozlu Han ise restoran olarak işletiliyor. Sultanhanı ise kültür merkezi olacak” diye konuştu.

    Selçuklu’nun izlerini taşıyan Orta Anadolu’daki birçok han ve kervansaray eski günlerine yeniden kavuştu. Bunlardan Alayhan’ın projesi çizildi. Öresin Han’ın ihalesi yapıldı. Ağzıkarahan’da ihaleye çıkılacak. Bu hanların bu yıl içerisinde restorasyonu başlayacak. En iyi korunan han olan Sultanhanı’nın restorasyonu ise proje aşamasında. Obruk Han, Zulmanda Han, Zıvarık Hanı, Kadınhanı, Lala Mustafa Paşa Kervansarayı, Zazadın Han, Horozlu Han, Hocacihan Hanı, Altunapa Hanı, Kızılören Hanı, Kuru Çeşme Hanı bölgede ele alınacak eserler arasında.

    Türkiye Gazetesi, 10.03.2008

    EL YAZMALARI MÜZELİK OLUYOR

     

    İngiliz yayıncı Julian Blackwell'in Oxford Üniversitesi bünyesinde bulunan Bodleian Kütüphanesi'ne 5 milyon pound'luk bağışta bulunmasıyla, kütüphane bugüne kadar koruma sebepleriyle sakladığı eserleri sergileyebilecek. Dünyanın en kapsamlı kütüphanelerinden Bodleian Kütüphanesi'nin Londra'daki şubelerine bu eserlerin sergilenmesi için bir yenisi eklenecek. Julian Blackwell'in isminin verileceği sergi salonunda, Kraliçe I. Elizabeth'in el yazması kitabından, tamamı İngilizce olarak yazılmış en eski kitap olan 'Pastoral Care'e bir çok eser sergilenecek. Gutenberg İncilleri'nden biri ve Magna Carta'nın dört adet orijinal kopyasının yanısıra, 'Frankenstein' gibi popüler klasikler ile 10 bin adet ortaçağ el yazması da sergiye dahil olacak. Bodleian Kütüphanesi'nde neredeyse bugüne kadar basılmış bütün kitaplar mevcut.

    Radikal, 10.03.2008

    TARİHİ UN FABRİKASI CAZİBE MERKEZİ OLACAK

     

    Manisa’da, "Yaralı Han" olarak bilinen, geçmişte un ve çırçır fabrikası olarak kullanılan üç katlı tarihi binanın restorasyon çalışmaları bu ay sonuna kadar tamamlanacak. 117 yıllık fabrikanın, restorasyonun ardından bir katının restoran, iki katının da işyeri olarak düzenlenerek, kiralanacağı belirtildi. Manisa’da özel kişi tarafından Anıtlar Kurulu izniyle yapılan ilk restorasyon çalışmasına imza attıklarını belirten yüksek mimar Zafer Ünal, tarihi bir mirası koruyarak işlevsel hale getirdiklerini vurguladı, "Yaralı Han, Manisa’ya turist getirecek bir yapı oldu. " diye konuştu.

    Hürriyet Ege, 10.03.2008

    PELLA ŞEHRİNİN ALTINDA BAŞKA BİR ŞEHİR DAHA VAR

     

    Makedon şehri Pella’daki arkeolojik buluntular bu ülkenin tarihine ışık tutacak.

    Bu, antik Makedonya Krallığı’nın başşehrinin altında MÖ 2. binyıla tarihlenen büyük bir prehistorik mezar bulundu. Aristotle Üniversitesi’nden bir ekip, restorasyon ve diğer çalışmalar sırasında Kiklad sanat eserlerinin, yerel seramiklerin ve bronz malzemenin yanısıra,  Erken Bronz Çağı’na tarihlenen, büyük küplerle gömülmüş yüzden fazla mezara rastladı.

    Henüz kemiklerin analizi tamamlanmamış olsa da Pella şehrinin Erken Bronz Çağı’ndaki (MÖ 2100-20009 varlığı zaten biliniyor. Makedonya’nın en önemli şehri olan Pella, MÖ 4. yüzyılda kare planlı, su ve kanalizasyon sistemli bir yapıya sahip idi.

    Çağdaş yapıların altında kaldığı için prehistorik mezarlığın kesin sınırları henüz bilinmiyor. Mezar küplerinin tümü 150 veya 160 cm büyüklüğünde. Erkekler sağa, kadınlar ise sola dönük şekilde küplere yerleştirilmiş. Tüm mezarlarda ölü hediyeleri mevcut. Bazılarında ise, gümüş yüzükler, altın küpeler, bilezikler ve kolyeler, bronz iğneler ve kamalar gibi değerli eşyalar bulundu.

    Kathimerini, Haber: Iota Myrtsioti, 04.03.2008



    TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Muğla Milas'da tarihi eser kaçakçılarına yönelik operasyonda, 3 kişi gözaltına alındı.


    Bir istihbaratı değerlendiren Muğla İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Antalya'dan Milas'a gelen ve ellerindeki tarihi eserleri aracılar yardımı ile satmaya çalışan 3 kişiyle temasa geçti. Alıcı gibi davranan ekipler, tarihi eserler karşılığında 50 bin YTL isteyen C.D, A.E, ve İ.S'yi gözaltına aldı. Zanlılarla birlikte Roma dönemine ait 15 parça tarihi eser ele geçirildi. Zanlılara ait 1 otomobile el konuldu.

    Operasyonda ele geçirilen ve büyüklüğü 5 santimetre olan "insan yüzünün yer aldığı" minyatür heykelciğin Roma döneminde "heykel sanatı" nın geldiği noktayı göstermesi açısından önemli olduğu ve ele geçirilen 15 adet parça tarihi eserin Milas Müze Müdürlüğü'nden gelen uzman bir ekip tarafından incelendiği bildirildi.


    Zanlıların, jandarmadaki işlemlerinin ardından bugün adli makamlara sevk edileceği bildirildi.

    Haber Ekspres, 08.03.2008

    BROŞU KAYIP, HEYKELİ DİKİLİYOR

     

    Adını, Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenirken sahtesiyle değiştirilen, aslı hala bulunamayan Kanatlı Denizatı Broşu'ndan alan heykel, kentin yeni simgesi olmak üzere gün sayıyor.

    Uşak Belediye Başkanlığı tarafından kentin simgesi olarak belirlenen, Karun Hazineleri'nin en nadide parçalarından olan Kanatlı Denizatı Broşu figürü formundaki heykelin, yaklaşık 1,5 yıl önce Eşme ilçesinden heykeltraş Ahmet Dülgeroğlu'na siparişinden sonra başlayan çalışmaların tamamlanmak üzere olduğu kaydedildi. Heykeltıraş Ahmet Dülgeroğlu, Kanatlı Denizatı Heykeli'nin haziran ayında bitirileceğini söyledi. Uşak Belediye Başkanı Mesut Apaydın ile yaptıkları anlaşma gereği 4 metre yüksekliğinde hazırladığı "Kanatlı Denizatı Heykeli"ni 3 ay içinde teslim edeceğini bildiren Dülgeroğlu, heykelin Uşak'ın simgesi olacağını kaydetti.

    Dülgeroğlu, eserinin Uşak'ın merkezi bir yerine konulacağını belirtti. Bu arada Heykeltıraş Dülgeroğlu'nun atölyesini ziyaret eden Eşmeli vatandaşlar da, Kanatlı Denizatı Heykeli'nin tamamlanmasını sabırsızlıkla beklediklerini dile getirdiler. Uşak Kent Konseyinin de simge olarak belirlediği Kanatlı Denizatı'nın şans dağıttığına, zenginliğe doğru götüren bir anlam ifade ettiğine inanılıyor.

    Haber Ekspres, 08.03.2008

    YAŞI ÜÇ KAT DAHA 'BÜYÜK' KANYON

     

    Jeologlar yeni bir tarihleme yöntemi sayesinde ABD'nin doğal tarih hazinesi Grand Canyon'ın (Büyük Kanyon) yapılan son tahminlerden üç kat daha yaşlı, yani 17 milyon yaşında olduğunu buldu.

    Uranyum-kurşun yöntemi sayesinde kanyonun derinliği ve üst tabakalardaki karbon kalıntıları incelendi.

    Bu doğa harikasının yaşı yaklaşık yüz yıldır tartışılıyordu.

    Radikal, 09.03.2008

    PİLEKİ MAĞARASI TURİZME KAZANDIRILACAK

     

    Rize'nin İyidere İlçesi'nde bulunan Pile Mağarası'nın, 2008 yılı sonunda turizme açılması planlanıyor. İyidere İlçesi'ne bağlı 5 kilometre uzaklıktaki Çiflik Köyü'nde bulunan ve yaklaşık 400 yıllık bir tarihe sahip olduğu belirtilen mağaranın turizme kazandırılması amacıyla çalışmalar başlatıldı.

     

    Çay tarımı öncesinde çevre köylüler, özel taşı bulunan kayalıkları yontarak ekmek pişirmek için yaptıkları pilekileri satarak geçimlerini sağladığı ve 1940'li yıllara kadar insanların geçim kaynağı olmaya devam eden tarihi mağaranın uzunluğunun yaklaşık bin 500 metreye kadar ulaştığı belirtildi. Pileki Mağarası'nı turizme kazandırmak amacıyla çalışmalarda bulunan İyidere Kaymakamı Bülent Uygur, Pile Mağarası'nın Karadeniz insanının hayat mücadelesini yansıtan tipik bir örnek olduğunu söyleyerek, "Karadenizliler 1940'lı yıllara kadar Pile Mağarası'nı ekmek teknesi olarak kullandı." dedi.

     

    Geçen yıl Türkiye'yi 20 milyondan fazla turistin ziyaret ettiğini ve bu kapsamda 472 bin turistin de Rize'yi ziyaret ettiğini kaydeden Kaymakam Uygur, "21. yüzyılda turizm sektörü altın çağını yaşayacaktır. Ortada bulunan bu pastadan Türkiye ve yöremizin de pay alması için çeşitli alternatifler üreterek turizme ivme kazandırmalıyız." diye ifade etti.

     

    Kaymakam Uygur, Pileki Mağarası'nda yaklaşık 4 aydır çalışma yapıldığını dile getirerek şunları söyledi; "Şu ana kadar çeşitli kaynaklardan 100 bin YTL bir harcama yaptık. Yaklaşık bir buçuk kilometre derinliğe sahip olan mağaranın tam olarak gezmeye müsait hale getirilmesi için hafriyat boşaltma çalışmaları yapılmaktadır. Mağaranın aktif hale gelmesi için planlanan 10 projenin hayata geçirilmesi için bir firmayla anlaştık. Çalışmalarımız bu şekilde devam ederse 2008 yılı sonunda veya 2009'da mağaranın turizme açılacağını umuyoruz."

    Zaman, Haber: Mehmet Köse, 08.03.2008

    DEFİNECİ POLİS ÇANKIRI'DA YAKALANDI

     

    Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatı ile uzun süredir takip edilen polis memuru Ç.Y. Roma ve Bizans dönemlerine ait 8 sikke altınla Çankırı'da yakalandı.

     

    Görev yaptığı Orta İlçe Emniyet Amirliği'nde bulunduğu sırada Jandarma ekiplerinin baskınıyla yakayı ele veren polis memuru Ç.Y. nin masasının üzerindeki iğnelikte Roma ve Bizans dönemlerine ait olduğu sanılan 8 sikke altın ele geçirildi.

     

    Jandarma ekipleri tarafından yakalanan polis memuru Ç.Y. tutuklanarak cezaevine gönderildi.

    Çankırı'nın Sesi, 07.03.2008

    Alişar Höyük (von der Osten)
    ...1928





    2 - 8 Mart 2008

    TARİH KEPÇEYLE PARAMPARÇA

     

    Marmaray projesi kapsamında Yenikapı’da devam eden arkeolojik kazılarda yaklaşık 1 yıldır işin hızlanması için arkeolog sayısı artırılarak 24 saat kazı yapımına başlandı. Dev elektrik lambalarıyla aydınlatılan alanda arkeologlar üç vardiya halinde çalışıyor. Ancak gece çalışmalarında işçilerin kontrolü sağlanamıyor.


    Arkeologlar 24 bin metrekare tutan oldukça geniş bir alanda yapılan çalışmalarda denetimi sağlayamayınca pek çok eser hafriyat toprağına karışıyor.






    Milliyet’e ulaşan ihbar mektubunda yer alan iddialara göre Yenikapı’da işçiler tarafından yapılan kazılarda çıkan toprak malzeme yeterince aranmıyor, eleklerden geçirilmiyor. Bu nedenle kazılardan çıkan malzemeler ayıklanmadan iş makineleri ile kamyonlara yüklenip İkitelli ve Habibler’deki döküm yerine götürülüyor.


    İnsanı hayrete düşüren diğer iddialar ise şöyle:
    “Arkeologlar gece işçilerin başında durmuyor, konteynırların içinden çıkmıyor. İşçiler kendi kafalarına göre kazı yapıyor. Ücretlerini ödeyen taşeron firma, metreküp başına para aldığı için işçiler daha çok kazı yapma yolunu tercih ediyor. İşçiler giriş ve çıkışlarda aranmıyor. Bu nedenle de rahatlıkla alanda buldukları eserleri dışarıya çıkarabiliyorlar.
    Hafriyat kamyonlarının sürücüleri bile eserleri topluyor. Hatta bazı eski eser kaçakçıları kazı alanının çevresinde cirit atarak işçilerin dışarıya çıkardıkları eserleri topluyor.”

     

    İhbar mektubunun ardından Milliyet’in kazı alanında yaptığı çalışma, iddiaların doğruluğunu ortaya koydu. Kazı alanında çekilen fotoğraflarda amfora parçaları, çanak, çömlek parçaları, testi, kandil gibi pek çok eserin çamura karışmış atılmayı beklediği gözlendi. Tüyler ürpertici görüntülerde kazılan toprağın iyi araştırılmadığı, eleklerden geçirilmediği, çıkan malzemelerin etütlük ya da müzelik olarak ayrıştırılmadığı açıkça görüldü.


    Ayrıca 6. ve 8. yüzyıla ait batıkların da havuzlarda olması gereken ahşap parçalarının öylesine atılmış halde bekletildiği ortaya çıktı. Üzerlerine envanter numarası bile konulan ahşap eserlerin çürümeye terk edilmiş olduğu göze çarptı. Yine 6. yüzyıl olduğu sanılan bir çıpanın ahşaplarla aynı ortamda bekletildiği gözlendi.

     

    Milliyet’e gelen ihbar mektubunun bir benzerinin de İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gittiği ortaya çıktı. Mektubu değerlendirmeye alan Yenikapı’daki arkeolojik kazının başkanı ve İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Dr. İsmail Karamut, iddialara ilişkin şunları söyledi:


    “Kazı alanında çalığan arkeolog arkadaşları topladım ve iddialarla ilgili daha dikkatli olmalarını söyledim. Bunu da bir tutanağa bağladım. Bu şikâyetler olacak. ‘Doğru değil’ demiyorum. Bana geldiğinde de bunun gereğini yaparım. Gece çalışan arkadaşların işçilerin başında bulunması gerekiyor. Geceleri iki resmi, altı serbest arkeolog görev yapıyor. Yani müze olarak bizim yapabileceğimiz daha fazla bir şey yok.
    Daha önce etütlük bir parçayı bir işçi almış ve satarken yakalandı. Onun işine son verildi. Yine bir işçi altın sikkeyi kaçırdı. Dışarıda satarken yakalandı ve o kişiyi mahkemeye verdik. Kazının bitmesini istemeyen gruplar da var. İşsiz kalmamak için kazının uzaması isteniyor. Ama bu olayların yanlış yapılmasına sebep değil. Gereği mutlaka yapılacak.” 

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 09.03.2008

    SELÇUK KALESİ'NDE ORTAÇAG? BULUNTULARI





    Selçuk Kalesi'nde devam edilen kazılarda Orta Tunç Çağı başına (MÖ 1900-1800) tarihlenen tümlenebilecek testiler, küp ve kaplar bulunduğu bildirildi.

    Kale çevresindeki kazılarda 1990 yılından itibaren önemli sonuçlara ulaşıldığını kaydeden Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı, bu çalışmalar kapsamında 1960'lı yıllarda ilk izleri elde edilen Myken Dönemi'ne ait bulgulara önemli bulgular eklendiğini, ayrıca Orta Tunç Çağı başına (MÖ 1900-1800) tarihlenen tümlenebilecek testiler, küp ve kaplar bulunduğunu belirtti.

    Antik Efes'in bulunduğu yerde kurulan ve orta çağların en önemli din ve ticaret merkezlerinden olan Selçuk Kalesi'nde özellikle son 18 yılda yoğunlaşan kazılarda önemli sonuçlara ulaşılması, antik yapının taşıdığı turizm potansiyelini
    gündeme getirdi.

    Uzun süredir restore edilip arkeolojik park olarak turizme açılmayı bekleyen kalenin, 5 yıl içinde kapılarını açacağı kaydedildi.

    Selçuk Kalesi (Ayasuluk) ve St. Jean Anıtı'nın bulunduğu yerdeki kazı çalışmalarına bir yıldır başkanlık eden Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Mustafa Büyükkolancı, Selçuk Tepesi ve kalenin, ilk Efes yerleşiminin bulunduğu yerlerden olduğunu bildirdi.

    Hitit yazılı kaynaklarına göre Ahiyava Krallığının başkenti olan Apasa'nın, stratejik öneme sahip Selçuk tepesi üzerine kurulduğunu bildiren Yrd.Doç.Dr. Büyükkolancı, Hıristiyan Efes'in 616, 654 - 655 ve 716 yıllarında Arap ve Sasani saldırılarına uğradığını, özellikle dış kalenin buna karşı 5-6. yüzyıllarda tamamlanmış olabileceğini kaydetti.

    Yrd.Doç.Dr. Büyükkolancı, Ayasuluk'un Türkler tarafından fethinin ise Menteşeoğlu dönemine (1304) rastladığını, Aydınoğlu Beyliğinin ise hakimiyetini ancak 1348'de sağlayabildiğini söyledi.

    Kale duvarlarının eski kentin kalıntılarından getirilen taşlarla örülü olduğunu, çevresinde 15 kulenin bulunduğunu ifade eden Büyükkolancı, burada Türk-İslam eseri olarak Kale mescidinin, ayrıca kısmen yıkık Kale Hamamı ve beş adet su sarnıcı olduğunu, özellikle tren istasyonu yakınında görülen ve yüksekliği 10 metreyi bulan su kemerlerinin, yerleşimin su ihtiyacını karşıladığını gösterdiğini bildirdi.

    Kalenin uzun zamandır restore edilip, turistik ziyarete açılmayı beklediğini ifade eden Yrd.Doç.Dr. Büyükkolancı, şunları kaydetti:

    "Kalenin turizme kazandırılması ve Arkeolojik Park olarak ziyarete açılması, Selçuk ve Türkiye turizmine önemli katkıda bulunacaktır. Belki de ilk kez, birçok tarihi olaya şahitlik eden kale üzerindeki toprak örtü kaldırılarak ve kısmen restore edilerek, Efes'in farklı bir önemi ortaya çıkacaktır.

    Kültürel miras yönünden büyük öneme sahip olan kale, turizm açısından da büyük potansiyel teşkil etmektedir. Bu nedenle kazı heyeti, 2007 sezonunda tüm ağırlığını kaleye vermiştir ve buranın 5 yıl içinde ziyarete açılması amaçlanmıştır."

    Selçuk Kaymakamlığı, Selçuk Belediyesi, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği ve Selçuk Ticaret Odasınca kazılara 2007 yılında maddi ve daha çok manevi anlamda destek sağlandığını bildiren Yrd.Doç.Dr. Büyükkolancı, bu desteklerin 2008 yılında daha büyüyerek devam edeceğini umduğunu kaydetti.

    CNN Türk, 07.03.2008

    TAKSİYARHİS KİLİSESİ HAYATA DÖNÜYOR

     

    Balıkesir’in Ayvalık İlçesi'ne bağlı Alibey (Cunda) Adası’nda bulunan Taksiyarhis Kilisesi'nde yürütülecek onarım çalışmalarının ilk bölümü başladı. İşlemeli taşları ve ikonlarıyla ilgi çeken, depremler nedeniyle büyük oranda tahrip olan Taksiyarhis Kilisesi’nin onarımına, Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğünce başlandı.


    Arkeolog Aytekin Yılmaz yönetimindeki ekip tarafından, kilisenin etrafında biriken toprak, doğal yapıyı görmek ve zeminde herhangi bir buluntu olup olmadığının anlaşılabilmesi için kaldırıldı. Kazıda, definecilerin kiliseye çok zarar verdiğini belirleyen ekip, 2 metre derinlikte bir kemere de rastladı. Yılmaz, kemerin, kilisenin bodrum bölümüne ait olabileceğini belirtirken, binanın köşesinde bulunan sarnıçta da sondaj çalışması yapılacağını kaydetti.


    Taksiyarhis Kilisesi’ndeki onarım çalışmalarının 4.5 ayda tamamlanmasının planlandığı bildirildi.

    Birgün, 07.03.2008

    KAPADOKYA KÜLTÜRÜ MÜZEYE GİRDİ

     

     

    Kapadokya'da açılan “Yaşam Müzesi” bölge halkının kültür ve geleneklerini cansız mankenler ile anlatıyor. Müzeyi kurulduğu 2004 yılından bu yana 20 bin kişi ziyaret etti.

     

    Nevşehir'in Ortahisar Beldesi’nde, Kapadokya'da yaşayan halkın günlük yaşamı ve geleneklerinin cansız mankenler ile anlatıldığı “Yaşam Müzesi” yerli ve yabancı turistler tarafından büyük ilgi görüyor.

     

    2004 yılında bölgeye turist olarak gelen ve daha sonra ortağı Murat Sarıkaya ile böyle bir müze kurma kararı alarak hayata geçiren Berrin Yıldız, 12 odadan oluşan müzenin her odasında, birbirinden farklı yöresel kıyafetli cansız mankenlerin bulunduğunu söyledi.

     

    Bölge halkının evlilik törenlerinde uyguladıkları örf ve adetleri, yemek yeme alışkanlıkları, hamamı, gelin odası, hatıra odası, kız isteme odası, pekmez kaynatma odası ve maden odası gibi bölümlerin müzenin temelini oluşturduğunu belirten Berrin Yıldız, "Bu gibi kültürel yatırımlar sadece devletten beklenmemeli. Biz müzeyi bölgeye kültürel anlamda hizmette bulunabilmek için kurduk. Gayemiz, buradan gelir elde etmek değil. Müzenin Kapadokya turizmine önemli faydalar sağladığı inancındayım" dedi.

     

    Müzeyi bugüne kadar yaklaşık 20 bin kişinin gezdiğini ifade eden Berrin Yıldız, müzeye en çok ilgiyi ise yabancı turistlerin gösterdiğini de sözlerine ekledi.

    Nevşehir Kent Haber, 07.03.2008

    ALAHAN MANASTIRI RESTORASYON İÇİN İLGİ BEKLİYOR

     

    Mersin Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Ayşe Aydın, Mersin’in Mut İlçesi'nde bulunan, İsa’nın havarisi St. Paul ve Tarsus’ta yaşamış Hristiyan öncülerinden Barnabas’ın anısına yaptırılan, büyük bölümü sağlam olarak bugüne kadar gelen ender yapılar arasında bulunan ‘Alahan Manastırı’nın, küçük çaplı restorasyonla inanç turizmine kazandırılabileceğini söyledi. Aydın, 440-442 yıllarında yapıldığı tahmin edilen ‘Alahan Manastırı’ için bugüne kadar yeteri kadar inceleme ve araştırma yapılmadığını savundu.


    Papa 16. Benediktus tarafından 2008 yılının ‘Saint Paul Yılı’ ilan edilmesi dolayısıyla Alahan Manastırı’na da hak ettiği önemin verilmesi gerektiğini belirten Aydın, şunları söyledi: “Evliya Çelebi, manastırla ilgili izlenimlerini ‘Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor’ diye yazarak ifade etmiş. Denizden 1000-1200 metre yükseklikte kurulmuş olan manastır, etkileyici manzarası ve doğayla bütünleşmiş güzelliğiyle önemli bir dini merkez konumunda bulunuyor. Burası, Hristiyanlar için hac kapsamında değerlendirilecek özelliklere sahip bir yer.”

    Alahan Manastırı, batı kilisesi, manastır, doğu kilisesi, kayalara oyulmuş keşiş odacıkları ve çevredeki mezarlardan oluşuyor.


    Süslemesinde usta taş oymacılığı dikkati çekiyor. Manastır duvarlarında, St. Paul, St. Pierre figürlerinden başka Cebrail, Mikail’in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, İncil yazılarının tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri yer alıyor.

    Birgün, 07.03.2008

    KRALKAYA MEZARLARI AYDINLANIYOR

     

    Kralkaya mezarları Amasya'nın en önemli simgelerinden. Ünü yurtdışına da taşmış olan Kralkaya mezarları için 3 aşamalı ışıklandırma sistemi kurulacak.

     

    Kente hakim kayaların içine oyularak yapılmış Kralkaya Mezarları'nın tarihi, MÖ 300-400'lü yıllara kadar dayanıyor.

     

    Mitridat Krallığı döneminde dağı tanrı olarak kabul eden insanlar, kralların mezarını dağ içerisine yaparak bir anlamda krallarının tanrıya yakın olacağını düşünür.

     

    Abidevi mezarlıkların Amasya için önemi ise oldukça büyük.

     

    Turistlerin büyük ilgi gösterdiği Kralkaya Mezarları bundan böyle daha görkemli hale getirilecek. Zira geceleri 3 aşamalı ışıklandırma sistemiyle aydınlatılacak.

    Trt/Haber, 07.03.2008

    GÖREME'Yİ MUHTAR HEYETİ YÖNETECEK

     

    İzmir İl Genel Meclisi CHP'li üyesi Serdar Değirmenci, TBMM'nin gündemindeki belediyeler yasa tasarısı ile İl Özel İdare gelirlerinin artırılmasını yönelik tasarıyı "Seçim kazanmaya yönelik" çalışma olduğunu söyledi.


    Dünkü toplantıda konuşan Değirmenci, tasarıyla, 3 bin 225 belediyeden 1147'sinin kapatılacağını hatırlatarak, "Büyükşehir sınırları dışında kalan belediyelerin personeli, malvarlıkları, borçları, alacakları ve her şeyi, Özel İdarelere devrediliyor. Bu yasa tasarısı hazırlanırken hiçbir İl Genel Meclisi'nin görüşü alınmadığı gibi, bu yasayı uygulayacak valilere de hiçbir şey sorulmamıştır. Bu bir dayatmadır" diye konuştu.


    1985 yılında Dünya Kültür Mirası listesine giren, Milli Park ve SİT alanı ilan edilen Göreme'nin belediyeliğinin düşürüldüğünü, köye dönüştürüldüğünü hatırlatan Değirmenci, şunları söyledi:
    "2 milyon turistin ziyaret ettiği belediye, yasanın onaylanmasının ardından muhtar heyeti tarafından yönetilecek. Kapatılacak belediyelerin yanında özellikle İzmir'de yeni kurulacak belediyelerde sınırlar siyasal çıkarlara göre çıkılıyor. Bu sınırlar belirlenirken, o mahallelerde yaşayan yurttaşlarımız zorla ve coğrafi şartlara aykırı olarak, yıllardır bağlı olduğu ilçelerden kopartılıyor. CHP'nin daha önce iki kez Bayraklı'nın ilçe yapılmasını teklifini reddeden AKP'nin uygulamasına 'demokrasi' denilebilir mi?"
    Değirmenci, AKP'nin İzmir'i kazanmak için çeşitli senaryolar hazırladığını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:
    "Başbakan, bazı sosyal demokratları partisine transfer edecek. Bunlar boşuna. İzmir asla başındaki kalpağı çıkarıp, türban takmayacak."

    Yeni Asır, Haber: Hüseyin Yiğiter, 07.03.2008

    HARBİYE KONGRE MERKEZİ İÇİN İLK KAZMA VURULDU

     

     

    Harbiye Kongre Vadisi Projesi'ne start verildi. İhalesini, Sembol İnşaat ile Taca İnşaat Ortak Girişimi'nin aldığı, 207 milyon YTL'ye mal olacak ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yerine inşa edilecek Harbiye Kongre Merkezi için iş makineleri çalışmaya başladı. Lütfi Kırdar Kongre Merkezi Rumeli Salonu, Hilton Convention Center ve Gümüş Caddesi, Harbiye Orduevi ve Askeri Müze ile Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu ve Taşkışla Caddesi arasında kalan ve Büyükşehir Belediyesi mülkiyetinde olan S¸işli'deki 17 bin metrekarelik alanı kapsayan projede, toplam inşaat alanı 83 bin 695 metrekare olacak. Proje kapsamında, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu yıkılarak yerine Lütfi Kırdar Kongre Binası ile uyumlu ve bu yükseklikte yeni bir tiyatro inşa edilecek.

    Taşkışla Caddesi'nin bir bölümü yer altına alınarak, mevcut yol yayalaştırılacak. Araç trafiği Lütfi Kırdar Rumeli Salonu ön kısmından itibaren yer altına alınacak. Araçlar, Hilton Convention Center hizasından yüzeye çıkacak. Bu düzenleme ile Açıkhava Tiyatrosu önündeki yol da tamamen yayalaştırılacak. Sadece acil durumlar için bir servis yolu bağlantısı yapılacak.

    Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 07.03.2008



    Projenin 6-7 Ekim 2009'da İstanbul'da yapılacak Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) 2009 Yılı Guvernörler Toplantısı'na yetiştirilmesi planlanıyor.

    İNS¸AAT KAZISINDA TARİHİ ESER BULUNDU

     

     

    Antalya Büyükşehir Belediyesi'nce ihale edilen Doğu Garajı Projesi çerçevesinde başlanacak inşaatın kazı çalışmaları sırasında, Roma dönemine ait tarihi mezarlar ve eşyalar bulundu.


    Antalya Müze Müdürü Selahattin Eyüp Aksu, yaptığı açıklamada, müzenin denetimi ile sürdürülen kazı çalışmaları sırasında tarihi mezarlar ve eşyalar bulunduğunu söyledi. Kazı yapılan alanın, kentin Hellenistik dönemdeki mezarlığı olduğunu bildiren Aksu, arkeolojik kazı izni için Bakanlığa başvurduklarını ifade etti.


    Roma dönemine ait kayalara oyulmuş mezarlarda gözyaşı şişesi, sikke, cam kase ve pişirilmiş toprak kap bulunduğunu söyleyen Aksu, asıl kazının, iznin alınmasının ardından yapılacağını kaydetti. Çalışmalar sırasında ana karaya yaklaştıkça daha çok mezara rastlandığını ifade eden Aksu, çalışmaların kısmen durdurulduğunu söyledi. Mezarların bulunmadığı alanda hafriyat çalışmalarının devam ettiğini belirten Aksu, bu bölümlerde de mezar bulunması durumunda festival alanı, halk pazarı ve otopark kompleksindeki çalışmanın tamamen durdurulacağını belirtti.
    Aksu, müze görevlilerinin alandaki çalışmalarını sürdürdüklerini ve tarihi buluntuların Antalya Müzesi'ne getirildiğini sözlerine ekledi.

    Alanya Haber, 07.03.2008

    ARTIK 'DÜNYANIN MAHALLESİ'

     

    Meclis'te tartışmalar arasında görüşülen belediye yasası, 'dünyanın başkenti' afişleriyle donatılmış tarihi Eminönü İlçesi'ni de mahalleye dönüştürüyor. Gündüz nüfus yoğunluğu barındırdığı işyerleri nedeniyle 1 milyonu bulan ancak yerleşik nüfusu sadece 4 bin olan Eminönü, komşusu Fatih Belediyesi'yle birleştirilecek. Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, bu birleştirmeye olumlu bakıyor. Tarihi Yarımada'nın tek ilçe olması gerektiğini söyleyen Er, yarımadadaki sınırların suni olduğu görüşünde. Eminönü mahalle olmaya hazırlanırken, Sirkeci'de belediyeye ait bir otoparktaki 'Eminönü: Dünyanın başkenti' yazılı pankart, bir şaka gibi yerinde asılı duruyor. Pankartın fotoğrafını çeken vatandaşlar, "Ne başkenti, burası artık mahalle olacak. Gazeteler böyle yazıyor" diyor.

    Radikal, Fotoğraf: Cem Mirzanlı, 07.03.2008



    Fatih Belediyesi'ne bir mahalle olarak katılmaya hazırlanan Eminönü, 'Dünyanın başkenti' yazılarını hala gururla sergilemeyi sürdürüyor.

    SİT ALANLARI ENERJİ YATIRIMINA KAPANDI, ÖZEL SEKTÖR ZORDA

     

    Birinci SİT alanlarından sonra ikinci ve üçüncü derecedeki doğal SİT alanları da enerji yatırımlarına kapanınca, özel sektör yatırım için yer bulamaz hale geldi. TEMA Vakfı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun 2. ve 3. SİT alanlarında enerji yatırımlarına izin veren kararını Danıştay'a taşıdı ve Danıştay'dan iptal kararı çıktı. Özellikle rüzgar, güneş ve su ile elektrik üreten santralları kuracak yatırımlar, yer tahsisi konusunda zorluk yaşayacak. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'na (EPDK) yapılan rüzgar santralı başvurularının da bu karardan olumsuz etkilenmesi bekleniyor.

    TEMA Vakfı'nın açtığı davadan çıkan karara yapılan itiraz da reddedilince enerji santralı yatırımları da zora girdi. Rüzgar Enerjisi Yatırımcıları Derneği (RESYAD) Başkanı Selahattin Baysal, TEMA'nın bu konuyu Danıştay'a yenilenebilir enerjinin önünü keseceği düşüncesiyle taşımadığını ancak şimdi rüzgar santralı kurmak isteyenlerin yer bulma konusunda büyük sorun yaşayacağını kaydetti. Çeşme Yarımadası, Ayvalık, Çanakkale-Gelibolu gibi rüzgarın yoğun ve doğal SİT alanlarının bulunduğu yerlerin bu karar nedeniyle yenilenebilir enerji yatırımlarına kapanacağını ifade eden Baysal, özel sektörün imar izni almak istediğinde büyük zorluklarla karşılaşacağını ifade etti. Baysal, mevcut koşullarda askeri, arkeolojik, radyo ve televizyon istasyonlarının bulunduğu yerler, tabiat parkları, av ve yaban hayatını koruma yerlerine zaten yatırım yapılamadığını belirterek bunun değiştirilmesi için kanuni düzenleme gerekebileceğine dikkat çekti.

    Danıştay'ın ilgili kararında ikinci derece doğal SİT alanları, doğal yapının korunması ve geliştirilmesi yanında kamu yararı göz önüne alınarak kullanıma açılabilecek alanlar olarak tanımlanırken bu alanlarda turizm yatırım ve işletme belgeli tesisler ile hizmete yönelik yapılar dışında herhangi bir yapılaşmaya gidilemeyeceği kaydedildi. Üçüncü derece SİT alanlarının ise doğal yapının korunması ve geliştirilmesi yolunda, yörenin potansiyeli ve kullanım özelliği de göz önünde tutularak konut kullanımına açtırılabilecek alanlar olarak tanımlandı. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun "çevreye zarar vermeyecek şekilde enerji santralları yapılabileceği" yönündeki öngörüsüyle ilgili olarak, santralların doğal yapının bozulmasına yol açabileceği yönünde görüş verildi.

    Referans, Haber: Begüm Güroy, 06.03.2008

    JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Eskişehir'de jandarma tarafından 4 ilde düzenlenen operasyonda, suç işlemek maksadıyla örgüt kurarak tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddia edilen 8'i kamu görevlisi 24 kişi yakalandı.

     

    Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı timleri, Eskişehir, Bursa, Afyonkarahisar, Çankırı, Bilecik ve İstanbul'da tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı istihbaratı üzerine operasyon düzenledi. Eskişehir, Afyonkarahisar, Bilecik ve Çankırı'da ikamet eden şüpheliler A.R.B., K.M., M.C., A.Ö., N.Ö., C.S., M.G., B.Ç., S.S., M.S¸., M.C., H.S., Y.K., M.Y., O.Ö., M.K., H.B., Ç.Y., İ.A., B.T., S.K., S.O., S.O. ve O.D. gözaltına alındı. S¸ahıslardan 8'inin kamu görevlisi olduğu belirlendi. S¸üphelilerin evlerinde yapılan aramalarda ise, 25 sikke, bir heykel, 3 süs eşyası, figürlü 6 kırık lahit parçaları, üzerinde figürler bulunan 25 taş, bir mühür, eski yazılı 5 kitap, 68 tarihi eser içerikli fotoğraf, 2 tabanca, 3 av tüfeği, bir kasatura, bir kama ele geçirildi. Ayrıca, 11 bilgisayar, 20 cep telefonu, bir fotoğraf makinesi, 4 video kaseti, 364 CD, 29 disket gibi muhtelif bilgisayar ve kazı malzemeleri ile bir jeneratöre de el konuldu. 5 kişinin arandığı olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.

    haberler.com, 06.03.2008

    SEN PİYER KİLİSESİ TADİLAT NEDENİYLE ZİYARETE KAPATILDI

     

    Antakya'daki Sen Piyer Kilisesi, iç kısmının tavan bölümünde kaya parçalarının düştüğü gerekçesiyle 3 ay ziyarete ve ayin yapmaya kapatıldı.

     

    Haziran ayının sonuna kadar kapalı tutulup restore çalışmasının yapılacağı bildirilen Sen Piyer Kilisesi'nin Hıristiyanların hac sezonuna ulaştırılacağı bildirildi. Yıllardır tehlike arz eden kaya parçalarının bir türlü onarılmadığı kilisenin restore edilmesi için sonunda kültür Turizm Bakanlığı ödenek ayırdı.

     

    Hatay Kültür ve Turizm Müdürü Nizamettin Duran, mağara kilise olması dolayısıyla kaya parçalarının tehlike arz ettiğini yıllardan buyana dile getirdiklerini ancak bir sonuç alamadıklarını söyledi.

    Bu yıl yapılan müracaatlar sonunda uzmanlar tarafından incelenen mağara kilesi Sen Piyer'in acilen kapatılıp restore edilmesi istendi. Mart ayının 24'ü ile 25'inde Adana Rolöve Müdürlüğü tarafından ihalesi yapılacak kilisenin restore çalışmalarının başlayacağını hatırlatan Duran, yürüttükleri çalışmaların sonucunda tavana hasır çelik perde yerleştireceklerini sözlerine ekledi.

    Zaman, 06.03.2008

    BAS¸KOMUTAN TARİHİ MİLLİ PARKI AFYON'A DEVREDİLMİYOR

     

    Dumlupınar, Altıntaş-Zafertepe Çalköy yerleşim bölgelerini de içine alan Milli Park alanlarının Afyon'a devredilmesi hakkında ileri sürülen iddialar, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Kütahya Milletvekili Alim Işık'ın Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'na verdiği soru önergesiyle cevap buldu. Bakan Eroğlu, Milli Mücadele esnasında 137.000  şehidimizin verildiği Kütahya sınırları içinde kalan milli park alanlarının Afyon Valiliği'nin kontrolüne verilmeyeceğini söyledi.

     

    Başkomutan Tarihi Milli Parkı Uzun Devreli Gelişme Planı hakkında 16 Ocak 2008 tarihinde TBMM Başkanlığına Alim Işık tarafından  verilen soru önergesi sonucunda, Milli Parklar Genel Müdürlüğü'nce sürdürülen ve Kütahya, Afyon ve Uşak illerinin sınırları içinde yer alan 40.742 hektarlık “Başkomutanlık Tarihi Milli Parkı”nın Afyon'a devredilmeyeceği bildirildi.

     

    Soru önergesini cevaplayan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Başkomutanlık Milli Parkı'nın üç ilin sınırlarını içine aldığını söyleyerek, bu parkın yönetiminden üç ilin kendi il sınırları dahilinde sorumlu olduğunu ifade etti.  Kütahya il sınırları içinde kalan bölgenin Afyon'a devredilmesi yönünde ortaya atılan iddiaların asılsız olduğunu vurgulayan Eroğlu, söz konusu projenin Kütahya'da bulunan ilgili tüm kurum ve kuruluşların görüşleri alınarak oluşturulduğunun altını çizdi.

     

    MHP Milletvekili Alim Işık’ın,  Kütahya'ya İdare Mahkemesi ve Vergi Mahkemesi kurulup kurulmayacağına dair Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin' e verdiği bir başka soru önergesi sonucunda, Kütahya'ya bu mahkemelerin şu anda kurulmasının mümkün olmadığı  da öğrenildi.

     

    Bölge İdare Mahkemelerinin, İdare Mahkemelerinin ve Vergi Mahkemelerinin bölgelerin coğrafi durumları ve iş hacmi göz önünde tutularak Adalet Bakanlığı ve yargı çevrelerinin tespitinden sonra kurulmasına onay verileceğini aktaran Bakan Mehmet Ali S¸ahin, Işık'ın soru önergesine verdiği cevapta bakanlığının 2008 yılında bu yönde bir çalışmasının olmadığını söyledi.

     

    Bu tür mahkemelerin Adalet Bakanlığı’nca kurulmasının kafi olmadığını, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun mahkemeleri faaliyete geçirip, kadro ataması yapmasının gerektiğini ifade eden S¸ahin, Kütahya'ya 1999 yılında idare mahkemesi kurulmasına ilişkin karar verilmesine rağmen, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bu talebi reddettiğinin altını çizdi. Bakan S¸ahin bu karara gerekçe olarak,  Eskişehir İdare Mahkemesine Kütahya'dan gelen iş yükü azlığının gösterildiğini belirtti. Bakan Mehmet Ali S¸ahin, Kurulun, Kütahya yerine Eskişehir'e yeni bir idare mahkemesinin kurulmasının işlerin dengeli dağılımı bakımından uygun olacağına karar vererek, ikinci mahkemenin de bu ile açılmasını sağladığını vurguladı.

     

    S¸ahin, ileriki yıllarda Kütahya'nın iş hacminin yükselmesiyle kurulun bu görüşünden vazgeçerek, idare mahkemesinin açılmasına onay verebileceğini sözlerine ekledi.

    Tellal Gazetesi, 06.03.2008

    KORUMA KURULU'NDA STADYUM KARARI KRİZİ

     

    S¸una inanıyor ve her fırsatta savunuyoruz: Sahip olduğumuz kültür-doğa varlıklarının korunması, en azından kentleşme adına yerel yönetimlerce yapılan bazı hamleler sırasında bu varlıkların yaşatılabilmesi için oluşturulan ve Anıtlar Kurulu olarak bilinen Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları gerçekten çok önemli görevler üstleniyor.

    Zaman zaman... Bu kurulların aldıkları kararlar tartışılsa bile, genel olarak doğal mirası korumaya yönelik doğru kararlar olarak algılandı. Bir anlamda... Kentlerdeki doğa, kültür ve tarih mirasları, Koruma Kurulu'nun korumacılığı sayesinde ayakta kalabiliyor ve buna da gerçekten gereksinim var.

    O kurullardan biri, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu olarak görev yapıyor. Ancak... Kurul'dan şu sıralar kulağımıza ulaşan bazı haberler var ki, geçekten şaşırtıcı.

    Son durumu aktarmadan önce, gelişmeleri özetleyip anımsatmakta yarar görüyoruz.

    2 Mart 2008 Pazar günü bu sütunlarda 'Sürpriz, Atatürk Stadı SİT'ten çıktı' başlığı altında Koruma Kurulu'nun son kararını yayınladık. Yazıda... Geçen yıl Büyükşehir Belediyesi'nin modern bir stadyumun içinde bulunduğu spor kompleksinin finansmanını karşılamak için Atatürk Stadı'nın bulunduğu alanı çok katlı konut, otel ve alışveriş merkezi olarak değerlendirmek istediğini; girişim üzerine Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 27 Hazian 2007 tarihinde bölgeyi üçüncü derece doğal SİT alanı ilan ettiğini anımsattık.

    Gerçi... Bursa kamuoyundan yükselen tepkiler üzerine Büyükşehir Belediyesi geçen yıl projeyi geri çektiğini duyurdu ama, yapılan son 1/5000'lik planlara aynı düşünceyi yine işledi. Bu da Büyükşehir ile Osmangazi belediyeleri arasında yeni bir fırtınanın habercisi oldu.

    Tam bu ortamda... Koruma Kurulu'nun yeni kararı elimize geçti. Pazar günü yayınladığımız o yeni kararda, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün 'alınan kararın yasallığı uyarısı' üzerine yeniden değerlendirme yaptığı, bunun sonucunda da Atatürk Stadı, Atatürk Spor Salonu. İl Gençlik ve Spor Müdürlüğü Binası ile Atatürk Anadolu Lisesi'nin bulunduğu alanın üçüncü derece doğal SİT'ten çıkarıldığı yer alıyordu.

    Gerçi... Kültür ve Turizm Bakanlığı koordinatörlüğünde yeni bir çalışmanın yapılarak, sonuçlarının değerlendirilmek üzere Kurul'a getirilmesi isteniyordu ama, karar pek çok kişiyi şaşırtmıştı.

    Biz de... Pazar günkü yazımızın sonunda izlenimlerimizi şöyle yorumladık:
    Bütün bunlardan anlaşılan şu: Büyükşehir Belediyesi, 27 Haziran 2007 tarihli kararla Atatürk Stadı ve çevresindeki yapıları üçüncü derece doğal SİT ilan eden Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararının iptalini sağlayarak durumu 1-1 beraberliğe getirdi.

    Hatta... Arzuladığı projeleri 1/5000'lik plana işleterek ikinci golü atıp galibiyete yürümek için gerekli hazırlığı da yaptı. Ancak... Anladığımız kadarıyla maç sürüyor ve ilerleyen dakikalarda daha neler olabileceği bilinmiyor.

    Durum şu:
    Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 16.02.2008/116 tarih ve sayılı toplantısında alınan 16.02.2008/3416 sayılı kararı, Müdür Vekili Serpil Arık imzasını taşıyan 20.02.2008 tarihli yazıyla ilgili kurum ve kuruluşlara gönderildi.

    İşte... Bu kararın pazar günü bu sütunlarda yer almasıyla birlikte bir büyük sürpriz yaşandı. Çünkü... Bölge Koruma Kurulu üyelerinin büyük bölümünün karardan haberi olmadığı ve bu sütunlardan öğrendiği ortaya çıktı. Daha doğrusu...

    Kurul bürokrasisi içinde, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün, geçen yıl Atatürk Stadı ve çevresini üçüncü derece doğal SİT ilan eden kararın yasaya uygun hale getirilmesi isteği üzerine yapılan taslak çalışmanın kurul üyelerine dağıtıldığı, üyelerin bu taslak üzerinde düzeltmeler yaptıkları, ancak o düzeltmeler göz önüne alınmadan ilk taslağın kurul kararı olarak yayınlandığı ortaya çıktı.

    Yani... Koruma Kurulu kararı, ne yazık ki kurulu oluşturan üyelerin onayladıkları kesinleşmiş bir karar değil. Çıkan sonuç da çarpıcı ve Bölge Koruma Kurulu açısından bir ilk özelliği taşıyor: Böyle bir karar hazırlığı var ama, toplantıda görüşülüp onayanmadığı için kesinleşmiş değil.

    Dahası... Üzerinde düzeltmeler yapılmış bir taslak metin söz konusu. Bunun üzerine... Üyeler Kurul Başkanı Prof.Dr. Neslihan Dostoğlu ile temasa geçtiler ve 'Kurul bürokrasisinin taslak olarak hazırlanan, fakat üyelerce onaylanmamış kararın dağıtıldığı' gerekçesiyle bir hafta içinde yeni bir toplantı talebini ilettiler.

    Son bir not: Kurul Üyeleri'nin konuyla ilgili bir başka karar hazırladıkları konuşuluyor.

    Bursa Olay, Yazı: Ahmet Emin Yılmaz, 06.03.2008

    TARİHE IŞIK TUTAN 'SİLSİLENAME'

     

    Amasya Müzesi’nde sergilenen “silsilename” Türkler ve peygamberler tarihi hakkında önemli bir orijinal belge olarak kabul ediliyor. “Şecere” ve “soy ağacı” adıyla da bilinen “silsilename” bugüne kadar ortaya çıkarılan az sayıdaki örnekten biri. İki yüzü de yazılı tomar şeklindeki eserin bir yüzünde peygamberler, diğer yüzünde ise Türk ve Moğol hakanlarının soy ağacı, dönemlerindeki bazı olaylara yer veriliyor. Başlangıç ve son kısımları bulunmayan ve ne zaman yazıldığı tam olarak bilinmeyen silsilename hakkında bilgi veren sanat tarihçisi Muzaffer Doğanbaş, şunları kaydetti: “S¸ecere, şekli ve düzenlenişi itibariyle çok fazla mevcudu bulunmayan örneklerden olup şematik bir kurguyla düzenlenmiştir. Daha önce depoda muhafaza edilirken 2003 yılından sonra teşhir edilmeye başlanmıştır. El yazması olan şecerenin bir yüzü bez, diğer yüzü ise kağıttan olup 26 parça (sayfa) halinde katlanmış ve ayrıca tomar haline getirilmiştir.”

    Amasya Müzesi’nde sergilenin silsilename 30 santimetre eninde, 11 metre uzunluğunda. İki yüzü de Osmanlıca yazılan eserin 18. yüzyılda yazıldığı tahmin ediliyor.

    Türkiye Gazetesi, 06.03.2008

    HOBBIT DE BİR İNSAN





    Antropologlar, dört yıl önce Endonezya'nın uzak bir adasındaki bir mağarada fosil kalıntıları bulunan 'hobbit'lerin insanların başka bir kolu olabileceği tezine karşı bir teori geliştirdi. 2004'te Avustralyalı ve Endonezyalı antropologlardan oluşan ekibin bulduğu fosillerin insan aile ağacının farklı bir dalı olduğu görüşü, o tarihten beri hararetle tartışılıyor.


    Buluşu yapan bilim insanlarına göre, 'Homo floresiensis' adı verilen bu yeni tür, Flores Adası'na 1 milyon yıl önce ulaştıktan sonra dünyayla kopukluk ve kısıtlı yiyecek kaynakları yüzünden gelişemeyen bir insan çeşidi. Buna karşı çıkan antropologlarsa 2004'ten bu yana bu teoriyi çürütmeye çalışıyor.


    Son olarak İngiltere'de yayımlanan Proceedings of Royal Society B dergisinde, bir makalede görüşlerini kaleme alan Avustralyalı antropologlara göre hobbit'ler, hamilelikte yaşanan iyot eksikliği sonucu, çalışan bir tiroit bezi olmadan dünyaya gelen Homo sapien, yani normal insandan başka bir şey değil.

    Tiroit bezi bozukluğu, yani 'cüce kretinizmi' denilen rahatsızlık, insanda fiziksel ve akli gelişimi engelleyerek boyun kısa kalmasına ve zeka geriliğine neden oluyor. Bu nedenle hobbit'lerin boyu fosillerin de gösterdiği gibi 1 metreden uzun olamamış. Bulundukları yer, en yakın denize 25 km. uzak olduğundan, gereken iyotu alabilecekleri deniz ürünlerine de erişimleri olmayan hobbit'ler, bölge halkının mitolojide geçen atalarına ait özelliklerle de uyuşuyor.


    Söz konusu mitolojik metinlerde 'ebu gogo' isimli, mağaralarda yaşayan, kısa boylu, kıllı, göbekli, aptal, düzgün konuşamayan ve yemek hırsızlığı yapan insanlardan bahsediliyor.


    Araştırmacılara göre bu özelliklerin tamamı 'cüce kretinizmi' adı verilen hastalığın semptomlarıyla bire bir aynı. Homo floresiensis teorisine şu ana kadar karşı çıkan antropologlar, hobbit'lerin sadece yanlış çiftleşme sonucu ortaya çıkan 'cüce'ler olduğunu savunuyordu.


    Bu açıdan yeni yapılan araştırma, söz konusu durumun çevresel faktörler sonucu meydana geldiğini savunan ilk çalışma olarak antropoloji dünyasında dikkat çekti.

    Radikal, 06.03.2008

    TEVRAT HAKKINDA ŞOK İDDİA

     

    İsrailli bir psikoloji profesörü, Musa Peygamber Tur dağında 10 Emri aldığında, bu olaya tanık olan İsrailoğullarının, aslında bölgede yetişen ve halüsinasyona sebep olan bir bitkinin etkisi altında olabileceklerini iddia etti.

     

    İbrani Üniversitesinden Prof. Benny Şanon, İngiliz dergisi "Time and Mind"daki araştırmasında, Sina çölündeki iki bitkinin, Amazon bölgesindeki halüsinasyona yol açan "ayahuaska" bitkisiyle aynı psikoaktif molekülleri içerdiğini yazdı.

    Şanon, Tevrat'ın "Çıkış" bölümünde sözü edilen, Tur dağından gelen gök gürültüsü, şimşek ve boru sesinin sadece, belli bir beklenti içindeki halkın halüsinasyonu olduğunu ileri sürdü.

     

    "Ayahuaska sarhoşluğunun ileri safhalarında, ışığın görülmesine yoğun dini ve ruhi hisler eşlik etmiştir" diyen Prof. Şanon, bu gibi durumlarda, görülen yoğun ışığın Tanrı'nın yaydığı güç olarak da algılanabildiğini belirtti.

     

    Prof. Şanon, bölgedeki Musevilerin eski zamanlardan beri, yöredeki psikoaktif bitkilerin sihirli ve tedavi edici etkisi bulunduğuna inandıklarını da belirtti.

    Hürriyet, 06.03.2008

    KAYIP ŞAHESERİN SIRRI ÇÖZÜLÜYOR

     

    Leonardo Da Vinci’nin 1563’ten beri kayıp olan ve güzel sanatlarda çığır açan başyapıtı olarak gösterilen “Anghiari Çatışması” adlı freskinin nerede olduğuna dair sır çözülmek üzere.

     

    Dan Brown’ın “Da Vinci Şifresi” adlı romanında adı geçen ve 30 yıldır bu eserin izini süren İtalyan sanat tarihçisi Prof. Maurizio Seracini, freskin büyük ihtimalle Floransa’daki Palazzo Vecchio binasında duvarların ardına gizlendiğini belirtti.


    Prof. Seracini, geliştirdiği yeni bir teknikle binanın holündeki duvarların arkasını tarayabileceğini açıkladı. Araştırmasına ekimde başlayıp ocakta tamamlayacağını söyleyen Prof. Seracini, nötron analizi adını verdiği yeni teknikle duvarları nötron bombardımanına tutacak. Prof. Seracini “Anghiari Çatışması” adlı eserin aslında 1560’larda tahrip edilmek istendiğini ancak dönemin ünlü tarihçi ve sanatçısı Giorgio Vasari tarafından muhafaza amacıyla duvarın arkasına gizlendiğini ileri sürdü.

    Milliyet, 06.03.2008

    TARİHİ KENT MERKEZİ PROJESİ DAVALIK OLDU





    Ulus Tarihi Kent Merkezi projesi kapsamında Büyükşehir Belediyesi’ne kamulaştırma yetkisi veren Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle, söz konusu alanda gayrimenkulu bulunan bir kişi dava açtı.

    Ankara Tarihi Kent Merkezi Projesi kapsamında kamulaştırılmasına karar verilen alanda gayrimenkulü bulunan bir kişi, Büyükşehir Belediyesi’ne kamulaştırma yetkisi veren Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’da dava açtı.

    Dava dilekçesinde, Ankara Tarihi Kent Merkezi Yenileme Alanı kararının yürürlüğe girmesinin ardından alınan "acele kamulaştırma" kararının "kamu yararı ilkesi" yerine "idarenin takdir yetkisini" gözettiği ileri sürüldü.

    Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesinde "...Yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulu’nca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarda öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında" acele kamulaştırma yapılabileceğinin hüküm altına alındığı belirtildi.

    "Deprem gibi doğal afet veya kamu yararı ilkesi gözönünde tutularak belirli bir bölgede rant kapısını aralamayacak durumlarda aceleliğine karar verilebileceği" belirtilen dilekçede, "İdarenin özellikle 17 Ağustos Marmara depremi ve devamında gerçekleşen doğal afetlerde bir kez dahi kamulaştırma kanununun 27. maddesinin uygulanmasına karar vermemiş olmasına rağmen bugün ’acele kamulaştırmanın’ olağan bir uygulamaya dönüştürülmesi düşündürücüdür" denildi.

    Ulus Tarihi Kent Merkezi Koruma Amaçlı Nazım ve Uygulama İmar Planı hakkında da iptal davaları açıldığı hatırlatılan dilekçede, buna rağmen "acele kamulaştırma" kararı alınmasının yargılama sürecini ve mülkiyet haklarını zedeleyeceği savunuldu.

    Dilekçede, bu gerekçelerle 21 Mart 2007 tarihli Bakanlar Kurulu kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istendi.

    Ulus tarihi kent projesine büyük önem veren Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, en büyük hayalinin bu projeyi tamamlamak olduğunu söylemişti. Gökçek, Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi’nde mimarların teklifi ile yeni konuların tartışıldığına işaret ederek, Yüzüncü Yıl Çarşısı’nın yıkılarak yerine küçük bir çarşı yapılacağını, İl Genel Meclis binası yerine daha güzel bir yer yapacaklarını söylemişti. Ulus çarşısının kalacağını ama otel olacağını da kaydeden Melih Gökçek, diğer yerlerin de yıkılacağını belirtmişti.

    Hürriyet Ankara, 06.03.2008

    TARİHİ BAYAZ HAN MÜZE OLUYOR





    Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve TOKİ işbirliği ile yapımına başlanan tarihi Bayaz Han'ın restorasyonu devam ediyor.

     

    Tarihi Bayaz Han'ın restorasyonu tamamlandıktan sonra Kent Müzesi haline dönüştürülmesi planlanıyor. Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Sezer Cihan, Şubat ayında yapımına başlanılan Bayaz Han'ın, Haziran ayında restorasyonunun tamamlanacağını ve Kent Müzesi olarak hizmet vereceğini söyledi.

     

    Cihan, "Bayaz Han içerisinde, protokol kabul salonu, kardeş şehirler teşhir salonu, uzun ve kısa dönem sergileme mekanı, Gaziantep ile ilgili araştırmaların yapılacağı araştırma laboratuarı, Antep yemeklerinin sunulacağı 150 kişilik restoran, 90 kişilik kafe, 85 kişilik pastane, yerel el sanatlarının sergilendiği ve satışının yapıldığı 12 adet satış mağazası, 180 kişilik toplantı ve sergi salonu, turizm bilgilendirme ofisi, 4 adet atölye ve derslik birimlerinin kurulması planlanıyor. Üst katta ise Kent Müzesi yer alacak. Müzede, Gaziantep'in tarihi ve Kurtuluş Savaşı mankenlerle, LCD ekranlarda kısa süreli sunumlarla, etkileyici bir biçimde anlatılacaktır" dedi.

     

    Bayaz Han'da, Gaziantep'in yöresel el sanatlarının da sergileneceğini belirten Cihan, "Gümüş işlemeciliği, bakırcılık, kalaycılık, yemenicilik, sedef işlemeciliği, kutnu dokumacılığı, kilim ve halıcılık, Antep evi Antep işi çeyiz yapımı, baklavacılık, yemek kültürü, eğlence kültürü, mesken kültürü, fıstık ve tarımı konuları kısa tanıtım filmleriyle ziyaretçilere sunulacaktır. Ayrıca, el sanatlarını icra eden yöresel kıyafetli mankenler baklavanın nasıl yapıldığını, Antep kiliminin nasıl dokunduğunu, Antep nakışının nasıl işlendiğini görerek kültürümüzü tanıyacaklardır. Gaziantep'in turizmi, ekonomisi, turistik mekanları, doğal güzellikleri, konaklama, yiyecek, içecekler gibi konularının da yer aldığı Kent Müzesi, Gaziantep'in kültürünü, ziyaretçilere sunacaktır. Ayrıca, şehrimizin büyük bir bölümünü içine alan kent vaziyet maketi, anıtsal yapılar maketi ve sivil mimari maketleriyle şehrimizin önemli yerleri de, Kent Müzesi içerisinde teşhir edilecektir" diye konuştu.

    Gaziantep Kent Haber, 06.03.2008

    TARİHİ KİLİSENİN RESTORASYONU ONAYLANDI

     

    Aydın'ın Didim İlçesi'nde uzun yıllardır, SİT alanı olması nedeniyle atıl durumda bekletilen Eski Yoran yapılarından, tarihte "Şapel" olarak kullanılan binanın restorasyonu için gereken onay alındı. Didim Belediye Başkanı Mümin Kamacı, gazetecilere kilise önünde yaptığı açıklamada, bölgesel kültür turizmini canlandırmak amacıyla başlattıkları "Uygarlıklar Deltası Meandros" projesinde somut adımlar atılmaya başlandığını ifade etti.


    Bu kapsamda, Eskiköy'de bulunan ve tarihi yapı Şapel'in istimlak edilerek restorasyonun yapılacağını, gerekli iznin alındığını anlatan Kamacı, şöyle konuştu: "MÖ yapılan Apollon Tapınağı'nın bulunduğu Yoran eski bir köy. Burada Koruma İmar Planı çalışmalarımız gerçekleştirildi. Anıtlar Kurulu'nda onaylanma aşamasına geldik. Bu restorasyon için aldığımız izin büyük bir adım oldu. Mal sahiplerinin rızasıyla istimlak ettik. Kültür turizmi adına buradaki yapıları ayağa kaldırmaya çalışmalıyız. Burada yapılacak yenililer bölgeye canlılık getirecek. Proje sorumlusu Başak Kamacı ise, restorasyonun aslına uygun olması için tüm çalışmaların yapılacağını, çeşitli dokümanların, eski fotoğrafların araştırıldığını belirtti.


    Gönüllü mimarların bu restorasyonda çalışacaklarını anlatan Başak Kamacı, Haziran sonuna kadar restorasyon gelirleri için İl Özel idaresi'ne tekrar başvuruda bulunacaklarını ifade etti.

    Haber Ekspres, 05.03.2008

    KALEHÖYÜK'TEN ÇIKARILAN ESERLER YERİNDE SERGİLENECEK

     

    Kırşehir'in Kaman İlçesi'nde yer alan Kalehöyük bölgesindeki kazıda ortaya çıkarılan tarihi eserler, bölgede yapılacak müzede sergilenecek.
     

    Bölgede, 2005 yılında Japon Hükümetinin desteğiyle Japon Arkeoloji Enstitüsü'nün yapılmasının ardından, kazıda çıkan eserlerin sergilenmesi amacıyla bir de müze inşa edilecek.
     

    Sergi salonları, depolama birimleri, kütüphane, ziyaretçiler ve çocuklar için özel olarak hazırlanan eğitim çalışmalarına yönelik bilgilendirme bölümü, laboratuar, sinevizyon ve fotoğrafhane gibi bölümlerden oluşması planlanan müze için, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün ile müzeyi yapacak Kajima Şirketi'nin Genel Müdürü Hidenori Mori arasında işbirliği protokolü imzalandı.

     

    Japon Hükümeti'nin müzeyi Türkiye'ye hibe edeceğini belirten Düzgün, yaklaşık 4 milyon dolara mal olan projenin tamamının Japon Hükümeti tarafından karşılandığı kaydetti. Müzenin inşaatının bir buçuk yıl içinde bitirilmesinin planlandığını ifade eden Düzgün, temel atma töreninin ise Mayıs ayında yapılacağını söyledi. İhalenin başarıyla tamamlanmasından mutluluk duyduğunu dile getiren Düzgün, "Uzun yıllardan beri Prof. Sachira Omura uzmanlığında devam eden Kalehöyük kazısının bu müzeyle taçlandırılacağına inanıyorum. Müzenin de yapılmasıyla beraber zaten iyi düzeyde olan Türk ve Japon hükümetleri arasındaki kültürel ilişkilerin daha da iyiye gideceğine inanıyorum" diye konuştu.

    Topkapı Sarayı Müzesi'nden toplam 140 tarihi eserin "Muhteşem Osmanlı Hanedanlığı Sergisi" adı altında 6 ay süreyle Tokyo, Kyoto ve Nagoya şehirlerinde teşhir edildiğini hatırlatan Düzgün, bu serginin 2007 yılı içinde Türkiye'nin yurtdışında açmış olduğu sergiler içinde 370 bin kişiyle en çok ziyaret edilen sergi olduğunu belirtti.
     

    Düzgün, sergiye gösterilen yoğun ilgiden ve kendilerine gelen talepler doğrultusunda, 2011 yılında Japonya'nın üç büyük şehrinde Osmanlı eserlerinden oluşan yeni bir serginin hazırlıklarına bugünden başladıklarını kaydetti.

    haberler.com, 05.03.2008

    KELKİT HAVZASI'NIN KÜLTÜR VARLIĞI DÜNYAYA AÇILDI





    Tokat, Sivas, Giresun ve Gümüşhane müzeleri, Kelkit Havzası Sanal Müzeler Projesi ile dünyaya açıldı. Müzedeki eserlerin envanter bilgilerini ve üç boyutlu fotoğraflarını da içeren çalışma, dünyada bir ilk olma özelliğini taşıyor.

     

    Geçtiğimiz günlerde dünyanın en çok ziyaret edilen ilk on müzesi açıklandı. Türkiye'deki hiçbir müze bu sıralamada yer alamadı. Binlerce yıllık geçmişin hatırasını barındıran müzelerimiz, çoğu zaman sadece hırsızlık olayları ile gündeme geliyor. Sanat tarihçileri ve akademisyenlerin bile ancak birçok resmi izin aldıktan sonra araştırma yapabildiği müzelerimiz, ilk kez gerçekleştirilen bir proje ile dünyaya açıldı. Kelkit Havzası Kalkınma Birliği ve Ceren Tanıtım işbirliğiyle hayata geçirilen 'Sanal Müzeler Projesi'yle Tokat, Sivas, Giresun ve Gümüşhane müzeleri, Tokat Ballıca ve Gümüşhane Karaca mağaraları ile Gümüşhane Santa Harabeleri, internet üzerinden gezilebiliyor. 360 derece video turu ve üç boyutlu fotoğrafları bir arada sunan sitede sergilenen ve sergilenmeyen tüm eserlerin envanter bilgileri de yer alıyor. Bu yönüyle dünyada bir ilk olduğu ifade edilen çalışma sayesinde çeşitli akademik ve bilimsel çalışmalarda kullanılan ve yıpranan nadide eserler korunmuş olacak.

    Kelkit Havzası'ndaki müzelerde başarıyla gerçekleştirilen çalışmanın Türkiye'deki bütün müzelerde uygulanması için Müzeler Genel Müdürlüğü'ne teklif götürüldü. Hazırlığı 1,5 yıl süren Kelkit Havzası Sanal Müzeler Projesi, 9-12 Nisan tarihleri arasında Archives&Museums Informatics tarafından Kanada'nın Quebec şehrinde düzenlenecek olan 'Müzeler ve Web Uluslararası Online Kültürel Miras Konferansı'na katılacak. Proje, konferansta 'Best of the Web' başlığı altında yedi farklı kategoride düzenlenecek olan dünyadaki en iyi müze web siteleri yarışmasında ülkemizi temsil edecek.

    Müzeler için örnek bir çalışma

     

    Projenin genel yayın yönetmeni Gönen Orhon, çalışmanın aslında bir başlangıç olduğunu ve Türkiye'nin diğer müzeleri için de benzer projeler yapılabileceğini söylüyor. Orhon, ciddi bir uygarlık birikimine sahip olduğumuza ve bu birikimin kamuoyu ve yöneticiler tarafından yeterince bilinmediğine dikkat çekiyor. Çalışmanın, öncelikle bilgiye ulaşmak ve sahip çıkmak açısından önemli olduğunu vurguluyor Orhon. Müzecilikte sanal tur yeni bir uygulama değil, fakat bu projeyi diğerlerinden ayıran özellik, önemli bir editoryal çalışma ile gerçekleştirilen envanter çalışması. Bugüne kadar yapılan sanal müze çalışmalarında müzelerde sergilenen eserlerle ilgili herhangi bir açıklama yer almıyor. Bir eser hakkında bilgi almak için mutlaka müzeye gitmek gerekiyor. Gönen Orhon, "Bu çalışma, dünyada bir ilk. Kültürel mirasımızın dünyaya açılması için önemli bir adım." diyor. Sanal müze, sanat tarihçileri ve akademisyenler için de kolaylık sağlıyor. Çünkü müzelerde araştırma yapmak için her konu ve her proje için ayrı ayrı izin almak gerekiyor. Ayrıca bu çalışmalar müzelerdeki nadide eserlerin yıpranmasına da sebep oluyor. Gönen Orhon, "Bir kereye mahsus olarak yüksek çözünürlüklü veri tabanı oluşturalım istedik. Bunu pilot olarak başardık ve ülke genelinde yapılması için Müzeler Genel Müdürlüğü'ne teklif sunduk. Eğer bu çalışma, ülkedeki bütün müzelerde gerçekleştirilirse, merkezi olarak hangi müzede ne olduğunu da kontrol edebilirsiniz." diyor.

     

    Tokat Valisi ve Kelkit Havzası Kalkınma Birliği Başkanı Dr. Recai Akyel, Sanal Müzeler Projesi'nin, Kelkit Havzası'nın özgün değerlerini, doğal, tarihi ve kültürel mirasını belgelerken, havzayı ulusal ve uluslararası platformlarda tanıttığını vurguluyor. Bu çalışmanın diğer bölgeler için de örnek teşkil edecek bir proje olduğunu söyleyen Akyel, "Türkiye'nin kültür mirasının tanıtılması konusundaki hassasiyetimizle, bu projeyi kendi bölgesine de taşımak isteyen dernek, birlik ve yerel yönetimlere gerekli tüm desteği vermeye hazırız." diyor.

     

    Kelkit Havzası Sanal Müzeleri, Türkçenin yanı sıra İngilizce dil seçeneği ile tüm dünyadaki sanat meraklılarının hizmetine de sunuldu. Sanal müzeye girdiğinizde o ildeki diğer kültürel değerleri, kentin turistik yerlerini ve buralara ulaşım imkanlarını görmek mümkün. Yakın bir zamanda, müzelerdeki eserlerin üç boyutlu resimleri ücretli olarak indirilebilecek. Buradan elde edilecek gelirin müzelere mi yoksa birliğe mi kalacağı belirlenmediğinden şimdilik bu özellik kullanılamıyor. Sanal müzeler www.kelkitbasinmuseums.org adresinden gezilebiliyor.

    Zaman, Haber: Ali Pektaş, 05.03.2008

    TRAVERTENLERE OTOMASYONLA SU VERİLECEK

     

     

    Pamukkale travertenlerinin kararmasını önlemek amacıyla su, bilgisayar kontrollü sistemle verilecek. Travertenlerde suyun ne zaman, nereye, ne kadar süreyle akıtılacağı otomasyon sistemiyle belirlenecek.

     

    UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Pamukkale'de travertenlerin oluşumunu sağlayan su, kuraklık sebebiyle azaldı. Bunun üzerine Denizli İl Özel İdaresi, travertenlerin kararmaması için yeni tedbirler almaya başladı. 'Pamukkale Su Dağıtım ve Otomasyon' projesiyle travertenlere verilecek su, bilgisayarla kontrol edilecek. Proje çerçevesinde, 40 yıldır su verilemeyen Pamukkale eteklerindeki Karayelek sırtı olarak bilinen yerlere de akış sağlanarak beyazlaştırılacak.

    Pamukkale İşletme Müdürü Nevzat Sallıo, eskiden travertenlere saniyede 400 litre debili su aktığını, son birkaç yılda bu miktarın 260 litreye kadar düştüğünü söyleyerek, kanal kapakları ve pompaların merkezden yönetilmesini ve ana hatlardaki debilerin ölçülmesini sağlayacak otomasyon sistemi (SCADA)'nin kurulduğunu aktarıyor.

     

    Denizli İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Adem Oklu da Pamukkale'nin alt kısımlarında bulunan yoğun bitki örtüsünün travertenleri kararttığına dikkat çekiyor. Proje kapsamında Pamukkale'deki traverten kanalları dolduğu için 40 yıldır su gitmeyen Karayelek sırtına su götürülebileceğini kaydeden Oklu, "Pamukkale'nin her yerinde devamlı ve bol su olması mümkün değil. Su devamlı salınırsa, travertenler yosunlanıp renk değişimi oluyor. Üç gün su bırakılıyor, bir hafta da kuruyup beyazlaşması için bekleniyor." diyor. Denizli Valisi Hasan Canpolat da projelerin tamamlanmasından sonra Pamukkale'nin altında bulunan bölgelerin de Kocaçukur'la birleşerek travertenleşeceğini söylüyor.

    Zaman, 05.03.2008

    KONURALP TARİH Mİ OLACAK?





    Türkiye'de benzeri yerler ilçe yapılırken Karadeniz'in tek tarihi yerleşim yeri olan Konuralp beldesi adı ile birlikte tarihe mi karışacak? 

     

    Yıllardan beri ilçe olmayı bekleyen Konuralp beldesi, yeni çıkarılan bir yasa ile Düzce'ye ilhak edildi. 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 11. maddesine gore belediye sınırlarına alınan Konuralp'in 8 mahallesi tüzel kişiliğini koruyacak. Bu mahalleler katılım tamamlandıktan sonra Düzce'nin mahallesi olarak anılacak ve işlem görecek. Konuralp adı kullanılmayacağı için unutulmaya yüz tutacak.Tarihi yıllar öncesine dayanan bu Konuralp adı gelecek yıllarda belki de unutulacak.

     

    Bugün Tıp Fakültesi olarak kullanılan bina, 50'li yıllarda verem hastanesi olarak Türkiye'de önde gelen sağlık kuruluşlarından biri idi. Yine, aynı yıllarda Hıdrellez şenliklerinin kutlandığı Kırk Basamaklar ile halk arasında özel  bir yer edinmişti. Konuralp'ın, yine halk arasında yerleşen, Üskübü, Kasaba gibi adları da vardı. Düzce'nin önemli yerleşim birimi haline gelen Konuralp, Düzce Üniversitesi'ne ev sahipliği yaparak gözde bir yer haline gelmişti.





    KONURALP'İN TARİHİ

     

    Düzce'ye bağlı Konuralp beldesinde yer alan antik şehrin tarihi, MÖ 3. yüzyıla kadar dayanıyor. Konuralp ilk olarak tarih sahnesine Hypios adı ile çıkıyor. Doğudan batıya uzanan, Küçük Melen ve Tabak Çayları yakınında, ovada son bulan bir tepenin üzerine kurulan kasabanın adı Hypios'dan sonra Kieros olarak anılmaya başlamıştı.

     

    Kieros'un tarihi de tam olarak aydınlatılamamıştır. Mariandynlere ve Herekleia Devleti'ne karşı harekete geçen Bithynler, kralları 1. Prusias (MÖ 283 - MÖ 183)'ın eliyle Sangarios'un doğusundaki Kieros'u zaptettiler. Buraya Bithyn kolonisi yerleştirerek kısa zamanda eskisine göre daha bayındır hale getiren 1. Prusias, şehri bir çok abidelerle süsledi ve tahkim ettirdikten sonra adını da değiştirdi. Böylece Kieros MÖ 2. yüzyıl sonlarında tarih sahnesinden çekildi. Burası Kralın adına izafeten ìPrusiasi ismini aldı. Bursa ve Gemlik'deki diğer Prusias şehirlerinden ayırt edilmek için bu yeni kente Prusias Pros Hypios, yani ìMelen Kenarındaki Prusiasi adı verildi.

     

    Prusias Pros Hypios, MÖ 74 yılına kadar Bithyn hakimiyetinde yaşadı. Kral, 4. Nikomedes, Philopater zamanında, siyasi çalkantılara maruz kaldı. Büyük Pontus Kralı Mithridates'in diğer Bithynia şehirleri gibi Prusias Pros Hypios'u istila ederek Pontus hakimiyetine soktu. Bithynia Kralı Nikomedes ise ölmeden önce krallığını Romalılar'a vasiyet yolu ile bıraktı. MÖ 74'den sonra, Roma hakimiyeti başladı. Bu devrede Prusias Pros Hypios, Latin kültürünün tesiri altında kaldı. Merkezi Nikomedia olan Bithynia Pontus eyaletinin şehri olarak ve ìPrusias ad Hypiumi adıyla yaşayışına devam etti.

     

    Keşfedilen ve Fransız arkeologlardan Georges Perrot'nun ilim alemine kazandırdığı bir kitabeden, Prusias ad Hypium'da on iki kabile ve her birinin iki başının olduğu anlaşılmaktadır.

    Ekonomik hayatın Roma Çağı boyunca canlı olduğu, hemen hemen bütün devlet reislerine ait paralardan ve mimari eserlerden anlaşılmaktadır. Şehrin sembolü olan Tanrıça Tyche heykeli ve bu gün Tabak Çayı yatağında toprakla kapanmaya yüz tutan Roma Köprüsü, 3 kemerli ve 10 metre boyundadır. Prusias ad Hypium'un ilk çağlarına ait surlardan ise belirli bir iz kalmamıştır.

     

    Roma Devri, 395'de sona ermiştir. Özellikle, imparatorluğun her yerinde olduğu gibi Prusias'da da dini akımların mücadelesi görüldü. Zira Hıristiyanlık önce gizli, sonra açıkça, eski ve Roma dini inançlarına meydan okuduğu gibi mağlup etmeyi de başarabilmişti. Roma Devri'nin sonlarına doğru, bilinmeyen sebeplerden dolayı İmparator 1. Teheodosius (378-395) 384 veya 385'de Paphlogonia ve Bithynia Eyaletleri'nden bazı şehirleri alarak, bunlarla oğlu Honorius'un adını verdiği Honorius Eyaletini kurmuştu. Yeni düzenlemede Prusias ad Hypium da bu eyaletin sınırları içinde önemli bir şehir mevkiini koruyabilmişti. 535 yılına doğru Prusias (Konuralp), Claudiopolis'ten sonra bölgede ikinci önemli şehir oldu. Konuralp'de bulunan haç işaretli mezar mermerleri de bu devre ait arkeolojik kalıntılardandır.

     

    395'de Büyük Theodosius öldü ve Roma İmparatorluğu resmen Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölündü. Bu dönemde Prusias ad Hypium da Doğu Roma İmparatorluğu sınırlarında kaldı. Düzce, Osman Gazi'nin beyliği sırasında Türk hakimiyetine katıldı. Orhan Gazi'nin mahiyetinde Geyve, Alp Suyu, Karacebüş hisarlarını fetheden Konur Alp, Akçakoca ve Abdurrahman Gazi, Bizans devrinde Regio Tarsia adı verilen Akova'ya akınlara başladı. Konuralp, Bolu topraklarına karşı bir sefer düzenlemiş, Düzbazar'ı ele geçirdikten sonra da, şimdi yeri hala belirlenemeyen Uzunca-Bel'de Bizanslılar'la iki gün vuruşmayarak beklemiş ve arkasından son darbeyi vurmuştur.

     

    Osman Gazi, Düzce Pazarı (yani ovayı) ve Bizans Prusias'ını, Konur Alp'in yönetimine verdi. 14. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren bu bölge Konur Alp ili ve kısaca ìKonrapai diye anılmıştır.

     

    YASA NE DİYOR?

     

    MADDE 11. - Meskun sahası, bağlı olduğu il veya ilçe belediyesi ile nüfusu 50.000 ve üzerinde olan bir belediyenin sınırına, 5.000 metreden daha yakın duruma gelen belediye ve köylerin tüzel kişiliği; genel imar düzeni veya temel alt yapı hizmetlerinin gerekli kılması durumunda, Danıştayın görüşü alınarak, İçişleri Bakanlığının teklifi üzerine müşterek kararname ile kaldırılarak bu belediyeye katılır. Tüzel kişiliği kaldırılan belediyenin mahalleleri, katıldıkları belediyenin mahalleleri haline gelir. Tüzel kişiliği kaldırılan belediye ile köylerin taşınır ve taşınmaz mal, hak, alacak ve borçları katıldıkları belediyeye intikal eder.

     

    Madde 12 - 4, 6, 7, 8 ve 9 uncu maddelerde belirtilen kararlar kesinleşme tarihini takip eden yılın ocak ayının birinci gününden itibaren yürürlüğe girer. 4 üncü maddeye göre belediye kurulan yerlerde 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanunun 29 uncu maddesine göre seçim yapılır.

    8 inci maddede geçen birleşme ve katılmalara, 9 uncu maddede geçen mahalle kaldırılmasına, 11 inci maddede geçen belediye ve köy tüzel kişiliğinin kaldırılmasına veya bir beldenin köye dönüştürülmesine dair kararlar ilk mahalli idareler seçimlerinde uygulanır ve seçimler bu yerlerin yeni durumlarına göre yapılır.

    (Ek fıkra: 06/03/2007-5594 S.K./2.mad.) Birleşme, katılma veya tüzel kişiliğin kaldırılması sonucu tüzel kişiliği ilk mahalli idare seçimlerine kadar devam edecek olan belediye ve köylerde, birleşme ve katılma işleminin gerçekleşmesi veya müşterek kararnamenin yayımlandığı tarihten itibaren yeni nazım ve uygulama planı yapılmaz; mevcut planlarda yapılması gereken zorunlu değişiklik ve her türlü imar uygulaması katılınacak belediyenin uygun görüşü alınarak yapılır. Uygun görüş verilmeyen plan değişiklikleri yapılamaz.

    (Ek fıkra: 06/03/2007-5594 S.K./2.mad.) Tüzel kişiliği sona erecek belediye ve köylerin taşınmazlarının satılması ile vadesi tüzel kişiliğin sona ereceği tarihi aşan borçlanma yapılması İçişleri Bakanlığının onayına tabidir.

    (Ek fıkra: 06/03/2007-5594 S.K./2.mad.) Belediye ihbar ve kıdem tazminatlarının ödenmesi konusunda, 68 inci maddenin (d) bendinde öngörülen sınırlamaya bağlı olmaksızın İçişleri Bakanlığının onayı ile borçlanma yapabilir. Bu amaçla yapılan borçlanmalar ihbar ve kıdem tazminatı dışında hiçbir gider için kullanılamaz. Bu Kanunda öngörülen nüfus büyüklüğü için Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığınca bildirilen nüfus esas alınır.

    Düzce Damla, 05.03.2008

    BU DA 'KAZ-GÖSTER-TERKET' METODU

     

    Bodrum'daki antik Myndos kentinde kazılar durdurulunca, kaçak kazıcılara gün doğdu. Son 1.5 yılda dört kaçak kazı tespit edildi. Konuyu TBMM gündemine taşıyan CHP Muğla Milletvekili Ali Arslan, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde, "Rantın ve kaçak kazının önünü açıyorlar. Myndos yapılaşmaya kurban edilmek isteniyor" dedi.


    Bugün Bodrum'un Gümüşlük beldesi sınırları içinde yer alan Myndos, antik coğrafyada Karya bölgesinin en önemli kentlerinden biriydi. Depremlerle büyük bölümü sular altında kaldığı için batık kent de denilen kentte ilk ve son kazı 2006'da yapıldı. Prof.Dr. Mustafa Şahin'in başkanlığındaki kazılarda iki ay gibi kısa sürede klasik çağa ait avlu duvarlarıyla birlikte bir tapınak, Hellenistik çağa ait yamaç evlerinin bir bölümü, su kanalı, Roma hamamı ve Bizans ayazması ortaya çıktı. Ancak kazılar bir daha tekrarlanmadı. Bu arada bir bakanlık yetkilisi kazıların kazı disiplinine uyulmadığı için durdurulduğunu, kazı başkanı hakkında da soruşturma açıldığını söyledi. Şahin ise hakkında soruşturma açıldığı iddiasını reddetti. Kazıların neden devam etmediği konusundaysa yanıt alamadığını belirtti.

    Radikal, 05.03.2008

    ROMA VİLLASI KAZILIYOR

     

    İngiltere, Wight Adası’nın en önemli tarihi eserlerinden birisi beş yıl sürecek bir arkeolojik kazı ile gün ışığına çıkacak. Brading Roma Villası’nın şimdiye dek sadece ufak bir kısmı kazılmıştı.

     

    Oxford Üniversitesi'nden arkeoloji profesörü Sir Barry Cunliffe nezaretinde 20 kişilik bir arkeolog ekibi artık villanın kalanını kazacak. Cunliffe, binanın kuzeye doğru uzandığının bilindiğini ve bu kısımda büyük bir salon olduğuna dair ellerinde kanıtlar olduğunu açıkladı.

     

    1879 yılında bir çiftçi tarafından bulunan Brading Roma Villası, 2004'de büyük bir kurtarma kazısı yapılana dek Dünya Anıtlar Fonu tarafından dünyanın en çok tehlikede olan 100 yapısı içinde sayılıyordu.

    BBC News, 02.03.2008

    HASANKEYF'E BİLİRKİS¸İ GÖNDERİLECEK

     

    Hasankeyfliler, Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı projesine kredi veren üç Avrupa ülkesinin kapısını çaldı. 50 kişiden oluşan grup dün Ankara'da önce Almanya, ardından İsviçre ve Avusturya büyükelçiliklerine mektup bırakarak kredilerin geri çekilmesini istedi. Ankara'daki eylem sürerken Diyarbakır İdare Mahkemesi, Ilısu Projesi ve sözleşmenin iptali için açılan davada ara kararını açıkladı. Mahkeme Hasankeyf'de keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verdi. Avukat Murat Cano kararı "Hasankeyif'in kurtarılması için yeni bir umut" diye nitelendirdi. Dicle üzerine kurulacak Ilısu'nun 1.1 milyar dolar su depolaması ve yılda yaklaşık 8.4 milyar kilovatsaat elektrik üretmesi hedefleniyor.

    Radikal, Fotoğraf: Serdar Özsoy, 05.03.2008

    SUMELA'DA SKANDAL

     

    Dünyaca ünlü Sümela Manastırı'nda tam 20 yıldan beri yürütülen restorasyon çalışması 'eksik ve olumsuz' olduğu için yeniden başlayacak! 1987 yılından beri restore edilen manastırın üzerindeki kaya kütlesindeki çatlaklarsa korkutuyor.





    Trabzon'un Maçla İlçesi Altındere Vadisi'ndeki manastır, geçtiğimiz günlerde restorasyon adına duvarlarının gelişigüzel sıvandığı, binaların tarihi özelliklerinin bozulduğu iddialarıyla gündeme gelmişti.


    Kültür Bakanlığı 27 Kasım 2007'de iddiaları incelemek üzere Bilimsel Danışma Kurulu oluşturdu. KTÜ'den Prof.Dr. Ayşe Sağgöz, Atatürk Üniversitesi'nden Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, ODTÜ'den Dr. Fuat Gökçe, İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuvarı Müdürü Güven Gökçe ve Röleve ve Anıtlar Müdürü Ahmet İmamoğlu'nun yer aldığı kurul üç aylık incelemenin sonunda raporu tamamladı. Raporda, 1987 yılında hazırlanan projenin 'eksikler ve olumsuzluklar' nedeniyle durdurulması ve acilen yeni bir proje hazırlanması istendi. Eksikler ve olumsuzluklarsa özetle şöyle sıralandı.


    MANASTIR TEHLİKE ALTINDA: Sümela Manastırı'nın üzerinde bulunan kaya kütlesinde oluşan ve giderek artma ihtimali bulunan çatlaklar ve kopmalar ciddi problemler yaratabilir. Bu nedenle kapsamlı bir proje hazırlanmalı ve sağlamlaştırma çalışması yapılmalı.


    ALTI YILDAN BERİ YIKILAMAYAN KAÇAK YAPILAR TEMİZLENMELİ: 23.11.2001 tarih ve 4313 sayılı Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Bölge Kurulu kararında yer alan Koruma Amaçlı Çevre Düzeni Planı bugüne kadar yapılmamış, kaçak yapıların yıkılması kararı uygulanmamış. Manastırın yer aldığı sit alanı içerisinde çevre planı yapılmalı ve kaçak yapılar ivedilikle kaldırılmalı.


    FRESKLER BİLE İŞLENMEMİŞ!: Proje üzerinde yapılan incelemelerde uygulamayla ilgili yeterli detaylar bulunmuyor. Disiplinler arası çalışma ve oluşan detaylı bir restinasyon projesi bulunmuyor. Restorasyon projesi daha çok yıkılan bölümlerinin rekonstrüksiyonuna yönelik. Röleve projesinde ise yeterince detay bulunmuyor. Freskolar bile ilgili paftalarda işlenmemiş, plan mimari detaylar açısından yetersiz.


    Bu bağlamda, sıralanan bu eksiklik ve olumsuzlukların uygulamayı da olumsuz yönde etkilediği açıktır. Bu nedenle sürmekte olan onarım uygulamasının durdurulması ve acil olarak yeni bir proje yapılarak, uygulamanın yeni proje doğrultusunda yapılması gerekmektedir.

    Radikal, Haber: Osman Şişko/DHA, 05.03.2008

    SAFRANBOLU'DA 150 YILLIK KONAK YANGINDA KÜL OLDU

     

    Karabük'ün Safranbolu İlçesi'ne bağlı Yörük Köyü'ndeki yaklaşık 150 yıllık konak, çıkan yangında kullanılamaz hale geldi.

     

    Edinilen bilgiye göre, yalnız yaşadığı öğrenilen Mübeccel Gümüş'e (77) ait 3 katlı tarihi konakta henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı. Karabük ve Safranbolu Belediyesi İtfaiye ekiplerinin müdahale ettiği yangında, konak kullanılamaz hale geldi. İtfaiye ekiplerinin soğutma çalışmaları ise devam ediyor.

     

    Yörük Köyü'ne gelerek çalışmaları yerinde inceleyen Safranbolu Kaymakamı İzzettin Küçük, Yörük köyündeki tüm evlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu koruması altında olduğunu söyledi. İtfaiye ekiplerinin yangına zaman kaybetmeden müdahalede bulunmasına rağmen, yapının ahşap olması nedeniyle alevlerin binayı hızla sardığını belirten Küçük, "İtfaiye ekipleri çok büyük mücadele verdi, ancak bina kül oldu. En büyük sevincimiz, yangında can kaybı olmaması ve alevlerin yan taraftaki diğer tarihi binalara sıçramamasıdır" diye konuştu.

    Zaman, 04.03.2008

    MURADİYE HAMAMI'NIN RESTORASYONU SÜRÜYOR

     

    Tarihi eserlere sahip çıkan Osmangazi Belediyesi`nin, şahıstan satın aldığı Muradiye Hamamı`nı restore çalışmaları hızlandı. Engelliler Eğitim merkezi yapılması planlanan tarihi hamamda, şehrin Bizans`tan bu tarafa kimliğinde derin yer bulan kaplıca kültürünü yaşatacak bir hamam müzesi yapılması isteniyor.

     

    Muradiye`de Osmanlı-Türk kıyafetleri müzesi bulunan kolleksiyoner Esat Uluumay, hamam kültürü ile alakalı önemli parçalara sahip olduğunu belirterek, `Benim kolleksiyonumda böyle bir müzeyi oluşturmaya yetecek materyaller mevcuttur. Ancak Osmangazi Belediyesi, Muradiye Hamamı`na müze olması halinde yeterli ziyaretçi gelmeyeceğini düşünerek engelli eğitim merkezi molarak kullanmayı düşünüyor. Bu arada, hamamın duvarlarına küçük vitrinlerle, eskiden hamamlarda kullanılan bazı malzemeleri sergilemeyi planlıyorlar. Benim Muradiye Şair Ahmet Paşa Medresesi`ndeki müzemde de bazı eksiklikler var. Bunları gidermeleri karşılığında hamam koleksiyonumu belediyeye verebilirim` dedi.


    Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe ise, Muradiye Hamamı`nı müze yapma konusuna sıcak bakmadıklarını belirterek, `Malesef bugün Bursa`daki özel ve resmi müzeleri ziyaret edenlerin sayısı azdır. Biz Muradiye Hamamı'nı müze yapsak günde kaç tane ziyaretçi gelecek. Biz tarihe sahip çıkarak hamamı özel şahıstan alıp, restore etmeye başladık. Belki vitrinlerde bazı eşyaları sergileyeceğiz. Engelli eğitim merkezi ile bu tarihi binayı vatandaşın yoğun olarak kullanacağı bir yer olarak fonksiyonlandıracağız. İlerleyen yıllarda, hamam müzesine veya eşyalarına yeterli ilgi oluşursa, eğitim merkezini başka bir yere taşır, tarihi binayı tamamen müzeye dönüştürebiliriz. Ancak ilk etapta bunu düşünmüyoruz` diye konuştu.

    Bursa Olay, 04.03.2008

    TARİHİ ÇES¸MELER YOK OLUYOR

     

    1980’li yıllara kadar hemen her mahallesinde tarihi nitelikte çeşmeleri bulunan Erzurum’da, ata yadigarları olan tarihi çeşmeler bir bir yok oluyor.


    Palandöken’in zirvesinden gelen kaynak sularının bütün mahallelere dağıtılması amacıyla vakıflar ya da hayırseverldu tarafından yapılan onlarca çeşme. bu gün ya beton yapıların temel duvarları altında kayboldu, ya da kitabeleriyle birlikte sorumsuz insanlar tarafından yıkılarak tahrip edildi.

     

    Tarihi çeşmelerden bazılarının, yeni yapılan veya yeni açılan yollar sebebiyle zarar gördüğü Erzurum’da, tarihi miraslar olarak değerlendirilen çeşmelere yeterince ilgi gösterilmediği öne sürüldü.

    Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yard.Doç.Dr. Haldun Özkan, Erzurum’un, tarihi çeşmeleriyle ün yapmış bir şehir olduğunu söyleyerek, “Maalesef ki, ata yadigarlarımızı birer birer kaybediyoruz” dedi.

     

    Belediyeler tarafından yürütülen çeşitli çalışmaların, seneler boyunca hep tarihi çeşmeler ve kültürel kalıntıları ortadan kaldırdığına dikkati çeken Özkan, Erzurum’da bugün bile suları akmayan tarihi çeşmelerin sayısının hayli fazla olduğunu ifade etti.

     

    Erzurum’da hemen her mahallede görülmesi mümkün olan çeşmelerin, yapıldıkları dönemlere ait izler taşıyor olması nedeniyle tarihi ve kültürel birer miras anlamına geldiğini vurgulayan Yrd. Doç.Dr. Özkan, “Tarihi çeşmelerin bazıları vakıflar tarafından yapılmakla birlikte, kimileri de, dönemin eşrafı tarafından hayrat adı altında tesis edilmiştir. Tarihi çeşmelerin yapıldıkları dönemler, şimdiki gibi evlerde muslukların bulunmadığı ve suyun istenilen yere taşınamadığı dönemlerdi. Bu yüzden tarihi çeşmelerimizin hem üstlendikleri misyon, hem de geçmiş yılların izlerini taşıyor olmaları açısından korunup kollanması gerekiyor. Ancak yerel yönetimler, bu önemli detayı nedense yıllardan beri görmemişlerdir. Yapılaşma, yeni yol açma, altyapı, kanalizasyon gibi belediyecilik hizmetleri yürütülürken, aynı zamanda tarihin izleri de silinmiştir. Ata yadigarı olan bu varlıklarımızın sonu bu şekilde olmamalıdır” diye konuştu.

     

    Özkan, yerel yönetimlerin tarihi çeşmeler konusunda acilen adım atmaları gerektiğini dile getirerek, “Biz atalarımızdan miras olarak aldığımız tarihi varlıklarımıza sahip çıkmazsak, gelecek nesillere ve çocuklara beton binaları mı bırakacağız? Tarihi çeşmelerin yanında, yeni yapılmış olan çeşmeler de akmıyor. Yani biz atalarımızdan miras olarak aldığımız kültürü bile yaşatamamışız. Bu nedenle tarihin izlerinin silinmesine göz yumulmamalı, bu izlerin korunması önlem alınmalıdır” dedi.

    Erzurum Gazetesi, 04.03.2008

    TARİHİ KIS¸LALARDA HÜZÜN TALİMİ





    Kimi ordu karargahıydı kimi tophane, kimi ikmal merkeziydi kimi mektep... Herkesin uğramak zorunda olduğu önemli istasyonlardı. Osmanlı’nın yaptırdığı askeri kışlaların bazıları ayakta kalma mücadelesi verirken bazıları ise sadece fotoğraflarda kaldı

    Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında kaldırılmasının ardından 1. Ordu’nun merkezi olan İstanbul’da, 14’ü kışla olmak üzere 68 yapı inşa edilmişti. Ancak Tophane, Taksim, Yeniçeri, Doğancılar ve Ertuğrul kışlalarının da aralarında bulunduğu bu mimarlık harikası eserlerden 21’i çeşitli sebeplerle yıkılıp yok oldu. Üç kıtaya hükmetmiş bir imparatorluğun askerlerine talimgah olan bu yapıların yerinde şimdi yeller esiyor. Bazıları ise halen değişik maksatlarla kullanılırken, bazıları da ayakta kalma mücadelesi veriyor. İşte adını tarihin tozlu sayfalarına gönderdiğimiz Osmanlı kışlaları:

    Bir abide olarak nitelendirilebilecek harika mimarisini ancak fotoğraflarda görebildiğimiz Taksim Topçu Kışlası; 19. yüzyılda Sultan Abdülmecid zamanında, orduyu modernleştirmek amacıyla yapıldı. Top silahını 15. yüzyıldan itibaren imal eden Tophane Kışlası’ndan daha gösterişli ve kapsamlı idi. 31 Mart 1908’den sonra askeri amaçların dışında kullanılmaya başlandı. İstanbul’un işgal yıllarında birliklerin barınağı oldu. Daha sonra avlusu stat yapıldı ve yıllarca çeşitli müsabakalar düzenlendi. Türk Milli Takımı, tarihindeki ilk maçı bu statta (26 Ekim 1923 Romanya ile 2-2 berabere) yapmıştı. 1940’lı yılların başında da belediye tarafından yıkılarak yerine bugünkü Taksim Gezi Parkı inşa edildi.

    Bugün yok olan tarihi eserler arasında yer alan Tophane Kışlası, Osmanlı dönemindeki İstanbul’un en eski sanayi bölgelerinden biri olan Tophane’de, Fatih Sultan Mehmed Han zamanında top dökümü için inşa edilmişti. 1823’te Firuz Ağa yangınında yanmış, sonra yenilenmişti. Bu yenileme sırasında Nusretiye Camisi de yapılmıştı. Ancak 1958’de yol genişletme bahanesiyle eski müşirlik binası ve Salı Pazarı’na kadar uzanan sanayi kışlası ortadan kaldırıldı. Kışla sahasında bugün sadece 1848 tarihli saat kulesi ve Mecidiye Kasrı kaldı. Top dökümlerinin yapıldığı Tophane-i Amire binası ise bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Kültür Merkezi olarak kullanılıyor.

    Fetihten sonra İstanbul’da biri Şehzadebaşı Camii civarında, diğeri Aksaray tarafında iki Yeniçeri kışlası yapılmıştı. Bunlardan önce inşa edilene “Eski Odalar” sonra yapılana da “Yeni Odalar” denirdi. Birçok kapısı olan Yeniçeri kışlalarına gelişigüzel girilip çıkılamazdı. Yeni odalar pekçok isyana sahne olmuştu. Tarih boyunca birçok defa yanan ve defalarca tamir gören Yeniçeri kışlaları Sultan ll. Mahmut tarafından 1826 yılında kaldırılmış ve ardından da yerle bir edilmişti.

    Çamlıca Tepesi’nin kuzey yamaçlarında Osmanlı’nın avcı ve alıcı kuşlarının yetiştirildiği yarı ehli çiftliklere Doğancılar deniliyordu. Burada şahin, doğan, seyfe gibi kuşlar yetiştiriliyor, savaş öncesinde askeri manevralar yapılırken sürek avlarında kullanılıyordu. İşte adını bu çiftliklerden alan Doğancılar Kışlası, Karacaahmet Mezarlığı arazisine doğru denize bakan yamaçta lojistik ikmal merkezi olarak hizmet veriyordu. 200-300 metre uzakta bulunan Selimiye Kışlası inşa edilince bu tesislerden bazıları boş ve bakımsız kaldı. Sonra da yıkıldı.

    Yıldız Sarayı Muhafız Birliği, Ertuğrul Kışlası’nda kalıyordu. Bu muhafız birliğinin askerleri Kayıboyu Karakeçili aşireti mensuplarından seçilirdi. Osmanlı’nın kuruluşunda ana unsur olan Kayıboyu’nun Söğüt’teki ilk beyi Ertuğrul Bey olduğu için bu kışlaya padişah tarafından bu isim verilmişti. Kışla binaları sarayın sınırları içinde zamanla yok oldu. Yıldız Sarayı’nın arkasında bulunan II. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Orhaniye Kışlası’nın camisi ise ayakta.

    Eyüp’te Sultan lll. Mustafa döneminde yaptırılan Rami Kışlası, 220 bin metrekare arazisiyle Selimiye ve Davutpaşa’dan sonra İstanbul’un üçüncü büyük kışlasıydı. Sultan ll. Mahmut, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp yerine “Asakir-i Mansure-i Muhammediye” ordusunu burada kurmuştu. Cumhuriyet döneminde de orduya hizmet verdi. 1980’li yıllarda Genelkurmay Başkanlığı tarafından İstanbullulara dinlenme alanı yapılması şartıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. Ancak 22 yıldır 2 bin 200 dükkan ile gıda toptancıları tarafından kullanılan kışla bugün harap halde. Tarihi bina, ‘kültür merkezi’ projesi kapsamında bulunuyor, fakat uzun zamandır ihalesi bir türlü gerçekleştirilemiyor.

    Yıldız Teknik Üniversitesi’nin büyük bölümünün taşındığı Davutpaşa Kışlası artık eğitim yuvası oldu. Tarihi kışlanın içinde bulunan ve 150 yıl önce Sultan ll. Abdülhamit tarafından yaptırılan Osmanlı fırını da okul olacak. Bin 300 metrekare alan üzerinde kurulan bina, pislik içerisinde tinercilerin yuvası olmuştu. Bu tarihi yapı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nin aldığı ortak kararla fakülteye bağlı Fırıncılık Meslek Yüksekokulu olarak hizmet verip eğitimli elemanlar yetiştirecek. Ancak bunun için Anıtlar Yüksek Kurulu’nun kararı bekleniyor.

    1860’lı yıllarda inşa edilen tarihi Taksim Topçu Kışlası mimarisiyle herkesi hayran bırakıyordu. Ancak bu abide eser 1940’lı yıllarda yıkılıp bugünkü Gezi Parkı’na dönüştürüldü.

    Sultan lll. Selim döneminde inşa edilen, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında yetimler yurdu olarak faaliyet gösteren Beykoz Kışlası, kültür yuvası olmak üzere... 27 yıl harabe halinde duran 300 yıllık tarihi bina, restorasyonun ardından haziranda sanatseverlerle buluşacak.

    Ayakta kalanların çoğu eğitim yuvası
    > Selimiye Kışlası, Sultan III. Selim tarafından Nizam-ı Cedid askerleri için inşa ettirildi. Şimdi I. Ordu Komutanlığı’nın merkezi olarak kullanılıyor.
    > Avrupa’ya sefere çıkacak ordunun son hazırlığını yaptığı Davutpaşa Kışlası Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerine hizmet veriyor.
    > Sultan II. Mahmut döneminde süvari birlikleri için yaptırılan Kuleli Kışlası, askeri lise olarak orduya subay yetiştiriyor.
    > Osmanlı döneminde Mekteb-i Tıbbiye-i S¸ahane (Askeri Tıbbiye) için hastane olarak yapılan Taşkışla, İstanbul Teknik Üniversitesi olarak kullanılıyor.
    > Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından Kasımpaşa’ da 1782 yılında “Kalyoncu Kışlası” adıyla yaptırılan Cezayirli Hasan Paşa Bahriye ve Halıcıoğlu Kışlası’nı, 1974’ten beri Kuzey Deniz Saha Komutanlığı kullanıyor.
    > “Mühendishane-i Bahri-Hümayun-Deniz Mühendisliği” ve “Mühendishane-i Berri-i Hümayun-Kara Mühendisliği” olarak tasarlanan Halıcıoğlu Kışlası ise şu anda askeri birim olarak hizmet vermeye devam ediyor.

    Türkiye Gazetesi, 04.03.2008

    TARİHİ ESER BASKINI

     

    Ankara polisi, üç kişiyi tarihi eser kaçakçılığı suçundan gözaltanı aldı. Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Mali Büro Amirliği ekipleri, üç kişiyi 15 adet metal sikke ve beş adet tarihi eser ile birlikte ele geçirdi. Zanlılar adliyeye sevkedildi.
    Hürriyet Ankara, 04.03.2008

    TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Samsun'da, tarihi eser satmak istedikleri öne sürülen 3 kişi gözaltına alındı. Bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Aydın P, Nuh Ö. ve Sercan G'nin madenden yapılmış Tunç Dönemi'ne ait 2 baltayı satmaya çalıştıklarını belirledi. Zanlıları takibe alan ekipler, bu kişileri Bankalar Caddesi'nde tarihi eserlerle yakaladı.

    Samsun Haber, 03.03.2008

    ANIT MES¸E İÇİN OTELİN PROJESİNİ DEG?İS¸TİRDİLER

     

    Bolu’nun Karacasu Beldesi Yarenler Mevkii’nde yapımı devam eden 300 yatak kapasiteli Gazelle Resort SPA Otel arazisinde bulunan 309 yıllık meşe ağacı için otelin projesi değiştirildi.

    Otel inşaatının tam ortasında bulunan 3 asırlık ağacın kesilmemesi için tek blok olarak projesi çizilen otel, 2 bloğa çıkartıldı. Yüzme havuzunun yeri değiştirilirken, 3’er olması gereken asansör ve merdiven sayısı 6’şara çıkartıldı.

    Otelin maliyetine 1 milyon dolarlık ek yük getiren meşe ağacı nedeniyle projedeki masaj odaları, mini golf sahası ve saunalara da ilaveler yapıldı. Kartalkaya’da bulunan Grand Kartal ve Gazelle Resort SPA Otel Genel Müdürü Halit Ergül, "Hiçbir turizm tesisi ormanlar kadar değerli değil. Kartalkaya’da bulunan tesislerin çevre düzenlemesinde de hiçbir doğal güzelliğe zarar vermedik. Yeni otelimizde de buna uygun davrandık" dedi.

    Hürriyet, Haber: Mutlu Yuca - Koray Yılmazdemir, Fotoğraf: Bolu Olay, 04.03.2008

    ÇANAKKALE'DEKİ MÜZE SIKINTISI GEÇİCİ OLARAK ÇÖZÜME KAVUS¸UYOR

     

    Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda 93. yıldönümü kutlanacak olan 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi hazırlıkları tüm hızıyla sürüyor.

     

    Devlete ait müzelerin çeşitli nedenlerden dolayı kapatılması Milli Park Müdürlüğü yetkililerini kara kara düşündürüyor. Bu bağlamda gelen ziyaretçilerin mağdur olmaması için yetkililer Milli Park Müdürlüğü binasındaki boş bir salonu müze haline getiriyor. Yaklaşık 200 bin YTL'ye mal olacak olan müzede Kabatepe Müzesi'ndeki savaş eserleri sergilenecek. Yaklaşık 2 hafta sonra bölgeye gelmeye başlayacak olan ziyaretçiler, tadilatta olan müzeler ve S¸ehitler Abidesi'ni gezemeyecek.

     

    Bölgeye gelen ziyaretçilerin en çok gezdiği yerlerin başında gelen Kabatepe Müzesi tavanında meydana gelen çökmeler sebebiyle, Ana Tanıtım Merkezi işletmecisinin para kazanamadığı gerekçesi ile işlerine son vermesi, daha büyük bir müze yapmak için genişletme çalışması yapılan Şehitler Abidesi altındaki müzenin izolasyonu tam yapılmadığı için törenlerde hizmet veremeyecek.

     

    Şehitler Abidesi ise tavanına 3 yıl önce mozaik taşlarından yapıştırma ile yapılan Türk Bayrağı'nın bir kısmının koparak düşmesi nedeniyle ziyaretçilerin can güvenliği açısından ziyarete kapatıldı. Tüm olumsuzlukların üst üste gelmesinin kendilerini zor durumda bıraktığını söyleyen Milli Park Müdürlüğü yetkilileri, çareyi bir başka müze yapmakta bulmuşlar. Bu kapsamda bir ay önce başlanan Milli Park Müdürlüğü binası içerisindeki kullanılmayan 200 metre karelik salon müzeye çevriliyor. Müzenin iç donanımının tamamlandığını belirten yetkiler, sadece aydınlatma işlerinin önümüzdeki hafta yapılacağını ve 18 Mart törenlerinde hizmete sunulacağını belirtti.

    Zaman, Haber: Muzaffer Altunay, 03.03.2008

    600 YILLIK HAMAM ONARILIYOR

     

    Çanakkale’nin Ezine İlçesi'nde Yıldırım Bayezid döneminde inşa edilen 600 yıllık Seferşah Hamamı, aslına uygun olarak restore ediliyor. Hamamın restorasyon ihalesini 446 bin YTL bedelle alan müteahhit firmanın temsilcisi Serdar Kılıçoğlu, yaklaşık 2 ay önce başladıkları restorasyon çalışmasında 2 bin 400 metrekarelik alana sahip, kadın ve erkek kısmı bulunan hamamı aslına uygun olarak restore edeceklerini söyledi. Hamamın kubbesinin kurşunla kaplandığını, içindeki sıvaların, su ve makine tesisatlarının, mermerlerin, ahşap doğrama ve saunasının yenilendiğini belirten Kılıçoğlu, restorasyonu mayıs ayında tamamlamak istediklerini açıkladı. Kılıçoğlu ayrıca, hamamın en son 1973 yılında onarımdan geçirildiğini, çalışmalar sırasında orijinal kemerlerin ortaya çıkarıldığını da sözlerine ekledi.


    Ezine’nin Köprübaşı mevkisinde bulunan hamam, Yıldırım Bayezid döneminde yaptırılan Seferşah Camisi’nin yanında bulunuyor. Yapı tekniği yönünden hamamda, camiden daha muntazam bir işçilik göze çarpıyor. Osmanlı mimarisindeki çifte hamamlar grubundan olan hamam, soğukluk, ılıklık ve halvet bölümlerinden oluşuyor. Kesme taş ve tuğladan yapılan hamamda, kadınlar kısmı ile erkekler kısmının birbirinin eş plan düzeninde olması dikkat çekiyor.

    Evrensel, 03.03.2008

    GALATAPORT VE HAYDARPAŞA PROJELERİNE DURDURMA

     

     

    Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şubesi’nin 1/100000 ölçekli İstanbul İl Çevre Düzeni Planı’nın iptali için açtığı davada, İstanbul 2. İdare Mahkemesi, yetki, şekil ve itirazın reddine yönelik idare işlemi açısından hukuka aykırı bulunarak yürütmeyi durdurma kararı aldı. Söz konusu plan, Galataport ve Haydarpaşa gibi büyük projeleri de kapsıyordu.

    ÇMO İstanbul Şube Başkanı Eylem Tuncaelli yaptığı açıklamada, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından 14 Temmuz 2006 tarihinde kabul edilen ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nca 22 Ağustos 2006 tarihinde onaylanarak askıya çıkarılan 1/100.000 ölçekli İstanbul İl Çevre Düzeni Planı’nın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle İstanbul 2. İdare Mahkemesi’ne başvurduklarını hatırlattı. Tuncaelli, planın hazırlanma ve onaylanma sürecinin hukuka aykırı olduğunu, Plan Yapımını Yükümlenecek Müelliflerin Yeterliliği Hakkında Yönetmelik hükümlerinde yer alan koşulları taşımayan müellifler tarafından hazırlandığı, şehircilik ilkelerine ve planlama tekniklerine aykırı olduğunu kaydetti.

    Tuncaelli, temel kararları ve öngörüleriyle İstanbul ve ülkenin geleceği hakkında ciddi sakıncalar taşıyan, şehircilik ve planlama ilkelerine ve kamu yararına, hazırlanma ve onama şekli açısından da açıkça hukuka aykırı bulunan 1/100000 ölçekli İstanbul İl Çevre Düzeni Planı’nın iptali için açtıkları davanın sonuçlandığını kaydetti. Tuncaelli, dava sonucunda; İstanbul 2. İdare Mahkemesi, yetki, şekil ve itirazın reddine yönelik idare işlemi açısından hukuka aykırı bulunarak yürütmeyi durdurma kararı alındığını bildirdi.

    Tuncaelli, yürütmeyi durdurma kararını İstanbul için önemli bir karar olarak gördüklerini belirterek, “İstanbul’a çakılan her çivi bu projeyle yapılacaktı. Galataport, Haydarpaşa gibi projeler de bu plan çerçevesinde yapılacaktı. Yürütmeyi durdurma kararından yapılacak kentsel düzenleme projelerinin hiçbiri yasal olmayacaktır. İstanbul ve çevresi için çok önemli bir karar olarak görüyoruz” dedi.

    Evrensel, 03.03.2008

    S¸AİRİN DOG?DUG?U EVİ VEFASIZLIK YIKTI





    Yazarlar hakkında asıl bilgi eserlerini kaleme aldıkları evlerde saklıdır. Kitaplarından sonra okuyucularına bıraktıkları en değerli hatıraları işte bu yüzden evleridir. Ancak usta kalemlerin eserlerini yazdıkları bu evlerin çok az bir kısmı makus kaderini yenmiş durumda. Müze olarak korunan yazar evleri dışında pek çok yazarın yaşadığı evleri tek tek yıkılıyor. En son Türk şiirinin en büyük ismi Yahya Kemal Beyatlı'nın Üsküp'te doğduğu ev yıkılarak otopark yapıldı. İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eserleri Sahipleri Meslek Birliği), yaptığı yazılı açıklamada, "Yahya Kemal'in doğduğu ev yıkılmış, evin yerinde sadece otopark vardır. Ancak çocukluğunu geçirdiği Kumbarcılar Konağı halen boştur ve yıkılmayı beklemekte, yakında bu kültür mirasını da kaybetme endişesi içindeyiz" dedi.

     

    Bu yıl, cumhuriyet dönemi Türk şiirinin en büyük temsilcisinin ölümümün 50. yıldönümü olduğu hatırlatılan açıklamada, “2 Aralık 1884'de Üsküp'te doğan ve 18 yaşında İstanbul'a göç eden, şiir ve yazılarında hem Türkiye'yi hem de Makedonya'yı yaşatan büyük Türk şairi Yahya Kemal Beyatlı'nın aziz hatırasını yaşatmak boynumuzun borcudur" denildi. İLESAM, 2008'in Turizm Bakanlığı tarafından Yahya Kemal Beyatlı Yılı ilan edildiğini hatırlatarak, her iki ülkenin yetkililerini, görevlerini yerine getirmeye davet etti

     

    Evlerine sahip çıkamadıklarımız:

  • Ziya Osman Saba'nın Kadıköy Misak-ı Milli Sokak No: 37'de oturduğu ev yıkıldı.

     

  • Şeyh Galip'in Sütlüce'de bir süre yaşadığı Elif Efendi Sokak No: 2'deki evi de yeni sahibi tarafından kısa bir süre önce yıkıldı. Asaf Halet Çelebi'nin Beylerbeyi'ndeki evi yeni sahibi tarafından restore ediliyor.

     

  • Ahmet Muhip Dıranas'ın Sinop'un Karaoğlan Köyü'nde ormanlık içinde kendi eliyle yaptığı ahşap evi de akıbeti ne olacağı bilinmeden duruyor.

     

  • Nazım Hikmet'in Piraye Hanım'la yaşadığı Cihangir'deki evin kapısına plaket asılmış; ancak apartmanda yaşayanlar ile bu faaliyetleri yürüten S¸ehr-i İstanbul Derneği arasında sorun çıktığı için kaldırılmış.

     

  • Necip Fazıl'ın hem Türkiye'de hem Mısır'da yaşadığı birkaç evi var. Erenköy'de son yıllarını geçirdiği evi geçen yıl imar nedeniyle yıkıldı.

     

  • Ahmet Haşim'in Kadıköy'de yaşadığı bilinen evi yıkılan evler arasında.

    Yeni Şafak, Haber: Fazlı Şahan, 03.03.2008

  • TARİHİ RUM KÖYÜ TURİZME KAZANDIRILIYOR

     

    Aydın Didim'de bulunan tarihi Rum köyü Yoran'ın kültür turizmine kazandırılması için çalışma başlatıldı.


    Didim Belediye Başkanı Mümin Kamacı, Didim'in eski yerleşim merkezi olan ve Apollon Tapınağı çevresinde bulunan tarihi Rum köyü Yoran'ı, kültür turizmine kazandırmak için çalışma başlatıklarını ifade etti.


    Yoran'daki eski Şapel Evi'nin restore edilerek Meandros Bilginler Evi ve Didim Belediyesi Koruma, Uygulama ve Denetleme Bürosu (KUDEB) binası olarak kullanılmasının Kültür ve Turizm Bakanlığı Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandığını belirten Kamacı, Aydın Valiliği İl Özel İdaresi'nin de bu amaçla Şapel'in Didim Belediyesi tarafından kamulaştırılmasına, yüzde 95 gibi yüksek bir oranda katkı payı vermeyi kararlaştırdığını ifade etti.


    Söz konusu bölgede 100'den fazla tarihi evin olduğunu, bu evlerin birinci derece arkeolojik sit alanı içinde kaldığı için şimdiye kadar hiçbir restorasyon çalışması yapılamadığını anlatan Kamacı, Söke'deki Kemalpaşa evleri için benzer bir çalışmanın yapıldığını ifade ederek, Yoran köyünde kaderine terk edilmiş tarihi evleri restore ederek Didim'in kültür hayatına ve turizme kazandırılmasını planladıklarını ifade etti.

    Öncelikle kamu, yerel yönetim, üniversite iş birliğiyle örnek olarak restore edilecek bir binanın, yıllardır çözümsüz kalan eski köyün geleceğine bir umut ışığı olacağını belirten Kamacı, "Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'yle birlikte bir çalışma başlatıldı. Prof.Dr. Serap Yaylalı'nın önerisi üzerine kültür, bilim ve sanatta Meandros'u antik dünyanın merkezi haline getirmiş, felsefe, matematik, astronomi ve coğrafyada dünyaca ünlü Miletos bilginlerini tanıtmak için oluşturulacak, Meandros Bilginler Evi'nin Yoran'da kurulmasına karar verildi. Eski köyde yapılan araştırma sonucunda yaklaşık 1000 metrekare bahçesi ve iki binası olan eski S¸apel, projeye uygun bulundu. Binalardan biri Meandros Bilginler Evi olarak kullanılırken, bir diğeri de Didim Belediyesi binası olarak hayata geçecek. Didim gelecekte hem tarihi hem de turizm yönüyle dünyanın sayılı yerlerinden olacak" diye konuştu.

    Kamacı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Rahmi Aksungur'la yapılan görüşme sonunda, daha önce çeşitli fakülteler ve bölümler düzeyinde Aydın'ın tarihi ve turistik yerlerinin tanıtımını amaçlayan "Uygarlıklar Deltası Meandros" projesine destek aldıklarını, üniversitenin artık rektörlük düzeyinde burada yapılacak çalışmalara da imza atmasına karar verildiğini söyledi.

    Haber Eskpres, 03.03.2008

    AYAZMA SEVİNSİN Mİ BİLEMİYOR





    Tuzla Ayazma'daki baş döndürücü gelişmelerde son durum: Tarihi kalıntıların ve tescilli ağaçların olduğu bölgedeki inşaat konusunda dört farklı karar veren Anıtlar Kurulu, beşinci kararında inşaatın durdurulmasını istedi. Kurul, inşaatla tescilli ağaçlara zarar verildiği ve sorumlular hakkında işlem yapılması gerektiği yönünde görüş bildirdi. Belediye de inşaatı mühürledi.


    Tuzla Belediyesi, 2006'da Ayazma'da nikah salonu ve konferans salonları içeren bir kompleks için inşaata başladı. Ancak tarihi kalıntıların ve tescilli anıt ağaçların olduğu bölge koruma altındaydı, konu İstanbul 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na yansıdı. Kurul 12 Aralık 2006'daki ilk kararında uygulamanın durdurulmasını istedi. İnşaat dururken kazı yapılan bölgedeki asırlık ağaçlar da kökleri açıkta kaldığı için kuruma tehlikesiyle karşılaştı. Kurul, 10 Ekim 2007'de aynı gün içinde iki farklı karara imza attı. 835 sayılı ilk kararda İ.Ü. Orman Fakültesi'nin hazırlayacağı ağaç revizyon planının iletilmesini istedi. Aynı günkü ikinci kararındaysa projenin sakıncalı olmadığını bildirdi. Bu karara uyan Tuzla Belediyesi, inşaat çalışmalarına 2006'da kaldığı yerden devam etti. Dördüncü karar 8 S¸ubat 2008'de geldi. Bu kararda tescilli ağaçlara zarar verildiği ve ayrıca uygulamanın onaylı projesine uygun olmadığı belirtildi. Kurulun farklı kararları basına yansıdı. Kurula göre bu farklılık doğaldı. Tartışmaların sürmesi üzerine kurul geçen hafta Ayazma'da yerinde inceleme yaptı.


    Anıtlar Kurulu'nun incelemeden sonra 20 S¸ubat 2008'de aldığı son karar şöyle oldu:
    ".... ağaçlara zarar verildiği ve kurulumuza bu yönde bilgi ve belge iletilmeden binaların yerlerinin değiştirildiği anlaşıldığından alandaki inşai faaliyetlerin durdurulmasına, 2863 sayılı yasaya aykırı işlemler hususunda ilgililer hakkında yasal işlem yapılmasına; kurulumuza iletilecek yeni bilgi ve belgelerden sonra konunun yeniden değerlendirilebileceğine karar verildi."


    Tuzla Belediyesi de bu karar doğrultusunda inşaatı mühürledi. Ayrıca kurul kararında yer alan, "...Kurulumuza iletilen fotoğraflardan ve kurulumuzca yerinde yapılan incelemede temel kazılar sonucunda ortaya çıkan, Bölge Kurulu Müdürlüğü uzmanlarınca tespit edilen kalıntılarla ilgili Arkeoloji Müze Müdürlüğü'nden tekraren rapor istenmesine, yapılan temel harfriyatı sırasında ortaya çıkan bulgulardan müzeye bilgi verilip verilmediğinin sorulmasına" ifadesiyle de Ayazma'daki tarihi kalıntıların varlığı kesinleşti.


    Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Tuzla S¸ubesi Başkanı Halil Özen, Tuzla Belediyesi'nin tarihi kalıntılarla ilgili Arkeoloji Müzesi'ne bilgi vermediğini belirterek, "Tuzla Belediyesi'nin başından beri yaptıkları bir suçtur. Ayrıca Anıtlar Kurulu da aynı gün verdiği iki farklı kararla görevi kötüye kullanmış ve bir yılı geçen zamana yaydığı beş farklı kararla hem tarihsel değeri olan hem de tescilli ağaçların bulunduğu Ayazma'ın tahrip edilmesine neden olmuştur" dedi.

    Radikal, Haber: Serkan Ocak, 03.03.2008

    MISIR'DA ÖLÜLER İÇİN SAHTE KAPILAR

     

    Bir arkeologlar ekibi tarafından büyük bir Mısır nekropolünde yapılan kazılarda ölülerle iletişim için kullanıldığı düşünülen sahte kapılar bulunduğu bildirildi. Kapılar, arkeolojik açıdan şimdiye dek fazla buluntusu olmayan ve MÖ 2160 ila 2055 yılları arasına tarihlenen İlk Ara Dönem’e ait. İspanyol ekip, Kahire’nin 100 km güneyinde yer alan ve bugün Arapça ismi olan Ihnasya el-Medina ismi ile bilinen antik başkent Herakleopolis’in mezarlığında kazılara devam etmekte. Şimdiye dek sahte kapılar dışında, iki adak masası ve yeni bir mezar daha bulundu.

     

    Daha önceki kazılarda çoğunlukla soyulmuş, yanmış mezarlar bulunmuştu. Bunların antik dönem soyguncuları mı, yoksa savaşlar sırasında mı olduğu bilinmiyor. Kazı başkanı, Madrid Milli Arkeoloji Müzesi’nden Carmen Pérez Díe “Burası Mısır için çok önemli bir yerleşimde çok büyük bir bölge ve birçok şey hala daha bilinmiyor” demekte.

    National Geographic News,  Haber: Steven Stanek, 25.02.2008

    OSMANLI ARS¸İVLERİ TEK ÇATI ALTINDA TOPLANIYOR





    100 milyon belge, 36 bin defterin yer aldığı Osmanlı arşivlerinin tasnif çalışmaları yüzde 70 oranında tamamlandı. Osmanlı Devleti'nden büyük bir miras olan bu belgeler, Kağıthane'de kurulacak 'Osmanlı Arşivi Sitesi'yle tek çatı altında toplanacak. Dünyanın dört bir yanından araştırmacılara açık olan arşivlere en büyük ilgiyi ABD gösteriyor.

     

    Türkiye'nin pek çok alanda dünya sıralamasında hep önlerde olduğunu duymuşuzdur. Osmanlı Devleti'nden devralınan mirasla bugün dünyanın en zengin arşivine sahip birkaç ülkeden biri olduğumuzu bilen ise muhtemelen çok azdır. Arşivdeki 100 milyon belge, 36 bin defterin yer aldığı raflar yan yana dizildiğinde 200 km'lik bir uzunluğa erişiyor. Bu hayretengiz hazinenin yüzde yetmişi tasnif edilmiş durumda. Özellikle Ermeni meselesinden sonra daha çok kıymete binen Osmanlı arşivleri, şimdilerde araştırmacıların kolay ulaşması için hummalı bir çalışmayla dijital ortama aktarılıyor. Osmanlı arşivlerinin, dünya ve bölge tarihinin aydınlatılmasında birinci derecede kaynak niteliği taşıdığını söyleyen Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç.Dr. Yusuf Sarınay, "Osmanlı Devleti hoşgörü ve adalet sistemine dayanan, farklı din ve mezheplerden meydana gelen toplumları barış içerisinde bir arada yaşatma becerisini gösterebilmiş bir devlet. Biz de kültürel zenginliği paylaşmak ve günümüzdeki barış, hoşgörü ve medeniyetler arası diyalog ortamına katkıda bulunmak amacıyla bu belgeleri çok hızlı bir şekilde dünyaya sunuyoruz." diyor.

     

    Üç kıtada hüküm sürmüş yedi cihan devletinin kültürel birikiminin en çok Amerikalıların ilgisini çektiğini söylüyor Yusuf Sarınay. ABD'liler Osmanlı'nın bürokrasi yapısı, vakıf sistemi, sosyal ve iktisadi tarihiyle ilgili belgeleri inceliyor. Almanlar, Fransızlar, Araplar, İngilizler, İranlılar ve İsrailliler de bu hazinenin müdavimleri arasında. Dünyanın dört bir yanından gelen yabancı araştırmacıların hepsi Osmanlıca biliyor. Arşivlerin en önemli özelliği ise Türkiye'nin olduğu kadar, geçtiğimiz günlerde bağımsızlığını ilan eden Kosova gibi Orta ve Yakındoğu, Balkan, Akdeniz, Kuzey Afrika ülkelerinin kültürel, iktisadi ve siyasi tarihlerinin incelenmesinde çok önemli bir kaynak olması. Tarihçi Prof.Dr. Halil İnalcık'ın bu konudaki "Osmanlı arşivi olmadan bu devletlerin tarihi yazılamaz." sözü Osmanlı arşivlerinin kıymetini daha da açık ediyor.

     

    Kağıthane'de 80 dönümlük bir alanda 'Osmanlı Arşivi Sitesi' kurulacağını söyleyen Yusuf Sarınay, "Projenin arsa tahsisleri hazır. Dağınık olan Osmanlı Arşivleri'ni tek bir sitede toplayacağız. Burası, her türlü donanıma sahip bir yer olacak. Site, konferans ve sergi salonları sayesinde büyük bir kültür merkezi haline gelecek." diyor. Sultanahmet'teki Osmanlı Arşivleri, belgeleri koruma ve saklamanın yanı sıra hastalığa yakalanmış evrakları çeşitli yöntemlerle sağlığına da kavuşturuyor, eski ciltler, müdürlükte kurulan atölyede tek tek elden geçiyor. Tabii personel sıkıntısı gibi dertler de yok değil Osmanlı Arşivleri'nde. Eksikliklerin yavaş yavaş çözüleceğini söyleyen Sarınay, tasnif çalışmasına 1930'lu, 40'lı yıllarda başlansaydı şu an durumun çok daha farklı olabileceğine değiniyor. Paris, Londra, Viyana, Roma gibi elçiliklerdeki Tanzimat'tan günümüze kadar olan belgeler ve dünyadaki Osmanlı kültürüyle alakalı vesikalar da yavaş yavaş İstanbul'da toplanıyor. Prof.Dr. Halil İnalcık'ın 1985'te, devrin Başbakanı Turgut Özal'a, "Bana Osmanlı arşivini verin, size bir kültür imparatorluğu kurayım." dediğini duyunca, bu büyük hazinenin öneminden satırlarca dem vurmaya pek hacet kalmıyor.

     

    "Arşivcilik konusunda Avrupa Birliği standartlarında bir şeffaflık sağladık. Ermeni meselesinde arşivlerimiz yerli-yabancı tüm araştırmacılara hizmet veriyor. Araştırma için gelenlere, hangi ülkeden olursa olsun bekletmeden izin veriyoruz. Bu konuda belli belgeleri internette yayımlıyor, kitap olarak da basıyoruz. Olayın siyasi bir malzeme olarak kullanılmasını istemiyoruz. Ermeni meselesinin objektif bir şekilde aydınlatılması için herkese kapımız sonuna kadar açık."

    Zaman, Haber: Musa İğrek, 03.03.2008

    KAYSERİ'DE TARİHİ ESERLERİN ENVANTERİ ÇIKARILIYOR

     

    Kayseri Büyükşehir Belediyesi, şehrin kültür varlıklarının belgelenmesi ve kayıt altına alınması için tarihi eserlerin envanterini çıkartarak kitap olarak yayınlamaya hazırlanıyor.

     

    Yapılan çalışmalarda 93 cami ve mescit, 100 çeşme, 31 hamam, köprü, sarnıç ve mahzen gibi su yapısı, 54 türbe, medrese, metken, mezar yapısı, 38 han, çarşı, köşk, namazgah, zaviye, bezirhane, veseten, 24 kilise olmak üzere toplam 340 tarihi eser tespit edildi. Bu eserler tek tek fotoğraflanarak, mimari yapılarını içeren ayrıntılı dosyalar hazırlandı. Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, ortaya çıkartılan çalışmaların 2008 yılı içerisinde 5 cilt olarak bastırılarak, önemli bir kaynak eser olarak yayımlanacağını söyledi. Başkan Özhaseki, "Bunun yanı sıra 15. ve16. yüzyıla ait Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Ankara Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi'nde bulunan tahrir defterleri, uzman akademisyenler tarafından araştırılarak yeni Türkçeye çevriliyor. Toplam 6 ciltlik bu çalışmanın yanı sıra 1910 yılında çıkan ve dönemin olaylarını ihtiva eden Erciyes Dergisi de yine Türkçeye çevrilip basılı hale getiriliyor. Ayrıca, Kayseri Ansiklopedisi üzerinde ise çalışmalar devam ediyor." şeklinde konuştu.

    Zaman, Haber: Musa Özyürek, 02.03.2008

    CHONGQING'DE OKUNAMAYAN EL YAZMALARI BULUNDU

     

    Tujia, kendi dilleri olan ama bugüne dek yazıları bulunmamış bir etnik grup. Bu etnik grup Çin’in Hunan, Hubei, Guizhou bölgelerinde yaşamaktalar. 2006 yılında eski kitap satıcısı Zhou Yongle’ın Yiju şehrinde satın aldığı eski kitapların arasında bir kitap dikkatini çekti. 20 parça parşömene yazılmış bu kitaptaki harfler eski Çin yazısını anımsatsa da Zhou Yongle bu harflerin hiçbirini tanımıyordu. Daha sonra görüşüne başvurulan uzmanlar da hiçbir fikre sahip değillerdi.

     

    Hikaye burada bitmiyor. Zhou, 2007 yazında aynı şehirden aynı yazı karakterleri ile yazılmış bir başka kitap daha satın aldı. Zhou, elinde bulunan ve henüz çözülememiş bir yazı ile yazılmış bu iki kitap ile ilgili şu yorumu yapıyor:

     

    “Tujia’lar bir konuşma dilleri olan ama şimdidiye dek yazıları olmayan bir toplum olarak tanınıyorlardı. Eğer bu iki kitabın sırrını çözersek ve eğer bu kitaplardaki kelimelerin Tujia’lar tarafından kullanıldığını ispatlarsak bu onların kültürü için çok önemli bir keşif olur.”

    The Epoch Times,  24.02.2008

    TLOS ANTİK HAMAMINDA ARS¸İMET TEORİSİ KULLANILDI

     

    Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Taner Korkut, Muğla'nın Fethiye İlçesindeki Tlos Antik Kenti'nde bulunan hamamdaki havuzun suyunun, Arşimet teorisi kullanılarak tahliye edildiğinin belirlendiğini söyledi.


    Doç.Dr. Taner Korkut, Fethiye yakınlarındaki Tlos Antik Kenti'ndeki kazı çalışmalarına 2005 yılında başlandığını ifade etti. Kazının Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle yürütüldüğünü anlatan Korkut, antik kentin tarihinin şu andaki verilere göre Milattan Önce 2000 yıllarına dayandığını belirtti.

     

    Çalışmalar çerçevesinde geçen yıl yürütülen kazılarda hamam yapısının ortaya çıkarıldığını bildiren Doç.Dr. Korkut, hamamda en dikkat çekici özelliğin, yapının havuz bölümündeki suyun tahliyesi için kullanılan sistem olduğunu ifade etti.

    Doç.Dr. Taner Korkut, sistemin, Arşimet'in suyun kaldırma kuvveti teorisi kullanılarak inşa edildiğine dikkati çekerek, havuza giren kişinin kütlesi kadar suyun, bu tahliye sistemi aracılığıyla yeraltındaki dehlizlere gittiğini vurguladı. Korkut, "Arşimet teorisi bugüne kadar, fizikçiler, matematikçiler tarafından kullanılıyordu. Ancak bu teorinin ilk kez arkeolojik alanda kullanıldığını belgelemiş oluyoruz. Bu da bize o dönemde yaşayan insanların bilim ve teknik yönden ne kadar ilerlemiş olduğunu gösteriyor" dedi.


    MÖ 287-212 yıllarında yaşayan Arşimet, matematikçi, fizikçi, astronom, filozof ve mühendisti. Arşimet, kendi adıyla tanınan sıvıların dengesi kanununu bulmuştu.

    Haber Ekspres, 02.03.2008

    FİLYOS'TA KAZILAR DEVAM EDECEK

     

    Zonguldak Valisi Yavuz Erkmen, Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesindeki kazı çalışmalarına bu yılda devam edileceğini ve bölgenin turizm ve kültür merkezi olacağını ifade etti.

     

    Vali Yavuz Erkmen, Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Sümer Atasoy'un başkanlığında MÖ 7. yılda Miletos kentinden gelenler tarafından kurulduğu tahmin edilen Antik Tios (Tienon) kenti olarak bilinen Filyos beldesinde yürütülen kazı çalışmalarının bu yılda süreceğini kaydetti.

     

    Filyos’ta 2 yıldır süren çalışmalara devam ara verilmeden devam edeceğini anlatan Erkmen, “Bölgede 2 yıldır kaza çalışmalarını sürdürüyoruz. Kazı çalışmaları, tamamlandıktan sonra bölge turizm ve kültür merkezi olacak. Bölgede bu potansiyel var. Bölgedeki kale, antik tiyatrosu, mağaraları ve su kemerleri ile antik kent tamamen ortaya çıkarılacak. Buranın kıymetini şimdiden bilmemiz gerekir. Bunun kıymetini bilmek adına bizler üzerimize düşeni yapmaya çalışıyoruz. Üniversitemizin arkeoloji bölümünü buraya kurmaya çalışıyoruz. Bölümün kurulması için kararı alındı. Öğretim görevlisi bulmakta sıkıntı çekiyoruz. Bu sorunu da çözmek için konuyu yakından takip ediyoruz” dedi.

     

    Erkmen, belde halkına da seslenerek, kazı çalışmalarına sahip çıkılmasını istedi.

    Zonguldak Kent Haber, 02.03.2008

    TARİHİ YAPILAR TEK TEK ONARILIYOR

     

    İzmir Büyükşehir Belediyesi, uzun yıllardır ihmal edilen "kentin simge yapılarını" teker teker restore ederek kent kültürüne kazandırıyor. Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, Kemeraltı'nın "kurtuluş" projesi olarak başlatılan "cephe düzenleme projesi"nin ilk etabının tamamlandığını, İzmir 1 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun, 2. etap için sunulan projeyi de onayladığını açıkladı.

    Hizmet binası


    Uzun yıllar Anadolu Kulübü olarak işlevini sürdüren Alsancak'taki tarihi bina da, restore edilerek, kütüphaneye dönüştürülüyor. Bu kapsamda, Kültürpark'ta Açıkhava Tiyatrosu'nun altındaki Büyükşehir'e ait kütüphanenin taşınması da bitirildi. Alsancak'taki Havagazı Fabrikası'nda ise çalışmaların sürdüğü, önümüzdeki günlerde çevre düzenlemesi yapıldıktan sonra kültür kompleksin hizmete gireceği belirtildi.


    İzmir'in son 100 yılına tanıklık eden eski un fabrikası binası da, restore ediliyor. Çalışmalar bitirildiğinde tarihi yapı İZSU'nun hizmet binası olarak kullanılacak.

    Yeni Asır, 02.03.2008

    TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Kocaeli'de tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlenen operasyonda, farklı dönemlere ait 25 adet tarihi eser ele geçirildi. 

    Kocaeli İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, tarihi eser satmak için müşteri aradıkları öğrenilen U.U. ve M.K. isimli şahısların Alikahya beldesi Kozluk Mahallesi'ndeki evlerine baskın yaptı. 

    Operasyonda 8 adet 2. Mahmut dönemine ait sikke, 1 adet 1. Mahmut dönemine ait altın sikke, 1 adet 3. Selim dönemine ait altın sikke, 2 adet 3. Mustafa dönemine ait altın sikke, 2 adet vazo, 1 adet kama, 1 adet kılıç ve 4 adet baston olmak üzere toplam 25 adet tarihi eser ele geçirildi. U.U. ve M.K. isimli şahıslar gözaltına alınırken, olayla ilgili soruşturma sürüyor.

    Kocaeli Kent Haber, 01.03.2008

    ZEUGMA MÜZESİ'NİN AKIBETİ TAM BİR MUAMMA

     

    Gaziantep’te yapılması planlanan Zeugma Müzesi’nde 1500 metrekare mozaik sergilenebilecek.

    Böylece dünyanın en büyük mozaik müzesi olacak. Projesi hazır, ihalesi yapılmış ama Kültür ve Turizm Bakanlığı henüz onay vermemiş. Dünyanın en büyük mozaik müzesi projesi işte böyle sallantıda.

    Zeugma Müzesi projesi tam bir yılan hikayesine döndü. Zeugma antik şehrinden çıkartılan mozaikleri barındırmak için yapılacağı söylenen müzeyle ilgili haberleri nicedir bekliyordum.

    Geçenlerde Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey aradı. "Müzenin projesi hazır. İhalesi de yapıldı" haberini verdi.

    Müzenin projesini ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Profesör Abdi Güzer ve ekibi çizmiş. İhaleyi ise Ankara’dan AC İnşaat Şirketi kazanmış.

    Ancak dünyanın en büyük mozaik müzesi olma iddiasındaki bir müze için yapılan çalışmalar büyük bir sis perdesi ardında.

    İspanya’nın Bilbao kentinde ünlü mimar Frank Gehry’nin çizdiği Guggenheim Müzesi’nin daha inşaatı başlamadan dahi nasıl yazılıp çizildiğini ve konuşulduğunu hatırlıyorum da... Müze ortaya çıkmadan reklamı yapılmıştı adeta. Kimselerin adını sanını bilmediği Bilbao kenti de dünyanın gündemine oturmuştu.

    Son derece değerli bir hazineye sahip Gaziantep de aynen Bilbao gibi böyle bir fırsatı yakalayabilirdi. Ünlü bir mimarın elinden çıkmış bir çizimle dünya çapında bir müzeye kavuşabilirdi. Bilbao gibi tüm dünyadan ziyaretçi akınına uğrayabilirdi.

    Ama Gaziantep, Zeugma Müzesi için uluslararası bir yarışma açma fikrine hiçbir zaman sıcak bakmadı. Bana kalırsa önemli bir fırsatı kaçırdı.

    Her neyse şimdi Gaziantep Belediyesi’nin elinde altı aylık bir çalışmanın ürünü olan bir proje var.

    Asım Güzelbey’den rica ettim. Fotoğraftaki projeyi gönderdi. Proje, Gaziantep Müzesi arkeoloğu ve müdür yardımcısı Dr. Mehmet Önal’ın da desteğiyle, eserler tek tek ele alınarak çizilmiş. Gerçekten değerli bir çalışma.

    Müzenin yer alacağı arazinin büyüklüğü 40 dönüme yakın. Gaziantep Belediyesi bu müze için 18,5 trilyon liralık bir bütçe ayırmış. (YTL değil) Asım Güzelbey’e göre, özelleştirmeden alınan arsanın değeri de 25 trilyon lira civarında. Nereden bakarsanız bakın büyük bir proje.

    Halen dünyanın en büyük mozaik müzesi Tunus’taki Bardo Müzesi. Bardo Müzesi’nde sergilenen mozaik eserler 1300 metrekare yer kaplıyor.

    Gaziantep’te yapılması planlanan Zeugma Müzesi’nde ise 1500 metrekare mozaik sergilenebilecek. Bugün Gaziantep Müzesi’nin ziyaret ederseniz sadece 400 metrekare mozaik görebilirsiniz.

    Zeugma antik şehrinden çıkartılmış hazineler müzenin bodrumunda. Kazılar tekrar başladığı takdirde yeni çıkartılacak olanları da hesaba katın.

    Asım Güzelbey’e göre "Mozaik Müzesi, Cumhuriyet tarihimizin en büyük müzesi olacak."

    Proje hazır, ihalesi yapılmış ama Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan henüz onay yok.

    Güzelbey "Önümüzdeki günlerde onaylanmazsa projeden vazgeçeceğim. Onaylanırsa önümüzdeki nisan ayında inşaata başlayıp bir yılda tamamlayacağız" diyor.

    Dünyanın en büyük mozaik müzesi projesi işte böyle sallantıda.

    Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 02.03.2008

    HASANKEYFLİLERİN HİÇ KEYFİ KALMADI

     

     

    Ilısu barajı ile sular altında kalacak Batman'ın Hasankeyf İlçesi sakinleri doktorsuz ve ambulanssız kaldı. 4 Mart'ta Ankara'ya giderek Avrupa ülkelerine iltica etme eylemi gerçekleştirecek Hasankeyfliler, 10 bin nüfuslu ilçedeki doktor sayısının altıdan bire düşmesine isyan ediyor. Hasankeyf'te şu anda çalışan tek doktor da akşamları Batman'a dönmek zorunda. Hafta sonları ve akşam mesai saati sonrasında doktorsuz kalan ve acil vakalarda ne yapacaklarını bilmeyen Hasankeyfliler durumu protesto etti. Geçtiğimiz hafta içinde İl Sağlık Müdürlüğü önüne siyah çelenk bırakarak, sivil toplum örgütleri ile birlikte tepkilerini gösteren kalabalığa destek veren Batman Mazlumder Yöneticisi Murat Çiçek, Hasankeyf'in baraj nedeniyle gözden çıkarıldığını söyledi. İl merkezi ile 40 kilometre mesafe olmasına rağmen kalp krizi, trafik kazası ya da doğum gibi acil vakalarda ölümcül sonuçlar ortaya çıkabileceğini belirten Çiçek, "Yazın nüfus daha da artıyor. Tek bir doktorla nasıl sağlık hizmet verilecek" dedi.

    Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 02.03.2008

    PICASSO KAÇ TAKSİT OLUR?

     

    Sanata ilgi duyuyor, bir koleksiyon hayali kuruyorsunuz. Ya da yatırım amaçlı birkaç parçaya sahip olmak hiç de fena fikir değil diye düşünüyorsunuz. Ama gözünüz neye kaysa, fiyatı sizi aşıyor. Bu durumda ne yapacaksınız?


    Tablo kredisi işte bu noktada tıkananlar için düşünülmüş bir hizmet. Uygulamayı başlatan Yapı Kredi'nin Özel Bankacılık ve Yurtdışı Faaliyetler Yönetimi Genel Müdür Yardımcısı Erhan Özçelik, hem müşterileriyle hem de müzayede ve galeri sahipleriyle yaptıkları görüşmelerde sanatseverlerin bir finansman desteğine ihtiyaç duydukları, bu sağlanırsa piyasada ciddi bir hareketlenme olacağı sonucuna vardıklarını söylüyor: "Amacımız koleksiyonerlik yapan veya başlamayı düşünen müşterilerin ihtiyaçlarını karşılamak. Böylece çağdaş ressamların da daha geniş kitlelere ulaşabileceğini düşünüyoruz."


    Banka bu krediyi en fazla 48 aya kadar vadeyle veriyor ve gayrimenkul ipoteği, mevduat rehini, kefalet gibi bazı teminatlar istiyor. Başka bir yol da tabloyu rehin olarak bırakmak. Yani borcunuz bitene kadar eser bankada kalıyor. Özçelik, yatırımcı sanatseverlerin bu uygulamayı tercih edeceğini gözlediklerini söylüyor.


    Sanat camiasının bu gelişme karşısındaki tavrı genel olarak olumlu. Parası kısıtlı olan sanat meraklılarını, özellikle de genç tüketicileri piyasaya dahil edebileceği için önemli bir proje olarak görüyorlar. En kayda değer endişe, bu krediyle alınacak tabloların isim yapmış sanatçılara ait olacağı için yeni sanatçıların kendini göstermesi konusunda bir fırsat yaratmayacağı konusunda.

    MEHMET GÜLERYÜZ (Ressam)

    Uzun zamandır önerdiğim bir konuydu. Tabii, araba ve ev için kredi verilirken neden sanat için verilmesin? Kredi alanların nasıl değerlendirmeye kalkacaklarını bilmek zor. Gençlerden koleksiyon yapmak isteyenler de olacaktır, tanınanlardan da alınacaktır. Her halükarda ilginç. Başka bir yerde olduğunu sanmıyorum. Fransa'dan yeni geldim, orada bahsettiğimde çok ilginç buldular. Uzun vadede ödenirse, şartları uygun olursa, Türkiye gibi bir yerde faydası olacağını düşünüyorum. Özellikle sanat sergileri yapan bir banka tarafından böyle bir uygulamanın başlatılması benzerlerini de beraberinde getirecektir. Giderek bu konu etrafında, sanat yapıtına ulaşmada belli kolaylıklar ve uzun vadeli ödeme anlamına gelecektir. S¸öyle bir güzelliği var; eğer alınan yapıt prim yaparsa kendini ödeyecektir. Meta değeri var, küçük ekonomi sahiplerine de fırsat sayılabilir.

    HÜSAMETTİN KOÇAN (Sanatçı)

    Sevindirici bir gelişme. Yapı Kredi, Akbank ve İş Bankası zaten sanatla iç içe bankalar. Yapı Kredi her zaman müzik, resim ve sahne sanatları konusunda yarışmalar düzenleyen, kültür alanının demokratikleşmesi ve yerelleşmesinde rolü büyük bir kurum. Eğer bu kredi onun bir uzantısıysa, piyasadakinden daha düşük faizle ucuz bir kredi veriyorsa, hareket getirir. Pozitif ve zeki bir proje, desteklenmeli. Sanatı sektör gibi algılamanın bir sonucu ise, bu da yaklaşım ve disiplin açılarından sevindiricidir. Geniş kitlelere yayılır mı; ne şartlarda verileceğine bakmak lazım. 'Entel' tabir edilen, parasız ama sanata yakın bir kesim var, onlara uygun olmalı. Bankacılık sisteminin sanata katkısı açısından olumlu ama yeterli değil.

    LEVENT ÇALIKOG?LU (Küratör)
    Tablo kredisi bir şekilde ekonomi yaratacaktır, o kesin. Bu kültürel bir ekonomi mi, kapitalist mi olacak bilemeyiz, ama bir sahne kuracaktır. Piyasaya nasıl bir enerji katacağını görmek lazım. Bir bankanın sanat danışmanlığıyla, uzmanlarla birlikte sahne oluşturmaya çalışması doğrudur. Uzmanların bankayla diyaloğu ve yönlendirici olmaları önemli, uzmanların konum ve pozisyonunu da iyi tarif etmek lazım. Bununla beraber, danışmanlığın bugüne bakmasında fayda var. Zaten sanat ortamında yerleşmiş bir ekonomi var. Bunlar da daha çok zaten piyasada yerleşmiş sanatçılar. Hem modern hem de oryantalist tablolara konsantre bir sanat piyasası hakim. Bu yüzden yönlendirici olmak çok ciddi bir profesyonellik gerektirir. Öte yandan bu çalışmayı daha bugüne, sanatın 80'ler sonrası değişimine çekmek çok daha önemli ve akıllıca bir yöntem olacaktır. Sanat alanında şüphesiz çok önemli ortak ve genç kuşak sanatçılar var. İyi bir yorum ve analizle geleceğe yönelik olarak genç sanatçılardan yapıt alıp uzun vadeli bir yatırım fikrini unutmamak gerekir. Potansiyele sahip sanatçı seçimine doğru yönlenmesi gerekiyor. Bu sayede tablo kredisinin gençlere de faydası olabilir.

    RAFFİ PORTAKAL (Müzayedeci)

    Bu kredinin nasıl oluşması gerektiğini söyleyenlerdenim. İki yıl önce başka bir bankaya önermiştim. Ben de zamanında yurtdışında bir banka bana teklif ettiğinde öğrendim. Yapı Kredi de bu uygulamayı başlatırken danıştı bana. Aslında bu kredi Batı'da Picasso gibi büyük sanatçıların eserlerini 10-15 milyon dolara satan galeriler tarafından da kullanılıyor. Bu kadar büyük paralar söz konusu olunca, galerilerin arkasında bankalar ve sigortacılar duruyor. Ben dersi oradan aldım. Türkiye'de de faiz makul oranlara düşünce böyle bir uygulamanın zamanı gelmiş oldu. Aslında buna ihtiyacı olan, bireylerden çok galerilerdir. Çağdaş, Batılı anlamda sanatçıları kendine bağlayacak, onlara destek olacak, tabii bazıları da bu arada batacak. Bunun ideali iki bölüm olması. Birincisi 200-300 bin dolarlık büyük işlerle uğraşsın, diğeri 5-10 bin dolarlık perakende işlere baksın. Bireysel krediyi genç çocuklar alacak, onlar sanatın aydınlık yüzünü oluşturacak. Çünkü entelektüel, bilinçli kesimler eser alınca piyasaya da çekidüzen gelir. Bunun sonsuz faydaları var. Eserlerin kalıcılığından tutun da katalog hazırlamaya kadar yarış alanı genişler. Bugün yaratıcıları dünyada olmayan klasik dönem sanatçıları bile etkilenir bu işten. Çünkü iki dönem arasında görünen ve görünmeyen fiyat ilişkisi vardır. O da şekillenir, uzaklaşıp açılmak yerine birbirine yaklaşır. Dünü bilmeden bugünü bilemeyiz ama çağdaş sanatçıların ileri gitmesine çalışılmalı. Eski sanatçılar hep içe dönük çalışırdı ama bugünküler yurtdışına açılıyor. Zamanla oradan buraya da akış olacak. Bu küçük adımlar, büyük gelişmelerin önünü açabilir.

    TANER CEYLAN (Ressam)

    Olaya yine tersinden yaklaşılıyor. Genç sanatçılar zaten yapıtlarını çok ucuza satıyorlar. Galeri yokluğu nedeniyle büyük bir kısmı galerilerle çalışamıyor. Diğer bir deyişle yemek hazır ama lokanta yok. Resim alıcısı eseri galeriden alıyorsa zaten galeriler indirim ve taksitlendirme gibi gerekli kolaylıkları sağlıyorlar. Yardıma ihtiyacı olan alıcı değil sanatçının kendisi! Diğer taraftan yerli koleksiyoner, yerli genç sanat ve sanatçıyla pek ilgili değil. Var olan prestijlerini daha da ünlü uluslararası isimlerle yükseltmeye çalışılıyorlar. Daha ziyade çok yüksek rakamlara yurtdışındaki sanatçılara yatırım yapıyorlar. Alınan yerli sanatçılar rüştünü çoktan ispat etmiş veya hayatta olmayan isimler. Bu isimlerin eserleri de sürekli el değiştiriyor. Bunun sebebi burada alınan yerli sanatçının uluslararası arenada hiçbir geçerliliği olmaması, riske girmek istemiyorlar. İstisnalar hariç, yerli genç sanatçılar bu sisteme giremiyorlar. Önce bunun halledilmesi gerekiyor. Bu banka kolaylığı ancak var olan naftalin kokulu sistemi cilalayıp, borsadan sıkılan yatırımcılara alan açacaktır.

    Radikal Cumartesi, Haber: aras Zarakol, 01.03.2008

    ANADOLU BİR ZAMANLAR TAKIMADA DEĞİLMİŞ

     

    Anadolu'nun, şimdiye dek sanılanın aksine, 25 milyon yıl önce Avrupa ve Asya'yı ayıran bir ''archipelago'' (takımada) olmayabileceği belirtildi. Fransız Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS) tarafından yapılan araştırmada, Fransız ve Türk bilim adamlarının 2002 yılında Çankırı ve Çorum illerinde yaptığı ortak çalışmalar sırasında bulunan dev bir gergedanın kemikleri üzerindeki incelemelerin sonucuna yer verildi.

    Bilim adamlarının yaptığı kazıda 33,7 milyon yıl önce ile 23,8 milyon yıl önce arası yaklaşık 10 milyon yıl süren Oligeson çağında yaşamış boynuzsuz gergedanın kemiklerine rastlandı.

    Araştırmacılar, bu dev hayvanın özellikle Pakistan, Çin, Moğolistan ve Kazakistan'da "Paraceratherium" olarak bilinen bir gergedan olduğu sonucuna vardı.

    Aynı bölgede bulunan, Avrupa ve / veya Asya'da günümüzde yaşayanlarla yakın akrabalıkları olan bazı geviş getiren ve kemirgen hayvanların kemiklerine de rastlanması, Anadolu'nun 25 milyon yıl önce Avrupa ve Asya'yı ayıran bir takımada olduğu tezine gölge düşürdü.

    O dönemde Avrupa ve Asya ile sıkı ilişkiler olduğunu kanıtlayan araştırmacılar, Oligeson çağında Anadolu'nun denizle ayrılmış olmadığı ve iki karayı yakınlaştırarak hayvanların "ayakları ıslanmadan" Asya'dan Anadolu'ya geçmesini sağladığı sonucuna vardı.

    Araştırma, İngiliz bilim dergisi Lennean Society'nin hayvan bilimleri dergisinde yayımlandı.

    Milliyet, 01.03.2008

    DÜNYANIN MÜZE BAS¸KENTİ LONDRA

     

    Dünyanın en popüler müzelerinin İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunduğu açıklandı. İngiltere’de yayımlanan “The Art Newspaper” (sanat gazetesi) tarafından yapılan araştırmaya göre, dünyanın en çok ziyaret edilen 40 müzesinden 7’si Londra’da. Londra’yı, ilk 40’a üçer müzeyle giren Paris ve Madrid takip ederken, Washington, Chicago, Barcelona ve Moskova’da listeye 2’şer müze ile girdi. Geçen yıl en fazla ziyaretçi çeken müze ise 8.3 milyon ziyaretçiyle Paris’teki Louvre Müzesi oldu. Listede Türkiye yer almadı.

    Dünyanın en çok ziyaret edilen müzeleri listesinin ilk 10 sırası ve de geçen yılki ziyaretçi sayıları şöyle:

    1- Louvre, Paris (8.3 milyon)
    2- Centre Pompidou, Paris (5.5 milyon ziyaretçi)
    3- Tate Modern Londra (5.2 milyon)
    4- British Museum, Londra (4.8 milyon ziyaretçi)
    5- Metropolitan Museum of Art, New York (4.5 milyon ziyaretçi)
    6- National Gallery of Art, Washington (4.5 milyon ziyaretçi)
    7- Vatican Museums, Vatikan (4.3 milyon ziyaretçi)
    8- National Gallery, Londra (4.1 milyon ziyaretçi)
    9- Musee d’Orsay Paris (3.1 milyon)
    10- Museo Nacional del Prado, Madrid (2.6 milyon ziyaretçi)

    haber3.com, 01.03.2008

    KOCAGÖZ KONAĞI'NA ÖDENEK

     

    Bartın'ın Ulus İlçesi'nde onarımı 1998 yılından bu yana devam eden Kocagöz Konağı'nın onarımının tamamlanması için Ulus Kaymakamlığına devir yapılarak, 188 bin YTL ödenek ayrıldı.


    AKP Bartın Milletvekili Avukat Yılmaz Tunç, konağın onarımının bugüne kadar çeşitli nedenlerle tamamlanamadığını, Müze ev olarak kullanılmak üzere Kültür Bakanlığına tahsis edilen konağın 2 Ocak 2008 tarihi itibariyle Ulus Kaymakamlığına devrinin sağlandığını söyledi. 188 bin YTL ödenek ayrılan konağın onarımı kısa süre içerisinde tamamlanacak.


    Ulus'un merkezinde yer alan tarihi konağın Kaymakamlığın çalışmaları ile ilçeye kazandırılacağını belirten AKP Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, yöresel el sanatları kursları, sergi salonu ve internet bilgi evi olarak hizmet verecek olan Kocagöz Konağının onarımı ile Ulus'un önemli bir esere kavuşacağını söyledi.

    Bartın Kent Haber, 29.02.2008

    EUROPA NOSTRA ALLIANOI İÇİN EXPO 2015'E BAŞVURUYOR





    Bünyesinde, tarihi mirasın korunması ilgili 250 Avrupa kuruluşunu temsil eden Avrupa Pan-Federasyonu Europa Nostra, uluslararası fuarlar bürosu sekreteri Vicente González Loscertales ve İzmir valisi Cahit Kıraç’a, tarihi kent Allianoi’nin korunmasını sağlamak üzere müdahale etmeleri konusunda başvuruda bulundu.

    Batı Türkiye’de İzmir yakınlarında bulunan Allianoi, bilinen en büyük ve en iyi korunmuş, halen şifalı termal sulara sahip tarihi tedavi merkezlerinden biri olarak görülüyor. Allianoi'nin arkeolojik emsalsiz değeri 2001 yılında Kültür Bakanlığı Doğal ve Kültürel Mirasın Korunması konusunda görevli İzmir Bölge Komitesi tarafından da kabul edilmiş ve Allianoi A sınıfı korunması gerekli arkeolojik alan ilan edilmişti.

    Bununla birlikte, eğer derhal bir önlem alınmaz ve Türk yetkililer 2007 yazında inşaatı tamamlanan Yortanlı Sulama Barajının valflerini kapatmaya karar verirlerse, bu istisnai arkeolojik sit sular altında kalacak.

    Europa Nostra’nın bugünkü başvurusu, daha önceleri bu konuda pek çok Türk uzman ve derneğinin, Avrupa Birliği kuruluşlarının ve içlerinde Europa Nostra, EAA ve ICOMOS’un da bulunduğu uluslararası koruma kurullarının yapmış oldukları uyarı ve başvuruları izliyor.

    Europa Nostra'dan yapılan açıklamada şöyle deniliyor:

    "İzmir, 'Herkes için Sağlık' temasıyla EXPO 2015’in adayları arasında bulunmaktadır. Türk Hükümetinin tarihteki en önemli tedavi merkezlerinden birini yok etmekle sonuçlanacak bir planı uygulaması, olayı daha da müessif ve kabul edilemez kılmaktadır. Oysa EXPO 2015, Allianoi’yi kurtarmak için önemli fırsatları ve gerekli kaynakları da sağlayabilir.

    Şimdiye dek sit alanının sadece yüzde 20’si gün ışığına çıkarılmıştır. Bu açıdan Allianoi, ortak Avrupa tarihimiz ve kültürümüz açısından paha biçilmez bilgi kaynağı oluşturmaktadır. Bu nedenle Europa Nostra daha fazla gecikme olmaksızın alanın uygun bir biçimde kazılması ve belgelenmesi konusuna dikkat çekmektedir.

    Europa Nostra’nın daha önce Türk hükümetine gönderdiği mesajlarda da vurgulandığı gibi, Allianoi kültür ve sağlık turizmi açısından çok nitelikli bir hedef oluşturmakta ve bu konuda büyük potansiyel taşımaktadır. Alanın yerel nüfus için getireceği tartışılmaz yararların, etkin ömrü 50 yıldan fazla olmayacak bir sulama barajı ile karşılaştırıldığında çok daha fazla ve önemli olduğu aşikardır. Bu nedenle sürdürülebilir kalkınma için bölgede alternatif bir planın karşılaştırmalı olarak ele alınması son derece gereklidir.

    2006 yılında Türkiye Kültür Bakanlığı tarafından kurulan Özel Bilimsel Komite, alanın sular altında kalmasından önce sit alanının toprak bir duvarla korunması veya arkeolojik alana ait en önemli strüktürlerin başka bir yere taşınması gibi bir dizi alternatif koruma önerisi getirmiştir. Bu önerilerin henüz hiçbiri uygulanmamıştır, ancak Europa Nostra onay verildiği takdirde bunların uygulanması için hala biraz zaman olduğuna inanmaktadır."





    Europa Nostra / Tarihi Miras Avrupa Federasyonu

    Avrupa’da aktif haldeki 250’nin üstünde sivil toplum örgütünün temsil edildiği bir platformdur. Avrupa sivil toplumunun, Avrupa Birliği kuruluşları, Avrupa Konseyi ve UNESCO’nun da içinde bulunduğu uluslararası kuruluşların da ilgilendiği tarihi miras konularında aktif, geniş çaplı hareketinin sesidir. Europa Nostra kendini, tarihi miras ve onun yararlarının kamu bilincine sunulması, tarihi mirasın hem Avrupa hem de ulusal düzeyde kamu politikalarının önceliği haline getirilmesine adamıştır. Tarihi mirasın korunması, mimarlık, kentsel ve kırsal planlama alanlarında Avrupa düzeyinde yüksek standartların sağlanması ve kentsel ve kırsal alanın, yapma ve doğal çevrenin dengeli biçimde sürdürülebilir kalkınmasının desteklenmesi gibi özel amaçlara sahiptir.

    Europa Nostra, Avrupa’nın risk altındaki tarihi mirasının korunması ve kurtarılması konularında ulusal ve uluslararası kampanyaları destekler. Koruma ve kültürel mirasın gelişmesi konularında örnek oluşturacak girişimleri Avrupa Birliği Kültürel Mirası Koruma Ödülleri ile cesaretlendirir. Europa Nostra, çeşitli aktiviteleri ile kültürel mirasın Avrupa kimliğinin en önemli yapıtaşı olarak öneminin vurgulanması ve Avrupa vatandaşlığı kavramının güçlendirilmesi konusunda çalışmaktadır.

    Yapı, 29.02.2008

    İNEBOLU LİMAN BAŞKANLIĞI RESTORE EDİLİYOR

     

    Eski Liman Başkanlığı olarak bilinen Türk Ocağı karşısındaki bina İnebolu Belediyesi tarafından restore ettirilecek.

     

    İhale 14 Mart 2008 Cuma günü saat 10:00`da Belediye Fen İşleri Müdürlüğü'nde yapılacak olan restorasyon sözleşme tarihinden itibaren 150 gün içerisinde tamamlanacak.

    İnebolu Belediyesi, 26.02.2008


    Didyma
    ...1911





    .. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
    34345 Kuruçeşme İstanbul
    Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
    e.posta: info@tayproject.org

    Copyright©1998 TAY Projesi