Haberler logo Aralık '08 Arşivi

28 Aralık 2008 - 3 Ocak 2009


DOSYA





2008'DEN KALANLAR



 

Nisan 2005’den beri bu sayfada ülkemizden ve kısmen de dünyadan kültür varlıklarına ait haberleri derliyoruz. Bu süre içinde 10.500’ün üzerinde haber derledik. 2008 yılında derlediğimiz haberler ise 3500 civarında. Her geçen yıl sonunda söylemek istediğimiz güzel şeyler boğazımıza takılıp kalıyor. Bu yıl da öyle oldu. Olmakla kalmadı, yaptığımız yaklaşık istatistikler nedeniyle bir de nutkumuz tutuldu.

 

Arşivimizi şöyle bir taradığımızda, 200’e yakın kaçak kazı, 100’e yakın tarihi eser kaçakçılığı ve 100’e yakın da tarihi eser tahribatı haberi derlediğimizi gördük. Bu rakamlar geçen yılın iki katı… Kifayetsiz yönetimlerin sonucu olan bu rakamların giderek artması endişe verici. Kanunların yetersizliği de dikkate alınırsa gelecek yıl hangi rakamlardan söz edeceğimiz açık. Hala bu konuda tek umudumuz Türkiye’de kültür varlıklarının en iyi koruyucusu olan Jandarma Genel Komutanlığı’nın çalışmaya devam etmesi.

 

2008 kültür varlıkları açısından önemli olaylara sahne oldu. Archaeology Dergisi, her yıl yaptığı gibi, bu yıl da en önemli 10 arkeolojik keşfi açıkladı. Türkiye’den Sagalassos ile Zincirli Höyük buluntuları bu 10 keşfin arasına girdi. Ne yazık ki güzel olaylar gene sınırlı kaldı, diğerleri gündemi işgal etti.

 

Yılın hemen başında Sultanahmet’te bulunan Four Seasons Oteli’nin ek binasının altındaki Bizans Sarayı’nda “Bizans oyunları”na şahit olduk. “Amaç Bizans’tan kalan eserleri yok etmek mi”, “suçlu Koruma Kurulu mu”, “kim bu işten çıkar sağlıyor” tartışmaları haftalarca sürdü. Mimarlar Odası, akademik dünya, medya, aydınlar (!) ordusu hop oturdu hop kalktı, Bakan, “içime sindiremem” dedi ama bu arada çelik iskeletler kuruldu, yapı yükseldi, hatta resmi itiraz süresi geçti, Bakan içine sindirdi, hayat devam etti.

 

Hemen hemen aynı zamanlarda bir de “Sulukule Yenileme Projesi” konusu vardı. Süleymaniye’de kültürü yok sayarak inşaatçı mantığı ile tescilli binaların bile yıkılarak yerine, UNESCO'nun uyarılarına aldırış edilmeden taklit Osmanlı evleri yapılması yetmiyormuş gibi bölgenin alt yapısı hiç araştırılmadan yapılan proje ortalığı ayağa kaldırdı. (“Ortalığı” dediğime bakmayın, hep aynı insanlardan söz ediyorum aslında…) Bu zorlama dönüşüm planı UNESCO’nun da tepkisini aldı ama devam etti.

 

İzmir Ticaret Odası'nın (İTO) Allianoi'den çıkan benzersiz su perisi (Nymphe) heykelinin kopyasını, EXPO 2008'e ev sahipliği yapacak olan Zaragoza kentine vermek için Kültür Bakanlığı'ndan izin istemesi, antik kent ile ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi. Yok edilmeye çalışılan bir antik merkezin buluntusunun tanıtım için gönderilmesi kültür politikamızın (!) traji komik durumunu gözler önüne serdi. Koruma Yüksek Kurulu’nun antik kentin üzerinin mille örtülerek korunması yönünde verdiği Ekim 2007 tarihli kararına istinaden Allianoi Girişim Grubu 2008’de AİHM’ne başvurdu. Bu arada, kentteki hamamlara sıcak su taşıyan antik boru hattının, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca yaptırılan rölöve çalışması sırasında kepçeyle kırıldığı ortaya çıktı. Anlaşılan DSİ, İlya Çayı kuruduğu için kaplıca suyu ile barajı doldurmak istiyordu. Oluşturulan bilirkişi heyeti Allianoi’yi yeniden incelemeye aldı. İnceleme sonucunda oluşturulan raporda net bir şekilde "DSİ'nin öngördüğü 772.53 metre uzunluğundaki çevre duvarının, ortaya çıkarılan tarihi eserlerin korunması için uygun olmadığı" değerlendirmesi yapıldı. DSİ ne mi dedi? Bilmiyoruz…

 

Hasankeyf’in ise yıl boyu pek keyfi yoktu haliyle. Kazılar devam etti, güzel buluntulara ulaşıldı. Ama Ilısu Barajı kredisi konusunda sıkıntılar baş gösterdikçe önce Hasankeyf'in sular altında kalmaması için yıllarını veren akademisyenlerimiz de dahil olmak üzere bir çok kişi, girişim ve kuruluş Başbakan tarafından “terör örgütü ile aynı safta” olmakla suçlandılar. Türkiye’nin, Ilısu Barajı’nın yapılabilmesi için gerekli 153 kriterin hiçbirisini yerine getirmeden baraj inşaatına başlaması ve ardından da "Acele Kamulaştırma" yoluna gitmesi projeye destek veren ülkeler için bardağı taşıran son damla oldu. Kredi güvencesi veren Alman, Avusturya ve İsviçreli üç kuruluşun temsilcileri, "şimdi dile getirilen 180 günlük durdurma kararının antlaşmalarda öngörüldüğünü, yine antlaşmalarca kararlaştırılan önlemlerin alınması halinde bu kararın da kaldırılabileceğini" kaydetti. Kredi veren ülkelerin bir bir çekilmesi devlet katında sinirleri iyice gererken karşı grupta sevinç yarattı.  Bu sürenin sonunu merakla bekliyoruz.

 

Eskişehir, Bursa, Kütahya ve Malatya’da kentin eski kesimleri, sokakları, evleri yenilenirken İstanbul da 2010’a hazırlanmaya başladı. Sokaklarda, müzelerde, reklam ajanslarında ne idüğü belirsiz bir telaş başladı, ortalık proje doldu ama ne yapıldı ya da ne yapılıyor ben anlamadım bir türlü. Yumurta kapıda, herkesin telaştan eli ayağına karışmış durumundan başka bir şey görmüyorum ben. Önce yaz aylarında karşımıza çıkan "İstanbul 2010 yola çıktı", şimdilerde de “Sahne senin İstanbul” afişleri kime ne anlatıyor bilemiyorum. Kısa vadede üretilecek (!) projeler hayata geçse ne olur geçmese ne olur, sanırım bir yıl sonra göreceğiz.

 

İstanbul’da sponsorlarla çeşmeler yenilenir, daha önce yenilenen çeşmeler tahrip edilir ve bu kısır döngü devam ederken, Amasya'da, 900 yıllık bir tarihi eserin taşlarına kırmızı boya ile yazılan yazılar kent sakinlerinin tepkisini çekti. Öte yandan Bilecik’in Bozüyük İlçesi‘nde belediye eliyle çeşmeler boyandı… Kütahya Belediyesi tarihi çeşmenin çinilerini söktü, çini ustası Sıtkı Ölçer parçaları çöpten topladı. Tahribat diz boyu sürdü.

 

İzmir ve Bursa kentsel arkeolojik kazı ve restorasyon projeleri ile öne çıkarken İstanbul’da Marmaray kazıları gündemi işgal etmeye devam etti. Dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir şekilde projenin Yenikapı kısmında dev elektrik lambalarıyla aydınlatılan alanda arkeologlar üç vardiya halinde 24 saat çalıştı. Kurtarma kazılarını kendi inşaat projeleri önünde engel olarak gören şirket, kazıların sona erdirilmesi için baskı yaptıkça sinirler gerildi, yasalarla tanımlanmamış şekilde “serbest arkeolog” olarak çalıştırılan meslektaşlarımız sudan sebeplerle işten çıkarıldılar ama İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü sesini çıkarmadı. -6.60 m.de ulaşılan prehistorik bulgular kentin Neolitik geçmişini ortaya koyarken hemen yakınındaki 110 m2’lik bataklık alana dozer sokulması planları ortaya çıktı. Ekim ayında kazı başkanı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü İsmail Karamut’un konuşmacı olarak bulunduğu bir konferansta kendisine sorduğum sorulara alamadığım bilimsel cevapları bu sayfada duyurmuştum. Bunlardan biri neolitik buluntuların hemen yakınında olmasına rağmen nasıl olup da bu 110 m2’lik alanda hiçbir bulguya rastlanmadığından/rastlanmayacağından emin olduklarıydı. Bana “yemin etsem inanır mısınız” dedi ancak aradan bir ay geçmeden bu alanda urneler bulundu. Sayın Karamut iyi ki yemin etmedi, yoksa çarpılacaktı…

 

100 yıldan fazladır kazılan Efes’in ise başı kazı başkanlarıyla dertteydi geçtiğimiz yıl. Kültür ve Turizm Bakanlığı, eski kazı başkanı Ord. Prof.Dr. Fritz Krinzinger'in yolsuzluk nedeniyle görevinden alınması sonrasında Avusturya hükümeti tarafından Efes kenti kazılarının başkanlığına getirilen Avusturyalı Doç.Dr. Sabine Ladstaetter’i akademik yetersizliği nedeniyle kabul etmeyeceğini bildirdi. Avusturya tarafından önerilen ikinci isim Prof.Dr. Johannes Koder ise kabul edildi.

 

2007’nin en büyük tartışmalarından biri olan AKM ise alınan “yıkılmayacak yenilenecek” kararı ile içleri ferahlattı. Mimar Hayati Tabanlıoğlu’nun yaptığı bina, oğlu mimar Murat Tabanlıoğlu ve ekibi tarafından yenilenecek, üstelik 2010’a da yetişecekmiş.

 

UNESCO Türkiye Milli Komisyonu (UTMK) - Kültürel Miras İhtisas Komitesi, Türkiye’nin, UNESCO Dünya Miras Alanları Listesi’nde yer alan tarihi, kültürel ve doğal alanlarının güncel durumlarının saptanması amacıyla, 2006 yılından bu yana yürüttüğü çalışmasını tamamladı. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar İstanbul’da üç gün süren bir Çalıştay'da ele alındı ve görüldü ki Türkiye bu konuda sınıfta kalmış ama farkında değilmiş.

 

Türkiye-Ermenistan ilişkileri, 2007 yılında Akdamar Kilisesi’nin restorasyonu ile kültür alanında bir diyalog oluşmasına neden olmuştu. Ancak bu durum 2008 yılında Türkiye-Ermenistan sınırındaki 5 bin yıllık geçmişi bulunan Ani Harabeleri’nin, sınıra sıfır mesafedeki Ermeni Taş Ocağında patlatılan dinamitler nedeniyle zarar görmesi yüzünden sekteye uğradı. Bu durum Dışişleri Bakanlığı’na iletildi, Bakanlığın da Ani tamamen çökmeden Ermenistan’a başvurması bekleniyor.

 

2008 yılında da birçok yapı ve mağara “turizme kazandırıldı”. Bir çok “kültür merkezi” açıldı. Ancak nü tablolara ve nü zannedilen heykellere saldırılar devam etti. Hatta Bakan gelecek diye nü tablolar sergilerden kaldırtıldı.

 

Osmaniye sınırları içinde yer alan Hierapolis Kastabala Antik Kenti'nin yaygın alanı içine çimento fabrikası yapılmak istendi. Çevreciler bir yandan, akademisyenler bir yandan veryansın etti. Hatta Prof.Dr. Halet Çambel eşi Nail Çakırhan’ın vefatı dolayısıyla kendisini arayan Kültür ve Turizm Bakanı’nın “Bir isteğiniz var mı” sorusuna “Kastabala’nın sit alanı olması” cevabını verdi. Tepkiler etkili oldu, karar değiştirildi.

 

Yoruldunuz değil mi? Ben de… Yazmakla bitiremedim. Bitseydi keşke… İki satır yazıp geçseydim. Hatta daha iyisi bomboş bir bölüm olsaydı başlığın altında… Olmadı… Yine…

 

Ayşe Didem Bayvas, 31.12.2008

ÖLEN DOKTORUN GARAJINDA HAZİNE BULUNDU

 

İngiltere'de ölen bir doktorun garajında, yaklaşık 50 yıldır kullanılmayan 1937 üretimi hazine niteliğinde Bugatti araç bulundu. Doktorun yakınları, arabayı görünce hiç sevinemedi, bir hurdayla uğraşmak zorunda kalacaklarını düşündü ama arabanın değeri ortaya çıkınca durum değişti.

Harold Carr adlı doktor öldükten sonra yakınlarının bulduğu aracın, sadece 17 adet üretilen 57S Atlante tipi olduğu belirtildi.

Doktorun birkaç yıl kullandıktan sonra garaja sakladığı aracın sadece 26 bin 284 kilometrede olduğu kaydedildi.

Paris'te gelecek ay açık artırmaya çıkarılacak aracın değerinin en az 4,35 milyon dolar (yaklaşık 6 milyon 720 bin TL) olduğu belirtiliyor.

Hürriyet, 03.01.2009

SELÇUKLULARIN ASPİRİNİ SÖĞÜT AĞACIYDI

 

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı ve Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. Ekrem Aktaş, aspirinin etken maddesi olan salisilik asitin, günümüzden 800 yıl önce Selçuklular tarafından ağrı kesici olarak kullanıldığını bildirdi.

Prof.Dr. Aktaş, Gevher Nesibe Darüşşifası'nın 1206 yılında Selçuklu hükümdarı 2. Kılıçarslan'ın kızı Gevher Nesibe Sultan adına kardeşi 1. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırıldığını anımsattı.


Gevher Nesibe Darüşşifası'nın Avrupa'daki ilk tıp merkezi olarak bilindiğine işaret eden Prof.Dr. Aktaş, bu mekanda, hastaların çeşitli yöntemlerle tedavi edildiğini ve şifalı bitkilerin de ilaç olarak kullanıldığını kaydetti. Prof.Dr. Aktaş, yaklaşık 100 yıl önce keşfedilen aspirinin etken maddesi olan salisilik asitin de 800 yıl önce Gevher Nesibe Darüşşifası'nda tedavide kullanıldığına dikkati çekerek, şöyle konuştu:


"O dönemde birçok bitki ilaç olarak kullanılmış. Örneğin mısır püskülü idrar söktürücü etkisinden dolayı kaynatılarak suyu hastalara içirilmiş. Çiğdem bitkisinin suyunu gut hastalığının tedavisinde kullanmışlar. Tabii kan değerlerini analiz edebilecekleri bir teknoloji yok. Hastanın genel durumuna göre bu bitkiler kullanılmış. Ayrıca kavak ve söğüt ağacından elde edilen salisilik asit ile baş ve diş ağrılarını geçirmeye çalışmışlar. Bu madde aspirinin etken maddesidir. Türkler bu maddeyi 1206 yılından 1800'lü yıllara kadar kullanmışlardır. Günümüzden 100 yıl önce ise bu madde laboratuar ortamında sentetik olarak üretilmiş ve aspirin adıyla piyasaya sürülmüştür."


Prof.Dr. Ekrem Aktaş, söğüt ve kavak ağacının gölgesinde uyuyan kişilerin de son derece rahatlamış olarak uyandıklarını belirterek, bunun ağaçların özünde bulunan salisilik asitin etkisinden kaynaklandığını sözlerine ekledi.

Haber Ekspres, 02.01.2009

ÇARŞI CAMİSİ RESTORE EDİLİYOR

 

Aliağa Belediye Başkanı Tansu Kaya Kültür Mahallesi'nde bulunan ve mülkiyeti Aliağa Belediyesi'ne ait olan Merkez Çarşı Camisi'nin restorasyon projesinin ihaleye çıkacağını bildirdi.

 

Kaya, taş ve tuğladan dikdörtgen planlı olarak inşa edilen caminin kesin yapım tarihinin bilinmediğini belirtti. Caminin 1993 yılında İzmir 1. No.'lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından korunması gereken taşınmaz kültür varlığı olarak tescillendiğini kaydeden Kaya, şu bilgiyi verdi: "Restorasyon projesi ile kiliseden camiye çevrilirken yapılan bölümleri üzerinde yenilikler yapılacak. Bunların başlıcaları mihrabın kaldırılıp yeniden yapılması, durak tarafında bulunan sundurmanın kaldırılması, tuvalet ve cenaze yıkama yeri kaldırılarak yerine yenisi yapılması, şadırvan yapısı korunup restore edilip mevcut boyalar değişmesi, çatı kiremitlerinin değişip içerideki ahşap yapı elemanlarının değişmesi, kapıların ve pencerelerin değişmesi, bayanlar için abdest alma yeri yapılması ve mevcut olan bayanların namaz kıldığı bölümün düzenlenmesidir. Bahçe zemininin aynı kotaya getirilip doğal taşlarla kaplanması, şadırvanın korunup restore edilmesi, bahçe duvarındaki harpuştanın kaldırılıp duvar yüksekliğinin 50 santimetreye çıkarılması ve 60 santimetre yüksekliğinde demir ferforje korkuluk konulmasıdır." Kaya, Aliağa Belediyesi Çarşı Cami Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon, Elektrik ve Sıhhi Tesisat projelerinin açık ihale usulü olarak 2009 yılının ilk aylarında yapım ihalesine çıkarılmasının öngörüldüğünü söyledi.

Haber Ekspres, 02.01.2009

AYASOFYA KUBBESİ DEMİRLERİNİ KIRIYOR

 

Ayasofya’yı ‘şantiye’ye çeviren iskele nihayet kaldırılıyor. 15 yıl önce merkezi kubbenin bakım ve onarım çalışmaları için kurulan devasa iskelenin söküm işlemleri iki hafta sonra başlayacak. İlk parçayı da temsili olarak Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay sökecek. İskelenin kaldırılmasıyla Ayasofya’nın 32.37 metre çapındaki kubbesi de ortaya çıkacak.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu, restorasyon projesinin ikinci aşamasında ana kubbeye bağlı yarım kubbelerin onarılacağını ve mevcut iskelenin bu çalışmalarda da kullanılacağını söyledi.

Geçen günlerde ihalesi yapılan restorasyon, kubbenin yanı sıra Ayasofya Müzesi’ndeki narteksleri (ana kubbenin örtmediği yan mekanlar) de kapsıyor. Kubbenin restorasyon öyküsü ise kısaca şöyle:

 

  • AYASOFYA’NIN kubbe restorasyonunu 1992 yılında İtalyanlar üstlendi. Aynı yıl kurulan asansörlü iskele 55 metre yüksekliğinde ve kubbenin dörtte birini işgal ediyor.

     

  • İSKELEDE ilk onarım çalışmalarını Avusturyalı uzmanlar yaptı.

     

  • RESTORASYON, 2005 yılına kadar İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nce Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan sağlanan bütçe ile sürdürüldü. Ödenek eksikliği nedeniyle iki yıldır önce neredeyse durdu. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın sağladığı yeni bütçe ile tekrar başladı.

     

  • BUGÜNE kadar yaklaşık 3 milyon TL’ye mal olan onarımın 15 yıl sürmesine maddi sorunların yanı sıra çalışmayı yapan uzmanların yurtdışından beklenilen zamanda gelmemesi neden oldu.

     

  • ÇALIŞMALARDA Türk sanat tarihçileri, mozaik, restorasyon ve konservasyon uzmanları da görev aldı.

     

  • ANA kubbedeki son rötuşlar 10 gün içinde tamamlanacak.


    Bizans İmparatoru 1’nci Jüstinyen tarafından 532-537 yılları arasında yaptırılan Ayasofya, dünyanın ilk kubbeli bazilikalarından biri. Ancak o dönemde kubbe yapım teknikleri gelişmediği için yapıda birçok sorun yaşandı. Problem ise kubbenin sadece iki taraftan desteklenmesiydi.

    557 yılındaki depremde zayıflayan kubbe, 558 yılında çöktü. Yeniden yapılmasına rağmen Bizans döneminde birçok kez çöken kubbe, Mimar Sinan’ın istinat duvarlarını eklemesinin ardından bir daha zarar görmedi. Fakat, 32.37 metre çapında ve yerden 55 metre yükseklikteki kubbe bu kez de eğrilmeye başladı. Desteksiz taraflara doğru yayılarak elips şeklini aldı.

  • Akşam, Haber: Bülent Şanlıkan, 02.01.2009

    TARTIŞILAN KADIN HEYKELİ

     

    Yıllardır kentin meydanında duran çıplak kadın heykelinin kaldırılması istendi.

    Korsika'nın Bastia kenti, heykelleriyle de ünlü. Bu heykeller arasında bir de "çıplak kadın heykeli" yer alıyor ve yıllardır kentin merkezindeki bir meydanı süslüyor. Fıskiyesi olan heykel, geçen ay ilk kez bir grup kent sakininin eleştirilerine hedef oldu.

    Heykeli müstehcen bulduklarını söyleyen muhafazakar grup, kaldırılmasını istedi. Bu istek karşısında, sanatseverler şaşkına döndü ve heykele karşı olanları eleştiri yağmuruna tuttu. Çekişmeyi şimdilik sanatseverler kazandı.

    Hürriyet, 02.01.2009

    BİRÇOK TARİHİ ESER HALA YURT DIŞINDA

     

    Osmanlı döneminde yurt dışına çıkarılan veya yasa dışı yollardan kaçırılan Anadolu kökenli çok sayıda eser, hala yurt dışındaki müzelerde sergileniyor ya da önemli müzayedelerde satışa çıkıyor.

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden alınan bilgiye göre, ABD, Almanya, Rusya Federasyonu, Hırvatistan, Danimarka, İtalya, Fransa, İsviçre, Sırbistan-Karadağ, Bulgaristan, Ukrayna ve İngiltere gibi ülkelerde Türkiye'den çıkarılmış bir çok tarihi eser bulunuyor.

     

    Bakanlık, Dışişleri Bakanlığı ile koordineli şekilde, müzelerde sergilenen, müzayedelerde satıya çıkarılan veya gümrüklerde ele geçirilen eserlerin takibini yapıyor, iadesini isteyip, dava açıyor ve satışlarını durduruyor. Bunun sonucunda bazı eserler geri gönderiliyor ama hala iade edip etmeyeceği belli olmayan çok sayıda eser yurt dışında.

     

    Örneğin, alt yarısı Antalya Müzesi'nde sergilenen Herakles Heykeli'nin üst kısmı ABD'de Boston Museum of Fine Art'da bulunuyor. Eserin iadesine ilişkin müzakereler, Dışışleri Bakanlığı ile işbirliği halinde sürüyor.

     

    Antalya Kumluca'daki kiliseden 1963 yılında kaçırılan çoğunluğunu dini amaçlı gümüş kapların oluşturduğu tarihi eserler, Washington'daki Dumbarton Oaks Müzesi'nde sergileniyor. Eserin iadesi için müze yetkilileriyle toplantı yapılmasının planlandığı belirtiliyor.

     

    Los Angeles'taki J. Paul Getty Müzesi'nde de Türkiye kökenli eserler yer alıyor. Eserlerin geri alınması için çalışmaların devam ettiği bildirildi.

     

    Türkiye'nin iadesi için girişimlerinin sürdüğü Avrupa müzelerindeki Anadolu kökenli eserler şöyle:

    Rusya'dan 17 yıldır istenen Truva Hazineleri Puşkin Müzesi'nde tutuluyor. İadesi için Almanya ile 17 yıldır girişimlerin sürdüğü Hitit dönemine ait Boğazköy Sfenksi Berlin Müzesi'nde bulunuyor. Osmanlı Devleti döneminde onarım için götürülen sfenks, geri getirilmemişti.

     

    Yine Berlin'deki Bergama Müzesi'nde 19. yüzyılın ikinci yarısında Bergama'dan götürülen Zeus Altarı sunağının yanı sıra Pirene, Milet'ten giden eserler ile İznik çinileri, Uşak halıları, Selçuk ve Hitit buluntuları sergileniyor. Tatarlı Tümülüsü'ne ait 4 boyalı ahşap kalas da Münih'teki Archaologische Staatssammlung Müzesi'nde teşhirde tutuluyor.

     

    Bunun yanında, Ayasofya Cami Haziresi'ndeki Sultan II. Selim Türbesi'nin girişindeki çini pano ile Tralleis kökenli olduğu tahmin edilen üç kadın başı heykeli, Fransa'nın başkenti Paris'teki Louvre Müzesi'nde bulunuyor.

     

    Diyarbakır Müzesi'ne ait sfenks figürü, Akşehir Sedi Mahmut Hayrani Türbesi'nden sanduka, Cizre Ulu Camii'ne ait kapı tokmağı ve Nuruosmaniye Kütüphanesi'ndeki Kur'an-ı Kerim'in bazı yaprakları ise Danimarka'daki David's Samling Koleksiyonu'nda yer alıyor.

     

    Bakanlığın, ''Almanya'da bulunan eserlerin iadesi için 1991 yılından bu yana ikili ilişkiler ve toplantılar yoluyla girişimleri sürdürdüğü, eserlerin Türkiye'ye iadesi için yeni bir politika belirlenmesi için çalışmalara başlandığı'' kaydedildi.

     

    Anadolu kökenli eserlerin, çeşitli müzayedelerde satışa çıktığı da görülüyor.

    Lidya uygarlığına ait 16 adet Grekçe yazıtlı mezar ve adak stellerinin ABD'de, www.edgarlowen.com adlı internet sitesinde açık artırma yoluyla satışa çıktığı 2006 yılında öğrenildi. Bakanlık, eserlerin iadesini istiyor.

     

    New York'ta geçen yıl yapılan Sotheby's Müzayedesi ise durdurulamadı ve Türkiye kökenli bir eser satıldı. Ancak, Türkiye'nin somut kanıtlar sunması halinde eserlerin iadesinin görüşülebileceğinin bildirildiği ifade edildi.

     

    Ayrıca, Almanya'da Gorny&Mosch Müzayede Evi'nde, satışa çıkarılan Hitit dönemine ait mezar steli parçası, orthostat parçası ve 3 adet minyatür Hitit arabasının iadesi için dava açıldığı; Hitit ve Urartu mührünün satışının durdurulduğu, dünya genelinde nadir bulunan iki Efes sikkesi ile bir lahit parçası için çalışmaların sürdüğü, kadın heykelinin ise şerh konularak müzayedede satıldığı belirtildi.

     

    Almanya'da Hermann Historica Müzayede evinin internet sitesinde geçen yıl satışa çıkarılan Urartu dönemine ait bir kazanın da iadesi henüz sağlanamadı.

     

    Bunun yanında, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi'ne bağlı Nuruosmaniye Kütüphanesi koleksiyonundan 1990 yılında çalınan tarihi Kur'an-ı Kerim'in 62 yaprağı ise Londra'daki Christie's Müzayede Evi'nde satışa çıktı. İngiltere'de Bonham Müzayede Evi'ndeki satışı durdurulan Lidya dönemine ait gümüş Kyathosun (kepçe), Türkiye'ye geri getirilmeye çalışılıyor.

     

    Paris'te geçen yıl Christie's Müzaeye evinde Eyüp Sultan Türbesi ve III. Murat'ın Has Odası'na ait çiniler satışa çıkarılmış olup, Pescheteau-Badin şirketinin müzayedesindeki Eyüp Sultan Camisi'ne ait çinilerin satışı durduruldu.

     

    Türkiye, ülkelerde ele geçirilen Anadolu kökenli eserlerin vatanına dönmesi için de çalışmalar sürdürüyor ama ülkelerin yeterli desteği göstermediği görülüyor.

     

    Örneğin, İngiltere'deki Stansted Havaalanında bulunan sikkelerin iadesi için girişimler sürüyor. Almanya'da yaşayan bir Türk vatandaşının evinde bulunan 6 bin eserden Anadolu kökenli olduğu tespit edilen bin 100'ünün iadesi için Alman makamlarına talepnamenin iletildiği ama adli yardım talebinin yerine getirilmediği öğrenildi.

     

    Ayrıca, Rusya'da iki yıl önce ele geçirilen, Türkiye kökenli Bizans dönemine ait gümüş haç ve altın bilezik, Rus makamlarınca ''şimdiki sahiplerine'' verildiği ve şahıslar bulunamadığı için geri getirilemiyor. Rusya'dan kaçırılan Truva eserleri de 17 yıldır geri isteniyor.

     

    Diğer ülkelerde ele geçirilen ve iadesi istenen diğer Türk eserleri şöyle:

    -Hırvatistan'ın Macelj Sınır Kapısı'nda geçen yıl kontrolde bulunan 115 sikke, 7 yüzük, 9 kurşun madde ve 2 ok ucu,

    -Sırbistan-Karadağ Batrovci Sınır Kapısı'nda 2004 yılında ele geçirilen eserler,

    -Bulgaristan Malko-Tırnova sınır kapısında 2005 yılında bulunan 328 adet sikke ile 23 arkeolojik eser,

    -Bulgaristan'ın Kaptan Andeerevo sınır kapısında geçen yıl ele geçirilen Tunç çağı ve Roma dönemine ait 28 parça tarihi eser,

    -Türkiye'den Ukrayna'ya giden bir gemide 2002 yılında bulunan M.S. 1. ile 4. yüzyıla tarihlenen 4 amphora ve 7 amphora parçası.

     

    Öte yandan, 2000-2008 yılları arasında 2 bini aşkın eser yurt dışından geri getirildi.

    Bu yıl bin civarında eser Türkiye'ye iade edildi. Buna göre, Almanya'nın Bremen kentinde, 2002 yılında ele geçirilen 700 sikke ile değişik dönemlere ait 300'ün üzerinde eser, 5 yıllık uğraş sonunda ana vatana döndü. Kocaeli Müzesi'nden 2001 yılında çalınan ve Almanya'nın Münih şehrinde bulunan 2. yüzyıl Roma dönemine ait heykel başı da bu yılın başında geri alındı.

     

    Ayrıca, geçen yıl Almanya, İngiltere, Avusturya, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsviçre'den sikke, stel parçaları, heykel başı, bronz el gibi farklı türde toplam 349 eser vatanına döndü.

     

    Bunun yanında, 2006 yılında İngiltere'den Afrodisias Friz Bloğu iade edilirken, 2005'te 18, 2004'te 396, 2002'de 1, 2001'de 126, 2000 yılında 347 eser Türkiye'ye getirildi.

     

    Konuyla ilgili AA muhabirinin sorularını yanıtlayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, yurt dışındaki Anadolu eserlerini ciddi biçimde takip ettiklerini söyledi.

     

    Günay, ''Müzayedeleri takip ediyoruz, satışları takip ediyoruz. Dışişleri ve biz ilgili birimlere derhal müracaat ediyoruz, durdurduğumuz satışlar oldu. Ciddi biçimde bu yıl iadeler oldu, bunlar içinde önemliler var, bazılarını henüz basınla paylaşma noktasında değilim, ilerde açıklayacağız'' dedi.

    Yurt dışında arkeoloji müzelerini gezerken ''çok derin bir hüzün yaşadığını'' dile getiren Günay, ''1700-1800'lü yıllarda ülkeyi yönetenlerin izniyle Anadolu'dan çok sayıda eserin yurt dışına çıkarıldığını'' anımsattı.

     

    Bakan Günay, ''Koca bir anıt mezarın, koca bir mozolenin bir başka müzenin ortasında ayakta olduğunu görüyorsunuz. Geçenlerde British Museum'da ağlamaklı oldum. Yani bizim ülkemizden bunların bir biçimde çıkarıldığını ve bunların teşhir edildiğini görünce içimi derin bir üzüntü kapladı'' diye konuştu.

    Zaman, 02.01.2009

    AZİZ BEDROS KİLİSESİ, ŞUBAT AYINDA KÜLTÜR MERKEZİ OLARA HİZMETE AÇILIYOR





    Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nin, tarihi ve kültürel dokunun canlandırılmasına yönelik yürüttüğü çalışmalar kapsamında 2005 yılında gün ışığına çıkarılan Aziz Bedros Kilisesi, restorasyon sonrası İstanbul'daki Aya İrini Kilisesi gibi seçkin bir konser ve sergi salonu haline getirilecek. Restorasyon çalışmalarının bir ay içinde tamamlanması planlanan tarihi mekan, şubat ayında hizmete açılacak.

     

    Tarihi kilise, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı bünyesindeki Eski Eserler Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu'nun (KUDEB) çalışmalarıyla restore ediliyor.

    Aziz Bedros Kilisesi, şehrin ortasında yer alan bir iplik fabrikası içerisinde uzun yıllar gizli kaldı ve bir depo olarak kullanıldı. Kilise'nin, ortaya çıkarılmasının ardından Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla tescillendi; mülk sahibi ile yapılan görüşmeler neticesinde Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alındı. Fabrika içerisinde kaldığından büyük oranda özgünlüğünü koruyabilen yapı için KUDEB tarafından rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri hazırlandı. Projelerin Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanmasının ardından çalışmalara 5 ay önce başlandı. Haziran ayında başlanılan restorasyon çalışmaları büyük oranda tamamlandı. Toplam 700 bin TL harcanan mekandaki tüm çalışmalar bir ay içinde tamamlanacak.

    Aziz Bedros Kilisesi'nin şubat ayında hizmete açılacağını belirten Gaziantep Büyükşehir Belediye İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Sezer Cihan, tarihi yapıları Gaziantep'in kültürel kimliğini ön plana çıkarmak için restore ektiklerini söyledi.

     

    Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey'in kendilerine restorasyonlar konusunda büyük destek verdiğini ifade eden Sezer, kilisenin, verilecek yeni işlevle Gaziantep halkının ve turistlerin bu tarihi yapıya girebileceği, genel kullanımına açık, aktif bir toplanma mekanı olarak düşünüldüğünü kaydetti.

     

    Yapının Kültür Merkezi olarak restore edildiğini anlatan Sezer, "Bu kapsamda yapı; sergi salonu, konser salonu gibi kültürel amaçlarla kullanılacak. Çevre düzenlemesi dahilinde ise oturma grupları ve peyzaj düzenlemeleri yapılıyor. Tüm bu çalışmalar bir ay içinde tamamlanacak. Şubat ayında ise hizmete açılacak." diye konuştu.

    haberler.com, 01.01.2009

    SURLAR ONARILACAK

     

      

     

    Malatya'nın Battalgazi İlçesi'ndeki tarihi surların proje ihalesinin 8 Ocak'ta yapılacağı bildirildi.

    Battalgazi İlçesindeki, büyük bölümü yıkılan ve bazı bölümleri ise ayakta durmaya çalışan tarihi surların aslına uygun olarak restore edilip turizmin hizmetine sunulması amacıyla önce proje ihalesinin gerçekleştirileceği belirtildi.

    İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği Salonu'nda 8 Ocak'ta yapılacak olan SİT alanı koruma projesi koruma imar planı hazırlanması hizmet alım işi proje ihalesinden sonra surların onarımı için ihale açılacağı kaydedildi.

    Roma İmparatoru Traianus zamanında MS 98-117 arasında yapımına başlanılan Eski Malatya surları, Diocletianus zamanında (248-305) genişletilmiş, 532'de imparator Justinianus tarafından tamamlanmış. 71 burcu ve 11 kapısı bulunup, 20 metre yüksekliğindeki iç surlar, 15 metre aralıklarla inşa edilmiş ikinci bir sur kuşatmakta, bu dış sur içi su dolu hendeklerle çevrilmekteydi. Roma, Bizans, Sasani ve Arap mücadelelerinde önemli tahribatlara maruz kalan surlar, çeşitli defalar onarılmış, Osmanlı devrinden itibaren savunma özelliğini kaybetmiş ve 19. yüzyılda büyük ölçüde yıkılmıştı.
    Malatya Haber, Fotoğraf: Mehmet Göresiye, 01.01.2009



    ANTİK KENT
    BEYAZ ÖRTÜYLE KAPLANDI

     

    Antik Kent Hasankeyf’te tarihi eserlerin kar ile buluşması ilginç manzaralar oluşturdu.

     

    İki gündür etkisini sürdüren kar yağışı nedeniyle tarihi kent beyazlara büründü.

    Tarihi kale, köprü mezarlık, cami ve mağaraların üzerindeki kar birikintisi, göze hoş gelen görüntü oluşturdu.

    Batman Gazetesi, 01.01.2009

    1800'LÜ YILLARIN MİMARİSİ GERİ DÖNÜYOR

     

    1824 yılında 2. Mahmut'un kendisini isyancılardan kurtaran Cevri Kalfa adına yaptırttığı 'Sübyan Mektebi' nihayet restore ediliyor. İlk etapta dış cephesi yenilenecek tarihi yapıda Cumhuriyet döneminde sıvanarak kapatılmış son Osmanlı dönemine ait tezyinat, hat ve nakış sanatları da tekrar açığa çıkarılacak.

     

    Restorasyon işleminin maddi yükünü İl Özel İdaresi karşılıyor. Özel İdare Genel Sekreteri Sabri Kaya, Sultanahmet'e Osmanlı dönemi mimarisini getirecek olmalarının mutluluğunu yaşadıklarını söylüyor. Türk Edebiyat Vakfı Başkanı Servet Kabaklı ise restorasyon ile tarihi yapıya 1800'lerin mimarisinin tekrar kazandırılacağını vurguluyor. Sübyan Mektebi'nin geçen zaman içerisindeki macerası oldukça ilgi çekici. Kabakçı Mustafa'nın 3. Selim'e isyana kalkıştığı sırada, saray görevlisi Cevri Kalfa, veliaht 2. Mahmut'u ölümden kurtarır. İsyan sonrası tahta çıkan 2. Mahmut da buna karşılık Sultanahmet'e yaptırdığı Sübyan Mektebi'ne Cevri Kalfa'nın adını verir. 1970'lere kadar Sultanahmet'teki yerinde hizmete devam eden Cevri Kalfa Mektebi, daha modern bir binaya taşınınca yapı atıl kalır. 1980 darbesinde atıl yapıda yasak kitaplar ile çöpler biriktirilir. 1984 yılında da edebiyatçı Ahmet Kabaklı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden yapıyı edebiyat ve kültür işlerinde kullanmak için alır.

    Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 01.01.2009

    SİNAN'IN K. ÇEKMECE'DEKİ KÖPRÜSÜ RESTORE EDİLDİ

     

    Mimar Sinan eseri olan 448 yıllık Küçükçekmece Köprüsü, Büyükşehir Belediyesi tarafından 1 milyon 300 bin YTL harcanarak restore edildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Küçükçekmece'yi İstanbul'un önemli bir cazibe ve turizm merkezi olarak geleceğe hazırlamak için dört buçuk yılda yaklaşık 1 milyar 268 milyon YTL yatırım yaptıklarını söyledi. Küçükçekmece Gölü üzerinde yer alan tarihi köprü ilk olarak 558 yılında Bizans imparatoru I. Justinianus tarafından yaptırıldı. Daha sonra I. Basileos tarafından tamamen taş olarak yeniden inşa edildi. Sonraki yıllarda yaşanan deprem ve istilalarla yıkıldı. Daha sonra Mimar Sinan tarafından yapılan köprü 227 metre uzunluğunda ve ortalama 7 metre genişliğinde. Restorasyon çalışmaları öncesi 12 kemerli görülen köprünün 13. kemeri de bulunarak gün yüzüne çıkartıldı.

    Yeni Şafak, Fotoğraf: Sabah, 31.12.2008

    TARİHİ AT AHIRLARI LALE MÜZESİ OLUYOR

     

     

    'İstanbul Lalesiyle Buluşuyor' projesi ile dört yıldır tüm şehri lale ile süsleyen Büyükşehir Belediyesi, şimdi de 'Lale Müzesi' kurmak için harekete geçti.

     

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Sarıyer Emirgan Korusu'nda bulunan at ahırlarını restore ederek müzeye dönüştürecek. İstanbul'u 2004'ten bu yana 23 milyon lale ile donatan Büyükşehir, kuracağı müzede lale motifinin işlendiği Osmanlı sultanlarına ait kıyafetlerden hediyelik eşyalara kadar birçok ürün sergileyecek. Kasım ayında başlanacak restorasyon çalışmaları 7 aylık bir çalışma ile tamamlanacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Projeler Dairesi Başkanlığı ve Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü tarafından yapılacak çalışma ile söz konusu müzede fotoğraflardan kitaplığa, çini sergisinden elbiselere kadar lale ile ilgili birçok eser sergilenecek. Büyükşehir, tarihi at ahırlarının restorasyonu için 8 Ekim'de ihaleye çıktı. İhaleyi, 1 milyon 800 bin YTL teklif veren Pekerler İnşaat kazandı. Büyükşehir Belediyesi tarafından 4 yılda ekilen 23 milyon lale için 5 milyon 600 bin YTL harcandı.

    Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 31.12.2008

    HEDEF BU KEZ PAŞA'NIN EŞYASI

     

       

     

    Türk tarihinin 118 yıl önce yazılan en acı sayfalarından biri olan Ertuğrul Firkateyni’nin batışının ardından, Türk ve Japon bilim adamlarının batığı gün ışığına çıkarma çalışmalarının üçüncü adımı 2 Ocak’ta başlayacak.

     

    Türk, Japon, İspanyol ve ABD’li araştırmacıların hedefinde bu kez Amiral Osman Paşa’nın eşyası ve firkateynin yemek kazanı var.


    Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Tufan Turanlı’nın öncülüğünde 12 dalgıç bilim adamı, Japonya’nın Kuşimoto kentinin 12 mil açığında 1890’da batan ve 550 denizcinin şehit olduğu noktaya dalacak. Yapı Kredi Emeklilik’in sponsorluğunda yapılan araştırmada, 15 Şubat’a kadar sürecek olan dalış sürecinin ardından kalıntıların müzedeki yerini alması, yaklaşık bir yıllık çalışma gerektiriyor. Daha önce 2007 ve 2008’de iki kez daldıkları batıktan teleskop dürbün, anahtar, tüfek kalıntıları ve düğmeler çıkardıklarını belirten Turanlı, şunları söyledi:


    “Çıkan parçalar Kuşimoto Müzesi’ne bırakılıyor. Çıkanların, şehit olan askerlerin yattığı yerde yani Japonya’da bulunması daha doğru. Türk tarihi için önemli bir çalışma yürütüyoruz, ancak Japonlar çalışmaya Türklerden çok daha fazla ilgi gösteriyor.” 

    Milliyet, Haber: Serhat Oğuz, 31.12.2008



    BAĞDAT KÖŞKÜ VE MATBAA-I AMİRE YENİLENDİ

     

     

    İstanbul İl Özel İdaresi, Topkapı Sarayı'ndaki "Bağdat Köşkü" ile Osmanlı'nın ilk matbaası "Matbaa-ı Amire"yi restore ettirerek kültür turizmine kazandırdı.

     

    İl Özel İdaresi'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Topkapı Sarayı'nın tamamının kültür hayatına kazandırılması için yürütülen projelerden olan, saray içinde 2 ayrı bölümün restorasyonu işi de tamamlandı. Bu kapsamda, 4. Murat'ın Bağdat seferi sırasında başlanan ve 1639 yılında yapımı tamamlanan "Bağdat Köşkü", 1 milyon 387 bin YTL harcanarak restore edildi. Bağdat Köşkü, 1. Abdülhamit (1774-1789) ve 3. Selim (1789-1807) dönemlerinde de Has Odalar Kütüphanesi olarak kullanıldı. Köşkte yürütülen çalışmalar kapsamında, dış ve iç cephe kaplamalarını oluşturan çinilerin temizliği, restorasyon ve konservasyonu, alçı tepe pencerelerinin onarım ve temizliği, mermer yüzeylerin temizliği, saçaklarda gerekli yerlerde ahşap onarımlar ve tüm saçaklarda yağlı boya imalatları, taş döşemelerde temizlik, tümleme ve onarım yapıldı. Topkapı Sarayı içinde restorasyonu tamamlanan diğer proje ise "Matbaa-ı Amire" binalarının, Topkapı Sarayı Müzesi geçici depoları olarak düzenlenmesi ve onarılması oldu. Osmanlı'nın ilk matbaası olan bu alan, sarayın depolarında duran tarihi eserlerin burada sergilenmesi için özel olarak dizayn edildi.

    Zaman, 31.12.2008

    350 YILLIK MELEKLER YENİ ORTAYA ÇIKTI

     

     

    Britanyalı Barok dönem ressamı John Hayls'ın az bilinen tablolarından A Portrait of a Lady and a Boy with Pan'ın sağ üst köşesindeki aşk tanrısı Eros'u betimleyen çıplak melek figürleri, Tate çalışanlarının dikkatli çalışmaları neticesinde ortaya çıkarıldı. 350 yıllık resim, 1995 yılında Tate Sanat Galerisi tarafından alınmıştı.


    Tuvalin üzerindeki bir işaret, 1655-1659 yılları arasında yapıldığı düşünülen tablonun 1929'da Müzayede Evi Christie's'e satıldığını gösteriyor. O dönemde Batı Peckham'da yaşayan soylu bir kadın olan Mrs Dobson ve oğlu Thomas Dobson'un betimlendiği sanılan tabloda Yunan mitolojisine göre şarap tanrısı Dionysos'un hizmetindeki mitolojik bir yaratık olan Satyr ve aşk tanrısı Eros'a atıfta bulunan melek figürleri bulunuyor. Tuvalin üzerindeki melekler, restorasyon çalışmasından önce görünür değildi. Konu hakkında açıklama yapan Tate'in sözcüsü, 20. yüzyılın erken dönemlerinde dar görüşlü ve ahlakçı insanların resimdeki bazı detayları gizlemek için tablo üzerinde yeniden boyama yaptıklarını söyledi.


    Restorasyondan sonra gizemleri tek tek çözülmeye başlayan tablonun sağ üst tarafında ellerinde çelenk bulunan çıplak melekler, tüm güzellik ve masumiyetleriyle ortaya çıktılar.


    Tablo, Tate Sanat Galerisi'nin uzman restoratörü Helen Brett tarafından dikkatli bir şekilde temizlendi ve restore edildi.


    Resim, temizlenmesinin ve restore edilmesinin ardından ilk defa olarak Britanya'daki Tate'de sergilenecek.


    Aşk tanrısı Eros figürleri, Flaman ressam Anthony Van Dyck'in eserleri için belirleyici bir özellik olduğundan, Hayls'ın A Portrait of a Lady and a Boy with Pan isimli tabloyu yaparken Anthony Van Dyck'in çalışmalarından esinlendiği sanılıyor. Hayls, Sir Anthony Van Dyck'in eserlerini aktif bir biçimde kopyalayan günlük yazarı Samuel Pepys'in portlerinden oluşan serisiyle de tanınıyor.
    Yanındaki genç bir erkekle birlikte oturur durumda betimlenmiş kadın figürü ve aşk tanrısı tasvirleri Britanya sanatına Van Dyck ile girmiştir. John Hayls, halen Tate'de sergilenen A Portrait of a Lady and a Boy with Pan tablosunu yaparken ise Van Dyck'in Mary Villiers as St Agnes isimli tablosundan esinlediği görülüyor. Bu tabloda da kadın figürünün başının üzerinde melek figürleri yer alıyordu. 


    John Hayls'ın yeni restore edilen ve temizlenen tablosu şubat ayında Van Dyck'in çalışmalarıyla birlikte Britanya'daki Tate Sanat Galerisi'nde sergilenecek.

    Taraf, 30.12.2008

    İÇ MOĞOLİSTAN KISMINDAKİ ÇİN SEDDİ'NİN BEŞTE BİRİ YOK OLDU

     

      

     

    Ming Hanedanlığı (1368-1644) sırasında inşa edilen Çin Seddi’nin, Çin’in İç Moğolistan Otonom Bölgesi’nde bulunan kısmının hemen hemen beşte birinin tamamen yok olduğu arkeologlar tarafından açıklandı. Bölgenin yerel Arkeoloji Enstitüsü’nden Tala’nın açıklamasına göre yok olan kısım 157.515 km uzunluğunda. Bu kesin ölçü, yeniden haritalanacak olan bölge için yapılan uydu ve yüzey araştırmaları sırasında ortaya çıktı. Çin Seddi’nin birçok kısmı geçen yüzyıllar boyunca doğa olaylarının yanı sıra insanlar tarafından da tahrip edildi. 

     

    Büyüklük ve teknik olarak dünyada bu tarz tek yapı olan Çin Seddi, değişik dönemlerde yapılmış, birçok ili veya otonom bölgeyi geçen binlerce kilometre uzunluğunda. İnşasına ilk olarak MÖ 475-221 arasında başlanan yapının en çarpıcı kısmı, Ming Dönemi’nde inşa edilen ve en iyi korunmuş durumda olan 6350 km uzunluğundaki kısımdır.   

     

    Çin Seddi’nin İç Moğolistan Bölgesi’nde bulunan kısmı 15.000 km uzunluk ile tümünün üçte biri kadar ve bu bölgede duvarın tahrip olan bazı kısımlarının güçlendirilerek orijinaline uygun bir şekilde restore edilmesi için Çin hükümeti 14.7 milyon USD’lik bir bütçe ayırdı. 

    Xinhua News Agency, 30.12.2008



    TUVALDE 50 YILLIK ŞİİRSELLİK





    Türkiye’nin önde gelen ressamlarından Devrim Erbil 50. sanat yılını bir sergiyle kutluyor. Atrium Sanat Evi’nde açılan sergi 24 ocak tarihine kadar devam edecek.

     

    Onun tuvallerine baktığınız zaman kendinizi çizgilerin ve ana bir rengin ahengi içerisinde buluverirsiniz. Ruhun soyut izleri sabırla çizilmiş parmaklardan akar gider. Doğa tutkusu sarıverir sizi, İstanbul'un tepeden görünümü, ince ince işlenir resme. Çizgileri ve ön planda olan renk temanın ahengini oluşturur. Koskoca 50 yıldır dile kolay, onun sanattaki yolculuğu. Uluslararası devrim yaratan ressam ve aynı zamanda akademisyen Devrim Erbil'den bahsediyoruz. Türk resminde soyut anlatımın en önemli isimlerindendir Devrim Erbil ve çizgi, renk, doku üzerine kuruludur genellikle resimleri. Bugüne kadar 200'ün üzerinde sergi açan Erbil'e "paleti kurumayan ressam" demek daha doğru olur. Sanatında 50. yıla doğru giden Erbil'le o günlerden bu yana nasıl bir yolculuk geçirdiğini, resim sanatını ve Artium Sanat Evi’nde açılan yeni sergisini konuştuk.


    "50 yıl önce resim satılan bir meta, nesne değildi. O yüzden heyecanla sanatçılar kendini aşmak için çalışırdı. Şimdi resim Türkiye'de değer kazandı gerçekten, izliyorlar, resim almak için atölyeye geliyorlar. Resim alıyorlar. Özlediğim en önemli şeylerden biri sanatçı çok daha özgürdü. Şimdi isteklerin, galerilerin, resim sevenlerin baskısı altında kalıyor gibi geliyor bana. Türk resminin ve Türk sanatının canlı bir tanığıyım. Bütün kültür olaylarının içindeydim. Eğitim, sanat örgütleri, müzenin içindeydim. 50 yılım böyle geçti..." diyor Erbil. Sanat eğitimine başladığı yıllarda Türkiye'de sadece bir akademinin olduğunu anlatan Erbil, sonrasında güzel sanatlar yüksek okulunun kurulmasını, üniversite sayılarının artarak sanata dair bölümlerin çoğalmasını, Anadolu'nun her yerine sanatçı yetiştiren eğitim kurumlarının yayılmasını, teknolojinin ilerlemesinin sanat adına çok önemli evreler olduğunu vurguluyor. Pera Müzesi, İstanbul Modern, Sabancı Müzesi gibi yerlerin açılmasını; Eczacıbaşı, Sabancı ve Koç ailelerinin sanatla ilgilenmeye başlamalarını önemsiyor ve yabancı sergilerin Türkiye'ye gelmesini başlı başına büyük bir değişim olarak değerlendiriyor. Eğitim ayrı başına kutsal bir iş diyen Erbil, "Bizden önceki kuşak hep bu çabaları gösterdi. Birçok işi birden yaptılar, yazı yazdılar, konferans verdiler, hocalık yaptılar, sanat yaptılar" diye dünün sanatçılarını anlatıyor.


    "Keşke bütün ömrümü sanata adayabilseydim" sözleri dökülüyor ağzından, geride bıraktığı 50 yıla rağmen. "Yani yaptığım işlerden hiç tedirgin değilim, çok da sanatçılar yetiştirdim. Çok önemli işlere imza attım. Kültürel anlamda Türkiye'de birçok ilke imza attım. Bunlar yapılması gerekendi ama çok az bir sanatçı topluluğu vardı. Türkiye'nin koşulları 50 yıl önce bir sanatçıyı sanatçı olarak yaşatacak durumda değildi. Bugün genç bir sanatçı da işini çok seviyorsa, yönetiyorsa, ciddi adımlar atıyorsa onun sanatla yaşama şansı var. Çünkü onun bu şansının olduğunu gösteren bir ortam var. Biz sanat eğitimine başladığımız ve bitirdiğimiz zaman hiç böyle bir ışık yoktu. Sadece sanat sevgisi, sanatla uğraşmanın bir mutluluk olabileceği düşüncesiyle girdim bu işe."


    Bugün sanat adına yapılanların yeterli olmadığını ama bir gün sanata verilen değerin çok iyi yerlere geleceğine inanarak, televizyonlarda Sanat Meydanı gibi programların olabileceğinden bahsediyor. Bir sanatçı sergi açtığında ya da bir sanatçının 50. yılı gibi özel dönemlerinde oturulup bu konuların konuşulacağı, yorumlarla sanatın gelişimini destekleyeceğinden söz ediyor. "Türk sanatının evrensel boyutlarının genişlediğini gördüğümüz zaman sanatın bir takım değerleri daha iyi anlaşılacak. Sanatın insanlara getirdiği iç zenginlik, yaratıcı güç, özgünlük, kişilik, kişilikli olma sadece bir eserin estetik boyutu değil, o estetik boyuttan çıkan sevginin, ışığın, güzelliklerin yaşama ulaştığında, insanlar birbirine saygılı olduğunda, daha derinden duygular yaşandığında, daha hoş görülü olunduğunda sanıyorum ki sanat gerçek anlamına ulaşacak."

    50 yıldır bu heyecanla çalışıyor Erbil, insanlar doğayı onun gözleriyle görsünler, sevgiyi, mutluluğu onun gözünden yaşasınlar diye. Sanat daha çok sevilsin, paylaşılsın, farklı kitlelere ulaşabilsin umuduyla tuvallerini o eşsiz sanatıyla donatıyor. Bizlere soyut bir dünya sunuyor sanatıyla ama o nasıl bir dünya görüyor? Her güzelliğin içinden çirkini bulmak yerine, çirkinlikler içinden güzeli çıkarıp, bir nebze olsun ruhumuza huzur getirebilmekti onun sanatı.


    "Ben gördüğüm dünyayı idealize ederek anlatmaya çalışıyorum, dünya bu kadar soyut değil. Ben bu dünyanın dışında mı yaşıyorum, görmüyor muyum, her şeyi görüyorum, farkındayım. Acının da doğru olmayanın da ama benim görevim bu çirkinlikleri gösterip de bundan ders alın demek değil. Ben başka bir şey yapmaya çalıyorum. Benim resimlerimde şiirsel bir gerçekçiliği bulabilirsiniz, ben farklı güzellikleri, sevgiyi insanlara göstermeye çalışıyorum."


    Ve renkler... Renkler üzerinde en çok durduğu konu Erbil'in hatta kızlarından birinin adı bile Renk. "Onun psikolojik etkileri, insanlar üzerinde hiç fark edilmeyen gizli bir ilgisi var. Altüst edebiliyor insanı, çok önemli hayati bir konu" diyor renkler için. Öğrencilerine renkleri nasıl anlattığından bahsediyor, "Her renk ayrı bir dünyadır, ayrı bir kişiliktir, ayrı bir insan gibidir. Onun huyunu suyunu bilmek gereklidir. Size ben bir kırmızı dediğim zaman hangi kırmızıyı aklınıza getirebiliyorsunuz. Yüzlerce binlerce çeşit kırmızı var. O kırmızın şiddeti, koyuluk derecesi ve bir rengi doğru bilmek, çözmek, onun hangi renklerle arkadaşlık edebileceği, hangi renklerle birlikte bir resmin içine girebileceğini bilmek önemlidir."


    İstanbul Resimleri, Ritmik Kurgu ya da Ritmik Titreşim olarak adlandırılan eserlerinin yer aldığı yeni sergisinde ise Devrim Erbil'in son dönem resimlerinde vardığı noktalar ve yeni dönemde yapacağı atılımların habercisini taşıyan eserleri yer alıyor.


    Erbil yeni atılımları için "Soyutların daha ileriki boyutlarında akılla duyguyu, şiirle gerçeği birleştirme çabalarımın yeni bir boyutu olarak ele alınabilir. Bu benim yolumun bir doğa tutkusunun vardığı son nokta olarak 50. yılın sonunda bunlarla uğraşacağım. Bir de 50. yılın sonunda gelecek birtakım projelerim var, sürpriz olsun" diyor. Devrim Erbil'in Teşvikiye, Artium Sanat Evi'ndeki resim sergisi 24 ocaka kadar sanatseverlerini bekliyor olacak...

    Taraf, 30.12.2008

    TOPKAPI SARAYI'NA 6 YILDA 80 PERSONEL ALINDI

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü kadrosunun halen boş olduğunu belirterek, bir müdür atanması durumunda alacağı maaşın bin 600 YTL olacağını, müze müdüründen fazla maaş alan personel olduğunu söyledi. Günay, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne son 6 yıl içinde toplam 80 personel alındığını bildirdi.

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, MHP Karaman Milletvekili Hasan Çalış'ın, Topkapı Sarayı Müzesi’ne ilişkin soru önergesini yanıtladı. Türkiye genelinde müze müdürlüklerinde bin 860’ı kadrolu, 789’u işçi 256’sı sözleşmeli personel çalıştığını bildiren Bakan Günay, aynı zamanda 795 özel güvenlik görevlisi ile 509 temizlik personelinin de görev yaptığını söyledi.

    Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’nün teftişinin 3 Nisan 2007 tarihinde başlatıldığını, eserlerin tespitinin yapılabilmesi için uzmanlardan oluşan bir komisyon kurulduğunu ve sayım çalışması başlatıldığını söyleyen Günay, bu çalışma devam ettiğinde Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki eserlere ilişkin daha somut değerlendirmeler yapılabileceğini kaydetti. Son 6 yıl içinde İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü’ne kurum dışında naklen 5, özelleştirilen kamu kurum ve kuruluşlarından 56, açıktan atanan 6, kurum içinden atanan 13 olmak üzere toplam 80 personelin alındığını bildiren Günay, 4/B kapsamında 13 sözleşmeli personel alındığını, 72 özel güvenlik görevlisi ile 63 temizlik personelinin çalıştırıldığını kaydetti.

     

    Günay, MHP’li Çalış’ın Topkapı Müzesi müdürünün maaşının ne kadar olduğuna ilişkin sorusuna ise şöyle yanıt verdi:
    “İstanbul Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü’nün Müze Müdürü kadrosu halihazırda boş olup 1/4 derecesine müdür atanması durumunda alacağı maaş tutarı ek ödeme dahil yaklaşık bin 600 YTL’dir. Özelleştirilen kurumlardan Bakanlığımız şef, koruma ve güvenlik memuru kadrolarına naklen atanan ve müze müdürlüğünde istihdam edilen bazı personel 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu gereği ücretleri şahsa bağlı olarak ödendiğinden müze müdüründen fazla maaş alabilmektedir. Bu maaş farkı 100 YTL ve üzerinde değişmektedir.”

    Turizm Gazetesi, 30.12.2008

    MAKEDON ARKEOLOGLAR
    4000 YILLIK YAZI BULDULAR

     

    Dilbilimci, antik diller uzmanı ve Dünya Kaya Resimleri Akademisi şeref başkanı Dr. Dushko Aleksovski “Eski Makedon diline ait ilk izler açığa çıkmaya başladı” demekte.

     

    Bulunan kitabe ile ilgili olarak Dr. Aleksovski “Bu çok ender bulunan bir kalıntı. Üzerinde tanrıça Vesta, Bsefa olarak eski ismi ile yazılmış” demekte.

    Ölü diller açısından çok değerli bir belge olan bu buluntu yaklaşık 4000 yıllık ve pişmiş çamura kazılmış.

    Kaçak kazıları engellemek için devlet buluntunun kesin yerini henüz açıklamamakta.  

    MINA, 30.12.2008

    DEFİNE AVCILARI MARMARAY'A SIZDI

     

     

    Boğaz’ın iki yakasını denizin altından birleştirecek olan ‘Marmaray’ın kazısında bulunan tarihi eserler, hazine avcılarını harekete geçirdi. Ulaştırma Bakanlığı kazıları takibe aldı.

     

    Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayacak raylı geçiş projesi Marmaray, hazine avcılarının da iştahını kabarttı. Kazılar sırasında ortaya çıkarılan tarihi eserler üzerine harekete geçen zanlılar, kaçak kazılar için kolları sıvadı. Ulaştırma Bakanlığı olayla ilgili soruşturma başlattı.

     

    Bakan Binali Yıldırım, "Kazılarda bulunan tarihi eserler hemen envantere kaydediliyor. Ayrıca dışarıdan yapılan kaçak kazılar varsa bu tür girişimler yalnızca bugün değil her an yasadışıdır ve emniyetin takibine bağlıdır" dedi.

     

    İddialarla ilgili Anıtlar ve Müzeler Yüksek Kurulu, Kültür Bakanlığı gibi kuruluşlarla görüşerek gerekli önlemleri aldıklarını belirten Bakan Yıldırım "Ekiplerimiz Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın arkeologlarının, Anıtlar ve Müzeler Yüksek Kurulu’nun izni ve yönlendirmesiyle kazı yapabiliyor" diye konuştu. Yıldırım, projede çalışan ekiplerin her konuda araştırıldığı ve güvenlik taramasından geçirildiğini de sözlerine ekledi.

    Hürriyet, 30.12.2008

    KELT HAZİNELERİ





    Krakow’un dört mil doğusunda MÖ 3.  yüzyıl-2. yüzyıla ait bir Kelt Köyü bulundu. Krakow Karayolları Araştırma Ekibi  arkeologları gelecekte A4 karayolu olacak araziyi bir süredir kazıyordu. 

     

    Arkeologlar, Polonya’daki bu benzersiz köyün neredeyse tamamını keşfettiler. Buldukları madeni paralar, takılar ve günlük eşyalar sayesinde köyü yeniden inşa ederek, Malopolska bölgesindeki Keltlerin yaşamlarını anlayabilecek değerli bilimsel verilere ulaşacaklar.

     

    “Arkeolojik açıdan en büyük başarı, 10 hektarlık bir bölgeyi araştırarak tüm köyü ortaya çıkarmak oldu” diyor arkeologların başı Karol Dzingielewski. “Bu sayede 17 barakanın yapılış sırası ve şekli ortaya çıktı. Bulduğumuz bazı ince cam eşyalar da zamanın moda eğilimini anlamlandırdığı için önemli. Bir bilezik kırıldığında Kelt kadını modaya uygun yeni bir tanesini alırmış. Şimdi bilezik parçaları bulduğumuzda tam olarak hangi zamana ait olduğunu ve modadaki değişimi izleyebiliyoruz,” diye açıklıyor Dzingielewski.

     

    Keltler aslında bugünün güney Almanya, France, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Avusturyasında yaşayan Cermenlerdi ve metal ile çömlek işindeki zanaatkarlıklarıyla bilinirlerdi. MÖ 280-277’de Balkan Yarımadasının kuzey bölümünü işgal etmiş ama kuzeye doğru ayrılmak zorunda kalmışlardı. Arkeologların teorisine göre MÖ 3. yüzyılda, bir kısmı Morovya toprakları (şimdi Çek Cumhuriyeti’nin parçası) üstünden Malopolska’ya henüz hiçbir Slav kabilesi gelmeden geldiler. O zamanlar Malopolska az nüfusu olan bir yerdi ve Keltler buraya yerleşip, kendi kültürlerini ve alışkanlıklarını sürdürebildiler. Bu topluluk böygeye ticareti/parayı tanıttı. Büyük ihtimalle kürk, kehribar ve bal ticareti yaptılar. 

     

    Muhtemelen MÖ 2. yüzyıldan 1. yüzyıla doğru Keltler, o dönemdeki Cermen göçüyle de birleşerek Krakow bölgesinden göç ettiler.  

    Krakow Post, Haber: Granyna Zawada, 30.12.2008

    ALLIANOI ANTİK KENTİ İÇİN SUÇ DUYURUSU

     

    Allianoi Girişim Grubu üyeleri, İzmir'in Bergama İlçesi'nde bulunan, dünyanın ayakta kalmış en eski tedavi merkezi olarak bilinen Allianoi Antik Kenti'ne, Yortanlı Barajı inşaatı çalışmaları sırasında iş makinesi kullanılarak zarar verildiği iddiasıyla İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.


    Antik kentin baraj suları altında kalmaması için mücadele yürüten Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü Alime Mitap, İzmir Adliyesi önünde yaptığı açıklamada, 2001 yılında 1. derece arkeolojik sit alanı olduğu yönünde karar verilen bölgede, yasaya aykırı biçimde baraj inşaatının sürdürülmesinin telafisi mümkün olamayacak hasarlara yol açtığını savundu.


    Allianoi Anti Kenti'nde Koruma Kurulu kararlarına uyulmadan, kepçeyle antik ılıcanın özelliğinin kaybolması için fiziki müdahalede bulunulduğunu iddia eden Mitap, şöyle devam etti: "Bu bir suçtur. Biz bugün, baraj inşaatı çalışmaları sırasında iş makinesi kullanılarak antik kentte tahribata yol açtıklarından kuşku duyduğumuz yetkililer hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunacağız. Bu yetkililer Bergama Müze Müdürü, DSİ 2. Bölge Müdürlüğü ve ilgililerdir. Daha önce Koruma Kurulu'nun aldığı karara göre, antik kalıntılara zarar verilmemesi için burada asla iş makinesinin kullanılmaması gerektiği bildirilmişti."


    Grubun eski dönem sözcüsü Arif Ali Cangı ise Allianoi Antik Kenti ile ilgili Danıştay ve İzmir 4. İdare Mahkemesinde açılan davaların sürdüğünü, bu davalardan esas hakkında karar çıkmasını beklediklerini söyledi.


    Cangı, bu suç duyurusunun ise yargısal süreç tamamlanmadan antik kentin yok edilmesinin önlenmesine yönelik olduğunu bildirdi. Alime Mitap ve Cangı, açıklamalarının ardından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

    Haber Ekspres, 30.12.2008

    ANTEPEVİNİ MÜZE HALİNE GETİRDİ

     

     

    Koleksiyonunda biriktirdiği tarihi eserlerin evine sığmaması üzerine satın alarak restore ettirdiği tarihi Antep evini müze haline getiren ev kadını Füsun İşsever, müzeye Roma İmparatorluğu dönemine ait 3 önemli eser daha kazandırdı.

    Füsun İşsever, bir müze kurmayı eskiden beri hayal ettiğini, biriktirdiği eserlerin evine sığmaması üzerine daha geniş ve tarihi bir mekanda insanlarla koleksiyonunu paylaşma isteği duyduğunu belirtti. Bu nedenle tarihi kalenin hemen yanındaki bir Antep evini satın alarak müze haline getirdiğini ifade eden 2 çocuk annesi Füsun İşsever, uzun yıllardır eşi Kamer İşsever ile koleksiyonunu yaptığı cam, porselen, el işi örtülerinden oluşan 1500'e yakın eseri burada sergilemeye başladığını söyledi.

     

    Daha geniş ve tarihi bir mekanda insanlarla koleksiyonunu paylaşma isteği duyduğunu anlatan İşsever, “'Müzemizde cam eserler, porselenler, el işi örtüleri yer alıyor. Müzenin bir bölümünde ise kuyumcu dükkanı, kapalı çarşıdan gelen bir kuyumcu ustamız, Mardin Midyat'tan gelen bir telkari ustası var. Ustamızın kiremit işleme, masa üstünde alevle cam boncuk çalışması, mücevher tasarımları, müzeyi ziyaret edenlerin ilgi gösterdiği bölümlerden biri. Müzede kafeterya ve tarihi eserlerin sergilendiği 5 ayrı bölüm bulunuyor" dedi.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 30.12.2008

    HABABAM'IN OKULU RESTORE EDİLİYOR





    Türk sinemasının unutulmaz filmlerinden Hababam Sınıfı'nın bazı bölümlerinin çekildiği Üsküdar'daki Adile Sultan Kasrı'nda restorasyon çalışması tamamlanma aşamasına geldi.

     

    Yaklaşık 7 milyon YTL harcanan tarihi bina, kısa zaman içinde öğretmenlerin hizmetine sunulacak. Kasrın yanındaki başka bir bina ise öğretmenlere otel olarak hizmet verecek.

     

    Sultan Abdülaziz'in, kardeşi Adile Sultan için 1853 yılında meşhur Balyan ailesine mensup bir mimara yaptırdığı bina, birinci derecede tarihi eser olarak günümüze ulaştı. 1991 yılında boş ve metruk durumda olan yapı, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından, öğretmenevi ve kültür merkezi olarak hizmete açılmıştı. Fakat çatısı çöken, doğramaları çürüyen ve dış cephe süslemeleri dökülmek üzere olan kasrın 1997'de üst katı kapatıldı. İki yıl sonra Marmara Depremi'nin de zarar verdiği binanın bugüne kadar sadece çatısı onarıldı. Tarihi kasrın harap durumunu gören İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer'in girişimleriyle 2007 yılının Ağustos ayında kapsamlı bir restorasyon çalışması başlatıldı. Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi ve Üsküdar Belediyesi'nin de destek verdiği projenin mart ayı başında tamamlanması planlanıyor. Daha önce sıradan bir bina gibi basit tamiratlar gören Validebağ Adile Sultan Kasrı Kültür Merkezi ve Öğretmenevi'nde şu an ahşap doğramalar, süslemeler ve döşemeler orijinaline uygun olarak yenilenirken muhtemel bir depreme karşı da güçlendirme çalışması yapılıyor.

     

    Göreve atandığında binanın perişanlığını gördüğünü belirten Ata Özer, "Eli öpülesi öğretmenlere hizmet etmek gayesiyle bu binayı yeniliyoruz. Öğretmenlerin artık burada da evi olacak." diye konuştu. Kasrın tamamen öğretmenlerin hizmetinde olacağını ve kimseye devredilmeyeceğini söyleyen Özer, açılışı ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yapacağını belirtti. Özer ayrıca, kasrın yanındaki bir binanın da onarıldığını ve öğretmenlere otel olarak hizmet vereceğini söyledi.

    Zaman, Haber: Mühenna Kahveci, 30.12.2008

    KARAGÖZ'Ü SANSÜRLEMEK





    Yunanistan’ın Karagöz ve Hacivat’a AB patenti almaya çalıştığı sırada Kültür Bakanlığı’nın UNESCO için hazırladığı katalogda, ‘haham’ ve ‘domuz’ figürleriyle komşuya koz verdiği haberleri tartışma yarattı.

     

    Karagöz ve Hacivat’ı Yunanistan’a kaptırmama savaşımındaki Türkiye’nin UNESCO için hazırlanan geleneksel gölge oyunumuzla ilgili katalogda, “domuz ve ‘haham” tasvirli figürlerle komşuya önemli bir koz verdiğine ilişkin haber tartışma yarattı. 


    Ömer Erbil’in 21 Aralık tarihli Milliyet’te birinci sayfadan “Karagöz’ün başı komşuyla dertte” başlığıyla yayımlanan haberi eleştirilere yol açtı.


    Haberde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Karagöz’ün Türklere ait olduğunu ispat için hazırladığı “Gölgenin Renkleri” adlı kataloğu, kasım ayında yapılan UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi 3. Hükümetlerarası Komite Toplantı’sında 300’e yakın üyeye kamuoyu oluşturmak amacıyla dağıttığı belirtiliyordu. 


    Türkiye’de kullanılan Karagöz figürleri arasında “domuz” ve “haham” tasvirli figürlerinin yer almadığını söyleyen Karagöz ustalarının eleştirilerine de yer veriliyor. Haberde görüşlerine başvurulan Milletlerarası Kukla ve Gölge Oyunları Birliği Türkiye Merkezi (UNİMA) Kurucu Başkanı ve Karagöz ustası Orhan Kurt, domuz figürünü kataloğa editör Alpay Ekler’in “yabancıların ilgisini çekmek” amacıyla koyduğunu öne sürüyor.

     

    Ekler: Karagöz oyununda   ‘domuz’ ve ‘haham’ vardır
    Karagöz Sanatçısı ve Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları Öğretim görevlisi Alpay Ekler, haberde başkalarının görüşlerine yer verilirken adının kullanıldığını ancak kendisinden görüş alınmadığını belirterek Okur Temsilcisi’ne başvurdu:


    “Haberde domuz tasviri için, ‘Anadolu’da kullanılmayan bir tasvir’ ibaresi kullanılmıştır. Görüşüne başvurulan kişilerin konu hakkındaki bilgileri endişe vericidir. Çünkü: ‘Karagöz’ün büyük evlenmesi’ olarak bilinen klasik Karagöz oyununda, Karagöz’ün çeyizi perdeden geçer. Bu çeyiz içinde, fare kapanı içinde fare, geyik sürüsü, maymun sürüsü ve yaban domuzu sürüsü de vardır. Bir çeyizde elbet bunlar olmaz. Bir çeyizde ayı sürüsü olur mu? Çok ilgi çekici, absürd ve grotesk bir durum ortaya çıkaran bu bölüm oyunun olmazsa olmaz en can alıcı ve gülünç bölümüdür.
    Ayrıca, haberde, bana ifade etmediğim beyanı atfeden ya da ifadesi yanlış yorumlanan Orhan Kurt’un bizzat kendisine ait yaban domuzu tasvirleri vardır. Haham tasviri ise en çok oynatılan ‘Salıncak’ adlı oyundadır.


    Evrensellik komplekslerden arınmak ve özgür düşünebilmekten geçer. Karagöz’ü sansürlemek kimsenin haddine değildir. Karagöz’e Musevi kültürünü, Rum kültürünü, Ermeni kültürünü, Türk kültürünü kimse yasaklayamaz. O bir halk tiyatrosudur. Toramanlısı da, siyasal taşlamalısı da, yaban domuzlusu da bu halkın kültürüdür.”

     

    ‘Asıl şimdi kaş yaparken göz çıkardınız’
    Açıkgöz Kukla Tiyatrosu’ndan A. Duygu Tansı, H. Oya Tansı da katalogda yer alan tasvirleri seçen editör Alpay Ekler’in haberde görüşlerine hiç yer verilmemesini eleştiriyor.


    Doğa Okulları Fen ve Teknoloji Zümre Başkanı Gürkan Sinan adlı okurumuz da katalogdaki domuz tasvirinin yaban domuzu olduğunu ve Karagöz oyununda bulunduğunu belirtirken, Volkan Kara “Sevgili Metin And hocamızın yıllara dayanan birikimini ve araştırmasını hiçe saymış oluyorsunuz. Bu haberle asıl şimdi kaş yaparken göz çıkardınız!..” diyor. 

    Prof. Öcal Oğuz: Asıl olan Karagöz’ün özünü bozmamak 
    Tartışmaya açıklık getirebilmek amacıyla UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Somut Olmayan Kültürel Miras İhtisas Komitesi Başkanı Prof. Öcal Oğuz’a başvurduk. Prof. Öcal, Milliyet Okur Temsilcisi’ne şu değerlendirmeyi yaptı:


    “Son yıllarda Türk medyasında Somut Olmayan Kültürel Miras konularından hellim peyniri, lokum, baklava ve bir de Karagöz üzerinden Yunanistan’la bağlantılı tartışmaları ilgiyle takip ediyorum. Bu haberlerde genel olarak, Yunanistan üzerinden koruma duygusu geliştirmeye yönelik bir tartışma tercih edilmektedir. Toplumsal duyarlılık sağlama girişimlerini takdirle karşılıyorsam da haberlerin içeriklerinin daha güçlü hazırlanması gerektiğine inanıyorum.


    Karagöz, dünyanın birçok yerinde görülen ve ‘gölge tiyatrosu’ denilen tiyatro tekniğinin kullanıldığı bir Türk tiyatro türüdür. Bu türün temel özelliği, Karagöz ve Hacivat tipleri etrafında gelişmekle birlikte yaratıldığı ve yaşatıldığı yer ve dönemlerin tip ve karakterlerinin ‘tasvir’leriyle gelişmesidir. Karagöz’ü canlı ve yaşayan kılan da bu özelliğidir.


    Karagöz’e yeni tasvirlerin eklenmesi, gelenekten uzaklaşma değildir. Oyunun içeriğine ve kurgusuna göre bir hayalinin tasvirleri arasında her hayvan türü, her dinin sembolleşen kişileri her politikacı ve her meslek erbabı vs. bulunabilir. Asıl olan, Karagöz’ün özünü bozmamaktır.

    ‘Yunanistan’ın avantajı yok’
    ‘Karagöz’ün başı komşuyla dertte’ başlıklı habere gelince, doğaldır ki bir hayalinin repertuarında domuz veya haham tasvirlerinin varlığı, Yunanistan’ın eline koz vermek anlamına gelmez. Yunanistan’da yaşayan gölge oyunu teknik olarak İstanbul kaynaklı olmakla birlikte kendi yerel şartlarında ‘Karagözis’ tipini doğurmuş ve günümüzde Türkiye’deki Karagöz’den bağımsız olarak gelişmiştir. Yunan Karagözis’inin kökeninin İstanbul olduğu Yunan araştırmacıların da kabul ettiği bir konudur.


    Ayrıca Hükümetlerarası Komite’nin seçtiği UNESCO’ya başvuran devletlerin dosyalarını inceleyecek olan kurulda altı üyeden biri Türkiye’dir. Kurul henüz çalışmalarını sonuçlandırmamış, bir karar almamıştır. Bu nedenle, Yunanistan’ın Karagöz konusunda elde etmiş olduğu hiçbir avantaj veya Türkiye aleyhine bir kazanım yoktur.


    Yunanistan’daki Karagözis’in Türkiye’deki Karagöz’den daha fazla koruma ve geliştirme imkânlarına sahip olduğu ve gerek eğitim, gerekse kültür turizmi alanında teşvik gördüğü dikkate alınırsa, Türkiye’deki tartışmaların Karagöz’ün öncelikle ulusal süreçlerde korunup geliştirilmesine odaklanması gereğinin altı çizilmelidir.

    Erbil: Ekler değil, bakanlık suçlanıyordu

    Muhabirimiz Ömer Erbil’in savunusu ise şöyle:
    “Haberimde uzman görüşlerine yer vererek, tartışmalı bir konuda somut bir yazı kaleme aldım. Domuz figürünü kataloğa makalesiyle birlikte koyan Alper Ekler’in ismini haberimde kullanmadım. Hocası Orhan Kurt ismini kullandı ve Ekler’i savunur nitelikte açıklama yaptı. Burada haberin muhatabı Ekler olmadığı için de kendisini arama gereği duymadım. Çünkü domuz figürünün kataloga konulmasını sağlayan bakanlık suçlanıyordu.


    Ayrıca Karagöz’le ilgili bir katalog hazırlanırken Karagöz, Hacivat, Bebe Ruhi, Zenne gibi 350’ye yakın pek çok önemli figürün yapılışını anlatmak yerine neden domuz figürünü anlatma gereği duyuldu?


    Domuz figürü Karagöz oyunun sadece figürasyonudur. Karagöz’ün anlatıldığı bir katalogda 6 sayfa domuz figürünün olması haliyle insanın kafasını karıştırıyor.” 

    Ombudsman’ın görüşü:
    Milliyet’in kültür, sanat ve bilimde nitelikli okur ve düşünür kitlesi, muhabirlerimizi “tartışmalı” konularda haber yaparken çok titiz davranmaya yöneltmeli. Ömer Erbil’in Karagöz haberi, bugün Okur Temsilcisi sayfasında yer verdiğimiz görüşlerle yerine oturuyor. Zenginleşiyor. Sorun, haberlerin bu sayfaya taşınmadan, içerikte yol açtığı eleştirilerden arındırılarak yazılması. Ona göre başlık atılması.


    Sonuçta tek bir haber yapılıyor, bilimsel bir makale hazırlanmıyor. Ancak Milliyet okurlarının, kusursuz bir metin konusunda ne denli hassas olduklarını uzman görüşlerinden anlıyoruz. Prof. Öcal Oğuz’un değerlendirmesi, anlamlı ve öğreticidir. Değerli hocalarımıza teşekkür ederiz.

    Milliyet Ombudsman, 29.12.2008

    TARİHE TARİHİ İHMAL

     

     

    Erzurum'da, Rus işgallerine karşı yaptırılan ve adeta kahramanlık destanlarının yazıldığı tabyaların, tapu kayıtlarında 'mera' olarak geçtiği belirlendi. 1980'li yıllarda tapu kayıtlarına mera olarak geçirilen Aziziye ve Mecidiye tabyaları, tarihi dokularının korunması için tescil edilmiş olmalarına rağmen, yapılan hata yıllar sonra ortaya çıktı.

     

    Tapu kayıtlarına mera olarak işlenen tabyaların, resmi evrak üzerindeki vasfının değiştirilmesi için çalışma başlatıldığı öğrenildi. Milli Park statüsüne alınması için başlatılan çalışmalar çerçevesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsisi yapılmak istenen tabyaların, kayıtlarda 'mera' olarak geçmesi, tarihe karşı işlenmiş bir ayıp olarak nitelendirilirken, kayıtların düzeltilmesi için Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na acil 'acil kod'la talimat verildiği kaydedildi.

     

    Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü'nden edinilen bilgilere göre, tapu kayıtlarındaki büyük hata, tabyaların bulundukları alanların Milli Park ilan edilmesinin ardından ortaya çıktı. Arazilerin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsisi konusunda yürütülen çalışmalarda, tabyaların kayıtlara 'mera' şeklinde geçirildiği ortaya çıkınca, işlemler beklemeye alındı. Kayıtların düzeltilmesi için Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'na yazı yazıldığını kaydeden yetkililer, kayıtların düzeltilmesinin ardından işlemlerin kaldığı yerden devam edeceğini ve yazışmaların sürdürüldüğünü dile getirdiler.

     

    1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Erzurum'un etrafındaki toprak tabyaların yetersiz kalmasından ötürü yeni tabyaların yapılması için başlatılan çalışmaların ürünü olan Aziziye ve Mecidiye tabyalarının, Türk tarihi için büyük önem taşıdığını vurgulayan tarihçiler, "Tabyaların, Şehitler Köyü merası olarak tapu kayıtlarına işlenmesine bugüne kadar kimsenin neden müdahale etmediği gerçekten ilginç. Yapılan bir hata veya yeteri kadar titizlikle yapılmayan çalışmayla yıllar önce Aziziye ve Mecidiye Tabyaları mera statüsüne alınmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu siyasi ve askeri alanda büyük güçlükler ile karşılaşmış. Osmanlıların bu durumundan yararlanmak isteyen Ruslar, İmparatorluğa savaş açmışlardır. Bu nedenle de Osmanlılar savunma amaçlı olarak Erzurum'un doğusunda ve çevresinde savunma amaçlı tabyalar yapmışlardır. Ancak, bugün bu tabyaları mera olarak kayıtlara işlemek, çok büyük bir hatadır. Her ne kadar hata telafi edilmeye çalışılsa da, tarihi Aziziye ve Mecidiye tabyaları, resmi evraklara mera olarak işlenmiştir" diye görüş belirttiler.

    Erzurum Gazetesi, 29.12.2008

    TARİHİN HALİ İÇ SIZLATIYOR

    İzmir tarih zengini bir kent ama bir de sahip çıkılsa... Bunun en çarpıcı örneği eski evler. Bir zamanlar mimarileriyle bakışları üzerinde toplayan binalar o yaşam dolu günlerinden şimdi çok uzakta. Hepsi de kaderine ve adeta ölüm sessizliğine terkedilmiş durumda. Zamanın ağır yüküne dayanamayıp birer birer çöküyorlar, sayıları giderek azalıyor.

     

    Ayakta kalanlar da kötü sona doğru adım adım ilerliyor. Görüntüleri yürekleri parçalıyor. Üstelik çoğu da serserilerin ve tinercilerin yuvası. İçleri çöp dolu, çevreye mikrop saçıyor. İzmirliler, neden böyle sahipsiz olduklarını merak ediyor.

    Avrupa’daki kentlerde geçmişe nasıl sıkı sıkı sarıldığına ve böyle turist çekildiğine dikkat çekiliyor.


    Can çekişen binaların çoğunlukla bulunduğu Konak’ta belediye görevlileri, yazı asarak tehlike uyarısı yapıyor. Yetkililer, koruma tescilli yapıların hızla azaldığını, ancak bu konuda ellerinin kollarının bağlı olduğunu söylüyor. Çoğunun birden fazla kişiye ait olmasının çözümü zorlaştırdığı vurgulanıyor, “En büyük sorun mülkiyet” deniliyor.

    Milliyet Ege, 29.12.2008

    TARİHİ MEKANLAR 3 BOYUTLU İZLENEBİLECEK

     

    Kars Valiliği ve www.360tr.com Multimedya Grubu'nun hazırladığı proje ile 1914'te 90 bin askerin şehit olduğu Sarıkamış Harekatı'nın yaşandığı cephe ve şehitliğin, 3 boyutlu panoramik fotoğraf teknolojisi ile internet ortamına taşınmasından sonra, Türkiye'nin bütün tarihi mekanlarının internet ortamında 3 boyutlu izlenebilmesi için çalışmalar hızlandırıldı.

     

    www.360tr.com iletişim direktörü ve proje ortağı İmdat Demir, 90 bin askerin şehit olduğu Sarıkamış Harekatı'nın yaşandığı cephe ve şehitliğin, 3 boyutlu panoramik fotoğraf teknolojisi ile internet ortamına taşınması çalışmasını Devlet Bakanı Mehmet Aydın'a anlattı. Sarıkamış Toprak Otel'de projeyi uygulamalı olarak Bakan Aydın'a tanıtan İmdat Demir, "Sarıkamış şehitlerini anma etkinlikleri çerçevesinde şu an www.360tr.com üzerinden 3 boyutlu olarak, Sarıkamış'ı şehitlerimizin hangi koşullarda bu harekata giriştiklerini 360 derece anlattığımız bir proje yaptık. Proje 'Kars/altı hayatlar: Sarıkamış' konseptinde adlandırıldı. Bundan amaç, Sarıkamış şehitlerimizi anmak, onları hatırlamak, onların o günkü koşullarını hissetmek, toplumsal anlamda bir bilinçlenme bir farkındalık oluşturma ihtiyacından hareket etmekti. Bunu da yaparken internetin cazibesi, kolay erişebilirlik olanaklarından da istifade etmek istedik. Bugün itibariyle yaklaşık 750 bin civarında internet üzerinden projeyi ziyaret eden oldu" dedi.

     

    Projenin video gibi olmadığını, internete girenlerin görüntüyü görebilmek için beklemediklerini ifade eden Demir, "Bundan sonra bunları havadan da 3 boyutlu olarak gösterme şansımız olacak. Şimdilik bunu böyle yaparak o dönemin ambiyansını üretmeye çalıştık. Ayrıca bunda ses de var. Rüzgar, tipi ve soğuğu hissettirecek ses de var. Efekt eşliğinde o dönemi bir nebze de olsa hissettirebilmeyi hedefledik. Popüler kültürün unutturuculuğu altında ezilmesini önlemek, bir de internet artık trend bir şey. Yani, çocuklarımızın, gençlerimizin çok kullandığı bir araç. Onların da beğenilerine hitap edebilecek, onların algı düzeylerine müsait bir çok önemli bir araç. Biz bunu şimdi Sarıkamış için kullanıyoruz. www.360tr.com aslında Türkiye'yi dünya çapında bu ölçüde temsil eden çok önemli bir misyon sahibi. Şu ana kadar Anıtkabir'i, Topkapı Sarayı'nı, Mevlana Müzesi'ni yapmış ve yayınlamıştır. Mevlana Müzesi'ni yayınladığımızdan bu güne kadar yaklaşık 270 milyon kullanıcıya gezdirebildik. Bu kullanıcıların yaklaşık yüzde 40'ı yurt dışından gelmekte. Aynı zamanda da İngilizce yayın bile yapabiliyor. Amacımız, bütün Türkiye'nin tarihi mekanlarını bu şekilde internet ortamına taşımak ve insanların beğenisine sunmaktır" diye konuştu.

     

    Devlet Bakanı Mehmet Aydın da projenin önemli olduğunu vurgulayarak, "Modern teknolojiyi kullanma, bugün en kısa hatta pek çok bakımdan en ucuz, en etkili yol. Yani hep bir-iki ipucu vereceksiniz ki insanlara onun realitesini görmek için teşvik edici olsun. Sadece böyle fotoğraflara bakarak bir fikir edinmeye çalışıyorsun. Bizim kuşak o düz haritaya bakmaya alışmış olmasına rağmen yeterli olmuyor. Bütün artık bütün boyutlarıyla görmeye çalışıyorsunuz. O bakımdan çok önemli. Türkiye artık epeyce bir yere kadar teknolojide bunları çok rahat yapabilecek duruma geldi. Yapıyoruz da zaten. Bunların başka alanlarda bugün, TÜBİTAK'ta da çok güzel ve stratejik çalışmalar var. Bu yönde çalışan arkadaşlarımızın da elbetteki desteğe ihtiyacı var. Tanıtma fonudur, Kültür Bakanlığı'dır yani bu bir nevi tanıtım işini yarı yarıya başarmak anlamına geliyor. Gerisi zaten biraz daha kolay oluyor. Kendilerini tebrik ediyorum. Gayet güzel olmuş" ifadelerini kullandı.

     

    Ünlü Kalp Cerrahı Bingür Sönmez ise, projeyle ilgili "www.360tr.com bir mucize gerçekleştirmiştir. Bugün Türkiye'nin her yerinde Sarıkamış ziyaretine gelemeyenler www.360tr.com'a girerek 3 boyutlu olarak, 360 derece Sarıkamış şehitliklerini çok rahatlıkla izleyebilirler. Emeği geçenleri kutluyorum. Gerçekten www.360tr.com'un Sarıkamış şehitlerini ziyaret projesi benim için aklın durduğu yerdir" dedi.

    Erzurum Gazetesi, 29.12.2008

    ANTEP EVLERİ AB PROJESİ OLDU

     

     

    “Türkiye'de Sivil Toplumun Güçlendirilmesi: Sivil Topluma Bütüncül Yaklaşım ve Katılımcı Yerel Projeler” hibe programı kapsamında Güney İlleri Gazeteciler Derneği'nin hazırlamış olduğu yeni kültür projesi olan “Ayıntap Evlerinde Saklı Sanatlar “ projesi Merkezi Finans ve İhale Birimi tarafından kabul edildi.


    Öncelikle yerel düzeyde çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarının küçük ölçekli projelerine destek vermeyi amaçlayan program çerçevesinde sunulan “Ayıntap Evlerinde Saklı Sanatlar “ projesi sekiz ay içerisinde tamamlanacak. Güney İlleri Gazeteciler Derneği tarafından tasarlanan ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Ayıntap Evleri'nde Saklı Sanatlar” Projesi 1 Aralık 2008 tarihi itibariyle çalışmalarına başladı. 8 ay sürecek proje boyunca Antep Evleri'nin duvar ve tavan süslemeleri tespit edilecek, konuyla ilgili fotoğraf çekimleri ve fotoğraf sergileri gerçekleştirilecek; proje sonunda ise Türkçe ve İngilizce dillerinde alanında ilk olacak bir proje kitabı yayımlanacak.


    Proje Koordinatörü Ali Atalar, yaptığı açıklamada, Gaziantep'in modern görüntüsünün yanında 5 bin yıllık tarihi bir kimliğe sahip bir şehir olduğunu belirtti. Atalar, açıklamasını şöyle sürdürdü: "Gaziantep yüzyıllar boyunca değişik medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Ancak hepsinde de ortak bir özellik göze çarpmaktadır. Gaziantep daima ticaretin ve kültürün merkezi olmuştur. Günümüze kadar süregelen ve çoğunlukla bin 800'lü yıllardan sonra bu kültür merkezinin yegane değerlerinden birisi Antep Evleri olarak adlandırılan ve kendine has mimari ve kültürel özellikler taşıyan Gaziantep evleridir. Bu evler barındırdığı mimari ve kültürel özellikler dışında kültürler arası farklılıkları da bütüncül bir hale getirerek dinler ve sosyo-kültürel özellikleri de bir arada tutmayı ve farklılıkları birer zenginlik ve sanat aracı haline getirmiştir. Sanatsal ve mimari açıdan bakıldığında Antep Evleri'nin en önemli özellikler ev içerisinde duvar ve tavana uygulanmış bu resimlerdir. Bu resimler sanatsal değer taşımakla birlikte yerel bir kültür olarak korunmaya ihtiyaç duymaktadırlar. Kültürel değerlere sahip çıkmak, onları korumak, tanıtmak ve yerel katılımcılık esası ile gelecek nesillere aktarabilmek sosyal sorumluluk anlayışı içerisinde bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarınca bir görevdir. Güney İlleri Gazeteciler Derneği tarafından yürütülecek olan Ayıntap Evleri'nde Saklı Sanatlar Projesi ile ana problem olarak bu duyarlılığın sağlanması, çok önemli bir sanatsal ve kültürel değerin Antep Evleri duvar ve tavan resimlerinin belirlenip, bu değerlerin tanıtılması ve bir farkındalık oluşturulması amacına hizmet edecektir."

    Olay Medya, 29.12.2008

    'KÜLTÜR VARLIKLARIMIZ' PULLARINA ÖDÜL

     

    PTT Genel Müdürlüğü'nün, "Kültür Varlıklarımız-Gölge Oyunu Karakterleri" pullarına, Çin'deki Geleneksel En İyi Yabancı Pul Yarışması'nda "Mükemmellik" ödülü verildiği bildirildi.

     

    PTT Genel Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamada, Çin'in başkenti Pekin'de bu yıl 7. düzenlenen yarışmada, Genel Müdürlüğün 2007 yılında çıkardığı, "Kültür Varlıklarımız-Gölge Oyunu Karakterleri" konulu üç anma pulunun da yer aldığı belirtildi.

     

    Açıklamada, Organizasyon Komitesi'nin bu pullara, "En İyi Konu" ve ödüllerin en büyüğü olan "Mükemmellik-En Seçkin Pul" ödülünü layık gördüğü kaydedildi.

    Trt/Haber, 29.12.2008

    İHALE ERTELENDİ

     

     

    Malatya'nın Arapgir İlçesi'nde bulunan ve önemli tarihi değerler arasında yer alan, Millet Han'ın restorasyon ihalesinin ertelendiği bildirildi.

    İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sami Er, İl Özel İdaresi Salonu'nda bugün yapılan ihalenin, Müzeler Genel Müdürlüğü'nün bazı prosedürleri gereği önümüzdeki haftaya ertelendiğini belirtti.

    Bu arada, AKP TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi, Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, projenin yaklaşık maliyetinin yüksek olması nedeniyle durdurulmasının gündeme geldiğini, ancak girişimleri ile bunun önüne geçilerek projenin devamının sağlandığını aktardı. Öz, şunları kaydetti:

    "Bilindiği gibi kesme taşlardan iki katlı olarak, avlusu ve şadırvanıyla uzun yıllar önemli bir ticaret merkezi olarak hizmet sunan, daha sonrasında ise Cumhuriyet döneminde Hükümet Konağı olarak kullanılan, 1850 yıllarda yapıldığı tahmin edilen ve sahip çıkılması gereken tarihi 'Millet Han' önemli kültür varlıklarımızdan birisidir. Restorasyon çalışmaları sonrasında turistik amaçlı olarak müze, konuk evi ve tarihi dokusu bozulmadan alışveriş merkezi olarak kullanılması düşünülmektedir. Millet Han'ın restorasyon ihalesi için öncelikle 150 bin YTL'lik ödenek tahsisi gerçekleştirilmiş ve Malatya İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'ne 10 Ekim 2008 tarihinde gönderilmişti. Toplam tutarı 960 bin YTL olan projenin yaklaşık maliyetinin yüksek olması sebebi ile ihalenin durdurulması gündeme gelmişti. Bunun üzerine ilgili genel müdürlük olan Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile ivedilikle görüşülüp ihalenin önümüzdeki hafta içerisinde yapılması kararlaştırılmıştır."

    Malatya Haber, 26.12.2008

    KÜLTÜR BİLİNCİNİ GELİŞTİRME VAKFI, PROF.DR. OKTAY ASLANAPA'YI ONURLANDIRDI

     

     

    Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, kuruluşunun 5. yılında sanat tarihinin yaşayan efsanesi Prof.Dr. Oktay Aslanapa’yı bir plaket ile onurlandırdı. Türk-İslam Eserleri Müzesi’nde düzenlenen gecede Oktay Aslanapa’nın farklı kuşaklardan öğrenciler, sanat tarihi ve arkeoloji camiasından birçok değerli bilim insanını bir araya getirdi.

     

    Türk – İslam Eserleri Müzesi’nin Divanhanesi’nde, KBGV Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Pekin’in açılış konuşmasını yaptığı gece; İstanbul Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ara Altun ve Türk – İslam Eserleri Müzesi Müdür Yardımcısı Ali Demirkol’un yaptığı konuşmalarla devam etti.


    Aslanapa’ya; Türk – İslam Sanatı’nı yurtiçi ve yurtdışında tanıtması, Türkiye’de sanat tarihinin sosyal bilimler arasında hak ettiği yeri alması adına küçük bir teşekkürü ifade eden plaketi turizm eski bakanı Bahaddin Yücel takdim etti. Yücel konuşmasında, önemli olanın bu tür onur plaketlerinin kişilere yaşarken verilmesi olduğunu vurguladı.


    17 Aralık 2008’de 95 yaşına basan Oktay Aslanapa, bir teşekkür konuşması yaptı. Etkinlik daha sonra Aslanapa’nın meslek yaşamından bir kesiti yansıtan film gösterimi ve kaleme aldığı bazı eserlerin sergilenmesiyle sona erdi.

    Turizm Gazetesi, 29.12.2008

     


    Nano-Yorum: Kim kimi onurlandırdı? Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı mı Prof.Dr. Aslanapa'yı, yoksa Prof. Aslanapa mı vakfı?

    KÜTAHYA ANITLAR KURULU FAALİYETE GEÇİRİLDİ

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığınca oluşturulan Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, müdür atanarak faaliyete geçirildi.

     

    Kütahya Valiliğinden yapılan yazılı açıklamada, 28 Ağustos’ta Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre, Kültür ve Turizm Bakanlığının doğrudan merkeze bağlı taşra teşkilatı olarak Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu oluşturulduğu anımsatıldı.

    Kurula müdür, mimar ve 2 arkeolog kadrolarının verildiğine işaret edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

     

    "Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Kurucu Müdürlüğü'ne, Filiz Gürboğa'nın ataması gerçekleştirildi. Şu anda İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü binasında faaliyet gösteren kurul, büro malzemeleri ve gerekli tefrişatın tamamlanmasından sonra faaliyetlerini Kütahya Esnaf ve Sanatkarları Odaları Birliği Başkanlığına ait METEM Tesislerinin 4. katında sürdürecek. İlde arkeolojik ve sit alanlarının fazla olması nedeniyle iş ve işlemleri hafifletecek olan Bölge Kurulu Müdürlüğü yaklaşık 400 metrekare alan üzerinde faaliyet gösterecek.'’

     

    Açıklamada, Bakanlar Kurulu'nca alınan karar doğrultusunda kurulan Kütahya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu için yapılan kadro tahsisiyle çalışmaların devam ettirildiği duyuruldu.

    Tellal Gazetesi, 24.12.2008

    Miletos (Laborde)
    ...1860




    21 - 27 Aralık 2008

    MESCİD-İ NEBEVİ GENİŞLETİLİYOR

     

     

    Medine'de bulunan ve Hz. Muhammed'in camisi olarak da bilinen Mescid-i Nebevi genişletiliyor.

    Caminin kapasitesinin 500 binden fazla kişiyi alacak şekilde artırılmasını sağlayacak genişletme çalışmalarına önümüzün ayın ortalarında başlanması kararlaştırıldı. Toplam 4,7 milyar Suudi riyaline (1,2 milyar dolar) mal olacak projenin içerisinde ibadet edenleri güneş ve yağmurdan korumak için tasarlanmış 182 dev otomatik şemsiye bulunuyor.

     

    Buradaki çalışmalar bittikten sonra eklenecek yeni kısımla caminin kapasitesi 70 bin daha artmış olacak. Ayrıca yeni kısmın alt katında 420 otomobil ve 70 yolcu otobüsü kapasiteli büyük bir park yer alacak. Yeni kısımda ayrıca yeni tuvaletler, abdest alma yerleri ve biniş istasyonları bulunacak. Camiyi Kral Faysal Yolu'na bağlamak için de 3 tünel inşa edilecek.

     

    Medine Belediye Başkanı Abdülaziz El Hüseyin, Suudi gazetesi Şark El Avsat'a yaptığı açıklamada proje kapsamında ayrıca yeni caddeler ve sokaklar inşa edileceğini, yeni asfalt yollar ve elektrik hatları kurulacağını söyledi. Hüseyin, "Söz konusu genişletme çalışması, Kral Faysal'ın 1986'da en kalabalık dönemlerinde bir milyon kişinin ibadet etmesini sağlayan genişletme projesinden sonra hayata konulacak en büyük ikinci proje olacak." dedi.

     

    Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz, 3 yıl önce hem Mekke hem de Medine'de genişletme çalışmaları yapılması emrini vermişti. Mekke'de Sefa ve Merve arasında, Şeytan taşlama yerlerinde ve Kabe'nin avlusunun genişletilmesi için gerçekleştirilen genişletme çalışmalarında şimdiye kadar milyarlarca dolar harcandı.

    Yeni Şafak, 27.12.2008

    "BAKAN GELİYOR, ÇIPLAK TABLOLARI KALDIRIN"

     

     

    Ressam Şehnaz Aykaç’ın İstanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası Sanat Galerisi’nde 54 tablosunu sergilediği “Yaşamdan Boyutlar” adlı yıl sonu sergisine nü (çıplak) resimlerden kaynaklanan kriz damgasını vurdu. Vatan’ın haberine göre Aykaç krizi şöyle anlattı:

    “Ekim’de İstanbul Yeminli Mali Müşavirler Odası’nın Başkanı Sezai Onaral ile görüşerek sözleşme imzaladık. Ben resimlerimin bazılarının nü olduğunu belirterek, bunun sorun teşkil edip etmediğini sordum. Sezai Bey bana, ’Neden sorun olsun. Hatta tabloların birini oda olarak satın alırız’ yanıtını verdi. Cuma günü açılış yapılacaktı. Ancak çarşamba akşamı beni odadan aradılar: ‘Yarın Devlet Bakanı Nazım Ekren gelecek. Sergideki nü resimleri kaldırabilir misiniz’ diye sordular. Ben de kabul ettim. Sabah gittiğimde ’Cuma günü açılışı var, nü resimler sorun olur mu?’ diye sordum. Başkanın nü resimlere izin vermediğini söylediler. 25 nü tablomu kaldırdılar. Dün açılışı bu şartlarda yaptık ama ilk fırsatta tablolarımı toplayıp Pazar’a kadar sergiyi bitireceğim.”

    Oda Başkanı Sezai Onaral ise, “Resimlerini gördüğümde utandım. Daha önce de böyle bir sergi olmuştu ve üyelerimizden tepki almıştık. Perşembe günü gelen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekrem’in ziyaretiyle, sergi arasında herhangi bir ilişki yok” dedi.

    Radikal, 27.12.2008

    DALİ SERGİSİNİN SÜRESİ UZATILDI

     

    Açıldığı günden bu yana 160 bini aşkın sanatsever tarafından gezilen "İstanbul’da Bir Sürrealist: Salvador Dali" sergisinin teşhir süresi, gördüğü yoğun ilgi nedeniyle 1 Şubat 2009 Pazar gününe kadar uzatıldı.

    Serginin ev sahibi, Sakıp Sabancı Müze Müdürü Nazan Ölçer yaptığı açıklamada, "Sanatseverlerin, büyük bir heyecanla devam eden ilgisinden çok mutluyuz. Serginin açıldığı ilk günden itibaren oluşan kuyruklarımız devam ediyor. Serginin sömestre tatilini içine alacak şekilde uzatılması yönünde telefon ve e-posta ile gelen talepleri ve günlük ziyaretçi sayısını göz önüne alarak, serginin süresini sömestre tatilinin bir haftasını da içine alacak şekilde 10 gün uzatmaya karar verdik. Ek sürenin, sergiyi henüz gezemeyenler için fırsat yaratacağına inanıyoruz" dedi.

    Hürriyet, 27.12.2008

    TARİHİ MEZARLARA HAFRİYAT TOPRAĞI

     

    İzmit Topçular Mahallesi’nde Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin sürdürdüğü yol açma çalışmaları sırasında 3 bin yıllık tarihi mezarların üzerine hafriyat toprağı dökülmesi, Çekül Vakfı İl Temsilcisi Numan Gülşah ile sivil toplum örgütü yöneticilerinden Barış Erden’in tepkisine neden oldu.
    Numan Gülşah, Kültür ve Müze Müdürlüğü’nün bu kentin tarihini sahiplenemediğini belirtti, Topçular, Gazanfer Bilge Bulvarı ile Ademoğlu Sokak’ta kazı sırasında bulunan ve üzeri toprakla kapatılmaya çalışılan birden fazla mezar bulunuyor. Dört tarafı taşla kapatılmış mezarlar belli ki soyulmuş” dedi. Kenti sevdiklerini, bu nedenle tarihi özellik taşıyan her şeye sahip çıkmaya çalıştıklarını belirten Numan Gülşah ve Barış Eren, Cedit Mahallesi İmam Hatip Lisesi arkasında surlar arasına yapılan evleri de gösterip, “İşte, bu kentte tarih böyle yok ediliyor” dedi.

    Özgür Kocaeli, 27.12.2008

    DÖRT MEVSİM ZEUGMA





    Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde bulunan Zeugma Antik Kenti'nin açık hava müzesine dönüştürülmesi amacıyla başlatılan çalışmalarda sona gelindiği bildirildi.

     

    İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdulkadir Demir, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Zeugma Antik Kenti'nin açık hava müzesine dönüştürülmesi projesi kapsamında, Dionysos ve Danae villalarının üzerinin kapatılması işinin ihale edildiğini söyledi.

    Zeugma'yı sürekli ziyaret edilebilir hale getirmek için çalıştıklarını ifade eden Demir, villaların üzerinin kapatılmasıyla Zeugma Antik Kenti'nin 4 mevsim gezileceğini belirtti. Zeugma'daki çalışmaların tamamlanmasıyla tarihi eserlerin tamamının korunma altına alınacağını ifade eden Demir, ihaleyi alan firmanın çalışmalarını 1 yıl içinde tamamlayacağını kaydetti.

    Abdulkadir Demir, Zeugma'nın rahat gezilebilmesi ve eserlerin zarar görmemesi için antik kente yürüyüş parkurları da oluşturacaklarını sözlerine ekledi.

    Zeugma Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Kutalmış Görkay da, antik kentin bir açık hava müzesi haline getirilebilmesi için birtakım çalışmalar yapıldığını söyledi.

    Zeugma'nın bir açık hava müzesi olabilmesi için bölgedeki özel alanların kamulaştırılması gerektiğini ifade eden Görkay, şunları kaydetti:
    "Bu çok önemli. Aksi takdirde rahat bir proje yürütmek güçleşiyor. Bu bir süreç ve bu konu önemli bir bütçe istiyor. Bakanlık bu konuda çok hassas, bütün desteğini veriyor. Aynı şekilde Gaziantep Valiliği ve İl Özel idaresinden büyük katkı görüyoruz. Programlanan bütçe sağlandığı takdirde, sanıyorum Zeugma açık hava müzesi olabilir. Zeugma yavaş yavaş ören yeri statüsüne dönüşecektir. Bu da bölge turizminin daha fazla hareketlenmesine neden olacak."

    Zeugma Antik Kenti'nden çıkarılan önemli mozaikler, sergilenmek üzere Gaziantep Müzesi'ne taşınıyor, taşınamayan mozaikler ve kalıntılar ise ziyaretçilere kapalı şekilde bulundukları yerde tutuluyordu. Eserler bulunduğu bölgede kış aylarında muşamba ile korunmaya çalışılıyordu.

    Gaziantep Valiliği Özel İdare Genel Sekreterliği, bölgeye her mevsim turist çekmek için geçen yıl bir vapur satın aldı. "Kumla" adı verilen vapurla su altında kalan yerler ve yürüyerek gezme imkanı bulunmayan bölgeler rahatlıkla geziliyor. Yavuzeli Kaymakamlığı da daha hızlı seferler düzenleyebilmek için aldığı sürat teknesini geçen ay devreye soktu.

    Cnn Türk, 26.12.2008

    OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E BİR MİMAR: ARİF HİKMET KOYUNOĞLU SERGİSİ

     

    İmza attığı eserlerle Türk mimarisinde derin izler bırakan mimar-fotoğrafçı Arif Hikmet Koyunoğlu, Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda açılan sergiyle tekrar gündeme geliyor. 19 Aralık 2008 – 17 Ocak 2009 tarihleri arasında ziyaret edilebilecek sergide, Osmanlı Devleti’nin son silkinme dönemi sayılabilecek II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında özellikle Ankara’da olgun eserlerini veren Arif Hikmet Koyunoğlu’nun yaşam öyküsü ve yapıtları ele alınıyor.

     

    Sergiye, Hasan Kuruyazıcı’nın hazırladığı kapsamlı bir kitap da eşlik ediyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Mimar: Arif Hikmet Koyunoğlu – Anılar, Yazılar, Mektuplar, Belgeler adlı kitapta, Koyunoğlu macera dolu yaşamını, kendi kaleme aldığı anılarıyla anlatıyor. Ayrıca kitaba eklenen mimarlık konusundaki yazıları, mektuplarından bölümler, kendi çektiği fotoğraflar da bu ilginç kişiliği daha iyi tanıma olanağı veriyor. Mimarisinin en önemli binalarıyla ele alınıp incelendiği bölüm ise okura onun mimar olarak başka ilginç bir yanını gösteriyor.

     

    “Hayatı roman” deyişi sanki Arif Hikmet Koyunoğlu’nu tanımlamak için söylenmiştir.  Onun maceralarla dolu yaşamı daha 14 yaşındayken, 1907’de babası ölünce başladı. 1910’da Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’nin Mimari Şubesi’ne girdi. Bir yandan okurken, bir yandan da ailesini geçindirmek için çalışıyor, defter kalem satmaktan kalıpla yazma basmaya, yabancı araştırmacılar için eski eserlerin rölövesini çıkarmaya kadar çeşitli işler yapıyordu. Yine böyle bir iş için Rumeli’deyken kendini o sırada patlayan Balkan Savaşı’nın içinde buldu. Başından geçmedik macera kalmadı. Nalbantlık, aşçılık yaptı, ordu için gizli haber taşırken Sırplar tarafından yakalanıp idama mahkum edildi, bir tesadüfle darağacından kurtularak İtalya’ya kaçtı.
    I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine 1915 kışında askere alındı ve Kafkas Cephesi’ne gönderildi. Osmanlı ordusunda bir kayakçı birliği kurmak için getirtilen Avusturyalı subayların yanında görevlendirildi. Onların görevlerini tamamlayıp geri dönmesinden sonra da bu birliğin başına getirildi. Dört yıl boyunca hem kayakçı asker yetiştirdi, hem de yetiştirdiği askerlerin başında savaşa katıldı.


    Savaştan sonra döndüğü işgal İstanbul’unda yaşamını kendi açtığı stüdyoda fotoğrafçılık yaparak kazanmaya çalıştı. İngiliz ve Fransız polisiyle başı belaya girince Ankara’ya kaçtı. 1921’den 1930’a kadar kaldığı Ankara’da serbest mimar olarak çalıştı. Bu dönemde bir yandan inşa ettiği Etnografya Müzesi, Maarif Vekaleti ve Türk Ocakları Merkezi gibi binalarıyla yeniden oluşturulmakta olan başkent Ankara’nın mimari çehresinin biçimlenmesinde önemli bir rol oynarken,  bir yandan da Cumhuriyet’in kurucu kadrolarından, dönemin aydınlarından pek çok kişiyle tanıştı, yakın dostluklar kurdu, birçok önemli olayın yakın tanığı oldu.

     

    1930’dan sonra Bursa, ünlü Tayyare Sineması’nı inşa etmesi, ardından tekrar İstanbul’a dönüş ve yavaş yavaş unutuluş… Ama Koyunoğlu yaşamdan hiç kopmadı.  Yetmiş yaşlarındayken uzun süre yurtdışı grup gezilerine katıldı, Avrupa'nın neredeyse gezmediği yerini bırakmadı. Yaşı daha da ilerleyip gezilere gidemez olunca, evinde anılarını yazmaya koyuldu; bir yandan da bir yaşam boyu çektiği fotoğrafları kendi karanlık odasında basmaya girişti. O günlerde bir olay yeniden hatırlanmasına ve ön plana çıkmasına yol açtı: Ankara’daki son ve en önemli yapıtı olan Türk Ocağı binası Devlet Resim ve Heykel Müzesi haline getirildi.


    Koyunoğlu 1980'de bu müzenin açılışı nedeniyle Kültür Bakanlığı Onur Plaketi'ni, 1981'de yaşayan en yaşlı Türk mimarı olarak Mimarlar Odası Onur Plaketi'ni, yine aynı yıl Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılı dolayısıyla verilen Atatürk Sanat Armağanı'nı aldı. Bundan kısa bir süre sonra, 26 Temmuz 1982'de yaşama veda etti ve İstanbul’da, annesi ile eşi için kendi çizip uygulattığı mezara gömüldü.

     

    Sergi, Yapı Kredi Sermet Çifter Salonu’nda 19 Aralık 2008 – 17 Ocak 2009 tarihleri arası hafta içi 10.00–19.00, Cumartesi 10.00–18.00 ve Pazar 13.00 – 18.00 saatleri arasında gezilebilir.

    Mimarlar Odası, 26.12.2008



    'DEV İNSANLAR VADİSİ' BULUNDU

     

        

     

    Güneydoğu Asya'nın en esrarengiz yeri sayılıyor. Laos'un kuzeyinde bir dağın yamaçlarında bulunan dev kaseler bilim adamlarının kafalarını karıştırdı.

    Her biri birkaç ton ağırlığındaki bu taştan oyulmuş kaselerin yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait oldukları tahmin ediliyor.

    Ancak bunların, kimler tarafından, hangi amaçla yapıldıkları hala anlaşılamadı.

    "Devler Vadisi" olarak anılan Laos'ın bu bölgesinde 160 dev taş kase bulunuyor.


    En büyüğü 6 ton olan bu taşların buraya nasıl getirildiği de anlaşılamadı.

    Bilim adamlarının dikkatini çeken bir başka şey ise, taş kaselerin belli bir düzen içinde, bir yolu işaret eder gibi dizilmiş olmaları.

    Benzer taş kaseler Tayland ve Kuzey Hindistan'da da bulundu.


    Bu üç yeri inceleyen bilim adamları, toplam 400 taş kase ortaya çıkardı.

    Tümünün sanki aynı el tarafından yapılmış gibi olduklarını söyleyen uzmanlar "Hepsi de kayalık olmayan düzlük bölgelerde. Oralara nasıl getirildiklerini, ve ne amaçla yapıldıklarını anlamaya çalışıyoruz. Anladığımız hep aynı yöntemle yapıldıkları" diyorlar.

    Laos'ta "Devler Vadisi"nin bulunduğu bölgede yaşayanlar ise farklı bir efsane anlatıyor.


    Buna göre çok eski zamanlarda bölgede devler yaşıyordu ve bu kaselerden su içiyorlardı.

    Hürriyet, 26.12.2008

    MAHALLE BASKISI BU KEZ LÜLEBURGAZ'DA





    Çağdaş ilçelerimizden, İstanbul'a 150, Türkiye'nin Avrupa sınırına da 70 kilometre uzaklıktaki Lüleburgaz'da yeni bir mahalle baskısı olayı... Sanatçıların kurduğu heykel atölyesinin girişine yapılan Leonardo da Vinci'nin ünlü "Altın Oran" figür rölyefinin önüne önce içi dışkı dolu poşet bırakıldı. Bu da yetmedi, rölyef kimliği belirlenemeyen kişilerce parçalandı.

     

    Türkiye’de son aylarda sıkça gündeme gelen ‘mahalle baskısı’, yüzünü bu kez sanat alanında gösterdi. Kırklareli’nin Lüleburgaz İlçesinde heykeltıraş-ressam çiftin bir ressam arkadaşlarıyla birlikte kurduğu sanat atölyesinin girişine yaptığı Leonardo da Vinci’nin sanat alanında önemli bir yer tutan ‘Altın Oran’ figürü, “Buraya kilise yapılıyor, İsa’nın çarmıha gerilişi yapılıyor” diyen kimliği henüz belirlenemeyen bir grup tarafından önceki gece yarısı parçalandı.





    Lüleburgaz Güzel Sanatlar Lisesi öğretmenleri ressam-heykeltıraş Mehmet Latif Sağlam, ressam eşi Nejla Taysun Sağlam ile yakın arkadaşları emekli resim öğretmeni Mehmet İlke Devrim, Lüleburgaz’da bir sanat atölyesi kurdu. Mehmet Latif Sağlam, sanat atölyesinin girişine ‘sanatsal’ bir eser yapılmasının uygun olacağını düşünerek, atölyenin girişine Leonardo da Vinci’nin ünlü ‘Altın Oran’ figürünü yapmaya başladı.

     

    Ancak bu durum, bölgede yaşayan bazı kimselerin hoşuna gitmedi. Sanatçılara bir hafta önce mesajlar verilmeye başlandı. Önce bir genç, sanat atölyesine gelerek, “Burada ne yapıyorsunuz? Kilise yapıyormuşsunuz diye duydum” diyerek ayrıldı. Bir gün sonra üniversite mezunu olduğunu ifade eden bir başka genç, “Niye elin gavurunu yapıyorsunuz, bizden birilerini, örneğin Mimar Sinan’ı yapsanız daha iyi olmaz mı?” diye tehditkar bir üslupla sorular sorup atölyeden ayrıldı.

     

    Atölyede bulunan ve atölyeye gelen gençlerin sorularını sakin bir şekilde yanıtlayan Mehmet İlke Devrim, “Burası kilise değil, sanat atölyesi, bu yaptığımız da sanatın, bilimin temel öğretilerinden biridir, kötü bir şey değil, bunu internetten, kitaplardan inceleyebilirsiniz” dedi. Ancak tehdit ve mesajların arkası kesilmedi. Bir sonraki gün beyaz bir minibüsten inen iki genç atölyeye gelip, “Burada ne yapıyorsunuz beyefendi? Bu İsa’nın çarmıha gerilişi mi?” diye sordu. O sırada da atölyede bulunan Mehmet İlke Devrim, “Biz plastik sanatlar yapıyoruz. Bu İsa’nın çarmıha gerilişi değil, bu Leonardo’nun ‘Altın Oran’ figürü” dedi.





    En son 4 gün önce de kapüşonlu 14 yaşında bir genç, atölyeye gelip yapımı devam eden eseri tekmeledi. Tehditlerle yetinmeyen baskıcılar, önceki gün de atölyenin önüne bir poşetin içinde kapının önüne bomba süsü verilmiş bir kutu bıraktı. Sanatçılar, boş kutuyu çöp tenekesinin yanına bıraktı. Bir sonraki gün aynı kutu, içinde insan dışkısı bulundu. Geçen çarşamba gecesi ise olanlar oldu. Mehmet Latif Sağlam’ın günlerdir uğraştığı Leonardo da Vinci’nin ‘Altın Oran’ figürünü anlatan rölyefi paramparça edildi.

     

    Sabah atölyeye gelen Mehmet İlke Devrim, rölyefin paramparça halini görünce polise haber verdi. Polis olay yerine gelerek tutanak tuttu. Savcılık olayla ilgili soruşturma başlattı. Ancak soruşturmadan ne çıkacak merak ediliyor. Atölye sahibi sanatçılar, yapılanları sanata yapılmış bir saldırı olarak nitelendirirken, olayın faillerinin bulunup cezalandırılmasını istedi. Sanat atölyesinin açılışı önümüzdeki günlerde yapılması planlanıyordu.

     

    Rölyefi yapan Sağlam, olayı “çirkin saldırı” diye nitelendirerek, “Yıllar öncesinden heykele tüküren insanlar, zamanında gerekli tepkiler gösterilmediği ve heykel gerekli çevrelerce doğru ifade edilmediği için bu sefer saldırı farklı bir şekilde kendini gösterdi. Bu, çirkin bir saldırıdır. Bu saldırıyı yapanları kınıyoruz. Yılmadan sanat üreteceğimiz ve ürettiklerimizi insanlarla paylaşmak üzere çalışmalarımıza devam edeceğimiz herkes tarafından iyi bilinmelidir. Bu rölyefi de yeniden en iyi şekilde yapacağım” dedi.

    Hürriyet, 26.12.2008

    'MİLLİ MENSUCAT' ÜNİVERSİTE OLUYOR





    Adana'nın ilk sanayi tesislerinden olan, 2000 yılında üretim durduktan sonra çürümeye terk edilen ve daha sonra Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından "Kültür varlığı endüstri mirası" olarak tescillenen asırlık Milli Mensucat Fabrikası, eğitim amaçlı kullanılacak.

     

    Bir dönem "Orhan Kemal Kültür Merkezi" veya "Orhan Kemal Müzesi"ne dönüştürülmesi gündeme gelen fabrikanın Döşeme Mahallesi'ndeki 68 bin 530 metrekarelik arazisinde "özel üniversite alanı" oluşturulmasına yönelik imar plan uygulaması teklifi, Adana Büyükşehir Belediye Meclisi'nin Aralık ayı son toplantısında kabul edildi. Ünlü Yazar Orhan Kemal'in bir dönem katiplik yaptığı ve romanlarında sıklıkla bahsettiği asırlık Milli Mensucat Fabrikası, gerekli izinler alındıktan sonra Adana Ticaret Odası (ATO) Vakıf Üniversitesi olarak hizmet verecek. ATO Başkanı Şaban Baş, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, fabrikanın tahsisi konusunda Milli Emlak Genel Müdürlüğü'ne talepte bulunduklarını belirtti. Milli Emlak Genel Müdürlüğü'nden onay aldıkları takdirde üniversiteyi fabrikanın yerinde açmayı planladıklarını ifade eden Baş, "Üniversitemizi kültür varlıklarını koruyarak yapacağız" dedi. Baş, ATO Vakıf Üniversitesi'nin 2011 yılında eğitim-öğretime başlamasını hedeflediklerini de kaydetti.

     

    Milli Mensucat Fabrikası, 1907 yılında Ermeni Simyonoğlu'nun çocuklarından Aristidi Kozma tarafından "Simyonoğlu Fabrikası" adıyla kuruldu. Kozma, diğer azınlıklarla birlikte şehri terk edince Hazine'ye geçen fabrikanın adı, İttihat ve Terakki yönetimi tarafından "Milli Fabrika" olarak değiştirildi. Fransızlar şehri işgal edince fabrika eski sahiplerine geçti. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ten Adana'daki sahipsiz fabrikaları yeniden canlandırma buyruğunu alan Kayserili tüccar ve Adana Milletvekili Nuh Naci Yazgan, 1924'te milletvekilliğinden istifa ederek Adana'daki sanayi hamlesinin öncülüğünü üstlendi. Yazgan, 1927'de dönemin diğer işadamları Mustafa Özgür, Nuri Has, Seyit Tekin ile birlikte fabrikayı Hazine'den satın aldı. Adı yeniden "Milli Mensucat" olan fabrikada üretilen "Aslan" marka vater ve ekstra iplikler, ülkede büyük talep gördü. Fabrika, 1978 yılında bu kez biriken borçları nedeniyle tekrar Hazine'ye geçti ve üretimine ara verildi. 1983'te Turgut Özal'ın direktifiyle Gaziantepli işadamı Mehmet Özüzümcü'ye 49 yıllığına kiraya verilen fabrikanın adı "Milsan Mensucat" olarak değiştirildi. Milli Mensucat Fabrikası, bünyesinde uzun yıllar memurluk yapan yazar Orhan Kemal'in de romanlarına esin kaynağı oldu. Büyük Önder Atatürk'ün iki kez ziyaret ettiği ve kentin merkezinde yer alan fabrika, 68 bin 530 metrekare alana sahip. Türkiye'nin 7., Adana'nın ilk sanayi kuruluşu olarak bilinen fabrika için Atatürk, "Sizin göreviniz sadece para kazanmak değil, memlekete de hizmet etmektir" dedi. Sahipleri tarafından 1930'larda Türk Hava Kuvvetleri'ne 2 uçak hediye edilen fabrika, "Milli Mensucat" adı altında eğitime bir de ilköğretim okulu kazandırdı.

    Anayurt Gazetesi, 26.12.2008

    GÜNAY 'LİKYALI NOEL BABA' HEYKELİNİ AÇTI

     

    Antalya'nın Demre İlçesi'nde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Ankara Devlet Güzel Sanatlar Galerisi Müdürü Heykeltıraş Necdet Can’a yaptırdığı Noel Baba Heykeli, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından açıldı.

     

    Günay, Noel Baba Meydanı’nda bulunan Aziz heykeli ile reklam ürünü ikinci heykelin doğru tercihler olmadığını söylerken, “Bu Noel Baba heykeli, Likyalı Noel Baba’dır. Buraya gelen 500 bin insanın tanıdığı Noel Baba olsun istedik” dedi.

    Milliyet Ege, 26.12.2008

    BAHÇE KAZISINDA TARİH FIŞKIRDI





    Karya Uygarlığı’ndan kalma Hydai Kenti’nin bulunduğu Milas’ın Damlıboğaz Köyü’nün muhtarı Mehmet Çoban’ın bahçesinde foseptik çukuru açılması sırasında MÖ 7. yüzyıldan iki kaya mezar bulundu.

    Milas’a 15 kilometre uzaklıktaki, tarihte Karyalılar’ın önemli ticaret merkezlerinden olan Hydai Kenti’nin yer aldığı Damlıboğaz Köyü Muhtarı Mehmet Çoban (50) 1 Aralık’ta evinin bahçesine foseptik çukuru açtırmak için Müze Müdürlüğü’ne başvurdu. Bölge arkeolojik SİT olduğu için müze yetkililerinin denetiminde başlanan foseptik kazısında kaya mezara rastlandı. Çalışma durdurulup Müze Müdürü Erol Özen’e haber verildi. Foseptik için bahçenin diğer bölümünde kazı başladı. Ancak orada da bir kaya mezara rastlanınca, çalışmalar durduruldu.

    Özen, arkeologlar Bahadır Berkaya ve Hande Savaş ile yedi metre uzunluğunda, dört metre genişliğinde ve bir metre 20 santimetre yüksekliğindeki mezarlardan birinde çalışma başlattı. İlk mezardan, soylu bir aileden 12 iskelet, ölenlerle gömülen seramik kaplar, şarap kadehleri, kandiller, yağdanlıklar, çeşitli takılar, av malzemesi bulundu. 2 bin 700 yıllık ayin kaplarının üzerindeki desen ve renklerinin bozulmadan kalması arkeologları şaşırttı. Bir bölümü Çoban’ın evinin altında kalan mezarın kurtarılması için çalışmalar titizlikle sürüyor.

    Müze Müdürü Özen, iki mezarın kendilerini şaşırttığını belirterek, şunları söyledi:
    "Mezarlar, ilk kez açılıyor. Mezarın girişi ve içi dar olduğu için çoğu zaman çökerek ve sürünerek çalışabiliyoruz. İki mezarda MÖ 7. yüzyıla ait. Geç Geometrik Dönem mezarları, ilk kişiler gömüldükten sonra en az 100-150 yıl kullanılmış. Kemikler ve seramikler üst üste. En az 12 kişinin iskeleti ve eşyaları var. Bunlar belgelendikten sonra yavaş yavaş kaldıracağız. Bir yandan da mezarın gömü tekniğini, geleneklerin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. İçeride bulduğumuz iskeletler ve mezarın içindeki süs eşyaları, kaplar ve diğer eserlerden günün yaşam şartları hakkında önemli ipuçları elde edeceğimizi sanıyorum. Ayrıca kaplar üzerindeki işçilik Karyalılar’ın o dönemdeki ustalıklarını ortaya koyuyor. Çalışmaların uzun sürecek, jandarma mezarların başında 24 saat nöbet tutuyor. Damlıboğaz’da bulduğumuz eserlerin bir benzeri sadece Sadberk Hanım Müzesi’nde var."

    Bahçesinde kaya mezarları çıkınca şaşkına dönen Muhtar Mehmet Çoban, evin dedesinden babasına, ondan da kendisine kaldığını belirterek, "Yıllarca kültür hazinesinin üzerinde oturmuşuz. Mezarlar bulununca fosseptik hayal oldu. Ancak, bir taraftan da çok önemli bir tarihi buluntuyu ortaya çıkardık. Sevineyim mi, üzüleyim mi bilemiyorum" diye konuştu.

    Hürriyet Ege, 26.12.2008

    DEFİNECİLER TARİHİ ESERLERE ZARAR VERİYOR





    Batman'ın Gercüş İlçesi'nde define arayan kişi ya da kişiler tarihi eserlere zarar veriyor.

    Gercüş Eğitim Kültür ve Çevre Derneği Başkanı Ferit Öner, ''Gercüş tarihini incelemek ve araştırmak üzere bilim adamlarımızı Gercüş'e davet ediyoruz" dedi.


    Gercüş Eğitim Kültür ve Çevre Derneği üyeleri, ilçenin tarihi kültürünü araştırmak ve incelemek için başlattığı çalışmaları sırasında yüksek kesimlerde toprağa gömülü küçük mağaraların defineciler tarafından yağmalandığına şahit oldu.


    Define avcıları, dağ eteklerinde bulunan ve tarihi çok eski yıllara dayandığı düşünülen dört katman üst üste höyük şeklinde ve iç içe olan 10-15 adet mağaranın bulunduğu bölgede bilinçsizce kazı yapıyorlar. Mağaraların içinde ve çevresinde definecilerce yapıldığı ileri sürülen bilinçsiz kazılar sonucunda çok sayıda insan iskeleti çevreye dağıldı. Bu mağaralarda mezarların yer aldığını söyleyen Gercüş Eğitim Kültür ve Çevre Derneği Başkanı Ferit Öner, mezar olduğu düşünülen yerdeki mağaralarda definecilerin bilinçsiz kazısı nedeniyle zarar gören iskelet kalıntılarının bilim adamlarınca incelenmesi gerektiğini belirtti. Öner, "Gercüş İlçesinin tarihi çok eski yıllara dayanmaktadır. Bu mağaralar define avcılarınca kazıldı ve kazıldıkça mağaralarda küçük küçük odalar şeklinde yerlerin olduğu görüldü. Mağaraların MÖ744 yılından itibaren bölgeye egemen olan Asur devletine ait olduğunu tahmin ediyoruz. Zorravaya isimli yerde Asurlara ait mühür ve yine Asurlara ait tablet bulundu.

     

    Bu mühür ve tablet şu an Mardin Müzesi'nde sergilenmektedir. Son günlerde yağışla beraber ilçede yaşanan toprak kayması sonucu mezar taşları ortaya çıktı. 2-3 metre yüksekliğinde uzun sütunlar bulunuyor. Bu sütunların mezar olduğunu tespit ettik, aynı şekilde Gercüş Kırkat Göleti tarafında çok eski yerleşim birimi olan ve bölgenin üniversite kütüphanesi olarak bilinen Merci-Sude mevkiinde de tarih fışkırıyor, ancak hiç kimse ilgilenmedi. Gercüş ve çevresinde gün yüzüne çıkmamış nice tarihi yerler bulunmaktadır. Gercüş tarihini incelemek ve araştırmak üzere bilim adamlarımızı Gercüş'e davet ediyoruz" diye konuştu.

    Batman Kent Haber, 25.12.2008

    GÜNAY: TUR GÜZERGAHLARINDAKİ ÖREN YERLERİNİ ARTTIRIYORUZ

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Afrodisias, Sagalassos gibi önemli ören yerlerinin gezi güzergahlarında yeteri kadar yer almadığını belirterek, ''Onları da güzergahlara eklemeye çalışıyoruz. Bu kültür varlıklarımızın daha fazla görülmesini sağlamak için sektörün diğer kesimleriyle temas ediyoruz'' dedi.

     

    Günay, bunun için önümüzdeki aylarda turizm sektörünün önde gelen temsilcilerini ören yerlerine götürüp, bilgilenme gezisi yapmayı düşündüklerini bildirdi.

    Anadolu Ajansı mahreciyle basında yer alan habere göre; Günay, Ankara'ya, "Büyük Türkiye Müzesi / Türkiye Uygarlıkları Müzesi" adıyla büyük bir müze kurmaya ihtiyaç olduğunu daha önce dile getirdiğini anımsattı.

    ''Türkiye'deki tarihi eserlere daha fazla sahip çıkıp, bunları sergileyecek imkan yaratma niyetinde olduklarını'' belirten Günay, ''Biz, British Museum, Berlin Müzesi gibi dünya çapındaki bir müzeyi başka hiçbir topraktan bir şey çalmadan, almadan, kendi topraklarımızın zenginlikleriyle kurabiliriz. Bu inanılmaz bir şey, Batı'da hiçbir ülke bunu yapamaz. Ama Türkiye yapabilir.
    Böyle bir hayal kuruyoruz'' diye konuştu.

    Günay, ''bu hayali gerçekleştirmek için ilk adımları attıklarını'' ve Ankara'ya yapılacak büyük müze için Bilimsel Danışma Kurulu oluşturulduğunu açıkladı.

    Bilimsel Danışma Kurulu'nun müzeyle ilgili öneriler getireceğini ve gelecek yıl proje için ''düğmeye basmayı planladıklarını'' dile getiren Günay, ''Ulusal bir proje olsa da mutlaka uluslararası teklifler alacağız'' dedi.

    Çanakkale'ye Truva Müzesi kurulacağını da anımsatan Günay, bunun için gelecek yıl teklif alacaklarını ve projelendireceklerini bildirdi. Bakan Günay, ''Truva Müzesi bir hayal, masal, tevatür olmaktan çıkıp, gerçekte olacak'' şeklinde konuştu.

    Günay, Hektor heykelinin Çanakkale Boğazı'na dikilmesiyle ilgili daha önceki açıklamaların hatırlatılması üzerine, ''Hektor'un heykeliyle ilgili niyetimi üniversite, belediye, özel idareyle paylaştım. Heyecanla takip ediyorlar. Yer seçim aşamasındayız. O da yapılacak'' ifadesini kullandı.

    Kazı çalışmalarına da değinen Günay, şunları kaydetti:
    ''Bu kazılara sıkıntılı başladık. Genel bütçede bizim kazılara ayrılan rakam 500 bin YTL idi. Ama zaman içinde 11 milyon YTL'ye kadar ihtiyacımız oldu. Biz bunun 5,5 milyon YTL'si DÖSİM'den olmak üzere ek ödeneklerle tamamladık. 9 küsur milyon YTL'yi de harcadık, gelecek yıla dönük bir miktar rezervimiz var. 2009'da kazı performansını daha da yükselteceğiz. Tempoyu daha yüksek tutucağız.''

    Kültür ve Turizm Bakanı Günay, bu yıl Gaziantep'teki Hitit heykelleri ve Sagalassos'daki Roma imparatorlarından Markus Aurelius'un dev mermer heykel başı gibi çok sayıda yeni buluntunun ortaya çıktığını, bunlar arasında Şanlıurfa'daki Halepli Bahçe'nin artık mozaik alanı olarak geliştiğini söyledi.

    Aurelius'un heykelinin Burdur Müzesi'nin deposunda tutulduğunu, üzerinde hiçbir çizik bulunmayan heykeli üç kez görmeye gittiğini anlatan Günay, ''Bu çok heyecan verici, daha doğrusu ben çok heyecanlanıyorum. Depodaki bakımdan sonra belki İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bir süre sergilenecek. Ondan sonra belki Burdur Müzesi'nde yerini alacak. Orada bir imparatorlar kültü var'' dedi.

    Burdur Müzesi gibi yerleri gezi güzergahlarına aldırmaya çalıştıklarını açıklayan Günay, şöyle devam etti:
    ''Afrodisias, Sagalassos çok önemli bir ören yeri ama gezi güzergahlarında yeteri kadar yok. Onları katmaya çalışıyoruz. Bir yandan Türkiye'nin turizmini kışla, termalle, kongreyle zenginleştirmeye çalışırken diğer yandan bu kültür varlıklarımızın daha fazla görülmesini sağlamak için de sektörün diğer kesimleriyle temas ediyoruz.

    Bu kış içinde uygun bir zamanda da turizm sektörünün önde gelenleriyle ören yerlerinde karşılıklı durum tespiti ve bilgilenme gezisi yapmak gibi niyetimiz de var. Yeni gezi güzergahlarına yeni bazı adresleri katmak ve turizmcilerimizin üzerinde oturdukları toprakların zenginliğini daha yakından tanımasını sağlamak için böyle bir eğitim gezi yapmayı planlıyoruz.''

    Turizmdebusabah.com, 25.12.2008

    "İZİN BEKLİYORUZ"

     

     

    Malatya'da yıkılmasına karar verilen ancak bürokratik işlemler tamamlanamadığından yıkılamayıp tehlike arz eden Hanegahi Pervane Camisi'nin yıkılıp yeniden yapılmasıyla ilgili yazı beklendiği bildirildi.

    Malatya merkez Akpınar Halfettin Mahallesi'nde bulunan, 1881 yılında yapıldığı belirtilen ve Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait olan tarihi Hanegahi Pervane Camii ahşap ve kerpiç yapısının yıkılmaya yüz tutmasıyla caminin yıkılmasına karar verilmişti. Ancak bir yılı aşkın süredir ibadete kapalı bulunan cami tehlike arzederken, bu konuda Malatya Müftüsü Mehmet Sönmezoğlu bir açıklama yaptı.

    Müftü Sönmezoğlu, "Hanegahi Pervane Camisi'nin yıkılıp yeniden yapılmasıyla ilgili Bayındırlık Müdürlüğü ile Belediyenin raporu var. Ancak caminin girişinde tarihi eser niteliğindeki bölüm olmasından dolayı bu cami tarihi özelliğe sahip. Bu nedenle Sivas Anıtlar Yüksek Kurulu'nun yıkım izni vermesi gerekiyor. Yıkılması konusunda gerekli izni almaya çalışıyoruz" şeklinde konuştu.

    "Malatyalı bir hayırseverin, burası yıkıldıktan sonra yeni cami yapma sözü var" diyen Müftü Sönmezoğlu, "İnşallah prosedürleri bu kış döneminde tamamlarız ve önümüzdeki yaz yeni camiyi yapıp yaz sonunda da tamamlamış oluruz" ifadelerini kullandı.

    Malatya Haber, 24.12.2008

    2 BİN YILLIK KEDİ MUMYASIYLA YAKALANDI

     

    Valizindeki 2 bin yıllık kedi mumyasıyla Mısır'dan ayrılmak isteyen bir Avustralyalının yakalandığı bildirildi.

    Avustralya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, adı açıklanmayan 61 yaşındaki Avustralyalının yakalandığını doğrularken, söz konusu kişinin valizinde 2 bin yıllık kedi mumyasının yanı sıra hediye paketlerine sarılmış, dini nitelik taşıyan başka eski eserlerin bulunduğu da kaydedildi.

    Eski eserlerle yakalanan Avustralyalının akıbetinin ne olacağı ise henüz bilinmiyor.

    Sabah, 25.12.2008

    TARİHİ CUMALIKIZIK KÖYÜ MASAYA YATIRILDI

     

    Bursa İl Özel İdaresi, Yıldırım Belediyesi ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi tarafından birlikte gerçekleştirilen '3. Binyılda Yaşayan Osmanlı Köyü Cumalıkızık' projesi masaya yatırıldı.

     

    Valilikteki toplantıya, Bursa Valisi Şahabettin Harput, Bursa İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Ali Altuntaş, Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Şenol Şimşek katıldı.

     

    Projeyle ilgili olarak Bursa Valisi Şahabettin Harput, "Bu iş gönül işi, sahipleme işi bu üç kurumun bir araya gelerek güzel yerlere getirmiş olduğu bu projeye sahip olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz" dedi. Vali Harput, İl Özel İdaresi ve Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TURSAB) Güney Marmara Bölgesel Yürütme Kurulu'nun birlikte hayata geçirdiği 'Kuruluştan Kurtuluşa' projesine Cumalıkızık'ın büyük katkı sağlayacağını dile getirdi.

     

    '3. Binyılda Yaşayan Osmanlı Köyü Cumalıkızık' projesiyle aldıkları ödülü hatırlatan Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, " Bu proje kapsamında alınan ödülü yalnız Yıldırım Belediyesi değil aslında bu 3 kurum birlikte almıştır" diye konuştu. Projenin Cumalıkızık'ta yaşam devam ederken restorasyonların devam etmesi gerektiğinin altını çizen Keskin, "Proje Cumalıkızıklıların heyecanlarını kaybetmeden bu projenin bitmesi gerekiyor" şeklinde konuştu.

     

    Mimarlar Odası Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Murat Taş, 2006 yılından bu yana çalışma ekibinin hayata geçirdiği faaliyetleri anlatan bir sunum gerçekleştirdi. Taş projenin hayata geçmesinde büyük emeği olan İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Ali Altuntaş'a teşekkür etti. Taş, Bursa İl Özel İdaresi'nin projenin başlangıcından bu yana finans konusunda desteklediğini, Yıldırım Belediyesi'nin projenin üstlenicilik görevini yerine getirdiğini, Mimarlar Odası Bursa Şubesi'nin ise mimari açıdan destek vererek projeyi birlikte bu günlere getirdiklerini belirtti.

     

    Cumalıkızık'taki tarihi evlerin Osmanlı'nın en gerçek şekildeki evleri olduğunu vurgulayan Mimarlar Odası Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Şenol Şimşek, "Cumalıkızık'taki evler gösterişten uzak evler olması nedeniyle Osmanlı'nın gerçek hayatını yansıtacak. Bu durum bizleri oldukça heyecanlandırıyor" diye konuştu.

    haberler.com, 25.12.2008

    YILBAŞINDA MÜZELERİN MESAİ SAATLERİNDE DEĞİŞİKLİK YOK

     

    Turist Rehberleri Birliği'nin müzelerden aldığı bilgiler doğrultusunda; bazı müzelerin ve Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı’nın yılbaşındaki (31 Aralık ve 1 Ocak tarihlerinde) mesai durumları şöyle:

    • Topkapı Sarayı Müzesi: (Tel: 0212 512 04 80): Açık. Açılış: 09:00, son giriş 16:00, kapanış: 17:00

    • Ayasofya Müzesi: (Tel: 0212 522 09 89): Açık. Açılış: 09:00, son giriş 16:30, kapanış: 17:00

    • Kariye Müzesi: (Tel: 0212 631 92 41): Açık. Açılış 09:00, son giriş 16:30, kapanış: 17:00

    • Dolmabahçe Sarayı: (Tel: 0212 236 90 00): 31 Aralık Çarşamba açık. Açılış: 09:00, son giriş (gişe) 15:00. 1 Ocak 2009 Perşembe kapalı

    • İstanbul Arkeoloji Müzeleri: (Tel: 0212 520 77 40): Açık. Açılış: 09:00, son giriş: 16.00, kapanış: 16:45

    • Efes Müzesi: (Tel: 0232 892 60 10): Açık. Açılış: 08:00, son giriş 17:30, kapanış: 18:00

    • Efes Örenyeri:  (Tel: 0232 892 60 10): Açık. Açılış: 08:00, son giriş: 17:30, kapanış: 18:00

    • Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi: (Tel: 0312 324 31 60): Açık. Açılış: 09:30, son giriş: 16:30, kapanış: 17:00

    • Antalya Müzesi: (Tel: 0242 238 56 88): Açık. Açılış: 08:00, son giriş 16:00, kapanış: 17:00

    • Göreme Açıkhava Müzesi: (Tel: 0384 271 21 67): Açık. Açılış: 08:00, son giriş: 16:10, kapanış: 17:00

    • Kapalıçarşı: (Tel: 0212 522 31 73): Açık. Açılış: 08:30, kapanış: 19:00

    • Mısır Çarşısı: (Tel: 0212 522 55 92): Açık. 31.12.2008 Açılış: 09:00, kapanış: 19.00. 01.01.2009 Açılış:10:00, kapanış: 19:00

    • Yerebatan Sarnıcı: (Tel: 0212 512 15 70): Açık. Açılış: 09:00, son giriş 17:30, kapanış: 18:00

    Turizm Habercisi, 24.12.2008

    TARİHİ OSMANLI ÇEŞMELERİ BOYANDI

     

    Bilecik'in Bozüyük İlçesi'nin çeşitli yerlerinde bulunan tarihi Osmanlı Çeşmeleri'ne bakım yapıldı.

     

    Bozüyük Belediyesi tarafından ilçenin çeşitli yerlerine yerleştirilen 13 adet tarihi görünümlü çeşmeye bakım yapıldı. Osmanlı motiflerini taşıyan çeşmelerin boyanmasının yanı sıra muslukları da tamir edildi.

     

    Belediyenin dışında vatandaşların da hayrat yapmak amacı ile başvurarak tespit edilen noktalara yerleştirilen çeşmeler ilçenin görünümünü değiştiriyor. Yetkililer yaptıkları çalışmalarla ilgili olarak bilgi vererek “Yaptığımız bakım çalışmaları kapsamında ilçenin farklı noktalarında yer alan Osmanlı çeşmelerini boyadık ve kış aylarının gelmesi ile de muslukların don tehlikesine karşı bakımını yaptık.” dediler.

    Bilecik Kent Haber, 24.12.2008


    Nano-Yorum: Boyamak = Bakım = Restorasyon!!!!!!!!!

    KURTULUŞ CAMİİ KURTULMAYI BEKLİYOR

     

     

    Cumhuriyetin ilanının ardından cezaevi olarak kullanılan ve son olarak camiye çevrilen tarihi binanın sübyan koğuşu olarak bilinen bölümü çürüme tehlikesi ile karşı karşıya.


    1892 yılında Meryem Ana kilisesi olarak inşa edilen, bir dönem E tipi kapalı cezaevi olarak da kullanılan, 1984 yılında, dönemin Gaziantep Valisi Abdülkadir Aksu tarafından iki minare eklenerek camiye çevrilen tarihi binanın sübyan koğuşu olarak da bilinen bölümünün yan duvarlarında ve üst kısımlarında çökmeler başladı.


    Kurtuluş Camisi olarak hizmet veren binada imam-hatip olarak görev yapan Ahmet Hayta, tarihi binada meydana gelen çökmelerin önüne geçilmesi için çalışmalara hemen başlanılması gerektiğini söyledi. Hayta, Sübyan Koğuşu olarak kullanılan yerde bugüne kadar çalışma başlatılmadığını, tarihi özelliklere sahip bölümün üst ve yan duvarlarında yer yer çökmeler meydana geldiğini, bu nedenle camiye gelen vatandaşları yaklaşmamaları için sürekli uyarmak zorunda kaldıklarını belirtti.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 24.12.2008

    ANTİK KENTTE 'ANTİK UMUMİ TUVALET' AÇILDI

    Aydın Ticaret Odasının (AYTO) desteği ile restore edilen Tralleis Antik Kenti içerisindeki Roma dönemine ait latrina (Antik Roma'da genel tuvalet), düzenlenen törenle açıldı. Antik kent içerisinde yapılan törende konuşan Aydın Valisi Mustafa Malay, kentin, tarihi ören yerlerine sahip olmasının başta gelen özellikleri arasında bulunduğunu ifade ederek, bu avantajdan yeterince yararlanılamadığını kaydetti.

     

    Bazı ören yerlerinin kazılarının yabancı arkeologlar tarafından yapıldığını ve yüzyıllardır devam eden kazılarda fazla mesafe alınamadığını bildiren Vali Malay, Aydın'daki kazıları Adnan Menderes Üniversitenin yürüttüğünü, Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdullah Yaylalı ile eşi Prof.Dr. Serap Yaylalı'nın canla başla çalışarak, her ay çok güzel eserler ortaya çıkardıklarını belirtti.

     

    Vali Malay, şöyle konuştu:

    "Tuvalet deyip geçmemek lazım. Tuvalet ve kanalizasyon, medeniyetin sembolüdür. Bugün dahi Anadolu'nun birçok bölgesinde tuvalet yok. Köylerde, herkes açıkta tuvaletini yapar. Hatta yakın zamanlara kadar şehir merkezlerinde bile kanalizasyon yoktu. Bu eserleri ortaya çıkarınca, bunlardan ibret almamız lazım. Yani, 2000 yıl önce tuvalet sistemi yapılmış. Bugün, tuvaleti ve banyosu olmayan yerler var. Bunlardan ibret almak suretiyle, daha ileriye gitmek zorunda olduğumuzu ifade etmemiz lazım. Turizm açısından bu ören yerleri, olmazsa olmazlardır."

     

    Tralleis Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdullah Yaylalı da AYTO'nun maddi katkıları sayesinde latrinanın restorasyon çalışmasını bitirdiklerini ifade ederek, burasının dünyanın en büyük antik tuvaletlerden biri olduğunu söyledi. MS 1. yüzyıla ait olan tuvalette üç tanesi hamam kısmından gelen, toplam 5 atık kanalının olduğunu ifade eden Prof.Dr. Yaylalı, yol altında bugünkü çağdaş kentlerde olduğu şekliyle, logarlarla kemer deresine kadar giden kanalizasyon sisteminin bulunduğunu anlattı.

     

    Bizans döneminde latrinanın seramik atölyesi olarak kullanıldığını tespit ettiklerini aktaran Prof.Dr. Yaylalı, şöyle konuştu:

    "Kanalları kazdığımızda 400 civarında kap kacak çıkarttık. Bunların 200 civarında olanı sağlamdı. Sonra kanalların temizliğinde inanılmaz şeyler ortaya çıktı. Cam fırınımızın varlığı kanıtlandı. Yine bol miktarda seramik ortaya çıktı. Kanalları depolama olarak kullanmışlar. Hatta küçük bir define de bulduk kanallarda. Küçük bir çömleğin içerisinde toplam 67 tane Bizans dönemine ait altınlar bulduk. Bunlar şu anda Aydın Müzesi'nde koruma altında."

     

    Prof.Dr. Yaylalı, gelecek yıl antik kentte onarımlara devam edeceklerini, gezinti alanları yapacaklarını kaydetti.

     

    Konuşmaların ardından, Tralleis Antik Kenti'ndeki çalışmalara destek sağlayan kurum, kuruluş ile kişilere teşekkür belgesi verildi.

    Cnn Türk, 24.12.2008

    AKM'YE YÜZ NAKLİ

     

    Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılmaması için mücadele yürüten sanatçılar açıkladı: Yıkmadan ticarileştiriyorlar!

    İstanbul Taksim'de bulunan Atatürk Kültür Merkezi (AKM), yıkılma tehlikesini atlattıktan sonra şimdi de sanatse-verlere göre yıkımla eş anlamlı olarak algılanan restorasyon projesiyle gündeme oturdu. Sanatçılar, restorasyon projesini, AKM'nin simgesel özelliğini ortadan kaldıracak bir "yüz nakli" tehlikesi olarak görüyor.

    AKM, daha önce yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve sanat camiasıyla Kültür Bakanlığı arasında büyük bir gerilime neden olmuştu. Sivil toplum kurumları, bazı siyasi partiler ve de özellikle birçok sanat örgütü ve oluşumu, AKM için çeşitli eylemlerde bulunmuş ve AKM'nin yıkılmaması için yargı yoluna başvurmuşlardı.

    AKM'nin yıkılmak istenmesinin AKP'nin kültür sanat anlayışının ve politikalarının bir sonucu olduğunu düşünen sanatçılar, AKM önünde kitlesel ve ilginç eylemler geliştirmişlerdi. Sancılı geçen bir dönemden sonra AKM yıkılma tehlikesinden kurtuldu. İstanbul SİT alanı içerisinde yer alan AKM, yıkılma tehlikesini atlattı atlatmasına ama şimdi de yine üstünde çok konuşulup tartışılacak bir gündemin merkezine oturacak gibi görünüyor.

    Geçtiğimiz günlerde onarılmak için boşaltılan AKM'nin yenilenme projesi için Kültür ve Turizm bakanlığı ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı arasında bir protokol imzalandı. Bu projeye göre Atatürk Kültür Merkezi'nin simgesel özelliğini oluşturan alüminyum konstrüksiyon kaldırılıp yerine sadece camdan oluşan transparan bir görünüm kazandırılacak. Bunu bir "yüz nakli" olarak gören sanat çevrelerine göre düşünülen, bu değişiklikle AKM'nin bir dijital ekrana dönüştürülmesi. Ve bu dijital ekrandan reklamlar akacak.

    AKM ticarileştirilmek mi isteniyor?
    Konuyu konuştuğumuz TOMEB (Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği) İstanbul Temsilcisi Orhan Kurtuldu'ya göre restorasyon adı altında gerçekleştirilecek bu proje, AKM'nin yıkılmasıyla eş anlamlı. Simgesel değeri nedeniyle 1. Derece kültür varlığı olarak tescili bulunan AKM'ye yapılacak bu "yüz naklinin" suç olduğunu belirten Kurtuldu, AKM'nin temel ihtiyacı olan bakım, onarım ve zorunlu değişikliklerin dışında yapılacak değişikliklere sanatsal anlamda hiçbir ihtiyaç olmadığını vurguladı. Yenileme projesinin bir ticarileşme anlayışı içinde algılanması gerektiğini ifade eden Orhan Kurtuldu, projede kafe ve restoran gibi yeni eklemelerin öne çıktığını kaydetti.

    AKP iktidarının kültür-sanat anlayışı ve politikalarının oldukça geri unsurlara denk düştüğünü dile getiren Orhan Kurtuldu, AKM'nin restorasyon ve yenileme işinin ihale kanununa uygun olarak mı verildiği ve ihaleye kimlerin katıldığı sorularının bir an evvel cevaplanması gerektiğini ifade etti. "2 No'lu Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 1. derece Kültür varlığı olarak tescili olan AKM'ye daha önce onaylanmış olan avan projenin dışında yapılmak istenen bu değişikliklere izin vermeyeceğini düşünüyoruz" diyen Kurtuldu, konuyu tüm kamuoyuyla paylaştıklarını, ilgili tüm kurumların duyarlılığını beklediklerini belirtti.

    Evrensel, Yazı: Nihat İlbeyoğlu, 24.12.2008

    COLISEUM'DA
    İKİ BİN YILLIK
    DEV KAPIŞMA

     

    İtalya'nın başkenti Roma'daki Coliseum, binlerce yıl sonra yine gladyatörlerin sesiyle yankılanacak.

    Coliseum'un 2 bininci kuruluş yıldönümü şerefine gelecek yıl bir dizi gladyatör gösterisi düzenlenecek.

    Kutlamalarda, özel eğitimli kişiler gladyatörlerinkine benzer dövüşlerde sahne alacak.

    Gösterilerin aşırı şiddet içerikli olabileceği yönünde eleştiriler var.

    Yeni Şafak, 23.12.2008

    ASKERE TOPKAPI RİCASI

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Topkapı Sarayı'ndan kopartılan yerleri yeniden saraya kazandırmak için harekete geçti. Bu kapsamda Matbaa Lisesi'nin taşınması için İstanbul Ticaret Odası ile protokol imzalandı. Günay, sarayın içindeki askeri birliği başka bir yere nakletmek için de Genelkurmay ile görüşecek. Günay, "Genelkurmay Başkanımızdan da ricada bulunacağım. Bize yardımcı olacaklarını umut ediyorum" dedi.

    Yeni Şafak, 23.12.2008

    İSTANBUL'DA 88 TARİHİ ESER RESTORE EDİLECEK

     

    İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi kapsamında çalışmalara hız verildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü 88 tarihi eseri restorasyon kapsamına aldı. Restore edilecek yerler arasında 400 yıl sonra ilk defa restorasyon yüzü görecek olan Süleymaniye Camii ile Mısır çarşısı da yer alıyor. Yine Nuruosmaniye, Valide Sultan, Fatih Camii, Yavuz Sultan Selim Camii gibi önemli eserler şantiye halinde onarımı yapılıyor. Bu camilerin tamamı bilim kurulları tarafından incelenerek adım adım restore ediliyor. Çalışmalar çerçevesinde Topkapı Sarayı ve Gülhane Parkı’nı çevreleyen Suru Sultani’de de iyileştirme yapılacak. Gülhane Parkı’nda tescilli PTT binası dışındaki binaların tümü yıkılacak.

    Türkiye Gazetesi, Haber: Şükran Kaban, 23.12.2008

    TARİHİ ESERLER ANAVATANINA DÖNDÜ

     

    Yasadışı yollarla 2002 yılında Didim’den ülke dışına çıkarılan ve Almanya’nın Bremen Kenti’nde Hannover Başkonsolosluğu’nun katkılarıyla ele geçirilen tarihi eserlerin Türkiye’ye iadesi sağlandı.

    Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, söz konusu tarihi eserler arasında yağ lambaları, antik kupa, bronz kadın figürü, metal kanca, mızrak uçları, muhtelif metal eşyalar, antik metal haç, takılar, antik çan gibi nesneler bulunuyor. İadesi sağlanan tarihi eserler, Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerine teslim edildi.

    Hürriyet, 23.12.2008

    YAKALANAN TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI: MÜZEYE TESLİM ETMEYE GELDİK

     

    Polisin, Ankara Garı'nda yakaladığı tarihi eser kaçakçılarının savunması duyanları güldürdü.

    Kızılcahamam'da kaçak kazı yaparken buldukları tarihi eserleri satmak için Ankara'ya geldiklerinde yakayı gece saat 23.30'da ele veren zanlılar, “Eserleri müzeye teslim etmek için getirdik” diye kendilerini savundular. Ankara polisi, Kızılcahamam'da kaçak kazı yaparken, toprak altından çıkarttıkları tarihi eserleri piyasaya sürmek isteyen kişiler olduğu bilgisini aldı. Söz konusu kişilerin trenle Ankara'ya geleceğini tespit eden polis, garda önlem aldı.

     

    Polisin cuma günü gece yarısı yaptığı operasyonda 5 kişi gözaltına alındı. Anadolu Selçuklu, Bizans ve Roma dönemlerine ait biri 10 santimetre, diğeri 9 santimetre uzunluğunda 2 heykelcik, silindir şeklinde taş obje, 2 metal sikke, 1 insan başı figürü, 4 mühür ile 34 santimetre uzunluğunda bir testi ele geçirildi. Emniyette ifadeleri alınan zanlıların savunmalarında, gece yarısı müzeye eserleri teslim etmeye geldiklerini söylediler. Kendilerinin tarihi eser kaçakçısı olmadıklarını belirten zanlılar, “Biz bunları bulunca müzeye teslim etmeye karar verdik. Daha sonra Trene atlayıp Ankara'ya geldik. Hemen müzeye teslim edip gidecektik” dediler. Emniyette ifadesi alınan 5 zanlı, “2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na' muhalefet suçlarından adliyeye sevk edildi.

    Yeni Şafak, Haber: Fatih İnci, 23.12.2008

    400 YILLIK MEDRESE BÜROKRASİ KURBANI

     

     

    Osmanlı Sadrazamı Hadım Hasan Paşa'nın 1600'lü yıllarda yaptırdığı medrese yalnızlığa terk edildi. Yıllardır çevresine çöplerin atıldığı tarihi yapı, yıkılmaya yüz tuttu.

     

    Tarihi medresenin onarılması için 5 yıl önce bir şirket harekete geçti. 500 bin YTL ayırarak restorasyona başladı. Ancak 2007 yılında bitmesi beklenen çalışmalar, bürokrasiye takıldı. Topraklarında onlarca medeniyeti barındıran Türkiye'de binlerce yıllık tarihi eserler bulunuyor. Ne yazık ki bunların büyük bir kısmı bakımsızlık yüzünden yok olmak üzere. Osmanlı döneminden kalma yüzlerce han, medrese, saray, hamam, külliye ve cami bugün aynı sorunla karşı karşıya. Özel sektörde bazı firmalar tarihe sahip çıkmak istediğinde ise bürokratik engellerle karşılaşıyor.

     

    İstanbul Cağaloğlu'nda bulunan Hadım Hasan Paşa Medresesi'nin restorasyon hikayesi bunu ispatlıyor. Bika Otomotiv ve İnşaat AŞ 2003'te İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne başvurarak medreseyi restore etmek istedi. Olumlu cevap alan şirket, onarım çalışmaları için inşaatı kurdu. Bu sırada Bölge Müdürlüğü, projeyi hazırlayan mimarlık şirketiyle bazı sorunlar yaşadı.

    Çalışmalar durduruldu. Bika Otomotiv Genel Müdürü Ekrem Görçeker, karşılaştıkları engeller yüzünden bir daha restorasyonları üstlenmeyeceklerini söylüyor.

    Zaman, Haber: İlyas Dal, 23.12.2008

    BURDUR'UN TARİHİ TAKILARI GÖRÜCÜYE ÇIKTI

     

     

    Tarihi, MÖ 6000'li yıllara dayanan takılar görücüye çıktı. Burdur ve çevresindeki kazılarda gün ışığına çıkarılan takıların bulunduğu sergide takıların yanı sıra cepken, kolon, peşkir, önlük gibi Türk kültüründe yeri olan giysiler bulunuyor. Burdur Müzesi Fuayesi'nde Vali İbrahim Özçimen açtığı sergi büyük beğeni topladı.

     

    Vali Özçimen, böyle bir koleksiyondan oluşan serginin Burdur açısından önem taşıdığını ifade etti. Birçok kültüre ev sahipliği yapmış Burdur'da sergilenecek daha birçok şeyin olduğunu belirten Özçimen, Müze Müdürü Hacı Ali Ekinci'den yeni sergiler düzenlemesini istedi.

     

    Bir hafta açık kalacak sergide yaklaşık 250 parça eşya sergileniyor. Takılarla ve takı takma ile ilgili bilgiler veren Müze Müdürü Hacı Ali Ekinci, tarih boyunca insanların birçok sebepten ötürü takılar taktığını söyledi. Ekinci, "İnsanların temel ihtiyaçları dışında doğasında saklı olan beğenilme arzusu da önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkar. Takılar bu ihtiyacın etkisiyle ortaya çıkan nesne olarak karşımıza çıkar. Kendini beğendirebilme, kullanılabilme ve kimi zamanda bir iktidarı, bir gücü tesis eden takılar hiyerarşik olarak altında bulunanları etkilemiştir. İnançların simgesi olarak ya da uğursuzluktan korunabilmek için kullanılan takıların yanı sıra herhangi bir topluluktan olduğunu ifade edebilmek için de kullanılmıştır." diye konuştu.

    haberler.com, 23.12.2008

    TAPINAK DAĞI'NDA 2000 YILLIK YARIM ŞEKEL BİR SİKKE BULUNDU

     

     

    Kudüs’te, Tapınak Dağı’nın hafriyatı içinde MS 66 veya 67 yılında basılmış, az bilinen yarım şekellik bir sikke gönüllüler arasında çalışan 14 yaşındaki Omri Ya'ari tarafından bulundu. 

     

    1999 yılında izinsiz ve kontrolsüz bir şekilde Tapınak Dağı’ndan hafriyat kaldıran İslami vakıfın bu toprağı kamyonlarla taşıyıp döktüğü yerde dört yıldır arkeologlar ve gönüllüler tarafından kazı yapılmakta. Arkeolojik açıdan telafisi mümkün olmayan bu “temizlik” işlemi sonrası dökülen toprağı elemek için şimdiye dek 40.000 kişi çalıştı. Kazıyı Ir David vakfı finanse ediyor ve Bar Ilan Üniversitesi’nden Dr. Gabriel Barkay ve Yitzhak Zweig yönetiyor. 

     

    Bulunan sikkenin bir yüzünde “Kutsal Kudüs” yazıyor ve üç narlı bir dal var, diğer yüzünde yarım şekel yazmakta. Sikkenin yangın görmüş olması uzmanlara MS 70 yılındaki ikinci tapınağı yok eden yangından kalmış olabileceğini düşündürüyor. Hafriyat kazısında şimdiye dek değerli birçok çanak çömlek kalıntısının yanı sıra 3500 sikke bulundu. 

    Haaretz Correspondent, Haber: Nadav Shragai, 21.12.2008

    SULUKULE'DE BU KEZ TESCİLLİ BİNALAR YIKILDI

     

    Fatih Belediyesi dün, Sulukule'de koruma altındaki Küçükçeşme Sokağı'nda yer alan tescilli evleri yıktı.

     

    Dozerler, mahallenin kalbi sayılan Küçükçeşme sokağındaki üç evi yıktı.

     

    Koruma Kurulu kararına göre evlerin Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi bütünlüğü içerisinde değerlendirilebilecek nitelikte olduğu öğrenildi.

     

    Yıkılan evlerin boş olduğu öğrenilirken, Küçükçeşme Sokağı'nın sokakta oturan vatandaşlar için harebe haline getirildiği öne sürüldü.

     

    Sulukule Platformu'ndan yapılan açıklamada, "Oysa, bu sokağın Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında korunup değerlendirilmesi, Koruma Kurulu'nun 23 Ekim 2008 tarihli kararında açıkça yer almaktadır" dendi.

     

    Platform sözcüsü Viki Ciprut, İstanbul Yenileme Alanları Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun bu sokağın koruma altında olduğuna dair kararı bulunduğuna dikkat çekerek

    "Bu bir suç, çünkü bunlar tescilli yapılar. Bu yapıların yıkılmaması yönünde kurul kararı var" dedi.

    Taraf, Haber: Tuğba Tekerek, 22.12.2008

    FİRAVUNLAR DÖNEMİNE AİT 4300 YILLIK İKİ MEZAR

     

    Mısır'da firavunlar dönemine ait olduğu bildirilen 4300 yıllık iki mezar ortaya çıkarıldı.

     

    Mısır Arkeoloji Müdürü Zahi Havas, başkent Kahire'nin güneyindeki Sakkara bölgesinde bulunan mezarların, firavunlara hizmet eden üst düzey yetkililer için inşa edildiğini söyledi.

    Havas, Sakkara'da bulunan iki yeni mezarın, bölgede henüz ortaya çıkarılmamış büyük bir mezarlık olduğunu gösterdiğini ifade etti.

    Sakkara, Kahire'nin 19 kilometre güneyindeki antik Memphis (Apis) kentinin mezarlık alanı olarak  biliniyor.

    Cnntürk, 22.12.2008

    FİRAVUNUN BAŞI MISIR'A İADE EDİLDİ

     

    Mısır’dan 20 yıl önce çalınan 3500 yıllık bir firavun heykelinin başı geçenlerde büyükelçiliğe teslim edildi.

    MÖ 1375 de ölen firavun Amenhotep III’ün heykelinden kırılan baş 1990 yılında Londralı antikacı Jonathan Tokeley-Parry tarafından ucuz bir kopya görüntüsü vermek için siyaha boyanmış ve gümrükten gizlice çıkarılmıştı.

    Yakalanan antikacı üç yıl hapis yatmış, bu arada heykeli almak isteyen başka bir Amerikalı antikacı da İngiliz polisi tarafından 1999 yılında Londra’da yakalanmıştı. 9 yıl önce yapılan operasyonu yöneten ve heykelin bulunmasını sağlayan Londra Polisi Sanat ve Antikalar Birimi Şefi Vernon Rapley tören sırasında bir konuşma yaparak “Organize bir kaçakçılık sonrası ait olduğu yerden çalınan, Mısır tarihinin bu değerli eserinin sonunda tekrar Mısırlı otoritelere teslim edilmiş olması bizler için büyük bir gurur vesilesidir” dedi. 

    BBC News, 21.12.2008 

    TARİH TAHRİBATINA BAKAN EL KOYDU

     

     

    “Cumhuriyet döneminin endüstriyel mirası” olarak kabul edilen Beşiktaş’taki tütün deposu binasının, Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu kararlarıyla yok edilmesi, hükümette de yankı buldu. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, otel inşaatı için yıkım yapılan bölgede incelemede bulunacağını, büyük bir hukuksuzluk tespit edilmesi halinde yargıya gidilebileceğini bildirdi. Günay tarihi binaların olabildiğince orijinal haliyle korunmasından yana olduğunu da söyledi.

     

    Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan ve uzun süre tütün deposu olarak kullanılan Beşiktaş sahilindeki bina, önce Tekfen Grubu’na, daha sonra Tanrıverdi Grubu’na geçti. İstanbul 3 No.lu Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu da, tütün deposunun endüstriyel miras kapsamında olduğuna, kültür varlığı olarak tesciline ve yapının yıkılmadan restore edilmesine karar verdi. Ancak kurul, 2006’da yapılan başvuru üzerine, binada yapılmak istenen restorasyona şartlı “evet” dedi, daha sonra bir başka başvuru üzerine binanın tamamen yıkılarak yeniden yapılmasını kararlaştırdı. Tarihi binanın yıkılması kararı, başta mimarlar olmak üzere pek çok kesimin tepkisine neden oldu.

     

    Milliyet’in sorularını yanıtlayan Günay, basından takip ettiği konuyu daha yakından incelemek için İstanbul’a gideceğini ve bölgeyi göreceğini, orijinal biçimin korunup korunmadığına bakacağını söyledi.

    Milliyet, 22.12.2008

    YEDİTEPENİN MİSTİK YÜZÜ GÖRÜCÜYE ÇIKIYOR





    İstanbul'da 2010 Avrupa Kültür Başkentliği için hazırlıklar hızlanırken, özel sektörde de 2010'a yönelik kültürel etkinlikler start almaya başladı. Farklılaşarak ve marka bilinirliğini artırarak turizm sektöründeki pazar payını yükseltmek isteyen konaklama tesisleri 2010 yılı için değişik tanıtım programları geliştiriyor. 2010 yılı için, özel sektöre ait "ilk kültürel etkinlik", sektörün canlandığı ve hareketlendiği yılın son haftasında, Taksim'de düzenlenecek bir belgesel gösterimiyle gerçekleştirilecek.

     

    İstanbul'da yaşayan tüm yabancıların ve turist olarak gelen yabancı konukların davetli olduğu gösterimde, tarih boyunca birçok medeniyete başkentlik yapmış ilde gizemini koruyan mekanlar, değişik çağlara ve kültürlere ait  mistik atmosfer, büyülü ve tutkulu görsellikler sergilenecek. Ünlü aranjör Fatih Ihlamur'a ait özel müzik eşliğinde, İngilizce olarak sunulacak belgesel ziyafeti, 2009'da da belirli aralıklarla tekrarlanacak.

     

    26 Aralık tarihinde, saat 19:00'da Golden Age 2 Oteli'nde düzenlenecek "Mistik İstanbul" belgeseli ile söz konusu dönemde İstanbul'da bulunan yabancı konukların eğlenceli ve hoş zaman geçirmeleri, kentin pek bilinmeyen kültürel mekanları hakkında bilgilendirilmeleri ve turistlerde İstanbul bağımlılığının oluşturulması hedefleniyor.

     

    "Mistik İstanbul" adlı film bir süre önce DVD olarak piyasaya çıkan "Yedi Tepe, Yedi Renk" belgesel setinin en ilgi çekici bölümünden oluşuyor. Toplam 12 bölümden oluşan belgesel setinde, "Medeniyetler Başkenti" İstanbul'un tarihi, turistik ve kültürel zenginlikleri farklı boyutlarıyla tanıtılıyor. Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Arapça olarak piyasaya sunulan belgesel seti kullanılan arşiv bakımından da büyük zenginlik taşıyor. Yapımı yaklaşık 10 yıl süren ve tam 7 yönetmenin imzasını taşıyan belgesel için yaklaşık 30 kişilik teknik ekip, İstanbul'daki bini aşkın mekanda, bin 300 saatlik çekim ve 6 aylık kurgu/montaj çalışması yaptı.

    Habertürk, 22.12.2008

    AVRUPA, ILISU'DAN ÇEKİLDİ





    Hasankeyf’i ve Dicle Vadisi’ni sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı’na kredi veren ülkelerden Avusturya’dan sonra Almanya da çekildiğini açıkladı. Alman Ekonomi ve Kalkınma Bakanı Erich Stather yaptığı açıklamada "Türkiye'ye prosedür gereği 180 günlük süre tanıdık ama bunun bir önemi yok. Bu baraj artık Alman parasıyla finanse olmayacak" dedi.

     

    Türkiye’nin, Ilısu Barajı’nın yapılabilmesi için gerekli 153 kriterin hiçbirisini yerine getirmeden baraj inşaatına başlaması ve ardından da "Acele Kamulaştırma" yoluna gitmesi projeye destek veren ülkeler için bardağı taşıran son damla oldu.

     

    Türkiye’nin ilgili kriterleri yerine getirmeden baraj inşaatına başlaması nedeni ile Ilısu Projesi’nden çekilen Avusturya’nın ardından Alman Ekonomi ve Kalkınma Bakanı Erich Stather Frankfurter Rundschau gazetesine verdiği demeçte Almanya’nın da projeden çekildiğini duyurdu. "Baraj artık Alman parası ile finanse olmayacak" diyen Stather’in açıklamasının ardından Avusturya, Almanya ve İsviçre’den oluşan konsorsiyumun da açıklama yapması bekleniyor.

     

    Doğa Derneği Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk de yaptığı açıklamada: "Doğa Derneği’nin yürüttüğü kampanyanın da katkılarıyla Ilısu Baraj Projesi konsorsiyumu dağılma noktasına gelmiştir. Bundan sonra 10 bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf’in kalıcı kurtuluşu, UNESCO’nun Dünya Doğa ve Kültür Mirası Listesi'ne eklenmesi ve Türkiye’nin Ilısu Barajı projesini tümüyle iptal etmesi ile mümkün olacak. Bu nedenle kamuoyunu, sivil toplum kuruluşlarını ve fikir önderlerini Doğa Derneği’nin 'Hasankeyf Yok Olmasın' kampanyasına katılmaya davet ediyoruz" dedi.

    Yapı, 22.12.2008


    ******


    HÜKÜMETİN HASANKEYF'İ KAÇTI

     

    Ilısu Barajı için Avusturya ve Almanya kredi desteğini çekti. Bu kararda Türk hükümetinin Hasankeyf bölgesine acele kamulaştırma kararı almasının etkili olduğu belirtiliyor. Çevre kuruluşları barajdan vazgeçip Hasankeyf'in korunması gerektiğini savunuyor.

     

    Dicle Nehri üzerinde kurulacak ve Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı için Almanya, Avusturya ve İsviçre'den oluşan konsorsiyumdan kredi desteği sağlanmıştı. Ancak geçen hafta Avusturya Dışişleri Bakanı, yaptığı açıklamada Türkiye'nin gerekli şartları yerine getirmemesi nedeni ile Ilısu Barajı Projesi'nden çekildiklerini duyurdu. Doğa Derneği'nden yapılan açıklamada Almanya'nın da desteğini çektiği belirtildi. Çekilme kararında hükümetin aldığı acele kamulaştırma kararının etkili olduğunu belirten dernek başkanı Güven Eken, "Bu kararlarda aslında Türkiye'ye mesaj veriyorlar. Çünkü ikinci kez konsorsiyum dağılıyor. Bu da bu barajın aslında yanlış bir proje olduğunun, Türkiye'nin bu projeden çekilmesi gerektiğinin çok güzel bir göstergesi. Bütün dünya yanılıp, bir tek Türkiye doğru söylüyor olamaz" diyor.

     

    Doğa Derneği Başkanı Güven Eken NTVMSNBC'ye yaptığı açıklamada Ilısu Barajı'nın yapılmaz olduğunu ve Hasankeyf "Dünya Kültür ve Doğa Mirası" listesine dahil edilirse, hem ekonomik hem de kultürel açıdan Türkiye'nin daha kazançlı çıkacağını belirtiyor.

     

    Güven Eken şunları söylüyor:

    Hükümetin acele kamulaştırma kararı alması Ilısu Barajı'nı yapmak konusunda çok ciddi bir duruşu olduğunun mesajı aslında. Hükümet bu mesajı uzun zamandır veriyor. Ilısu Barajı'nın kesin olarak yapılması, Avrupa hükümetleri kredi versin ya da vermesin, Türkiye hükümetinin bu barajı yapmak istediğine dair bir mesaj iletiyor. Karşılıklı olarak iki taraf pozisyonunu almış durumda. Kamulaştırmaya da kısmen başlayacaklardır ama çok maliyetli ve zorlu bir süreç olduğu için kamulaştırma başlasa bile hemen bitmesi mümkün değil. Uzun müzakerelerin, uzun çalışmaların sonucunda olacak bir şey...


    Üçlü konsorsiyum, kamulaştırma yapılmadan, Ilısu Barajı başlamadan evvel 153 kriteri Türkiye'nin yerine getirmesini, yani bir ön çalışma yapılması gereğini ortaya koydu. Türkiye şu ana kadar bu kriterlerin yerine getirilmesi konusunda başarılı olamadı. Yayınlanan raporlarda bu kriterlerin hiçbirinin yerine getirilmediği belirtiliyor. Kamulaştırmanın bu kadar hızlı olması, tam da bu kriterlere aykırı olan unsurlardan bir tanesi zaten. Çünkü bu kamulaştırma yapılmadan evvel çok daha iyi, ekonomik, ekolojik ve sosyolojik fizibilite çalışmalarının yapılması gerekiyordu. Bunlar yapılmadan kamulaştırma yapılması kriterlere aykırıdır. O nedenle Avrupa'nın çekilme kararını hızlandırdı bu durum. Tabii ki kamulaştırmanın da yapılması gerekiyordu ama kamulaştırmanın zamanına, şekline, orada yaşayan insanların durumuna ve sürecin doğaya etkileriyle ilgili bir takım kriterler var. O kriterlerin yerine getirilmesi, ön çalışmaların yapılması gerekiyordu. Onlar yapılmadan kamulaştırma kararı alınmış oldu.


    Türkiye, şu anda baraj inşaatını tek başına ya da Avrupa kredileriyle değil, başka kredilerle yapmak zorunda kalacak gibi gözüküyor. Daha önce de bölgeyle ilgili kamulaştırma kararı verilmişti ama bu karar İsviçre'nin itirazları üzerine iptal edilmişti. O yüzden bu acil kamulaştırma kararı alındı. Bugün de Almanya projeden çekildiğini açıkladı. Önümüzdeki günlerde üç ülkenin resmi açıklama yapmasını bekliyoruz. Bu kararlarda aslında Türkiye'ye mesaj veriyorlar. Çünkü ikinci kez konsorsiyum dağılıyor. Daha önce İngiliz firmalarının yer aldığı konsorsiyum dağılmıştı. Bu da bu barajın aslında yanlış bir proje olduğunun, Türkiye'nin bu projeden çekilmesi gerektiğinin çok güzel bir göstergesi. Bütün dünya yanılıyor olup bir tek Türkiye doğru bir şey söylüyor olamaz. Bu nedenle Doğa Derneği de Ilısu Barajı'nın iptal edilmesi gerektiğini, Hasankeyf ve vadisinin UNESCO'nun "Dünya Doğa ve Kültür Mirası"na dahil edilmesi gerektiğini düşünüyor.

    Bölge "Dünya Kültür ve Doğa Mirası" listesine dahil edilirse, Hasankeyf ve içinde bulunduğu Dicle Vadisi'nin ekonomik açıdan Türkiye'ye çok daha fazla gelir kaynağı olacağını ve bölgeye daha fazla güvenlik ve gelecek vaad edeceğini düşünüyoruz. Çünkü bölgenin çok ciddi bir turizm potansiyeli var. Hasankeyf ortaçağ başkenti ve Dicle Vadisi olağanüstü güzelliklere sahip. Turizm açısından bölge "Dünya Kültür ve Doğa Mirası" listesine alınırsa Güneydoğu'nun Kapadokya'sı olabilecek özelliklere sahip. Bunun sadece doğal ve ekolojik nedenlerle değil, aynı zamanda ekonomik açıdan da daha iyi bir yatırım kaynağı olacağını düşünüyoruz. Türkiye'nin tümüyle Ilısu Barajı'ndan vazgeçerek "Dünya Kültür ve Doğa Mirası" ilan edilip bölgenin turizm yatırımı açısından teşvik edilmesini savunuyoruz.

     

    Hasankeyf Gönüllüleri Derneği Başkanı Arif Aslan ise Hasankeyflilerin toprağından ayrılmak istemediğini belirtiyor:

    Bu istimlak kararı bölgede 212 yerleşim biriminde oturan yaklaşık 60 bin insanı etkileyecek. Bunların çoğunun arazisi sular altında kalacak. Hükümet apar topar istimlak çalışmalarına hız verdi. Ama maalesef bugün arazi sahiplerine önerilen dönümü susuz araziler için bin 500 YTL , sulu araziye de 3 bin YTL istimlak bedeli yeterli değildir. Arazi sahiplerinin hiçbiri bunu kabul etmediler. Bu fiyatlara vatandaşlar tepkili. Halk bu barajın, bölgenin refahının kalkınmasına yönelik olmadığını düşünüyor. Hükümet diyor ki; "7 yıl içinde 10 bin kişiye iş imkanı sağlanacak." Kesinlikle bu kadar kişi çalıştırılmayacak. Kısa sürelerde bazı insanlar barajda çalıştırılacak. Bu bölgede Güneydoğu'da 22 baraj yapıldı; bunlar bölgenin kalkınmasına yönelik olsaydı, buralar küçük Almanya, küçük Fransa olurdu.

    Ilısu Barajı yeni bir proje değil, 50 yıldır dayatılan bir proje. İnsanlar bu projeye sevinmiyor. Aksine "Göç beni toprağımdan edecek. Kentlerin varoşlarına gitmektense arsamızın istimlak edilmesine karşıyız" diyorlar. İnsanlarımız toprağından ayrılmak istemiyor. Avusturya ve Almanya konsorsiyumdan çekileceklerini açıklıyorlar. Bunlar konsorsiyumdan çekildikten sonra Türkiye bu barajı tek başına yapamaz. Kime bu öneriyi getirecekler? Hasankeyf'i kaybetme tehlikemiz var. Kimsenin bu baraja karşı çıktığı yok ama sayın Başbakan "Hasankeyf'i biz yerinde koruyacağız" dedi ama söylediğinin arkasında durmadı. Hasankeyf'in dağ eteklerine taşınması da imkansız olduğuna göre, kot düşürülür, yine mevcut elektrik santraliyle bölgedeki enerji açığı da karşılanmış olur. Küçük bir barajla yine Hasankeyf kurtarılabilir. Bu saatten sonra baraja talip olacak konsorsiyuma da bu önerilerimizi, kaygılarımızı dile getireceğiz.

    Ntvmsnbc, 23.12.2008


    ******


    HASANKEYF'TE EN KRİTİK NOKTAYA GELİNDİ

    Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı Projesi’nin finansmanı ‘çöktü’. Avusturyalı Vatech Finance Gmbh başkanlığındaki konsorsiyum dağılıyor. Alman, Avusturya ve İsviçreli üç kuruluş ‘Türkiye’nin anlaşmanın 150 şartını yerine getirmediği’ gerekçesiyle kredi anlaşmasını askıya aldı. Diplomatik kaynaklara göre Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun Hasankeyf nedeniyle projeye karşı çıkanları ‘bölücü’ ilan etmesi ve “Biz tek başımıza yaparız” diye meydan okuması Avrupa’nın kararında etkili oldu.

     

    1954 yılından beri tartışılan barajın temeli geçen yıl Başbakan Erdoğan tarafından atılmış, DSİ ile konsorsiyum 1.2 milyar avroluk finansman anlaşması imzalamıştı. İlk havlu atan Avusturya oldu. Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger, geçen hafta ulusal televizyon kanalı ORF’de “Türkiye’nin gerekli şartları yerine getirmemesi nedeni ile Ilısu Projesi’nden çekildik” dedi.

    Desteğini çevre ve tarihin korunması konusunda bazı şartlara bağlayan Almanya’da da hükümetten rahatsızlık sesleri yükseliyordu. Frankfurter Rundschau gazetesine bilgi veren Federal Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı yetkilisi Erich Stather, “Türkiye’ye formalite icabı, Almanya’nın krediyi bağladığı çevre koruma şartlarını yerine getirmesi için 180 gün süre tanınacak. Projenin Almanya desteğiyle gerçekleşme şansının artık bulunmadığını tahmin ediyorum” dedi. Dün DSİ’de görüşmelerde bulunan Alman şirket yetkilileri, kredinin dondurulmasıyla ilgili resmi yazının geleceğini söyledi.

     

    İsviçre hükümetinin de Türkiye’nin çevresel ve sosyokültürel taahhütlerini yerine getirmediği kanaatine vardığı öğrenildi. 14 firma ve dört ülkenin bulunduğu Ilısu baraj projesi GAP projesinin tamamlanması olduğu kadar Türkiye’nin enerji ihtiyacı açısından da önem taşıyor. Proje için şu ana kadar 150 milyon dolar kredi kullandırıldı.

     

    Almanya, Avusturya ve İsviçre Ilısu Projesi’ne sadece finansman desteği sağlamıyor, anlaşma gereği projenin ortağı durumundalar. Barajın türbin ve diğer mekanik aksamı, bu ülkelerden temin edileceği için eğer bu ülkeler çekilirse projenin bu yönüylü ‘yenilenmesi’ gerekiyor.

     

    Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgiye göre, Eroğlu’nun Hasankeyf nedeniyle baraj projesine karşı çıkanları ‘bölücü’ ilan etmesi ve “Gerekirse kendimiz öderiz” demesi sonuçta etkili oldu. Eroğlu’nun bu sözleri, üç ülke başkentlerinde “Türkiye’nin şartları yerine getirmek yerine barajı kendi olanaklarıyla yapma eğiliminde olduğu” şeklinde değerlendirildi. Eroğlu, dün de Türkiye’nin bu barajı tek başına bitirebilecek gücü olduğunu yineleyerek “Almanların çekildiği konusunda elimize ulaşan resmi bir bilgi yok. Biz burayı gerekli gördüğümüz için yapıyoruz. Birileri istedi diye bu işe girmedik. Bizim o baraj gibi 100 barajı yapacak gücümüz var” dedi.

    Radikal, 24.12.2008


    ******


    ILISU'DA YENİ SAAT AYARI

    Ilısu Barajı’nı Avrupa devletlerinin sağladığı kredilerle yapma girişimi ikinci defa başarısızlıkla sonuçlanmaya doğru gidiyor. İlk girişim Erbakan hükümeti zamanında yapılmıştı. Ilısu hidroelektrik enerji barajı için Almanya, Avusturya ve İsviçre ortaklaşa 450 milyon euro’luk ihracat kredi garantisi taahhüdünde bulundular. Erdoğan, barajın temelini 30 ay kadar önce törenle attı. Ama o günden bu yana hiç ilerleme olmadı. Çünkü, çevre konusunda taahhüt edilen önlemler zamanında alınmadı.

     

    Almanya, Avusturya ve İsviçre temsilcileri dün Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nü ziyaret ederek kredinin askıya alınacağını haber verdiler. Kreditörler Türkiye’ye 60 gün mühlet tanımış, bu süre 12 Aralık’ta sona ermişti. Şimdi, taraflarca imzalanmış olan kredi anlaşması uyarınca altı aylık yeni bir süre başlıyor. DSİ’den öğrendiğime göre, bu süre içinde çevresel taahhütler yerine getirilirse kredi yeniden işler hale gelebilir.

     

    İnşaatı yapacak olan konsorsiyumun öncülerinden olan Nurol’un bir yetkilisi: “Sözleşme açık. 180 gün içinde düzeltmeler yapıldığı halde uygunsuzluk durumu kaldırılabiliyor” dedi. Bu durumda bırakılan yerden yeniden başlanacak.

     

    Ama başlanacak mı? Edindiğim izlenim, baraj projesinin sahibi olan DSİ’ye Almanya, Avusturya ve İsviçre’nin baskısından gına gelmiş olduğu. Bir DSİ yetkilisi söyle konuştu: “Çevre koşullarına uyum bakımından onların arzu ettiği seviyeye gelirsek takdir gene onların oluyor. Ama bakalım biz böyle bir şeye nasıl bakacağız? Bu, Demokles’in kılıcı gibi tepemizde. Engelli yarış gibi... AB’ye girmenin ufak bir modeli.”

     

    Şimdi DSİ bürokratları bir durum değerlendirmesi notu hazırlayıp topu siyasilere atacaklar. İlk aşamada karar DSİ’nin patronu olan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun olacak. Anladığım kadarıyla, Almanya, Avusturya ve İsviçre arasında da fikir ayrılığı var. İsviçre Türkiye’ye mümkün olduğu kadar çok zaman tanınması taraftarıyken çevrecilerin baskısını daha çok hisseden Almanya ve Avusturya daha katı bir tutum içinde. Ama, her üç ülke de dünya ekonomisi hızla yavaşlarken büyük bir kontratı ellerinden kaçırmak istemiyor. Biliyorlar ki kaçırırlarsa sırada ağızlarının suyu akarak bekleyen başka ülkeler ve şirketler var. Bunların başında da inşaat sahasında Avrupa’ya adım atmak isteyen Çin geliyor.

    Milliyet, Haber: Metin Münir, 24.12.2008


    ******


    ILISU BARAJI ANLAŞMALARI ASKIYA ALINDI

     

    Ilısu barajı projesine ihracat kredisi veren Alman, Avusturya ve İsviçreli üç kuruluş "Türkiye'nin anlaşmanın 150 şartını yerine getirmediği" iddiasıyla kredi anlaşmasını 180 günlüğüne askıya aldıklarını açıkladı.

    Alman Euler Hermes, Avusturyalı Kontrolbank ile İsviçreli Serv adlı ihracat kredisi kuruluşları, bugün Viyana'da yaptıkları ortak açıklamada, Ilısu barajı projesine kredi verecek olan konsorsiyuma, "Türkiye ile anlaşmayı 180 günlüğüne askıya alma talimatı verdiklerini" bildirdi.

    İhracat kredisi kuruluşları aldıkları ortak kararın 23 aralık günü Türkiye'deki müteahhit firmalara da yazılı olarak bildirildiğini ve bu kararla Ilısu barajındaki çalışmaların da durdurulduğunu belirtti.

    Proje çerçevesinde 235 milyon Euro;luk ihaleye sahip olan Avusturya'nın Steiermark eyaletindeki türbin üreticisi Andritz firması, projenin durdurulmasından "üzüntü duyduğunu" açıkladı.

    Andritz Yönetim Kurulu Başkanı Wolfgang Leitner, Strabag ile yaptığı ortak açıklamada, "Bu tepki mübalağalı ve Türkiye;ye yanlış bir sinyal veriyor" dedi. Leitner, "Ekonomik durumun güçlüğü göz önünde bulundurulacak olursa, kredi güvencesi veren kuruluşların bu tutumlarıyla, Avrupalı firmaların ihalelerini tehlikeye atmalarını anlamak güç" diye konuştu.

    Kredi güvencesi veren Alman, Avusturya ve İsviçreli üç kuruluşun temsilcileri, "şimdi dile getirilen durdurma kararının antlaşmalarda öngörüldüğünü, yine antlaşmalarca kararlaştırılan önlemlerin alınması halinde bu kararın da kaldırılabileceğini" kaydetti.

    Kredi kuruluşlarının ortak açıklamasında, "Proje statüsünün, en geç 180 günlük askıya alma süresinin bitiminden sonra yeniden değerlendirileceği" belirtildi.
    Türkiye'nin proje bölgesinden geçen yollar üzerinde istimlak işlemlerine başladığı yolunda duyumlar alındığı ifade edilen açıklamada, "konunun, uzmanlardan oluşan bir komite tarafından incelendiği" bildirildi.

    Kredi güvencesi veren üç kuruluş, önümüzdeki aylarda, çevreyi koruma, göç ve kültür varlığı konularına ağırlık verilerek, bu alanlardaki gecikmelerin telafi edilmesine çalışılacağını kaydetti.

    Ortak açıklamada ayrıca, "Anlaşmaların yerine getirilmesine katkıda bulunacak olan münferit altyapı çalışmalarının da 180 günlük süre içinde, uzmanların ve ihracat kredisi veren kuruluşların görüşlerinin alınmasıyla gerçekleştirilebileceği" belirtildi.

    Hürriyet, 24.12.2008

    TARİHİ EREĞLİ EVLERİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR





    Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Türkiye'de geleneksel mimari yapısında önemli bir yere sahip olan Ereğli evlerinin restorasyonu için bir çalışma başlattı. Proje için Kocaeli'ne gelen Ulusal Ahşap Birliği görevlileri, binaların yeniden gün ışığına çıkmasının Türk mimarisi için çok önemli olduğunu ifade etti.


    Büyükşehir Belediyesi Kocaeli'nin tarihi miraslarına sahip çıkarak gelecek nesillere ulaştırmak amacı ile uygulamaya geçirdiği hizmetlerine devam ediyor. Kocaeli'nde balıkçılıkla geçinen bir belde olarak bilinen Ereğli Beldesi'nde bulunan tarihi evlere el atan Büyükşehir Belediyesi bu evlerin restorasyon çalışmalarını kapsayan bir proje hayata geçirdi. Proje çerçevesinde Ereğli Beldesi'ne gelen Ulusal Ahşap Birliği üyeleri, geleneksel Türk Mimarisinde önemli bir yere sahip olan binaları inceledi.


    Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürü Volkan Şenel tarafından Ereğli evlerini gezen Ulusal Ahşap Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mimar Yaman İreoğlu, Başkan Yardımcısı Mimar Sedat Aktan, Dernek Müdürü Arzu Akyüz, dernek üyesi mimar Ahmet Demirel beldenin kentsel dokusuna ve binalara hayran kaldı.Ulusal Ahşap Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Mimar Yaman İreoğlu projenin Türkiye için önemine dikkat çekerek" Kocaeli Büyükşehir Belediyesi'nin başlatmış olduğu çalışma ile Türk konut tarihi için kendine has özellikleri barındıran Ereğli Evleri yeniden gün ışığına çıkmış olacak. Uygulanacak çalışmanın bir an önce hayata geçirilmesi hem Kocaeli hem de Türkiye geleneksel Türk Mimarisi için çok önemli olacaktır. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’ni göstermiş olduğu hassasiyetten dolayı kutluyorum" dedi.


    Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürü Volkan Şenel ise "Eski bir balıkçı kasabası olan Ereğli’de balıkçılık ve denizle ilgili bir çok figürün evler üzerinde yer aldığı görülür. Uygulayacağımız çalışmalar ile tarihi evlerin restorasyonu ve sokak sağlıklaştırılmasını sağlayacağız. Böylece Ereğli evlerinin yeniden kullanılması da söz konusu olacak" şeklinde konuştu.

    Özgür Kocaeli, 22.12.2008

    KAÇAK KAZI YAPANLARA SUÇÜSTÜ

     

    Karaman'ın merkeze bağlı Güçler Köyü ile Taşkale beldesinde izinsiz kazı yaptıkları öne sürülen 8 kişi yakalandı.

     

    Edinilen bilgiye göre, tarihi eser bulmak amacıyla bazı kişilerin Güçler Köyü ve Taşkale beldesinde kazı yaptığı ihbarını alan jandarma timleri harekete geçti.

     

    Yapılan operasyonlarda Güçler Köyü Çomak mevkiinde A.E, H.H.Ç. ve E.Ç ile Taşkale beldesi Miske mevkiinde S.A, İ.T, A.A, Y.T. ve N.Ç. isimli şahıslar kepçe, kazma ve küreklerle kazı yaparken yakalandı.

     

    Şahıslar gözaltına alınırken, kazıda kullanılan kepçe ve diğer malzemelere el konuldu. Her iki olayla ilgili soruşturmanın devam ettiği bildirildi.

    Karaman Kent Haber, 22.12.2008

    GAP, TARİHİ ESER ZENGİNİ

     

     

    Türkiye'nin en büyük entegre kalkınma projelerinden GAP'ın uygulandığı bölge, su ve enerji kaynaklarıyla olduğu kadar, kültür varlıkları ve turizm potansiyeliyle de dikkati çekiyor. Bölge illerindeki tescilli bir çok tarihi yapı, tarihe ışık tutuyor.


    Başbakanlık GAP Bölge Kalkınma İdaresi verilerine göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bölgede tescilli 2 bin 996 sivil ve askeri mimarlık örneği bulunuyor. Tarih öncesi çağlardan başlayarak günümüze kadar ulaşmış bir çok uygarlığa ev sahipliği yapmış Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde, Şanlıurfa, Adıyaman, Gaziantep, Şırnak ve Mardin gibi kentler kültür mozaiğinin merkezini oluşturuyor. Tarihsel süreç içinde günümüze kadar özelliğini kaybetmeden kalan mimarlık örnekleri, sit alanları, ticaret yolları ve mimari varlıklarla öne çıkan bölge, Anadolu'nun önemli tarihsel mekanları arasında yer alıyor.

    GAP kapsamında bulunan Şanlıurfa, Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt ve Şırnak'ta toplam bin 880 tescilli konut, 11 konak, 9 kabaltı ve 5 konak kabaltı tarzı tarihi yapı yer alıyor. Ayrıca 206 cami, 20 mescit, 129 türbe, 4 tekke, 21 medrese, 2 mevlevihane, 5 külliye ve 57 kilise de kültür mirası eserlerin arasında yer alıyor. GAP kapsamındaki iller arasında en çok arkeolojik sit alanı ve höyüğe sahip kentlerin başında ise Şanlıurfa geliyor. 139 höyük, 16 arkeolojik, 3 kentsel ve 2 doğal sit alanının bulunduğu kent, ayrıca 12 tescilli ticaret yapıya da ev sahipliği yaptığı bildirildi.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 22.12.2008

    İTALYA'DA ASKERLERE AİT ANTİK BİR TOPLU MEZAR BULUNDU

     

    İtalya’da, antik koloni şehri Himera’da yapılan kazılarda Kartacalılara karşı savaşan askerlere ait ve 10.000 den fazla mezar içeren bir toplu mezarlık bulundu.

     

    Kazı ekibinin başkanı Stefano Vassallo, mezarlığın şimdiye dek Sicilya’da bulunan en büyük antik mezarlık olduğunu bildirdi. Mezarlık bir trenyolu inşaatı sırasında bulundu. Vassallo “Himera kalıntıları uzun bir zamandır biliniyordu. Bazı mezarlar olduğunu da biliyorduk ama, bu kadar çok mezar hayal etmemiştik” demekte. Mezarlıktaki her toplu mezarda 15 ila 25 iskelet bulunuyor. Çoğu genç ve sağlıklı genç erkekler ve hemen hemen tümü savaşta ölmüş. Bir kısmının kafatasları kırık, bazılarını öldüren okların uçları ise iskeletlerle birlikte bulundu. 

     

    Vassallo, ölülerin Herodot tarafından da anlatılan ve MÖ 480 yılında Kartacalılarla yapılan savaşta ölen askerler olduğunu düşünüyor. Mezarlığın tam ölçüsü ve toplam gömü sayısı henüz kesin olarak bilinmiyor. 

    National Geographic News, Haber: Maria Cristina Valsecchi, 17.12.2008 

    DEMİRKÖPRÜ'DEKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

     

     

    Adana'nın Ceyhan İlçesi'nde Alman mühendislerce yaklaşık 60 yıl önce yapılan tarihi Demirköprü'de restorasyon çalışmaları devam ediyor.

     

    Ceyhan Belediye Başkan Yardımcısı Alemdar Öztürk, köprünün uzun yıllar sonunda ilk defa böyle kapsamlı bir bakıma alındığını belirterek, ikinci köprünün yapımının tamamlanmasın ardından Ceyhan'ın simgesi haline gelen Demirköprü'yü bakıma alıp restore ettiklerini söyledi.

     

    Öztürk, Demirköprü'deki çalışmaların tüm hızıyla sürdüğünü ifade ederek, "Belediye olarak ilçemizin sembolü haline gelen Demirköprü'nün bakım ve onarımını tamamladıktan sonra ağır tonajlı araçların köprüden geçişine izin vermeyeceğiz. Çünkü bu köprü Ceyhanlılar için artık manevi bir güzellik arz ediyor." dedi.

     

    Öztürk, boya ve bakım işlemlerinden sonra köprüyü ışıklandıracaklarını, havaların güzel gitmesi halinde 10 günde köprünün boyama işinin tamamlanacağını sözlerine ekledi.

    haberle.com, 22.12.2008

    TARİHİ SURLAR İÇİN İMAR PLANI YAPILACAK

     

    Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde Batı Roma İmparatoru Justinianus (522-565) döneminde tamamlanan Malatya Kalesi'nin yıkılmaya yüz tutmuş yaklaşık 2 kilometre uzunluğundaki surları için koruma amaçlı imar planı hazırlanacağı bildirildi.

     

    Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, yaptığı açıklamada, tarihi surlarla ilgili yapılan çalışmanın uzun süreli bir çalışma olduğunu, koruma amaçlı imar plan ihalesi için Kültür ve Turizm Bakanlığının 130 bin YTL ayırdığını, ihalenin 5 Ocak 2009 tarihinde yapılacağını ifade etti.

    Koruma amaçlı imar planının geciktiğini anlatan Gürkan, bunun, ilçenin imar haritasının olmamasından kaynaklandığını belirtti.

     

    Battalgazi'nin imar haritasının tamamlandığına işaret eden Gürkan, şöyle konuştu: "Göreve geldiğimizde çalışmaları başlattık. İlk etapta surların 550 metrelik kısmının müstakilleştirilmesi ve tapu kayıtlarıyla ilgili çalışmaları başlattık. Surların müstakil hale getirilmesinden sonra 550 metrelik kısmın projelendirilmesi yapıldı. Projeler koruma kurulu ve anıtlar kurulundan geçti ve Kültür ve Turizm Bakanlığına intikali belediyemiz tarafından sağlandı. Surların projelendirilmesinin hemen akabinde ayağa kaldırılmasıyla ilgili girişimlerde bulunduk. Bununla ilgili Devlet Planlama Teşkilatında 3 milyon YTL ödenek alınması kabul edildi. Önümüzdeki yıllarda ödeneklerin serbest bırakıldığı ölçüde çalışmalara başlanacak.''

    Zaman, 21.12.2008

    MARMARİS'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Marmaris'te polisin düzenlediği operasyonda, bir tarihi Rodos Amforası ele geçirildi.


    Bir istihbaratı değerlendiren Marmaris Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü ekipleri, Tepe mahallesinde bulunan bir eve düzenlenen operasyonda yapılan aramalarda, milattan sonra 1. yüzyıldan kalma olduğu tahmin edilen, yüksekliği 85, eni ise 61 santimetre olan bir Rodos Amforası ele geçirildi. Olayla ilgili Y.B. (35), F.B. (27) ile A.R.Y. (25) gözaltına alındı. Marmaris'e bağlı Orhaniye Köyü'nde yaptıkları kaçak kazıda çıkardıktan sonra pazarlamak amacıyla ilçe merkezine getirdikleri amforanın değerinin çok fazla olduğu ve hakkında bilgi edinmek için Ankara Üniversitesi'ne gönderileceği öğrenildi.

    Haber Ekspres, 21.12.2008

    KAŞ YAPALIM DERKEN GÖZ ÇIKARDIK





    Yunanistan, Karagöz ve Hacivat’ın patentini almak için AB’ye başvurunca, Kültür ve Turizm Bakanlığı UNESCO heyetine verilmek üzere alelacele bir katalog hazırladı Katalogda, Türkiye’de kullanılan Karagöz figürleri arasında yer almayan domuz ve haham tasvirli figürlere yer verildiği ortaya çıktı.

     

    Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan Karagöz ile Hacivat “senin-benim” kavgasının son raundunu, kendi ellerimizle kaybettik.


    Karagöz ve Hacivat’ın patentini almak için Avrupa Birliği’ne başvuran Yunanistan’a karşılık UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras 3. Hükümetlerarası Toplantı’da bir katalogla kamuoyu oluşturmayı hedefleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye’de kullanılan Karagöz figürleri arasında yer almayan domuz ve haham tasvirli figürlere yer verdi.


    Yunanistan, geleneksel gölge oyunumuz Karagöz ve Hacivat’ın patentini almak için Avrupa Birliği’ne (AB) başvurmuş ancak Uluslararası Kukla Birliği olan UNIMA Başkanı Massimo Schuster, kuruluşun Türkiye merkezine bir yazı göndererek, “Karagöz Yunanlılardan önce Türklerde vardı” demişti.


    UNESCO’da süren “Karagöz kimin?” tartışmaları nedeniyle Türk Kültür ve Turizm Bakanlığı, UNESCO heyetine verilmek üzere Karagöz’ün Türklere ait bir gölge oyunu olduğunu ispat için, alelacele Karagöz figürlerinden oluşan bir katalog yaptırdı. Geçen kasım ayında İstanbul’da düzenlenen “UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras 3. Hükümetlerarası Toplantı”da “Gölgenin Renkleri” isimli katalog 300’e yakın UNESCO üyesine dağıtıldı. Ancak Türkiye’de kullanılan Karagöz figürleri arasında yer almayan domuz ve haham tasvirli figürlerin de katalogda yer aldığı anlaşıldı.


    UNİMA Türkiye Temsilciliği ve ünlü Karagöz ustaları, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı eleştiri yağmuruna tuttu. Kataloğu hazırlayan bakanlığa bağlı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Mahmut Evkuran ise iddiaları yersiz bularak, Yunanistan’ın bir adım önüne geçmek için bu kataloğu hazırladıklarını söyledi.


    Kataloga gelen eleştiriler şöyle:   
    Mustafa Mutlu (UNİMA Kurucu Üyesi): “Domuz Anadolu’da kullanılmayan bir tasvir. Tasviri kullanan arkadaşa ‘Neden bunu koydun?’ diye sorulduğunda ‘Bunları yabancılara dağıtacağız, onlara hoş görünsün diye koydum’ cevabını verdi. Biz, kendi ellerimizle Karagözü Yunanlılara teslim ediyoruz. Bizde haham tasviri de yoktur. Yahudi vardır. Hahamı nereden çıkardılar anlamak mümkün değil? 40 yıldır Karagöz ustasıyım. Editör olarak ismi geçen arkadaş, Karagöz’ü bilmiyor. Katalogda Atatürk’ten hiç bahsedilmiyor. Bakanlığa ve genel müdürlüğe eleştirilerimi rapor halinde ilettim. Karagöz Türkündür. 19. yüzyılda Karagöz Yunanistan’a götürülmüş. Bizde 14. yüzyıla kadar dayanıyor. Bu yayın yapılırken deneyimli sanatçılardan, üniversitelerden bir danışma kurulu olmalı. Bunların hiçbiri yapılmadı.”


    Hayrettin İvgin (UNİMA Genel Sekreteri): “Bilimsel yanlışlıklar var. Çok ağır bir eleştiri yazısını Bakan beye göndereceğim. Domuz figürü ülkemizde kullanılan figürler arasında değil. Yahudi tiplemesini de haham yapmış. Bizde böyle bir tabir yok. 17. yüzyıl, 18. yüzyıl olarak gösterilen tasvirler aslında doğru değil. Fes bizde 19 yüzyılda askeri erkana giydirildi. 19. yüzyılın sonuna doğru halk fes kullanmaya başladı. Ama fesli tasvirleri 17. yüzyıl olarak göstermişler. Komitemize danışmadıkları gibi ismimiz bile geçmiyor. UNİMA’yı yok saydılar. Kataloğun toplatılması gerekir. Yeniden basılması için danışma kurulu oluşturmalı. Bu haliyle tüm kozumuzu Yunanlılara ellerimizle teslim etmiş oluyoruz.”


    Orhan Kurt (UNİMA Kurucu Başkanı-Karagöz Ustası): “Katalogdaki domuz figürünü koyan editör Alpay Ekler benim talebem. ‘Ecnebilerin eline geçecek, ilgi çeksin diye tartışılan tasvirleri koydum’ diyor. O figürü oraya koyanda asıl kabahat. Bu figürü Türkiye’de kimin kullandığı bile belli değil. Domuz figürüne bu kadar agresif tavır göstermeleri doğru değil. Bu Karagöz’e bir şey kaybettirmez. Karagöz Türk’ündür. Ancak Yunanlılar daha çok sahip çıkıyor.” 

     

    Bakanlık: İddialar afaki
    Mahmut Evkuran (Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü): “Bu projeyi UNİMA ile ortaklaşa yaptık. Yoğun da işbirliğimiz var. İddiaları afaki olarak nitelendiriyorum. Tasvirleri Orhan Kurt ile Metin Özlen seçti. Bakanlığımızın katkısı yok. UNİMA bizi yönlendirdi. Domuz figürü ile ilgili ilk defa şikayet olduğunu duydum. Yunanistan ile bu konudaki sürtüşmenin aşamasında ilk önce ‘Biz yapalım’ diye acele edip UNESCO heyetine yetiştirdik. Yunanistan ile bir rekabet söz konusu ise biz bunun için önceliklerimizi belirledik ve bunları uyguladık.”




    İşte, katalogda yer alan ve Karagöz ustaları yani ‘hayali’lerin eleştirdiği domuz ve haham figürleri...

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 21.12.2008





    ALMANYA'DA
    ROMA SAVAŞ ALANI

     

    Arkeologlar, kuzey Almanya’da bulunan 3. yüzyıl savaş alanının, daha önce tahmin edilenden daha geç bir dönemde de Roma lejyonlarının bu bölgede çarpışmakta olduğunu ispatladığını söylediler. 

     

    Roma’nın kuzey Almanya’ya seferi, MS 9. yüzyılda Alman kabilelerinin Roma lejyonlarını yendiği Teutoberg Ormanı Savaşı ile biliniyordu.

    Fakat, Hannover güneyinde, Kalefeld-Oldenrode bölgesinde bulunan yeni savaş alanı MS 180-260 yılları arasına tarihleniyor.

    Geçen hafta yapılan bir basın toplantısında arkeologlar, 1500x500 m'lik bir alanda bulunan sikkelerin ve savaş aletlerinin tarihleme için kullanıldığını açıkladılar. 

     

    Aşağı Saksonyalı arkeolog Petra Loenne, meslektaşları ile birlikte 600 kalıntı bulduklarını açıkladı.

    Bu eserler arasında mızrak ve ok uçları, katapult taşları ve mekanizmaları ile yemek kapları mevcut.

    Bulunan eserler bölgede en az 1000 Romalı askerin savaştığını gösteriyor. 

     

    Osnabrueck Üviversitesi’nden Roma-Germen tarihi uzmanı Guenther Moosbauer, savaşın MS 235'de, Romalıları Limes Germanicus denilen ve Roma kaleleri ile sınırlandırılmış kuzey çizgisinden güneye süren kabilelere karşı intikam peşindeki Roma lejyonları tarafından başlatılmış olabileceğini düşünüyor. 

    AP, 16.12.2008

    İNTEPE'DEKİ 150 YILLIK TARİHİ BİNA RESTORE EDİLEREK MÜZEYE ÇEVRİLECEK

     

    Çanakkale'nin İntepe beldesindeki 150 yıllık tarihi bina, müzeye dönüştürülmek üzere restore ediliyor. İntepe Belediye Başkanı Alaattin Özkurnaz, yaptığı açıklamada, antik dönemdeki adı 'Orfion' olan beldenin çok derin bir tarihi bulunduğunu söyledi.

     

    Mübadele yıllarında beldedeki Rumların Yunanistan'a, Balkanlar ve Yunanistan'daki Türklerin de bölgeye geldiğini ifade eden Özkurnaz, "Burada antik değerler çok. Bu değerleri ortaya çıkarmak ve sahip çıkabilmek önemli" dedi. Özkurnaz, tarihi değerlerin ortaya çıkarılarak gelecek kuşaklara doğru aktarılması gerektiğini, bunun da müzeler sayesinde olabileceğini belirterek, müzelerin, bulundukları yerleşim yerlerinin adeta hafızası olduğunu vurguladı.

     

    Beldede yapımı sürdürülen müzenin tamamlanma aşamasına geldiğini ve yaklaşık bir ay sonra ziyarete açılacağını belirten Özkurnaz, bölgeden toplanan tarihi değeri olan eserlerin burada sergileneceğini bildirdi. Müzede, Rumların beraberinde götürdüğü birçok malzemenin kopyalarının yer alacağını kaydeden Özkurnaz, şöyle konuştu: "Müzenin giriş katında satış merkezi yer alacak ve giriş ücretli olacak. İlk etapta bine yakın malzemeyi sergileyeceğiz ve giderek bu sayının artacağını düşünüyoruz. Müzemizin en önemli parçası 'Gülcemal' isimli Osmanlı gemisinin maketi olacak. Yunanistan'dan buraya bu gemiyle gelmişiz. Geminin 15 metre boyunda maketini yapıyoruz. Onu da burada sergileyeceğiz."

    Zaman, 20.12.2008

    DA VINCI'NİN ESKİZLERİ BULUNDU

     

    Paris'te bulunan ünlü Louvre Müzesi'nin yaptığı açıklamaya göre, dünyanın en önemli sanatçılarından biri olan İtalyan ressam Leonardo da Vinci'nin yaptığı üç taslak, Floransalı ustaya ait önemli eserlerin birinin arkasında bulundu.

    Çıplak gözle zar zor görülen çizimler, Louvre'un laboratuarında yağlı boya resimler üzerinde yapılan rutin bir inceleme sırasında, usta ressamın Virgin and Child With St Anne adlı 1519 tarihli eserinin diğer tarafında bulundu.

    Louvre'un yaptığı açıklamaya göre eser incelenmek için yerinden indirirken, küratörlerden biri tablonun arkasında zorlukla fark edilebilen at başı ve yarım  kuru kafa çizimleri gördü.

    Daha derin bir inceleme ise bebek İsa ile bir kuzunun yer aldığı üçüncü bir çizimi ortaya çıkardı.

    Açıklamanın devamında ise, bu keşfin son derece istisnai bir durum olduğu, Leonardo da Vinci’nin eserlerinde daha önce böyle bir şeyle karşılaşılmadığı belirtildi.

    Louvre Müzesi'nin sözcüsünün yaptığı açıklamaya göre çizimlerin da Vinci'ye ait olma olasılığı çok yüksek, çünkü resmedilen at kafasında kullanılan teknik, ressamın diğer tablolarında kullandığı teknikle aynı.

    Eser, kavak ağacından yapılmış dört dikey tahtadan oluşan ve iki yatay tahtayla desteklenmiş olması nedeniyle çok ağır olduğu için, küratörler eskizleri daha önce fark etmemişlerdi.

    Ancak tablonun arkası, kızıl ötesi teknolojisi kullanılarak fotoğraflandığında, taslaklar belirgin bir şekilde görüldü. Elektromanyetik dalgalar sayesinde, çizimde kullanılan materyallerin siyah tebeşir ve telli kömür olduğu belirlendi.

    Kızıl ötesi ışınlar kullanılarak resimde, 18x10 cm ebatlarındaki at başının da Vinci'nin 1505 tarihli sonradan kaybolan epik freski Battle of Anghiari'deki atları andırdığı belirlendi.

    İkinci eskizde ise 16.5x10 cm boyutlarında bir göz çukuru, burun oyuntusu ve yarım dişli bir çenesi olan bir kuru kafanın yarısı bulunuyor.

    Üçüncü ve en belli belirsiz çizimde ise 15 cm uzunluğunda başı sağa dönük ve kuzuyla oynayan bir bebek İsa figürü yer alıyor.

    Uzmanlar ise bu eskizin, tablonun diğer tarafındaki yağlıboya resimle bir bağlantısı olabileceğini düşünüyorlar.

    Louvre yetkilileri ise, "Eskizlerin tarzı ve tekniği Leonardo da Vinci'yi andırsa da araştırmalarımız sürüyor" demekle yetiniyorlar.

    Bir grup uzman, önümüzdeki haziran ayında Paris'te buluşup resimlerin kökenini araştıracaklar.

    Taraf, 20.12.2008

    PEDASA ANTİK KENTİ KAZILARI





    Pedasa Antik Kenti Kazı Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler, 2008 yılında antik kentte yapılan kazılarda arkeoloji dünyası için önemli kalıntılar bulunduğunu söyledi.

     

    Prof.Dr. Diler, Konacık Belediyesi Meclis Salonu'nda gazetecilere yaptığı açıklamada, Pedasa'da yapılan kazılarda Anadolu uygarlığının en önemli eserlerinden biri olan Athena Tapınağı'nın bulunduğu yeri tam olarak tespit ettiklerini bildirdi.

    MÖ 6. yüzyılda Leleg uygarlığına ait Athena Tapınağı'nın Bodrum Yarımadası'ndaki en önemli tapınaklardan biri olduğuna dikkati çeken Prof.Dr. Diler, "Konacık'ta farklı noktalarda çalışmalar devam ediyor. Pedasa araştırmaları çok önemli. Pedasa'da bulunan yazıtlarda buranın bir kent olduğu kanıtlanmıştır. Bugüne kadar kapsamlı kazılara dayalı çalışmalar çok eksikti.

    Yaptığımız kapsamlı çalışmalarla bölgenin arkeolojisini ortaya koymaya çalışıyoruz" dedi.

    Bölgede önceki yıllarda kaçak kazılar yapıldığını ancak şu anda kaçak kazıların kısmen kontrol altına alındığını belirten Prof.Dr. Diler, şunları kaydetti:
    "Kaçak kazılar maalesef bölgenin kontrolsüz olmasıyla ilgili. Kontrolsüzlük, ören yerlerinde tahribata neden olmaya devam ediyor. Muğla Valiliğinde yapılan bir toplantıda konu dile getirildi. Şu anda Pedasa'da bir bekçi duruyor. Sorun tam olarak çözülmese de caydırıcı oluyor. Biz sadece Pedasa'nın değil Muğla'daki tüm tarihi değerlerin korunması için çalışma yapıyoruz."

    Çalışmaların 3 ayrı noktada devam ettiğini anlatan Diler, "Bunlardan birinde yüzey araştırması sırasında çeşitli figürler bulduk. Bunların arasında tanrı figürleri de vardı. Bu buluntular tapınağın Konacık'ta olabileceği konusunda ip uçları veriyordu. Bu yıl mimariyi biraz daha açtık ve tapınağa ait duvarları bulduk" diye konuştu.

    Konacık Belediye Başkanı Mehmet Tosun da Pedasa Antik Kenti kazı çalışmaları için Belediye Meclis kararıyla bölgeye bir kazı evi yapacaklarını belirterek, şu bilgileri verdi:
    "Belediye 2008 yılında meclis kararı aldı. Kazı alanına 300-400 metre yürüyüş mesafesinde bir kazı evi yapacağız. 2009 yılında ilk işimiz Anıtlar Kurulunca onaylanmış kazı evinin inşaatına başlamak olacak.

    Pedasa Antik Kenti, bizim için önemli bir tarihi ve kültürel değer. Bizsahil beldesi değiliz. Bu nedenle turizmden payımızı alamıyoruz. Pedasa'yı ön  plana çıkartarak turizmden gerekli pastayı almayı düşünüyoruz."

    Prof.Dr. Diler daha sonra Pedasa Antik Kenti'nde bulunan tarihi eserleri, slayt gösterisiyle basın mensuplarına tanıttı.

    Cnn Türk, 20.12.2008

    Hierapolis (National Geographic - Kasım)
    ...1908




    14 - 20 Aralık 2008

    KATKI




    2008 YILININ EN ÖNEMLİ 10 ARKEOLOJİK KEŞFİ



    Archaeology Dergisi, her yıl yaptığı gibi, bu yıl da en önemli 10 arkeolojik keşfi açıkladı. Derginin Ocak-Şubat 2009 sayısında açıklanan listede, geçen yılın nerede ise tümü bilimsel keşiflerinin yerine oldukça çarpıcı arkeolojik keşifler yer almakta. İlk 10 listesinde  Türkiye’den iki kazı birden yer almakta. Oldukça tartışmalı olan bu listede yer alan bazı keşifler 2008’den geriye uzanıyor. Öte yandan, listede olmayıp neden alınmadığı sorgulanabilecek birçok önemli keşfin yanı sıra, listede “Bu çalışma bu listeye neden alınmış?” diye sorulabilecek keşifler de mevcut. Bu sorunun farkında olan editörler bir de ikinci liste yayınlamış. Dergi, ayrıca bu yıl ilk defa “Tehlikede Olan 10 Arkeolojik Yerleşim” listesi de yayınladı. 

     

     

    Kutsal Maya Mavisi / Chichen Itza, Meksika





    Bu çanak büyük olasılıkla kutsal ritüellerde Maya mavisi yapmakta kullanılıyordu. Parlaklığını uzun zaman yitirmeyen bu boya antik Maya kültüründe önemli bir yere sahip. Duvar resimlerinin yanı sıra yağmur tanrısı Chaak ile ilgili tapınmalarda ve kurban törenlerinde kullanılan bu boyanın indigonun çamur mineraline (palygorskite) ısı altında kimyasal şekilde bağlanarak yapıldığı bilim adamalarınca bilinmekte ama Maya’ların bu işlemi nasıl gerçekleştirdikleri çözülememekte idi.

     

    Chichén Itzá'nın Kutsal Kuyusu’ndan çıkarılan bu çanağı inceleyen antropolog Dean Arnold ve ekibi, çanakta indigo ve palygorskite yanısıra, tropik reçine kalıntısı ve yanmış bir dal tespit ettiler. Birçok bilimadamı maya mavisi yapmak için uygun yöntemin bu olamayacağını düşünce de Arnold ve ekibi reçine tütsüsünün hem ritüel, hem de kimyasal işlem olarak işe yaramış olabileceğini düşünüyor.


    Wari Maskeli Mumya / Lima, Peru





    Tüm büyük keşiflerin mutlaka ıssız yerlerde yapılması gerekmiyor. Ağustos ayında Perulu arkeologlar Lima’nın işlek caddelerinden birisinin altında Wari kültürüne ait bir mezar buldular. Altı kat pamuklu bez ve lama yününe sarılmış olarak bulunan 1700 yıllık mumya çalışan bir anneye aitti.  Isabel Flores başkanlığında bir ekip tarafından kazılan mezarda bulunan iğneler, iplik yumakları bu mezar sakininin büyük olasılıkla önemli bir dokuma ustası olduğunu düşündürüyor. Mumyanın yüzünde tahtadan yapılmış bir maske ve deniz kabuklarından yapılma büyük mavi gözler mevcut. 

     

    Kuttamuwa'nın Ruhu / Zincirli, Türkiye







    Bu yaz Türkiye, Zincirli’de bulunan Demir Çağı yerleşimi Samal’da kazı yapan Chicago Üniversitesi arkeologları oldukça iyi korunmuş MÖ 8. yüzyıla ait bir stel buldular. Kuttamuwa’nın bazalttan yapılmış bu mezar stelinde 13 satırlık bir yazıt vardı. Yazıtta Kuttamuwa ruhu için bir koç kurban edilmesini istiyordu. Araştırmayı yürüten David Schloen "Bu kitabe, insanların öteki dünya ile ilişkilerini ruhları ile özdeşleştiren en eski buluntu” demekte. Samallılar, aynı dönemde varolan komşu ülkelerin aksine ölülerini yakıyorlardı. Bu uygulamada ise mezar steli başka hiçbir kalıntısı olmayan bu ölünün ruhunu temsil etmekteydi." 

     

    Amerikan Genleri / Kuzey Amerika





    ABD’nde, Oregon eyaletindeki Paisley Mağarası’nda bulunan 14.300 yıllık insan dışkısı fosilleri Amerika’ya insan göçlerinin tarihlenebilmesi için en önemli somut delil kabul ediliyor. Şimdiye dek, Clovis İnsanları olarak isimlendirilen ve 12.000 yıl kadar önce Kuzey Amerika’da görülmeye başlayan insanların ilk göç dalgası olduğu düşünülüyordu. Buz, toprak ve dışkı fosili gibi maddelerden genetik numune alabilmeye yarayan yepyeni bir teknoloji sayesinde bu buluntulardan da DNA örnekleri alındı. Yapılan tek çalışma bu değil; Sorenson Moleküler Genetik Araştırmaları Vakfı’nın bugün yaşayan yerlilerden alınan mitokondriyal DNA örneklerini incelenmesi sonucunda Asya’dan Amerika’ya ilk göçün 18.500 yıl kadar önce yapıldığı belirlendi. 

     

    En Eski Yağlıboya / Bamiyan, Afganistan





    Restoratörler ve arkeologlardan oluşan uluslararası bir ekip Afganistan’ın Bamiyan Vadisi’ndeki mağaralarda dünyada şu ana dek bilinen en eski yağlıboya resimleri buldular.

     

    Ekip beş yıl kadar önce, bu vadide bulunan binden fazla mağaradaki resimleri restore etmeye başladı. Bu yıl içinde 12 mağarada yer alan resimlerin kuruyan bir cins yağ kullanılarak boyandığı anlaşıldı. Bu yağ büyük bir olasılıkla ceviz veya haşhaş tohumu yağı idi. Uzmanlar Antik Yunan’dan beri bilinen ve kozmetik, ilaç ve parfümlerde kullanılan “Kuruyan Yağ”ın boyalara ancak Ortaçağ Avrupası’nda katılmaya başlandığını düşünüyorlardı. Şimdiye dek bulunan eski eski örnek 12. yüzyıldan kalma idi. Öte yandan Bamiyan’da bulunan yağlıboya resimler MS 7. yüzyıla tarihleniyor.


    İlk Avrupalı /  Atapuerca, İspanya





    İspanya’nın Atapuerca Dağları’nda bulunan 1.2 milyon yıllık hominid kemik fosilleri Avrupa’ya ulaşan ilk insansıların tarihini şimdiye dek bilinenden 500.000 yıl daha geriye götürdü. Sima del Elefante’de (Fil Mağarası) kazı yapan paleoantropologlar bir Homo erectus’a ait alt çene parçası buldular. Bu, şu ana dek Afrika dışında bulunmuş en eski insan türü kalıntısı idi. Atapuerca kazılarının başkanı Jose M. Bermudez de Castro “Avrupa’ya göç düşünülenden çok daha eski ve çok daha uzun sürmüş olabilir” demekte. Mağaranın içindeki bir metrekarelik açmada çok basit taş aletler, üzerinde kazıma izleri olan bir bizon kemiği ve oldukça fazla kuş kemiği bulundu. Şu ana dek fazla bir buluntu olmasa da ana toprağın şu andaki seviyeden 3 m daha aşağıda olması ve henüz alanın sadece %10’unun kazılmış olması bu mağaranın bizlere yeni sürprizler sunabileceğini gösteriyor.

     

    En Eski Ayakkabı / Tianyuan Mağarası, Çin





    ABD’nde, St. Louis’de yer alan Washington Üniversitesi’nden antropolog Erik Trinkaus, Çin’de Tianyuan Mağarası’nda bulunan 42.000 yıllık ayak parmak kemiklerini inceleyerek Doğu Asya’da insanların yaklaşık 40.000 yıl kadar önce ayakkabı kullanmaya başladıklarını ortaya koydu. Bulunan bu iskeletin ayak kemiklerinin günümüz insanından daha kalın olmasına karşın ayak parmaklarının kemikleri kendisinden daha eski Homo sapiens kemiklerine oranla ince ve zarifti. Milyonlarca yıl boyunca yalın ayak yürüyen atalarımızın parmak kemikleri oldukça kalın ve sağlamdı. Ayrıca, yalın ayak yürüdüğümüz dönemlerde ayak orta parmaklarının kemikleri, daha güçlü bir kavrama sağlamak için toprağa doğru kıvrık idi. Öte yandan, ayakkabı kullanmaya başladığımızda ayak baş parmağı ile yeri iteriz, bu da orta parmakların üzerindeki baskıyı azaltır. Bu da, onbinlerce yıl sonunda daha ince ve narin ayak parmak kemikleri oluşmasına yol açar. 

     

    Bir Portekiz Gemisi / Namibya






    1 Nisan 2008 günü Namdeb Elmas Şirketi’nde çalışan bir jeolog Namibya açıklarında deniz tabanında garip bir görüntüyü resimledi: büyük bakır levhalar ve bronz borular. Şirketin arkeologu Dieter Noli resimleri görür görmez “bronz borular”ın gerçekte 16. yüzyıl tüfekleri olduğunu anladı.

    Nambed deniz tabanında elmas arama faaliyetine ara verdi ve büyük bir sualtı kazısı başladı.

    Bugün Noli ve uluslar arası bir arkeolog ekibi Afrika sahillerinde şimdiye dek bulunmuş en önemli batıklardan birisinin kazısını sürdürüyorlar. Gemi,16. yüzyılda Hindistan’dan Portekiz’e yük taşımak için inşa edilmiş tipik bir kargo gemisi. Şimdiye dek bu gemilerden yaklaşık 200 tane bulundu ise de tümü define avcıları tarafından daha önce yağmalanmıştı. Arkeologlar ilk defa bu tarz bir gemiyi definecilerden önce buldular. Daha şimdiden 1525-1550 yılları arasına navigasyon aletleri, altın sikkeler ve daha birçok buluntu yüzeye alındı. Yüzey temizliği tamamlandıktan sonra geminin tüm ahşabının da yeryüzüne çıkarılması planlanıyor.

     

    Devasa Imparatorluk Heykelleri /  Sagalassos, Türkiye



    Türkiye’de, Sagalassos harabelerinde efsanevi imparatorlar birer birer yeryüzüne çıkıyorlar.

    Domitian’ın MS 96’da öldürülmesinin ardından Roma İmparatorluğu’nda yepyeni bir hanedanlık oluştu. Kurucusu olan Nerva’nın yansıra bu hanedanlıkta Roma’nın gelmiş geçmiş en önemli yöneticileri vardı. Bunlar, Makyavel’in “Beş İyi İmparator” olarak tanımladığı Trajan, Hadrian, Antoninus Pius ve Marcus Aurelius idi. Sagalassos kazı başkanı,  Belçika Leuven Üniversitesi’nden Marc Waelkens, 2007 yılında hamam kazısı sırasında bir nişte Hadrian’ın devasa bir heykelinin başını buldu. Başka bir dev heykelin ayakları da hamamın ikinci nişinde bulundu. Bu ikinci heykelin Hadrian’ın eşi Sabina’ya ait olabileceği düşünülüyor. Bu yıl geri kalan dört nişten üçünün kazısı yapıldı. 12 Ağustos’ta imparator Antoninus Pius’un eşi Büyük Faustina’nın başı bulundu. İmparatorun heykelinin olması gereken karşı nişte ise sadece bir çift sandalet vardı. Kazı ekibi üçüncü nişde daha şanslı idi; Burada Marcus Aurelius’un heykelinin başı, ayakları ve bir kolu bulundu. Bu yıl geri kalan son niş kazılmadı ama, Waelkens burada Marcus Aurelius’un eşi Genç Faustina’nın heykelinin bulunmasına kesin gözü ile bakıyor.

     

    Ilk Balina Avcılığı / Chukotka, Rusya





    1950’li yıllarda Alaskalı arkeologlar Bering Denizi’nde, Krusenstern Burnu’nda bir yerleşimde yaklaşık 3000 yıllık balina kemikleri buldular. Bu yerleşim “Eski Balinacılık Kültürü” olarak etiketlendi ama bulunan kemikler bir avcılığa işaret etmiyor olabilirdi. Balina avcılığında kullanılan en eski mızraklar 1000 yıl sonrasına aitti. Bu durumda, bu yerleşimde yaşayan insanların hayatlarını ne şekilde sürdürdükleri hep tartışıldı. Dolayısıyla, Rus arkeolog Sergei Gusev, Rusya’nın Chukotka Yarımadası’nda aynı kültüre ait olma ihtimali olan bir yerleşim daha bulup Alaskalı meslektaşlarını kazıya davet edince, tüm bu soruların cevaplarını bulma olasılığı arttı. Üç hafta sonra, kazının son günü Rus arkeolog Nikolai Most bir ev kalıntısının zeminini temizlerken 50 cm uzunluğunda ve üstünde balina avcılığı resimleri olan, MÖ 1000 yıllarından kalma bir mors dişi buldu. Artık bu kültürün insanlarının 3000 yıl önce balina avlayarak yaşamlarını sürdürdükleri kesin olarak biliniyor.

     

    Ali Yamaç

    MEKSİKA'DA BİR OSMANLI KULESİ

     

    Türkiye, Meksika'nın bağımsızlığının 100. yıldönümünde Osmanlı vatandaşları tarafından ülkeye hediye edilen saat kulesini yenileyerek, bu uzak coğrafyadaki Osmanlı izlerini yaşatmak ve ilişkileri daha da geliştirmek amacıyla, 200. yıldönümünde bu ülkeye hediye etmeye hazırlanıyor.

    AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, Latin Amerika'ya açılım politikası çerçevesinde bölge ülkeleriyle ilişkilerini her alanda geliştirmeye özen gösteren Türkiye, bu bağlamda sembolik bir adım atarak, bağımsızlığının 200. yıldönümünde Meksika'ya özel bir jest yapacak.

     

    Bu çerçevede, başkent Mexico'nun tarihi merkezinde bir asırdır zamanı gösteren, ancak tahrip olmuş Osmanlı saat kulesi, Türkiye tarafından onarılarak Meksika'nın bağımsızlığının 200. yıldönümü olan gelecek yıla hazırlanmış olacak.

     

    Saat kulesi, Mexico'nun tarihi merkezinde, Venustiano Carranza ve Bolivar sokaklarının kesiştiği köşede ve “Osmanlı Saati” olarak biliniyor. Çinilerle bezenmiş saat kulesinin üzerinde “La Colonia Otomana a Mexico - Septiembre de 1910” (Osmanlı Cemaatinden Meksika'ya - Eylül 1910) ibaresi yazılı levha bulunuyor. Çinilerin büyük ihtimalle zamanında Türkiye'den getirildiği düşünülüyor.

     

    Kule, Meksika'nın bağımsızlığının 100. yıldönümünü kutlamak üzere, Meksika'da yaşayan çoğu Lübnan ve Arap kökenli Osmanlı vatandaşları tarafından Mexico'ya hediye edilmiş. Saat kulesinin açılışı 22 Eylül 1910 tarihinde, Mexico hükümeti Başkanı Guillermo de Landa ile Osmanlı 100. Yıl Komitesi Başkanı, Osmanlı vatandaşı Antonio Letayf tarafından yapılmış. 1970'li yılların sonunda ise Lübnan asıllı Meksika vatandaşları, saat kulesinin atalarının parasıyla yapıldığını ileri sürerek, levhadaki “Osmanlı” kelimesini “Lübnan” olarak değiştirtmiş, ancak Türk Büyükelçiliğinin çabaları sonucu 1986 yılında “Osmanlı” kelimesi levhaya yeniden yazdırılmış. Levha bugün de Osmanlı'ya atıfta bulunan ibareyi koruyor.

    Yeni Şafak, 20.12.2008

    TARİHİ BİNA MÜZE OLUYOR

     

    Çanakkale'nin İntepe beldesindeki 150 yıllık tarihi bina, müzeye dönüştürülmek üzere restore ediliyor. İntepe Belediye Başkanı Alaattin Özkurnaz, antik dönemdeki adı "Orfion" olan beldenin çok derin bir tarihi bulunduğunu söyledi.


    Mübadele yıllarında beldedeki Rumların Yunanistan'a, Balkanlar ve Yunanistan'daki Türklerin de bölgeye geldiğini ifade eden Özkurnaz, "Burada antik değerler çok. Bu değerleri ortaya çıkarmak ve sahip çıkabilmek önemli" dedi.


    Özkurnaz, tarihi değerlerin ortaya çıkarılarak gelecek kuşaklara doğru aktarılması gerektiğini, bunun da müzeler sayesinde olabileceğini belirterek, müzelerin, bulundukları yerleşim yerlerinin adeta hafızası olduğunu vurguladı.


    Beldede yapımı sürdürülen müzenin tamamlanma aşamasına geldiğini ve yaklaşık bir ay sonra ziyarete açılacağını belirten Özkurnaz, bölgeden toplanan tarihi değeri olan eserlerin burada sergileneceğini bildirdi.


    Müzede, Rumların beraberinde götürdüğü birçok malzemenin kopyalarının yer alacağını kaydeden Özkurnaz, şöyle konuştu:
    "Müzenin giriş katında satış merkezi yer alacak ve giriş ücretli olacak. Müzeyi ziyaret edenlere kendi ürettiğimiz ev yapımı şaraplardan ikram edeceğiz. İlk etapta bine yakın malzemeyi sergileyeceğiz ve giderek bu sayının artacağını düşünüyoruz.
    Müzemizin en önemli parçası 'Gülcemal' isimli Osmanlı gemisinin maketi olacak. Yunanistan'dan buraya bu gemiyle gelmişiz. Geminin 15 metre boyunda maketini yapıyoruz. Onu da burada sergileyeceğiz. Buradaki değerleri ortaya çıkarmak istiyoruz. Yaptığımız müze de bunun için önemli bir adımdır."


    İntepe Belediye Başkanlığı binasının karşısında bulunan ve bahçesiyle birlikte 180 metrekarelik alana sahip 2 katlı binanın kapalı alanı müze, bahçesi kafeterya olarak düzenlenecek.

    Haber Ekspres, 20.12.2008


    İSTANBUL'DAN NOTLAR



    Bu şehirde insan hem güzellikleri, hem çirkinlikleri, hem huzuru, hem de huzursuzluğu bırakın bir günde, birkaç dakika içinde bile yaşayabiliyor. Hem gördüklerinizle ilhamlanıyor hem de isyan edebiliyorsunuz. Böyle şizoik bir durum… Bazen bu durum üzerinize geliyor ve dayanamıyorsunuz; hiç durmadan anlatmak, yazmak istiyorsunuz.  

     

    İstanbul, ne kadar bildiğinizi sansanız da bilemeyeceğiniz, hep keşfedeceğiniz yeni yerleri, köşeleri, hikayeleri olan bir şehir. Ben bu şehrin sahici hikayelerinin, sürprizlerinin, tanımlanamazlığının, büyüsünün, mistisizminin ve çok yaşamışlığının peşine düşmeye bayılıyorum. Anlatacakları bitmiyor, bitmeyecek de... O yüzden derviş misali yollara koyulup kendimi kente bırakmayı seviyorum. Geçen bayram Üsküdar’da başta Mimar Sinan’ın Atik Valide Sultan Külliyesi ve Sinan’ın eserleri olmak üzere Çinili Camii, Üsküdar sokakları, Aziz Mahmut Hüdai Türbesi gibi gezemediğim yerleri keşfettiğim bir rota yapmıştım kendime, Arap Camii’ni, Yer altı Camii’ni bir daha gezip Protestan ve Katolik mezarlıklarını ziyaret etmiş; bu kentte sıtma salgınından, hastalıktan vs vefat etmiş insanların hikayelerinin izlerini sürmüştüm. Şişli’deki Rum mezarlığında kabul görmesem de –Rum mezarlıkları gezilemiyormuş– Feriköy Protestan Mezarlığı’nda bir zamanlar bu kentte yaşamış ve bu burada kalmış yabancıları merak etmiştim.

    1846’da gelmiş, Osmanlı hizmetinde çalışmış, arkeolojiden tarihe bir çok kitap yazmış ve 1879’da buraya gömülmüş Alman öğretmen/kütüphaneci Andreas David Mordtman mesela… Cemaat kalmadığı için artık çok az kişinin gömülebildiği mezarlığın Alman bölümünde yatıyordu. Latin Katolik Mezarlığı’ndaysa Alexander Vallaury’yi bulmuştum. Vallaury, biliyorsunuz, İstanbul Arkeoloji Müzeleri binasından İstanbul Erkek Lisesi’ne Atik Paşa Yalısı’ndan İpar Yalısı’na İstanbul’un önemli yapılarının mimarı. 1921’de ölmüş ve bu mezarlığa gömülmüş. Böyle pek çok önemli tarihi şahsiyet yatıyor burada ve başka yerlerde. Gönüllü, kendileri burada kalmak istemiş… Bir başka gün Balıklı’daki Meryem Ana Rum Ortodoks kilisesini, Yenikapı Mevlevihanesini gezdim; Merkezefendi Mahallesi’nde bulunan ve restorasyonu süren mevlevihanede geleneksel ahşap karkas sistemi kullanılmış ve aynen bu sistem bugün de restorasyonda uygulanıyordu, iyi ve doğru şeylerin yapıldığını görmek umut vermişti. Ama İstanbul’un bir başka ucundaki İtalyan banker Kamondo’nun kaderine terk edilmiş mezarı hüzünlüydü. Bu kente birbirinden güzel eserler kazandırmış Kamondo’nun mezarı adeta iğreti bir şekilde öylece duruyor ve hala bekliyordu.  

    Ve bu bayram da yoluma devam ettim… Yahya Kemal’in Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nı yaşamak istedim. Bayram sabahı Şehzade Camii, Kalenderhane Camii derken Süleymaniye’nin sahici eski İstanbul sokaklarında dolaşmak çok güzeldi. Külliyenin bir parçası olan eski imarethanenin içindeki 1600’lerde dikilmiş – hayret, üzerinde tabela vardı–çınarı ve ondan daha genç uzun boylu zarif çitlembiki çay içerek seyretmek muhteşemdi. Mimar Sinan’ın türbesinin restorasyonu bitmiş, harap halinden kurtulmuştu. Kurtulmuş ama  bir tabela yok, bilmeyenin buraya gelmesi mümkün değil. Mimar Sinan’dan söz ediyorum… Gurur duyarak anlattığımız şu meşhur hassa mimarımızdan, İstanbul’u İstanbul yapan eserleri yapmış kişiden… Devam edince türbenin hemen yakınında külliyenin bir parçası Sinan’ın yaptığı bir başka yapı hamam var. Hamam, kadın erkek karışık kullanılıyormuş ve çift olarak girebiliyormuşsunuz. Merak etmeyin, kapıda evlilik cüzdanı soruluyormuş! Fiyatı da 70 YTL’miş… 40 kişilik kapasitesi olan hamamın girişi, soğukluk kısmı ilginçti, resepsiyon ve kafeye çevrilmişti. Hadi bu da olur diyelim içerisi çeşitli zevksiz tasların içinde neredeyse her yerden sarkan yapma çiçeklerle doldurulmuştu. Elitistlik yapmıyorum ama biraz estetik lütfen… Burası Sinan’ın eseri üstelik ve hemen yanıbaşında uyuyor kendisi… Broşürüne Sinan’ın adını, hamamda verilen hizmetleri –bu arada tellaklar erkekmişler– güzelce yazmışlar. Şöyle de not düşmüşler: ‘We have providing these services for 458 years”!! Yaşasın kontrolsüzlük ve zevksizlik!  


    Bir başka günün gezisindeki bir başka Sinan eseri de kaderine terk edilmişten nasibini almıştı. Adını buradaki mahalleye de vermiş olan Kumkapı’daki Muhsine Hatun Camii’yi görmek iç acıtıcıydı. Maktul İbrahim Paşa’nın eşi Muhsine Hatun, 16. yy’ın başında bu türbemsi camii için bani olmuş olmasına ama estetik sıfır. Adının bile zor okunduğu tabelanın ötesinde ayakkabı koyacak yerlerin bile düzenlenmediği günümüzün zevksiz bir camisine dönüşmüş.

    Geziler sürerken kah yürürken kah tramvaya bindiğimde her şey üzerime gelmeye başladı. Sanki mahsus bütün tarihi şahsiyetlerin isimleri yüzüme çarptı. Ne kadar çok geçmişe dair işareti vardı bu şehrin? Acaba onlara yönelince onları mı görüyor insan? Hangisinin bu kentle ilişkisini ve ne yaptıklarını biliyoruz? Niye bilmiyoruz? Hadi sıradan koşturmaca ve ekmek peşindeki insanlar için bu lüks, yöneticiler içinde mi lüks? Hep iyi niyetli ve bilgiye önem verenleri mi hayal ederek geçireceğiz yılları? Sakinleşmek için Gülhane Parkı’na saptım. Aslına bakarsanız  İstanbul’un bence en iyi terapisti vapur gezisidir, bir jetonla yirmi dakika içinde bambaşka bir dünyaya geçersiniz. En yakınımdaki çare bu parktı; kuş seslerine ve yeşilliğe sığındım. Ağaçların üzerindeki kuş yuvaları, gökyüzü, sessizliği bozan yeşil papağanların çığırtkanlığı biraz yatıştırdı. Ama bir polis arabasının parkın içindeki hız keyfi –evet, parkın içinde abartısız yarış süratiyle gidiyordu- dengemi tekrardan bozdu. Yürürken de bütün çirkinlikler tekrardan gözüme çarpmaya başladı. Son dönem Osmanlı, Cumhuriyete geçişin mimari örneği olan şahane bir yapı ve üzerinde Cola turka ve bilimum ilanlar… Benim bildiğim 2005’ten beri bu tür tarihi yerlerdeki tabelalar düzenlemeye çalışılıyor. Ama az değil, aradan tam üç yıl geçmiş… Sirkeci’ye ulaştığımda daha önce de hep gördüğüm aynı dramatik görüntü işte yine karşımdaydı. Meşhur Orient Express’in vardığı istasyonun orada yine insanlar öbek oluşturmuştu. Anadolu’dan mal getiren şoförler kamyonları boş gitmesin diye burada yeni müşteriler bekliyormuş, insanın içini kıyan bir sahne... Gurur duyduğumuz, öve öve bitiremediğimiz İstanbul nasıl büyükşehirdir ki onlara bir yer gösterilemez? Üstelik burası tarihi bir şehir… Taksiye attım kendimi... Taksiciyle sohbette İstanbul plakalarının bir de bir kira ücreti olduğunu öğrendim. Biliyorsunuz, yeni yasayla 700.000 YTL’ye kadar çıkmış plaka fiyatına sınırlama getiriliyor ve plaka sahipleri üzgün, şoförlerse çok mutlu. Plaka sahipleri plakalarını bir de galerilere verirmiş ve onlar da bu plakayı minimum aylık 3500 YTL’ye kiralarmış. Bir de yıllık bu bayilere 3500 YTL ödenirmiş. 15 yıldır yaygınlaşmış bu sistemle sanatçıların, Alamancıların ve daha bilumum kişinin böyle onlarca plakası olduğunu düşünün… Adaletsizliğin ve kuralsızlığın bu kadarına gelin de isyan etmeyin.  

     

    İstanbul yüzyıllarca hep kozmopolit bir şehir oldu, göç bu kent için her zaman sorundu. Bizans döneminde de Osmanlı’da da… Ama çözümler üretildi, çare bulmaya çalışıldı. Bu kent herkesi birleştirdi, kurallar kondu. Kentin dokusu bozulmadan, saygı göstererek yapılar üretildi. Alın size bir küçük örnek: Gülhane’deki Zeynep Sultan Camii’nin mimarı Tahir Ağa, semtin tarihi dokusuna uyum sağlasın diye Barok ve Osmanlı tarzlarını birleştirerek kiliseyi andıran bir camii yapıyor, biz camiyi mimari dışı çeşitli eklentilerle tuhaflaştırıyoruz. Bir başka garabet: İçinde, bahçesinde yatan haziredekilerin isimleri meçhul, yazılı değil (bu arada çalıştım, öğrendim; onların hikayeleri de ayrı konu ama isimleri Alemdar Mustafa Paşa, Zeynep Sultan ve eşi Melek Mehmet Paşa).  

    Evet, İstanbul çok geniş, birikmiş sorunlar var, elinden geleni yapan, kentine sahip çıkanlar var ama yetmiyor işte. Peki, İstanbul’un sahibi kim? Büyükşehir mi yerel belediyeler mi? Tarihine yabancı iş bitirici taşeron firmalar mı? Biz, İstanbullular mı? Paris gibi tarihi dokuya tek bir çivi çaktırmayan, Barcelona gibi çevreci yönetimler hayal mi? Cem Yılmaz’ın reklam sloganıyla söylersek “Eğitim şart”! Hadi artık ama bir şeyler kökten değişsin, değiştirilemez kurallar, ölçüler getirilsin, bir yerlerden başlansın…  

    Emine Çaykara

    DA VINCI'NİN TABLOSUNUN ARKASINDA ÜÇ GİZLİ ESKİZ

     

    Araştırmacılar, İtalyan dahi ressam ve bilimci Leonardo da Vinci’nin 16. yüzyılda yaptığı "Bakire ve küçük İsa ile St.Anne" adlı tablosunun arkasında, daha önce bilinmeyen üç eskiz bulundu.

    Times gazetesinin haberine göre Paris’teki Louvre Müzesi yetkilileri, tablonun arkasında, belli belirsiz ve ancak kızıl ötesi kamerayla görülebilen üç şekil belirlendiğini duyurdu. Bu şekillerin bir at kafası, insan kafatasının bir bölümü ve bebek İsa ile lamba olduğu açıklandı. Çizimlerin, Leonardo’nun stilini andırdığını belirten uzmanlar, kesin sonucun yakında alınacağını vurguladılar. Leonardo’nun yapıtlarında bu tür esrarengiz çizimler bulunması, sanatçının resimlerine dini sembol ve şifreler gizlediğini savunan kesimin iddialarını güçlendirdi. Louvre Müzesi tablolar sorumlusu Vincent Pomarède ise Leonardo’nun tabloların arkasını, çalışma ve eskiz yapmak için kullandığını öne sürdü.

    Hürriyet, 20.12.2008

    TARİHİ TURABİ BABA TEKKESİ KÜTÜPHANE OLARAK YENİLENDİ

     

    Beyoğlu Belediyesi tarihi 18. yüzyıla dayanan Turabi Baba Tekke ve Türbesi'ni restorasyondan geçirerek, modern bir halk kütüphanesine dönüştürdü.

     

    Uzun süredir metruk halde bulunan tarihî bina Beyoğlu Belediyesi tarafından restore edildi. Yeni yüzüyle 10-12 bin kitap kapasiteli, 60 kişinin aynı anda çalışma yapabileceği Turabi Baba Kütüphanesi, bundan sonra Kasımpaşa halkına kültür merkezi olarak hizmet verecek. Avrupa Kültür Başkenti projesinin iki temel üzerinden ilerlediğini belirten Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, bunlardan birinin eski eserlerin restorasyonu, diğerinin ise kültürel faaliyetler olduğunu belirtti. Turabi Baba Kütüphanesi'nin restorasyonu ile bu iki işlevin bir arada yürüdüğüne dikkat çeken Demircan, "Hem tarihî bir eseri restore etmiş olduk hem de kültür alanına katkıda bulunmuş olduk." dedi. İçerisinde kütüphane, internet kafe ve sinema salonu bulunan kültür merkezine bölge halkı ve çocuklar büyük rağbet gösteriyor. Tersane-i Amire'de çalışan Osmanlı gemicilerinden Mehmed Turabi Efendi tarafından 18. yüzyılın son çeyreğinde kurulan Turabi Baba Tekkesi, İstanbul'un işgali sırasında asker ve cephane toplanan önemli bir merkez olarak kullanılmıştı.

    Zaman, Haber: Gürkan Tuzlu, 20.12.2008

    TARİHİ RAHİBE OKULU BUTİK OTEL OLUYOR

     

    Bergama'da 1800'lü yıllarda Rahibe Okulu, daha sonra da ilköğretim okulu olarak kullanılan tarihi bina, restore edilerek butik otele dönüştürülecek. Bergama Belediyesi İmar İşleri Müdürü Yıldıray Kanat, tarihi binanın 3,3 milyon YTL'ye restore edileceğini söyledi. Binanın butik otele dönüştürülmesiyle ilgili projenin İl Özel İdaresine yaptırıldığını belirten Kanat, restorasyon için gerekli paranın da İl Özel İdare Müdürlüğünce ayrıldığını bildirdi. Yıldıray Kanat, restorasyonun yaklaşık 1 yılda tamamlanacağını, binanın butik otel haline getirilerek turizme açılacağını söyledi.

    Haber Ekspres, 19.12.2008

    TARİHE BETON





    Eski yarı açık cezaevi karşısında yapılan sağlık tesislerinin hafriyat çalışmaları esnasında ortaya çıkan Konya Kalesi’nin kalıntıları, gün yüzüne çıkarılmak yerine üzeri kapatıldı. İnşaat ise 4 metre geriye çekildi.

     

    Konya'nın en eski yerleşim yerleri arasında bulunan Karatay İlçesi'nde eski yarı açık cezaevi karşısında yapılan bir inşaatın hafriyat çalışması esnasında bulunan Konya Kalesi kalıntıları, Konya tarihini gün yüzüne çıkarmaya devam ediyor. Konya Kalesi'nin bugüne kadar 10 ayrı yerde bulunan kalıntıları ise şimdilik üzeri kapatılarak korunmaya çalışılıyor.


    Konya'da Selçuklu döneminde iç ve dış olmak üzere iki kale bulunduğunu dile getiren Konya Anıtlar Yüksek Kurulu Müdürü Muammer Koyuncu, eski yarı açık cezaevi karşısında bulunan kale kalıntılarının da iç kaleye ait olduğunu söyledi. 3. derece arkeolojik sit alanı olan bölgenin yapılaşmaya açık olduğunu dile getiren Koyuncu, bölgede çıkan kale kalıntısının tescil edilip korunmaya alındığını kaydetti.


    Konya Kalesi'nin kalıntılarına rastlayan inşaatta çalışmalara kültür varlığına zarar vermeyecek şekilde izin verildiğine değinen Koyuncu, "Kale, kaldırımda, parselinin dışında kalıyordu, kısmen kaldırımdaydı. Böyle olunca bu kısmı açılmadan bırakıldı, güney cephesi açıldı. Kalıntıların üstü ve kuzey kısmı yol tarafında kalmıştı. Bu nedenle inşaat 4 metre kadar geriye alındı. İleride burada kale için kazı yapılırsa inşaat engel olmayacak" dedi.


    Konya Kalesi'nin surlarının koordinatlarını kazılarda çıkan yerlere göre belirlediklerini anlatan Koyuncu, dış kalenin Larende Caddesi, Anıt, Hastane Caddesi, eski İstanbul Yolu'nu çevreleyen bir güzergahta, 50 metrelik çap halinde şehri dolaştığını bildirdi.


    Şimdiye kadar yapılan sondajlar ve kazı çalışmalarıyla Hastane Caddesi, Zindankale, Belediye Katlı Otoparkı ve Larende Caddesi'nin olduğu yerlerde Konya Kalesi'nin kalıntılarına rastlandığına değinen Koyuncu, İleride de kazılar yapıldıkça kalıntıların devamına rastlanabileceğini kaydetti. Kale kalıntılarının gün yüzüne çıkarılması için bugüne kadar herhangi bir çalışma başlatılmadığına değinen Koyuncu, "İleride teklif ya da proje getirilirse, duruma göre kazılara izin verilir ya da verilmez" diye konuştu.


    Özel bir şirket tarafından yaptırılan sağlık tesislerinin hafriyat çalışmaları esnasında ortaya çıkan Konya Kalesi'nin gün yüzüne çıkarılıp çıkarılmayacağı merak konusu oldu. Kale kalıntılarının çıkması ile hafriyat çalışmasını durduran şirket sahipleri, projede değişiklik yaparak, inşaatın yerini 4 metre geriye çekme talebinde bulundu. Projenin yeniden hazırlanması ile birlikte kale kalıntıları üzerine başlatılmayan inşaat, 4 metre geriye alınarak tekrar başlanıldı.


    İnşaat hakkında bilgi aldığımız inşaat şefi, kale kalıntılarının çıktığını doğruladı. Şef, kalıntıların çıkması ile birlikte inşaatı durdurduklarını belirterek, "Projede değişiklik yaparak inşaatın yerini 4 metre geriye çektik. Kale kalıntılarının üzerine inşaat yapılmıyor" dedi

    Manşet Gazetesi, 19.12.2008

    5. YÜZYILDAN KALMA BİR YERLEŞME

     

    İngiltere’de, boş bir arazide 5. yüzyıldan kalma, Germanik bir yerleşim bulundu. Sheppey Adası’nda, Rushenden bölgesindeki bu yerleşim burayı kullanan insanların nasıl yaşadıklarının anlaşılabilmesi için 30 arkeolog tarafından kazılıyor. Gemi şeklindeki büyük bir yapı kalıntısı bu toplumun denizcilikle olan ilişkisine ait bir delil olarak düşünülmekte.

     

    Kazıları yöneten Dr. Paul Wilkinson, bunun Kent bölgesinde şimdiye dek rastlanan en önemli buluntulardan birisi olduğunu belirterek, Almanya dışında şimdiye dek bulunan yegane gemi şeklinde yapı kalıntısının bu olduğunu söyledi. Arkeologlar çok fazla eser bulmayı ummuyorlar, fakat yerleşimin o dönemdeki kırsal yaşam tarzı için önemli ipuçları vermesi bekleniyor. 

    BBC News, 11.12.2008

    TÜRKİYE'NİN EN GÜZEL ON HEYKELİ

     

    Pek çok değerli yapıta ve tarihi esere sahip olan Türkiye, heykel konusunda çok zengin sayılmaz. Zaten heykel dendiğinde de aklımıza genelde Atatürk heykelleri geliyor. Ünlü heykeltıraşların tarihe direnen ve şehrin simgeleri haline gelen heykelleri de bir köşede zamana yenilmemeye, kırık dökük ayakta kalmaya çalışıyor.

     Heykellerin değerinin de tam olarak anlaşıldığı söylenemez. Bazı heykeller, simgeledikleri değerler yüzünden oradan oraya sürülüyor, tartışmalara yol açıyor, başlarına gelmeyen kalmıyor. Bütün bunlara rağmen, kentlerimizi süsleyen heykeller var. Bu hafta jüri üyelerine Türkiye’nin en güzel 10 heykelini sorduk.

    EN İYİ 10

    1. Akdeniz / İlhan Koman / İstanbul Levent
    2. Barbaros / Hadi Bara-Zühtü Müridoğlu / İstanbul Beşiktaş
    3. Güvenpark Güven Anıtı / Holzmeister-Thorak-Hanak / Ankara Kızılay
    4. Güzel İstanbul / Gürdal Duyar / İstanbul Yıldız Parkı
    5. Cumhuriyet 50. Yıl Anıtı / Şadi Çalık / İstanbul Galatasaray
    6. Açık Sütun / Ayşe Erkmen / İstanbul Galatasaray
    7. Kuşlar / Kuzgun Acar / İstanbul Unkapanı
    8. Kibele Çeşmesi / Mehmet Aksoy / Levent İş Kuleleri İstanbul
    9. Taksim Cumhuriyet Anıtı / Pietro Canonica / Taksim İstanbul
    10. Maçka Demokrasi Parkı Mermer Heykeli/Rahmi Aksungur / Maçka İstanbul

    AKDENİZ HEYKELİ- İLHAN KOMAN

    Ünlü heykeltıraş İlhan Koman’ın Türkiye’deki en bilinen eserlerinden biri olan Akdeniz Heykeli, şehrin tanınmış sembollerinden biri. Heykel, Halk Sigorta’nın (şimdiki adıyla Yapı Kredi Sigorta) isteği üzerine yapıldı ve 1980’de şirketin Zincirlikuyu’daki genel müdürlük binasının önüne yerleştirildi. Dört ton ağırlığında, 12 milimetre kalınlığında ve 112 metal levhanın yan yana getirilmesiyle oluşturulan bir kadın figürü. 1981’de Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü kazandı. Uzun süre Zincirlikuyu’daki genel müdürlük binası önünde durdu ve önünden gelip geçen otomobillerdeki insanlar onu uzaktan seyretti. Ardından Galatasaray’da daha çok kişiyle buluşma fırsatı yakaladı. Şimdi de Levent’teki Yapı Kredi Binası’nın önünde duruyor.

    BARBAROS ANITI / HADİ BARA VE ZÜHTÜ MÜRİDOĞLU

    Beşiktaş’taki Barbaros Türbesi’nin olduğu alandaki anıt Barbaros Hayrettin Paşa’nın anısına 1941-1943 arasında yapıldı. 1944’de şimdiki yerini aldı. Güzel Sanatlar Akademisi öğretim üyelerinden heykeltıraş Hadi Bara ile Zühtü Müridoğlu’nun imzasını taşıyor. Bronz işleri Yusuf Akpınar ile Ali Haydar Seymen’e ait. Tümü 11.500 metre olan anıtın, bronz kısmı 6 ton 900 kilo ağırlığında. Yapıt birkaç basamaklı mermer bir platform üzerinde, on metrelik kademeli kaide üzerine üç bronz figürden oluşuyor. Kaidenin ön kısmı gemi pruvası ve güvertesini simgeleyecek biçimde iki buçuk metre yüksekliğinde bir platform. Burada Barbaros, normal bir insan boyundan üçte bir daha büyük ölçüde iki levendin ortasında duruyor. Barbaros ve leventlerin kıyafetleri Topkapı Sarayı’ndaki örnekler incelenerek yapılmış. Heykelin deniz tarafındaki taş kaidesinde Barbaros’u Kanuni Sultan Süleyman huzurunda gösteren alçak bir kabartmaya da yer verilmiş. Arka bölümünde de Yahya Kemal’in "Süleymaniye’de Bayram Sabahı" isimli şiirinden dizeler var.

    GÜVEN ANITI / HOLZMEISTER, THORAK, HANAK

    Güven Anıtı, Kızılay’da Güven Park’ın içinde yer alıyor. Projesini 1931’de Avusturyalı mimar Clemens Holzmeister tasarladı. Avusturyalı heykeltraş Anton Hanak ve öğrencisi Josef Thorak inşa etti. Anıt, 1936’da tamamlandı. Kızılay’a bakan cephesinin önünde, 5 metre yüksekliğinde biri genç diğeri yaşlı iki güçlü erkek figürü bulunuyor. Bu figürler, ellerinde tuttukları tüfeklerle bazılarına göre eski ve yeni Türkiye’yi, bazılarına göre yurt savunmasını, bazılarına göre de Cumhuriyet’in güvenliği için ordunun yanı sıra görev yaptığı düşünülen polis ve jandarmayı simgeliyor. Kaidede pirinç harflerle "Türk, öğün, çalış, güven" yazıyor. Bronz figürler Viyana yakınındaki Erdberg dökümhanesinde dökülmüş. Anıtın Bakanlıklar’a bakan cephesinde ise iki erkek kabartması var. Bunlar çağdaş Türk insanını ve ulusal birliği simgeliyor. Anıtın kaidesinde, Kurtuluş Savaşı’nı, yeni Cumhuriyeti betimleyen rölyefler bulunuyor. Rölyeflerin tümü Ankara taşından yontulmuş.

    GÜZEL İSTANBUL / GÜRDAL DUYAR

    1973 yılında, Cumhuriyet’in 50. yılını kutlamak için 20 sanatçıya İstanbul’un çeşitli yerlerine konulmak üzere 20 heykel ısmarlandı. Bunlardan biri de Gürdal Duyar’ın yaptığı "Güzel İstanbul" heykeliydi. Heykel 1974’te Karaköy Meydanı’na konuldu. Duyar, eserinde İstanbul’u hafifçe geriye doğru uzanmış, başı arkaya atılmış çıplak bir kadın figürüyle tanımladı. Fakat heykelin macerası yeni başlıyordu. Eser CHP-MSP koalisyonun iş başında olduğu dönemde tartışma konusu haline geldi. Sonunda "müstehcen" bulunduğu iddasıyla bir gece yarısı söküldü ve sonrasında belediye şantiyelerinden birinde ortaya çıktı. Ardından da Yıldız Parkı’nın kıyıda köşede bir yerine dikildi. Halen de parkın gözlerden ırak, kuytu bir alanında. Heykelin üzerinde tanıtıcı bir yazı olmaması da dikkat çekiyor.

    50. YIL ANITI / ŞADİ ÇALIK

    İstanbul Beyoğlu’nda Galatasaray Lisesi ile Yapı Kredi Bankası arasındaki alanda bulunan anıt, Cumhuriyet’in 50. Yıl Anıtı adını taşıyor ve neredeyse bütün İstanbullular tarafından biliniyor. Eserleri arasında, ODTÜ’de yer alan Atatürk anıtı, İstanbul Ticaret Odası için yaptığı bakır ve taş rölyefler, İzmir Kültür Park’taki heykelleriyle bilinen heykeltıraş Profesör Sadi Çalık tarafından 1973’te yapıldı. Malzeme olarak paslanmaz çelik kullanıldı. Üç büyük boruyla oluşturuldu. Bu silindirik boruların Cumhuriyet’in dinamizmi ve aydınlanmasını simgelediği biliniyor.

    AÇIK SÜTUN / AYŞE ERKMEN

    1994’de belediyenin düzenlediği bir yarışma sonucu, İstanbul’un çeşitli semtlerinde değişik sanatçılara 20’ye yakın heykel sipariş edildi. Sanatçı Ayşe Erkmen’in yaptığı eser de bunlardan biriydi. Tünel’in karşısındaki bacanın formu ve boyutundan esinlenmişti. 2006 yılında "Yaya Sergileri 2" düzenlenirken, Erkmen’in Tünel Meydanı’ndaki kalıcı heykeli daha çok dikkat çeksin diye straforla kaplandı. Fakat vandalizm kurbanı oldu, ateşe verildi. Sadece straforlar değil, Açık Sütun da zarar gördü. Sonra, yanan heykelden parçalar da kullanılarak kısmi olarak onarıldı.

    KUŞLAR / KUZGUN ACAR

    İstanbul Unkapanı İMÇ’de (İstanbul Manifaturacılar Çarşısı) bulunan Kuşlar heykeli, Kuzgun Acar’ın 1966 yılında yaptığı bir eser. Demir, çivi, tel ve ahşap gibi malzemeler kullanarak gerçekleştirdiği yapıtlarıyla tanınan

    ünlü heykeltıraş bu eserinde de demir malzeme kullanmış.

    Kuşlar, aynı zamanda İMÇ’nin amblemi konumunda. Özellikle formuyla dikkat çekiyor. Günümüzde çok yıpranmış bir halde görülebiliyor.

    KİBELE ÇEŞMESİ / MEHMET AKSOY

    Türkiye İş Bankası’na ait 4. Levent’teki İş Kuleleri’nde bulunan Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kibele heykeli, ünlü heykeltıraş Mehmet Aksoy’un imzasını taşıyor. Ana tanrıça figüründen etkilenerek yaratılan mermer eser bir yılda tamamlandı. Heykel yaklaşık 30 ton beyaz ve gri Afyon mermeri kullanılarak oluşturuldu ve sanatçının Beykoz’daki atölyesinde hazırlandı. 17 ton ağırlığındaki eser 4.80 metre yüksekliğinde ve altı parçadan oluşuyor. Beyaz mermer, gelinleri ve saflığı yansıtıyor. Kibele’nin başındaki taçta ayın halleri yer alıyor. İçinden akan çeşmesi ve emzirdiği çocuklarla, evrensel bereket ve cömertliği simgeliyor.

    TAKSİM CUMHURİYET ANITI / PIETRO CANONICA

    İstanbul’daki törenlerin merkezi olan Taksim Meydanı’ndaki Cumhuriyet Anıtı, 1925’te İstanbul milletvekili Hakkı Şinasi Paşa başkanlığındaki bir komisyonun İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya verdiği siparişle yapıldı ve 1928’de açıldı. Çevre düzeni mimar Guilio Mongeri tarafından hazırlandı. Malzemesi taş ve bronz. Bir meydan çeşmesi gibi tasarlanan anıtın iki yüzündeki bronz figürler, geleneksel mimariden esinlenmiş. 11 metre yükseklikteki anıtın kaidesinde pembe Trentino ve yeşil Suza bölgesi mermerleri kullanıldı. Anıtın bir yüzü Kurtuluş Savaşı’nı, diğer yüzü Cumhuriyet Türkiyesi’ni simgeliyor. Kuzey yüzünde Mustafa Kemal askerlerinin önünde görülüyor, diğer yüzünde sivil giysileriyle yanında İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, askerler ve halkla birlikte tasvir edilmiş. Anıtın yan yüzlerinde birer asker heykeli, üstlerindeki madalyonlarda iki kadın portresi var.

    MAÇKA PARKI MERMER HEYKELİ / RAHMİ AKSUNGUR

    Mimar Sinan Üniversitesi profesörü Rahmi Aksungur’un İstanbul Maçka’daki Demokrasi Parkı’nın içinde bulunan mermer heykeli 1993 yılında tamamlanmış. İsmi, Seçkin Misafirler. Heykelin malzemesi mermer. Heykelin bir bölümü, insanların üzerinde oturup dinlenebileceği şekilde yapılmıştı. Heykeltıraş, eserinin parkta dolaşan insanlarla bütünleşmesini istiyordu. Ama ne yazık ki, heykel parktaki vandalizme kurban oldu, birçok parçası kırıldı. Hatta "heykel o kadar halkla bütünleşti ki, sonunda ortadan yok oldu" gibi espriler bile yapıldı. Şu anda ne yazık ki parkta tanınmayacak halde duruyor.

    Hürriyet Cuma, 19.12.2008







    TARİHİN KADERİ BELİRLENDİ

     

      

     

    Hisar Tepesi'nin güney yamacında gün ışığına çıkarılan ve kimi taşkafalıların değerini hala anlamadıkları ama Bolu'daki bazı yetkililerin de sadece "bir taş yığını" olarak algılayabildikleri tarihi stadion kalıntısının bulunduğu alan "1. Derece Arkeolojik Sit" olarak tescil edildi. Ayrıca kitabesi de okunarak, "stadion"un günümüzden 19 asır önce kimin tarafından ve kimler için yaptırıldığı bilgisine de ulaşıldı.

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu geçen ayki toplantısında, Hisar Tepesi'nin güney yamacında bir süre önce ortaya çıkarılan ve Bolu'daki bazı yetkililerin ne yazık ki sadece "taş yığını" olarak algılayabildikleri stadionla ilgili tarihi bir karara imza attı.

     

    Kurul kararında aynen şu cümlelere yer verildi;

    "Bolu İli, Merkez, Akpınar Mahallesi, III. Derece Arkeolojik Sit Alanı içinde Bolu Müze Müdürlüğü'nce yapılan kurtarma kazısı sonucu ortaya çıkan stadion kalıntısına ilişkin Bolu Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün 22.10.2008 gün ve 2572 sayılı yazısı okundu, ekleri incelendi, yapılan görüşmeler sonunda;

     

    Bolu İli, Merkez, Akpınar Mahallesi, III. Derece Arkeolojik Sit Alanı içinde bulunan 15-16-17-18-42-43-61 ve 84 no.lu parsellerde Bolu Müze Müdürlüğü'nce yapılan kurtarma kazısı sonucu ortaya çıkan stadion kalıntısının bulunduğu alanın ekli haritada gösterildiği şekilde I. Derece Arkeolojik Sit olarak tescil edilmesine, yine bu alanda bulunan (Hisartepe'nin güney yamacı) II. Derece Arkeolojik Sit Alanı'nın ekli haritada gösterildiği şekilde genişletilmesine, Bithynia Bölgesi'nde açığa çıkarılan ilk stadion olması ve Bolu (Claudiopolis) kentinde günümüze ulaşan en büyük anıtsal yapı olması nedeniyle, söz konusu anıtsal yapıyı tanıtacak bir levhanın hazırlanarak Müze Müdürlüğü'nce uygun bir yere konulmasına,

     

    Bu alanda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun 05.11.1999 gün ve 658 sayılı ilke kararının geçerli olduğuna karar verildi.

     

    Roma döneminde çeşitli törenlerin ve yarışmaların düzenlendiği stadion kalıntısının Bolu'da tespit edilen antik kalıntıların en büyüğü olduğu bir kez daha vurgulanarak Müze Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada;

     

    "Kurtarma kazısında açığa çıkarılan kitabesine göre; stadion, Roma İmparatoru Hadrianus (MS 117 - 138) döneminde inşa edilmiştir. Günümüzden yaklaşık olarak 1880 yıl (diğer bir deyişle 19 asır) önce inşa edilen söz konusu yapı ilimizde ve Batı Karadeniz Bölgesi'nde açığa çıkarılan ilk stadion olma özelliğini taşımaktadır" denildi.

    Bolunun Sesi, 19.12.2008

    KORE,
    INCHEON'DA 2000 YILLIK
    BİR KADIN İSKELETİ BULUNDU

     

    Kore, Icheon, Yeongjong Adası’nda yapılan kazılar sonunda 2000 yıllık bir kadın iskeleti bulundu.

    Kore Arkeoloji ve Çevre Enstitüsü geçen hafta yaptığı bir açıklama ile, iskeletin bir gömü alanında bulunan yığma mezarın zemin toprağı seviyesinde duyurdu.

    Aynı açıklamada iskeletin incelenmesi sonucunda kadının 154 cm boyunda bir yetişkin olduğu ve 2 veya 3 çocuk doğurduğu belirlendi.

    Ayrıca iskeletin yanında bulunan yumurta biçimli bir kabın içinde, yeni doğmuş bir bebeğe ait kafatası parçalarına da rastlandı.

    Açıklamada ayrıca, bu ve civarda bulunacak benzer iskeletlerin, hakkında fazla bir şey bilinmeyen bir döneme ışık tutacağı belirtildi.

    Aynı mezarda Üç Krallık Dönemi denilen, MÖ 3. yüzyıldan MS 4. yüzyıla kadar uzanan bu döneme ait pişmiş toprak kapların yanı sıra Çin Han İmparatorluğu dönemine ait paralar da bulundu.

    chosun.com, 11.12.2008

    400 YILLIK MEZARDA SAAT

     

    Çin’in güneyinde 400 yıllık bir mezarda minyatür bir kol saati bulundu. "Swiss" marka saatin, 100 yıllık olduğu tespit edildi.

    Mezara kimsenin girmediği bilindiği için saatin mezara nereden geldiği bir türlü anlaşılamadı. 1368-1644 yılları arasında, Çin yönetiminde Ming hanedanının bulunduğunu belirten uzmanlar, "O dönemde İsviçre henüz ortada yoktu" dediler. Uzmanlar, saatin esrarını çözmek için uğraşıyorlar.

    Hürriyet, 19.12.2008

    ILISU BARAJI İÇİN ACİL İSTİMLAK

     

    Hasankeyf'i sular altında bırakacağı için çevrecilerin tepkisini çeken, son olarak Avrupalı kreditörleri ile anlaşmazlığa düşülen Ilısu Barajı için acil kamulaştırma (istimlak) kararı alındı.

    2008 Yılı Yatırım Programında yer alan Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesi kapsamında belirlenen güzergahta yer alan gayrimenkullerin Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından acele kamulaştırılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararı Resmi Gazete'de yayımlandı. Karar, Bağbaşı Barajı ile Mavi Tüneli de ilgilendiriyor.


    Ilısu dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan kültür mirası Hasankeyf'i sular altına bırakacak. On binlerce kişiyi evinden yurdundan edecek.

    Onun için Avrupa'da Almanya'da çevreci kuruluşların büyük tepkisini çekti. Baraj için gereken 1.2 milyar dolarlık kredinin büyük kısmını verecek olan Avusturya hükümeti Ilısu'da krediyi çevre ve insan haklarındaki şartlarını içeren bir pakete bağlamış ve bunların yerine getirilmediği gerekçesiyle projeden çekilmişti. Bu nedenle Ilısu projesi çıkmaza girmişti.

    Milliyet, 19.12.2008

    KAÇAK KAZI YAPAN 1 KİŞİ TUTUKLANDI

     

    Kırıkkale’nin Sulakyurt İlçesi'ndeki sit alanlarında kaçak kazı yaparken suçüstü yakalanan kişi tutuklandı. Alınan bilgiye göre Sulakyurt, Balışeyh ve Delice ilçelerinin kesiştiği noktadaki 1. derece sit alanı olan Seydim Tepesi’nde kaçak kazı yapan Mehmet Akif Ersan (48), yanında getirdiği el feneri, kazma, ip ve diğer malzemeleriyle birlikte olay yerinde devriye gezen Sulakyurt İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince suçüstü yakalandı. Ersan, Sulakyurt Cumhuriyet Savcılığı’ndaki işlemlerin ardından mahkemece tutuklandı.

    Hürriyet Ankara, 19.12.2008

    230 YILLIK MEZAR BULUNDU

     

    Manisa Telekom binasının bahçe düzenlemesi sırasında bulunan, taşında Arapça harflerle Çolak Oğlu Hacı Mehmet yazan ve 230 yıllık olduğu anlaşılan mezarın üzeri, işçiler tarafından kimseye haber verilmeden betonla kapatıldı. Olayı öğrenen Manisa Türk Telekom Müdürü Resul Aydın devreye girerek, mezarın en kısa sürede gün yüzüne çıkarılması talimatını verdi. Aydın, "Mezar bilgimiz dışında kapatılmış. Mezarın tekrar gün yüzüne çıkarılması için arkadaşlara gerekli talimatı verdik. Tarihimize sahip çıkmak en önemli vazifemizdir" dedi.

    Hürriyet, Haber: Evren Kasırga, 19.12.2008

    MEZOPOTAMYA YAĞMALANIYOR

     

    Irak'taki tarihi eser yağması sürüyor. 16 aralık günü, ülke dışına çıkarılmak üzere olan 228 tane tarihî eser, bir operasyon kapsamında ele geçirildi.

    Basra Operasyonu'nun komutanı Muhammed Cevad Huveydi konuyla ilişkili yedi kişinin yakalandığını belirtti.

    Aralarında Babil ve Sümer krallarının heykelleriyle levha ve mücevherlerin de yer aldığı tarihî eserlerin bazılarında Irak Ulusal Müzesi'nin mührünün bulunduğu, Basra Operasyonu'nun komutanı Muhammed Cevad Huveydi tarafından ifade edildi.

    Askerî yetkililer kaçakçıların eserleri Kuveyt'e  götürmek niyetinde olduklarını söyledi. Irak'ın 2003 yılında işgal edilmesinden bu yana, Irak Müzesi’nden 15 bin dolayında tarihî eser yağmalanmıştı.

    Taraf, 18.12.2008

    KABALTILAR ZAMANA DİRENİYOR





    Şanlıurfa'nın tarihi mimari dokusunun önemli bir kısmını oluşturan Abbaralar (kabaltı) zamana direniyor.


    Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinin en önemli tarih detaylarından olan Abbaralar, günümüzde dimdik ayakta duruyor. Yüzlerce güzel ev ve sokaktan oluşan dokunun önemli bir kısmının bozulmadan günümüze ulaşmış olmasının turizm açısından büyük bir kazanç olduğu belirtiliyor. Sivil mimari dokusunun ve anıtsal mimari dokusunun önemli bir kısmını koruyarak günümüze ulaşmış ender şehirlerden biri olan Şanlıurfa'daki kabaltılar dışarıdan kente gelen yerli ve yabancı turistlerin de ilgisini çekiyor.


    GAP kapsamında bulunan Şanlıurfa, Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt ve Şırnak'ta toplam 9 kabaltı ve 5 konak kabaltı olmak üzere toplam 14 kabaltı, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın mimarlık örneği listesinde yer alıyor.


    Şanlıurfa'da bir çok sokakta rastlanan, genellikle 5-15 metre uzunluğunda, 1.5-2.5 metre genişliğinde olan çıkmaz sokaklar konumundaki kabaltılar, mahallenin ana yolundan ayrılarak daha da bir kişiselleşmiş özel yollar olarak değerlendiriliyor. Genellikle bulunduğu yerdeki ailenin adıyla bilinen kabaltılar, Şanlıurfa'nın en güzel tarih detaylarından biri olarak görülüyor.


    Şanlıurfa'da, çok sayıda tarihi sokak arasında Arabi Camii, At Pazarı, Çataldaş Meydanı, Güllüoğlu, Hızanoğlu Camii, Hüseyin Paşa, İrfaniye, Karanlık Kapı, Madenli, Yorgancı ve Zincirli Sokakları yüksek duvarlarıyla turistlerin büyük ölçüde ilgisini çekiyor.


    Şanlıurfa'daki kabaltılar ile ilgili bilgi veren Kore Gazisi Mehmet Kerimoğlu, "Buralarda eskiden Ermeniler, Yahudiler, Fransızlar otururdu. Bunlar hep tarih mirasıdır. Kışın sıcaktır, yazın ise serindir. Asiller değişiyor. Bir modernleşme var. Buralar eskiden arabalar için değil, sadece geçit olarak kullanılmak için yapılırdı. Eskiden böyle arabalar yoktu. Şimdi arabalar geçerken güçlük çekiyor. Çünkü eskiden tahta tekerlekli arabalar, develer ve at arabaları vardı" dedi.
    Kabaltıların üzerindeki tarihi dokuların ticaret merkezlerine dönüştürülerek tarihi dokulara zarar verildiğini öne süren Kerimoğlu, "Bu evler çok güzel evler. Şimdi çoğu yerde tarihi evleri restorana, lokanta ve otel yapıyorlar. Mesela Yusuf Paşa Camii yanındaki tarihi evlerin hepsi lokanta yapıldı. O zamanlar karanlıktı, ışık yoktu. Yolun sağına ve sağına mum yakarlardı. Çünkü insanlar korkardı" ifadelerinde bulundu.

    ABBARA (KABALTI) NEDİR?
    Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki illerde örgü teknikleri kullanılarak inşa edilmiş, eğrisel yüzey yada yüzeylerden oluşan mimari örgü öğesine abbara yada kabaltı denir.


    Abbaralar bazen sivri kemerli, basık kemerli veya yuvarlak kemerli olup, örgü sistemi beşik tonoz, çapraz tonoz olarak karşımıza çıkar. Evlere girişte yapılan sahanlıklar, bazen sokak üstlerinde altta bir geçit bırakarak yapılmış odalar (abbaralar), ortak kullanım alanları ile özel kullanım alanlarının ara kesitlerinde nasıl bir yapılanma içinde olduğunu gösteriyor. Abbaraların alt kısmı kamuya, üst kısmının ise mülk sahibinin mülkiyetinde olduğu belirtiliyor. Abbaralar, yazın sıcaktan korunulan, kısa bir an için de olsa serinliğinden, gölgesinden faydalanılan, soluklanılan geçitler olduğu biliniyor.

    Şanlıurfa Kent Haber, 18.12.2008

    ASKERİ MÜZEDE YANGIN ALARMI

     

    Harbiye'deki Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı’nın, havalandırma boşluğunda dün 12.45’te atık kağıtların tutuşması nedeniyle, görevliler alarma geçti.

    Müzenin giriş katında dün başlayan Ulusal Temiz Enerji Günleri Fuarı nedeniyle, çok sayıda ziyaretçinin geldiği binada, atılan bir sigara izmaritinden tutuşan kağıtlar görevliler tarafından söndürüldü. Yangın güvenlik sistemi bulunan binaya, 300 metre mesafedeki Beyoğlu İtfaiye Grubu’ndan 6 araç kısa sürede ulaştı. Bunların dördü ilk kontrolden sonra ayrıldı. İtfaiyeciler, havalandırma boşluğundan çatıya kıvılcım sıçrama tehlikesine karşı, iki merdiven aracı ile bir süre kontrol yaptı. İncelemede, tehlikeli bir duruma rastlanmadı.

    Hürriyet, 18.12.2008

    ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE'YE SİSMİK TAKİP





    Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon öncesi teknik takibe alınan Çifte Minareli Medrese, baştan aşağı sismik cihazlarla donatıldı. Rüzgarın şiddetinden en küçük yer hareketlerine kadar Çifte Minareli Medrese'deki her türlü hareketi kayıt altına alacak olan cihazlar, tarihi medresenin restorasyonu için adeta yol haritası çizecekler.

     

    Medresenin restorasyon işlemini yürütecek olan yüklenici firma, teknik izleme çalışmalarının ardından bakım ve onarım işlemlerine start verecek. Teknik takiple, tarihi eserin ne tür yıpranma tehditleriyle karşı karşıya kaldığının tespit edileceğini açıklayan firma yetkilileri, önümüzdeki yaz sezonuna kadar gözlem altında tutulacak olan medresenin onarımına, daha sonra başlanacağını bildirdiler.

    Türkiye'nin önde gelen sanat tarihçilerinden oluşan uzman bilirkişiler tarafından bir değerlendirmeye tabi tutulacak olan gözlem sonuçları, tarihi eserin koruma altına alınması yönünde hangi tedbirlerin alınması gerektiğine de bu yöntemle karar vermiş olacaklar.

     

    Öte yandan Çifte Minareli Medrese'nin müze haline getirilmesi yönünde bir takım çalışmaların da bulunduğu öğrenildi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden edinilen bilgilere göre, Vakıflar'ın sorumluluğu altındaki tarihi eserin müzeye dönüştürülmesi yönünde çeşitli girişimlerde bulunuldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden bu konuda onay beklendiği öğrenilirken, Çifte Minareli Medrese'nin müzeye dönüştürülmesi yönünde bir karar çıkması halinde hemen harekete geçileceği ifade edildi.

     

    Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, "Çifte Minareli Medrese, 16 ayrı noktaya yerleştirilen gözlem cihazları sayesinde GPRS teknolojisiyle bilgi aktarımı sağlayacak. 6 ay boyunca izlenecek olan tarihi eser, daha sonra geniş kapsamlı onarıma alınacak. Girişimlerin sonuç vermesi halinde Çifte Minareli Medrese, Vakıflar Müzesi olarak hizmet vermeye devam edecek" diye konuştular.

    Erzurum Gazetesi, 18.12.2008

    478 YILLIK KAYIP KİTABE YERİNE TAŞINACAK

     

    Adana’nın Kozan İlçesi'nde bir evin duvarında bulunan 478 yıllık kitabe, restorasyon çalışmaları sürdürülen tarihi camideki yerini 88 yıl aradan sonra yeniden alacak. Yaklaşık 500 yıl önce Süleyman Selim Şah Han’ın oğlu Mevla Sultan zamanında yapılan, 1920 yılında Fransız güçlerinin Kozan ve çevresini işgali sırasında tahrip edilen, sonrasında vatandaşlarca onarılarak ibadete açılan ancak yangında zarar gören tarihi Küçük Cami’nin restorasyon çalışmaları son aşamaya geldi. Söz konusu camiye ait olduğu belirlenen ancak kayıp olduğu sanılırken bir evin duvarında bulunan kitabe de yeniden camideki yerini almayı bekliyor.

    Türkiye Gazetesi, 18.12.2008

    KOMŞUDA
    İSYAN AKROPOLİS'TE

     

    Yunanistan'da 15 yaşında bir gencin polis kurşunuyla öldürülmesi ile başlayan isyanda protestocular bu kez antik kent Akropolis'e pankart astı.

    Avrupa ülkelerini isyanın başladığı günü ortak direniş günü olarak kutlamaya çağırdı.

    Sabah, 18.12.2008

    ÇATTEPE'DE KAZILAR BAŞLIYOR

     

    Siirt'te Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan tarihi eserleri araştırma ve gün ışığına çıkarma çalışmaları devam ediyor.

     

    Kurtalan İlçesi'ne bağlı Çattepe Köyü'nde başlanacak kazı çalışmaları 5 üniversite tarafından ortaklaşa gerçekleştirilecek.


    Halen devam eden Başur Höyük Kazısı ile birlikte Kurtalan İlçesi'ne bağlı Çattepe Köyü'nde de yeni bir kazıya başlanıyor. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Haluk Sağlamtimur başkanlığındaki kazı çalışmaları 5 üniversite tarafından ortaklaşa gerçekleştirilecek.


    Bölgenin önemli höyüklerinden biri olan Çattepe'de kazı çalışmalarına başlayacaklarını belirten Kazı Başkanı Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Haluk Sağlamtimur, "Botan ve Dicle Nehirlerinin birleştiği noktada bulunan Çattepe yerleşimi prehistorik dönemlerden günümüze kadar iskan edilmiştir. Ilısu Barajı altında kalacak olan kültürel varlıkların kurtarılmasına yönelik olarak yapılması düşünülen kazı çalışmaları, benim başkanlığımda, İzmir-Dokuz Eylül, Erzurum-Atatürk, ODTÜ, Muğla Üniversitelerinden hoca ve öğrencilerin katılımıyla gerçekleştirilecektir. Jeopolitik konum açısından birçok soruyu aydınlatacak konumda bulunan höyükteki kazı çalışmaları çok önemli bulgulara ulaşmamızı sağlayacaktır" dedi.


    Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gerekli izinlerin verildiğini belirten Sağlamtimur, kazının, 2009 yılının Mart veya Nisan aylarında başlayacağını ve hava şartlarının müsait olması halinde yıl boyu süreceğini söyledi.


    Çattepe Köyü'nde başlanacak olan kazı Siirt'te gerçekleştirilen üçüncü kazı olacak. Daha önce gene Haluk Sağlamtimur başkanlığında Botan Nehri kıyısında Türbe Höyük'te kazı gerçekleştirilmişti. 6 yıl süren kazı çalışmaları 2007 yılında sona ermişti

    Siirt Kent Haber, 18.12.2008

    YENİ DİNOZOR TÜRLERİ

     

    Sahra çölünde kazı yapan arkeologlar yeni dinozor türleri keşfettiler.

    Aralarında İngiliz arkeologların da bulunduğu ekibin Fas’ta bir ay boyunca çöl fırtınalarına ve yağmurlara meydan okuyarak yaptığı kazılarda daha önce bilinmeyen iki dinozor türü bulunduğu açıklandı. Dublin Üniversitesi’nden Nizar Ibrahim’in liderliğindeki arkeologların buldukları dinozor kemiklerinden biri, 100 milyon yıl önce yaşamış, uçan bir "pterosaur"un gagası, diğeri ise 20 metre uzunluğundaki ot yiyen "sauropod" grubundan bir dinozorun 1 metre boyundaki bacak kemiği.

    Hürriyet, 18.12.2008

    CUMHURİYET MÜZESİ 14 AY GECİKMELİ AÇILIYOR





    İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 29 Ekim 2007 tarihinde açacağını duyurduğu 'Taksim Cumhuriyet Müzesi' 14 ay gecikmeyle 20 Aralık'ta açılacak.

     

    2007 yılında restorasyon çalışmalarına başlanan Taksim Maksem'inde kurulacak müze çalışmaları tamamlanmasına rağmen trafo engeline takılmıştı. Müzenin açılışını engelleyen elektrik trafosunun kaldırılması ile ilgili 2004 yılından beri BEDAŞ ile yazışmalarını sürdüren Büyükşehir geçen ay muradına ermişti. Belediye müzenin yanında bulunan ve açılışı engelleyen elektrik trafosu için BEDAŞ'a yeni trafo yeri tahsis etti. Elektrik kabloları için BEDAŞ ile protokol yapılıp, bağlantıları için ilgili müdürlüklerle yazışmalar tamamlandı. Yapılan görüşmelerin olumlu sonuçlanmasının ardından Cumhuriyet Müzesi'nin yanında bulunan trafo geçtiğimiz ay kaldırıldı. Belediye son düzenlemelerini yaptığı müzeyi 20 Aralık'ta yapacağı 'Sine-i Millet Sergisi' ile açmayı planlıyor. Taksim Cumhuriyet Müzesi'nde düzenlenecek ilk sergi olan Sine-i Millet'in teması Cumhuriyet'in 85. yılında Türk milletinin 100 yılı aşan yakın dönem seçim deneyimlerinden oluşuyor. Sergi '1840'tan 1950'ye seçim serüveni', 'Türk Kadınının Seçen ve Seçilen Olarak Portresi', 'Seçimle Gülmenin Görsel Tarihi' ve 'Cumhuriyet'in Kültür Değerlerini Seçiyoruz' başlıklı dört ana bölümden oluşuyor.

     

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi Taksim Maksemi ve su deposuna yapılacak müze için 3'ü Yapı İşleri ve biri Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü olmak üzere 4 ihale yaptı. Belediyenin yaptığı 4 ihale kapsamında Taksim Cumhuriyet Müzesi için KDV dahil 3 milyon 36 bin 140 YTL harcandı. Büyükşehir 2007 yılı Ağustos ayında Taksim'de 'maksem' diye anılan ve su terazisi diye bilinen bölgedeki bin metrekarelik alanı Cumhuriyet Müzesi olarak projelendirmişti. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na müzenin projesini onaylatan Büyükşehir Belediyesi, açılışı 29 Ekim 2007'de yapmayı planlıyordu. Ancak Taksim'de kurulması planlanan müze ile ilgili çalışmaların tamamlanamaması ve trafo engeli nedeniyle müze 14 aydır açılamıyordu.

    Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 18.12.2008

    60 İŞYERİ, MÜZE İÇİN KEPENK KAPATACAK





    Samsun'un İlkadım İlçesi'nde bulunan medrese binası ile Vakıf İşhanı'ndaki kiracı esnaf, müze gerekçesiyle kepenk kapatacak. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, yaklaşık 60 esnafa ihtarname göndererek 31 Aralık 2008'e kadar işyerlerinin boşaltılmasını istedi. İşyeri sahipleri, global krizin etkisini dalga dalga hissettirdiği bu günlerde mağdur duruma düşme korkusu yaşıyor.

     

    Mülkiyeti Süleyman Paşa Vakfı'na ait Pazar Mahallesi Necipbey Caddesi Büyükşehir Belediyesi'nin karşısında bulunan medrese binası ile Vakıf İşhanı, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün restore edilmesi ve vakıf eserleri müzesi olarak kullanılmasına karar vermesi üzerine boşaltılacak. İki ayrı yerde kiracı olarak bulunan 60 kadar esnafa; Vakıflar Bölge Müdürü Muhsin Öztürk imzalı kira sözleşmesinin 31 Aralık'ta sona ereceği ve yenilenmeyeceği, taşınmaza ait elektrik, su vb. aboneliklerin kapatılıp, anahtarların teslim edilmesi yönünde ihtarname gönderildi.

     

    Medrese binası kiracılarından Güneş Kırtasiye işletmecisi Tayfun Uyar, burada 200'e yakın insanın çalışıp ekmek parası kazandığını, global krizin baş gösterdiği bir dönemde mağdur edilmenin endişesini taşıdıklarını söyledi. Vakıflar Bölge Müdürü Muhsin Öztürk'le gelen ihtarname üzerine bir görüşme yaptıklarını belirten Uyar, "Öztürk bize; işhanlarını şu anda ihaleye vermediklerini, en az 2009 Mayıs ayına kadar durabileceğimizi, ancak 31 Aralık'ta sona erecek kira sözleşmesinin yenilenmeyeceğini, bundan sonraki süreçte işgal bedeli ödeyip, vakıfların inisiyatifinde işyerlerimizde durabileceğimizi, ihale yapılması durumunda ise her an boşaltabileceğimizi söyledi. Bu kadar esnafın oturmuş bir düzeni vardı. Bu durumda nasıl bir vaziyet alacağız bilemiyoruz." dedi.

     

    Vakıflardan sorumlu Devlet Bakanı Hayati Yazıcı'ya Samsun'a geldiğinde mağduriyetlerini aktardıklarını belirten Uyar, "Sayın bakanımıza ilettiğimizde bize; 'tarihi eserleri koruma adına bu iki işhanını müzeye çevireceğiz' demişti. Büyükşehir Belediyesi'nin bize yer tahsis edeceği duyumlarını aldık, ama henüz bize yansıyan bir gelişme yok." diye konuştu.

     

    Öte yandan Vakıflar Bölge Müdürlüğü, ihtarname ve tahliye bildirimine rağmen, anılan taşınmazın tahliye ve teslim edilmemesi halinde, her türlü dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla 5337 Sayılı Vakıflar Kanunu'nun 20. maddesi gereğince işlem yapılacağı ve tahliye edileceği uyarısında bulundu

    haberler.com, 18.12.2008

    KLİMA BAKANLIĞI HAREKETE GEÇİRDİ

     

     

    Tokat Gökmedrese Müzesi Müdiresinin makam odasına takılan ve medresenin tarihi yapısını bozduğu iddia edilen klima, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı harekete geçirdi. ANKA'nın edindiği bilgilere göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı konuyla ilgili araştırma başlattı. Tokat'ın önemli tarihi eserlerinden biri olan ve 1277 yılında Anadolu Selçuklu döneminde inşa edilen Gökmedrese Müzesi Müdürü, Medresenin Selçuklu süslemelerinin bulunduğu giriş kapısına klima taktırdı.

    Tarihi yapıyı bozduğu gerekçesiyle bölgede tepkilere neden olayın üzerine harekete geçen Kültür ve Turizm Bakanlığı, konuyla ilgili araştırma başlattı. Klimanın gelen tepkiler üzerine kaldırıldığı öğrenilirken, bakanlık yetkilileri klima kaldırılmış olsa bile, yine de inceleme gerektiren bir durumun ortaya çıktığı kaydedildi.

     

    Öte yandan yetkililer, bölgedeki Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Koruma Kurulunun konuya ilişkin bir karar vereceğini belirterek şunları kaydettiler:

    “Bölgedeki Koruma Kurulu inceleme başlatacaktır. Kurul izin vermez değil, bir sürü tarihi yapıda gereke sıtma, soğutma gerekse de soğutmaya yönelik tesisatlar, binanın fiziki koşulları göz önüne alınarak yapılabiliyor. Ancak tam tersi de olabilir. İlgili bölge koruma kurulu gerekiyorsa ilgililer hakkında soruşturma isteyebilir.”

    Yeni Şafak, 17.12.2008

    TARİHİ KONAK ÇÜRÜMEYE TERKEDİLDİ

     

    Osmaniye'nin Kadirli İlçesi Harkaçtığı Köyü'nde bulunan tarihi konak çürümeye terk edildi.

     

    Konak, Osmaniye İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından korumaya alınmasına rağmen etrafı çöp ile dolu. Bahçesinde ise römork ve tarım aletleri bulunuyor.

     

    Konağın Tevfik Karamüftüoğlu'ndan oğlu Hacı Ahmet Karamüftüoğlu'na geçtiğini söyleyen Meryem Akan (70), "Konak ben doğmadan önce varmış. O zamanlar Tevfik Ağa'nın konağı derlerdi. Tevfik Ağa tarlasında çalıştırdığı köylülerin tamamına o konakta yemek verirdi. Eskiden para karşılığı çalışılmazmış. Tüm işçiler karın tokluğuna ağaların yanında çalışırmış. 18 odası bulunan 150 yıllık konağın bu şekilde olması üzücü. Restore edilip değerlendirilmesi lazım." dedi.

    haberler.com, 17.12.2008

    CUMALIKIZIK UYARIYOR

     

    Cumalıkızık ve benzerleri bizi uyarıyorlar. Çünkü bizim bugünkü kentlerimiz;

    - Yeni gelenleri karşılamaya hiç hazır değiller. Böyle bir sorumluluk duymuyorlar bile. Oysa bugün kente göç, geçmişle oranlanamayacak ölçüde büyüktür,

    - Kentin, kentliliğin okulu olma işlevi bugün her çağdakinden daha çok önem kazanmışken, yeni gelenler, kentin değerlerini paylaşamadıkları gibi aidiyetini yitirmiş bir çoğunluk olarak toplumda her şeyi "kiç"e dönüştürebiliyorlar,

    - Eskilerle yenileri buluşturmanın, iletişime sokmanın en küçük bir önlemi yok kentlerimizde,

    - Kent, kamudan çalmalara karşı savunmasız,

    - Binlerce yıl içinde yaratılmış kentlilik değerleri diyebileceğimiz tarihsel-kültürel özeklerden yeni gelenlerin de yararlanabilmeleri önemliyken, bu değerlerin paylaşılabilir olması için hiçbir önlem yok,

    - Şöyle ya da böyle varsıl olmuş olanların çoğunluğu, yalnızca paraya inanıyorlar. Sinemada, TV'de görülen yaşama biçimine, tecim koşullarına göre yalnızca daha çok kazanmak için, çok kez ormandan, su havzasından çalarak gerçekleştirilmiş bir getto içindeki kişiliksiz, kimliksiz konutlarda oturabiliyorlar. Bu türlü yerlerin ortaçağdaki gibi koruma duvarları bile var. Bu alanlara ancak denetimden geçilerek girilebiliyor. Buralarda yaşayanlar, konutlarının yerinin kentle, toplumla ilişkisinin kopukluğunun, özekten-tarihsel çekirdekten uzaklığının, ulaşımın buna göre tasarlanmamış oluşunun yaşamlarını nasıl etkilediğinin de ayrımına varamıyorlar,

    - Yeni alanlarda da eğitim-öğrenim, ortak kültür üretimi, üretilen kültürün eş paylaşımı gibi bir sorun neredeyse hiç düşünülmüyor. Buna yarayacak özekleri yok. Her şeyin para kazanma, insanları ütme- yolma, kamudan çalma düzenine göre yürüdüğünü söyleyebiliriz. Ulaşımın durak yerleri bile çarşılara göre düzenlenmektedir. Bu söylediklerim yalnız Bursa için değil bütün Anadolu kentlerimiz için de, benim gördüğüm "üçüncü dünya" ülkelerinin kentleri için de geçerlidir,

    - Yeni kesimlerde konutların en az yarıları, rüzgar yönü açısından, iklimsel açıdan yanlış yönlendirilmişlerdir. Vitruvius'tan beri bildiğimiz doğrulara karşıdırlar,

    - Yayalar hemen hemen hiç düşünülmemektedir. Kent artık herkes için değil... Göstermelik olarak yayalaştırılan bir küçük bölge dışında, kentin bütününde başat olan teneke kutulardır (otomobiller), asfalt yollardır (Örnek: Ankara'da Kavaklıdere caddeleri, İstanbul'da Büyükdere caddeleri)... Asit yağmurlarından; hava, ses, ışık kirliliğinden hiç söz etmeyelim,

    - 1968 kuşağının söylediklerinden bir adım öteye gidilememiştir...

    Bütün bunların ne demek olduğu birkaç gün Cumakızık'ta yaşamakla anlaşılabilir.
    Kentlerimizi, anamalın çıkarlarına, onların pazarlarına, çalıp çırpmalarına bırakmış gibiyiz. Mimarlık şirketleri bile "reklam" aracına dönüşme sürecine girdi. Yoksulların sorunlarının çözümü üzerinde çalışan bir planlama girişimi kalmadı.

    Bundan iki-üç yıl önce ABD'den bir mimarlık fakültesi öğretim görevlilerinin, öğrencilerinin benimle yaptıkları "tele- konferans"ta sordukları en önemli soru şuydu: "Sizden başka yoksullar için çalışan mimarlık bürosu var mı?"

    Bilim adamları bile tarihsel çekirdekleri yalnızca fiziksel onarım alanları olarak görebilmektedirler. Kenti, koruma bölgesi, buna göre de korunmayacak bölge diye anlaşılabilecek biçimde parçalı düşünebiliyorlar.

    Sosyal-kültürel planlama yapılmadan fiziksel planlamaya, tasarıma kalkışmanın; hele hele insanları doğru dürüst tanımadan, sevmeden, onlara deli gömleği giydirir gibi bir tasarımlama yapmanın çıkar yol olmadığını artık görmeliyiz.

    Kentin siluetine çağdaş kültürün, insancıllığın damgasını vuramadığımız sürece petrol savaşları, para savaşları, silah deneme savaşları sürüp gidecek.

    Bunu önlemek bizim işimiz değil, deyip geçemeyiz. Birçoklarının olduğu gibi bizim de işimiz.

    Yaşama ortamlarımızın; ölçütlerini bizden, yayadan, varlıklı varlıksız ayırmayan insan ilişkilerinden, selamlaşmalarımızdan, söyleşilerimizden almaları için savaşıma ilk kalkışacaklar bizler olmalıyız. Bu savaşımı başlatmak için geç kalmamalıyız!..

    Evrensel, Yazı: Cengiz Bektaş, 17.12.2008

    TARİHİ MANASTIR İÇİN İMZA KAMPANYASI

     

    Mardin'in Midyat İlçesinde bulunan 1611 yıllık Süryani manastırı Mor Gabriel için Barış Meclisi imza kampanyası başlattı. Midyat'ın en eski halkı olmalarına rağmen manastır arazisini köylerine katmak isteyen bazı köy muhtarları nedeniyle zor günler geçiren manastır sakinleri ve Midyat'lı Süryaniler haklarında açılan davalarla boğuşuyordu.

    Mardin'in Midyat İlçesinde bulunan 1611 yıllık Süryani manastırı Mor Gabriel için Barış Meclisi imza kampanyası başlattı. Midyat'ın en eski halkı olmalarına rağmen manastır arazisini köylerine katmak isteyen bazı köy muhtarları nedeniyle zor günler geçiren manastır sakinleri ve Midyat'lı Süryaniler haklarında açılan davalarla boğuşuyordu. Manastırın yaşadığı sorunlara ilişkin gazetemizde çıkan haberlerin ardından başlayan imza kampanyası için internet sitesi de kuruldu.

    Manastırın yanında Ilısu Barajı ile sular altında kalacak tarihi Hasankeyf'in kurtarılması için de çağrı yapılan imza metninde, "Coğrafyamızda yaşanan kirli savaşa ve onun doğurduğu ekolojik kirliliğe, faili meçhullere, yargısız infazlara, katliamlara, kırımlara dur diyebilmek için şimdi sizlerle Mezopotamya coğrafyasında her gün yenisi eklenen bir acıyı paylaşacağız" deniyor.

    19 Kasım'dan bu yana gazetemizde konuyla ilgili çıkan haberlere değinilen metinde, "Evrensel gazetesinde, Süryanilerin 5000 yıldır anavatanı olan Turabdin'de yok oluşları, yaşadıkları baskılar yüzünden Ezidiler gibi tamamen yok olma tehlikesinde olan bu halk üzerinde oyunlar oynanmaya devam edilmektedir. Yine aynı topraklar üzerinde Batman'da Hasankeyf sular altında kalmasın, Ilısu Barajı kurulmasın çığlıklarımızı herkes duysun istiyoruz" deniyor.

    Mor Gabriel Manastırı üzerinden, bölge halklarının birbirine karşı kışkırtıldığının ifade edildiği metin şöyle devam ediyor: "En son senaryoda Mardin Midyat'ta 1600 yıllık Mor Gabriel Manastırı çevresinde yer alan bir kısım köylerin muhtarları, yörede halkları birbirine düşürmek amacıyla kollarını sıvayan güçlerce teşvik edilerek ( hakları olmamasına rağmen korucular), manastırın öteden beri bütün yöre halkınca kendisine ait olduğu bilinen arazileri üzerine, Süryanilerden para koparmak amacıyla, hak iddia etmektedirler. Bu yöredeki bazı muhtarlar yapılan kışkırtmalarla, manastırın üzerinde fiziki olarak kurulu olduğu arazide bile hak iddia etmeye başladılar. Açıktır ki, böylesi bir amaç artık doğrudan manastırın varlığını tehdit etmeye yöneliktir. Manastır şu anda altı ayrı davayla, ayrı ayrı uğraşmaktadır.

    Manastır Süryani tarihinin bir mirasıdır bizlere. Kaç bin yıldır nice acılarla beraber kardeşçe yaşama da tanık olmuştur. Mezopotamya topraklarından yüzyıllardır kan fışkırıyor, acılar, yok oluşlar, zulümlerle sulanan bu topraklarda artık barış çiçekleri yetişmeli. Süryaniler işgalci değildir. Anavatanlarında korkusuzca ve de insanca yaşayabilmelidirler."

    İzmir Barış Meclisi olarak "dini inançları ne olursa olsun kadim topraklarda bu rengin yok olmaması için hep birlikte." İzmir'den Mezopotamya'ya doğru bir imza kampanyası başlatıldığı belirtilerek destek çağrısı yapılıyor.

    Manastır'a karşı açılan bir çok dava önümüzdeki haftalarda görülecek. Daha önce bölgede arazi tespiti için yapılan kadastro çalışmalarında, manastıra ait olan bazı arazi ve ormanlık alanların manastır mülkiyeti dışında bırakılması iddiasıyla açılan dava 19 Aralık'ta görülecek. ‘Köylülerin topraklarının işgal edildiği' gerekçesiyle açılan dava 31 Aralık'ta görülecek. Manastırın etrafının duvarla çevrilmesine ilişkin şikayetlere karşı, Manastır yetkililerinin açtığı, karşı davada 16 Ocak 2009'da görülecek.

    Evrensel, 17.12.2008

    BAKANLIK MÜZELER İÇİN BÖLGE DEPOLARI KURACAK





    Bakanlık, müzelerde sergilenmeyen tarihi eserleri 7 bölgede kuracağı bu merkezi depolarda saklayacak.

     

    2008 yılı sonuna kadar müze denetimlerini tamamlamayı amaçlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzelerin depolarında atıl durumdaki tarihi eserler için yeni bir proje üzerinde çalışıyor. Depoların tıka basa dolu olması ve eserlerin sağlıklı koşullarda saklanamaması nedeniyle bakanlık 'depo' sistemi getiriyor.

     

    Müzelerdeki mekan sıkıntısını giderecek projeye göre İstanbul'dan başlayarak bölge depoları oluşturulacak. Türkiye'nin 7 bölgesinde kurulacak depolar sayesinde yeni bir müze deposu sistemi geliştirilecek. Böylece mevcut müzelerin teşhir mekanları da artırılmış olacak.
     

    İstanbul, İzmir, Ankara, Antalya, Adana, Erzurum ve Diyarbakır başta olmak üzere 10 noktada bölge deposu yapılması planlanıyor. İki yıl içinde faaliyete geçirilmesi hedeflenen projeyle, müzelerin depolarında yer darlığından dolayı teşhir edilemeyen tarihi eserler yapılacak depolara taşınacak. Eserlerin zaman içinde buralarda sergilenmesi de planlanıyor.

     

    İstanbul Topkapı Sarayı'nda bulunan eserler ise yanında kurulacak depolarda sergilenecek. Bu amaçla İstanbul'da İç Tedarik Bölge Başkanlığı tarafından kullanılan depoların da bakanlığa devredilmesi için çalışmalar sürüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullandığı depoların devredilmesiyle birlikte Topkapı'daki depolarda bulunan tarihi eserler buralarda sergilenecek.

     

    Öte yandan Türkiye'nin kültür ve tabiat varlıklarının ortaya çıkarılması, korunması, belgelenmesi, bakımı, restorasyonu ve konservasyonlarının yapılması, gelecek kuşaklara aktarılması, ulusal ve uluslararası alanda tanıtılması amacıyla kazı ve yüzey araştırmalarına da devam ediliyor.

    Turizm Gazetesi, 17.12.2008

    'KAYIP HALKA'YI ORTAYA ÇIKARACAK KEŞİF

     

     

    Peru'da, Cerro Patap ören yerinde iki antik kültür arasında "kayıp halka"nın bulunmasını sağlayan antik bir kentin kalıntıları keşfedildi.

     

    Arkeologlar, Chiclayo sahil kentinden 22 kilometre uzaklıkta bulunan kalıntıların, 600-1100 yılları arasında yaşayan Vari kültürüne ait olduğunu düşünüyor.

    Bu ilk tahminlerin doğru olması halinde, Vari uygarlığı ile 100 ila 600 yılları arasında var olan Moche kültürü arasındaki bağlantının da keşfedilmiş olacağı üzerinde duruluyor.

    Araştırmacılar, kalıntılar arasında pişirilmiş çamur, giysi parçaları ile genç bir kadın cesedine ait iyi korunmuş kalıntılar da bulunduğunu belirtti.

    Başkentlerini And Dağları'nda bugünkü Ayaçuço yakınlarında kuran Vari halkının, büyük bir bölgede seyahat ettiği ve geniş yol ağları oluşturdukları biliniyor.

    Cnn Türk, 17.12.2008

    PAMUKKALE'DE SON YIKIM

     

    Pamukkale'de, termal havuzun etrafındaki son yapıların yıkımına başlandı.


    Dünya turizminin önemli merkezlerinden biri olan Pamukkale'de, 20 yıl önce yapılan restoran binası ile ısıtma ve enerji sistemlerinin olduğu bölümün yıkımına başlandı. Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 15 yıl önce alınan yıkım kararının ardından Pamukkale'deki otel ve diğer binalar zaman içerisinde tek tek yıkılmıştı. Koruma Kurulu'nun kararı çerçevesinde Pamukkale'de turistlerin en çok ziyaret ettiği antik havuzun çevresindeki yapıların yıkımı da başladı. Yıllardır yıkılması gündeme gelen Pamukkale'de bulunan antik havuz çevresindeki yapıların yıkımına geçen Şubat ayında Denizli eski Valisi Hasan Canpolat zamanında başlandı. Restoran binası ile ısıtma ve enerji sistemlerinin olduğu bölümün yıkımına turistlerin en az olduğu mevsime girildiği için yeniden başlandı. Özellikle yabancı turistlerin ilgi gösterdiği dört mevsim rahatlıkla girilip yüzülebilen antik havuzun kenarındaki yapının yıkımı titizlikle sürdürülüyor. Çevreye bir zarar verilmemesi için çatısından sökülmeye başlanan binada tüm parçalar tek tek elle sökülüyor.


    Denizli Özel İdare Genel Sekreteri Adem Oklu, turistlerin Pamukkale'ye en az geldiği mevsim olduğu için geçen şubat ayında başlayan yıkıma devam ettiklerini söyledi. Eski restoranın bulunduğu bölümün yıkımına başlandığını daha sonra kuzey ve güney kapılarında bulunan uzay çatılarının yıkımına geçileceğini belirten Oklu, "Denizli İl Özel İdaresi, Mimarlar Odası ve Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı'nın hazırladığı üç proje Aydın Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na gönderilecek. Koruma kurulunun seçeceği proje burada uygulanacak" dedi.

    Haber Ekspres, 17.12.2008

    2008 MODEL KLEOPATRA

     

    Mısırolog Sally Ann Ashton, Kleopatra’nın en gerçekçi üç boyutlu görünümünü bilgisayarda elde etti.

     

    Kleopatra’nın dijital görüntüsü, çok sayıda resim, eski anıtlardaki tasvirlerin ve Kleopatra’nın Mısır iktidarı yıllarına, 2000 yıl öncesine ait bir yüzükteki tasvirin bilgisayar programı aracılığıyla bir araya getirilmesiyle oluşturuldu. Sonuç 1961 yapımı Elizabeth Taylor’un canlandırdığı porselen Kleopatra’dan oldukça farklıydı;  dijital Kleopatra farklı etnik kökenlerin karışımı olan güzel bir melezdi. Çalışmanın sonuçları Kleopatra’nın Yunan kökeniyle Mısır’da yetişmesinin anlatıldığı bir belgeselde yayımlanacak. Cambridge Üniversitesi’nden Dr. Ashton, “(O) Tamamen bir Avrupalı değildi. Hatırlamalısınız ki, iktidara geldiğinde, ailesi 300 yıldır Mısır’da yaşıyordu” dedi.

    Milliyet, 17.12.2008

    2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTLİĞİ ŞEHRE GELEN TURİST SAYISINI ARTIRDI

     

     

    Yaklaşık bir yıl sonra dünyanın kültür başkenti olacak tarihi şehir İstanbul, 2010'un meyvelerini şimdiden toplamaya başladı. 2007 yılına göre 2008'de İstanbul'u ziyaret eden turist sayısı 1 milyon arttı.

     

    Geçen yıl 6 milyon 6 bin olan yabancı ziyaretçi sayısı, 2008 yılının Kasım ayı itibarıyla 6 milyon 600 bine ulaştı.

     

    İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Doç.Dr. Ahmet Emre Bilgili, bu yıl turist sayısının 7 milyon 200 bini bulacağını savunuyor. Bilgili, bir yılda bir milyon artan turist sayısının şaşırtıcı olmadığını söyleyerek, "İstanbul'un turizmi dingin bir hava yakaladı. İstikrara kavuştu. Kaldı ki önümüzde 2010 Kültür Başkenti yılımız var. Bu başkentliğin etkisini 2009'da daha iyi gözleyeceğiz." diyor.

    İstanbul'a gelen turistlerin yüzde 80'i Atatürk Havalimanı'ndan giriş yapıyor. 2008'in ilk on bir ayı gelen 6 milyon 585 bin ziyaretçinin 410 bini Karaköy Limanı'na gelen günübirlik ziyaretçilerden oluşuyor. Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan giriş yapan turist sayısı da önceki yıla nazaran yüzde 34 artarak 600 bine yaklaştı. Bu yıl 1 milyon Alman'ın ziyaret ettiği İstanbul'a toplam 230 farklı ülkeden turist geliyor. Bunların arasında Türkiye tarafından ismi duyulmamış onlarca ülkenin olması, İstanbul'un artık bir dünya kenti olduğunu gösteriyor.

    Zaman, 17.12.2008

    ROMA HAMAM KAZILARINDA ÖNEMLİ ESERLER

     

        

     

    Arkeologların açıkladığına göre, Roma dışında yer alan bir antik villa ve hamam kompleksinde yapılan kazılar, aralarında bir Yunan tanrısının büstünün de yer aldığı olağanüstü zengin buluntuları açığa çıkarttı.

    İlk olarak 1780 de keşfedilen Villa delle Vignacce’de yapılan kazılarda bulunan iki heykel şu anda Vatikan Müzesi’nde bulunuyor. 

     

    Öte yandan, aradan geçen bunca yıla karşılık, MS 1. yüzyıla tarihlenen ve içinde hamamların yanı sıra havuz ve kamu tuvaletlerinin de bulunduğu alanda yeni kazılar ancak iki yıl önce başladı.  

    O tarihten bu yana arkeologlar sütunlardan heykellere, mermer zemin döşemelerine, hatta camdan yapılmış mozaiklere kadar birçok buluntu keşfettiler.

    Kazıda görev alan arkeologlardan birisi olan Dora Cirone “Roma civarında bu denli iyi korunmuş bir kalıntı bulmak çok zor, çünkü çoğu ya tahrip olmuş veya soyulmuş. Şanslıyız ki, buradaki buluntuların çoğu zeminin altında kalmış ve kimse onlara ulaşamamış” demekte. 

    Reuters, Haber: Deepa Babington, 10.12.2008



    TARİHİ KONAĞA ZİYARETÇİ AKINI

     

     

    Bayramiç İlçesi'nde, Kaymakamlık tarafından restore edilerek müze haline getirilen, iki yüzyıllık tarihi Hadımoğlu Konağı'nı, altı ay içinde yaklaşık 10 bin kişi gezdi.


    18'inci Yüzyıl Osmanlı döneminde, Konya’nın Hadim İlçesi'nden gelerek yerleştiği Bayramiç’te dericilik yapan Mustafa ve Ahmet Hadımoğlu kardeşlerin yaptırdığı konak, 1973 yılında Milli Emlak tarafından varislerinden satın alınarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildi. Türk mimarisinin seçkin örneklerinden olan konağın ilk restoresi 1995- 1996 yıllarında yapıldı. Dış görünümüyle bir kaleyi andıran, iç bezemesi, ahşap işçiliği ve kalem işleri ile zengin bir görünüm taşıyan iki katlı konak, 1996 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Bayramiç Kaymakamlığı’na devredildi. Restore edilerek müze haline getirilen konak 2008 Yılı Haziran ayında ziyarete açıldı. Cumhuriyet Mahallesi Yanıkkule Sokak’ta bulunan konak bu dönüşümün ardından ziyaretçi akınına uğradı. Tarihi yapıyı  altı aylık sürede yaklaşık 10 bin kişi gezdi.

    Konağın yapımında Bayramiç’e 14 kilometre uzaklıktaki Kurşunlu Köyü'nde bulunan Skepsiz Antik Kenti’nden getirilen taşların kullanıldığını belirten Kaymakamı Mehmet Bahattin Atçı şunları söyledi:


    “Tarihi dokuda İlçe ve civar köylerinden toplanan materyaller de sergileniyor. Ziyaretçilerin ilgisini çeken en çarpıcı özellik altın yaldızlı tavan süslemeleri. Kazdağları’na gelen vatandaşlarımızı konağı görmeden gitmiyor. Girişte alınan 1 YTL gibi sembolik KÖYDES’e aktarılıyor. Özellikle hafta sonları konak ziyaretçi akınına uğruyor. Gelen ziyaretçilere çay, gözleme ve kahve ikramında bulunuluyor.”

    Radikal, Haber: Fatih Daldal, 16.12.2008

    "PARTİ BİNASI BEKTAŞİ MEZARLARININ ÜZERİNDE"

     

    Sütlüce’de bulunan Bektaşilere ait Karaagaç Tekkesi’ndeki kalıntı ve mezarlar üzerinde bina yapıldığı öne sürüldü. İddiaya konu olan binayı AKP İstanbul İl Başkanlığı geçen eylülde kiraladı. CHP iddiaları TBMM’ye taşıdı. 

     

    Karaağaç Tekkesi, 5 Mayıs 2006’da ‘korunması gerekli kültür varlığı’ olarak tescil edilmişti. Ancak aynı yıl, KİPTAŞ’ın başvurusu üzerine arazi yapılaşmaya açıldı. Aleviler karara tepki gösterdi. Büyükşehir Belediyesi, kalıntıların KİPTAŞ’a değil, Yapıtay İnşaat’a ait 2 No.lu parselde olduğunu açıkladı. Yapıtay İnşaat, 2007 ocak ayında burada bina inşa etmeye başladı. 

     

    Yeni iddiaya göre, inşaat sürerken bir vatandaş görüntü kaydı yaptı. Görüntülere göre, iskelet ve lahitlerin bulunduğu alanda inşaat sürdü. CHP’li Çetin Soysal dün Başbakan Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle verdiği önergesinde, “Bir kültür varlığı alanının yapılaşmaya açılmasının nedeni, AKP’nin Alevi açılımının bir parçası mıdır?” diye sordu.

    Radikal, 16.12.2008

    FATİH'TE BİNALARA OSMANLI STANDARTI

     

    Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, belediye meclisinin aldığı karar doğrultusunda, ilçedeki yapıların cephelerine standart getirdiklerini belirterek, “Fatih’te herkes imar kurallarına uygun inşaat yapabilir ama dış cephe mimarisini biz veriyoruz” dedi. Demir, inşaat yapmak isteyen vatandaşlara imar planlarına uygun ruhsatı verirken, nasıl bir cephe yapılabileceğine dair birçok mimari çalışmayı içinde barındıran bir CD’de verdiklerini ifade etti. Fatih’te, bina cephelerine BTB cam mozaik, PVC ve cam giydirmeye yasak getirdiklerini belirten Demir, şunları kaydetti: “Bu projeyi başlatmamızın sebebi, Fatih’in ilk İstanbul olması. Burası ilk fetih edilen yer. Böylesine bir yerin özel bir önemi var. Cephe mimarisinden, park ve bahçelerin aydınlatılmasına kadar, burada geçmiş medeniyetlerin yaşamış olduğunun görülmesini istiyoruz. İnsanlar tarihi yarımadayı dolaştıklarında, buraya saygı duymaları lazım.”
     

    “Fatih’i dikkatli incelediğimizde büyük bir değişikliğin izlerini görebilirsiniz. Şekilsiz yapılan binaların yanında dikkat çeken Türk-Osmanlı mimarisinin ögelerinin oluşturduğu yeni binaları görebiliyorsunuz” diyen Demir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Vatan Caddesi bizim prestij caddemiz. Bu caddede cephe iyileştirme çalışmalarına başladık. 2010’a İstanbul’u hazırlamak hedefimiz. Aynı zamanda bu şehrin kimliğini, kültürünü, tarihini, mimarisine yansıtacak çalışmalar gerçekleştirmek önemli. Fatih, Eminönü ile mukayese edildiğinde hiç hak etmediği bir konumdaydı. Fatih’in yaşayan nüfusunun avantajıyla, Eminönü’nün tarihten gelen avantajlarını birleştirip mükemmel bir tarihi yarımada gerçekleştireceğiz.”

    Türkiye Gazetesi, 16.12.2008

    BATTALGAZİ'YE KORUMA İMAR PLANI

     

    Malatya'nın eski yerleşim yeri olan, Selçuklu ve Osmanlı'nın yanı sıra daha önceki dönemlere ait tarihi yapıları da bünyesinde barındıran Battalgazi İlçesi'nde 3. Derece Arkeolojik SİT Alanı ve Etkileşim Alanının Koruma İmar Planı Hazırlanması işi ihaleye çıkarıldı.

    İl Özel İdare Genel Sekreterliği tarafından "İmar Projesi Hazırlama Hizmeti Alınacaktır" başlığıyla yayınlanan ilanda ihalenin 8 Ocak 2009 günü İl Özel İdare Destek Hizmetleri Müdürlüğü salonunda yapılacağı belirtildi.

    Battalgazi İlçesi SİT alanı koruma projesi çalışma sahasında gerçekleştirilecek olan işin, ihalenin sözleşmesinin imzalanmasından sonra 60 iş gününde tamamlanması öngörülüyor.

    Malatya Haber, 16.12.2008

    TARİHİ MAĞARA TAHRİP EDİLİYOR

     

    Bingöl'de kayalara oyularak yapılan 3 katlı ve 78 odalı tarihi Zağ Mağarası, hem define arayanlar hem de mağarayı ahır ve samanlık olarak kullananlar tarafından tahrip ediliyor. Bingöl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, Merkeze 45 kilometre uzaklıktaki Kuşburnu köyü kırsalında sarp kayalıkların oyulması sonucu oluşturulan Zağ Mağarası üç katlı ve 78 odadan oluşuyor. 

     

    Murat Nehri'ne bakan tarafı yaklaşık 300 metre yükseklikte bulunan mağaranın birinci katında zahire depoları, orta katta oturma odaları, en üst katta ise iki harem odası yer alıyor. Katlar arası geçişlerin yuvarlak bacalarla sağlandığı mağaranın en üst tarafında gözetleme kuleleri bulunuyor. Bugüne kadar hiçbir arkeolojik çalışmanın yapılmadığı mağaranın hangi dönemde, kim tarafından yapıldığı bilinmiyor. 

    Zağ Mağarası'nın yıllarca çevre köylerde yaşayanlar tarafından ahır ve samanlık olarak kullanıldığı, bu nedenle de birinci katta yaklaşık 15 santimetre kalınlığında hayvan gübresi birikintisi oluştuğu ifade ediliyor. Ayrıca define avcıları tarafından mağarada çok sayıda kazı yapıldığı, bu nedenle de mağaranın birçok yerinde tahribat meydana geldiği vurgulanıyor. 

     

    Bingöl Kültür ve Turizm Müdürü Şevket Boğatekin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, geçmişte sit alanı ilan edilen Zağ Mağarası'na yol yapılması için2008 yılı içerisinde İl Özel İdaresi'ne başvurduklarını ancak yolun programa alınmadığını söyledi.Mağaranın Bingöl'ün en önemli ve en eski tarihi mekanları arasında olduğuna dikkati çeken Boğatekin, "İl Özel İdaresi 2009 yılı programına Zağ Mağarası yolunu da alacak. Bugüne kadar mağarada araştırma yapılmadı. Önümüzdeki yıl mağaranın yolu yapılırsa biz de ilgili kurum ve kuruluşlarla birlikte mağarada çalışma başlatacağız" dedi.

     

    Kuşburnu köyü muhtarı Vahap Görgülü ise Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ile Erzurum Müze Müdürlüğü'ne mağaranın korunması için dilekçe verdiğini ancak herhangi bir sonuç alamadığını kaydetti. Kendi imkanlarıyla mağarayı korumaya çalıştıklarını ifade eden Görgülü,"Bizim de fazla imkanımız yok. Yaklaşık 12 yıldır bu köyün muhtarıyım.

     

    Bugüne kadar defineciler dışında mağaraya gelip inceleme yapan yok. Mağaraya define aramak için gelenler büyük zarar verdi. Bazı vatandaşlarımız da mağaranın alt katına hayvanlarını koyuyor, bazıları ise burayı samanlık olarak kullanıyor" diye konuştu. 

     

    Mağaranın birinci katında hayvan gübresi birikintisi oluştuğunu dile getiren Görgülü, "Bu bizim değerimiz bunu korumalıyız. Devletimiz lütfen bu değere sahip çıksın. Bu mağara ilimize turist çekmek için de kullanılır. İnsanlar gelip burayı görmek isterler" dedi.

    Yeni Şafak, 16.12.2008

    SELÇUKLU ESERİ KARGIHAN ONARILARAK KÜLTÜR TURİZMİNE KAZANDIRILMAYI BEKLİYOR





    Antalya'nın Manavgat İlçesi Beydiğin köylüleri, Anadolu Selçuklu şaheseri Kargıhan'ın köy tüzel kişiliğine kazandırılarak kültür turizmine açılmasını istiyor. Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan Kargıhan'ın Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından 1230-1245 yılları arasında yaptırıldığı belirtiliyor.

     

    Antalya'ya 73, Manavgat'a ise 36 kilometre uzaklıkta bulunan Beydiğin Köyü'ndeki Kargıhan, Manavgat-Konya arasında yıkılmayan tek Selçuklu hanı. Beydiğin Köyü muhtarı İbrahim Karabacak, köylerinin sınırı içinde olan hanın Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtları arasında bulunmadığını, uzun yazışmalar sonucunda 2 yıl önce Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu'ndan bir heyetin handa inceleme yaptığını söyledi. Eserin Beydiğin Köyü tüzel kişiliğine bağlanması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na yazı yazdığını dile getiren Karacabak, şu bilgileri verdi: "Selçuklular devrinde yapımı 15 yılda tamamlanan 778 yıllık hanın kültür turizmine kazandırılmasını istiyoruz. Köy sınırları içinde yer alan hanın köyümüzde kalması için toplu imza topladık. İmzaları Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Antalya milletvekillerine gönderdik. Bakanlık 778 yıllık hanı onarırsa bölgemiz kültür turizminde cazibe merkezi olacağına inanıyorum. İsveç'ten Almanya'dan, İngiltere'den Danimarka'dan ve Norveç'ten hanın yapısını incelemek için mimar ve restoratörler geliyor. Hanın tek kişilik 44 odası, mescidi, misafir ağırlama holü, yer altı sıcak su sistemi, hamamı ve mal satım alanları halen günümüzde orijinalliğini koruyor."

     

    AKP Antalya Milletvekili Sadık Badak da, Kargıhan'ın kültür turizmine kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'la görüşeceğini söyledi. Anadolu topraklarında binlerce tarihi eser ve kültür ve tabiat varlıklarının keşfedilerek turizme kazandırılmasını beklediğini ifade eden Badak, hanın tarihi ipek yolunda Konya-Antalya ulaşımda önemli yeri olduğunu kaydetti. Badak, "Hanın kültür turizme kazandırılması için Ankara'da özel çaba harcayacağım. Han başlı başına Anadolu Selçuklu şah eseri. Köyün doğal güzelliği eko, trekking, doğa sporları ve kültür turizmine elverişli. Bu güzel yapıtı dünyaya tanıtmamız gerekir." diye konuştu.

     

    Köyün tarihi bilgilerinin 11'nci yüz yıla kadar dayandığını belirten tarih öğretmeni Ali Haydar Minnetoğlu, Beydiğin isminin Oğuzların Beydili boyundan geldiğini ifade etti. Selçuklular ve Osmanlılar devrinde Konya-Antalya yol güzergahının yol güvenliğinin ana karargahını Beydiğin Köyü'nün oluşturduğunu belirten Minnetoğlu, bölgede 3 han, 750 yıllık 8 su kemeri ve köprü bulunduğunu söyledi. Minnetoğlu, Beydiğin'in 93 Harbi ve 1.Dünya Savaşı'nda 44 şehit verdiğini bildirdi.

     

    Eski köy muhtarı Hasan Yaşar Özkaya, Manavgat eski Kaymakamı Mehmet Çapraz'ın Kargıhan'ın köy tüzel kişiliğine kazandırılması için çok çaba sarf ettiğini kaydetti.

    haberler.com, 16.12.2008

    BİLİNMEYEN ANTİK BİR UYGARLIĞIN PİRAMİTİ

     

     

    Arkeologların bildirdiğine göre, yakın zamanda Meksika’da bulunan bazı heykeller şimdiye dek varlığı bilinmeyen  yepyeni bir medeniyete ait olabilirler. Oldukça büyük bir kanyon olan Tulancingo Vadisi’nde ilk olarak 15 yıl kadar önce bulunan bu 41 eser Meksika Antropoloji ve Tarih Enstitüsü’nden Carlos Hernández’in açıklamasına göre bu vadide daha önceden bilinen hiçbir uygarlığa ait değil. Birçok figür, elleri dizlerinde oturur şekildeler. Bazılarının saçları yapılı, başlarında konik şapkalar var. Tüm heykeller kum,kireç ve suyun karışımı ile oluşan çamurdan yapılmış. Tümünün yapımı Epiklasik olarak isimlendirilen MS 600-900 yılları arasına tarihleniyor. Bulundukları bölgenin ismiyle “Hidalgo Kültürü” olarak anılan bu kültüre ait eserlerin büyük kısmı, menşei arkeologlar arasında sürekli olarak tartışma konusu olan Huapalcalco Piramiti civarında ele geçti. Bu piramidin oranları da, inşa tarzı da bölgede o dönem egemen olan Toltec ve Teotihuacan kültürlerinin yapılarına uymuyor. Aynı şekilde, heykellerin dışında, piramit civarında bulunan çanak çömlek parçaları da bu kültürlerin eseri değil. Bu bulgular ışında uzmanlar artık yepyeni bir uygarlıkla karşı karşıya olduklarını kabul ediyorlar. 

    National Geographic News, Haber: Alexis Okeowo, 08.12.2008

    KÜLTÜREL MİRAS ROBERT WITTMAN'A MİNNETTAR





    Bob Wittman, 1989'dan bu yana sanat suçlarıyla savaşımın ön saflarında yer alıyor. Parlak meslek yaşamı boyunca, bir düzineyi aşkın ülkeden, 100 milyon sterlini aşkın değerde çalınmış sanat yapıtını kurtardı. 

     

    Rembrandt, Goya, Breughel ve Rothko tabloları, Geronimo’nun kartal tüylü savaş başlığı ve İnka'lara ait altından zırh parçası, yeniden müzelere kazandırdığı eserlerden yalnızca bazıları.

    BBC muhabiri Simon Worrall, FBI ajanı Bob Whitman'ın Philadelphia'daki Upper Holmesburg'da, bir lokantada düzenlenen emeklilik törenine katılan gazetecilerden biriydi. Worrall, ajan Whitman'ı şöyle anlatıyor: 

     

    Sanat uzmanlarından, küratörlerden, müze güvenlik şeflerinden, 9 milimetrelik Glock tabancalarını özel giysileri altında gizleyen FBI ajanlarından geçilmiyor. 

     

    Pek az kimsenin adını işitmiş olduğu ve işitenlerin de pek azının tarif edebileceği ya da tanıdığı bir kişiye veda etmek için düzenlendi bu toplantı. Özel ajan Robert Wittman, böyle olmayı tercih etmiş hep. 

     

    20 yıla yakın zamandır, kendisine, genellikle Mafya’yla ve Kolombiyalı uyuşturucu kartelleriyle ilişkili bir sanat eseri dolandırıcısı süsü vererek hareket eden Wittman, yaşamı boyunca birçok gizli operasyon gerçekleştirdi ve sanat yapıtlarını kendisine satmaları için birçok suç şebekesini kandırdı. 

     

    Bob'un kimliğini koruması, bir ölüm kalım meselesi... Giriştiği operasyonlardan birinde, Kopenhag'daki bir otel banyosunda Rembrandt'a ait bir tabloya sıkı sıkıya sarılmış halde saklanıyordu. Zira tam o sırada Danimarka özel timleri, Wittman'a, Rembrandt'ın 1630 yılından kalma 'Kişisel Portre'sini satma aşamasında olan, Irak doğumlu gangster Baha Kadhum'u tutuklamak üzere odaya baskın düzenliyordu. 

     

    Bakır üstüne yapılmış olan, kitap boyutlarındaki on milyonlarca sterlin değerindeki tablo, son yıllarında en cesur sanat hırsızlıklarından biri sırasında, İsveç Ulusal Müzesi'nden çalındı. 

    Söz konusu müze, bir yarımadanın ucundaki, Rönesans döneminden kalma sarayda yer alıyor. Dört bir yanı sularla çevrili. İsveçli aileler Stockholm’ün Noel pazarlarını gezer, donmuş göller üzerinde buz pateni yaparken, Kadhum ve arkadaşları, saraya giden tek yolu, bir taşıtı ateşe vererek kapattılar. Kayak maskeleri giyen çete, silahlarını havaya doğru sallayarak binayı bastı, Rembrandt'ın 'Kişisel Portre'sini ve iki Renoir'ı duvardan indirip sürat motoruyla kaçmayı başardı. 

    Sanat hırsızlığı, büyük iş günümüzde. Yılda 1 ile 4 milyar sterlin arasında bir para kazanıldığı tahmin ediliyor bu piyasada. Ve halen, uluslararası suçlar arasında, uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı ve kara para aklamadan sonraki en büyük faaliyet olarak yer alıyor. 

     

    Avrupa'da çalınan tablolar, Japonya veya Amerika'da ortaya çıkıyor. Tabloları taşımak kolay. Tanımak ise zor. 

     

    Bir hırsız, gümrük memuru tarafından sıkıştırılacak olsa bile, pekala, "bit pazarından aldım, karım için" deyip savuşturabiliyor. Ve şimdilik 'Eski Ustalar'ı koklayabilecek şekilde eğitilmiş bir av köpeği bulunmuyor gümrüklerde... 

     

    Federal Soruşturma Bürosu FBI'ın Sanat Suçları Ekibi, ABD'de 12 ajan görevlendiriyor. İngiliz güvenlik güçlerinin dört, Fransa'nın ise 30 dedektifi var. Tabii miras aldığı dev kültürel hazinenin değeri düşünüldüğünde, İtalya'nın dünyadaki en büyük sanat hırsızlığıyla savaşım ekibine sahip olmasına şaşmamak gerek. İtalya'da 300 polis özel olarak sanat yapıtı avına çıkıyor. Bu gücün içinde helikopterlerle, arkeolojik alanları gözetim altında tutan ajanlar da yer alıyor. 

     

    Bob, meslek yaşamının çoğu kısmında yalnız başına çalıştı. Bob'un son görevlerinden biri, Irak ve Afganistan'dan yağmalanan sanat ürünlerinin ya da arkeolojik kalıntıların satışıyla, İslamcı terör örgütleri arasındaki bağlantıları araştırmaktı. 

     

    Bob Wittman, bir casus gibi çalışıyor. Dostluk kuruyor ve sonra da ihanet ediyor. Bu işi yapabilmek için, tilki gibi kurnaz davranmak, tatlı dilli olmak, çelik gibi sinirlere sahip bulunmak ve son derece inandırıcı bir şekilde kendisini bir başkasıymış gibi göstermek şart. 

     

    Ve bir de kolayca unutulabilecek bir yüze sahip olmak. Yüzde yara izi bulunmamalı, kulaklar boksörlerinki gibi çok darbe yemiş olmamalı, insan orta boylu, normal yapıda olmalı... Amerikalıların 'sıradan Joe' dedikleri türden bir bakıma... 

     

    Kalabalık bir odada, diğer insanların arasına kolayca karışan, göze çarpmayan biri. Ve şimdi 53 yaşında olan bu soyguncular kralı, tabancasını bırakarak, kitap yazmaya; karısı ve üç çocuğuyla daha fazla zaman harcamaya hazırlanıyor. Emekliliğinde bile fotoğrafının çekilmesine izin vermeyecek Bob. Kendisine yeni bir meslek seçmiş, özel sanat güvenlik danışmanı olduğunu söyleyecek soranlara. 

     

    Hala kimliğini gizlemesini gerektiren durumlar olabilir. Birçok mahkumun, kendilerini demir parmaklıklar arkasına attıran bu tatlı dilli FBI ajanının gerçek kimliğini öğrenmek için yanıp tutuştuğuna kuşku yok. 

     

    Wittman, kendisine niçin böylesine tehlikeli bir iş seçtiğini sorduğumda, "İnsanlığın kültürel varlığını korumak için" diye yanıt veriyor. Ve sürdürüyor: "Her ülkenin farklı kültürel mirası var. Bunları kurtarmak, hepimizi, insan olarak yakınlaştırıyor. Konu sanat olunca, bu çok daha köklü, bizi derinden etkileyen duygusal bir olay..."

    Radikal, 15.12.2008

    AVUSTURYA ILISU'DAN ÇEKİLDİ; HASANKEYF KURTULUYOR MU?





    Hasankeyf’i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı’na kredi veren ülkelerden Avusturya projeden desteğini çektiğini açıkladı. Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger, Avusturya ulusal televizyon kanalı ORF’nin ana haber bülteninde yaptığı açıklamada Türkiye’nin gerekli şartları yerine getirmemesi nedeni ile Ilısu Barajı Projesi’nden çekildiklerini açıkladı. 

     

    Baraj karşıtı aktivistlerin önceki gün Ilısu Barajı’na kredi desteği veren Avusturyalı bankayı işgal etmesinin ardından ulusal televizyon kanalı ORF’nin ana haber bültenine katılan Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger yaptığı açıklamada, Türkiye’nin 153 şartın hiçbirini yerine getirmediğini belirterek “Bir taraf şartları belirlediyse (150’den fazla şart belirlendi) ve bu şartlar yerine getirilmediyse proje finanse edilemez. Benim için Avusturya bu ortaklığa artık son vermiştir” dedi. Aynı programda baraja finans desteği veren Oesterreichische Kontrollbank’ın (OeKB) direktörü Rudolf Scholten de Türkiye’nin projenin şartlarını yerine getirmediğini kabul etti. 

     

    Doğa Derneği Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Bu, Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin çok uzun zamandır beklediği bir haber. Bu karar kampanyamız açısından büyük bir dönüm noktası. Hasankeyfli’ler ile birlikte Doğa Derneği, Türkiye’nin Ilısu baraj projesini iptalederek bu korkunç hatadan geri dönmesini ve Hasankeyf’in UNESCO’nun Dünya Miras Listesi'ne eklenmesini talep ediyor. Şimdi başta hükümet olmak üzere herkes bu tarihi mirasa ve doğal zenginliğe sahip çıkmalıdır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan böyle bir kararla hem Türkiye’nin doğal ve tarihi mirasına sahip çıkmış, hem de alternatif bir kalkınma vizyonu ortaya koymuş olacaktır” dedi. 

     

    Doğa Derneği bir hafta önce belirlenen şartların ihlal edilerek, baraj inşaatının başladığını fotoğraflarla duyurmuştu. 

     

    Ilısu Barajı 

     

    Yer: Güneydoğu Anadolu, Suriye ve Irak sınırına yaklaşık 65 km uzaklıktadır

    Nehir: Dicle

    Barajın yüksekliği: 135 metre

    Barajın uzunluğu: 1820 metre

    Baraj gövdesi/alanı: 313 km2

    Üretim gücü/kapasitesi: 1200 MW

    Elektrik: 3800 GWh/yıl (Türkiye enerji ihtiyacının %2'si)

    Maliyeti: 2 Milyar Euro

    Etkilenecek nehir yatağı: 400 km (Dicle ve Dicleya akan yan sular ve kolları)

    İnşaa süresi: Yaklaşık 8 sene

    Ön görülen başlama tarihi: 2008

    Kullanılabilirlik Süresi: 50-80 yıl 

    Projenin Ortakları:

    İhaleyi veren: DSI- Devlet Su İşleri

    Ülkeler/mali sorumluluk: Avusturya (Kontrollbank AG - ÖKB), Almanya (Euler Hermes) ve Isviçre (Isviçre Export Risk Garantisi - SERV)

    Firmalar: Andritz AG (Avusturya)- Konsorsuyum başkanlığı

    İnşaat Firmaları: Züblin AG (Avusturya/Almanya), Alstom Ltd., Stucky, Maggia, Colenco (Isvicre), Nurol, Cengiz, Celikler, Temelsu (Türkiye)

    Bankalar: Bank Austria Creditanstalt (Avusturya), DekaBank (Almanya)Finansman Société Générale (Fransa), Garanti Bankasi ve Akbank (Türkiye)

    Yapı, 15.12.2008


    ******


    ILISU-HASANKEYF İKİLEMİ (1)

     

    Cumartesi günü gazetemizin 16. sayfasında “Yurt Haberleri Servisi”nin “yurtdışından” verdiği haberin başlığı “Hasankeyf kurtuluyor” idi. Başlığı görünce “Gözümüz aydın!” dedim, kendi kendime! Haberi heyecanla okuduktan sonra güldüm! 

     

    Haberde Hasankeyf’i sulara gömecek Ilısu Barajı’nı yapıp finanse edecek üç ülkeden biri olan Avusturya’nın Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger, bir TV kanalına “Belirli koşullar yerine getirilmediyse bu proje finanse edilemez. Avusturya bu ortaklığa son verdi” demişti. Bu üç ülkenin baraj yapımcıları ile bankalarına “devlet güvencesi” verenlerden biri olan Avusturya, çok para kazanacağı bu ortaklıktan nasıl çekilirdi? “Vallahi hayret doğrusu!” demeye kalmadı, bir başka gazete, ortaklardan İsviçre ve Almanya’nın da kararlarını hafta içinde açıklayacaklarını bildiriyordu! 

     

    Ama “Yurt Haberleri Servisimizin” dikkatinden kaçan önemli noktanın belgesi ekteki resimde görülüyor. 5 Ağustos 2006’da “kredisiz miredisiz, parasız pulsuz” Ilısu Barajı’nın temelini atan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın DSİ’si baraj inşaatını harıl harıl sürdürdü! Baraj inşaatına geçilmeden önce suların denetlenmesi amacıyla öngörülen “yönlendirme tünelinin” ilk aşaması, yöre halkına “köprü yapıyoruz” denilerek tamamlanmak üzere. 

     

    Avusturyalı Bakan “belirli koşulların yerine getirilemeyişinden” söz ediyor. “Ilısu-Hasankeyf” bağlantılı özel arşivimdeki ilk gazete kesiti, 1988 yılında Cumhuriyet gazetesinin tüm arka sayfasını kaplayan İsmet Berkan’ın sorunun her açısını kapsayan “Gelecek uğruna feda edilen Hasankeyf” yazısı dahil, yerli ve yabancı basından birkaç yüz haberi kapsıyor. Arşivi taradığımda bu üç devletin, mühendislik firmaları ile parayı bastıracak bankaların barajla ilgili 153 soruyu yanıtlaması için “Erdoğan hükümetine” 60 gün süre verdiklerini öğrendim. Geçtiğimiz martta üç ülkeden uzmanlar yörede ve Ankara’da bu sorulara da yanıt aramışlardı. Ekimde Bern’de konuştuğum, sonra Ankara’ya gelen İsviçre Cumhurbaşkanı Pascal Couchepin, şöyle demişti: 

    “Arkeolojik bölgelerin korunması, yöre halkının başka yerlere yerleştirilmesi ve çevre konularında ne gibi önlemlerin alındığını, kredi riskine karşı verilecek güvenceyi Ankara’da Türk hükümetine soracağız. 

     

    Tarihe ve arkeolojiye ilgim olduğu için çeşitli zamanlarda gittiğim Türkiye’nin her yerinde arkeolojik kalıntılar var. Aynı zamanda Türkiye’nin de enerjiye gereksinimi var. Büyük tarihi değeri olan yerlere önem veriliyor. Örneğin Efes’te fabrika kurulması hiç gündemde değil. Önemli olan önceliklerdir ve öteki bölgelerde Türkiye’nin belirlediği öncelikleri değiştirmesini isteyemeyiz.” 

    Üç ülkenin Ankara’ya verdiği süre 12 Aralık’ta bitti! İsviçre, birinci elden Ankara’da bu sorulara yanıt alamamıştı. Avusturyalı bakan, iki yıl önce 5 Ağustos’ta barajın temelini “boşluğa” atarken, haklı olarak “Türkiye’nin enerji alanında kaybedecek 1 günü daha yoktur” diyen Erdoğan’ın “blöfünü” yutmamıştı! 

     

    Peki, Türkiye bu soruları neden yanıtlamadı? Ankara neye güveniyordu? Bu üç ülkenin Ankara’daki yüksek düzey diplomatlarından birinin bana söylediğine göre Türkiye, “Ilısu Barajı’nın yapım ve finansmanı” konusunda Çin Halk Cumhuriyeti ile bağlantıya geçmişti! 

     

    Tarihin İçindeki Ilısu Barajı! 

    Ilısu, Atatürk Barajı’ndan sonra Türkiye’nin 2. büyük barajı olarak öngörülüyor. 1200 mv kurulu gücüyle yılda 3.8 milyon kvsaat, bir başka deyimle Atatürk Barajı’nın yaklaşık yarısı kadar elektrik üretirken, 4. büyük “hidro elektrik santralı (HES)” olarak planlandı. Tümü yabancı krediyle karşılanarak 1.2 milyar Avro’ya mal olacak. Ekonomiye yılda 300 milyon dolarlık katkı, Diyarbakır, Batman, Mardin, Siirt, Şırnak’a 150 milyon dolarlık girdi, 7 yıllık yapım boyunca 10 bin kişiye iş sağlayacak. 

     

    Erdoğan’a göre baraj, “Ilısu denizini” yaratacak, “Bölgenin havasına olumlu tesirde bulunarak çevreyi yeşillendirecek, göletinde balık tutulup sandalla gezilebilecek”. Çünkü 138 m. yüksekliğindeki baraj tamamlandığında 300 kilometrekarelik bir alan su altında kalacak. 

    Petrolü, doğalgazı olmayan; kalkınma için sanayileşmesi ve sanayileşmesi için de enerjiye gereksinimi olan 70 milyon nüfuslu bir ülkede hiç kimse bir barajın yapımına elbette karşı çıkamaz. Ancak! Ilısu Barajı bugünkü bir olay değil. Yarım yüzyılı aşkın bir süredir DSİ’nin ve Türkiye’nin gündeminde yılan öyküsüne dönen bir tasarım! Konuyu daha iyi anlamak için tarihsel gelişimine göz atalım. 

     

    1954... DSİ masa üzerinde Ilısu’yu tasarlamaya başladı. 

     

    1971... Yöredeki araştırmalar tamamlandı. 

     

    1982... Tasarım bitti ve altı yıl sonra yatırım programına alındı. 

     

    1988… Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Altan Akat, DSİ’ye barajın yörede arkeolojik alanlara zarar vereceğine ilişkin Anıtlar Kurulu’nun kararlarını bildirdi. Bu olgular dikkate alınacak biçimde tasarım gözden geçirilmeliydi. İstek dikkate alınmadı! 

     

    1989... ODTÜ, Türk ve yabancı arkeologları yörede araştırmaya ve kurtarma kazılarına yönlendirdi. Hasankeyf başta olmak üzere 40 kadar höyüğün doğrudan etkileneceği birkaç yıl süren araştırmalarda saptandı. Bugüne değin 289 yerden ancak 14’ü irdelendi. Daha 600 kadar yerde araştırma yapılmalıydı. Hasankeyf, Ilısu Barajı’nın kurbanları arasında yalnızca öne çıkan bir “simge” idi. 

     

    Çevre uzmanları da yörede doğal ortama zarar verilecek noktaları araştırdı. 29 köy, 50 mezranın etkileneceği belirlendi. Kimilerine göre 10-25 bin, PKK’nin Avrupa’daki açıklamalarına göre 78 bin kişi zorunlu olarak göç ettirilecekti! Bu kaynaklara göre “Türk hükümeti bölgedeki etnik yapıyı değiştirmeyi” amaçlıyordu! 

     

    Fırat ve Dicle üzerinde öngörülen baraj tasarımlarına en çok tepki suları azalacak Irak ve Suriye’den geldi. Bu konu 2009’da İstanbul’da yapılacak “Dünya Su Kongresi’nin” temel konularından birini oluşturacak. 

     

    1997... İsviçre, Avusturya, İngiltere, İtalya, İsveç mühendislik şirketleri ve bankaları 1.2 milyar Avro’luk tasarımı gerçekleştirmek için bir “konsorsiyum” kurdular. Hedef, Türkiye’ye bir kuruş harcatmadan krediyle barajın anahtarını teslim etmekti. 

     

    2000... İsveç, tasarıma tepki gösterenlerle birleşen yerel sivil toplum örgütlerinin baskısıyla “konsorsiyumdan” çekildi. 

     

    2001... Aynı nedenlerle İngiltere ve İtalya da vazgeçti. 

     

    2002... İsviçre’den kredi verecek olan UBS bankası da çekildi. 

     

    2005... Türk ve Alman firmalarının katılımı ile İsveç ve Avusturya ile birlikte yeni bir “konsorsiyum” kuruldu. 

     

    5 Ağustos 2006... Üç ülkenin daha kredi verip vermeyeceğini kararlaştırmadan önce, ortada para-pul yokken Başbakan Erdoğan Ilısu’nun temelini atarken “Ilısu Barajı’nı kimlerin istemediğini çok iyi biliyoruz” dedi. 

     

    14 Ağustos 2007... Enerji Bakanı Dr. M. Hilmi Güler, üç ülkenin hükümetlerinin “devlet hazinesinden güvence” verdiklerini de öngören barajın yapım anlaşmasını büyükelçileri ile imzalarken “Ilısu bir prestij, gurur ve kararlılık projesidir” dedi. Yarım yüzyıllık bir kararlılık! Türkiye ile birlikte 4 ülkenin, 14 firmanın temsilcileri, 11 bin sayfalık sözleşmenin her sayfasını imzalayıp 245 bin “paraf” attılar! 

     

    12 Aralık 2008... Üç ülkenin Türkiye’ye yönelttiği 153 soru yanıtlanmayınca Avusturya hükümeti bu kadar imzadan sonra konsorsiyumdan çekildiğini açıkladı!

    Cumhuriyet, Yazı: Özgen Acar, 16.12.2008


    ******


    ILISU-HASANKEYF İKİLEMİ (2)

     

    54 yıldır gündemde olan Ilısu Barajı konusunda salı günkü “birinci” bölüm yazımızda şöyle demiştik: “Petrolü, doğalgazı olmayan; kalkınma için sanayileşmesi ve sanayileşmesi için de enerjiye gereksinimi olan 70 milyon nüfuslu bir ülkede hiç kimse bir barajın yapımına elbette karşı çıkamaz. Ancak!”

     

    Gün geçmesin ki basınımızda “nükleer santrala”, “termik santrala” karşı çeşitli haber ve yazılar çıkmasın.. Nükleer ve termik santrallara “hayır”! “Samsat”ı, “Zeugma”yı yok eden Birecik Barajı’na “hayır”! Allianoi’yi gömen Yortanlı Barajı’na “hayır”! Bölgenin simgesi Hasankeyf’ten de önemli bazı noktaların yer aldığı 600 ören yerini etkileyen Ilısu’ya da “hayır”!

     

    Bu koşullar altında Türkiye nasıl kalkınacak? Enerji sorununu milyarlarca dolar ödeyeceği petrol ve doğalgazla mı çözecek? Taşıma su ile değirmen döner mi? Hem baraj yapılmalı, hem de çevre ve tarihsel miras korunmalıdır. Bu bir çelişki değildir. İstenirse bal gibi yapılır. Yapılmaktadır da… Nasıl yapıldığına iki örnek verelim!

     

    Birinci Örnek: BTC Boru Hattı

    Baku-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattının yapımı için uluslararası “konsorsiyum”, üç ülke ile yaptığı anlaşmaya önemli bir koşul koydu. 1730 km uzunluğundaki hattın geçeceği yol boyu önceden; çevre, tarihsel miras, insan yerleşmeleri açısından araştırılacak, buluntulara göre planda sapmalar yapılacaktı. Hattın 1070 km’si Türkiye’den geçiyordu. Bu koşul yabancıların zoru ile Türkiye’de ilk kez uygulanacaktı!

     

    Bu koşul gereği, Türkiye bölümünün ana yüklenicisi BOTAŞ 2002’de Kültür Bakanlığı ile bir protokol imzaladı. Gerek Türk yasaları, gerek uluslararası kültür kurumlarının tüm koruma kurallarına uygun olarak önceden arkeolojik kurtarma kazıları yapılacaktı. Gazi Üniversitesi’nde bir araştırma merkezi kuruldu. İnşaat başlamadan önce sınırdan Ceyhan’a kadar yol boyunca 334 arkeolojik nokta saptandı. Yapım sırasında “rastlantısal” 38 yer daha bulundu. Boru döşenirken tarihsel kalıntılara “rastlanınca” hattın yönü değiştirildi. Kazılardaki buluntular yol boyundaki beş müzede gururla sergilendi. Buluntular yayımlanıyor.

     

    Sonrasında petrol Baku’dan Ceyhan’a gürül gürül aktı. Çevrecilerden, bölgedeki etnik nüfustan, arkeologlardan çıt çıktı mı? Yabancı devletler, kredi kurumları bu tasarımdan çekildiler mi? Çünkü koruma koşullarını Türkiye’ye onlar koymuşlardı!

     

    İkinci Örnek: Marmaray

    İstanbul’da kitle ulaşımına önemli katkı yapacak olan, Halkalı ile Gebze’yi bağlayacak 76.3 km’lik “Marmaray” tüp geçit inşaatı olanca hızıyla ilerliyor. Yaklaşık 3 milyar dolara mal olması öngörülen Marmaray’a en büyük mali desteği Japon Kredi Kuruluşu JPIG, 941 milyon dolarla sağladı. Gerisini Avrupa Yatırım ile Avrupa Konseyi Yatırım Bankaları verdiler. Bugün demiryolu-feribot-demiryolu ile ve beklemeler dışında 184 dakikada yapılan ulaşım Marmaray’la 105 dakikaya inecek, önemli ölçüde akaryakıt tasarrufu da sağlanmış olacak.

     

    JPIG; Demiryolları, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü (DLH) ile kredi anlaşmasına önemli bir koşul koydu. Koşul, dünyada üç ayrı imparatorluğa başkentlik yapmış tek kent olan İstanbul’un toprak altındaki tarihsel mirasının korunmasına ve tüpün denizaltı akıntıları ile canlı yaşamını olumsuz etkilerinin araştırılmasına öncelik verilmesini öngörüyordu.

     

    UNESCO gözetiminde, arkeolog ve çevre uzmanlarınca çalışmaların inşaattan önce adım adım ilerleyebilmesi için ödenek ayrıldı. JPIG’nin “oluru” alınmadan DLH hiçbir adım atamayacaktı. Marmaray’ın geçeceği yol boyu belirlendi. Arkeologlar Üsküdar ve Yenikapı’da 2004’te kazılara başladılar. Üsküdar’da önemli kalıntılar ortaya çıkarıldı. Kazıların verileri ışığı altında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı ile bazı noktalarda planda değişikliğe gidildi. Yenikapı’da 24 dönümlük alandaki kazılar, 24 saat boyunca üç ayrı grupla JPIG’nin öngördüğü biçimde Koruma Kurulları’nın denetiminde ve izniyle sürdürülüyor.

     

    Günümüzden 8400 yıl öncesinin ilk İstanbullusundan, Osmanlı kuşatması öncesinde Bizans’a yardıma gelen tekne ve yüklerinin olağanüstü buluntularının yanı sıra “tsunami” olgusuna da rastlanınca jeologlar, deniz bilimcileri de devreye girdi. Buluntular gururla sergilendi. Çeşitli kitapların ilk ciltleri dünya bilim insanlarına sunuldu.

     

    Marmaray’da ikinci sorun, batırılacak tüp nedeniyle Boğazın derinliklerinden 1 milyon m3 toprak çıkarılması ile ilgiliydi. Boğaz sularında tortu, kirlenmenin yanı sıra balık göçlerine de olumsuz etki yapacaktı. Balıklar ilkbaharda Boğaz’ın derinlerinden Karadeniz’e, sonbaharda ise yüzeye yakın tabakalarda Marmara’ya göç ediyorlardı. Bulanıklık, suda 100-150 m’lik bir kirli bulut şeridi oluşturacaktı. Benzerine Danimarka-İsveç Tüp Tüneli’nde de rastlanmıştı. Bulut şeridinin 200 metrenin altında olmasının göç yollarını olumsuz etkilemeyeceği anlaşıldı.

    Çevrecilerden, bölgedeki nüfustan, arkeologlardan çıt çıktı mı? Yabancı devletler, kredi kurumları bu tasarımdan çekildiler mi?

     

    Yeni Bir ‘Hayır’ Gündemde mi?

    Eğer BTC Boru Hattı ile Marmaray tasarımlarında yabancıların Anadolu’nun tarihine, doğasına ve insanına gösterdiği ilgi ve özeni bugüne kadarki Türk hükümetleri gösterebilselerdi bugün Samsat, Zeugma, Allianoi sular altında kalmazdı. Dönemin siyasal iktidarlarının yerel çıkarları nedeniyle barajların yerlerini saptamadaki davranışları olmasaydı, arkeologların ve çevrecilerin de mühendislerin önünde yürümeleri sağlanabilseydi bugün kimse Ilısu Barajına karşı çıkmazdı.

     

    Önümüzdeki günlerde gazete başlıklarını yeni bir “hayır” dalgası kaplayacak. Haydarpaşa-Sarayburnu arasında 1.1 milyar dolara mal olacak Marmaray benzeri bir tüp geçidinin ihalesi sonuçlandı. Köprülerin yükünü azaltmayı amaçlayan 3.3 km’si denizin altında olacak 5.4 km uzunluğundaki bu tüpten lastik tekerli araçlar yararlanacak. Hattın ihalesini Türk ve Güney Kore ortaklığı kazandı. Hattan günde 75 bin araç yararlanacak. İhalesi altı kez ertelenen bu tasarımın anlaşmasında BTC ya da Marmaray’da yabancıların koyduğu çevre ve arkeoloji koşulu var mı, yok mu? Bu konu açıklanmadı! Yoksa yeni bir “hayır” mı gündeme geliyor?

     

    Palavra Sıkmak ya da Eleştirmek!

    Dünyanın en kolay işi eleştirmek ya da palavra sıkmaktır! Bu köşenin yazarı, ne bir mühendis, ne bir arkeolog, ne bir çevre bilimci, ne de palavracı bir siyasacıdır! İktidarlar eleştiriye açık olmalı, halka doğruyu söylemelidirler. Ilısu Barajı’nda gelmiş geçmiş tüm iktidarların günahları inkar edilemez. Ancak günümüz iktidarının gözü bağlı kurbanlık koyun gibi geçmişin hatalarını ısrarla sürdürmesinin vebalini bu hükümete yüklemek de bizim görevimizdir.

     

    Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu yazımızın çıktığı gün basına “Ilısu Barajı’na karşı çıkan bölücüdür!” dedi. Avusturya Hükümeti, Ilısu’dan çekilmeden önce iyiydi de şimdi bölücü mü oldu? Diyelim ki Ilısu, Güney Doğu Anadolu’daki huzursuz bölgede olduğu için “bölücü PKK’nin kışkırtması” var. Peki, Karadeniz’in dibinde Yusufeli Barajı’nın yapımından Fransızlar, İngiliz bankaları neden çekildi? Yusufeli nere.. PKK nere? Onlar da mı bölücü? Şu ünlü profesörler de mi bölücü? Oluş Arık, Abdüsselam Uluçam, Halet Çambel, Mehmet Özdoğan, Metin Ahunbay, Zeynep Ahunbay, Metin Sözen, Numan Tuna…

     

    Bu sorular da Enerji Bakanı Dr. M. Hilmi Güler’e:

    1. Avusturya, İsviçre, Almanya’nın 153 sorusu neden yanıtlanmadı? Avusturya neden çekildi? İsviçre-Almanya’nın devlet güvenceleri bu çekilmeden sonra ne durumda?

    2. Kredi sağlanmadan iki yıl önce nasıl temel atılır? Şu anda baraja harcanan paranın kaynağı nedir?

    3. Çin Halk Cumhuriyeti ile Ilısu için görüşme yapılıyor mu?

    4. Baraj yapımlarında yabancıların Marmaray ve BTC’de gösterdikleri titizlik neden Ilısu’da, Birecik’te, Yortan’da, Yusufeli’nde uygulanmıyor?

    Cumhuriyet, Yazı: Özgen Acar, 19.12.2008

    MARMARAY'DA TAKVİM ŞAŞTI





    Marmaray Projesi inşaatının, etapların bazı bölümlerinde çalışmaların hiç başlamamış olması, Yenikapı’daki arkeolojik kazı, duran çalışmalar ve etaplar arasındaki uyumsuzluklar nedeniyle ne zaman bitirilip İstanbulluların hizmetine sokulacağı kesin olarak saptanamıyor. DLH Genel Müdürlüğü’ne ait bir belgede 2 yıl kapalı kalacağı duyurulan banliyö hatlarının da en az 6 yıl boyunca tekrar işletmeye alınmayacağını resmen gözler önüne seriyor. 

     

    Marmaray Projesi’nin inşaatı BC1, CR1, CR2 olmak üzere 3 etap olarak planlandı. BC1, “Demiryolu Boğaz Tüp Geçişi İnşaatı; Tüneller ve İstasyonlar”, CR1 “Gebze-Haydarpaşa, Sirkeci-Halkalı Banliyö Hatlarının İyileştirilmesi, İnşaat, Elektrik ve Mekanik Sistemler”, CR2 “Demiryolu araçları imalatı” olarak tanımlandı. Demiryollar, Liman ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü’ne (DLH) ait Kasım 2008’de hazırlanan bilgi notuna göre BC1 inşaatının bitişi 25 Ekim 2011 olarak gösterildi. Ancak, durdurulan Yedikule-Yenikapı tünel inşaatının ne zaman yeniden başlayacağı, Yenikapı’daki arkeolojik çalışmaların tamamlanması hesaba katılmadı. 

     

    Hala başlamayan CR1 inşaatının bitim tarihi de 7 Haziran 2011 olarak ilan edildi. CR2 sözleşmesine göre ise ilk 160 metro dizisinin Şubat 2012’de, ikinci 160 araçlık parti Nisan 2013’te, üçüncü 120 araçlık bölüm de Temmuz 2014’te teslim edilecek. Aralıkta banliyö hatları kapatılmış olsaydı 7 Haziran 2011 tarihinde CR1 inşaatı sona erecekti. Yani inşaat 2 değil 2.5 yılda bitecekti. CR2 sözleşmesine göre Marmaray’da çalıştırılması hedeflenen metroların ilk 160 adedinin teslim tarihi Şubat 2012. Bu durumda da banliyö hatlarının yeniden işletmeye açılması için beklenecek en kısa süre 3 yıl 3 aya çıkıyor. 

     

    DLH Genel Müdürlüğü’nün bilgi notunda araçların testlerinin 2011 yılında yapılabilmesi için 280 aracın işletmeye hazır olarak sahada bulunması gerekiyor. Oysa 2012’de teslim edilecek ilk parti metro aracı sadece 160 adet. 

     

    Testlerin başlayabilmesi için 280 aracın gelmesi, yani Nisan 2013 tarihi beklenecek ve banliyö hatlarının kapalı kalma sürese 4 yıl 5 aya çıkacak. Sistemin testlerinin bitmesi için son parti metroların geleceği Temmuz 2014 tarihine kadar beklenirse hatlar en iyi ihtimalle 6 yıl sonra tekrar açılabilecek.

    Cumhuriyet, Haber: Özlem Güvemli, 15.12.2008

    140 MİLYON YILLIK ÖRÜMCEK AĞI

     

    İngiltere’de bir sahilde dünyanın en eski örümcek ağı bulundu. Bir parça kehribarın içinde bulunan ipeksi ağın, dünyada henüz dinozorların cirit attığı 140 milyon yıl önce örülmüş olduğu tespit edildi.

    Oxford üniversitesi bilim adamlarının bu keşfi, örümceklerin sanıldığından çok daha eskiden yaşadıklarını ortaya koydu: Gezegende çiçek açan bitkilerin görünmeye başlaması ve uçan böcek nüfusunda patlamaya yol açmasından çok önceleri. Bulunan örümcek ağının yapısı, uçan böcekleri yakalamaya yarayan günümüzün spiral örümcek ağlarıyla tıpa tıp aynı.

    Hürriyet, 15.12.2008

    GÜZ DÖNEMİ KAZILARI SONA ERDİ

     

     

    Kommagene Uygarlığı'nın 5 büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti'nde 2008 yılı güz dönemi kazıları sona erdi.


    Perre Antik Kentin nekropol alanında 2 ay önce başlayan 2008 yılı güz dönemi kazılarının sona erdiği belirtildi.
     
    Ekim ayında Vali Ramazan Sodan tarafından ilk kazmayla başlayan kazı ve temizleme çalışmalarının sona erdiği yetkililer tarafından belirtildi. 2008 yılı güz dönemi kazılarında 5 arkeolog, 2 sanat tarihçisi, 1 tarihçi ve 50 işçinin görev aldı.


    Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci, 2008 yılı güz dönemi kazılarında ortaya çıkan eserlerle ilgili geniş ve detaylı bilgiyi daha sonra yapacakları basın toplantısıyla açıklayacaklarını dile getirdi. Ekinci, 2001 ve 2007 yılları arasında 34 güney galeri ve 18 kuzey galeri olmak üzere 52 galeride yapılan çalışmalarda, 46 oda ve 356 lahit mezar olmak üzere 402 mezarın kazı ve temizliğinin bittiğini açıklandı. Kazılarda elde edilen 171 adet arkeolojik ve 192 adet sikke olmak üzere toplam 363 adet eserin
    müzeye kaldırıldı. 

    Ekinci, hava koşulları nedeniyle kazı ve temizleme çalışmalarını sona erdirdiklerini, 2008 yılı güz döneminde lejyon erlere ait 5 mezarın temizlendiğini, eski kazıların genişletildiğini sözlerine ekledi. 

    2001 ve 2007 yılları arasında valilik bütçesinden Perre Antik Kenti nekropol alanı ve mozaikli villada yapılan kazılarda 404 bin 748 YTL harcandığı, 2008 yılı için ise 100 bin YTL üzerinde ödenek ayrıldığı öğrenildi.

    Adıyaman Kent Haber, 15.12.2008

    SANATTIR KENTİ ZENGİNLEŞTİREN

     

    Bayram haftasında Barselona’da olduğumu duyan bir arkadaşımdan ironik bir yorum geldi: “Demek koyun ya da inek yerine boğa olsun dedin!” İspanya’da boğa güreşi olduğunu hatırlatıyor... Benim gibi bir veganın boğa güreşi ile uzaktan yakından ilgisi olmaz, ama arkadaşım bir yönden haklı. Dünyanın neresine giderseniz gidin, hayvanlara bir şekilde eziyet ediliyor... Örneğin, Amerika’da Şükran Günü’nde olan hindilere oluyor. Hatta bu yüzden her yıl hindileri kurtarma kampanyaları düzenlenir Amerika’da. Ama sonuçta hep aynı şeyler tekrarlanır; bu gibi durumlardan kaçış nafile... Yine de Kurban Bayramı’nda uzak bir yerlere gitmenin faydası yok değil. Sokaklara yayılan kan kokusunu solumuyorsunuz hiç değilse... 

     

    Diğer taraftan, Barselona’nın boğa güreşi ile özdeşleştirilmesi ise acıklı... Çünkü, bana göre, Katalonya bölgesinin bu güzel başkentinin asıl cazibesi, içinde barındırdığı muhteşem kültür. Bazıları yemeklerini ya da futbol maçlarını da ilginç bulabilir. Ama bu kentte hiçbir şey, Katalan mimar Antoni Gaudi’nin eserlerinden daha etkileyici olamaz. 20. yüzyılın en büyük mimarlarından Gaudi, Barselona’ya öyle bir damgasını vurmuş ki, etkisi kentin ruhuna işlemiş. Barselonalılar, modern mimarinin bu yetenekli öncüsüne ne kadar minnet duysa azdır. Gaudi’nin bıraktığı miras, yüz yıl sonra bile insanları cezbedip büyülemeye devam ediyor. 

     

    *** 

     

    Barselona’nın sokaklarında yürürken, sanatın kalıcılığını derinden hissediyor insan. Zamanla her şey unutulabiliyor; oysa kalıcı olan, kuşaktan kuşağa aktarılabilen sanatsal eserler... 

     

    Palau de la Musica Catalana denilen Müzik Sarayı’nda Mozart dinlerken de bunu düşündüm. Moldova Ulusal Senfoni Orkestrası, Mozart’ın “Requiem” adlı eserini yorumluyordu. 1791 yılında bestelendi bu eser. Aradan geçen 217 yıla rağmen hala zevkle dinleniyor ve Gaudi’nin yapıtları gibi çarpıcı. Tabii belirtmek gerekir ki, Mozart’ın müziği, Palau de la Musica Catalana kadar olağanüstü bir mekanda çalınmasa da çok güzel. Gösterişsiz bir salonda ya da evde, nerede dinlenirse dinlensin, zamanı ve mekanı aşıp yoğun duygular yaratabiliyor... 

     

    Barselona halkı, görkemli bir mimari ile bezenmiş bir kentte müzikle iç içe yaşıyor. Labirenti andıran sokaklarda, birden karşınıza flamenko yapan bir dansçı çıkabiliyor.. Güell Park’ta yürürken, kendi yaptığı “hang” adı verilen ilginç bir enstrümanı çalan bir gençle karşılaşıyorsunuz... Kentin meydanları, genciyle yaşlısıyla, erkeğiyle kadınıyla, şarkı söyleyip dans eden insanlarla dolu... 

     

    ***

     

    2007’de 7.2 milyondan fazla turist ziyaret etmiş Barselona’yı. Bir önceki yıla göre yüzde 8 oranında bir artış olmuş. Nedir bu ilginin sebebi? Sıcak iklimi, ünlü plajları, yemekleri ve gece hayatı mı? Mutlaka hepsinin etkisi büyük, ama bunların bir arada bulunduğu başka kentler de var. Öyleyse neden Barselona? Başta da belirttiğim gibi, bunun en önemli nedeni, kentin büyüleyici mimarisi ve Joan Miro, Salvador Dali gibi büyük sanatçılar yetiştirmiş bir kültür ortamının canlılığı. 

    Bütün bunlara karşın, küreselleşmenin tek tipleştirme politikasının, Barselona’da da işlediği görülüyor... Başka bir ülkeyi ziyaret edince baş köşede McDonalds’la karşılaşmak can sıkıcı doğrusu. Kentlerin yerel kültürünü tanımak, giderek daha da zorlaşıyor. Farklılıkları bulmak için artık arka sokaklarda iz sürmek gerekiyor... 

     

    Peki, 2010’da Avrupa’nın kültür başkenti olacak İstanbul ne durumda dersiniz? Kenti birbirine benzeyen alışveriş merkezlerinin cenneti haline getirenler düşünsün...

    Cumhuriyet Dergi, Yazı: Zülal Kalkandelen, 14.12.2008

    "DEĞERLERİ YOK EDİYORLAR"





    Beşiktaş’taki, cumhuriyetin ilk yıllarından kalma tütün deposu binasının otel yapılmak üzere yıkılmasına Arkeologlar Derneği ile Türkiye Anıt Çevre ve Turizm Değerlerini Koruma Vakfı’ndan tepki geldi: Acı olan kurul kararıyla yapılması...

     

    Beşiktaş’ta, Dolmabahçe Sarayı ile Deniz Müzesi arasındaki eski tütün deposunun, Tanrıverdi Holding tarafından Koruma Kurulu onayıyla otel yapılmak üzere yıkılmasına tepkiler sürüyor. Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç.Dr. Necmi Karul, “Şehrin değerlerini yok ediyorlar. Acı olan, bunun kurul kararıyla yapılması” dedi.


    Milliyet’te dün manşetten yayımlanan haberde, Mimarlar Odası’nın itirazına rağmen tarihi tütün deposunun yıkılma süreci anlatılıyordu.


    İstanbul 3 No.lu Koruma Kurulu, 2005 yılında aldığı kararda tütün deposunun endüstriyel miras kapsamında olduğunu, yapının yıkılmadan restore edilerek korunmasını istedi.


    Ancak aynı kurul daha sonra iki duvarın korunarak otel yapılmasını uygun gördü. Çalışmalar başladıktan sonra zeminde sorunlar çıktığı gerekçesiyle, kurul binanın tümünün yıkılmasını kabul etti.

    Binanın yıkılmasına tepki gösteren Doç.Dr. Necmi Karul şöyle konuştu:
    “Bir değer yok edilip, sahip olduğu değer üzerinden yeni bir değer kazanmaya çalışılmaz. Orası bir değerdi. Zaten bu sebeple oraya otel yapılmak isteniyordu. Onu yok ederek o değeri de bitirdiniz. Lakin daha da kötüsü şehrin değerini bitiriyorsunuz. Belki sahile yakın, manzaralı diye otel yapacaksınız ama kültürel değerini bitirdiniz. Acı olan bunu kurul kararıyla yapılması.”
    “Kurullar mutlaka olmalı” diyen Karul şöyle devam etti: “Ama ülkedeki total zihniyet, kurullardaki üyelerle örtüşüyor. Yaptırımı sadece yasalarla sağlayamıyorsunuz, hapse atmak yetmiyor. Meslek odaları müdahale etmeli. Yanlış uygulamalarda Mimarlar Odası meslektaşını kınamalı ve mesleğinden men etmeli, dışlanmalı. Yapanın yanına kar kalmamalı. Sivil toplum kuruluşları görevlerini yapmıyor. Kurullar aldıkları kararları şeffaf şekilde açıklamalı ve bir süre askıda bırakarak tartışılmasına zemin hazırlamalı.”


    Türkiye Anıt Çevre ve Turizm Değerlerini Koruma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı yüksek mimar Sinan Genim ise şöyle konuştu: “O duvarlar tuğladandı. Taşıyıcılık vasfı yok. O duvarları ayakta tutmak zor. Ancak içi boşaltılmamalıydı. Binanın içi daha önce boşaltınca tek başına duvarların taşıyıcılık özelliği kalmadı. Bunun böyle olacağı da belliydi. Yapının kat yüksekliği alçak olduğu için iç kısmını boşalttılar. Yapılanlar stratejik olarak yanlış, açıklamalar da...


    Pera Müzesi’nin dış duvarlarını koruyabilmek için 600 ton çelik kullandım. Masraflı ve ağır bir iş. Burada benzerini yapmak tuğla olduğundan zor. Doğru ve düzgün yapılırsa yeniden yapıldığı anlaşılmaz.”

    Milliyet, 14.12.2008

    SÜLEYMANİYE'NİN YENİ ÇEHRESİ İÇİN İLK ADIM

     

    Büyükşehir Belediyesi ile Eminönü Belediyesi'nin proje ortağı olduğu "Süleymaniye Yenileme Alanı"nın birinci etabında başlayan uygulama çalışmasında ilk bina örnekleri ortaya çıktı.

    Eminönü Belediyesi'nin teklifiyle 24 Mayıs 2006'da Bakanlar Kurulu kararıyla yenileme alanı ilan edilen ve yapılan protokolle İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nce projelerinin yapılması öngörülen "Süleymaniye Yenileme Alanı", 938 bin 718 metrekarelik alandan oluşuyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü, 728'i tescilli, 1239'u tescilsiz olmak üzere toplam 1967 binanın bulunduğu 8 mahalleyi kapsayan yenileme alanını, çalışmaların kısa sürede tamamlanması için 5 etaba ayırarak projelendirmeye başladı. Bu alanda, 28'i anıt eser niteliğinde olan 427 tescilli, 365 tescilsiz olmak üzere toplam 792 bina bulunuyor.

    Birinci etapta Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü'nce hazırlanan 236 proje Yenileme Kurulu'nda onaylandı. Eminönü Belediyesi'nce KİPTAŞ'a ihale edilen ve KİPTAŞ'ın kendi mülklerinin de bulunduğu 42 adada ise 21 binanın projesi onaylandı, 69 binanın projesi ise kurulda onay bekliyor. Birinci etapta İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü'nce (KUDEB) 11 binanın restorasyonu yapılarak ilk bina örnekleri ortaya çıkarıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tarihi Çevre Koruma Müdürü Cem Eriş de 5 etabın proje maliyetinin 20 milyon YTL olduğunu belirterek, "Bu işin birinci aşaması proje ve bu işi Büyükşehir Belediyesi yerine getiriyor'' dedi. Projelerin tamamına yakınının özel mülkiyetteki korunması gereken tescilli kültür varlıkları olduğunu belirten Eriş, 6 milyon YTL olan birinci etap projelerin finansmanının bir kısmının İl Özel İdaresi fonlarından, bir kısmının ise Büyükşehir Belediyesinin kaynaklarından karşılandığını kaydetti.

    Eriş, projelerin yanı sıra binaların yapım bedellerinin de İl Özel İdaresi ile 2010 Ajansı'ndan talep edildiğini, ilk etapta 57 adet sivil mimari yapının 11.9 milyon YTL'lik yapım bedelinin yüzde 60'ını İl Özel İdaresi'nin karşıladığını anlattı. Geriye kalan yüzde 5 milyon YTL ile daha sonra projeleri tamamlanan 95 yapının uygulama bedeli olan 28 milyon YTL'yi de 2010 Ajansı'ndan istediklerini belirten Eriş, "2009 yılının başında süratle hem yapımla ilgili hem de 2. ve 3. etabın projelerinin ihalesini yapacağız. Bizim hedefimiz 2009 yılı içerisinde bütün Süleymaniye'nin proje çalışmalarını bitirmek ve yapımla ilgili organizasyonu gerçekleştirmek. Uygulama ile ilgili gerekli ödenek sağlanırsa, 2010 yılı içinde restorasyonların tamamı biter" dedi.

     

    Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, birinci etapta KİPTAŞ'a ihale ettikleri proje kapsamında 4 mahallede 792 binayı kapsayan proje çalışmalarında sona gelindiğini, seçim öncesinde uygulama çalışmalarının başlayacağını bildirdi. Hukuki ve teknik altyapı nedeniyle hazırlık sürecinin 4 yıl sürdüğünü belirten Er, "2010 yılı sonuna kadar KİPTAŞ'a ihale ettiğimiz bu bölgeyle ilgili çalışma bitecek. 5 yıl içinde ise 8 mahalleyi içeren bölgenin tamamını bitirmeyi hedefliyoruz. 5 yılın sonunda Süleymaniye ortaya çıkar. Bu inançtayız. Proje bittiğinde Süleymaniye'nin sokakları bu görüntüde olacak. Yolları yapılacak, ışıklandırılacak, ağaçlar dikilecek. Yepyeni bir şehir ortaya çıkacak'' şeklinde konuştu. Tescilli binaların tamamının orijinal haline uygun restore edileceğini, diğer tescilsiz binaların tamamının ise yıkılarak tescilli binaların konseptine uygun yeni binalar yapılacağını anlatan Er, "Bu binalar da ahşap olacak, özgün malzemeler kullanılacak. Bölgenin bütünlüğünü bozmayacak'' diye konuştu.

    Sabah, 14.12.2008

    VAKIFLAR MÜLKLERİNİ İSTİYOR





    Bursa'da vakıf eseri veya arazisi üzerinde olan resmi binaların Vakıflar Bölge Müdürlüğü adına tapu sicili yapılması için bürokratik çalışma başlatıldı.

     

    Vakıflar Kanunu'nda yer alan değişik kamu kuruluşları adına tescilli eski vakıf gayrimenkullerinin bedelsiz olarak eski haline rücu ederek Vakıflar Genel Müdürlüğü`ne geçirilmesini öngören kanuni düzenleme Bursa`da birçok belediyeyi mülkünden edecek. Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü, Orhan Camii'nin karşısında eski imaret üzerine Vali Ahmet Vefik Paşa tarafından inşa ettirilen tarihi belediye binasının mülkiyeti başta olmak üzere birçok tarihi medrese, han ve hamamın kendi mülkiyetine verilmesi için bu birimlerle resmi yazışma başlattı. Resmi yazışmalar neticesinde gayrimenkul devirleri yapılarak mülkiyetler Vakıf idaresine geçecek.


    Vakıf Kanunu'nda yapılan düzenleme sonrasında Bursa Bölge Müdürlüğü, vakıf arazisinde bulunan binalar ile vakfiyeleri olan tarihi medrese ve hamamların peşine düştü. Buna göre, Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü Büyükşehir Belediyesi'nden tarihi belediye binasını, Osmangazi Belediyesi'nden Kayhan`da yeni restore ettirilen Gökdere Medresesi'ni, Muradiye Hamamı ve Kiremitçi Hamamı'nı, Yıldırım Belediyesi'nden Molla Yegan Medresesi'ni, İznik Belediyesi'nden 1. Murat Hamamı'nı istiyor. Bu arada, Askeri Okullar Komutanlığı olarak hizmet veren Tophane`deki orduevi de askeriyeden talip edilecek.


    Bu uygulamadan herhangi bir zarar görmeyeceklerini belirten belediye başkanları, önemli olanın bugün bu eserlerin yeni fonksiyonları ile faaliyet göstermesi olduğunu belirtti. Osmangazi Belediyesi yetkilileri, bu binalarda planladıkları hizmetlerin yürütülmeye devam edeceğini belirterek, "Şahıslara satılan eski vakıf eserleri Dayıoğlu Hamamı, Kayhan Hamamı, Yenişehir Hanı gibi tarihi mekanlar da Vakıflar tarafından özel şahıslardan satın alınarak tamir edilmeli. Aynı şekilde orduevi olarak kullanılan eski Beysarayı'nın da yeniden inşası ile bölge tarihi hüviyetini kavuşur. Osmanlı'nın ilk başkentinde bir saray bulunmaması çok büyük bir eksiklik. Bizim bu bölgede çalışmalarımız vardı. Jeofizik edütleri yaptık. Vakıflar, askeriyenin kullandığı bu alanın mülkiyetini alıp, minyatürleri olan sarayı yeniden inşa edebilir" dediler.


    İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz ise, I. Murat Hamamı'nın mülkiyetinin Vakıflar`a geçmesinin çok büyük bir kayıp olmayacağını belirterek, "Önemli olan bu eserin restore edilerek günümüzde kullanılmaya başlanmış olmasıdır. Kiraları biz toplarız, vakıflar toplar, çok önemli değil. Önümüzdeki yıllarda kullanımının devam etmesi, bakımlarının yapılması önemli. Kanunda belirtildiği şekilde mülkiyeti devrederiz" dedi.


    Bursa Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin ise, henüz tarihi binanın mülkiyeti ile alakalı bürokratik çalışmalardan haberdar olmadığı öğrenildi.

    Bursa Olay, 14.12.2008

    HIRSIZLAR HIRST'ÜN HAZİNESİNİ UNUTTU

     

    İngiliz çağdaş sanat piyasasının yaşayan en pahalı imzalarından Damien Hirst'ün kızkardeşinin Yorkshire'deki evine hırsızlar girdi.

    Ancak hırsızlar, eserleri müzayedelerde on milyonlarca dolara el değiştiren sanatçının kızkardeşinin evindeki mücevherler TV ve elektronik aygıtlar ile nakit parayla yetindi.
    Hırsızların, bir yapıtında yüz milyon dolarlık elması kafatası üzerine malzeme eden Hirst'e ait orijinal sanat eserlerini duvarlarda asılı olduğu halde fark etmedikleri ve eserlere dokunmadıkları öğrenildi.

    Sabah, 14.12.2008

    ABD'DE 120 YILLIK TÜRK HAMAMI BULUNDU

     

    ABD’nin Tacoma Kenti’nde yeraltında 120 yıllık Türk hamamı bulundu.

    Tacoma merkezinde çevre düzenlemesi yapan bir inşaat şirketinin CEO’su Dan Putham, fotoğraf çekmek için girdiği bir mazgal kapağının içinde 120 yıllık bir Türk Hamamı keşfetti. 1890 yılında inşa edildiği ileri sürülen Türk hamamının o yıllarda Tacoma’da yaşayan ve yasa dışı içki satıp, genelev işleten mafya babalarına ait olabileceği belirtildi. 30 metre uzunluğunda, 8 metre genişliğinde ve 3 metre yüksekliğindeki Türk Hamamı’nın 700 litrelik de su deposu olduğu belirtildi.

    Hürriyet, Haber: Razi Canikligil, 14.12.2008

    26 MAĞARA TURİZME KAZANDIRILACAK

     

     

    Gümüşhane Valisi Enver Salihoğlu, il genelinde yapılan çalışmalar sonucu 26 mağara tespit edildiğini belirterek, mağaraların turizme kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde girişimlerde bulunduklarını söyledi.

     

    Vali Enver Salihoğlu yaptığı açıklamada, Türkiye'nin en önemli damlataşı mağaraları arasında yer alan Karaca Mağarası başta olmak üzere Gümüşhane'de çok sayıda mağaranın bulunduğunu belirterek, ''Maden Tetkik ve Arama (MTA) Genel Müdürlüğü ile Karadeniz Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümündeki bilim adamlarımız ilimizde mağaralar konusunda çalışmalar yaptı.

     

    Yapılan tespit ve hazırlanan raporlar neticesinde, oluşumunu tamamlayan Kartalkaya, Küçük Ardıçlı, Buz, Kabantaşı, Arsa, Köprübaşı, Ambela, Taşbaşı, Üstüaçık, Yaylım, İnönü, Geremezeni, Mamatlar, Cingora, Karşı, Küçük Cingora, Köroğlu, Evrim ve Akçakale olmak üzere 19 mağaramız var. Yine bilim adamlarının raporlarında Arılı, Ardıçlı, Üçbacalı, İkisu ve Altıntaş mağaralarının turizme açılması açısından herhangi bir sakınca olmadığı belirtildi. Bu yıl içerisinde yapılan araştırmamız sonucunda da Köse ilçemizde Kırklar ve Torul ilçemizde Suratlı mağaralarının da turizme kazandırılmasında herhangi bir sakınca olmadığı tespit edildi" dedi.

    Vali Salihoğlu, Köse İlçesinde bulunan Kırklar mağarasının turizme kazandırılması için Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü tarafından hazırlanan keşif raporunun ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 15 bin YTL ödenek talep ettiklerini, bilim adamlarının kendilerine önerdiği diğer mağaralar için de en kısa zamanda keşif çalışmalarının başlatılacağını söyledi.

     

    İldeki diğer mağaraların turizme kazandırılması için Kültür ve Turizm ile Bayındırlık ve İskan Müdürlüklerine gerekli talimatların verildiğini söyleyen Salihoğlu, "Hazırlanacak keşif özetleri ve raporlar doğrultusunda ilimizdeki açılabilir mağaralarımızı il turizmine kazandırmanın çabası içerisinde olacağız. İlimiz mağara zenginliği açısından ülkemizde sayılı iller arasındadır. Bu zenginliğimizi turizme kazandırıp il ekonomisine ivme kazandırma çabası içerisindeyiz" şeklinde konuştu.

    Gümüşhane Kent Haber, 14.12.2008

    EN ESKİ YUVARLAK ANIT BULUNDU

     

     

    Muğla'nın Yatağan İlçesi'ndeki Stratonikeia Antik Kenti'nde yürütülen 2008 yılı kazı çalışmaları sona erdi. 

     

    Kazı Başkanı Pamukkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bilal Söğüt, AA muhabirine yaptığı açıklamada, haziranda başlayan çalışmaları aralarında Pamukkale'nin de bulunduğu 5 üniversiteden 10'u öğretim üyesi 40 kişilik ekiple yürüttüklerini belirtti. 

     

    Kazı çalışmalarında Stratonikeia Antik Kenti'nin zenginliği ve gösterişine uygun orijinal eserlere ulaşıldığını bildiren Söğüt, "Özellikle Roma dönemine ait yazıtlar ve çok sayıda mimari esere ulaşıldı. Çalışmalarda Augustus dönemine ait yaklaşık 2 bin yıllık en eski yuvarlak anıtı bulduk. Bu anıt bölgede bilinen yuvarlak anıtlar içinde en sağlam olanı. Şu an kazısı yapılan ve Yatağan ve çevresinde bilinen en eski anıt. Anıtın alt yapısı sağlam ve onunla ilgili bloklarda var" dedi. 

    Kazı çalışmalarına antik kentin girişindeki sur duvarı ve eski yapılara ulaşımı sağlayan eski Osmanlı dönemi caddelerini temizleyerek başladıklarını belirten Sögüt, şunları kaydetti: 

    "Köy meydanının bulunduğu kısımda örnek taş döşemeleri ortaya çıkardık. İnşallah gelecek yıllarda bu alanın tamamını açığa çıkaracağız. Bu yıl yapıların genelinde temizlik çalışması yaptık. Kuzey şehir kapısında hem temizlik hem de kazı çalışması yaptık. Ağırlıklı olarak kazı çalışması yaptığımız yer Kuzey Şehir Kapısı'nın bulunduğu alandı. Çalışmalarımızda Kuzey Kapısı'ndan itibaren caddeyi güneye doğru ilerlettik. 

     

    Çalışmalar sırasında Hellenistik ve Roma dönemine ait eserlere de rastladık. Şehrin kuzeyinde biz sadece kuzey kapısını biliyorduk. Fakat bu yıl kapının iç kısmında bir çeşme ve önünde bir meydanlık olduğunu tespit ettik. Devam eden kazılarda caddeye ulaştık." 

     

    Söğüt, 2009 yılı kazı çalışmalarının yine Haziranda başlayacağını ifade ederek, gelecek yıl kazı ekibinin sayısının artacağını sözlerine ekledi.

    Cnn Türk, 13.12.2008

    Troya
    ...1894




    7 - 13 Aralık 2008

    ASLANLI MAĞARASI ZİYARETÇİ BEKLİYOR

     

    Türkiye'de turizmin ilk başladığı yer olmasının sancılarını aşırı betonlaşma ile yaşayan Kuşadası, tarihi ve doğal güzelliklerinin yanı sıra gizli kalmış zenginlikleri ile de dikkat çekiyor. Kuşadası, yanı başındaki coğrafyada eşsiz bitki zenginliklerini, halen kalabilmiş Akdenizin en güzel maki topluluklarını, toprağının her tarafından fışkıran arkeolojik eserlerini ve gizli kalmış zenginliklerini bünyesinde barındırıyor. Bu güzelliklerden birisi de Kuşadası ile Kirazlı Köyü arasında bulunan ve yöre halkının Yaren dediği Aslanlı Mağarası.


    Kuşadası'nın gizli kalmış güzelliklerinden biri olan Yaren Mağarasının toplam uzunluğu yaklaşık 150 metre olan kuru bir mağara. İki girişi olan mağaranın 60 derece eğimli bir inişi bulunuyor. Alt galeriye normal yoldan inilmediğinden bir ip yardımıyla inilebiliyor. Mağara duvarlarında küçük odalar oluşmuş ve tabanı hafif eğimli bir salon görünümünde. Duvarlardaki sarkıt ve dikitler ise muhteşem görüntüler oluşturuyor.


    Kirazlı köyü sakinlerinden Sait Fırat, çok eski yıllarda mağaranın içinde yüzlerce kaya güvercini bulunduğunu belirterek, "Ancak avcılar güvercinlerin kökünü kuruttu. Çayırın üzerine oturur onların uçuşlarını hayranlıkla izlerdim. Şimdi sadece yarasalar kaldı. Adını yakınlarındaki Yaren Dede mezarından alan mağara, Kuşadası doğasına ayrı bir zenginlik katmaktadır. Bakir bir yerde olması nedeniyle, ilk kez bir dede mezarının başındaki ağaçta, çaput bağlama geleneği oluşmamış. Bu zenginliği korumak, bu coğrafyada yaşayan insanların görevidir" dedi.

    Haber Ekspres, 13.12.2008

    BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ





    ‘Cumhuriyet döneminin endüstriyel mirası’ olan Beşiktaş’taki tütün deposu binası, yerine otel yapılmak için üç aşamada yok edildi. Bina için önce ‘restore edilsin’, sonra ‘iki cephesi korunsun’, ardından da ‘yıkılıp yeniden yapılsın’ denildi.

     

    Dolmabahçe Sarayı ve Deniz Müzesi arasındaki eski tütün deposunun, Tanrıverdi Holding tarafından Koruma Kurulu kararıyla otel yapımı için yıkılması, Mimarlar Odası’nın tepkisini çekti. İstanbul Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Sekreter Yardımcısı Mücella Yapıcı, cumhuriyet döneminin endüstriyel mirası niteliğindeki tütün deposunun yıkılmasının çok yanlış olduğunu, üstelik yapılan otelin de bölgenin yoğun trafiğini daha da olumsuz etkileyeceğini söyledi.
    Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan ve uzun süre tütün deposu olarak kullanılan Beşiktaş sahilindeki bina, yıllardır terk edilmiş haldeydi. Önce Tekfen Grubu’na ait olan, daha sonra Tanrıverdi Grubu’na geçen binanın otel haline getirilmesi için 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli girişimlerde bulunuldu.

    İstanbul 3 No.lu Tabiat ve Kültür Varlıkların Koruma Kurulu, başvurular üzerine 2005’de verdiği kararda, 1928-1930 yıllarında yapıldığı anlaşılan tütün deposunun endüstriyel miras kapsamında olduğunu, kültür varlığı olarak tesciline ve yapının yıkılmadan restore edilmesine karar verdi.
    Kurul, 2006’da tekrar yapılan başvuru üzerine, “Kentsel bellek bağlamında bu özelliği hatırlatıcı bilgilerin yer aldığı tütün ürünleri müzesi fonksiyonunun zemin katta restorasyon projesinde belirtilen noktada gerçekleştirilmesi” şartıyla restorasyon projesindeki fonksiyon değişikliğine karar verdi. Bu karar üzerine tütün deposunun, denize ve Dolmabahçe Sarayı’na bakan iki duvarı korunarak, otel yapılması için çalışmalara başlandı.


    Ancak daha sonra zeminde sorunlar çıktığı gerekçesiyle yeniden başvuru yapıldı ve bu kez binanın tamamen yıkılarak yeniden yapılmasına karar verildi.

    3 No.lu Koruma Kurulu Başkanı ve Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Can Binan, deponun çok üst düzeyde olmasa da endüstriyel miras niteliğinde olduğunu söyledi. Doç. Binan, kurulun verdiği iki duvarın korunarak otel inşaatının yapılması kararının ardından, zeminde çıkan problemler nedeniyle inşaat sahiplerinin yeniden uzman görüşü aldıklarını belirterek, deponun yıkılıp yeniden yapılmasına karar verilmesini şöyle açıkladı:


    “Önce iki dış cephenin tutulmasına karar verildi. Daha sonra işleme başladılar. Projede herhangi bir değişiklik olmadı ama zemin problemi çıkınca İTÜ’nden inşaat mühendisleri ve koruma uzmanı mimar hocalardan tekrar görüş aldılar. Bu cephelerin, hem zemin açısından, hem duvarların bozulmuş olması nedeniyle ayakta kalamayacağı için aynı malzeme ve teknik kullanılarak rekonstrüksiyon (yeniden yapım) yapmak istediklerini söylediler. Bunun üzerine ilgili yerine gittik, sahada tekrar inceledik. Bunun sonucunda da cephelerin aynı malzeme ve tekniklerle yapılmasına karar verdik.”

     

    Mimarlar Odası: Bilimsel akla sığmaz
    Mimarlar Odası İstanbul Şubesi ise projeye karşı çıkarak, hazırladıkları çekince raporunu, hem Koruma Kurulu’na hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ilettiler. Oda’nın çekincelerine rağmen, kurulun deponun yıkılmasına karar verdiğini belirten Yapıcı, yıkım kararının teknik ve etik açıdan bilimsel akla uymadığını savundu. Endüstriyel miras niteliğindeki deponun, yıkılmasının kent suçu olduğunu belirten Yapıcı, otelin Beşiktaş’taki trafik yoğunluğunu da iyice içinden çıkılmaz hale getireceğini savundu.


    Kurul Başkanı Binan ise, otelde 4-5 katlı otopark yer alacağını, iddianın aksine trafiğe olumlu katkıda bulunabileceğini söyledi. Otel projesini yürüten yetkililer ise, her adımı kurul kararıyla yasal olarak attıklarını, inşaat alanındaki ağaçları da koruduklarını söylediler.

    Milliyet, Haber: Murat Öztürk, 13.12.2008

    2 BİN YILLIK BEYİN BULUNDU

    İngiltere’de paleontologların ortaya çıkardığı bir kafatasının içinde, en az 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen bir insan beyni bulundu.

     

    Ülkenin kuzeyindeki York kenti yakınlarında MÖ 300 yılından kalma bir kazı alanında çalışan Rachel Cubitt adlı paleontoloğun bulduğu beynin, Demir Çağı’ndan kaldığı tahmin ediliyor.

     

     Paleontologlar, en az 2 bin yıllık olduğu sanılan beynin çok iyi korunduğunu söylediler. Taramadan geçirilen kafatasındaki beynin incelenebilecek durumda olduğu kaydedildi.

    Milliyet, 13.12.2008

    ZEUGMAWEB'E ZİYARETÇİ AKINI

     

     

    GSO tarafından Zeugma Antik Kenti’nin tanıtmak amacıyla kurulan “www.zeugmaweb.com” sitesini bugüne kadar 10 milyon aşkın kişi ziyaret etti. Sanayi Odası tarafından Zeugma Antik Kenti’nin tanıtılması amacıyla kurulan “www.zeugmaweb.com” sitesine bugüne kadar 10 milyon aşkın kişi ziyaret etti. Site, daha önce Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından düzenlenen bir yarışmada, “En İyi İçerikli Web Sitesi” ödülünü almıştı.


    Zeugma antik kenti hakkında bilgiler içeren ve “en iyi içerikli web sitesi” ödüllü Zeugmaweb, ziyaretçi rekorları kırarak tüm dünyanın ilgisini Zeugma'ya çekiyor. 2000 yılında GSO tarafından hazırlanan siteyi, bugüne kadar yerli ve yabancı 10 milyonu aşkın kişi ziyaret etti. Zeugma'yla ilgili en geniş kapsamlı site olan “zeugmaweb”de, antik kentle ilgili her türlü bilgiye Türkçe ve İngilizce olarak ulaşmak mümkün. Zeugma kurtarma kazılarında tüm dünyanın ilgisini antik kente çekmek için kurulan sitede, Zeugma'nın tarihçesi, önemi ve buluntuları, kazıların tarihçesi, kazılarda son durum, lokasyon, mozaiklerin öyküleri, Zeugma'ya ait haritalar, şiirler, yorum ve makaleler ile fotoğraflar yer alıyor. Ayrıca oluşturulan forum sayfasıyla ziyaretçilerin görüşleri değerlendiriliyor.

    Siteyi ziyaret edenler, istedikleri takdirde Zeugma'nın şaheser mozaiklerini download yaparak, bilgisayarına indirebiliyor. “Zeugmaweb” sitesi, Zeugma'yı yakından göremeyen insanlara internet yoluyla görme fırsatı veriyor. Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından düzenlenen yarışmada, “En İyi İçerikli Web Sitesi” ödülüne layık görülen site, Türkiye'nin kültür ve turizminin tanıtılmasında da önemli bir işlevi yerine getiriyor.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 13.12.2008

    KOPYA TAC MAHAL KRİZİ

     

     

    Dünyanın en önemli anıt yapılarından, Hindistan’ın Agra kentindeki Tac Mahal’in birebir kopyasını inşa etmeye hazırlanan Bangladeş ile Hindistan arasında diplomatik kriz çıktı.


    Bangladeşli zengin yönetmen Ahsanullah Moni’nin hafta içinde konuyla ilgili planlarını açıklamasının ardından, Bangladeş’in başkenti Dakka’daki Hindistan Yüksek Komiserliği’nden bir yetkili, “Tarihi yapıları kopyalayamazsınız” dedi. Yetkili, “Bu (orijinal Tac Mahal) korumaya alınmış bir yapıdır. Onu gerçek boyutlarında mı yapacaklar, bunu tespit etmeliyiz” dedi. Yüksek Komiserlik sözcüsü de konunun soruşturulduğunu doğrulayarak, “Bu yeni Tac’ı duyduk, detayları araştırıyoruz” dedi.


    Hindistanlı yetkililer, Babür İmparatorluğu hükümdarı Cihan Şah’ın doğum sırasında ölen, en sevdiği eşi Mümtaz Banu Begüm anısına yaptırdığı ve 22 yılda, 1652’de tamamlanan anıt türbe Tac Mahal’in bir tür telif hakkı yasasıyla korunduğunu öne sürüyor.

    Kopya Tac Mahal, Dakka’nın 30 km. dışında yer alan bir alana inşa edilecek ve 90 milyon YTL’ye malolacak. Yeni Tac Mahal için İtalya’dan mermer ve granit ile Belçika’dan elmas getirten Moni, Bangladeşlilerin yarısının çok yoksul olduğunu belirterek, gerçek Tac Mahal’ı ziyaret edebilme şansı olmayanlar için bu kararı verdiğini söylüyor.

    Milliyet, 13.12.2008

    YARATICI DEHALARIN SIRRI: HASTALIK

    Sayısız sanatçının eserlerine, pençesine düştükleri hastalıkların bıraktığı izlerin peşine düşen Deutsche Welle muhabiri Nina Funke-Kaiser ilginç sonuçlara ulaştı.

     

    “Kapıları, bir tek hastalığın aralayabileceğine inanırım.” Ünlü Fransız yazar Andre Gide, 1930'lu yıllarda günlüğüne bu notu düşmüş. Von Gogh, Nietzsche ya da Hölderlin... Acı ve hastalıklar, sanatçıların yaptığı resme, yazdığı romana ya da şiire yüzyıllardan beri konu oldu.

    Almanya'nın Düsseldorf kentinde düzenlenen bir sergide de acının sanattaki etkisine dikkat çekiliyor.

    Sergiyi hazırlayanlardan Jocher Boberg hastalık ve sanat ilişkisi üzerine “Hastalıkla ilişki kurmak, herkeste farklılık gösteriyor. Sanatçılar da hastalıklarını aynı şekilde yansıtıyorlar, ancak onlar bunu daha çok bir fırsata dönüştürebiliyor. Terapi ve sanat birbirinin içine giriyor ve ruhsal hastalıklarda müzik ya da resim sık sık bir tedavi aracına dönüşüyor” analizini yapıyor.




    Henri Matisse'nin 1926 yılında yaptığı "Decorative Figure on an Ornamental Ground"


    Berlin'de Müze Pedogojisi alanında çalışan Dr. Jochen Boberg, meslektaşı Ulrike Damm'la birlikte tasarladığı “Acı Çeken Dahiler” adlı sergisi ise Almanya'nın Düsseldorf kentinde sanatseverlere kapılarını açtı. Sergide, farklı dönemlerden 9 sanatçının yaşadığı hastalıklarla ilişkisi mercek altına alınıyor.

    Ancak bazı sanatçıların eserlerinde hastalıklarına dair izler hemen fark edilmiyor. Boberg, ağır bir sıtma geçiren Albrecht Dürer'i buna örnek gösteriyor:

    “Dürer, yaptığı bir resimde şunu söylüyor: Bu sarı leke, bana acı veriyor. Dürer bu resmi daha sonra doktoruna göndermiş. Dürer'in hastayken yaptığı ilk resimlerde, çatışma içinde kapalı ve bulanık simgeler, yani apokaliptik karakterler görülüyor. Hastalık, onun dünyaya başka bir gözle bakmasına neden olmuş, ancak hastalığını doğrudan resmetmemiş.”

    Dürer'in hastalığını eserlerine açıkça yansıtmamasında yaşadığı çağdaki değer yargıları büyük rol oynuyor. Zira 16'ncı yüzyılda, hastalıklar tanrının bir cezası olarak görülüyordu ve hasta olanlar, toplumdan dışlanıyordu.

    Dolayısıyla Albrecht Dürer'in hasta olduğunu gizlemesi şaşırtıcı değil. Ancak Boberg, 19. yüzyıldan itibaren farklı fikir akımlarıyla birlikte sanatçıların hastalıklarını eserlerine daha açık şekilde yansıttığını söylüyor.

    20'nci yüzyılın başlarında ise özellikle psikolojik hastalıklardan ıstırap çeken sanatçılar altın çağını yaşıyordu.

    Ekpresyonist, yani dışa vurumcu akımı benimseyen şairlerden Gottfried Benn de şöyle diyordu:
    “Sanatın büyük bir kısmı, bir psikopatın eseridir.”

    Yanlış yorumlamalar

    Günümüzde de sanatçıların eserlerine hastalıklarının yansıdığını söyleyen Dr. Jochen Boberg, dehanın her zaman delilik ve hastalığa ihtiyacı olmadığını belirterek, yanlış yorumlamaların da olabileceğine dikkat çekiyor.

    Boberg, “Yanlış yorumlama olasılığı da oldukça yüksek. Örneğin Matisse hastayken, çizemiyordu ve bu nedenle resimlerinde başka materyaller kullandı. Matisse hastalığı nedeniyle bunu yapmak zorunda kaldı. Ancak bunun anlamı, sanatında başka bir yön belirlediği anlamına gelmiyor, sadece farklı şekilde çalışmak zorunda kalmıştı” diyor.

    Cnn Türk, 12.12.2008

    İZMİR'İN TARİHİ ASANSÖRÜ BAKIMA ALINDI

     

    İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilecek tarihi asansörde devam eden dekorasyon ve bakım onarım çalışmaları kapsamında 15 Aralık'tan itibaren beş gün ulaşım hizmeti verilemeyecek.

     

    Güvenlik sebebiyle eskiyen kabin ve ekipmanların yenilenmesinin ardından asansör, 20 Aralık'tan itibaren yeniden kullanıma açılacak. Bu arada 101 yıllık asansörün bünyesinde bulunan Asansör Restoran ise bakım onarım çalışmalarının ardından 30 Aralık'tan itibaren hizmete açılarak, müşterilerini ağırlayacak.

    Yeni Şafak, 12.12.2008

    TARİHİN KADERİ BELİRLENDİ





    Hisar Tepesi'nin güney yamacında gün ışığına çıkarılan ve kimi taşkafalıların değerini hala anlamadıkları ama Bolu'daki bazı yetkililerin de sadece 'bir taş yığını' olarak algılayabildikleri tarihi stadion kalıntısının bulunduğu alan '1. Derece Arkeolojik Sit' olarak tescil edildi. Ayrıca kitabesi de okunarak, 'stadion'un günümüzden 19 asır önce kimin tarafından ve kimler için yaptırıldığı bilgisine de ulaşıldı.

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu geçen ayki toplantısında, Hisar Tepesi'nin güney yamacında bir süre önce ortaya çıkarılan ve Bolu'daki bazı yetkililerin ne yazık ki sadece 'taş yığını' olarak algılayabildikleri stadionla ilgili tarihi bir karara imza attı.

     

    Kurul kararında aynen şu cümlelere yer verildi; "Bolu İli, Merkez, Akpınar Mahallesi, III. Derece Arkeolojik Sit Alanı içinde Bolu Müze Müdürlüğü'nce yapılan kurtarma kazısı sonucu ortaya çıkan stadion kalıntısına ilişkin Bolu Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün 22.10.2008 gün ve 2572 sayılı yazısı okundu, ekleri incelendi, yapılan görüşmeler sonunda;

     

    Bolu İli, Merkez, Akpınar Mahallesi, III. Derece Arkeolojik Sit Alanı içinde bulunan 15-16-17-18-42-43-61 ve 84 no.lu parsellerde Bolu Müze Müdürlüğü'nce yapılan kurtarma kazısı sonucu ortaya çıkan stadion kalıntısının bulunduğu alanın ekli haritada gösterildiği şekilde I. Derece Arkeolojik Sit olarak tescil edilmesine, yine bu alanda bulunan (Hisartepenin güney yamacı) II. Derece Arkeolojik Sit Alanı'nın ekli haritada gösterildiği şekilde genişletilmesine, Bithynia Bölgesi'nde açığa çıkarılan ilk stadion olması ve Bolu (Claudiopolis) kentinde günümüze ulaşan en büyük anıtsal yapı olması nedeniyle, sözkonusu anıtsal yapıyı tanıtacak bir levhanın hazırlanarak Müze Müdürlüğü'nce uygun bir yere konulmasına,

     

    Bu alanda Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun 05.11.1999 gün ve 658 sayılı ilke kararının geçerli olduğuna karar verildi.

     

    Roma döneminde çeşitli törenlerin ve yarışmaların düzenlendiği stadion kalıntısının Bolu'da tespit edilen antik kalıntıların en büyüğü olduğu bir kez daha vurgulanarak Müze Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada;

     

    "Kurtarma kazısında açığa çıkarılan kitabesine göre; stadion, Roma İmparatoru Hadrianus (MS 117 - 138) döneminde inşa edilmiştir. Günümüzden yaklaşık olarak 1880 yıl (diğer bir deyişle 19 asır) önce inşa edilen söz konusu yapı ilimizde ve Batı Karadeniz Bölgesi'nde açığa çıkarılan ilk stadion olma özelliğini taşımaktadır" denildi.

     

    Kitabede yazılanların çevirisi Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Adak tarafından yapıldı. Çeviri aynen şöyle;

     

    "stadiumu Domitius Pontikus lulianus'un ve kızları.....ile.....nın sözü üzerine Klaudia Prokla ve Ailius Plotius lulianus; Tanrı Nerva'nın torunu, Tanrı Traianus Parthicus'un oğlu, İmparator Kaisar Traianus Hadrianus'a, en büyük rahip,.....yıldır hükümdar,.....kez konsül, vatanın babasına ve onun hanesine ve kutsal senatoya ve Roma halkına ve de Kladiopolisliler'in danışma meclisine ve halkına kendi paralarıyla yaptırdılar ve adadılar."

    Bolunun Sesi, 12.12.2008

    TRUVA'YA DÜNYANIN İLGİSİ HER GEÇEN GÜN ARTIYOR





    1988’de 20 bin olan ziyaretçi sayısı, bugün yılda 500 bini geçiyor. Bunda, son 20 yıldaki çalışmaların payı büyük. Antik kentin dünya için önemi, “arkeolojinin kader tepesi” tanımlamasıyla dile getiriliyor.

     

    Çanakkale Merkez’e bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içindeki Truva Antik Kenti, son 20 yılda yapılan kazı çalışmalarının yanı sıra restorasyon, konservasyon, sergiler ve yayınlar sayesinde dünyanın ilgi odağı haline geldi. 1988’de 20 bin olan yıllık ziyaretçi sayısı, bugün 500 bine ulaştı. Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Rüstem Aslan, hem buluntuları hem mimarisi hem kazı tarihçesi açısından, Truva’nın, arkeolojinin ‘kader tepesi’ olduğunu söyledi.


    Aslan, “Beş bin yıllık geçmişe sahip Truva’da ilk kazı, 1863’te yapıldı. Son 20 yılda kazı çalışmaları için yaklaşık 6 milyon Euro harcandı” dedi, şu bilgileri verdi: “Çalışmalar, kalenin içinde ve var olup olmadığı kesin olarak bilinmeyen aşağı kentte yoğunlaştı. Tabakalanma gibi sorunlara yanıt arandı. Aşağı kentin varlığı ya da yokluğu neden önemliydi? Çünkü 18. ve 19. yüzyıllardan itibaren, Truva’nın var olup olmadığı tartışmaları yapılıyordu. Onlarca yıl önce yapılan Schliemann kazılarından sonra, Truva sadece bir kale yerleşmesi olarak tanımlandı. Yani çok fazla büyük değildi. Üstelik Çanakkale Boğazı’nın girişinde bir korsan yuvası gibi de görülüyordu. Aşağı kentin varlığı, Truva’nın çok daha sistemli, düzenli, Anadolu son Tunç Çağı’nda ticaret sisteminde önemli rol oynayan Anadolu karakterli bir kent olduğunu ortaya koydu.” 

    Truva’nın, Hititler’le ilişkisinin yeniden gündeme geldiğini anlatan, sözlerini şöyle tamamladı: “Hititolog ve arkeologlar tarafından 1930’lu yıllarda tartışılmaya başlanan Truva’nın, Hitit metinlerinde geçen Wilusa, İlios özdeşliğinin doğru olup olmadığı tekrar tartışılıp konuşuldu. Truva’daki asıl sorun, 1995’e kadar, Son Tunç Çağı, yani Homeros Truva’sı olarak adlandırdığımız Truva’da yazılı hiçbir metnin bulunamaması. 1995’te, Truva VII dönemi evlerinin duvarlarının arasında iki yüzeyli Luwice bir mühür bulundu. Luwice, son tunç çağında Hititçe’nin Batı Anadolu’da kullanılan bir şivesi olarak tanımlanabilir. Bu bize arkeolojik olarak Truva’da Luwice’nin, yani Hititçe’nin kullanıldığını, bilindiğini gösterdi. Bundan sonra Hititologlar ve arkeologlar, Truva’nın Hitit ilişkileri üzerine yeniden kafa yordular ve tartıştılar. Artık bugün şunu söyleyebiliriz: Hititologların yüzde 90’ı, Hitit metinlerindeki Wilusa ile Truva’nın özdeş olduğunu kabul etmekteler. Aynı yıl son Tunç Çağı Truva’nın Anadolu karakterli olduğunu gösteren buluntular elde edildi. Bu buluntular ve mimari özellikler sayesinde, Truva’nın son Tunç Çağı’ndaki Anadolu ticaret sisteminde, yani Doğu’nun en batısındaki önemli bir yerleşim olarak yer aldığı, Hititologlar ve arkeologlar tarafından kabul edilmektedir.”

    Truva Antik Kenti’ne, 1988’de, yılda 20 bin turistin geldiğini hatırlatan Aslan, son 20 yıldaki kazı, restorasyon, sergi ve yayın çalışmalarıyla ziyaretçi sayısının hızla arttığını dile getirdi. 2001’de, 500 binden fazla turistin bölgeye akın ettiğini kaydeden Aslan, “Bu sayının çok daha fazla ve kalıcı olması, Truva Müzesi’nin yapılmasına bağlı. Müzeyi, ören yerinin yakınlarına yapabilirsek hem buluntuları bir arada görme şansına sahip olacağız hem de bu topraklardan kaçırılıp götürülen hazineleri daha güçlü şekilde geri isteyebileceğiz” dedi.

    Aslan, son 5 bin yılda Truva’da 10 ayrı kent kurulduğunu söylüyor, şöyle diyor: “Eski kazılarda hep 9 anakentten bahsediyorduk. Artık yoğun olmasa da Bizans’taki yerleşimi de sayarsak Truva’da 10 anakent, yani tabaka var. Bunlar deprem, savaş ve yangınla yok olmuş, yeniden yapılmış. Özellikle Truva II surları, bulunan hazinelerle öne çıkmıştır.”

    Milliyet, 12.12.2008

    "TARİH VE KÜLTÜRDE ATAĞA GEÇTİK"

     

    Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, tarihi ve kültürel değerlerin bir toplumun en büyük miraslarının başında geldiğini bildirdi. Güzelbey, yaptığı açıklamada, bulunduğu konum dolayısıyla Gaziantep'in bir çok medeniyetin beşiği olduğunu ve kültürlere ev sahipliği yaptığını belirtti.
    "Böylesine zengin bir kültür mozaiğinin oluşturduğu eserler, gelecek nesillere aktaracağımız en büyük emanetimiz olmalıdır" fikrinden yola çıktıklarını kaydeden Güzelbey, "Gaziantep'in yeni açılımlara ihtiyacı olduğunu, ilimizin sanayi gelirlerinden aldığı kadar turizmden de alabileceği büyük bir pay olduğuna inanıyoruz. Günümüzde Kale şehirlerin merkezidir, yani kalbidir. Biz de şehrin kalbini yeniden canlandırmak için çalışmalarımıza Kale ve çevresinden başladık. Tarihi mirasımızı yaşatmak, geleneksel sanat, zanaat, kültür zenginliklerimizi daha nezih bir ortamda yaşatmak ve tanıtmak adına yeni projeler ürettik. Bu bağlamda gerek AB gerekse kendi öz kaynaklarımızdan finanse ettiğimiz çalışmalarla başta Kale çevresi, Naip Hamamı, Kır Kahvesi, Butik Otel, Bakırcılar Çarşısı gibi bir çok yapının restorasyonunu tamamlayarak gelecek nesillere ve insanlığa kazandırılmasını sağladık" dedi.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 12.12.2008

    TARİHİ CAMİYİ SOYACAKLARDI

     

    Gaziantep’te Şekeroğlu Mahallesi’ndeki 500 yıllık Tahtani Cami’ne dün sabah namazının ardından cemaatin ayrılmasından sonra gelen hırsızlar, kapıyı kırarak içeriye girdi. Camideki Kuranı Kerim’i dağıtan, içtikleri sigara izmaritini yerlere atan hırsızlar duvardaki antika saati poşete koyup bazı halıları götürmek isterken, camiye gelen vatandaşları fark edince bir şey alamadan kaçtı. Camiye gelen vatandaşların haber verdiği polis araştırma başlattı.

    Hürriyet, Haber: Mehmet Bulut, 12.12.2008

    EĞİK MİNARE UYDUDAN TAKİP EDİLECEK

     

    Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ata yadigarı eserleri korumak amacıyla başlattığı çalışmalar kapsamında, Sivas Merkez Ulu Camisi’nin minaresinin eğikliği uydudan gözlenecek. Bir yıl sürecek takip sonunda elde edilecek veriler doğrultusunda minarenin kaç santim kaydığı belirlenecek ve en uygun şekilde restore edilmesi sağlanacak. Sivas’ta sürdürülen bu çalışmanın hassasiyetlerinin bir örneği olduğunu söyleyen Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, 2003’den bugüne kadar 2 bin 650 vakıf eserinin restore edildiğini bildirdi.

    Türkiye Gazetesi, 12.12.2008

    SANAT DA İNTERNETTEN İNDİRİLİR

     

    Yakın zaman önce İngiliz ressam Adam Neate eserlerini İngiltere'nin çeşitli şehirlerine ve sokaklarına bırakmıştı. Bu kez de Turner Prize kazanmış Keith Tyson, Guardian gazetesi okuyucularına eserlerini internet üzerinden ücretsiz indirme fırsatı sunuyor. 5 bin kişiyle sınırlı olan bu uygulama için hiç bir ücret talep etmeyen  sanatçı, History Paintings adını verdiği serisine dahil olan eserlerinden birini duvarına asmak isteyen sanatseverlerin tek ihtiyacının bir adet A3 kağıt ile çerçeve olduğunu söylüyor. 9 aralıkta öğle saatlerinden itibaren başlayan bu uygulama beş bin sanatsever eserleri internet üzerinden indirdikten sonra sona erecek. Bir kişi, bir bilgisayardan tek bir kez eser indirebilecek çünkü aynı kişilerin birden fazla  indirmemesi için işlemler IP adresi ile sınırlandırılmış.
    Taraf, 11.12.2008

    SAPANCA GÖLÜ'NDE BATIK KİLİSE KALINTISI BULUNDU

     

    Kocaeli Müze Müdürlüğü ekipleri, Sapanca Gölü'nde batık bir kilise kalıntısı buldu. Su altı arkeoloğu Ali İlker Tepeköy, Sapanca Gölü'nde batık kilise olduğu yönündeki ihbar üzerine, Zeynep Cansever, Ahmet Uykal ve Serdar Gülderer'den oluşan su altı ekibinin Sapanca Gölü'nde inceleme yaptığını söyledi.

     

    TÜPRAŞ'tan alınan ekipman desteğiyle yapılan dalışlarda batık kilise olarak ihbarı yapılan mimari kalıntının tektonik çökme ile su altında kaldığının tahmin edildiğini belirten Tepeköy, kilisenin 3x4 metre boyutlarında düzgün kesilmiş yerel taştan yapılmış dikdörtgen bir mimariye sahip olduğunu bildirdi.

     

    Göldeki tatlı su bitkileri arasında kalan mimari kalıntının iç kısmının dolu ve bitkilerle kaplı olması nedeniyle niteliği ve fonksiyonu hakkında yeterli bilgi elde edilemediğini aktaran Tepeköy, “Ancak kalıntının bulunduğu alanın kuzeyinde ve güneyinde su derinliğinin 8 metre olması ve kalıntının su yüzeyinden 1-2 metre aşağıda tespit edilmesi tektonik çöküntüleri belgelemesi ve kara-göl değişimlerini göstermesi açısından önemlidir” dedi. Tepeköy, ilk resmi dalışların ekim ayında Dilovası'nda yaptıklarını belirterek, şunları kaydetti:

    “Gelen ihbar üzerine, Dilovası'ndaki bir batık alanına daldık. Bu dalışta 30 metrede kum gemisine ait modern bir batıkla karşılaştık. Vatandaşların ihbarıyla her zaman tarihi eser bulamasak da su altı varlıklarımızı belirlemekte bu ihbarlar önemli bir rol oynayacaktır.”

    Yeni Şafak, 11.12.2008

    KARATAY MEDRESESİ HİZMETE AÇILDI

    Sultan II. İzzeddin Keykavus devrinde Emir Celaleddin Karatay tarafından, 649, H. (1251 M.) yılında Konya'da yaptırılan Karatay Çini Eserler Müzesi iki yıllık restorasyonun ardından ziyarete açıldı.

     

    1955 yılında Türkiye'nin ilk "Çini Eserler Müzesi" olarak açılan eski Karatay Medresesi'nde, Selçuklu ve Osmanlı döneminin en seçkin eserleri sergileniyor. Yaklaşık 4 bin eserin bulunduğu müzede birçok çiniye paha biçilemiyor. Konya Müze Müdürü Yusuf Benli, Karatay Çini Eserler Müzesi olarak kullanılan Karatay Medresesi'nin, 1955 yılından beri her hangi bir onarımdan geçmediğini kaydetti. 2 yıl önce başlatılan restorasyon çalışmasının bitirildiğini belirten Müdür Benli, "Müze baştan aşağı bir onarımdan geçirildi. Duvardaki tüm çinilerde yenileme yapıldı. Teşhir vitrinleri değiştirildi. Eyvanda Selçuklu dönemine ait çini kalıntıları, Selçuklu ve Osmanlı Dönemi'ne ait seramiklerin sergilendiğini ifade eden Benli şunları söyledi: "Kubbeli salonda Selçuklu dönemine ait cam tabak, çini parçaları, alçı nişler, Beyşehir İlçesi'ndeki Kubadabat Sarayı'ndan çıkan çini panolar ve Osmanlı dönemine ait seramikleri sergiliyoruz."

    Merhaba Gazetesi, 11.12.2008

    VİYANA'DA HASANKEYF PROTESTOSU





    Türkiye'de yapımı "kültürel mirasa zarar verecek" tartışmasına yol açan Ilısu Barajı projesi, finansörlerden Avusturya'da eylemle protesto edildi. Dev projenin uygulanmasının önlenmesini isteyen 50 kişilik bir grup dün başkent Viyana'da finansörlerden Kontrolbank'ı bastı. Bankanın pencerelerinden Ilısu Barajı karşıtı sloganların yazılı olduğu pankartlar sarkıtan göstericiler bir bildiri de yayımladı. ECA-Watch isimli bir izleme kurumu tarafından organize edilen eylemin bildirisinde "Bu proje 65 bin insanın evsiz kalmasına neden olacak. Canlı türleri yok olacak. Her şeyden daha vahimi Hasankeyf gibi bir kültür miras sular altında kalma tehlikesi yaşayacak. Derhal yabancı yatırımcılar projeden desteği çekmeli" denildi. Amaçlarının Hasankeyf'e dikkat çekmek olduğunu belirten ECA-Watch Başkanı Ulrich Eichelmann, barajdan dolayı yerlerinden olacak 65 bin kişinin ne olacağını sordu. Grubun davetlisi olan Hasankeyf sakinlerinden Osman Topkan ise Avrupa'nın böyle bir projeye neden destek verdiğini anlamakta zorluk çektiklerini söyledi. Eylemciler daha sonra Eichelmann başkanlığında Kontrolbank Başkanı Rudolf Scholten ile görüştü. Grubun Türkiye'deki proje yetkililerine de mektup gönderdiği belirtildi.

    Sabah, 11.12.2008


    ******


    AVUSTURYA ÇEKİLDİ, HASANKEYFLENDİ

     

    Hasankeyf'i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı'na kredi veren ülkelerden Avusturya projeden desteğini çektiğini açıkladı. Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger, Avusturya ulusal televizyon kanalı ORF'nin ana haber bülteninde yaptığı açıklamada Türkiye'nin gerekli şartları yerine getirmemesi nedeni ile Ilısu Barajı Projesi'nden çekildiklerini açıkladı.

     

    Almanya, Avusturya ve İsviçre'nin Ilısu Barajı için Türkiye'ye verdiği "kredi desteğini çekme ültimatomunun" süresi dolmadan Avusturya baraj projesinden desteğini çektiğini açıkladı. Doğa Derneği Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk ise "Bu Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nin çok uzun zamandır beklediği bir haber. Bu karar kampanyamız açısından büyük bir dönüm noktası' dedi.

    Yeni Şafak, 13.12.2008

    ALTINPARK'TAKİ ANTİK YOL, ROMA DÖNEMİNE AİT

     

     

    Konak Belediyesi'nin hizmet binası yapmak için temel kazısını başlatmasından sonra tarihi eser bulununca arkeolojik kazı alanı olarak ilan edilen Basmane'deki Altınpark'ın, Antik Roma Yolu'nda kurulduğu belirtildi. Agora surları dışında yapılan ilk kazı çalışması olan Altınpark'taki antik yolun 12 metrelik kısmının ortaya çıktığı, yolun Agora'ya kadar uzanabileceği belirtildi. Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, projesini hazırladıkları binayı yapamadıklarını ancak, İzmir'in tarihinin ortaya çıkması nedeniyle mutluluk duyduklarını belirtti.

    Konak Belediyesi'nce yürütülen yeni hizmet binası çalışmaları sırasında Altınpark'ta ortaya çıkan antik bulgulardan sonra, şimdi de Roma dönemine ait olduğu öne sürülen antik yolun bulunması heyecan yarattı. Kazı çalışmalarına geçen nisan ayında başlanan alanda belirlenen yolun 12 metre olduğu, 15 Aralık'ta bitecek kazı izninden sonra, 2009 yılı için alınacak yeni izin döneminde yolun Agora'ya uzanan kısmının ortaya çıkarılması için çalışılacağı belirtildi.

    Çalışmaların İzmir'in geçmişine ayna tutacağı ifade edilirken Roma, Bizans ve Osmanlı olmak üzere 3 ayrı döneme ait kalıntıların bulunduğunu bildirildi. Kazı çalışmalarında yeni bulguların elde edilmesi, bölgede umudunu turizme bağlayan otel ve semt halkını sevindirdi.

    Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, arkeolojik alanın hizmet binası projesinin temel kazısında ortaya çıktığını belirterek, "Güzel tarihi eserlerin çıkması durumunda alanı arkeo-park yapmak istiyoruz. Ancak Koruma Kurulu'nun onay ermesi durumunda şeffaf bodrumlu sergi alanı da yapabiliriz" şeklinde konuştu. Londra'da yüksek bir binanın yapılması sırasında Sheakspare dönemine ait bir tiyatronun bulunduğunu ve bu alanın bodrum katı olarak düzenlenip üzerinin şeffaf cam ve plastiklerle kapatıldığını söyleyen Başkan Tunçağ, "Altınpark'ta da alt kat camla kaplanıp, aşağı iniş noktaları, gözlemleme noktaları yapılabilir" diye konuştu.

    Yeni Asır, 11.12.2008

    TARAKLI EVLERİNDE RESTORASYON SÜRÜYOR

     

    Osmanlı mimarisinin en özgün eserleri arasında bulunan Taraklı'daki tarihi ahşap evlerin restorasyonu hızla devam ediyor. Çalışmalar, Taraklı Restorasyon Eğitim Merkezi Usta Yetiştirme Kursu'nda eğitim gören öğrenciler ile ahşap ve kerpiç ustaları tarafından yapılıyor.

    Sakarya'nın en güney ucunda yer alan ve tarihi İpekyolu üzerinde bulunan Taraklı, 19. yüzyıldan kalma Osmanlı dönemi evleriyle yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Sokak dokusu bozulmayan görünümüyle herkesi etkileyen ilçede 300 tarihi ahşap bina bulunuyor. Yük taşıyanların dinlenmeleri için dinlenme taşları bulunan Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla Taraklı bir açık hava müzesi görünümünü taşıyor. İlçedeki 300 tarihi ahşap binadan 97'sinin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tescillendiğini kaydeden Özkaraman, tarihi binaların restorasyon çalışmalarının da büyük bir titizlikle ve hızla sürdüğünü bildirdi. Şimdiye kadar 4 tarihi evin restore edildiğini anlatan Özkaraman, "Halen 4 evin restorasyonuna devam ediyoruz. 35 yapının da projeleri tamamlandı. İlçede daha restore edilecek onlarca ev var." dedi. Özkaraman, tarihi Orhangazi ve Yunuspaşa çarşılarında da "Sokak Sağlıklaştırması" projesi kapsamında işyerlerinin çatı ve dış cephelerinde yenileme çalışmaları yapacaklarını ifade etti.

    Zaman, Haber: Serkan Özen, 10.12.2008

    KÜTAHYA BELEDİYESİ'NDEN TARİHİ YAPILARA RESTORE

     

    Kütahya'daki tarihi yapılardan bazıları, belediye tarafından restore ettirilerek turizme kazandırıldı.

    Kütahya Belediye Başkanı Mustafa İça, kentlerin çarşıları, sokakları, parkları, evleriyle sadece fiziki mekanlar olmadığını, bu yapıların geleceğe taşınması gerektiğini söyledi. Savaş, doğal afet, göç ve iklim koşulları gibi etkenlerle ortak mirasın yok olmaya yüz tuttuğunu belirten İça, bu eserlerin gelecek nesillere aktarılması için kent tarihi müzelerinin önemli fonksiyonları olduğuna işaret etti. Belediyece satın alınarak restore ettirilen Germiyan Sokağı'ndaki Şapçızade ve Karaca konaklarının, kent tarihi müzesine dönüştürülmesi için çalışmalarının sürdüğünü anlatan İça, kentte yaşayan, başka kentlerde oturan, görev yapan, yurt dışında bulunan ya da kendini Kütahya'nın hemşehrisi olarak görenlerin duyarlılık göstererek, oluşturmaya çalıştıkları kent tarihi müzesine katkılarını beklediğini ifade etti. Tarihi ve sivil mimari örneği yapılara büyük önem verdiklerini belirten İça, bu eserleri korumak, yaşatmak için çalışmalarının sürdüğünü kaydetti. Başkan İça, daha sonra restore edilen yapılarla ilgili bilgi verdi.

    Zaman, 10.12.2008

    TEKİRDAĞ TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

     

     

    Kazılarla ilgili bilgi veren Işın, Karaevli altı (Heraion Teichos) kazısının, Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Neşe Atik ve ekibi ile birlikte gerçekleştirildiğini ifade etti. Akif Işın, MÖ 4. ve 2. yüzyıl arası buluntuların ortaya çıkarıldığını, sur ve kentin giriş kapısı ile büyük bir yapıya ait duvar kalıntılarına rastlanıldığını belirtti.

     

    Bu büyük yapının fresklerle kaplı olduğu için bir saray ya da tapınak olabileceğinin tahmin edildiğini belirten Işın, "Erken Roma dönemine ait bir sağlık merkezi ortaya çıkarılırken, kazılarda bulunan sikkelerin büyük bölümünün Trak krallarına ait olması, kentin Trak kenti olduğunun önemli bir kanıtıdır. Trakya Odyris Kralı Kersepleptes'in mezarının da kente 2 kilometre uzakta olması kralın son yıllarını burada geçirdiğini gösteriyor" dedi. Işın, 2007-2008 yılı kazılarında büyük yapı kompleksinin kapı anahtarları ve kapıya ait ahşap kalıntılar ile anıtsal nitelikte olduğu tahmin edilen kapılara ait bronz 2 kalkanın bulunduğunu kaydetti. Kazılarda ele geçen buluntular arasında; kaz tutan bir mermer Eros heykeli ile bir Afrodit heykel başı olduğunu dile getiren Işın, kazılarda ortaya çıkarılan büyük yapının duvar kenarlarında boyalı fresklerin bulunduğunu, büyük olasılıkla Traklar'a ait bir tapınak olduğunu söyledi.

     

    Trakya'da ilk kez büyük bir Trak kentinin kazılarak ortaya çıkarılmakta olduğuna işaret eden Işın, kısıtlı olanaklarla yapılan çalışmalarda kısa zamanda Traklar hakkında birçok bulgu, belge ve bilgiye ulaşıldığın dikkat çekti. Işın, "Yapılan arkeolojik kazılarla Tekirdağ adına tarihi bir geçmiş ortaya çıkarılıyor. Kazı imkanları arttırıldığında çok önemli eserlerin ortaya çıkacağı artık bilinen bir gerçektir" diye konuştu.

    Yeni Şafak, Haber: Mustafa Erkaya, 10.12.2008

    ASSOS'TA 2 BİN 200 YILLIK YÜZÜK BULUNDU

     

    Dr. Nurettin Arslan “Söz konusu takının iç kısmının altınla kaplanmış olması, sahibinin metala karşı alerjisi olduğunu gösteriyor” dedi

    Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi'ndeki Assos Antik Kenti'nde bu yıl yürütülen kazılarda, 2 bin 200 yıllık olduğu tahmin edilen kadın yüzüğü bulundu.


    Assos Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Doç.Dr. Nurettin Arslan, bu yıl nekropol (mezarlık) kazılarında bulunan yüzüğün Hellenistik döneme ait olduğunun sanıldığını söyledi.

    Yüzüğün ilginç bir özelliği bulunduğunu belirten Arslan, "Demir olmasına rağmen yüzüğün iç kısmı altınla kaplanmış. Bu da bizlere yüzüğü kullanan kadının metale karşı bir alerjisi olduğunu, teninin demirle temas etmemesi için iç kısmının muntazam bir şekilde altın kaplanmış olabileceğini düşündürdü" dedi.
     

    Doç.Dr. Arslan, yüzükteki altının ince bir tabaka halinde kaplandığından dolayı çok değerli olmadığını, ancak tarihinin eskiye dayanması nedeniyle kendilerine arkeolojik ve tarihsel anlamda önemli ipuçları verdiğini bildirdi. Arslan, yüzüğün Çanakkale Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildiğini de sözlerine ekledi.
    Yeni Asır, 10.12.2008

    "MÜZE İSTEYEN ÇOK, SAHİP ÇIKAN YOK"

     

    İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nin kurulmasına öncülük eden Prof.Dr. Fuat Sezgin, "Açılalı altı ay oldu ama müzenin Gülhane Parkı’nın içinde olduğunu gösteren bir yazı bile yok. Işıklandırma berbat" dedi.

    BİLİM ve teknoloji tarihi konusunda dünyaca ünlü bir bilim adamı olan ve İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi’nin kuran Prof. Fuat Sezgin, kendisine verilen sözlerin tutulmadığını söyledi. Müzede yer alan aletlerin tarihlerini, nasıl çalıştıklarını ve ne işe yaradıklarını anlatan, Almanca, İngilizce, Fransızca, Arapça ve Türkçe olarak 200 kadar levha hazırladığını anlatan Sezgin, sözlerini şöyle sürdürdü:

    "Ancak bu levhalar hálá basılmadı ve asılmadı. Bunlar olmadan bu müze sağır ve dilsiz. Bu müzeyi konuşturmak lazım. Kimseyi şikayet etmek istemiyorum ama binanın mimari onarımını üzerine alan mimar, sadece levha değil, müzenin bir çok işini kötü yola soktu, durdurdu, keyfi olarak aksattı."

    Ömrünü İslam Bilimleri Tarihi’ne adayan ve çalışmalarını kurduğu Goethe Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nde direktör olarak sürdüren Prof. Sezgin, "Müslümanlar, ilimler tarihindeki muazzam yerlerini bilmedikleri veya yanlış bildikleri için Avrupalılar karşısında büyük bir aşağılık duygusu içindeler. Benim amacım onlara atalarının bilim tarihindeki muazzam yerini öğretmektir" dedi.

    Prof. Sezgin, müzede bulunan ilginç eserlerden örnekler vererek şunları söyledi:
    "Müzede bir yer küresi var. Bu, dünyada yapıldığı bilinen fakat kaldığı bilinmeyen bir alet. 9. yüzyılın başlarında Abbasi Halifesi Mem’un’un 70 coğrafyacı ve astronoma dağıtarak 30 senede hazırlattığı dünya haritası. Keşfettikten sonra bastık ve küre haline getirdik. Bir de Müslümanlar tarafından icat edilen bir saat var. Yunanlılarda ancak günün bir saatini ölçmeye yarayan saatler vardı. Müslümanlar bunu yarım saate indirdiler. 11. yüzyılın sonlarına doğru dakikaları ölçen saatler yaptılar, bunu bilimler tarihi bilmez. Bir astronomi tarihçisine ’İnsanlar ne zamandan beri dakikaları ölçen saatler yaptı?’ diye sorsanız, bilmez. Ben bu saati 10 sene evvel bir kütüphanedeki yazmada buldum ve yaptım."

    Hürriyet, 10.12.2008

    NOEL ASLINDA 17 HAZİRAN'DA

     

    Avustralyalı gök bilimci Dave Reneke, Hz. İsa’nın sanıldığı gibi 25 Aralık’ta değil, 17 Haziran’da dünyaya geldiğini ve bu nedenle Noel’in bu tarihte olması gerektiği görüşünü ortaya attı

     

    Reneke, İncil’deki bilgileri ve karmaşık bir yazılım programını kullanarak bilgisayar ortamında 2000 yıl öncesinde kutsal topraklar üzerindeki gökyüzünü yeniden canlandırdı. Bu tarihte Venüs ve Jupiter’in birbirine çok yaklaştığını ve dünyadan güçlü bir ışık demeti olarak görüldüğünü kaydeden bilim adamı, “İncil’de sözü edilen 3 bilgenin görüp Beytüllahim’e doğru yola çıktığı Noel Yıldızı, aslında birleşmiş Venüs ve Jupiter’in ışığıydı. Venüs ve Jupiter MÖ 2’de 17 Haziran’da birleşti” dedi.

    Milliyet, 10.12.2008

    ATATÜRK'E SUİKAST PLANI ÇÖPTEN ÇIKTI





    Dolmabahçe Sarayı’nda çöp diye ayrılıp, imha raporu çıkarılan 40 konteynır ve 216 naylon torba içindeki belgeler arasından Atatürk’e suikast yapılacağını bildiren bir evrak da çıktı.

     

    TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na ait Dolmabahçe Sarayı’nın bodrum katlarında bulunan çok kıymetli arşiv belgeleri, çöpe atılacakken son anda kurtarıldı. 

    Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı’na devredilen 40 çöp konteynırı ve 216 naylon torba içindeki evrak, Bağcılar’daki ısı ve nem ayarlı depolarda koruma altına alındı. Elden geçirilen belgeler arasından Atatürk’e Fransız bir sinema makinisti tarafından suikast düzenleneceği bilgisinin yazılı olduğu bir belge de çıktı.

     

    Milli Saraylar yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Arena programı yapımcısı Uğur Dündar’ın 1998 yılında Dolmabahçe Sarayı’nın bakımsızlığıyla ilgili yaptığı programın ardından Harem bölümünde Kadın Efendiler Dairesi’nin bodrum katları ve Cariyeler bölümü aceleyle temizlendi.

    Burada bulunan belgeler gelişi güzel konteynırlara ve naylon poşetlere dolduruldu. İddiaya göre, 1999 yılında Prof.Dr. Ali İhsan Gencer, Prof.Dr. Nezihi Aykut gibi hocalara söz konusu belgeler değil, elden çıkarılabilir belgeler gösterilerek “imha raporu” hazırlatıldı.


    Ancak dönemin Milli Saraylar Daire Başkanı Polat Akbulut imha edilmesine karşı çıktığı belgelerin konteynır ve naylon torbalar içinde bir depoda bekletilmesini istedi. Aradan geçen 9 yılda belgelerle ilgili hiçbir çalışma yapılmadı. Geçen yıl arşiv bölümünde çalışan bazı uzmanlar, Milli Saraylar Daire Başkanı Cemal Öztaş’a bir dilekçe yazarak arşiv bölümündeki rahatsızlıklarını dile getirdi. Dilekçe üzerine başlatılan soruşturmada, sarayın ücra köşesinde imha edilmeyi bekleyen arşiv belgeleri bulundu.


    Arşiv ekibi, belgeler üzerinde yaptığı incelemede Osmanlıca olan evrakın bir bölümünün Hazine-i Hassa arşivine, bir bölümünün de Cumhuriyet dönemi Dolmabahçe yazışmaları ile Atatürk’e ait yazışmalar olduğunu tespit etti. Bunun üzerine 1999 yılında bu belgelerin imha edilmesi yönünde karar aldırtan arşiv sorumlusu Demet Kesal görevinden alındı.

     

    Gün ışığına çıkarılan belgelerin bir çoğunun yıllar içinde bakımsızlıktan çürüdüğü tespit edildi.
    Kurtarılabilen belgeler için ise, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığı’ndan yardım istendi. İki kurum arasında yapılan protokol doğrultusunda milyonlarca arşiv belgesi, Devlet Arşivleri’ne teslim edildi. Konularına göre ayrılan belgeler, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne ait Bağcılar’daki özel depoya kaldırıldı. Bir kısmı, mikro filmleri çekilerek araştırmacılara açıldı. Bir kısmının mikro film işlemi ise devam ediyor.

     

    Dolmabahçe’de konteynır ve çöp torbaları içinde yıllarca bekleyen belgeler arasında, Atatürk’e Fransız bir sinema makinisti tarafından suikast düzenleneceği bilgisinin yer aldığı belge de bulundu.


    Belgeye göre; suikast, saklı (yani gizli) ibaresi ile 28.08.1930 tarihinde 1. Şube Polis Müdürü imzasıyla bir üst makama bildiriliyor. Yazıda şöyle deniliyor:
    “Bazı aleyhtarlarımız tarafından sinema almak bahanesiyle Reisi Cumhur Hazretlerine suikastta bulunmak üzere sinema operatörü bir Fransızla mutabık kaldıkları haber alınmıştır. Azami takayyüdat icrası ve bu nam altında memleketimize gelecek eşhasa karşı çok müteyakkız davranılması ve ufak bir hareketten derhal malumat verilmesi ehemmiyetle beyan olunur.”
    Ancak arşivde bu konuda daha sonra nasıl bir gelişme olduğuna dair evraka rastlanmadı.

    Hürriyet, Fotoğraf: Radikal, 10.12.2008

    TARİHE KOMANDO KORUMA

     

    Irak Hükümeti, aralarında antik Babil kenti gibi önemli merkezlerin olduğu arkeolojik alanların korunması için polis komandolarından oluşan özel birlikler görevlendirecek. Irak Ulusal Polis Güçleri komutanı Korgeneral Hüseyin El Avadi, yağma ve çatışmalardan büyük zarar gören arkeolojik alanların korunması için yeni bir kuruluş oluşturulacağını söyledi. El Avadi, büyükelçilikler ve diplomatik misyonların korunması için de benzer bir kuruluş oluşturulduğunu kaydetti.

    Sabah, 09.12.2008

    OPERA BİNASI YENİLENECEK

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın binasından sonra Ankara’nın en eski yapılarından olan Devlet Opera ve Balesi’nin binasında da yenileme çalışmaları yapacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı 2009 yılı bütçesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmeleri sırasında verilen bir önergeyle Devlet Opera ve Balesi’nin binasının yenilenmesi için 2 milyon YTL ödenek aktarıldı. Bakan Ertuğrul Günay, binanın havalandırmasının yetersiz, koltuk düzeninin rahatsız olduğunu belirterek konulan ödenekle eksikliklerin giderileceğini kaydetti.

    Türkiye Gazetesi, Haber: Şükran Kaban, 09.12.2008

    MARDİN KALESİ ONARILIP TURİZME KAZANDIRILACAK

     

    Dünyanın sayılı tarihi kentleri arasında yer alan Mardin'de, bütün tarihi mekanlar teker teker onarımdan geçiriliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından UNESCO'ya dünya kültür mirasına aday şehir gösterilen 7 bin yıllık kentin, tarihi Mardin Kalesi diğer adıyla Kartal Kalesi de onarıma alınıyor. Kalenin bir bölümünde oluşan göçükler ve heyelan sebebi ile restorasyonun kaçınılmaz hale geldiğini söyleyen Vali Mehmet Kılıçlar, 200 bin YTL ödenek geldiğini belirterek, "Askeri bölge dışında kalacak olan onarım ve açılım bölümü tarihi kentimize turistik amaçlı gelen yerli ve yabancı turistlere gezme imkanı sağlayacağız" dedi.

    Sabah, 09.12.2008

    MECİDİYE KÖŞKÜ'NDE TARİHİ ESERLER ÇÜRÜYOR

     

     

    Osmanlı Devleti'nin yaklaşık 400 yıl idare merkezi olan ve yılda yaklaşık 2 milyon yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Topkapı Sarayı Müzesi'nde Sultan Abdülmecid tarafından inşa ettirilen Mecidiye Köşkü, ilgisizlikten duvarları çürümüş, boyaları dökülmüş, depo olarak kullanılan odalarındaki çürüyen ve parçalanmış mobilya, halı, kilimler yetkililerin ilgisini bekliyor. Köşkün depo olarak kullanılan katı ile bu odalarda muhafaza edilen çok sayıda halı, sandalye, koltuk, mobilya, kapı, çerçeve ve ağaç işlemeli olan çok sayıda eşya, rutubet ve bakımsızlık nedeniyle çürümeye terk edilmiş durumda. Halı, perde ve koltuklar bakımsızlık ve ilgisizlikten nasibini almış. Duvarlar çatlak olması bir yana, rutubetten dökülüyor, tavan işlemeleri de harap halde, oda zeminleri çökmüş ve yetkililerin ilgisini bekliyor.

    Yeni Şafak, Haber: Şamil Kucur, 09.12.2008

    DİKKAT ÇEKEN EN SON ARKEOLOJİK KEŞİFLER

     

    Çin'de geçici bir imparatorluk sarayına ait kalıntılar, Wight Adası'nda 8 bin yıllık bir telli çalgı, İngiltere'nin eski ünlü protesto kamplarından Greenham'da iskelet kalıntıları, İskoçya'da ise 3 bin 500 yıllık bir mızrakbaşı bulundu.

     

    Derleyen: cnnturk.com   Çinli arkeologlar antik Xinggong kentine ait harabeler buldu. Qin Kralları için 2 bin yıldan daha uzun bir süre önce yapılan geçici imparatorluk sarayının kalıntıları olduğu tahmin edilen bu duvar kalıntılarının tuğlalardan oluştuğu bildirildi.

    ***

    İngiliz arkeologlar ise Wight Adası'nda 8 bin yıl öncesine tarihlenen bir telli çalgının parçalarını buldu. 4,5 inç uzunluğundaki çalgının yüzeyin 30 feet altında bir prehistorik yaşam alanı içinde bulunduğu bildirildi.

    ***

    25 yıl önce İngiliz kadınların anti-nükleer karşıtı eylemlerini yaptıkları Greenham kamp bölgesi, arkeologlar tarafından kazılmaya başlandı. Kazılarda 600'den fazla iskelet kalıntısına ulaşıldı.

    ***

    İskoçya'da Dumfriesshire bölgesinde Bronz Çağ'a ait 3 bin 500 yıllık bir mızrak başı keşfedildi. Bölgede bulunan Mennock Geçidi'nde bulunan mızrak başının Orta Bronz Çağı'nda Britanya'da kullanılanlara benzediği bildirildi.

    Cnn Türk, 08.12.2008

    ZEUGMA ANTİK KENTİ DÖRT MEVSİM ZİYARET EDİLEBİLECEK

     

    Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde bulunan Zeugma Antik Kenti'nin açık hava müzesine dönüştürülmesi amacıyla başlatılan çalışmalarda sona gelindi. Zeugma'nın her mevsim ziyaret edilmesi amacıyla başlatılan çalışma 2009 yılının sonunda tamamlanacak. Bu kapsamda, Dionysos ve Danae villalarının üst çatı örtüsü yapımı işi ihale edildi.

     

    Antik kalıntıların üstü, mekanın yapısına uygun malzemelerle kapatılacak. Turistler tarafından rahat gezilebilmesi ve eserlere zarar verilmeden görülebilmesi için de yürüyüş parkurları yapılacak. Tarihi mekandan şimdiye kadar çıkarılan önemli mozaikler, sergilenmek üzere Gaziantep Müzesi'ne taşınıyordu. Taşınamayan mozaikler ve kalıntılar ise ziyaretçilere kapalı şekilde bulundukları yerde tutuluyordu. Eserler bulunduğu bölgede kış aylarında muşamba ile korunmaya çalışılıyordu.

     

    Gaziantep'e daha fazla turist çekmeyi hedefleyen Gaziantep İl Özel İdaresi ve Gaziantep İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, villaların üzerini kapatmak için bir dizi çalışma başlattı. Yapılan görüşmelerin sonunda, Dionysos ve Danae villalarının üstünün çatı ile örtülmesine karar verildi. Daha önce Zeugma Antik Kenti'nde bulunan eserleri görmeye gelen turistler, kış aylarında zorluk çekiyordu. Villaların üzerinin kapatılması ile bölgenin 4 mevsim gezileceği belirtiliyor.

     

    Gaziantep Valiliği, Gaziantep Özel İdare Genel Sekreterliği, bölgeye her mevsim turist çekmek için geçen yıl bir vapur satın alındı. Bu vapurla su altında kalan bölgeler ve yürüyerek gezme imkanı bulunmayan bölgeler rahatlıkla geziliyor. Bununla yetinmeyen Yavuzeli Kaymakamlığı daha hızlı seferler düzenleyebilmek için sürat teknesini devreye soktu. Son yapılan çalışma ise Dionysos ve Danae villalarının üzerini kapatmak oldu. Yetkililer, villaların üzerinin kapatılması ile Zeugma Antik Kenti'nin 4 mevsim gezileceğini belirtiyor. Bu çalışmaları Zeugma'yı sürekli ziyaret edilebilir hale getirmek için yaptıklarını söyleyen yetkililer, bunun Zeugma için bir devrim olduğunu ifade ediyor. Zeugma'daki çalışmaların tamamlanması ile tarihi eserlerin tamamı korunma altına alınacak. İhaleyi alan firma çalışmalarını 1 yıl içinde tamamlayacak.

    haberler.com, 07.12.2008

    HİNT SANATI BATI'NIN YENİ GÖZDESİ





    The British Museum, önümüzdeki altı ay için yaptığı planlar arasında Hindistan'ın yer aldığını açıkladı. Buna göre müze Hindistan kültürü ve sanatı üzerinde duracak.

     

    İlk olarak Indian Summer adı verilen yüksek bütçeli sergi, gelecek yılın mayıs ayında açılacak ve Avrupa'da daha önce hiç görülmemiş resimleri, performansları, filmleri biraraya getirerek ziyaretçilerine sunacak. Yapılacak etkinlikler arasında bir Hint Bahçesi'nin nasıl yapılanacağını göstermek de yer alıyor. Sezonun en gözde çalışması olması beklenen bölümde ise, Garden and Cosmos: The Royal Paintings of Jodhpur adı verilen ve 55 tablodan oluşan sergi... Buradaki etkinlikler 2009 yılının ekim ayına kadar devam edecek. Eserler Hindistan'daki Rajasthan'dan Avrupa'ya ilk kez getirilecek.


    Müze, aynı zamanda Batı'daki çimenlik alanında Kew Gardens iş birliği ile Hindistan temalı bir manzara da yaratacak. Bu alan, Hint kültüründe yiyecek, ilaç ya da ticaret amaçlı kullanılan bitkileri yer alacak.


    Müzenin odak noktalarından biri de Hindistan'ın nasıl bir süper güç haline dönüştüğü olacak. Müzenin yöneticisi Neil McGregor, "Londra'da ve Britanya’daki yoğunlaşan Hint nüfusu sayesinde, Hindistan ekonomide, kültür sanatta, politikada ve sosyal hayatta daha da aktif hale geliyor. Indian Summer adlı sergide dikkati çekmek istediğimiz noktalardan biri de budur ve zamanlamamız kesinlikle doğrudur" diye konuştu.


    The British Museum, bu sezon Hindistan üzerinde odaklanmayı hedefleyen tek müze değil. Bu kış, dünya çapında pek çok galeri, Hint kültürü ve sanatı üzerinde durmayı planlıyor. Londra'daki Serpentine Gallery de Hint sanatı üzerine yoğunlaşmayı planlayan diğer bir müze olacak...

    Taraf, 07.12.2008

    YOL ÇALIŞMASINDA TARİHİ ESERLERE ZARAR VERİLDİ

     

    Muğla'nın Milas İlçesine bağlı Hüsamlar Köyünde, kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından yapılan yol açma çalışmalarında tarihi eserler zarar gördü. Vatandaşlardan gelen ihbar üzerine bölgeye giden Milas Müze Müdürlüğü yetkilileri ve Milas Jandarma Komutanlığı ekipleri, Karacabelen mevkisinde inceleme yaparak, bazı eserlerin yol çalışması sırasında tahrip edildiğine ilişkin tutanak tuttu.


    Müze Müdürlüğü yetkilileri, bulunan tarihi eserlerin Hellenistik döneme ait olduğunu tahmin ettiklerini, kaç eserin tahrip edildiği ve hangi döneme ait olduklarına dair kesin sonucun yapılacak ayrıntılı inceleme sonucu ortaya çıkacağını açıkladı. Jandarma ekiplerinin ise Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu tarafından istimlak edilen alanda izinsiz olarak kimin ya da kimlerin yol açma çalışması yaptığının tespit edilmesi için inceleme başlattığı bildirildi.


    Bu arada, Hüsamlar Köyü Muhtarı Selahattin Turan, gazetecilere yaptığı açıklamada, tarihi eserlerin tamamen tahrip edildiğini ileri sürerek, yapanların bulunmasını istediklerini kaydetti.

    Haber Ekspres, 07.12.2008

    ANADOLU'NUN İLK GEOMETRİK DÖNEM NEKROPOLÜ MİLAS'TA

     

    Muğla'nın Milas İlçesi'nde, Anadolu'nun ilk geometrik dönemine ait nekropol bulundu. Milas'a bağlı Çakıralan Köyü Belentepe mevkiinde ve Hüsamlar Köyü Mengefetepe mevkiinde Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında, Anadolu'nun ilk geometrik dönemine ait nekropole rastlandı.

    Kazı ekibi görevlisi arkeolog Savaş Durnagölü, çalışma yapılan iki tepenin sit alanı ilan edilmesinin ardından çalışmaların bir süre durdurulduğunu hatırlatarak, "Kısa bir süre önce yeniden başladığımız kazı çalışmalarında ortaya çıkan geometrik dönem nekropolü Anadolu'da bir ilk teşkil ediyor" dedi.


    Savaş Durnagölü, kazı çalışmalarının Mengefe Tepesi'nde sürdürüldüğünü belirterek, "Geçen yılın mayıs ayında başlayan çalışmalarımızda Anadolu'nun ilk geometrik dönem nekropol alanı ortaya çıkarıldı. Buradaki mezarlar genel olarak aile mezarları. Mezarlarda o dönemin sosyal, kültürel, ekonomik ve dini bilgilerini verebilecek kalıntılara ulaştık" diye konuştu.

    Kazı çalışmalarında geçen yıl 38, bu yıl 108 mezar açığa çıkarıldığını ifade eden Durnagölü, "Nekropol alanında bulunan mezarlığın bir özelliği de geometrik dönemde inşa edilmesine rağmen MÖ 4. yüzyılın ikinci yarısında yerleşen insanlar tarafından doğu ve batı yönünde mezarların etrafına bir duvar çekilmesi. Nekropol alanında boş kalan yerlere de mezarlar koymaya devam etmişler. Bölgede 13 adet Hellenistik döneme ait mezar bulundu" dedi. Nekropol alanının güney kısmında iki çiftlik evi bulduklarını kaydeden Durnagölü, şunları söyledi:

    "Bu evler Hellenistik döneme ait. 1. yüzyıla kadar kullanılıyor. Çiftlik evinde tarım ve hayvancılıkla uğraşılarak üzüm üretilmiş. Burada çıkarılan eserler Lagina kazıevindeki restorasyon evine götürülerek restorasyon ve konservasyonu yapılarak depoya kaldırılacak. Mezarların definecilerin saldırısına uğramaması için bölgedeki diğer mezarları açıyoruz. 1 ay sonra kazı çalışmalarımız tamamlanacak."

    Haber Ekspres, 07.12.2008





    İsmet İnönü’nün torunları Maçka’daki evine 2 kat daha çıkmak için imar izni istedi. Talep bir bürokratın düştüğü ‘tarihi eser olabilir’ notuna takıldı. Belediye ‘yanlışlıkla yazıldı’ diyor, CHP’li meclis üyeleri ise izne karşı çıkıyor

    Atatürk’ün silah arkadaşı, 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün hayattayken Maçka’da yaptırdığı 2 katlı ev, Beşiktaş Belediye Meclisi’ni karıştırdı. İnönü’nün merhum oğlu Ömer İnönü’nün çocukları Hayri ve Eren İnönü, 2 kat imar artışı talep etti. CHP’li meclis üyeleri, plandaki “eski eser olabilir” notu üzerine imara karşı çıktı. Belediye yetkilileri ise notun yanlışlıkla yazıldığını söyledi.

    Krize yol açan süreç şöyle gelişti:
    Beşiktaş Belediyesi, geçen yıl İnönü’lere ait binayı da içine alan ve 9 yıldır imarsız olan Ortaköy-Dikilitaş-Balmumcu Merkez Bölge Planları’nı hazırladı. Bir bürokrat ise İnönü Ailesi’ne ait parsel için ‘Tarihi eser olabilir’’ notunu düştü. Hayri ve Eren İnönü ile birlikte 120 parsel sahibi yasal olarak planlara itiraz etti. Torun İnönü’ler, ‘tarihi eser’ vurgusunun kaldırılmasını istedi. İki kardeş, parsel çevresinde 4 katlı binaların olduğunu belirterek, çevredeki yapılara sağlanan koşulların kendilerine de uygulanmasını talep etti.

    Bürokratın notunu dikkate alan CHP’li belediye meclis üyeleri, imar artışı talebine şiddetle karşı çıktı. Beşiktaş Belediyesi yetkilileri ise binanın tarihi ve Koruma Kurulu’ndan tescilli olmadığını, bu notun yanlışlıkla yazıldığını savundu. Beşiktaş Belediye Meclisi, önceki gün bu tartışmaların ışığında toplandı. İtirazların çoğu işleme alındı. Ancak İnönü Ailesi’nin itirazının görüşülmesi bir ay sonraki komisyona bırakıldı.

    Akşam, Haber: Nebahat Koç, 07.12.2008

    SANATIN DEDİKODUSU

     

    Sahte eserler, çalıntı fikirler, kuyu kazan oyuncular... Kültür-sanat camiasından hiç eksik olmayan dedikoduları kulis yazarlarından öğreniyoruz.

     

    Onlar kültür-sanatın olduğu her yerden çıkabilir... Bir sergide, konserde ya da bir film gösteriminde konuştuklarınıza kulak kabartıyor olabilirler. Kültür-sanat camiasının “kulis” yazarları o muhitlerde neler olup bittiğini öğrenip bunları köşelerine taşıyorlar.


    Kulis yazarlarından kimisi her duyduğunu yazmıyor, kaynaklardan doğrulattıktan sonra kaleme sarılıyor. Kimisi ise her duyduğunu yazıyor çünkü aksi takdirde “çatlıyor”...


    Camia küçük de olsa kültür-sanatın dedikodusu bol. Bu küçük dünyanın en “baba” yazarlarından Kültürazzi, Adalet Cingöz, Kurşun Kalem ve Kemal Yılmaz ile camianın bu fokurdayan halini konuştuk...

     

    Kültürazzi (Hürriyet) : Çok gezmeye çalışıyorum. Haberin nereden çıkacağı belli olmasa da uzun süre bu işi yapınca haberin ya da dedikodunun kokusunu alabiliyor insan. Tabii haber kaynaklarım da var. Haber kaynağının güvenilirliği çok önemli. Genelde çek ederim yazacağım yazıyı ama çek etmeye kalktığınızda bazen yazamaz hale de gelirsiniz. O zaman riski göze almak gerekir.


    Her ne kadar gazeteciden dost olmaz dense de kimseyi kırmamaya çalışıyorum. Ancak bazı alınganlıklar da oluyor. Bana küsen dostlarım da oldu tabii.


    Biri diğerini tokatlamış gibi skandallar yok denecek kadar az bu camiada. Ancak bir ağır esinlenme, başka birinin eserini çalma benim için skandaldır.


    Kültür-sanat camiasında sevimli dedikodular her zaman var. Ancak onların çoğu okurun ilgisini çekmez ya da çok kişisel şeylerdir, yazılmaz. Daha çok merak duygusunu kamçılayan olayları ya da görüp okuyup ilgimi çeken şeyleri alıyorum köşeme.

     

    Adalet Cingöz (Sabah) : Hiç gezmeyen bir insanım aslında. Sadece çok özel dostlarımın davetlerine gidiyorum. Her duyduğumu kesinlikle yazmıyorum. Çağdaş sanat sahnesinin belli başlı isimlerinin de aralarında olduğu güvenilir dostlarımdan alıyorum haberleri. Bugüne kadar da yazdığım hiçbir şey yanlış çıkmadı. Yazdıklarım dedikodu değil, tatlı bir kulis arkası.


    Yazdıklarımdan kırılan çok oluyor. Mesela Haluk Özden’in resimlerinin Adnan Çoker’inkilere benzediğini, bundan Adnan Çoker’in de çok rahatsız olduğunu yazmıştım. Bunun üzerine Haluk Özden’in beni mahkemeye vermek istediğini duydum. Ancak ben insanları rahatsız edecek söylentiler yaydığımı düşünmüyorum. Aksine birtakım komplekslerin yenilmesini, tabuların konuşulabilir hale gelmesini sağlıyorum.


    Skandallar da oluyor. Mesela geçen yıl David Elliot’ın İstanbul Modern’deki görevine apar topar son verilmesi bence skandaldı. Ayrıca müzayedelerde sürpriz isimlerin sürpriz fiyatlara ulaşması, yaşayan sanatçıların bile sahte resimlerinin çıkması da bir skandal.

     

    Kemal Yılmaz (Radikal) : Çok geziyorum. Bir şekilde organizasyonlardan haberdar oluyorum. Gazeteci arkadaşlarım da beni ilginç konulardan haberdar ediyor. İnsanları çok fazla eleştiren ya da yeren yazılar yazmıyorum. Ama bazen bu satırların arasından başka anlamlar çıkartıp alınganlık yapanlar da oluyor.


    Sadece kulak kabartarak bile her hafta köşemi doldurmayı başarıyorum. Çünkü kültür-sanat dünyasında her masa, her kokteyl, her meyhane bol dedikodunun, haşlamanın, pişirmenin, kaynatmanın yapıldığı yerler. Ben de bu masaların arasında gezinip konuşulanlara kulak kabartıyorum. Her duyduğumu yazabilirim. Bu nedenle hiç kimsenin içi rahat olmasın. Beni kimse tanımaz. Ancak insanlara sırtımı dönmemeye çalışıyorum. Döndüğümde beni fotoğrafımdan hemen tanıyorlar. 


    “Takva” filminin çekimleri sırasında hu çekiliyordu. Bunu polis bir tarikatın gizli zikri zannetmiş ve seti basmış. Bu olayı ilk ben ortaya çıkarıp yazmıştım. Bir de bir davette Orhan Pamuk’un paltosunun kaybolduğunu da ben yazdım. Arif Damar da bir gün çok sinirlenip Feridun Andaç’a bastonuyla saldırmış. Bunu yazınca Feridun Andaç bana çok sinirlenmişti. Öfkesi hala geçmemiştir.

     

    Kurşun Kalem (Zaman) : İyi bir çevrem ve haber kaynaklarım var. Sürekli dışarıdayım. Ayrıntılara dikkat ederim. Beni ne yenildiği içildiğinden çok; kimlerin ne konuştuğu ilgilendiriyor.


    Alınmasınlar ama her duyduğunu yazma konusunda Kültürazzi ile Kemal Yılmaz’a benzememeye çalışıyorum. Ben gördüğümü ya da duyduğumu yazarım. Yazmazsam çatlarım. Bazen editörümü arayıp, bu olayın üzerini kapatalım ricasında bulunuyorlarmış. Ama o da benden korktuğu için pek yüz vermiyor sanırım; yoksa onu da paylarım.

    Milliyet Pazar, Haber: Bade Gürleyen, 07.12.2008

    2 BİN YILLIK HEYKEL ELE GEÇTİ

     

    Tekirdağ'da jandarma ekiplerinin tarihi eserlere meraklı "Yorgo" adını kullanarak satıcılara düzenlediği operasyonda ele geçirilen erkek heykelinin iki bin yıllık olduğu ortaya çıktı. Müze Müdürlüğü'ne teslim edilen tarihi eser koruma altına alındı.

     

    Tekirdağ Jandarma Komutanlığı aldığı bir ihbar üzerine tarihi eser satıcıları ile irtibat kurmuştu. Ellerindeki tarihi eserleri satmak isteyen 3 kişi ile tarihi eserlere meraklı Yorgo adını kullanarak pazarlık yapan jandarma ekipleri satış sırasında düzenlediği operasyonda mermer haç ve erkek heykeli ele geçirdi.

    Tekirdağ Müze Müdürlüğü tarafından incelemeye alınan eserlerden mermer haçın yakın döneme aiti olduğu ve özellikle de kilise girişlerine konulduğunu tespit etti. Ele geçirilen 90 santimetrelik erkek heykelini de inceleyen müze müdürlüğü heykelin Roma dönemine ait olduğunu belirledi. Müze müdürlüğü tarafından koruma altına alınan heykelin 2 bin yıllık olduğu belirlendi.

     

    Tekirdağ'da ellerindeki tarihi eserleri jandarma ekiplerine satmak isteyen 3 kişi gözaltına alındıktan sonra adli makamlarca serbest bırakılmıştı. Tarihi eser satıcıları erkek heykeli için Yorgo adını kullanan jandarma ekiplerinden 200 bin dolar, mermer haç içinde 100 bin dolar istemişti. Tarihi eserlerle ilgili olarak başlatılan soruşturma devam ediyor.

    Tekirdağ Kent Haber, 07.12.2008

    İNANILMAZ BİR RESTORASYON HİKAYESİ





    Hırsızların art arda çinilerini çaldığı, harabe haline gelen Yenicami Hünkar Kasrı (mahfili), İstanbul Ticaret Odası sponsorluğunda yapılan restorasyonla eski görkemine kavuştu. Hürriyet Gazetesi’nde yer alan haberlerin ardından çini hırsızları yakalanmış ve kasrı kurtarmak için hareket başlamıştı. 2004’te Vakıflar Genel Müdürlüğü ile İTO, onarım için protokol imzaladılar.

    Restorasyon, sanat tarihi, çini, tezhip, yapı statiği gibi uzmanlık alanlarından, 5’i profesör, 9 kişilik danışman kurul oluşturuldu. Dört yıl çalışan 50 kişilik ekip, kasrı elden geçirdi. Restorasyon 7.5 milyon YTL’ye mal oldu. Kasır, Ocak 2009 sonunda müze olarak ziyarete açılacak.

    Restorasyon projesinin başındaki Mimar Hatice Karakaya, Yenicami Hünkar Kasrı’nın ömrünü 400 yıl uzattıklarını söylüyor. Kışın teslim aldıkları binadaki harabiyeti "İçinden gökyüzü görünüyordu. Yağmur olduğu gibi içeri giriyordu. Çatıdan kopan parçalar, yere düşüp insanları yaralıyordu. Restorasyon tam zamanında başladı, aksi takdirde yapı yıkılırdı" diye anlatıyor.

    Ekip, binayı görür görmez, çatı ve çevreyi korumaya aldı. Çatının tüm kurşunları ve kaplamaları söküldü. Ahşaplar güçlendirildi, bazıları değiştirildi. İleride yapılacak benzer onarımlar için çatının içinde her noktaya ulaşılabilmesini sağlayacak koridorlar oluşturuldu. Yangın ve aydınlatma sistemleri kuruldu. Hakiki el dokuması keçelerle örtülen çatı kurşunla kapatıldı.

    Ekip, içerde çalışmaya başladığında, çok nadir rastlanan bir mimari örneğiyle karşılaştı. Binayı 25X25 santimetre ebadında, 5’er metre boyundaki meşe kolonlardan oluşan karkasın taşıdığı görüldü. Ancak karkas yıkılmak üzereydi. Projenin teknik uygulama sorumlusu İsmail Önel, "Kurtlar ahşap kolonların içinde dans ediyordu. İçeri giren yağmur, karkasın tamamına yakınını çürütmüştü" diye anlatıyor.





    Onarım için 40-45 tane beşer metrelik meşe karkas gerekiyordu. Ancak günümüzde 5 metrelik meşe ağacı bulmak zordu. Binanın yapıldığı dönemlerde çok daha büyükleri olmalı ki, restorasyon ekibi çatıda 9 metrelik yekpare ağacı gördüğünde şaşırdı. Aramalar altı ay sürdü. Kırklareli’nde Almanya’ya ihraç edilmek üzere olan 42 meşe karkas bulundu. Satıcı zorlukla ikna edildi, ağaçlar acı suyunu atması için üç ay derede bekletildi. İki sene de mahfilin içinde kurumaları beklendi.

    Karkaslar duvarların içinde yer aldığından onları değiştirebilmek için çinilerin tamamının sökülmesi gerekiyordu. Anıtlar Kurulu, hırsızlıklar yüzünden, bu kararı ancak iki yılda alabildi. İsmail Önel, kararın tarihi olduğunu belirterek, "Bu karar çıkmasaydı hiçbir şey yapamazdık" diyor. Çiniler tek tek söküldü. Çatı askıya alınarak, karkaslar değiştirildi.

    Yenicami Hünkar Mahfili’nde, yer döşemesinden tavana kadar duvarlar 17’nci yüzyıl çinileriyle bezeli. Çiniler, mahfilin yapımından 350 yıl sonra tek tek söküldü ve numaralandırıldı. Bu arada, mahfildeki 10 bin 250 çininin 500’ünün de sahte olduğu ortaya çıktı. Sahte çiniler, yıllar önce yapılan restorasyonlarda eksik çinilerin yerine konulmuş, tahtadan veya seramikten taklitlerdi. Daha önceki onarımlarda kırılan çiniler ise onarılmamış, duvarın harcına karıştırılmıştı.

    "Bu kadarına pes" diyen restorasyon ekibi, kırıkları tek tek toplayarak, puzzle gibi bir araya getirdi. Parçaların yapıştırılmasıyla 50 orijinal çini daha mahfile kazandırıldı. Anıtlar Kurulu’nun alacağı karara göre bu çiniler ya yerlerine konulacak ya da sergilenecek. Hırsızlardan ele geçirilen çiniler, Vakıf Hat Sanat Müzesi’nden polis eşliğinde Hünkar Kasrı’na getirildi. Hasarlı olanların tamirinin ardından tümü yerlerine monte edildi. Daha önceki restorasyonlarda yanlış yerleştirilen motifler de belirlenerek, doğru yerlere monte edildi. Eksik çinilerin yeri ise, bulunmaları halinde takılmak üzere boş bırakıldı.

    Kasrın kapılarından tavanlarına, ahşap sanat eserlerini onarmak için mimar Cengiz Beşiktaş yönetiminde 14 kişilik ahşap atölyesi oluşturuldu. Ancak 10 kişinin taşıyabildiği, 350 yıllık giriş kapısına, "Merhamet tamiri" denilen iyileştirme uygulandı. Kararmış, çürümeye yüz tutmuş, süslemeleri dökülmüş sedef kakmalı 16 oda kapısının her birinin konservasyonu 5-6 ay sürdü. Tavanlarda kullanılan, ahşap oyma sanatında sabrın eserleri olarak anılan "mukarnas" süslemelerden özelliğini yitirenlere bire bir aynıları yapıldı.





    Güneş ışığını renklerin dansına çevirerek sultanın yaşadığı Baş Oda’ya taşıyan ve revzen adı verilen vitray pencereler de onarım gerektiriyordu. Ekip, camların pencere kenarlarına dökülen parçalarını taslarla topladı, onardı ve yerine taktı. Baş Oda’da üzerleri yağlıboyayla kapatılmış Edirnekari kalemişleri ortaya çıkarılarak, altın varaklarla yeniden canlandırıldı.

    Dış cephe kimyasal maddeler kullanılarak temizlendi. Cephelerdeki taş yüzeylerde oluşan kırılma ve kopmalar aynı renk ve dokudaki küfeki taşlarıyla yenilendi. Binanın içinde ve dışında sonradan yapılmış çimento harçlı sıvaların tamamı sökülerek orijinalinde olduğu gibi Horasan harcıyla sıvandı.

    Projeyi yürüten Geta Genel İnşaat’ın sahibi İsmet Savcı, çalışma boyunca İstanbul Ticaret Odası yönetiminden zaman zaman çatlak sesler çıksa da desteğin daha büyük olduğunu söylüyor: "Burada Fatih Terim’in UEFA Kupası’nı aldığı kadroyu andıran bir ekip çalışıyor. Herkes yaptığı işin ciddiyetinin farkında." İTO Başkan Yardımcısı İbrahim Çağlar ise "Burası, gezip görenleri eskisi gibi büyüleyecek ve gittiği her yerde anlattıracak bir mekan olacak. Tarihi yarımadada turistlerin bakmadan geçemeyecekleri tarihi ama bir anlamda da yeni bir mekanımız daha olacak" diyor. Restorasyon ekibinde 50 kişi var. Sorumlular ise şöyle: Teknik uygulama sorumlusu İsmail Önel, ekip sorumlusu Hatice Karakaya, genel koordinatör Göktekin Atasagun. Ayrıca danışman kurul üyeleri ve İTO Başkan Yardımcısı İbrahim Çağlar da restorasyonla yakından ilgilendi.

    Hırsızların, Hünkar Kasrı’na 25 gün arayla iki kez girme cesaretini bulması, restorasyon sırasında binada kurulması gereken güvenlik sisteminin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştu. Kasrın içinde ve dışında kör nokta bırakmayacak şekilde 32 kamera yerleştirildi. Kameralar, restorasyon sırasında İstanbul Ticaret Odası güvenlik ekibi tarafından 24 saat gözlendi. Kasrın giriş noktalarındaki alarm sistemleri de İTO ve polisi uyaracak şekilde programlandı. Yenicami Hünkar Kasrı’na ilk kez yangın söndürme sistemi kuruldu. Sistem, kasrın içinde çıkması muhtemel bir yangını suyla değil, su sisiyle söndürecek.

    Hatice Karakaya ve ekibi tüm çalışmaları adım adım fotoğraflayınca, ortaya restorasyon hikayesinin 3 bin fotoğraflık albümü çıktı. Restorasyon ekibi çalışmayla ilgili bir çok üniversiteden konferans daveti aldı, dört yıl boyunca 35 üniversite öğrencisi stajını bu çalışmada yaptı.

    Hürriyet Cumartesi, Haber: Serkan Akkoç, 06.12.2008

    KARS TABYALARI TALAN EDİLİYOR





    Anadolu'nun savunmasında kullanılmak üzere 18. yüzyılda yapımlarına başlanan ve sayıları 23'ü bulan Kars tabyaları, ilgisizlik nedeniyle talan ediliyor. Hırsızların uğrak mekanı halen gelen tabyalarda özellikle demir kapı ve pencereler çalınıyor. 

    Tabyalarla ilgili araştırmalarını sürdüren araştırmacı-fotoğrafçı Yıldırım Öztürkkan ve Kars Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Vedat Akçayöz, tabyalardaki talanın önüne geçilmesi için yetkililere çağrıda bulundu. Araştırmacı-fotoğrafçı Öztürkkan, "Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Vedat Akçayöz'le birlikte Kars'taki tarihi eserleri kaleme almaktayız. Karadağ Tabya'daki bu kapılar iki parçaydı. Bir kapı aşağı yukarı 500 kilogramdı. Bunlar 1853-1855 yılları arasında Arabistan ordusunun Kars'a transferinden sonra yapılan Karadağ Tabyamızın önemli kapılarından ve son tarihe tanıklık eden kapılarıydı. Bu kapılar kim veya kimler tarafından götürüldü ve nasıl götürüldü bilemiyoruz. Bu da bizim için bir üzüntü kaynağı oluyor. Ben bu tabyaları 3-4 yıldır yazıyorum. Bunları yazarken de buraları inceliyoruz, ölçüp biçiyoruz ve çektiğimiz fotoğraflarla bir takım konuları tespit ediyoruz. Bu yıl 26 Haziran 2008 tarihinde fotoğrafını çektiğimiz Arap Tabya'da bulunan pencerelerde bile çerçevelerin kenarını sökmüşlerdi.

    Ekonomik değeri olmaz diye diğerlerini bırakmışlar. Pencere kenarları ve demirleri daha önce gitmiş. Ama bu kapı yeni gitti. Bir de hemen aşağıda bulunan Dereiçi mevkisinde yine ikmal ve iaşe depoları var. Kars Garnizonu'nun ikmal ve iaşesinin sağlandığı ana depolarının üsteki yapılarının iki ayrı yerdeki iki demir kapısını da götürmüşler. Bunlarda 400 kilograma yakındır. Özellikle demir kapıları ve pencerelerin demir aksamlarını götürüyorlar. Yani demir aksamını alıp götürüyorlar. Taşlar zaten gittiği kadar gitti. Burada tam bir talan var" dedi. 

    Tabyaların gelecek kuşaklara aktarılması gereken çok önemli olgular olduğunu ifade eden Kars Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Vedat Akçayöz ise, "Bu bina tabyalara erzak gereksinimini sağlayabilmek için iaşe deposu olarak kullanılan bir binadır. Bir önceki ziyaretimizde buraya gelip fotoğraflar çektiğimizde bu kapılar vardı. Şimdi maalesef yok. Son zamanlarda Kars ve tabyalarla ilgili restorasyon çalışmaları gündeme geliyor. Bunu takdirle karşılıyoruz fakat restorasyondan önce bunun korunması gerekmez mi? 

    İşte burada bu soru akla geliyor. Toplumun bilinçlenmesi bizim için çok önemli. O nedenle Kars Kültür ve Sanat Derneği olarak Yıldırım Öztürkkan arkadaşımla beraber bu bölgeleri elimizden geldiği kadar korumaya çalışıyoruz. Tabii bizle olacak bir iş değil. Tamamen kolluk kuvvetlerinin ve idarenin bu bilince varmasıyla olacak bir oluşum. Bunun yanında halkı da katmamız gerekir diye düşünüyorum. 

    Bu oluşumlarla ilgili restorasyon çalışmaları güzel ama önce korumak gerekmez mi? Bunu korumamız için toplumun bilinçlendirilmesi şart. Tabyalar, gelecek kuşaklara aktarmamız gereken çok önemli olgulardır. Geçmişimizi geleceğe bağlayan önemli köprüdür. Bizim servetimiz tarihimizdir. Çok kültürlü yapımızı gelecek kuşaklara aktarırsak en önemli vurguyu yapmış olacağız. Bu talanı yapan kişilerin bir an önce yakalanmasını ve adalet önüne çıkarılmasını Kars Kültür ve Sanat Derneği olarak talep ediyoruz" diye konuştu. 

    Tabyalardan çalınanlar arasında Vali Mehmet Ufuk Erden ve Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu'nun geçtiğimiz yıl Ekim ayında gerçekleştirdiği incelemeleri sırasında Karadağ Tabya çıkışında fotoğraflara yansıyan 1 ton ağırlığındaki demir kapı da bulunuyor.

    Kars Kent Haber, 06.12.2008



    TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI
    POLİSİ ATLATAMADI

     

      

     

    Adana'da gerçekleştirilen operasyonda, Roma dönemine ait 111 adet bronz sikke ile tarihi değeri olan 5 adet altın yazmalı kitap ele geçirildi.

     

    İl Jandarma Komutanlığı'nca yapılan istihbarat çalışmaları sonucu, M.A. ve R.S. adlı kişilerin Yumurtalık İlçesi Ayvalık Köyü mevkiinde buldukları tarihi sikkeleri Yumurtalık'a götürecekleri öğrenildi.

    Ekipler, yol kontrolünde eski Roma dönemine ait 111 adet bronz sikke ele geçirdi. İki kişi "tarihi eser kaçakçılığı" suçundan çıkarıldıkları adli mercilerce tutuklandı.

     

    Bu arada, Pozantı İlçesinde A.Ş.'nin kullandığı 01 BM 039 plakalı araçta 5 adet eski dönemlere ait altın yazmalı tarihi değeri bulunan kitap ele geçirildi. A.Ş. gözaltına alındı. Konuyla ilgili soruşturma sürüyor.

    haberler.com, 06.12.2008


    Hattuşa (Texier)
    ...1839





    .. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
    34345 Kuruçeşme İstanbul
    Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
    e.posta: info@tayproject.org

    Copyright©1998 TAY Projesi