Haberler logo Kasım '08 Arşivi

30 Kasım - 6 Aralık 2008

YETİMHANE BİR ENKAZ HALİNDE DEVREDİLİYOR





1964’te yangın riski taşıdığı için kapatılan, 1997’de devlet tarafından el konulan ve 44 yıldır tek çivi çakılmadığı için enkaza dönen Büyükada Rum Yetimhanesi, Rum Patrikhanesi’ne devrediliyor. Patrikhane’nin avukatlığını yapan Kezban Hatemi, "Yargının bilinçli olarak verdiği ilk karar" dedi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, Büyükada Rum Erkek ve Kız Yetimhanesi Vakfı’na, vakıf amacına uygun olarak herhangi bir hayır işlemesine imkan kalmadığı gerekçesiyle 22 Ocak 1997’de el koymuştu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu bu kararı bozdu. Bu karara temel teşkil eden Danıştay 10. Dairesi’nin kararında, birçok taşınmazı bulunan ve bazı öğrencilere burs verdiği anlaşılan davacı vakfın yetimhanesi kapatıldığı hatırlatılmış ve "fiilen herhangi bir hayır hizmetinin kalmadığını kabul etmeye olanak bulunmadığı" anlatılmıştı. Daire, "Cemaat vakıfları hakkında 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun yayımından sonra mazbudiyet kararı verilemeyeceği" gerekçesiyle Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin kararını bozmuştu.

Rum Patrikhanesi avukatı Kezban Hatemi, Yetimhane’nin kaderini değiştirecek kararı, "Türkiye’de atılan demokratik adımlar çerçevesinde yargının bilinçli olarak verdiği ilk karar" olarak niteledi. Hatemi, şöyle konuştu:

"Bu binanın yıllarca maruz kaldığı tutum, küresel mirasın, dinin ve hukukun katlidir. Azınlık vakıflarının mazbutaya (yönetimine devlet tarafından el konulması) alınması bırakın iç hukuk kurallarını, Lozan’a da yani ’müktesep haklara’ da aykırıdır. Danıştay, ilk defa doğru bir karar veriyor. Zaten yeni Vakıflar Kanunu’nda da mazbutaya almak yok. Ama tabii eskiler için haksızlık devam ediyor. Bunun da yeni bir yasayla düzenlenmesi lazım"

Patrikhane 90’ların başında tarihi binanın yok olmasını önlemek için Ferit Volkan ve Sıdıka Atalay öncülüğünde bir grup iş adamı ve iş kadını ile anlaştı. Burayı aslına uygun restore edip otel yapacaktı. Bu amaçla Büyükada Turizm A.Ş kuruldu. Ancak bu proje hükümet değişikliğiyle beraber iptal edildi ve Yetimhane binasını ayakta tutabilmek adına son çaba da başarısızlığa mahkûm oldu.

Büyük Hristo Tepesi’ndeki, bir cephesi Sedef Adası, diğeri Heybeliada’ya bakan 23 bin 255 metrekarelik, dünyanın ikinci en büyük ahşap binası, 1898 yılında bir Fransız şirketi tarafından otel olarak inşa edildi. Şirket, Prinkipo Palas’ı işletmek için izin alamayınca dört yıl boş kalan bina, 1902 yılında Rum zenginlerinden Eleni Zarifi tarafından 246 bin 650 İngiliz Sterlini’ne satın alındı. Sultan İkinci Abdülhamid’in verdiği izinle Rum Patrikhanesi adına tescil edilen bina, Yetimhane ve okul olarak kullanıldı. I. Dünya Savaşı’nda askeri okul oldu. Bina bir dönem Alman askerlerine ve Bolşevikler’den kaçan Ruslar’a ev sahipliği yaptı, işgal kuvvetleri tarafından adaya yollanan Rum göçmenlerini barındırdı. 1964’e kadar yine yetimhane olarak hizmet verdi. 1964’te yangın tehlikesi gerekçe gösterilerek boşaltıldı.

Hürriyet, 06.12.2008

MÜTEFERRİKA'DAN RUSYA SÜRPRİZİ

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'nın bastığı ilk 17 kitabın 16'sı, Rusya Devlet Kütüphanesi'nde ortaya çıktı.

Rusya'daki Türk Kültür Yılı çerçevesinde Moskova'daki Doğu Edebiyatı Merkezi'nde önceki gün yapılan Tarihi Perspektif açısından Türk-Rus İlişkileri konferansı çerçevesinde aynı binada bir günlüğüne açılan kitap sergisinde, adı geçen16 kitap da sergilendi.

Kitaplar arasında İstanbul'da Müteferrika'nın matbaasında 1729 yılında basılmış olan 'Tercümat üs-silah il Cevheri, Vankulu Lûgatı' ve El-Sudi'nin el yazısından 1730 yılında basılan 'Tarih-i Hindi Garbi el-müsemma be-Hadisi' (Doğu Hindistan Tarihi) adlı eserlerin bulunduğu dikkat çekti.

Sergide ayrıca, eski Uygurca ile Yusuf Has Hacibi tarafından basılan Kutadgu Bilig'le, Mahmut Kaşgar'ın Divan-ı Lûgat-ı Turk adlı kitapları ile, bir çok tarihi kitap da yer aldı.

Sabah, 06.12.2008

İSTANBUL'UN AHŞAP EVLERİ 'ODA ODA ÜZÜNTÜ' DOLU





İstanbul, ahşap bir rüyaydı çok zaman önce. Gün geldi bu rüya, y(a)ıkıldı. Ne cumbalı evlerde mutlu yüzler vardı artık ne de pencere kafeslerinden süzülen bakışlar...

 

Aşı boyalı yorgun evler bir bir el etek çekince, modern zamanların insanı kutu kutu daracık evlere sığındı. İstanbul siluetinde ne yazık ki izine artık pek az rastlanabilen bu ahşap konutlar, hafızalardaki yerini bir masal gibi hâlâ koruyor. Pek çoğumuz bu tür yapılarda yaşamamış olsak da kulağımıza fısıldanan anılar, yazarların, şairlerin kaleminden düşen metinler onlarla aramızdaki bağı canlı tutuyor. Bir şiirin dizeleri gibi zarif ve narin ahşap evlerden geriye çok az bina kaldı; ancak Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü 'Ahşap İstanbul; Konut Mimarisinden Örnekler' adlı sergiyle 'ahşap bir rüya'ya davet ediyor. Sergi, Eski Boğaziçi'nin muhteşem yalılarından Zeyrek'teki küçük burjuva konutlarına kadar İstanbul manzarasında 20. yüzyıl ortalarına kadar son derece belirgin olan ahşap yapılara ışık tutuyor.

 

Amcazâde Hüseyin Paşa Yalısı, Sadullah Paşa Yalısı, Halet Çambel Yalısı, Kıbrıslı, Mazlum Ağa Köşkü, Kayserili Ahmed Paşa Yalısı gibi ahşap yapıların ele alındığı sergide fotoğraflar, maketler, planlar ve bu konutların yapımında kullanılan aletler yer alıyor. İstanbul ahşap mimarlığının günümüze ulaşabilen nadir örneklerinden bir seçkiyi izleyiciyle buluşturan sergi, şehircilik, mimarlık ve sanat tarihi alanlarında araştırma yapanların yanı sıra İstanbul'u seven ve merak eden herkesin ilgisini çekeceğe benziyor. Sergide yer alan fotoğraflar, Behçet Necatigil'in "Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi,/ Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi./ Kimi hayata doymuş göründü,/ Bazıları zamana uydular./ Evlerin içi oda oda üzüntü,/ Evlerin dışı pencere, duvar." dizelerini akla getiriyor. Çünkü fotoğraflardaki evlerin pek çoğunun yerinde de şimdilerde yeller esiyor. Hâlbuki o ahşap konutları Tanpınar şöyle anlatır; "İstanbul'un asıl iç manzarasını, şahnişinleri, cumba ve çıkmalarıyla, saçak ve sayvanlarıyla, bir kadife gibi yumuşak çizgileri ve süsleriyle çok renkli olan bu sivil mimari yapardı".

 

Sergiyi gezmeye niyetliyseniz Necatigil'in 'Evler' adlı şiirini bir kez daha okuyup yola koyulun. Salona yayılan 'oda oda hüzün' o zaman daha anlamlı gelecektir. Sergi 15 Mart 2009'a kadar gezilebilir.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 06.12.2008

"GAUDI'NİN YARIM KALAN ESERLERİNE DOKUNMAYIN"





İspanya'da sanatın tüm kollarının teşvik edildiği "FAD" adlı derneğe bağlı 400 kadar mimar ve sanatçı, ünlü Katalan mimar Antonio Gaudi'nin yarım kalmış Sagrada Familia (Kutsal Aile) ve Colonia Güell (Güell Parkı) gibi eserlerinde devam eden yapım çalışmalarının durdurulmasını istedi.

 

"Gaudi, kırmızı alarmda" başlığı altında yayımlanan manifestoda, Gaudi'nin yarım kalan eserlerinin tamamlanmaması, olduğu haliyle bırakılması gerektiği savunuldu.

Çoğu Katalan önemli mimarların imzasının bulunduğu manifestonun yayımlanması sırasında yapılan konuşmalarda, Jose Luis Gonzalez, "1915 yılında terk edilmiş bir eserin imajını tekrardan yaratmaya çalışıyoruz. Ama biz Taliban değiliz! Bittiğinde nasıl olacağına dair hiçbir varsayıma sahip olmadan Gaudi'nin eserlerine devam etmeyi asla istemiyoruz. Bizim müdahalelerimiz her zaman Gaudi nerede bıraktı ve biz nereden devam ettik şeklinde olacaktır" dedi.

FAD'ın başkanı Beth Gali de "Büyük eserler tamamlanmamış olmak zorundadır" değerlendirmesinde bulundu.

20'nci yüzyılın dünyadaki en büyük mimarı olarak gösterilen Gaudi, 1852 yılında doğdu ve 1926 yılında tramvay çarpması sonucu öldü. Başta Kutsal Aile ve Güell Parkı gibi yarım kalmış eserlerin tamamlanması İspanya'da her zaman için tartışma konusu oldu. Gaudi'nin ölümünden bugüne kadar 6 mimar, Katolik mabeti olan ve yılda yaklaşık 3 milyon kişinin ziyaret ettiği Kutsal Aile'yi tamamlamaya çalışırken, 1985'ten bu yana mimar Jordi Bonet bu görevi üstleniyor.

Kutsal Aile'nin bugünkü haliyle yüzde 65 kadarının inşa edildiği belirtiliyor.

Cnn Türk, 05.12.2008

AYASOFYA CAMİİ ONARILIYOR

 

Edirne'nin Enez İlçesi'nde bulunan tarihi Ayasofya Camii'nin restorasyonu için çalışma başlatıldı.

 

Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Ayşe Gülçin Küçükkaya Başkanlığı'ndaki bir heyet, Enez'e gelerek Enez Kalesi içinde bulunan Tarihi Ayasofya Camii'nin restorasyonu için Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından hazırlanan projenin yerinde incelemesini yaptı.

Diğer kültür varlıklarının da ele alındığı inceleme sonrası çalışmaların başlatılacağı ifade edildi.

Anayurt Gazetesi, 05.12.2008

5 ASIRLIK KİTABE İLK GÜNKÜ GİBİ

 

Sivas'ın Akıncılar İlçesi'nde 16. yüzyıldan günümüze kadar korunan kitabe, ilçe merkezde bir çeşmenin gövdesinde ilk günkü gibi duruyor.

 

Akıncılar Kaymakamı Gökmen Çiçek tarafından yürütülen çalışmalar doğrultusunda 1647 tarihli kitabe koruma ve bakıma alındı. Konu hakkında açıklama yapan Kaymakam Gökmen Çiçek, ilçe merkezinde bulunan ve halk arasında Gönen Ailesi tarafından yaptırıldığı bilinen çeşmede muhafaza edilen kitabenin dikkat çektiğini söyledi.

 

Kaymakam Çiçek, " Kültür Turizm İl Müdürlüğü ve Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tarih Bölümü ile yapılan görüşmede çeşme gövdesindeki kitabedeki yazıların teyidi sağlandı. Elde edilen sonuç çok ilginçti. 1647 tarihli kitabede Akıncılar İlçesi'nin Şebinkarahisar'a bağlı bir köy olduğu ve çeşmenin Sultan İbrahim'in oğlu Sultan Mehmet tarafından yaptırıldığı yazılıydı. Kitabede aynen şunlar yazılıdır 'Karahisar-ı Şarkiye bağlı Ezbider Köyü Sultan Süleyman Çeşmesi, Allah ona rahmet etsin ve onu affetsin. Allah, bu çeşmenin yapılmasına sebep olan Sultan İbrahim'in oğlu Sultan Mehmet'in mülkünü ve saltanatını daim eylesin' yazısı bulunmaktadır" dedi.

 

Çiçek, kaymakamlık tarafından başlattıkları çalışmalar doğrultusunda kitabeyi çeşmenin gövdesinde koruma altına aldıklarını da belirterek, "Yine bir işadamımızın katkıları ile şuan ki çeşme o tarihlere uygun şekle getirilecektir" dedi.

Sivas Kent Haber, 05.12.2008



Soreq mağarası

ROMA İMPARATORLUĞU'NU 'İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ' YIKMIŞ

 

 

Kudüs yakınlarındaki bir mağaradaki dikitlerin analiz edilmesi sonucu, Roma ve Bizans imparatorluklarının gerilemeye başladığı dönemde bölgede "kurak" bir iklimin hüküm sürdüğü belirlendi.

 

Wisconsin Üniversitesi jeologları, Kudüs yakınlarındaki Soreq Mağarası'nda MÖe 200 ve MS 1100 tarihleri arasında oluşmuş dikitlerin kimyasal yapılarını inceledi.

Jeolog John Valley ve Ian Orland, bu analiz sonucunda Akdeniz'in doğusunda Milattan Sonra 100 ile Milattan Sonra 700 tarihleri arasında daha kuru iklim şartları olduğunu, özellikle Roma ve Bizans'ın gücünün bölgede zayıflamaya başladığı MS 100-400 tarihleri arasında yağışların ciddi biçimde azaldığını belirledi.

Valley, iklimin etkisinin kesin olarak bilinmediğini ancak arada dönemler açısından "ilginç bir korelasyon" olduğunu söyledi.

Araştırma ekibi, aynı jeo-kimyasal tekniği daha eski tarihli oluşumların analizi için kullanacak. Uzmanlar, son buzul çağından kalma örnekleri inceleyerek hızlı ısı artışının iklime nasıl etkileri olduğunu anlamayı amaçlıyor.

İsrail Jeolojik Araştırmalar Kurumu ve İbrani Üniversitesi'nden uzmanların da destek verdiği araştırmanın sonuçları, "Quaternary Research" dergisinde yayınlanacak.

Cnn Türk, 05.12.2008

MÜZELERE YABANCILAR DAHA İLGİLİ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü’nün (DÖSİM), bu yılın ilk on ayını göz önünde bulundurarak hazırladığı “2008 Yılı Müze ve Örenyerleri İstatistiği”ne göre, Ankara’da bulunan 8 müze ve örenyerini toplam 470 bin 391 kişi gezdi. Bu ziyaretçilerin çoğu yabancı.

 

İstatistiğe göre yerli turistler müze ve ören yerlerinden genellikle ücretsiz olarak yararlanıyor. Bugün Ankara’da DÖSİM’e bağlı “Anadolu Medeniyetleri Müzesi”, “Roma Hamamı Örenyeri”, “Ankara Kalesi Zindan Kapı Bölümü”, “Gordion Müzesi ve Tümülüs ve Örenyeri”, “Etnografya Müzesi”, “Ogüst Mabedi”, “Kurtuluş Savaşı Müzesi” ve “Cumhuriyet Müzesi” olmak üzere toplam 8 müze ve örenyeri bulunuyor. Bu müzelerin en önemlileri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni, DÖSİM’in istatistiğine göre, bu yılın ilk on ayı içinde toplam 381 bin 319 kişi ziyaret etti. Bu sayı başkentteki diğer müze ve örenyerleriyle kıyaslandığında, müzenin oldukça yüksek bir oranda ziyaretçi kapasitesine sahip olduğunu kanıtlıyor.

 

Yine DÖSİM’in bu yılın ilk 9 ayını dikkate oluşturarak yaptığı istatistiğe göre, müzeyi ziyaret edenlerin büyük bir çoğunluğunu yabancı turistlerin oluşturduğu gözleniyor. DÖSİM’in bu yılın ekim ayını dikkate almadan oluşturduğu istatistiğe göre, müzeyi gezenlerin 26 bin 582’sini yabancı turistler oluşturuyor. İstatistiğe göre yabancı turistlerin 25 bin 304’ü müzeyi belli bir ücret karşılığı, bin 278’i de ücretsiz olarak gezdi. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni bu yılın eylül ayına dek gezen yerli turistlerin sayısı da toplam 27 bin 368. Bu kişilerin de 23 bin 548’si müzeyi gezmek için belli bir ücret ödedi. Öte yandan Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü’nden alınan bilgiye göre, müzeyi 1-17 Ekim tarihleri arasında da toplam 265 bin 039 kişi ziyaret etti. Bu kişilerin 113 bin 709’unu yerli, 151 bin 330’unu ise yabancı turistler oluşturuyor.

 

İstatistiğe göre Ankara’daki Etnoğrafya Müzesi’ni de bu yıl ekim ayına dek toplam 47 bin 562 kişi ziyaret etti. Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM yetkililerinden alınan bilgiye göre, bu müzeleri ziyaret edenlerin yarısından fazlası yabancı. Yine DÖSİM’in bu yılın ilk on ayını dikkate alarak yaptığı istatistiğe göre, bu yıl Roma Hamamı ve Örenyeri’ni 2 bin 551, Gordion Müzesi Tümülüs ve Örenyeri’ni 38 bin 959 kişi ziyaret etti. İstatistiğe göre, başkentteki en önemli müzeler arasında bulunan Kurtuluş Savaşı Müzesi ve Cumhuriyet Müzesi’nin bu yıl ekim ayına dek ziyaretçi bulmaması da dikkat çekti. Kültür ve Turizm Bakanlığı bu iki önemli müzenin bu yıl hiç ziyaret edilmemesinin nedenini, müzelerin 29 Ekim tarihine dek tadilat nedeniyle kapalı olması olarak açıklıyor. Öte yandan Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM’de, yıllardır kapalı bulunan Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin de geçmiş yıllarda kaç kişi tarafından ziyaret edildiğine ilişkin bir bilgi bulunmuyor.

Cumhuriyet Ankara, 05.12.2008

TARİHİ KABATAŞ ÇEŞMESİ İHYA EDİLDİ

Restorasyonu tamamlanan Kabataş Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi, onarımı üstlenen MARSAN Genel Müdürü Ahmet Karabulut'un da katılımıyla Başkan Kadir Topbaş'ın makamında düzenlenen törenle hizmete açıldı.

 

Çeşmenin restorasyonunun MARSAN A.Ş.'ye bağlı Saka Su tarafından üstlenildiğini yaklaşık 250 bin YTL'ye mal olduğunu açıklayan Başkan Kadir Topbaş, "Şu anda bir yılda tamamlanan onarımın ardından çeşmenin etrafındaki şantiye panoları açıldı ve biz size maket üzerinden çeşmeyi tanıtırken, Kabataş Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi de hizmete girdi. Tarihi çeşme çevresiyle birlikte yaşayan bir eser haline geldi. İstanbullulara hayırlı olsun. İnanıyorum ki geçmişte bir takım çeşmelerin üzerinde gördüğümüz yazı ve tahribatın tersine, İstanbullular bu çeşmeye hassasiyet gösterecek ve yanlış olaylara müdahale edecektir" dedi.

 

Böyle güzel bir eserin yeniden ihya edilerek İstanbul'a kazandırılmasının çok önemli olduğunu vurgulayan Başkan Topbaş, 2010 Avrupa Kültür Başkentliğine 1 yılın kaldığını ve İstanbul'un tanıtımında çok önemli olan bu sürece herkesin katkıda bulunması gerektiğini söyledi. Tarihi eserlerin ihyası için katkı vermek isteyen herkese açık olduklarını ve özellikle işadamlarını bu konuda göreve çağırdığını ifade eden Kadir Topbaş, sözlerini şöyle sürdürdü;


"İstanbul'da 2010 hazırlıkları hava, ateş, su, toprak gibi elementler doğrultusunda ele alındı. Şehrimizdeki kültürel miras olan yapılardan tutunuz da günlük hayat yaşamına kadar her şey Kültür Başkentliği sürecinde yer alacak. Gıda sektöründeki Lokantacılar Esnaf Odası'nın düşüncesi de 2010 da mutfağımıza ait 2010 çeşit ürün sunmak. Mutfağı zengin olan ülkelerin tarihi derinliği vardır demek için. Bu alanda bile adım atılıyorsa kültürden sanata, spordan uluslararası organizasyonlara kadar her alanda hazırlık yapmalıyız. Anıtsal yapıların, meydanların aydınlatılmasından yeni sanat galerilerinin açılmasına kadar birçok alanda çalışmalar devam ediyor zaten. Öte yandan, büyük firmalarımızdan da bu konuda destek bekliyoruz. Nasıl ki bayram öncesi bayram hazırlığı yapılır, buna benzer tarzda hazırlıklarla kenti dünyaya görücüye çıkartıyoruz. Bu bir milattır ve herkese sorumluluk düşüyor. Eminim ki Saka Su yöneticileri benzer durumdaki çeşmelerde de adımız olsun diye düşünecek ve başka bir çeşmenin onarımını daha 2010 açılışına yetiştirecektir."

 

MARSAN A.Ş. Genel Müdürü Ahmet Karabulut da İstanbul'daki kültürel ve sanatsal değerlere destek verdiklerini, Saka Su'nun şehri kuşatan su medeniyetiyle yakından ilgilendiğini belirterek, "Sayın Başkanım, İstanbul'a bir eser kazandırma fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ediyoruz. Dünyanın gözbebeği olan İstanbul'a ‘nasıl daha çok katkıda bulunabiliriz' diye düşündük ve Saka Su olarak yeni çeşmeler yaptırmak yerine tarihimizin kaybolmaya yüz tutan güzelliklerini gün yüzüne çıkarmayı uygun bulduk. Gönlümüz İstanbul için daha büyük şeyler de yapmak istiyor. İnşallah önümüzdeki zamanlarda daha güzel eserler ihya ederiz" diye konuştu.

 

Görüşmenin sonunda MARSAN A.Ş. Genel Müdürü Ahmet Karabulut, Başkan Kadir Topbaş'a Kabataş Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi'nin lazerle işlenen cam plaketini verdi. Başkan Topbaş da çeşme maketinin İSKİ Genel Müdürlüğü'nde diğer çeşme maketleriyle birlikte sergileneceğini, ilerde bu eserlerin bir müzede sergilenmesini arzu ettiklerini kaydetti.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 05.12.2008

MUH-TE-ŞEM

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin restorasyonunu tamamladığı tarihi Havagazı Fabrikası, muhteşem gece görüntüsü ile görenleri adeta büyülüyor. Alsancak'taki Havagazı Fabrikası'nı restore ederek içinde açıkhava sineması, sergi alanı, alışveriş standları, kafeteryalar, eğlence yeri, otopark ve yeşil alanlar oluşturan İzmir Büyükşehir Belediyesi, çevre düzenleme ve ışıklandırma çalışmalarını da büyük ölçüde tamamladı. Gelinen bugünkü nokta bile tek kelimeyle muhteşemdi.

 

Fransızlar tarafından 1862 yılında inşaatına başlanan ve 1902 yılından itibaren İzmir'in aydınlatılmasını sağlayan Havagazı Fabrikası'ndaki restorasyon çalışmalarını tamamlayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, bu tarihi mekanın tarihine ve çevreye yakışan bir özellikte olması için uzun süredir çok titiz bir çalışma yürütüyordu. Aslına uygun olarak gerçekleştirilen restorasyonla tüm dikkatleri üzerinde toplayan fabrikanın bahçesine, imar planı yapılmış bir bölgeden sökülerek bakıma alınan 4 asırlık zeytin ağacı yerleştirildi.

 

"Gençlik Merkezi" olarak kullanılmak amacıyla restore edilen Havagazı Fabrikası'nın bulunduğu toplam 24 bin metrekarelik alanın 7 bin 530 metrekaresi "yeşil alan" olarak düzenlendi. Bahçeye çevre düzenlemesi kapsamında zeytin, pembe çiçekli akasya, leylendi, süs elması, top akasya ağaçları ile lavantin, berbekis, ardıç, bodur pitos, tenax ile gül çalı grubu dikildi. Ayrıca fare kulağı, Bodrum papatyası, buzçiçeği gibi yerörtücüler ile çardak gülü, begonvil, selluka ve çarkıfelek gibi sarılıcı bitkilerin yerleştirileceği bildirildi. İzmirlilerin yanısıra, yerli ve yabancı turistlerin de büyük ilgi göstermesi beklenen Havagazı Fabrikası'nın özellikle gece görüntüsü, izleyenleri adeta büyülüyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, 05.12.2008

BADAK: SİDE ANTİK KENTİ ARKEOLOJİ TURİZMİNİN MERKEZİ YAPACAĞIZ

 

 

Antalya Milletvekili Sadık Badak, 2009 yılında Side Antik Kent'i dünyada kültür, arkeoloji ve eko turizminin başkenti yapacaklarını söyledi. Dünya turizminde söz sahibi olmanın markalaşmadan geçtiğini belirten Badak, yapacakları tanıtımlarla Side destinasyonunu dünyada marka haline getireceklerini ifade etti.

 

Beldenin coğrafi ve iklim yapısının deniz, kum, güneş, eko, botanik, trekking, kültür, tarih, sanat, bisiklet, gastronomi, su sporları ve sağlık turizminin iç içe olduğunu ifade eden Badak, yeni turizm sezonunda Side markasını dünya gündemine taşıyacaklarını kaydetti.

 

Badak, Antalya'nın Alanya, Manavgat, Kaş, Finike, Kumluca, Akseki, Gündoğmuş, Elmalı, Demre(Kale), Gazipaşa ve Kemer ilçelerinin kültür, sanat, arkeoloji, tarih, doğa, eko, yayla ve çiftlik evi turizmine yatkın olduğunu turizm başkentine gelen turistlerin yüzde 34'nün Manavgat'ta konakladığını ifade etti. Badak, "Side markasını dünya gündemine taşıyacağız. Hedefimiz Side markasını dünya gündemine taşıyarak turizmi 12 aya yaymak istiyoruz. 2009 yılı Side'nin Avrupa'da markalaşma yılı olacak." dedi.

Turizm Gazetesi, 05.12.2008

RESTORE ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR





Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Bey Mahallesi’nde sürdürülen restore çalışmalarının önemli ölçüde tamamlandığını açıkladı. Çalışmalar çerçevesinde eski Antep evlerinin dış çehrelerinin yenilendiğini belirten Güzelbey aynı zamanda sokak aralarında da çalışmaların aralıksız şekilde sürdürüldüğünü bildirdi.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Güzelbey, kentin en eski mahallelerden birisi olan Bey Mahallesi'nde ve Kayacık Mahallesi'nde Sokak Sağlıklaştırma Projesi'nin tamamlanmak üzere olduğunu, burada turistlere alışveriş yapma imkanı da sunacaklarını bildirdi. Bey Mahallesi'nde 200 evin cephesinin, cumbalarının, çatılarının ve kapılarının tarihi dokuya uygun hale getirildiğini belirten Güzelbey, ''Ulu Önder Atatürk, Bey Mahallesi nüfusuna kayıtlı. Atatürk'ün buradaki evlerden hangisinde kaldığına yönelik tarihçiler araştırma yapıyor, oraya da 'Atatürk Evi' adı vereceğiz'' dedi.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey konuyla ilgili yaptığı açıklamasında tarihi mekanların korunarak turizme kazandırılması için çalışmalar başlattıklarını belirterek, "Büyükşehir Belediyesi olarak modern kent alanı içinde geleneksel mimarinin tanıtılması ve yaşatılması amacıyla sahip olduğumuz tarihi ve kültürel mekanları koruyup, kültür turizmini geliştirebilmek için önemli adımlar atmaktayız. Tarihi ve kültürel mekanların bulunduğu semtlerin ve sokakların korunmasına özel bir önem veriyoruz. Bu düşünceden yola çıkarak Bey Mahallesi'ne 'Sokak Sağlıklaştırma Projesini' hazırladık. Proje Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandıktan sonra ihale edilerek sokak sağlıklaştırma işine başlanıldı. Bu yıl içerisinde tamamlanması planlanan Bey Mahallesi Sokak Sağlıklaştırma işi ile kültürel mirasımız olan Antep evleri ve sokakları hak ettiği yüzüne kavuşacak ve mahalle bir çekim merkezi haline gelecektir. Bu proje kamu-sivil birlikteliğinin bir örneği olmalıdır. Biz Belediye olarak sokak sağlıklaştırması yaparken halkımızın, özellikle de burada yaşayan mahalle sakinlerinin projeye sahip çıkmalarını istiyoruz. Mülk sahipleri ya da mahalle sakinlerinin İmar ve Şehircilik Dairesinin görüşlerini alarak evleri içerisinde gerekli bakım, temizlik ve düzenlemeleri yapmasıyla, proje mahalle sakinleriyle bütünleşecek sosyal ve kültürel boyuta taşınmış olacaktır" dedi.

Gaziantep Hakimiyet, 05.12.2008

TÜRK RESSAMIN TABLOSU CHRISTIE'S'DE

 

Ressam Mustafa Günen'in imzasını taşıyan "Caught in a Gale" isimli tablo, New York'ta Christie's Müzayede Evi tarafından düzenlenen açık artırmada 8 bin 750 dolara satıldı.

AA'nın haberine göre, 3 Aralıkta ünlü Christie's Müzayede Evi'nce gerçekleştirilen "Maritime" adlı açık artırmaya katılan tablo, 8 bin 750 dolara alıcı buldu.

Mustafa Günen'in, 2005 yılında yaptığı 109X203 ebatlarındaki yağlı boya tablo, azgın dalgalar üzerindeki bir gemiyi tasvir ediyor.

Rockefeller Plaza'da düzenlenen "Maritime" isimli müzayedede, deniz ve gemi temalı 56 eser yer aldı.

Trt/Haber, 05.12.2008

ZEUGMA'NIN ÜSTÜ KAPATILIYOR

 

 

Gaziantep milletvekili Mehmet Sarı, Zeugma Antik Kenti'nin üstünün kapatılmasının gündeme alındığını bildirdi. Sarı, projenin, uygulanmasıyla oluşturulacak olan yeni mekanın, içeri girenleri arkeolojiye motive eden yalın bir forma sahip olacak şeklinde düşündüğüne işaret etti.

Sarı, hem Gaziantep, hem de Nizip turizmi açısından çok önemli olan antik kent içerisinde yer alan Dionysos ve Danae villalarının üst örtü projesinin gündeme alındığını böylece, antik kentin doğal yapısı ve doğallığı bozulmadan bu bölgede arkeolojik çalışmalar yapan ekibin çalışmalarını kolaylaştırılacağını, aynı zamanda turistlerin de daha rahat bir ortamda ziyaret etmelerinin sağlanacağını ifade etti.

 

Bu kapsamlı projenin, uygulanmasıyla oluşturulacak olan yeni mekanın, içeri girenleri arkeolojiye motive eden yalın bir forma sahip olacak şeklinde düşündüğüne işaret eden Sarı, “'Aynı zamanda bölgedeki gerekli koruma alanı oluşturulduktan sonra kazı alanının sergilenmesi düşünülmekte. Bu bağlamda, bir ziyaretçi gezi ve bakı platform sistemi oluşturulacaktır. Bu oluşturulan gezi alanı ile de bölgeyi ziyaret etmek isteyen turistlerin işleri kolaylaştırılacaktır. Ayrıca, uzun zamandır üzerinde çalıştığımız açık hava müzesinin oluşumunda da bu projenin ilk adım olarak başlatıldığını belirtmek isterim" dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 05.12.2008

ŞAKİRPAŞA KONAĞI KADERİNE TERK EDİLDİ





Mustafa Kemal Atatürk'ün Mondros Mütarekesi'nden sonra Adana'da 11 gün kaldığı ve Kurtuluş Savaşı öncesi direnişi başlattığı Şakirpaşa Konağı, satılamayınca çürümeye terk edildi.

 

Osmanlı yönetiminin egemen kılmaya çalıştığı politikaları fazlaca dikkate almamakla bilinen Vali Şakir Paşa, "Hacı Seyit'in Bağı" olarak bilinen ve bugünkü adıyla Şakirpaşa olan semt girişine kendi adıyla anılan bir konak yaptırdı. Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı öncesi kaldığı o dönemde Aliye Yerdelen'in mülkiyetinde bulunan konakta önemli görüşmeler yaptı.

 

Mustafa Kemal Atatürk, bir haftayı geçen temasları sonucunda kurtuluş için karamsar olmayan ve müspet düşüncelere sahip kişilerle 8 Kasım 1918 tarihinde Şakirpaşa Konağı'nda toplantı yaptı. Toplantıda Mustafa Kemal Paşa bu kişilerle son durumu görüştü.

 

Atatürk daha sonra da 30 Ekim-10 Kasım 1930 tarihleri arasında tekrar bu konakta misafir edildi yine bu konakta önemli devlet meselelerini görüştü. Atatürk'ün Mondros Mütarekesi'nden sonra Adana'ya gelerek 11 gün kaldığı tarihi Şakirpaşa Konağı, kaderine terk edilerek her gün biraz daha çürüyor. Oysa Atatürk'ün o dönemde sadece birkaç gün kaldığı şimdiler de Atatürk Müzesi olarak kullanılan ev, restore edilerek müze haline getirildi. Ancak Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'nı örgütlediği Şakirpaşa Konağı çürümeye terk edildi.

 

Türkiye'nin yakın tarihine şahitlik eden, önemli kararlara ev sahipliği yapan Şakirpaşa Konağı, 1998 yılındaki Ceyhan merkezli depremde hafif hasar gördü. Duvarları yer yer çatlayan, çatısı akan tarihi konakta oturanlar binayı boşaltmak zorunda kaldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı binayı restore etmek için birkaç kez çaba gösterdi ama bu çabalar sonuçsuz kaldı. Şimdi ise sahibi konağını 700 bin dolara satışa çıkardı. Ancak konağa şimdiye kadar alıcı çıkmadı.

 

Yıllardır Şakirpaşa Konağı önünde şırdancılık yapan Halis Şimşek, konağın tarihi eser özelliğinin bulunması nedeniyle yıkılmadığını, ancak restore de edilmediğini belirterek, konak ve çevresinin Şakir Paşa'dan sonra Aliye Yerdelen adlı biri tarafından sahiplenildiğini söyledi.

 

Bu ailenin 25 yılı aşkın bir süre Şakirpaşa Konağı'nda oturduğunu anlatan Şimşek, "Benim çocukluğum bu mahallede geçti. Bu mahalleden hiç ayrılmadım. 25 yıl konakta oturan bu aile 1998 yılında meydana gelen Ceyhan merkezli depremden sonra konaktan ayrılmak zorunda kaldı. Ben kendimi bildim bileli Şakirpaşa Konağı vardı. 25 kuruşluk belediye gazozları satıldığı zamanlarda ve çevrede kahve olmadığı için bu konağın olduğu yerde kahve oyunları oynanırdı. O dönemde çevrede sadece birkaç ev vardı. Mahallenin yerinde zerdali, üzüm ve incir bahçeleri vardı" diye konuştu.

 

Adana İl Kültür Müdürü Osman Arık ise konağın şu an Yavuz Tekeli ve Eril Tekel'e ait olduğunu ve tescilli olduğu için de bir şey yapamadıklarını bildirdi.

Adana Kent Haber, 04.12.2008

GÖKMEDRESE TOZDAN ARINDIRILDI

 

Sivas'ta Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1271 yılında yaptırılan ve bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyonu yapılan Gökmedrese'nin giriş bölümünde tamamlanan çalışmaların ardından işlemeli taşlar basınçlı su ile yıkanarak temizleniyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından başlatılan Gökmedrese'nin restorasyon çalışmaları öncelikli olarak temel zemin seviyesi tespiti yapıldı. Zemini güçlendirmeye yönelik kazı çalışmasının tamamlanmasının ardından, giriş bölümündeki iki minare arasında bulunan bölümde mermerden yapılan bant, yenisi ile değiştirildi.

 

Gökmedrese'nin oymacılık tekniği uygulandığı giriş bölümündeki taşların üzerinde katılaşan tozlar ise son olarak basınçlı su ile temizlendi. Yetkililer, çalışmaların sona yaklaştığını ve yakın bir zaman içerisinde medresenin turizme kazandırılacağını belirtti.

Sivas Kent Haber, 04.12.2008



KORUMA-KULLANMA DENGESİ

 

Son yıllarda, özellikle endüstriyel gelişmelerin ve kentsel gelişmelerin konuşulduğu, yaşanan gelişmelerin koruma kararları ile çeliştiğinin anlaşıldığı ortamlarda önemli bir kavram, "koruma-kullanma dengesi" giderek daha çok öne çıkmaya ve daha çok dillendirilmeye başlandı. Ancak, bu kavram öylesine olur olmaz kullanılır hale geldi ki, pek çok koruma karşıtı uygulamanın, savunulmasında da söylem olarak yerini almaya başladı.

Ölçülebilirliği olanaklı olmayan, durduğunuz ve baktığınız noktaya göre anlamında önemli değişiklikler ortaya çıkan bir dengenin bu kadar yaygın biçimde kullanılması, yapılan yasal düzenlemelerin ve büyük bölümünün korumayla uzaktan ya da yakından ilgisi olmayan pek çok uygulamanın amaçları arasında kendisine yer bulması son derece şaşırtıcı.

Oysaki "koruma-kullanma dengesi" ve benzeri söylemlerle oluşturulan "bilimsel söylem kirliliği" içinde yaşanan gelişmelere bir bütün olarak bakıldığında; pek çok korunması gereken alanın elden çıkarıldığı, koruma bilincinin, gelişmeden yana "kapkaççı söylem" karşısında ezilip yok olduğu görülüyor.

Aslen koruma karşıtı olan bir anlayış, ülke topraklarının her noktasında "kalkınma", "gelişme", "sürdürülebilirlik", "denge" söylemleri arasında egemenliğini pekiştiriyor. Geçmişten günümüze ulaşan süreçte; Antik kentlerimizin barajlara, ormanlarımızın turizm tesislerine ve madenlere, tarım alanlarımızın sanayi tesislerine, toplu konutlara ve yazlık sitelere "koruma-kullanma dengesi" söylemleri arasında kolaylıkla feda edilmeye devam edildiği görülüyor.

Bu söylemi en çok dillendiren ve aldığı kararlarda kullananların başında ise devletin kurumları geliyor. Yerelde bilinçlenmenin arttığı, kimi kararlara karşı direniş ve karşı koyuşların oluştuğu alanlarda, merkezi konumdaki "koruma-kullanma dengesi" pazarlayıcısı kurumların yetkisi kısa sürede devreye sokuluyor ve koruma-kullanma dengesi söylemleri arasında, aslen koruma karşıtı olan uygulamalar hızla yaşama geçiriliyor.

Trakya'da, Sakarya'da, Kocaeli'nde, İzmir'de, Bursa'da oluşumu milyonlarca yıl süren, bir kez daha elde edilemeyecek nitelikli tarım toprakları "kalkınma", "gelişme" söylemleri arasında organize sanayi bölgelerine, sanayi tesislerine feda edilirken, ne yazık ki yaşanan talanı savunmaya çalışanların söylemlerinin başında da "koruma-kullanma dengesi" yer alıyor.

Yargı kararlarıyla birbiri ardına gelen "kamu yararı"na ve "koruma-kullanma dengesi"ne aykırılık gerekçeli iptal kararlarına rağmen, birinci sınıf topraklar üzerinde, bağ alanlarında, zeytinlik alanlarında kurulu tesisler, bıkmadan usanmadan alınan yeni merkezi kararlar ve yapılan yeni af düzenlemeleri ile çalışmalarını sürdürüyor. Hem de "koruma-kullanma dengesi" söylemleri arasında...

Akdeniz Bölgesi'nde, Ege Bölgesi'nde var olan orman alanlarımız, kıyılarımız "bacasız sanayi" nutukları arasında turizm tesislerine peşkeş çekilirken de kullanılan söylem dayanağını "koruma-kullanma dengesi"nden alıyor. Gün geçmiyor ki, tarım alanı olduğu ve bu amaçla binlerce yıldır kullanıldığı bilinen ve hatta plan kararlarıyla tarım alanı olarak korunan alanlarda bile yeni bir "Turizm Alanı", üstelik yine "koruma-kullanma dengesi" söylemi arkasına sığınarak ilan edilmesin.

Bergama, Eşme, Efemçukuru örneklerinde olduğu gibi zeytinlik alanlar, bağlar, bahçeler, Kaz Dağları örneğinde olduğu gibi, doğal özelliklerini milyonlarca yıllık birikimle oluşturmuş alanlar, ormanlar altın madenlerine feda edilirken, bu tür alanlarında oluşan yargı kararlarına rağmen talan sürdürülürken de öne çıkan söylemler arasında "koruma-kullanma dengesi" başköşede.

Yalnızca doğal değerlere karşı değil elbette, kültürel değerlerin talan edilmesinde de kullanılan bir söylem halini alıyor "koruma-kullanma dengesi", Hasankeyf ve Allianoi örneklerinde olduğu gibi. Antik çağdan günümüze binlerce yıldır direnerek ayakta kalmış kültürel değerlerimizi sular altında bırakmayı içine sindirenlerin de söylemlerinin vazgeçilmezi durumunda "koruma-kullanma dengesi".

Yaşanan gelişmelerin en can sıkıcı yanı, "koruma kullanma dengesi" söylemini diline dolayarak en çok kullanan ve aslen bu ülke topraklarında korunması gereken doğal ve kültürel değerlerin korunmasından sorumlu olan kurumların giderek bu söylemler eşliğinde yaratılan talanın baş sorumlusu durumuna gelmesi.

1980'li yıllarda, Turgut Özal iktidarında ayrıcalıklı imar hakları üretme aracı olarak geliştirilen "turizm alanı ve turizm merkezi" kararlarının, son yıllarda giderek talan yanlısı çizgiye daha çok yaklaştığı görülüyor. Turizm merkezi kararlarının, yapılaşmaya kapalı olması ve korunması gereken alanların yapılaşmaya açılmasının aracına dönüşmüş olması, üstelik bu işlevini "koruma-kullanma dengesi"ni sağlama söylemleri arasında yerine getiriyor olması, ülkemize özgü çelişkilerden.

Başta kültürel ve doğal değerlerin korunmasından sorumlu Bakanlık olmak üzere, devletin tüm kurumlarının hangi gerekçeyle olursa olsun ve hangi söylem arkasına gizlenirse gizlensin, aldığı kararları savunabilmesi gerekiyor.

Evrensel, Yazı: Necati Uyar, 04.12.2008






RUMELİ'DE OSMANLI'NIN İZİNİ SÜRDÜLER

 

  

 

Üç fotoğraf sanatçısı Osmanlı'nın Rumeli'deki cami, zaviye, medrese, han, hamam, çeşme, su kemeri, köprü, bedesten ve kalelerden oluşan kültürel mirasını fotoğrafladı.

 

Ahmet Kuş, Feyzi Şimşek ve İbrahim Dıvarcı'nın birlikte gerçekleştirdiği çalışma, ‘Rumeli'de Osmanlı Mirası' adıyla kitaplaştırıldı. Üç cilt olarak hazırlanacak çalışmanın birinci cildinde Arnavutluk ve Makedonya'da bulunan 217 eser yer alıyor. Çalışma 2010 yılına kadar tamamlanacak ve Osmanlı'nın Rumeli'deki eserlerinin yüzde 95'i kayıt altına alınmış olacak.

İbrahim Dıvarcı, Ahmet Kuş ve Feyzi Şimşek, Rumeli topraklarını adım adım dolaştı, Hazinedaroğlu İnşaat Grubu tarafından finanse edilen çalışmanın birinci ayağında Arnavutluk ve Makedonya'da bulunan 217 eseri fotoğraflandı ve kitaplaştırıldı. Arnavutluk ve Makedonya'da Osmanlı döneminden günümüze ayakta kalmış ve Osmanlı mimarisine ait eserlerin fotoğraflarının yer aldığı çalışma, Osmanlı tarih ve mimarisine ilgi duyanlar için titizlikle hazırlanmış görsel bir kaynak niteliği de taşıyor. Danışmanlığını Prof.Dr. Haşim Karpuz'un yaptığı Rumeli'de Osmanlı Mirası fotoğraf albümü Türkçe-İngilizce olarak hazırlanmış.
 

Fotoğrafçı Ahmet Kuş, esere Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nin ilham olduğunu anlatıyor. Bu alanda daha önce yapılan çalışmaların maddi olanaksızlıklar nedeniyle hedefine ulaşamadığını belirten fotoğrafçı, özel sektörden destek aldıkları için kendilerini şanslı görüyor. Ekrem Hakkı Ayverdi'nin yapmış olduğu saha çalışmalarının da işlerini oldukça kolaylaştırdığını belirten Kuş, Rumeli'de Osmanlı Mimarisi kitabının gelecek yıllarda yapılacak çalışmalara rehberlik edeceği inancında.

 

Kitabın mimarı İlhan S. Ergelen ise sunuş yazısında şu satırlara yer veriyor: "1364 yılında Edirne'nin fethi ile başlayan ve 1912 tarihinde Balkan Harbi'ne kadar olan zaman süresince hakim olduğu Rumeli'nin aynı zamanda hadimi de olan Osmanlı'nın bıraktığı eserler ne yazık ki tahammülsüzlüğün ve hoşgörüsüzlüğün kurbanı olarak tahrip edildiler. Bugün o muhteşem maziyi hatırlatan cami, zaviye, medrese, han, hamam, çeşme, su kemeri, bedesten ve kalelerin ne yazık ki çoğu ayakta değildir. Geri kalanları da muhteşem bir maziyi boynu bükük ve mahzun bir şekilde yad etmektedir."

Projede yer alan diğer fotoğraf sanatçısı Ahmet Kuş ise izlenimlerini, "1364'ten 1912'ye kadar geçen uzun zamanda hakim olduğu bu topraklarda Osmanlı, Rumeli'nin hakimi olduğu gibi aynı zamanda hadimi yani hizmetkarı da olmuştur. Ancak bazı eserler ne yazık ki tahammülsüzlüğün ve hoşgörü eksikliğinin neticesi olarak zaman içinde tahrip edildiler. Bunlardan geri kalanları da tarihi mahzun bir şekilde hatırlatmaya devam etmektedir" sözleriyle anlatıyor.

Feyzi Şimşek de çalışma amaçlarını şöyle anlatıyor: "Bizim amacımız bu muhteşem geçmişi hatırlatan cami, zaviye, medrese, han, hamam, çeşme, su kemeri, köprü, bedesten ve kaleleri sonsuza dek ölümsüzleştiren bir eser meydana getirmekti."

Ntvmsnbc, 04.12.2008

HAKKARİ'YE ETNOGRAFYA MÜZESİ AÇILIYOR

 

 

Hakkari İl Kültür ve Turizm Müdürü Emin Özatak, Meydan Medresesi'nin bir Etnografya Müzesi'ne dönüştürülmesi çalışma içerisinde olduklarını belirtti. 

Bu amaçla Biçer Mahallesi'ndeki Meydan Medresesi'nde restorasyon çalışmalarının tamlandığını söyleyen Emin Özatak, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı bir Etnografya Müzesi'nin açılmasının Hakkari halkının özlemle beklediğini belirtti. Müze için gerekli teşhir ve tanzim projesinin bittiğini ifade eden Özatak "Şu anda çevre düzenleme projesi üzerinde çalışma yapılmaktadır. Kurul kararı çıktıktan sonra gerekli çalışmaya başlanacaktır. Resmi bir müzenin açılması ile birlikte artık bir üniversite de olan şehrimizde kültür ve turizm aktiviteleri hızla gelişecektir. Kazı çalışmaları, bilimsel araştırmalar, eğitim faaliyetleri yoğun bir şekilde artarak devam edecektir" dedi.

Emin Özatak, özellikle son 3-4 yıl içinde Vali Ayhan Nasuhbeyoğlu'nun gayretleri ile Hakkari kilimlerinin gerek ulusal ve gerekse uluslararası sergi ve fuarlarda tanıtılması çabasının sonucu olarak Hakkari'nin 'Dünyanın Kilim Merkezi' anlayışı noktasına taşındığını anlatarak şöyle konuştu:
"Bu anlayıştan hareketle, kilimlerimizin üretim, tanıtım ve pazarlanması çalışmaları suratla devam ederken zamanla meydana gelebilecek dejenerasyon ve yozlaşmaların önlenmesi ve orijinal yapılarının korunması için ilde bir "Kilim Müzesi"nin kurulması gerekli hale geldi. Açılan bu mütevazi kilim müzesi, gelecekte daha da büyüyüp gelişerek ve donanımı zenginleşerek Hakkari kiliminin markalaşması ve orijinal kilimlerinin koruma altına alınmasında önemli bir rol üstlenecektir. Bunun yanında Hakkari kilimleri ile ilgili her türlü bilgi ve belgenin de merkezi haline gelecektir. Dolayısıyla Hakkari'yi ziyaret eden yerli ve yabancı turist ve konukların da ziyaret edeceği mekanlardan bir yer haline gelecektir. Bu anlamda yöreyi ziyaret eden yerli ve yabancı turist ve araştırmacılar için Hakkari'nin gezilecek ve görülecek yerlerinin arttırılması gerekmektedir."

Hakkari Kent Haber, 03.12.2008

HALİÇ'E BEŞ ASIR SONRA DA VINCI KÖPRÜSÜ

 

Rönesans dehası Leonardo da Vinci'nin, Haliç üzerinden Galata'ya ulaşımı sağlayacak köprü tasarımı 5 yüzyıl sonra hayata geçiriliyor.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, yaya köprüsünün Haliç'te iki ada arasına 2010 Avrupa Ajansı'yla birlikte yapılacağını açıkladı.

Proje 2010'a yetiştirilecek. Aslına uygun olarak köprünün uzunluğu 240, genişliği 8 metre olacak. Köprü, Eyüp'le Sütlüce arasında yapılacak.

Sabah, Haber: Çağdaş Çetindemir, 03.12.2008

ANTAKYA ARKEOLOJİ MÜZESİ, TARİHİ ESER MEZARLIĞINI ANDIRIYOR

 

Antakya Arkeoloji Müzesi'nde yer darlığı yüzünden, mozaiklerin büyük bir bölümü depolarda tutuluyor.

 

Kazılarda bulunan birçok mozaik ise müzede yer olmadığı için tespit edildiği yerde üzeri kapatılıp bekletiliyor. Antakya Arkeoloji Müzesi'nin tarihi eser deposuna dönüşmesinin ardından Hatay Valiliği yeni bir müze yaptırmak için yaklaşık 1 yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 7 milyon YTL ödenek talebinde bulunmuştu. Ancak, ödenek sıkıntı yüzünden talep yerine getirilmedi.

 

Ödeneğin gelmesi durumunda yeni müze binasının St. Pierre Kilisesi'nin önündeki alanda yapılması planlanıyor. Yeni müzenin yapılacağı alanda İl Özel İdare bütçesiyle 14 bin metre karenin kamulaştırıldığı bildirildi. Ancak 26 bin metre karelik alanın kamulaştırılması için 7 milyon YTL ye ihtiyaç duyuluyor.

 

Antakya Arkeoloji Müzesi'nde 35 binden fazla eser bulunuyor, ancak yer darlığı nedeniyle yalnızca 2 bin 700 eser sergileniyor. Bu arada, uygarlıkların beşiği olarak nitelendirilen Hatay'da yaklaşık 100 yıl önce başlayan arkeolojik kazılar 50 civarında yerde tüm hızıyla sürüyor.

Yalnızca Antakya-Reyhanlı kara yolu üzerinde bulunan ve 1930'lu yıllarından bu yana kazı yapılan Aççana Höyüğü'nden her yıl 10 civarında eser müzeye kazandırılıyor.

 

Her yıl yerli yabancı binlerce turistin ziyaret ettiği Antakya Arkeoloji Müzesi, tarihi eser mezarlığını andırıyor. Müzedeki 32 bin civarındaki eser, yer darlığından dolayı depoların yanı sıra bahçe içerisinde ve çatılarda yağmura güneş altında tutuluyor. Mozaik bakımında dünyanın en büyük 2. müzesi olan Antakya'daki Arkeoloji Müzesi'nde ortaya çıkartılan mozaikler de sergilenemiyor. Müzede 17 bin 894 adet Arkeolojik, 984 adet etnografik, 14 bin 388 sikke, 421 adet tablet, bin 373 adet mühür ve mühür baskısı, 77 adet de elyazması kitap bulunuyor.

Zaman, Haber: Mehmet Dener, 03.12.2008

İKİNCİ TAŞ DEVRİNDEN SÜRPRİZ HEYKELLER

 

Moskova'nın güneydoğusundaki Zaraysk'de nadir mamut dişlerinden heykelcik ve oyma işleri bulundu.

Buluntular arasında koni şekilli ve işlevi esrarını koruyan bir başka nesne daha var.

İnsanlığın işlevsel alet yapımından sanatsal üretime geçiş dönemine uyan ikinci taş devrine ait eserler, 'Venüs' heykelcikleriyle benzerlik taşıyor.

Sabah, 03.12.2008

ÇALIŞKAN MÜZE MÜDÜRÜ HASTALIĞI YENEMEDİ

 

 

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürü Ertuğrul Danık vefat etti. 

 

Rahatsızlığı nedeniyle bir süredir raporlu bulunan Danık, dün vefat etti. Ankara’da 1962 yılında doğan Danık, 1988’de, Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nden "Koç ve At Şeklindeki Tunceli Mezar Taşları" adlı tez çalışmasıyla mezun oldu. 

 

1995 yılında ise "Ortaçağ’da Harput(XI-XV.yüzyıllar)" adlı tez çalışmasıyla yüksek Lisans (Master) derecesi aldı. 1991 yılında başladığı memuriyet yaşamı 1993 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda Müze Araştırmacısı olarak devam ederken, 1999 yılında Zonguldak Müze Müdürlüğü’ne, 2001 yılında Ankara Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğüne atandı. 

 

1995 -1999 yılları arasında "Ortaçağ’da Harput" adlı yüzey araştırma programını yürüten Danık, 2001 yılından bu yana düzenli olarak Elazığ ve Tunceli illeri dahilinde yapılan "Yukarı Fırat Bölgesi Arkeolojk Yüzey Araştırma" projesinin başkanlığı görevini de yürütüyordu. Arkeoloji ve sanat tarihi disiplini dışında, Dersim Aleviliği ve mitolojisiyle ilgili gerçekleştirdiği çalışmalarını, son dönemlerde Alevi ve Bektaşi mitolojisi alanına yönelten Danık, "Bu alanda yaptığı nitelikli çalışmaları, yeni açılımlar ve arkeoloji/sanat tarihi disiplinine dayalı irdelemeleri nedeniyle", Hüseyin Gazi Vakfı/Derneği tarafından her yıl düzenli olarak verilmekte olan 2004 yılı "Alevilik ve Bektaşilik Araştırma Ödülü"nü aldı. "Çalışkan Müdür" olarak anılan Danık’ın 50’den fazla makalesinin yanı sıra altı tane kitabı bulunuyor.

Hürriyet Ankara, 03.12.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Tekirdağ'ın Marmara Ereğlisi İlçesi'ne bağlı Yeniçiftlik beldesinde Jandarma ekiplerince gerçekleştirilen operasyonda Osmanlı dönemine ait tarihi sikkeler ve eski Roma dönemine ait heykeller ele geçirildi. 

Edinilen bilgilere göre, Yeniçiftlik beldesinde bulunan O.S.'nin (49) elinde bulunan tarihi eser niteliğindeki altın sikkeleri satmak için müşteri aradığı istihbaratının ulaşması üzerine harekete geçen jandarma ekipleri O.S.'yi 3 adet tarihi altın sikke ile yakaladı. Elde edilen bilgiler neticesinde tarihi eserleri satmak için müşteri arayan şahıslara yönelik operasyonu derinleştiren jandarma, O.E. (30) isimli şahsı da eski Roma dönemine ait toprak kartal heykeli, toprak güvercin heykeli, mermer heykel, 2 adet ağırşak, bakır yağlık, demir saç iğnesi, taşlı kolye, 2 adet bakır sikke ve 1 adet Osmanlı dönemine ait gümüş sikke ile yakaladı. 

Operasyonun ardından gözaltına alınan ve adliyeye sevk edilen O.S. ve O.E.'ye yurt dışına çıkış yasağı konuldu. Alıcı kılığındaki jandarma ekiplerine tarihi eserleri satmak isteyen O.S. ve O.E., tutuksuz olarak yargılanacak.

Tekirdağ Kent Haber, 05.12.2008





"EN GÜZEL İNSANLARIN" KAYIP KENTİ BULUNDU

 

     

 

Arkeologlar, Peru'nun kuzeydoğusunda, Amazon nehri havzasının ücra kesiminde bir zamanlar yoğun bir nüfusun, döneminin modern yerleşim birimlerinde yaşadığını ortaya çıkardılar.

And Dağları'nın ormanlarla kaplı bölgesinde, yüzyıllardır keşfedilmemiş olarak duran "kayıp kentin" efsanelerde anlatılan "Bulut İnsanlar"ın kurdukları kent olduğuna inanılıyor.


İnka medeniyeti öncesinde bölgede yaşamış olan Chachapayos medeniyeti döneminde kurulduğu anlaşılan kent, düzeniyle dikkatleri çekti.

Birçok evde mumyalanmış bebekler bulundu. Ancak bu mumyaların özel bir işlemden geçirilmeden, doğal olarak muhafaza edildikleri anlaşıldı.


İklim şartları, havadaki nem oranı, ısı ve ışık miktarının bunda önemli rol oynadığı da belirlendi.

 

Bölgedeki efsaneye göre, And Dağları'nın tepelerini örten ormanın üzerindeki bulutların içinde yaşayan Chachapayoslar, bu nedenle "Bulut İnsanlar" olarak anılıyordu.

Onlar, "yeryüzünde yaşamış olan en güzel insanlar" olarak tarif ediliyorlar.


İnanılmaz güzellikteki kadınları, Chachapayoslara savaş açan İnkalar tarafından kaçırılıp "Güneş Tapınağı"nda tutulmuşlar.


Erkekler ise o kadar güzellermiş ki, İnkalar onlara sırf bu yüzden savaş açmışlar.

Bebekler ise kimsesiz kalmış ve yavaş yavaş ölmüşler.

Bu nedenle kayıp kentin birçok yerinde bebek mumyaları bulundu.

Hürriyet, 03.12.2008

SANAT AIDS'LE SAVAŞIYOR





Amerika Birleşik Devletleri'nin Los Angeles kentindeki J. Paul Getty Müzesi'nin Tarih Öncesi ve Tunç Devri Bölümü'nün merkezinde bulunan ve Yunanistan'daki kazılarda gün ışığına çıkarılan "arp çalan adam" heykeli siyah kumaşla örtüldü. Bunun nedeni ise; ne mermer heykeli temizlemek ne de bir bakım onarım çalışması... Heykel, Dünya AIDS günü için gerçekleştirilen sembolik bir sanatsal eylem nedeniyle siyahlara büründü. 

 

MÖ 26. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen Kyklad tipindeki heykel, 19 yıldır tekrarlanan Sanatsız Bir Gün/A Day With(out) Art adlı organizasyonun bir parçası. Organizasyonun amacı ise AIDS hastalığının yol açtığı trajedileri önemsemeyen ve bu hastalıkla mücadele etmeyi bırakan uluslararası sanat camiasının görevini üstlenmek ve toplumu bu felaket hakkında bilinçlendirmek.

 

Müzenin yöneticilerinden Rainer Mack, her yıl bu organizasyonu yaptıklarını ve bunun artık bir gelenek haline geldiğini söylüyor. Mack bu heykeli seçmelerinin sebebini şu şekilde özetliyor: "Bu heykeli seçerken göz önünde bulundurduğumuz nokta bir müzisyen olması. Arp çalan adam genel olarak sanatçıyı temsil ediyor."

 

Geçtiğimiz yıllarda da AIDS'in ne kadar önemli bir problem olduğuna dikkat çekmek için AIDS grupları, ulusal ve uluslararası sanat organizasyonları ile müzeler ve galeriler işbirliği içerinde çalışıp ortak projeler yürütmüşlerdi.

 

Visual AIDS adlı, sanatçılar tarafından kurulmuş ve sanatın, hastalığın etkilerini anlatmakta ne kadar önemli olduğunu vurgulmayı amaçlayan gönüllü organizasyonun yöneticilerinden biri olan Nelson Santos, pek çok sanat etkinliğinin AIDS konusuna kendiliğinden parmak bastığını ve etkinlik düzenleyicilerinin büyük bir bölümüne bunu hatırlatmak zorunda kalmadıklarını belirtiyor. Santos böyle bir etkinliğin tek günlük olmasının sorunun öneminin altını çizmekte yetersiz kaldığını belirtse de "Yine de bir adım" demeyi ihmal etmiyor.

 

LACMA, MOCA, Fowler Müzesi ve Hammer Müzesi gibi ülkenin güneyinde yer alan müzelerden bazıları, geleneği bu yıl uygulamadılar ancak hastalığı anlatma amaçlı sergiler ve sanat eserleri sergilediler.

 

A Day With(out) Art isimli organizasyon, ilk kez 1989 yılında Visual AIDS tarafından hastalık nedeniyle hayatını kaybetmiş olanları onurlandırmak ve insanları bilinçlendirmek amacıyla düzenlenmişti.

Taraf, 02.12.2008

EBU ISHAK KAZERUNİ TÜRBESİ RESTORE EDİLDİ

 

 

Erzurum Kalesi'nde yapılan restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmalarına, Ebu İshak Kazeruni'nin türbesi de dahil edildi. Türbenin içerisinde baştan sona onarım yapılırken, içerisinde sandukaların bulunduğu türbenin, daha sonra Kale'nin burçlarının içerisine alınacağı öğrenildi.

 

Erzurum Rölöve ve Anıtlar Müdür Vekili Suat Bakır, Erzurum Kalesi'de yürütülen restorasyon ve çevre düzenlemesi çalışmalarının son durumuyla ilgili olarak bilgiler verdi. Bakır, Kale surları ve burçlarını kapsayan restorasyon çalışmalarına, Ebu İshak Kazeruni Türbesi'nin de dahil edildiğini bildirerek, türbe içerisinde onarım çalışmalarının devam ettiğini kaydetti. Türbenin, restorasyon işleminin tamamlanmasının ardından Kale burçlarının muhafazası altına sokulacağını vurgulayan Bakır, "Türbenin kapısı ve döşemelerinin yanında, duvarlarda da tadilata gidildi. Türbedeki restorasyon tamamlandıktan sonra Müze Müdürlüğü tarafından o civarda kazı yapılacak. Bu kazı çalışmaları bittikten sonra Ebu İshak Kazeruni'nin türbesi, Kale'nin Çifte Minareli Medrese'ye bakan tarafındaki burcun içerisine alınacak" diye konuştu.

 

Erzurum Kalesi'nde bakım ve onarım çalışmaları için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 525 bin YTL kaynak ayırdığını hatırlatan Suat Bakır, 2009 yılı bakım-onarım programına da ödenek tahsis edilmesini beklediklerini bildirdi.

 

Talep ettikleri ödeneğin ayrılmasıyla birlikte önümüzdeki yaz sezonu içerisinde tarihi eserlere yönelik olarak gerçekleştirilecek olan bakım ve onarım çalışmalarına başlayacaklarını anlatan Suat Bakır, "Erzurum'daki tarihi eserlerin korunması ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla yapılan çalışmalar devam edecektir. Sadece Kale değil, şehrimizdeki çok sayıda tarihi eserin onarımı için de harekete geçmiş bulunmaktayız" dedi

Erzurum Gazetesi, 02.12.2008

ANTİK KENTE TANDIR KUYUSU YAPTIRMAKLA SUÇLANIYOR

 

 

2 bin 500 yıllık Lagina'nın kazı başkanı Prof. Tırpan hakkında, antik yere iş makinesi sokmak, fıstık ağacı diktirmek, bağ evi yaptırmak ve tandır kuyusu açtırmaktan rapor hazırlandı.

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde, çok tanrılı dinlere inanan paganların dini merkezi konumundaki 2 bin 500 yıllık Lagina antik kentinde 1993'ten bu yana kazı başkanlığı görevini yürüten Selçuk Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Ahmet Tırpan, "Kazı çalışmalarında iş makinesi kullanarak eserlere zarar vermek, kazı alanına fıstık çamı ekip, sedir ve tandır kuyusu yaptırmakla suçlanıyor. Bir rapor hazırlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcileri Tırpan için suç duyurusunda bulundu. İddiaları yanıtlayan Prof.Dr. Ahmet Tırpan ise gelen gidenlerin yararlanması için bu işleri yaptıklarını söyledi. Kazı alanında hiçbir şekilde iş makineleriyle çalışma yapılmadığını da öne süren Prof. Tırpan, "1981 yılından bu yana eserleri tahrip etmek için değil, gün ışığına çıkarıp ülke turizmine kazandırmaya çalışıyoruz. Eğer bu suçlamalar doğru çıkmazsa, bu yalan ihbarı yapana yargı yoluyla diyetini ödetiriz" dedi.

Sabah, Haber: Osman Akça - Fatih Abacıoğlu, 02.12.2008

ELE GEÇİRİLEN TARİHİ ESERLERE EL KONDU

 

Muş'un Malazgirt İlçesi'nde jandarmanın yaptığı yol kontrol çalışmaları sırasında yaya olarak yoldan geçen bir şahsın çantasında yapılan aramalarda tarihi eserler ele geçirildi.

 

Malazgirt'in Konakkuran beldesi girişinde sabah saatlerinde yoldan yaya olarak geçen K.A.'nın şüpheli davranışları jandarmanın dikkatini çekti. Yapılan aramada K.A'nın çantasında 22 santim uzunluğunda sarı renkte savaşçı heykel figürü, 10 santim uzunluğunda insan başı figürü bulunan cam vazo ile yine 10 santim uzunluğunda kulplu bir cam vazo çıktı. Malazgirt Cumhuriyet Savcılığı'na sevk edilen K.A. serbest bırakıldı. Ele geçirilen tarihi eserlere ise el konuldu.

Zaman, 02.12.2008

TARİHİ VALİLİK BİNASI BAHARDA TAMAMLANACAK

 

 

Ankara Valisi Kemal Önal, Ankara'nın en eski kamu binalarından biri olan Ulus'taki tarihi valilik binasında sürdürülen restorasyon çalışmalarının 2009 yılının bahar aylarında tamamlanmasını beklediklerini söyledi.

 

Önal, Vali yardımcıları ve diğer yetkililerle binayı gezerek, müteahhit firma yetkililerinden çalışmalar hakkında bilgi aldı. Kemal Önal, inceleme sonrası yaptığı açıklamada, restorasyonun bakım ve onarımdan farklı olduğuna dikkati çekerek, çalışmaların binanın aslına uygun olarak yapılması için büyük özen gösterildiğini kaydetti. Binanın ikinci katındaki kemeri oluşturan eski taşların temizlendiğini, çürümüş taşlarda gerekli onarımların yapıldığını, dış cephedeki bakır işlerinin bitirildiğini anlatan Önal, çalışmaların 2009 yılının bahar aylarında tamamlanmasını beklediklerini söyledi.

 

Kurban Bayramı'nda da çalışmaların süreceğini vurgulayan Önal, yalnızca arife günü ve bayramın birinci günü tatil yapılacağını belirtti. Bina içindeki restorasyon çalışmalarının Ocak ayında tamamlanmasını hedeflediklerini söyleyen Ankara Valisi Önal, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı'ndan gelen uzmanların da döşeme, perde ve aydınlatma ile ilgili çalışmaları sürdürdüklerini sözlerine ekledi.

Hürriyet, 02.12.2008

VENEDİK BATTI BATIYOR

 

 

İtalya’nın Venedik kentinde sular son 20 yılın en yüksek seviyesine ulaşarak yükseldi, kentte ‘aqua alta’ (suların yükselmesi) alarmı verildi. Sular dün 1.56 metreye yükselirken, yetkililer suyun son 30 yılın en yüksek seviyesine ulaşarak 1.60 metreye çıkabileceği uyarısında bulundu, kent sakinleri ve turistlere kapalı mekanlarda kalmalarını önerdi. Dün öğle saatleri itibarıyla kentin, aralarında ünlü San Marco Meydanı’nın da bulunduğu neredeyse tüm turistik merkezleri yüksekliği 80 santimetreyi bulan suların altında kalmıştı.

 

Durumu duyurmak için hoparlörlerle yayın yapılırken, işçiler hızla yükselen sular yüzünden üst geçitleri yerleştiremedi. Yeni bir sistemle uyarı ve güncelleme bilgileri cep telefonu mesajı olarak da geçildi. Vaziyet, toplu ulaşımda önemli bir araç olan ‘vaporetto’ adlı küçük vapurlarla yapılan hizmette süren ulusal grev ve su taksilerinin bu koşullar altında çalışamaması yüzünden daha da ağırlaştı. Venedik tarihinin en kötü ‘aqua alta’sını 4 Kasım 1966’da yaşamış, şehir 1.94 metre suyun altında kalmıştı. Su seviyeleri daha sonra Şubat 1986’da 1.58 metreye, 1979 yılındaysa 1.66 metreye erişmişti.

Radikal, 02.12.2008

TARİHİ YALILAR KİRACISINI ARIYOR





Mülkiyeti İstanbul İl Özel İdaresi’ne ait olan, Beşiktaş Ortaköy Muallim Naci Caddesi’nde bulunan ve 2006 yılında Yüzme İhtisas Kulübü olarak kullanılırken İstanbul Valiliği’nce boşaltılan tarihi Hatice Sultan Yalısı ile Gaziosmanpaşa İlköğretim Okulu olarak kullanılırken yanan Fehime Sultan Yalısı, yarın 25 yıllığına kiralanmak üzere ihaleye çıkarılıyor.

 

İstanbul Valiliği’nden dün yapılan yazılı açıklamaya göre, üzerinde Hatice Sultan Yalısı bulunan 3 bin 335 metrekare sahalı taşınmaz ile üzerinde Fehime Sultan Yalısı bulunan 4 bin 572 metrekare sahalı taşınmazın yıllık 3 milyon YTL+KDV (aylık 250 bin YTL+KDV) bedelle, plan ve projesine uygun restore edilmek şartıyla 25 yıllığına kiraya verilecek. İhale, Sultanahmet’teki İl Özel İdaresi binasında saat 14.00’de kapalı teklif (artırma) usulüyle yapılacak. İki yalı daha önce Singapur merkezli otel grubu Amanresorts International Pte. Limited 150 milyon dolara satın almak istemişti. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı satışı onaylamamış, kiralanarak restore edilmelerine izin vermişti.

Hürriyet, 02.12.2008


******


İKİ YALIYA THY'DEN 450 BİN YTL

 

Ortaköy’de denize sıfır noktada bulunan Fehime ve Hatice Sultan yalıları, yıllık 5 milyon 450 bin YTL’ye, THY’nin ortak olduğu ikram şirketi THY Do&Co’ya kiralandı. THY Yönetim Kurulu Başkanı Karlıtekin, buraya 15 milyon $’lık yatırım yapacaklarını açıkladı

Ortaköy’de okul olarak hizmet verirken, 6 yıl önce meydana gelen şüpheli bir yangınla kullanılamaz hale gelen Fehime Sultan Yalısı ile Yüzme İhtisas Kulübü’ne ev sahipliği yapan Hatice Sultan Yalısı’nı 25 yıllığına ikram şirketi THY Do&Co kiraladı. İl Özel İdaresi tarafından gerçekleştirilen ihaleyle Türk Hava Yolları’nın (THY) yüzde 50 ortak olduğu ikram şirketi THY Do&Co’nun kiraladığı yalılar için KDV hariç 5 milyon 450 bin YTL ödeme yapılacak. THY Yönetim Kurulu Başkanı Candan Karlıtekin, bu yalıların çok prestijli olduğunu belirterek, “15 milyon dolarlık bir yatırım yaparak 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’a prestijli bir mekan kazandırmayı planlıyoruz” dedi.

Vatan, Haber: Bülent Ergün, 04.12.2008

ILISU BARAJI KURAL TANIMIYOR

Hasankeyf’in ve Dicle Vadisi’nin ölüm fermanı olan Ilısu Barajı’nın inşaatın başlatılması için şart koşulan kurallar Devlet Su İşleri tarafından hiçe sayılıyor. İnşaatın başlaması için gerekli çevre, kültürel miras ve insan hakları konularını içeren 153 şartın henüz hiçbiri yerine getirilmemişken baraj gövdesinin yapılacağı bölgede iş makineleri çalışmaya başladı.

 

Bölgedeki doğal ve kültürel zenginliği hiçe sayarak baraj için çalışmalarına hız veren Devlet Su İşleri (DSİ) kredi veren kuruluşların ihtarını da hiçe sayıyor. Hasankeyf Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk yaptığı açıklamada: “Avrupalı Kredi Kuruluşları, Ilısu Barajı'nın gereken krediyi alabilmesi için belirlenmiş şartları yerine getirmeden baraj inşaatının başlayamayacağını, başladığı takdirde krediyi derhal geri çekeceklerini belirttiler. Buna rağmen bölgeden gelen haberler inşaat çalışmalarının baraj gövdesinin yapılacağı nehir kıyısında başladığını gösteriyor. Bu, Devlet Su İşleri'nin doğal ve kültürel mirasımızla birlikte 10 bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf’i tamamen gözden çıkardığını gösteriyor. Bu koşullar altında Almanya, Avusturya ve İsviçre baraja verdikleri kredi desteğini derhal geri çekmelidir” dedi.

 

Doğa Derneği’nin Ekim ayında, Almanya meclisi önünde yaptığı protestoyu takiben ilgili kurumlarla yaptığı toplantılarda, Almanya, Avusturya ve İsviçre Türkiye’nin 153 şartı yerine getiremediği için kredi desteğini resmen çekme sürecini başlattığını duyurmuştu. Hasankeyf'in geleceğini belirleyecek 60 günlük bu süre Aralık ayının ikinci haftasında doluyor. Doğa Derneği, Türkiye Hükümeti'nden Ilısu Barajından acilen vazgeçmesini, Hasankeyf ve Dicle Vadisini UNESCO Doğal ve Kültürel Miras listesine dahil etmesini talep ediyor.

Yapı, 02.12.2008

700 YILLIK KÖPRÜDE KAÇAK KAZI TALANI

 

 

Uşak’ta, Karun Hazineleri’nin çıkarıldığı İkiztepe Tümülüsü’ne 400 metre uzaklıkta yer alan tarihi Beylerhan Köprüsü, definecilerce talan edildi. İpek Yolu üzerindeki köprünün 6 ayağının da define arayanlar ve tarihi eser kaçakçıları tarafından kazıldığı ileri sürüldü. 10-15 metrekarelik oyuklar yüzünden, köprünün yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtildi.


Köprübaşı Köyü’nden Ahmet Mıdıkhan, onarım için Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü’ne başvurduklarını, bu nedenle fotoğraf ve görüntü çekmek için gittiklerinde köprünün ayaklarının kazıldığını gördüklerini anlattı. Mıdıkhan, “Biraz daha incelediğimizde köprünün büyük ayaklarından birinin alttan yukarı seviyeye bir oda büyüklüğünde içeriden kazıldığını fark ettik. Köprü şu anda yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Atalarımızdan miras kültürel değerlerimizi ve vakıf eserlerini korumak boynumuzun borcu. Yetkilileri, bu konuda duyarlı olmaya davet ediyoruz” dedi. 

Kazılardan haberi olmadığını belirten Kültür ve Turizm İl Müdürü Şerif Arıtürk, “İncelenmesi için acilen arkeologları bölgeye göndereceğim. Son durum hakkında bilgi edineceğiz. Ayrıca, Beylerhan’ın tadilatı için de Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Karayolları Genel Müdürlüğü’ne müracaatlarımızı yaptık. İzin bekliyoruz” diye konuştu.


Uşak-Selendi Karayolu’nun kenarında ve Gediz Nehri üzerinde yer alan Beylerhan Köprüsü’nün Germiyanoğulları tarafından ya da Osmanlı’nın ilk dönemlerinde yapıldığı tahmin ediliyor. En son 1892’de Beylerhan Köyü’nden Mıdıkoğlu Sabit Ağa tarafından onarılan köprü, halk arasında ‘Köprübaşı’, ‘Sarıkız’, ‘Güre’ ve ‘Beynihan’ isimleriyle de anılıyor. Kesme taştan yapılan, 60 metre uzunluğunda ve 3 metre genişliğindeki köprü, üçü büyük, üçü küçük yuvarlak olmak üzere altı gözden meydana geliyor. Büyük gözün su seviyesinden yüksekliği 7.5 metre, en büyük kemer açıklığı 10 metre...

Milliyet Ege, Haber: Yavuz Kuşdemir, 02.12.2008

TÜRKİYE MAĞARA TURİZMİNİ KEŞFETTİ





Türkiye, son yılların yükselen değeri kültür turizminde adından söz ettirecek bir yeniliğe imza attı. Mağara turizminde dünya sekizincisi oldu.

 

Ziyarete uygun hale getirilen 24 mağarayı 215 bini yabancı olmak üzere toplam 776 bin kişi gezdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, ilk etapta 241 mağaranın daha turizme kazandırılması için çalışma başlattı.

 

Mağaraların turizme açılabilmesi için güvenlik başta olmak üzere doğallık ve ulaşım gibi teknik konular mercek altına alınıyor. Bakanlık, öncelikle yerleşim merkezlerine yakın, farklı ve ilgi çekici unsurları bulunan, arkeolojik ve kültürel değer taşıyan mağaraları turizme açmayı hedefliyor. Bu şartları taşıyan mağaralar için Maden Tetkik Arama (MTA) tarafından turizm amaçlı kullanımında sakınca olup olmadığına dair etüt raporu çıkarılıyor.

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü Başkanı Mustafa Samur, mağaracılığın gelir getiren bir turizm çeşidi olduğunu belirterek, doğal yapıları bozulmamak kaydıyla turizme açılmalarına son derece olumlu baktıklarını söylüyor. Kendisinin bir 'mağara gönüllüsü' olduğunu ifade eden Samur, şunları anlatıyor: "Mağara gönüllüsü olma teklifi alanların aklına ilk anda cin, peri, ceset ve kötü ruhlu hayaletler geliyor. Oysa mağaralar, iç dünyayı zenginleştirir. İnsan, 300-400 metre derinde muhasebe yapabilme imkanı bulur. Derine indikçe hayatın ne kadar basit ya da diğer işlerin ne kadar lüzumsuz olduğunu gayet güzel anlar. Kendini sorgulamak için fırsat bulur."

 

Turizme açık mağaralar:

Antalya: Dim, Damlataş, Zeytintaşı ve Karain, Mersin: Dilek, Köşekbükü ve Ashab-ı Kehf, Denizli: Kaklık ve Keloğlan, Zonguldak: Gökgöl ve Kocayusuf, Tokat: Ballıca, Burdur: İnsuyu, Isparta: Zindan, Elazığ: Buzluk, Kırklareli: Dupnisa, Gümüşhane: Karaca, Karabük: Mencilis, Konya: Tınaztepe, Muğla: Yerküpe, Bartın: Gürcüoluk, Trabzon: Düzköy, Sinop: İnatlı, Bursa: Oylat.

Zaman, Haber: Ömer Oruç - Şerif Erdikici, 02.12.2008

KANLI TABYA HARP MÜZESİ OLACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın talimatıyla oluşturulan Kars Tabyaları Bilimsel Danışma Kurulu'nun aldığı kararla Kanlı Tabya, Harp Tarihi Müzesi olacak.

 

Tabyaların düzenlenmesi ve turizme kazandırılması amacıyla Kars Kültür Evi'nde yapılan toplantıya Kars Vali Yardımcısı Doğan Demirdaş başkanlığında, Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanı ve Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Hamza Gündoğdu, İl Kültür ve Turizm Müdür Necmettin Alp, Kafkas Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Selçuk Ural, Kültür ve Turizm Bakanlığı Uzmanı Hasan Mutlu, İl Defterdarı Hanifi Eraslan, Milli Emlak Müdürü Ali Gümüş, Belediye İmar Müdürü Turan Atalay ve Kars Müzesi uzmanı Abidin Yaşlı katıldı.

 

Konuyla ilgili olarak Valilik tarafından yapılan açıklamada, "Ekim ayı toplantısında öncelikle turizme kazandırılması kararı verilen 4 tabyadan; Kars ili, Merkez Bülbül Mahallesi'nde bulunan ve Erzurum Bölge Kurulu'nun 17 Aralık 1993 tarih ve 597 sayılı kararı ile tescil edilip koruma altına alınan Kanlı Tabya'nın, şehir içerisinde bulunması, konumu, kolay ziyaret edilebilir ve daha kısa zamanda turizme kazandırılabilir olması gerekçeleri ile Harp Tarihi Müzesi olarak düzenlenmesi amacıyla kısa ve orta vadeli iki çalışma başlatılmasına karar verildi' denildi.

 

Açıklamada Kanlı Tabya'nın çevre temizliği, tel örgü ile çevrilmesi, ışıklandırma ve iç mekanının temizliğinin yapılabilmesi ve tabyaya personel görevlendirilmesi amacıyla çalışma başlatılmasına karar verildiği bildirildi. Kanlı Tabya'nın müze haline getirilmesi için Kars İl Özel İdaresi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Uzmanı Hasan Mutlu, Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü, Kars Tabyaları Bilimsel Danışma Kurulu üyesi Doç.Dr. Selçuk Ural'ın ortaklaşa çalışma yürüeceği kaydedildi.

 

Kars tabyaları arasında İnönü Tabyası, Karadağ Tabyası, Hafız Paşa Tabyası, Arap Tabyası, Gaziler Tabyası, Kerim Paşa Tabyası, Kanlı Tabya, Cenup Tabyası, Çukur Tabya, Fevzi Paşa Tabyası, Hüseyin Paşa Tabyası, Kerim Paşa Tabyası, Yusuf Paşa Tabya, Thomson Tabyası, Dik Tabya, Veli Paşa Tabyası, Şimendifer Tabyası, Çakmak Tabyası, Çifte Gögüs Tabyası, Muhlis Paşa Tabyası, Churcil Tabyası, Süvari Tabyası ve bugün üzerinde Veteriner Fakültesi'nin bulunduğu Çim Tabya bulunuyor.

Yeni Şafak, 01.12.2008

DEFİNE ARARKEN SUÇÜSTÜ YAKALANDI

 

Olay, Bursa'da Osmangazi İlçesi İsmetiye Mahallesi'nde meydana geldi. C.K isimli şahsın evinin bahçesinde kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma ekipleri harekete geçti. Bahçeye yapılan baskında F.A, Ş.Ç ve M.Ç isimli zanlılar kazma ve kürekler ile kazı yaparken suçüstü yakalandı. Mahkemeye sevk edilen 3 zanlı serbest bırakıldı.

Bursa Hakimiyet, 01.12.2008

ALAŞEHİR'DEKİ TARİHİ YAPILAR ORİJİNAL GÖRÜNÜMÜNE KAVUŞACAK

 

Manisa Alaşehir’deki tarihi halk kütüphanesi binası restore edilecek. 

 

İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun üyesi, Alaşehir Belediyesi İmar İşleri Müdürü Muammer İbişoğlu, binanın, orijinal görünümüne kavuşturulacağını ve halka açılacağını bildirdi. İbişoğlu, kurulun, Kurşunlu Han ve halk kütüphanesinin zemin etüdlerini uygun bulduğunu, onay verdiğini söyledi.

 

Mülkiyeti, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndeki üç katlı han, 1571’de, Veziri Azam Cedit Ali Paşa tarafından inşa ettirildi. 1500’lü yıllardan kalma halk kütüphanesi binası ise işgal döneminde Yunanlılar tarafından yakılmış, 1954’te elden geçirilmişti.

Milliyet Ege, 01.12.2008

THEBE ANTİK KENTİ MADENCİLERİN KISKACI ALTINDA

 

Ünlü İlyada Destanı’nda adı geçen ve İdea (Kaz) Dağı’nın doğusunda Kumluca denilen bölgede yer alan Thebe antik kenti, uluslararası maden şirketlerinin tehdidi ile karşı karşıya.

Thebe antik kentinin tarihsel önemine, kentteki kalıntıların durumuna ve bölgede maden arandığında oluşacak tahribata dikkat çekmek üzere çevre örgütleri, sanat tarihçileri, sanatçılar ve bilim insanları harekete geçtiler.

 

Ressam, antik kent araştırmacısı ve Akademi Görsel Sanatlar Grubu Üyesi Erkmen Senan, tarihi değeri olan bu güzel antik kentin maden şirketlerinin hırsları yüzünden ortadan kalkmasını istemediklerini dile getirdi.

 

Thebe antik kentinin yerinin, araştırmalara göre Havran’a bağlı Tepeoba Köyünün Kumluca mevkiinde olduğunu söyleyen Senan, Kumluca Mezarlığı’nda çok ilginç kalıntılar olduğunu ifade etti.

 

Erkmen Senan, “Muhteşem, kazılmayı bekleyen kalıntılarıyla efsanevi Thebe kenti şimdi Kumluca’da uluslararası maden şirketlerinin kıskacında. Bilimsel araştırma için bekleyen kent, şimdi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Ancak Edremit Körfezi ve çevresindeki tarih, çevre ve doğa gönüllüleri, Thebe/Thebai kalıntılarının yok olmasına izin vermemeye kararlı” dedi.

 

Thebe kalıntılarının ciddi bir araştırma ve kazıyı beklediğini söyleyen Senan, “10 Ağustos 2008’de bölgeyi ziyaret ettiğimizde Thebe antik kenti büyük bir umursamazlık ve arkeoloji tanımazlıkla karşı karşıyaydı. Kazılmayı bekleyen muhteşem kalıntılarıyla efsanevi kent, şimdi de Kumluca’da uluslararası maden şirketlerinin kıskacında. Madencilerin açtıkları sondaj ile çöplüğe dönmüş durumda. Kazı alanı talan edilmeye çalışılıyor” dedi.

 

Maden şirketlerinin raporlarında arkeolojik alana hiç değinilmediğini söyleyen Senan, antik kentin lokalizasyonu ve tescili için çalışma yürüteceklerini ve tarih, çevre ile doğa gönüllüleri olarak, Thebe antik kentinin yok edilmesine izin vermeyeceklerini ifade etti.

Evrensel, Haber: Sevim Kahraman, 01.12.2008

LAODİKYA ANTİK KENTİ'NDE BİN 600 YILLIK İNCİL

 

Denizli’nin antik kentlerinden Laodikya’da, 6 yıldır sürdürülen kazı çalışmaları sonunda, Hıristiyanların kutsal kitabı İncil’de adı geçen 7 kutsal kentten biri olan Laodikya’nın önemli bölümü ayağa kaldırıldı. 

 

Pek çok tarihi eser, gün yüzüne çıkarıldı. Duvarlarda, 5’inci yüzyıla ait olduğu tespit edilen orijinal İncil’den alıntı pasajlar yazılı renkli freskler bulundu, korumaya alındı.

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, fresklerin, detaylı incelemenin ardından uluslararası bir bilim dergisinde yayınlanacağını, yine uluslararası panelde sunumunun yapılacağını söyledi. Şimşek, pasajların, günümüzdeki İncil’le 5’inci yüzyıldaki İncil’in karşılaştırılması açısından büyük önem taşıdığını vurguladı. Şimşek, “Dünyanın gözü burada. Uyuyan dev uyandı” dedi.

Milliyet Ege, 01.12.2008

RUMKALE RESTORE EDİLİYOR

 

 

Gaziantep'te Yavuzeli İlçesi Kasaba Köyü sınırlarında bulunan ve Fırat Havzası Baraj gölü içinde kalan tarihi Rumkale'yi çevreleyen dışkale surlarının restorasyonu sürüyor. İl Özel İdaresi'nce ihale edilen tarihi Rumkale, referans sahibi taş oyma ustalarının ellerinde şekilleniyor.

 

Yetkililer, tarihi Rumkale'yi sıradan ustaların ellerine emanet etmek istemediklerini, daha önce tarihi yerlerin restorasyonunda referans sahibi konusunda uzman olan ustaları getirdiklerini söylediler. Rumkale'nin ve dış surlarının, aslına uygun olarak restore edileceğini bildiren yetkililer, “'İl Özel İdaresince açılan ihalede ihaleyi kazanan müteahhit firma çalışmalarını sürdürüyor. Burası hem tarihi hem de turizm açısından çok önemli bir bölge. Bir yıl içinde restorasyon işleri tamamlanarak, turizm sezonuna yetiştirecektir" dedi.

 

Tarihi Rumkale'nin asırlık taşlarını yontarak şekil veren ve dantel gibi işleyen taş ustalarından Mehmet Fatih Durak, tarihi mekanların restorasyonunda çalışarak yok olmaya yüz tutmuş eserlerin gelecek nesillere aktarılmasına katkı sağladığını söyledi. Taş ustalığının zor, sabır gerektiren ve fazla gelir getirmeyen bir iş olduğu için gençler tarafından benimsenmediğini ifade eden Durak, ''Daha önce de çok sayıda tarihi binanın ve caminin restorasyon işlerinde çalıştım. Maalesef, artık ülkemizde mimariye yeterince önem verilmiyor. Bu da taş ustalığına ilgiyi azaltıyor'' diye konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 01.12.2008

TARİHİ KONAK ALEVLERE YENİLDİ

 

Aksaray’da restore edilerek turizme kazandırması düşünülen tarihi konak madde bağımlıları tarafından yakıldı.

 

Edinilen bilgiye göre, Dere Mahallesi Şehit Yaşar Geçgil Sokak’ta bulunan eski Aksaray Konağında dün gece yangın çıktı. İtfaiye ekipleri 2 katlı tarihi konaktaki yangına yıkılma tehlikesi bulunduğu için güçlükle müdahale ederken yangın yapılan çalışmalar sonunda kontrol altına alındı.

İtfaiye erleri bina içinde yaptıkları kontrollerde yangının binaya giren madde bağımlıları tarafından çıkartıldığını tespit etti. Aksaray Belediyesi tarafından restore edilerek turizme kazandırılması hedeflenen tarihi konakta çıkan yangın büyük çapta hasara yol açtı.

 

İtfaiye ekipleri sabah saatlerinde binadan dumanlar yükselmeye devam ettiği için soğutma çalışmasına devam etti.

Aksaray Kent Haber, 01.12.2008

YENİKAPI'NIN HAZİNELERİ

 

Yenikapı'da Marmaray projesi sırasında ortaya çıkarılan batıklar, "Yenikapı'nın Eski Gemileri" adlı kapsamlı bir kitaba konu oldu. 

 

Marmaray Tüp Geçiş Projesi sırasında ortaya çıkan arkeolojik buluntular, Yenikapı'da kapsamlı kazıların başlamasına neden oldu. 2004 yılında başlayan ve Türkiye'de bir kent merkezinde yapılan en büyük arkeolojik kazı olma özelliğine sahip olan Yenikapı Kazıları, İstanbul'un tarihini aydınlatması açısından önemli buluntuları ortaya koydu. Theodosius Limanı olarak anılan bölümde yürütülen çalışmalarda ise şu ana kadar 33 değişik ölçü ve tiplerde batığa ulaşıldı. Şimdi bu batıklar, "Yenikapı'nın Eski Gemileri" adlı kapsamlı bir kitaba konu oldu.

 

İstanbul Üniversitesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarımı Bölümü'nden Yrd.Doç.Dr. Ufuk Kocabaş'ın editörlüğünde hazırlanan, Maslak Rotary Kulübü'nün sponsorluğunda yayımlanan "Yenikapı'nın Eski Gemileri", konuyu titizlikle ele alıyor. Ufuk Kocabaş, Yenikapı'daki liman içinde bulunan batıkların çeşit ve sayıları bakımından dünyanın en önemli batık buluntuları arasında yer aldığını söylüyor:

 

"Yenikapı'da hem askeri hem de ticari amaçlı batıklar bulundu. Bunlardan dördü Akdeniz'de şimdiye kadar bulunan en eski, kürekli savaş gemisi örneklerinden. Biz üniversite olarak 2005'ten beri Yenikapı kazılarında bulunan bu batık gemiler üzerinde bilimsel bir proje yürütüyoruz. Başkanlığım altında çalışmalarını sürdüren ekibim, toplam 26 batığın korunmasından sorumlu ve bugüne kadar batıklardan 15'ini gün ışığına çıkarıp değerlendirmeye aldık. Elde ettiğimiz veriler, Antik Çağ gemi yapım teknolojisi hakkında bilinenleri kökten değiştirecek; özellikle İstanbul'un kültür ve denizcilik tarihine önemli katkılar sağlayacak nitelikte."

 

Türkçe ve İngilizce olarak yayımlanan kitap; kazıların başlaması, Marmaray metro projelerinin tarihçesi ve Theodosius Limanı'nın keşfiyle açılıyor. Ardından da sırayla limandaki hayat, gemilerin batışı, batıklar üzerindeki belgelemeler ve onların tanıtımı, konservasyon çalışmaları fotoğraflar, detaylı çizimlerle desteklenerek anlatılıyor. Zaten kitap için 60 bine yakın fotoğraf arasından en çarpıcı olanlar seçilmiş. Kocabaş bu kitabı ‘uzun soluklu bir projenin ilk meyvesi' olarak tanımlıyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: 

"İlk sonuçlar bile çok çarpıcı. Bir imparatorluk başkentinin 400 yıllık zaman dilimi içinde kullandığı yük gemileri, balıkçı sandalları ve savaş gemilerinin tipleri, ayrıca yapım tekniklerine ilişkin önemli bir kaynağın ilk kitabı oldu bu eser. Bizans'a neden ‘deniz imparatorluğu' denildiğini bu batıklar en iyi şekilde açıklıyor. Yenikapı'nın, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde dünyanın en önemli limanlarından biri olduğu görüşü netlik kazandı."

 

Kocabaş ayrıca bu kitabın devamının geleceğini de söylüyor: 

"Kazı alanında incelenmeyi bekleyen 10 batık gemi daha var. 10-15 senelik, çok yoğun bir bilimsel araştırma ve inceleme çalışması bizleri bekliyor. Bu arada konservasyonları bittikçe, batıkların, oluşturulan bir müzede sergilenmesi de bizim sorumluluğumuz altında. Tüm bu işlemler sürerken yayınlar da birbirini takip ederek devam edecek." 

 

Yenikapı kazıları, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinin de kapsamında yer alıyor. İstanbul 2010 çerçevesinde Theodosius Limanı'nın bir masterplanı çıkarılacak, buradan elde edilen buluntuların sergileneceği bir Kent Arkeolojisi Müzesi ve müzeyle bütünsellik oluşturacak bir Arkeolojik Park kurulacak.

Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 01.12.2008

PROJE PEŞİNDE KOŞANLAR

 

AB Bakanlar Konseyi'nin kararıyla İstanbul, 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanıyor.

2010'da yapılacak etkinlikleri planlamak ve yönetmek... Kamu ve sivil kurum ve kuruluşların bu amaçla yapacakları çalışmalarda koordinasyon görevini sağlamak üzere geçen ocak ayında kanunla 'İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı' kuruldu. Ajansın koordinasyon kurulu başkanlığını Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı yürütüyor. Bu kurulda ayrıca bakanlar Kemal Unakıtan, Nazım Ekren, Beşir Atalay ve Ertuğrul Günay yer alıyor. 2010 AKB Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu, Danışma Kurulu Başkanı da Hüsamettin Kavi... Eyüp Özgüç de ajansın Genel Sekreterliği'ni yürütüyor.

Projenin parasal kaynağını esas olarak Büyükşehir, özel idare ve Tanıtma Fonu karşılıyor.

Hatta İstanbullular olarak kullandığımız benzinin bir litresinden 1.5 kuruş olsa da katkı sağlanıyor.

'Kültürrazi'deki (26.10.2008) konudan yola çıkarak geçen perşembe günü 'Maalesef yine Tekel' başlıklı bir yazı yazdık. Başbakanlık (Eyüp Özgüç), diğeri de Tekel (Kemal Koç) kökenli iki müfettişin adlarının geçmesi üzerine bazı hassas konulara 'çomak sokmuşuz" galiba.

Bu Ajans'ın kadrosu yeni oluşuyor, insanlar yeni tanışıyor; dolayısıyla söylentiler çok... İhale alan-almayan çeşitli iddialar ortaya atılıyor. AKM'nin onarımından tutun da çeşitli etkinliklere kadar birçok faaliyet içinde bulunuyor Ajans... Bu yılki bütçesi de 805 milyon YTL... Sponsorların da, Ajans'a bazı katkılarda bulundukları biliniyor.

İstanbul'un kazanımları için çok hassas olunması; hiçbir şeyin üstüne leke düşmemesi gerekiyor; 2010'a hazırlanırken... Bunu Bakan Yazıcı ve Çolakoğlu da biliyor.

Hürriyet, Yazı: Yalçın Bayer, 30.11.2008


******


MÜZELER 2010 AJANSINA EMANET

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, aralarında Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Arkeoloji Müzesi’nin de yer aldığı İstanbul’un önde gelen müzelerinin güvenlik ve temizliğini iki yıllığına İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’na devretti.

2010 organizasyonlarını yürütmekle görevli ajans, Topkapı Sarayı dahil yedi müze, Rumeli Hisarı ve Millet Yazma Eserler Kütüphanesi’nin güvenliğini ve temizliğini özel şirketler kanalıyla gerçekleştirecek.

Açılan ihaleyi kazanan şirketlerden temizlik için 192 kişi, güvenlik için 352 kişi istihdam etmeleri istendi. İhaleyi kazanan firmalar, ilk aşamada 2009 yılının Aralık ayına kadar bu görevi yürütecek. Eğer hizmetlerinden memnun kalınırsa hizmet sözleşmeleri 2010’un sonuna kadar uzatılacak. Firmalara ilk bir yıllık hizmetleri karşılığında yapılacak toplam ödeme ise 11.3 milyon YTL.

2010 İstanbul AKB Ajansı ayrıca Topkapı Sarayı’nın mutfaklarının restore edilip ziyarete açılması için de harekete geçti. Bu amaçla geçen hafta ihale düzenlendi. İhalenin sonucu henüz açıklanmadı.

2010 AKB Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu, ihaleye katılan firmaların güvenlik soruşturmasının Emniyet ve Bakanlık tarafından yapıldığını belirterek, "Ancak belirli teminatı alabilen firmalar ihaleye girip kazandı" dedi.

Hürriyet, 01.12.2008

VATANDAŞIN ELİNDEKİ TARİHİ ESERLER KÜTÜPHANELERDE DEĞER KAZANIYOR

 

Kültür mirasımızın önemli unsurlarından el yazması eserler, vatandaşlardan satın alma ve bağış yöntemiyle toplanarak kütüphanelerde sergileniyor. Kütüphaneler, son 4 yılda yaklaşık bin elyazması eseri satın alıp bünyesine katarken, 10 bin civarında eser de vatandaşlar tarafından bağışlandı.

 

İçeriğinde; tarih, din, dil, felsefe, coğrafya, astroloji, fen bilimleri gibi çeşitli konuları barındıran, yazıldığı dönem ve yere ait temel bilgileri içeren bu belgeler, geleceğe ışık tutuyor.

 

El yazması eserler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı kütüphaneler ve müzeler başta olmak üzere, üniversiteler ve çeşitli kurumlarda sergileniyor. Eserlerin çoğu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kaleme alınmış. Türkiye'de el yazması eserlerini Ankara'da Milli Kütüphane Başkanlığı, İstanbul'da Süleymaniye Kütüphanesi Müdürlüğü ve Konya'da da Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürlüğü satın alıyor. Kütüphane müdürlüklerine ulaştırılan eserler önce uzmanlarca incelenerek, fiyat belirleniyor. Eser sahibi isterse kitabı belirtilen fiyata kütüphanelere satıyor. Satın alınan ya da hibe edilen yüzlerce eserin içinde tarihe ışık tutmuş önemli isimlerin kitapları da yer alıyor. Örneğin geçtiğimiz yıl önemli bir yazarın 'savaş hatıraları' isimli eseri bin 500 YTL'ye, Ahmet Yesevi Divanı'nı ele alan başka bir eser ise bin YTL'ye kütüphaneye kazandırıldı. Ayrıca, bağışlanan eserler bağışçının adıyla muhafaza ediliyor. Bugüne kadar binlerce el yazması eser bağış yöntemiyle kütüphanelere kazandırıldı. Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin, kütüphanelerinin kurulduğu günden bu yana el yazması eser satın aldığını belirtiyor. Vatandaşların her geçen yıl kütüphaneye daha fazla eser getirdiğini söyleyen Şahin, vatandaşların elinde bulunan eserlerin çoğunun tavan aralarında tozlar içinde durduğunu vurguluyor. Şahin, vatandaşların değersiz olarak gördüğü eserleri ya çöpe attığını ya da tavan arasına kaldırdığını söyledi.

 

Bekir Şahin, son 4 yılda yaklaşık 520 el yazması eseri satın alma yöntemiyle kütüphane bünyesine kattıklarını aktardı. Ankara Milli Kütüphane Başkanı Tuncer Acar, son 4 yıl içinde nadide eserlerin bulunduğu yaklaşık 500 el yazması eser satın alındığı bilgisini verdi.

Zaman, Haber: Sinan Gül, 30.11.2008

KANUNİ DEVRİNİN ESERİ KURTARILMAYI BEKLİYOR

 

 

Bilecik'in Bozüyük İlçesi'ndeki en önemli tarihi yapılardan biri olan Kanuni dönemi eseri kümbet, bakımsızlıktan yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyor.

 

Kasım Paşa Camii'nin kuzeydoğusunda yer alan tarihi yapıda, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile parsel sahipleri arasında 32 yıldır devam eden dava nedeniyle restorasyon başlatılamıyor. 1528 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kasım Paşa tarafından yaptırıldığı belirtilen tarihi yapıdan geriye sadece kubbeler ayakta kalabilmiş. Geçmişte, kervansaray mutfağı, hamam ya da kadı konağı (adliye) olarak kullanıldığı sanılan yapı, etrafını saran dükkanlar nedeniyle kaybolmuş durumda. Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, "Kümbet, tarihi olarak en değerli mekanlarımızdan birisi. Bu güzel mekanı en iyi şekilde restore etmek istiyoruz. Fakat dava elimizi bağlıyor. Davanın kısa sürede sonuçlanacağını umut ediyoruz." dedi.

Zaman, Haber: Nejdet Taç, 30.11.2008

İL ÖZEL İDARESİ KÜLTÜR BAŞKENTİ'NİN ESERLERİNİ ADETA YENİDEN İNŞA EDİYOR

 

İstanbul İl Özel İdaresi 5 yılda 47 tarihi eserin restorasyonunu tamamladı. Restorasyonu bitirilenler arasında Topkapı Sarayı'ndan Yıldız Sarayı'na, Ayasofya Müzesi'nden arkeoloji müzelerine kadar birçok önemli eser yer alıyor.

 

Proje çizimleri biten birçok önemli eserin restorasyonu ise devam ediyor. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, restorasyonu tamamlanan tarihi eserlerin tekrar ziyaret edilmesi gerektiğini belirterek, "Tarihi yapıların yeni yüzleri halktan tam not alacaktır. Ancak yapılanlarla övünüp duramayız. Restorasyon çalışmalarına 2010 hedefi dolayısıyla hızla devam edeceğiz." dedi. İl Özel İdaresi; birçok tarihi yapının bakım ve onarımıyla, İstanbul'un çehresini adeta yeniledi. Bugüne kadar 50'ye yakın tarihi eserin restorasyonu tamamlanırken, 16 eserin projesi çizildi, 20'ye yakın eserin bakım ve onarımı da devam ediyor. 8 proje ise onay almak üzere genel kurula gönderildi. Restorasyonu tamamlanan tarihi yapılar arasında Topkapı Sarayı, Yıldız Parkı, arkeoloji müzeleri, Fatih Sultan Mehmet Türbesi, Mimar Sinan Türbesi gibi önemli eserler bulunuyor.

 

Özel İdare'nin; restorasyon, onarım, güçlendirme, modernizasyon, çevre düzenlemesi ve teşhir-tanzim işlerine 2003 yılında başladığını ifade eden Genel Sekreter Kaya, 5 yılda İstanbul'un gençleşmesi için 150 milyon YTL kaynak aktardıklarını anlattı. Bu yıl tarihi eserler için 37 milyon kaynak ayrıldı. Bakım ve onarımı yapılan tarihi yapılar arasında Topkapı Sarayı'nın depoları, Ağalar Camii, Bağdat Köşkü, Alay Köşkü, Revan Köşkü, arkeoloji müzeleri, Yıldız Sarayı'ndaki Harem yapıları, Ayasofya'da bulunan 3. Mehmet, 3. Murat ve Şehzadeler Türbesi, Bab-ı Ali çeşmeleri, Atatürk Kültür Merkezi, Nişantaşı Vali Konağı, 2. Beyazıt Hamamı, Büyükada Halk Kütüphanesi, Çeliktepe Halk Kütüphanesi gibi çeşitli yapılar yer alıyor. Topkapı Sarayı'ndaki silahlar bölümü ve mutfaklar ile arkeoloji müzelerinde bulunan kimyahane ve laboratuarların da proje çizimleri tamamlandı. 1. Abdülhamit Türbesi, Kağıthane Zabıt Mektepleri, Nuruosmaniye Türbesi ile Eyüp Sultan'daki 5. Mehmet Reşat Türbesi'nin restorasyonu ise devam ediyor.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 30.10.2008

TARİHİ SURLAR İŞGALCİ YAPILARDAN KURTARILIYOR

Tarihi yarımadayı çevreleyen surlar, Sur-i Sultani projesi kapsamında çirkin yapılardan temizleniyor. Surların üzerine veya bitişiğine yapılmış 13 yapı, dün sabah saatlerinde yıkıldı. Tarihi dokuya zarar veren yapıları temizlediklerini kaydeden Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, bu çalışmalar için şimdiye kadar 2 milyon YTL'lik kaynak aktardıklarını söyledi.

 

2010 Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul'da, tarihi yarımadayla ilgili yapılan çalışmalar devam ediyor. Tarihi yarımadayı ve tarihi surları çirkin yapılardan arındırmayı amaçlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Eminönü Belediyesi, dün Cankurtaran İshakpaşa Yokuşu'ndaki 13 yapının yıkımını gerçekleştirdi. Sur-i Sultani projesi kapsamında daha önce de Gülhane Parkı içerisinde yıkımlar yapan belediye ekipleri, dün de surlara bitişik inşa edilen ve tarihi dokuya zarar veren İshakpaşa Yokuşu'ndaki binaları yıktı.

 

Yıkım çalışmalarını yerinde izleyen Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, tarihi yarımadayla ilgili birçok çalışma yaptıklarını belirtti. Başta Eminönü Meydanı olmak üzere tarihi mekanları seyyar satıcıların işgalinden kurtardıklarını anlatan Başkan Nevzat Er, turist otobüslerinin Topkapı Sarayı'na girişlerini de engellediklerini hatırlattı. Turist otobüslerinin daha önce sarayın Bab-ı Humayun kapısından dış avluya girerek burada manevralar yaptıklarını anlatan Başkan Er, "Öncelikle otobüslerin içeri girişini önledik. Şimdi de tarihi surları çirkin yapılardan kurtarmak için çalışıyoruz. Bu proje kapsamında ilk yıkımı Gülhane Parkı içinde yaptık. Şimdi de buradaki 13 binayı yıkacağız. Bir otele ise mahkeme sürdüğü için şimdilik dokunmayacağız." diye konuştu.

Yıkılan binaların sahiplerine istimlak bedellerinin ödendiğini ve mülk sahiplerine şimdiye kadar yaklaşık 2 milyon YTL'lik kaynak aktarıldığını kaydeden Er, "Çalışmalar için 2 milyon YTL'lik daha kaynak aktarılması bekleniyor. Sirkeci'de de bu şekilde surlara bitişik yapılan birtakım binalar var. Onları da en kısa sürede temizleyeceğiz." dedi.

 

Sahipleri tarafından boşaltılan 13 yapının yıkımı sırasında, proje kapsamında bulunan ancak yıkım işlemini mahkeme süreciyle durduran İshakpaşa Konağı adlı otelin klima sistemlerini tarihi surlara monte ettiği belirlendi.

Zaman, Haber: Sait Edige, 01.12.2008

VALİ ÇİÇEK, TARİHİ CAMİDEKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARINI DENETLEDİ

 

Yozgat'ta duvarlarını ilk çağdaş Türk resimlerinin süslediği tarihi Çapanoğlu Büyük Camisi'nde yapılan restore çalışmalarını denetleyen Vali Amir Çiçek, çalışmalar nedeniyle caminin ibadete kapatıldığını vurgulayarak, "Yapılan çalışmalar sonucunda tarihi cami gelecek nesillere daha güzel görünümü ile aktarılacaktır." dedi.

 

Vali Çiçek, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılan tarihi Çapanoğlu Büyük Camisi'ndeki çalışmaları inceleyerek müteahhitten çalışmalar hakkında bilgi aldı. Vali Çiçek, burada yaptığı açıklamada, Çapanoğlu Büyük Camisi'nin hem Yozgat açısından hem de tarihi açıdan büyük öneminin bulunduğunu söyledi. Çiçek, 15 gün önce başlanılan çalışmalarla caminin içerisinde bulunan ilk Çağdaş Türk resimlerinin yenileneceğini, bu yenileme çalışmalarına üniversiteden hocaların da nezaret edeceğini bildirdi. Yozgat Valisi Çiçek, camideki çalışmaların 14 ay süreceğini, müteahhit firmanın süresinden önce çalışmaları tamamlamaya çalışacaklarını anlattı. Amir Çiçek, "Kış şartları, çalışmaları aksatmayacak. Yağışlar başlamadan dış cephede yapılacak çalışmalar yapılıyor, yağışlı günlerde ise içeride çalışmalar gerçekleştirilecektir." ifadelerini kullandı.

Zaman, 29.11.2008

KAÇAK KAZI YAPAN 22 KİŞİ TUTUKLANDI

 

Bartın'da, kaçak kazı yaptıkları iddiasıyla 22 kişi gözaltına alındı. İhbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Arıt beldesindeki Türbe yanı mevkisi ile Topluca Köyünde izinsiz kazı yaptığı iddia edilen 22 kişiyi suçüstü yakaladı. Yapılan incelemelerde, Topluca Köyü'ndeki kazıda zanlıların, 5 metre derinliğinde çukur kazdıkları ve jeneratörle aydınlatma yaptıkları belirlendi. Söz konusu kişilerin kazıda kullandıkları jeneratör, 2 hilti, çeşitli uzunlukta kablolar ve kazı aletleri ile gıda ve giyim malzemelerinin yanı sıra 2 otomobile el konuldu. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Zaman, 29.11.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇISI
2 KİŞİ YAKALANDI

 

Aydın'ın İncirliova İlçesi'nde tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla 2 kişi tutuklandı.

 

Jandarma ekipleri ihbar üzerine, İstiklal Mahallesi'nde tarihi eser kaçakçılığı yaptığı tespit edilen D.D. ve A.E'nin evinde 23 adet, bir otomobilde 12 adet Osmanlı dönemine ait altın sikke ele geçirdi.

Gözaltına alınan 2 kişi, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Zaman, 29.11.2008

DOĞANÇAY MÜZESİ YENİLENDİ

 

Türkiye’nin ilk kişisel Modern Sanat Müzesi olan Doğançay Müzesi, geçtiğimiz aylarda yapılan bir restorasyonla yeniden düzenlenerek ziyaretçilerine kapılarını açtı. 

 

Topluma modern bir müze kazandırmak amacıyla 2004 yılında, Burhan Doğançay tarafından kurulan Doğançay Müzesi, geçtiğimiz aylarda yapılan bir restorasyonla yeniden düzenlendi. İç mekanı modern müze standartlarına uygun şekilde dizayn edilen müzede sanatçının babası ressam Adil Doğançay’a ayrılmış salonda ve  Burhan Doğançay’a ait eserlerde yeni düzenlemeler ve değişiklikler yapılarak ziyaretçilere kapılarını açtı. 

 

Doğançay Müzesi,  müzelerin görevleri eğitim, kültür ve sanat olması gerektiği düşüncesinden hareketle çeşitli projeler geliştiriyor; halkın özellikle de çocukların eğitim ve kültür ortamı içerisinde sanatla buluşmalarını sağlıyor. Açıldığı günden bu yana haftada en az iki-üç okulu konuk eden müze, sanat sevgisi ve bilincini ilköğretim çağlarında verilmesi gerekliliğinin sorumluluğuyla müze binasında 'kültür ve sanat müzede öğrenilir' ilkesi doğrultusunda çocuklar için atölye çalışmaları yapmakta ve geleneksel hale getirmeyi başardığı ‘Doğançay Müzesi İlköğretim Okulları Resim Yarışması'nın beşincisine hazırlanıyor.

 

Burhan Doğançay, çocukların sanata yakın ve kültürlü birer birey olmaları için bu projeleri büyük bir adım olarak değerlendiriyor ve sanatsal bilincimizin oluşmasında müzelerin önemli görevlerinin olduğuna dikkat çekiyor.

Yapı, 29.11.2008

KİLİSEYE Mİ YOKSA MÜZEYE Mİ AİT?





Geçtiğimiz günlerde İngiltere ve Galler’deki Katoliklerin dini lideri ve Westminister Roma Katolik Kilisesi Başpiskoposu Kardinal Cormac Murphy-O’Connor, Londra’daki National Gallery’de sergilenen Piero della Francesca’nın İsa Peygamber’in Vaftizi / The Baptism of Christ isimli tablosunun müzeye değil Katolik Kilisesi’ne ait olduğunu ve kiliseye verilmesi gerektiğini söyledi.

 

Kuşkusuz din ve inançlar birçok sanatçıya ilham kaynağı oldu. Özellikle Ortaçağ Hıristiyan sanatında din, neredeyse sanatçıların ele aldığı tek konuydu. Geçtiğimiz günlerde İngiltere ve Galler’deki Katoliklerin dini lideri ve Westminister Roma Katolik Kilisesi Başpiskoposu Kardinal Cormac Murphy-O’Connor’dan Londra’daki National Gallery’de sergilenen Piero della Francesca’nın İsa Peygamber’in Vaftizi / The Baptism of Christ isimli tablosuyla ilgili ilginç bir açıklama geldi. Times gazetesine konuşan Kardinal Cormac, The Baptizm of Christ’in müzeye değil Katolik Kilisesi’ne ait olduğunu ve kiliseye verilmesi gerektiğini söyledi. Baptizm’in (vaftiz) sanat olmadığını dua ve Tanrı inancıyla ilgili olduğunu söyleyen kardinal, söz konusu tablonun kilise yaşamının bir parçası olduğunu ifade etti. Kardinal, “Tablo, Katolik kilisesinde bulunmalı çünkü oraya aittir” dedi. Şüphesiz ki Piero’nun The Baptizm of Christ’i gibi resimler Geç Ortaçağ’ın dini yaşamından da güçlü etkiler taşıyor. Ancak piskopos Ortaçağ’da yaratılmış neredeyse tüm sanat ürünlerinin dini etkiler taşıdığını unutmuşa benziyor.


The Guardian gazetesinden Jonathan Jones kardinalin açıklamasından sonra konu hakkında bir yazı kaleme aldı. Jones, 15. yüzyılın önemli İtalyan ressamlarından Pietro della Francesca’yı bir Bizans ya da Rus ikona ressamıyla bir tutmanın mümkün olmadığını ifade etti ve kardinalin tavrını eleştirdi. Pietro della Francesca’nın İtalya’da Rönesans döneminin en yaratıcı sanatçılarından biri olduğunu belirten Jones “Onun stili ilginç bir biçimde orijinal ve bilimseldi” dedi. Piero’nun aynı zamanda önemli bir matematikçi olduğuna ve geometri üzerine bilimsel kitapları bulunduğuna işaret eden Jones, onun matematik bilgisinin The Baptizm of Christ’deki gizli formların kullanımında ortaya çıktığına temas etti. Kardinalin mantığıyla düşünüldüğü taktirde Ortaçağ’da yaratılan tüm eserlerin müzelerden alınarak kiliselere verilmesi gerekeceğini söyleyen Jones, The Baptizm of Christ’in yerinin National Gallery olduğunu söyledi.


The Baptizm of Christ’te İsa Peygamber’in Vaftizci Yahya tarafından nehirde vaftiz edilişi tasvir ediliyor.

Taraf, 29.11.2008

KARADENİZ'DE TAHTA KAYIK BULUNDU

 

Karadeniz'de, tarih öncesi döneme ait olduğu tahmin edilen iyi korunmuş tahta kayık bulundu.

Bulgaristan'ın kıyı kasabası Sozopol'ün arkeoloji müzesi müdürü Dimitar Nedkov, kayığın, balıkçılar tarafından kıyıdan 15 mil açıkta denizin dibinde bulunduğunu söyledi.

Kayığın, 2.6 metre boyunda ve 70 santimetre genişliğinde olduğunu ve büyük olasılıkla meşe ağacından yapılmış olduğunu ifade eden Nedkov, Karadeniz'de bulunan kayığın bir benzerinin başka hiçbir yerde bulunamayacağını, 300 yaşın üzerinde bir tahta gemi bulmanın mümkün olmadığını vurguladı.

Nedkov, Karadeniz'de belli bir derinliğin altında tüm organik materyalleri koruyan hidrojen sülfür çözeltisi bulunduğuna dikkati çekti.

Cnn Türk, 29.11.2008

Didyma
...1896




23 - 29 Kasım 2008

ÇEVRECİLER 'BETON'U YENDİ





Osmaniye’de bulunan 2500 yıllık Kastabala Antik Kenti üzerine Universal Çimento Sanayi A.Ş. tarafından yapılması öngörülen çimento fabrikasının inşasına karşı sivil toplum kuruluşları ve aydınların öncülük ettiği girişimler sonuç verdi.


Aralarında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) Osmaniye şubelerinin de bulunduğu çok sayıda sivil toplum kuruluşu tarafından oluşturulan “Çimento Fabrikasına Karşı Osmaniye Kastabala Platformu” tarafından fabrikanın yapılmaması için başlatılan imza kampanyasına, Yaşar Kemal, Tarık Akan, Rutkay Aziz ve Menderes Samancılar da destek vermişti.


Davalar üzerine geri adım atan şirketin yönetim kurulu başkanı Mete Bulgun, fabrikayı daha önce başvuru yaptıkları bölgenin 14 kilometre uzağına kurmak için girişimde bulunduklarını ve izin başvurularını yaptıklarını söyledi. Bulgun, şöyle konuştu:
“Böylece yorgan gitmiş, kavga bitmiş oldu. Bu süreçte 1.5 milyar YTL harcadık, bir yıl kaybettik, bu süreçte devlet de kaybetti. Söz konusu bölgede yıllarca yol çalışması yapıldı. Yollar yaparken kimse ‘Antik kente zarar geliyor’ demedi. Fabrikamıza böyle şeyler söylenmesini anlayamadım. Şikâyet eden insanlar ne bölgeyi biliyorlar, ne kenti görmüşler” dedi. 

Hazırlanan raporda, fabrikanın toz ve emisyonlarından antik kentteki eserlerin doğrudan etkileneceği, bu durumun şimdiye kadar korunmuş eserleri olumsuz yönde etkileyeceği vurgulanmıştı. Fabrikanın, antik kentin yanı sıra bölgedeki göçmen kuşların konaklama alanı Kırmıtlı Kuş Cenneti’ne olumsuz etkilerinin de olacağı ifade edilmişti.

Milliyet, Haber: Meriç Tafolar, 30.11.2008

MÜZİK MÜZESİ KOMEDİSİ





Türkiye'nin uzun yıllardır hayalini kurduğu müzik müzesi, çeşitli bürokratik engeller yüzünden bir türlü açılamıyor. Müze kurulamadığı için sanat tarihimizin en önemli varlıklarından olan müzik aletleri bulundukları müzede ya da depolarda yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Uzmanlar, yıllardır devam eden müzik müzesi kurma çalışmalarının bir an önce sonuçlandırılmasını istiyor.

Bir türlü uygun mekan bulunamaması, gerekli yönetmelikler çıkarılmadığı için bünyesinde müzik aleti bulunan birçok müzenin bu çalgıları vermek istemeyişi ve personel sıkıntısı, müzik müzesinin açılamamasının önündeki en önemli engeller.

 

Türkiye'de bir müzik müzesi kurma çabasının hikâyesi filmlere konu olacak cinsten. Müzeyle ilgili ilk projeye 1996'da başlandı. 1999'da ise dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay müzenin Yıldız Sarayı'nda açılmasının kesinleştiğini açıkladı. Fakat bu ilk proje, 2006'ya kadar hayata geçirilemedi. 2006'da müze projesi yeniden gündeme geldi. Dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç tarafından müzikolog Oğuz Elbaş'ın koordinatörlüğünde yeni bir proje başlatıldı. Aynı yılın mayıs ayında uluslararası bir müzik kongresi düzenlendi ve ardından ağustos ayında Bakanlar Kurulu kararıyla Müzik Müzesi 'resmen' kuruldu. Önce Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü bünyesinde yürütülmesi kararlaştırılan müze çalışmaları, müzik aletlerinin toplanması konusunda yönetmelik açısından sıkıntı çıkınca Müzeler Genel Müdürlüğü'ne kaydırıldı.

 

Yapılan bu değişiklik de sonuç getirmedi. Çünkü Topkapı Sarayı Müzesi başta olmak üzere pek çok müze elindeki müzik aletlerini vermek istemedi. Müzeyi oluşturacak aletlerin toplanıp bir araya getirilmesinde bakanlığın kararlı bir tavır sergilemesi bekleniyor. Müzeyle ilgili diğer bir sıkıntı da istihdam edilecek personel. Halen yürürlükte olan Müzeler İç Hizmetler Yönetmeliği'ne göre müzelerde çalışacak müdür ve müdür yardımcılarının üniversitelerin arkeoloji, prehistorya, sanat tarihi, etnoloji, antropoloji, Sümeroloji, Hititoloji, klasik filoloji, klasik şark dilleri, tarih ve müzecilik bölümlerinden mezun olması gerekiyor. Oysa dünyadaki bütün müzik müzelerinin yöneticileri ve çalışanları müzikolog, etnomüzikolog ya da orgonolog (çalgı bilimci). Bu yüzden müzik müzesi projesinin yürütücüleri bile yönetmeliğe göre bu müzede görevlendirilemiyor. Bu sorunun ortadan kalkması için ya mevcut yönetmeliğin değiştirilmesi ya da bu tür konsept müzeler için yeni yönetmeliklerin oluşturulması gerekiyor.

 

Müzik müzesiyle ilgili diğer büyük sıkıntı da yer sorunu. 2006 yılında müzenin Üsküdar Paşalimanı'nda bulunan eski Tekel deposunda kurulacağı açıklanmıştı. Ancak bu binanın çok büyük ve şehir merkezine uzak olduğu gerekçesiyle müzenin Sur-u Sultani içerisinde bir yere kurulmasına karar verildi. Müzeler Genel Müdürlüğü, geçtiğimiz yıl müze için Gülhane'deki İslam Teknolojileri Müzesi içinde yaklaşık 300 metrekarelik bir alan ayrıldığını ve müzik müzesinin 2008 yılı içerisinde ziyarete açılacağını açıklamıştı. Ancak şu ana kadar bu konuda da bir gelişme olmadı. Müzik müzesiyle ilgili diğer ilginç bir gelişme ise geçtiğimiz yıl yaşandı. Müze açılmadan müzik müzesi bünyesinde faaliyet göstermek üzere İstanbul Müzik Müzesi Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu adında bir müzik topluluğu kuruldu. Ancak müzik müzesi açılamayınca grubun adı İstanbul Devlet Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğu olarak değiştirildi.

 

Uzmanlar, halen Türkiye'nin birçok müzesinde bulunan müzik aletlerinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor. Müzelerdeki çoğu müzik aleti, depolarda uygunsuz koşullarda saklanıyor. Bu çalgıların uygun ortamlarda belli bir basınçta ve belli bir ısıda muhafaza edilmesi gerekiyor. Ayrıca bazılarının aylık, haftalık, hatta günlük periyodik bakımlarının uzmanlar tarafından yapılması gerekli. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Çalgı Yapım Anabilim Dalı Başkanı Öğrt. Gör. Cihangir Terzi, çalgıların müzelerde depo mantığı ile saklandığını söyleyerek bu çalgıların ve antik değeri olan her malzemenin mutlaka özel koşullar içinde saklanması gerektiğini vurguluyor. Ulusal bir müzik müzesinin kurulmasının Türkiye için son derece önem arz ettiğini söyleyen Terzi, bu konunun şu ana kadar göz ardı edildiğini ve bir an önce başta hükümet olmak üzere herkesin kararlılıkla bu konunun üzerine gitmesi gerektiğini belirtiyor.

 

Dünyanın hemen her ülkesinde, o ülke müziğinin tarihsel gelişimini anlatan ve belgeleyen birden fazla müzik müzesi bulunuyor. Bu müzeler aynı zamanda birer yaşayan müze konumunda ve çok ziyaretçi çekiyor. Almanya'da 30, İngiltere'de de 40 müzik müzesi var. Fransa'da bir stadyum büyüklüğünde müzik müzesi bulunurken Yunanistan'da bulunan müzede bağlama, kanun ve ud gibi Türk çalgıları Yunan kültürüne ait çalgı aletleri olarak gösteriliyor.

Zaman, Haber: Ali Pektaş, 29.11.2008

700 YILLIK TARİHİ HAMAM RESTORE EDİLİYOR

 

 

Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'ndeki 700 yıllık Muzafferüddin Bey Hamamı'nın restorasyonuna başlandı.

Restorasyonu yapan firmanın yetkili mimarı Halime Nilgül Şener, tarihi hamamın Karasait Mahallesi Mühendis Mashar Sokak'ta bulunduğunu belirterek, Nasreddin Hoca'nın babası olduğu iddia edilen Muzaffereddin Yavlak Aslan tarafından yaptırıldığının bilindiğini söyledi.

Mülkiyeti Taşköprü Belediyesine ait olan yaklaşık 700 yıllık hamamın, Vakıflar Bölge Müdürlüğünce 50 yıllık işletmeciliğinin alınması kaydıyla restore edildiğini kaydeden mimar Şener, “Muzafferüddin Bey Hamamı tarihi ve mimari açıdan önemli bir eser. Böyle bir eseri restore ederek gün yüzüne çıkartmaya katkı sağlayacak olmaktan mutluluk duyuyorum” dedi.

Restorasyon çalışmalarıyla tarihi hamama yaklaşık 40 sene önce yapılan eklentinin yıkılacağını aktaran Şener, “buraya, Koruma Kurulu projesine bağlı kalınarak aslına uygun bir ek bina yapacağız. Hamamın alt kısmındaki ısıtma sistemi de gözden geçirilecek” dedi.

Taşköprü Belediye Başkanı Mustafa Günay da Muzafferüddin Bey Hamamı'nın Taşköprü'nün tarihi ve kültürel varlıkları arasında önemli bir yere sahip olduğunu belirtti.

Tarihi hamamın restorasyonun ardından ilçenin turizm potansiyelinin artacağını kaydeden Günay, “belediye olarak biz de hamamın hemen yanındaki 263 metrekarelik alana hamamın tarihi dokusu ve mimarisine uygun olan içinde sauna, jimnastik ve masaj salonu bulunan bir kompleks yapacağız” dedi.

Kastamonu Kent Haber, 28.11.2008

AMAZON LAHİTLERİNİN EN SAĞLAMI KÜTAHYA'DA

 

Kütahya Arkeoloji Müzesi Müdürü Metin Türktüzün, dünyadaki 20 Amazon lahdinden en sağlamının Kütahya'da olduğunu söyledi.


1990 yılında defineciler tarafından Kütahya'nın Çavdarhisar İlçesinde bulunan ve o tarihten bu yana Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen 1848 yıllık Amazon lahdinin bir karı-koca için yapıldığı belirlendi. MS 160 yılında yapılan lahdin 1.60 santimetre yüksekliğinde, 2.40 santimetre uzunluğunda ve 1.24 santimetre genişliğinde olduğu belirtildi.


Arkeoloji Müzesi Müdürü Metin Türktüzün, dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan 20 Amazon lahdinin en sağlamının kendi şehirlerinde olduğunu belirterek, "Lahit, 1990 yılında defineciler tarafından Çavdarhisar'da bulundu. Lahit, üzerindeki Grekler ile Amazonlar çatışmasını anlatan figürlere hiçbir zarar verilmeden çıkarılarak müzeye konuldu. Diğer ülkelerdeki Amazon lahitlerinin her birinin parçalardan oluştuğu kayıtlarda yer alıyor" dedi.

Kütahya Kent Haber, 28.11.2008

AMASYA'DA CERRAHİ TARİHİ MÜZESİ KURULMASI DÜŞÜNÜLÜYOR

 

Vali Mehmet Celalettin Lekesiz ve Amasya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Zafer Eren tarafından “Uluslar Arası Anadolu-Türk Darüşşifaları ve Sabuncuoğlu Kongresi” hakkında değerlendirmelerde bulunuldu. Valilik Toplantı Salonu’nda, dün konuyla ilgili bir basın açıklaması yapıldı.

 

“Uluslar Arası Anadolu-Türk Darüşşifaları ve Sabuncuoğlu Kongresi" başlıklı bilimsel kongrenin ele alındığı toplantıda Vali Mehmet Celalettin Lekesiz, Amasya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Zafer Eren ve beraberindekiler yer aldı. Toplantıda Vali Mehmet Celalettin Lekesiz’in ardından söz alan Amasya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Zafer Eren yaptığı konuşmada “Henüz Amerika yokken Amasya'da Darüşşifa vardı.” diyerek Amasya'nın tarihteki öneminin altını çizdi. Amasya Valiliği İl Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü tarafından konuyla ilgili olarak yazılı bir açıklamada bulunuldu. Yapılan açıklamada: “Anadolu Türk tıbbının anıt eserlerinden biri olan Amasya Darüşşifası'nın 700. yılını kutlamak ve bu hastanenin ünlü hekimi Sabuncuoğlu Şerefeddin'i anmak üzere, 15-18 Ekim 2008 tarihlerinde Amasya Valiliği ve Amasya Üniversitesi iş birliği ile ilimizde ‘Uluslar Arası Anadolu-Türk Darüşşifaları ve Sabuncuoğlu Kongresi" başlıklı bir bilimsel kongre düzenlenmiştir. Düzenleyicileri Amasya Valiliği ile Amasya Üniversitesi Rektörlüğü olan kongreye Çukurova Üniversitesi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Türk Tıp Tarihi Kurumu ve Ulusal Cerrahi Derneği de katkıda bulunmuşlardır. Kongrenin bilimsel programı, bir dizi konferans ve poster sunumu şeklindeki serbest bildirilerden oluşmuştur. Sosyal programda ise Amasya'nın tarihi ve doğal güzelliklerini tanımayı sağlayacak kültür gezileri yer almıştır. Amasya Darüşşifası'nın kuruluşunun 700. yılı anısına düzenlenen ‘Uluslar Arası Anadolu-Türk Darüşşifaları ve Sabuncuoğlu Kongresi’ Amasya'nın, Amasya Darüşşifası'nın ve Şerefeddin Sabuncuoğlu'nun tıp tarihindeki yerini ve tıbbın gelişimine katkılarını, tıp dünyasının ve tarihçilerin gündemine getirmeyi amaçlamış ve 15-18 ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen kongre ile bu amacını gerçekleştirmiştir.

 

16-17 ekim tarihleri arasında, Saraydüzü Kışla Binası Milli Mücadele Müzesi ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen 6 adet bilimsel oturumda Amerika, İngiltere, Suriye, Azerbaycan ve ülkemizin çeşitli üniversitelerinden gelen 5 yabancı ve 37 yerli bilim insanı tarafından sunulan sözlü ve poster bildiriler ile birçok konuya ışık tutulmuştur.

 

Kongre açılış gününde sırasıyla Düzenleme Kurulu Başkanı Prof.Dr. İlter Uzel, Kongre Başkanı Prof.Dr. Ayşegül Demirhan Erdemir, Kongre Onursal Başkanı Prof.Dr. Zafer Eren ile Kongre Onursal Başkanı ve Amasya Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz konuşma yapmışlardır. Açılış konuşmalarının ardından uluslar arası üne sahip profesyonel fotoğraf sanatçımız Doç.Dr. Adnan Ataç’ın hazırladığı ‘Amasya Güzellemesi’ adlı onlarca Amasya fotoğrafının yer aldığı bir slayt gösteri sunulmuş ve bu gösteri, konuklarımızın daha Amasya'yı gezmeden tanımalarını sağlamıştır. Açılışın ardından sunulan bildirilerde Amasya Darüşşifası ve Sabuncuoğlu Şerefeddin ile tıbba katkıları, değerli bilim insanlarımız tarafından değerlendirilmiştir. Bildirilerden bazılarının isimleri şöyledir: Osmanlı Döneminde Amasya'da Yetişen Bazı Önemli Hekimler (Doç.Dr. Adnan Ataç), Belgeler Işığında Amasya Darüşşifası (Prof.Dr. Ayten Altıntaş), Şerefeddin Sabuncuoğlu (Prof.Dr. Yücel Tanyeri), Türk Tarihinde Sağlık Kurumları (Prof.Dr. Nil Sarı), Amasyalı Sabuncuoğlu Şerefeddin Efendi Plastik Cerrahi ve Darüşşifa (Prof.Dr. İbrahim Yıldırım), Modern Tıbbın Anadolu Kökleri (Prof.Dr. Nevzat Tarhan), Şerefeddin Sabuncuoğlu'ndaki Göz Hastalıklarının Kısa Bir Değerlendirmesi (Prof.Dr. Esin Kahya), Azerbeycan’ın Tebriz Darüşşifası (13.-14. yüzyıllar) (Prof.Dr. Ferid Alakbarlı) ayrıca sözlü bildirilerin yanında 14 poster bildiri sunulmuş ve tartışılmıştır. Bilimsel oturumların ardından 18 Ekim 2008 tarihinde gerçekleştirilen Amasya Şehir Gezisi ile ‘marka kent’ olma sürecindeki Amasya'nın tarihi ve turistik dokusu, değerli misafirlerimize tanıtılmıştır. Misafirlerimizden her biri bundan böyle Amasya'nın gönüllü birer turizm elçileri olduklarını beyan ederek ilimizden ayrılmışlardır.

 

Amasya Uluslar Arası Anadolu-Türk Darüşşifaları ve Sabuncuoğlu Kongresi kapsamında gerçekleştirilen faaliyetlerin yanı sıra Valimiz Mehmet Celalettin Lekesiz ve Amasya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Zafer Eren, Kongre Düzenleme Kurulu Başkanı Prof.Dr. İlter Uzel ile diğer konuk bilim adamları ile yaptıkları değerlendirmede Amasya Darüşşifası’nda bir ‘Cerrahi Tarihi Müzesi’ kurulması ve bu müzede Sabuncuoğlu Şerefeddin'in keşfettiği ve kullandığı yaklaşık 160 adet tıbbi aletin sergilenmesi ve turizme kazandırılmasının uygun olacağını görüşünde birleşmişlerdir. Ayrıca ilimizin uluslararası çapta bilimsel bir kongreye ev sahipliği yapabilme kapasitesi yerli ve yabancı katılımcılara gösterilmiştir. Bu çerçevede tüm dünyadan yaklaşık 500 cerrahın katılacağı ‘Uluslar Arası Plastik Cerrahi Kongresi’nin 2010 yılında Amasya'da yapılması hususu ciddi bir şekilde gündeme gelmiş, Türkiye Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği Eski Başkanı Prof.Dr. İbrahim Yıldırım söz konusu organizasyonun Amasya'da yapılması için hep beraber girişimlerde bulunulmasını teklif etmiş ve konu ile ilgili çalışmalara şimdiden başlanılmıştır. Özetlemek gerekirse bu kongre sonucunda Amasya Darüşşifası'nın ve Şerefeddin Sabuncuoğlu'nun tıp tarihindeki yeri ve önemi bir kez daha uluslar arası çapta kapsamlı olarak ele alınmış ve incelenme imkanı bulmuştur. İlimizin bu gibi uluslar arası organizasyonlara ev sahipliği yapabileceği görülmüştür. ‘Uluslar Arası Plastik Cerrahi Kongresi’nin ilimizde gerçekleşmesi için adımlar atılmıştır. Amasya'da bir ‘Cerrahi Tarihi Müzesi’ kurulmasına karar verilmiş ve Prof.Dr. İlter Uzel tarafından konu ile ilgili akademik çalışmalara başlanmıştır. Kongrede yayımlanan bildiriler ve sonuçlan bir kitapta toplanarak basılacak ve ilgili kurum ve kuruluşlara dağıtımı yapılarak kamuoyu ile paylaşılacaktır.” dendi.

Amasya Gazetesi, 28.11.2008

KÜLTÜR TURİZMİ, KÜLTÜR VİZYONU

 

İzmir'deyim. Birazdan TÜRSAB tarafından düzenlenen sempozyumda kültür turizmi hakkında konuşacağım. Onlara neler anlatmalıyım?
 

Önce bir hikaye. Benim uydurduğum bir hikaye: Tanrı dünyayı yaratıp nimetleri dağıtırken Türkiye'nin doğu ve güneyindeki ülkelerin altını bol bol petrol ve doğalgazla doldurmuş. Anadolu'nun altını ise boş bırakmış. Melekler meraklanmışlar.

Biri sormuş:"Ulu Tanrım, hikmetinden sual edecek değilim ama bu eşitsizlik olmuyor mu? Niçin böyle yapıyorsun? Bize açıklar mısın?"

"O ülkelere verdiğim petrol ve doğalgaz en fazla 100 yılda bitecek. Türkiye'ye göndereceğim kavimlerin geride bıraktıkları ise gittikçe değerlenecek ve hiç bitmeyecek. Yeter ki kafalarını çalıştırsınlar, onları koruyup değerlendirsinler."

Bu dileği, yeter ki bir kültür vizyonu geliştirsinler şeklinde de ifade edebiliriz. Nasıl bir kültür vizyonu mu? Gerçekten Anadolu'ya çeşitli kavimler gelmiş tarih boyunca. Yerleşmiş, uygarlıklar geliştirmiş, zamanla kaybolup gitmişler...

Tam 3 bin yıl Hititler, 2 bin yıl Elenler ve Romalılar... Son 1000 yıldır da biz buralardayız. Onların yok edicisi olarak değil, devamı olarak buralardayız. Demek ki, her şeyden önce Anadolu kültürüne tek tek fotoğraflar olarak değil, bir film gibi bakmasını öğrenmeliyiz. Kesintileri değil, süreklilikleri vurgulamasını başarmalıyız. Belleğimizi unutmak ve unutturmak için değil, anımsamak ve anımsatmak için kullanmasını becermeliyiz. Geçmişin izlerini silmeye değil, üzerindeki pası silmeye uğraşmalıyız.

Bu toprakların üstünde ve altındaki tüm kültürel değerlerin şu andaki emanetçisi ve sorumlusuyuz. Bunu hiç unutmamalıyız.

Eğitim sistemimizi bu gözle yeniden düzenlemeliyiz. Kültür cahilleriyle kültür turizmi yapmak utandırıcı sonuçlar doğurur. Kendimiz bilmiyorsak, başkasına anlatamayız.

Tamam, çocuklarımız Hazreti Ali'nin cenklerini, Dede Korkut masallarını bilsinler, ama Homeros'u da, antik Anadolu mitolojisini de bilsinler... Bilsinler ki, Troya'yı bir yabancının evini gezer gibi gezmesin, orada evinde olduğunu hissetsinler. Bergama'ya uzaylıların üssü gibi bakmasın, aile albümüne bakar gibi baksınlar.

Kültür turizminde başarılı olmak istiyorsak, yalnızca tarih bilincimizi değil, çevre bilincimizi de yükseltmek zorundayız. Son 25 yıldır kitle turizmi çevre açısından çok ağır kayıplara yol açtı. Hala son kalan ormanlara, dağlara, koylara saldırmaya devam ediyor... Kültür turizmi ise, doğası gereği, koruyucu olmak zorunda. Kültür turizmi ile çevre duyarlığı el ele yürüyen şeyler. Kazdağları'nı altın madencilerine peşkeş çekenlere ya da Allianoi'u çamura batırmaya çalışanlara karşı çıkmadan kültür turizmi yapılamaz.

Kültürsüzlerin kültür turizmi, turistlerde derin bir acıma duygusuna yol açar. İnanmayanlar gidip Mısır'a baksınlar! Böyle diyeceğim.

Radikal, Yazı: Haluk Şahin, 28.11.2008

HASANKEYFLİLER YENİ EVLERİNİ BEĞENMEDİ

 

Hasankeyfliler "Evler küçük, hem de yöre mimarisini yansıtmıyor" dedi. Ilısu Barajı yapıldığında evleri sular altında kalacak Hasankeyfliler, kendilerine teklif edilen yeni evleri maketten gördü. Ancak TOKİ tarafından yapılacak evler, beğenilmedi.
 

Yeni Hasankeyf, ilçeye 2 kilometre mesafedeki Raman Dağı eteklerine kuruluyor. DSİ, Afet İşleri Genel Müdürlüğü ile TOKİ arasında yapılan üçlü protokolle yapılması planlanan 80 ve 110 metrekarelik toplam bin konut Ilısu Barajı Bilgilendirme Ofisi'nde tanıtıldı. Maketleri inceleyen Hasankeyfliler, "İlçenin mimarisini yansıtmıyor, üstelik çok küçük. Ayrıca, bizlere hibe verilmezse konutlara taşınmayacağız" dedi.

TOKİ uzmanı Utku Doğan da yeni proje oluşturmayı düşündüklerini açıkladı: "Ofise gelenlerin çoğu konutların hibe olup olmadığını soruyor. Bazıları ise istimlak bedelini bizden öğrenmeye çalışıyor. Oysa amacımız bu maket konutların benimsenip benimsenmediğini öğrenmek. İki gündür yaklaşık 500 kişi ile toplantı yaptık, bilgi verdik, ancak iki günde kimse bu konutları beğenmedi. Aileler kalabalık olduğu için daha büyük konutlar istiyor. Biz de Hasankeyf ve Midyat mimarisini yansıtacak tipte konutların yapılması için yeni bir proje oluşturmayı düşünüyoruz."

Radikal, 28.11.2008

"TURİZM, KÜLTÜRÜ YOK EDİYOR"

 

Kültür eski Bakanı Fikir Sağlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın "mutlaka" birbirinden ayrılması gerektiğini savunarak, "Kültür'ün, turizm gibi sadece maddiyata, para harcamaya, para kazanmaya yönelik bir anlayışla yan yana durması mümkün değildir. Turizm sektöründeki bir işletmeci çok rahatlıkla bir kültür varlığını ya da bir antik kenti kendisine göre biçimlendirebiliyor, onun üzerine otel yapmayı yeğleyebiliyor" dedi.

 

Sağlar, hükümetin Kültür ve Turizm politikalarını değerlendirdi. Öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlıklarının bir arada olmasının mantığa aykırı olduğunu savunan Sağlar, "Çünkü kültür insanlığın, toplumun, geleneklerin, göreneklerin, birikimi ve geleceğidir. Kültürel gelişmeyi gerçekleştirirseniz demokratikleşmeyi, ekonomik kalkınmayı da sağlarsınız. Kültür, turizm gibi sadece maddiyata, para harcamaya, para kazanmaya yönelik bir anlayışla yan yana durması mümkün değildir" diye konuştu. Kültür Bakanlığı'nın Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren zaman zaman Cumhuriyet hükümetlerinde başka bakanlığa bağlandığını ancak bunun Milli Eğitim Bakanlığı olduğunu söyleyen Sağlar, "Yani eğitim-öğretimle kültürün bir arada yürütülmesi daha anlaşılırdır. Ama Turizm Bakanlığıyla hiç anlaşılır değildir. Turizm Bakanlığı'nın denizcilikten sorumlu bakanlıkla birleştirilmesi Türkiye için turizm sektörünü denizlerde, kıyılarda oluşturan ülkeler için daha anlaşılırdır" dedi.


Sağlar, 2002'de kurulan hükümete, daha önceki hükümetlerden devraldığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın birleştirilmesi konusunda eski Bakan Erkan Mumcu'nun taleplerinin yanlış olduğunu, daha önce Kültür Bakanlığı yapan arkadaşlarıyla birlikte, gerekçesini de sunarak anlattıkları belirterek, "böyle bir yanlışın yapılmaması gerektiğini" söylediklerini ancak kabul edilmediğini söyledi. Sağlar şunları dedi: "Aşağı yukarı 1987'den itibaren 2002'ye kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı ayrıydı ve kültürel gelişme çok önemli bir noktaya geldi. İstediğimiz kadar 'kültürü sevelim, sanatla ilgiliyim' deyin ama yanı başınızda turizm olduğu sürece, turizmin o açgözlülüğü içinde kültür eriyip gider. Turizm kültürü malzeme olarak kullanmamalıdır. Son derece yanlışlar. Kültürel varlıklarını göstermeniz açısından turizm önemli bir fayda sağlar ama onu kullanmasına müsaade etmememiz gerekiyor. Biz de şimdi o kullanılıyor, hem de çok acımasızca. Turizm sektöründeki bir işletmeci çok rahatlıkla bir kültür varlığını ya da bir antik kenti kendisine göre biçimlendirebiliyor, onun üzerine otel yapmayı yeğleyebiliyor. Sebebi belli rant, hiç umurunda değil. Üzerine yaptığı otelin geliri daha fazla olacaktır."


Türkiye'yi de etkisi altına alan küresel mali krizden kurtuluş yolu olarak kamu harcamalarını sanatsal etkinliklerle artırmak olarak gösteren Sağlar şöyle konuştu: "Bugünkü yüzyılda, bu hükümette dahil olmak üzere bir şey söylüyorlar ekonomik krizde, krizden kurtuluş yolunun kamu harcamalarını arttırmak. Daha dün hükümetin programında vardı, tiyatroları yerelleştirmek, dağıtmak kamu harcamalarını kısmak. Ne kadar yanlış yapıldığının şimdi bir göstergesi. Eğer özelleştirme, birilerine peşkeş çekme adına olmasaydı, özelleştirme sonrasında insanlar işlerini kaybetmemiş olacaktı, krizler bu derece sert geçmeyecekti. Sonunda harcamayı, alım gücünü yok eden bu durgunluk kamunun finansıyla hareket edecekti. Bütün ülkeler kamu harcamalarını artırmaya çalışıyorlar. Bence Devlet Tiyatroları bu anlamda şu anda, mevcut sahnelerden daha fazla yer edinmeli. Opera sahnesi çoğaltılmalı, kültür faaliyetlerini artırmalı. Bu neyi getirir aynı zamanda, hem ekonomik krizden kurtulmayı getirir, hem de insanların kültürel yönden gelişmesini sağlar."


Sağ partilerin zihniyetinin özellikle sahne sanatlarına, baleye, operaya, tiyatroya yakın olamadığını söyleyen Sağlar, "Onların ideolojileri daha çok dine dayandığı için, resim yapmanın günah olduğu bir kültürden hareketle, zihniyetleri sanata yakın değildir" dedi.

 

Refah-Yol Hükümeti kurulduğunda, operaya gelen Refah Partili Milletvekillerinin ilk yaptığı işin namaz kılmak olduğunu söyleyen Sağlar, "O zaman ‘niye balerinleri böyle dolaştırıyorsunuz?' diye mecliste konuşmalar yapıldı" dedi. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in kendi Bakanlığı zamanında, "kütüphane açtı" diye gensoru verdiğini hatırlatan Sağlar, "Melih Gökçek gibi, 'ben kütüphane açtım' diye gensoru verip kütüphane açılmasının doğru olmadığını söyleyen bir zihniyet, ‘sanatın içine tüküren' zihniyet hükümete taşınırsa o zaman kültür faaliyetlerini artmaz. Tabi o zihniyet şimdi Ankara'nın başında" diye konuştu.


Devletin zirvesini de sanata karşı ilgisiz olmakla eleştiren Sağlar, "Bu zihniyetteki yönetimden farklı bir şey beklemeniz mümkün değil. Tansu Çiller Başbakan olduğu dönemde, ‘Yılın Kadını' adlı tiyatro oyununda kendisine ödül verildikten sonra geri çıktı. Bazen diyorsunuz ki gelmesinler. CSO, adı üzerinde Cumhurbaşkanlığı'na ait olan bir kurumdur ve o kurumun sanattan yana olan bir Cumhurbaşkanı olsa, her hafta olmasa da 15 günde bir konserlerine gelerek, topluma da böyle bir mesaj verebilir. Ama dediğim gibi zihniyet meselesi" dedi.

Cumhuriyet, 28.11.2008

GERÇEK MONA LISA 

 

Profesör Dani Lischinksi ünlü Mona Lisa'daki kadının Kudüs'te resmedilirken yüzünün değiştirildiğini kanıtladı.

İsrail bilimadamları Mona Lisa'nın iyimser bakışlar dışında yüzün resmedilirken köklü bir değişikliğe uğradığını farketti.

Profesör Dani Lischinksi'nin dahil olduğu ekip, bir bilgisayar yazılımı ile doğuştan temel hatlara sahip olan bir model üzerinden giderek çalıştı ve yüzdeki deformasyonu ortaya çıkardı...

Vatan, 28.11.2008

TURGUT REİS YANLIŞ GEMİDE Mİ?

 

Bodrum'daki Osmanlı amirali Turgutreis Heykeli’nde tasvir edilen geminin, o döneme ait olmadığı öne sürüldü.

 

Arkeolojik sanat tarihçisi Mustafa Beydiz, güzel   sanatlar fakültesi  öğrencilerine seminer  verirken, “Heykeldeki yelkenli 19’uncu yüzyıla ve İngilizlere aittir. Oysa Turgut Reis, 15’inci yüzyılın sonu 16’ncı yüzyılın başında yaşamıştır” dedi.

Milliyet Ege, 28.11.2008

KARATAY ÇİNİ ESERLER MÜZESİ NİHAYET AÇILIYOR

 

Restorasyon çalışması nedeniyle uzun süredir ziyarete kapalı olan Karatay Çini Eserler Müzesi, nihayet hizmete açılıyor.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, restorasyon projesinin hazırlanması ve onayı, restorasyon ve teşhir-tanzim çalışmalarından oluşan bir süreçten sonra tüm çalışmaların tamamlandığını belirtti. Mustafa Çıpan, "Müze, 735. Hz. Mevlana'yı Anma ve Şeb-i Arus törenleri etkinlikleri kapsamında hizmete açılacaktır" dedi.

Merhaba Gazetesi, 27.11.2008

İSTANBUL'UN TASARIM MERKEZİ?





İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmaları kapsamında yenilenen Buhara Özbekler Tekkesi, Eminönü Belediyesi tarafından İstanbul Tasarım Merkezi'ne dönüştürüldü. 2006'da başlayan bina restorasyon çalışmaları iki yıl içinde bitirilen ve kısa bir süre önce açılışı gerçekleştirilen İstanbul Tasarım Merkezi, kayıtla öğrenci almaya başladı. Mimari ve endüstriyel tasarım, grafik, prodüksiyon, moda ve takı tasarımı dalları ile çağdaş ve Türk görsel sanatları alanlarında eğitim vermesi planlanan İstanbul Tasarım Merkezi'nin Kurucu Müdürü, aynı zamanda Endüstri Ürünleri Tasarımcısı olan Faruk Akın. Akın, "tasarım ve sanat alanlarında bir ekol ortaya koyamayan Türkiye'de bu konularda eğitim veren kurumların dünya tasarım ve sanat platformunda eksik ve geri kaldığı" gerekçesiyle yola çıktıklarını belirtiyor.

Eminönü'nde Sokullu Mehmet Paşa Camii karşısında bulunan Buhara Özbekler Tekkesi, İstanbul'da Buhara adıyla kurulan üç tekkeden biri olma özelliğini taşıyor. 1692 yılında Defterdar İsmail Bey tarafından yaptırılan yapıda, Batı kökenli inşaat tekniklerinin ve 1. Ulusal Mimarlık Akımı etkilerinin bir araya getirildiği dikkat çekiyor. Harem dairesi dışında tamamen kagir olarak inşa edilen tekkenin en önemli mimari özelliklerinden birisinin ise Türk-İslam mimarlık tarihinde ender görülen, giriş kapısının üstüne inşa edilen minaresi olduğu belirtiliyor.





19. yy sonu ve 20. yy başlarında yenilenen tekke, Cumhuriyet döneminde ihtiyaç sahipleri için bir barınak işlevini yerine getirdi. Tekke ve Zaviyeleri Kapatma Kanunu ile kapatılmayan Özbek Tekkeleri arasında bulunan Buhara Özbekler Tekkesi, ilerleyen dönemlerde Türkistanlıların kurduğu birçok cemiyete ev sahipliği yaptı.

 

Hayata geçirilen yenileme çalışmalarıyla işlevini "İstanbul Tasarım Merkezi" olarak sürdürmesine karar verilen tekkede şu anda 6 sınıf, 1 bilgisayar atölyesi, 1 çizim atölyesi, 1 kütüphane, 1 seminer salonu, 1 toplantı salonu, 3 koordinatör odası, 2 öğretmen odası, idari bölümler, öğrenci işleri bölümleri, öğrenci dinleme avluları, 1 tarihi mescit ve 1 tarihi çilehane bulunuyor. Merkezin resmi web sitesinde verilen bilgilerde, minimalist ve modern bir anlayışa göre düzenlenen iç mekan tasarımı da, eskiyi öğrenmek ve korumak ile yeni şeyleri ortaya koymanın gerçek kültürel gelişim olduğuna gönderme yapıyor.

 

Öğretim kalitesinin yüksek tutulması ve öğrencilerle yakından ilgilenilmesi amacıyla birer kişilik olarak kurgulanan atölye ve sınıflarda, akıllı tahta ve projeksiyon gibi teknolojik sistemler bulunuyor. Tasarım süreçlerinde kullanılacak bilgisayarların yüksek güçte ve hızlı uygulamalar yapabilecek özellikte olduğunun vurgulandığı tanıtım metninde, binanın tamamındaki kablolu ve kablosuz internet ağından Tasarım Merkezi içindeki herkesin ücretsiz olarak yararlanabileceği, başarılı tasarımcıların konferans vermeleri için merkeze davet edileceği ve sadece tasarım ile sanat kitaplarından oluşan bir kütüphanenin de merkez bünyesinde bulunduğu belirtiliyor.

Merkezde eğitim vermesi planlanan bölümler ise şimdilik aşağıdaki gibi sıralanıyor:

 

- Mimari Tasarım
- Endüstriyel Tasarım
- Grafik Tasarım
- Prodüksiyon Tasarımı
- Tekstil Tasarımı
- Aksesuar Tasarımı
- Çağdaş Görsel Sanatlar
- Türk Görsel Sanatları






Yine İstanbul Tasarım Merkezi'nin resmi web sitesindeki yazıda eğitim kurumlarının sabit programları nedeniyle bilim ve sanatta farklı bakış açılarının geliştirilmesinde zorluk çekildiğini, bu nedenle de yeni ve farklı fikirler ortaya koyabilecek yetenekli Türk tasarımcılara ulaşmayı ve onları eğitmeyi hedeflediklerini söyleyen Akın, eskiyi kopya etmekle yetinen sanat anlayışına karşılık, gelişmeyi ve ilerlemeyi hedefleyen düşüncelerin yaygınlaşmasını amaçladıklarını da vurguluyor. Ulusal sanat ve tasarımı araştırıp çözmek ve aynı zamanda uluslararası çağdaş sanat ve tasarıma yenilikler getirmek, merkezin eğitim vereceği tasarımcı ve sanatçılara kazandıracağı vizyon olarak belirlenmiş. Bu bağlamda ezber ve tekrardan uzak durarak tasarıma yenilikçi bakış açıları getirmek amaç edinilmiş. En önemlisinin ise, tüm bunları yaparken bir ekol ortaya koymak olduğunun altı çiziliyor.

 

"Özellikle mimarlık fakültelerinde öğrencilere ‘mühendislik dalı' gibi verilen mimarlık ve güzel sanatlar fakültelerinde bir ‘sanat dalı' gibi verilen tasarım eğitimlerinin, sadece bilimsel ya da sadece sanatsal bir kaygı olmadığını, hem sanatsal hem de bilimsel çalışmalar gerektirdiğini öğrencilerimize aktarmayı hedefliyoruz." diyen Akın, merkezin amaçlarını şu şekilde sıralıyor:

 

- Dünya çağdaş tasarım anlayışını araştırmak, tanımak ve geliştirmek
- Uluslararası arenada takipçi olmaktan çıkarak, takip edilenler içine girmek
- Osmanlı İmparatorluğu'nun tasarım ve sanat ruhunu kavramak, geliştirmek
- Ulusal sanatlarımıza yenilikler getirerek yeni ekol oluşturmak
- Uluslararası tasarım dünyasına "Türk Tasarımı" tanımını yerleştirmek
- Tasarımın hayal, inanç, felsefe, araştırma ve bilim boyutunu öğrencilere tanıtmak
- Toplumu güzel yönde etkileyen erdemli ve yetenekli tasarımcılar yetiştirmek






Tasarım eğitimi verecek bir kurumun ambleminde neden hilal ve güvercin kullanıldığı sorusu, kurumun "Vizyon" bölümünde yer verdiği açıklamalarda yanıtlanıyor. Tasarım ve sanat kültürünü simgeleyen hilalin üzerinde yer alan güvercinin "Türk tasarımcısını" temsil ettiği belirtiliyor. Logonun hikayesi, "Kendi kültürünün en yüksek noktasına konmuş ve ufku izleyen tasarımcı, sadece ulusal ölçekte değil aynı zamanda uluslararası niteliklere sahip tasarım ve sanat uygulamaları gerçekleştirmektedir" ifadesiyle tanımlanıyor.

 

Merkez, misyonunu eğitim vereceği tasarımcı ve sanatçıların "tasarım ve sanatı geliştirmeyen, peşin yargılı, ezberci, bildiğini zanneden düşünce yapısından uzak durarak güzel, farklı, iyi, yenilikçi fikirlere yatkın, düşünsel seyahat eden bir topluluk oluşturmak" olarak belirlemiş. "Öğretim kadrosu ve öğrencilerin ortak çalışma sistemi doğrultusunda toplumu ve dünyayı tasarımlarıyla iyiye, erdeme ve güzele yönlendiren öğrenciler yetiştirmek için çalışacak çağdaş tasarım ve sanat eğitimi merkezi"nin ön kayıtları başlamış durumda.

 

Merkezde, 8 başlık altında aşağıdaki dersler verilecek:

 

Mimari Tasarım (Mimarlık, İç Mimarlık, Restorasyon) başlığı altında:
- Mimarlık Tarihi
- Mimarlık Felsefesi
- Çizim, (Sketch-Taslak)
- Bilgisayar 3D Modelleme
- Üretim Teknolojisi (Metal, Taş, Cam, Ahşap, Seramik)

 

Endüstriyel Tasarım (Mobilya, Obje, Aydınlatma, Cihaz, Araç, Oyun) başlığı altında:
- Endüstriyel Tasarım Tarihi
- Endüstriyel Tasarım Felsefesi
- Çizim (Sketch-Taslak)
- Bilgisayar 3D Modelleme,
- Üretim Teknolojisi (Metal, Plastik, Cam, Seramik, Ahşap)

Grafik Tasarım (Marka, Basım, Font, İlüstrasyon, Ambalaj, Web) başlığı altında:
- Grafik Tasarım Tarihi
- Grafik Tasarım Felsefesi
- Çizim (Sketch-Taslak)
- Bilgisayar 2D Uygulama
- Üretim Teknolojisi (Kağıt, Film, Renk, Baskı)






Prodüksiyon Tasarımı (Fotoğraf, Animasyon, Sinema, Televizyon) başlığı altında:
- Prodüksiyon Tasarım Tarihi
- Prodüksiyon Tasarım Felsefesi
- Senaryo
- Çizim (Storyboard)
- Bilgisayar 2D-3D Uygulama
- Üretim Teknolojisi (Kamera, Kurgu, Montaj)

Tekstil Tasarımı (Kıyafet, Kostüm, Ev Tekstili) başlığı altında:
- Moda Tasarım Tarihi
- Moda Tasarım Felsefesi
- Çizim (Stilistlik)
- Bilgisayar 2D-3D Uygulama
- Üretim Teknolojisi (Kumaş, Model, Kalıp, Dikiş)

Aksesuar Tasarımı (Mücevher, Çanta, Ayakkabı, Saat) başlığı altında:
- Aksesuar Tasarım Tarihi
- Aksesuar Tasarım Felsefesi
- Çizim (Sketch-Taslak)
- Bilgisayar 2D-3D Uygulama
- Üretim Teknolojisi (Kalıp, Metal, Değerli Taş, Deri)

Çağdaş Görsel Sanatlar (Resim, Heykel, Enstalasyon) başlığı altında:
- Modern Sanat Tarihi
- Modern Sanat Felsefesi
- Çizim (Karakalem)
- Resim Uyguluma (Suluboya, Yağlıboya)
- Heykel Üretim (Metal, Taş, Cam, Ahşap, Seramik)






Türk Görsel Sanatları (Hat, Tezhip, Minyatür, Ebru) başlığı altında ise:
- Osmanlı Sanat Tarihi
- Osmanlı Sanat Felsefesi
- Çizim (Sketch-Taslak)
- Bilgisayar 2D Uygulama
- Uygulama Teknolojisi (Kağıt, Kumaş)

İstanbul Tasarım Merkezi, Der.: Burcu Kaynak - Arkitera, Fotoğraflar: Fotoğraflar: İstanbul Tasarım Merkezi, 27.11.2008

OSMANLICA TAPULARLA AKIL ALMAZ VURGUN

 

 

Antalya'da Korkuteli İlçesi Duraliler yaylasındaki alanlara ait Osmanlıca tapuların, merkeze bağlı aynı ismi taşıyan köyde hazine ve ormana ait arazilerin şahıslara devri için kullanıldığı ortaya çıkarıldı.

 

Duraliler Köyü'nde yaşayan vatandaşların olan bitenden habersiz olduğu belirtildi.
Korkuteli İlçesinin Duraliler yaylasına ait Osmanlıca tapular, merkeze bağlı aynı isimli köyün arazilerini almak için kullanıldı. Zanlılar, Osmanlı tapularını kullanarak Orman ve Hazine'ye ait arazileri alarak 3. şahıslara satışını yaptı. Yaşanan dolandırıcılık olayı, Cumhuriyet Savcılığı'nın 6 yıllık incelemesi sonunda ortaya çıkarıldı.

 

Cumhuriyet Savcılığı nezdinde polis tarafından sürdürülen 6 yıl süren tahkikat sırasında ihbarcılarla görüşüldü, köylerde inceleme yapıldı. Sonuçta ihbarın doğru olduğu ortaya çıktı.

Araziyi tapularla üzerine alan M.O., S.S. ve N.K. isimli şahıslar ile konuyla ilgili bilirkişi incelemesi yapan Antalya Orman Bölge Müdürlüğü'nden emekli orman mühendisleri M.P. ile R.K. ile Tapu Kadastro Müdürlüğü'nde görevli Ü.O. da gözaltında bulunuyor. Resmi evrakta sahtecilik ve kamuoyunu dolandırma suçlamalarından gözaltında bulunan zanlılara yeni katılımlar olabileceği öğrenildi.

Antalya Kent Haber, 27.11.2008

"PAMUKKALE KORUNMAZSA ATIL HALE GELİR"

 

Özel Çevre Koruma Kurumu (ÖÇK) Başkan Yardımcısı Ahmet Özcan, gerekli tedbirler alındığında Pamukkale’nin 10 yıl içinde dünyanın gözbebeği olabileceği gibi bakılmazsa Atıl hale geleceğini söyledi. ÖÇK Başkan Yardımcısı Özcan, “Pamukkale bin yıldır var fakat son yıllarda yerli ve yabancı turistler tarafından daha çok ziyaret edilmeye başladı. Şu anda bölgede çetin bir dönüşüm yapılıyor. 10 sene sonra Pamukkale’yi hayal edelim; ya atıl halde, kimsenin uğramadığı, sararmış taşları olan, virane ve kötü şartlarda bir yer ya da dünya ülkelerinin gözbebeği olan, herkesin büyük beğenisini kazanan bir Pamukkale. Bu dünya mirasını korumak istiyorsak, her şeyden önce birlik içinde çalışmamız gerekmektedir” dedi.

Evrensel, 27.11.2008

ESKİ BİNALARIN YENİLENMESİ İÇİN İŞBİRLİĞİ YAPILDI

 

Manisa Belediyesi, Özel İdare ve Makine Mühendisleri Odası İl Temsilciliği'nin işbirliğiyle Manisa'da atıl durumdaki iki bina restore edilecek.


Yapılan planlamaya göre 2.Anafartalar Mahallesi İstasyon civarında Tekel Tütün Fabrikası yanındaki yaşları 90 ile 150 yıl arasındaki iki bina restore edilecek. Toplam 280 metrekare kapalı alana sahip olan binalar aslına uygun olarak yenilenerek kullanılacak hale getirilecek.

Restorasyon işinin 800 bin YTL'ye mal olacağı açıklandı. Manisa Belediyesi, Özel İdare ve Makine Mühendisleri Odası birlikte yapacaklar. Binalar Makine Mühendisleri Odası Manisa Temsilciliği tarafından kullanılacak. Belediye Başkanı Bülent Kar, Özel İdare Genel Sekreteri Serdar Bulut ve Makine Mühendisleri Odası Manisa Temsilcisi Hakkı Bayraktar'ın yanı sıra Makine Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Sekreteri Melih Yalçın'ın katılımıyla Belediye Encümen Salonu'nda protokol imzalandı.


Belediye Başkanı Bülent Kar konuyla ilgili bilgi vererek, "İzmir 2 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Bölge Kurulu'nun onayladığı projelerin hayata geçirilip, yapıların halkımızın hizmetine kazandırılmasını hedefliyoruz. Makine Mühendisleri Odası'yla protokol imzaladık. Restorasyonlar Özel İdare'nin de desteğiyle belediyemiz tarafından gerçekleştirilecek, bunun üçte biri de Makine Mühendisleri Odası tarafından karşılanacaktır. Ayrıca binaların bulunduğu bölgede park ve bahçe düzenlemesi de yaparak üniversite öğrencilerinin sosyal tesislerden yararlanmasını sağlayacağız."diye konuştu.


Restorasyon işinin 6 ay içinde tamamlanacağı, Makine Mühendisleri Odası'nın taşınma işlemlerine bina tamamlandıktan sonra başlayacağı açıklandı.

Haber Ekspres, 27.11.2008

KUŞ HASTANESİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Geçmişte, sakat leylekler ve göçmen kuşların tedavi ve bakımının yapıldığı Gurebahane-i Laklakan, bundan böyle hayvan sevgisinin simgesel yapılarından biri haline gelecek. Tarihi Irgandı Köprüsü`nün doğu ayağındaki Sivil Mimarlık Örneği binanın yine hayvanlara sağlık merkezi olarak hizmet vermesi planlanıyor.


Gurebahane-i Laklakan, Türk edebiyatının usta kalemlerinden Ahmet Haşim`in anılarında şöyle anlatılıyor:
“Bilmem Bursa`yı gezerken gördünüz mü? Haffaflar Çarşısı`nın ortasında bir meydan var. Bu meydan malul hayvanların düşkünler yurdudur. Kanadı, bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar halkın sadakasıyla yaşarlar.” Hasta ve sakat kuşların bakım ve tedavisinin yapıldığı bu sistem ve yere Ahmet Haşim tarafından “Gurebahane i Laklakan” denildiği ve bu ismin günümüze kadar geldiği biliniyor.

 

Atalarımızın, her türlü konuya duyarlı davrandığını ve güzel çalışmalar ortaya koyduğunu hatırlatan Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, yeni neslin aynı duyarlılığı gösteremediği gibi, ata yadigarlarına da sahip çıkamadığını dile getirdi. Başkan Altepe, “Bu nedenle yürütülen çalışmalar daha bir anlam kazanmaktadır. Gurebahane-i Laklakan olarak bilinen göçmen kuşlar hastanesi; yüzyıllar önce, dünyada daha henüz insan hakları tartışılırken, burada bizim ecdadımız tarafından kurulmuş. Hayvan haklarının korunması için kanunlar çıkartılmış, bu hastanede her türlü kuşun bakımı ve tedavisi yapılmış. Bu sadece bizim kültürümüzde olan bir şey, bizde olan bir şey. Bununla gurur duymamız gerekiyor. Bu kültürü yaşatmak için de elimizden geleni yapmalıyız” dedi.


Bu amaç doğrultusunda tarihi Irgandı Köprüsü`nün yanındaki Sivil Mimarlık Örneği yapıyı kamulaştırdıklarını kaydeden Başkan Altepe, şu bilgileri verdi:
“Tarihi yapının restorasyonu için rölöve ve restorasyon projelerini hazırladık, şimdi de bu projeleri uyguluyoruz. Restorasyon tamamlandığında burası, hem sağlık tesisi hem de sosyal tesis olarak hizmet verecek. Binanın bir bölümünde hayvan sağlığı ve tedavisiyle ilgili çalışmalar yapılacak. Veteriner ekiplerimiz haftanın belirli günlerinde burada halka hizmet verecekler. Bunun dışında bina sosyal amaçlı da kullanılacak.”

Bursa Olay, 27.11.2008

DÜNYANIN EN PAHALI KİTABI

 

Rönesans döneminin ünlü İtalyan ressamı Michelangelo’nun yaşamı ve eserlerini anlatan el yapımı ’Michelangelo: La Dotta Mano’ (Michelangelo: Usta El) adlı eser tam 100 bin dolara 20 tane alıcı buldu.

28 kilo ağırlığındaki kitabın cildi kadife ve mermerden yapılmış. İtalya’da basılan kitabın ilk alıcısı ise New York Halk Kütüphanesi oldu. Kitabın yayıncısı Marilena Ferrari, "Onu yaptım çünkü ben bir çılgınım" diye konuştu. Kitabın her bölümünün elle yapımı tam 6 ay sürmüş. Mermer cilt, İtalya’daki Metropolitan Operası’nın perdeleriyle aynı olan kırmızı kadifeden yapılmış. Kitabın yapımına ilham veren fikir ise internet yüzünden ölen Rönesans kitap ruhunu yeniden canlandırmak.

Hürriyet, 27.11.2008

TURİSTE 'KENT KART' GELİYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 20 YTL karşılığında 300 müze ve ören yerinin ziyaret edilebilmesi imkanı getiren “Müzekart” uygulamasından sonra bu sefer de “KentKart” projesini hayata geçirmeyi planlıyor. Gazetemize bir açıklamada bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, “Müzekart” projesinin başarılı olduğunu bu sebeple önümüzdeki yıldan itibaren bu uygulamanın biraz daha geliştirilerek yabancı turistlere yönelik yapılacağını söyledi. Günay, “Türkiye’ye gelen turistler isterlerse turizm ofislerinden bu kartları edinebilecekler. Bu kart tıpkı Müzekart’ta olduğu gibi belli bir kontör de olacak. Bu kartla örneğin hem tarihi ve turistik yerleri, müzeleri ziyaret edebilecek, hem de otobüs ve vapura binebilecek” dedi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Yücek Kayaoğlu, 27.11.2008

YEREBATAN SARNICI'NA BİN 500 YIL SONRA RESTORASYON





Bizans döneminde sarayın su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılan, günümüzde ise milyonlarca ziyaretçinin akınına uğrayan bin 500 yıllık Yerebatan Sarnıcı ilk kez restore edilecek.

 

Sarnıcın hemen üzerinde bulunan ve taşıyıcı sütunlarda çatlaklara sebep olduğu öne sürülen İl Özel İdaresi binası yıkılacak. İdare binası, Vatan Caddesi üzerinde yaptırılan yeni yerine taşınacak. Ayrıca sarnıçların tavanı ile Sultanahmet'in yüzeyi arasında bulunan 4-5 metrelik katmandan sızan suların yapıya zarar verip vermediği de onarımla netlik kazanacak.

 

Yerebatan Sarnıcı'nın korunması için üzerine inşa edilen binaların boşaltılarak tadilat yapılmasının şart olduğunu vurgulayan müze müdürü Celalettin Deniztoker, "Tarihi yapının üzerinde sadece İl Özel İdaresi yok. Umarım bu, diğer yapı sahiplerine örnek olur." dedi. İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya ise sarnıca verdikleri zararın farkında olduklarını ifade ederek, binanın önümüzdeki yıl yıkılacağını söyledi. Kaya, yıkılan arazinin ise kamuya açık yeşil alana çevrileceğini belirtti.

 

Tarihçi İlber Ortaylı da Yerebatan Sarnıcı'na zarar veren binanın bir tören düzenlenerek yıkılması gerektiğini dile getirdi. Bizans ve Osmanlı döneminde sarnıcın bulunduğu zemine bina yapılmasına izin verilmediğini anlatan Ortaylı şunları kaydetti: "Tarihi binaya zarar veren binalar II. Meşrutiyet'in ürünü. Şimdi orada Ayasofya ile boy ölçüşen binalar var. Bunlar hem Sultanahmet'i hem şehri bozuyor. Kirlilik oluşturuyor. Sarnıcın çökmesine sebep oluyor. Bu yüzden İl Özel İdaresi için verilen yıkım kararı alkışlanacak bir durum." "Şimdi o tarihi yapının üzeri nasıl açılacak?" diye soran Ortaylı, mazide ahşap ve basit bir-iki katlı binalar bulunan Sultanahmet Meydanı'na betonarme blokları 1950'li kafaların diktiğini ileri sürdü.

 

Dünyanın en eski sarnıcı olan Yerebatan, MS 542 yılında Bizans İmparatoru Justinyen tarafından yaptırılmış, 1988'de de temizlenerek ziyarete açılmıştı.

Zaman, 27.11.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

Afyonkarahisar'da, geçen cumartesi günü emniyet ekipleri tarafından ele geçirilen tarihi eserin etnografik eser olduğu belirtildi.


Afyonkarahisar İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, filmleri aratmayacak bir operasyon düzenleyerek Tokat'tan Afyonkarahisar'a yolcu otobüsü ile tarihi eser getiren kişi ile alıcıları yakalamıştı.

 

Operasyonda ele geçirilen havan şeklindeki tarihi eserin etnografik değeri olduğu öğrenildi. Olayla ilgili tahkikat devam ediyor.

Afyonkarahisar Kent Haber, 27.11.2008

YENİDEN BAŞLADI

 

 

Malatya'nın Darende İlçesi'nde ödenek yokluğu nedeniyle restorasyon çalışmalarına ara verilen tarihi köprülerde çalışma yeniden başladı.

Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Malatya Temsilcisi olan ve aynı zamanda Darendeliler Derneği Başkanı olan Bekir Sözen, "Darende merkezde Tohma Çayı üzerinde bulunan tarihi Uzunok ve Nadir köprülerinde restorasyon çalışmalarına ara verilmesi Darendelileri üzmüş ve bu konu ödenek yokluğundan köprü inşatları durmuştu. Bu konuya duyarlılık gösteren Karayolları yetkilileri inşaatı yeniden başlattı. Uzunok ve Nadir köprüsü inşatları devam ediyor. İlgilere teşekkür ediyoruz" dedi.

Bekir Sözen, gerekli ödeneklerin aksatılmadan verilerek köprülerin bir an önce tamamlanarak hizmete alınmasını beklediklerini belirterek, “Tarihi eserlerimizi kurtaran yetkililere ve ilgili firmaya da teşekkürler ediyoruz" ifadelerini kullandı.

Malatya Haber, 26.11.2008

anideermeniyoktur.gov.tr





Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ani harabeleriyle ilgili bir internet sitesini yayına soktu. Başka ören yerleri için de internet siteleri hazırlanacağını, işe Ani’den başlandığını duyuran bakanlık, bu siteleri “Ören yerlerine dair doğru ve bilimsel verilere dayalı bilgilerin oluşması için” hazırlıyor. Ne var ki Ani için hazırlanan www.ani.gov.tr adresindeki sitede kentin tüm kaynaklarda geçen, herkes tarafından bilinen Ermeni geçmişinin özenle ayıklandığı görülüyor.


Kars yakınlarındaki Ani’nin ortaçağdan kalma görkemli mimari yapıtlarıyla tanıtıldığı internet sitesinde, kentin tarihi de anlatılıyor. Ani’nin tarihöncesi döneme uzanan geçmişine değinildikten sonra, kentin kuruluşu şöyle aktarılıyor: Ören yerinin dış cephe surları Bagratlı Kralı Aşot tarafından MS 964 yılında yaptırılmaya başlanmış daha sonra Kral III. Sembat 978 yılında 2. takviye sur sistemini yaptırmıştır. MS1064’te Alparslan’ın Ani’yi fethetmesiyle kent Selçuklu Medeniyetiyle tanışır.”


Buradaki ‘Bagratlı Krallığı’nın o dönem bölgede egemen olan Ermeni krallıklarından biri olduğunu öğrenmek içinse başka sitelere ve ansiklopedilere bakmak gerekiyor. Mesela Ana Britanica’da “9-13. yüzyıllar arasında Doğu Anadolu tarihinde önemli bir rol oynayan Ani, 10. yüzyılda önemli bir Ermeni yerleşim merkeziydi” deniliyor. Dictionnaire Larouse’da, Hachete Ansiklopedik Sözlük’te, “Ermeni Balgatlı Krallığı’nın başkenti.” diye tanımlanıyor, Meydan Ansiklopedisi’nde harabeler için “Süryani, İran, Ermeni, Arap, Türk etkilerinin dikkat çekici etkilerini taşımakta” deniliyor. Ani’ye üç sayfa ayıran İslam Ansiklopedisi’nde ise kenti yöneten Bagrati hanedanından “Ermeniye hükümdarları” diye söz ediliyor.


Ani, Bagratlı hanedanının hüküm sürdüğü krallığın 961-1045 yılları arasında başkentliğini yapıyor. Kral 3. Ashot, başkenti Kars’tan Ani’ye taşıyor. Özellikle 990 yılından sonraki 1. Gagik döneminde kent büyük bir atılım gösteriyor. Bugün hala kentin simgesi olan Büyük Katedral de o dönem inşa ediliyor. Ticaret yolları üzerindeki kent, yüksek surları, çok sayıda kilisesi ve kimi kaynaklara göre 100 bine varan nüfusuyla bölgenin önemli merkezlerinden biri oluyor. O dönem Ani’nin ‘1001 Kiliseli kent’ olarak da anıldığı biliniyor. Ani, 1064’te Selçuklular tarafından fethediliyor. Uzunca bir süre Şeddatlı Beyliği egemenliğinde kalıyor, 12. yüzyıl sonunda Gürcü egemenliğine geçiyor. 1239’da Moğol istilasını yaşayan kenti 14. asırdaki büyük deprem yerle bir ediyor. Depremin etkisi ve ticaret yollarının önemini yitirmesiyle küçülmeye başlayan kent Akkoyunlu, Karakoyunlu egemenliklerini görüp 1534’te Osmanlı Devleti’nin topraklarına katılıyor.
Radikal, 26.11.2008



******


KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDAN İYİ HABER VAR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Ani Antik Kenti için hazırladığı internet sitesinde ‘Ermeni’ sözcüğünün geçmemesinin sitede yazılanların şu an için ‘ön bilgilendirme’ niteliğinde olmasından kaynaklandığını bildirdi. Bakanlık, sitenin Ani’yi uluslararası alanda en iyi tanıtan site olabilmesi için bilgilerin içerik ve teknik yönden zenginleştirileceği taahhüdünde bulundu.

Radikal Kültür Sanat’ın “Ani Ani, Hani Bunun Sahibi” başlığıyla birinci sayfa manşeti olan haberinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tarihi Ani kenti için hazırladığı internet sitesinde kentin geçmişi anlatılırken ‘Ermeni’ sözcüğünün kullanılmadığı bilgisi veriliyordu. Bakanlık, kenti Bagrad Krallığı’nın kurduğu bilgisini vermekle yetinmişti. Ansiklopedi bilgilerine dayanarak Bagrad Krallığı’nın bir Ermeni Krallığı olduğunu ortaya koyan Radikal de neden ‘Ermeni’ sözcüğünün kullanılmadığını sormuştu. Kültür Bakanlığı, haberle ilgili dün Radikal’e şu açıklamayı yaptı:
“Ani ören yerinde hem restorasyon, hem de tanıtım amacıyla yürütülmekte olan çalışmalar sürdürülmektedir. Bu amaçla oluşturulan Bilimsel Danışma Kurulu ve proje koordinatörlüğünün 24.10.2008 tarihinde gerçekleştirdiği toplantıda karara bağlanan hususlar arasında www.ani.gov.tr sitesi için görsel ve teknik içerikli bilgilerin Danışma Kurulu ile birlikte seçilerek web sitesi
içeriğinin zenginleştirilmesi hususu da yer almaktadır.


Ani web sitesinin hazırlanmasında Bakanlığımızca bugüne kadar yürütülmekte olan çalışmalar, Fahrettin Kırzıoğlu gibi Ani ile ilgili bilimsel çalışmalara imza atmış uzmanların yayınları ve kazı başkanının görüşleri de alınarak yürütülmüş olup, siteden de görüldüğü gibi henüz ön bilgilendirme niteliğindedir.


Web sitesinde yer alan bilgilerin içerik ve teknik yönden zenginleştirilmesiyle ilgili gerekli çalışmalar sürdürülmeye devam edilecek olup sitenin uluslararası ölçekte Ani’yi en iyi tanıtan site olması hedeflenmektedir.”


Açıklamada sözü geçen ve 2005’te yaşamını yitiren bilim adamı Fahrettin Kırzıoğlu, ‘Kars tarihi” adlı eserinde kentte Ermeni yapısı bulunmadığını savunuyor. Ermeni kaynakları ise bunun tam tersini savunarak Ani’deki kalıntıların Gürcülere ve Ermenilere ait olduğunu iddia ediyor.

Radikal, 28.11.2008

KAYIP TABLO SERGİDE

 

On yedinci yüzyılın en önemli Flaman sanatçılarından biri olan Anthony Van Dyck’ın kayıp tablosu İngiltere’deki Tate Müzesi tarafından sergilenecek.

 

Katherine, Lady Stanhope adlı tablonun, neredeyse yüzyıl boyunca yeri bilinmemiş; 1920’den beri New York’ta özel bir koleksiyonda saklanan eser, pek çok sanat tarihçisi tarafından kayıp kabul edilmişti. Ardından 2006 yılında New York’ta bir müzayedede yer aldı.


İngiltere kralı I. Charles’ın saray ressamı olan Van Dyck, saygı duyulan ve önemli bir sanatçıydı. En tanınmış Barok ressamlarından olan Rubens’in öğrencisi Van Dyck, Rubens tarafından “en iyi öğrencim” denilerek nitelendirilmişti. 1599’da Antwerp’te doğan ve 1620’de Londra’ya gelen Van Dyck’ın ünlü tablosu, Tate’de 18 Şubat 2009 itibariyle açılacak olan Van Dyck ve Britanya adlı sergide ziyaretçilerle buluşacak.

Taraf, Fotoğraf: BBC News, 26.11.2008

"İSTANBUL 2010 İÇİN ORTAK ÇABAYA İHTİYAÇ VAR"





İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinde "Sahne Senin İstanbul" sloganıyla sürdürülen çalışma ve projelerin kültür-sanat, iş, iletişim dünyası ve yabancı misyon temsilcileriyle paylaşılması amacıyla planlanan bir dizi tanıtım toplantısının 2'ncisi iş dünyasından temsilcilerin katılımıyla Swissotel'de yapıldı.

 

Toplantının açış konuşmasını yapan Nuri Çolakoğlu, çağlar boyunca birçok imparatorluk ve semavi dinlere merkez olan İstanbul'un son yıllarda eski ihtişamı ve pırıltısından bir şeyler kaybettiğini, bu kentin insanların zaaf ve ihmallerinden dolayı biraz sarsıldığını vurguladı. İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olmasının aslında çok önemli bir başlangıç olduğunu ifade eden Çolakoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

 

"Bizlere düşen, bu fırsatı değerlendirip, yeni bir başlangıç yaparak, bu görkemli kenti, silkinip kendine getirecek çalışmaları başlatmaktı. Daha da önemlisi, tarih boyunca farklı dinlerden, milliyetlerden, kültürlerden insanların bağrında barış ve huzur içinde yaşayabilmesini sağlayan, kendine özgü bir birlikte yaşama kültürü geliştiren İstanbul'un bu özelliğini kendi iç dengelerini ve barışını arayan uluslararası topluma bir örnek olarak sunmak."

 

Çolakoğlu, kültürel mirasın korunarak İstanbul'un çağdaş yüzünü sparlatacak, İstanbulluların kültür-sanat hayatını zenginleştirecek, kente yeni sanat alanları kazandıracak, sanatçıların dünyaya açılmalarını sağlayacak yüzlerce proje gerçekleştirileceğini de kaydetti.

 

Ajansın 2008 yılında 280 milyon YTL olan bütçesinin 2009'da 805 milyon YTL olacağını ifade eden Çolakoğlu, bunun yüzde 70'inin kentsel uygulamalar alanındaki kalıcı projelere aktarıldığını, ayrıca 2008-2009 tanıtım bütçesinin 100 milyon YTL olarak düşünüldüğünü vurguladı. Çolakoğlu, 2010 yılının İstanbul'u için pek çok farklı alanda çalışma ve projeler yürütüldüğünü dile getirerek, "Böylesine kapsamlı ve karmaşık bir proje, ancak sivil toplum kuruluşları, yerel yönetim, merkezi hükümet, özel sektör kuruluşları ve kültür sanat dünyasının ortak çabasıyla başarıya ulaşabilir" dedi.

 

"Sahne Senin İstanbul" sloganıyla başlatılan tanıtım kampanyası çerçevesinde düzenlenen toplantıda, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projeleri, sahne ve gösteri sanatları yönetmeni Dikmen Gürün, görsel sanatlar yönetmeni Beral Madra, müzik ve opera yönetmeni Cem Mansur, müzik yönetmeni Garo Mafyan, edebiyat yönetmeni Ahmet Kot, geleneksel sanatlar yönetmeni Ömer Faruk Şerifoğlu, kent kültürü yönetmeni Gürhan Ertür, çok yönlü projeler yönetmeni Serhan Ada, sinema yönetmen yardımcısı Ayşen Sever, kentsel uygulamalar direktörü Korhan Gümüş, kültürel miras ve müzeler direktörü Suay Aksoy ve dış ilişkiler direktörü Esra Nilgün Mirze tarafından anlatıldı.

 

Toplantının kapanış konuşmasını yapan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Genel Sekreteri Eyüp Özgüç, ajansın yeni döneme büyük bir heyecanla girdiğini belirterek, İstanbulluların bu projeyi sahiplenmelerinin kendileri için en büyük başarı olacağını söyledi. İstanbul için yıllardır bekleyen projelerin hayata geçirilmesini hedeflediklerini ifade eden Özgüç, Atatürk Kültür Merkezi'nin yenilenmesi, dünyanın en büyük Çin ve Japon porselenlerinin bulunduğu Topkapı Sarayı mutfaklarının restorasyonu, Theodosius Limanı projesi gibi yalnızca İstanbul'u ve Türkiye'yi değil, tüm dünyayı ilgilendiren, uluslararası ölçekte projeler  üzerinde çalışıldığını belirtti.

Özgüç, iş dünyasının da bu projeyi sahiplenmesinin ve projelere destek vermesinin yeni projelerin de başlamasını sağlayacağını ifade ederek, "Bu proje İstanbul'un geri dönüşüm projesi, markalaşma projesidir. İstanbul, kendisine yapılan yatırımı fazlasıyla geri verecektir" dedi.

Toplantı dizisinin sonuncusu, 27 Kasım perşembe günü İstanbul'daki yabancı misyonun temsilcileri olan konsolosluklar ve kültür ataşeliklerinin katılımıyla gerçekleştirilecek.

 

İstanbul 2010 çalışmaları kapsamında Atatürk Kültür Merkezi'nin güncellenmesi, yani mimarisini geliştirme projesi ile Gazhane Projesi ve Haliç'teki Galata Köprüsü Projesi önemli çalışmalar arasında yer alıyor.

 

Dünya Kentleri Sergisi'nin 2010 yılında İstanbul'da açılmasının planlandığı çalışmalar kapsamında müzecilikte Galata Mevlevihanesi, Yıldız Sarayı, Resim Heykel Müzesi ve Türk İslam Eserleri Müzesi'nde rehabilitasyon çalışmaları yapılacak. "Adalar Müzesi", "Yenikapı Kent Arkeoloji Müzesi", "Mimar Sinan Araştırma Merkezi ve Müzesi", "İstanbul Kent Müzesi" gibi yerel ve kentsel müzeler kurulması planlanıyor. Müzelerin envanterinin dijital ortama aktarılması amacıyla Müze Depo ve Destek Merkezi kurulması projesinin de tarihi eser kaçakçılığının önlenmesinde etkili olması bekleniyor.

 

Müzik alanında "2010'a Gider İken" projesi kapsamında kentin değişik yerlerinde mobil sahneler kurularak, vatandaşlar müzikle buluşturulacak. "Müziğin Dokunduğu Yaşamlar" projesi çerçevesinde de devlet okullarındaki bin 200 müzik öğretmenine eğitim ve seminerler verilerek, bu bilgiler öğrencilere aktarılacak.

 

  • "Taşınabilir Sanat" projesi kapsamında da İstanbul'un 39 ilçesinde sergiler açılacak.

  • "Sahne ve gösteri sanatları" alanında ise Türk tiyatrosunun bir haritası çıkarılacak ve geleneksel Türk Tiyatrosu Araştırma Merkezi kurulacak.

  • "Geleneksel el sanatları" dalında da unutulmaya yüz tutmuş 30'u aşkın sanat ve zanaat dalında bir festival ve ebru sanatıyla ilgili bir proje hayata geçirilecek.

  • "Edebiyatta" da Uluslararası Roman Yarışması Projesi gerçekleştirilecek ve konusu İstanbul'da geçen 5 romana ödül verilecek.

  • Kudüs-İstanbul-Saraybosna hattı Medeniyetler Buluşması Festivali, başka bir proje kapsamında gerçekleştirilecek.

  • Proje kapsamında ayrıca, hangi edebiyatçının nerede doğup nerede yaşadığını içeren İstanbul Edebiyat Haritası çıkarılacak.

  • "Bana İstanbul'u Anlat" projesinde de vatandaşların kendi amatör kameralarıyla kenti çekmeleri istenecek. Çekilen 10'ar dakikalık kısa filmler bir araya getirilip montajlanarak bir İstanbul belgeseli hazırlanacak.

  • Ayrıca İstanbul'u fon olarak kullanan Hollywood filmleri desteklenecek.

  • Toplantı, 26 Kasım çarşamba günü iletişim dünyası, 27 Kasım perşembe günü yabancı misyon şefleri ve kültür ataşelikleri için tekrarlanacak.

Cnn Türk, 26.10.2008

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Eskişehir'de jandarmanın yaptığı operasyonda 2 zanlı ile birlikte 2 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

Alınan bilgiye göre, aldıkları bir ihbarı değerlendiren jandarma timleri, Eskişehir-Kütahya karayolu, Orman Fidanlığı önünde plakası belirlenen bir otomobili durdurmak için uygulama başlattı.

 

Yapılan çalışmada içerisinde M.Ş. ve H.A.'nın bulunduğu bahse konu otomobili durduran görevliler aracın bagaj bölümünde yaptıkları aramada, kadın figürlü bir heykel ile pişirilmiş topraktan imal edilen keçi figürlü tarihi içki kabı ele geçirdi.

 

Jandarma, gözaltına alınan iki zanlının sorgulamalarının ardından adliyeye sevk edileceğini bildirdi.

Eskişehir Kent Haber, 26.11.2008

MÜZEKART SATIŞLARI 400 BİNE ULAŞTI

 

Türkiye’de bu yıl uygulamaya konulan ve müze ve ören yerlerini ziyarette 20 YTL karşılığında bir yıl boyunca kullanılan Müzekart’tan, 5 ayda 400 bin adet satıldı. Müzekart’ın bir yılda 2,2 milyon kişiye ulaşması bekleniyor.  

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmeleri Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) Müdürü Tolga Yusuf Tuyluoğlu, Türkiye genelinde 5 ayda 400 bin Müzekart’ın satıldığını söyledi. 

Tuyluoğlu, 23 noktada satışları süren Müzekart’ın, 18 Haziran tarihinden 1 Kasım’a kadar olan dönemde 400 bin kişiye ulaştığını kaydederek, “Söz konusu rakam ile hedeflerimizi tutturmuş bulunuyoruz” dedi. 

 

Tuyluoğlu, “12 aylık bir dönem sonunda Müzekart satışlarının 1 milyon 200 bin rakamına ulaşacağı tahmin edilmektedir ki bu rakam proje hedefi olan 1 milyon adedin üzerindedir” diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 26.11.2008

ANZAK YOLUNDA ÇİLE SÜRÜYOR

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı içerisinde bulunan Anzak yolundaki çalışmaların 2 yıldan bu yana yapılmaması, bölgeyi ziyaret edenleri zor durumda bırakıyor. 

6-7 kilometrelik yolun yaklaşık 2-3 kilometrelik bölümünün toprak içinde olduğunu belirten Çanakkale Turizm Tanıtma ve Alan Kılavuzları Derneği Başkanı Ahmet Kaşıkçı, "Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda 3,5 yıl önce tamamlanmadan hizmete giren ve çökmeler sebebiyle de büyük tepkilere sebep olan Anzak yolunda onarım çalışmalarının 2 yıldan bu yana yapılmaması, bizi zor durumda bırakıyor. Bu yıl birçok alan kılavuzu arkadaşımız, bölgedeki yolun bozuk olması sebebiyle Anzak koyuna yapılacak turlarını iptal etmek zorunda kaldı. Yıllardır devam eden bu çilenin artık sona erdirilmesini ve en kısa sürede 6-7 kilometrelik bu yolun asfaltlanmasını istiyoruz" ifadelerini kullandı. 

Öte yandan yurdun değişik bölgelerinden tarihi alanları gezmeye gelen vatandaşlar ise yazın toz, kışın da çamur içinde olan bu yolun 2 yıldır yapılmamasına bir anlam veremediklerini belirterek, "Çanakkale turistik bir il. Her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği bu yere araçlarıyla gelenler büyük sorun yaşıyor. Bazı tur operatörleri ise araçlarını yolun bozuk olması sebebiyle Anzak yoluna sokmuyor. En kısa sürede bu yolun yapılmasını istiyoruz" dedi. 

Öte yandan yolun yapılamamasının ön önemli sebepleri arasında, Avustralya hükümetinin yol yapımı sırasında doğal yapının tahrip edileceğini öne sürerek çalışmaları durdurması olduğu iddia edildi.

Çanakkale Kent Haber, 26.11.2008

ZEUGMA'DA HARİTA ÇALIŞMASI

 

 

Zeugma Antik Kenti ile Rumkale arasındaki Fırat Nehri'ne bakan 25 kilometrelik güzergahta, harita çalışması başlatıldı. İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından hazırlanan, ''Nizip Bölgesi Halihazır Harita Hazırlama İşi'' konulu projenin ihalesi yapıldı. Açık ihale usulü ile yapılan ve 13 firmanın katıldığı ihaleyi, en uygun teklifi veren Acar-Gis Harita Mühendisliği Ltd. Şirketi kazandı.

 

İhaleyi kazanan firma, çalışmalara başladı ve 200 günlük bir çalışmayla, 4 Haziran 2009'da harita çalışmasını tamamlayacak. Firma çalışanları, toplam 1750 hektarlık geniş bir alanda, Fırat Nehri'ne bakan yamaçlarda 25 kilometrelik bir güzergahta titiz bir çalışma yaparak, bölgenin haritasını çıkartacak. Bölgede yapılacak olan çalışmalar, GPR (Yeraltı Radar Yöntemi) cihazı ile yüzey araştırmaları yapılarak, iş kısa sürede tamamlanacak.

 

İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Abdülkadir Demir, yapılan titiz bir çalışma sonucunda hazırlanan proje kapsamında ihalenin gerçekleştirildiğini, 200 günlük kısa bir çalışma sonucunda harita çalışmasının tamamlanacağını söyledi. Harita çalışmasının, tarihi ve kültürel mekanlarda yapılacak olan çalışmalar için son derece önemli bir gelişme olacağını belirten Demir, ''Halihazır harita çalışması, Zeugma Antik Kenti ile Rumkale arasındaki bölgede, ileride yapılması düşünülen imar planlamasının da altyapısını oluşturacak'' dedi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 26.11.2008

JANDARMA DEFİNECİLERE GÖZ AÇTIRMIYOR

 

Karabük'ün Safranbolu İlçesi'nde kaçak tarihi eser kazısı yapan 6 kişi suçüstü yakalandı.


Edinilen bilgilere göre, Karabük İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince Safranbolu İlçesi'ne bağlı Kuzyaka öte köyde kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine bölgede yapılan araştırmada İ.E.O. (51), E.E. (33), H.B. (54), N.E. (58), S.D. (48) ve R.Ç. (52) suç aletleri ile birlikte suçüstü yakalandı.
Jandarma ekiplerince göz altına alınan 6 şahıs çıkarıldıkları Cumhuriyet Savcılığı'nca serbest bırakıldı.

Karabük Kent Haber, 26.11.2008

MÜZELERDEKİ  ESERLER UYDUDAN TAKİP EDİLECEK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, müzelerdeki eserleri korumak için yeni bir proje üzerinde çalışıyor.

 

Bu proje gerçekleştiğinde müze ve ören yerlerinin teşhir salonlarında ya da depolarında bulunan eserler ile bu eserlerin yurtiçi ve yurtdışında sergilenmek amacıyla taşınması süreci GPRS (Genel Paket Radyo Servisi) ve RFİD (Radyo Frekanslı Tanıma) gibi sistemlerle takip edilecek. Sistemin hayata geçirilmesiyle eserlerin anlık sayımı da yapılabilecek. Kültür varlıklarının korunması, sergilenmesi, yayımlanması ve yönetilmesi aşamalarının tümünde son teknolojik sistemleri kullanmak isteyen Bakanlık, TÜBİTAK ve DTP ile birlikte çok sayıda proje geliştirdi. 'Taşınır Kültür Varlıklarını Etiketleme ve İzleme Sistemi Tasarımı ve Mekansal Entegrasyonu (KÜLTÜR-ID)' projesi de bu çerçevede geçtiğimiz ağustos ayında hazırlandı. İki yıl içinde hayata geçirilecek olan sistemde eserler yerlerinden kaldırıldığı anda bilgi sahibi olunacak. Eser dünyanın neresine giderse gitsin, Bakanlığın görüş alanı dışına çıkamayacak. Müze ve ören yerleri şu an için sadece kamera ve güvenlik görevlileri ile korunuyor. Buna rağmen hırsızlıkların önüne geçilemiyor.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 26.11.2008

PAŞA KONAĞI KAMULAŞTIRILIYOR

 

 

Ordu'da, cumhuriyetin kurulduğu yıllarda vali konağı olarak kullanılan 18. yüzyıldan kalma konağın kamulaştırılmasıyla ilgili çalışma başladı.


İl Genel Meclisi 18. birleşim toplantısında, il merkezinde daha önce Vali Konağı olarak kullanılan tarihi bina ve Selimiye Mahallesi’ndeki Kahraman Sağra Konağı'nın kültür hizmetlerinde kullanılmak üzere kamulaştırılması için teklif verildi.

 

Önerge hakkında konuşma yapan İl Genel Meclis üyesi Abdurrahman Baş, söz konusu yapılan kültürel bir değeri olduğunu düşünerek böyle bir önerge hazırladıklarını söyledi. Her iki binanın da özel idare tarafından satın alınarak kamu yararına kullanılmasını istediklerini ifade eden Baş, "Buraların Özel İdare bütçesi ile alınması zor olabilir. Ancak valimiz ve Kültür Bakanlığı'ndan talep edilmesi halinde kültür ve turizm değerlerimize kazandırılacaktır" dedi.


Bazı meclis üyeleri tarafından satın almanın mümkün olmadığı konakla ilgili sert tartışmalar yaşandı. Önergeye karşı çıkan meclis üyeleri Özel İdare'nin birçok sorunu bulunduğunu ve bu teklifin gerçekçi olmadığını savundu. Önerge görüşülerek Bayındırlık ve Bütçe Komisyonu’nun ortak çalışmasına sevk edildi.

Ordu Kent Haber, 26.11.2008

ŞEYH EDEBALİ'NİN EVİ, ECDADIN KEMİKLERİNİ SIZLATIYOR

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun manevi kurucusu Şeyh Edebali'nin yaşadığı ev Eskişehir'de bulundu. Araştırmacı-yazar Osman Ömer Yener, 23 yıl süren çalışmanın ardından bulunan evin Eskişehir'in Uludere Köyünde olduğunu belirledi.

 

Evin 100 yıldan bu yana köyün çamaşırhanesi olarak kullanıldığı ortaya çıktı. Araştırmacı-yazar Yener, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan evi belgeleriyle birlikte Noter'e tasdik ettirdi. Evin, Anıtlar Kurulu tarafından koruma altına alınması bekleniyor.

 

Uludere Köyü Muhtarı Hasan Hüseyin Taze, evin tarihi önemini bilmediği için yıllardır içinde çamaşır yıkayıp kazanlarda su kaynattıklarını söylüyor. Muhtar Taze, "Bilinçsizce yaptığımız bu işler evi kötü duruma getirmiş. Alınan karar gereği bundan sonra burada çamaşır yıkanmayacak. Yıkayanlara ceza uygulanacak." diye konuştu. Araştırmacı-yazar Osman Ömer Yener ise, 1985 yılında söz konusu evle ilgili çalışma başlattığını, çok sayıda belge elde ettiğini anlatıyor. Yener, 23 yıldır araştırmalarını sürdürdüğünü sonunda Osmanlı Devleti'nin manevi kurucusu Şeyh Edebali'nin yaşadığı evin Uludere Köyü'nde olduğunu tespit ettiğini dile getiriyor. Edebali'nin Şam'dan sonra Uludere Köyü'ne gelerek söz konusu evde, Hicri 690 ila 710 yılları arasında 19 yıl boyunca yaşadığını belirten Yener, "Osmanlı sultanlarının fermanlarında da bu evden bahsediliyor. Söz konusu fermanlarda tarif edilen ev ile Uludere Köyü'ndeki ev birbirini tutuyor. Ayrıca Edebali'nin buradaki medrese, zaviye ve dergahları fermanlarda bahsediliyor." diye konuştu. Yener, Osmanlı'nın kuruluş fermanı ile ilk hutbe bu evde hazırlandığını da iddia etti.

Zaman, haber: Mehmet Kuru, 25.11.2008

TARİHLE İÇİÇE YAŞIYORLAR

 

 

Tarihi Sebastopolis Antik Kenti’nin üzerinde kurulu olan Tokat’ın Sulusaray İlçes'inde vatandaşlar, antik şehrin kalıntılarıyla iç içe yaşıyor. Sulusaray ilçesi, Roma İmparatoru Trajan zamanında (MS 98-117) Pontus Galaticus’la, Polemoniacus eyaletlerinden ayrılarak Capadokia eyaletine dahil edilen Sebastopolis Antik Kenti’nin üzerinde kurulu bulunuyor.

 

Yunanca kelime anlamı büyük, azametli şehir olan Sebastopolis’in bazı kaynaklarda MÖ 1. yüzyılda kurulduğu bildiriliyor. İlçelerinin tarihi Antik Kent Sebastopolis üzerine kurulu olduğunu söyleyen Sulusaray Belediye Başkanı Bekir Coruk, “Bu tarihin üzerinde 180 adet fiili olarak kullanılan ev var. Bu insanlarımızı kapı dışarı etme şansımız yok. TOKİ ile işbirliği yaparak TOKİ’ye hazineden 850 dönümlük, yani 850 bin metrekarelik bir alanı devrettik. Sebastopolis Antik Kenti­’nin gün yüzüne çıkarılması için yaptığımız girişimlerimiz devam ediyor” şeklinde konuştu.

 

Coruk, “Sebastopolis Antik Kenti’nin dünyanın en büyük antik şehri olan Efes Harabeleri gibi gün yüzüne çıkarılmasını istiyoruz. Bu gün yüzüne çıkarıldığı takdirde dünyaya yeni bir miras ve tarih kazandırılacak” diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 25.11.2008

MEVLEVİ CAMİİ MÜZE OLUYOR

Afyonkarahisar'da restorasyon çalışmaları tamamlanan Mevlevi (Türbe) Camii, müzeye dönüştürülüyor.


Afyonkarahisar Valiliği ve Belediye Başkanı Abdullah Kaptan'ın eşi Kent Konseyi Kadınlar Meclisi Onursal Başkanı Binnur Kaptan'ın girişimleriyle Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Mevlevi Camii'nde başlatılan restorasyon çalışmaları tamamlandı. Çilehanelerin iç tefrişi asli fonksiyonunu icra edecek şekilde yeniden yapılan cami, Mevlevi (Türbe) Camii Sultan Divani Mevlevihane Müzesi adı altında açılacak.

Afyonkarahisar Kent Haber, 25.11.2008

"İSLAM SANATLARI YATIRIM ARACI OLARAK GÖRÜLMEMELİ"

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, 125. yılını çeşitli etkinliklerle kutluyor. Sanayi-i Nefise Mektebi adıyla ressam Osman Hamdi Bey tarafından kurulan akademinin Geleneksel Sanatlar Bölümü, geçtiğimiz haftalarda 'Geçmişten Günümüze Geleneksel Sanatlar' başlığıyla 'kısa' bir sergi düzenledi.

 

Kamil Akdik'ten Rikkat Kunt'a, Muhsin Demironat'tan Macit Ayral'a, İsmail Hakkı Altunbezer'den Ali Alparslan'a, oradan da günümüze kadar pek çok ustanın ve halen akademide olan hocalarla öğrencilerin eserleri sergide yer aldı. Kısaca yolu bu üniversiteden geçmiş tüm sanatçıların eserleri aynı çatı altında toplanmıştı. Geleneksel sanatlar bölümü ilk kez böyle kapsamlı bir sergi düzenliyordu.

 

Üniversitenin 125. yılı dolayısıyla kapısını çaldığımız Tezhip Anasanat Dalı Başkanı Prof.Dr. Faruk Taşkale, 'altın çağını yaşıyor' denilen klasik sanatlara dair pek dile getirilmeyen konulardan söz açtı. Taşkale, klasik eserlerin 'en gözde yatırım aracı' olarak görülmesinden tutun da, bunların sürekli aynı isimler etrafında tekelleşmesine kadar pek çok sorunu dile getirdi, biraz da yakındı. Geleneksel sanatların yaygınlaşması adına önemli işlerin yapıldığını söyleyen Taşkale, "Devlet duyarsız değil, İslam eserlerine sıcak bakıyor. Belediyelerin, vakıfların açtıkları kurslar da var; ama yeterince yaygın değiller. Belli bir kitle var. Her şey bunların etrafında dönüyor. Yarışma yapılıyor, jüri üyeleri hep aynı isimler. Bankaların, Kültür Bakanlığı'nın yarışmaları oluyor, yine üyeler karşılıyor sizi. Bu sanatlar belli kişilerin tekelinde yürüyor. Onlar da istedikleri gibi döndürüyor çarkı." diyor.

 

Klasik sanatlara olan ilgi gitgide artarken müzayedelerde özellikle hat eserleri yüksek fiyatlara alıcı buluyor. Geçtiğimiz aylarda müzayedeye çıkan Şevket Rado Koleksiyonu'ndan sonra önceki gün de Emin Barın Koleksiyonu satışa sunuldu. Taşkale, müzayedeleri ve koleksiyonerlerin klasik sanatlara ilgisini ise şöyle değerlendiriyor: "Bu ilgi, Sevgi Gönül, Sakıp Sabancı ve birkaç koleksiyonerin İslam eserlerine verdiği önemle başladı. Onlar sadece bir koleksiyon veya eser olarak düşünmüyorlardı bunları. Eserleri korumak ve kollamak gibi düşünceleri de yoktu, önemli olan eserin kendisiydi. Bu iki ismin vefatından sonra bir süre müzayedeler sönük geçmeye başladı. Lakin son birkaç yıldır bir canlanma var. Şevket Rado Koleksiyonu'ndan sonra ise büyük bir hareketlilik başladı. Ve pazar günü gerçekleştirilen Emin Barın müzayedesi de bu ilginin ne derece arttığını göstermiş oldu."

 

Hem Rado'nun hem de Barın'ın eserlerinin devlet veya bir koleksiyoner tarafından topluca satın alınması pek çok kimsenin dileğiydi. Fakat her iki müzayede sonunda eserler dağıldı. Müzelerimizin bu iki önemli koleksiyondaki eserleri toplu halde alıp sergilemede duyarsız kaldıklarını söyleyen Taşkale, "Rado'nun eserleri çok iyi bedellere satıldı. Emin Barın da öyle. Umarım İslam sanatlarına ilgi duyan birilerine ulaşmışlardır. Bunları yatırım aracı olarak değil, defalarca bakıp zevk alınacak sanat eserleri olarak görmeliyiz." diyor.

 

Son dönemlerde klasik anlayışın ötesinde pek çok eser görücüye çıkmaya başladı. Kimi ustalar bunu pek hoş karşılamazken kimileri yenilikten yana. Faruk Taşkale de bu gelişimi destekleyenlerden. Aynı zamanda tezhip sanatçısı olan Taşkale şöyle diyor: "Klasik bilgileri edindikten sonra kişiyi serbest bırakmak gerekir. Bakalım neler çıkıyor ortaya... Sanatçıların nefes almalarına izin vermek gerek. Sadece 'klasik, klasik' dersek, belli bir dönemi alıp bize ters düşen yerlerini geri bırakırsak, bu tutuculuk olur. Öyle ki klasik sanatlarda eleştiri geleneği yok diyoruz. Aslında var; yıkıcı, bozucu içine kapatıcı, uzaklaştırıcı bir eleştiri..."

Zaman, Haber: Musa İğrek, 25.11.2008

800 YILLIK HANI YAĞMALADILAR

 

Kütahya-Afyonkarahisar karayolunun 23. kilometresinde bulunan 815 yıllık tarihi Yenice Hanı, tarihi eser hırsızları tarafından talan edildi.
Kütahya'daki tarihi eserlerin yok olmasına tepki gösteren Yenice Köyü sakinleri, Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü bünyesinde bulunan Yenice Han'ın restore edilmesini istedi.


Köy muhtarı Sait Açıkgöz, "Tarihi eserler, kısa yoldan zengin olma hayali kuran hırsızlara teslim edildi. 1980 yılına kadar han olarak kullanılan 815 yıllık tarihi yapının içi adeta bir köstebek yuvasını andırıyor. Defineciler, hanın içerisinde bulunan kitabe ve değerli taşları söküp götürmüş.Tarihi yapıya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün sahip çıkmasını istiyoruz" dedi. Açıkgöz, Vakıflar Bölge Müdürü Hasan Gök'ün tarihi yapıyı ayağa kaldırmak için çaba göstermesini istedi.

Selçuklular tarafından inşa edilen tarihi hanın Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde de hizmet verdiği öğrenildi. Çaldıran Savaşı'ndan dönen Yavuz Sultan Selim'in, 815 yıllık tarihi handa bir gece mola verdiği, aynı handa Evliya Çelebi'nin de defalarca kaldığı rivayet ediliyor.

Kütahya Kent Haber, 25.11.2008

TARİHE SALDIRI

 

Eylül ayında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tarafından açılışı yapılan Taşköprü tarihi cephanelik binası saldırıya uğradı.

 

Tarihi cephanelik binasının duvarlarına, bekçi kulübesine ve banklara boya ile yazı yazan 15 yaşındaki İ.I. ve 21 yaşındaki E.Ç. isimli şahıslar Polis tarafından yakalandı. Şahıslar alınan ifadeleri sonrası Savcılığın talimatı üzerine serbest bırakıldılar.

Kastamonu Nasrullah, 24.11.2008

LAODİKYA'DA ALTI YILDIR SÜRDÜRÜLEN ÇALIŞMALAR

 

Denizli’nin antik kentlerinden Laodikya’da altı yıldır sürdürülen kazı çalışmaları sonunda önemli tarihi eserler gün yüzüne çıkarıldı. Prof. Celal Şimşek, fresklerin detaylı olarak incelendikten sonra uluslararası bir bilim dergisinde yayınlanacağını belirtti.

Altı yıldan bu yana sürdürülen kazı çalışmaları sonunda İncil’de adı geçen yedi kutsal kentten biri olan Laodikya’nın önemli bir bölümü ayağa kaldırıldı. Kazı çalışmalarında önemli tarihi eserler gün yüzüne çıkarıldı. Pamukkale Üniversitesi tarafından Prof.Dr. Celal Şimşek başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında bu yıl A Evi’nin duvarında 5’inci Yüzyıl’a ait olduğu tespit edilen orijinal İncil’den alıntı pasajlar yazılı renkli freskler bulundu. Freskler koruma altına alınıp, duvarların etrafı sağlamlaştırıldı. Kazı Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, orijinal İncil’den pasajlar bulunan fresklerin detaylı olarak incelendikten sonra uluslararası bir bilim dergisinde yayınlanacağını ve uluslararası bir panelde sunumunun yapılacağını söyledi. Şimşek, pasajların günümüzdeki İncil ile 5’inci yüzyıldaki İncil’in karşılaştırılması açısından büyük önem taşıdığını belirtti.

Laodikya kazılarında 14 akademisyen, 15 arkeolog, altı restoratör, iki antropolog, 85 öğrenci ve 47 işçinin görev yaptığını, bu yıl çeşitli kurumlardan kazılar için 450 bin YTL kaynak sağlandığını belirten kazı başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, bu yıl kazı çalışmalarının 15 Kasım’da tamamlandığını belirtti. Laodikya’da altı yıl süren kazı çalışmalarında önemli aşama kaydettiklerini söyleyen Prof.Dr. Şimşek, "Laodikya dünyanın gezip gördüğü, her yıl yapılan kazı ve restorasyonların heyecanla takip edildiği, Denizli’nin turizm gelirlerine katkıda bulunan ve tanınmasını sağlayan, ülkemizin en önemli ören yerlerinden biri. İnanç turizmi için büyük önem taşıyan antik kent artık yabancı turistlerin de uğrak yerlerinden biri oldu. Uyuyan dev uyandı" dedi.

Prof. Şimşek, bu yıl Erken Bizans Çeşmesi’nin kazısı, koruması ve restorasyonunun tamamlandığını, A Evi’ndeki kazı çalışmalarında bol miktarda terazi, gram ve sikke gibi malzemelerin bulunduğunu, Tapınak A’da frizlerdeki barok tarzdaki ranke süslemeleri, horoz kabartmaları, bereket boynuzları, balıklar, bitkilerin bulunduğunu, mermer taban döşemelerinin sağlamlaştırıldığını söyledi. Şimşek, nekropollerde yapılan kazılarda da 87 mezarın ortaya çıkarıldığını belirtti.

Kazı çalışmalarının bu yıl Doğu Bizans Kapısı ve kuleleri, A Evi, A Tapınağı, Korint Tapınağı ve Kuzey Bazilikası, Asapos Tepesi, Kuzey Tiyatrosu, kuzeybatı, kuzeydoğu ve kuzey nekropolünde yapıldığını ayrıca kazıda değişik sektörlerde çıkarılan pişmiş toprak, metal, sikke, kemik, fildişi malzemelerin restorasyonları, temizlik ve koruma çalışmaları yapıldığını anlatan Şimşek, "Bu yılki kazılarda çok önemli eserleri gün yüzüne çıkardık. Bunlardan en önemlisi de duvarda 5’inci yüzyıla ait orijinal İncil’den pasajların yazılı olduğu freskler. Bu freskler Laodikya’nın döneminin en önemli ticaret ve inanç merkezlerinden biri olduğunu da kanıtlıyor. Detaylı inceleyip uluslararası platformda duyuracağız" dedi.

Hürriyet Ege, Haber: O. Nuri Boyacı, 24.11.2008


******


LAODİKYA'DA ANTİK BUZDOLABI BULUNDU





Denizli yakınlarındaki antik kent Laodikya’da altı aydır devam eden kazılar sona erdi.

Laodikya Kazı Heyeti Başkanı ve Pamukkale Üniversitesi öğretim üyesi Prof.Dr. Celál Şimşek, bu yılki kazılarda en önemli buluşun Suriye Caddesi’ndeki şarap imalathaneleri olduğunu vurguladı. Şimşek, şunları söyledi: "Bu bölümde ortada bir havuz, etrafta oturma yerleri var, ayrıca kuyular tespit ettik. Ortaya çıkarılan yazıtlarda imal edilen şarapların bu kuyularda saklandığını ve soğutulduğunu, yaz kış şarapların 17 derecede ikram edildiğini öğrendik. Şarap uzmanlarına sorduk en iyi sıcaklık 17 dereceymiş. Kuyuların etrafında kullanılan su ile şaraplar korunmuş, sabit sıcaklıkta tutulmuş. Yani Laodikyalılar buzdolaplarını icat etmişler, bu kuyulara antik buzdolabı diyebiliriz."

Hürriyet, 25.11.2008

OSMAN HAMDİ'NİN 'HAN İÇİ' TABLOSUNA 2.2 MİLYON YTL

 

Portakal Sanat ve Kültür Evi tarafından düzenlenen "Sonbahar Müzayedesi"nde, ressam Osman Hamdi Bey'in "Han İçi" adlı tablosu, 2 milyon 200 bin YTL'ye satıldı.

Conrad Oteli'ndeki müzayedede, Türk ressamlara ait tablolar, aralarında Osmanlı İmparatorluğu padişahları 2. Mahmud, Abdülaziz ve Abdülmecid'in yazdıklarının da yer aldığı hat eserler ve fermanlar satışa sunuldu.

Müzayedede, Sultan 2. Beyazıd tuğralı vakfiye 330 bin YTL'ye, Sultan 2. Mahmud'un yazdığı hat eseri 80 bin YTL'ye satıldı.

Yeni Şafak, Fotoğraf: Sabah, 24.11.2008

TARİHİ BEYLER EVİ CBÜ'YE VERİLDİ

 

Manisa’nın Kula İlçesi’nde 3 katlı 7 odalı ahşap tarihi Beyler Evi, Turizm Otelcilik öğrencilerinin ders göreceği uygulamalı otel olarak restore edilmek üzere Celal Bayar Üniversitesi’ne (CBÜ) 25 yıllığına tahsis edildi. Mülkiyeti Kula Belediyesi ile Kula Kaymakamlığı’na ait olan tarihi ev, 5 yıl içinde restore edilerek butik otel olarak hizmete girecek. Evin anahtarını DP’li Belediye Başkanı Halil Gülcü’den alan CBÜ Kula Meslek Yüksek Okulu Müdürü Yrd. Doç. Ali Gül Çubuk, Kula’daki tarihi evlerin kazanımı için herkese görev düştüğünü belirterek, CBÜ olarak tarihi evi restore ettireceklerini söyledi. Çubuk, "Turizm ve Otelcilik bölümü öğrencileri butik otelde uygulamalı eğitim görecek. Buradan diğer otellere eleman yetişecek ve turizme büyük katkı sağlayacağız. Bu tür butik otellerin 15-20’ye ulaşması, ilçenin turizm kenti olmasına büyük katkı sağlayacaktır" dedi.

Hürriyet Ege, Haber: Hikmet Sepet, 24.11.2008

ULUCAMİ ÇEVRE DÜZENLEMESİ MEVZUATA TAKILDI

 

Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası çevre düzenlemesi ve tarihi eserin etrafında bulunan mülkiyetlerin kamulaştırılması mevzuata takıldı. UNESCO tarafından 'Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınan cami ve darüşşifasının restorasyonu için uzun zamandır toplantılar ve çalışmalar yapılıyordu. Gelinen noktada dünya harikası olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası için somut adımlar atılmaya başlandığı sırada bu kez mevzuat krizi baş gösterdi. Sivas İl Özel İdaresi tarafından yapılacak olan Divriği Ulu Camii çevre düzenlemesi ve kamulaştırma çalışması, mücavir alan engeline takıldı. Çalışma yapılacak alan Divriği Belediyesi mücavir alanı içerisinde kaldığı için mevzuat krizi yaşanıyor. İl Özel İdaresi, belediye mücavir alanı içerisinde olan bölgeye direkt olarak müdahil olamıyor. Çevre Düzenlemesi ve kamulaştırma için İl Özel İdaresinde bulunan genel bütçeli ödenek ise mevzuat gereği özerk bütçeli olan belediyeye aktarılamıyor. Divriği Ulu Camii'nde yaşanan mevzuat krizinin aşılması için Vali Veysel Dalmaz başkanlığında geniş katılımlı bir toplantı yapıldı. Ancak sorunun aşılamadığı öğrenildi. Oysa bu mevzuat krizin aşılmasının yolu var. Öncelikle Divriği Ulu Camii Anıt Eser Kurulu'nun Divriği Ulu Camii etrafında ki yeşil alanların ve binaların cami alanı olarak ilan edileceği bir karar alması gerekiyor. Daha sonra bu kararın Divriği Belediye Meclisi'nde oylanarak kabul edilmesi ve Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanması gerekiyor. Bu onayın ardından İl Özel İdaresi, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası çevre düzenlemesi ve tarihi eserin etrafında bulunan mülkiyetlerin kamulaştırılma çalışmasına başlayabilecek.

Yeşil Divriği, 24.11.2008

EMİN BARIN KOLEKSİYONU KRİZ DİNLEMEDİ





"Emin Barın koleksiyonu kimin olacak?" diye günlerdir merakla beklenirken, dün nihayet sular duruldu ve koleksiyon Portakal Sanat Evi'nin Sonbahar Müzayedesi'nde parça parça yeni sahiplerini buldu.

 

'Bir yazı sevdalısı' olarak anılan hattat, cilt sanatçısı ve tasarımcı Emin Barın'ın (1913-1987) yıllardır bekleyen koleksiyonu tahmin edildiği gibi dağıldı. Conrad Otel'de gerçekleştirilen geniş katılımlı müzayede kriz dinlemedi. Fiyatlar kimi zaman kat be kat artarken müzayedeye çıkan eserlerin büyük çoğunluğu satıldı. Mehmed Aziz Rufai'nin Hilye-i Şerif'i dudak uçuklatacak bir fiyata 260 bin YTL'ye alıcı buldu. Şeyh Hamdullah Kıt'ası 90 bin, Halim Özyazıcı'nın levhası 55 bin, Hamit Aytaç'ın Hututu Mütenevvia'sı 90 bin, İsmail Hakkı Altunbezer'in levhası 56 bin YTL'ye, Mahmud Celaleddin'in levhası 100 bin YTL'ye, Abdülmecid'in Tuğrası 100 bin YTL'ye satıldı.

Kamil Akdik, Hamit Aytaç, Mahmud Celaleddin, İsmail Hakkı Altunbezer gibi hattatların besmeleleri, levhaları, kıt'aları, ayetleri, hadis-i şerifleri, kelam-ı kibarları ve beyitleri en çok ilgiyi gören eserlerdendi. Yaklaşık 180 parça eser görücüye çıkarken salondaki uğultu ve heyecan görülmeye değerdi.

 

Raffi Portakal'ın yönettiği müzayede, alıcıların çekişmesinden dolayı uzun sürdü. Krizin koleksiyoncuları ve alıcıları pek etkilemediği de kulaklara fısıldanan sözlerdendi. Barın'ın koleksiyonu geçtiğimiz aylarda müzayedeye çıkan Şevket Rado'nun koleksiyonundan çok daha fazla ilgi gördü. Öyle ki pek çok eser muhammen bedelinin iki-üç katı fiyatına satıldı. Fermanlarla birlikte Emin Barın'a ait levhalar da alıcıların ilgi gösterdiği eserler arasındaydı.

 

Müzayedenin 'Büyük Ustalardan Tablolar' başlıklı ikinci bölümü Barın Koleksiyonu'na nispetle sönük geçti. Fakat eserlerin fiyatları yüksekti. Her tablosu rekor fiyata satılan Osman Hamdi'nin açılış fiyatı 2 milyon YTL olan 'Han İçi' adlı peyzajı 2 milyon 200 bin'e 'Dilenci' adlı eseri ise 275 bin YTL'ye satıldı. Süleyman Seyyid'in Kuyudan Su Çeken Kadın'ı ise 300 bin YTL'ye alıcı buldu.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 24.11.2008

KUTSAL METİNLER SERGİLENİYOR





Ortaçağ resim sanatının en güzel örneklerini içeren el yazmaları, Amerika Birleşik Devletleri’nin Los Angeles kentindeki Getty Müzesi’nde sergilenmeye başladı.

 

El yazmalarında yer alan ve birçoğu İncil’den alınan sahneler, Ortaçağ’da önemli işlere imza atan Paul, Herman ve Jean Limbourg kardeşler tarafından yapılmıştı. Söz konusu el yazmalarının yapılması için sanatçılara destek sağlayan ve Jean de France adıyla bilinen Berry Dükü’nden dolayı 18 kasım günü ziyarete açılan sergiye The Belles Heures of the Duke of Berry adı verildi. Sergi 8 Şubat 2009 tarihine kadar ziyarete açık olacak.

 

Berry Dükü, Fransa tarihinin en başarılı birkaç kralının oğlu, erkek kardeşi ve amcası olarak da biliniyor. Berry Dükü hakkında konuşan Metropolitan Museum of Art’daki Ortaçağ Sanatı Koleksiyonu’nun küratörü Timothy B. Husband, 1340 - 1416 yılları arasında yaşayan Berry Dükü’nün sanatsal faaliyetlere destek olduğunu söyledi. Dükün çok sayıda saraya ve şatoya sahip olduğuna bunun yanında şapeller inşa ettirdiğine değinen Husband, “Yüzyıl Savaşları’nın yapıldığı esnada Fransa’nın önemli bir bölümünün Berry Dükü’nün yönetimi altında olduğuna değindi. Dükün zamanının iyi sanatçılarını koruduğunu, maddi olarak desteklediğini ve iyi eserler yaratmaları için gereken olanakları onlara sağladığını anlatan Husband, “Fakat Berry Dükü’nün en büyük tutkusu Saatlerin Kitabı / Books of Hours adıyla bilinen ve içinde kişisel duaların yer aldığı lüks el yazmalarıydı,” dedi. Husband, dükün özellikle 40 yaşından sonra bu tür çalışmalarla ilgilenmeye başladığını sözlerine ekledi.

 

“Ortaçağ’ın Bestseller’ı” olarak tanımlanan Books of Hours, gerçekten de o dönemde son derece popülerdi. Bu popülerliğinin en önemli nedeni ise inançlı Hıristiyanlar’ın bu el yazmaları sayesinde ruhban sınıfının aracılığına ihtiyaç duymadan Tanrı ile iletişim kurulabileceklerine inanıyor olmalarıydı.

 

Dük, çok sayıda insana borcu olmasına rağmen Books of Hours isimli kitap serisinin en sevilen iki tanesine finansal destek sağlamaktan vazgeçmedi. Bu kitaplardan biri olan Très Riches Heures Paris’in kuzeyindeki Musée Condé at the Chateau of Chantilly’de saklanıyor ve herhangi birinin bu eseri inceleme şansı bulması neredeyse imkansız. Diğer el yazması Belles Heures ise 1954 tarihinde Met Koleksiyonu’na eklenmişti.

Taraf, 23.11.2008

NOEL BABA MÜZESİ'NDE RESTORASYON

 

Antalya'nın Demre İlçesi'ndeki Noel Baba Müzesi, bölgenin en çok turist çeken tarihi mekanlarında biri... 

 

Müze'deki restorasyon çalışmaları sırasında 8 ve 9'uncu yüzyıllara ait 12 tane duvar resmi ortaya çıkarıldı. 

 

Din adamlarının yaptıkları toplantıların tasvir edildiği resimler, önce çamur tabakasından temizleniyor daha sonra yapıştırıcı ile sağlamlaştırılıp sabitleniyor . 

 

Onbir yıldır devam eden duvar resmi çalışmalarının bu yıl tamamlanması bekleniyor.

Trt/Haber, 23.11.2008

BİZANS  DÖNEMİNE AİT 161 SİKKE ELE GEÇİRİLDİ

 

Erzurum'da Bizans ve Osmanlı döneme ait 161 adet altın sikke ele geçirildi. Sikkelerle ilgili olarak yakalanan 6 kişi gözaltına alındı.

 

Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla F.G, S.S,A.K, S.K,S.D ve S.D isimli şahısları yakın takibe aldı. Bizans ve Osmanlı dönemine ait altın sikkeleri şehir merkezinde pazarlamak isteyen zanlılara yönelik operasyon gerçekleştiren polis, söz konusu şahısların üzerinden 161 adet altın sikke ele geçirdi. Şahısların yapılan sorgulamasından Zanlıların emniyetteki sorgulamalarının ardından adli mercilere sevk edileceği bildirildi. Zanlıların iki ayrı operasyonda ele geçirildiğini açıkladı. Altın sikkeler müze yetkilileri teslim edildi.

Zaman, Haber: Orhan Yıldırım, 23.11.2008

İNANILMAZ KEŞİF

 

Bulgaristan'ın güney doğusundaki Karanovo Köyü'ndeki kazı çalışmalarında ikinci yüzyıla ait bir savaş arabası atıyla birlikte yan yana bulundu.

 

Savaş arabasının tekerlekleri bronzdan yapılmış ve tekerlekler çok yıpranmamış olarak kazı çalışmasında bulundu. Arabanın yanında bir atın iskeletine de rastlandı.

 

At ve araba bir höyük içinde bulundu. Bulgaristan'ın güney doğusunda şimdiye kadar Trakya Krallığı dönemine ait 10 bin tane höyüğe ulaşıldı. 

 

Trakya Krallığı'nın MÖ 4000 ile MS 46 yılına kadar yaşadığı tahmin ediliyor. Krallığa daha sonra Roma İmparatorluğu tarafından son verildi.



Hürriyet, 23.11.2008

HARPUT'TA YAPILAN ARKEOLOJİK KAZILAR SONA ERDİ

 

 

Prof.Dr. Necla Sevin ve Prof.Dr. Veli Sevin koordinatörlüğünde yapılan kazılarda 12. yüzyılda Yakın Doğu'nun üç yöneticisinin hapsedildiği tarihi zindan ortaya çıkarıldı. 

 

Harput'ta Haziran ayından beri Elazığ Müzesi tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkılarıyla sürdürülen Harput İç Kale kazıları sona erdi. Kazı Koordinatörü Prof.Dr. Necla Sevin, 12. yüzyıl Yakın Doğu tarihinde Harput'un çok önemli bir yer tuttuğunu belirterek, Yakın Doğu'nun ve üç yöneticisinin bu zindanda hapsedildiğini söyledi. 

 

Sevin, "Bölgenin hakimi olan Artuklu Belek Bey, 1122 yılında Urfa Haçlı Kontu ve Birecik Senyörü'nü buraya hapsediyor. Kudüs Haçlı Kralı Budin veya Bodvin'i de buraya hapsediyor'' bilgisini aktararak şöyle devam etti:

''25 kişilik bir şövalye grubunun burada kaldığına dair bilgiler veriliyor. Zindanın Osmanlı döneminde de kullanıldığını görüyoruz. 18. yüzyılda yavaş yavaş zindan olarak kullanımdan vazgeçiliyor ve kazılar sırasında elimize geçen en son paralar 1255 hicri yılına ait paralar. Ondan sonra para elimize geçmedi. Biz 19. yüzyıl ortasında bu mahzenin muhtemelen tehlike arz ettiği için kaya ve topraklarla doldurulmuş ve o günden sonra buranın bir efsane olarak kaldığını görüyoruz. Ta ki bu kazılara kadar.Türkiye açısından ve Harput açısından çok önemli bir yer altı şehri ortaya çıkmak üzere."  

 

Yürütülen çalışmalar sonunda ortaya çıkarılan zindanının daha detaylı bilgileri için 2009 yılı Haziran ayında yeniden kazı çalışmaları yapılıp tarihi zindanın turizme açılması bekleniyor.

Turizm Gazetesi, 22.11.2008

HARRAN'DA BİR TARİH YOK OLUYOR


  


Tarihi kalesi, kümbet evleri ve dünyada kurulan ilk İslam üniversitesi ile ünlü Şanlıurfa’nın Harran İlçesi, sit alanına kaçak yapılan evlerle beton yığınına döndü. Yerel seçimler öncesi hızla artan kaçak yapılaşmayı önlemek için çalışma başlatan Harran Kaymakamlığı, sit alanındaki 27 inşaat için savcılığa suç duyurusunda bulundu. Harran Belediye Başkanı AKP'li İbrahim Özyavuz, insanların mecbur kaldıkları için inşaat yaptıklarını, çözüm için TOKİ işbirliğinde toplu konut üretilmesi gerektiğini söyledi.


Her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen Harran’da, yerel seçimler öncesi sit alanı içerisine kaçak inşaatlar yapılması, yetkilileri harekete geçirdi. Restorasyon ve onarımın bile izne bağlı olarak yapılabildiği ilçede, seçim öncesi kümbet evlerin arasında biten inşaatların sahipleri hakkında, savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.






Harran Kaymakamı Hasan Yaman, sit alanında kaçak yapılaşmaya yönelik yürüttükleri çalışmalar kapsamında son 3 haftada 27 yapının saptandığını söyledi. Yaman, yaptıkları saptamaların ardından inşaat sahibi 27 kişi hakkında suç duyurusunda bulunup, Harran Belediyesi ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nu da bilgilendirdiklerini söyledi. İlçedeki tarihi mirasın korunması için çalıştıklarını belirten Yaman, şöyle konuştu:
“Son üç haftadır sit alanında kaçak yapılaşma yoğunluğu görüldü. Kaçak yapılaşmaya gittiği belirlenen 27 yerle ilgili tutanak tutuldu. Herkesin bildiği gibi sit alanında bu tür yapılanmaya gitmek bir suçtur. Bu kişilerle ilgili biz adli makamlara gerekli suç duyurusunu yaptık. cumhuriyet savcılığımız da gerekli soruşturmayı başlattı. Kaçak yapılaşma ile ilgili adli ve idari yönden başlattığımız çalışma devam ediyor.”

Harran Belediye Başkanı İbrahim Özyavuz ise, birinci derece sit alanı olan Harran Kalesi ve surları etrafında geçmişte 180 civarında kaçak yapı bulunduğunu, yeni yapılan inşaatlarda bu sayının 200’e ulaştığını söyledi. Şu anda kaçak yapılaşmaya gittikleri gerekçesiyle ilçede yaklaşık 140 kişi hakkında dava açıldığını belirten Özyavuz, çözümün TOKİ ile yapılacak kentsel dönüşümle mümkün olacağını kaydetti. Harran’da sit alanındaki yapılaşmanın yıllardır sürdüğünü, mücadele etmelerine rağmen önüne geçemediklerini belirten Özyavuz, dünya kültür mirasları arasında gösterilen ilçelerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bir tek görevlinin bulunmamasını eleştirerek şunları söyledi:


“Harran’ın 1980’de ilçe olmasının ardından, nüfus artışı ve evlilik gibi olaylarla ilçe genişleyince ev ihtiyacı doğdu. Bu ihtiyacı göz önünde bulundurarak, biz belediye olarak yeni imara açtığımız mahallelerde arsa ürettik. Fakat yeni imarlı bölgelere kimse gelmedi. İnsanlar, doğup büyüdükleri sit alanından kopamadı. Şu anda sit alanında biz de belediyecilik hizmeti adına bir şey yapamıyoruz. Çözüm kentsel dönüşüm ile mümkün, onun dışında bir çözüm bulunmuyor. Şu anda sit alanında kaçak yapılaşmaya giden insanlarımızın, Harran’ı da bugüne kadar koruyan insanlar olduğunu unutmamalıyız. Harran’da şu ana kadar bilinen 180 civarında kaçak yapılaşmadan ötürü 130- 140 insanımız mahkemelik. Yeni yapılanlar ile bu sayı 200’e ulaştı. İnsanlarımız mecbur kaldığı için sit alanına inşaat yapıyor. Yapılması gereken kentsel dönüşümdür ve bu da TOKİ işbirliği ile mümkündür. Daha önce 2 kez TOKİ ile protokol yaptık ama talep gelmediği için hayata geçiremedik. Bizim insanlarımız görmeden mevcut evlerinden çıkmayan bir yapıya sahip. Bunun için TOKİ’nin talep örgütlenmesi yöntemine gitmeden Harran’da örnek konutlarını yapmasıyla insanların fikirleri değişebilir. Bizim TOKİ için belirlediğimiz hazine arazimiz mevcut, burada yaklaşık 200 konut yapılırsa SİT alanındaki sorun ortadan kalkmış olur. Yani insanımız alternatifi görmeden, mevcut yerlerini bırakmaz.”

Radikal, Haber: Hasan Kırmızıtaş- Ömer Pınar, 22.11.2008

AMASYA TREN GARI 81 YAŞINDA





Birinci Dünya Savaşı öncesinde yapımına başlanılan, savaş nedeniyle inşaatına ara verildikten sonra Fransızlar tarafından yapılan ve 1927 yılında resmi açılışı yapılan Amasya Tren Garı 81 yıldır yıllara meydan okuyor.


Sultan Reşat zamanında Orta Avrupa'yı ve Karadeniz'i Basra Körfezi'ne bağlamak amacıyla yapılan Samsun-Bağdat Demiryolu hattı 133. kilometresinde bulunan ve 1911 yılında yapımına başlandıktan sonra Birinci Dünya Savaşı nedeniyle yapımına ara verilen Amasya Tren Garı Fransızlar tarafından yapılırken, 392 kilometre yolla birlikte toplam masrafı zamanın parasına göre 3 milyon 695 liraya mal olmuş.


Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra 1924 yılında yapımına yeniden başlanan ve dönemin Nafi Vekili Recep Peker, Amasya Valisi Fahrettin Bey, Belediye Reisi Hürrem Bey ve Amasya mebusları İsmail Hakkı, Ahmet Esat, Nafiz Bey ile çok sayıda vatandaşın katıldığı ve 21 Kasım 1927 günü yapılan törenle hizmete girdiğini belirten Amasya Gar Şefi Yalçın Zobu, binanın aradan geçen 81 yıla rağmen ilk günlerdeki gibi hizmet vermeye devam ettiğini söyledi.


Cumhuriyetin ilk yıllarında birinci ulusal mimarlık akımından esinlenerek inşa edilen iki katlı binanın Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüğü'nün de önem verdiği hizmet binaları arasında bulunduğunu, kurumun yayınladığı dergilerde Haydarpaşa Tren Garı ile aynı sayfaları paylaştığını dile getiren Şef Yalçın Zobu, Mustafa Kemal Atatürk'ün 2 kere trenle Amasya'ya geldiğini, bu gelişlerinde Amasya Gar'ın da karşılandığını, tren ile Amasya'ya gelen İsmet İnönü'nü o dönemlerde otel olmadığı için garda misafir edildiğini sözlerine ekledi.


Amasya Tren Garı, Amasya'nın Samsun ve Sivas ile demiryolu yük ve yolcu iletişimini sağlarken, Suluova ve Havza'ya kadar uzanan Raybüs seferleri ise vatandaşların yoğun ilgisini görüyor.

Amasya Kent Haber, 21.11.2008

Konya (G. Bell)
...1905




16 - 22 Kasım 2008

TARİHİ TÜRBENİN RESTORASYONU BİTİYOR

 

Çanakkale'de bakımsızlık sebebiyle harabeye dönen Tatarlar Camii olarak bilinen Kayserili Ahmet Paşa Camii'nin avlusundaki Nedime Hanım Türbesi ile tarihi kütüphanenin restorasyon çalışmaları tamamlanma aşamasına geldi.


5 aydan bu yana restorasyon çalışmalarını yürüten firma yetkilileri 229 bin YTL’ye mal olacak çalışmalarda son aşamaya gelindiğini belirterek, “Çalışmalarımızın ilk etabında Kayserili Ahmet Paşa Kütüphanesi ile Nedime Hanım Türbesi’ni ele aldık. Bu iki yerde çalışmalarımızın büyük kısmı tamamlandı. Ayrıca zamanla bu tarihi yerde çeşitli sebeplerden dolayı betonarme eklemeler yapılmıştı. Bizler proje kapsamında bu yerleri yıkarak, orijinaline uygun hale getirdik. Burada daha önceden yapılan aşevini de proje dışında olması sebebiyle yıkarak kaldırdık. Böylece cami ile tarihi kütüphanenin gerçek yüzü ortaya çıkmış oldu. Camiye gelen vatandaşların abdest alması için ise avlu kısmında ayrı bir yer yapıldı. Yapılan çalışmayla caminin bahçesi de genişlemiş oldu. Çalışmalarımızı Aralık ayı içinde tamamlayıp caminin yeniden ibadete açılmasını sağlayacağız” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 21.11.2008

KELENDERİS ANTİK KENTİNDE YAZITLAR BULUNDU

 

 

Mersin'in Aydıncık İlçesi'ndeki Kelenderis Antik Kenti'nde gerçekleştirilen bu yılki kazı çalışmalarında, kentin içindeki Agora Bazilikası'nda geometrik süsler ve yapının inşasında çalışanların adlarının yer aldığı yazıtların bulunduğunu bildirdi.

 

Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Kamil Levent Zoroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1985'ten beri devam eden çalışmaların bu yılki etabını Mersin, Çukurova, Mimar Sinan, Ankara ve Doğu Akdeniz üniversitelerinden gelen katılımcılarla gerçekleştirdiklerini belirtti.

Bu yılki çalışmalarda Agora Bazilikası'nda çeşitli yazıtlar bulunduğunu açıklayan Zoroğlu, şunları söyledi: "Çalışmalarda Agora Bazilikası'nın ana ve yan salonlarını dolduran toprakları kaldırdık ve yapının zeminini kaplayan mozaiklerin temizliği ile onarımını yaptık. Ayrıca, yapının duvarları ve diğer mimari parçalarını sağlamlaştırarak, buraya ait bazı mermer sütunları yerlerine diktik. Bu arada mozaiklerin üzerinde yer alan çeşitli hayvan ve insan figürlerine ek olarak geometrik süsler ve yapının inşasında çalışanların adlarının yer aldığı yazıtlar bulduk."

Zoroğlu, Agora Bazilikası'nda yer alan mozaik zeminlerin iyi korunduğunu belirterek, "Gelecek yıl antik kent içerisinde bulunan iskele temel kalıntısının su altında kalan bölümlerinin temizliğini yapacağız" diye konuştu.

Cnn Türk, 21.11.2008

KATKI




ALLIANOI'DA SON DURUM





’’Geçmişini Silen Ülkeler, Geleceklerini Var Edemezler’’ 

 

Allianoi, sulama amaçlı Yortanlı Baraj gölet alanının ortasında, idealist bir ekip tarafından 9 yıl kazı yapılarak keşfedildi. Allianoi’un sadece yüzde yirmisi ortaya çıkartılabildi. On binin üzerinde taşınabilir eser Bergama Müzesi’ne teslim edildi. Ören yeri, 2006 yılında ziyaretçilerin rahatlıkla gezebilecekleri bir mekandı.  Bergama’nın 1800 yıllık ikinci sağlık merkezi, çok zengin taşınmaz eserleriyle ortaya çıkartıldı.  

 

Allianoi’da dünyanın en büyük ve en sağlam kalabilmiş içinde sıcak suyu bulunan Roma Ilıcası saptandı. Arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, mühendislik, tıp, farmakoloji ve hidroloji tarihi bilimlerinin literatürüne girebilecek son derece önemli sonuçlar çıktı.

 

Allianoi, 2001 yılında İzmir I. KTVK Kurulu tarafından I. Derecede Arkeolojik Sit alanı ilan edildi. Arkeolojik sit kararını değiştirmek için sürekli baskı yapıldı. Kurul, sit kararında Ekim 2007’ye kadar direndi.

 

Allianoi’un gerçek anlamda korunması için Türkiye’de 35.000 imza toplandı. 2005 ve 2006 yıllarında T.C. Başbakanlığına en çok Allianoi’un korunması için yazılı başvuru yapıldı.

 

Yurtiçinde ve yurtdışında;

  • Çok sayıda konferans, panel, sergi, konser ve gösteri yapıldı. 50’nin üzerinde makale/kitap yazıldı.

  • Pek çok STK korunması için yetkili makamlara ve hukuksal yollara başvurdu.

  • Sayısız dava açıldı. AHİM davası halen devam ediyor.   

Allianoi’un gerçek anlamda korunması için 2002 yılında alternatif proje hazırlanarak, bakanlığa gönderildi. Alternatif proje, pahalı olduğu gerekçe gösterilerek kabul edilmedi.  

 

Akademik bir kılıfla su altında bırakmak için; Bakanlık 2005 yılında, I. Akademik Bilim Komisyonu’nu kurdu. Komisyon,  Allianoi’un su altında bırakılarak korunmasının mümkün olmadığını ve Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girebilecek değerde önemli bir ören yeri olduğunu vurguladı. Ancak Allianoi’un korunmasını savunan bu bilimsel rapor kamuoyundan saklandı.

 

2006 yılında II. Akademik Bilim Komisyonu kuruldu. Komisyon altı alternatif öneri getirdi. Su altında kalma gibi bir kararın kendilerinin veremeyeceğini rapor etti. Bu rapor da kamuoyundan  saklandı.

 

2007 yılında III. Akademik Bilim Komisyonu kurulmasına karar verildi. Komisyon kazıyı yapan bilimsel heyetle görüştürülmeden alana götürüldü. Bürokratlarca su altında kalmasına dönük rapor hazırlatıldı.  Aynı hafta içinde koruma kuruluna rapor sunularak kuruldan katledilmesi yönünde karar çıkartıldı. Su altında kalması yönünde karar çıkartılıncaya kadar bu ‘Bilimsel Komisyon’ oyunu devam edecekti. 

 

Mart 2001’de I. Derecede Arkeolojik Sit kararı ile koruma altına alınmasına karar veren kurul, Ekim 2007’de –korunacak aldatması ile- çamur altında bırakılmasına karar verme ikilemini gösterdi.

 

Türkiye, imzaladığı uluslar arası antlaşmaları ve en önemlisi kendi Anayasasını göz ardı etmektedir.   

 

İnsanlığın ortak mirası olan bilgiye ulaşılmadan, en önemli kültür hazinesi, geri dönüşü kesinlikle olmayan tarihin karanlıklarına gönderilmek isteniyor. 

 

Baraj ömrünü tamamladıktan sonra tekrar kazı yapılır iddiası kocaman bir yalandır. Bu işle uğraşan hiçbir akademisyen böyle bir iddia da bulunamaz.   

 

Baraj suyu altında kalan hiçbir kültür hazinesi bugüne kadar dünyanın hiçbir yerinde yeniden insanlık tarihine kazandırılamamıştır.  

 

Türkiye, Allianoi’u koruyup gelecek kuşakların görmesini sağladığı zaman, 21 yy’a yakışan çağdaş modern bir ülke olduğunu kanıtlar. 

 

Allianoi’u Çamura Geleceğinizi Kuma Gömmeyin! 

 

Yard.Doç.Dr. Ahmet YARAŞ

Allianoi Kazısı Bilimsel Heyet Başkanı

KOLTUKTAN KALKMADAN LOUVRE TURU

 

Avrupa Birliği bugün, Avrupa kültürünün son 2000 yılına ait toplam iki milyon belgeye çevrimiçi erişim sağlayan dijital kütüphaneyi resmen açtı ama büyük rağbet yüzünden sayfa geçici olarak kapandı.

 

Europeana adlı İnternet sitesinde, bin ayrı müze, ulusal kütüphane ve arşivlerden alınma çok çeşitli yazılı malzemeleri filmler, fotoğraflar, çizimler, haritalar ve ses dosyaları yer alıyor.

Ancak Europeana'nın resmen açılmasından birkaç saat önce, çok sayıda meraklının sayfaya ulaşma çabası yüzünden AB'nin dijital kütüphanesi çöktü.

 

AB Dijital Kütüphanesinin sözcüsü Martin Selmayr, saatte 10 milyon kişinin siteye girmeye çalışması yüzünden, bilgisayar kapasitesini artırabilmek için, öğleye doğru geçici olarak sayfayı dondurduklarını açıkladı.

 

Europeana neler sunuyor?

AB Komisyonunun Enformasyon ve Medyadan sorumlu yetkilisi Viviane Reading, yeni sitenin kullanıcılara, Londra'ya gitmeden İngiltere Ulusal Kütüphanesi'nde dolaşma veya Paris'e gitmeden Louvre müzesinde Mona Lisa tablosunu izleme gibi olanaklar sunacağını söyledi.

 

Europeana Projesine Fransa öncülük ediyor. Fransa, Google'ın milyonlarca kitabı sanal ortama aktarma çabasından ve böylece Amerika Birleşik Devletleri'nin dünya kültürüne egemen olması olasılığından kaygı duyuyor.

 

Europeana dijital kütüphanesinde ilk elde yer alacak malzemelerin yaklaşık yarısı Fransa kaynaklı.

 

Ancak, Almanya ve Polonya gibi ülkelerin de, kendi kültürel varlıklarını sanal ortama taşıma konusunda daha fazla çaba ve para harcaması umularak, 2010 yılına kadar, bu kütüphanede 10 milyon kalem malzeme toplanması amaçlanıyor.

 

Halen Avrupa'daki ulusal kütüphanelerde bulunan kitapların yalnızca yüzde 1'i dijital ortama taşınmış durumda. Bunun nedenlerinden biri de, telif hakları.

 

Google, Europeana'nın devreye girmesini memnunlukla karşıladı ve Gütenberg'in matbaayı keşfinden bu yana bilginin toplanması bakımından en büyük teknolojik adım olacak bu gelişme bağlamında, işbirliği yapmayı umduklarını kaydetti.

Macedonian Radio and Television, 21.11.2008

ERZURUM'DA SİKKE OPERASYONU

 

Erzurum'da polisin düzenlediği operasyonda Bizans dönemine ait altın sikkeleri pazarlamaya çalıştığı ileri sürülen 3 kişi yakalandı.

 

Erzurum Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi (KOM) ekipleri tarafından yapılan istihbari çalışmada, F.G., S.S. ve M.A.'nın tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları belirlendi.

Bunun üzerine harekete geçen ekipler, Bizans ve İslami döneme ait altın sikkeleri pazarlayacakları öğrenilen şahıslara yönelik operasyon düzenledi. Operasyonda F.G., S.S ve M.A. isimli şüpheli şahıslar yakalandı. Şahısların üzerinden Bizans ve İslami döneme ait 59 adet altın sikke ele geçirildi.

Erzurum Kent Haber, 21.11.2008

"KAZI ÇALIŞMALARI İÇİN YETKİ VERİLSİN"

 

Düzce İl Kültür ve Turizm Müdürü Özcan Budak, il genelinde yapılacak kazı ve inceleme çalışmaları için kendilerine geniş yetki verilmesini istedi. Konuralp Müzesi'ne müdürlük verilmediği için yüzey araştırma ve kazı çalışması yapamadıklarını kaydeden Budak ‘Benim elemanım bu işleri yapabilecek kapasiteye sahip sadece yetki istiyorum’ dedi.


Kaynaşlı Karaçalı Köyü'nde bulunan 600 yıllık Cuma Camii yakınlarında çok önemli tarihsel kalıntılara rastladıklarını dile getiren Özcan Budak yetkileri olmadığı için kazı ve yüzey araştırma çalışması yapamadıklarını belirterek “Kaynaşlı Karaçalı Köyünde Cuma Cami var. 600 yıllık bir cami ve hemen yanında hanlar hamamlar var. Bu yer İpek Yolu güzergahında. O dönemde cami yanlarına mutlaka han ve hamamlar yapılırdı. Bunların kalıntıları mevcut. Rumlar ve Bithinya döneminden kalma kiliseler var. Bu kiliselerin de tespitini yaptık. Definecilere fırsat vermemek için bunların yerlerini gizli tutuyoruz. Bir tek bir şeyin sıkıntısını yaşıyoruz. Yetkimiz yok. Konuralp Müze Müdürlüğümüz olmadığı için bu yüzey çalışmasını, kazı çalışmasını yapma şansımız yok” dedi.
 

Sarsılmaz firmasının özel müze açmak için Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne başvurduğunu söyleyen Budak, Bakanlığın talimatı doğrultusunda kurulum iznini vermek için Bolu Müze Müdürlüğü elemanlarının hazırlayacağı raporu beklemek zorunda kaldıklarını ifade ederek “Sarsılmaz firması bize müracaat ederek özel müze açmak istediğini söyledi. Biz bu talebi Bakanlığa ilettik bize Bakanlıktan ‘Bolu müzesi elemanlarınca verilecek rapor doğrultusunda açılabilir’ şeklinde bir yanıt geldi. Benim de elemanım var. Bolu’ya yetki verileceğine benim elemanıma yetki verilsin. 5084 sayılı teşvik yasası gereği kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri mevzi imar planları, hazine arazilerinin incelenmesi talepleri hepsi bizim elimize geliyor. Eğer 2003 yılında Konuralp Müzesi'ni açmasaydık bu işlemler için Düzce’deki vatandaşımız Bolu’ya gidecekti. Her türlü sıkıntıya rağmen biz müzemizi açtık ve 5084 sayılı yasa gereği tüm incelemeleri bizim elemanlarımız yapabiliyor. Benim elemanlarım Bolu’dakilerden belki daha başarılı ama müdürlüğümüz olmadığı için Bolu’nun inisiyatifinde. Vatandaş define çalışması yapacak, ruhsat istiyor, bize müracaat ediyor, Bolu’ya gönderiyoruz. Benimde elemanlarım var bana yetki verin” diye konuştu.
 

Özcan Budak, yakın zamanda Cumayeri’nde bulunan 500 yıllık küpün kazı izni için bir çok kurumla irtibata geçtiklerini dile getirerek “Geçtiğimiz günlerde Cumayerinde bir küp bulduk. Bizim elemanlarımız çalışma yaptı ama bunun yetkisini alana kadar Kültür Varlıkları Koruma Kurulu, Bakanlık çalmadığımız kapı kalmıyor. İnşallah bu sorunda çözüme kavuşacak” şeklinde açıklama yaptı.

Düzce Damla, 21.11.2008

CIĞIZOĞLU KONAĞI BİLMECEYE DÖNDÜ

 

Niğde’nin Bor İlçesi Orta Mahalle’de yer alan kilise ve üzerine yapılan Osmanlı Konağı’nın onarım işi bilmeceye döndü. Her yıl onarılacağı açıklanan yapı yıkılmak üzere.


Konuyla ilgili bir açıklama yapan Araştırmacı Yazar Ömer Fethi Gürer, 2007 yılında ödeneği gönderilip onarım projesi tamamlanmış olan yapının harap halde oluşunun çevre düzensizliklerine de yol açtığını belirtti. 3 nefli,3 apsisli kilise plan şeması ile inşa edilmiş yapının Cığızoğlu ailesi tarafından uzun yıllar konak olarak kullanılmış olduğunu belirten Gürer, “Bir dönem tekel deposu olan bina,on yıldan fazla süredir kullanım dışı kalmıştır. 19. yüzyıl Osmanlı dönemi yapısı ve koruma kurulunca tarihi eser olarak tescillenen binanın Osmanlı dönemi eseri olması nedeniyle onarılıp müze olarak faaliyete geçirilmesi yönündeki girişimler sonucu 2007 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ödenek çıkmıştır.Bu işin takip edilmesi ve onarımı için ilgili birimlerin girişimi gerekmektedir.Bu yapı müze olarak ilçeye kazandırılmalıdır” dedi.
Yeni Yıldız, 21.11.2008

BİR TARİH CANLANIYOR

 

 

Gelin Hamamı olarak bilinen ve Fatih Sultan Mehmet’ in annesi Hatice Halime Hüma Hatun’ un Osmanlı Sarayı'na gelin giderken uğurlandığı tarihi Çayırcık Hamamı 27 Kasım 2008 tarihinde kiralama ihalesine çıkıyor…

 

Gerek Devrekani gerekse Kastamonu için hem tarihi hem de kültürel ve folklorik açıdan büyük önem arz eden Çayırcık hamamı, uzun yıllar harabe bir halde sonunun gelmesini bekledikten sonra, Kastamonu’ da Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün kurulmasının ardından hayat bulan eserler arasına girdi. 2008 yılı Mayıs ayında restorasyonu tamamlanan hamamın 27 Kasım tarihinde yapılacak olan kiralama ihalesi ile 600 yıllık bir tarih de yeniden yaşamaya başlayacak.

 

Tarihi kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Hamam gelinlik çağa gelen kızların düğünden önce yıkandıkları ve bunu yöre halkının gelenek haline getirdiği bir Gelin Hamamı olarak geçmişte işlev gördü. Hamamı tarihi açıdan değerli kılan ise Osmanlı Padişahı Sultan 2. Murat ile evlenen Candaroğlu Hükümdarı İbrahim Bey’ in kızı Hatice Hüma Hatun’ un bu hamamda gelin yıkanmasını yaparak uğurlanması oldu. Asırlar boyunca gelinlik kızların yıkandığı, düğünlerin olmazsa olmaz adetlerinden birisi olarak yaşatıldığı Çayırcık hamamının yeniden aynı işlevsellikle bürünmesi hem bu eserin aslına uygun şekilde yaşaması hem de Kastamonu ve Devrekani kültür hayatındaki önemli bir fonksiyonun tekrar gün yüzüne çıkarılması açısından önem taşıyor.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü üstüne düşen görevi yaparak ata yadigarı bu eseri ayağa kaldırdı. Şimdi sıra Devrekani halkında… Bu eseri tarihi misyonu doğrultusunda yaşatmak onların gayretleriyle mümkün olacak.

Kastamonu Nasrullah, 21.11.2008

KURAN'IN İMLASI BU TAŞTA MI GİZLİ?


  


Suudi Arabistan’da bulunan 1300 yıllık bir duvar yazısı, Kuran-ı Kerim hakkında yüzyıllardır akıllarda olan bir soruyu cevaplandırabilir: Kuran’a sonradan eklenen ve bazen anlam konusunda da tartışmalara neden olan aksan işaretleri, İslam’ın ilk çağlarında da kullanılıyor muydu?

Suudi Arabistan Turizm Yüksek Komisyonu’nda yer alan Arap araştırmacılardan Ali ibn İbrahim Gabban, ülkenin kuzeybatısında eşiyle birlikte yaptığı gezide, tarihi bir keşfe imza attı. Gabban söz konusu gezide, üzerinde şu ifadenin kazılı olduğu bir kayayla karşılaştı: "Allah’ın adıyla; ben, Züheyr, bunu Ömer’in öldüğü zamanda, dördüncü yılın 20’sinde yazdım."

Kızıl kumtaşı üstünde yer alan ve silik bir halde bulunan yazının, 1300 yıllık olduğu yapılan inceleme sonucu ortaya çıktı. Yazıda geçen tarih, miladi olarak 644 yılına rastlıyor. Bu durumda, bahsedilen Ömer’in, 644 yılında şehit edilen Hz. Ömer olduğu tahmin ediliyor. Yazıyı yazan Züheyr adlı şahsın ise, muhtemelen Suriye-Mekke arasında yol alırken mola veren bir hacı adayı olduğu sanılıyor.

Kuran’ın yazılı hale getirilmesinden önceki döneme rastlayan ve Arapça’nın eldeki en eski ikinci yazılı metni olan duvar yazısının "son derece önemli bir buluş" olduğunu belirten Ali ibn İbrahim Gabban, tarihi bulguları, "Arap Arkeolojisi ve Epigrafisi" adlı dergide yayınladı.

Ünlü belgesel kanalı Discovery Channel’ın haber sitesi de, "İslam’ın en eski yazıtı, Kuran ile ilgili bir sırrı çözebilir" ifadesini kullandı.





Tarihçiler, yüzyıllardır, Kuran’ın ilk örneklerinin neden imla işaretlerini içermediğini tartışıyordu. Kelimelerin vurgusunu, hatta bazen anlamını bile değiştiren inceltme ve kesme işaretleri gibi ayırt edici imler, Hz. Muhammed’in vefatından çok sonra Kuran’a eklenmişti.

Ali ibn İbrahim Gabban, keşfinin, 1300 yıl önce de İslam’ın kuruluş coğrafyasında "tam teşekkülü bir imla sistemi" olduğunu kanıtladığını öne sürüyor. Keşfedilen duvar yazısında noktalama işaretleri ve harekeler yer almasa da, şekilleri birbirine benzeyen sessiz harfleri ayırt edecek aksan işaretleri var.

Gabban, "ilk sahabelerin Kuran’ı aksan işaretlerinden arındırdığını" belirterek, "Böylece Müslümanların, Peygamber’e indirilen Kuran’ı, farklı Arap lehçelerinde de okuyabilmesine cevaz verilmiş ve ayrıca, kelimelerin iskeletlerinin, içerdikleri tüm anlamları taşımasına imkan sağlamıştı" diyor.

Discovery News’a konuşan İskoçya’daki St. Andrews Üniversitesi Arapça ve Ortadoğu Araştırmaları Profesörü Robert Hoyland da, keşfin önemini doğruluyor. En eski Kuran mushaflarının 652-680 yıllarından kaldığını belirten Hoyland, Batılı akademisyenler, Kuran vahyinin aksan işaretlerini de içerecek biçimde kağıda aktarıldığını kabul etmediğini, "madem ilahi değil, o halde imla işaretlerini değiştirebiliriz" diye düşündüklerini hatırlatıyor. Ayetlerin anlamını da değiştirebilen bu yaklaşımın İslam alimlerinin hoşuna gitmediğini ifade eden Hoyland, "Artık elimizde olan Kuran metnini değiştirmek isteyen Batılı bilimadamlarının daha az mazereti var" diye konuşuyor.

Öte yandan 1300 yıllık duvar yazısı, Hz. Ömer’in ne zaman öldürüldüğü konusundaki soru işaretlerini de büyük ölçüde ortadan kaldırıyor. Hz. Ömer’i, 7 Kasım 644’de, İranlı bir askerin camide bıçakladığı ve İslam’ın ikinci halifesinin iki gün sonra şehit olduğu kabul ediliyordu. Yazının altına 644 yılını işaret eden hicri tarihi not düşen Züheyr’in, muhtemelen bu cinayete bizzat şahit olduğu belirtiliyor.

Uzman görüşü

Mehmet Nuri Yılmaz (Eski Diyanet İşleri Başkanı):
Kuran-ı Kerim, Hz. Ebubekir döneminde kitaplaştırıldı. Onu teşvik eden ise Hz. Ömer’di. Hz. Ömer, "Peygamber kendi döneminde vahiy sürdüğü için Kuran’ı kitaplaştırmadı. Vahiy sona erdiğine göre, artık bu işte hayır vardır" demişti. "Ana mushaf" dediğimiz ilk Kuran örnekleri Hz. Osman döneminde Kureyş lehçesine göre yazıldı, çoğaltıldı ve İslam coğrafyasına dağıtıldı. Bunlara "ana mushaf" diyoruz.

O dönemden kalan iki ana mushaftan biri Özbekistan’dadır. Onu yerinde görmüştüm. Gerçekten de yazımında noktalama işareti, hareke, vs. bulunmaz. İmla işaretleri Peygamber’den çok sonraları kondu. Zaten bunlar anlamı pek değiştirmez. Keşfedilen duvar yazısını incelemek gerek. Fakat orada bahsedilen kişi, Hz. Ömer’in torunu, Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz de olabilir. Tarihlendirmeyi nasıl yaptılar, bilmiyorum.

Nihat Hatipoğlu (İlahiyatçı, Hürriyet yazarı): İslam’ın ilk döneminde Arapça yazı Kufi tarzdaydı. Sülüs ve diğer yazı stilleri sonradan çıktı. Keşfedilen taştakiler de ilk dönem yazı karakterlerine benziyor. Yazıda, "Ben Züheyr, Ömer 4’te vefat etti" ifadesi geçiyor. Aradaki bir kelimeyi okumak zor. Yazıdaki Züheyr, sahabelerden Kab bin Züheyr’e işaret ediyor olabilir. Ama tek bir buluntudan yola çıkarak, Kuran-ı Kerim ve Arap alfabesiyle ilgili tarihi detayları bir anda yok sayamayız. Tarihi bir levha olarak kıymet ifade eder, ama buradan bir yargıya varmak zor. Öyle ki, yazının hicri 70 yılından sonra yazılmış olma ihtimali de var. Nitekim Ebu Esved ilk harekelemeyi 69 yılında yapmış, Haccac döneminde de imla düzenlemeleri tamamlanmıştı.

Hürriyet, Haber: Emre Kızılkaya, 21.11.2008

"KONAK'I YIKMAK SAÇMALIK"

 

CHP İzmir İl Başkanı Kemal Karataş’ın Konak Meydanı’nı Rusya’daki Kızıl Meydan gibi yapmak için hazırlattığı projeye mimarlardan da tepki geldi. Mimarlar Odası İzmir Şubesi Başkanı Hasan Topal, Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcılığı görevindeyken kendisinin de katkıda bulunduğu Konak Meydanı Projesi’nin yerel yönetimler ve meslek odalarının konsensusuyla yapıldığını söyledi. Meydanın tarihi SİT olarak tescilli olduğuna dikkat çeken Hasan Topal şöyle konuştu:

 

“Meydan, Saat Kulesi, cami gibi çok önemli binalara ve özelliklere sahip. Bu meydan, tarihi özelliklerine, kimliğine yakışır şekilde projelendirilerek, uygulandı. Kentlilerin benimsendiği meydan bir de ödül aldı. Bu kadar beğenilen ve ödüllü bir meydanı bozmayı öneren Kemal Karataş’ın, üstelik de görevi olmadığı halde proje hazırlatması ve kamuoyuna açıklaması saçmalıktan başka bir şey değil” dedi.

Böyle bir konunun yerel yönetimler, sivil toplum örgütleriyle dayanışma halinde gündeme getirilmesi gerektiğini belirten Topal, “Garip bir öneri. Kentin böyle bir gereksinimi de yok. Uygulanabilirliği de tartışmalı” diye konuştu.

Milliyet, 21.11.2008

BİN YIL ÖNCE TÜRKLER





Türk hukuk düzeninden devlet yönetimine kadar yüzlerce konuda bilgi içeren ve ilk Türk ansiklopedisi sayılan Kaşgarlı Mahmud'un yazdığı Divan-ı Lügati't-Türk'e göre, Türkler yaklaşık bin yıl önce ''Tepük'' adı verilen futbolun eski bir biçimini oynuyordu.

Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Prof.Dr. Şükrü Haluk Akalın'ın Kaşgarlı Mahmud'un doğumunun 1000. yılı dolayısıyla kaleme aldığı ''Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra Kaşgarlı Mahmud ve Divanü Lügati't-Türk'' kitabına göre, Kaşgarlı'nın eserinden, Türklerin bin yıl önceki yaşayışları ve kültürleri ile ilgili gizli kalmış bilgiye ulaşmak mümkün.

Kaşgarlı Mahmud'a göre, kurşun eritilerek ''ağırşak'' (tekerleğe benzer yassı nesne) biçiminde dökülmesinden sonra üzerine keçi kılı veya benzeri yumuşak bir şeyle sarılarak oluşturulan yuvarlak nesne ile erkek çocukları ayaklarıyla vurarak bir oyun oynuyordu.

Tepmek, ''tekmeleyerek vurmak'' anlamındaki fiilden gelen ''tepük''oyunu, futbolun eski bir biçimi sayılıyor.

Divan-ı Lügati't-Türk'te yer alan ilgi çekici verilerden birine göre ise uygar bir toplum olan Türkler, bin yıl önce giysilerini ütülüyor ve ütülü giysilerle dolaşıyorlardı. Bugünkü Türkçedeki ''ütü'', o dönemde ''ütüğ'' olarak adlandırılıyordu. Türkler ayrıca giysilerini boyuyorlardı.

Kitaba göre Türkler, bin yıl önce kadın güzelliğini değerli maden ve taşlarla tanımlıyorlardı. Kaşgarlı Mahmud, mutlu olmaları için kadınlara söylenen atasözünü şöyle açıklıyor: ''Kadın kocasıyla iyi geçinmek isterse kırmızı ipekli elbise, kocasına nazlanmak isterse de yeşil ipekli elbise giysin...''

Eski Türk inançlarının izlerini de taşıyan kitapta, birtakım olaylar doğaüstü güçlere bağlanıyor. Kaşgarlı Mahmud, kitapta Türklerin belli başlı taşlarla rüzgara hükmedebildiğini, yağmur ve kar yağdırabildiğini ileri
sürüyor.

Türklerin toplum hayatındaki davranış ve görgü kurallarının da anlatıldığı Divan-ı Lügati't-Türk'e göre, birbirini tanımasa bile karşılaşan iki kişi önce selamlaşıyor, daha sonra hangi boydan olduklarını soruyor. Bu tanışma geleneği, Anadolu'da ''Kimlerdensin?'' diye sorularak hala sürdürülüyor.


Kaşgarlı'nın verdiği bilgiye göre günümüzde asker, polis ve benzeri görevlerde kullanılan parola sorma uygulaması, Türklerde bin yıl önce de vardı. O dönemde ''İm'' ismiyle bilinen ''Parola'', askeri birlikler arasında kullanılmak üzere ''hakan'' tarafından belirleniyordu.

Günümüzde sürdürülen ölünün ardından belirli günlerde yemek verme geleneği de yaklaşık bin yıl önce Türkler tarafından uygulanıyordu. Divan-ı Lügati't Türk'te gezegen ve yıldız adları ile gök olayları da yer alıyor. Kitapta, güneş tutulması ''Kün tutundı'', ay tutulması ''Ay tutundı'' ve gök kubbe de ''Kök çığrısı'' şeklinde kullanılıyor.

TDK Başkanı Prof.Dr. Akalın, Kaşgarlı Mahmud'un 1008 yılında doğduğunu ve bu yıl doğumunun 1000. yılı olduğunu anlattı. Akalın, ''Bu kitabı, hem Kaşgarlı Mahmud'un hayatını hem de Divan-ı Lügati't-Türk'ü her yaştan, her meslekten insana tanıtmak amacıyla kaleme aldım'' dedi.

Kitabın, İngilizce, Fransızca, Çince ve Rusçaya çevirilerinin tamamlandığını ve baskı aşamasına gelindiğini bildiren Akalın, böylece tüm dünyanın okuyabileceğini söyledi.

UNESCO'nun 2008 yılını Kaşgarlı Mahmud ile ilgili etkinlikler yılı olarak belirlediğini anımsatan Akalın, Türkçenin ilk sözcüğünü yazan, ilk dil bilgisi kitabını ortaya koyan, içerdiği bilgi bakımından ilk Türk ansiklopedisini yazan Kaşgarlı Mahmud'u anmak için TDK olarak pek çok etkinlik düzenlediklerini anlattı.

Akalın, Kaşgarlı Mahmud'u herkese ulaştırmak ve tanıtmak amacıyla ''ağ sayfası'' hazırladıklarını kaydederek, şöyle devam etti: ''Bu sayfada Kaşgarlı Mahmud'un hayat hikayesi, Divan-ı Lügati't-Türk'ün özellikleri ile bu kitabın bütün söz varlığına erişimi sağlayabilecek arama motoru var. Günümüzden 1000 yıl önce Türkler bir nesneyi nasıl adlandırmış? Yemekler, ticari hayat, oyunlar, inançlar konusundaki bilgileri Divan-ı Lügati't-Türk'teki söz varlığına bakarak elde etmek mümkün olacak.''

Akalın, Divan-ı Lügati't-Türk üzerine yapılmış araştırmaların tam metinlerinin de bu ağ sayfasında yer alacağını belirtti. Ağ sayfasının öncelikle Türkçe olarak hazırlandığına işaret eden TDK Başkanı Akalın, ''Öncelikle kendi insanımıza bu kültür değerimizi tanıtmayı amaçladık ama aynı zamanda bu ağ sayfası İngilizce, Fransızca, Rusça, Çince ve çeşitli Türk lehçelerinde de hazırlanacak. Böylece dünyanın neresinde olursa olsun insanlar, Kaşgarlı Mahmud'u ve Divan-ı Lügati't-Türk'ü tanıyacaklar'' diye konuştu.

Sabah, 21.11.2008

VAKIFLAR ÇALIŞIYOR

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün, 2009-2010 yıllarında Gaziantep'te 18, Kilis'te 10 olmak üzere toplam 28 eserin onarım ve restorasyonunu tamamlayacağı bildirildi. Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğünce başlatılan proje çerçevesinde, 4 yılda 26 vakıf eserinin restorasyonu için 13 milyon 816 bin YTL harcadı.


Vakıflara ait boş arazilerde yapılan iş merkezleri ile restore edilen eski hanlardan elde edilecek yıllık 2 milyon 500 bin YTL kira geliriyle gelecek yılın sonunda toplam kira gelirlerinin 5 milyon YTL'ye ulaşması hedefleniyor. Tarihi ve mimari değere sahip eserlerin ayakta kalabilmesi için restore edilmesinin zorunlu olduğunu vurgulayan Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, ''Atalarımızın emaneti tarihi yapıları restore ettirerek gelecek kuşaklara taşımak en önemli görevlerimiz arasında bulunuyor'' dedi.

 

Gaziantep ve Kilis'te çok sayıda tarihi yapıyı restore ettirerek yeniden vatandaşların hizmetine sunduklarını ifade eden Güven, “'Tarihi mekanları onarıp restore ederek hem yok olmaktan kurtarıyoruz hem de ekonomiyi canlandırıyoruz. Kira gelirlerimiz arttı. Vakıflar Bölge Müdürlüğü olarak geçen yıl 1,5 milyon YTL gelir elde etmiştik. Hedefimiz bu geliri bu yıl 2 milyon YTL'nin üzerine çıkarabilmek. 2009 yılı hedefimiz ise bu rakamı 5 milyon YTL'ye çıkarmak. Tabii ki elde ettiğimiz vakıf gelirlerini de yeni restorasyon çalışmalarına harcıyoruz" diye konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 21.11.2008

KONFERANS

 

Osmanlı İmparatorluğu ve batı Avrupa arasındaki diplomatik ve kültürel ilişkileri Hollanda Arkeoloji Enstitüsü konferanslar dizisinin 2008 konuları arasında yer alıyordu.

28 Kasım 2008 tarihinde, saat 18:30'da Steven Richmond tarafından İngilizce olarak verilecek konferans da 19. yüzyıl İngiliz elçisi Stratford Canning'i konu alıyor.

TAYHaber, 22.11.2008

300 YILLIK KURAN-I KERİM

 

 

Tokat'ın Reşadiye İlçesi'nde, jandarma ekiplerinin yaptığı operasyonda, bir kişinin evinde, yaklaşık 300 yıllık olduğu tahmin edilen altın işlemeli Kur'an-ı Kerim ele geçirildi.

Tokat Jandarma Komutanlığından yapılan yazılı açıklamaya göre, kentteki tarihi ve kültürel mirası korumak yönünde çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdüren jandarma ekipleri, Reşadiye İlçesinde yaşayan F.G'nin elindeki tarihi eser niteliği taşıyan Kur'an-ı Kerim'i satmaya çalıştığı yönünde bilgi aldı.

Jandarma ekiplerince, F.G'nin evine düzenlenen operasyonda, deri kaplı, el yazması ve altın işlemeli, alınması, satılması yasak olan yaklaşık 300 yıllık olduğu tahmin edilen Kur'an-ı Kerim ile etnografik özelliği bulunan 1 pala, 1 kama ile 25 tabanca mermisi ele geçirildi. Gözaltına alınan F.G. yapılan işlemlerin ardından adli makamlara sevk edildi.

Sabah, Fotoğraf: Yeni Şafak, 21.11.2008

ARABAN'DA KUTSAL MEKANLAR DÜZENLENİYOR

 

Araban'a bağlı Ziyaret Köyü'nde bir tepe üzerinde bulunan Hz Muhammed'in sahabelerinden Sa'd Bin Vakkas'a ait kutsal mekanda çevre düzenleme ve peyzaj çalışması başlatıldı. Bölgedeki vatandaşlar tarafından büyük ilgi gösterilen ve ziyaret edilen kutsal mekandaki çevre düzenleme ve peyzaj çalışmaları Gaziantep İl Özel İdaresi tarafından gönderilen ödenekle Araban Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından yapılıyor.


Başlatılan çalışma kapsamında, bölgede peyzaj düzenlemesinin yanı sıra 2 bin 100 metre kare alana kilit taşı döşenecek, çevre duvarları yapılacak, sıva ve korkuluk yapılacak ve bölge ağaçlandırılacak. Araban Kaymakamı Orhan Balcı, yaptığı açıklamada, başlatılan çalışmalara ilişkin olarak şu bilgileri verdi: "Bölgedeki vatandaşlar, büyük önem verdikleri kutsal mekanı sık sık ziyaret ederek kurban kesiyor, adaklar adıyorlar. Aynı zamanda bir mesire yeri de olan bu mekanı daha güzel bir hale getirmek için çevre düzenleme ve peyzaj çalışması başlatıldı. En kısa zamanda çalışmaları tamamlayarak bu mekanı vatandaşlarımızın hizmetine sunacağız.''

Gaziantep 27 Gazetesi, 21.11.2008

BELEDİYELER HALKTAN TOPLANAN VERGİLERLE 293 TARİHİ ESERİ ONARDI

 

 

İstanbul'un tarihi çehresi her geçen gün gençleşiyor. Kültür varlıklarının bakım ve onarımını teşvik eden ve Emlak Vergisi'nden kesilen 'taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına ait katkı payları' bu anlamda önemli rol oynuyor.

 

İl Özel İdaresi de 5 yılda bu fondan belediyelerin sunduğu 1.107 projeye 114 milyon 907 bin 657 YTL kaynak ayırdı. Projelerin henüz 293'ünün bakım ve onarımı tamamlandı ve işçilik ve bakım giderleri için İl Özel İdaresi, belediyelere 36 milyon 567 bin 152 YTL para aktardı. Emlak Vergisi'nden kesilen 'taşınmaz kültür varlıklarına ait katkı payı' il özel idarelerinin tuttuğu bir hesapta birikiyor. İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya da bu fonlarda biriken kaynağı, tarihi eserler için sundukları proje karşılığı belediyelere aktardıklarını söyledi.

 

Vatandaşların bir taşınmaz satın aldığında dolaylı olarak ödediği paralarla onarılan ve projesi çizilen tarihi eserler arasında Fatih'teki Emir Buhari Tekkesi, Bulgur Palas, Eyüp'teki İsmihan Sultan, Murat Molla Kütüphanesi, Beyoğlu'ndaki Mahmut Efendi Çeşmesi, Emetullah Valide Sultan Çeşmesi, Sultan Abdülmecit Han Çeşmesi, Rumeli Feneri Kalesi, Üsküdar'daki Kuzguncuk İskele Çeşmesi, Balaban Tekkesi, Şeyh Nurullah Efendi Dergahı, Sarıyer'deki Garipçe Kalesi, Silivri'deki Mimar Sinan Köprüsü, Şile'deki Fener ve Kumbaba Moteli gibi eserler bulunuyor.

 

Fondan yararlanmak isteyen belediyeler arasında Fatih, Eyüp, Beyoğlu, Eminönü ve Üsküdar'ın yanı sıra Zeytinburnu, Küçükçekmece, Kadıköy, Tuzla, Bahçeşehir, Selimpaşa belediyeleri de bulunuyor. Fondan en çok yararlanan belediyeler ise 53 proje ile Fatih, 43 proje ile Üsküdar, 36 proje ile Beyoğlu ve Eyüp.

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 21.11.2008

TARİHİ TAŞ MEVZİLER İLGİ BEKLİYOR





Kütahya'nın Çavuşçiftliği Köyü'nde, Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk'ün silah arkadaşı Nazım Albay'ın şehit düştüğü Yumruçal Tepesi'ndeki tarihi mevziler, 2006 yılında koruma altına alınmasına rağmen kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.


2 ayrı sıra halindeki mevzilerin uzunluğunun yaklaşık 4 kilometreyi bulduğunu belirten Çavuşçiftliği Köyü Muhtarı Mustafa Ergun Özuğur, "Çavuşçiftliği Köyü, Kurtuluş Savaşı'nda önemli bir yere sahipti. Savaşın en şiddetli geçtiği bölgeler bizim köyün sınırları içinde. 1921 yılındaki Kurtuluş Savaşı'nda, Çavuşçiftliği'nin Yumruçal Tepesi'nde bin 522 şehit verilmiştir. Şehitlerimizin sadece 66'sının isimleri bellidir. Atatürk'ün yakın silah arkadaşı Nazım Albay da Yumruçal Tepesi'nde şehit olmuştur. Bu bölgede düşman da çok büyük kayıplar vermiştir. Burada taş mevziler ve sıçrama alanları bulunmaktadır. Yaptığım girişimler sonucu, mevziler 2006 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altına alındı. Ancak, bu tarihten itibaren herhangi bir olumlu gelişme olmadı. Bizim isteğimiz, her yıl temmuz ayında burada anma programının düzenlenmesinin yanı sıra, tarihi mevzilerin bulunduğu tepeye kitabe ve bayrak dikilmesidir. Bir de mevzilerin iyileştirilmesi gerekmektedir. Yumruçal Tepesi bin 400 metre yüksekliğinde olduğu için yaya ve araç yolu bulunmamaktadır. Ziyaret için gelenler Yumruçal'a yaya olarak çıkmak zorunda kalıyor" dedi. Özuğur, Nazım Albay'ın kabrinin Ankara Devlet Mezarlığı'nda olduğunu sözlerine ekledi.


Nazım Albay'ın aslen Kayserili olduğunu hatırlatan Özuğur, "Muhtar olduktan sonra buradaki tarihin tanıtılması için yoğun bir çaba içine girdim. İlk olarak tarihi mevzilerin koruma altına alınmasını sağladım. Daha sonra da Nazım Albay'ın Kayserili olması sebebiyle Kayseri Valiliği ile Belediye Başkanlığı'na bilgilendirme yazısı gönderdim. Geçen yıl da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e aynı yazıyı gönderdim. Her iki kurum ile Cumhurbaşkanı Gül'den destek mektupları aldım ancak somut bir gelişme olmadı. Eğer Yumruçal'a sahip çıkılmazsa yok alma tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. Yaptığım araştırmada, tarihi taş mevzilerin bina ve bahçe duvarı yapımda kullanıldığını belirledim" diye konuştu.


Özuğur, Kütahya Valisi Şükrü Kocatepe'nin de Yumruçal Tepesi'ne gelerek incelemelerde bulunmasını istedi.

Kütahya Kent haber, 20.11.2008

EKMEKÇİZADE AHMET PAŞA KERVANSARAYI AÇILDI





AB Bulgaristan-Türkiye Sınır Ötesi İşbirliği Projesi çerçevesinde restore edilen Ekmekçizade Ahmetpaşa Kervansarayı Kültür Merkezi, törenle açıldı.

Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyon Başkan Yardımcısı Tibor Varadi, Ayşekadın Semti Eski İstanbul Caddesi’ndeki kervansarayın açılışında yaptığı konuşmada, AB Bulgaristan-Türkiye Sınır Ötesi İşbirliğinin, Avrupa Birliğinin kalkınmasına önemli katkı yaptığını söyledi.

Varadi, açılışı yapılan kervansarayın Türkiye’nin kültürü ile Bulgaristan ve Avrupa Birliği ilişkilerinin gelişmesine katkı yapacağını kaydetti. Varadi, şöyle devam etti:

“Bu kervansaray, kültürel, ekonomik ve sosyal işbirliği anlaşmaları çerçevesinde yerel tarihi koruyacak ve kalkındıracaktır. Bu buluşma noktası yerel yönetimler ve sınır ötesi işbirliği kapsamında önemli bir yere sahiptir.”

Edirne Valisi Mustafa Büyük de Sedefkar Ahmet Mehmet Ağa tarafından 1609 yılında inşa edilen kervansarayın 1.6 milyon avroya mal olduğunu, bunun 1 milyon avrosunun Avrupa Birliğinden, 600 bin avrosunun ise Edirne İl Özel İdaresinden karşılandığını belirtti.

Vali Büyük, 5 kişilik yönetimi olan kervansarayın, kar amacı gütmeyen kurumların kullanımına sunulacağını bildirdi. Kervansaray’ın, Türkiye ile Bulgaristan arasında bir köprü görevi göreceğini ifade eden Büyük, “Kervansaray, Türkiye ile Bulgaristan arasında var olan ilişkileri daha da artıracaktır” dedi.

Bulgaristan’ın Edirne Başkonsolosu Angel Angelov da kervansaray Türkiye ile Bulgaristan arasında ilişkileri güçlenmesine katkı sunacağını söyledi. Angelov, her iki ülkenin sınır kentlerinin kültürel ve sosyal yönden işbirliklerinin AB Sınır Ötesi İşbirliği çerçevesinde başarıyla sürdürdüğünü kaydetti.

Kervansarayın yapımında emeği geçen herkese teşekkür eden Angelov, “ Demokrasi ve kültürün gelişmesi için beraber çalışmaya devam etmemizi diliyorum” diye konuştu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Özgür Özaslan da Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye arasında sürdürülen sınır Ötesi İşbirliği Programları sayesinde güzel bir ortamın yaratıldığını vurguladı.
Edirne Internet Gazetesi, 20.11.2008

DAĞLARIN ARDINDA UNUTULAN ŞUAYB ŞEHRİ

 

Harran İlçesi'nde bulunan Şuayb Peygamber'in yaşadığına inanılan Şuayb Şehri, ilgisizlik nedeniyle kaderine terk edildi.

 

Zengin tarihi dokusu ile zamanın en önemli yapıtlarından biri olan tarihi Şuayb Şehri ilgisiz ve bakımsızlık nedeniyle yok olmayla karşı karşıya kaldı. Tarihi Şuayb Şehri yapı taşlarının köylüler tarafından tahrip edildiği, taşların yeni yapılarda kullanıldığı öne sürüldü. Tarihi koleksiyonu bağrında barındıran Şuayb Şehri'ne gereken ilginin gösterilmediğinden şikayetçi olan köylüler, şehrin koruma altına alınması ve turizme kazandırılması gerektiğini dile getirdi.

 

Şanlıurfa'ya 88 kilometre mesafede bulunan Özkent Köyü'nde bulunan harabeler, geniş bir alana yayılan Ören Yeri'nin surlarla çevrili olduğu ve bazı tarihçilere göre Roma Dönemi'nde inşa edildiği biliniyor. Halk arasında tarihi kentin harabelerinde yaşadığına inanılan Şuayb Peygamber'in makamı olarak bilinen bir mağara bulunuyor.

Şanlıurfa Kent Haber, 20.11.2008

MİMAR SİNAN'IN BURSA'DAKİ TEK ESERİ YENİDEN AYAĞA KALDIRILIYOR





Mimar Sinan'ın Bursa'daki tek eseri Galle Han, Osmangazi Belediyesi'nin restorasyon çalışmaları ile yeniden ayağa kaldırılıyor. Bursa'nın en işlek caddesinde bulunan tarihi han, ortasından yol geçirilerek, adeta yok olmaya mahkum edilmişti.

 

Etrafını saran dükkan ve reklam tabelaları arasında tarihten silinmeyi bekleyen Galle Han, Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe tarafından hazırlanan üç aşamalı bir proje ile yeniden Bursa'ya kazandırılıyor. Çalışmanın ilk ayağında cephe siluetlerini düzenleyerek çatısını ve kubbesini onaran belediye, hanın görünümünü baştan aşağı değiştirdi.

 

İkinci etapta ise tarihi hanın görünmeyen kısımlarını ortaya çıkarmayı amaçlayan belediye, proje çalışmalarını başlattı. Hanın tamamen onarılarak kullanılabilir hale gelmesi için çalışan yetkililer, projenin üçüncü ayağında da Galle Han ile Abdal Camii ve meydanı arasında kalan tahılcılar ve diğer alanları temizleme yoluna gidecek. Galle Han'da yapılan çalışmaları yerinde inceleyen Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, çalışmalar hakkında gazetecilere bilgi verdi. Mimar Sinan'ın Bursa'daki tek eseri olan hanın, vatandaşlar tarafından, kendilerine hakkında en çok soru gelen han olduğunu vurgulayan Altepe, geçmişte adeta tarihi yapıyı ortadan kaldırmaya dönük çalışmalara imza atan belediyelere sitem etti. Ortasından yol geçirilen hanın, yok olması için çalışıldığını kaydeden Altepe, restorasyon ile Galle Han'ın diğer tarihi eserler gibi işlevsel hale getirileceğini ifade etti.

 

Bursa'nın "her sokağı için kitap yazılır" nitelikte olduğunu, tarihi ve turizm kenti olma yolunda ilerlediğini belirten Altepe, şöyle konuştu: "Bu eserler o günkü devletin gücünü yansıtan eserlerdir. Maalesef bu zamana kadar farkına varamadığımız kentin önemli değerleridir bunlar. Tarihi Galle Han'ın her köşesi yıkılmış ve ortasından cadde geçiyordu; görünen çok az bir bölümü kalmıştı. Biz de çalışmalarımızı başlattık ve ilk etabı tamamladık. Bu restorasyon en çok ses getiren ve takdir gören projemiz oldu."

 

Cumhuriyet Caddesi Dörtyol ağzı Yiğit Köhne Camii karşısında kalıntı duvarlar ve birkaç odası bulunan han, 16. yüzyılda Kanuni'nin sadrazamlarından Semiz Alizade Paşa tarafından yaptırıldı. İki katlı olarak inşa edilen bina, Tahıl Han ve Galle Han adlarıyla anılıyor. Duvarları kesme taş ve tuğla ile örülmüş. Avlusunda tarihi çınarlar ve İznik çinili çeşmenin varlığından söz edilen han, 1690 ve 1844 yıllarında tamir edildi. 1855 depreminde hasar gören yapı, Cumhuriyet Caddesi'nin açılmasıyla ikiye bölünerek kendi haline terk edildi. Harabe hale gelen yapının alt katları, işyeri olarak kullanılıyor.

Zaman, Haber: Adem Elitok, 20.11.2008

TÜRKİYE'NİN HAZİNESİ DÜNYAYI CEZBEDİYOR

 

 

Türkiye’nin zengin tarihi ve kültürel mirasını yurt dışında anlatan 6 sergi, şu ana kadar yüz binlerce kişi tarafından ziyaret edildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yıl İspanya, İsveç ve İngiltere’de sergiler açtı. Almanya’da ve ABD’deki sergiler ise sanatseverlerle buluşmaya devam ediyor. İspanya’da önce Madrid San Fernando Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nde, daha sonra Sevilla Real Alcazar Sarayı’nda izlenime sunulan “Altın Satırlar: Sakıp Sabancı Müzesi’nden Osmanlı Hat Sanatı” sergisi, 5 ayda 233 bin 174 kişi tarafından gezildi.

 
İsveç’in Stockholm Akdeniz Müzesi’nde 4 ay boyunca sanatseverlerin beğenisine sunulan “Topkapı Sarayı ve İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzelerinden Porselenler” sergisini, 18 bin 726 sanatsever ziyaret etti. 

İngiltere’nin başkenti Londra’daki British Museum’da 3 ay süreyle görücüye çıkan “Hadrian: Empire and Conflict” sergisini ise 244 bin 44 kişi gördü. Almanya’nın Dortmund Sanat ve Kültür Tarihi Müzesi’nde 17 Ağustos'ta açılan “Evet-Ja, Ich Will! 1800’den Bugüne Düğün Kültürü ve Moda sı: Bir Türk-Alman Karşılaştırması” sergisi, 3 ayda, 8 bin 132 ziyaretçi çekti.


Frankfurt’a 11 Ocak 2009’a kadar konuk olacak “Lale Kaftan ve Levni: Topkapı Sarayı’ndan Kaftan ve Minyatürler” sergisini şu ana kadar bin 600 kişi ziyaret etti. Henüz 1 ay önce açılan serginin çok ilgi gördüğü kaydedildi.

Türkiye Gazetesi, 20.11.2008

NASRETTİN HOCA'NIN EVİ MÜZE OLUYOR

 

 

Türk kültür tarihinin güldüren bilgesi Nasrettin Hoca'nın doğup büyüdüğü evin bütçe yetersizliği nedeniyle yarım kalan restorasyonuna ödenek çıktı.

 

Eskişehir'in Hortu Köyü'nde bulunan ev, restorasyonun ardından müzeye çevrilecek. Böylece hocanın fıkralarıyla vermek istediği mesajlar, mumya ve resimlerle evin değişik köşelerinde dramatize edilecek. Müzede hocanın kullandığı eşya ve kitaplar da sergilenecek.

 

Kültür Bakanlığı, Nasrettin Hoca'nın evini, 2005 yılında mirasçılarından alarak restore etmeye başladı. Tabiat Varlıkları Kurulu tarafından koruma altına alınan evin bir bölümü ile ahırı, samanlığı, kileri ve tandırı aslına uygun olarak onarıldı. Ancak restorasyon için ayrılan 500 bin YTL'lik ödenek bitince çalışmalar durdu. Bir buçuk yıl sonra hocanın torunlarının girişimiyle 200 bin YTL ödenek çıkarılınca çalışmalar yeniden başladı. Yaklaşık 2 bin metrekarelik alan üzerinde bulunan ve 2 katta yürütülen faaliyetler önümüzdeki günlerde tamamlanacak.

 

Hortu Belde Belediye Başkanı ve Nasrettin Hoca'nın 10. kuşaktan torunu Cemal Dedebağ (52), dede yadigarı evin yıllar önce restore edilmesi gerektiğine dikkat çekerek, "Ancak bir türlü yerine getirilmedi. Tek arzumuz, çalışmaların bir an önce bitirilmesi." dedi. Dünyaya mal olmuş bir insanın evinin yarım kalmasının hocaya yapılmış bir haksızlık olduğunu dile getiren Dedebağ, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu yaşananlar tam fıkralık. Yüz yıllardır en güzel gerçekleri bizlere güldürerek anlatan Nasrettin Hoca, bir an önce kendisine sahip çıkılmasını bekliyor."

Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 20.11.2008





HARPUT'TA TARİH AYAĞA KALKIYOR

 

 

Harput’taki tarihi mekanlar hakkında halk arasında ilginç rivayetler var. Anlatılanlara göre şehirde bir deprem olur. Ulu Cami’nin minaresi devrilmek üzereyken yanında defnedilmiş olan Seyyid Ahmed Efendi, bunu engeller. İşte o depremde, caminin mihrap kısmında bulunan dut secdeye gelir. Ulu Caminin minaresi de Pisa Kulesi'ne nispet yaparcasına boynunu büküverir. Her gün çok sayıda kişi bu camiyi ve kökleri mihrabın altında, bedeni ise dışarıda olan yaşlı ağacı görmeye geliyor. Bu arada Mansur Baba için Selçuklu tarafından yapılan sekizgen kubbeli türbe ise tam bir mimarlık harikası.

 

El-aziz olarak da bilinen Elazığ’ın, en eski yerleşim yeri Harput’taki kendi haline terkedilmiş tarihi eserler Valilik, Belediye ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün çalışmalarıyla yenileniyor. Ulu Cami, Sara Hatun Camii, Ağa Camii, Mansur Baba Türbesi, Seyyid Ahmed Çapakçuri, Nadir Baba, Arab Baba, İmam Efendi ve Beyzade Efendi’nin türbeleri elden geçirildi. Ayrıca çevrede bulunan han, hamam, kervansaray, çeşme ve konakların da restorasyonunun yapılacağı belirtildi.

Yaklaşık bir yıl önce tadilat çalışmalarına başlanan Sara Hatun Camii eski ihtişamına kavuşurken; Alaca Camii ve Kesrik Camii onarılacağı günü bekliyor.

 

Öte yandan Elazığ’ın Harput Mahallesi’ndeki Arap Baba türbesi içersinde medfun bulunan ve mumyalanmadığı halde yaklaşık 700 yıl hiç bozulmadan günümüze ulaşan Selçuklu kumandanlarından Yusuf Efendi’nin (Arap Baba) naaşı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün izni ile bilim adamları tarafından türbeden alınarak incelenmek üzere Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne götürülmüştü. Ancak bilim adamları bir sonuç alamadı. Harput Mahallesi’ndeki türbesinde bulunan Arap Baba’nın naaşı, yıllardır ziyaretçilere açık tutuluyordu. Ancak Arap Baba türbesini bu aralar ziyaret edenler kapalı kapısı ile karşılaşıyor. Zira, Arap Baba defnedilmeyi bekliyor.

Türkiye Gazetesi, 19.11.2008

MARDİN KALESİ'NİN RESTORASYONU İÇİN 200 BİN YTL ÖDENEK GÖNDERİLDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan 7 bin yıllık tarihi Mardin Kalesi'nin onarımı için 200 bin YTL ödenek gönderdi. 

 

Mardin Milletvekili Gönül Şahkullubey, Mardin Kalesi'nin kurtarılması için yapılan girişimlerin olumlu sonuç verdiğini belirterek, kalenin onarılması için Mardin İl Özel İdaresi'ne 200 bin YTL ödenek gönderildiğini söyledi. 

 

Mardin'in kültürel mirasının ve dokusunun korunması ve yaşatılması için büyük gayret sarf ettiklerini ifade eden Şahkullubey, "Açık hava müzesi konumundaki tarihi zenginliğimizin farkındayız. Bu zenginliğimizin ilimize ekonomik fayda olarak geri dönüşümünü sağlamaya çalışıyoruz. Çalışmalarımızda Mardin'e özel ilgi gösteren ve desteğini bizden esirgemeyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a teşekkür ediyorum. Kalenin bir an önce onarım ve restorasyon çalışmasını yapmak istiyoruz. Onarımı bittirdikten sonra turizme açmak istiyoruz" dedi.

Turizm Gazetesi, 19.11.2008

SERGİ AÇAN MÜZE ZİYARETÇİ SAYISINI DÖRDE KATLADI

 

Türkiye'de müzelere ilgi dünya ortalamasının gerisinde seyrediyor. Yerli ve yabancı turist sayısını artırmak isteyen müzeler adeta birbiriyle yarışıyor. En önemli hamle ise sergi açmak. 

Türk İslam Eserleri Müzesi, açtığı sergilerle ziyaretçi sayısını beş yılda dörde katladı. 2003'te 53 bin olan ziyaretçi sayısı 2008 yılının Kasım ayında 200 bini aştı. 

 

Müze Müdürü Seracettin Şahin, İstanbul'un Avrupa'nın Kültür başkenti olacağı 2010'da İslam dönemi boyunca ahşabın değişimini konu edinen ve kaligrafinin gelişimini inceleyen iki ayrı koleksiyonu sergileyeceklerini söyledi. Müzede bulunan Hz. Osman'ın kendi el yazısıyla yazdığı Kur'an-ı Kerim'in de tıpkıbasımının yapılacağını kaydetti. Kufi yazıyla yazılan ilk eser olma özelliği taşıyan elyazma Kur'an, dünyada ve bilhassa Müslüman aleminde düzenlenen birçok sergiye taşınmak isteniyor. Ancak taşınmaların eseri zamanla yıprattığından Mushaf'ın müzede tutulmasını isteyen Şahin, Diyanet Vakfı'na bağlı Türk İslam Araştırma Merkezi tarafından yapılacak olan tıpkıbasımın eseri yıpranmadan koruyacağını ifade etti. Müzede sergilenen eserlerden bazıları şöyle: "Selçuklulara, Artuklulara, Emevilere, İranlılara ait halılar, yöresel ev ortamları, köy evlerinden görünümler, kıyafetler, padişahların kendi elleriyle yaptıkları rahle, masa, kutu gibi eşyalar, erken İslam dönemi ile Osmanlı'dan kalma seramikler, ibrik, sürmedan, testi, sürahi, kandil, şamdan, ayna gibi küçük eşyalar."

Zaman, Haber: Arif Bayraktar, 19.11.2008

AZİZ BEDROS KİLİSESİ AYA İRİNİ GİBİ OLACAK

 

Büyükşehir Belediyesi, tarihi ve kültürel dokunun canlandırılmasına yönelik yürüttüğü çalışmalar kapsamında, 2005 yılında gün ışığına çıkarılan Aziz Bedros Kilisesi'ni, restorasyon sonrası İstanbul'daki Aya İrini Kilisesi gibi seçkin bir konser salonu haline getirecek.

 

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, Aziz Bedros Kilisesi'nin, şehrin ortasında yer alan bir iplik fabrikası içerisinde uzun yıllar gizli kaldığı ve bir depo olarak kullanıldığı belirtildi. Kilise'nin, ortaya çıkarılmasının ardından Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararıyla tescillendiği, mülk sahibi ile yapılan görüşmeler neticesinde yapının Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alındığı kaydedildi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 19.11.2008

"İSİM DEĞİŞİKLİĞİ TARİHE DARBEDİR"

 

Gölbaşı'na bağlı olan belde belediyelerinin mahalle olması sonucu isimlerinin akıbeti tartışma konusu oldu. Göl-Der Başkanı İsa Ömercan, "Tarihe malolmuş bu isimlerin kaldırılması demek, tarihimize yapılan ihanet olur" dedi. Oyaca Belediye Başkanı Duran Özkan, Oyaca isminin nüfustan alınan belgelerde geçmediğini öne sürdü. 

 

Belediye Başkanı Duran Özkan "Gölbaşı Yeşilçam ve Gölbaşı Akarsu Mahallesi olarak geçiyor. 500 yıllık olan Oyaca isminin yok sayılması, tarihimize ve kültürümüze yanlış yapılmış olur" dedi. Bu konudaki tepkilerini dile getiren Başkan Duran Özkan, "Oyaca ismi tarihimizi, kültürümüzü anlatıyor. Oyaca ismi Nüfus Müdürlüğü’nden kalkarsa, tarihimizden de kopmuş oluruz. Onun için Oyaca isminin kaldırılmasına karşıyız" dedi.

 

Özkan "Bu konuda vatandaşlarımız da çok tepkili. Mahalle ismi geçecekse, önünde Oyaca Yeşilçam Mahallesi ve Oyaca Akarsu Mahallesi olarak yazılabilir, veya sadece öbür mahalleler göz önüne alınmaz, tek bir Oyaca Mahallesi olarak işlemler yapılabilir" diye konuştu. Vatandaşlar da Oyaca adının kaldırılmasına tepki göstererek, konuyu gerekirse mahkemeye intikal ettireceklerini belirttiler.

 

GöL-Der Başkanı İsa Ömercan ise ilçeye bağlı belde iken mahalle olan Bezirhane, Selametli, Oyaca, Karaali ve Karagedik’in isimlerinin kaldırılmasının büyük bir yanlış olduğunu belirterek, "Böyle bir durumun neden ve nasıl olduğunu araştırıyoruz. Tarihe malolmuş bu isimlerin kaldırılması demek, tarihimize yapılan ihanet olur. Oyaca’nın en az 500 yıllık, Karaali’nin 700 yıllık tarihi vardır. Bu isimlerle anılmaması, tarihimize ve kültürümüze bir darbe olur" dedi.

Hürriyet Ankara, Haber: Ayşe Türkmez, 19.11.2008

150 MİLYON YIL ÖNCE İNSAN NEYE BENZİYORDU

 


150 milyon yıl önce insanların neye benzediğine dair muazzam bir bilgi kaynağı bulundu. İşte şoke eden araştırma... 

 

Avustralya'daki kanguruların, genetik olarak insana benzediği ve ilk evrimini Çin'de geçirmiş olabileceği bildirildi. 

 

Avustralya'da hükümetin desteklediği Kanguru Genetiği Mükemmeliyet Merkezi müdürü Jenny Graves, ilk kez Avustralyalı keseli hayvanların genetik kod haritasını çıkardıklarını belirterek, kanguruların genetiğinin insanlara benzediğini bulduklarını söyledi. 

 

Graves, insan genleriyle kanguru genleri arasında çok az farklılık bulunduğunu, ancak benzer ve aynı dizilişteki genlerin sayısının çok fazla olduğunu belirterek, kanguruların 150 milyon yıl önce insanların neye benzediğine dair muazzam bir bilgi kaynağı olduğunu ifade etti. 

 

İnsan ve kanguruların en az 150 milyon önce ortak ataları olduğunu bulduklarını, fare ve insanların ise sadece 70 milyon yıl önce birbirlerinden farklılaşmaya başladığını kaydeden Graves, ilk kez Çin'de evrilen kanguruların daha sonra Amerika, Avustralya ve Antartika'ya göç ettiğini de vurguladı.

Hürriyet, 19.11.2008

YAŞAYAN TARİH; PİRİ MEHMED PAŞA MEDRESESİ

Osmanlı Devleti'nden günümüze kalan en eski eserlerden biri olan Piri Mehmed Paşa Medrese'si tarihi dokusunu koruyor. Dereli Kemal Baharatçısı Yafes Sinop'un işletmeciliğini üstlendiği medresede şifalı bitkiler yanı sıra birçok etnografik eser de sergileniyor.


Aslen Aksaraylı olan Piri Mehmed'in yaptırdığı ve kendi isminin verildiği medresenin, tarihi kalıntıları yerini koruyor. Konya'nın günümüze kadar gelen en eski Osmanlı eserlerinden biri olan medrese, şu an Hayra Hizmet Vakfı'nın koruması altında, Dereli Kemal Baharatçısı olarak kullanılıyor. Şifalı bitkilerin yer aldığı medrese de ayrıca etnografik eserlerde sergileniyor. Özellikle yabancı turistlerin ilgi gösterdiği eserler, tarihe ışık tutuyor.


Devrinin üniversitesi sayılan bu medresede Piri Mehmed Paşa, en seçkin hocalardan ders almış. Geçmişin çok uzaklarına yolculuğa çıkaran medresenin hemen karşısında Piri Mehmet Paşa Camisi yer alıyor. Bu dar, uzun ve üç taraflı otantik mekanın içinde çok ilginç eserler mevcut. Yüzlerce çeşit baharat, antika, kökboyalı iplerden dokunmuş halılar, kilimler, gömme dolaplar, dibekler, kirmanlar, ibrikler, işlenmemiş onlarca bitki türü, değişik şekillerde imal edilmiş el işlemeleri, aynalar ve lambalar göze çarpıyor. Avluda satılmaya hazır at arabası ve kağnı görmeniz bile mümkün.


1996 yılında restorasyonu tamamlanıp kültürümüze kazandırılmış bu muhteşem medresenin işletmesini ise Dereli Kemal Baharatçısı Yafes Sinop yapıyor. Burada 700 den fazla bitki türü ile birlikte binden fazla malzeme satışı yaptıklarını ifade eden Sinop, Türkiye'de kendi alanında bu şekilde faaliyet gösteren tek işyerinin de burası olduğunu belirtti.


Medresenin mimarisi ve tarihi hakkında da bilgi veren Sinop, "yaşayan tarih" Piri Mehmet Medresesi'ni Gazetemize şu cümlelerle anlattı:
"1996 yılından önce burası harabe bir haldeydi. Medresenin işe yarar hücreleri içeriden duvarlarla ayrıydı ve dericiler, kalaycılar, helvacılar ve tamirciler çalışırlardı. Neticede ilgili makamlardan alınan izinlerle medresenin restorasyon işini Hayra Hizmet Vakfı üstlendi ve aslına uygun  şekilde 1996 yılında tamamlandı. Dolayısıyla buranın mülkiyeti de vakfa aittir. Hücrelerin dış avluya bakan kısımları Sille taşıyla kaplandı. Vaktiyle medresenin 32 adet hücresi varmış ve öğrenciler bu hücrelerde kalırlarmış. Eskiden içeriye basamakla inilirdi. Avlunun dolgusu sebebiyle şimdi hücreler zemin seviyesinde kaldı. Zaviyenin çevresinde bostanlıklar, aşevleri, hamamlar, yatakhaneler varmış, zamanla da zaviyenin müştemilatı bakımsızlıktan yıkılmış. Restorasyon öncesi sadece kapı ve pencere yerleri belliydi. Seksenli yıllarda Avlunun orta yerinde de bir şadırvan vardı. Şimdi cami ile medrese arasından geçen yol da zamanında yoktu."

Manşet Gazetesi, 19.11.2008




Kültür Bakanlığı, kar eden DÖSİM’i ihaleye çıkarıyor. 20 bin kişiye iş imkanı sağlayan mağazalarda Türk el sanatlarının yerini Çin işleri alacak. 3 bin usta kapıya konulacak. 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Döner Sermaye İşletmesi DÖSİM’i özelleştirmeye açması gürültü kopardı. Aralarında Topkapı Sarayı’nın da bulunduğu çok sayıda sarayın DÖSİM mağazaları ocak ayından sonra özel sektöre teslim edilecek. Ancak şartnameye, 3 bin unutulmuş el sanatı ustasını koruyucu bir maddenin konulmaması ve ağustos ayında çıkan bir genelge ile yabancıların da ihaleye girme hakkı bulunması tartışma yarattı. Sanatçılar Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bir mektup yazarak olayı protesto ederken, mağazalara Çin ürünlerinin girme ihtimali de soru işaretlerine neden oldu. Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan şartnamede ocak ayı sonunda ihaleye çıkılacağı duyuruldu. Şartnamede Kültür Bakanlığı’nın kar getiren kurumu olan DÖSİM’in mağazalarını alan firma ile “hasılat paylaşımı” yönteminin izleneceği ilan edildi. 2005 yılında sadece 800 milyar gelir getiren DÖSİM’in geçtiğimiz yıl cirosu 4.5 trilyon liraya yükseldi. Bu ciro nedeniyle “hasılat paylaşımı” yöntemi soru işaretlerine neden oldu. DÖSİM, 3 bin el sanatı ustasıyla birlikte yaklaşık 20 bin insana iş imkanı sağlıyor. 

 

Şartnamede geleneksel el sanatları için kısa bir bölüm ayrılırken “Kahve projesi” ve “Türk lokumu projesi” için geniş yer ayrıldı. Ancak şartnamede, geleneksel el ürünlerinin Çin mallarına karşı koruma altına alınmaması ustaları kızdırdı. Sayıları hızla tükenen hat, tezhip, çini, dokuma gibi geleneksel işlerde usta 3 bin sanatçı, çareyi Gül’e bir mektup göndermekte buldu. Mektupta, “Ucuz ve niteliksiz Uzakdoğu ürünlerinin baskısı altında olduğumuz yetmiyormuş gibi bir de devletimizin bize bakan şefkatli yüzü olan DÖSİM de Geleneksel Türk El Sanatları ürün alımlarını durdurdu” ifadesini kullandı. Mektupta Ayasofya Camii’nin içindeki DÖSİM mağazasının ihalesiz ve duyurusuz bir şekilde Kabaş Firması’na verildiği ve mağazada artık Hıristiyan figürleri satılmaya başlandığı da iddia edildi. 

 

Bakanlığın siparişlerini bile almadığını ve ödemelerini özelleştirme projesi nedeniyle kasıtlı geciktirdiğini savunan sanatçılar, “DÖSİM el sanatlarını destekleyerek yaşatacak tek devlet kurumu. Üstelik kurum zarar değil kar etmektedir” yorumu yaptılar. Sanatçılar, DÖSİM’in kazandığı tüm geliri zaten Kültür Bakanlığı’na verdiğini belirterek, “Neden taşerona hasılat payı verildiği ise muammadır” şikayetinde bulundular. 

 

DÖSİM’in saraylar ve ören yerleri dahil toplam 49 mağazası taşerona teslim edilecek. İşte bunlardan en ünlüleri: İstanbul: Topkapı Sarayı, Kariye Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Büyük Saray Mozaikleri, Arkeoloji Müzesi, Galata Mevlevihanesi Müzesi. Nevşehir Göreme Açık Hava Müzesi. Hacıbektaş Müzesi, Konya Mevlana Müzesi, İzmir Efes Müzesi, Antalya Arkeloji Müzesi, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Cumhuriyet Müzesi, Etnografya Müzesi, Antalya Noel Baba Müzesi. Ihlara Vadisi örenyeri, Antalya Aspendos örenyeri, Perge Örenyeri, Olimpos Örenyeri, Myra Örenyeri, Pamukkale Örenyeri, Çanakkale Troia Örenyeri, İzmir Bergama Akropol Örenyeri, Mersin Cennet-Cehennem Örenyeri.

 

Çankaya Köşkü’ne ulaşan iddialarla ilgili sorularımızı yanıtlayan DÖSİM Genel Müdürü Tolga Tüylüoğlu, “Hasılat paylaşımı bir kiralama ve özelleştirme değil. Blok olarak vereceğiz ama kapsam henüz bitmedi. El sanatlarını bitirecek birşey yok. Ancak müze mağazacılığımız rezalet. Yurtdışındaki müzeleri görüyorsunuz. Bizimkiler niye öyle olmasın. Bu tamamen özel sektörün işi” dedi. Tüylüoğlu, “Çin mallarının girmesini nasıl engelleyeceksiniz?” sorusunu, “Firma bize bir iş programı verecek. Ürün alımı anlamında da, yayıncılık anlamında da. Bir ürün programı oluşturacak. Onaylamadığımız hiçbir şeyi satamaz” diye yanıtladı. Köşk’e gönderilen mektuptaki Kabaş firmasıyla ilgili iddialarla ise Tüylüoğlu, “Kabaş’a verildiği doğru değil. Seviyesiz iftira düzeyinde şeyler yazıldı” dedi. Tüylüoğlu, satışın sanıldığı gibi üreticileri de mağdur etmeyeceğini sözlerine ekledi.

Akşam, Haber: Deniz Güçer, 19.11.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA GÖZ AÇTIRILMADI

 

Adıyaman Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarihi eser kaçakçılarına göz açtırmadı.

 

Edinilen bilgiye göre, Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğümüz görevlilerinin İl genelinde kaçakçılık olayları ile ilgili olarak yapmış oldukları istihbarı çalışmalar neticesinde; Kapcami Mahallesi'nde bulunan bir işyerinde çok sayıda tarihi eser bulunduğu ve tarihi eserleri satmak üzere müşteri arandığı yönünde bilgiler alınması üzerine düzenlenen operasyon neticesinde; 700 adet Sikke, 106 adet çeşitli figürler bulunan objeler ve 1 adet 25 cm boyunda heykel ele geçirdi.

 

Olayla ilgili olarak A-F isimli şahıs yakalandığı ve olayla ilgili gerekli adli tahkikatın başlatıldığı belirtildi.

Adıyaman Haber, 19.11.2008

4600 YILLIK AİLE DRAMI

 

 

Almanya'da MÖ 4600 yılına ait mezarlar bulunduğu, bu mezarlardan birinde aynı aileden anne, baba ve iki çocuğuna ait kalıntıların yer aldığı bildirildi. Birbirine kenetlenmiş iskeletlerin ölümüne büyük bir felaketin yol açtığı sanılıyor. Ama asıl önemli keşif dün açıklandı... Meğer bu dört kişi bir çekirdek aileye ait dünyada bilinen en eski moleküler genetik kanıt oldu. 

 

Avrupalı araştırmacıların yaptığı ve ABD'de yayımlanan bir araştırmaya göre, üç yıl önce Eulau'da bulunan bu mezardaki kalıntılar üzerinde yapılan DNA analizinin, kalıntıların, anne, baba ile 8 ila 9 ve 4 ila 5 yaşlarındaki erkek çocuklarına ait olduğu doğrulandı. Bu keşfin, bir çekirdek aileye ait dünyada bilinen en eski moleküler genetik kanıt olduğu belirtildi. 

 

Amerikan ulusal bilimler akademisinin yıllık dergisinde yayımlanan araştırmayı yapan bilim adamlarından arkeolog Wolfgang Haak, "aynı mezara gömülü iki yetişkin ve iki çocuk arasında genetik bağ kurarak, orta Avrupa'da prehistorik bağlamda klasik bir çekirdek ailenin varlığını gösterdiklerini" kaydederek, "ancak bu bulgunun anne baba ve çocuktan oluşan temel ailenin, evrensel bir model veya insan topluluklarının en eski kurumu olup olmadığını kanıtlamadığını" belirtti.

 

Mezarlardaki toplam on üç kişinin kalıntılarının da çıkarıldığı kaydedildi.

Hürriyet, 19.11.2008

KARAMUSTAFAPAŞA KÜLLİYESİ TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Kayseri´nin İncesu İlçesi'nde bulunan, Faruk Nafiz Çamlıbel´in "Han Duvarları´´ şiirine ilham kaynağı olan Karamustafapaşa Külliyesi´nin turizm merkezi haline getirilmesine yönelik çalışmalar sürdürülüyor.


İncesu Belediye Başkanı Zekeriya Karayol,  uzun yıllardır atıl kalan külliyenin turizm merkezi haline getirilmesi için gayret gösterdiklerini bildirdi. Külliyedeki Karamustafapaşa Kervansarayı´nın 2005-2006 yıllarında restore edildiğini ifade eden Karayol, şöyle konuştu:
"1660 yılında yaptırılan külliye, Anadolu´daki tek Osmanlı külliyesi olma özelliği taşıyor. Külliyedeki kervansaray, 1970 yılında yaşanan sel felaketinde büyük ölçüde tahrip olmuş. Mülkiyeti Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait olan kervansaray, 2005-2006 yıllarında yaklaşık 2 milyon YTL harcanarak restore edildi. Külliyenin diğer kısımlarında ise restorasyonu yapılamayan küçük bir kısım kaldı. Aşağı Çarşı adı verilen kısımdaki dükkanların kamulaştırma çalışmaları sürdürülüyor. Çalışmaları hızlandırmak için belediyemize ait 2 dükkanı Vakıflar Bölge Müdürlüğüne tahsis ettik. Kamulaştırmanın ardından buralarda da restorasyon başlayacak."

Külliyenin bünyesinde kervansaray, cami, medrese ve hamam ile dükkanlar bulunduğunu kaydeden Karayol, külliyenin canlandırılması ve tahribatın önlenmesi için, restorasyonu tamamlanan bölgeleri işletmecilere kiraya verdiklerini belirtti.


Külliye ve kervansarayın atıl kalmasını engellemek için buraları Vakıflar Bölge Müdürlüğünden yıllık 50 bin YTL karşılığında kiraladıklarını hatırlatan Karayol, şunları söyledi: 
 "Kira ücreti belediyemize külfet getiriyor ancak boş kalan binalar çok çabuk tahrip oluyor. Bunun için, kervansaray ve külliyenin diğer bölümlerini işletmecilere kiraya veriyoruz. İki dükkanı kitap satıcılarına bir dükkanı çay ocağı olarak kiraya verdik. Külliye bünyesindeki tarihi hamamı kiraya verdiğimiz işletmeci de burayı internet kafeye dönüştürdü. Yöresel el sanatları, halı ve kilim satıcılarının da burada iş yeri açmasını istiyoruz. Böylece tarihi külliyeyi turistler için cazip hale getiriyoruz. İlçemiz Kapadokya bölgesine çok yakın. Bu bölgeden turist çekmeyi amaçlıyoruz."
 

Ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel´in ´´Han Duvarları´´ isimli şiirinin bazı kısımlarının Karamustafapaşa Kervansarayı´nda yazıldığını belirten Karayol, bu kapsamda tarihi kervansarayın tanıtımına katkıda bulunacak dizi film çekilmesi için TRT Genel Müdürlüğüne teklifte bulunduklarını ancak tekliflerinin kabul edilmediğini sözlerine ekledi.

Kayseri Gündem, 18.11.2008

ANADOLU'NUN EN ESKİ TARİHİ METROPOLITAN'DA





Hazırlıkları beş yıldır sürdürülen "Babil’in Ötesi: MÖ 2. Binyılda Sanat, Ticaret ve Diplomasi" isimli sergi, New York Metropolitan Müzesi’nde açıldı. 

 

Antalya'nın Kaş İlçesi yakınlarındaki Uluburun mevkiinde bulunan batıktan çıkarılan objeler, New York’taki Metropolitan Müzesi’nde "Babil’in Ötesi" projesi çerçevesinde sergileniyor. Hazırlıkları beş yıl süren "Babil’in Ötesi: MÖ 2. Binyılda Sanat, Ticaret ve Diplomasi" sergisinin kurumsal sponsorluklarını Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi’ne (DEİK) bağlı Türk Amerikan İş Konseyi’nin (TAİK) yanı sıra Doğan, Doğuş, Koç ve Sabancı grupları üstlendi. Sergiye "Dorothy ve Lewis B. Cullman" ve "The Hagop Kevorkian Fund" da katkılarda bulundu. 

 

Sergilenen eserler MÖ 14. yüzyıl ile 13. yüzyıllar arasında medeniyetler arası ticaretten doğan etkileşimin sanata olan izdüşümlerini anlatmak açısından büyük önem taşıyor. 

 

Anadolu ve Akdeniz çanağındaki binlerce yıl önceki ticari hayat hakkında başta Uluburun Batığı’nın sunduğu bilgi parçaları Amerikalılara tanıtılacak. Türkiye’den Uluburun batığı kalıntılarının da yer aldığı sergide batıkta yer alan ve satılmak üzere yola çıkarılan ticari ürünlerin MÖ 2. binyılda Akdeniz’de Afganistan’a kadar uzanan bir ticaret ve sanat ağını sergiliyor. 

 

Sergide çok sayıda kıymetli altın, cam, fayans ve taş objeler ile fildişinden yapılan ve krallık armağanı olarak kullanılan heykeller yer alıyor. 

 

New York’ta her yıl 5.5 milyon kişinin ziyaret ettiği Metropolitan Sanat Müzesi’nde 15 Mart 2009 tarihine kadar açık kalacak olan sergi, yasadığımız toprakların çağlar boyunca sanat, ticaret ve diplomasinin beşiği olduğunu gösterecek.

Hürriyet, Haber: Razi Canikligil, 19.11.2008

DEVLET DEĞERLİ SANAT ESERLERİNİ KAYBETTİ

 

 

1 Kasım 2007’den 31 Ekim 2008’e kadar toplamda sekiz eserin kayıp olduğu bakanlar tarafından bildirildi. Aralarında Amerikalı sanatçı R. B. Kitaj ve İngiliz sanatçılar Michael Angelo Rooker ve William Scott’ın imzasını taşıyanların da bulunduğu sanat eserleri, Londra’daki İngiltere Büyükelçiliği’nden kayboldu. Kayıp eserlerden iki tanesi Azerbaycan’daki İngiliz Büyükelçiliği’nde yanlışlıkla satılmış ve bu hata telafi edilememişti. Muhalefetteki politikacılar, devletin sanat eserlerini kaybetmesi ya da yanlışlıkla satması fikrinin son derece sarsıcı ve şok edici olduğunu söyledi.

 

R. B. Kitaj, 1960’lar ve 1970’lerde İngiltere’deki en önemli sanatçılardan biriydi. Sanatçının eserleri müzayedelerde 500 bin sterlinden daha pahalıya alıcı bulurken, fotoğrafları da 5 bin sterlin ve üzerinde satılıyordu. 1958 yılındaki Venedik Bienali’nde İngiltere’yi temsil eden ünlü sanatçı William Scott’ın eserlerine de bir milyon sterlin değer biçiliyordu. Son dönem fotoğrafları ise 6 bin sterlinden yüksek bir fiyata alıcı bulmuştu.

 

Galeri sahipleri kaybolan eserlerin binlerce sterlin değerinde olduklarını söylemeden edemiyor. Çağdaş İngiliz eserleri ve fotoğrafları üzerine uzmanlık yapmış olan John Austin, “William Scott son derece değerli ve saygı duyulan bir sanatçıdır, aynı şekilde R. B. Kitaj da önemli bir sanatçı. Hatta 1960’dan günümüze kadar yetişmiş yarım düzine esaslı sanatçıdan biridir diyebilirim. Onların eserleri çok değerliydi” dedi.

Taraf, 18.11.2008

RESTORASYON EN AZ 1 AY UZAYACAK

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ihale edilen ve 11 aydan beri devam eden Kap Camii'ndeki restorasyon çalışmalarının uzayacağı öğrenildi.

 

Vakıflar Şanlıurfa Bölge Müdürlüğü kontrolörlüğünde gerçekleştirilen restorasyon ve güçlendirme çalışmalarının ihale edilen sözleşme tarihinde tamamlanmamasına vatandaşlar tepki gösterdi. 2007 yılının son ayında müteahhit firma tarafından başlanılan restorasyon çalışmalarının üç hafta önce bitmesi beklenirken, restore çalışmaları halen devam ediyor. 505 bin 904 YTL'ye ihale edilen restorasyon çalışmaları ile Kap Camii'nin modern görünüme kavuşacağını bekleyen cami cemaati, iş bitim tarihinde camii restorasyonunun bitmemesine tepki gösterdi.

Vatandaşlar, tarihi yapısı ve kent merkezinde olması nedeniyle büyük önem arz eden Kap Camii'nin restorasyon ve güçlendirme çalışmalarının biran önce biterek ibadete açılmasını beklerken, yetkililer çalışmaların en az 6 ay devam edeceğini açıkladı.

Adıyaman Kent Haber, 18.11.2008

ANAVARZA ANTİK KENTİ BELGELEME ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

Adana'nın Kozan İlçesi'nde bulunan Anavarza Antik Kenti'ndeki tarihi eserlerin belgelenmesi çalışmalarının sürdürüldüğü bildirildi.

 

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Eski Çağ Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Hamdi Sayar, açıklamasında antik kentteki tarihi eserlerin mimari ve teknik açıdan belgelenmesi çalışmalarının 2004 yılında bu yana sürdürüldüğünü, yarından itibaren de yeni döneme başlayacaklarını bildirdi. Prof.Dr. Sayar, çalışma için gerekli iznin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verildiğini belirterek, 8 kişilik ekiple bir hafta boyunca belgeleme yapacaklarını kaydetti. Geçmiş yıllarda yapılan incelemelerde elde edilen verilerin dijital ortama aktarıldığını anlatan Prof.Dr. Sayar, "Toprak üstünde bulunan eserlere yönelik çalışmamızı 2010 yılında bitirmeyi hedefliyoruz. Sonrasında da toprak altındaki eserlere yönelik çalışmalara başlamayı planlıyoruz." diye konuştu.

Zaman, 18.11.2008

ÇATIDAKİ İKİ TABLO ZENGİN ETTİ

 

Almanya'nın Hamburg kentinde yaşayan 40 yaşındaki Carsten Busse, anneannesi öldükten sonra eşyalarını satışa çıkardı. Ölen kadının tavan arasında bulunan iki tabloya bir alıcı 5 bin euro önerdi. Tabloları bir antikacıya göstermeye karar veren Busse ise öğrendikleriyle şoke oldu.

 

Antikacı, tabloların "Canaletto" olarak anılan ünlü İtalyan ressam Giovanni Antonio Canal tarafından yapıldığını ve 18'inci yüzyıla ait olduğunu söyledi. Açık artırmaya çıkarılan eserler toplam 227 bin euroya alıcı buldu. Parayı alan Busse, yıllarca hayalini kurduğu motosiklet galerisini açtı. Busse, "Anneannem ölmeden önce 'Tablolara dikkat edin' demişti. Şimdi ne demek istediğini anlıyorum" dedi.

Sabah, 18.11.2008

TÜM DÜNYADA SES GETİRECEK İSLAM SANATLARI MÜZESİ

 

Dünyanın en büyük İslam Sanatları Müzesi, 22 kasım tarihinde Katar’ın Doha kentinde açılacak. 

Müze binası Katar şeyhi tarafından yaptırıldı. Müzenin açılışıyla ilgili organizasyon çalışmaları ise Selçuk Kiper tarafından yürütülüyor.

 

Dünyanın yaşayan en önemli mimarlarından kabul edilen 90 yaşındaki Leoh Min Pei’nin imzası taşıyan müzenin dünya genelinde ses getireceğine inanılıyor.

 

5 bin metrekarelik alan üzerine inşa edilen müzeye aralarında Britanya, New York Metropolitan ve Mısır İslam Sanatları Müzeleri’nin de bulunduğu pek çok müzeden sergilenmesi amacıyla eserler getirilecek.

 

Müzenin açılış organizasyonlarını yürüten konsept uzmanı Selçuk Kiper, böylesine önemli bir görevi üstlenmenin gururunu yaşadığını söyledi. Hazırlık çalışmalarının aylardır devam ettiğini, açılış seremonisinin uzun zaman unutulmayacağını söyleyen Kiper, seremoni için Vakko’da özel olarak kumaş dokuttuklarını, Gaziantep’ten ise sedef kakmalı çerçeveler ve özel bakır tepsiler getirttiklerini dile getirdi. Kiper, Kazablanka’da üretilen çadırlar ile 2 bin 200 metrekare dokuma halı ve 22 bin mumun da açılış töreni sırasında kullanılacağını ifade etti.

Taraf, 18.11.2008

TARİHİ KONAKLAR KORUMA ALTINA ALINDI

 

Çubuk'ta tarihi konakların koruma altına alınması kararlaştırıldı. Çubuk Kaymakamı Meftun Dallı başkanlığında, belediye meclis salonunda düzenlenen toplantıda, ilçedeki tarihi evlerin durumu görüşüldü.

 

Çubuk Belediye Başkanı Adem Tuğluca, İmar ve Şehircilik Müdürü Yusuf Kürşat Mercan ve tarihi konak sahiplerinin katıldığı toplantıda, ilçede 13 tarihi ev ve konağın bulunduğu, bunların birçoğunun da oturulamaz halde olduğu belirtildi. Kaymakam Dallı, tarihi konakların ilçeye kazandırılması için birçok fırsatın olduğunu, Kültür ve Turizm Bakanlığı başta olmak üzere konak sahiplerinin sağlanan yardımlardan faydalanması gerektiğini söyledi. Belediye Başkanı Tuğluca da tarihi konakların korunması gerektiğini ifade etti. Toplantıda, konakların koruma altına alınması karara bağlandı.

Zaman, 18.11.2008

19. YÜZYILIN EN EROTİK RESMİ

 

Nü tablolarıyla ünlü Fransız ressam Ingres’in 82 yaşındayken yaptığı "Türk Hamamı" adlı tablosu Fransız Le Figaro Gazetesi’nin eki Le Figaro Magazine tarafından "19. yüzyılın en erotik resmi" ilan edildi.

16. yüzyıldan bu yana yapılmış nü tabloları değerlendiren dergi "Delacroix’nın da nü eserleri kayda değer, ancak yüzyılın en erotik eseri Türk Hamamı ile Ingres’e ait" diye yazdı. Le Figaro Magazine, Ingres’in, 1862 tarihli eserine imzasının yanı sıra gururla 82 yaşında olduğunu da ilave ettiğine dikkat çekti. 1865 yılında eski bir Türk diplomatı Halil Bey tarafından satın alındığı belirtilen "Türk Hamamı" halen Paris’teki Louvre Müzesi’nde bulunuyor.
Hürriyet, 18.11.2008

ÇAĞDAŞ SANATLAR 'ASYA RÖNESANSI" ÇAĞINA GELDİ

 

Batı sanatının 500 yıllık hakimiyeti köklü bir biçimde değişmeye başlıyor. İngiliz The Independent'ın haberine göre dünyanın en çok satan heykeltıraş ve ressamlarının yarısından fazlası bugün artık Asya kökenli. Çin ekonomisi son yıllarda yükselen bir değer haline gelirken artık ülkenin ressam ve heykeltıraşları da çağdaş sanatlarda süper güç olma yolunda ilerliyor.

Öyle ki, dünyanın en çok satan çağdaş sanatçı listesinde Çin'in üstünlüğü göze çarpıyor. Yeni listeye göre dünyanın en çok satan 20 sanatçının 13'ü Asya ülkelerinden ve bu 13 sanatçının 11'i Çin'den. En yüksek fiyattan satış gerçekleştirilen 10 müzayede listesine de Asya'dan 5' Çinli olmak üzere 6 sanatçı girdi. Eleştirmenler bu sonuçlar yüzünden önümüzdeki 10 yıl içinde 'Asya Sanatı' kavramının 'Batı Sanatı' gibi çok yaygın bir kullanım alanına ulaşacağını öngörüyor.

 

Dünyanın en çok satan 20 çağdaş sanatçı listesinde ilk 4 sırayı Koons, Jean-Michel Basquiat, Damien Hirst and Richard Prince gibi Batılı sanatçılar alırken listenin geri kalanının neredeyse tamamı Çinli sanatçılardan oluşuyor. Asyalı sanatçılar arasında ise Zhang Xiaogang, Zeng Fanzhi, Yue Minjun ve Takashi Murakami öne çıkıyor.

Sabah, 18.11.2008

TAKSİM'DEKİ KAİDE KALDIRILDI

 

Taksim Meydanı’nda 29 Ekim’de açılan ve kaçak olduğu iddia edilen 35 metrelik bayrak direğinin altındaki Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve maskının bulunduğu kaide İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kaldırıldı.

İstanbul 2 No.lu Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, kaidenin Taksim Meydanı’ndan kaldırılmasına karar vermişti. Kaideyi inşa eden Ferit Turan belediyenin izin verdiğini savunurken, "Maket ve projedeki tek fark, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin üzerine konulan Atatürk maskı" iddiasında bulunmuştu.

Hürriyet, 18.11.2008

SERVETİ MİLYON STERLİNLERE ULAŞAN HIRST BİLE "SANAT PAHALI" DİYOR

 

 

Çağdaş sanatın en pahalı isimleri arasında yerini alan Britanyalı kavramsal sanatçı Damien Hirst, Sotheby’s müzayede evindeki Beautiful Inside My Head / Kafamdaki Güzel adlı sergisinden elde ettiği yaklaşık 100 milyon sterlinlik gelirin ardından, sanat piyasasının çok pahalı olduğunu dile getirdi. 

 

Damien Hirst, geçen hafta New York’taki müzayedede üç milyon dolar değer biçilen ancak fahiş bulunduğu için satılamayan Beautiful Artemis Thor Neptune Odin Delusional Sapphic Inspirational Hypnosis Painting adlı dört kuru kafadan oluşan eserinin pahalı olduğunu kabul ederek, şu açıklamayı yaptı: “Geçen yıl bu tablo benden yarı fiyatına alınmıştı. Bu bir bakıma iyi... Artık daha gerçekçi fiyatlar arıyoruz. İnsanlar aldıkları şeyleri ertesi gün satmıyor. Bir sanatçı da insanlardan bunu ister; eserlerinin duvarları süslemesini. Sanatçılar insanlar eserlerini almadıkları için sanat yapmayı bırakmaz.”

 

2007’de Lullaby Spring adlı heykeli 9.65 milyon sterline satıldığında yaşayan en pahalı sanatçı unvanını kazanan Hirst’ün kuru kafalarının alıcı bulamaması, bereketli günlerin en azından bir süreliğine sona erdiğini göstermiş oldu. Hirst de sanat piyasasındaki bu durumu şöyle bir anekdotla özetliyor, “John Lennon saçlarını kestirmeye gittiğinde ‘neden saçını kestiriyorsun’ diye soruyorlar, o da ‘uzadıysa başka ne yapabilirim’ diye cevap veriyor.”

Taraf, 18.11.2008

TROYA MÜZESİ'NE KAVUŞUYOR





Çanakkale'de bulunan ve 1998 yılında UNESCO'nun "Dünya Miras Listesi"ne alınan Troya Antik Kenti'nde müze kurulması için çalışmalara hız verildi. 

 

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, antik kentte 1930'lu yıllardan bu yana gerçekleştirilen kazı çalışmalarında açığa çıkarılan eserlerin sergilenmesi ve tanıtılması amacıyla çağdaş anlayışla bir müze yapılması için, "Ön Seçimli Ulusal Mimarlık Yarışması" düzenlenmesi kararlaştırıldı. 

 

"Avrupa Kültür Başkenti Hakkındaki Kanun" kapsamında değerlendirilecek yarışmanın giderleri, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü bütçesi ile ulusal ve uluslararası sponsor firmalardan karşılanacak. 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu kapsamda, gerek finansal kaynakların aktarılmasında yaşanacak gecikmelerin önlenmesi, gerekse faaliyetin organizasyonu ve tamamlanması açısından verimlilik elde edilmesini sağlamak amacıyla müzenin proje ve uygulama işinin, Çanakkale İl Özel İdaresi tarafından gerçekleştirilmesine karar verdi. 

 

Bu doğrultuda gerekli işlemleri yönlendirmek için, Çanakkale Valisi Orhan Kırlı başkanlığında bir danışma kurulu oluşturuldu. 

 

Kurulda, ayrıca Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Genel Müdür Yardımcısı Ökkeş Dağlıoğlu, Daire Başkanı N. Serhad Akcan ile Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, Almanya Tübingen Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Muharrem Satır, Troya Kazısı Başkanı Prof.Dr. Ernst Pernicka, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanı Prof.Dr. Ülkü Altınoluk, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Rüstem Aslan ile Mimarlar Odası Çanakkale Şube Başkanı Mimar Ünal Ömercioğlu yer aldı.

 

Çanakkale Valisi Orhan Kırlı, çalışmanın mimarı ve yürütücüsünün, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay olduğunu söyledi. Kırlı, danışma kurulunun yanı sıra ilin ileri gelenlerinin, üniversite, kültür ve turizm sektörü temsilcileri ve halkın katılımıyla bir toplantı düzenleyeceklerini, Troya Antik Kenti'nin bugünkü durumu ve müze kurulması aşamasında yapılacak çalışmaları değerlendireceklerini kaydetti. 

 

Troya Antik Kenti'nin, tarihi, coğrafyasıyla mitolojik geçmişi ve arkeolojik yerleşimleriyle müthiş bir bölge olduğunu vurgulayan Kırlı, müze çalışmasının Çanakkale ekonomisi için sıçrama sayılabilecek önemli bir gelişme olduğunu belirterek, "Dünya ve Türkiye kültürü için çok önemli bir misyon yükleniyoruz. İnşallah bu hedefleri gerçekleştireceğiz" dedi.

Cnn Türk, 18.11.2008

SURLARI SARAN KAÇAK YAPILARDA YIKIM GERGİNLİĞİ





Fatih Belediyesi, yaklaşık 2000 yıllık Bizans surlarını saran  kaçak yapılaşmayı ortadan kaldırmaya hazırlanıyor. Surların çevresinde kamulaştırma çalışmalarına başlayan belediye, kaçak gecekondu, atölye ve depoları kentin dış bölgelerine taşımak istiyor.  Kaçak yapılarda yaşayan ve işletmecilik yapan gecekonducular ise düşük bedel gösterdiği gerekçesiyle belediyeye tepki gösteriyor.





Fatih Belediyesi kamulaştırma çalışmaları çerçevesinde sur çevresindeki kaçak yapıların yayıldığı arazileri, yeşil alan yapmak amacıyla kamulaştırıyor. Mevlanakapı ve Topkapı arasındaki alanda halen kamulaştırma çalışmaları devam ediyor. Fatih Belediyesi Teknik İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Talip Temizer’den edinilen bilgiye göre, tarihi bölgede, sur bandı ve kamuya ait alan içindeki depoların da bulunduğu izinsiz yapılar kaldırılacak. Yıkılacak kaçak binaların yerine bisiklet ve yürüyüş yolları ile yeşil alan düzenlemesi yapılması amaçlanıyor.
 

Yüzyıllardır bağ, bostan ve boş parsel olarak kullanılan yerler 2010 İstanbul Kültür Başkenti hazırlıkları içinde kamuya açık yaşam alanları haline dönüştürülecek. Bu yapılarda yaşayan halk ise evlerinden çıkarılmak istemiyor. Fatih Belediyesi ise yıllardır gecekondu hayatına alışan insanlara, önerdikleri seçenekle taksitli TOKİ konutlarına sahip olmayı öneriyor.  Gecekonducular ise buna sıcak bakmıyor.
 

Fatih Belediyesi Teknik İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Talip Temizer, zorla yıkımın söz konusu olmadığını savunarak, “Sur koruma bandı içerisinde olup, kamuya ait araziler içinde yer alan yerler için ev sahipleriyle konuşuyoruz. Onlara makul bir fiyat öneriyoruz. Bu, evin değerine göre değişiyor. Eğer kabul ederlerse evi alıyoruz, yıkıp kamusal alana dönüştürüyoruz. Ama kabul edilmezse mahkemeye sevkediyoruz ve mahkeme kararını bekliyoruz. Onlara çok kolay taksit imkanları sağlayarak ev imkanı veriliyor” diye konuştu.





Kamulaştırılan alanlar için kaçak yapıların sahiplerine para ödediklerini belirten Temizer,  “Bazılarının tapusu yok. Oralara depolar açmışlar ancak ellerinde hiçbir yasal kanıt yok. Onlar işgalci konumundadırlar. Devleti hiçbir güç kararından döndüremez. Onlar verilen karar çerçevesinde oralardan tasfiye edileceklerdir. Bizim için en önemli yer Silivrikapı-Yedikule arasındaki bölgedir. Oraları park haline getirip halka açmak istiyoruz. İşletmecilere verilerek oraların uzun yıllar faaliyette olması ve korunması sağlanacak” dedi.

Dünyadaki büyük şehirlerin standartlarına göre kişi başına ayrılması gereken kamuya açık yeşil alanın 11 metrekare olduğunu belirten Temizer, “İstanbul’da ise kişi başına 3 metrekare alan düşüyor. Biz bu oranı son 4 yılda 7 metrekareye çıkardık. 4 yıl içinde şu ana kadar 21 bin metrekare alanı halka açtık. Gelecek yıl bahar aylarına kadar bunu 60 bin metrekareye çıkaracaz. Yani dünya standartlarına ulaşacağız” diye konuştu.
 

Melek Hatun Mahallesi Muhtarı Selahattin Yılmaztürk,  belediye çalışanlarının kamulaştırma gerekçesiyle halkla pazarlığa girdiklerini belirterek, “Ancak gereken fiyatı vermiyorlar. İnsanlar ne yapacaklarını şaşırıyor. Şu an herkeste bir endişe hakim ve bunun nedeni belediyenin düşük fiyatlarla bir anda gelmesi ve gerektiği takdirde olayı mahkemeye götürmesidir” dedi.
 
Uzun yıllardır  bölge ikamet eden  vatandaşlarda şu sıralarda endişe hakim. Mahallede berberlik yapan emekli bir vatandaş “Herkes fakire düşman, belediye eskilere. Bu nasıl iştir anlamıyorum. Amaçları tarihi bir düzeni yıkıp kendi düzenlerini kurmak. Bilmedikleri şey burada bir tarih yatıyor. Kurulu bir düzen, bir kesim burada bulunuyor” şeklinde konuştu.






14 yıldır bu bölgede oturduğunu belirten emekli bir vatandaş ise belediye görevlilerinin gelip düşük ücretle evleri satın almaya çalıştıklarını savunarak,      “Geliyorlar evin değerinin çok altında ücret teklif ediyorlar. Vatandaş tedirgin oluyor. Bu sefer hemen emlak fiyatlarını araştırıyorlar ve kafaları karışıyor. İnsanlar  mecbur gibi bir şey çünkü evlerini satmazlarsa olay mahkemeye kadar gidiyor’’dedi.

MÖ 680 yılında Bizantion döneminde Sarayburnu'nda yapımına başlanan 'tarihi yarımada surları', zamanla dünyanın en sağlam, geçit vermeyen kalesine dönüştü. MS 193'te Roma İmparatoru Septimus, MS 296'da Gotların, MS 313'te Nicomedia'lıların saldırısını karşılayan surlar, MS 324 yılında yenilendi.


Surlar derinliği 10 metre ve genişliği 20 metre olan hendekle çevrilirken, hendeğin arkasında önce ilk duvar, sonra üzerinde 96 burç olan ikinci bir duvar yer aldı. Marmara Denizi tarafında, uzunluğu 8 bin 260 metre olan 'Marmara surları'nın yanı sıra, bugün Yedikule, Topkapı ve Fatih'i çevreleyen 5 bin 632 metre uzunluğundaki 'kara surları'na MS 390'da 1. Theodosius tarafından üç kemerli Yedikule eklendi. Sayısız saldırıya hedef olan surlar, 1204'te Latin istilası ve 1453'te İstanbul'un fethi olmak üzere sadece iki kez aşılabildi.

İstanbul Üniversitesi Haber Ajansı, Haber: Mustafa Burak Aslıpek, 17.11.2008

OSMANLI KULESİNİN RESTORASYONU İÇİN ÖDENEK BEKLENİYOR

 

Kütahya'nın Domaniç İlçesi Berçin Köyünde bulunan tarihi Osmanlı Haberleşme ve Gözetleme Kulesi, bakımsızlık yüzünden yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.

 

Eskişehir Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'nce restore edilmesine karar verilmesi, İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nce onaylanmasına rağmen kulenin restorasyonu için ödeneğin yapılması bekleniyor.

 

Berçin Köyü Muhtarı Hakkı Uyar, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, ''İlk başvurumuzu 2004 yılında yaptık ve bir ay sonra gibi bir zaman zarfında Eskişehir ve Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü'nden yetkili kişiler geldiler, gerekli ölçümü yapıp gittiler. Kulenin restorasyonuna karar verip ödenek yapacaklarını bildirdiler." diye konuştu.

 

Gerek tarihi, gerekse mimari özelliğinden dolayı kulenin mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Uyar, "Osmanlı'dan bize miras kalan tarihi kulemize sahip çıkıp onu en güzel şekilde gelecek nesillere bırakmalıyız.'' dedi.

haberler.com, 17.11.2008

ABDULLAH PAŞA KONAĞI'NA 400 BİN YTL

 

Divriği'de restorasyonu yıllardır sürüncemede olan Abdullah Paşa Konağı için Kültür Bakanlığı 400 Bin YTL gönderdi. Sivas Kültür Müdürlüğü’ne gönderilen para buradan da Özel İdare İl Müdürlüğü’ne aktarıldı. Abdullah Paşa Konağı’nda bundan sonra yapılacak uygulamalar Sivas Koruma Kurulu kararı ile belirlenecek. Restorasyon çalışmalarına çıkılacak ihaleden sonra 2009 baharında yeniden başlanması bekleniyor. Divriği Belediye Başkanı Mehmet Güresinli, bu konuda düşüncelerini açıklamak üzere Sivas’a giderek yetkililerle görüşmelerde bulundu.

Yeşil Divriği, 17.11.2008

KARACA MAĞARASI'NDA TURİZM SEZONU SONA ERDİ

 

Gümüşhane'nin Torul İlçesi'ne bağlı Cebeli Köyündeki Karaca Mağarası, 5 ay ziyarete kapatıldı.

 

Gümüşhane Valisi Enver Salihoğlu, yaptığı açıklamada, Karaca Mağarası'nın her yıl 15 Kasım-15 Nisan arasında ziyarete kapatıldığını söyledi. Karaca Mağarası'nın kentin en önemli turizm mekanı olduğunu belirten Salihoğlu, "Bu mağara ilimizin sembolüdür. Bu sembolü korumak zorundayız. Bu nedenle her yıl 5 ay ziyarete kapatıyoruz." dedi. Turizme 1996'da açılan mağaranın 1500 metrekare alana ve 105 metre uzunluğa sahip olduğunu bildiren Salihoğlu, şunları kaydetti: "Mağarada sarkıtlar, dikitler, mağara incileri, traverten havuzları ve traverten basamakları bulunuyor. Kapalı olduğu sürede burada bakım yapılacak. Yürüme parkurları ile ışıklandırma sistemi gözden geçirilecek." Vali Salihoğlu, 2008 yılı turizm sezonunda Karaca Mağarası'nı yaklaşık 60 bin kişinin ziyaret ettiğini ve 200 bin YTL gelir elde edildiğini bildirdi.

Zaman, 17.11.2008

NEVŞEHİR'DE TARİHİ ÇEŞMELER RESTORE EDİLECEK

 

Nevşehir'de Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yaptırılan 24 tarihi çeşme restore edilecek.

Nevşehir Belediye Başkanı Hasan Ünver, yaptığı açıklamada, tarihi çeşmelerin restore ettirilerek gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla Nevşehir Belediyesi tarafından başlatılan çalışmalar kapsamında tarihi çeşmelerin projelerinin yapımına ilişkin ihalenin yapıldığını söyledi. Ünver, Nevşehir'in Cumhuriyet, Tahta Cami, Bektik, Dere, Camii Cedid ve Camii Atik mahallelerinde Lale Devri'nden erken Cumhuriyet dönemine kadar olan süre içerisinde yapılan ve günümüze kadar ulaşmayı başaran 24 tarihi çeşmenin, kalıcılığının sağlanarak gelecek kuşaklara aynı güzellikleriyle aktarılmasını istediklerini belirtti. Ünver, tarihi çeşmelerin restorasyonunda Nevşehir ve İstanbul'da yaşayan hayırsever Nevşehirlilerin desteğini aldıklarını sözlerine ekledi.

Zaman, 17.11.2008

BELİRSİZLİK SÜRÜYOR

 

Bolu il Kültür ve Turizm müdürü Hasan Kaplan Aslahaddin Camisi karşısındaki stadion kalıntıları konusunda farklı görüşlerin dile getirildiğini söyledi. 

 

Yol çalışmasında ortaya çıkan Stadion kalıntıları hakkında ki kesin kararı Ankara kültür Varlıkları koruma kurulunun vereceğini ifade eden Bolu il Kültür ve Turizm müdürü Hasan Kaplan “Sayın belediye başkanımız Alaaddin Yılmaz kalıntıların Turizm müdürlüğü bahçesinin arkasına taşınarak sergilenmesi gerektiğini düşünüyor, bazı kesimlerde Stadion kalıntılarının orijinal haliyle yerinde sergilenmesinin yerinde olacağını ifade ediyor. Biz konu genelinde her türlü işlemde bulunduk. Son kararı artık Ankara kültür Varlıkları koruma kurulu verecek” biçiminde konuştu. 

 

Bolu Müze Müdürü Mustafa Y.Güneş ise daha önce gazetemize yaptığı açıklamada yapılan kazılarda MS 2. yy’a tarihlenen Batı Karadeniz Bölgesinde bulunan ilk stadion (stadyum) ortaya çıkarıldığını vurgulayarak; “Bu buluntu, ayrıca Bolu’da şimdiye kadar ortaya çıkarılan en büyük antik eser olma özelliğini taşımaktadır” demişti.

Bolu Olay, 17.11.2008

SURİYE'DE 1200 YILLIK KİLİSE BULUNDU

 

 

Suriyeli ve Polonyalı arkeologlar, Suriye’nin başkenti Şam yakınlarındaki Palmira antik kentindeki kazı çalışmalarında MS 8. yüzyıla ait 1200 yıllık bir kilise ortaya çıkardı.

Suriye’de bulunan en büyük kilise olduğu sanılan binanın temelinin 47’ye 27 metre genişliğinde, sütunlarının altı metre uzunluğunda, ahşap tavanın 15 metre yüksekliğinde olduğu ve avlusunda bir amfi tiyatronun yer aldığı belirtildi. Kilisenin kuzeyi ve güneyinde, vaftiz, dini törenler, dua ve diğer ibadetler için kullanıldığı sanılan iki odanın bulunduğu kaydedildi. Suriye’de antik dönemin önemli dini ve ticari merkezi olan ve UNESCO tarafından 1980’de Dünya Mirası Listesi’ne alınan Palmira, birinci yüzyılın ortalarında kervanların geçiş güzergahı üzerinde, Pers İmparatorluğu ve Akdeniz kıyısındaki Romalıların ve Fenikelilerin limanları arasında, Roma İmparatorluğu kontrolünde bir şehirdi.

Taraf, 17.11.2008

BİR HAN DAHA KURTARILIYOR

 

Sorumluluk alanındaki tarihi yapıların yenilenmesi, Kemeraltı'ndaki asırlık han ve binaların restorasyonu için projeler uygulayan Konak Belediyesi, şimdi de Kemeraltı Çarşısı'ndaki Mirkelamoğlu Han'ın günümüze kazandırılabilmesi için adım attı.

 

Konak Belediye Başkanı CHP'li Muzaffer Tunçağ, tarihi Kemeraltı Çarşısı'nın en eski hanlarından olan Mirkelamoğlu Han'ın restore edilerek günümüze kazandırılması amacıyla, mülk sahiplerini bir araya getirdi. İki kattan oluşan ve 36 dükkanın yer aldığı tarihi hanın 19. Yüzyılın başlarında konaklama ve ticaret merkezi olarak kullanıldığını hatırlatan Başkan Tunçağ, onarım ve restorasyon için ilk adımı attıklarını ve süreci başlattıklarını söyledi.

 

Tarihi yapılara ikinci yaşam projesiyle yola çıktıklarını ve Kemeraltı Çarşısı'nda Abacıoğlu Han'a eski günlerindeki mimari yapısını kazandırdıklarını ifade eden Tunçağ, "Şimdi aynı çalışmaları Mirkelamoğlu Han için yürüteceğiz. Hanın mülk sahipleri ve kiracıları ile bir araya geldik. Sorunlar görüşüldü ve tartışmaya açıldı. Her kesimin görüş ve önerisini dinliyoruz. Bir süre sonra uygulanması gereken proje konusunda karar verilecek. İstekleri değerlendireceğiz" diye konuştu.

 

Tarihi hanın restore edilerek turizmin hizmetine sunulacağını ve çekim merkezi haline getirileceğini kaydeden Tunçağ, bugüne kadar birçok tarihi yapıyı restore ederek günümüze kazandırdıklarını belirtti. Tunçağ, göreve geldikten sonra Oteller Sokağı, Abacıoğlu Han, Basmane Semt Merkezi, Müzik Müzesi, Ökmen Evi, Reşat Nuri Güntekin Çocuk Kitaplığı gibi tarihi yapıların restore edilerek hizmet verecek duruma getirildiğini söyledi.

Yeni Asır, 17.11.2008

AHLAT İÇİN SEFERBERLİK

 

Selçuklu’nun en zengin mimari örneklerinden Ahlat Selçuklu Mezarlığı ve çevresi modern açık hava müzesi görünümüne kavuşturulacak, içindeki “anıt” özelliğine sahip 4 bin 400 mezar taşı tek tek elden geçirilip restore edilecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İslam dünyasının en büyük mezarlığı ve önemli Selçuklu eserlerinden Bitlis Ahlat Mezarlığı’nın korunması için “eylem planı” hazırladı. Plana göre, yaklaşık 800x300 metre ebatları ve yapılış üsluplarıyla “anıt” özelliğine sahip, 768’inin şahidesi hala ayakta kalan 4 bin 404 mezar taşı, tek tek elden geçirilecek. Bunun için “Bitlis-Ahlat Selçuklu Mezarlığının Fotogrametrik Yöntemle Belgelenmesi” projesinden yararlanılacak. Jeolojik ve hidrolojik etütlerle mezar taşları okunacak. Daha sonra mezarlıktaki tüm tarihi taşların restorasyon ve konservasyonu gerçekleştirilecek. Bunun yanında, mezarlığın çevre düzenlemesi kapsamında, güney giriş kapısı yenilendi. Kuzey giriş kapısı için de çalışmalar başlayacak. Mezarlığın girişindeki ziyaretçi karşılama merkezinin yeri değiştirilecek

.

Proje, mezarlığın yanındaki üçüncü derece sit alanında yapılacak. Yeni bir müzenin kurulacağı mezarlığın çevresine de duvar yapılacak. Daha çok Selçuklu Mezarlığı ve Camii, Bezirhane ve Harabeşehir’de yürütülen kazılarda, şu ana kadar 85 etütlük, 49 envanterlik eser Ahlat Müzesi’ne teslim edildi. Gelecek yıl devam edecek çalışmalarda, Selçuklu Mezarlığı’ndaki “akıtlara” kazılar ile konservasyon ve restorasyon çalışması yapılacak. Ulu Camii ve Bezirhane’nin elden geçirilmesi sürecek ve İç Kale’de de bu yönde çalışmalar başlayacak.

Türkiye Gazetesi, 16.11.2008

RUMKALE TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

Gaziantep'in Yavuzeli İlçesi'nde bulunan, Fırat Havzası Baraj gölü içinde kalan tarihi Rumkale'de çevre düzenlemesi, doğu-batı rölöve restütasyon ve restorasyon, çalışmalarının hızlı bir şekilde devam ettiği bildirildi. 

 

Yavuzeli Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman, yaptığı açıklamada, Hıristiyanların kutsal saydığı Rumkale'nin kültür mirasının bir parçası olduğunu söyledi. Gaziantep'teki Zeugma, Rumkale, Tilmenhöyük ve Dülük (Doliche) antik kentinin, kültür turizmi açısından önemli cazibe merkezleri olarak değerlendirildiğini ifade eden Karaman, şöyle devam etti: 

 

''İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği tarafından yürütülen Rumkale çevre düzenlemesi ve restorasyon projesi 2007 yılında Adana Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından onaylanmıştı. Projeye göre, Rumkale'nin kale olan eski kısmında giriş merdivenlerinin restorasyonu giriş güzergahlarının tamamı elden geçirilecek. Batı sur, doğu giriş merdivenleri, yürüyüş yolları, doğu sur duvarları, büyük sarnıç ve mescit restore edilecek. Kuyuların üzeri kapatılacak. Dış surlarda dökülen taşla yapılmış yerler tamamen düzenlenecek.'' 

 

Rumkale çevre düzenlemesi, doğu-batı girişi rölöve, restütasyon ve restorasyon çalışması projesi ihalesinin yapıldığını hatırlatan Karaman, şunları kaydetti: ''Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan söz konusu düzenlemeler tamamlandığında Rumkale'nin çevre sorunu biraz olsun giderilmiş olacaktır. İnanç turizmi açısından önemli bir yer tutan Rumkale'nin olanaklar ölçüsünde sorunları çözülmeye devam edilecektir. Rumkale'yi tam anlamıyla turizme kazandırmayı hedefliyoruz.'' 

 

Karaman, Gaziantep'in Nizip İlçesi yakınlarında bulunan Zeugma Antik Kenti ile Rumkale arasında turistik tur yapan Kumla Vapuru'nun, geçen yıl hizmete girmesinin ardından yoğun ilgi gördüğünü, bunun üzerine Yavuzeli Kaymakamlığı olarak "Rumkale Tarihi Alanın Tanıtılması ve Turizme Kazandırılması Projesi" çerçevesinde sürat teknesi aldıklarını anımsattı. 

 

Kaymakam Karaman, Gaziantep'in Nizip İlçesindeki Zeugma Antik Kenti ile tarihi Rumkale'ye turist taşımak amacıyla hizmete geren Kumla Vapuru'nun, özellikle yurt içinden ve yurt dışından gelen turistlerden ilgi gördüğünü, Gaziantep İl Özel İdaresi tarafından kentin turizm zenginliğini harekete geçirmek için İstanbul'dan getirilen Kumla Vapuru'nun, Birecik Baraj Gölü'nde bir yıldan bu yana turlar gerçekleştirdiğini ifade etti. 

 

İlk kez MÖ 9. yüzyılın ortalarında Asur, daha sonra da sırasıyla Med, Pers, Roma ve Arapların hakimiyetinde kalan ve antik dönemdeki adı Hromgla olan manastır görünümündeki bu yerde, Hz. İsa'nın havarilerinden Johannes'in Roma döneminde Rumkale'yi merkez yaparak Hristiyanlığı bölgede yaymaya çalıştığı, kayadan oyma bir odada İncil müsveddelerini sakladığı, daha sonra İncil'in Beyrut'a kaçırıldığı rivayet ediliyor. Johannes'in mezarının da kalede olduğunun düşünülmesi, Rumkale'yi Hıristiyanlarca kutsal mekan haline getiriyor. 

 

Haçlı seferleri sırasında Haçlıların 1098 yılında kurduğu ve merkezi Şanlıurfa'da bulunan Urfa Haçlı Kontluğu'nun başlıca kalelerinden biri olan Rumkale, daha sonra Haçlıların bölgeden çıkarılmasıyla, 1292 yılında, çevresiyle birlikte Müslümanlar tarafından ele geçirildi. Rumkale'de ve bölgede Türk-İslam döneminde yapılan birçok eser yer alıyor. Türk-İslam sanatının özelliklerinin de görülebildiği kalede, kullanılamayacak hale gelen bir de mescit bulunuyor.

Zaman, 16.11.2008

ARTVİN'İN GÜRCÜ KİLİSELERİ





Bir kısmı Çoruh nehrinin kollarının suladığı Erzurum’un Tortum İlçesi sınırları içinde kalan Gürcü kiliselerinin, üç tanesi de Artvin sınırları içerisinde yer alıyor. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz İşhan Manastır Kilisesi’dir. İşhan Manastırı, Yusufeli’ndeki İşhan Köyü'ndedir. Manastırdan günümüze bir kilise ve bir şapel ulaşmıştır. “Kilisenin adı ilk olarak, 951 tarihli ‘Grigor Khandza’nın Yaşamı’ adlı elyazmasında geçer. Khandza Manastırı’nda Gürcü dilinde yazılmış olan ve halen Kudüs’te saklanan elyazmasında, III. Nerses’in piskoposluğu döneminde, doğum yeri olan İşhan’da tetrakonchos planlı bir kilise inşa ettirdiği belirtilir. Ancak, kısa süre sonra başlayan Arap akınları sırasında kilise tahrip olur ve terk edilir. Dokuzuncu yüzyılın başında Rahip Saba, Kral Adarnese’nin desteği ve maddi katkısıyla, tahrip olan kilisenin yerinde yeni bir manastır kurar ve manastırın ilk rahibi olur. Kilisenin içindeki ve güney duvarındaki beş ayrı Gürcüce yazıttan, kilisenin 917 yılından başlayarak 1032 yılına kadar değişik dönemlerde onarıldığı anlaşılır. 12.-14. yüzyıllarda ise kilisenin batı, kuzey ve güneyine yeni yapılar eklenir”.

 

Çoruh Havzası’ndaki beş piskoposluk merkezinden biri olarak anılan manastırın 17.  yüzyıla kadar kullanıldığı biliniyor. 19. yüzyılda Osmanlı-Rus savaşları sırasında Osmanlı ordusunun kışlası olmuş. 19. yüzyılın sonundan 1983 yılına kadar batı haç kolu cami olarak kullanılan kilise, 1987 yılında da Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilerek korunması gereken taşınmaz kültür varlıkları arasına alınmış. Ancak o zamandan bu yana korunmanın esamisinin okunmadığı ortada. Artvin’deki bir diğer yapı da Barhal Manastırı. Barhal Manastırı da Yusufeli’nde Altıparmak Köyü’nde Parhal Çayı’nın sağındaki yamaçta yer alır.  Manastır’dan günümüze bir kilise ve iki şapel ulaşmış.  Ne yazık ki, Anadolu’daki tüm sivil eserlerin, hangi dine mensup olursa olsun makus talihi bu olsa gerek.

 

Yusufeli’deki Okhta Ecclesia (Dört Kilise) Manastırı da aynı ilgisizlikten ve duyarsızlıktan nasiplenen yapılardan biri. Tekkale Köyü'ne 7 km. uzaklıktaki bu yapı 1350 metre yüksekliğinde bir tepe üzerine inşa edilmiş. Bu kilise diğer yapılara nazaran daha korunmuş durumda olsa da yine de bir turizm değeri olarak bilinmiyor. Şavşat’taki Tbeti Katedrali  ise Cevizli Köyünde bulunuyor ve ondan günümüze kalan bir kilise ve bir şapel. Bir süre yanındaki okulun tiyatro salonu olarak kullanılan kilisenin 1953 yılında kubbesi ile birlikte batı bölümü tamamen yıkılır. Artvin merkezindeki Hamamlı Köyünde bulunan Dolishan Manastırı da tarihin izlerini yok ettiği yapılardan biri. Günümüze sadece bir kilisenin ulaşabildiği yapı cami olarak kullanılmış, 2002 yılında köye yeni bir cami yapılmasıyla kilise terk edilmiş ve içindeki ahşap kat ayrımı sökülmüş.

Evet; Artvin kiliselerinin durumu böyle. Sonradan camiye çevrilenler bile kaderine terk edilmiş. Burada şunu önemle vurgulamakta fayda var: Türkiye gerçekten de TRT’deki programlarda iddia edildiği gibi bir açıkhava müzesi ise gereği yapılsın. Eğer gereği yapılmazsa bu yapılar da olmayacağından mesela bir 10 yıl sonra müzelik durumdan bahsetmek imkansız olacak. En iyisi iş işten geçmeden, elbette işin ehli insanlarla bu kiliseleri onarıp Artvin’e kazandırmak. Bu, inanç turizmi kadar kültürel mirasın korunması adına da doğru bir hamle olacak.

Radikal İki, Haber: Uğur Biryol, 16.11.2008

MİMAR SİNAN NE DERDİ?





Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler’e açık mektup:

 

Köklerini hatırlatma arzusuyla tutuştuğu için kağıt haliyle dile gelen bir ağacın sizinle konuşmasıdır bu açık mektup, bu yüzden bir ulak olarak beni kapıdan çevirmemenizi rica edeceğim. Belki bilmezsiniz, İstanbul’da yeşil alanların ve ağaçların yerini giderek alışveriş merkezlerinin şaşaalı çirkinliğinin alması bir yana ağaçlarla çevrili bir mahalle ya da semtte oturmak ne yazık ki artık bir lükstür. Boğaz’daki erguvanlar dışında ben en çok ceviz ağacını, kiraz ağacını ve incir ağacını severim. Ve her ne kadar bazıları “sen hiç ocağına incir ağacı dikmek diye bir söz duymadın mı” diye benimle alay etseler de son birkaç aydır yaşadığım rutubetli, eski apartman dairesine taşınma kararımı da arka balkonda o koca yapraklarını binaların arasına nereye koyacağını bilemeyen incir ağacından dolayı verdiğimi itiraf etmeliyim.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir adlı eserindeki gözbebeği şehirlerinden Erzurum’a henüz seyahat etme fırsatım olmadı fakat anladığım kadarıyla siz mimari eserlerin tek başına, çevresinden bağımsız olarak yükseldiğini, yüceldiğini ya da çevreyi güzelleştirdiğini düşünüyorsunuz. Öyle ki “Yakutiye Medresesi kimliğimizin en önemli eserlerinden biri. Buranın ağaçlar arasına sıkışıp kalmasını istemiyoruz” demişsiniz. Asırlardır varolan Yakutiye Medresesi’ni daha da görünür kılacağını düşünerek ağaçları kestirmek ya da söküp başka bir yere taşımak medreselere, külliyelere ve daha birçok esere haksızlık etmek değil mi? Dahası ‘ser mimaran-ı cihan ve mühendisan-ı devran’ (dünyadaki mimarların ve zaman içindeki mühendislerin başı) diye anılan Mimar Sinan neredeyse 500 yıl önce Lalapaşa Camii’yi tasarladığında büyük olasılıkla çevresindeki doğayı da hesaba katmıştı çünkü doğası gereği mimarlık, peyzajdan bağımsız olamaz.

 

Sanıyorum bu dünyaca ünlü Osmanlı mimarı, ağacın, kökleri yeraltına ve köklerine benzer dalları gökyüzüne uzanan tek canlı olduğunu mutlaka fark etmiş ve kimileri için gereksiz bir görüntü kirliliği yaratsa da ağaca mutlaka hayran kalmıştır. Keşke Mimar Sinan 20. yüzyılda yaşasaydı da meslektaşı Antoni Gaudi ile mimarlık ve doğa üzerine sohbet edebilseydi çünkü Antoni Gaudi de tıpkı Mimar Sinan gibi inanılmaz bir tutku ve Tanrı sevgisiyle mimari eserler vermiş ve “ağaç benim ustamdır” demişti.

 

Ağaçların, kaynakları kısıtlı yeryüzümüzdeki kıymetini anlatmaya gerek var mı bilmiyorum ama bir çölde yaşamaya hazır olmadığımız aşikar. Mimar Sinan yaşasaydı, tasarladığı bir eserin çevresindeki ağaçları kesip yerine İran’dan getirttiğiniz suni ağaçlar hakkında ne düşündüğünü ona sormaz mıydınız? Tuhaf tuhaf budanan çınar ağaçlarının İstanbul’u güzelleştirmek şöyle dursun tamamen amacından sapmış bir işlev gördüklerini de belki buraya geldiyseniz gördünüz ama sezmediniz, hissetmediniz. Şayet çocukluğunuz çiçek ve ağaç isimlerini dahi öğrenemeyecek denli yoğun bir şehir curcunasında yitip gittiyse bir ağaca sığınıp geceleyin yıldızlara bakıp hayal kurmayı deriniz kırıştığında bile yakalayamayabilir ve siz öldükten sonra dahi yaşamaya ve hayatı yaşatmaya devam edecek ağaçları sevme zamanı bulamayabilirsiniz.

Oysa gül ile bülbülü herkes bilir; aşkları meşhurdur. İnsanoğlu ise daha güzel ötsün diye bülbülü, kafese koyamayacağınız tek canlıyı, toplu iğne ile kör etmiş ve kafese koymuş. Kimbilir belki bir yerlerde sizden gül bekleyen bir sevgiliniz bile vardır ve o ağaçların altında ağaçların daha da gizemli kıldığı güzellikleri birlikte yaşama şansına erişebilirsiniz. Çocuklarınız ve hatta belki torunlarınız da.

Radikal İki, Haber: İpek Seyalıoğlu, 16.11.2008

TARİHİ CAMİLERİN RESTORASYONUNA 3.5 MİLYON YTL HARCANACAK

 

Diyarbakır'da, ibadete açık olmadığı için yıllardır harabe halde bulunan çok sayıda cami ve kilise aslına uygun olarak restore ediliyor. Çalışmalar için toplam 3,5 milyon YTL harcanacak. Diyarbakır Valisi Hüseyin Avni Mutlu, yaklaşık bir yıldır restore çalışması devam eden Mimar Sinan'ın çıraklık eseri olan Ali Paşa Camii'ni gezdi.

 

Mutlu, caminin bir aya kadar ibadete açılacağını belirterek, aslına uygun, ince işçilikle yeniden tarihe kazandırılan caminin bundan böyle asırlar boyunca ayakta kalacağını dile getirdi.

Yıllardır kullanılmadığı için harabe halini alan Diyarbakır Ermeni Katolik ve Ermeni Protestan kiliselerindeki çalışmaları da inceleyen Mutlu, Diyarbakır'da tarihi adete yeniden inşa ettiklerini belirtti.

 

Melikahmet Caddesi'ndeki Melik Ahmet Paşa Camii'ndeki incelemede Mutlu'ya Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürü Metin Evsen ve restorasyon çalışmalarını sürdüren mimarlar eşlik etti.

Tarihi mekanlara sahip çıkma noktasında yaptıkları çalışmaları yerinde gördüklerini anlatan Mutlu, çalışmaların büyük kısmının bitme aşamasına geldiğini kaydetti.

 

"Çalışmalar arasında iki önemli kilise var. Ermeni Katolik ve Ermeni Protestan kiliseleri. Bunlar Diyarbakır'ın çok nadide tarihi eserleri. Tarihi bütün yönleriyle sahip çıkmak fevkalade önemli." diyen Mutlu, camilerin, kiliselerin, han, hamamların tarih açısından büyük önem teşkil ettiğini vurguladı. Tarihi mekanlarındaki incelemelerin ardından Balıkçılar Başı semtindeki esnafı gezen Mutlu, problemlerini dinledi. Bir grup esnaf, kaldırımların yıllardır yapılmadığını belirterek, belediyeyi Mutlu'ya şikayet etti. Balıkçılar Başı'ndaki sokaklara da giren Mutlu, buradaki yoksul vatandaşların dertlerini dinledi. Mutlu, Fatma Bozkurt adındaki kadını uzun süre dinledikten sonra, gerekli yardımı yapacağı sözünü verdi.

Zaman, Haber: İsmail Avcı, 15.11.2008

ALANYA'DA ROMALILARDAN KALAN 4 BİN YILLIK KALEYE ÇEVRE DÜZENLEMESİ

 

Antalya'nın Alanya İlçesi'nde, MÖ 2000'li yıllarda Romalılar tarafından yapıldığı belirtilen Syedra Kalesi ve antik kentine çevre düzenlemesi yapılıyor.


Alanya Kaymakamlığı ve Müze Müdürlüğü tarafından hazırlanan çevre düzenlemesi projesini,Kargıcak beldesindeki Goldcity Turizm Kompleksi üstlendi. 160 bin YTL'ye mal olacakprojenin önümüzdeki turizm sezonuna kadar tamamlanacağı bildirildi.


Alanya Kaymakamı Hulusi Doğan, Müze Müdürü Seher Türkmen, Golddcity Turizm Kompleksisahibi Kerim Aydoğan, Alanya ilçe merkezine 18 kilometre mesafedeki Syedra Kalesi'ndekiçevre düzenlemesi projesini birlikte başlattı.


Burada konuşan Alanya Kaymakamı Doğan, projenin önemine değinerek, ''Syedra Kalesi ve antik kenti, çok önemli bir yer. Bin yıllar önce yapılmış ve çeşitli medeniyetler tarafından kullanılmış Syedra, günümüze kadar yaşamasına rağmen ne yazık ki yolu ve çevre düzenlemesi olmadığı için ziyaret edilemez haldeydi. Aydoğan'a, hazırladığımız projeyi sunarak sponsor olmasını istedik. O da bizi kırmadı'' dedi.


Projenin tamamlanmasıyla, Syedra Kalesi ve antik kentinin, turistlerden Alanya Kalesi kadar ilgi göreceğini ve turizmde önemli bir alternatif oluşturacağını anlatan Doğan, kalenin önümüzdeki yaz turist akınına uğrayacağına inandığını bildirdi.


Alanya Müze Müdürü Seher Türkmen de, ''Çevre düzenlemesi kapsamında, kaleye ve antik kente yol yapılacak, otopark, yürüme yollarıyla oturma, dinlenme alanları oluşturulacak'' diye konuştu.
Kerim Aydoğan ise, Alanya için yapılacak her türlü hizmete destek olacağını söyledi.

TürkiyeTurizm.com, 15.11.2008

TARİHİ ESER, DOĞALGAZ HATTINI DEĞİŞTİRTTİ

 

 

Bizans döneminden kalan tarihi eserlere rastlanması nedeniyle yapımı geciken Vezneciler metro istasyonu kazısında kalan doğalgaz hattının yeri değiştirildi.

 

Yaklaşık 4 yıl önce başlatılan Yenikapı-Taksim arası metro hattının Vezneciler durağında  yapılan kazı çalışmalarında tarihi eserler bulunmuş; bu nedenle inşaat Anıtlar Kurulu tarafından uzun bir süre durdurulmuştu.


Anıtlar Kurulu’ndan izin 1 ay önce çıktı ve çalışmalara başlanıldı. İGDAŞ yetkilileri, metro kazı alanında kalan doğalgaz hattının yerinin değiştirildiğini belirtti.


Yetkililer, bu çalışmanın bölgede daha sonra kazı yapacak olan arkeologların daha rahat ve güvenli çalışabilmeleri için yapıldığını vurguladılar.

İstanbul Üniversitesi Haber Ajansı, 13.11.2008

İSHAK PAŞA SARAYI RESTORASYONU

 

  

 

Geçmiş yıllarda aslına uygun olmayan restorasyon çalışmalarının yapıldığı İshak Paşa Sarayı için Ortadoğu Teknik Üniversitesi ile işbirliği yapılarak başlatılan ve 2007 yılında Ağrı Valiliği tarafından yapılan yeni ihale ile belirlenen çalışmalarda sezon sonuna gelindi.

Sezon sonuna kadar yapılan çalışmalar hakkında bilgiler veren İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, sezon bitmeden ısı tesisatlı cam örtünün bitirileceğini ifade etti.

Bulut "2007 yılında yapılan ihalenin ardından başlatılan restorasyon çalışmalarında bu yıl sezon sonuna yaklaştık. Sarayın bütün duvarlarına derz dolgular yapılarak duvar güçlendirmeleri yapıldı. Duvar içlerine enjeksiyon harcı enjekte edildi. Duvarların üzerine hidrolik kireç ile demir donatılı hatıllar yapıldı. Ahşap hatılların üzerine cam örtünün oturtulması için alüminyum ızgaralar yerleştirilecek. Yerleştirilen ızgaraların üzerine ısı tesisatlı cam örtü gelecek. Programımıza göre sezon bitmeden ısı tesisatlı cam örtü bitirilecek. 2009 yılında ise güçlendirmelere devam edilerek, ambarlar ve eksik kalan proje çalışmalarımız devam edecek. Amacımız restorasyon çalışmalarının aslına uygun bir şekilde yapılmasıdır" dedi.

Haber Diyarbakır, 12.11.2008



DAĞLARIN ARDINDAKİ TARİH

 

Tarihi ve kültürel zenginliğiyle 'Müze Şehir' olarak adlandırılan Şanlıurfa'da bir çok tarihi eser ilgi bekliyor. Şanlıurfa'nın arkasında bulunan dağların zirvesinde kurulan tarihi kilise de adeta görenleri büyülüyor.

 

Onikiler Mahallesi'nden sonra yaklaşık 2 kilometrelik bir patika yolla ulaşılabilen tarihi bölgedeki zenginlikler, adeta dağların ardına ilgi bekliyor. Yapım tarihi bilinmeyen ancak halk arasında "Deryakup Kilisesi" ya da "Nemrut'un Tahtı" denilen tarihi eser, yılların ihmaline dayanamayınca önemli bölümleri çöktü. Genişçe bir alanı kapsayan küçük kiliseler, sarnıçlar, mağaraların yer aldığı bölge sahipsizlik ve ilgisizlik yüzünden yıllarca önce definecilerin akınına uğradı. Her tarafı kazılarak tahrip edilmiş tarihi bölgenin tanıtımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın destekleri bekleniyor.


Şanlıurfa dağlarının zirvesindeki Deryakup Kilisesi hakkında bilgi veren Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Turizm Müdürü Necmi Karadağ, tarihi yapının MÖ 1. yüzyılda dönemin kralı Akbar'ın oğlu Şaledu'nun aile fertleri için kaya mezarı olarak inşa edildiğini, başka bir rivayette ise, buranın MS 400 ya da 500 yıllarda Suruçlu Aziz Yakub'un manastırı olarak kullanıldığının iddia edildiğini söyledi. Karadağ, genişçe bir alanı kapsayan bölgede Hz.Yakup Peygamber'in bir süre ikamet ettiğinin halk arasında söylendiğini belirtti.

Gap Gündemi, 10.11.2008

Sardis (Stanfield)
...1835




9 - 15 Kasım 2008

700 YILLIK SIR





Erzurum'da Cumhuriyet Caddesi'nde bulunan ve ''Cimcime Sultan'' olarak bilinen türbenin adının, çevre düzenlemesi sırasında ortaya çıkan kitabede farklı olduğu belirlendi.

 

Atatürk Üniversitesi (AÜ) Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Hüseyin Yurttaş, yaptığı açıklamada, 1304 yılında yaptırılan türbenin isminin ''Cimcime Sultan'' olarak bilindiğini belirterek, geçen günlerde Erzurum Büyükşehir Belediyesince yapılan çevre düzenlemesi çalışmaları sırasında türbeye ait kitabenin ortaya çıktığını söyledi.

 

Doç.Dr. Yurttaş, İlahiyat Fakültesi'nde görevli öğretim üyeleri Yrd.Doç.Dr. Abdulkadir Yılmaz ve Yrd.Doç.Dr. Yusuf Bilen'le kitabeyi incelediklerini, iki satırlık kitabede ''Cimcime'' isminin yer almadığını bildirdi.

 

700 yıllık türbenin Hencal veya Henkal isimli bir kadına ait olduğunu tespit ettiklerini kaydeden Yurttaş, şöyle konuştu: ''Erzurum'un önemli tarihi eserlerinden olan türbe 1304 yılında yapılmış. Türbe, ilimizdeki İlhanlı döneminin önemli eserleri arasında yer alıyor. Yıllarca türbenin adı 'Cimcime' olarak bilinmiş. Ancak türbenin arka kısmındaki çevre düzeni çalışmaları sırasında ortaya çıkan iki satırlık kitabede Cimcime ismi geçmiyor. Kitabenin bazı yerleri kırılmış veya silinmiş. Hencal veya Henkal isimli bir kadına ait olan türbenin adı yüzyıllardır saklı kalmış.''

   

Doç.Dr. Yurttaş, türbenin isminin 700 yıl sonra ortaya çıktığını Yrd.Doç.Dr. Abdulkadir Yılmaz ve Yrd. Doç. Dr. Yusuf Bilen'le hazırlayacakları ''Yeni bir ad, yeni bir tarih'' isimli makalede duyuracaklarını söyledi.

 

Türbenin yıllarca ''Cimcime Sultan'' olarak bilinmesinin rivayete dayandığına dikkati çeken Yurttaş, ''Büyükşehir Belediyesinin türbenin bitişiğinde bulunan eski ev ve iş yerlerini yıkmasıyla gerçek gün yüzüne çıktı'' diye konuştu. Yurttaş, kitabede türbenin Ahmet isimli bir kişinin kızına ait olduğu ifadesinin yer aldığını, kitabenin girişinde ''Bu bayanı Allah bağışlasın'' yazdığını, sonunda ise yapıldığı tarihin bulunduğunu ifade etti.

 

Doç.Dr. Yurttaş, türbenin iç kısmında yapılacak düzenleme sırasında mutlaka sanat tarihi uzmanlarının da bulunması gerektiğine dikkati çekerek, burada daha farklı bulgulara rastlanabileceğini sözlerine ekledi.

Erzurum Gazetesi, 15.11.2008

BU DA OLDU, KİLİSE ÇALINDI

 

Rusya'da hırsızlar bir köyden 200 yıllık kilise binasını çaldı. Rus Ortodoks Kilisesi yetkilileri, Komarova Köyü yakınlarında 1809'da inşa edilen kilisenin Temmuz ayında eksiksiz bir şekilde tam olduğunu, ancak Ekim başında hırsızların binayı tek tek söküp götürdüğünü belirtti.

Sapa bir yerde bulunan kilisenin kullanılmadığı için durumun hemen fark edilmediğini kaydeden yetkililer, eskiden okul olan, sonradan kiliseye dönüştürülen 2 katlı binadan geriye binanın temelleriyle duvarlarının bir kısmının kaldığını söyledi.

Yerel savcılığın durumdan haberdar edildiğini anlatan yetkililer, olayla ilgili soruşturma başlatıldığını kaydetti. Rusya'nın kırsal bölgelerindeki kiliseler sık sık hırsızların hedefi oluyor.

Hürriyet, 15.11.2008

MİTRAS TAPINAĞI TURİZME KAZANDIRILDI

 

 

Dülük (Doliche) Antik Kenti'nde bulunan ve inanç turizmi bakımından önemli bir yere sahip olan Mitras Tapınağı'nda ışıklandırma, merdiven ve çevre düzenleme çalışmaları tamamlandı.


Şehitkamil Belediyesi tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı ile imzalanan Dülük Alan Yönetimi Protokolü kapsamında Dülük Antik Kenti'ni açık hava müzesi yapabilmek için başlatılan çalışmalar kapsamında, ışıklandırma, merdiven ve çevre düzenlemesi tamamlanarak turizme kazındırılan Mitras Tapınağı, şu anda yerli ve yabancı turistler tarafından rahatlıkla gezilebilir hale geldi.

Daha önce, özelikle dar olan geçit nedeniyle, tapınağın derinliklerine girme fırsatı bulamayan turistler, şu anda, yapımı tamamlanan ahşap merdiven ve ışıklandırma sayesinde, tapınak içerisindeki tarihi zenginlikleri yerinde görme imkanına kavuşmuş oldu. Şehitkamil Belediyesine bağlı ekipler, halen Antik Kent'te, çok geniş bir alanda çevre düzenleme, kilit taşı döşeme ve yol genişletme ve değişik amaçlı sosyal tesislerin yapımını sürdürüyor.

 

Şehitkamil Belediye Başkanı Metin Özkarslı, hedeflerinin Dülük Antik Kenti'ni tüm zenginlikleri ile birlikte kültür turizmine kazandırmak olduğunu söyledi. Özkarslı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile imzaladıkları Dülük Alan Yönetimi Protokolü kapsamında antik kenti turizme kazandırmak için çevre düzenleme, ışıklandırma ve tanıtım çalışmaları yaptıklarını, kazılara destek olduklarını, bu çalışmaların yoğun olarak devam ettiğini ifade etti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 15.11.2008

DENİZ MÜZESİ İLE ALANYA KALESİ'NİN BİLİNMEYEN ÖZELLİKLERİ ORTAYA ÇIKIYOR

 

Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, Deniz Müzesi Projesi'nin Alanya kent yaşamına, turizm ve kültürel hayatına ciddi ivme kazandıracağını söyledi. Başkan Sipahioğlu, projenin ilçe için büyük önem taşıdığını belirtti.

 

Alanya'da 'Deniz Müzesi' kurulması için çalışmalar devam ediyor. Müzenin temelinin oluşturulması amacıyla Kızıl Kule ile Tersane arasındaki surların kara tarafı geçen yıl kazılmıştı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'nden 2 öğretim görevlisi, 12 öğrenci ve 1 bakanlık temsilcisi kazı yapılan alanda incelemeler yapmıştı. Yaklaşık 50 işçinin de destek verdiği kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan eserler, sanat tarihçileri ve arkeologlar tarafından incelendikten sonra paketlere konulup koruma altına alınmıştı. Müze çalışması Kızılkule-Tophane Ekseni Projesi kapsamında devam ediyor.

 

Deniz müzesi çalışması hakkında bilgiler veren Başkan Sipahioğlu, müzenin temelinin oluşturulması için geçen yıl yapılan kazı çalışmalarında çok önemli bulgulara rastlanıldığını söyledi. Sipahioğlu, kazılarda çeşitli desen motiflerde seramik ve küp parçaları, sikkeler ve eski paraların bulunduğunu ifade etti. Sipahioğlu, sanat tarihçilerine göre bulunan eserlerin kalenin bilinmeyen özelliklerini ortaya çıkartacağını anlattı. Müze çalışmalarının Kızılkule-Tophane Ekseni Projesi kapsamında tarihi hamamın bulunduğu noktada sürdürüldüğünü aktaran Sipahioğlu, müzeyi en kısa sürede oluşturmayı hedeflediklerini anlattı. Kent içinde yapmış oldukları diğer çalışmalar hakkında da bilgiler veren Sipahioğlu, 15 farklı mahallede altyapı, kaldırım ve cadde düzenleme çalışmalarını aralıksız sürdürdüklerini belirtti. Daha yaşanabilir, alt ve üst yapı sorunu olmayan bir kent oluşturmaya çalıştıklarını anlatan Sipahioğlu, altyapının yanı sıra çevre düzenleme ve peyzaj çalışmalarına büyük önem verdiklerini kaydetti.

Zaman, Haber: Ahmet Yeşil, 14.11.2008

ANTİK ROMA'YA SANAL YOLCULUK

 

Zamanda geriye yolculuk meraklıları internette http://earth.google.com/rome/index.html adresine girerek Roma’nın MÖ 320 yıllarındaki halini gezebilecek. Eski Roma’da 6 bin 500 sanal bina, kolezyum, Konstantin Kemeri, açık oturum alanı ile gladyatörlerin dövüştüğü arenalar yer alıyor.

Sitede sörf yapanlar, Roma dönemi mimari eserlerini izlerken eserle ilgili olarak verilen yazılı bilgilere de ulaşabilecek. Roma internette sanal olarak yeniden yaratılan ilk antik kent oldu.

 

Google Earth, kullanıcıların online olarak dünyayı keşfettikleri interaktif bir atlas niteliğinde.

Milliyet, 14.11.2008

YUNAN İŞGALİNDE YAKILAN CAMİLER RESTORASYONLA AYAĞA KALKIYOR





Vakıflar Genel Müdürlüğü, Bilecik'te Yunan işgalinde yanan tarihî eserleri gün yüzüne çıkarmak için çalışmalara başladı.

 

Yangından zarar gören ve sadece yıkık minareleri kalan Osmangazi, Akkaldırım, Emirler ve Karacalar camilerinin yanı sıra Emirler ve Süleymanpaşa hamamlarının restorasyonu için de kazılar yapılacak. Yürütülecek kazı çalışması Bilecik Müzesi'nin ilk faaliyeti olacak. Türkiye'nin en önemli tarih hazinelerinin bulunduğu Bilecik'te, Yunan işgalinde üç defa yaşanan yangından dolayı bu eserlerin büyük çoğunluğu yok oldu veya harabeye döndü. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yürüttüğü çalışmalarla birçok tarihî eser ayağa kaldırılırken şimdi de Yunanlıların yaktığı 4 cami ve 2 hamam için kazı ve restorasyon çalışmaları başlatıldı. Bilecik Müzesi tarafından üstlenilen çalışmalarda, Osmangazi, Akkaldırım, Emirler ve Karacalar camilerinin yanı sıra, Emirler ve Süleymanpaşa hamamları için kazı çalışmaları yapılıyor.

 

Kazılara ilişkin bilgi veren Bilecik Müzesi kazı sorumlusu ve sanat tarihçisi Erdal Mean, Osmangazi Camii'nin Orhangazi döneminde, babası Osman Gazi'ye ithafen 1330'lu yıllarda yapıldığının tahmin edildiğini, Osmanlı döneminde çok sayıda tamir gördüğünü ifade etti. Caminin, Yunan işgali sırasında 1920'li yıllarda yakıldığını belirten Erdal Mean, "Yangından sonra caminin ahşap ve kerpiç kısmı tamamen yanmış ve sadece minaresi kalmış. Yıllarca unutulan caminin yeri daha sonra vatandaşlar tarafından ev olarak kullanılmış. Yaptığımız kazılarda, hem caminin yangında yandığına dair bulgulara rastladık, hem de caminin içinin ev olarak kullanıldığını gördük. Caminin bulunduğu yere yapılan evin mutfak kısmı ve ocağı ortaya çıktı." dedi. Caminin mihrap kısmının tamamen yıkıldığını, sadece kuzey tarafındaki istinat duvarının kaldığını belirten Mean, şu bilgiyi verdi: "Dikdörtgen planlı bir cami, ama kıble duvarı başta olmak üzere duvarları tamamen yıkılmış. Camiyle ilgili herhangi bir resim ve plana rastlamadık. Ancak kazı sırasında, üstünün düz çatı ile kaplı olduğunu gördük. Şu anda sadece temel kazılarını yapıyoruz. Sondajlar ve açmalar yapıyoruz. Caminin içi ve giriş kısmındaki müştemilatları ortaya çıkarıyoruz."

 

Müteahhit firma adına kazıyı yürüten sanat tarihçisi Recep Okçu da, yürütülen kazı çalışmasının hafta sonuna kadar tamamlanacağını belirterek, kazı detaylarını anlattı. Ciddi ve titiz bir çalışma yürüttüklerini ifade eden Okçu, caminin 1910 yılına kadar cami olarak kullanıldığına dair rivayetler olduğunu, yangında bina kısmının tamamen yandığını ifade etti. Okçu, caminin tarihçesi hakkında şunları söyledi: "Vakfiye kayıtları ve Ekrem Hakkı Ayverdi'nin 'İlk Osmanlı Eserleri' kitabı Osmanlı eserlerinden bahsederken Bilecik'teki bu Osmangazi Camii'nden de bahsediyor. Burasının Orhan Gazi tarafından babasına atfen yapıldığı belirtiliyor. Cami içerisindeki orijinal minberin var olduğu, ardından İstanbul'a götürüldüğü, daha sonra yapılan aramalarda buna rastlanmadığı kaydediliyor. Yapılan araştırmalar sonucu bu ortaya çıkacaktır."

Zaman, Haber: Durmuş Günsur, 14.11.2008



TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

  

 

Antakya'nın Harbiye beldesinde bir portakal bahçesinde bulunan MS 3 veya 4. yüzyıl Geç Roma Dönemi'ne ait taban mozaikleri gün yüzüne çıkarılıyor.

 

Antakya Arkeoloji Müzesi Müdürü Faruk Kılınç, yaptığı açıklamada, 2007 yılında Yukarı Harbiye Mahallesi Mozaik Sokak'ta yer alan Mehmet Çolak'a ait portakal bahçesinde başlatılan çalışmaların, bakanlıktan gelen ödenekle bu yıl genişletilerek yeniden devam ettirildiğini ve kazı çalışmalarının Arkeolog Ömer Çelik başkanlığında, 3 müze görevlisi ve 17 işçi tarafından yürütüldüğünü söyledi.

 

Geçen yıl gerçekleştirilen kazı çalışmalarında 8 metre uzunluğunda, 2.60 metre genişliğinde 4 panodan oluşan ve tiyatro sahnesini canlandıran insan figürlerinin yer aldığı taban mozaiği bulduklarını belirten Kılınç, "Geçen yıl bulduğumuz tiyatro sahnesinin bir villanın içerisinde yer aldığını tespit ettik. 3 haftalık kazı süremizde villanın 20 metre uzunluğunda koridoruyla 2 odasına ait taban mozaiğini bulduk. Bu villanın içerisinde yer alan tiyatro sahnesi, koridoru ve iki odasında yer alan taban mozaiğinin genişliği ile Roma Dönemi'nin yöneticilerinden birine ait olduğunu tahmin ediyoruz" diye konuştu.

 

Kazı alanının eğimli olması nedeniyle mozaik eserlerin deprem ve sel nedeniyle tahrip olduğunu ifade eden Kılınç, çalışmalar sırasında 2 sikke, 1 kandil ve üzerinde kuş figürü bulunan kemik sap ile çok sayıda çanak çömlek bulduklarını bildirdi.


Roma Dönemi'nde varlıklı ailelerin oturduğu bir sayfiye yeri olarak kullanılan Harbiye'nin, taban mozaiği açısından oldukça önemli bir bölge olduğunu dile getiren Arkeoloji Müzesi Müdürü Kılınç, vatandaşları bu konuda çok dikkatli davranmaları ve buluntuları müzeye haber vermeleri yönünde uyardı.

Hatay Kent Haber, 13.11.2008

OSMANİYE MÜZESİ'NE MÜDÜR ATANMIYOR

 

Osmaniye Tanıtım Derneği, müzeye müdür ataması yapılmamasına tepki gösterdi. Konuyla ilgili açıklama yapan Dernek Başkanı Ömer Bahçeci, Osmaniye'nin uzun yıllar sonra müzeye kavuşmasına sevindiklerini ancak, müdür ataması yapılmadığı için faaliyete girmemesine üzüldüklerini söyledi.

 

Şehrin her köşesinde farklı tarihe ev sahipliği yapmış kaleler, ören yerleri, mozaik alanları, höyükler bulunduğunu aktaran Bahçeci, bu tarihi değerlerin hak ettiği duruma gelebilmesi ve tarihi eser kaçakçılığın önlenmesi için müze müdürünün atanmasının şart olduğunu kaydetti. Osmaniye'de 26 kale, Karatepe Aslantaş Açık Hava Müzesi, Kastabala ören yeri, mozaik alanları, höyükleri ve 143 adet tescilli kültür ve tabiat varlığı bulunduğunu hatırlatan Bahçeci, 480 bin nüfusa sahip kentte müze bulunmamasının çok üzücü olduğunu vurguladı.

Zaman, 14.11.2008

ÜÇÜNCÜ BUDA HEYKELİNİN İZİNDE

 

Afganistan’da Taliban rejiminin, dünyanın tepkisine karşın iki büyük Buda heykelini dinamitlemesi ve arkeolojik çalışmaların durmasından 7 yıl sonra arkeologlar yeniden kazılara başladılar. Heykellerin 2001’de dinamitlenerek yerle bir edilmesinin ardından yeniden başlayan kazılar geçen eylül ayında amacına kısmen ulaştı.


Çinli Huan Tsang’ın 7. yüzyılda kaleme aldığı yazılardan hareket eden Afgan kökenli Fransız arkeolog Zemaryalay Tarzi başkanlığındaki arkeolog ekip Bamyan bölgesindeki falezin dibinde toprağa gömülü olan heykel kalıntılarını buldular. Biri 55 diğeri 38 metre yüksekliğindeki tahrip edilmiş iki heykelin ardından üçüncü heykeli “Yatan Buda” heykelini arayan Tarzi’nin ekibi bir baş parmak, bir işaret parmağı, bir avuç, kol ve vücut parçaları ve Buda’nın kullandığı bir yatağın parçalarını buldular. Bölgedeki Alan ve Anıtlar Müdürü Abdülhamid Caliya gelişmeyi “bugüne kadar yaptığımız en dikkate değer keşif” diye nitelendirerek, ekipteki arkeologlardan Enver Han Fayez, baş ve diğer parçaların 19. yüzyıldaki bir Arap istilası sırasında tahrip edildiğini sandıklarını söyledi Fayez, heykelin muhtemelen 19 metre yüksekliğinde olduğunu belirtirken, heykeli kış mevsiminin etkileri ve tarihi eser kaçakçılarından korumak amacıyla tekrar toprakla örttüklerini kaydetti. Ekibin “yatan Buda’yı” gün ışığına çıkarmak için her zamankinden daha fazla hevesli olduğu belirtiliyor.

Evrensel, 13.11.2008

AYASOFYA'NIN RESTORASYONU YIL SONUNDA BİTECEK

 

 

Bursa'nın İznik İlçesi'nde bulunan Ayasofya Camii'nde 2007 yılında başlatılan restorasyon çalışmalarının yıl başına kadar bitirilmesi hedefleniyor.


Minarenin kara sıva ile kaplanması üzerine, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri, yaptıkları incelemeler sonrasında Ayasofya Camii'nin restorasyonunda düzenlemeye gitmişti. İlk olarak İznik Köylere Hizmet Götürme Birliğinin yaptırdığı proje kapsamında restorasyonuna başlanması gereken Ayasofya Camii'nin projesini Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü yeniledi. Yeniden başlayan tadilatın sene sonuna kadar bitirilmesi hedefleniyor.


Minaredeki beton sıva kaldırılırken, minareye derz dolgu yapıldı. Yine çatı kısmındaki yağmur olukları yeniden yapılırken, tarihi dokunun yan kısmında bulunan kümbetlerin üzerinde bulunan beton dolgular kaldırılarak kiremit döşenecek. Yeni yapılacak işlemlerde ise orijinal camlar açılacak. Ayrıca Ayasofya'nın 4 yanı kamera sistemi ile donatılacak.


Halen şantiye görünümünde olan Ayasofya Camii, geçtiğimiz haftalarda İznik'e gelen TURSAB üyeleri tarafından ziyaret edilmişti. İçeride bulunan yer mozaiği yenilenen Ayasofya halen yerli ve yabancı ziyaretçilere kapalı tutulurken, müteahhit firma, içeride bir nöbetçi ve biri pitbul 2 köpekle güvenliği sağlıyor. Tarihi dokuda keşif çalışmaları yapan Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, çalışmaların koordineli biçimde sürdürüleceğini belirtirken, restorasyonun 14 Aralık 2008 tarihinde bitirileceğini söyledi.


Milattan sonra 325 yılında ilk konsüle ev sahipliği yapan ve 3 tanrı (teslis) akidesinin kabul edildiği Ayasofya, Vakıflar Bursa Bölge Müdürlüğü tarafından 375.000 YTL'ye ihale edilmişti

Bursa Hakimiyet, 13.11.2008

TARİHİ KİREMİTLİK TABYA, ALEMCİLERİN MEKANI HALİNE GELDİ

 

Osmanlı döneminde Erzurum'un Rus işgalinden kurtarılmasında ve şehrin düşmana karşı savunulmasında önemli yeri bulunan tarihi Kiremitlik Tabya ilgisizlik ve bakımsızlıktan alemcilerin mekanı haline geldi.

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Erzurum'un çevresine savunma amaçlı olarak yaptırılan 23 tabyadan birisi olan Kiremitlik Tabya ilgisizlik kurbanı. Bir zamanlar askeri amaçlı olarak kullanılan Kiremitlik Tabya, askeri birliklerin burayı terk etmesiyle yıkıma, ilgisizliğe mahkum edildi. Erzurum Çat karayolunun güneydoğusunda, Yenişehir'in kuzey batısında yer alan Kiremitlik Tabya'ya yetkililer sahip çıkmayınca tarihi askeri yapıyı sarhoşlar mekan edindi. Kiremitlik Tabya'nın çevresinde gece saatlerinde alkol alan bazı duyarsız vatandaşlar içki şişeleriyle de çevre kirliliğine neden oluyor. Tarihi tabyayı ziyaret eden yerli turistler ve duyarlı vatandaşlar karşılaştıkları manzara karşısında tepkilerini dile getirerek, yetkilileri göreve davet etti.

2011 Üniversitelerarası Kış Oyunları'nda kayakla atlama yarışmalarının da yapılacağı tabya ve çevresinin korumaya alınmasını isteyen vatandaşlar, "Erzurum'un Rus ve Ermeni çetecilerin işgalinden kurtarılmasında önemli yeri bulunan tarihi Kiremitlik Tabyası'nın sahipsizliğe terk edilmesi hiç hoş değil. Tabyanın çevresi boş ve kırık içki şişeleriyle dolu. Ziyaret esnasında ayağımızı içki şişelerinin kırık camlarının kesmesinden korktuk. Tabyaların içi ise ayrı bir üzüntü kaynağı. Duvarlara karalanan çirkin ifadeler, kırılan, yerinden sökülen taşlar yüreklerimizi dağladı. Bu şehirde tarihi ve kültürel eserlerden sorumlu ilgili kurum ve kuruşların amirlerini, yetkililerini görevlerini hakkıyla yapmaya davet ediyoruz." şeklinde tepkilerini dile getirdi.

Zaman, Haber: Orhan Yıldırım, 13.11.2008

BEY SARAYI GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK





Bursa'da, 10 bin metrekarelik alanda gerçekleştirilen Türkiye'nin en kapsamlı yer altı radar taramasında, Osmanlı Devleti'nin ilk sarayı olan Tophane'deki Bey Sarayı'nın izlerine rastlandı.

 

Osmangazi Belediyesi, Milli Savunma Bakanlığı'nın izni, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları'nı Koruma Kurulu'nun kararları doğrultusunda, Orduevi'nin altında Türkiye'nin en kapsamlı yer altı radar taramasını gerçekleştirdi.

Prof.Dr. Metin İlkışık tarafından yürütülen arkeojeofizik çalışmaları, Osmanlı Bey Sarayı'nın kalıntılarının gün yüzüne çıkarılmasını hedefliyor. Prof.Dr. İlkışık tarafından hazırlanan sonuç raporunda, en önemli kalıntı olarak Bey Sarayı'nın Cihannüma Kapısı olduğu tahmin edilen bölüme rastlandığı yer aldı.

 

Prof.Dr. İlkışık, hazırladığı raporu Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe ile paylaştı. Yer altı radar çalışmasının Haşim İşcan Parkı'ndan Tophane Meydanı'na kadar olan yaklaşık 10 bin metrekarelik bir alanda yürütüldüğünü söyleyen Prof.Dr. İlkışık, "Türkiye'de ilk kez kent içinde bu kadar büyük bir alanda arkeojeofizik çalışması yapıldı. Osmangazi Belediyesi için gerçekleştirdiğimiz bu çalışmalar yerin 6-7 metre altına inecek şekilde yürütüldü. Bir nevi yerin röntgen filmleri çekilmiş oldu. En kapsamlı çalışma Bey Sarayı'nın da yer aldığı Orduevi içinde gerçekleştirildi. Burada yaptığımız taramalarda toprak altında duvar izlerine rastlandı" dedi.

Prof.Dr. İlkışık taramalar sonucunda en önemli kalıntının Orduevi'nde askeri gazino altında bulunduğuna dikkati çekti. Burada bulunan bölümün sultanların şehre baktığı yer (Cihannüma Kapısı) olabileceğini söyleyen Prof.Dr. İlkışık, bundan sonraki aşamanın yer altı radar çalışmalarının sonucunda elde edilen bilgiler doğrultusunda keşif kazıları yapmak olduğunu kaydetti.

 

Türkiye'de kent içinde ilk kez yaklaşık 10 bin metrekareyi bulan böylesine büyük bir alanda tarama yapıldı. Gerçekleştirilen taramalar sonucunda pek çok tarihi yapının izine rastlandı. Haşim İşcan Parkı'ndan Tophane Meydanı'na kadar olan bölgede yürütülen çalışmalarda Bitinya Sarayı'ndan Roma kalıntılarına, Osmanlı Bey Sarayı'ndan Ahmet Vefikpaşa Hastanesi kalıntılarına kadar pek çok yapının izlerine rastlandı. Devlet Hastanesi karşısında kalan Haşim İşcan Parkı altında 2-3 metre yeraltında dehlizler, tüneller, yoğun yapı kalıntılarının izleri bulundu.

 

Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, son 4 buçuk yılda tarihi ve kültürel mirasa yönelik çok önemli çalışmalar gerçekleştirdiklerini söyleyerek, "Hazırladığımız 135 projeden 62 tanesini tamamladık. Bursa Surları'nın ayağa kaldırılması için başlattığımız çalışmalar çok önemli bir aşamaya geldi. Yürüttüğümüz tüm bu çalışmalar, Bey Sarayı ile taçlanacak" dedi.

Bursa Kent Haber, 13.11.2008

PERRE'DE ODA MEZARA RASTLANDI

 

Adıyaman Arkeoloji Müzesi Müdürü Fehmi Eraslan, Perre Antik Kenti'ndeki kazı çalışmalarında Kommagene kraliyet ailesine ait oda mezar bulunduğunu açıkladı.

Eraslan, gazetecilere yaptığı açıklamada, 2001 yılından beri devam eden kazı çalışmalarında ilk kez Kommagene kraliyet ailesine ait mezarlara ulaşıldığını söyledi.

Antik kentteki kazı çalışmalarının aralıksız sürdüğünü ifade eden Eraslan, ''Perre Antik Kenti'nde yaptığımız çalışmalarda kraliyet ailesine ait bir oda mezar bulundu. Oda mezarda 5 lahit mezar ve 10 sandık mezar var'' dedi.

Eraslan, oda mezarın 100 metrekare kapalı alana sahip olduğunu, mezarlardan çıkan buluntular, yazıtlar ve kabartmaları değerlendirerek, mezarların kimlere ait olduğunu belirlemeye çalışacaklarını belirtti.

Kazı çalışmalarına üniversite öğrencilerinin de katıldığını ifade eden Eraslan, hedeflerinin kazı çalışmalarını tamamlamak ve antik kenti turizme kazandırmak olduğunu kaydetti.

Perre Antik Kenti'nde bilimsel kazılara, 2001 yılında başlandı. Çalışmalarda 51 oda mezar, 337 lahit mezar, 1 villa kalıntısı, 1 heykel, 1 sunak, 1 tonozlu tünel ve sarnıç, 1 kabartma, 398 sikke ve arkeolojik buluntular gün ışığına çıkarıldı. Perre Antik Kenti'ndeki kazılarda çıkarılan tarihi eserler, Adıyaman Müzesi'ndeki özel bir stantta sergileniyor.

Antik kentte bir taraftan kazı ve temizlik çalışmaları yapılırken, değer taraftan çevre düzenleme ve koruma çalışmaları yürütülüyor. Perre Antik Kenti'nin kazı ve çevre düzenleme çalışmaları yapılarak 2010'da kültür turizmine kazandırılması amaçlanıyor.

Cumhuriyet, 13.11.2008

AVRUPA KÜLTÜRÜ MÜ? O DA NE?

 

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen ve üç gün sürecek olan 'Avrupa Kültürü Nedir?' sempozyumu, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Şakir Eczacıbaşı ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Nuri M. Çolakoğlu'nun açılış konuşmalarıyla başladı. Merkezi ve yerel yönetim, toplantıya ilgi göstermedi.

Programda gelecekleri duyurulan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof.Dr. Mustafa İsen, açılış toplantısına katılmadılar. Öte taraftan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve sempozyumun gerçekleştirildiği Beyoğlu'nun belediye başkanı Ahmet Misbah Demircan da toplantının açılışında yoktular. 

 

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) giriş sürecinde 'avrupa kültürü' kavramını irdelemeyi hedefleyen sempozyum, Avrupa'nın ve Türkiye'nin önde gelen kültür ve eğitim kurumlarından 40 uzmanı buluşturuyor. Katılımın herkese açık ve ücretsiz olduğu sempozyumda bugün 'Avrupa Kültüründe Gelenekler ve Hukuk', 'Genişlemeden Sonra Avrupa Kültürü ve Kültür Politikaları' başlıklı oturumlar gerçekleştirilecek.

Yapı, Haber: Mesut Tufan, 13.11.2008

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Bilecik'te tarihi eserlerin gün ışığına çıkarılması için kazılar başladı.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce ihale edilen, sadece minareleri ayakta kalan ve yok olmaya yüz tutan Emirler, Akkaldırım, Osman Gazi, Karacalar camileri ile Süleyman Paşa hamamı yeniden ayağa kaldırılacak. Tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılmasına yönelik kazı çalışmaları başladı. Şu ana kadar yöre tarihine ışık tutacak bazı eserler gün yüzüne çıkarıldı.

14. asırda Orhan Gazi tarafından babası Osman Gazi'nin adına yaptırılan, İstiklal Savaşı'nda Yunanlılar tarafından tahrip edilip yakılan caminin kalıntılarını ortaya çıkarmak için kazılar devam ediyor. 1910 yılına kadar cami olarak kullanılan ve sadece minaresi ve avlu duvarlarının pek azı ayakta kalmış olan Osman Gazi Camii'nde yapılan kazı çalışmaları esnasında 1848 yılına ait kitabe ve Sultan Abdülaziz dönemine ait bir adet sikke bulundu. Tarihi eserler ileride sergilenmek üzere Bilecik Müzesi'nin deposuna konuldu.

 

Sanat tarihçisi Erdal Mean, "Bilecik Müzesi tarafından yürütülen tarihi mekanlardaki kazı çalışmaları için 13 işçi çalışıyor. Sözleşme bedeli 179 milyon YTL. Caminin mihrap kısmı yıkılmış, Yunan işgali zamanında camii çok zarar görmüş. Kazıları 2009 Ağustos tarihine kadar bitirmeyi planlıyoruz. Birçok tarihi eseri gün yüzüne çıkarmayı düşünüyoruz." dedi.

Bilecik Kent Haber, 13.11.2008

TARİHİ SOKAKLARA MAKYAJ

 

Osmangazi Belediyesi sokak sağlıklaştırma çalışmaları çerçevesinde Osmangazi Çıkmazı’nda 10 evin restorasyon çalışmaları başladı. Başkan Altepe, şehrin tarihi kimliğini güçlendirmeyi hedeflediklerini belirtti.

Osmangazi Çıkmazı’nda gerçekleştirilen törene eski Büyükşehir Belediye Başkanı Erdem Saker, eski Bursa Belediye Başkanı Ekrem Barışık ve eski Osmangazi Belediye Başkanı Basri Sönmez’in yanı sıra çok sayıda protokol üyesi ve idari amir katıldı. Bursa’nın tarihi ve kültürel mirasını ayağa kaldırmak için 4,5 yıldır çalışarak hayata kazandırdıklarını ifade eden Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, Hanlar ve Hisariçi bölgelerinde birçok proje gerçekleştirdiklerini belirtti. Belediye olarak kentin ziyneti durumundaki anıtsal ve sivil mimarlık örneği yapıları Bursa’ya kazandırmalarının yanı sıra geleneksel kimliğini koruyan sokaklara da el atıklarını kaydeden Altepe, ‘Sokak sağlıklaştırma çalışmaları çerçevesinde ilk ele aldığımız yer Osmangazi Çıkmazı. Bu sokakta Kale Sokak gibi Bursa’nın atmosferini yansıtan bir görünüme bürünecek.

Sokağın zemini ve alt yapısı yenilenecek, cephe siluetleri tarihi dokuya uygun hale getirilecek. Yaptığımız kültürel tarihi miras çalışmaları UNESCO’nun gündemine alındı. Bugüne kadar gerçekleştirdiğimiz çalışmalara sokak sağlıklaştırmalarını da ekleyerek kentin tarihi kimliğini güçlendirmeyi planlıyoruz. Yıllar önce restore edilerek örnek sokak haline getirilen Kale Sokak’ta yapılan çalışmaları okula giderken görürdük ve sevinirdik. Ekrem Barışık döneminde yapılan çalışmaları hayranlıkla izledik ve Kale Sokak kartpostallara girdi. Şimdi bizde bu çalışmaları devam ettirmek istiyoruz. Osmangazi Çıkmazı ile aynı anda Üftade Sokak’ta da çalışmalar başladı. Bursa’nın merkezi olan bu bölge ziyaretçi akınına uğrayacak. İlçemizde konaklama sıkıntımız vardı ve şu anda 8 tane otel inşaatı başladı. Osmangazi Çıkmazı’nda yapılacak çalışmalar kapsamında 10 bina bütünüyle elden geçirilecek. Binaların çatıları, olukları, kuşakları, saçakları, boya ve badanaları tümüyle yenileniyor. Sokak zemini de tarihi dokuya uygun şekilde yeniden yapılacak. 6 ay içinde tamamlamayı planladığımız çalışmaların 250 bin YTL mal olacak’ dedi.

Eski Bursa Belediye Başkanı Ekrem Barışık ta 1985 yıllarında kısıtlı bütçeyle restorasyon çalışmaları yaptıklarını belirterek, ‘O dönemde Kale Sokak ve bu bölgedeki ev sahiplerini ikna ettik. Başkan Altepe, maziye çıktı ve tüm eski eserleri ayağa kaldırdı’ diye konuştu.

Konuşmaların ardından, Başkan Altepe ve eski belediye başkanları ile davetliler, çalışmaların startını verdi. Tarihi yapılara ilk harcı koyan başkanlar, boya ve sıva işlerini de başlattı.

Bursa Olay, 13.11.2008

AKM'DE 'YÜZ NAKLİ' TARTIŞMASI





Cumhuriyet döneminin en önemli simge binalarından biri olan Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ile ilgili tartışmalar son bulmuyor. Büyük tepki görmesi üzerine yıkım kararı geri alınarak AKM’nin onarılmasına karar verildi. Onarılmak üzere boşaltılan AKM’nin yenilenme çalışması için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı arasında bir protokol imzalandı. Anlaşmaya göre İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın yürüteceği yenileme çalışmasının hazırlanması görevi de Murat Tabanlıoğlu’na verildi.

 

AKM’nin yenilenerek kullanıma açılmasını görüşmek üzere de, çalışmanın katılımcıları, kullanıcıları ve yetkililer İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ofisi’nde 22 Ekim Çarşamba günü bir araya geldiler. Toplantıda bir sunum yaparak yenilenme çalışmasını anlatan Murat Tabanlıoğlu bütün binanın teknik olarak yeniden modellendiğini ve binayı salonların bulunduğu ana bina ile depoların bulunduğu yan bina olarak iki ayrı bölümde ele aldıklarını söyleyerek yapılacak değişiklikleri anlattı.

 

Ön cephenin gündüz ve gece farklı yayınların yapılabileceği büyük bir ekran olarak kullanılabilecek hale getirilmesi ve binanın içinde defter, kartpostal, hediyelik eşya gibi ürünlerin satılacağı bir dükkanın açılması; üst katına yapılacak olan restoran ve kafelerle ilgili olarak; toplantıya katılan İstanbul Devlet Tiyatrosu oyuncusu ve Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği (TOMEB) İstanbul temsilcisi Orhan Kurtuldu ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu endişe ve sorularını dile getirdiler. Ayrıca Kültür Sanat-Sen Emekçiler Sendikası’ndan gelen katılımcılar ve sanatçılar da görsel açıdan estetik çözüm yoluna gidilmesi ve kendi gereksinimlerinin göz ardı edilmesini eleştirdiler, haklı eleştirileri olduğunu ve bu endişelerin dikkate alınması gerektiğini belirttiler.

 

Konuyla ilgili olarak düşüncelerini aldığımız Orhan Kurtuldu, bütün bu onarım çalışmalarını bir “yüz nakli” olarak değerlendirdiğini ve AKM’nin simgesel kimliğinin yok edilmeye çalışıldığını söyledi. “Yenileme projesiyle yapılan bu değişikliğin -‘yüz naklinin’- amacı; AKM’yi bir dijital ekrana çevirmek. Yani bir çeşit reklam ekranına dönüştürmek. "Aklımıza hemen şu soru geliyor: Acaba AKM, ticarileştirilmek mi isteniyor?" diyen Kurtuldu sivil toplum örgütlerine göre bu değişikliğin; AKM’nin yıkımıyla eşanlamlı olduğunu; AKM’nin temel ihtiyacı olan bakım, onarım ve zorunlu değişikliklerinin dışında yapılacak değişikliklere sanatsal anlamda gerek olmadığını belirtti. TOMEB de yayımladığı bildiride” AKM’nin restorasyon ve yenileme işi ihale kanununa uygun olarak mı verilmiştir? İhaleye kimler katılmıştır?” gibi sorulara yer verdi.

 

Eyüp Muhçu ise AKM’nin Taksim Cumhuriyet Alanı’nın çok önemli ve onu tamamlayan, anıtsal nitelikte ve döneminin özgün mimarlık özelliklerini yansıtan bir yapı olduğunun altını çizerek “Koruma Kurulu’nca ‘Korunması gereken kültür mirası’ olarak tescil edilen ve Kültür Bakanlığı’nın ‘tescilin kaldırılması’ talebi reddedilen yapının, gelinen aşamada koruma ilkeleri çerçevesinde restore edilmesi gerekmektedir. Öngörülen yaklaşımdaysa, bu kurala uyulmamaktadır. Bina cephesi tamamen değiştirilerek koruma yaklaşımından uzaklaşılmakta, ‘dijital reklam panosu’ izlenimi veren bir yaklaşımla ‘yapı imgesi’ ortadan kaldırılmaktadır. Yapıya kimi ticari fonksiyonlar konması ve bu fonksiyonların cephede algılanması ise ‘kültür binası’ ve ‘simge’ özellikleri ile bağdaşmamaktadır. Projeyle anıtsal yapıya, kimi ticari mekanlar yerleştirilirken, Aziz Nesin Sahnesi’nin kaldırılması ise dayatmaların ideolojik bir ekseni olduğunu açıkça göstermektedir. ” dedi.

Cumhuriyet, Haber: Özge Keskin, 13.11.2008

TARİHİ BEDESTENLER EKONOMİYE KAZANDIRILIYOR

 

Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, vakıf eserlerini Türk ecdadına yakışır şekilde restore etmeye çalıştıklarını belirterek, "4 yılda Gaziantep ve Kilis'te 26 vakıf eserini yeniledik. 2009 yılında Gaziantep'te restorasyonu yapılmayan eski eser bırakmamayı ve kira gelirlerimizi 5 milyon YTL'ye çıkarmayı hedefliyoruz." dedi.

 

Güven, restorasyonu tamamlanan Zincirli Bedesten'de basın toplantısı düzenledi. Burada müdürlüğün 4 yıllık çalışmaları hakkında basını bilgilendiren Güven, Tütün Hanı'nın restorasyon sonucu güzel bir çarşı haline geldiğini, eskiden et hali olarak bilinen Zincirli Bedesten'in de 2 milyon 100 bin YTL'ye 400 günde restore edildiğini söyledi.

 

Eserin restorasyon öncesinde çok kötü bir halde olduğuna dikkat çeken Güven, "Çatısı akan, zemini seramikle kaplanan bu eser tamamen yenilendi ve 73 dükkanın olduğu bir yapıya kavuşturuldu. Bunun aslını hiç bozmadık. Burada Gaziantep'in ticari hayatını canlandıracak ve eserin yapısını bozmayacak şekilde bir fonksiyon kazandırmayı planlıyoruz. 17-18 Kasım tarihlerinde ihale edilecek. Kuyumcular ile gümüş ve değişik takı dükkanları ile şehre özgü sedefçi, bakırcı gibi yöresel el sanatı ürünlerinin satılacağı bir mekan olarak işlev görmesini planlıyoruz. Her isteyen istediği ticareti yapamayacak. Restorasyon tamamen Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün kaynağı ve kontrolü ile yapıldı. Böyle bir eserin yeniden ticarete ve turizme kazandırılmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum" diye konuştu. Bu yıl içinde Gaziantep'te 13 vakıf eserinde çalışma başlattıklarını ve bunların bir çoğunun bittiğini anlatan Güven, tarihi eserlerin yanı sıra yeni iş hanları da yaptıklarını, Gaziantep Vilayeti'nin önünde de bir iş hanı yapımına başlandığını, kira geliri olmadan vakıf eserlerini restore etmenin mümkün olmadığını ve kira gelirlerini artırmak için yeni iş hanları yapımını sürdüreceklerini bildirdi. Yap işlet devlet, ya da restore et devret veya idari imkanlarla yenileme yaptıklarını ve Gaziantep'teki eserler çok değerli olduğu için genelde idari imkanlarla restorasyonu tercih ettiklerini dile getiren Güven, 2009 sonu itibariyle restore edilmeyen tarihi eser bırakmamayı hedeflediklerini vurguladı. Restorasyonların şehrin ekonomisine, turizme ve vakıflara maddi katkısının olduğunun altını çizen Güven, iş hanları ve restorasyonlar sonucu sağlanan kira geliriyle Gaziantep'te 750 aileye sıcak yemek dağıttıklarına, şehit ve dul ailelerin çocukları ile yetimlere burs verdiklerine, herhangi bir sağlık güvencesi olmayan yaşlı ve özürlü insanlara maaş verdiklerine dikkat çekti.

 

Restorasyonlarla camileri yaşam alanı haline getirdiklerini de vurgulayan Güven, "En güzel örneği Mehmet Nuri Paşa Camii. Vatandaşların oturabileceği, sohbet edebileceği, dinlenebileceği sağlıklı mekanlar yapmaya çalıştık. Bunu devam ettireceğiz. Halkımız kadirşinastır. Halkımız iyi bir şey yaptığında sizi teşekkür eder; takdir eder. Halktan güzel tepkiler alıyoruz." dedi. Gaziantep Bölge Müdürlüğü son 4 yılda tescilli vakıf taşınmazlarından 26 eserin restorasyon ve çevre düzenlemesini tamamladı. Bu eserlerin onarımları için 13 milyon 816 bin 374 YTL harcandı. Eserlerin etüt projeleri içinde yaklaşık 941 bin YTL harcama yapıldı.

Zaman, Haber: Serkan Canbaz, 13.11.2008



BARIN'IN HAT KOLEKSİYONU MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

 

 

Hattat, cilt sanatçısı ve tasarımcı Emin Barın’ın ailesi, usta sanatçının iki yüz parçadan oluşan muhteşem koleksiyonunu Portakal Sanat ve Kültür Evi’nin organizasyonuyla 23 Kasım’da saat 15.00’da Conrad İstanbul otelinde satışa çıkarıyor.

1987 yılında vefat eden Barın’ın, Çemberlitaş’taki atölyesinde asılı olan birbirinden güzel besmeleler, levhalar, kıt’alar, ayetler, hadis-i şerifler, kelam-ı kibarlar ve beyitler hálá ihtişamını koruyor. Usta sanatçının oğlu Tevfik Barın da, babasının bu muhteşem koleksiyonuna daha fazla insanın ulaşabilmesini ümit ediyor. Bu nedenle yıllardır bekleyen koleksiyonu, müzayedeye çıkarma kararı aldıklarını belirten Tevfik Barın, "Yıllardır en büyük üzüntümüz, yaklaşık 200 parçadan oluşan bu koleksiyondan kimsenin faydalanamıyor olmasıydı. Ama şimdi düzenlenecek müzayede ile Emin Barın Hat Koleksiyonu yeni sahiplerine kavuşacak. Yazı ve hattat yelpazesinin çok geniş olduğu bu koleksiyonun topluca alınıp, bir yerde sergilenmesi ise en büyük arzumuz" dedi.

Koleksiyonun en değerli eseri 50 bin YTL’den satışa sunulacak olan Abdülmecid’in Portresi. Eserin zer-mürekkeple çekilmiş tuğrası Rikkat Kunt tarafından altın çiçek ve bitkisel motiflerle tezhiplenmiş.

 



Mehmet Aziz Rufai’nin Hilye-i Şerif’i 35 bin YTL ile müzayedenin dikkat çeken eserleri arasında yer alıyor.

Hürriyet, 13.11.2008

LOZAN MASASINA
RESİM HEYKEL MÜZESİ TALİP OLDU

 

   

 

İsviçre Konfederasyonu Başkanı Pascal Couchepin’in, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e hediye ettiği, 24 Temmuz 1923’te Türkiye Cumhuriyeti ile itilaf devletlerinin Lozan Antlaşması’nı imzaladığı tarihi masaya, Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi talip oldu.

 

İsviçre’den TIR’la önceki gün Ankara’ya getirilen masa, devir teslim törenin yapıldığı müzenin, konser sahnesinde duruyor.

Müze Müdürü Ömer Gündoğdu, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen’e, masayı sergilemek istediklerine ilişkin taleplerini iletti.

Cumhurbaşkanlığı ise bu talebe henüz yanıt vermedi. Atatürk’ün direktifleriyle "Türk Ocakları Merkez Binası" olarak kurulan Resim Heykel Müzesi’nin ikinci katında Atatürk’ün oluşturduğu bir oda bulunuyor.

Gündoğdu, taleplerinin kabul edilmesi halinde masayı Atatürk’ün kullandığı eşyalarla birlikte sergilemeyi düşündüklerini kaydetti.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 13.11.2008



İKİ AYRI DÖNEM MİNARESİ YAN YANA

 

Amasya'nın Hamamözü İlçesi'nde 18. ve 20. yüzyıl eserlerinin yan yana görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyor.


18. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen tarihi cami, yaklaşık 25 yıl önce yerine yenisi yapılmak üzere yıkıldı. Tarihi caminin yıkılması tepki görünce minaresi bırakıldı ve yıkılan caminin yerine 1985 yılında yeni bir cami yapıldı. Yıkılan caminin yerine yapılan Arkutbey Camii'nin minaresi ile tarihi caminin minaresi yan yana geldi. 1993 yılında 'kültür varlığı' olarak tescil ettirilen tarihi minare ile yeni minareyi yan yana görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. 18. ve 20. yüzyıllara ait minareler her iki yüzyılın mimari estetiği hakkında açıkça bilgi veriyor.

Amasya Kent Haber, 13.11.2008

TARİHİ HAMAM İHALE KURBANI





Atatürk Orman Çiftliği’nin içindeki tarihi hamam, içler acısı mezbele haliyle görenleri dehşete düşürüyor. Yıllardır bir türlü sonuçlandırılamayan ihaleler yüzünden kaderine terk edilen tarihi hamam harabeye döndü.

AOÇ Müdürlüğü, bayilik ve hamamı kiraya vermek üzere aylar önce bir ihale açtı. İhale duyurularına göre mülkiyeti AOÇ Genel Müdürlüğü’ne ait kadastronun 34 parselinde bulunan 2 bin 206 metrekare açık alanı ve 244 metrekare kapalı alanlı kültür varlığı olarak tescilli tarihi hamam kiraya verilecekti.

Hamam için açılan en son ihalede, AOÇ Genel Müdürlüğü tarafından verilecek yetki belgesi ile bir yıl içerisinde her türlü rölöve restorasyon projelerinin hazırlanması ve onaylanması yapılacaktı. Yapının, pastane, kafe veya restoran yapılmak üzere Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan kiralamaya engel teşkil etmeyecek tüm izinlerin alınması kaydı ile kiraya verilmesi kararlaştırıldı.

Ancak bu zamana kadar hamam ve çevresi ile ilgili bazı ihalelerin iptal edildiği belirtilirken, hiçbir adım da atılmadı.

Şu anda Atatürk Orman Çiftliği lojmanlarının arazisi içinde olan yapının "kültür varlığı" olarak tescil edilmesine rağmen etrafında hiçbir önlemin alınmadığı da görüldü. Tarihi hamam, kırık duvarları ve mezbele haliyle savaştan çıkmış bir yapıyı andırıyor.

AOÇ içindeki kültür varlığı olarak tescil edilen hamam için yakın tarihlerde bir çok kez ihale açıldı. İhale duyurularına göre "kapalı alanlı kültür varlığı" olarak tescilli tarihi hamam kiraya verilecekti. Ancak AOÇ yönetiminin çabaları boşa çıktı. Geçtiğimiz yıldan bu yana açılan ihaleler ise şöyle:

26 Haziran 2007 tarihinde saat AOÇ müdürlük binasında yapıldı. Muhammen bedeli aylık bin YTL olarak belirlenen kiralık hamam ihalesinde katılımcılardan 720 YTL tutarında geçici teminat bedeli alındı.

28 Eylül 2007 tarihinde kapalı zarf teklif alma sonucunda yapılacak açık arttırma usulü ile gerçekleştirildi. Muhammen bedeli aylık bin YTL olarak belirlenen ihalede katılımcılardan alınacak olan geçici teminat bedeli 10 bin YTL idi.

13 Aralık 2007 kapalı zarf teklif alma sonucunda yapılacak açık arttırma usulü ile gerçekleştirildi.

18 Ocak 2008 tarihindeki ihale de kapalı zarf teklif alma sonucunda yapılacak açık artırma usulü ile gerçekleştirildi. Muhammen bedeli aylık bin YTL, kati teminatı ise sözleşme bedelinin yüzde 12’si kadar olarak belirlenen ihalede katılımcılardan 10 bin YTL tutarında geçici teminat bedeli alındı.

Hürriyet Ankara, Haber: Cengizhan Çatal, 13.11.2008


******


TARİHİ YAPIYA VAKIF ÖNERİSİ





Atatürk Orman Çiftliği’nde mezbele halde bekletilen tarihi hamam binası için Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı’ndan (ÇEKÜL) bir öneri geldi. ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilcisi Mimar Faruk Soydemir, Atatürk tarafından 1925’de Mimar Egli’ye yaptırılan hamamın lokanta değil, kültür evi kimliğinde kullanılması gerektiğini söyledi.

Metruk haldeki hamam binasının Kültür Bakanlığı ve Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararıyla, özgün bir sivil mimarlık örneği olarak değerlendirildiğini ve birinci grup kültür varlığı olarak tescil edildiğini belirten Soydemir şunları söyledi:

"Kültür varlığı olarak tesçil edilmiş bu değerli sivil mimarlık örneği, AOÇ’nin merkez bölgesinde ayrıcalıklı bir konuma sahip. Tescilli üç önemli yapıyla aynı dizide komşu olmasına ve ana yoldan cephe almasına rağmen, bu önemli kültür varlığımız dikkatlerden uzakta, işlevsiz ve kaderine terk edilmiş bir durumdadır. Bu ne AOÇ idaresine, ne Başkent’e, ne Türkiye’ye ne de çevre ve kültür varlıklarımızın korunması ve tanıtılmasına gönül vermiş sivil toplum kuruluşlarımıza yakışır. Metruk hamam binasının acil olarak ele alınması, kültür amaçlı işlevlendirilmesi, aslına uygun biçimde restore edilmesi gerekiyor."

Proje çalışmaları sırasında araştırma, inceleme ve analizler sonucunda yapıya ve çevresine nasıl müdahale edileceğinin ayrıntılarıyla belli olacağını belirten Soydemir şöyle devam etti:

"Bu küçük ama anlamlı kültür hizmetinin hayata geçebilmesi için, Ankara Valiliği öncülüğünde AOÇ İdaresi ve ÇEKÜL Vakfı birlikte çalışarak metruk hamamın bir kültür varlığı olarak kurtarılması sürecini başlatabilir. Böyle bir sürecin başlaması halinde kaderine terk edilmiş bir kültür varlığının kurtarılması ve gelecek nesillere aktarılması mümkün olacaktır. Böyle bir Kültür Projesi nin, Ankara’da çevre ve koruma bilincinin de yükselmesine büyük katkı yapacağı inancındıyız."

Bu yapı ile ilgili Atatürk Orman Çiftliği idaresi tarafından restoran-lokanta olarak kiraya verilmesi amacıyla ihale sürecine girildiğini belirten Soydemir, şunları söyledi:

"Oysa bu Yapının Halka açık kültür evi kimliğinde restore edilerek, çevre düzenlemesinin yapılması ve kültür amaçlı vakıflara tahsisi durumunda layık olduğu önemi kazanacağı açıktır. Böylece, Atatürk’ün anısını taşıyan, AOÇ kimliğinin de önemli bir referans noktası olan bu çok değerli sivil mimarlık örneği, korunarak kurtarılmış, doğru işlevlendirilmiş ve gelecek kuşaklara sağlam ve kimlikli bir şekilde ulaştırılmış olacaktır."

Hürriyet Ankara, Haber: Cengizhan Çatal, 15.11.2008

TARİHİ CAMİ RESTORE EDİLMEYİ BEKLİYOR

 

Kayseri'nin Sarıoğlan İlçesi'ne bağlı Palas beldesinde bulunan ve Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından 1232 yılında yaptırılan tarihi Ulu Camii restore edilmeyi bekliyor.

 

Açıklamalarda bulunan Palas Belediye Başkanı Mehmet Emin Turan, beldede bulunan 776 yıllık tarihi Ulu Camii'nin giriş kapısının plansız durumda olduğunu ve cami çevresinin genişletilerek kemer duvarlarındaki dökülmelerinde önlenmesi için çalışmaların biran önce başlatılması gerektiğini söyledi.

 

Camiinin ilk restorasyonunun 25 yıl önce yapıldığını belirten Turan, Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün konu ile ilgilenmesini istedi. Geçtiğimiz ay gerçekleştirilen İl Koordinasyon Kurulu Toplantısı'nda tarihi yapının restore edilmesi teklifinde bulunduğunu da kaydeden Turan, caminin korumaya alınması için mücadele edeceklerini belirtti.

Kayseri Kent Haber, 13.11.2008

LÜBNAN'DA 2900 YILLIK FENİKE BULUNTULARI

 

  

 

Lübnanlı ve İspanyol arkeologların Akdeniz kıyısında, Tire şehri yakınlarındaki ortak kazısı sırasında Fenikelilerin ölülerin küllerini saklamakta kullandıkları yüzden fazla pişmiş toprak kap bulundu.

Kazı yapılan yer, MÖ 1500 ile 300 yılları arasında bu bölgede yaşayan Fenikelilere ait bulunan ilk toplu mezarlık.

Kazı sorumlusu Ali Badawi “Büyük küpler bireysel mezarlar gibi kabul edilebilir. İçleri boş olan küçük kaplar ise sembolik olarak ölünün ruhunun sakladığı nesneler” açıklamasını yaptı. Badawi ile birlikte çalışan İspanyol ekip Barselona Pompeu Fabra Üniversitesi’nde görevli. Tire’deki kazılar 1997 yılında başladı ama her yıl sadece 50 metrekare kazıldığı için çok yavaş devam ediyor. İspanyol ekibin başkanı Maria Eugenia Aubet “Bu kazı, İspanya, İtalya ve Tunus’ta bulunan Fenike kolonilerinde daha önce çalışmış olan meslektaşlarımıza, Fenikelilerin gelenek ve yaşam şekillerini bilmemiz açısından çok destek olacak” demekte. 

Reuters, 12.11.2008

KAHRAMANMARAŞ'TA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Kahramanmaraş'ta gerçekleştirilen operasyonda, Bizans dönemine ait olduğu tespit edilen, Rum papazlarının kullandığı sancak ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre bir istihbaratı değerlendiren Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne bağlı ekipler, Nevzat B. (46) isimli şahsın elinde bulunan tarihi eseri pazarlamaya çalıştığı bilgisine ulaştı.

Ekipler, Nevzat B. ile alıcı kılığında buluşarak, tarihi eser için pazarlığa başladı. Daha sonra düzenlenen operasyonda şahısla birlikte her iki yüzünde insan figürleri bulunan çift tarafı işlemeli tarihi eser ele geçirildi.

 

Bizans dönemine ait olduğu belirlenen, Rum papazlarının kullandığı sancak daha sonra İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne teslim edildi. Polis tarafından gözaltına alınan Nevzat B., işlemlerinin tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edildi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 12.11.2008

KENDİ KÜÇÜK, DERDİ BÜYÜK SEDEF





Marmara’daki Prens Adaları’nın incisi Sedef Adası’nı inşaat telaşı sardı. Topu topu 329 dönümlük adanın 30 dönümünde imar değişikliği önerisinin önümüzdeki günlerde İstanbul 5 No.lu Koruma Kurulu’nda karara bağlanacağı söylentisi Adalar’ı hareketlendirdi. İmar değişikliği sonrası Sedef Adası’nın ‘villalarla dolacağı’ iddia ediliyor.

 

Radikal, önceki gün imar değişikliğinin içeriği ve takvimiyle ilgili bilgi almak için aradığı 5 No.lu Koruma Kurulu’na ulaşamadı. Ama Adalar Belediye Başkanı Coşkun Özden bir başvurunun olduğunu doğruladı. Özden’in verdiği bilgiye göre 30 dönümlük arsanın sahibi 1.5 yıl önce izin için belediyeye geldi. Belediye de müracaatı Koruma Kurulu’na havale etti. Bundan sonra kararın Kurul’a ait olduğunu vurgulayan Başkan Özden’in içi rahat: “Projeyi görmedim ama sürecin yasal mevzuata uygun işleyeceğinden şüphem yok. Öyle imara açmak gibi bir şey değil. Vatandaş ‘mevcut planlar dahilinde’ Anayasal hakkını kullanıyor. Kurul da değerlendiriyor.” Özden, yapı kurulmak istenen alan ‘yeşil alan’sa, zaten izin verilmesinin mümkün olmadığını vurguladı.

Sedef Adalılar Derneği üyelerininse içi o kadar rahat değil. Derneğin adını vermek istemeyen bir üyesi, imar değişikliğinin çıkmasının sadece Sedef değil, diğer Prens Adaları için de emsal olacağını iddia etti:

 

“Burada inşaat yapılabilmesi için, araziye ‘otel’ izni veren 1956 tarihli imar planında değişiklik gerekiyor. Adanın otel açısından rantabilitesi olmadığından, bu izni 36 adet eve çevirmeye çalışıyorlar. Ayrıca, 10 dönümlük, 1950’den bugüne ormana dönüşmüş bir arazide de inşaat isteniyor. Buranın altında Bizans manastırı var. Şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Planlama Müdürlüğü adalar için 1/500 planlarını hazırlıyor. Sedef’te bir imar planı değişikliği çok önemli bir emsal oluşturacak. Bu, adayı mahvedecek bir proje çünkü mevcut 110 evden sadece 80’i yazın dolar ve dolduğunda üç taraftan kanalizasyonlar taşar. Lodosa baktığı için adaların güneyinde hiçbir zaman yapılaşma olmaz. Söz konusu villalar ise lodosa bakacak, yazın hepsi klima taktıracak, elektrik altyapısı bunu kaldıramayacak. Arazi, Marmara’daki büyük fay hattına da en yakın yerde.”

 

Koruma Kurulu’na havale ettikleri konuyla ilgili henüz önlerine gelen hiçbir şey olmadığını vurgulayan Adalar Belediye Başkanı Özden ise, dernek üyesinin bu iddialarıyla ilgili olarak “Adalarda suyumuz da dört dörtlük, doğalgaz da geldi, öyle bir sıkıntı yok. Zaten inşaat da yok denecek kadar az. Bizim senede verdiğimiz inşaat izni beş adada toplam 10’u geçmez” yanıtını verdi.

 

Bizans döneminde ‘sürgün yeri’ olarak kullanılan Sedef Adası, 1850’de Sultan Abdülmecid tarafından damadı Fethi Ahmet Paşa’ya hediye edildi. Ada 1950’lerin sonuna kadar Reyan Şehsuvaroğlu ve Şehsuvar Menemencioğlu kardeşlere aitti. İki kardeş 1. Dünya Savaşı’nda neredeyse bütün ağaçları kesilip odun yapılan adayı 40 bin zeytinle ağaçlandırdı. Ardından üzerine kooperatif kurup imara açtı. Yıllarca İstanbul’un en sessiz sakin, içine kapalı sayfiyesi olan ada, 1.5 yıl önce Şehsuvaroğulları’nın mirasçıları Esra Bereket ve Mehmet Birgen’in Aşçıoğlu inşaatla adada lüks villalar yaptırmak istediği haberiyle yeniden gündeme geldi. Bereket’in avukatı Fuat Tokdemir villa planlarını doğrulayarak, bunun müvekkilinin anayasal hakkı olduğunu söylemiş, Aşçıoğlu İnşaat’ın başkanı Yaşar Aşçıoğlu ise Anıtlar Kurulu’nun onaylaması halinde planı ‘memnuniyetle’ uygulayacaklarını belirtmişti.

Radikal, 12.11.2008

ÜNYE KALESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Ordu'nun Ünye İlçesinde bulunan 2 bin yıllık tarihi geçmişe sahip Ünye Kalesi'nin restorasyon ve çevre düzenlemesi 1. etap çalışmaları tamamlandı.


Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce Ünye Kalesi'ndeki başlatılan restorasyon çalışmaları tüm hızıyla sürüyor. Bu kapsamda çevre düzenleme, restorasyon işi 1.etap ihalesi tamamlandı. Proje tasarımcısı tarafından, 1.etap yapılan işlemlerin projeye işlenme revizyonu yapılarak, 2009 yılı içerisinde 2. etap ihalesinin yapılacağı açıklandı. Restorasyon ve onarım işlemlerine devam edilen tarihi kale için 2008 yılı içerisinde 505 bin 504 YTL ödenek harcandığı belirtildi.

 

Ayrıca çalışmalar kapsamında yapılan yüzey kazıları ve toprak temizleme işlemlerinden sonra, ortaya kaya mezarları, kiler kalıntıları, ibadet yeri olarak kullanıldığı anlaşılan kilise kalıntılarına rastlandı. Restorasyon çalışmaları sırasında çok sayıda mezarın ortaya çıkması kalenin gizemini arttırdı. Çalışmalar sırasında çıkarılan arkeolojik buluntular müzeye nakledilerek muhafaza ediliyor.

Ordu Kent Haber, 12.11.2008

480 YILLIK CAMİ RESTORE EDİLDİ

 

Yalova'nın Altınova İlçesi'nde bulunan 480 yıllık tarihi Hersekzade Ahmet Paşa Camii, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 750 bin YTL'ye restore edilerek yeniden ayağa kaldırıldı.

 

Ünlü Osmanlı komutanlardan Hersekzade Ahmet Paşa tarafından 1508 yılında Altınova İlçesinde yaptırılan ve günümüze kadar birçok depremde hasar gören tarihi cami, Bursa Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yeniden restore edilerek ibadete hazır hale getirildi.

 

Aslına uygun olarak restore edilen tarihi yapının restorasyon işi geçen yıl ağustos ayında ihale edildi. Geçen yıl kasım ayında başlayan ve 1 yıldır sürdürülen tamirat ile bina ilk günkü orijinalliğinde düzenlendi. İbadete hazır hale getirilen tarihi yapının 1766 yılında da büyük hasar gördüğü ve 8 yılda onarıldığı öğrenildi.

 

Caminin açılışı, cuma günü Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da katılacağı törenle yapılacak.

Yalova Kent Haber, 12.11.2008

12 BİN YILLIK TARİHE SAYGI

 

 

Hasankeyf’i su altında bırakacak Ilısu Barajı konsorsiyumunda bulunan Almanya, Avusturya ve İsviçre’de çevreciler eylemlerle hükümetlerini tarih katliamına ortak olmamaya çağırıyor. Çevreciler 500 bin broşür dağıtarak yurttaşların daha duyarlı olmasını isterken Almanya’da kredi veren kuruluşlardan Dekabank bünyesindeki Sparkasse ve Deutsche Bank’tan mevduatlarını çekenlerin sayısı bini aştı. Alman hükümeti de çevrecilerin eylemi üzerine Türkiye’ye kredi için şart koştuğu 153 maddenin yerine getirilmesi için 6 Aralık’a kadar süre verdi.

 

Almanya’daki International Rivers, Medico International, Mesop, Zanin-Hannover ve Weed’in başını çektiği çevreciler tarafından dağıtılan broşürlerde, üzerinde “Hasankeyf’e dokunmayın”, “Hasankeyf’i kurtarın”, “Ilısu dursun”, “12 bin yıllık tarihi koruyalım” yazılarının yer aldığı 500 Avro’lar da bulunuyor. Özellikle Dekabank’ta mevduatları bulunan kişilere gönderilen broşürlerde Ilısu Barajı’nın Türkiye’de 55 bini kişiyi yerinden edeceği vurgulandı.

 

Kampanyayı yürüten Weed yetkilisi Heike Drillisch, Dekabank’ın Ilısu için 153 milyon Avro kredi vermeyi taahhüt ettiğini anımsatarak, “Dekabank’ın Ilısu’ya vereceği krediyle bir kültür yok olacak” dedi.

 

SDP Berlin Eyalet Milletvekili Giyasettin Sayan ise Almanya Başbakanı Angela Merkel’e “Mavi Mektup” göndererek baraj için kredi verilmemesi çağrısında bulunduklarını söyledi.

Cumhuriyet, 12.11.2008

ERZURUM'UN YERALTINDA KALAN TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

 

Erzurum'daki tarihi mekanların çevresi Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından kamulaştırılarak gün yüzüne çıkartılırken, şehrin batısı ile doğusundaki tarihi yapılar da üçgene alınacak.

 

Erzurum Kalesi'nde 2005 yılından başlayan ve bugüne kadar geçen sürede kısa süreli olarak yürütülen arkeolojik kazıların yanı sıra kale çevresindeki kamulaştırma çalışmaları sürüyor. Kale içindeki arkeolojik kazılar için 130 bin YTL kaynak aktarıldığını hatırlatan Erzurum Kültür ve Turizm Müdürü Fikret Öztürk, arkeolojik kazıların kalede devam eden bakım ve onarım çalışmalarından bağımsız olarak yürütüldüğünü bildirdi. Erzurum Müze Müdürlüğü aracılığıyla yürütülen çalışmalarda kalede saklı bulunan tarihi şifreleri gün yüzüne çıkaracaklarını ifade eden Öztürk, Erzurum`un çok çeşitli medeniyetlere beşiklik ettiğine dikkati çekti. Öztürk, "Kalede başlatacağımız arkeolojik kazılar sonucunda elde edilecek olan bilgi ve bulgular, bize kentimizin geçmişi hakkında çok önemli veriler sunacak." dedi.

 

Kale çevresinde 2 dönüme yakın bir kamulaştırma çalışması yaptıklarını hatırlatan Öztürk, bu alandaki toplam kamulaştırma alanının ise 7 dönüm olduğunu belirtti. Kale çevresindeki sur onarımlarını tamamlamak üzere olduklarına dikkat çeken Öztürk, kamulaştırılacak 5 dönümlük alan içinde kısa sürede çalışmalara başlayacaklarını vurguladı. Kazıların bitirilmesiyle tarihi Erzurum Kalesi ile çevresinin yaşanabilir hale geleceğini ifade eden Öztürk, şehrin batısı ile doğusunun tarihi kültürel varlıklarla bütünleştirileceğini kaydetti.

 

Çifteminareli Medrese, Ulu Camii, Narmanlı Camii, Üç Kümbetler, Saat Kulesi ve Erzurum Kalesi'ni bir üçgen içerisinde buluşturacaklarını ve tarihi bütünlük sağlayacaklarını kaydeden Öztürk, bu üçgeni arkeolojik ve kentsel sit alanı yapacaklarını vurguladı. Böylece buralarda yeraltı ve yerüstü herhangi bir yapılanmaya izin verilmeyeceğini anlatan Öztürk, kale çevresinde 4 yılda kamulaştırılan 2 dönümlük alanda çıkarılan yeraltındaki kültürel varlıkların onarıldığını aktardı. Öztürk, ödenek sıkıntısı olmaması halinde kalan 5 dönümlük alanı bir yılda kamulaştırabileceklerinin altını çizdi. Bunun için toplam 5 milyon YTL'lik bir ödeneğe ihtiyaçları olacağına işaret eden Öztürk, bahar ayının gelmesi ile birlikte arkeolojik kazı çalışmalarına yeniden başlanacağını sözlerine ekledi

haberler.com, 12.11.2008

BEYPAZARI TÜMÜLÜSLERİNDE KAZILAR BAŞLADI

 

Beypazarı’nın Acısu Köyü'nde bulunan tümülüslerde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca kazı çalışmalarına tekrar başlandı.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeologlarından Filiz Akman, bölgede yapılan kaçak kazı çalışmalarının tümülüsleri tahrip ettiğini belirterek, altı kişilik bir ekiple yürüttükleri kazı çalışmalarında şimdilik bir bulguya rastlamadıklarını kaydetti.

Tümülüslerin içinde mezar olabilmesi ihtimali üzerinde durduklarını kaydeden Akman, tümülüsler arasında geçişlerin olabileceğini, bundan dolayı çalışmalarını titizlikle yürüttüklerini aktardı.

Bölgedeki yedi tümülüsten ilkinin geçen yıl Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Hikmet Denizli başkanlığında kazıldığını anımsatan Akman, tümülüslerde kesme taşlardan yapılan bir mezar bulunduğunu bildirdi.

Tümülüslerin, yapılan kazı çalışmaların ardından turizme kazandırılmasının istediğini belirten arkeolog Akman, kazılardan çıkan eserlerin Beypazarı’nda sergilenmesiyle ilçenin turizm potansiyelinin daha da artacağını söyledi.

Hürriyet Ankara, 12.11.2008

ANİ / ANI

 

Hafta sonu Kars’tayım. Bir süreden beri devam eden film festivaline bir panelde konuşmak için davet edildim. “Gezici Festival” bayağı bir gelenek haline geldi.

Çok sayıda konuk ağırlıyor Kars, dolayısıyla, festivaldeki işini bitiren konuklar da kenti ve çevreyi geziyor, görülecek yerleri gezip görüyor. İnsan Kars’a gelince, bu bağlamda akla ilk gelen yerlerden biri tabii Ani oluyor. Sonra da Çıldır gölü.

Bu benim ikinci gelişim Kars’a. Birincisinde Ani’ye gitmiştim. Bu olağandışı ören yerini, çok güzel kiliseleri hatırlıyorum. Unutamadığım bir şey de, girişteki bir tabela, bir levha. Burada, on altı madde miydi, kaç taneydi, tam aklımda kalmasa da, bir kere “Ermeni” adının geçmediğini hiç unutmadım. Pakrat hanedanının bir zaman hüküm sürdüğüne dair bir cümle galiba vardı, ama onların bir Ermeni hanedanı olduğunu kim bilir!

Şimdi karşıma habire “Ani / Anı” garabeti çıkıyor. Orayı gezdiren rehber “Anı” diyerek anlatıyor, doğrusunun bu olduğu konusunda ısrar ediyormuş. Ama zaten bu adın geçtiği her yerde, her yazıda, “Anı”yı görüyoruz. Belli ki bu “resmi politika” haline gelmiş: “Ani” diye bir yer yok, hiç olmadı. Olduğunu düşünür, iddia ederseniz cahilsiniz ya da aptalsınız ya da kötü niyetlisiniz ya da vatan hainisiniz. Türk milliyetçiliğinin o andaki ihtiyacı veya o andaki sözcüsünün keyfine göre yukarıda sayılanlardan biri olabilirsiniz.

İyi de, ayakta kalmayı başarmış bunca bina var, yani bunca Ermeni kilisesi (bir tane de cami). Niye böyle? Bu durum, Selçuklu Türkleri’nin hoşgörüsünü gösteriyormuş. Peki, bu hoşgörülü Selçuklular cami yapacak Müslüman Türkler’e karşı da hoşgörülü değil miydi? Onlara da cami yapma izni vermiyorlar mıydı?

Niye “Anı”? Evliya Çelebi öyle yazıyormuş! Evliya Çelebi daha neler yazıyor! Bu kentin adının ne olduğunu bir Ermeni mi bilecek, Evliya Çelebi mi bilecek? Kaldı ki, Çelebi’nin kullandığı Arap alfabesinde “i” ile “ı”nın farkını kim görebilmiş?

Nedir bu politikanın amacı? Nereye varılacak bununla. Ani denen yerin aslında “Anı” adında bir Türk kenti olduğunu mu kanıtlayacaksınız? Kanıtladığınızda ne kazanacaksınız? Neyi sağlayacak bu? Ermeni kıyımı olmadığını mı ispatlamış olacağız?

Ve, tabii, kime kanıtlayacağız, kime ispatlayacağız? Bu kentin tarihi dünyada bilinmeyen bir şey değil, biliniyor. Bu topraklarda “Türk” denecek herhangi biri yokken burasının bir Ermeni kenti, Ermeni kültürü ve sanatının en önemli bir merkezi olduğu bir sır değil. Şimdi bu ülkeden birileri çıkıp Evliya Çelebi veya buna benzer bir dayanağı öne sürerek “burası Anı’dır” derse, buranın bir Türk kenti olduğunu (Türklerin fethettiği değil, meydana getirdiği bir kent) söylerse, dünya bu konuda bildiklerini unutacak, “Tuh! Yanlış biliyormuşuz!” diyecek, dolayısıyla bir Ermeni Kıyımı olmadığına mı inanacak? Yoksa, böyle bir konuda bile yalan söylemekten çekinmeyen bir toplumun her türlü kıyımı yapmış olabileceğini mi düşünecek?

Mümkün olan her konuda, dünya bir şey bilir ve düşünürken Türkiye’de insanların bunun tersini biliyor ve düşünüyor olması bir kural mıdır? Bunun bize büyük faydası, herhalde, bu ülkenin yurttaşlarını herkesin bize düşman olduğuna inandırmak olacaktır. Böylece, bu dünyada her konuda bir “gerçeklik”, bir de “Türk gerçekliği” olduğu kesinleşecektir. Bu aşamaya vardıktan sonra “milli tarih”ten artık “milli fizik” ve “milli kimya”ya ve dolayısıyla “milli mantık” ve “milli matematik”e geçebiliriz.

Kendini bir kente “Ani” değil de “Anı” demeye adamış, bunu kendine misyon edinmiş bir toplum olabilir mi? Olursa, böylesine, “aklı başında bir toplum, normal bir toplum, sağlıklı bir toplum” denebilir mi?

Bütün bunları planlayanlar, yapanlar, bu toplumu dünyanın geri kalanından yalıtmakta kendileri için fayda görüyorlar; doğal, çünkü dünyadan haberdar bir toplum böylelerinin yalan dolanlarına fırsat vermez. Ama bu yalan dolanların sahipleri toplumun tamamı değil, yönetici seçkinlerin bile –artık- tamamı değil. Bu azınlığın koskoca toplumu bu zırvalıklarla yaşatmasına daha ne kadar süre göz yumacağız?

Taraf, Yazı: Murat Belge, 11.11.2008

MAĞARALARDA SUALTI DALIŞLARI DURDURULDU

 

Burdur Valiliği, il genelindeki mağaralardaki göllere su altı dalışlarını durdurdu.

 

Burdur Valiliği'nce yayımlanan, İnsuyu Mağarası ve çevresinde yapılan çalışmaların Burdur İl Özel İdaresi gözetiminde ve izniyle yapıldığına değinilen genelgede, mağara içindeki göllerin araştırılması aşamasında bazı teknik ve idari sorunlarla karşılaşıldığı kaydedildi. Genelgede, bilimsel yeterlilikleri bulunanların haricinde mağaraların içindeki su kaynaklarında dalış için Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu'ndan görüş istenildiği ifade edilerek, "Söz konusu görüşün alınmasından sonra getirilecek düzenlemelere kadar İnsuyu Mağarası başta olmak üzere, ilimiz genelindeki mağaralarda su altı araştırmaları durdurulmuştur. Düzenlemeler tamamlandığında konu kamuoyunla paylaşılacaktır.'' bilgisi verildi. Genelgede, her türlü araştırmalar için de Valilik'ten izin alınması gerektiği vurgulanarak, aksi takdirde adli işlem yapılacağı bildirildi.

Zaman, 11.11.2008

MISIR'DA 4300 YILLIK BİR PİRAMİT BULUNDU

 

 

Arkeologlar Mısır’da, Sakkara’da kumlar altında bir piramidin kalıntılarını buldular. Zahi Hawass’ın açıkladığına göre, 4300 yıllık bu anıt 6. Hanedan’ın kurucusu olan firavunun annesine ait ve Giza’da bulunan büyük piramitlerden yüzlerce yıl sonra inşa edilmiş. Keşif, Giza’nın 18 km güneyinde yer alan ve Eski Krallığın mezar alanı olan Memphis’de yürütülen kapsamlı araştırmalar sırasında gerçekleşti. Piramitten geriye kalanlar ise kumun 20 m altında gömülü halde bulunan 3 m yüksekliğinde yapı kalıntıları. 

 

Hawass’ın ekibi bölgeyi yaklaşık iki yıldır kazıyordu. Buna rağmen sadece iki ay kadar önce yapıyı fark ettiler. Zeminin kenarları 21,5 m olan bu kare temel ancak bir piramide ait olabilirdi. Bu, şimdiye dek Mısır’da bulunan 118. ve Sakkara’daki 12. piramit. 

 

Arkeologlaların kazı sırasında etrafta dağınık olarak buldukları beyaz kireçtaşı kaplamalarının bir zamanlar piramidi kapladığına inanılıyor. Bu kaplamaların şekli ve adedine bağlı olarak piramidin yüksekliğinin 14 m olduğu tahmin edilmekte. Kraliçe Sesheshet’e ait olduğu belirlenen bu piramit oğlu, firavun Teti’nin şimdi yıkılmış olan piramidine ve onun iki eşinin mezarlarına oldukça yakın. 

Associated Press, Haber: Katarina Kratovac, 11.11.2008

GAZ FABRİKASI KÜLTÜR KOKACAK

 

 

İzmir’de 1862 yılında inşa edilen ve uzun yıllar hava gazı fabrikası olarak kullanılan tesis, kültür sanat merkezine dönüştürüldü. 1994 yılında işlevini kaybettiği için kapatılan ve daha sonra ESHOT otobüs garajı ve araç depolama alanı olarak kullanılan tarihi fabrika, 2006 yılında kültür sanat merkezi olarak projelendirdi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan proje için onay alındıktan sonra 2007 yılı mayıs ayında restorasyon çalışması başlatıldı. Çalışmalar kapsamında fabrikadaki 14 binadan tescilli olan 8’i restore edildi. Yeniden ayağa kaldırılan binalar kafeterya, atölyeler, okuma salonu, hediyelik eşya satış birimi, yemekhane, sergi salonu ve idari bina olarak hizmet verecek. Çalışmalar kapsamında elden geçirilen 5 metre çapında, 46 metre yüksekliğindeki baca da, “Eğlence Zonu” olarak çeşitli sanat gösterilerine ev sahipliği yapacak. Fabrika alanında sanat atölyeleri ve okuma salonlarının yanı sıra bir de açık hava sineması yapılacak. Sinemayla vatandaşlar çimlere oturarak film seyretmenin keyfini yaşayacak. 29 Kasımda hizmete girmesi planlanan, 23 bin 250 metrekarelik kültür merkezi 5 milyon YTL’ye mal oldu.

Türkiye Gazetesi, 11.11.2008

TAKSİM'DEKİ KAİDE KALDIRILIYOR

 

Taksim Meydanı’nda 29 Ekim’de açılan ve kaçak olduğu iddia edilen 35 metrelik bayrak direğinin altındaki Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve maskının bulunduğu kaide kaldırılacak.

İstanbul 2 No.lu Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu, kaidenin de direğin de Taksim Meydanı’ndan kaldırılmasına karar verdi. Kaideyi inşa eden Ferit Turan, belediyenin buna izin verdiğini savunurken, "Maket ve projedeki tek fark, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin üzerine konulan Atatürk maskı" iddiasında bulundu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "Maalesef işgüzar bir zat Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin yer aldığı bir büst yaparak işi farklı bir boyuta taşımış. Anıtlar Kurulu’na müracaat edeceğiz" demişti.
Hürriyet, Haber: Şenol Coşkuner, 11.11.2008

KAÇAKÇIDAN ŞAŞIRTAN JEST





Dünyaca ünlü eski eser kaçakçısı Aydın Dikmen, Türkiye ve Almanya’da bulunan elindeki tüm eserleri Konya’daki Selçuk Üniversitesi’ne bağışladı. Değeri milyon dolarlarla ifade edilen ikonalar, madalyonlar, haç ve nişanların yanı sıra çok sayıda arkeolojik eser de üniversitenin depolarına kaldırıldı. Yaklaşık bir hafta önce Almanya’dan kolilerle gönderilen eserler, Konya Havalimanı’nda gümrükten kolaylıkla geçti. Getirilen eserlerden, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da haberinin olmadığı öğrenildi.


Eski eser ticaretinden dolayı sabıkası olduğu için Dikmen’in koleksiyoner belgesi yok. Ancak, Dikmen’in eşi Konstantina’nın bu belgesi var.

Dikmen’in Türkiye’deki koleksiyonu, uzun yıllardır Konya Müzesi’nin depolarında duruyordu. Geçtiğimiz hafta, yaklaşık 600 eser depodan çıkarılarak müze uzmanlarının denetiminde üniversiteye teslim edildi. Dikmen, Almanya’daki evinde bulunan eserleri de göndermeye başladı. Uçakla bir hafta önce koliler içinde gelen eserler, gümrükten üniversite yetkililerinin gözetiminde çıkarıldı.


Selçuk Üniversitesi yetkilileri, almaya güçlerinin yetmeyeceği bu koleksiyona sahip olmanın mutluluğunu yaşıyor. Yetkililer, Konya Müzesi koleksiyoneri olan Dikmen’in eşi Konstantina Dikmen’in, bu eserleri yasa dışı yollardan edinip edinmediğini araştırma görevinin, bakanlıkta olduğunu söyledi.

Üniversite, eserleri, Fen Edebiyat Müzesi’nde sergileyeceklerini, ancak, Dikmen’in adını müzeye vermeyeceklerini belirtti. Dikmen ise şu açıklamayı yaptı: “Üniversiteyle protokolü 1982’de yaptık. Müze, benim adıma açılacak. 6 bin civarında eser üniversiteye menfaat beklenmeden verilmiştir. Bir kısmı ailemden bana kaldı. Üniversite protokole uymazsa, eserler bize ait. O vakit Silahlı Kuvvetler gibi başka bir kuruluşa vereceğiz.”


Dikmen, Çatalhöyük ve Hacılar’dan çalınan bazı eserler nedeniyle 1966’da tutuklanmıştı. 1997’de, Almanya’da kaçak eski eser suçundan tutuklanan Dikmen 1 yıl hapis yattı.


2006’da eski Kültür Bakanı Atilla Koç bir soru önergesine verdiği cevapta şöyle dedi: “Aydın Dikmen adlı vatandaşın evinde bulunan 6 bin eserden, Anadolu kökenli olan 1100 adedinin iadesi için girişimlerde bulunuldu.” Ancak, şu ana kadar Türkiye’ye hiçbir eser iade edilmedi.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 11.11.2008

İNCİ VE ZÜMRÜTLÜ İKİ BİN YILLIK KÜPE

 

Kudüs’te 2 bin yıllık bir altın küpe bulundu. İsrailli arkeologların Eski Kent duvarlarının bitişiğindeki bir park yerinin altında yapılan kazıda bulduğu küpe, MÖ 1. yüzyılla MS 4. yüzyılın başı arasındaki bir döneme ait. İnci ve zümrüt kakmalı küpenin, şaşırtıcı biçimde çok iyi korunduğu görülüyor.

Bizans döneminden kalma bir binanın kalıntılarında yapılan kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan küpenin, Mısır’da Roma dönemi tasvirlerinde görülen bir teknikle yapıldığı sanılıyor.

Hürriyet, 11.11.2008

SİCİLYA'DA ÇOK BÜYÜK BİR NEKROPOL

 

 

Sicilya’nın kuzeyinde bulunan Yunan yerleşimi Himera’da kazı yapan arkeologlar şimdiye dek Sicilya’da bulunan en büyük nekropolü açığa çıkardılar. Her ne kadar mezar alanı uzun bir zamandır uzmanlar tarafından bilinmekte ise de, bu yerin önemi ancak son dönemlerde yapılması düşünülen bir tren yolu inşaatı sayesinde anlaşıldı. Şu ana dek yüzlerce mezar açıldı ve daha binlercesinin toprak altında beklediği tahmin ediliyor. Sicilya eski eserler bölgesel sorumlusu Antonello Antinoro bu hafta başında “Bu mezarlık olağanüstü güzellikte ve ölçülerde. Ön tahminlere göre burada en az 10.000 mezar var. Bu da, bu nekropolün son yıllardaki en büyük arkeolojik keşif olduğunu iddia edebilmemize olanak veriyor” dedi. 

 

Mezarların çoğu MÖ 6. ve 5. yüzyıllara ait. Arkeologlar, mezarların birçoğunda burada yaşanan iki kanlı savaşta ölen asker ve siviller olduğunu düşünüyor. MÖ 480 yılında Kartaca orduları bu şehrin önünde gerçekleşen Himera Savaşı’nda yenilerek çekilmişlerdi. Daha sonra MÖ 409 yılında yeniden bölgeye saldıran Kartaca, stratejik önemi büyük olan bu şehre tekrar saldırıp bu defa ele geçirmiş ve şehri tamamen tahrip etmişti. 

ANSA, 11.11.2008




MAYALARIN CEHENNEME UZANAN YOLLARI

 

     

 

Efsanelere göre antik Mayaları yaşamdan sonra kandan nehirlerin aktığı, keskin bıçaklarla, yarasalar ve jaguarlarla dolu zorlu bir yolculuk beklerdi.

Şimdi Meksikalı bir arkeolog bu inanışın bir anlamda sembolik olarak gerçekleştirildiği mağaralar olduğunu ve bu törenlerin İspanyol istilasından bu yana unutulduğunu düşünüyor. 

 

Mayalar, Yucatan Yarımadası’ndaki tarım arazileri veya yağmur ormanlarının altında uzanan bu yeraltı odaları, galeriler, yollar ve tapınaklarla, Xibalba denen ve Popol Vuh isimli kutsal kitaplarında anlatılan yeraltı dünyasına yapılacak yolculuğun bir benzerini gerçekleştiriyorlardı.

Yucatan Üniversitesi arkeoloğu Guillermo de Anda bu yerleri “Korku dolu, soğuk, tehlikeli ve uçurumlarla dolu” diye tanımlıyor.

De Anda, Yucatan’ın başkenti Merida civarında bu şekilde, kutsal olarak tanımlanan 6 adet mağara olduğunu düşünüyor.

Arkeologlar Mayaların mağaraları kutsal olarak kabul ettiklerini ve bazılarının içine yapılar inşa ettiklerini uzun zamandır biliyorlardı. Ama, De Anda’nın ekibi bu mağaraların yerlerini belirlemek için daha güvenilir, tarihsel referanslar kullanıyor ve 450 yıllık kaynakları inceliyorlar. Öte yandan, yıllar içinde isimlerin birçoğunun değişmiş olması koşulları zorlaştırıyor. Ekibin ilk keşifleri arasında yaklaşık 100 m uzunluğunda bir yer altı yolu, artık kısmen sualtında kalmış bir yer altı tapınağı ve taş duvarlar örülmüş odalar var. 

AP, Haber: Mark Stevenson, 10.11.2008

ALTI ASIRLIK CAMİ ZAMANA MEYDAN OKUYOR

 

Kastamonu'nun Devrekani İlçesinde ismini Fatih Sultan Mehmet'in dayısı İsmail Bey'den alan 600 yıllık cami sağlamlığıyla tarihe meydan okuyor.

 

Fatih Sultan Mehmet'in annesi Hatice Alime Huma Hatun'un gelin banyosunu yapıp Osmanlı sarayına gelin gittiği yer olarak da bilinen Çayırcık Mahallesi'ndeki İsmail Bey Camii, ilk kez Devrekani Belediyesi'nin girişimleriyle 2007 yılında Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restore edildi. İsmini Fatih Sultan Mehmet'in dayısından alan, dönemi birçok camiden giriş bölümünün tamamen ahşap kaplı olmasıyla ayrılan İsmail Bey Camisi, aslına uygun olarak yeniden yapılan minaresinin dışında sağlamlığıyla yıllara meydan okuyor. Devrekani Belediye Başkanı Mümtaz Aliustaoğlu, ilçenin çok sayıda tarihi esere sahip olduğunu belirterek, defineciler tarafından Gelin Hamamı ve Roma dönemine ait Aslan Heykeli'nin bir çok kez tahrip edildiğini söyledi. Amaçlarının ilçede tarihi dokuyu gün yüzüne çıkartmak olduğunu aktaran Aliustaoğlu, Vakıflar Bölge Müdürlüğüyle işbirliği içinde ilçedeki diğer tarihi yapıların restore edileceğini kaydetti.

Zaman, 10.11.2008

ZİRVEDEKİ TARİH DERYAKUP KİLİSESİ

 

Müze Şehir Şanlıurfa’da bir çok tarihi eser ilgi bekliyor. Bunlardan biri de halk arasında “Deryakup Kilisesi” ya da “Nemrut’un Tahtı” adı verilen dağların zirvesinde kurulu tarihi kilise.

Yılların ihmaliyle önemli bölümleri çöken ve etrafı kazılarak tahrip edilen tarihi bölgedeki kilise hakkında bilgi veren Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Turizm Müdürü Necmi Karadağ, tarihi yapının MÖ 1. yüzyılda dönemin kralı Akbar’ın oğlu Şaledu’nun aile fertleri için kaya mezarı olarak inşa edildiğini, başka bir rivayette ise, buranın MS 400 ya da 500 yıllarında Suruçlu Aziz Yakub’un manastırı olarak kullanıldığını söyledi.

Taraf, 10.11.2008

ANITLAR KURULU'NA BY-PASS

 

Anıtlar Kurulu`nun Hanlar Bölgesi`nin Kentsel Yenileme Alanı ilan edilmesine olumsuz görüş bildirmesi üzerine Kentsel Yenileme Kurulu kurulması gündeme geldi.

Anıtlar Kurulu, Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından Hanlar Bölgesi`nin ‘Kentsel Yenileme Alanı` olarak ilan edilmesinin uygun olmadığı yönünde görüş bildirdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı ise, Anıtlar Kurulu`na, ‘Bu konuda kararı Anıtlar kurulu değil Bakanlık verebilir` şeklinde sözlü yanıt verdi. Yaşanan gelişmeler üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul ve Ankara`da olduğu gibi Bursa`da da ‘Kentsel Yenileme Kurulu` kurmak için harekete geçti. Bu gelişme, bu tip projelerde söz hakkının Kentsel Yenileme Kurulu`na verilmesi ve Anıtlar Kurulu`nun by-pas edilmesi anlamına geliyor.

Büyükşehir Belediyesi`nin Hanlar Bölgesi`ni gün yüzüne çıkarma çalışmaları kapsamında İnönü Caddesi, Cumhuriyet Caddesi ve Atatürk Caddesi sınırları içinde kalan 210 dönümlük alanı ‘Kentsel Yenileme Alanı` olarak ilan etmesinin ardından, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu, bu bölgenin; 1/1000 ölçekli Koruma Alanı İmar Planı içinde kaldığı gerekçesiyle, Kentsel Yenileme Alanı olarak ilan edilmesinin uygun olmadığı yönünde görüş bildirdi.

Büyükşehir Belediyesi, bölgenin SİT alanı olmasından dolayı Hanlar Bölgesi ile ilgili aldığı kararı Anıtlar Kurulu`na sundu. Anıtlar Kurulu da, 16 Ekim`de gerçekleştirdiği toplantısında gündeme gelen konuyla ilgili olarak bu bölgenin ‘Kentsel Yenileme Alanı` olarak görülmesinin uygun görülmediği yönünde görüş bildirdi. Toplantıda kurulun tüm üyelerinin aynı görüşte birleştiği öğrenildi. Ancak daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anıtlar Kurulu`na sözlü olarak, ‘Bu konuda kararı Anıtlar Kurulu değil Bakanlık verebilir` şeklinde görüş bildirdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Anıtlar Kurulu üyeleri arasında yaşanan bu sözlü diyalog üzerine, Anıtlar Kurulu`nun önümüzdeki günlerde gerçekleştireceği toplantısında Hanlar Bölgesi` ile ilgili konuyu yeniden değerlendirmesi bekleniyor. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığı`nın ‘Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun`a istinaden, Bursa`da ‘Kentsel Yenileme Kurulu` adı altında yeni bir kurul kurmak için girişimlere başladığı öğrenildi.

İstanbul ve Ankara`da da birer örneği bulunan Kentsel Yenileme Kurulu`nun Bursa`da da kurulmasıyla bu tip projeler Anıtlar Kurulu`na gitmeden yeni kurulda görüşülecek ve oradan da direk bakanlığa gidecek. Bu da bu tür projeler de Anıtlar Kurulu`nun by-pas edildiği anlamına geliyor. Bundan sonra Büyükşehir Belediyesi`nin bu tür projeleri Kentsel Yenileme Kurulu`na gidecek olması, projelerle ilgili olumsuz görüş çıkmayacağı anlamı taşıyor. Ancak yeni kurulması planlanan kurul ile ilgili resmi yazışmalar henüz başlamadı. Konunun önümüzdeki günlerde netleşmesi bekleniyor.

Öte yandan Büyükşehir Belediyesi, Hanlar Bölgesi ile ilgili meclis kararını Anıtlar Kurulu`na göndermeden önce, gerekli Bakanlar Kurulu kararı alınması için İçişleri Bakanlığı`na gönderdi. Büyükşehir`e yanıt veren İçişleri Bakanlığı da; yenileme alanı ilan edilecek yerlerin mahalle adı, pafta, ada ve parsel numaralarının meclis kararında belirtilmediği, belediye meclis toplantısına katılanların listesinin gönderilmediği, yenileme alanı ilan edilecek yer ile ilgili olarak Anıtlar Kurulu`nun olumlu görüşünün bulunmadığı, yenileme alanı ile ilgili tasdikli 1/5000 ölçekli haritanın bulunmadığını belirterek, gerekli eksiklerin tamamlanarak tekrar gönderilmesini istedi. Büyükşehir Belediye Meclisi de, Ekim ayı olağan toplantısında konuyu görüşerek Hanlar Bölgesi Kentsel Yenileme Alanı içinde kalan parsel numaralarını yeniden belirleyen kararı aldı.

Bursa Olay, Haber: Seyit Gündoğan, 10.11.2008

RİZE'NİN TARİHİ KONAKLARI TURİZME KAZANDIRILACAK





Rize'de il merkezi ve ilçelerinde bulunan 150'ye yakın tarihi taş ve ahşap konağın turizme kazandırılması için çalışma yapılıyor. Bu amaçla yapılacak çalışmalarda Özellikle Çamlıhemşin İlçesinde bulunan ve yüzyıllar önce Rusya'da çalışan gurbetçilerin memleketlerine döndüklerinde yaptırdıkları 15 odalı 70'e yakın büyük taş konak ilgi çekiyor.

Rize Valisi Kasım Esen, kültürel değerleri geleceğe taşımanın devlet olarak görevleri olduğunu belirterek, ''Bir milletin tarihteki köklerini ortaya çıkartmak önemlidir. Bu nedenle tarihi evler, kemer köprüler ve camilerimizi onarmak istiyoruz'' dedi.

Tarihi yapıları onararak tarihe sahip çıkmış olmanın yanında alternatif turizm bağlamında bir güzergah oluşturmak istediklerini ifade eden Esen, şunları söyledi:

''Özellikle Fındıklı, Güneysu ve Çamlıhemşin'de çok sayıda tarihi evler var. Bunlar kendi zaman dilimlerinin en güzel kültürel mirasını bugüne yansıtmaktadır. Bunlarla ilgili çalışmalar yapıyoruz. Taş ve ahşap işçiliğini yeniden dirilterek Rize'de turizme sunmayı istiyoruz. Tarihe meydan okurcasına 'buradayım' diyen bu yapıları korumamız ve geleceğe aktarmamız gerekiyor.''

Vali Esen, tarihi evleri öncelikle sahibi olan kişilerin onarmasını istediklerini, ancak bu sağlanamazsa bu yapıları İl Özel İdaresi ve devletin diğer kaynakları ile kamulaştırıp ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına veya yaşatmak isteyenlere vermeyi planladıklarını kaydederek, ''Bu kapsamda bazı vatandaşlarımız evlerinin onarımını yapmak için çalışmaya başladı. Bu sayede taş ve ahşap işçiliğinin güzelliklerinin yansıyacağına ve bu evleri kapsayan alternatif yeni bir turizm kolu oluşacağına inanıyorum'' diye konuştu.

Vali Esen, restore edilecek bu evlerin aynı zamanda ev pansiyonculuğunda kullanılması için de çalışma yürüttüklerini söyledi.

İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Hocaoğlu ise Rize'de sivil mimarinin en güzel örneklerinden olan taş ve ahşap konaklardan il merkezinde 50, Çamlıhemşin'de 70, Fındıklı'da ise 20 civarında bulunduğunu bildirdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığının tescil edilmiş evlere bakım ve proje izni ve maddi destek verdiğini belirten Hocaoğlu, ''Şu anda il genelinde 15'e yakın ev için karşılıksız onarım desteği yapıldı. Ancak Çamlıhemşin'deki tarihi evlerin çok büyük bölümü tescilli değil. Vatandaşlarımızın evlerini tescil ettirmesi gerekir. Bakanlık, şu ana kadar yapılan bütün başvuruları kabul etti. Bu şekilde bu evleri turizme kazandırabiliriz'' dedi.

Çamlıhemşin İlçesi Yukarı Çamlıca Mahallesi'ndeki tarihi taş konaklardan birinin sahibi Musa Canan Güneş, dedesi Ali Efendi'nin, Rusya'da fırın ve pastanelerde çalıştıktan sonra memleketine döndüğünü anlattı.

Daha sonra büyük bir taş konak yaptırdığını belirten Güneş, ''Dedemin yaklaşık 230 yıl önce yaptırdığı bu konak yöredeki en eski taş konaklardandır. O döneme kadar böyle büyük konaklar yaptırılmazdı. Çünkü bölge halkından kimsenin bu konakları yaptırabilecek maddi gücü yoktu. Ancak Rusya ve diğer ülkelerde çok iyi para kazanınca bu konakları yaptırabildiler'' diye konuştu.

Güneş, konağı gelecek kuşaklara aktarabilmek için kendi imkanları ile restore ettirdiğini kaydederek, ''Konakların içinde yapılan ahşap işlemeciliğin güzel örnekleri hala korunuyor. Duvarlarda yapılan işlemelerin önemli bir bölümü de hala bozulmamış'' dedi.

Aynı mahalledeki bir başka taş konağın bugünkü sahibi Baki Özkan ise dedesi Halil Bey'in o dönemde pek çok Çamlıhemşinli gibi Rusya'da pastanecilik yaptığını belirterek, ''Orada çalışan tüm Çamlıhemşinliler gibi dedem de çok iyi para kazandı. Memleketine döndüğünde orada kazandığı para ile Rus mimarisi tarzında büyük bir taş konak yaptırdı'' diye konuştu.

Hemen hemen yöredeki bütün taş konaklarda giriş katının misafir için ayrı bir bölüm olarak ayrıldığını kaydeden Özkan, gelen misafirin kim olursa olsun çok iyi ağırlandığını söyledi.

Özkan, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bir anıyı ise şöyle anlattı:
''Dedem ilçenin en zenginlerindendi. Ruslar Rize'yi işgal ettiklerinde ilçe halkı dedeme 'sen de buradan kaç, seni vururlar'' dediler. Ancak dedem 'nasıl olsa başka yere gitsem de beni bulurlar' diyerek konağında oturmaya devam etti. Bu sırada bir Rus subayı babamın konağına geldi. Ne yapacaklarını beklerken Rus subay babamın elini sarıldı ve 'bugünkü halimi sana borçluyum. Beni ve kardeşlerimi sen yardım ederek okuttun' dedi. Daha sonra birlikte yemek yiyip sohbet ettiler. Daha sonra da zaman zaman dedemi ziyarete gelirdi.''

Geniş ailelerin bir arada yaşama alışkanlığının olduğu Rize yöresinde, Anadolu'dan ilk göç eden topluluklar arasında bulunan Çamlıhemşinliler, Rusya'da pastacılık ve fırıncılık işlerinde çalıştılar.
Burada çok iyi para kazanan Çamlıhemşinlilerin memleketlerine döndüklerinde ilk işleri genellikle Ruslar'dan aldıkları büyük ev kültürü ile 15 odalı büyük taş konaklar yaptırmak oldu. Çamlıhemşinliler, yaptırdıkları konaklarda genellikle Rusya'dan getirdikleri altın kapı kolları, işlemeli demirler, özel boyalar kullandılar.
Konakların pencereleri ve kapılarında kullanılan demirlerin çoğu ham olarak Rusya'dan getirilmiş, burada Ermeni demir ustalarına işlettirilerek kullanılmıştır.

Sabah, 10.11.2008

ŞEHİTLER ABİDESİ'NİN ALTINA ÜÇ BOYUTLU MÜZE

 

Çanakkale'de Şehitler Abidesi'nin altındaki bölüme Türkiye'de ve dünyada ilk olma özelliğine sahip üç boyutlu "Çanakkale Şehitliği Belgeliği Müzesi" kurulacak.


Eceabat Kaymakamı Muhterem İnce, tarihi ve turistik açıdan önemli bir yerleşim birimi olan Çanakkale'deki Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nın büyük ilgi çektiğini belirterek, "Şehitler Abidesi'nin altına dünyada ve Türkiye'de ilk olma özelliğine sahip 'Çanakkale Şehitliği Belgeliği Müzesi' kurulacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın önderliğinde hazırlanan proje tamamlandı. Bu proje çok önemli. Dünyada ve Türkiye'de bunun bir örneği yok. İnteraktif müzede beş duyuya hitap eden ve bölgeyi gezenlerin savaşı aynı o anki gibi hissedebilecekleri bir ortam sağlanacak. Burada savaş görsel efektlerle canlandırılıp interaktif üç boyutlu sinema salonu ile ziyaretçiler kendilerine dağıtılacak özel gözlüklerle görüntüleri izleyebilecek. Bölgeye büyük bir canlılık getirecek bu projenin inşasına kısa sürede başlanacak" dedi.

Haber Ekspres, 10.11.2008

DOLMABAHÇE ARTIK BİR TIK ÖTEMİZDE

 

10 Kasım Atatürk'ü anma etkinlikleri kapsamında, Dolmabahçe Sarayı internet üzerinden sanal ziyarete açıldı. www.360tr.com multi-medya grubu, Dolmabahçe Sarayı'nı Virtual Reality (VR) panoramik fotoğraf teknolojisi ile internete taşıdı.

Proje yönetmeni İmdat Demir, Dolmabahçe Sarayı projesini 2 yıl önce başladıklarını, 3 bin 618 panoramik fotoğraf çektiklerini, panoramaları özel tekniklerle birleştirerek Saray'ı 120 noktadan internet kullanıcılarının erişimine açmış olduklarını belirterek, bunlar arasında Atatürk'ün vefat ettiği odanın da bulunduğunu hatırlattı.

Sabah, 10.11.2008



GÖBEKLİTEPE DÜNYANIN İLK TAPINAĞI

 

  

 

10 yıldır Şanlıurfa’daki Göbeklitepe kazılarında çalışan Alman arkeolog Klaus Schmidt 11 bin 500 yıllık yontulmuş taşları kanıt gösteriyor ve "Burası dünyanın insan yapısı en eski kutsal yeri" diyor.

Şanlıurfa Göbeklitepe’de 10 yıldır çalışan Alman arkeolog Klaus Schmidt, bulduğu 11 bin 500 yıllık yontulmuş taşların dünyanın en eski tapınağının parçaları olduğunu iddia ediyor. Alman "Der Spiegel" dergisinin "Adem ile Havva’nın yaşadığı cennet" diye geçen yıl kapak yaptığı Göbeklitepe’de toprağı işlememiş, tabak çanak bile yapmamış olan insanların yaşadığını belirten Schmidt, kazı alanını gezen Amerikan Smithsonian Dergisi muhabirine yaptığı açıklamada, daire şeklinde dikilmiş 5 metre yüksekliğindeki sütunları göstererek "İşte dünyanın insan yapısı en eski kutsal yeri" diyor. Bu sütunlardan bazılarının üzeri boş, ancak bir kısmının üzerine ise tilki, aslan, akrep ve akbaba figürleri kazınmış. Schmidt, 4 yönden bütün vadiyi tepeden gören tapınaktan 11 bin yıl önce henüz bakir ve yemyeşil olan arazinin cennet gibi göründüğünü tahmin ediyor. Schmidt, yabancı basının ilgi göstermesinin ardından Türk yetkilileri, burayı turizm merkezi yapmak için çok acele ettiklerini söyleyerek uyarmıştı.

Göbeklitepe Höyüğü, Şanlıurfa’nın 15 kilometre kuzeydoğusunda, Harran Ovası’nın kuzey kenarında bulunan Germiş Dağları’ndaki Örencik Köyü yakınlarındadır. 15 metre yüksekliğindeki höyükteki kazı çalışmalarına 1995’te Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü’nün işbirliğinde başlandı. Göbeklitepe’nin öneminin ortaya çıkmasından sonra bölge birinci derece sit alanı ilan edildi. Kazılarda, tarihi MÖ 11 bin yıllarına uzanan Neolitik Çağ’dan kalma, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu taşlar gün yüzüne çıkartıldı.

Hürriyet, 10.11.2008

PERU, YALE ÜNİVERSİTESİ'NE DAVA AÇIYOR

 

Peru hükümeti, Amerikalı bir araştırmacı tarafından yıllar önce Machu Picchu harabelerindeki kazılarda bulunan ve Yale Üniversitesi tarafından kendilerine iade edilmeyen binlerce buluntu için bu üniversiteye dava açmaya hazırlanıyor. Devletin resmi yayın organı El Peruano’da geçtiğimiz Pazar günü yayınlanan bir haberde bir avukatlık ofisi ile anlaşmak üzere olunduğu yazıldı. 

 

Hiram Bingham 1911 yılında Machu Picchu’da yaptığı kazılarda bulduğu binlerce seramik, tekstil ve kemiği Yale Üniversitesi’ne göndermişti. Peru ve Yale Üniversitesi 2008 yılında bir anlaşmaya varmak üzere iken iade edilecek parçaların sayısı üzerinde mutabakat sağlanamamış ve anlaşma bozulmuştu.

 yahoonews.com, 09.11.2008

SİT ALANINA YAPILAN ÖZEL HASTANE EV SAHİPLERİ İÇİN UMUT OLDU

 

Isparta'da, sit alanında bulunan bir eski evin yıkılarak yerine aynı mimari özellikleri taşıyan bir göz hastanesi yapılmasına izin verildi. Bu durum evleri SİT alanı kapsamında olduğunda bir çivi dahi çakamayan eski ev sahiplerini umutlandı.

 

Hastane ile birlikte canlanan sokakta, birkaç firma optik dükkanı ve lokanta açmak için ev sahipleri ile görüştü. Antalya Anıtlar Kurulu'nun eski evlerin bu şekilde kullanılmasına sıcak baktığı öğrenildi.

 

Sağlık sektöründe Türkiye'de ön sıralarda bulunan Isparta, gelişmiş ve son teknoloji ile donatılmış bir göz hastanesine kavuştu. Isparta'da tarihi eski evlerin bulunduğu Çelebiler Mahallesi'nde açılan Kariyer Göz Hastanesi'nin diğer bir özelliği de SİT alanına yapıldığından, mimarisinin sokaktaki diğer tarihi evlerle uyumluluk sergilemesi. Göz Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof.Dr. Yavuz Bardak, SİT alanında bulunan tarihi evi satın aldıklarını, ancak bir takım bürokratik engellerle karşılaştıklarını söyledi. Anıtlar Yüksek Kurulu'na yaptıkları müracaatın 1,5 yıl sonra sonuçlanmasıyla hastaneyi yaptıklarını ifade eden Bardak, " Bu işin birçok zorlukları var. Gelip inceliyorlar, raporlar tutuluyor ve 9 farklı kurulun onayından sonra izin veriliyor. Hastanemizle yıkılan evin mimarisi aynı özellikleri taşıyor. Ancak, hastanemiz mahalle için de bir umut oldu, örnek teşkil etti. Bazı firmalar şimdiden hastanemizin karşısında bulunan evleri kiralayıp, optik, lokanta, cafe gibi işyeri açmak için girişimde bulundu." dedi.

 

Hasan Yalçın isimli müteahhit de şimdiden hastane karşısındaki eski evlerin sahipleri ile görüştüğünü belirterek, buraları restore ettikten sonra işyeri olarak kullanacaklarını söyledi. Antalya Anıtlar Kurulu'nun bu uygulamaya sıcak baktığını kaydeden Yalçın, "Bu durum yıkılmaya yüz tutmuş eski evlerin bulunduğu sokakların canlanmasına neden olacak. Bu şekilde eski evlerin mimari özelliği de günümüze yansıtılmış olacak." dedi.

Zaman, Haber: Mesut Mercan, 09.11.2008

KORUMA KURULU DAVALIK OILDU

 

Tuzla’da yüzlerce yıllık tescilli ağaçlara Tuzla Belediyesi tarafından zarar verilmesine yol açan kararın altına imza atan 5 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri için soruşturma izni verildi.


Kurul, Tuzla’da yüzlerce yıllık tescilli ağaçların bulunduğu Ayazma bölgesine iş makineleriyle girip inşaat başlatan Tuzla Belediyesi’nin projesine aynı gün iki çelişkili karar vererek ağaçların zarar görmesine neden olmakla suçlanmıştı. Kültür Bakanlığı yapılan şikayetler sonucu kurulun üyeleri için soruşturma izni verdi. Böylece kurul üyelerine yargı yolu açılmış oldu.

Tuzla Belediyesi’nin nikah salonu inadı hem kendisinin hem de 5 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyelerinin başını derde soktu. Tuzla Belediyesi’nin iş makineleriyle alana dalıp, inşaat başlatması üzerine harekete geçen Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Tuzla Şubesi üç günde 7 bin imza toplayarak ‘Ayazma’ya Dokunma’ kampanyası başlatarak, Kültür Bakanlığı’na ve Anıtlar Kurulu’na şikayette bulunmuş ve Tuzla Belediyesi hakkında Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu.


Bu arada kurulun inşaatla ilgili gerekli izinleri olduğunu iddia eden Tuzla Belediyesi’ne aynı günde iki çelişkili karar verdiği, konuyla ilgili 835 sayılı kararda “inşaat için İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nden rapor beklenmesi” kararı verirken, hemen ardından 836 sayılı kararla “ağaçların zarar görmemesi koşuluyla inşaata izin verilmesi” kararını vermişti.

Evrensel, 09.11.2008

CUMHURİYET MÜZESİ AÇILIŞA HAZIR

 

 

Trafonun kaldırılması ile ilgili 2004 yılından beri BEDAŞ ile yazışmaları süren Büyükşehir sonunda muradına erdi. Müzenin yanında bulunan elektrik trafosu için BEDAŞ'a yeni trafo binası yeri tahsis edildi.

 

Elektrik kabloları için BEDAŞ ile protokol yapılıp, bağlantıları için ilgili müdürlüklerle yazışmalar tamamlandı. Yapılan görüşmelerin olumlu sonuçlanmasının ardından Cumhuriyet Müzesi'nin yanında bulunan trafo geçtiğimiz gün kaldırıldı. Belediye son düzenlemeleri yaparak müzeyi önümüzdeki günlerde açmayı planlıyor.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2007 yılı Ağustos ayında Taksim'de Maksem diye anılan ve su terazisi diye bilinen bölgedeki bin metrekarelik alanı Cumhuriyet Müzesi olarak projelendirmişti. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na müzenin projesini onaylatan Büyükşehir, açılışı 29 Ekim 2007'de yapmayı planlıyordu. Ancak müze, restorasyon çalışmaları tamamlanmadığı için 1 yıldır açılamıyor. Restorasyon çalışmaları tamamlanmasına rağmen müzenin açılması için yanında bulunan elektrik trafosunun kaldırılması gerektiğini kaydeden Büyükşehir yetkilileri, müzenin restorasyonunun geçen ağustosta tamamlandığını kaydetti. Elektrik bağlantısı için müzenin yanında bulunan trafo binasının kaldırılması çalışmalarının uzun sürdüğünü aktaran yetkililer, "2004 yılından bu yana yazışmaları devam eden trafonun bu projede ele alınıp kaldırılması gerekiyordu. Yeni trafo binası için Beyoğlu Belediyesi ve Koruma Kurulu ile yazışmalar yapılarak yeni yeri tahsis edildi. Trafonun kaldırılması için BEDAŞ ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında yapılan protokol yeni imzalandı. Elektrik kablo hattını yapabilmek için İGDAŞ, İSKİ, BEDAŞ, Türk Telekom, Şehir Aydınlatma ve Yol Bakım Müdürlükleri ile yazışmalar yapıldı. Yazışmaların tamamlanması ile birlikte trafo geçtiğimiz gün kaldırıldı." açıklamasında bulundu. Müzede sergilenecek eserler ile ilgili öğretim üyeleri, çeşitli kurum ve kuruluşlar ile görüşmelerin devam ettiğini belirten Büyükşehir Belediyesi müzenin önümüzdeki günlerde açılacağını söyledi.

 

Büyükşehir Belediyesi, Taksim Maksemi ve su deposuna yapılacak müze için 3'ü Yapı İşleri, 1'i Tarihi Çevreyi Koruma Müdürlüğü olmak üzere 4 ihale yaptı. Belediyenin yaptığı 4 ihale kapsamında Taksim Cumhuriyet Müzesi için KDV dahil 3 milyon 36 bin 140 YTL harcandı.

Zaman, Haber: Yasin Kılıç, 09.11.2008

OLUCAK MANASTIRI YOLUNUN YAPIMINA BAŞLANDI

 

Gümüşhane Olucak Köyü sınırları içerisinde bulunan Olucak (İmera) Manastırı ile Cami Boğazı Yaylası'nı birbirine bağlayan turizm yolunun yapımına başlandı. Vali Enver Salihoğlu, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İsmail Yalçın ile Yol ve Ulaşım Hizmetleri Müdürü Ekrem Akdoğan, çalışmaların yapıldığı bölgede incelemelerde bulundu. Salihoğlu, Turizm Bakanlığından gönderilen 30 bin YTL ile yol yapım çalışmalarına başlandığını söyledi.

 

Trabzon'dan başlayan Maçka-Meryemana karayoluna bağlanmak üzere başlatılan yol çalışmasının 4.5 kilometre yeni yol, 3 kilometre mevcut yolda iyileştirme şeklinde olacağını ifade eden Salihoğlu, iş mevsimi sonuna kadar 3 kilometrelik ham yolun bitirileceğini ifade etti. Çok sayıda tarihi ve kültürel değeri bulunan bölgenin, tescilli 1. bölge arkeolojik sit alanı olarak ilan edildiğini kaydeden Salihoğlu, şöyle konuştu: "Döneminin en önemli bölgelerinden birisi olan Olucak Manastırı ile Çakırgöl turizm merkezi, Taşköprü Yaylası, Santa antik kenti ve kuzeydeki yaylalara bağlamak için çalışma başlattık. Bu yıl için yeni yapılan yolun büyük kısmını bitirmeyi planlıyoruz. Önümüzdeki yıl yolu tamamen bitireceğiz."

Zaman, Haber: İbrahim Bayraktar, 09.11.2008

İŞKENCEYLE ÖLEN MUMYANIN ESRARI ÇÖZÜLDÜ

 

Mısır’da Firavunlar Vadisi’nde yapılan kazılarda 1886 yılında bulunan mumyanın gizemi sonunda çözüldü. Vücudunda işkence izleri bulunan ve çığlık ata ata öldüğü tespit edilen mumyanın kime ait olduğu onlarca yıldır Mısır’ın en büyük gizemlerinden biriydi. Tarihçilerin mumyayı MR makinesine sokup mezarında buldukları eşyaları analiz etmesiyle bu gizem çözüldü. Mumyanın Firavun Ramses’in isyankar oğlu olduğu ortaya çıktı. Tarihçiler, Ramses’in oğlunun babasına karşı annesiyle birlikte darbe planı yaptığını, Firavun’un da kendisini devirmek isteyen oğlunu türlü işkenceler yaptırdıktan sonra öldürttüğü belirlendi.

Vatan, 09.11.2008



ANTİK BİR ŞAMANIN
YENİDEN DOĞUŞU

 

İsrail’de sürmekte olan kazılar, 12.000 yıl önce ölmüş, bilinen en eski şaman mezarlarından birisini açığa çıkardı.

Bu, büyük taşlarla desteklenerek garip bir şekilde gömülmüş, yanına hayvan kalıntıları ve başka bir insanın ayağı yerleştirilmiş bir kadın mezarı.

Bu, 12.000 yıl öncesi için çok az rastlanan bir durum, hatta bilinen yegane örnek.

Kudüs Üniversitesi’nden arkeolog Leore Grosman, Hilazon Tachtit isimli küçük bir mağarada kazı yaparken böyle bir mezarla karşılaşmasının ne denli olağanüstü bir sürpriz olduğunu söylemekte.

Grosman “Mezar, dini ve ruhani inançların bilinen en eski örneklerini barındırıyor.

Bu kadının yaşamış olduğu toplumda çok önemli bir yere sahip olduğu ise şüphe götürmez bir gerçek” demekte. 

 

Mağara içinde bu mezarla birlikte 27 farklı mezara daha rastlandı.

Ölülerin tümü 15.000 ile 11.500 yıl öncesine tarihlenen Nutafyan Kültürü’ne ait. 

Science News, Haber: Bruce Bower, 03.11.2008

PATARA'DAKİ PRESTİJ PROJESİ GÖLGELENDİ

 

TBMM Başkanlığı, Patara’daki antik parlamento binasının restorasyon çalışmalarının incelenmesi amacıyla planlanan ziyaretin, "kıyak gezi" olarak yorumlanmasına tepki gösterdi.

Gezi, başkanlık tarafından iptal edildi. TBMM İletişim Daire Başkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, TBMM Başkanlık Divanı’nın aldığı kararla Antalya’nın Kaş İlçesi yakınlarındaki Patara’daki antik parlamento binasının restore edilmesi için 5 milyon YTL kaynak aktarıldığı belirtildi. Restorasyonun tamamlanmasının ardından Dünya Parlamento Başkanları Toplantısı’nın yapılacağı anımsatılan açıklamada, Türkiye’nin uluslararası alandaki gücünü ve saygınlığını artıracak bir organizasyonun aynı zamanda tanıtım açısından da çok büyük önem taşıdığı anlatıldı. Açıklamada şöyle denildi: "Meclisimizin bu anlamlı çabasını gölgeleyen bir üslupta yapılan söz konusu haber, her şeyden önce tüm basın kurumlarından ziyarete katılacak parlamentomuzda görev yapan saygıdeğer basın mensuplarına karşı büyük bir haksızlıktır. Aynı şekilde bu haber, planlanan ziyarete katılmak üzere başvuran kendi kurum mensubu gazetecilere karşı da haksızlık olarak değerlendirilmektedir."

Parlamento Muhabirleri Derneği de yaptığı açıklamada, "Program, gazetecilikten uzak bir davranışla gölgelenmiştir. Türkiye’ye uluslararası prestij sağlayacak bir projenin önemli bir tanıtım ayağının böylece baltalandığını düşünmekteyiz" denildi.

Hürriyet, 09.11.2008

ANKARA'NIN MEYDANLARI





Ankara’nın meydanları üstüne yazmak hiç aklıma gelmezdi. Gelmezdi çünkü bizim ekinimizde meydan kavramı yok. Doğal olarak meydan yok demiyorum, meydan, kavram olarak yok. Köy kahvelerinin bulunduğu köy meydanları değil, demek istediğim.Çünkü o meydanlar anıştırılmak istenen meydan fikrini verir. Meydan bu bağlamda insanların buluştukları, oturup çay, kahve içtikleri bir iki lafladıktan sonra ayrılıp, herkesin kendi işine gittiği yer olarak tanımlanabilir.Ya da köy düğünlerinin yapıldığı, davul, zurnanın çalındığı şenlik yeri olarak da görülebilir. Ayrıca büyük kimseleri köy meydanlarında ağırlamak gibi bir gelenek vardır. Küçük bir mekana sıkışmak yerine açık havada herkesin gelip büyüğünü görebilmek fırsatını verebilmek açısından da önemlidir köy meydanları.

 

Meydanlar, konuşma alanlarıdır bir de. Gene siyasacıların gelip “bol keseden atmak” kuralına uyarak köy yerinde savurup savurup gittiği yerdir. Bir de “meydan dayağı” vardır ki hiç kimsenin, başına gelmesini istemediği bir olaydır herhalde… İnsanı evirip çevirip bir temiz dövüyorlar meydanda. Meydanlar bir de kavga alanlarıdır. Köylerde, meydanlar en canlı, en hareketli yerler oldukları ve gelen geçenin mutlaka uğrak yeri olduğu için birbirine düşman kuvvetler, hiçbir yerde karşılaşmasalar da orada mutlaka karşılaşırlar. Ve karşılaştıkları anda da kapışırlar. Bana göre “meydan” kavramı en gelişmiş ve en anlaşılır şeklini köy meydanlarında bulur.

 

Oysa kentlerde kalabalık oldukları için mi yoksa insan ilişkileri kopuk kopuk olduğu için mi, bilmem, kentlerde insanlar meydanlarda kolay kolay bir araya gelmez. Zaten bir araya gelecek yerleri ve zamanları yoktur, dahası, Batılı anlamda meydan yoktur. Meydanın da Batılısı mı olurmuş, demeyin. Sözünü ettiğimiz meydanlar barok, gotik, romanesk mimari yapılarla çevrili, ayrıca kenar süslemeleri olarak mermer, bronz yontularla bezeli meydanlardır. Batılıya özgü bir gelenek olduğunu söyleyebilirsiniz de, ama o geleneğin kaynağı, çıkış noktası, çok şeyde olduğu gibi gene Anadolu’dur. Kuşadası-Didim arasında yer alan ünlü Miletos (Milet) eskil kentinde birçok filozof ve bilim adamının yanı sıra bir de Hippodamos adında bir mimar yetişir ve “ızgara planı” diye tasarımladığı bir planı önce o kentte uygular. Ardından Anadolu’nun öteki eskil kentlerinde. Koca koca meydanları unutmaz bu tasarımlarında. Eskil kentlerdeki Agoralar daha sonra Batı’da oluşan kentlerde örnek alınmıştır. Izgara planının temel özelliği aynı genişlikte birbirini dik kesen yollar ve bunların arasında kalan dikdörtgen ya da kare biçimli yapı adaları ve meydanlardan oluşan bir mimari tarzıdır. Batı, bu kent planını yüzyıllar boyu uygulamıştır.Bu plan bizde uygulanmamıştır. Belki de “gavur icadı”dır diye, kim bilir!

 

Tüm bu düşünceler iki İtalyan profesör, Pierfranco Bruni ve Marilena Cavallo’nun verdikleri “şiir meydan sözcükler” adlı konferans sonunda öğrencilere yönelttikleri sorulardan ötürü aklıma düştüler. Öğrencilere, “Sizde meydanlar bizdeki gibi mi, örneğin, Ankara’da nasıl?” diye sormuşlardı. Öğrenciler de “Bir kere, bizde sizdeki gibi meydan yok, olanlar da ya artık buluşma yeri değil, ya da çatışma yeri, ayrıca yüksek binalardan ötürü soluklanacağımız yerler de kalmadı” demişlerdi. Çocukların saptamaları doğruydu. En yakınımdaki Lozan Meydanı’na baktım. Meydan meydan olmaktan çıkmıştı. Meydan, sürücü kurslarının alıştırma alanına dönmüştü. Ortadaki Hitit kursu şimdiki belediye başkanının gözüne batmış olacak ki onu oradan kaldırtmak için çok uğraştı. Herkes kendi uygarlıklarıyla övünürken bu topraklardan sanki bir tek Osmanlılar geçmiş gibi ötekileri yadsımaya kalkıyorlar.

 

Kızılay meydanı yok artık. Önemli buluşmalara sahne olmuştu. 555K. Melih Gökçek, Güvenpark’ı da kaldırmak istemedi mi? Ve Tandoğan Meydanı, onun da çehresini değiştirdiler. Artık “çaydanlık ve fincan” meydanı oldu. O peri kızlarını canlandıran yontu, “sanatın içine tüküren” belediye başkanının becerisiyle kaldırıldı. Tandoğan, 14 Nisan gibi önemli buluşmalara sahne oldu. Bunu unutmak olanaklı değil ama, gene kahvehaneler, çayhanelerle ayrı bir dinginlik sağlanmış, bir köşesinde canlı müzik yapılan ve insanı yanılsamalara, imgelem dünyasına alıp götüren çağrışımlara kapı açan bir meydan değil. Tandoğan, insanların değil ama araba yollarının buluştuğu bir meydan olduğu için insanın bir köşeye oturup, düşlerine gömülmesi olanaklı değil. Bizde zamanında düşünülmediği gibi sonradan da tıpkı yeşil alanlar gibi “canına okunan” yerler olmuşlardır meydanlar. Benim bildiğim, ülkemizde bir tek Kars var. Meydanlı ve ızgara planlı. Onun da Rus-Sovyet yapımı olduğunu söylerler. Rus-Sovyet’ten uzak kalmak, Moskova fobisiyle yaşamak bizi çok şeyden uzak tutmuş galiba…Örneğin, ekinden, sanattan, klasik müzikten…Oysa Rusya kapı komşumuz…

Cumhuriyet Ankara, Yazı: Prof.Dr. Necdet Adabağ, 07.11.2008

ÇANKIRI TARİHİ TOZLU RAFLARDAN İNİYOR

 

 

Çankırı Belediyesi Dr. Rıfkı Kamil Urga Çankırı Araştırmaları Merkezi, Çankırı tarihi ve kültürel hayatı üzerinde yapmış olduğu ve bu anlamda çok büyük mesafeler kat ettiği bilimsel çalışmalarına bir yenisini daha ekledi.

 

Çankırı Araştırmaları Merkezinin bir süre önce takibe aldığı ve Prof.Dr. Evgeni Radushev başta olmak üzere çeşitli bilim adamları ile yapmış olduğu temaslar sonucunda, Bulgaristan arşivlerinde Çankırı ile ilgili belgelerin varlığı ortaya çıkarıldı.

 

Bulgaristan’ın çeşitli arşivlerinde, evrak mahiyetinde 2114, defter düzeyinde ise 25 adet belge şu ana kadar tespit edildi. Detaylı bir çalışma ile bu vesika ve defter sayısının daha da artacağı düşünülüyor. Bulgaristan’da var olan bu belgeler tarih itibari ile 1530’lu yıllardan, Osmanlı Devletinin son dönemine kadar uzanıyor. Bu belgeler içerisinde Çankırı tarihi açısından çok önemli bilgiler yer alıyor. Çankırı Araştırma Merkezi Başkanı Yüksel Arslan tarafından, bu belgelerin birer kopyalarının Çankırı Araştırmaları Merkezi Arşivine kazandırılması çalışmalarına başlandı.

 

Konu hakkında bir açıklama yapan Belediye Başkanı İrfan Dinç, Dr. Rıfkı Kamil Urga Çankırı Araştırmaları Merkezinin, Çankırı tarih ve kültür hayatına katkı sunmada şu ana kadar özverili ve örnek çalışmalar yaptığını belirterek, “Bulgaristan arşivlerinde Çankırı’nın izlerini bulması ve bu bağlamda belgelerin varlığını ortaya koyması bile bu merkezin ne kadar ciddi çalıştığı ve aldığı mesafe konusunda çok çarpıcı bir gelişmedir. Bu çalışmayı yapan araştırma merkezi yönetimine ve çalışmaya destek olan tüm akademisyenlere teşekkür ediyorum.”dedi.

Çankırı'nın Sesi, 07.11.2008

Kargamış (Wooley ve Lawrence)
...1913




2 - 8 Kasım 2008

İŞ MAKİNESİ ARTIK ZOR GİRER





Marmaray kapsamında Yenikapı'da iş makinesinin sokulacağı Neolitik (Cilalı Taş Devri) dönem bataklık içinde "urne" tipi 8 bin yıllık tarihi mezarlar bulundu. Anadolu tarihinde bir ilk olan mezarların ortaya çıkarılmasıyla, Roma Bizans ve Türk hakimiyetinde asırlarca kalan İstanbul'da tarihin ilk insan topluluklarının yaşadığı kesinleşmiş oldu.


Uzmanlar mezarların heyecan verici olduğunu belirtirken Kazı Başkanı ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Dr. İsmail Karamut kazıya şimdilik el yordamıyla devam edeceklerini, iş makinelerinin girip girmeyeceğine daha sonra karar verileceğini söyledi.


Eski çağlarda mezarlıklarda yapılan gömüler, çoğunlukla normal gömme (inhumasyon), kimi zaman da yakarak gömme (kremasyon) şeklinde oluyordu. Yakılarak gömülmüş ölülerin külleri ve yakma töreninden geriye kalanlar çoğu kez urne (pişmiş toprak kap) denilen kaba, bazen de tekne ve kapaktan oluşan "ostothek" ya da "larnax" denen küçük taş, mahfaza içine konuyordu.

Kremasyon gömülerde yani ceset yakılmışsa ölen kişinin giysisi, süs eşyaları veya örneğin okla öldüyse bu ok kabın içine konurdu. Bilinen kremasyon gömü şekli Anadolu arkeolojisinde bugüne kadar erken tunç çağında görüldü. Ancak bu gömü şekli, 8 bin yıl öncesine dayanan Neolitik dönem kazılarında rastlanılan bir durum değildi. 

Bu tip gömü şekli, ilk kez İstanbul'un göbeğinde, Yenikapı'da devam eden Marmaray kazıları sırasında geçen hafta ortaya çıktı. Urnelerin içinde ölülerin özel eşyaları ile bir beze sarılı küller ve bunun üzerine günlük kullanım kapları konulduğu görüldü. Ayrıca bir urne içinde de bebek iskeletine ait kemikler bulundu.






Uzmanlar, buranın bir mezarlık olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Daha önce bulunan eserler için yapılan, dere yatağı ile başka yerlerden taşındığı görüşünün son buluntularla çürüdüğü kaydediliyor.

 

Alanda çalışan arkeologlar, arkeoloji tarihi açısından büyük önem arz eden buluntulardan sonra buraya iş makinesi sokulması fikrinden vazgeçilmesi gerektiğini belirtiyor. Arkeologlar kazının devam etmesi halinde krematoryum ölü yakma yerinin de bulunabileceğini belirtiyorlar. 

Kazı Başkanı Dr. İsmail Karamut, bulunan mezarların "kesinlikle çok önemli buluntular" olduğunu belirterek şöyle konuştu:
"Ancak konuşmak için çok erken. Kazıya devam ediyoruz. Önümüzdeki günlerde kazı sonucunu kamuoyuyla paylaşacağız. Kazı alanına gidip eserleri gördüm. Pazartesi günü jeologları da götüreceğiz. 110 metrelik o bataklık alanın içinde çıktı. Bunlar incelendikten sonra kazı devam edecek, sonuca göre bir değerlendirme yapacağız."


Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç. Dr. Necmi Karul da şunları söyledi:
"Anadolu arkeolojisinde Neolitik dönem urne tipi gömü hiç yoktu. İnanılmaz heyecan verici bir buluntu. Yan yana bulunduğu için mezarlık olduğu kesin. 5800-6000 yıllarına son Neolitik döneme tarihleniyor. Özel bir iş makinesinden söz ediliyordu. Kazı Başkanı makine hazırlanana kadar kazıyı devam ettirdi. Bu sonuca varıldı. Kazı başkanını kazıyı durdurmadığı için tebrik etmek gerekir."

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 09.11.2009

MEDRESE RESTORASYONU 2009'A KALDI

 

 

Çifte Minareli Medrese'de yapılması planlanan restorasyon öncesinde başlatılan teknik takibe, yaklaşan kış mevsimi dolayısıyla ara verildi.

 

Çifte Minareli Medrese'de yapılması planlanan restorasyon öncesinde başlatılan teknik takibe, yaklaşan kış mevsimi dolayısıyla ara verildi. Çifte Minareli Medrese'de gerçekleştirilecek olan restorasyon çalışmaları öncesinde, teknik takip için minarelere kurulan iskelelerin sökülmesine başlandı. Yaklaşan kış mevsimini göz önünde bulundurarak çelik iskeleleri sökmeye başlayan yüklenici firma, yaklaşık iki ay süren teknik takibin sonuçlarına göre restorasyon planı hazırlayacak.

 

Konuyla ilgili olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerinden edinilen bilgilere göre, Çifte Minareli Medrese, iki ay boyunca teknik takip altında kaldı.

 

Yıldız Teknik Üniversitesi ve Atatürk Üniversitesi'nde görevli öğretim üyelerinden oluşan bir heyetin yapıda jeofizik ve jeoteknik incelemelerde bulunduğu öğrenilirken, bu incelemede restorasyon çalışmalarında kullanılacak malzemelerin de belirlendiği kaydedildi.

 

Selçuklu mimarisinin en önemli eserleri arasında yer alan Çifte Minareli Medrese'nin, 13'üncü yüzyılın sonlarında yaptırıldığının sanıldığını kaydeden Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, "Osmanlı Padişahı 4. Murat'ın emri ile bir süre "Tophane", daha sonra da "Kışla" olan medrese, 1942-67 yılları arasında Erzurum Müzesi, günümüzde ise sergi salonu olarak kullanılıyor" diye konuştular.

Erzurum Gazetesi, 08.11.2008

TARİHİ KURAN-I KERİMLERİ SATACAKTI

 

İzmir’de el yazması üç Kuran-ı Kerim satmaya çalışan bir kişi gözaltına alındı. Jandarma ekipleri, Bengisu Mahallesi’nde oturan A.A.’ın elindeki deriden yapılmış abadi kağıt üzerine yazılmış Osmanlı Dönemi’ne ait üç Kuran-ı Kerim’e müşteri aradığını belirledi. Alıcı gibi davranan jandarma, A.A.’yı gözaltına aldı.

Hürriyet Ege, 08.11.2008

TARİHİ SURİYE PASAJI ALEVLER İÇİNDE KALDI

 

Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerinde bulunan tarihi Suriye Pasajı'nın 6. katında dün çıkan yangın paniğe neden oldu. Rusya Başkonsolosluğu'nun karşısındaki pasajın çatısında izolasyon çalışması nedeniyle çıkan yangında hanın üst katlarında bulunan vatandaşlar itfaiye gelmeden panik yaparak kendilerini dışarıya attı. Beyoğlu itfaiyesinin müdahale ettiği yangında ölen ya da yaralanan olmadı.

Sabah, Haber: Deniz Derin, 08.11.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU DÜZENLENDİ

 

Kırıkkale'de, jandarmanın düzenlediği operasyonda 53 parça tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili 2 kişi gözaltına alındı, 1 kişi ise aranıyor.

İl Jandarma Komutanlığı’na bağlı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, aldıkları bir ihbar üzerine kent merkezi ve ilçelerde operasyon düzenledi.

 

Operasyonda, 1 kobra yılan figürlü 25x8 ebadında heykel, 49 çeşitli dönemlere ait sikke, 2 yüzük ve 1 haç figürü olmak üzere 53 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

Olayla ilgili İ.K. ve Ö.K. gözaltına alındı. Y.K.'nın ise arandığı öğrenildi.

Kırıkkale Kent Haber, 07.11.2008

5 YAŞINDA 50 BİN YILLIK FOSİL BULDU

O henüz beş yaşında ama geleceğin arkeoloğu olma yolunda hızla ilerliyor. Emelia Fawbert, İngiltere’deki Cotswold Su Parkı’nın yakınında arkeolojik çalışma alanı olarak bilinen Cirencester’da Buz Devri’nden kalma tam tamına 50 bin yıllık bir gergedan fosili bularak, herkesi şaşkına çevirdi.

 

33 yaşındaki babası James’in yardımıyla 40 santimetre boyutlarında bir kemik bulan küçük kız, meraklı bakışlar altında çıkardığı fosilin neye ait olduğunu kavrayamasa da, çevresindeki arkeologların yardımıyla onun bir gergedan kemiği olduğunu öğrendi.

 

Büyük baba Geoffrey Fawbert de kazı çalışmaları sırasında oğlu ve torunuyla birlikte araştırma yaparken, Emelia’nın fosili bulmasıyla ne kadar gururlandığını şu cümlelerle ifade etti: “Bu gerçekten etkileyici. Uzmanlar bunun ne olduğunu anlatana kadar hiçbirimiz farkına varamadık. Torunumun küçücük ellerinde bir gergedan fosili duruyormuş meğer.”

Birgün, 08.11.2008

APOLLON TAPINAĞI HAZİNELERİ BURADA MI?





Ayvacık İlçesi'ne bağlı Gülpınar Bucağında, Apollon Smintheus Tapınağı”nın 300 m. yakınındaki mağara ile tapınağın 1500 m. uzağındaki güney yönündeki mağaranın birbirine bağlı olduğu iddia ediliyor.

 

Gülpınar beldesi sakinleri, bölgeye geçmiş yıllarda gelen yabancılardan ve köyün yaşlılarından, 2 girişli bu büyük mağarada Apollon Tapınağı'nın hazinelerinin saklı olduğuna dair sözler duyduklarını ve bölgede bilimsel araştırma yapılmasını istediklerini belirtiyorlar.

 

Mağaranın, kuzey girişi, tapınağa 300 m. uzaklıkta, beldenin kanalizasyonunun verildiği Fakı Deresi kenarında yüksekliği 185 cm. genişliği 58 cm. ölçülerindedir.. Güney yönündeki mağara ise Çoklum Deresi, kuzey yamacında olup, giriş ölçüleri, yükseklik 160 cm. Genişlik 120 cm.dir.

 

Gülpınar Apollon Smintheus Tapınağı'nda 28 yıldan bu yana kazı çalışmalarını yürüten, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr. Çoşkun Özgünel, kendisinin kazı çalışmaları sırasında mağaraların varlığından yöre köylüleri tarafından haberdar edildiğini, tarih öncesi dönem ya da erken Hıristiyanlık dönemi gizli tapınma mahalleri olabileceğini düşündüğünü, mağara araştırmasının kendi konuları olmadığını belirterek, konunun uzmanlarınca bilimsel olarak araştırılmasında yarar olduğunu, arkeolojik veya mağaracılık açısından şaşırtıcı sonuçlara her an ulaşılabilir. Sonuçlar,Çanakkale”ye ulusal ve uluslar arası boyutta yeni değerler katabilir dedi.


Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı , Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Başkanı, Prof.Dr.Ülkü Altınoluk, Gülpınar Mağaraları Çanakkale”ye yeni bir kültürel hazine armağan edebilir. Çanakkale Bölgesi, Alt-batı Marmara Bölgesinde kültürlerin altın düğümüne ev sahipliğiyle dünya kültür mirası hazinelerini avuçlarında saklıyor. Bölgemizde her an yeni ve şaşırtıcı buluntulara ulaşabiliriz. Uzmanlarca, titizlikle araştırılma yapılmalıdır. Ben, koruma Kurulu Başkanı olarak, Gülpınar Mağaraları konusunda hemen ve ivedi olarak çalışmaların başlatılması için girişim başlatıyorum. Dedi.


GülpınarR Belediye Başkanı Ünal Karagöz, söz konusu mağaralarda 85 yıldan bu yana hiçbir ciddi araştırma ve çalışma yapılmadı. Eğer, söylendiği gibi, Apollon Tapınağı hazineleri bu mağaralarda gizleniyorsa ve gün ışığına çıkarılırsa, beldemiz kültür turizmi konusunda dünyada çok önemli bir konum kazanır.. Bilimsel çalışmaların bir an önce başlamasını ve talancılara karşıda bölgenin hemen koruma altına alınmasını bekliyoruz dedi.

Burası Çanakkale, Haber: Cahir Önder, 07.11.2008



GÜMÜŞ DİZİSİ Mİ ABUD EFENDİ YALISI MI?






Sabah sabah TV’yi açınca içim burkuldu. Bir haber geçiyordu, yüzyıllar öncesinin izlerini taşıyan, içinde ne hayatlar yaşanmış bir yalı 4 ayı aşkın bir sürede 8 bin turist ağırlamıştı;  başta Arap turistler olmak üzere insanlar bu yalıya gelmiş ve dizi kahramanlarının oturduğu koltuklara oturarak poz vermiş, dizinin karakteri filanca hanımın kırmızı bavulunu aramış, yatak odalarını ziyaret etmişti. Akın sürüyordu, gelenler çok mutluydu. Turlar düzenleyen turizmci Cem Polatoğlu, daha da mutluydu. Tarihi yalının bir zamanlar güller, sümbüller, ıhlamur ağaçlarıyla dolu bahçesi Türk bayrakları, çeşitli kalabalık flamalarla panayır yeri gibiydi, ekrana bakakaldım. Yalının içinde dizili masaların üzerine dizi kahramanlarının resimlerini taşıyan hediyelik kutular –içinde artık çikolata mı lokum mu olan- alelacele bağlanmış uyduruk fiyonklarla süslenerek satışa sunuluyordu. Turistlerin açıklamalarına göre, bu dizideki karakterleri ve diziyi o kadar sevmişlerdi ki oynadığı saatte adeta hayat duruyordu, çocuklar bile veryansın uyumuyor, ille de bu diziyi izliyorlardı. Dizinin adı Gümüş’tü, çekildiği yerse Kandilli’deki Abud Efendi Yalısı… 


Hayat tuhaf, hele Türkiye’de olunca tuhaflıklar daha da biçim değiştiriyor. Diziye inat benim gözümün önünden yalının gerçek kahramanları geçmeye başlıyor. Elimde değil… Japonya’ya kadar ticaret yapmış, Osmanlı’nın son dönemini simgeleyen tüccar Abud Efendi’nin kızı Belkıs ile konuşmalarının geçtiği salonu aramaya başlıyorum. Daha geriye gidip Abud Efendi’nin yalıyı Baron de Vandoeuvre’den alışı gözümün önüne geliyor. 1900’lerin başında kızının ölümüyle 24 odalı yalının içini simsiyah saten kumaşlarla kapatmış, içinde bir süre böyle matem tutmuş, sonra satışa sunmuş Fransız Baron… Abud Efendi’nin karısına sürpriz yapıp bu yalıyı alışını, kızı Belkıs’ın yan yalıdaki piyanistin notalarından çıkan seslerden hiç görmediği bir kişiye çocukça aşkını, sonra zorla Abdülhamid’in başkatibi Süreyya Paşa’nın oğluyla evlendirilişini, tahteravanla, harem ağalarıyla gelin olarak çıkışını, günlerce ağlayışını… ‘İnce hastalığa tutulup’ yalıdan Avrupa’ya ‘hava değişimine’ yola çıkışını…


Mehmed Abud’un doğuşunu, kışın Suriye Pasajı’ndaki eve, yazın buraya göçlerini, yalının önünden kayıkla geçerek dondurma, su satan satıcıları… Çocukların neşe çığlıkları atarak denize girmelerini… Her ay bir gece çocukların kendi çıkardıkları dergileri yalı eşrafına okumaları… Her yerine hüzün sinmiş yalının her odasından yükselen fısıldaşmalar Gümüş’ü de bugünün tuhaflığını da bastırıyor ve küt gibi karşımıza çıkıyor… Sevinçler, hüzünler, İstanbul’un kurtuluşunun kutlamaları, opera geceleri, birbirinden renkli sahici hikâyeler iç içe geçiyor… Bir zamanlar Sinekli Bakkal, Hep O Şarkı, Paşa’nın Kızı, Sürgünden Geliyorum, Katır Tırnağı, Yolcu, Şıpsevdi filmleri bu yalının bahçesinde, birkaç salonunda çekilmişti. Hatta bugünlerde yeniden gözde olan o meşhur Aşk-ı Memnu dizisi bile…



Yalının hikâyesini iyi bilen biri olarak duygusallaşmam doğal, onların sahiciliğinin üzerine Gümüş dizisinin beni kesmemesi de… Evet, yalı artık Abud Efendi’ye ait değil, 80’lerde el değiştirdi, en önemli karakterler birer birer öbür dünyaya göç ettikten sonra satıldı, yeni sahibi İsmail Özdoyuran eşiyle buraya yerleşti -24 odalı yalıda iki kişi, çalışanlarla bilemediniz 6 kişi-. Evet, artık farklı bir dönemdeyiz, TV, görsellik insanları büyülüyor, sersemleştiriyor, popüler kültür ite kaka her şeyin önüne geçmeye çalışıyor. Ama her şey bu kadar kolay mı unutulmalı? İstanbul gibi yüzyılların geçmişine sahip bir kenti sevmek için biraz o günlere de gitmemiz gerekmez mi? Bu eski eşyalar ve bu duvar resimleri nereden geldi diye sormaz mı insanlar? Yoksa burayı bir dizi dekoru mu sanırlar?


Burayı bir simge olarak görelim, malum kentimizde, ülkemizde böyle yığınla çok yaşamış, tarihi yer var. Müzelere gitmiyoruz, yanından geçtiğimiz tarihi çeşmelere bakmıyoruz vb. örnekler çoğaltılabilir. Toplum olarak meraksızız, geçmişe merak duygumuz belki yeni yeni oluşmaya başladı, sadece bugüne odaklı bir dünyamız var, sanki geçmişi olmayanın bugünü ve geleceği olabilirmiş gibi… Ama Kültür Bakanlığı, yerel yöneticiler kültürümüzü bize hatırlatmakla, onu korumakla sorumlu değil mi? Hadi yalının yeni sahibi Gümüş dizisi için delirmiş turistlerin kıyamet gibi ısrarına dayanamadı ve kapılarını açmak zorunda kaldı diyelim. Sesli düşünüyorum, bir bilgi panosu bile konmaz mı, konamaz mı –diyeceksiniz ki sanki yazarlarımızın, şairlerimizin evlerinin bilgisi var, sen de çok oldun, diyebilirsiniz. Evet, Sultanahmet’te Haseki Hürrem Hamamı’nın içinde halılar sergileyen, hediyelik eşya dükkanına çeviren bir bakış açısı tam da bunu düşünüyordu. Bir yerin ilgi çekmesi için illa TV’de dizi mi olması lazım? Biliyorum, bu mikro bir örnek, ama alın Haseki Hamamı örneğini o zaman… Burası mesela niye hamam kültürünü anlatan bir müze olmaz, çok mu zor? Bu kentte yaşanmış ne varsa bilmemek üzerine kurulu bir gelecek bu kenti yaşatır mı? Kültürlü diye bilinen insanların kültür anlayışlarının para kazanmaktan, kişisel çıkar sağlamaktan öteye geçmediği bir düzen bizi nereye taşır? Tek örnekle sonuca gidilmez biliyorum ama yalıya turlar düzenleyen Cem Polatoğlu’nu araştırıyorum, Baracudatour’un sahibiymiş, TÜRSAB’ın çeşitli komisyonlarında görevler almış, iyi derecede İspanyolca, İtalyanca, İngilizce ve bitmedi Almanca bilirmiş. Bu nasıl bilmek diyesi geliyor insanın…





Gözlerimi kapıyorum, Mehmed Abud’un piyanosundan çıkan sesler denize ulaşıyor, biraz müstehzi gülümsüyor, Chopin’in “Nocturne”ünü çalarken kafasını kaldırıp ‘onlar Gümüş’ün kırmızı bavulunu arıyorlar, şaka mı yapıyorsun sen’ diyor, hayır diyorum, gayet ciddiyim…

ESKİPAZAR'DA MÜZE KURULACAK KADAR ESER VAR

 

Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Hadrianoupolis Arkeolojik Kazısı Başkanı Yrd.Doç.Dr. Ergün Laflı, Karabük'ün Eskipazar İlçesindeki Hadrianoupolis Antik Kent'teki kazı çalışmalarında buluntu sayısı artacağı için Karabük'e arkeolojik müze kurulması gerektiğini bildirdi.

Laflı, yazılı açıklamasında, bu yıl 1 Temmuz'da başlayan ve Eylül sonunda tamamlanan 3'üncü sezon kazılarında, çoğunlukla MS 5'inci ve 8'inci yüzyıla ait 14 envanterlik buluntu elde edildiğini belirtti.

Hadrianoupolis Kazısı'nın Batı Karadeniz Bölgesi için önemli bilimsel ve kültürel gelişme olduğuna, buluntu sayısı artacağı için Karabük'e derhal arkeolojik müze kurulması ihtiyacı doğduğuna dikkati çeken Laflı, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

"Bu yıl kazılarda Hamam A yapısı mekan zemin mozaikleri, Kilise B yapısı, 1,2 ve 3'üncü neflerdeki mozaik zemini ile bu iki yapıdaki katman mozaiklerde çalışma yapıldı. Hamam A ve villa açmalarındaki 2006-2007 yılı kazı toprağı elenerek temizlendi. Elde edilen buluntular, kazı başkanlığı tarafından Bartın'ın Amasra İlçesindeki müze müdürlüğüne teslim edildi. Diğerleri de Amasra Müze Müdürlüğü elemanları eşliğinde buluntu konteynerine depolanarak mühürlendi. Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan alınan restorasyon izni ile Hamam A'nın üzerinin bir çatı ile kapatılması işlemine girişilecektir."

Laflı, kazı çalışmalarında, keşfedilen mozaiklerin ayrıntılı belgelenmeleri, konservasyon ve restore edilmeleri çalışmaları da yapıldığını ifade etti.

Cnn Türk, 07.11.2008

KAMBERLER TARİH PARKI, YENİ CAZİBE MERKEZİ OLMAYA ADAY





Bursa'nın son 30 yılına damgasını vuran Kamberler'in yeni yüzü, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından hizmete açılacak. Bursa'da son 30 yıldır göreve gelen tüm yerel yönetimlerin "Bursa'ya kazandırmayı" vaat ettikleri, ancak bir türlü başaramadıkları Kamberler (Kızyakup) Mahallesi, artık yeni yüzüyle Bursalıları karşılamaya hazırlanıyor.

Kentin merkezine soluk aldıracak yaklaşık 55 bin metrekarelik park, su oyunları havuzu, dinlenme alanları, amfi tiyatro, spor sahaları, kafe ve otoparklardan oluşan Kamberler Tarih Parkı'nda çalışmalar yoğunlaştırıldı. Kente soluk aldıracak park ve meydan, kasım ayı sonunda Bursa'ya gelmesi beklenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılacak. Çalışmaları yerinde inceleyen Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, yakın zamana kadar Roman vatandaşların çirkin binalar içinde yaşadığı Kamberler'in Bursa için "yüzyılın projesi" olduğunu söyledi ve, "Kentin daha yaşanabilir olmasında Kamberler Tarih Parkı'nın etkisi büyük olacak. O nedenle çok önemsiyoruz." dedi. Park içinde yer alacak bölümlerin planlandığını anlatan Başkan Altepe, şu bilgiyi verdi: "Parka hem tarihi şahsiyetlerin hem de kentimizde iz bırakmış insanların heykelini dikeceğiz. Bunlardan biri de son 25-30 yılını Bursa'da geçirmiş herkesin yakından tanıdığı Deli Ayten'dir. Heykel tamamlanma aşamasında, yakın zamanda gelecek ve yerine konulacak."

Kamberler Tarih Parkı alanı içinde yer alan anıtsal yapıların bakım ve restorasyonlarının yapıldığını da bildiren Başkan Altepe, bu alandaki bir Sivil Mimarlık Örneği (SMÖ) yapının Emniyet Müdürlüğü'ne verildiğini hatırlattı. Altepe, "Emniyet biriminin yer alacağı SMÖ binanın yapımı da son aşamaya geldi, hem parka güzellik katacak hem de emniyetimize güzel bir çalışma alanı sunmuş olacağız." dedi. 55 bin metrekare alandaki 370 binanın kamulaştırılarak yıkıldığını ve 30 milyon YTL'nin üzerinde kamulaştırma harcaması yapıldığını hatırlatan Başkan Altepe, Kamberler Parkı'nın uygulama bedeliyle birlikte yaklaşık 37 milyon YTL'ye mal olacağını bildirdi. Altepe, "Kamberler yeni yüzüyle Bursa'ya çok yakışacak. Şimdiden hayırlı olmasını diliyorum." şeklinde konuştu.

Kamberler Tarih Parkı içinde; tematik bahçeler, heykeller, göletler, su oyunları havuzları, festivallerin yapılabileceği etkinlik sahnesi, turizm ofisi, basketbol ve voleybol sahaları, mini futbol sahası, yürüyüş ve koşu yolları, kafeterya, restoran, yeşil alanlar ve oturma grupları yer alacak. Parkta ayrıca bir de "Minia Bursa" oluşturulması planlanıyor. Parka toplam 147 türde ağaç ve bitki ekiliyor. 10 yaş ve üstü ağaçların bir kısmı İstanbul'dan, bir kısmı da İtalya'dan alınıp Bursa'ya getirildi. Özellikle Bursa iklimine uyumlu olmasına dikkat edilen ağaçların, büyük boy olmasına veya hızlı gelişmeye uygun bulunmasına özen gösterildi.

Zaman, Haber: Adem Elitok, 07.11.2008

TARİHİ SİKKELER ELE GEÇİRİLDİ

 

Elazığ Emniyet Müdürlüğü ekipleri şüphe üzerine durdurdukları bir aracın içerisinde Grek, Roma, Bizans, Atina ve Osmanlı dönemlerine ait 728 adet tarihi sikke ele geçirdi. 

Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi ekipleri devriye görevi sırasında şüphe üzerine durdurdukları özel araç ve şüpheliler üzerinde arama yaptı. Yapılan arama sonucu araç içerisinde değişik ebatlarda, değişik tarihi motifler ve yazılar bulunan 7 adet küçük poşete konulmuş toplam 728 adet tarihi eser niteliğinde sikke ele geçirildi. Araç içerisinde bulunan İ.D., ve İ.İ. adlı şüpheliler gözaltına alındı.
 
Müze Müdürlüğü'nde yapılan incelemede, ele geçirilen tarihi eserlerin 2863 sayılı yasa kapsamında korunması gerekli Grek, Roma, Bizans, Atina ve Osmanlı dönemlerine ait kültür varlıkları ile ve İmitasyon olarak değerlendirilen sikkelerden olduğu tespit edildi. Olayla ilgili gözaltına alınan İ.D. ve İ.İ. isimli şüpheliler adli mercilere sevk edildi.

Elazığ Kent Haber, 07.11.2008

ELAZIĞ'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Elazığ Emniyet Müdürlüğü ekipleri şüphe üzerine durdurdukları bir aracın içerisinde Grek, Roma, Bizans, Atina ve Osmanlı dönemlerine ait 728 adet tarihi sikke ele geçirdi. Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi ekipleri devriye görevi sırasında şüphe üzerine durdurdukları özel araç ve şüpheliler üzerinde arama yaptı. Yapılan arama sonucu araç içerisinde değişik ebatlarda, değişik tarihi motifler ve yazılar bulunan 7 adet küçük poşete konulmuş toplam 728 adet tarihi eser niteliğinde sikke ele geçirildi. Araç içerisinde bulunan İ.D., ve İ.İ. adlı şüpheliler gözaltına alındı. Müze Müdürlüğü'nde yapılan incelemede, ele geçirilen tarihi eserlerin 2863 sayılı yasa kapsamında korunması gerekli Grek, Roma, Bizans, Atina ve Osmanlı dönemlerine ait kültür varlıkları ile ve İmitasyon olarak değerlendirilen sikkelerden olduğu tespit edildi. Olayla ilgili gözaltına alınan İ.D. ve İ.İ. isimli şüpheliler adli mercilere sevk edildi.

Yeni Şafak 07.11.2008

HAVA KİRLİLİĞİ TARİHİ ESERLERE ZARAR VERİYOR

 

Birinci Ulusal 1. Alaeddin Keykubat ve Dönemi Sempozyumu'nda konuşan Selçuk Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Nazım Koçu, "Konya Alaeddin Camii ve Sorunları" başlıklı sunum gerçekleştirdi.


Yrd.Doç.Dr. Nazım Koçu, Alaeddin Camii'nin minberinde kullanılan ahşap malzemenin özelliği ve cinsinin abanoz ağacı olmadığı bilgilerinin söylendiğini anımsatarak, konunun uzmanlarınca ahşabın cinsi konusunda tekrar araştırmalar yapılması gerektiğini vurguladı. Alaeddin Camii'nde yapı malzemesi olarak kullanılan taşlarda çevre etkileri, su ve nemle ilgili bozulmaların tespit edildiğini aktaran Nazım Koçu, yapının bozulmalarına neden olan faktörleri dikkate alınarak gerekli yalıtım ve drenaj sistemleri yapılarak tarihi eserin geleceğe güvenle aktarılmasının sağlanmasını istedi. Nazım Koçu, hava kirliliği nedeniyle atmosferde oluşan sis, kurum, yağış suları ile kimyasal tepkimeye girerek taş malzemelerin bozulmalarına neden olduğunun da altını çizdi.

Nazım Koçu, restorasyon için kullanılan malzemelerin tarihi eserde kullanılan malzemelerin özelliklerine yakın değerlere sahip olması gerektiğini de vurgulayarak, şöyle devam etti: "Malzemelerin fiziksel, kimyasal ve mikro yapılarının mutlaka araştırılması gerekmektedir. Alaeddin Camii restorasyonunda kullanılan malzemeler Selçuklu döneminde kullanılan malzemelerin özelliklerinden uzaktır. Özellikle portland çimentosu taş malzemelerin yüzeyine sürülmemelidir."


Tarihi eserlerimizin korunması, özelliklerinin araştırılması ve restorasyonunda kullanılacak malzemelerin belirlenmesi konusunda bilimsel araştırmalara devam edilmesini isteyen Koçu, yapıların bozulmasına ve hasara neden olan sorunlar için gerekli önlemler alınmasını da sözlerine ekledi.

Merhaba Gazetesi, 07.11.2008

KNİDOS KIŞIN SAHİPSİZ

 

 

Muğla’nın Datça İlçesi'ndeki Knidos antik kenti ve buradaki paha biçilmez eserler, turizm sezonunun bitmesinin ardından geçici jandarma karakolundaki askerlerin bölgeyi terk etmesiyle korumasız kaldı.


Çevreciler, tarihi eser kaçakçılarına cesaret veren bu uygulamayı eleştirdi.


Antik kentte, kasım ayı itibariyle Marmaris Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı çalışan 4 gişe memurunun sayısı 2’ye inerken, turizm sezonunda bölgeyi koruyan Tekir Geçici Jandarma Karakolu’ndaki askerler, sezonun sona ermesiyle antik kentten ayrıldı.


En yakın jandarma karakolunun 8 kilometre uzaklıktaki Cumalı Köyünde olduğu belirtildi. Datça Çevre Derneği Üyesi Şanver Gür, Knidos’un tarihin göz bebeklerinden biri olduğunu, buradan çalınan eserleri İngiltere’den geri almaya çalışırken bu kez yeni hırsızlıklara davetiye çıkarılmasına anlam veremediğini söyledi. Gür, 1999’da kış aylarında 500 kiloluk çok değerli bir sunak taşının antik kentten çalındıktan sonra Marmaris’te boş bir arazide bulunduğunu hatırlattı.

Gür, şunları söyledi: “Karakolu kaldırıp sadece devriye gezilmesini sağlamak çözüm değil. Sayısı 2’ye düşürülen gişe memurları da saat 17.30’da mesaileri bitince gidiyor. Şu anda iskeleye yanaşan herhangi bir tekneyle Knidos’un tamamını boşaltmak mümkün. Uygulama son derece yanlış. Bir an önce Knidos’ta güvenlik önlemleri artırılmalı, hırsızlara cesaret verilmemeli.”


Datça Kaymakamı Mustafa Kaya, uygulamanın Knidos’u korumasız bırakmayacağını savunarak şunları söyledi: “Karakolu kapasak bile yaya ve motorize devriye ekiplerimiz var. Jandarma, gün boyunca birkaç kez devriye gezecek. Orada Bakanlığın çalışanları var. Hem kendi işleri hem de bölgenin korumasından da sorumlular.”


Marmaris Müze Müdürlüğü ile Muğla İl Turizm Müdürlüğü yetkilileri konuyla ilgili soruları yanıtsız bıraktı.

Milliyet, 07.11.2008

TRUVA İÇİN ACI İTİRAF

 

Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, 5 bin yıllık tarihe sahip olan Troia Antik kentinin görüntüsünün tam bir hayal kırıklığı olduğunu söyledi. 

İl Genel Meclisi salonunda gerçekleştirilen bir toplantıda konuşma yapan Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, Çanakkale’nin tarihi ve turistik açıdan önemli bir yerleşim birimi olduğunu belirterek, “Çanakkale’de turizm konusunda hep Cumhuriyet sonrası dönemdeki yerler ele alınıyor. İlimizde Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkının dışında 5 bin yıllık geçmişi ile Troia antik kenti var. Ancak buradan şunu açıkça söylemek isterim ki, Troia antik kenti görünüş itibarıyla tam bir hayal kırıklığına sebep oluyor. Bu 5 bin yıllık tarihi bölgenin çok daha iyi halde olması gerekirdi. 

Yıllardır burada maalesef bir müze bulunmuyor. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Troia antik kentinin bulunduğu bölgeye bir müze yapılması konusunda projesi var. 1988 yılında UNESCO’nun kültür mirası listesine alınan Troia’ya bir müze kurulması konusunda UNESCO’nun destek fonundan aktarılacak bir miktar para ile bu müzenin kurulmasına katkı sağlanacak. Bu kapsamda danışma kurulu oluşturuldu. 1-2 ay içerisinde de müze konusunda uluslararası bir proje yarışması açılacak. Müzenin yapılması konusunda bir para problemi yok. 1-2 yıl içerisinde şuan hayal kırıklığına sebep olan Troia antik kentimiz kurulacak müze ile Türkiye ve dünyaya adını çok daha iyi duyurabilecek” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 07.11.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

Denizli'de, çok sayıda tarihi eser ele geçirilirken olayla ilgili bir kişi gözaltına alındı.


Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı ekiplerince yapılan çalışmalar neticesinde, S.T. isimli şahsın elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı haberi alındı.


Bu kapsamda yapılan çalışmalar neticesinde S.T. isimli şahsın faaliyetinin delillendirilmesini müteakiben bir operasyon düzenlendi. S.T. isimli şahsın yakalandığı operasyonda, 135 adet sikke, bir toprak heykel, 110 gram esrar ve bir kuru sıkı tabanca ele geçirildi

Denizli Kent Haber, 07.11.2008

ATA'NIN MEKTUPLARI ASKERİ MÜZE'NİN KORUMASINDA

 

Atatürk ve eşi Latife Hanım'ın özel bir müzayede firmasınca gerçekleştirilen açık artırmasında satışa çıkarılan özel mektupları polis operasyonuyla ele geçirildi.

 

Polis, mektupları satmaya çalışan üç kişiyi gözaltına alırken, mektuplar Askeri Müze'nin korumasına alındı.


İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, 3 hafta önce Antik AŞ tarafından yapılan bir açık artırmada Mustafa Kemal Atatürk'e ve eşi Latife Hanım'a ait olduğu belirtilen mektupların satışıyla ilgili olarak soruşturma başlattı. Müzayedede satılamayan mektupların bulunması için savcılık ve mahkeme kararıyla soruşturma yapan polis, Turgay A., Erdoğan A. ve Sinan E.'yi gözaltına aldı. Polis, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu'nun 23. maddesine göre yürütülen soruşturmada, zanlıların evlerinde Mustafa Kemal'in Latife Hanım'a, Latife Hanım'ın da Mustafa Kemal'e yazdığı el yazısı 9 ayrı özel nitelikli mektup bulundu. 

Mektupların sahte olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yapılan çalışma sonrasında eserler Harbiye Askeri Müzesi'nce korumaya alındı.


Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan zanlılardan Turgay A. söz konusu mektupların kendisine dedesinin dedesinden veraset yoluyla kaldığını öne sürdü.

Milliyet, 07.11.2008

İKİNCİ KASADAN PAŞA MİRASI ÇIKTI





Vanda Jeanne İvornne Ayaşlıesen’i, mallarına el koymak için Beykoz’daki yalısında aç bırakarak öldüren acımasız ’Tapu Çete’sinin gizli bir kasası daha bulundu.

Bu kasadan, aralarında Berlin Anlaşması’nı imzalayan Sadullah Paşa’dan gelini Ayaşlıesen’e kalan takıların da yer aldığı kıymetli eşyalar çıktı.

İstanbul’da, yaşlı ve kimsesiz kişilerin mülklerini tehdit yoluyla ele geçiren ’Tapu Çetesi’nin lideri Çetin Acar’ın kız kardeşi Yaşar Acar adına kiralanmış bir kasa daha ortaya çıktı. Kasada, çetenin, Beykoz’daki yalısında mallarına el koymak için aç bırakarak öldürdüğü Fransız asıllı Vanda Jeanne İvornne Ayaşlıesen’in ziynet eşyaları bulundu.

Osmanlı Dönemi’nde Berlin Anlaşması’nı imzalayan Sadullah Paşa’nın oğlu Halim Sadullah’ın eşi olan Ayaşlıesen’e kayınpederinden miras kalan 6 yüzük, 2 bileklik, bir gerdanlık, bir kol saati, bir cep saati, bir çift küpe ile bir gümüş kutu, polis tarafından inceleniyor. Haziran ayında başlayan ve şu ana kadar 14 kişinin tutuklandığı operasyonda, daha önce de Ayaşlıesen’e ait kasa bulunmuştu. Bulunan bu ilk kasadan, Berlin Antlaşması’na katılan sefirlerin imzalarının bulunduğu yelpaze, yakut ve pırlantayla bezeli ağızlık, mektup kılıfı, broş, kola katılan yılan şekilli kelepçe ile zümrüt, yakut, pırlanta ve elmas yüzüklerden oluşan ziynet eşyaları çıkmıştı.

Bu arada soruşturma kapsamında önceki gün gözaltına alınan Şişli Belediyesi Sağlık İşleri Müdür Yardımcısı Dr. Ali H.A. (47), Vanda Ayaşlıesen’in cenaze törenini organize eden Samatya Katolik Ermeni Kilisesi Rahibi Apraham F. (42) ile cenaze şirketinin üç çalışanı sorgulandı. Doktor, "Ayaşlıesen’e ölüm sebebi olarak kalp yetmezliği raporu verdim. Görevimdi, yaptım" dedi. Diğer şüpheliler de cinayetle ilgileri olmadığını iddia etti. Öte yandan polis, çetenin Silivri Sentetik Dokuma Fabrikası’nın sahibi Kemal Aydınlıyurt’un 4 yıl önce ortadan kaybolan ve otomobili yanmış olarak bulunan eşi Gönül Aydınlıyurt olayıyla bağlantılı oldu.

Emniyetteki işlemlerinin ardından zanlılar Samatya Surp Anarad Higutyun Ermeni Katolik Kilisesi rahibi Abraham Fırat, doktor Ali Hayati Akaslan, Armenak Yeznik Bahçıvanoğlu, Hovannes Bahçıvanoğlu ve Sahak Saro Bahçıvanoğlu, Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne sevk edildi. Burada doktor kontrolünün ardından savcıya ifade everen zanlılardan doktor Ali Hayati Akaslan serbest bırakıldı. Diğer zanlılar ise tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildi. Hakim karşısına çıkan Abraham Fırat, Armenak Yeznik Bahçıvanoğlu ve Hovannes Bahçıvanoğlu örgüte üye olmak, yardım etmek ve suç delillerini kararmaktan tutuklandı. Zanlı Sahak Saro Bahçıvanoğlu ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Hürriyet, Haber: Ali Aksoyer, 07.11.2008

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Eskişehir'de jandarmanın yaptığı operasyonda 2 zanlı ile birlikte çok sayıda sikke ve tarihi heykel ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre aldıkları bir istihbaratı değerlendiren jandarma timleri, tarihi eser kaçakçılığı yaptığı iddia edilen bir otomobili durdurmak için Eskişehir-Bursa karayolunda denetim başlattı.

Ancak, sürücü İ.A., devriyeyi fark ederek otomobiliyle birlikte kaçtı. Jandarma kısa sürede İ.A'yı kullandığı otomobille birlikte yakaladı. Ekipler, araçta yaptığı aramada bin 60 adet sikke ve bir adet kadın figürlü mermer heykel ele geçirdi.

 

Jandarma olayın zanlıları İ.A. ve S.Y., yakalayarak gözaltına alırken olayla alakalı soruşturma başlattı.

Eskişehir Kent Haber, 06.11.2008

KÜLLİYENİN RESTORASYONU TAMAMLANIYOR

 

Kahramanmaraş'ın Afşin İlçesi'ndeki Eshab-ı Kehf Külliyesi'nin restorasyonunda sona gelindi.

 

2007 yılının Ekim ayında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonuna başlanan Eshab-ı Kehf Külliyesi'nde çalışmalar son aşamaya geldi. 10 gün içerisinde tamamlanacak restorasyon çalışmalarının yaklaşık 3 milyon YTL'ye mal olduğu belirtildi.

 

Afşin Eshab-ı Kehf Külliyesi Koruma Derneği Başkanı Bekir Sıtkı Can, külliyede yapılan çalışmaların takdire şayan olduğunu söyledi. Can, “Afşin, tarihinde en büyük yatırımı Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt’ın destekleri ile görmüştür. Afşinliler olarak külliyemize daha fazla sahip çıkıp, koruyarak burayı bir an önce inanç turizmine kazandırmamız gerekiyor" dedi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 06.11.2008

MÜZEDE FRANSIZLARA ODA TAHSİS EDİLECEK

 

Şahinbey Belediye Başkanı Ömer Can, Gaziantep Savaş Müzesi'ne ait bir odayı Fransızlara tahsis edeceklerini söyledi.

 

Can, "Amacımız, iki milletin geleceğe dostluk içinde yürümesini sağlamak. Bu dostluğa onların da katkıda bulunmasını istiyoruz." dedi. Geçen hafta Fransa Cumhurbaşkanı Nicola Sarkozy'nin eşi Carla Bruni'yi Gaziantep'e davet ettiklerini ifade eden Can, Bruni'ye Gaziantep'e getirmek içinde görüşmelerinin sürdüğünü dile getirdi.

 

Fransa'nın ünlü La Figaro Gazetesi'nin Türkiye Temsilcisi Laure Marchand ile Savaş Müzesi'ni gezen Ömer Can, burada yaptığı açıklamada, Gaziantep'in tarihine ışık tutan 88 yıl önceki acıları, Fransızlarla yaptığı çatışmayı, barış ve dostluğa dönüştüren bir proje başlattıklarını belirtti. Bir odayı dostluk nişanesi olarak Fransızlara tahsis ettiklerini kaydeden Can, bu kapsamda Carlo Bruni'yi de Gaziantep'e davet ettiklerini hatırlattı. Can, "Biz kendi evlatlarımıza ve tarihimize bir oda ayırdıysak onlara da bir odaya ayıracağız. Bu odayı Fransızlar için döşeyeceğiz." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Adem Yılmaz, 06.11.2008

"BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, TRUVA MÜZESİ İÇİN NE GEREKİYORSA YAPMAYA HAZIR"

 

Rüyasını gerçekleştirmek için Çanakkale'ye gelerek Truva antik şehrini gezen Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) Genel Direktörü Koichiro Matsuura, Truva müzesi yapımı için her türlü yardıma hazır olduklarını söyledi.

 

Japonya'da öğrenciyken Truva'ya ilgi duymaya başladığını belirten Matsuura, bu ilginin kaynağında 'İlyada' destanının ve kazıları başlatan Schliemann'ın kitaplarının bulunduğunu kaydetti. Bu sebeple 6 bin yıllık tarihe sahip bölgede bulunmaktan dolayı son derece mutlu olduğunu belirten UNESCO Genel Direktörü Matsuura, daha fazla tanıtılması için yapılması düşünülen Truva müzesiyle ilgili olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'la görüşme imkanı bulduğunu söyledi.

 

UNESCO'nun gelişme yolundaki ülkelere, müzeler yapma ya da mevcut olanları çağdaşlaştırma konusunda destek verdiğini, bu durumda gerek duyulursa Kültür ve Turizm Bakanlığı'yla işbirliği yapabileceklerini hatırlatan Matsuura, "Bu sadece Truva'yı değil, dünyanın çeşitli yörelerindeki birçok tarihi ören yerini de ilgilendirmektedir. Biz de meselenin bilincindeyiz. Bu amaçla UNESCO, böyle problemleri çözümlemek için hükümetler arası bir komisyon kurmuştur. Türk hükümeti bunu gündeme getirmek isterse, komitenin görüşmeyi isteyeceğinden eminim. Bunun yanında üzülerek söylemek isterim ki buna benzeyen birçok problem var ama hemen çözüm bulunması çok güç." dedi.

 

Koichiro Matsuura'nın bölgeyi ziyaretinin büyük önem taşıdığını ifade eden Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar ise müze konusunda sıkıntı olmadığını söyledi. Projenin sonuna gelindiğini, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müzenin kurulabilmesi için bir yerin kamulaştırıldığını kaydeden Haznedar, "Proje yarışması, aralık ayında yapılacak. Ulusal ve uluslararası alanda söz sahibi olan prestijli firmalar girecek. Proje aşamasından sonra Truva antik şehri, kendisine yakışır bir müzeye sahip olacak. Projenin hayata geçirilmesi için maddi sıkıntı yok. Genel Direktör Matsuura'nın gelmesini, bu amaca yönelik bir izlenim ve araştırma vesilesi olarak görüyorum. Müzenin çoktan yapılması gerekiyordu, bu gecikme Kültür ve Turizm Bakanlığımız'ın katkılarıyla sona erecek. Truva bir dünya markasıdır." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Muzaffer Altunay, 06.11.2008

HOMEROS'UN MİRASINI TAŞOCAKLARI YOK EDİYOR





“Troya Tarihi Ulusal Milli Parkı" sınırında bulunan ve 96 kuş türünü barındıran Skamander Vadisinde (Araplar Boğazı) taşocaklarının neden olduğu giderek artan kirlilik, tarihi çevresel dokuyu tehdit ediyor. Skamander Vadisi (Araplar Boğazı) içinde, vadi yamaçları ile vadi sırtlarında sayıları 5"e ulaşan taşocağının çevreye yaydığı gürültü, titreşim ve yarattığı su kirliliği nedeniyle, Araplar Boğazı mevkiinde yaşayan 96 kuş türü ve Troya Milli Parkı ile sınırlarında yaşayan toplam 192 kuş türünün yaşam alanlarını tehdit ettiği belirtiliyor.

Türkiye"nin taraf olduğu "Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması Sözleşmesi" ve "Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi" gereği, 1996"da ulusal park olarak ilan edilen "Troia Tarihi Ulusal Parkı" 1998"de de UNESCO tarafından "Dünya Kültür Mirası" olarak kabul edilip, listeye alınmıştı.

Troia Antik Kenti Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Yrd. Doç.Dr. Rüstem Aslan"ın Araplar Boğazı ve vadideki antik alanlarla ilgili yaptığı açıklamada, şöyle dedi: "Troia ve yakın çevresi Homeros"un doğal çevresi olması nedeniyle 1996"da Troia Tarihi Milli Parkı olarak ilan edilmiştir. 1998 yılında ise Troia, Homeros ve onun Troia merkezli yarattığı kültür mirası göz önüne alınarak, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi"ne dahil edilmiştir. Araplar Boğazı da hem arkeolojik hem de araştırma tarihi açısından bu doğal çevreyi bütünleyici özelliklere sahiptir. Araplar Boğazı, Troia bağlantılı arkeolojik yerleşim sistemi, araştırma tarihi ve kültür coğrafyası açısından, bir bütün olarak görülmeli ve bu kapsamda bir bütün olarak korunmalıdır."

Çanakkale Çevre Platformu Sözcüsü Hicri Nalbat da yaptığı açıklamada, "Dünyaca ünlü kültür coğrafyası olan Kazdağları ve yöresine, arkeolojik mirasın, yedi bin yıllık Anadolu tarihinin ortasına, çimento fabrikaları, termik santrallar kurarak, altın madeni ruhsatları vererek Anadolu tarihini yok etmek, unutturmak istiyorlar" dedi.

Nalbat, verilen söz konusu taşocakları ruhsatları ile doğal anıt niteliğindeki Araplar Boğazı ile yakın çevresinde yaşayan 200 kadar kuş türünün de doğal ortamının yok edilmek istendiğini kaydetti. Doğa ve kültür mirasının yok olmasının yanı sıra Çanakkale"nin bereketli tarım topraklarının da asit yağışları ile çoraklaşacağını belirten Nalbat, "Oysa biz halkımızın temiz, sağlıklı bir çevrede yaşamasını, çocuklarımızın, torunlarımızın doğa ile iç içe kuşlarla birlikte, tarihle, mitolojiyle büyümelerini istiyoruz. Çanakkale coğrafyasının, doğasının, doğal ve kültürel mirasımızın bu saldırılara karşı savunulması için bütün demokratik kitle örgütlerini Çanakkale halkıyla dayanışmaya ve güç birliğine, konunun takipçisi olmaya, yetkili ve sorumluları da göreve çağırıyoruz" açıklamasında bulundu.

Birgün, 06.11.2008

EN ESKİ ŞAMAN MEZARI İSRAİL'DE

 

45 yaşındaki bir Şaman kadına ait olduğu belirlenen mezar, içinde bulunan çeşitli türden hayvanları bir arada barındırdığı için var olan Şaman mezarlarından farklılık gösteriyor.

İsrailli arkeologlar, ülkenin kuzeyinde 12 bin yıllık Şaman mezarı buldu. Kudüs’teki İbrani Üniversitesi arkeologlarınca bulunan mezarın, tarihteki en eski Şaman mezarlarından biri olduğu belirtiliyor. İbrani Üniversitesi tarafından yapılan açıklamada, Batı Celile bölgesindeki Hilazon Tachtit kasabası yakınlarındaki kazıda bulunan Şaman’ın kadın olduğu ifade edildi. 28 kişinin gömülü olduğu toplu mezardaki kadın cesedi, Şaman inancına uygun bir şekilde diğerlerinden bir duvar yardımıyla ayrılmış bir bölümde bulunuyor. Kadın Şaman’ın yaşadığı dönemde avcılık ve toplayıcılıkla yaşamlarını sürdüren ve bugünkü Lübnan, Suriye ve İsrail dolaylarında yaşayan Natuf halkından büyük saygı gördüğünün, birlikte gömüldüğü hediyelerden anlaşıldığı kaydedildi. Kadının 45 yaşında ve ufak tefek yaklaşık 1.50 boyunda, bel kemiğindeki bir asimetri nedeniyle büyük olasılıkla topalladığı ya da ayağını sürüyerek yürüdüğü ifade edildi.

Mezarda, kaplumbağa, leopar, kartal, yaban domuzu gibi hayvanlara ait kalıntılar da bulundu. Connecticut Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Natalie Munro, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Bu mezarın diğerlerinden farkı mezarın içinde bulunan değişik cinsten bir çok hayvan bedeninin özellikle bir arada gömülmesi. Anlaşılan o ki bu mezara konulacak hayvanları bulmak da o yıllarda yaşayan insanlar için epey zor olmuş” yorumunu yaptı. Mezarın içinde bir insan ayağı kalıntılarının da bulunduğunu ifade eden Munro, “İlginç olan bunun tek bir ayak olması. Söz konusu adamın vücudunun diğer bölümlerinden kesilmiş bir ayak, kadın cesedinin yanında duruyordu. Belli ki bu ayak, mezara sonradan yerleştirilmiş” yorumunu yaptı. Şaman dinine inananların bir dönem insan organlarını parçalara ayırdıklarını ve bu mezarın da buna bir kanıt olduğunu anlatan Munro, bu uygulamanın nedeninin henüz belirlenemediğini de sözlerine ekledi.

Arkeolog Dr. Leore Grosman da, Şamanların gömülme ritüellerinin, yaşamlarındaki rollerini yansıttığına işaret ederek, kabilenin, kadının bu hayvanların ruhlarıyla yakın ilişkide olduğuna inandığının düşünüldüğünü kaydetti.

Grosman’a göre kadın, mezarına alışılmışın dışında bir biçimde yerleştirilmiş. Sırtı, kalça kemiği ve sağ bacak kemiği, mezarın güney duvarına yaslanmış olarak yan yatırılmış. Bacakları ayrılmış ve dizlerinden içeri bükülmüş. Gömüldüğünde kadının başı, kalça kemiği ve kolları üzerine iri taşlar yerleştirilmiş. Ceset çürüdüğünde bu taşlar ağırlıklarıyla altlarındaki kemiklerin yerlerinden oynamasına ve kalça kemiğinin omurgadan ayrılmasına yol açmış.

Dr. Grosman, bu taşların ölünün vahşi hayvanlarca yenilmesini önlemek için konulmuş ya da kabilenin, şamanı ve ruhunu mezarda tutmak için başvurduğu bir çözüm olabileceği görüşünde birleşiyor. Cesedin kemik yapısını incelemeye alan araştırmacılar, bunun yaşlı bir kadına ait olduğu fikrine vardıklarını dile getiriyor.

Taraf, 06.11.2008

DENİZ ÇEKİLDİ, ANTİK LİMAN ORTAYA ÇIKTI

 

Balıkesir'in Burhaniye İlçesi'nde denizin çekilmesi sonucu 3 bin yıllık antik liman ortaya çıktı. Edremit Körfezi'ne adını veren "Adramytteion" antik kentine ait liman, görenlerin ilgisini çekiyor. 

Gel-git sebebiyle ortaya çıkan tarihi limanın kalıntıları deniz kuşlarına tünek haline gelirken, ilginç görüntülere sahne oluyor. Antik limanı seyretmek için gelen Burhaniyeliler, kayıkla yapılan gezintilerde limanın daha net görüldüğünü söyledi. 

"Adramytteion" kentinden çıkan çeşitli değerli taşlar da Ören Meydanı'ndaki açık hava müzesinde sergileniyor. Antik limanın yoğun ilgi çektiğini belirten vatandaşlar, "Gelgit sebebiyle zaman zaman denizde çekilmeler olunca antik liman ortaya çıkıyor. 3 bin yıllık antik liman büyük ilgi çekiyor. Kayıkla gezildiğinde limanı daha iyi görmek mümkün. Tarihi eserlere sahip çıkılmalı" dedi.

Balıkesir Kent Haber, 06.11.2008

BELDELERDE SEVİNÇ VE HÜZÜN





Nüfusu 2 binden aşağı düşen belde belediyelerinin kapanmasını öngören yasaya Anayasa Mahkemesi “bazıları dışında evet” dedi. Bunun yerel seçimlere nasıl yansıyacağını ise Yüksek Seçim Kurulu Başkanı şöyle açıkladı: “Nerede köy, nerede belediye seçimi yapılacağına Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesi yayımlandıktan sonra toplanıp bir karar vereceğiz.” (Hürriyet-02 Kasım 2008)

 

Oysa Anayasa Mahkemesi’nin kararı açık. Yüce yargı, bu yasa çıktığından beri kim bilir kaç kez yazdığımız “çekince”lerimize sanki hak veriyor. Her biri tarihten gelen “kurumlaşmış” gelenekleriyle kentlerine ve yerel değerlerine sahip çıkan; ya da bütün bunların “belediye”yle geliştirilmesi gereken “belde”lerin köyleştirilmesine “hayır” diyor.

 

Çünkü karar, adrese dayalı nüfus sayımıyla “2 binden azsın” denmesine “itiraz” eden belediyelerin haklarını korumakla yetinmiyor. Tarihsel kimlikleri ve doğal güzellikleri ancak demokratik bir yerel yönetim örgütlenmesiyle korunabilecek, kültür ve turizm bölgelerindeki beldelerin de yine “belediyeleriyle yaşamaları”nı sağlıyor.

 

Biz de hep öncelikle bunu savunduk. Aralarında Osmanlı döneminde kurulanların bile bulunduğu; hatta ulusal ve uluslararası ödüller almış belediyelerimizi kapatan anlayışın “sorgulanması” gerektiğini belirttik. Şimdi yüce yargı, bu serzenişimizin temel nedenini oluşturan ve yasaya eklenmiş 44 sayılı listedeki köklü belediyeleri de yok etmeyi öngören geçici 1. maddeyi iptal ederek, “uygarlık ve kent kültürü”nü umursamayan iktidara adeta şu dersi vermiş oldu:

“Kentsel yaşamın demokratik gelişimi ancak belediye ile olur. Bu nedenle her biri kendi beldelerinin tarihsel varlıklarıyla bütünleşmiş belediyeleri kapatmak, çağdaş yaşamla bağdaşmaz...”

 

Nitekim Çorum’a bağlı uygarlık merkezimiz Alacahöyük; Marmaris’in cennet köşesi Turunç; Akdeniz kıyılarımızın ünlü kasabası Kalkan; Aksaray’ın kimlikli beldesi Ulukışla; Kırşehir’e bağlı tarih zengini Dulkadirli; Ege’nin efsanevi gölüne adını veren Bafa; Muğla’nın korunması gereken SİT’lerinden Bozüyük; Kapadokya’nın güzelleri Göreme ve Mustafapaşa; Şanlıurfa’nın kültür merkezlerinden Eyüpnebi.. ve daha birçok “tarih, kültür ve turizm” yerleşmemiz için iktidarın “sizi kapattım!” sözü yargıdan geri dönmüş oldu.

 

"Oyçokluğu"nun ikilemi!

İşte bu sonuca rağmen, medyanın aynı kararı sadece “CHP’nin iptal başvurusuna ret” şeklinde duyurması, sıradan bir “cehalet” olabilir mi? Yasanın tarihsel belediyeleri kapatan geçici 1. maddesi iptal edilirken, diğer maddelerinin “onay”lanmasını sağlayan üyelerin aynı zamanda AKP’yi “kapatmayan”lar olması ise ne kadar düşündürücü? Çünkü, yasanın 5 oya karşı 6 oyla “Anayasaya uygun” sayılması sonucunda “kapanacak” belediyeler arasında “kapanmayan”larla benzer özelliklere sahip olanlar da var. Örneğin Bursa’nın Gölyazı beldesi, antik çağdan beri ünlü Apollon gölüyle iç içe yaşayan bir kasaba olduğu halde ve tümü doğal-kentsel SİT kapsamında korunmasına rağmen artık “belediyesiz” mi kalacak?

 

Yine yasanın iptal edilmeyen maddeleri yüzünden, İstanbul varoşlarındaki onca kaçak yerleşme yanında planlı ve yasal yapılaşan bir Bahçeşehir; adını ünlü mimarımızın köprülerinden alan bir Mimarsinan; Ankara’da cumhuriyetin gözbebeği köy enstitüsünü kucaklamış bir Hasanoğlan; Anadolu’yu Kıbrıs’a bağlayan iskelemiz Taşucu gibi, her açıdan belediye olmaları gereken kasabalarımız da nasıl “köy” ya da “mahalle”ye dönüşebilirler?

 

Anayasa Mahkemesi’nin 6 üyesince bu garipliğe gerekçe gösterilen “yasamanın takdiri”, yukarda örnekleri verilen “kapatılmaları durdurulmuş” belediyeler için de geçerli değil miydi?

 

Ya "özerklik şartı"?

Aynı takdirin demokratik haklara uygun kullanılması gerektiğinden, 6 üyenin bunu umursamadan “CHP’nin iptal istemine ret oyu” vermeleri; dahası “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı bile gözetmemeleri, yüce yargıyı hak etmediği soru işaretleriyle karşı karşıya bırakıyor.

 

TBMM onayıyla “ulusal yasa”mız sayılan söz konusu şart, belediye kurulurken uygulanan “referandum” kuralını kapatılırken de öngörüyor. 5’e karşı 6 oyla alınan karar, belde sakinlerinin evrensel demokratik hakkını bile göz ardı etmiş oluyor.

 

Gelişmiş demokrasilerde insan yerleşimlerinin olabildiğince belediye ile yönetilmesi “demokratik toplum hedefi”nin öncelikli koşulu kabul edilir. Avrupa ülkelerinde en küçük yerleşmelerin bile belediye olması bundandır.

 

Çünkü belediye, belde sakinlerinin o kenti yönetecek başkan ve meclis üyelerini seçerek göreve getirmeleri; beldenin yaşam koşulları ve geleceği hakkında kendi aralarından seçtikleri belediye meclislerini sorumlu kılmaları; “demokrasi bilincinin güçlenerek kurumsallaşması”nın da temelidir.

Bu nedenle belediyelere “demokrasinin beşiği”; belediye yapılanmasına da “demokrasinin kalesi” denmektedir. Öyle görünüyor ki hem kapatma yasasını hazırlayanlar, hem de kapatmaya onay verenler, bu tanımları bile önemsemiyorlar.

 

Büyükşehir beldeleri

Anayasa Mahkemesi “büyükşehirlerdeki beldeler”in kapanmasına ise Büyükşehir Belediye Başkanları’nı da dinleyerek karar verdi. Bu başkanlar eminim ki beldelerin öncelikle “imar anarşisti” olmalarından yakınarak, “planlı kentleşmeyi engellediklerini” söylediler. Ne var ki büyük şehirlerde de süregelen “imar düzenbazlıkları”nın önlenmesi için tutup onları da kapatmak nasıl çözüm değilse, aynı durum beldeler için de geçerli değil midir?

 

Büyükşehir Belediye Başkanlarının bu konudaki görüşleri “demokrasiden vazgeçmek” olmamalıydı. Demokrasiyi adeta “talan özgürlüğü”ne dönüştüren “denetimsiz imar yetkilerini kaldırmak” neden akıllarına bile gelmiyor?

 

Belde belediyelerinin “imardan sorumlu olmadan” da yerel hizmet verebileceklerini; hatta bunun sağlıklı ve demokratik kentsel yaşam için zorunlu olduğunu yüce yargıya neden söylemediler?

Ne var ki belediye ile imar yetkisi öylesine “özdeş” görülüyor ki örneğin kimse şu içerikte bir yasal düzenlemeyi hala önermiyor;

 

“Yerel hizmetleri yerel yönetimler yapar. Ancak yeterli teknik kadro ve ekipmanları olmayan belediyeler imar yetkilerini kullanamazlar. Büyükşehirlere bağlı belediyeler ise bütüncül kent planına uymak zorundadırlar...”

 

Aslında buna benzer yaklaşımlarla düzenlenen “İmar ve Şehircilik Yasası Tasarısı” 2004 yılından beri “Başbakanlık”ta bekletiliyor! Aynı tasarıya bile “aykırı” olan belediye kapatma yasası için “davacı” olmuş CHP’nin, yüce yargı kararına da uygun yeni bir yasa tasarısını hazırlayarak TBMM’ye sunması ne kadar anlamlı olur.

 

Üstelik, belediyelerin kapatılmaları bir yana, daha da çoğalmalarını öngören, böylece demokrasiyi tüm yerleşmelerimizde “çağdaş yaşam tarzı” kabul eden bir düzenleme olarak...

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 06.11.2008

MALEVICH' İÇİN
60 MİLYON DOLAR

 

Sotheby's müzayede evi önceki gün yapılan son müzayedesinde 45 resim ve heykelden toplam 223 milyon 800 bin doların üzerinde gelir elde ederken, Rus sanatının kendi piyasa rekoru da, tanınmış Modern soyut ressam Kazimir Malevitch'in Suprematist Kompozisyon adlı çalışmasıyla geldi.

1916 tarihli eser 60 milyon dolara alıcı buldu. Aynı dalın rekoru, 17 milyon dolarlık fiyatla yine Malevitch'e aitti.

Edvard Munch imzalı Vampir adlı eser ise etkinlikte tam 34 milyon dolara yeni sahibini buldu.

Sabah, 06.11.2008

KÜLTÜR MÜ? ZATEN SOMUT DEĞİL, YOK EDELİM GİTSİN.





Somut Olmayan Miras yalnızca bir akademik araştırma alanı, ya da Türkiye’nin barındırdığı zengin kültür mozaiği içerisinde tek bir kültüre odaklı ve yalnızca bazı geleneksel sanat dallarının canlandırılmasından, yeni tür bir “müzecilikten”, öteki kültürleri dışlayan bir yeniden tarih icadından, turistik bir tarihselcilikten ibaret sayılamaz, sayılmamalıdır.

 

UNESCO Türkiye Komisyonu'na Açık Mektup 

 

UNESCO Türkiye Komisyonu’nun Değerli Üyelerine,

 

İstanbul’da önemli bir toplantı, UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras 3. Hükümetlerarası Komite Toplantısı gerçekleştiriliyor. Toplantı hükümetlerarası nitelikte ancak, sivil toplum kuruluşlarının gözlemci olarak katılımı da sağlanmak zorunda. Türkiye, “Somut Olmayan Kültürel Miras Konvansiyonu”nu imzalayan ülkelerden biri ve üstelik İstanbul, 2002 yılında yine hükümetlerarası nitelikte olan “Somut Olmayan Kültürel Miras - Kültürel Çeşitliliğin Aynası” toplantısına evsahipliği yapmıştı. 2002 toplantısının sonuçları İstanbul Deklarasyonu başlığıyla tarihe kaydolmuştu. Somut Olmayan Kültürel Miras kavramı tarihsel korumacılığa yeni bir açılım getiriyor.

 

İstanbul Deklarasyonu, Somut Olmayan Kültürel Miras konvansiyonunun özünü oluşturan kültürel çeşitlilik, insan topluluklarının bilgi ve deneyim paylaşımı, yaşayan ve sürekli olarak yeniden yaratılan yol ve yöntemler, süreklilik, çok aktörlülük, demokratik katılım, kalkınma, ifade ortamı gibi temel kavramları vurguluyor. Oysa bu hafta İstanbul’da gerçekleştirilen toplantıya -eğer bir son dakika değişikliği olmazsa- Türkiye’den hiçbir sivil toplum örgütü katılmıyor; katılımdan yine korkulduğunu ve en kestirme yolun izlendiğini düşünüyoruz, çünkü ne STK’lar ne de medya haberdar edildi.

 

Türkiye'nin kültürel mirasa bakışı

Toplantıya katılan sivil toplum kuruluşları aslında hükümetlerin bu konuyu nasıl ele aldıklarının da bir göstergesi. Türkiye’den hiç katılımcı yok ama katılmak isteyen, ancak UNESCO tarafından STK olarak kabul edilmedikleri için başvuruları reddedilen üç kuruluş var (olasılıkla bakanlıkça uygun görüldükleri için haberdar edilen): Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü, Gazi Üniversitesi Türk Halkbilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi ve Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TURKSOY). Ne kadar ilginç... Somut Olmayan Kültürel Miras konusu yalnızca Türk dünyası araştırmaları yapanların konusu mu? Kültürel çeşitliliği ile evrensel bir zenginliğe sahip olan Türkiye’de bu alanda çalışan STK’larla iletişimi sağlayacak, diğer bazı STK’ları bu alana yönlendirecek, güçlendirecek bir bilgi ve iletişim ağı oluşturmak görevleriniz arasında değil mi?

 

Bir yıla yaklaşan bir süredir, “Sulukule Yenileme Projesi”nin gerçekleştirilmesi durumunda ortaya çıkacak olumsuz sonuçlar üzerine sizlerle temas halindeyiz. Bu görüşmelerimizde ve yazdığımız çeşitli mektuplarda, Sulukule’de yaşayan Roman topluluğun dağılma tehlikesinden söz etmiş, bu topluluğun kültürünün Somut Olmayan Kültürel Miras kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi yönünde görüşlerimizi tartışmış, sizler de bu görüşümüze katılmıştınız.

 

12 Haziran 2008 tarihinde Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği UNESCO Türkiye Komisyonu’na bu yönde bir dilekçe ile başvuruda bulundu. Verdiğiniz 8 eylül tarihli yanıtta ise konunun UNESCO Dünya Miras Merkezi raporunda yer aldığı, sizlerin de gelişmeleri beklediğiniz belirtiliyor. Geçen mayıs ayında İstanbul’a gelen UNESCO Dünya Miras Komitesi Heyeti “somut miras” konusunda uzman bir heyetti ve incelemelerini esasen bu yönde yaptı. Mekan sürekliliği, topluluğun topluluk olma özelliğini koruması için en önemli faktörlerden biri elbette ve Dünya Miras Komitesi bu anlamda üstüne düşen sorumluluğu yerine getirdi. Hatta ötesine geçerek Fatih Belediyesi’nin projesinin sosyal boyutuyla tartışılması gerektiğini vurguladı.

Ne var ki “Somut Olmayan Kültürel Miras” kavramı insan topluluklarının kültürel eylemlerini ve bunların ürünlerini içeriyor. Biz de Sulukule kültürünün bu yanıyla korunması, gerekli araştırmaların yapılması, topluluğun kalkındırılması yönünde yapılması gerekenler olduğunu düşünerek size başvurmuştuk. Dolayısıyla, başvurumuza aldığımız yanıt, gerek kavramın ele alınışı açısından gerekse UNESCO kriterlerini yorumlama, bu kriterlerin yaşamın hızlı akışı içinde gereğinde çok acil adımlar atılmasını da içeren temel mantığı açısından ne yazık ki üzücü ve umut kırıcı. UNESCO Dünya Miras Komitesi raporu ancak sizin desteğinizle bölge halkının yerinden edilmesini, geçmişi yüzyıllara uzanan bir kültürün dağılmasını engelleyebilirdi. Eğer, “evet, burada yaşayan halkın kültürel kimliğinin korunması, müzik ve dans geleneğinin sürdürülmesi için yerlerinden edilmemesi iyi olur, durun biraz düşünelim” bile demiş olsaydınız, bu bile, gidişatı bir nebze olsun etkilerdi.

 

Tüm dünya korumacı yaklaşıyor

Size en son “gelelim ve projenin içeriğini size aktaralım, sizi bilgilendirelim” diye yazdık. Ne yazık ki olumsuz bile olsa bir yanıt alamadık bu önerimize. Ve geçen hafta yaptığımız son telefon görüşmemizde hala Fatih Belediyesi tarafından yapılan, “projeyle, Sulukule’de yaşayanların kötü yaşam koşullarının değiştirilmesinin amaçlandığı” demagojisine inanıldığını duymaktan tarif edilmez bir üzüntü duydum. UNESCO DMK raporu bile bunun bir soylulaştıma projesi olduğunu söylerken, projeyi bunca zamanda görme, inceleme gereğini duymamış bu bürokratik yaklaşımı kabul edebilmek mümkün değil. Size yine son mektuplarımızın birinde BM Habitat Uluslararası Danışmanlar Kurulu’nun (AGFE) üyesi olan, International Alliance of Inhabitants (IAI) Başkanı Cesare Ottolini’nin bağlı bulunduğu kurullar adına, TC yöneticileri ve yerel yöneticilere gönderdiği mektubu iletmiştik. Tıpkı Bay Ottolini gibi bir başka AGFE üyesi ve UNESCO Tarihi Bölgelerin Sosyal Canlandırılması Komitesi üyesi Prof. Yves Cabannes da Sulukule’ye geldi, rapor yazdı, öğrencileriyle atölye çalışması yaptı. AGIT kurallarının uygulanmasını izlemekle sorumlu ABD Helsinki Komisyonu üyeleri de Sulukule’ye geldiler ve yazdıkları raporda 1999 İstanbul Zirvesi kararlarını hatırlatarak, Roman topluluğun dağılması tehlikesine dikkat çektiler.

 

Biz onları çağırmadık, onlar duydular ve geldiler. Sizinle ise görüştük, bütün gelişmeler konusunda sizleri anında bilgilendirdik, masanıza somut bir dilekçe bıraktık, “gelelim ve anlatalım” dedik. Ne acı; iki satırlık bir e-posta yanıtı bile alamadık.

 

İstanbul’da düzenlenen Somut Olmayan Kültürel Miras Toplantısından zamanında haberimiz olamadığı için de üzgünüz. Sulukule Platformunda yer alan, başta Sulukule Roman Derneği olmak üzere, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının deneyimleri gerek toplantının geneli, gerekse Türkiye’de bundan sonra izlenecek süreç açısından çok değerli katkılar sağlayabilirdi.

 

"Esmer vatandaşlar" gafı affedilemez

Sulukule örneğinde olduğu gibi politikacılar tarihin affetmeyeceği gaflar yapabiliyorlar; “buralarda bazı yasadışı işlerle uğraşan esmer vatandaşlar yaşıyor” diyebiliyorlar. UNESCO belgelerinin hepsinin değişmez ilkelerinden birinin ırkçılığa taviz verilmemesi, çok kültürlülük ve azınlıkların haklarının korunması olduğunu politikacılara hatırlatmak sizin göreviniz. Size güvenmek zorundayız.

 

Sulukule Platformu, sanıyorum Türkiye’de Somut Olmayan Kültürel Miras kavramını bilinçli olarak telaffuz eden, ciddi bir sorun olarak ele alan ilk sivil toplum kuruluşu, sizlerle iletişim halinde olma çabası gösteren tek sivil inisiyatif. Bizzat benim yazılarım, mayıs ayında UNESCO DMK’ne yaptığım sunumda odaklandığım konu Somut Olmayan Kültürel Miras olmasına karşın bu durumun dikkatinizden kaçmasını anlayamıyorum. Kültür Bakanlığı’na sunabileceğiniz STK portföyünüzde neden yokuz, anlayamıyorum.

 

Bilim insanı kimliğinize de sesleniyorum: Neden Sulukule’yi bir laboratuar olarak kullanmadınız, kullanmıyorsunuz?

 

Yapıcı yaklaşım bu denli zor mu

Sulukule büyük ölçüde boşaltıldı. Ancak insanlar yine de o çevreden ayrılmamak için çaba gösteriyorlar ve dönüp dolaşıp yine harabe halindeki mahallelerinde biraraya geliyorlar. Şehir Planlamacı bir grup akademisyen belediyenin projesinin tek seçenek olmadığını ifade eden, başka seçeneklerin de bulunabileceğini gösteren alternatif bir plan hazırladılar. Belediyenin projesi bölgeyi bütünüyle yerli halktan temizlerken bu akademisyenler, bölgeyi, var olan halkıyla sağlıklı hale getirmenin, sürdürülebilir kalkınmanın mümkün olduğuna ilişkin öneriler sunuyorlar.

 

Öte yandan çeşitli STK gönüllüleri açılan Çocuk Merkezi’nde çocukları yeniden okullarına döndürme yolunda çalışıyorlar, bazı gönüllü hocalar ritim, müzik vb. beceri kursları veriyorlar. Hala yapılabilecek şeyler var, çünkü topluluğun kültürel ruhu henüz çözülmedi.

 

Sonuç olarak, bunca özel çalışma yürütülen bir konuda çalışan STK’ların ve bunun gibi daha pek çok farklı kültürel alanda çaba sarfeden tüm STK’ların, Somut Olmayan Kültürel Miras konulu, üstelik İstanbul’da yapılan bir toplantıdan haberdar bile edilmemelerinin, gerek somut gerek soyut anlamda, Kültür Bakanlığı ve UNESCO Türkiye Komisyonu’nun meseleye “kültürlü”ce bakamadığının bir göstergesi olduğunu düşünüyoruz. 

 

Saygılarımızla... 

Derya Nüket Özer / Sanat Tarihçi

Taraf, 06.11.2008

DALİ'NİN 12 TABLOSU MÜZAYEDEYE ÇIKIYOR

 

Sabancı Müzesi’nde 20 Ocak 2009’a kadar sergilenecek sürrealist İspanyol ressam Salvador Dali’nin 12 çalışması, 16 Kasım’da İstanbul Ortaköy Feriye’de gerçekleştirilecek Artium Sanat Evi’nin Geleneksel Güz Müzayedesi’nde satışa sunulacak.

Karton üzerine renkli gravür baskı tabloların açılış bedeli 6 bin Euro olarak belirlendi. Dali tablolarının tümü uluslararası resim otoritesi J.P. Schneider imzalı sertifika ile açık artırmaya giriyor.

 

Müzayedede Nuri İyem, Cemal Tollu, Leyla Gamsız, Avni Arbaş, Komet, Zeki Faik İzer, Hikmet Onat imzalı 70 ünlü Türk ressamının çok özel nü tabloları da yer alacak.

Hürriyet, 06.11.2008

KANATLI DENİZATI BROŞU MÜFETTİŞLERİ YORDU

 

Karun Hazinesi’nin en nadide parçası olan Kanatlı Denizatı Broşu’nun iki yıl önce Uşak Müzesi’nden çalındığının ortaya çıkmasının ardından müzelerde başlayan denetimler müfettişleri yordu.

Müfettişler, broşun çalınmasının ardından iki yılda 72 müzeyi teftiş etti. Teftiş Kurulu’nun 2007 Faaliyet Raporu’ndaki bilgilere göre broşun çalınmasının ardından eski Kültür Bakanı Atilla Koç tüm müzelerde denetleme başlattı. Raporda, müfettişlere verilen iş miktarının 2005-2007 yılları arasında istikrarlı bir artış eğiliminde olduğu, 2004’ten itibaren iş sayısında yaklaşık iki kat, bakan onayına bağlanan rapor sayısında da yüzde 61 artış olduğu belirtildi. Raporda, müfettişler diğer bakanlıklardaki müfettişlerle aralarında çok fazla maaş farkı olduğunu ve az personelle çalıştıklarını da belirtildi.

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 06.11.2008

EDİRNE'DE 120 YILLIK TOP GÜLLELERİ BULUNDU

 

 

Saraçhane Mahallesi ile Yeni İmaret Mahallesi'ni birbirine bağlayan Saraçhane Köprüsü'nde devam eden restorasyon çalışmaları sırasında top gülleleri bulundu. Onarım çalışmalarını üstlenen firma çalışanları köprünün her tarafından kazı çalışmaları yapıyor. Tarihi köprünün orijinal halinin ortaya çıkması için yapılan kazılarda top güllerine rastlandı. Köprünün ayaklarında süren çalışmalar sonucunda aynı cinsten 5 adet gülle bulundu. Gülleler çalışanlar tarafından önce firma yetkililerine, ardından da Edirne Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Yapılan incelemelerde güllelerin yaklaşık 120 yıllık geçmişe sahip olduğu belirlendi.

Güllerin bulunduğu alan tarihi Osmanlı Sarayı'nın yakınında bulunuyor. Sarayın bir bölümü Osmanlı tarafından cephanelik olarak kullanılıyordu. Kültür Bakanlığı'nın resmi internet sitesinde güllelerin 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından önce kullanıldığı yazılıyor. 1875'de Rusların Edirne'yi işgal edeceği haberi üzerine sarayın yakınında bulunan cephanelik Rusların eline geçmesin diye Vali Cemil Paşa'nın emriyle ateşlendi. Böylece 3- 4 gün süren patlama sonucunda gülleler sarayın yakınlarında bulunan arazilere düştü. Zaman zaman bulunan top gülleleri Selimiye Camii bahçesinde bulunan Türk-İslam Eserleri Müzesi'nde sergileniyor.

Trakya Net Haber, 06.11.2008

KAÇAK KAZI YAPANLARA SUÇÜSTÜ

 

Kayseri'de define bulmak için kaçak kazı yapan 5 kişi gözaltına alındı.

Melikgazi İlçesi'ne bağlı Gesi beldesi Kayabaşı Köyünde eski kilise ve mezar kalıntılarının bulunduğu alanda, define bulmak umuduyla gece jeneratör ve hilti kırıcı kullanarak kaçak kazı yapmaya başlayan Hakan K, Erkan İ, Mesut B, Kenan K. ve Ali A, jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakalandı.

Yetkililer, kazı alanında bulunan jeneratör, hilti kırıcı, 2 spot lamba ve 2 küreğe el konulduğunu, soruşturmanın sürdüğünü kaydetti.

Gözaltına alınan sanıkların, jeneratörden elde ettikleri elektriğin bir bölümünü kazı yaptıkları bölgenin aydınlatmasında, bir bölümünü de kayaları kırmak için getirdikleri hilti aletinde kullandıkları bildirildi.

Kayseri Kent Haber, 06.11.2008

ULUBURUN BATIĞI ESERLERİ ABD'DE





Antalya'nın Kaş İlçesi'nde bulunan "Uluburun Batığı"ndan çıkarılan 98 parça eser, ABD'deki New York Metropolitan Müzesi'nde 18 Kasım'da açılacak "Babil'in Ötesi: MÖ 2'nci Binyılda Sanat, Ticaret ve Diplomasi" isimli sergide yer alacak.

 

Serginin tanıtımı dolayısıyla Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Plaza Konferans Salonu'nda düzenlenen basın toplantısında konuşan Türk Amerikan İş Konseyi (TAİK) Başkanı Haluk Dinçer, "Uluburun Batığı"ndan çıkarılan eserlerin, bölgenin tarihi açısından çok önemli bilgilere ışık tuttuğunu ifade ederek, bu eserlerin Türkiye'nin tanıtımı açısından da büyük önem taşıyan bir sergiye katkıda bulunmasından büyük bir mutluluk duyduklarını söyledi.

Dinçer, Antalya'nın Kaş İlçesine bağlı Uluburun açıklarında gün yüzüne çıkarılan batığın, dünyada bilinen en eski ticaret gemisi olduğunu vurgulayarak, "Serginin ağırlıklı bölümünü oluşturan Uluburun Batığı, ABD'nin en saygıdeğer 2 arkeoloji dergisine göre, son 50 yıl içinde dünyada ortaya çıkarılan en önemli 10 eserden biridir" dedi.

New York Metropolitan Müzesi'nde toplam 350 parça eserin sergileneceğine dikkati çeken Dinçer, bunlardan 98 parçanın "Uluburun Batığı"ndan çıkarılan ve halen Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde yer alan eserler olduğuna vurgu yaptı.

Türkiye'nin çeşitli müzelerinden toplam 140 tarihi eserin de sergide yer alacağını belirten Dinçer, aynı sergi için dünyanın başka müzelerinde bulunan koleksiyonlardan da eserler alındığını kaydetti.

Dinçer, amaçlarının, Anadolu ve Akdeniz çanağında binlerce yıl önce yaşanan ticari hayat hakkında yeni bilgi parçaları oluşturmak olduğunu ifade ederek, "Bu sayede bu zamana kadar oluşan bilgiler bir araya getirilerek ortak bir platform oluşturulacak" diye konuştu.

"Babil'in Ötesi: MÖ 2. Binyılda Sanat, Ticaret ve Diplomasi Sergisi"nin gösterdiği gibi küresel ekonominin kökenlerinin, en az 4 bin yıl gerilere kadar gittiğini belirten Dinçer, "Uluburun Batığı" eserlerinin büyük zorluklarla gün ışığına çıkarıldığını anlattı.

Dinçer, Türkiye'nin dışında hiçbir yerde sergilenmeyen eserlerin New York'ta büyük sabırsızlıkla beklendiğini ifade ederek, "Aynı zamanda sergi yeni ufuklar açan bir dönemin zengin, sanatsal ve kültürel geleneğiyle tanışmak için eşsiz bir fırsat sunuyor" dedi.

18-19 Kasımda düzenlenecek 2 ayrı resepsiyonla açılışı yapılacak olan sergi, 15 Mart 2009'a kadar açık kalacak.

Dünyanın en büyük ve kapsamlı sanat müzelerinden biri olan New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi, 1870 yılında bir grup sivil toplum önderi, hayırsever ve sanatçı tarafından kuruldu. Müze, Central Park'ın içinde bulunan şimdiki yerine 1880 yılında taşındı. Müzenin koleksiyonunda, dünyanın her tarafından antik çağlardan günümüze 5 bin yıllık kültür hayatına yayılan 2 milyondan fazla sanat eseri bulunuyor. Müzeyi, her yıl yaklaşık 5,5 milyon kişi ziyaret ediyor.

Cnn Türk, 05.11.2008

554 YILLIK CAMİ HARABEYE DÖNÜŞMEKTEN KURTARILDI

 

Edirne'nin Uzunköprü İlçesi'ne bağlı Kırıkkavak Köyü'nde bulunan 554 yıllık Gazi Turhan Bey Camii onarılarak ibadete açıldı.

2. Murat'ın damadı, Fatih Sultan Mehmet'in eniştesi Paşa Yiğit Bey'in oğlu Gazi Turhan Bey tarafından 1454 yılında yapılan cami, dönemin en önemli yapıları arasında yer alıyordu. Geçen zaman içinde harabeye dönen cami, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edildi.

 

Restorasyon projesi kapsamında caminin yıkık olan kubbesi ile minaresi tamamlandı. Tüm cephelerin onarımı ve temizliği yapıldıktan sonra caminin döşemesi, tüm kapı, pencere ve elektrik tesisatı yapıldı. Bahçesi de duvarları ile birlikte yeniden düzenlendi. Kare planlı olan cami, tek kubbeyle örtülü gövdesinin kuzeybatı köşesinde yer alan minaresiyle anıtsal bir görünümde. Eserde inşa malzemesi olarak düzgün kesme, kaba yontu ve moloz taş ile tuğla kullanıldı. Beden duvarlarında, minare kaidesinde ve üst örtüde, taş ile tuğla alternatif şekilde örülerek hem almaşık hem de kenetleme tekniği uygulandı. Caminin kuzeybatı köşesine dıştan bitişik olan ve kaidesine kadar yıkık olan minare, orijinalde poligonal kaideli, silindirik gövdeli ve tek şerefeli olarak yeniden yapıldı. Minare gövdesi ve kemerlerde ise tuğlaya yer verildi.

Zaman, Haber: Mehmet Tekin, 05.11.2008

MEVLANA MÜZESİ ZİYARETÇİ REKORUNA KOŞUYOR

 

Türkiye'nin en fazla ziyaretçi gelen müzelerinden Mevlana Müzesi'ni 10 ayda 1 milyon 370 bin 871 yerli ve yabancı turist ziyaret etti. 

 

UNESCO tarafından 2007 yılının Mevlana Yılı ilan edilmesinden sonra özellikle müzeye gelen yabancı turist sayısında büyük oranda artış yaşandı.Yurt içi ve yurt dışında yapılan tanıtım çalışmaları sayesinde ziyaretçi sayısının her yıl arttığı Mevlana Müzesi'ni bu yılın 10 aylık bölümünde (ocak-ekim) 1 milyon 104 bin 888'i yerli olmak üzere toplam 1 milyon 370 bin 871turist ziyaret etti.Müzeye gelen yabancı turist sayısında ocak-ekim döneminde geçen yıla göre yaklaşık yüzde 40 oranında artış olduğunu ifade eden yetkililer, şunları kaydetti. 

 

"Geçen yılın 10 aylık dilimde 188 bin 970 yabancı ziyaretçinin geldiği müzeye bu yılın aynı döneminde yüzde 40 artışla 265 bin 983 yabancı turist geldi.Yine geçen yıl 1 milyon 97 bin 349 yerli turistin ziyaret ettiği Mevlana Müzesi'ni bu yılın aynı döneminde 1 milyon 104 bin 888 yerli turist gezdi.Toplamda ise 1 milyon 286 bin 319 turistin ziyaret ettiği Mevlana Müzesi'ni bu yılın 10 ayında 1 milyon 370 bin 871 kişi ziyaret etti. Bu sayının Mevlana'nın anma törenlerinin düzenleneceği aralık ayında daha çok artacağını düşünüyoruz."Bu yıl müzeye gelen yabancı turist sayısındaki artışta 2007 Mevlana Yılı etkinlikleri ile Konya Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Büyükşehir Belediyesi ve kentteki diğer kurumların tanıtım ve reklam faaliyetlerinin büyük etkisi olduğunu belirten yetkililer, yıl sonunda müzenin ziyaretçi rekoru kırmasını beklediklerini kaydetti. Yetkililer, müzeye gelen yabancı turist sayısının her geçen yıl arttığını, yabancı turistler arasında bu yıl Rus ve Polonyalıların ağırlıkta olduğunu bildirdi.

Yeni Şafak, 05.11.2008

KARAGÖZ İNSANLIĞIN ORTAK DEĞERİ OLUYOR

 

 

Kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel gölge oyunu Karagöz ve Aşıklık geleneği, UNESCO'nun korumasına giriyor. İki ayrı dosya halinde tasarlanan ve toplantı dolayısıyla verilmesi planlanan karar, dün İstanbul Conrad Hotel'de başlayan ve dört gün sürecek UNESCO İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültür Mirası hükümetlerarası uzmanlar komitesinin üçüncü olağan toplantısında ele alınacak. Somut olmayan kültür mirası ifadesi, "Topluluklar, gruplar ve kimi durumlarda bireylerin kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araç, gereç ve kültürel mekanlar" anlamını taşıyor. Mevlevilik ve Sema töreni ile meddahlık geleneği, Türkiye'nin 2006'dan beri taraf olduğu UNESCO İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültür Mirası sözleşmesi uyarınca, 'başyapıt' listesine alınmış ve insanlığının ortak değeri sayılmıştı. Toplantıların açılışında konuşan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Karagöz, aşıklık geleneği, meddahlık, çam düdüğü, ve sema, zengin kültürel mirasımızın önemli örneklerindendir ve güçlü bir şekilde yaşamaya devam edecektir. İnsanlığın somut olmayan kültür mirası temsil listesine yazdırmak üzere sunduğumuz kültür değerlerimizi, sizlere daha yakından tanıtmak istiyoruz," dedi. Toplantıya, UNESCO Genel Direktörü Koichiro Matsuuara, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanı Faruk Loğoğlu, birçok ülkeden uzman ve gözlemci de katıldı. Karagöz ve aşıklık geleneği hakkında UNESCO toplantısından olumlu karar çıkması halinde, bu iki kültür değeri insanlığın ortak değeri sayılacak. Uzmanlar her iki sanatın da listeye alınacağını düşündüklerini dile getiriyor. Önümüzdeki yıl, Cem töreni ve Zakilik ile sıra gecesinin, listeye girmesi için teklif götürülecek. Öte yandan UNESCO'nun İstanbul'da yaptığı toplantıdan sivil toplum kuruluşlarının haberdar edilmediği öne sürülürken, bakanlık yetkilileri, toplantıyı UNESCO'nun organize ettiğini ve Türkiye'nin sadece ev sahibi olduğunu dile getirdi.

Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 05.11.2008

IRAK, TARİHİ ESERLERİNİ TÜRKİYE'DEN İSTEDİ

 

 

Irak hükümeti, 2003'te ABD işgali sırasında ülke dışına kaçırılan tarihi eserlerin iadesi konusunda, Türkiye’ye yapılan başvuruların sonuç vermediğini bildirerek, “Türkiye’nin iyi niyetini kanıtlamasını istiyoruz" dedi. 

 

Irak basınında yer alan haberlere göre Irak Turizm ve Tarihi Eserler Bakanı Muhammed Abbas El Uraybi sözcüsü aracılığı ile yaptığı açıklamada, 2003'te Irak’ın ABD tarafından işgali sırasında tarihi alanların ve Bağdat ulusal müzesinin yağmalanmasının ardından ülke dışına kaçırılan binlerce değerli antika eserini alabilmek için Türkiye’den yardım istedi.

 

Aynı sorunun İran’la da yaşandığını belirten Bakan Abbas El Uraybi, “Ürdün ve Suriye hükümetleri, Irak’tan kaçırılan binlerce parçayı iade ettiler” diyerek İran ya da Türkiye’ye yapılan taleplerin aynı sonucu vermediğini bildirdi. 

 

“İran ve Türkiye’nin iyi niyetini kanıtlamasını ve kuşkuları gidermesini bekliyoruz” diyen Irak hükümeti, söz konusu ülkelerin “bilerek çalıntı tarihi eser barındırmakla” suçlanmadığının da altı çizildi. 

 

Irak'ın 2003'te ABD tarafından işgali sırasında Bağdat Ulusal Müzesi'nin yağmalanmasının ardından 15 bin, ülke genelindeki 10 bin civarındaki tarihi alandan da binlerce eser çalınmıştı.

Hürriyet, 05.11.2008

SUR-U SULTANİ BOŞALIYOR

 

Topkapı Sarayı’nın bahçesinde bulunan, Milli Eğitim Bakanlığı’na ait Matbaacılık Meslek Lisesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yürüttüğü Sur-u Sultani Projesi kapsamında, Zeytinburnu’na taşınacak. 

 

Okul binasını İstanbul Ticaret Odası yaptıracak. Okulla ilgili imza törenine katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Topkapı Sarayı’nın Hasbahçesi denilebilecek olan Sur-u Sultani, ne yazık ki, çeşitli kurum ve kuruluşların talanına uğramış, ihmal yüzünden ciddi yıpranmalar yaşamış. Hem surların dışına, çevresine hem de içine bu mekan ile bağdaşmaz yapılar yerleştirilmiş" dedi. Söz konusu alanda yapılan çalışmaları anlatan Günay, Tarih Vakfı’nın boşalttığı Darphane binasının restorasyon projesinin hazırlandığını söyledi. Günay, Cankurtaran’daki Zührevi Hastalıklar Hastanesi’nin de taşınacağını, bunun için Büyükşehir Belediyesi ve Sağlık Bakanlığı’yla görüştüklerini anlattı.

Hürriyet, Haber: Muharrem Aydın, 05.11.2008

GÜLBAHAR HATUN KÜLLİYESİ CANLANIYOR

 

Tokat'ta, 'Meydan Çarşısı' olarak bilenen 'Gülbahar Hatun Külliyesi'nde restorasyon çalışmaları revize edilen proje ile devam ediyor.


Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2006 yılında onarıma alınan Gülbahar Hatun Külliyesi'nde yapım sırasında meydana gelen çökme nedeniyle proje revize edilmişti.

 

Revize edilen proje ile yaklaşık 1 milyon 100 bin YTL'ye restore edilecek tarihi mekanın yok olmaktan kurtarılması amaçlanıyor. Sultan 2. Beyazıt'ın annesi Gülbahar Hatun için 1484 yılında cami, medrese, imaret olarak yaptırdığı eserler arasında bulunan külliyenin restorasyon çalışmaları tamamlandığında, tarihi dokusuna uygun olarak lokanta ve kafeterya olarak hizmet vermesi bekleniyor.

Tokat Kent Haber, 04.11.2008

TOPBAŞ: "TAKSİM'DEKİ ANIT 'İŞGÜZAR İŞİ'

 

 

Taksim'e dikilen 35 metre yüksekliğindeki Türk bayrağı ve üzerindeki "Atatürk büstü" ile "Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi" için son kararı Anıtlar Kurulu verecek.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, kentin değişik yerlerine bayrak direklerinin konulduğunu belirterek Taksim'deki işi yapanı "işgüzar" olarak nitelendirdi.

Topbaş, Taksim'deki anıtla ilgili olarak, buraya böyle bir direk dikilmesi için gerekli çalışmaların yapılmasını isteğini belirterek "Bir sponsor, bunu üstlenmiş ve maalesef işgüzar bir zat, olayı üzerinde Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nin de yazdığı farklı bir boyuta taşımış. Anıtlar Kurulu'na müracaatımızı yapacağız. Eğer Anıtlar Kurulu 'uygun değildir' derse bunu başka bir yere, örneğin bir üniversitenin bahçesine taşıyabiliriz" dedi. Söz konusu anıtı, Ferit Turan isimli bir kişinin yaptırdığı öğrenildi.

Sabah, 04.11.2008

BABİL, BRITISH MUSEUM'A TAŞINIYOR

 

 

Babil: Mit ve Gerçek / Babylon: Myth and Reality isimli sergi, 13 Kasım 2008 tarihinde açılacak. 15 Mart 2009’a kadar ziyaret edilebilecek olan sergi sanatseverlere Babil Kulesi, Babil’in Asma Bahçeleri ve Kral Nebukadnezar’ın Çılgınlığı gibi Babil kökenli efsane ve hikayelere göz atma imkanı tanıyacak.

British Museum, Louvre Müzesi, Paris Ulusal Müzesi ve Berlin Müzesi’ndeki yapıtları içerecek olan sergi, günümüz insanının zihnindeki Babil imajıyla, Babil’e ilişkin tarihsel kanıtlar arasında bir bağlantı kurmayı amaçlıyor.

Günümüzde Irak sınırları içinde bulunan Babil antik kenti son derece zengin bir tarihi mirasın kaynağı durumunda. Bağdat’ın yaklaşık 100 kilometre güneyinde bulunan Babil’de gizlenen bu tarihi miras, felsefe ve sanatın gelişiminde rol oynamış ve çağdaş dönemde yapılan aralarında resim, heykel, sinema, müzik ve tiyatro eserlerinin de yer aldığı sanat yapıtlarına ilham kaynağı olmuştur.

Tarımın, hayvan yetiştiriciliğinin ve yerleşik yaşam günümüzden yaklaşık 8000 yıl önce ilk kez Mezopotamya topraklarında ortaya çıkmıştı. Bu yüzden Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında kalan Mezopotamya tarihte “uygarlığın beşiği” olarak adlandırıldı.

Mezopotamyalılar, MÖ 3000 yıllarında, tekerleği keşfettiler, yazıyı soyut kavramları da ifade edebilecek kadar geliştirdiler, büyük kentler ve anıtsal yapılar inşa ettiler.

Taraf, 04.11.2008

STRATONEKEIA'DA 5 MEZAR 1 İSKELET

 

 

Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde, Stratonekeia antik kentindeki kazı çalışmalarında, 5 mezar ile 1000 yıllık olduğu tahmin edilen çocuk iskeleti kalıntıları bulundu. 

 

Pamukkale Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Stratonekeia Antik Kenti Kazı Başkanı Doç.Dr. Bilal Söğüt, Eskihisar Köyü'ndeki Stratonekeia'nın kuzey kapısında devam eden çalışmalarda, Bizans dönemine ait 5 mezar ve 1000 yıllık bir çocuk iskeleti bulduklarını açıkladı.

 

Çocuk iskeletinin üzerinde o dönemi yansıtan küpe ve yüzüklere ulaştıklarına da ifade eden Doç.Dr. Söğüt, "Stratonekeia antik kentinde kazı çalışmaları aralıksız devam ediyor." dedi. 

 

Doç.Dr. Bilal Söğüt, kazı ekibinin, 5 mezar ve çocuk iskeleti üzerinde incelemelerini sürdürdüğünü belirterek, şöyle konuştu: "İlk tespitlerimize göre, Orta Bizans döneminde 7. ve 8. yüzyıldan sonraki süreçte burası bir dönem mezarlık olarak kullanılmış. Buradaki kazılarda 5 mezar bulduk. Bunların ikisi yetişkine, 3'ü çocuğa ait. Bu mezarlardan birinin içinde bin yıllık olduğunu düşündüğümüz bir çocuk iskeleti ve o dönemi yansıtan bronz yüzükler çıktı. Bu kalıntılar o dönemin kültürünü, mimarisini, gelenek ve göreneklerini yansıtıyor."

Trt/Haber, 04.11.2008

ETNOGRAFYA MÜZESİ TAHRİP EDİLDİ

 

Çanakkale'de daha önce kilise olarak kullanılan ve 2 yıl önce de üniversiteye devredildikten sonra gösteri merkezi haline getirileceği söylenen Etnografya Müzesi'nin camları kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce kırıldı. 

1890'lı yıllarda Ermeni Kilisesi olarak kullanılan binanın 1985 yılında Arkeoloji Müzesi haline getirildiğini belirten vatandaşlar, tarihi binanın 2 yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'ne (ÇOMÜ) devredildiğini ifade ederek, "Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından üniversiteye devredilen eski kilise, eski papaz evi ve eski papaz okulu binalarının yeniden kullanılır hale getirilmesi için üniversite burada bir çalışma başlatmıştı. Burasının gösteri merkezi haline getirileceğini belirten yetkililer, aradan geçen uzun zamana rağmen tarihi binayı faal bir hale getiremedi. Tarihi binanın bazı camları da çocuklar tarafından kırılarak tahrip edildi. Kısa sürede burada bir çalışma yapılmazsa bina harabeye dönecek. En kısa sürede yetkililerin harekete geçerek burada gerekli çalışmayı yapmalarını ve tarihi bina ile birlikte yanında bulunan eski papaz evi ve eski papaz okulu binalarını da restore etmelerini bekliyoruz” dedi

Çanakkale Kent Haber, 04.11.2008

MÜZEDE İSYAN





Gerek  ihale öncesi ve gerekse de yapım aşaması sırasında kamuoyunda uzun süren tepkilere neden olan, bir çok sivil toplum kuruluşunun karşı çıkmasına rağmen inşaatına başlanan Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Zeugma Müze, Kongre ve Kültür Merkezi’nde işçilerin paralarının ödenmemesinden dolayı çalışmalar durdu. 

 

150 kişinin çalıştığı ve çoğunluğunu Gaziantep dışından gelenlerin oluşturduğu işçiler, üç aydır maaşlarını alamamalarından dolayı iş bırakma eylemine başladılar.  İşçiler, tüm alacakları ödeninceye kadar işbaşı yapmayacaklarını ifade ettiler. 

 

Ordu, Van, Diyarbakır, Sivas, Yozgat ve daha bir çok ilden gelerek Zeugma Müze, Kongre ve Kültür Merkezi inşaatında çalışan işçiler, kimsenin cebinde parasının kalmadığını, firma sahiplerinin ise kendilerini üç aydır ödeme yapılacak diyerek oyaladıklarını belirterek,” Şirket yöneticileri ile Belediye yetkilileri sürekli topu birbirlerine atarak bizi oyalıyorlar. Şirket yetkilileri belediyeden ödenek çıkmadığını, bu yüzden maaşlarımızın ödenmediğini belirtiyorlar. Belediye yetkilileri ile zaten görüşme şansımız yok” dediler. 

 

Ceplerinde akşam çıkıp bir yerde oturup çay içecek paralarının dahi olmadığını, telefonlarına kontör alamadıkları için aileleri ile de görüşemediklerini dile getiren işçiler,” Burada açık cezaevinde yaşıyoruz. Yemeğimizi, suyumuzu veriyorlar ama iş paraya gelince her gün yeni bir şey getirip bizi oyalıyorlar. Akşam olduğunda çıkıp bir yerde oturup çay içmeye paramız yok. Ailelerimiz ile görüşemiyoruz çünkü telefona verecek paramız yok. Burası açık cezaevi gibi” diye konuştular. 

 

İnşaat alanı içerisinde polis nezaretinde tutulduklarını da iddia eden işçiler,” Paralarımız ödenmediği için 15 gündür çalışmıyoruz. İnşaat alanı içerisinde polis nezaretinde tutuluyoruz. Biz burada tutuklu muyuz ? Aylardır çalıştık, bunun karşılığında hak ettiğimiz paramızı istiyoruz” şeklinde konuştular.

 

Her işçinin 4 ile 6 bin YTL arasında alacağının biriktiğini, ödeme konusunda ise firma yetkililerinin sürekli yeni bir tarih verdiğini vurgulayan işçiler,” Bize gelip paralarınız Cuma günü ödenecek diyorlar. Cuma günü olduğunda kimse buraya uğramıyor bile. Zaten Cumartesi – Pazar günleri onların tatil günü. Derdimizi kimseye anlatamıyoruz. Yeter artık bu işe bir çözüm bulunsun ve paralarımız ödensin. Hak ettiğimiz paramızı versinler memleketlerimize gidelim, aylardır göremediğimiz ailemizi, çocuklarımızı, annemizi, babamızı görelim” dediler.

 

Bu arada inşaatı yapan ACE firması yetkilileri, Büyükşehir Belediyesi’nin ödeme yapmayınca işçilerin alacaklarını ödeyemediklerini belirterek,” Belediye hak edişimizi ödemeyince bizde işçilerimize para ödeyemiyoruz” diyerek mağduriyetlerini çalışanlara anlatmaya çalıştılar.

Gaziantep Hakimiyet, 04.11.2008


******


MÜZE'DE MUTLU SON

 

Taşeronunun sorumsuzluğu, ACE İnşaata fatura edildi. Müzemin inşaatında sıkıntı yok…

 

Büyükşehir Belediyesi Zeugma Müze, Kongre ve Kültür Merkezi’nde çalışan kalıpçı, demirci ve duvarcı işçilerin alacakları dün ödendi ve işçilerin açtığı isyan bayrağı indirildi. Yetkililer sorunun, taşeron firmadan kaynaklandığını, zarar pahasına işçilerle olan parasal sorunu çözdüklerini ifade ettiler.  

 

ACE İnşaat San. Tic şirketi yetkilileri, işçilerin alacaklarının taşeron firma olan Kubatoğlu İnşaat’ta olduğunu ancak o insanların mağduriyetlerinin giderilmesi için kendi bünyesinden zarar etmesine rağmen ödeme yaptıklarını belirttiler.  

 

ACE İnşaat San. Tic Şirketi sahibi Ahmet Cengiz, inşaatta çalışan kalıpçı,  demirci ve duvar ustalarının kendi firmalarının işçileri olmadığını, taşeron firma olan Kubatoğlu İnşaata bağlı olarak çalıştıklarını belirterek,” İşçilerin paralarını alamamaları aslında bizim firmamızın sorunu değil. Ancak biz o arkadaşlarımızın daha fazla mağdur olmamaları için kendi bünyemizden zarar ederek alacaklarının tamamını ödedik” dedi. 

 

Firma olarak hiçbir zaman haksızlığın ve haksız kazancın yanında olmadıklarını, tek düşüncelerinin ülkeye hizmet ederken, kimseyi de mağdur duruma düşürmemek olduğunu ifade eden, Ahmet Cengiz,” Türkiye’nin dört bir yanında yaptığımız inşaatlarımız ve yatırımlarımız var. Gaziantep’te Büyükşehir Belediyesi Zeugma Müze, Kongre ve Kültür Merkezi’nde işçilerin yaşadıkları mağduriyeti duyduğumuz anda hemen çıkıp geldik. Aslında taşeron firma olan Kubatoğlu İnşaattın işçilere olan borcunu, bizim borcumuz olmadığı halde şirket kasasından zarar ederek ödedik. Şimdi işçi arkadaşlarımız paralarını aldılar ve memleketlerine gittiler. Eğer bu olaydan daha önce haberimiz olsaydı, hemen el koyar ve gereğini mutlaka yapardık” diye konuştu.

Gaziantep Hakimiyet, 05.11.2008



LEONARDO'NUN KODEKSİ PARÇALANACAK

 

  

 

Dünyanın sayılı Leonardo Da Vinci uzmanlarından Carlo Pedretti, kendisine teklif edilen, Kodeks Atlanticus ismi verilen Leonardo’ya ait defterlerin yeniden sayfa sayfa ayrılmasının yapılabilecek en akıllıca restorasyon olduğunu söyledi. 1970lerin tartışmalı restorasyonunu geri döndürme anlamını da taşıyan bu işlem sonrası, şu anda 12 cilt olarak korunan eser sayfalara ayrılacak. Pedretti “Yapraklar 12 cilde toplanırken olabilecek tahribat oluştu. Verilen bu zarar için artık yapılabilecek bir şey yok. Sayfaları ayırmak hem tamiratı, hem de teşhiri daha kolaylaştıracak” dedi.

 

Kodeks, Leonardo’nun yazı ve resimlerini içeren en büyük koleksiyon kabul ediliyor. İçinde bu Rönesans ustasının matematikten, uçmaya, botaniğe, silahlara ve mimariye kadar yüzlerce notu ve çizimi mevcut. Leonardo’nun ölümünden sonra geride bıraktığı defterlerin yanı sıra 1120 parça kağıdı 16. yüzyılda mimar Pompeo Leoni tarafından 402 sayfaya monte edilerek dev bir kitap haline getirilmişti. 1968-1972 yılları arasında bu kitap tekrar sökülerek sayfalar yeni sayfalara yapıştırılmış ve 12 ayrı cilde bölünmüştü. 60 yıldır Leonardo konusunda çalışmalar yürüten Carlo Pedretti bu, çok tartışmalı restorasyon sırasında kağıtların boşu boşuna suya ve alkole yatırıldığını, köşelerin yok edildiğini ve esere geri döndürülemez zarar verildiğini söylemekte ve “geçenlerde yapılan bir müzayede sırasında Leonardo’nun tek bir çizimine 25 milyon dolar ödendiği düşünülürse bu restorasyonun verdiği zararın büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır” demekte. 

 

Bu yeni tamirat, 1637’den bu yana kodekse sahip olan Milano Ambrosiana Kütüphanesi tarafından geçen hafta duyuruldu.
ANSA, 04.11.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Aydın Köşk'te polisin düzenlediği operasyonda ele geçirilen mimari eserler müzeye teslim edildi.

 

Tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı yönünde alınan bir ihbarı değerlendiren Aydın İl Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler, Cumhuriyet Savcılığından alınan arama kararı ile Köşk İlçe Emniyet Amirliği ile birlikte Köşk merkez Soğukkuyu Mahallesi'nde A.Ş'ye ait ev ve eklentilerinde arama yaptı. Yapılan aramalarda 1 adet 165 santimetre çapında dairesel mimari mermer parçası, 1 adet 25 santimetre uzunluğunda dikdörtgen prizma şeklinde mermer ile 1 adet 110 santimetre uzunluğunda silindirik mimari mermer parçası ele geçirildi. Yapılan incelemelerde evde ele geçirilen eserlerin tarihi eser niteliğinde olmadığı anlaşıldı. Söz konusu adreste ele geçirilen mimari eserler sergilenmesi için Aydın Müze Müdürlüğü yetkililerine teslim edilirken, ifadesi alınan A.Ş. serbest bırakıldı. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

Haber Ekspres, 04.11.2008

EFES YAMAÇ EVLERDE RESTORASYONA DEVAM

 

Efes Antik Kenti’nin en önemli bölümü kabul edilen Yamaç Evleri’nde restorasyon çalışmalarına hız verildi. Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Doç. Sabina Ladstatter, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, çalışmalara 12 ay izin verdiğini hatırlattı. Ladstatter, “Sinan İlhan başkanlığında, 2 uzman ve 7 işçi görev alacak. 6 numaralı evin 143 metrekarelik mermer salonundaki 150 bine yakın kırık parça lazer teknolojisiyle birleştirilecek” dedi.

 

Restorasyon tarihindeki en büyük parça birleştirme çalışmalarından birine imza atacaklarını belirten Ladstatter, tahmini maliyetin 300 bin Euro olacağını kaydetti.

 

Sabina Ladstatter, Efes’in henüz yüzde 15’inin gün ışığına çıkarılabildiğini de sözlerine ekledi. Teraslar üzerine inşa edilen, tabanları mozaik, duvarları mermer kaplama Yamaç Evler’de, kentin zenginlerinin oturduğu tahmin ediliyor.

Milliyet Ege, Haber: Veysel Erol, 04.11.2008

OLAĞANÜSTÜ BİR ROMA DEFİNESİ

 

İngiltere, Glamorgan’da iki ayrı küpte gömülü yaklaşık 6000 adet Roma sikkesi metal detektör kullanan bir şahıs tarafından bulundu.

Cardiff savcılığının kararı ile, arazi sahibine ve bulan şahısa ödül verilecek. Birbirlerinden 3 m uzaklıkta, iki ayrı yere gömülü küplerde bulunan 2366 ve  3547 sikke birçok değişik imparator dönemine ait.

Çoğunluk ise I. Constantine'e (MS 307-337) ait. Sikkelerin değerleri bağımsız bir komite tarafından değerlendirilecek ve bu değer üzerinden ikramiye verilecek.

Aynı yerde 1899'da da benzer bir define bulunmuştu. 

BBC News, 30.10.2008

BİR AÇIKHAVA MÜZESİ OLARAK BEYOĞLU

 

 

İstanbul’un ilk gece kulüplerinden “Serkldoryan”, Mehmet Akif Ersoy’un son nefesini verdiği “Mısır Apartmanı” ve Jön Türklerin buluşma yeri “Hacopulo Pasajı” gibi birçok tarihi bina, dikkatli gözler için Beyoğlu’nu açıkhava müzesine dönüştürüyor.

 

Beyoğlu Belediyesi, geçen yıl başlattığı “Beyoğlu’nun Belleği” adlı projeyle, şimdi birçoğu başka amaçlarla kullanılan binaları belirleyerek, cephelerine o binaların tarihiyle ilgili bilgilendirici plaketler yerleştiriyor.

 

Bugün “Elhamra Han”ın olduğu yerde İstanbul’un en görkemli sineması “Elhamra Sineması”, Attila İlhan Kültür Merkezi”nin olduğu yerde 1896’da halka açık ilk sinema gösterisinin yapıldığı “Sponeck Birahanesi” bulunuyordu. Ünlü “Çiçek Pasajı”nın yerinde de İstanbul’un ilk tiyatrolarının sergilendiği tarihi “Naum Tiyatrosu” vardı. Bugün hala yerinde olan “Rejans Lokantası” da tarihi mekanlar arasında...

 

En gözde tarihi mekanların başında hiç kuşkusuz “Mısır Apartmanı” geliyor. Abbas Halim Paşa’nın isteği üzerine mimar Hovsep Aznavuryan’a kışlık konak olarak yaptırılan binada, ihtişamlı balolar verilir, önemli toplantılar yapılırdı.

 

Proje kapsamında bilgilendirme plaketi çakılacak diğer tarihi binalar arasında “Anadolu Hanı ve Pasajı”, “Tokatlıyan Oteli”, “Turkuvaz Lokantası”, “Bonmarşe”, “Karlamann Pasajı”, “Şark Pasajı” diye bilinen Odakule ve “Suriye Pasajı” da yer alıyor.

Milliyet, 04.11.2008

MUĞLA'NIN 400 YILLIK ARŞİV BELGELERİ HALKA AÇILDI

 

Muğla Belediyesi ve Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen bir çalışma ile Osmanlı arşivlerindeki Muğla ili ilgili belgeler çıkartılarak araştırmacılar ve halka açıldı.

Serginin açılış törenine Muğla Vali Yardımcısı Recep Yüksel, Belediye Başkanı Osman Gürün, Muğla Üniversitesi Rektör Vekili Prof.Dr. İbrahim Yökaş, İl Kültür ve Turizm Müdürü Murat Süslü, akademisyenler, araştırmacılar, sivil toplam ve meslek odası temsilcileri, muhtarlar ve çok sayıda vatandaş katıldı.

 

Serginin açılışında ilk konuşmayı gerçekleştiren Doç.Dr. Ali Abbas Çınar, arşiv ve arşivciliğin önemine değindi. Arşivlerin toplumlar ve devletlerin belleği olduğunun altını çizen Çınar, "Arşivler sadece devlete ait bir yapılanma değil belge ve bilgi yönetimidir. Kendinden sonraki bilgilerin anahtarıdır. Arşivlerdeki belgeler geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği aydınlatan, ışık tutan değerlerdir. Arşivler aynı zamanda toplumların ve devletin belleğidir. Belleğini kaybeden toplumlar kimliğini de kaybeder. Muğla Belediyesi bu doğrultuda çok önemli bir çalışma gerçekleştirdi. Bu belgelerin içinde Muğla tarihine ait çok önemli belgeler bulunuyor. Emeği geçenleri kutluyorum." dedi.

 

Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Uzmanı Muzaffer Albayrak ise, genel müdürlüğün çalışmaları hakkında özet bilgiler verirken, Arşivler Genel Müdürlüğünün, milletin hafızasının koruyucusu olduğunu vurguladı. Albayrak, "Genel Müdürlüğümüz, uzak ve yakın tarihten gelen belgeleri koruyan ve tasnif eden bir kurumdur. Biz kendimizi bu milletlin hafızasının koruyucusu olarak görüyoruz. Birinci vazifemiz arşivlerimizi her türlü dış etkilerden korumaktır. İkincisi tasniflerini yaparak yerli ve yabancı araştırmacılara sunmaktır. Osmanlı Arşivlerimiz, hem milli tarihimiz açısından hem de Osmanlı coğrafyasındaki 40'ı aşkın devletleri ilgilendirmesi açısından bir dünya arşividir. Bu sergiyi açmadaki amacımız Menteşe Sancağı'nın dönemindeki her türlü konumu ve yerini göstermek. Sergide 1510-1917 yılları arasındaki tarihi sergiliyoruz." diye konuştu.

 

Belediye Başkanı Osman Gürün de, belediyecilik hizmetlerinin yanı sıra tarihi ve kültürel çalışmalara da çok önem verdiklerini vurguladı. Gürün, "Muğla Belediyesi olarak Muğla'nın hafızasını derinleştirip netleştirerek günümüze taşımak ve gelecek kuşaklara ışık tutmasını sağlamaktır. Osmanlı Arşivleri çok önemli ve detaylı bilgilere sahip. Günümüz Muğla'sı hoşgörüye sahip bir il. Acaba geçmişte hangi olaylar, yönetim tarzı ve hangi toplumsal yapıdan bu özelliğini aldı, araştırıp geleceğe taşımak istiyoruz. Günümüz kentleri ne yazık ki giderek dejenere oluyor ve kimliklerini kaybediyor. Biz de bunu Muğla'ya yapmayalım. Biz amacımız Muğla'nın kimliğini koruyarak geleceğe taşımak." ifadelerini kullandı.

 

Muğla Valisi Recep Yüksel de, içinde bulunduğumuz coğrafyada çok derin ve ışıltılı köklere sahip olduğumuzu belirterek, şöyle konuştu: "Toplum ve devlet olarak çok derin ve ışıltılı köklerimizi sağlıklı olarak irdeleyip gelecek kuşaklara aktarmazsak coğrafyadaki köklü ve şanlı geçmişimizden güç alamayız. İçinde yaşadığımız coğrafyadaki sorunların çözümü için adres yine arşivlerimiz. Arşivlerimiz, köklerimizin ve ışıltılı varlığımızın gözler önüne serilmesi için büyük önem taşıyor. Muğla ile ilgili belgelerin çıkartılmasında ve bu serginin açılmasında emeği geçen herkesi kutluyorum."

 

Konuşmaların ardından serginin açılışı gerçekleştirilirken, Osmanlı Arşivi Uzmanı Muzaffer Albayrak, bütün katılımcılara tek tek belgeler hakkında özet bilgiler verdi.

haberler.com, 04.11.2008

ULU CAMİ İÇİN SOMUT ADIMLAR ATILIYOR

 

Geçtiğimiz ay Sivas’a gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Divriği ilgisi sonuçlarını vermeye başladı Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül pazartesi günü ilçemize geldi

Öncelikli olarak Ulucami çevresinde kamulaştırma incelemesi başlatılıyor. Ulucami’nin yanında bulunan İmam-Hatip Lisesi ile çok sayıda konut yıkılacak. Ulucami’nin arkasındaki alan yola kadar kazı ile alınacak. Ulucami ile Divriği Kalesi arasındaki evlerde yıkılarak çevre düzenlemesi tamamlanacak. Bu uygulamanın tamamlanması için de TOKİ ile görüşmeler başlatılıyor. Yıkılan okul ve binalar için TOKİ devreye girecek. Evleri istimlak edilen vatandaşlar TOKİ’nin yapacağı konutlara taşındıktan sonra çevre düzenlemesi için gerekli çalışmalar başlayacak. Bu uygulamada halen Sivas Özel İdaresi’nde bekleyen yaklaşık 2 Milyon YTL civarındaki para kullanılacak. Pazartesi günü Kültür Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Mahmut Evkuran ve Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Müdürü Musa Töynük ile birlikte Divriği’ye gelen Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül’e Divriği Kaymakamı Önder Bakan ile Belediye Başkanı Mehmet Güresinli eşlik ettiler. Öncelikle Ulucami’de yapılan incelemelerde istimlak edilmesi gereken alanlar daha önce yapılan haritalarla gözden geçirildi. Belediye Başkanı Güresinli atılması gereken adımlar konusunda Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül’e bilgiler verdi. Daha önce yapılan uygulamalar yerinde gezilerek gözden geçirildi. Ulucami’den sonra geçilen Abdullah Paşa Konağı’nın son durumu yerinde incelendi. Müteahhidin parasını alamadığı gerekçesiyle yarım bıraktığı ve 2003 yılından bu yana bekleyen Abdullah Paşa Konağı restorasyonu konusunda yapılması gerekenler tartışıldı. Kültür Bakanlığı’nın bu konuda Koruma Kurulu’ndan alınacak kararlar sonrasında restorasyonun bitirilmesi için harekete geçmesi raporu verilmesi kararlaştırıldı. Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül, projeleri yıllardır yapılan ancak bir gelişme olmayan 7 sokağın ıslahı konusunda da bilgiler aldı. Bu sokakları gezen Gül, gerekli çalışmaların yapılması için rapor vereceğini söyledi. Akşam saatlerinde Divriği’den ayrılan Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Nihat Gül, Divriği’de yapılması gereken çalışmalar konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a raporlar vereceğini kaydetti.

Yeşil Divriği, 03.11.2008

'EMİNÖNÜ MAHALLESİ'NE ANAYASA MAHKEMESİ ONAYI





Köy veya mahalle olan 122 belediyenin nüfusuyla ilgili itiraza bakılacak, Eminönü, Bahçeşehir, Esenboğa gibi ünlü ilçeler ise artık mahalle. 

 

Anayasa Mahkemesi, nüfusu 2 binin altına düşen 862 belde belediyesi ile 283 ilk kademe belediyesinin tüzel kişiliğinin kaldırılması, 43 yeni ilçe kurulmasına yönelik yasanın iptali istemiyle açılan davayı sonuçlandırdı. Mahkeme, altıya karşı beş oyla, aralarında İstanbul Eminönü, Bahçeşehir belediyeleri gibi belediyelerin mahalleye dönüştürülerek başka bir belediyeye bağlanmasını hukuka uygun buldu. Nüfuslarının 2 binin üzerinde olduğu başvurusunda bulunan 122 belde belediyesinin ise durumuna yeniden bakılacak. Oylamanın kaderini, oturuma katılmayan asıl üyenin yerine oy kullanan yedek üyenin, ‘ret’ yönündeki tercihi değiştirdi. 

CHP, yasanın yürürlüğe girmesinden sonra Anayasa Mahkemesine açtığı davada, kanun bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle dava açmıştı. Davayı dün esastan görüşen Anayasa Mahkemesi, 43 yeni ilçe kurulması, 862 belde belediyesi ile 283 ilk kademe belediyesinin tüzel kişiliğinin kaldırılmasına yönelik yasanın iptali istemini dün karara bağladı. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Ankara, İstanbul, İzmir ve Adana büyükşehir belediye başkanları gibi isimlerin yasayla ilgili görüşlerini önceki gün dinleyen Yüksek Mahkeme heyeti, dün mesai saati bitimine kadar süren görüşmeler sonunda kararını açıkladı.

 

CHP’nin açtığı davada mahkeme, altıya karşı beş oyla yasanın geçici 1. maddesi dışındaki tüm maddelerinin iptali istemini reddetti. Oylamanın sonucunun belirlenmesinde, oylamaya katılmayan asıl üye Necmi Özler’in yerine oy kullanan yedek üye Mustafa Yıldırım etkili oldu. Yıldırım, iptal isteminin reddi yönünde oy kullandı. Böylece altıya karşı beş oyluk tablo çıktı. 

 

Buna göre, aralarında İstanbul Eminönü, Bahçehir, Kumburgaz, Ankara Temelli, Yenikent, Esenboğa gibi tanınmış belediyelerin de bulunduğu 283 belediyenin mahalleye dönüştürülerek başka bir belediyeye bağlanması kesinleşti. 

 

Yeni belediyeler

Yasaya göre, İstanbul’da sekiz, İzmir’de iki, Ankara’da da bir yeni ilçe belediyesi kurulurken, Eminönü İlçesi ise Fatih İlçesine bağlandı. Yasayla, İstanbul’da sekiz belde veya semt ilçe statütüsüne kavuştu, İstanbul’un yeni ilçelerinin şu anda bağlı bulundukları belediyeler şöyle: 

Arnavutköy (Gaziosmanpaşa), Sultangazi (Gaziosmanpaşa), Ataşehir (Ümraniye), Çekmeköy (Ümraniye), Başakşehir (Esenler), Beylikdüzü (Büyükçekmece), Esenyurt (Büyükçekmece), Sancaktepe (Bağcılar). 

 

Mahkeme yasanın sadece 862 belde belediyesinin köye dönüştürülmesine yönelik geçici 1. maddesinin iptaline karar verirken, bu karar sadece bazı belediyeleri kurtarıyor. Anayasa Mahkemesi, 862 belediye arasında yer alan 4 belediyenin başka belde belediyeleriyle birleştiğine, 122 belediyenin nüfusunun 2 binin üzerinde olduğuna yönelik tespit davası açtığına dikkati çekerek, bu belediyelerin nüfusunun 2 binin altında olup olmadığının net biçimde saptanması gerektiğine hükmetti.

 

Mahkeme ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bayındırlık Bakanlığı’nın turizm yöresi olarak nitelendirdiği Alacahöyük, Göreme gibi belediyelerin de köye dönüştürülemeyeceğine karar verdi. Buna göre TBMM, söz konusu kriterleri göz önünde bulundurarak köye dönüştürülecek belediyeleri yeniden belirleyecek. Bu kriterleri taşımayan belde belediyeleri köye dönüştürülecek.

Radikal, 03.11.2008

YUNANİSTAN'DA NEOLİTİK BULGULAR
GÜNIŞIĞINA ÇIKARILDI

 

Arkeologlar Yunanistan'ın Pella kentinde Neolitik çağdan kalma bir evin kalıntılarını gün ışığına çıkardılar.

Kültür bakanlığı ender bulgunun 6 bin yıl önceki günlük yaşamla ilgili değerli bilgiler sunduğunu belirterek, söz konusu bilgiler arasında dönemin mimarisine ait anlayışların da yer aldığını belirtti.

 

Yunanistan'ın kuzeyinde bulunan Neolitik kalıntılar arasında kil kaplar ve aletler de bulunuyor.

South East European Times, 03.11.2008

"İSTANBUL'DAN ÖZÜR DİLEME ZAMANI"





11 Haziran 2005 tarih ve 5226 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın 13. maddesine dayanılarak, belediyeler bünyesinde kurulması kararı alınan KUDEB’ler (Koruma Uygulama Denetim Bürosu), korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili işlemleri ve uygulamaları yürütmek ve denetlemekten sorumlu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde, Süleymaniye’de kurulan Koruma Uygulama Denetim Müdürlüğü ise, geniş donanımlı Restorasyon ve Konservasyon Laboratuvarı ve Ahşap Eğitim Atölyesi’nde gerçekleştirilen onarım hizmetleriyle dikkat çekiyor. 

 

Gerçekleştirdikleri onarımlarla kültür varlıklarının özgünlüklerini yitirmesinden ve verdikleri ön izin belgeleriyle Koruma Kurulları’ndan alınamayan izinlerin önünün açılmasından endişe edilen KUDEB’lerin çalışmaları hakkında bilgi almak için, Süleymaniye’deki ofisinde ziyaret ettiğimiz Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü Müdürü Mehmet Şimşek Deniz eleştirilere artık alıştıklarını dile getirdi ve ekledi: “Endişeye gerek yok.” 





Zeynep Güney: Belediye bünyesinde kurulan KUDEB’lerin kuruluş sürecini ve çalışma prensiplerinizi anlatır mısınız? İstanbul’da kaç şube var? 

 

Mehmet Şimşek Deniz: Koruma Uygulama Denetim Müdürlüğü, isminden de anlaşılacağı gibi, Sit Alanları’nda ve tescilli eski eserlerde korumayı sağlamak ve bunun için gerekli denetimleri yapmakla yükümlü. Aynı zamanda uygulamalar yapar ve bu uygulamalar çok çeşitli olabilir. 

 

KUDEB’ler 5226 ve 2863 Sayılı Yasalar’a göre kuruldu. 5226 Sayılı Yasa’da “Koruma Uygulama Denetim Büroları’nın kurulması” şeklinde bir ifade vardı ancak yönetmeliği yoktu, henüz hazırlanmamıştı. Dolayısıyla 2006 yılında çalışma yönetmeliği de çıkınca belediyeler KUDEB’leri kurdular. 

 

İstanbul’da Anakent’in dışında, Beyoğlu, Kadıköy, Sarıyer ve Eyüp Belediyeleri bünyesinde kurulmuş KUDEB’ler var. KUDEB’in kurulması için öncelikle ilçe ya da anakent belediyesinin meclis kararı alması gerekiyor. Ayrıca yönetmeliğe göre KUDEB’lerde bulunması gereken bazı disiplinler var. Mimarlık, sanat tarihi, arkeoloji ve şehir planlama meslek gruplarından birer kişinin mutlaka bu birimin içerisinde yer alması gerekiyor, ayrıca bütün arazi çalışmalarında bir mimarın yer alması da zorunlu. 

 

KUDEB’lerle Türkiye’de, Sit Alanları ve tescilli yapılar konusunda yerel yönetimlere de bir yetki verilmiş oldu. İlk başlarda bu yetkinin siyasi amaçlarla kullanılacağına dair endişeler vardı. Ancak günümüz dünyasında ulaşım, altyapı ve imar gibi konuların yerel yönetimlerin elinde olduğu düşünülürse, eski eser konseptinin, bir ulaşım ya da imar konseptinden çok da farklı olmadığı ve ulaşımın, imarın ya da altyapının da siyasete alet edilebileceği görülür. 

 

ZG: Koruma Kurulları’yla KUDEB’lerin ilişkisini açıklar mısınız? 

 

MŞD: Koruma Kurulları’nın varlığı çok önemli ancak kurullardaki personelin ve donanımın iyileştirilmesi gerekiyor. Bu yıllarca sağlanamadığından dolayı Anıtlar Kurulu, 14 milyon nüfusa sahip bir metropolün taleplerine ve dinamiğine zaman içerisinde yetişemez hale geldi. KUDEB bu açığı kapatmak için var. Kurullarla olan ilişkimiz ve diyaloğumuz da son derece iyi. 

 

İstanbul’un 1,5 milyon yapısı var ve koruma amaçlı imar planlarından aldığımız verilere göre İstanbul’da 35.000 – 40.000 civarında eski eser bulunuyor. Bu da tüm yapı stoğu içerisinde %3,5 – %4 gibi bir orana tekabül ediyor. Kurullarla gerçekleştirdiğimiz otomasyon çalışmasıyla, hem bir otomasyon sistemi kurup bilgi paylaşımına gideceğiz, hem de artık bu evrakların kağıt ortamından çıkıp sayısal ortama geçirilmesini sağlayacağız. Bu konuda da kurullarla aramızda mutabakat oluştu. 

 

Ayrıca onarım izinleri veriyoruz, mesela bakım onarım ön izni, onarım uygunluk belgesi, iskan görüşleri veriyoruz. Bunlar kurulun çalışmalarını hafifleten konular. Ama tabii sit alanı ilan etmek, tescil koymak ya da kaldırmak gibi kararlar Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulları tarafından veriliyor. 

 

ZG: Yetki alanlarınızın sınırı nedir? 

 

MŞD: Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama Denetim Müdürlüğü’nün yetki alanı 5226 Sayılı Yasa’yla belirlendi. Silivri’den Gebze’ye kadar olan alanı kapsıyor. Bu bölgedeki tüm Arkeolojik Sit Alanları’ndaki eski eser envanterini korumak, bununla ilişkili tüm yasal denetimleri gerçekleştirmek bu kurumun görevleri arasında. 

 

Ayrıca bir konservasyon laboratuarı kurduk. Bu laboratuarda malzeme analiz raporlarını hazırlıyoruz. Sadece İstanbul’a değil İstanbul dışına da hizmet ediyoruz. Birisi burada Süleymaniye’de, diğeri Zeyrek’te olmak üzere iki ahşap atölyemiz var. Zeyrek imalat amaçlı hizmet veriyor, burada ise hem eğitim hem de imalat hizmeti veriyoruz. 





ZG: Nasıl bir eğitim veriyorsunuz? 

 

MŞD: Bu eğitimle amacımız ahşap ustaları yetiştirmek. Bunun için endüstri meslek liselerinin ahşap bölümlerinde okuyan öğrencilere, iki yıllık restoratörlere, piyasada çalışan marangozlara, meslek erbaplarına ve genç mimarlara, mühendislere eğitim veriyoruz. Bu eğitim çalışmasının başında da Demet Sürücü yer alıyor. Şimdi taş eğitim atölyesi de kuruyoruz, bir ay sonra taş eğitim atölyemiz devreye girecek ve orada da taş ustaları yetiştireceğiz. 

 

Şu anda Zeyrek’te ve Süleymaniye’de bilfiil restorasyon çalışmaları gerçekleştiriyoruz. Bu bölgeler Dünya Kültür Mirası kapsamında korumaya alınmış yerler. Restorasyon ve konservasyon laboratuarımızla bu piyasanın yaklaşık olarak yarısının talebini karşılıyoruz. Amacımız burayı bir enstitü haline getirmek. Hem eğitimin yapıldığı, hem uygulamanın olduğu, hem de Türkiye’deki koruma konsepti üzerindeki trendleri belirleyen bir merkez haline getirmeyi ve sadece Türkiye’yle sınırlı kalmayıp belki Balkanlar ve Orta Doğu’da da çalışmalarımızı gerçekleştirebilmeyi amaçlıyoruz. 

 

Batının kendine özgü bir koruma anlayışı var. Bizim de amacımız Roma’daki ICROM gibi büyük bir enstitü haline gelerek hem Türkiye, hem de yakın ülkelerdeki koruma trendlerini belirlemek. 

Mayıs ayında UNESCO bizi ziyaret etti, çalışmalarımızı incelediler ve beğendiler. Bir hafta önce Kültür Bakanımız geldi, ona da çalışmalarımızı gösterdik. Sonuçta endişeye mahal yok, bizler Koruma Kurullarımızla beraber uyum içerisinde çalışıyoruz. Her gün görüşüyoruz, telefonlaşıyoruz. Ayrıca ben de aynı zamanda 2 No.lu Kurul üyesiyim. Dolayısıyla tartışıyoruz, konuşuyoruz, müzakere ediyoruz, aramızda bir diyalog var ki bu çok önemli. Ortak bir paylaşım içerisinde İstanbul’daki çalışmalarımız devam ediyor. 

 

ZG: Basında yer alan bir açıklamanızda KUDEB’in Milano Politeknik’ten yola çıkılarak kurulduğunu ifade etmişsiniz. Çalışmalarınızı karşılaştırır mısınız? 

 

MŞD: 2007 yılında Milano’ya gittiğimizde oradaki konservasyon laboratuarlarını, mekanın büyüklüğünü, malzemeleri ve donanımı gördük ve İstanbul’da da böyle bir laboratuar kurulması gerektiğini düşündük. Topkapı Sarayı’nda Kültür Bakanlığı’na bağlı bir merkez laboratuar vardı ama yeterli büyüklükte değildi. Dolayısıyla onu burada kurmaya çalıştık. 

 

Aslında mekanımız daha büyük olsaydı daha iyi olabilirdi. Şimdi yeni yerler restore ediyoruz belki laboratuarlarımızı oralarda da büyütme imkanımız olacak. Almamız gereken bazı cihazlar var, onları da edindiğimiz takdirde donanım açısından iyi bir noktaya geleceğiz. Yani amacımız Milano Politeknik’in ayarında bir laboratuar kurmaktı. Orada farklı ülkelerden gelmiş insanlar vardı ve hayranlıkla geziyorlardı. Doğal bir refleks sonucu “biz de neden yok, bizde de olmalı” düşüncesiyle hareket ettik. 





ZG: KUDEB olarak onarım izinleri veriyorsunuz, onarım çalışmaları yapıyorsunuz, hatta bütün bir yapıyı restore ediyorsunuz, peki denetleme süreci nasıl işliyor? 

 

MŞD: Denetim ekiplerimiz var, farklı disiplinlerden insanların oluşturduğu bu denetim ekipleri de altı bölgede çalışıyor. Ekipler yapılardaki durumu fotoğraflarla belgeliyorlar, ya da ellerinde proje oluyor ve projeyle uygulama arasındaki farkları belirliyorlar ve tutanakla tespit ediyorlar. Bu aykırı durumlar Koruma Kurulları’na, savcılıklara, ilçe belediyelerine, mülkiyet durumuna göre Vakıflar’a ya da Arkeoloji Müzeler Müdürlüğü’ne resmi yazılar yazılarak bildiriliyor. 

 

Bu şekilde çok sayıda yıkım da gerçekleştirdik. Bilhassa vakıf arazileri üzerinde ve ağırlıklı olarak Tarihi Yarımada’da işgaller vardı, bunlara ilişkin çok ciddi çalışmalar yaptık. Görüntü kirliliğine neden olan çanak anten, tahliye borusu ya da klima gibi uygulamalara müdahale ettik. Kapalıçarşı, Hanlar Bölgesi’nde çalışmalarımız oldu. 

 

Tabii ayrıca restorasyonlar da yapıyoruz. Restorasyon çalışmalarında, sokaktaki evin malzeme ihtiyacıyla eğitimi çakıştırdık. Öncelikle restore edilecek evin malzeme ihtiyacını belirliyoruz, ne kadar kaplama malzemesi, ne kadar çatı malzemesi ya da elemanı gerektiğini belirliyoruz, daha sonra o evin ihtiyacını buradaki atölyemizde eğitim çalışması sırasında kursiyerlere gösteriyoruz ve böylece kursiyerler bir yandan eğitim görürken bir yandan da onarım çalışmasına destek vermiş oluyorlar. Daha sonra da iskeleler kurarak kalfalar ve kursiyerlerle beraber onarımları gerçekleştiriyoruz. 





ZG: Burada, Süleymaniye Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü’nde kaç kişi çalışıyor? 

 

MŞD: Şu anda müdürlük bünyesinde 185 civarında insan çalışıyor. Bu 185 kişinin bir kısmı denetim, bir kısmı malzeme analiz raporlarının hazırlandığı laboratuarlarda, bir kısmı ahşap atölyelerinde, bir kısmı otomasyon çalışmalarında, bir kısmı da Miras Evi’nde görev yapıyor. Bir taş ekibi de kurduk, onlar da anıt eserlerde onarım ve temizleme çalışmalarını sürdürüyorlar. 

Farklı disiplinlerden istihdam da sağlanmış oldu burada, sadece mimar ya da arkeolog değil, mesela konservatörler de burada görev alıyorlar. Üniversitelerin onarılabilir kültür varlıkları bölümünden mezun olan konservatörler, ayrıca sanat tarihçileri, orman endüstri mühendisleri gibi farklı meslek gruplarından insanlar burada çalışıyorlar. Çalışma başlıkları arttıkça, sayı da giderek artıyor. 





ZG: Burada atölyelerde kursiyerlere eğitim veriyorsunuz, ayrıca bildiğim kadarıyla, KUDEB’lerde çalışacak kişilerin üç aylık bir staj döneminden geçmeleri gerekiyor. Bu stajı ve içeriğini anlatır mısınız? 

 

MŞD: Yönetmeliğe göre KUDEB’de görev alacak personelin 3 ay Koruma Kurulları’nda staj yapması gerekiyor. Aslında fiili olarak bir teknik elemanın KUDEB’lerde görev alması, yazışmalarla birlikte altı ayı buluyor. 

 

Bir de ayrıca bizim verdiğimiz eğitim çalışmaları var, ahşabın korunması üzerine hem teorik hem de pratik olarak, burada dershanelerde ahşabın yapısından, koruma tekniklerine kadar, ahşaptaki hastalıklardan müdahale tiplerine kadar öğrenciler dersler alıyorlar. Her hafta, hem özel sektörden çalışanlar, hem de üniversitelerden öğretim görevlileri buraya gelerek dersler veriyorlar. Öğretim görevlileri işin teorik yanını anlatıyor, özel sektörden gelen kişiler de uygulamalarını anlatıyorlar, hatta bu uygulamalar bazen yerinde inceleniyor. Kursiyerlerimiz ayrıca iskeleye de çıkıyorlar ve fiili işlerde de çalışıyorlar, onarımlar yapıyorlar. 

 

Ahşap atölyesinde yaptığımız bu eğitim çalışmasını, şimdi taş atölyesinde de başlatacağız. Amacımız taş ustaları ve kalfalar yetiştirmek. Taş örgü, almaşık duvar nasıl yapılır; kesme taş, moloz taş, kaba yontu, ince yontu nedir; horasan harcı nasıl hazırlanır, bir çeşmenin hazne sıvası nasıl yapılır, derz nasıl tamir edilir, bütünleme, tamamlama nasıl yapılır, bunları öğreteceğiz. Yan tarafımızdaki arsada bunun için gereken mekanı da hazırlıyoruz. Mardin’den, Halep’ten ve Ege Bölgesi’nden ustalarla temas halindeyiz. Ancak taşta kursiyer bulmak için biraz çalışmamız gerekecek çünkü ahşap gibi değil, meslek liselerinde bir karşılığı yok. İlanlar vererek kursiyer bulacağız. 

 

Bilindiği gibi İstanbul’un büyük bir bölümü; Tarihi Yarımada, Boğaz öngörünüm, Beyoğlu, Eyüp gibi bölgeler Kentsel Sit Alanı ve biz de gençlerimize şunu söylüyoruz: Bu işte para var, bu işin geleceği var. 





ZG: Bildiğim kadarıyla, İTÜ Restorasyon Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Ersen, İstanbul Üniversitesi’nden Doç. Ahmet Güleç ve Nimet Alkan da burada danışman olarak görev alıyorlar. Danışmanlar, KUDEB çalışmalarının içinde ne kadar yer alıyorlar ve nasıl destek veriyorlar? 

 

MŞD: İstanbul Üniversitesi’nde Onarılabilir Kültür Varlıkları Bölümü’nde öğretim üyesi Ahmet Güleç hocamız, daha çok konservasyonda ve malzeme analiz raporlarının hazırlanmasında bize destek oluyor. Prof.Dr. Ahmet Ersen, teorik eğitimlerde ve diğer ilçe belediyelerinde çalışan kamu görevlilerinin ve teknik personelin eğitilmesinde yardımcı oldu, aynı zamanda analiz çalışmalarına katılıyor. Nimet Bey de genel koordinatör olarak laboratuarda görev yapıyor. 

ZG: İstanbul dışında büyük kentlerde ya da Sit ilan edilen tarihi şehirlerde de KUDEB’ler kuruluyor mu? Türkiye genelinde çalışmalar ne durumda? 

 

MŞD: Türkiye’de KUDEB ilk olarak, İstanbul’dan önce Gaziantep’te kuruldu. Bunu İstanbul Beyoğlu ve Süleymaniye takip etti. Şu anda Kayseri’de, Bursa’da, Ankara’da ve Konya’da KUDEB’ler var ve diğer illerde de kuruluyor. Onlarla da sürekli irtibat halindeyiz. Mesela Ankara KUDEB heyeti Kasım ayının başında buraya gelip incelemelerde bulunacak. Yine bir buçuk ay önce Bursa KUDEB’den bir heyet geldi, daha önce de Kayseri KUDEB ziyaret etmişti. Bir konu geldiğinde davranışımızın, yaklaşımımızın nasıl olması gerektiğine birbirimize danışarak, beraber karar veriyoruz. 

 

Tabii her ildeki, Kurul – KUDEB ilişkisi de çok farklı. Bunda henüz bir standart yok, zaman içerisinde bu standartlar da oluşacaktır. Her iki kurum da dayanışma içerisinde varlığını sürdürerek ve gelişerek kentlerin kültür mirası üzerindeki olumsuz etkiyi kaldırmalı. 

 

ZG: Şu anda üzerinde çalıştığınız onarım çalışmaları neler? 

 

MŞD: Şu anda Süleymaniye ve Zeyrek’teki 12 ahşap evde onarım çalışmalarını sürdürüyoruz. Süleymaniye Karaada’daki Ayrancı Sokak’ta ve Zeyrek’te Parmaklık Sokak’ta sivil mimarlık örneklerinin restorasyonlarını yapıyoruz. Bu sokaklarda yoğun bir perspektif vardı, şimdi sokak dokusunu tekrar elde etmeye çalışıyoruz. Başka yerlerde de çalışmalarımız var. Taş ekibimiz Fatih, Eminönü ve Suriçi ağırlıklı olmak üzere çeşme restorasyonları, bir türbe ve bir Darül-kurra üzerinde çalışıyorlar. Amacımız bir eski eseri, mesela çeşmeyi onarırken aynı zamanda restorasyon ya da onarım kriterlerini ve standartlarını ortaya koyabilmek. Bir çeşmede cephe temizliğinden, musluğuna, tasına ve kitabesinin şekline kadar, ya da bir ahşap evde, çatı merteğinden, çinko yağmur iniş borusuna kadar bir standart belirlemek istiyoruz. Bir anıt eserin restorasyonunda, “asgari bu standartta restorasyon yapılmalı” diyebilmeliyiz. 

 

Ayrıca sponsorlarımız var, çalışmalarımızı gören firmaların kimisi malzeme olarak, kimisi uygulamada destek veriyor. Zeyrek ve Süleymaniye gibi gelir olarak çok düşük bölgelerde bu tür yardımlar gerçekten çok önemli. Bu bölgelerde, içinde yaşadığı evden ziyade büyükşehrin zor hayatına tutunmaya çalışan insanlar var ve onlara destek olmak gerekiyor. Biz zaten onarım izinleri vererek o bürokratik süreci oldukça kısaltıyoruz. 

 

Bizim bu şehri artık 2010’a hazırlamamız lazım. Bunu öncelikle Avrupa için değil kendimiz için yapmamız lazım. Ayrıca 2010’dan sonrasını da düşünmemiz lazım, sonrasında da çalışmaların aynı şekilde devam etmesi gerekiyor. 

ZG: Süleymaniye Koruma Uygulama Denetim Müdürlüğü olarak 2010 için planlarınız neler? 

 

MŞD: En büyük hazırlığımız restorasyon çalışmaları, ayrıca kitap çalışmalarımız var. Bir de insanların multimedya ortamında, animasyonlarla İstanbul’u izleyebilecekleri bir gösteri merkezi kurmak istiyoruz. Taksim, Eminönü ya da Sultanahmet gibi turistik bölgelerde kurulabilir bu gösteri merkezleri. Böylece turizm enformasyon görevi de görecektir. Kapalıçarşı ve Tarihi Hanlar Bölgesi’nde görüntü kirliliklerinin ortadan kaldırılması için de çalışmalarımız sürecek. 

 

İstanbul marka değerine sahip bir kent. 2006 yılındaki Litvanya’nın Vilnius şehrinde düzenlenen UNESCO toplantısında İstanbul’un Dünya Kültür Mirası Listesi’nden çıkarılması söz konusu olduğunda, delegasyonların büyük bir kısmı bunu İstanbul’a bir saygısızlık olarak değerlendirdi. İstanbul, Atina ya da Roma gibi şehirler bu kapsamdan çıkarılamaz. İstanbul’un özgül ağırlığı aslında Liste’den çıkarılmasına tek başına bir engel. 

 

2010 süreci İstanbul’un dönüşümüne, kültürel mirasın rehabilitasyonuna katkı sağlıyor ve bu bizim çalışmalarımıza da ivme kazandırıyor. Çok önemli bir süreç ve ben çok iyi kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle tarihi merkezlerimizi farklı gözlerle ele alıp düzenlemeliyiz. 780.000 km²’lik vatan toprağı içerisinde şu birkaç hektarlık alan bizim kültürümüzü, hafızamızı, tarihimizi yansıtıyor ve dünya için çok değerli. Bu bölgelere yaklaşım tarzımız, yeni gelişmiş semtlere göre daha farklı olmalı. 

 

İstanbul dünyanın en güzel kenti gerçekten, ruhuyla, yapısıyla, geçmişiyle, günümüzdeki dinamik yaşantısıyla… Bu şehri korumamız lazım. Bizler maalesef insan eliyle çok bozduk ve bundan sonra özür dileyerek, hataları düzeltmek için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. 

Arkitera, Yazı: Zeynep Güney, 03.11.2008

ANTİK BUZ ADAMIN ÇAĞDAŞ AKRABASI YOKMUŞ

 

Bu hafta yayınlanan bir araştırmaya göre, 1991 yılında İtalya Alpleri'nde bulunan ve “Ötzi” ismi verilen 5300 yıllık buz adamın yaşayan herhangi bir akrabası yok. Buz adamın anneden geçen mitokondriyal DNA’sını inceleyen İngiliz ve İtalyan bilimadamları Ötzi’nin çok ender veya artık yok olmuş bir genetik zincire sahip olduğunu buldular. Leeds Üniversitesi’nden Martin Richards “Her ne kadar Ötzi’nin yaşamış olduğunu varsaydığımız bölgelerde daha kapsamlı DNA incelemeleri yapmamız gerekse de, araştırmalarımız, elimizdeki DNA verileri ışığında Ötzi’nin gerçekten de bugün yaşayan herhangi bir akrabası olmadığını, genetik soyunun sona erdiğini gösterdi” dedi. 

 

Current Biology Dergisi’nde yayınlanan bu çalışma 1994 yılında Ötzi’nin DNA’sının ufak bir kısmından yapılan ve Avrupa’da hala yaşamakta olan akrabaları olduğunu iddia eden çalışmanın eksik ve yanlış olduğunu da ortaya koymakta. 

Reuters, 30.10.2008

BERLİN'İN TARİHİ HAVALİMANINA VEDA





Almanya’nın başkenti Berlin’in çok uzun yıllardan beri dünyaca tanınan simgeleri arasında yeralan Tempelhof havalimanı kapatıldı. Çevresinde yükselen büyük ve gösterişli binaların arasında kalan Tempelhof’ta son uçuş önceki gece gerçekleştirildi. 

 

Cirrus Havayolları’na ait pervaneli bir uçak, yerel saatle 22.00 sıralarında Mannheim’a doğru uçuşa geçti ve bu Tempelhof’tan yapılan son sefer oldu. Kapanış seremonisinde, savaş döneminde yaşanan sıkıntılardan payını alan çocuklara umut vermek için paraşütlerle havadan şeker yağdıran bir DC-3 de görev aldı ve Berlinlilere bir nostalji yaşattı.

 

Havalimanına kilit vuran Berlin Belediyesi ise halk tarafından protesto edildi. Uçuşa kapatılan Tempelhof’un UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları’na dahil edilmesi için girişimlerini sürdüreceklerini kaydeden 500 dolayındaki eylemci Belediye Başkanı Klaus Wowereit’a yönelik protestolarını da dile getirdi. 

 

Soğuk ve yağışlı havaya aldırmaksızın ellerinde mumlarla, yaşadıkları hatıraları anlatan eylemciler, Berlin belediyesi tarafından alınan kararın bir tarihi yok ettiğini iddia ettiler. 

Ellerindeki kamera ve fotoğraf makineleri ile Tempelhof’u ölümsüzleştirmek isteyen bir grup eylemcinin her açıdan hızla görüntü almaya çabalaması sırasında yaşanan kaos ortamında son uçağa yetişmek isteyen yolcular da bazı güçlükler yaşadı.

 

Bir televizyon kanalı tarafından canlı olarak yayınlanan kapanış seremonisinde duygusal anlar da yaşandı. 

 

Resmi kimliğiyle orada bulunan kişiler ve resmi törenin davetlileri havalimanının içinde şampanyalar patlatarak kapanışı kutlarken, yıllarca Tempelhof’a sefer düzenleyen kaptan pilotlar ve hosteslerle havalimanında çalışan yer hizmetlileri, yaşanan duruma bir anlam veremediklerini ve oldukça üzgün olduklarını dile getirdi.

 

Yolculardan Joerg, “Gayet hüzünlü bir gün. Tempelhof özel bir yer. Burada bir tarih var ve kapatılması tamamen yanlış. Burası diğer modern havalimanlarına benzemiyor; hiç stres yok; son derece hoş ve rahatlatıcı. 

 

Ayrıca buradaki nostaljik atmosferi seviyorum” diye konuştu. Bir hostes ise, “Buna inanamıyorum. Tempelhof’un kapatılması utanç verici. Burası Alman tarihinin bir parçası ve yöneticiler burayı kapatıyorlar. Dünya üzerinde bunun başka bir örneği daha var mı” dedi. 

 

Germania Havayolları’nın yer operatörü Alexander Rodger ise, “Tempelhof’u uçuş planlamalarımızda kullanıyorduk. Burası büyük bir havalimanı ve her şey olması gerektiği gibi. 

Check-in masalarıyla kapılar arasındaki mesafe, kapılarla uçaklar arasındaki mesafe çok kısaydı. Bu, yolcular açısından büyük bir konfordu. Tempelhof’un kapatılması kararı çok yanlış. Havayolu şirketleri Tempelhof’u kullanmaları için özendirilmedi, şimdi de zarar ediyor diye kapatılıyor” dedi.

Havalimanının kapatılmasına yönelik eleştiriler bu yılın başında iyice yoğunlaşmıştı. Tempelhof’un Türk nüfusu havalimanının kapatılmasını “şehrin orta yerinde havalimanı olmaz” savıyla desteklemekte; buna karşılık iş çevreleri de “kısa mesafeli uçuşların bu alandan sürdürülmesiyle zaman kazanıldığı” gerekçesiyle karşı çıkmaktaydı. 

 

Bu iki görüşü savunanların ağırlığının saptanması için bu yılın nisan ayında bir halk oylaması gerçekleştirilmişti. 

 

Öte yandan, halk arasında, kapatma kararının kesinlik kazanmasının, oylama sonuçlarından ziyade kapitalizmin dayatmalarıyla ilintili olduğu görüşü hakim. 

 

Zira Berlin’deki diğer iki havalimanı ile rekabet edemeyen ve kentin ortasında olması nedeniyle uluslararası uçuşların da gerçekleştirilemediği Tempelhof’u bir yıl içinde kullanan yolcu sayısı 200 bin civarında. 

 

Ancak bir ticari işletme olarak zarar etmemesi için, havalimanının yıllık yolcu sayısının en az 1,5 milyon olması gerekiyor. 

 

Geçtiğimiz birkaç yıl içinde 150 milyon Euro’dan fazla zarara neden olduğu öne sürülen Tempelhof’un varolan uçuş yükünü de devralmak üzere inşaatı süren Brandenburg havalimanının ise 2011 yılında hizmete girmesi bekleniyor.

 

Tempelhof’un muazzam binalarının ve devasa alanın ne yapılacağı konusu ise hala netlik kazanmamış durumda. Berlin Senatosu havalimanının pistini parka çevirmeyi planlarken, binalarında devlet dairesi olarak da kullanılabileceği öne sürülüyor. 

 

Ortaya atılan iddialara arasında havalimanın bulunduğu bölgenin yerleşim alanına çevrilip, yüksek katlı binalar yapılacağı; futbol sahası inşa edileceği; müze oluşturulacağı; film stüdyosuna çevrileceği, hayvanat bahçesi yapılacağı gibi çok sayıda senaryo var. 

 

Ancak kesin olan bir şey var, o da Tempelhof için bir dönem sona erdi.

 

Havalimanının bulunduğu bölge, Ortaçağ Berlin’inde Tapınak Şövalyelerinin yerleşkesi olması nedeniyle “Knights Templer” adından mülhem olarak Tempelhof olarak anılagelmiş. 

 

Sonradan bu alanda, Prusya güçleri, ve 1720’den Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde de Birleşik Alman Güçleri, kalabalık halk kitlelerinin izleyici olduğu geçit törenleri gerçekleştirmiş.

 

Bölge halkı, 1909’da, Armand Zipfel adlı bir Fransızın gösteri uçuşu ve takiben yine aynı yıl içinde Orwille Wright’ın gösteri uçuşuyla uçaklarla tanışmış. Tempelhof’un bir havalimanı olarak yapılandırılma kararının tarihi ise 8 Ekim 1923. 

 

İlk terminal binası 1927’de inşa edilen havalimanı, 1930’lu yıllar boyunca dünyanın dört bir yanındaki sanatçı, siyasetçi ve işadamlarının geçiş noktası olmuş. Nazi döneminde Albert Speer’in Berlin’i yeniden yapılandırma planı çerçevesinde, 1934 senesinde Prof. Ernst Sagebiel bu eski yapıyı yeniden inşa etmekle görevlendirilmiş. 

 

Dünyanın En Uzun Binası

300 bin metrekarelik oturumu ile en geniş, ve aynı zamanda en geniş alanda kurulu yapı kompleksi olma özelliğini günümüzde hala koruyan ve Hitler’in “Dünya Başkenti” ideasının sembolü olarak görülen havalimanı binasındaki holler ve çevre yapıları, kentin Avrupa’ya açılan kapısı olmuş. 

 

Tempelhof havalimanının terminal binasının 1936’da başlatılan inşası 1941’e kadar devam etmiş. 

Bir uçtan diğerine 1.2 kilometre uzunluğunda ve 1/3 çember formunda olan bu dairesel yapı, kışların uzun ve hava şartlarının sert olduğu bölgede uçakların doğrudan terminal binasına yanaşarak yolcu alma ve boşaltması gözetilerek tasarlanmış. 

 

Yolcuların pasaport kontrolünden geçer geçmez çıkış kapısına ve oradan da doğrudan uçağa erişiminin birkaç dakikada tamamlandığı yegane havalimanı olan Tempelhof’u, tüm bu özellikleri nedeniyle, devrin önde gelen İngiliz mimarı Sir Norman Foster “tüm havalimanlarının anası” olarak tanımlamış.

 

Havalimanının “Batı Berlin” tarihinde ise farklı bir yeri var. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Doğu Almanya’nın ve Berlin’in doğusunun Sovyetler tarafından işgaline karşı direnişin simgesi sayılıyor Tempelhof. 

 

Zira, Alman-Sovyet savaşı döneminde 1948 yılı haziran ayından itibaren Berlin’de yaşayan halkın ihtiyaçlarını karşılamak için oluşturulan hava koridorunda, Tempelhof kritik derecede önemli bir rol üstlenmiş. 

 

Sovyetlerin ambargosu altında kalan kente hava yoluyla kömür, yiyecek, ilaç ve diğer insani yardım malzemeleri ulaştırılmıştı. Bu dönemde her 90 saniyede bir uçağın inişine tanıklık eden Tempelhof, 11 ay süren ambargonun sonuna kadar Batı Berlin’de yaşayan insanların hayatını kurtarmıştı. 

 

Dönemin askeri savaş uçaklarından olan DC-3, abluka altındaki çocuklara şekerleme kolileri atması nedeniyle bölgede “Şeker Bombardımanı” olarak anılmaya başlandı ve söz konusu uçak modelleri bu adla tarihe geçti.

Taraf, 03.11.2008

SİDE'DE ROMA DÖNEMİNE AİT 18 DÜKKAN GÜN YÜZÜNE ÇIKARILACAK

 

 

Antalya'nın Manavgat İlçesi Side beldesinde Sütunlu Cadde doğu portik yolunda yapılan kazı çalışmaları 20 ay içinde tamamlanacak. Portikli yolda 10 kişilik ekiple yapılan kazı çalışması yaptıklarını belirten Side Müzesi Müdürü Güner Kozdere, Roma dönemi 31- 48 numaralı 18 dükkan içlerinin belirli seviyeye kadar açılarak, dükkan duvarlarıyla mozaiklerin restorasyonun yapılacağını söyledi. 

 

Kazı çalışmalarını Antalya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun 18 Mayıs 2000 tarih ve 4633 sayılı kararı ile onaylanan proje doğrultusunda yaptıklarını belirten Kozdere, çalışmaların arkeolog Yiğit Ozar gözetiminde yapıldığını ifade etti.

Turizm Gazetesi, 03.11.2008

TARİHİMİZE SAHİP ÇIKMIYORUZ





Erzurum'da Rusların istilasına karşı 1855 yılında halk ve askerler tarafından gözlem ve savunma amaçlı olarak yaptırılan tarihi 'Uzunahmet Tabyaları' bakımsızlıktan harabeye döndü.

 

Uzun yıllar define avcılarının uğrak yeri olan tarihi mekanın yıkılmaya yüz tuttuğunu söyleyen Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Enver Konukçu, geçmişe yapılan saygısızlıkla geleceğe de darbe vurulduğunu belirtti. Kültür ve Turizm İl Müdürü Fikret Öztürk ise, Uzunahmet Tabyaları'nın Milli Savunma Bakanlığı'na ait olduğunu bildirdi. Erzurum ve yakın çevresinde tarihte Rus saldırılarının önüne set çekmek için 22 ayrı tabya yaptırıldığını anlatan Öztürk, tabyaların restorasyonu için 2009 yılı bütçesine öneride bulunduklarını belirtti.

 

Erzurum - Kars karayolunun 20'inci kilometresindeki merkeze bağlı Uzunahmet Köyü yakınlarındaki Uzunahmet Tabyaları beş yıl önce askeri tesislerin bölgeden ayrılmasıyla ortada kaldı. Doğu'dan gelecek düşmanı gözetlemek ve Erzurum'u savunmak için 1855 yılında halk ve asker tarafından yapılan tabyaların tarihi açıdan büyük öneme sahip olduğunu belirten Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Enver Konukçu, tarihi mekanın hazine söylentileri yüzünden yıllarca define avcıları tarafından kaçak kazılara sahne olduğunu dile getirdi.

 

Yaklaşık 30 yıldır restore edilmeyen tabyaların bakımsızlık nedeniyle ciddi zarar gördüğünü vurgulayan Prof.Dr. Konukçu, şunları söyledi: "Erzurum çevresindeki tabyaların her karışında geçmişimiz yatıyor. Her biri ayrı öneme sahip bu mekanlardan birçoğu maalesef bakımsızlıktan harabeye dönmüş. Uzunahmet Tabyaları, kentin savunulmasında önemli rol üstlenmiş bir mekan. 1829 yılındaki Rus istilasının ardından 1853-1855 yılları arasında İngilizlerle ortak yapılan Uzunahmet Tabyası, mimari özellikleriyle de diğer tabyalardan öne çıkıyor. Dünyada sadece Paris ve Roma'da birer örneği olan Uzunahmet Tabyaları'nın Osmanlı - Rus Savaşı sırasında top atışlarına karşı Almanlar tarafından yapı itibariyle desteklendiği biliniyor. Ancak aradan geçen zamanda sahipsiz kalan ve ciddi zarar gören tabyaların hali ortada. Geçmişe yapılan saygısızlıkla, geleceğe de darbe vuruluyor."

 

Milli Savunma Bakanlığı'na ait olan Uzunahmet Tabyaları başta olmak üzere kentteki diğer 22 tabyanın restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2009 yılı yatırım programına öneride bulunduklarını bildiren Kültür ve Turizm İl Müdürü Fikret Öztürk, restore projelerinin hazır olduğunu bildirdi. Müdür Öztürk, "Tarihi eserlere hep birlikte sahip çıkmak durumundayız. Mecidiye Tabyası'nı 'Erzurum tarih müzesine dönüştüreceğiz. MÖ 5-6 bin yıllarından başlayan Erzurum tarihini günümüze taşıyacak seksiyonlara yer vereceğimiz müze, önümüzdeki yıl daha da şekillenecek" diye konuştu.

 

Erzurum Ticaret ve Sanayi Odası da (ETSO) tarihi Uzunahmet Tabyaları'nı gündemine alarak sahip çıkılması için çalışma başlattı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bu konuda müracaatta bulunacaklarını belirten ETSO Turizm Komitesi Başkanı Nadir Burumoğlu, "Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan tabyaların göz göre göre yok olmasına seyirci kalamayız. ETSO olarak sesimizi yükseltecek ve 2011 Unıversiade Kış Oyunları öncesinde bu eserlerin turizme kazandırılmasını sağlayacağız" dedi.

Erzurum Gazetesi, 03.11.2008

PERU'DA 'ÖRÜMCEK TANRI' TAPINAĞI BULUNDU

 

 

“Örümcek Tanrı” ya adanmış 3000 yıllık bir tapınak, antik Peru’nun az bilinen kültürlerine ışık tutacak. MÖ 1500 ile 1000 yılları arasında yaşamış Cupisnique kültürünün halkı bu tapınağı Peru’nun kuzey sahilinde, Lambayeque vadisinde inşa etmiş. Son yıllarda bu bölgedeki üçüncü büyük keşif olan bu tapınak bu yaz bulundu. Sipán Müzesi yöneticisi olan Walter Alva, arka arkaya gelen bu keşiflerin bölgenin bir tür kutsal yer olduğunun habercisi olabileceğini söyledi.

 

“Örümcek Tanrı”, Peru’nun MÖ 400 ile 1200 yılları arasındaki erken dönemlerinde farklı yerlerde görülen bir inanış. Örneğin Lima’da Garagay Tapınağı’nda ve kuzey Peru’da Limón Carro yerleşiminde bu tanrıya rastlanıyor. Chavin Kültürü uzmanlarından Richard Burger, “Örümcek Tanrı” inanışının yağmur ile ciddi bir ilişkisi olduğunu düşünüyor. Antik Peru halkı, örümceklerin yağmurdan önce ortaya çıkmaları dolayısıyla böyle bir inanca sahipti.  

National Geographic News, Haber: José Orozco, 29.10.2008

TARİHE YÖN VERENLERİN KABİRLERİNE SAHİP ÇIKILMIYOR





Eğitimci Yazar Muzaffer Taşyürek, Erzurum'un tarihinde önemli bir yeri bulunan birçok yeniçeri ağası, kanaat önderi ve devlet adamının kabirlerinin hak ettiği ilgiyi göremediğini söyledi.

 

Açık hava müzesi görünümündeki Erzurum, tarihte birçok medeniyetin bıraktığı izleri günümüze kadar getirmeyi başarmış. Tarihte birçok kahramanlıkların yaşandığı Erzurum'da görünen tarihi yapıların dışında mahalle ve sokak aralarına sıkışan kanaat önderi, ilim adamı, devlet adamı ve birçok askere ait kabirler ise ilgisizlik sonucu harabeye dönmüş durumda. Ecdad yadigarı eserlerle ilgilenmeyi hiçbir kamu kurumu üzerine almıyor. Bunlardan Emir Şeyh ve Hasan-ı Basri mahallelerinde bulunan asker mezarları, Leblebici yokuşundaki Müftü Feyzullah Efendi Türbesi, Yukarı Hasan-ı Basri Mahallesi'nde bulunan İsmail Veli Türbesi onarım ve korunmayı bekliyor.

Saat Kulesi'nin önünde bulunan Kırklar Türbesi'nin tarihe karşı duyarlılığın yitirildiğinin göstergesi olduğunu belirten Muzaffer Taşyürek, cami bahçelerinde bulunan mezarların kime ait olduğunun ise birçok kişi tarafından bilinmediğini kaydetti. Taşyürek, "Buralarda bulunan mezarlarda kimlerin yattığını, halkımız tarafından görülecek ve okunacak şekilde levhalandırılması gerekiyor. Buralarda yatan çok önemli tarihi şahsiyetler bulunmaktadır. Bu mezarlıklar Erzurum'un tarihine ışık tutacak derecede önemli yerler ve belgelerdir. Murat Paşa Camisi'nin haziresinde Ane Hatun, Babası Morav Han, Kul Kethudası İsmail Ağa, Resulpaşazade Mehmet Reşid Bey ve Mehmet Ali Paşa'ya ait mezarlar bulunmaktadır. Bu şahsiyetler kimlerdir, Erzurum'a ne gibi hizmetleri geçmiştir, maalesef halkımız bilmemektedir." dedi.

 

Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'in silah arkadaşı Haspulat Bey'in Erzurumlular'ın misafiri olduğunu, onun kardeşi Musa Paşa'nın da kabrinin Narmanlı Camii haziresinde bulunduğunun altını çizen Taşyürek, "Ali Paşa Camii haziresinde ise Karakullukçu ziyareti, Gürcü Hacı Ahmed Efendi, Acarzade Hafız Mehmet Efendi mezarı, Mehmet Şükrü Efendi'ye ait kabirler, Dervişağa Camii haziresinde Hacı Derviş Ağa Türbesi Erzurum Ağası Ahmet Ağa'ya ait mezarlar bulunuyor. Bunların birçoğu Erzurum'da yaşayan yeniçeri ağalarıdır." diye sözlerini tamamladı.

haberler.com, 02.11.2008

KALE HENDEĞİ TEL ÖRGÜYLE KORUNUYOR

 

Tarihi Şanlıurfa Kalesindeki hendeğin etrafının tel örgüyle çevrildi. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünden yapılan açıklamada, tarihi kaleyle ilgili hazırlanan ''eylem planı'' kapsamında kale hendeğinin koruma altına alındığı belirtildi.

 

Özellikle kalenin güney kısmında bulunan hendeğin, mahalle kenarında bulunması nedeniyle ''kazalara adeta davetiye çıkardığı'' dile getirilen açıklamada, şöyle denildi: ''Ayrıca bu alanda kale hendeğine çöp atılması, kültür ve inançlar diyarı Urfa için güzel olmayan görüntülere neden oluyordu. Bu hususlar gözetilerek Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından hendek etrafı tel örgüyle çevrildi."

 

Açıklamada İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız da şunları kaydetti: ''Tarihi ve kültür varlıklarımız sadece kurumlar değil, tüm yurttaşlarımızın çabalarıyla korunabilir. Urfa Kalesi, her gün yüzlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmekte ve bu alandaki kirlilik, ilimiz turizmine zarar vermektedir. Mahalle sakinlerinin yapılan kafes tellere sahip çıkması ve hendeğe çöp dökülmemesi hususunda bize yardımcı olmalarını ve hassasiyet göstermelerini istiyoruz."

Zaman, 02.11.2008

İKİNCİ ZEUGMA VAKASI MI?

 

Bilecik Barajı’nın yapımı sırasında ortaya çıkan Zeugma mozaiklerinin dünyada nasıl yankılandığını hatırlayın.

Şimdi de Urfa Haleplibahçe’de milattan sonra 3. yüzyıla ait bir mozaik taban bulundu. Mozaiklerde Hippolite, Antiope, Melanipe, Pentesilya resmedilmiş. Tek göğüslü savaşçı Amazon kraliçeleri.

Şanlıurfa’ya 2007 yılı, haziran ayında yaptığım bir gezide önce onlardan bir tanesini gördüm.

Özenle bir örtünün altına saklanmıştı.

Geçen hafta, Urfa’ya bu kez Garanti Bankası’nın Anadolu Sohbetleri toplantıları nedeniyle yaptığım son ziyarette ise dördü birden karşıma çıktı.

Hippolite, Antiope, Melanipe, Pentesilya.

Tek göğüslü "Savaşçı Amazon Kraliçeleri."

Urfa’da, Haleplibahçe’de yapılması planlanan Dinler ve Kültürler Parkı için ilk kazma atıldığında ortaya çıkartılan mozaik tabanda tüm haşmetleriyle karşınızdalar.

Uzmanların iddialarına göre, "Savaşçı Amazon Kraliçeleri" dünyada ilk kez bir arada mozaik taşlarla tasvir edilmiş.

Samsunlu Amazonların Urfa’ya nasıl ulaştıkları ise bir sır. Samsun, Sinop arasında seyahat ettikleri, Efes’e uğramış olabilecekleri rivayet ediliyordu ama ta Güneydoğu Anadolu’ya kadar uzanabilecekleri kimsenin aklına gelmemişti.

Haleplibahçe’de ortaya çıkartılan ve milattan sonra 3. yüzyıla ait oldukları tahmin edilen mozaik tabanda dördü, dört ayrı sahnede bir av partisindeler.

Elinde iki başlı bir balta tutan Antiope hariç diğerleri at sırtındalar.

Ok ya da mızraklarına hedef olmuş panterler, arslanlar ayaklarının dibinde.

Mozaikler o kadar canlı ki, bir panterin göğsünden sızan kan damlalarını bile görebiliyorsunuz.

Av sahnesinde başka hayvan türleri, meyve ağaçları da var.

FIRAT NEHRİ’NİN RENKLİ TAŞLARI

4 milimetrekare boyutlarında, Fırat Nehri’nin renkli taşlarından yapılan bu benzersiz mozaik tabanlı saray, kuşku yok ki Doğu Roma İmparatorluğu’nun üst düzey bir yetkilisine ait.

Bence Urfa’da ikinci bir "Zeugma Vakası" yaşanıyor.

Nizip’te Bilecik Barajı’nın yapımı sırasında ortaya çıkartılmış olan Zeugma mozaiklerinin dünyada nasıl yankılandığını hatırlayın.

Urfa’da Haleplibahçe’de ortaya çıkartılan "Savaşçı Amazon Kraliçeler" mozaiğinin de aynı şekilde büyük ses getireceğinden hiç kuşku yok.

Uzun yıllar boyunca Zeugma kazılarına katılmış olan Gaziantep Müzesi arkeologlarından Dr. Mehmet Önal şimdi Haleplibahçe’de görevli.

Önal’a göre, Urfa’da ortaya çıkartılan mozaik tabanlı salon Zeugma’daki villalarla benzer özellikler taşıyor. Ancak Zeugma’daki villalarda böylesine geniş ve ihtişamlı salonlar yokmuş. Kaldı ki, Haleplibahçe’deki kazılar halen devam ediyor.

Savaşçı Amazon Kraliçeleri’ni resmeden salonundan başka bahçesinde çeşmeleri, havuzları bulunan sarayın dışında aynı yörede başka kalıntıların olması pek muhtemel.

GÖBEKLİTEPE’DEN SONRA MOZAİKLER

Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi arkeologlarından Hasan Karabulut eşliğinde "Savaşçı Amazon Kraliçeleri"ni ziyaret ettiğimiz gün kazılarda yeni bulunmuş olan bir Roma Hamamı da gördük.

Şanlurfa gezimiz boyunca bize eşlik eden Fest Travel’in kurucusu Faruk Pekin’in deyişiyle halen "Türkiye’nin en parlak yeri" bir kült merkezi olan "Göbeklitepe".

Urfa merkezinin 17 kilometre uzağındaki Göbeklitepe’de ortaya çıkartılan 11 bin 500 yıllık dünyanın en eski heykeli Şanlıurfa Müzesi’nde.

Pekin’e göre, Göbeklitepe kazıları bilinen her şeyi altüst etmiş.

Urfa’nın Harran’dan da eski bir yerleşim merkezi olduğunu ortaya koymuş.

Önce Göbeklitepe, şimdi de "Savaşçı Amazon Kraliçeler".

Şanlıurfa, Göbeklitepe kazılarını yürüten Alman arkeolog Klaus Schmidt’in deyişiyle "tarihi yazan şehir" olma yolunda.

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 02.11.2008

ROBINSON CRUOSE'NUN BARINAĞI BULUNDU

 

 

Ünlü "Robinson Cruose" romanına esin kaynağı olduğuna inanılan Alexander Selkirk adlı İskoç denizcinin, yıllarca yalnız yaşadığı adadaki yerleşkesinin gerçek olduğuna dair kanıtlar bulundu.

Post-Medieval Archaeology dergisinin haberinde, arkeologların, 1700’lü yılların başında Selkirk’ün mahsur kaldığı adada gelen gemileri görmek için bir derenin kenarına iki barınak inşa ettiğine dair izler ve o döneme ait bazı denizcilik aletleri buldukları belirtildi.

İskoçya Milli Müzesi'nden David Caldwell, Aguas Buenas adasında ortaya çıkarılan kanıtların, Alexander Selkirk’ün bu adada kaldığı hikayesini desteklediğini söyledi. Caldwell, söz konusu adanın, Defoe’nun esinlendiği olayı araştırmak isteyen turistlerin ilgisini çeken bir yer olabilmesini ümit ettiğini kaydetti.

Daniel Defoe’nun Robinson Cruose’yu yazarken, 1709 yılında Şili’nin batısındaki bir Pasifik adasında yıllarca mahsur kaldıktan sonra kurtarılan denizcinin hayatından esinlendiğine inanılıyor.

Aguas Buenas adası, Defoe’nun 18. Yüzyılda ünlü eserini yazmasının ardından Robinson Crusoe adası adını aldı.

Radikal, 02.11.2008

TARİH RENKLENDİ

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yeşildere ve Buca girişindeki iki tarihi su kemerini ışıklandırdı.

 

Yaklaşık bir hafta süren çalışma sonucu 72  projektörle tarih adeta renklendirildi.

Milliyet Ege, 02.11.2008

GAZİANTEP KALESİ'NDE YENİ GALERİ BULUNDU

 

Kazı çalışmaları devam eden Gaziantep Kalesi’nde, yapılan yüzey araştırmaları sonucunda yeni bir galeri tespit edildi.

 

Gaziantep Valiliği İl Özel İdaresi ve Büyükşehir Belediyesinin katkısı ile devam eden kazılarda, çalışmaları üstlenen müteahhit firma, GPR (Yeraltı Radar Yöntemi) cihazı ile yaptığı yüzey araştırmalarında, 5 metre derinlikte ikinci bir galeri bulunduğunu belirledi. Kazı ekipleri, yerin 5 metre derinliğinde tespit edilen galeriyi ortaya çıkartmak için 6 metre genişliğindeki bir alanda kazı çalışmalarına başladı. Ekipler, 20 günlük bir çalışma ile galeriyi gün yüzüne çıkartarak, birinci galeri ile birbirine bağlamayı hedefliyor.

Hürriyet, 02.11.2008

SÖZ VERDİ AĞAÇLARI KESMİYOR

 

AKP’li Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler’in, tarihi Lalapaşa Camii ile Yakutiye Medresesi arasında planladığı ağaç katliamına, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay el koydu. Küçükler de dün ağaç kesmekten vazgeçtiğini, TEMA Temsilcisi’ne bildirdi.

Günay, ağaç katliamını gündeme getiren Hürriyet’e teşekkür etti. Olayı öğrenir öğrenmez Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu’nu görevlendirdiğini belirten Günay, Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan da inceleme talep ettiğini açıkladı. Lalapaşa Camii’nin çevresindeki ağaçlar kesilmeden önce koruma kuruluna başvurulmadığını, herhangi bir onay alınmadığını belirten Günay, "İdari mekanda gelişi güzel düzenlemeyi kimse yapamaz" dedi.

Türkiye’nin dört bir tarafından tepki alan Küçükler yaptığı yazılı açıklamada, "Erzurum tarihinde yeşile en büyük değeri biz verdik. Diktiğimiz 30 bin ağaç bunun ispatıdır" derken, TEMA Vakfı Erzurum İl Temsilcisi Işıl Bedirhanoğlu, "Başkan Küçükler, bu açıklamayı sinirlendiği için yapmış. Ağaçları kesmeyeceği konusunda bizlere söz verdi. Bu müjdeyi açıklamaktan mutluyuz. Artık herkes huzur içinde uyuyabilir" diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Bülent Sarıoğlu - Turgay İpek, 02.11.2008

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI SUÇÜSTÜ YAKALANDI

 

Selçuk İlçesi Belevi Beldesi yakınlarındaki tarihi Keçi Kalesinde kaçak kazı yapan 4 kişi Selçuk Merkez Jandarma Karakolu ekiplerince suçüstü yakalandılar.

 

Selçuk’ta Keçi Kalesi etrafında kaçak kazı yapmaya çalışan Mahmut Özalhas (41), Mustafa Zilan (21), Osman Kolhan (24) ve Selahattin Uzun (23) Selçuk Merkez Jandarma Karakol ekiplerinin gece düzenledikleri bir operasyonla suçüstü yakalandılar. Düzenlenen baskında zanlıların Lahit (mezar) çıkartmak için kazıya başladıkları ve yaklaşık bir metre kazı yaptıkları belirlendi. Jandarma ekiplerince sorgusu tamamlandıktan sonra Selçuk Cumhuriyet Savcılığına sevk edilen zanlılardan Mahmut Özalhas’ın tutuklandığı, diğer zanlıların ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı öğrenildi.

Selçuk Bölge Haberleri, 01.11.2008

4 BİN YILLIK 'ADSIZ' KENT BULUNDU

 

Arkeologlar, Kütahya kent merkezine 20 kilometre uzaklıkta, 15 milyon tonluk bir kömür rezervinin üzerinde İç Batı Anadolu’nun ilk kentini buldu. Etrafı surlarla çevrili 4 bin yıllık kentin adıysa bilinmiyor. TKİ Seyitömer Linyitleri İşletmesi’nde yürütülen kazının başkanı Prof.Dr. Nejat Bilgen, 4 bin yıl önce büyük bir depremle yıkıldığı anlaşılan Orta Tunç Çağı kentinde çok sayıda toprak ve kemik eser bulduklarını, ama o dönem henüz yazı Anadolu’nun batısına ulaşmadığı için ne kentin ne de halkın adını bildiklerini söyledi.

Radikal, 01.11.2008

BİTLİS KALESİ'NDEKİ TAHRİBAT ÖNLENEMİYOR

 

7000 yıllık tarihi ile dikkat çeken Bitlis Kalesi, her geçen gün kaçakçılar tarafından tahrip ediliyor. Bu tahribatı önlemeye çalışan yetkililer, kalenin güvenliği için bir bekçi görevlendirdi.

 

Bitlis İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör, alınan tüm tedbirlere rağmen Bitlis Kalesi'nde yapılan tahribatı önleyemediklerini söyledi. Kısa süre önce bir bekçi tutulduğunu belirten Işıkgör, "Kalede ortaya çıkarılan tarihi eserler Bitlis'in tarihine ışık tutacak niteliktedir. Bu eserler uzun süreli uğraşlar sonucunda ortaya çıkarılmasına rağmen bilinçsiz insanlar tarafından tahrip ediliyor. Tarih bilincine sahip olmayan ziyaretçiler, meraklılar ve define avcıları yüzünden Bitlis Kalesi zarar görüyor. Önlemleri artırmamıza rağmen her seferinde alınan önlemler bilinçsiz insanlar tarafından boşa çıkarılıyor." dedi.

haberler.com, 31.10.2008

TARİHİ KONAKLARA SAHİP ÇIKILACAK





Yozgat Valiliği, kentte bulunan tarihi ev ve konakları korumak amacıyla bir çalışma başlattı.

 

Yozgat Vali Yardımcısı Mustafa İngenç başkanlığında Valilik Toplantı Salonu'nda tarihi konakların kurtarılmasına yönelik düzenlenen toplantıya Belediye Başkanı Yusuf Başer, İl Kültür ve Turizm Müdürü Fuat Dursun ve koruma altında bulunan tarihi ev ve konak sahipleri katıldı.

 

Yozgat'ta koruma altına alınan tarihi evler ve konaklar hakkında bilgi veren İl Kültür ve Turizm Müdürü Fuat Dursun, kent merkezinde 9 tane kullanılır, 9 tanede oturulamaz durumda ev ve konak bulunduğunu söyledi. Dursun, "Bu konakları yaptırmak isteyen 9, satmak isteyen 4, bakım yaptırmak isteyen 2, modern bina yaptırmak isteyen 3 kişi bulunmaktadır. Dernek çatısı altında birleşip bu evlerin bakım ve onarımını takip etmek üzere dernek kurmak isteyen 14 kişi var" dedi.

Kültür Bakanlığı'nın tarihi evlerin yapımına yönelik birçok çalışmasının bulunduğuna değinen Dursun, "Bunların arasında hibe yardımları ve destekleri var. Bu destekler iki etapta gerçekleşiyor. Bunlardan ilki, projelere verilen destekler, bir diğeri de proje uygulama safhasında ki destekleridir. Taşınmaz kültür varlıkların onarımına yardım sağlamasına dair yönetmelik ayni, nakdi ve teknik yardımların usul ve esasları belirlenmiştir. Tarihi konakları olan kişiler müdürlüğümüze Aralık ayının sonuna kadar başvurdukları takdirde, onlara proje desteği sağlayacaktır. Proje desteğinin 50 bin YTL'ye kadar tamamı hibedir. Bakanlığımız 200 bin YTL'ye kadar destekleyebiliyor. Ancak bunun yüzde 70'ini bakanlığımız ödüyor, kalanını yüzde 30'luk kısmını da konak sahipleri tarafından karşılanıyor" dedi.

 

Daha sonra konuşan Yozgat Vali Yardımcısı Mustafa İngenç, tarihi ve kültürel sanatsal değerleri olan yapıların yasal düzenlemeler çerçevesinde koruma altına alındığını belirterek, "Bu konakların bakımı ve gelecek nesillere taşınması için devletimiz, konak sahiplerine bir dizi yardımlarda bulunmaktadır. Bu yardımlar değerlendirilerek bu tarihi varlıklarımıza sahip çıkmalıyız" dedi.

 

Yozgat Belediye Başkanı Yusuf Başer, belediye olarak Tarihi Hayri İnal Konağı'nın restorasyonunu yaptırarak hizmete açtıklarını belirterek, "Bu tür tarihi konaklara sahip çıkarak, tarihi varlıklarımızı gelecek nesillere aktarmalıyız" şeklinde konuştu.

Yozgat Kent Haber, 30.10.2008

ÖZEL İDARE MÜDÜRÜ KAÇAK KAZI YAPARKEN YAKALANDI

 

Ardahan'ın Çıldır İlçesi'ne 2 kilometre uzaklıkta Sazlısu Köyü yakınlarında aralarında İlçe Özel İdare Müdürü'nün de bulunduğu 5 kişi kaçak kazı yaparken suçüstü yakalandı.

 

Alınan bilgilere göre, bir ihbarı değerlendiren Jandarma ekipleri, Çıldır İlçesine 2 kilometre uzaklıktaki Sazlısı Köyü mevkisinde kaçak kazı ihbarı aldı. Düzenlenen operasyonda aralarında Çıldır Özel İdare Müdürü Y.C'nin de bulunduğu 5 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınan zanlılar karakoldaki sorgularının ardından adliyeye sevk edildi.

haberler.com, 30.10.2008

BURMALI CAMİİ'NDE RESTORASYON

 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü Uşak'ta 1570 yılında Osmanlı Padişahı 2. Selim döneminde inşa edilen tarihi Burmalı Camiinde restorasyon çalışması başlattı.

 

Edinilen bilgiye göre Osmanlı Padişahı 2. Selim döneminde 1570 yılında inşa edilen ve bugüne kadar değişik dönemlerde üç kez restore edilen Burmalı Camii'nde restorasyon çalışmaları başladı. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından başlatılan ve Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün kontrolünde sürdürülen çalışmalar 23 Aralık 2008 tarihinde tamamlanacak.

 

İhale bedeli 178 bin 338 YTL olan restorasyon çalışmaları 15 Eylül 2008 tarihinde başladı. Çalışmalar kapsamında ilk olarak caminin kubbelerindeki kaplamalar yenilendi. Camideki tarihi dokuya zarar vermeden iç ve dış bölümlerinde yapı güçlendirme faaliyetleri, dış cephe ve minare bakım çalışmaları sürüyor. Restorasyon çalışmalarının tamamlanmasından sonra Ocak ayından itibaren tarihi caminin yeniden ibadete açılacağı bildirildi.

 

Uşak İl Müftüsü Osman Akdemir, restorasyon çalışmaları ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne ait caminin baştan aşağı elden geçirildiğini belirterek " Çalışmaları Vakıflar Genel Müdürlüğü yapıyor. Minare, caminin iç ve dış kısmı, kubbelerdeki kurşunlar yenileniyor. Zamanla caminin iç kısmında izinsiz çiniler yapılmış ve duvarlarda uygunsuz sıvalar yapılmış. Bunlar sökülüyor ve camii aslına uygun olarak restore ediliyor. Yıl sonuna kadar çalışmalar bitecek ve yıl başında camii tekrar ibadete açılacak" dedi.

Uşak Kent Haber, 29.10.2008

Ephesos (Harding)
...1834





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi