Haberler logo Ekim '08 Arşivi

26 Ekim - 1 Kasım 2008

RESSAM KÜÇÜKAKSOY HAYATINI KAYBETTİ

 

 

Cumhuriyet döneminin ilk kadın ressamlarından Müreccel Küçükaksoy, beyin damarlarındaki tıkanıklık nedeniyle 23 Ekim’de yaşamını yitirdi.

Güzel Sanatlar Akademisi Leopold Levy Atölyesi’ni tamamlayan ilk kadın Müreccel Küçükaksoy, hastalığının bir ay öncesine kadar resim yapmayı sürdürdü.

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencilerinden biri olan Küçükaksoy, perşembe günü yaşamını yitirdi. Kadıköy Şifa Camii’nde dün öğle vakti düzenlenen cenaze törenine, ressamın ailesi, yakınları ve öğrencileri katıldı. Küçükaksoy’un cenazesi Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Hürriyet, Haber: Yeliz Öz, 27.10.2008

'SEZAR'IN KALESİ'NDE MÜZE PROJESİ





Tokat'ın Zile ilçesindeki tarihi mekanlardan Zile Kalesi'nin restore edilerek müze oluşturulmasına yönelik altyapı çalışmalarının tamamlandığı bildirildi.

 

Tarihi kaynaklarda Roma İmparatoru Julius Sezar'ın dünyaca ünlü "Veni, vidi, vici" (Geldim, gördüm, yendim) sözünü söylediği yer olduğu belirtilen Zile'deki 4 bin yıllık tarihi kalenin restorasyon projesi, Tarihi Kentler Birliği ve Zile Belediyesinin iş birliğiyle yapıldı.

 

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca onaylanan projeyle kalenin giriş kapısındaki saat kulesi ve surlar onarılarak kaledeki eski kışla binası müzeye dönüştürülecek.

 

Zile Belediye Başkanı Murat Ayvalıoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kalenin Zile'nin sembolü olmasının yanı sıra dünya tarihinde önemli olaylara imza atmış tarihi bir mekan olduğunu söyledi.

 

Kaledeki gizli dehliz ve su sarnıcını uzun çalışmalar sonucu gün ışığına çıkardıklarını kaydeden Belediye Başkanı Ayvalıoğlu, "188 basamakla inilen geçit aydınlatılarak turizme açılacak. Artık hemen her hafta küçük turlar da olsa turistler Amasya ve Çorum güzergahından Zilemize gelmeye başladı" diye konuştu.

 

Zile'nin adeta bir açık hava müzesi, yaşayan bir Osmanlı kenti olduğunu ifade eden Ayvalıoğlu, şöyle konuştu: "Zile'den çıkan değerler hep başka müzelerde sergileniyor veya antikacılar, defineciler vasıtasıyla yurt dışına kaçırılıyor. Bunu durdurmak için Zilemize müze yapacağız. Altyapımızı tamamladık, projemiz onaylandı. Etnografik eserleri topluyoruz. Müzenin açılmasıyla korumacılık ve turizm adına önemli bir olayı gerçekleştireceğiz."

 

Tarihi kaynaklarda, Roma İmparatoru Julius Sezar'ın Pontus asıllı Basforos Kralı 2. Pharnake ile Zile Altıağaç mevkisinde çok kanlı bir savaş yaptığı belirtiliyor. Savaşta iki tarafın da büyük kayıplar verdiği, savaşı Roma İmparatoru Sezar'ın kazandığı, bunun üzerine dünyaca ünlü "Veni,vidi, vici (Geldim, gördüm, yendim) sözünü söyleyerek durumu Roma'ya bildirdiği ifade ediliyor. Julius Sezar, Zile'de kaleye taş bir kitabe yaptırarak dünyaca ünlü sözünü yazdırıyor.

 

Antik çağlarda kurulmuş, höyük üzerinde inşa edilmiş, akropol özelliğine sahip bir Roma kalesi olan kalenin kuzeydoğusunda kayalıklara oyulmuş, Roma dönemine ait küçük bir tiyatro da bulunuyor.

Trt/haber, 01.11.2008

İBRANİ DİLİNDE EN ESKİ METİNLER

İbrani dilinde yazılmış en eski metin bulundu. İsrailli arkeologlar metni Kudüs’ün güneyindeki bir kazı alanında buldukları bir çömlek parçası üzerinde buldular. Çömlek parçası, Kudüs’ün 20 km güneyindeki Hirbet Keiyafa Kalesi’ndeki kazılarda bulundu. Yapılan karbon testleri, üzerinde 5 satırlık yazı bulunan çömlek parçasının yaklaşık 3 bin yıllık olduğunu gösterdi. Şimdiye kadar bulunan en eski İbrani metinleri bin yıllıktı. Yeni bulunan metin tam olarak çözülemedi.


Bölgedeki kazıları yöneten Arkeolog Yosef Garfinkel, 15’e 15 santimetre boyutlarındaki tabletin üzerindeki yazının, Kral Davud dönemindeki İsrail ile ilgili önemli ip uçları verebileceğini söyledi. Garfinkel, çömlek parçasının haziran ayında bulunduğunu, daha sonra üzerinde 5 satırlık bir yazı olduğunun belirlendiğini ifade etti.


Ancak bazı arkeologlar yazının İbranice olmayabileceğini iddia ediyorlar. İbrani Üniversitesi Eski ve Yeni Ahit Arkeolojisi uzmanlarından Arkeolog Aren Maier bulunan çömlek parçasının İsraillilere de, Filistinlilere de ait olmayabileceğini, bunun tarih içinde unutulmuş başka bir grubun olabileceğini söyledi.


Bulunan metnin her durumda Kenanlılar öncesi döneme ait olduğunu belirten arkeologlar, metnin İbranice olduğunun kesin olarak belirlenmesi durumunda, bunun İbrani dili ve İsraillilerin tarihi için büyük bir öneme sahip olacağını kaydetti.

Evrensel, 01.11.2008

TARİHİ SU KUYUSU E-5'DE 10 M ÇUKUR AÇTI

Göztepe E-5 karayolunda çökme meydana geldi. Trafiğin yoğun olduğu saatte meydana gelen yaklaşık 10 metre kare çapında ve 2 metre derinliğindeki göçük sırasında can kaybı yaşanmazken, sürücüler büyük şaşkınlık yaşadı. Çökmenin, Kadıköy-Kartal metro çalışmaları sırasında yapılan kazılar sebebiyle meydana geldiği belirtildi. Dev çukur, olay yerine gelen Anadolu ray görevlileri tarafından beton dökülerek dolduruldu. Anadolu Ray Ortak Girişimi mühendislerinden Mehmet Çilingir, “Bu civarda çok eskiden su kuyuları bulunmaktaydı. Muhtemelen bu su kuyularından biri çalışmalar sebebiyle boşaldı ve bu göçük meydana geldi” dedi.

Türkiye Gazetesi, 01.11.2008

HASANKEYF İÇİN KEYİFLİ BİR HABER

Almanya, İsviçre ve Avusturya resmi olarak Ilısu Baraj Projesi’nden çekilebileceklerini açıkladı. Sivil toplum örgütleri ve Hasankeyf sakinlerinin sürekli tekrarlanan uyarılarına rağmen Türk hükümeti 133 maddeden oluşan çevresel ve toplumsal şartları yerine getirmedi. Uzman incelemelerinde de bu sonuç ortaya çıkınca Almanya, İsviçre ve Avusturya koşullar 2007 sonunda önce yerine getirilmezse projeden çekileceklerini bildirdi. Ilısu Barajı karşıtları da bu kararı olumlu karşıladı, bu sayede Hasankeyf’in kurtarılması için başlatılan kampanyaların amacına ulaşacağı belirtildi.

Akşam, haber: Şehmus Ustabaşı, 01.11.2008



AARAAP KIIZII DAMDAN BAKIIYOOR...






Onlar aslında yüzyıllardır buradaydı; kaderlerine sessizce boyun eğerek yüzyıllar boyunca buraya taşınmışlardı. Haliyle hepsi Türkçe öğrenmiş ve Türk vatandaşı olmuşlardı. Ama biz farklılıklarını merak edip sorgulamadan onları görmezden geldik hep. Zenci dedik, Somalili dedik, nereden geliyorlar acaba diye hiç düşünmedik, haliyle de kimse onların geçmişini bilmedi.  

 

Geçen hafta Tophane’deki “Türkiye’nin Siyahları” sergisinin açılışı ve “Kölekıyısı” kitabının yayınlanışı dolayısıyla bir paneli izledim ve hani Türk filmlerinde, romanlarında, öykülerinde karşımıza çıkan ama nedense bir türlü nereden geldiklerini, niye hep hizmet yapan görevlerde olduğunu sorgulamadığımız Arap nüfusumuzla ilgili pek çok şey öğrendim. Katılımcılar arasında “Kölekıyısı” isimli kitabın yazarı Afrikalılar Dayanışma, Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Mustafa Alpak da (kendi deyişiyle Arap Mustafa) vardı ve bizzat yaşadığı deneyimlerden, ona anlatılanlardan örneklerle içerden acı gerçekleri anlattı.  





Sabancı Üniversitesi’nden tarihçi Hakan Erdem, Osmanlı’da köle ticaretinin farklılığından bahsetti. Osmanlı topraklarında, Amerika’dakinden farklı olarak açık köle sistemi diye bir sistem yaygınmış; ırkçılığa dayanmayan, kölelerin aileler arasına karıştığı farklı bir sistemmiş bu. Osmanlı taa Yıldırım Bayezıd’dan beri Afrika’dan beyaz ve siyah köle almış, ithal etmiş. Bu topraklara gelen köleler Sahra Altı denilen bölgeden, yani ‘Habeşistan’dan Nijerya’ya kadar olan yerlerden alınıp getirilmiş. Belgelerden anlaşıldığına göre, yolculukları haliyle çok zormuş, Trablusgarp ve Bingazi’den alınıp Girit’te mutlaka bir mola verilirmiş. İlginç olanı, Amerikan filmlerinde gördüğümüz gibi öyle büyük gemilere doldurulup getirilmemişler; bir tüccar tarafından, genelde küçük gruplar halinde biletleri alınarak, sanki normal yolcular gibi gelmişler. Osmanlı hukukuna göre, bu insanların, köle yapılırken Müslüman olmamaları gerekliymiş. 19. yüzyılda, Mısır dışındaki bölgelerden köle gelmiş; ne yazık ki ancak belgeler ışığında birtakım sayılara ulaşmak mümkünmüş ve buna göre bu yüzyılda yaklaşık 10 bin köle varmış. 1857’de Osmanlı’da köle ticareti yasaklanmış. Olpak’ın ailesi İstanbul’a getirilirken, Girit’teki gemi değişimi ve mola sırasında iki teyzesini İngilizler satın almış ve taa 1940’da azat etmişler.  

 

Köle ticaretinin ortadan kalktığı bu süreden sonra da gelenler olmuş. Bu dönemde Afrika’dan gelen yüzlerce insan, İzmir’de bir misafirhanede tutulmuş mesela. Gittikçe sayının artması ve bakımları sorun oluşturunca 1894’te Abdülhamid, Muhacirin İdaresi Kanunu’ndan yararlanarak bu azatlı kölelere ev, toprak vererek Konya ve Batı Anadolu’da bazı bölgelere yerleştirmiş (İzmir, Tire, Bayındır, Torbalı, Marmaris). Bugün bu bölgelerde bu yüzden sadece Arapların yaşadığı köyler, kasabalar varmış. Tabii zaman içinde evlilikler, Arap halkın melezleşmesine, hatta pek çok örnekte siyah rengin tamamen kaybolmasına bile yol açmış. TC kimliğine sahip bu insanlar, haliyle Çanakkale de dahil pek çok savaşa katılmış, şehitler vermiş. Daha önce bir makalede, İstanbul’da, yüzyıllar boyunca, Çamlıca’da bir tepede Mayıs sonu, Haziran başında, bir hafta boyunca, bütün Osmanlı Arap nüfusun bir araya geldiği bir tür bayram düzenlendiğini okumuştum. Daha sonra bu bayramın, Mevlanakapı-Silivrikapı arasındaki Çırpıcı Çayırı’na taşındığını da… Meğer bu bayramın benzeri 20. yy boyunca İzmir’de de yapılmış, adı Dana Bayramı olmuş orada…





Köle ticareti yasaklanmış yasaklanmasına ama, burada yaşayan Arap nüfus genelde hep sıkıntı çekmiş. Mustafa Olpak, tüm hayatı boyunca, ama özellikle çocukluğunda çok sıkıntı çekmiş, hâlâ birçok çocuk ilkokula gitme korkusu yaşıyormuş. Renginden ötürü tepki görüp okuldan kaçanlar, hatta köylerde yaşamayı tercih edip kentlere gelmek istemeyenler de çokmuş… Olpak, bugün Ayvalık’ta yaşıyor, Afrikalılarla ilgili derneği de burada kurmuş. Derneği kurma amacı, biz de varız, yalnız değiliz demek…

 

Mustafa Olpak dernek kurmuş kurmasına ama başına gelmedik kalmamış. Sen misin dernek kuran? Hem de içinde Afrikalılar adı geçen… Derneğin ilk toplantısı için Ayvalık’a gelen üyelerin aksilik bu ya hepsi siyahmış ve hem de bir otobüs doluymuşlar! Jandarmalar sık sık durdurmuş onları, “bu kadar mülteci nereye gidiyorsunuz” diye sormuşlar; Türkçe konuştuklarını duyunca ilk şaşkınlıkları gelmiş. “Bu kadar kısa sürede dilimizi öğrendiklerine göre çok zeki bunlar” diye aralarında konuşurken TC kimliklerini görünce daha da şaşırmışlar – düşünebiliyor musunuz, emniyet, jandarma bile konudan bihaber. Böyle ikide bir çevrilip kimlik kontrolü şaşkınlığı yaşayan grup sonunda Ayvalık’a varmış. Ne yaptılarsa, bir türlü dertlerinin, yüzyıllardır bu ülkede yaşayanlar olarak, geçmişten gelen Afrikalı kültürlerini yaşatmak, bilmeyenlere anlatmak olduğunu bazı insanlara kabul ettirememişler. Bölücülük yaptıkları suçlamaları peşini bırakmamış ve dikkat: En son olarak dernek binası yakılmış!..

 

Kölelik, cariyelik, evlatlık olarak yüzyıllardır bu topraklara getirilmiş bu insanların çocukları ve onların çocukları sadece bazı tarihçilerin ilgisini çekiyor. Kültür Bakanlığı keşke tarihimizle barıştıracak sergiler düzenlese ve artık bu yabancılaşma efektinden kurtulsak… Çok mu zor? Mesela başlangıç olarak Tophane’deki, Lüleci Hendek Caddesi No 12, Tütün Deposu’ndaki sergiyi Türkiye’deki kentlere götürebilir. Herkesin anlayabileceği dilden açıklamalarla etkinlikler düzenleyebilir. En azından siz başlayın, sergi 8 Kasım’a kadar Pazar ve pazartesi hariç her gün açık. Kaçırırsanız bir diğer seçeneğinizse “Kölekıyısı” kitabını alıp okumanız…

AĞAÇLAR İÇİN İDAM FERMANI





Tarihi Lalapaşa Camii’nin çevresindeki ağaçları kestirerek yerine ışıklı metal ağaçlar diktiren Büyükşehir Belediye Başkanı AKP’li Ahmet Küçükler, kesim alanını genişletti. Küçükler, Yakutiye Medresesi ile Lalapaşa arasındaki 100’ü aşkın ağacı daha keseceklerini açıkladı. Gerekçe: Ağaçların tarihi yapılara zarar vermesi.

 

Lalapaşa Camisi ile 50 metre batısındaki Yakutiye Medresesi’nin çevresindeki çam, huş, kestane ve söğütler kesilecekleri günü bekliyor. Çevreci örgütlerse, 18 bin 236 metrekareye yayılan ağaçların kesimini önlemek için eylem hazırlığında.

 

Mimar Sinan’ın eseri 446 yıllık  Lalapaşa Camii, Erzurum’un tam kalbinde,  Cumhuriyet Caddesi’nde bir dört yol kavşağında yer alıyor. Caminin son zamanlarda sık sık basında yer almasına neden olaysa, çevresindeki 11 ağacın Büyükşehir Belediyesi kararıyla bir gecede kesilmesi oldu. Ağaçların yerine iki tane ışıklandırılmış metal ağaç dikildi.

 

Bir hafta sonra metal ağaçların İran’dan getirildiği anlaşıldı. Belediye yetkilileri, “Katalogdan gördüğümüz iki ağacı İran’dan tanıtım amaçlı ücretsiz olarak aldık. Halk beğenirse yenilerini getirip dikeceğiz” dedi. Yeni düzenlemenin ‘çevre katliamı’ olarak nitelendirilmesiyse Başkan Küçükler’i kızdırdı. Küçükler, “Biz bir tarihi gün yüzüne çıkarmanın mücadelesini veriyoruz. Burada köküyle tarihi varlığımıza zarar vermeyen bodur ağaçlarla yeniden düzenleme yapacağız” diye konuştu.

 

Ağaç kavgası hâlâ bitmedi. Büyükşehir Belediye Başkanı Küçükler salı günü basın toplantısı düzenleyerek ‘hodri meydan’ dedi: “Şimdi açıkça meydan okuyorum. Suçsa bu suçu işliyorum. Yakutiye Medresesi ile Lalapaşa arasındaki tüm ağaçları keseceğim. Haydi şimdiden herkes önlem alsın.” Şimdi gözler 446 yıllık Lalapaşa Camii ile 698 yıllık Yakutiye Medresesi arasındaki ağaçların akıbetinde.

Radikal, 31.10.2008

ÇATALHÖYÜK EVİNİN ORİJİNALİNE SADIK MAKETİ





Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde bulunan, insanlık tarihindeki önemli antik yerleşim merkezlerinden Çatalhöyük'teki bir evin, orijinaline uygun hale getirilen maketinin açılışı yapıldı. The Boeing Company'nin katkılarıyla yenilenen maket eve, çatı, merdiven ve ocak eklendi. Ayrıca, Çatalhöyük halkının ölülerini evin içine gömme geleneğini göstermek için, maket eve gömüt ve iki adet gerçek iskelet yerleştirildi. Böylece maket ev, geçmiş dönemde Çatalhöyük'teki yaşantı hakkında ayrıntılı bilgi ve canlandırma sunar hale geldi.

 

Yenilenen maket evin açılışını yapan Boeing Türkiye Başkanı Greg Pepin, kurumun, yaşadığı topluma katkıda bulunma ilkesiyle 2000 yılından bu yana eğitim, kültür-sanat, sağlık ve insani hizmetler alanlarında sosyal sorumluluk projeleri yaptığını söyledi. Çalışmanın da bunlardan biri olduğunu belirten Pepin, "Geçen yıl, müzedeki Çatalhöyük bölümünün vitrinini hazırlamıştık, bu ikinci adımımız oldu" dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün de Konya'daki Çatalhöyük kazıları hakkında bilgi verdi. Ören yerinin üzerinin özel çatıyla kapatıldığını, antik kentin doğa koşullarına maruz kalıp tahrip olmasını engellediklerini anlatan Düzgün, Boeing'e, müzedeki Çatalhöyük bölümüne katkılarından dolayı teşekkür etti. Düzgün, Anadolu'nun zengin mirasını korumaya çalıştıklarını ifade ederek, kazılara yapılan ödeneklerin artırıldığını anımsattı.

 

Konuşmaların ardından çalışmalar hakkında video gösterimi yapıldı ve müzenin vefat eden eski Müdürü Hikmet Denizli anıldı.

 

O dönemde yaklaşık 8 bin kişinin yaşadığı tahmin edilen Çatalhöyük'te, halk ulaşımını evlerin üzerinden sağladığı için kentin hiç caddesi bulunmuyordu. Penceresiz evlerine çatılardan giren Çatalhöyüklüler, ölülerini de evin içine gömüyordu. Ayrıca evlerinin duvarlarında, onlar için kutsal sayılan vahşi boğa boynuzları bulunuyordu.

Cnn Türk, 31.10.2008

STADION'UN TABELASI NİÇİN SAKLANIYOR?

 

 

Bolu'da Hisar Tepesi’nin güney yamacında yapılan kazı ile ortaya çıkarılan ve yaklaşık 1900 yıl öncesine ait olduğu bildirilen Stadion’un akıbetinin ne olacağı konusunda halk endişe taşıyor.

Burada yapılan kazıya başlanmadan önce, kazı yapılacak bölümün önüne çok yüksek tahta perdeler çekilmişti. Kazının bitme aşamasına gelinmiş olmasına rağmen, çıkan tarihi stadion kalıntısının adeta insanlardan saklanmak istenircesine hareket edilerek tahta perdelerin bile hala kaldırılmaması, halktan bir şeyler mi saklanmaya çalışıyor sorusunu akla getiriyor. Yine kazı sırasında basamakların ön yüzünde ortaya çıkarılan ve stadionla ilgili bilgilerin yeraldığı, yaklaşık 1 metre eninde, 4 metre boyunda mermer tabela da Müze Müdürlüğü bahçesine götürülerek, üstüne branda örtülmüş vaziyette bekletilirken, tabelada yazılan yazıların görünmesi engelleniyor.

Dozer ile, kabak oyarcasına arkeolojik kazı yapılabilir mi? diye düşünedurun, yapıldı bile. Dozer kepçesiyle yapılan son kazı çalışmalarında, kepçenin kırarak ortaya çıkardığı ikinci bir mermer tabelanın nereye götürüldüğü de bilinmiyor.

 

Bolu tarihinin geçmişte olduğu gibi bu sefer de yok edileceğinden endişe duyan halk, çıkan tabelaların neden saklandığını ve ortaya çıkarılan değerine paha biçilemez bu tarihi stadionun önünün adeta gözlerden bir şeyler saklanmak istenircesine, niçin hala tahta perdelerle kapalı durdurulduğunu merak ediyor. Ve doğal olarak, kamuoyunun kafasında anlamlı soru işaretleri çoğalıyor.

Bolunun Sesi, 31.10.2008

İSTANBULSUZ BİR BİZANS SERGİSİ

 

 

İngiltere’nin başkenti Londra’daki Kraliyet Sanat Akademisi’nde geçen hafta ziyaretçilere açılan “Byzantium 330-1453” sergisinde Bizans’ın bin yıllık tarihi sergileniyor.


Aralarında İtalya, Fransa, Rusya, Yunanistan, ABD ve İngiltere’nin de bulunduğu dünyanın çeşitli ülkelerindeki 80 müzeden ödünç alınan 300’den fazla eserin görücüye çıktığı sergide, Bizans’ın anavatanı Türkiye’den hiçbir eserin sergilenmemesi dikkat çekiyor.


Serginin küratörlerinden Prof. Robin Cormack, “Türkiye’deki yasalar gereği, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden istenilen eserlerle birlikte bir Türk komiserin de Londra’ya gelmesi ve sergi boyunca burada kalması gerektiğini, bunun da akademiye karşılayamayacağı bir mali yük getirdiğini” söyledi. Prof. Cormack, 5 ay sürecek sergi boyunca Londra gibi pahalı bir kentte Türk komiserin yaşam giderlerini akademinin karşılayamayacağını aktardı.


Mısır’dan getirilen bir eser için de aynı yasal prosedürle karşı karşıya kaldıklarını belirten Prof. Cormack, “Bu eserin çok nadide ve çok az görülmüş bir ikon olması nedeniyle” Mısırlı komiserin masraflarını karşılamayı kabul ettiklerini kaydetti.


Zengin bir koleksiyonu barındıran eserlerin birçoğunun İngiltere’de ilk kez sergilendiğini aktaran Prof. Cormack, özellikle Venedik’ten getirilen eserlerin çok değerli olduğunu söyledi. Prof. Cormack, “Venedik sayesinde, İstanbul’a bir şekilde yaklaşabiliyoruz” ifadesini kullandı. Venedik’teki Bizans eserleri, Haçlı istilası sırasında İstanbul’dan yağmalanmıştı.


Avrupa Birliği oluşumunun Bizans kültürüne dayandığını belirten Prof. Cormack, “Sanıyorum bunu Byzantium sergisinde de göreceğiz. Bizans’ın sistemi ve yapısı, bizim bugünkü Avrupa Birliği’nde alışık olduğumuz şeylerden oluşuyor” dedi.

Milliyet, Haber: Nevsal Elevli, 31.10.2008

ERMENİSTAN'A ANİ İÇİN RİCA

 

 

Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, Türkiye-Ermenistan sınırındaki Ani Harabeleri’nde, Ermenistan tarafındaki taş ocağında patlatılan dinamitler nedeniyle oluşan hasarı bir raporla Dışişleri Bakanlığı’na iletti.

Sınırın sıfır noktasındaki taş ocağında patlatılan dinamitlerin yıllardır hasar oluşturmaya devam ettiğine işaret eden Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Müdürü Ulvi Özel, özellikle Fethiye Cami olarak bilinen Meryem Ana Katedral’de önemli çatlaklar ve yıkımlar oluştuğunu bildirdi. Beş bin yıllık geçmişiyle bir Ortaçağ kentinin izlerini taşıyan Ani Harabeleri’ndeki 24 parça tarihi eser bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilecek.

Dışişleri Bakanlığı, bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyonu yapılacak harabeler için Ermenistan’dan ’Dinamit patlatmayın, restorasyon yapacağız’ isteğinde bulunacak. Dinamit patlatılmasıyla en fazla zararı gören Fethiye Cami olarak bilinen Meryem Ana Katedrali, Ani Kent merkezinde bulunuyor. Yapımına 1010 yılında II. Sembat zamanında başlanılan katedral, I. Gagik döneminde bitirilmiş. 1064 yılında Alpaslan’ın Ani’yi fethiyle birlikte bir süre cami olarak kullanıldı. Bu eserin dışında ören yerinde Menucehr Cami, Ebul Muammeral Cami, Keçel Kilisesi, Şirli Kilise, Güvercinli Kilise, Kemserakanlı Kilise, Arak Eltos Kilisesi, Rahibeler Manastırı, Selçuklu Sarayı, Büyük hamam, Selçuklu Hamamı, İpekyolu Köprüsü, Aslanlı Kapı, Surlar gibi tarihi eserler bulunuyor.

Hürriyet, Haber: Onur Sağsöz, 31.10.2008

TARİHİ CAMİYE KAMERALI KORUMA





Geçmişten günümüze ayakta kalmayı başaran en önemli tarihi miraslarımızdan birisi olan Konya'nın Beyşehir İlçesindeki Eşrefoğlu Süleyman Bey Cami artık hırsızlık olaylarına karşı iç ve dış cephesine yerleştirilen toplam 26 kamera ile gece ve gündüz takip altına alındı.

 

Türkiye'de ilk kez Beyşehir'de kurulan sistemle tarihi cami aynı zamanda muhtemel bir yangına karşı da koruma altına alındı. Eşrefoğlu Camii'ne kurulan 24 yangın sensörü, olası yangınları 10 dakika önceden yetkililere haber veriyor.

 

Anadolu'daki ahşap direkli camilerin en büyüğü ve orijinali olan İçerişehir Mahallesi'ndeki tarihi Eşrefoğlu Süleyman Bey Camii'ne artık hırsızlar giremeyecek. Tarihi caminin iç kısmına 18, dış cephesine ise 8 olmak üzere toplam 26 adet güvenlik kamerası yerleştirildi. Tarihi ibadethane her türlü hırsızlık olayına karşı merkezi sistemle 24 saat süreyle izlenip gözetlenmeye başlandı.

 

Eşrefoğlu Cami İmam-Hatibi Adem Sözen, tarihi ibadethanenin yangın ve hırsızlık olaylarına karşı koruma altına alınması için yaklaşık 4 yıldır sürdürülen girişimlerden olumlu sonuç almanın sevincini yaşadıklarını söyledi. Dünya harikalarından birisi olarak nitelendirilen Beyşehir'in gözbebeği olan Eşrefoğlu Camii'nin Türkiye'nin en önemli tarihi miraslarından birisi olduğunu ve yılın 365 günü yerli ve yabancı turist çektiğini belirten Sözen, böylesine önemli bir tarihi eserin hem yangın, hem de hırsızlık olaylarına karşı koruma altında bulundurulması gerektiğini söyledi.

Daha önce böyle bir sistem kurulmadığı için tarihi camide görev yapan din görevlileri olarak geceleri gözlerine uyku girmediğini vurgulayan Sözen, yapının ahşap olması nedeniyle muhtemel bir yangına karşı ister istemez bir endişe yaşadıklarını söyledi.


Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından kurulan yangın koruma tertibatı ve güvenlik kamera sistemi ile tarihi ibadethanenin artık 24 saat süreyle gözetim altında bulundurulmaya başladığını dile getiren Sözen, şu bilgileri verdi:


"Eşrefoğlu Camii'ne kurulan bu koruma sisteminin Türkiye'deki bir başka camide örneği yok. Sistem ilk kez Beyşehir'de kuruldu. İbadethanemizin içerisine 18, dış cephesine ise 8 olmak üzere toplam 26 güvenlik kamerası yerleştirildi. Merkezi sistemle camimizin hem içi, hem de dış cephesi 60 metre mesafeye kadar taranıyor, izlenip gözetlenebiliyor. Ayrıca görüntüler kayıt altına da alınıyor. Daha önce alarm sistemi vardı ancak görüntü kaydı olmadığı için güvenlik tedbiri yetersiz kalıyordu. Yine eskiden zaman zaman camimizin girişinde ayakkabı hırsızlığı olayları oluyordu. Şimdi bu sistemle bunun önüne geçilmesini de bekliyoruz. Kameraların izleyebildiği mekanlar arasında ibadethanemizin bahçesi, bedestenin önü ve türbe kısımları da yer alıyor."

Adem Sözen, güvenlik kamerası kayıtlarının camiye yerleştirilen iki ayrı ekran vasıtasıyla da izlenebildiğini belirtirken, "Bu sistemin bir diğer faydası da cami önünde ibadethanemizi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlere bölgemizin yerel ürünlerini pazarlayan satıcılarımızı kontrol altına alması oldu. Satıcı kardeşlerimizi sistemin kurulmasının ardından çağırdık ve kameralarla sürekli takip altında olduklarını, yabancı ziyaretçilere yönelik satış yaparken bulundukları yerde oturmaları gerektiği konularında uyarılarda bulunduk. Şimdi bu konuda gelen şikayetler ortadan kalktı" şeklinde konuştu.

 

Sözen, camiye kurulan yangın koruma sistemi konusunda ise şu bilgileri verdi:
"Tarihi camimize 24 adet yangın sensörü takıldı. Bu sistem ısıya karşı duyarlı olduğundan muhtemel bir yangın olayında 10 dakika önceden alarm vererek ilgilileri haberdar ediyor. Ahşap yapı olduğu için yangın olaylarından çok çekindiğimiz camiimiz böylelikle böyle bir tehlikeden de korunmuş olacak."

Konya Kent Haber, 30.10.2008

YOL İNŞAATINDA ŞEHİT KEMİKLERİ ÇIKTI





Çanakkale Conkbayırı'nda yol genişletme çalışmaları sırasında şehit kemikleri ortaya çıktı. 

Çanakkale Kara Savaşları'nın yaşandığı Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda daha önce Anzak Yolu'nda yaşanan kriz, bu kez Conkbayırı Yolu'nda ortaya çıktı. Bir ay önce asfaltlanan yoldaki kot farkını kapatmak ve genişlik kazandırmak amacıyla iş makineleri kullanılarak yapılan çalışmalar sırasında şehitlerin kemikleri ortaya çıkarken, bu durum tepkilere yol açtı. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park Müdürlüğü'nce Karayolları ekiplerine yaptırılan genişletme çalışmalarının bir çivi dahi çakılırken izin alınması gereken Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun bilgisi dışında yapıldığı bildirildi. 

 

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’nda tek yönlü olarak hizmet veren Kabatepe Mevkisi'ndeki eski Jandarma İskelesi ile Conkbayırı arasında kalan 4 kilometrelik yol, bir ay önce ihaleyi kazanan özel bir şirket tarafından asfaltlandı. Ancak, yarımadanın diğer yollarında olduğu gibi eski asfalt kazınmadan üzerine dökülen yeni asfalt her iki tarafta da yarım metreye yaklaşan kot farkını ortaya çıkardı. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park Müdürlüğü, olası bir trafik kazasını önlemek amacıyla Karayolları ekiplerine kot farkını kapatmak için yolun sağına ve soluna çıkma asfalt malzemesiyle dolgu yaptırıp yola genişlik kazandırdı. Fakat genişletme çalışması için yolun her iki tarafı iş makineleriyle kazıldı. Ortaya şehit kemiklerinin çıkması başta Avustralya Çanakkale Konsolosu Peter Rennert olmak üzere tarihçileri ve ziyaretçileri kızdırdı. Konsolos Rennert, durumu Vali Orhan Kırlı'ya bildirdi. Vali Kırlı, bunun üzerine bölgeye giderek bir inceleme yaptı. Olayın, Konsolos Rennert tarafından Avustralya hükümeti yetkililerine bildirildiği ve daha önce Anzak yolunda olduğu gibi Avustralya’nın Türk Dışişleri Bakanlığı’na nota verebileceği ileri sürüldü.

Yaklaşık 20 gündür süren yol genişletme çalışmaları sırasında ortaya çıkan çok sayıda şehit kemiği Gelibolu Yarımadası Milli Park Müdürlüğü'nde muhafaza altına alındı. İki torba dolusu kemiğin tutanak altına alındığı ve belirlenecek bir şehitliğe gömüleceği belirtildi. Bu arada yol çalışması nedeniyle iş makinelerinin kazdığı yerlerde yapılan detaylı aramalarda halen şehit kemiklerine rastlandığı görüldü.





Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Tarih Danışma Kurulu Üyeleri Selim Meriç, Gürsel Akıngüç ve Cemalettin Yıldız iş makineleriyle yapılan çalışmalar sırasında kemiklerin ortaya çıktığı bölgede incelemede bulundu. İş makineleriyle yapılan çalışmalara tepkilerini dile getiren üyeler, Avustralya’nın Lone Pine anıtının ön tarafında da şehit kemiklerine rastladı. Gazetecilere kemikleri göstererek tepkisini dile getiren alan kılavuzu ve Tarih Danışma Kurulu üyesi Cemalettin Yıldız, “Şu an Çanakkale Savaş alanları Arıburnu bölgesinde Kanlısırt ve Şehitler Tepesi arasında bulunuyoruz. Burada 19 Mayıs 1915 gecesi büyük bir destan yazılmıştı. İstanbul Üniversitesi'nden gelen tıbbiyeliler ile bir gecede binlerce zayiat verildi. Bu şehitlerimize kabir ve mezar yapamadık. Siperler onların kabri olmuştur. Fakat, daha sonra torunları olarak bizler onları ziyarete geleceklere yol açarken siperlerde onların kemiklerini rahatsız ettik. Burada savaşın izlerine yapılan bu tahribatı protesto ediyorum. Bu şehitlerimize yapılan ayıptır” dedi.

Alan Kılavuzları Derneği Başkanı Selim Meriç ise Kırmızı Tepe Mevkisi'nde yine yol genişletme çalışması nedeniyle iş makinesinin zarar verdiği bir servi ağacını göstererek, şunları söyledi:
“Buraya atılan bıçak sadece bu ağaca ve Kırmızı Tepe’nin kenarına atılan bir bıçak değildir. Aynı zamanda Çanakkale’nin tarihine atılan bıçaktır. Burada çarpışan kahramanlar bir destan yazmışsa bu fedakarlığın ötesinde, düşmanlarına ‘Hep buradayız. Burada kalacağız. Kim gelirse gelsin, bekliyor olacağız’ diyorlardı. Mustafa Kemal’in askerlerini, gençlerini ve çocuklarını bekliyorlardı ama, maalesef bu iş makinelerini kesinlikle beklemiyorlardı.”

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Başkanı, Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ülkü Altınoluk da yarımadada yapılan yol çalışması için izin alınmadığını doğruladı. Altınoluk, çalışma yapılabilmesi için kendilerine Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan proje gelmesi gerektiğine dikkati çekerek, “Ancak, bize gelen bir şey yok. Yapılan çalışmalardan haberdar değiliz” dedi.

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda Çanakkale Kara Savaşları’nın 90'ıncı yıldönümü törenleri öncesinde 2004 yılı sonunda Kabatepe Tanıtım Merkezi’nden başlayıp Büyük Anafarta Köyü’ne kadar uzanan ve ‘Anzak Yolu’ olarak bilinen 6.5 kilometrelik Anafartalar Sahil Yolu’nun yapımı da Avustralya ile krize neden olmuştu. Çalışmalar sırasında Anzak Koyu çevresinin doğal görünümün tahrip edildiğini ve Anzak askerlerin ait kemiklerin ortaya çıktığını ileri süren Avustralya hükümeti Türkiye’ye nota vererek çalışmaların durdurulmasını istemişti. 90'ıncı yıldönümü törenlerinin ardından devam etmesi gereken çalışmalar, Avustralyalıların proje üzerinde yapılmasını istedikleri değişiklik talebi nedeniyle halen tamamlanamadı. Avustralyalılar atalarına saygısından yola kazma dahi vurdurmazken, Eski Jandarma İskelesi ile Conkbayırı arasındaki yola Milli Park Müdürlüğü’nün talimatıyla Karayolları'nın iş makineleri sokularak şehitlerin aziz hatıraları hiçe sayıldı ve bölge talan edildi. Tek yönlü yolda adeta bir duble yol çalışması yapılıyormuşçasına yolun sağ ve sol tarafları kazılarak yer yer üçer metre genişletildi.

Hürriyet, 30.10.2008

KAÇAK KAZIYA 5 GÖZALTI

 

Ardahan'ın Çıldır İlçesi'nde aralarında Özel İdare Müdürlüğü personelinin de bulunduğu 5 kişinin kaçak kazı yaparken suçüstü yakalandığı iddia edildi. İlçe merkezine 2 kilometre uzaklıkta bulunan Sazlısu Köyü mevkiinde gece kaçak kazı yapıldığı ihbarını alan jandarma ekiplerinin düzenlediği operasyonda, Çıldır Özel İdare Müdürü Y.C.'nin de aralarında bulunduğu 5 kişi gözaltına alındı. Zanlıların, karakoldaki sorgularının ardından adliyeye sevk edildikleri öğrenildi. Konu hakkında açıklama yapmak istemediğini belirten Çıldır Kaymakamı Önder Can, "Konu adliyeye intikal etmiş. Benim adli konu hakkında bir yorum yapmam doğru olmaz" ifadelerini kullandı.

Ardahan Kent Haber, 30.10.2008

DEVELİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Kayseri'nin Develi İlçesi'nde kamyonetin sigara küllüğünün içerisinde 38 adet tarihi gümüş sikke ele geçirildi.

 

Edinilen bilgilere göre, ilçeye bağlı Eşelik Köyünde bir duyumu değerlendiren jandarma ekiplerince 38 LH 083 plakalı kamyonette ve içerisindeki Z.Y., Ş.A. ve M.O. isimli şahısların üzerinde arama yapıldı.

 

Yapılan aramada kamyonetin sigara küllüğünün içine poşete sarılı vaziyette gizlenmiş 38 adet tarihi gümüş sikke ele geçirildi.

Şahıslar gözaltına alınırken, tahkikata başlandığı belirtildi.

Kayseri Kent Haber, 30.10.2008

OSMANLI SARAY KALINTILARI GÜN IŞIĞINA ÇIKARILIYOR

 

Amasya Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Kaya, Harşena Dağı'ndaki Kral Kaya Mezarlarının bulunduğu alanda başlatılan kazı çalışmalarında amaçlarının Osmanlı, Selçuklu ve Danişmentlilere ait saray kalıntılarını ortaya çıkarmak olduğunu söyledi.

 

Amasya Müze Müdürü Celalettin Özdemir başkanlığında Harşena Dağı'ndaki Kral Kaya Mezarları altında yer alan ve Kızlar Sarayı olarak bilinen bölgede kazı çalışması başlatıldı. Kazı alanında incelemelerde bulunan Kaya, İl Özel İdaresi bütçesinden ilk etapta ayrılan 30 bin YTL tutarındaki ödenekle kazılara başladıklarını söyledi. Bu yılki çalışmaların Kasım ayı sonuna kadar devam etmesinin planlandığını belirten Kaya, amaçlarının Osmanlı, Selçuklu ve Danişmentlilere ait saray kalıntılarını ortaya çıkarmak oluğunu kaydetti.

Zaman, 30.10.2008

TUR GÜZERGAHLARI GÜNCELLENDİ

 

 

Gümüşhane Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından hazırlanarak geçtiğimiz yıl basımı gerçekleştirilen Gümüşhane’nin Tarihi-Doğal Haritası ve Tur Güzergahları haritası güncellenerek yeniden basıldı.


Yeni haritada turizm merkezleri, yol güzergahları, tarihi ve turistik değerlere ulaşım, yeme-içme, konaklama gibi bilgileri güncellenirken ayrıca tarihi ve doğal tur güzergahları da belirlendi.


Konuyla ilgili bir açıklama yapan İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Temel Yalçın, yeni hazırlanan haritada yeni tur güzergahlarının belirlendiğin, bazı güzergahların köylere kadar uzandığını belirterek, “İlimizde bilinen ve marka olan kültürel mekanlarımızın ve doğal güzelliklerimizin dışında Gümüşhane turizm’ini genişletmek, çeşitlendirmek ve il geneline yaymak için diğer (Kilise,Cami, Köprü, Çeşme vb.) tescilli olan ve ulaşımı bulunan tarihi ve doğal değerlerimizi de gezilere açmak ve tanıtmak için Tur Gezi Güzergahlarına aldık. Tur Gezi Güzergahlarını Köylere kadar çıkardık. Özellikle kuzeyde bulunan “Kadırga Yaylası, Zigana Turizm Merkezi, Cami Boğazı Yaylası, Çakırgöl Turizm Merkezi, Taşköprü Yaylası ve Santa Yerleşimini de” Tur Gezi Güzergahlarına aldık. Sayın, Valimizin tavsiyeleriyle ilk defa yapılan bu çalışmayla ilimizde bir eksikliğin daha giderildiğini düşünüyorum.” şeklinde konuştu.


Basılan haritaların Kültür ve Turizm Bakanlığı birimlerine, Seyahat Acentelerine, diğer illere, Danışma Müdürlüklerine, İşletme belgeli otellere ve yurt dışı temsilciliklerine dağıtımının gerçekleştirildiğini ifade eden Yalçın, geçen ay yaptırılan tanıtım ve yön levhaları ile birlikte Gümüşhane turizminde değişimin ve atılım hamlesinin gerçekleştiği bu dönemde kamuoyunu turizm konusunda bilinçli olmaya davet etti.

Gümüşhane Kent Haber, 30.10.2008

BİR TARİH YOK OLUYORDU

 

Bolu'da İzzet Baysal Caddesi üzerinde bulunan tarihi Tabaklar Hamamı odunluğunda çıkan yangın, itfaiye ekiplerine zor anlar yaşattı.

 

Tabaklar Mahallesi'nde Osman Şahin'e ait Tabaklar Hamamı'nın odunluğunda elektrik kablolarından çıktığı tahmin edilen yangın, İtfaiye ekipleri tarafından yaklaşık 4 saat içinde süren yoğun çalışma sonrası söndürüldü. Çevre sakinlerinin haber vermesiyle olay yerine gelen Bolu Belediyesi İtfaiyesi ekipleri yoğun duman nedeniyle yangına müdahalede zor anlar yaşadı.

Bolu Olay, Haber: Ahmet Şahin, 30.10.2008

ŞEHİRDE SANAT YAĞMURU BAŞLIYOR

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Görsel Sanatlar Yönetmenliği, “Taşınabilir Sanat” projesiyle ilk büyük çaplı etkinliğine imza atmaya hazırlanıyor.

Proje kapsamında bağımsız küratörler ve sanatçı grupları tarafından hazırlanan 20 çağdaş sanat paketi, 2010 yılına kadar İstanbul’un ilçelerini dolaşacak.

39 ilçedeki Kültür Merkezlerinde gerçekleştirilecek sergiler, çağdaş sanatın ustalarını İstanbullularla buluşturacak.

Taşınabilir Sanat projesinin ilk durağı 1 Kasım-15 Aralık 2008 tarihleri arasında Kartal Bülent Ecevit Kültür Merkezi olacak. Kartal, 45 gün boyunca “İsim-Şehir” sergisine evsahipliği yapacak.

Türkiye Gazetesi, 30.10.2008





Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki, "Kayseri´ye hiç yakışmayan, çocukluğumuzdan beri hizmet veren ancak yetersiz kalan Arkeoloji Müzesi´ni kale içine taşıyacağız" dedi.


Özhaseki, "Kayseri hızla büyüyen bir şehir. 15 yıldır gösterdiğimiz gayretle şehirde önemli alt ve üstyapı yatırımları gerçekleştirdik. Şehrin en temel ihtiyaçlarını karşıladık. Bütün bunları yaparken işin eksik kalan bir yanı vardı. O da kültür sanat etkinliklerinin yetersizliği. Yıllarca bunun eksikliğini hissettik. Ama son birkaç yıldır heyecanlı bir şekilde kültürel ve sanatsal etkinliklere eğildik. Yıl boyu birçok etkinliğimiz oluyor, yüz binlerce kişi bu etkinliklerin içinde yer alıyor. Bu da bizi daha iyisini, daha güzelini yapmaya doğru itiyor" diye konuştu.

Kale´nin içini bir kültür sanat merkezine dönüştürmek için uzun zamandır uğraş verdiklerini, Meydan Projesi´nin bir uzantısı olarak burasını kültürel ve sanatsal etkinliklerin dolu dolu yaşandığı bir mekana dönüştürmek istediklerini kaydeden Özhaseki, şunları söyledi:
"Bir yandan içindeki esnafa yer ararken bir yandan da yarışma açarak burası için en güzel projeyi belirlemeye çalıştık. 75 eserin katıldığı yarışma geçtiğimiz günlerde sonuçlandı ve İstanbul Kültür Üniversitesi´nden bir ekibin hazırladığı proje birinci oldu. Projeye göre bodrum katta Arkeoloji Müzesi bulunacak. Kayseri´ye hiç yakışmayan, çocukluğumuzdan beri hizmet veren ancak yetersiz kalan Arkeoloji Müzesi´ni kale içine taşıyacağız. Böylece Ankara´daki müzelerde saklanan Kayseri´ye ait tabletleri ve eserleri yeniden burada sergileyebileceğiz. Çok modern bir müze olacak. Üst katlarda ise envai çeşit kültür sanat etkinliğinin yapıldığı, Törende Başkan Özhaseki´nin konuşmasının ardından Gitar-Keman-Piyano, Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği bölümleri tarafından hazırlanan mini konserler gerçekleştirildi. Gecenin sonunda ise tiyatro bölümü öğrencileri tarafından kısa bir skeç sahnelendi.


Büyükşehir Belediye Konservatuarı 2008-2009 öğretim yılında 17 branşta toplam 1376 öğrenci öğrenim görecek. 53 öğretmenin görev yaptığı öğretim yılı 2009 yılı Haziran ayında sona erecek.

Kayseri Gündem, 29.10.2008

CEYHAN'DAKİ TARİHİ ESERLER TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Adana’nın Ceyhan İlçesi'nde Avrupa Birliği (AB) tarafından finansmanı sağlanan ''Karşı Kaleler'' (CROSS-CASTLES) isimli projenin görüşülmesi için toplantı yapıldı. Ceyhan Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü, kırsal kesimde atıl durumdaki tarihi eserlerin turizme kazandırılması için elinden gelen gayreti göstereceğini söyledi.

 

Ceyhan Belediyesi sergi salonundaki toplantıya İtalya belediyeleri adına Prof.Dr. Giusppe Fıorını, Almanya belediyeleri adına şehir planlama uzmanları Katharina Lawrenz, Martina Mueller ve Britta Kremke katıldı.

Başkan Hüseyin Sözlü, projenin gerçek amacının kırsal kesimde atıl durumda bulunan tarihi eserlerin turizme kazandırılması olduğunu ifade ederek, "Bölgemiz kale turizmi açısından oldukça zengin. Yerel yönetimler olarak elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Bu anlamda AB fonları da dahil olmak üzere tüm kaynakları bölgenin hizmetine sunmayı amaçlıyoruz.'' dedi.

Ceyhan Belediyesi proje koordinasyon sorumlusu Vahit Çalışır ise, kale turizmi projesinin kale zengini bölge açısından siyasi çevrelerde dahil olmak üzere tüm sivil toplum örgütlerinin de destekleyeceğine inandığını belirtti.

Çalışır, bölgede bulunan Yılankale, Tumlu Kalesi ve Kurtkulağı Kervansarayı gibi yapıların turizme kazandırılmasını çok önemli bulduklarını vurgulayarak, turizm yatırımcılarına yurt dışındaki yatırımcılarla birlikte işbirliği yapmaları konusunda projenin aracılık yapacağını sözlerine ekledi.

Katharina Lawrenz de, amaçlarının Türkiye'deki proje ile kale turizmini geliştirmek olduğunu aktardı. Çukurova bölgesinin de kale turizmi açısından çok zengin olduğunu belirten Lawrenz, "Kale turizmiyle birlikte bölgenin tarihi ve kültürel mirasını ortaya çıkartmaktır." diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 30.10.2008



DANİMARKA'DA
HORSENS FİYORDUNDA
YÜRÜYÜŞ YAPAN
BİR ÇİFTİN
OLAĞANÜSTÜ KEŞFİ

 

Geçen hafta Danimarka’da, Horsens Fiyordu’nda yürüyüş yapan bir çift, 13x10x4 cm ölçülerinde, üstünde kazıma tekniği ile çizilmiş bir resim bulunan çakıl taşı buldular.

 

Resim, cinsel organı abartılmış bir adamı avladığı iki büyük balıkla gösteriyordu. Horsens Müzesi’nde görevli arkeologlar ve Milli Müze yetkilileri taşın gerçekten eski mi, yoksa aynı teknikle yapılmış yeni bir üretim mi olduğunu anlamak için toplandılar.

Arkeolog Per Borup “Arık kesinlikle eminiz. Taş MÖ 5400 ile 3900 yılları arasına tarihlenen Ertebölle Kültürü’ne ait.

Dolayısıyla bu, ancak on yılda bir olabilecek bir keşif” dedi. 

http://politiken.dk, 26.10.2008

ESKİ MECLİS BİNALARINA RESTORASYON

 

 

Kurtuluş Savaşı Müzesi olan 1'nci Meclis binası ile Cumhuriyet Müzesi olan 2'nci Meclis binasının restorasyon çalışmaları tamamlandı.

 

Müzelerin yeniden ziyarete açılması törenine, Başbakan Erdoğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Toptan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ katıldı.

 

Tek katlı olan 1'inci meclis binası 1924'e kadar Meclis çalışmalarına hizmet etti. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması ve Cumhuriyet'in kurulmasında rol oynayan kararların alınmasına tanıklık etti.

 

Cumhuriyet Müzesi olan 2'nci Meclis binası ise, 1960'a kadar Meclis üyelerine ev sahipliği yaptı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, millet meclislerinin fiziki imkanları kadar yetki ve etkinliklerini de geliştirmenin demokrasinin önemli bir gereği olduğunu söyledi.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan da, bu binaların genç kuşaklara tanıtılmasının önemine değindi.

 

Tarihi binaların ilk ziyaretçileri de, "Ankara Şehir Turu"na katılan ilköğretim okulu öğrencileriydi.

 

Restorasyon çalışmaları Cumhuriyet'in 85'inci yıldönümüne yetiştirilen tarihi 2 bina artık ziyaretçilerini bekliyor.

Trt/Haber, 29.10.2008

TURİZM MERKEZLERİNE YENİ YÜZ

 

 

Çorum Valiliği, Hitit kentleri arasında yer alan turizm bölgelerinden Ortaköy Şapinuva'ya yeni bir görünüm kazandırıyor.


Çorum Valisi Mustafa Toprak, köy ve ilçelerde devam eden yatırımları yerinde inceledi. Toprak, tarihi ve turistik mekanlarda da incelemelerde bulunurken, İl Genel Meclisi Sekreteri Yakup Keleş, İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru da incelemelerde yer aldı.


İncesu Kanyonu'na giden Vali Toprak, daha sonra İncesu girişinde yapımı tamamlanan sosyal tesisleri inceledi.
Vali Mustafa Toprak, tesislerin gelecek yerli ve yabancı turistlerin her türlü ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir düzeyde olduğunu, ayrıca kanyon girişinde bulunan yaya yolunun da düzenlenmesinden sonra İncesu Kanyonu'nun daha kolay ve zevkle gezilebileceğini söyledi.


Ortaköy ilçe merkezinde yapımı devam eden spor salonunda da incelemelerde bulunan Vali Toprak, ilçe için büyük bir ihtiyaç olan spor salonunun hizmete açılmasının önemli olduğunu kaydetti.


Toprak, ilçe merkezindeki Pınarlı Göleti ve bu yıl hizmete açılan Oruçpınar Göleti'nin su seviyelerini de yerinde inceledikten sonra Ortaköy'den ayrılarak Alacahöyük'e geçti. Alacahöyük'te yapımı devam eden kral mezarlarını inceleyen Vali Toprak, kazı başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu'ndan buradaki çalışmalar hakkında bilgi aldı.


Çorum'da turizmde yapılması gereken tüm çalışmaların yapılacağını belirten Vali Mustafa Toprak, "Çorum'un turizmde cazibe merkezi haline getirilmesi için çalışıyoruz. Turistlerin dikkatini çekecek ve Çorum'a turist getirecek her türlü projenin destekçisiyiz" diye konuştu.

Çorum Kent Haber, 29.10.2008

VAKIFLAR, EDİRNE'DEKİ TARİHİ ESERLERİ KURTARMAYA KARARLI

 

Edirne'deki üç önemli tarihi eser, gün yüzüne çıkarılıyor. Yok olmaya yüz tutmuş çok sayıda tarihi eseri aslına uygun olarak restore eden Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Medrese Ali Bey Mescidi, Kazaz Salih Mescidi ve Gülşeni Aşık Efendi Dergahı'nda kazı çalışmaları yapıyor.

 

Edirne Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Özer, vakıf eseri yoğunluğu itibarıyla dünyanın önde gelen şehirlerin biri olan Edirne'de kaybolmaya yüz tutmuş vakıf eserlerini ayağa kaldırmaya çalıştıklarını belirterek "Şu anda sadece üç eserin kazı çalışmalarını sürdürüyoruz. Önümüzdeki dönemde sadece minaresi kalmış Tabakhane semtindeki Şeyh Şuca Camii, Talatpaşa Mahallesi'ndeki Çokalca Camii, Çavuşbey Mahallesi'ndeki Zincirli Cami'de kazı çalışmaları yapılacak. Havra olarak bilinen Kaleiçi semtindeki sinagog da onarım programımızda. Amacımız, onarılmamış vakıf eseri bırakmamaktır." dedi. Yaklaşık 130 bin YTL ödenekle yapılan kazıların aralık ayı ortalarında bitmesinin planlandığını söyleyen Özer, bundan sonra rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin sırada olduğunu ifade etti.

 

Kazı çalışması sürdürülen üç vakıf eserinden Medrese, Ali Bey Mahallesi'nde bulunuyor. Mahalle ile aynı adı taşıyan mescit, 1498 yılında İbrahim Bey tarafından inşa edildi. Yakınında bulunan Ali Bey Medresesi'nden dolayı Medrese Ali Bey Mescidi olarak anılan mescitten günümüze sadece tuğladan yapılmış minaresi kalmış durumda. İkinci vakıf eseri Kazaz Salih Mescidi olarak biliniyor. Ayşekadın Ekmekçizade Kervansarayı'nın güney cephesinde kalan ve 16. yüzyılda inşa edilen mescitten günümüze sadece minaresi kaldı. Ayrıca, kayıtlarda önünde haziresi olduğu belirtiliyor. Kazı çalışması sürdürülen son vakıf eseri ise Veli Dede Dergahı olarak bilinen Gülşen-i Aşık Efendi Dergahı. Dergah, Rami Efendi tarafından 1625 yılında kuruldu. Geçirdiği yangın ve diğer tahribatlardan dolayı çeşitli onarımlar ve eklemeler gördü. Günümüze sadece 1772 yılındaki onarımında eklenen minaresi ulaşabildi.

Zaman, Haber: Kadri Kılıç, 29.10.2008

TARİHİ KÖPRÜ 30 YIL SONRA YENİDEN TRAFİĞE AÇILDI





Atatürk'ün direktifleriyle 1936 yılında yaptırılan Üç Gözlü tarihi köprü, 30 yıl aradan sonra yeniden araç trafiğine açıldı. 30 yıl önce Kayseri'yi Sivas'a bağlayan tarihi köprü, trafik yoğunluğunu kaldıramayınca yeni yol yapımı sırasında devre dışı bırakılmıştı.

 

Sivas'ın Gemerek İlçesi'ne bağlı Yeniçubuk beldesinde duble yol çalışmaları Atakent sitesi sakinlerini beldelerinden uzaklaştırdı. Yeniçubuk'a gitmek için 2 kilometrelik mesafeyi kat etmek zorunda kalan site sakinleri, şimdi duble yol altına inşa edilen tüneli kullanarak tarihi Üç Gözlü Köprü üzerinden ulaşım sağlamaya başladı. 30 yıl aradan sonra üzerinden yeniden araçların geçtiği köprü en son 2004 yılında Yeniçubuk Belediyesi tarafından tadilat yapılarak ayakta durması sağlandı. Karayolları'na sonradan kabul ettirilen proje neticesinde tarihi köprünün kullanılması için duble yola ise alt geçit konuldu.

 

1930'lu yıllarda Üç Gözlü Köprü'nün altından nehirleri aratmayan suların aktığını söyleyen Yeniçubuk Belediye Başkanı Recep Gariper, köprünün tekrar hizmete girmesinden dolayı çok heyecanlı olduklarını söyledi. Bu sayede tarihin yeniden canlandığını belirten Gariper, Yeniçubuk'ta 'Üç Gözlü' özelliğini taşıyan sadece iki tane köprünün olduğunu, diğer köprüyü ise Devlet Demir Yolları'nın kullandığını kaydetti. Köprünün kullanıldığı 1950'li yıllarda köprü altından geçen suyun boğulmalarla birçok insanın canını aldığını söyleyen Gariper, o yıllarda vatandaşların balık tutmak için bu dereye akın ettiğini anlattı.

 

Son 30 yıldır kullanılmayan Üç Gözlü Köprü adını ayak kısmının üç bölümden olmasından alıyor. Köprünün altındaki dere ise suyu kuruduğu için akmıyor.

 

1936 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün Yeniçubuk'a demir yolu çalışmalarını incelemek için geldiği sırada yapılması talimatını verdiği Üç Gözlü Köprü'nün inşaatında sadece kervansaraylarda kullanılan ve tek tek yontularak üretilen taşlar kullanılmış. Birbirine kilitlenerek inşası yapılan taşlar, köprü için özel getirtilmiş. Köprü adını ise ayak kısmının üç bölümden olmasından alıyor. Köprü en son 2004 yılında Yeniçubuk Belediyesi tarafından restore edilmişti.

haberler.com, 29.10.2008

BİLİNEN EN ESKİ TAHIL GEVREĞİ

 

8000 yıl kadar önce Avrupa’da, bugünkülerden fazla bir farkı olmayan buğday gevreği yeniyordu. Kazılarda bulunan ve MÖ 5920 ile 5730 yıl öncesine tarihlenen bu bulgurlar önceden bir miktar kaynatılıyor, yenmeden önce ise tekrar birkaç dakika sıcak suda tutuluyordu. 

 

Yunanistan, Selanik Aristotle Üniversitesi arkeoloji profesörü Maria Valamoti bu işlemi “İnsanlar buğday tanelerini kaynatıyor, kurutup kabuklarından ayırıyor, döverek küçük parçalara ayırıyorlardı” şeklinde tanımlamakta. Bu şekilde tahıl rahatlıkla muhafaza ediliyor ve yeniden kaynatmadan, sadece sıcak sudan geçirerek tüketilebiliyordu. Valamoti ve meslektaşları, kuzey Yunanistan’da, Kaptan Dimitrievo isimli yerleşimde buğdayın yanı sıra çavdar kalıntıları da bulundu. Mikroskop altında yapılan incelemeler bu tahılların ne şekilde işlendiğini ortaya koydu. Sonuçlar Vegetation History dergisinin son sayısında yayınlandı. 

Discovery News, Haber: Jennifer Viegas, 24.10.2008

BİZANS SARNICI, PKK'NIN MOLOTOF İMALATHANESİ ÇIKTI

 

  

 

Gaziosmanpaşa Alibey Barajı mevkiindeki ormanlık alanda bulunan ve Bizans döneminde hizmet veren bir sarnıcın, İstanbul’daki izinsiz gösterilere katılan terör örgütü mensuplarınca molotofkokteyli yapımında kullanıldığı ortaya çıktı.

 

İstanbul’un göbeğindeki sarnıçta araştırma yapan polis ekipleri, molotofkokteyli yapımında kullanılan çok sayıda malzemeye rastladı. Polis gözetiminde gazetecilere gezdirilen sarnıçtaki yanmış lastikler, molotofkokteyli yapımında kullanılan bez parçaları ve cam şişeler dikkat çekti.

Milliyet, 29.10.2008

DASKYLEION ESERLERİ TAŞINIYOR

 

 

Balıkesir'in Bandırma İlçesi yakınlarında kazı çalışması yapılan Daskyleion'un Kazı Başkanı Prof.Dr. Tomris Bakır, Bandırma Arkeoloji Müzesi'ndeki Daskyleion dönemine ait tarihi eserlerden bir kısmının Balıkesir'deki müzeye taşınacağını belirterek, bunun Bandırma Arkeoloji Müzesi'ndeki eser bütünlüğünü bozmayacağını söyledi. 

Bandırma'nın Aksakal beldesine bağlı Ergili Köyü yakınlarında yıllardır kazı çalışmaları devam eden ve dünyada Pers'lere tek satraplık merkezinin kazı çalışması olan Daskyleion kazılarından çıkan eserlerin Balıkesir'e taşınması çalışmaları üzerine Daskyleion Kazı Başkanı Prof.Dr. Tomris Bakır konuyla ilgili basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Bandırma Arkeoloji Müzesi'nin Daskyleion eserlerinin sergilendiği ve bu konuda uzman olan bir müze olduğunu belirten Tomris Bakır, Balıkesir'deki müzeye Bandırma'daki müzenin genel yapısını bozmayacak şekilde eserler gönderileceğini söyledi. Yeni bir müze açıldığı zaman çevre kentlerdeki müzelerden tarihi eser taşınmasının normal bir uygulama olduğunu kaydeden Bakır, "Bandırma Müzesi Balıkesir'e bağlı olduğundan dolayı sevkiyatın yapılması normaldir. Yeni açılan bir müze olduğu zaman en yakın müzeden eser alınabilir. Bu uygulama sadece Bandırma için geçerli değildir, her yerde yapılan bir uygulamadır. Ben 20 yıl önce kazıya başladığımda buradan çıkan eserler önce Bursa'daki müzeye gönderiliyordu, daha sonra Balıkesir'e gönderilmeye başlandı. 2003 yılından bu yana ise, bulunan eserleri Bandırma'daki müzeye veriyoruz. Balıkesir'de açılan yeni müzeye Genel Müdürlük emriyle sadece Bandırma'dan değil Bursa'dan da eser alınıyor. Biz Bandırma'dan gönderdiğimiz eserlerin bütününü bozmadan çift olan eserleri gönderiyoruz. Buradan giden eserler Bandırma Müzesi'nin konumunu etkilemeyecek eserlerdir. Bugün Ergili'deki depoyu açarak oradan da az sayıda eser verildi. Bu eserler Bandırma Müzesi'nde sergilenecek eserler değildi" dedi. 

Balıkesir Kent Haber, 28.10.2008

RESTORASYONA VERASET ENGELİ

 

Bitlis Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör, kentteki tarihi evlerin onarılması için hibe verildiğini belirterek, "Verasetçilerin çok olmasından projeyi engelliyor" dedi.

 

Müdür Işıkgör, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, Bitlis'te 283 tescilli evin bulunduğunu ve bu evlerin gün geçtikçe yok olduğunu söyledi. Işıkgör, "Geçen yıl Bitlis'te yaşayan 8 kişinin evlerini yaptığımız proje kapsamında hibe yardımıyla onardık. Ancak onarılmayı bekleyen daha birçok tescilli evlerimiz var. Bakanlık destek verip, tescilli evlerin onarımına katkı sağlıyor. Bu yıl bize müracaat eden vatandaşlarımız oldu. Bunların projelerini, onaylanmaları için Bakanlığa gönderdik. Karar çıkınca gerekli desteği sağlıyoruz'' dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunulan projeler sayesinde tescilli evlerin onarılacağını belirterek, "Buna rağmen onarılması gereken evlerin veya binaların sahipleri gelip başvuruda bulunmuyorlar. Bunun nedeni ise her evin çok sayıda verasetçinin olmasıdır. Çoğu il dışında ve veraset alamıyorlar. Bu nedenle proje istenilen düzeyde uygulanmıyor" diye konuştu.

Bitlis Kent Haber, 28.10.2008

MACARİSTAN'DA
ÜÇ OSMANLI
FIRINI BULUNDU

 

Macaristan'ın Szekesfehervar şehrinde bir inşaatın temelinde 16'ncı ve 17'nci yüzyıla ait 3 Osmanlı fırını bulundu.

 

Arkeolog Gyula Siklosi, yaptığı açıklamada, Osmanlı dönemine ait 3 fırının mangal kömürü ile çalıştığını söyledi.

İyi durumda oldukları açıklanan fırınların topraktan çıkarıldıktan sonra Szekesfehervar Müzesi'nde sergileneceği bildirildi.

Cnn Türk, 28.10.2008

TARİHİ CUMA CAMİİ AYAĞA KALKIYOR

 

Karadeniz'i İç Anadolu'ya bağlayacak olan 55 kilometrelik Sinop-Boyabat Tünelli Geçiş Yolu'nun yapımı sırasında, Boyalıca Köyü mevkiinde fark edilen ve yerleşim alanı dışında unutulmaya yüz tutan tarihi Cuma Camisi'nin tekrar ayağa kaldırılacağı bildirildi.

Bölgede incelemelerde bulunan Sinop Valisi Zeki Şanal, uzun yıllar önce bölgede toplanma ve pazar merkezi olarak kullanılan alanın, yapılacak düzenlemeyle bundan sonra dinlenme alanı olarak hizmet vereceğini söyledi.

Sinop Kent Haber, 28.10.2008

İKİ BİN YILLIK KAİDENİN SIRRI ANTİK TİYATROYMUŞ

 

Muğla'nın Ula İlçesi'ne bağlı Akyaka beldesinde, birkaç ay önce inşaat kazısı sırasında bulunarak müzeye teslim edilen taş heykelin kaidesinin 2 bin yıllık sırrı çözüldü. Yazıta göre bölgede çok büyük bir tiyatro olduğunu belirlenince yüzey araştırmalarına başlandı

Akyaka beldesinde birkaç ay önce inşaat çalışmaları sırasında taş heykel kaidesine rastladı. Üzerinde bir yazıt olan kaide, Muğla Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Değersiz bir kaya parçasını andıran, ancak üstünde 2 bin yıllık sır bulunan kaidenin yazıtı tercüme edildi. Yazıttan, bölgede İdyma Federasyonu'na bağlı çok büyük bir antik tiyatronun yer aldığı öğrenildi. Heykel kaidesinde, ayak izlerinin yanı sıra üstünde, "Bu heykel Menippos oğlu Aristonidas'a aittir. İdyma Federasyonu'na yaptığı erdemi ve iyi niyeti nedeniyle kendisine övgü, altın çelenk hediye edilmiştir, heykeli yapılmıştır ve büyük tiyatroda protokolde oturma hakkıyla onurlandırılmıştır. Bu heykeli Eleeuthernai Timok Haris Pythokritos yaptı" yazdığı bildirildi.

Muğla Müze Müdürü Şevki Bardakçı, yazıtın çok önemli bilgiler içerdiğini belirterek, "Yazıtlar antik dönemdeki sosyolojik, siyasi, ekonomik, ticari ve askeri bilgileri yansıtır. Buradaki yazıt, bölgede çok büyük bir tiyatro olduğunu gösteriyor. Yazıtın MÖ 1. yüzyılda Roma dönemine ait olduğunu biliyoruz. Taşın üstündeki bir sırrı denklem gibi çözerek antik şehirlere ulaşıyoruz. İdyma antik şehrinin varlığını biliyorduk, ancak elimizde fazla bilgi yoktu. Kayıp tiyatroyu bulduğumuzda, Karia medeniyetinin eksik halkasını tamamlamış olacağız. Şu ana kadar herhangi bir şeye rastlamadık fakat çalışmalarımız devam ediyor" dedi.

Haber Ekspres, 28.10.2008

KALE ÇEVRESİ BOŞALTILIYOR





Bitlis Valisi Mevlüt Atbaş, tarihi Bitlis Kalesi etrafında bulunan ve kayaların düşme tehlikesi ile karşı karşıya olan mesken ve iş yerlerinin tespit çalışmalarına başlandığını belirtti.

 

Vali Atbaş, İHA muhabirine yaptığı açıklamada, MÖ 321 yılında Büyük İskender tarafından komutan Bedlis'e yaptırılan tarihi Bitlis Kalesi'nden kayaların düşme tehlikesi olduğu ve bu nedenle kale çevresinde bulunan mesken ve iş yerlerinin acilen boşaltılması kararının ardından harekete geçtiklerini belirtti.

 

Atbaş, kale etrafından bulunan mesken ve iş yerlerinin tespit çalışmalarının başladığını belirterek, "Kalede kayaların aralarının açıldığı ve her an düşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu raporlarının ardından biz de çalışmalar başlattık. Kalenin 20 metreye kadar olan iş yerlerinin ve meskenlerin kaldırılması gerektiği bildirilmişti. Bu nedenle Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ekipleri kale etrafında bulunan ve riski olan mesken ve iş yerlerinin tespit çalışmalarına başladı" dedi.

Kale etrafındaki yapıların en kısa zamanda tahliye edilmesi gerektiğini belirten Vali Atbaş, "Özel mülkiyetleri bulunanlar için anlaşma yapılacaktır. Esnaflarımız için yeni iş yerleri konusunda çalışmalar devam etmektedir. Hiç kimseyi zor durumda bırakmayacağız. Şuan kamulaştırma ve bedel tespiti hazırlıkları yapılıyor. Kale etrafına, derenin üstünün açılması ve ıslahı için kapsamlı bir çalışma yapılaması lazım. Esnaflarımızın burada kalmaları için gereken neyse yapacağız" şeklinde konuştu.

Bitlis Kent Haber, 28.10.2008

KÜLTÜREL MİRASI ESERLEŞTİRDİLER





Erzurum'da günümüze ulaşmayan çok sayıda tarihi eser, "Yolların Suların ve Sanatın Buluştuğu Şehir Erzurum" isimli bilimsel çalışmada toplandı.

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyeleri Doç.Dr. Hüseyin Yurttaş, Doç.Dr. Haldun Özkan, Yrd.Doç.Dr. Zerrin Köşklü, Yrd.Doç.Dr. Muhammet Kındığılı ile araştırma görevlileri Şerife Tali, Demet Okuyucu ve Gül Geyik tarafından hazırlanan çalışmada, Erzurum'un tarihi ve kültürel değerleri arasında bulunan, ancak çeşitli nedenlerle günümüze ulaşmayan eserlere yer verildi.

 

"Yolların Suların ve Sanatın Buluştuğu Şehir Erzurum" isimli çalışmada, plan ve fotoğraflarıyla, vakfiye kayıtlarından elde edilen bilgilerle, Erzurum'un izi kaybolmuş tarihi ve kültürel eserleri anlatılırken, çalışmanın, bu amaçla hazırlanan önemli bir bilimsel kaynak olduğu ifade edildi.

 

Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Hüseyin Yurttaş, Erzurum'da vakfiye kayıtlarıyla çeşitli kaynaklardan ulaşılan ve bir takım nedenlerden dolayı günümüze ulaşamayan toplam 299 eser tespit ettiklerini söyledi. Çalışmanın, Erzurum'un bilinmeyen yönlerinin keşfedilmesi ve insanlığa aktarılması açısından büyük önem taşıdığını vurgulayan Yurttaş, "Bölümümüzdeki diğer akademisyen ve araştırma görevlileriyle birlikte uzun çalışmalar sonucu ortaya çıkardığımız bu eser, kütüphanelerde birer hazine değerinde olacaktır" dedi.

 

"Yolların Suların ve Sanatın Buluştuğu Şehir Erzurum" adlı eserde, Erzurum'da tespit edilen 7 kapı, 23 cami, 3 mescid, 4 kilise, 25 medrese, 15 mektep, 6 kütüphane, 18 zaviye, 1 türbe, 22 han, 5 hamam, 13 çeşme, 3 saray, 5 köprü, 11 askeri yapı, 31 dükkan ve 37 de mezarlık olmak üzere toplam 299 kültürel eser hakkında tafsilatlı bilgilere yer verildiğini vurgulayan Doç.Dr. Hüseyin Yurttaş, "Söz konusu eserlerle ilgili olarak uzun zamandır yürüttüğümüz araştırmayı bugün bir kaynak haline getirmiş olmaktan çok mutluyuz. Çünkü bu kitapta bulunan her bir eser, isimleriyle, geçmişleriyle ve özellikleriyle anlatılıyor. Kitapta, ilgili eserlere ait ulaşılabilmişse fotoğraf ya da planlar da bulunuyor" diye konuştu.

 

Erzurum'un bilinmeyen geçmişinin adeta vesikası olan eseri, ellerinden geldiğince tüm kütüphanelere ulaştırmaya çalışacaklarını kaydeden Yurttaş, "Bu çalışmanın ortaya çıkarılmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Çünkü anlamı ifade edilemez büyüklükte bir eserin oluşmasına katkı sundular" dedi.

Erzurum Gazetesi, 28.10.2008

KEMALYERİ YAZITI BAKIMA ALINDI

 

Çanakkale’de Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı içerisinde yer alan "Conkbayırı Mehmetçik Parkı Anıtı Kemalyeri Yazıtı" bakıma alındı. 

Kemalyeri’nde bulunan yazıtın doğa koşulları sebebiyle zamanla zarar gördüğünü belirten yetkililer, “Bizlerde bu sebeple yazıtı bakıma aldık. Yazıt üzerinde bulunan bütün taşları söküp yerine yenilerini monte ediyoruz. Çalışmalarımızı en kısa sürede tamamlayıp bölgeyi daha güzel bir görünüme kavuşturmak için elimizden gelen çabayı gösteriyoruz” dedi.

Çanakkale Kent Haber, 28.10.2008

ZÜBEYDE HANIM'IN MEZRA TAŞI 68 YIL SONRA SERGİLENİYOR

 

 

Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın mezar taşı (kitabe), 68 yıl sonra İzmir Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmeye başlandı. Zaman yazarı Mustafa Armağan'ın, 12 Ekim'de kaleme aldığı 'Zübeyde Hanım'ın vasiyeti yerine getirildi mi?' başlıklı yazısını dikkate alan müze müdürlüğü, depoda bekleyen mezar taşını gün yüzüne çıkardı.

 

Zübeyde Hanım'ın Karşıyaka'daki mezarının üstüne 1940 yılında büyük bir kaya parçası konulmasından sonra kitabe, o günlerde müze olarak hizmet veren Basmane semtindeki Ayavukla Kilisesi'ne kaldırıldı. 1955'te de İzmir Arkeoloji Müzesi'nin deposunda koruma altına alındı. Mezar taşının üzerine, Atatürk'ün eşi Latife Hanım tarafından, "Hüve'l-Baki. Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'nin valide-i muhteremleri Zübeyde Hanım'ın ruhuna rızaen lillahi'l-Fatiha. Sene 1338 (1923)" yazdırılmıştı.

 

Mustafa Armağan, Latife Hanım'ın yaptırdığı, sanat değeri taşıyan talik yazılı kitabenin neden kaldırıldığını, bir hatıra olarak muhafaza edilmesi yerine depoya atıldığını sorgulamıştı. Zübeyde Hanım'ın gerçek vasiyetinin bu şekilde olmadığını vurgulayan Armağan, hiçbir şekilde isteğinin yerine getirilmediğini resmi kayıtlarla ortaya koydu. Zübeyde Hanım'ın 16 maddelik vasiyetinden örnekler sunan Armağan, vasiyeti şöyle özetledi: "Cenazesinin yüksek sesle tekbir getirilerek mezara götürülmesi. Defnedildiğinin üçüncü günü akşamı hafız, hoca, akraba ve ahbaplarının, akşam yemeğine davet edilerek yemekten sonra Kur'an-ı Kerim okumaları. Beşiktaş'taki Yahya Efendi'nin yakınına defnedilmesi. Şehrin münasip bir yerinde çeşme yaptırılması. Her hafta uygun bir camide, cuma namazından bir saat önce başlayarak, ezan okununcaya kadar cemaate iki cüz Kur'an tilavet ettirilmesi."

Zaman, Haber: Ömer Oruç, 28.10.2008

TARİHİ MİLLİ PARK'TA YOL TARTIŞMASI





Çanakkale Valisi Orhan Kırlı, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda devam eden yol bakım çalışmaları sırasında doğal yapının tahrip edildiği ve bölgede Çanakkale Savaşı'ndan kalma kemiklerin ortaya çıktığı yönünde Avustralya basınında yer alan haberleri yalanladı. 

Avustralya'daki bazı basın yayın organlarında, "Gelibolu Yarımadası'nda buldozerlerce ikiye ayrılmış vücutlar" başlığı ile yayınlanan haberlerin gerçeği yansıtmadığını belirten Kırlı, "Avustralya basınında normal bir yolun onarımı ile ilgili abartılı bir haber çıktığını öğrendim. Bu yol Karayolları'nın yıllık programında olan bir yoldur ve bunun da normal tamiri yapılmaktadır. Bu yeni bir yol değildir. Yol genişletmesi ise hiç değildir. Mevcut yol açıklığı, yani hendek dip noktası ile asfalt arasındaki bölgede yapılan normal çalışmalardır. Yolun asfaltı yenilendiği için düşük banketi ve trafik güvenliğini önlemek için bölgede çalışmalar yapılmaktadır. 'Burada kemik bulundu' gibi sözler doğru değildir. Çalışmalar sırasında ortada hiç kemik yoktu. Bu nereden çıktı, bunu araştırıyoruz. Birkaç kişinin o mıntıkada kemik aradığını ve toprağı eşelediğini duydum. Onun soruşturmasını yaptırıyorum. Ancak yol çalışmaları nedeniyle bölgede bir kemik ortaya çıkmadı. Bunu özellikle belirtmek isterim" dedi. 

Vali Orhan Kırlı, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'ndaki yollar konusunda son derece hassas olduklarını belirterek, "Bu konuda hem Türklerin, hem de Avustralyalıların hassasiyetine son derece saygı gösteriyoruz. Amirlerinden memurlarına kadar herkes işini düzgün yapmaya çalışıyor. Bu kadar hassasiyete rağmen bu şekilde eleştirilerin yapılmasının haklı olmadığını düşünüyorum. Avustralya'daki insanların bu konuda fazla abartılı haberlere itibar etmemelerini rica ediyorum. Çünkü Türkiye ve Avustralya dostluğu çok iyi bir şekilde devam ediyor. Biz burada Anzak törenlerinin yapılması sırasında son derece iş birliği içinde çalışıyoruz. Her türlü programlarına iştirak ediyoruz. Avustralya'daki dostlarımızın isteklerini ve ricalarını her zaman değerlendiriyoruz. Bunların da büyük çoğunluğu olumlu oluyor. Aynı zamanda bizim de yolumuz olan, bizim de atalarımızın bulunduğu mıntıkalardan geçen bu yol için hassasiyet gösterdiğimize inanmalarını temenni ediyorum" diye konuştu. 

Öte yandan Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nda Kabatepe ile Conkbayırı arasındaki bozuk yolun ıslahı devam ediyor. Yolun büyük kısmında asfalt işinin tamamlandığı gözlenirken, konu ile ilgili haberlerin basın yayın organlarında yer almasının ardından dozerlerin bölgede çalışmalarına ara vermesi dikkat çekti. Bu arada daha önce kullanılan Kabatepe ile Conkbayırı arasındaki yolun yan kesimlerindeki yağmur suyu bölümlerinin dozerlerle kazıldığı, bunun doğaya tahribat vermeden yapılan rutin bir çalışma olduğu ifade edildi.

Çanakkale Kent Haber, 28.10.2008

AVUSTRALYA'DA YENİ BULUNAN KAYA RESİMLERİ

 

     

 

Avustralya’nın kuzeyindeki ücra bir bölgede yeni bulunan binlerce Aborjin kaya resmi bu ülkenin tarihinin yeniden yazılmasına yol açacak. Bunun en önemli sebebi, 15.000 yıl öncesinden 50 yıl öncesine kadar değişen tarihlere sahip bu resimlerin Aborjinlerin, İngilizler gelmeden önce diğer kültürlerle temasını anlatıyor olması.  

 

Arnhem Bölgesi’ndeki kaya sığınaklarının duvarlarına çizilmiş bu resimlerde, 2. Dünya Savaşı’na ait savaş gemileri, yolcu gemileri, bisikletler, uçaklar gibi çağdaş nesnelerin yanı sıra soyu tükenmiş hayvanlar da bulunmakta. 

 

Avustralya, Queensland Griffith Üniversitesi antropoloji ve arkeoloji profesörü Paul Tacon,

“Bölgeden geçen veya gördükleri herşey ama herşey burada resimlenmiş” diyor. “Djulirri” ismi verilen yerleşim, 1970’li yıllarda kaya resmi uzmanı George Chaloupka tarafından belgelenmiş fakat yeterince araştırılmamıştı. 2008 Ağustos ayında Aborjin Ronald Lamilami

ile birlikte yerleşimi tekrar bulmak için bölgeye giden araştırmacılar ilk bilinenin hemen yakınında yüzlerce yeni galeri buldular. Prof. Tucson “Bazı resimler şimdiye dek bulunmuş yegane örnekler. Bu inanılmaz yerleşim Avustralya’nın en büyük kaya resmi galerisi” dedi. 

 

Öte yandan, şimdiye dek Aborjinlerin, İngilizlerin 1700’lü yıllarda bu adaya gelmesinden önce izole bir şekilde yaşadıkları düşünülüyordu. Ama, yeni bulunan bu resimlerle Aborjinlerin İngilizlerden yüzlerce yıl önce Sulawesi’de yaşayan Makassan halkı ile ticaret yaptıkları anlaşıldı. 

National Geographic News, Haber: Carolyn Barry, 22.10.2008



ARKEOLOJİK KAZILAR DEVAM EDİYOR

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkılarıyla Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü tarafından Harput'ta başlatılan kazı çalışmaları aralıksız devam ediyor. 

Elazığ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü Haydar Kalsen, Harput İçkale, Osmanlı Mahallesi kazılarının dördüncü yılı çalışmalarının sürdürüldüğünü belirterek, Prof.Dr. Veli Sevin ve Prof.Dr. Necla Sevin'in bilimsel sorumluluğunda gerçekleştirilen kazılarda Osmanlı Mahallesi'nin yeni birimlerinin ortaya çıkarıldığını söyledi. Kalsen, "Mahallenin ortasındaki eski kale camii çevresinde büyük atölye ve dükkanlar ile büyük bir cadde hemen hemen tümüyle temizlendi. Yaklaşık 200 metrekarelik alana yayılmış 5 odadan meydana gelen bir atölye, mutfağı ve kabul salonu kazıların ana amaçları arasında.
 
Amacımız, 16. yüzyıla ait Osmanlı darphanesi ile ünlü Harput zindanının yerini saptamak. Osmanlı döneminin erken evrelerinde de kullanılmış bulunan bu zindan olasılıkla 18.yüzyılda taşla doldurularak köreltilmiştir. Kale içinde 2007 yılında açılmaya başlanan dar ve uzun tonozlu bir dehlizin sonundaki alçak kapıdan merdivenlerle inildiği anlaşılmaktadır. Zindana, kayaya oyularak açılmış bir kapıdan girildiği tespit edilmiştir. 

Önemi 1122 ve 1123 yıllarında Harput'un Artuklu hükümdarı Belek Gazi'nin, Kudüs Haçlı kralı 2.Baldwin, Urfa kontu Joscelin de Courtenay ve Birecik senyörü Galeran de Puiset ile çok sayıda şövalyeyi zincire vurarak burada hapse atmış olmasından gelmektedir. 886 yıl önce meydana gelmiş ve Haçlılar tarihinin en önemli olaylarından birinin geçtiği zindan henüz tam anlamıyla incelenebilecek durumda değildir. 

Ekim ayı içinde sürdürülecek çalışmalarla tümüyle açılması planlanmaktadır" dedi.

Elazı Kent Haber, 27.10.2008

ERKEN CUMHURİYET İSTANBUL'U BİR MİMARİ DİRENME ODAĞI MI?




Doğan Hasol, Clemens Holzmeister - Ankara Merkez Bankası


Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen “Arka Oda Toplantıları”, 2008’in ikinci yarısına Prof.Dr. Uğur Tanyeli’nin “Erken Cumhuriyet İstanbul’u Bir Mimari Direnme Odağı mı?” sorusuna cevap aradığı toplantıyla başladı. Tanyeli, Cumhuriyet Dönemi öncesi ve sonrasında İstanbul’un geçirdiği değişiklikleri birçok açıdan özetleyerek başladığı konuşmasına, mimarların ülkedeki konumu hakkında bilgilerle ve dönemin İstanbul'undaki mimari faaliyetler ile Ankara’daki mimari anlayış arasında yaptığı karşılaştırmalarla devam etti.

Öncelikle uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentliğini yapmış bir metropolle önemli bir taşra kenti arasındaki gerilimi, ikinci olarak ise Erken Cumhuriyet Mimarlık Tarihi yazarken ülkede tek üsluplu bir anlayıştan bahsetmenin mümkün olmadığını anlamak zorunda olduğumuzu belirten Tanyeli, bunun Erken Cumhuriyet Dönemi’nin mimari çoğulculuğunu anlama meselesinden ibaret olduğunu söyleyerek sözlerine başladı. Tanyeli, “Bu olağan çoğulculuk içinde Doğu Akdeniz’in en önemli mimari üretim odaklarından birisi olan İstanbul’un önemli bir yeri var. İstanbul ve Ankara’daki mimarlığın birbirlerinden farkı olduğunu, birbirleriyle uzlaşmadığını çok keskin bir çizgiyle anlatmayacağım” diyerek konuşması hakkında ipuçları verdi.

Tanyeli, öncelikle Erken Cumhuriyet İstanbul'u ile ilgili bilgi vermesi gerektiğini söyleyerek sözlerine devam etti: “Erken Cumhuriyet İstanbul’u hakkındaki ilk veri, İstanbul’un nüfus kaybeden bir yer olduğu. 1925 - 1927 arasında nerdeyse %30 denebilecek bir nüfus kaybı var. Özellikle Rumların bir terki söz konusu, sadece psikolojik olarak bile burada durmanın bir anlamı olmadığını düşünmüşler. Bu terk sırasında tabii ki Rum mimarlar da gidiyorlar. 1940’da ise çok az bir artış var. İkinci bir etken ise yönetimsel. 1958 yılına kadar İstanbul’un bir yerel yönetimi yok. Bu, kentin Ankara’dan yönetildiğini gösteriyor. Diğer bir etken ise ekonomik. O dönem merkezi yönetim, kaynaklarını Ankara’daki yönetimsel altyapıya harcıyor. Kamu kaynaklarının önemli bir kısmı Ankara tarafından yutuluyor. Dolayısıyla İstanbul, yüzlerce yıldır yararlandığı kaynaklardan yararlanamıyor. 1929 yılında dünya çapında yaşanan ekonomik buhran da İstanbul’u etkiliyor. Dördüncü veri grubu ise yapılaşmaya ilişkin. Cumhuriyet’in hemen öncesinde İstanbul birçok yangınla hırpalanıyor, kentin nerdeyse 4/5’i 19. yy içinde yanıyor ve kent tekrar planlanıyor. Bu kayıpla bağlantılı olarak İstanbul ahşaptan da vazgeçiyor. Bu da İstanbul’un en planlı kent olduğunu gösteriyor. Beşinci veri grubu duygusal nitelikte. Atatürk, 1919 – 1927 arası İstanbul’a gelmeyerek bir nevi İstanbul’u cezalandırıyor. İstiklal Savaşı’na katılanlar katılmayanlara sıcak davranmıyor. İstanbulluların da Ankara’daki yeni iktidara karşı bir hoşnutsuzlukları var. Altıncı veri grubu ise mimarlık hizmeti yapan uzmanların nerdeyse tamamının İstanbul’da yaşıyor olması. Ankara’yı imar eden mimarlar bile İstanbul’da yaşıyor. Rum mimarların ise önemli bölümünün hayatı İstanbul’da başlıyor, Atina’da sona eriyor. Bütün Türkiye’de serbest çalışan mimarların nerdeyse tamamı İstanbul’da yaşıyor.

Direnmeyi ise birçok mekanizmada görmek mümkün. Bürokrasi içinde bir muhalefet var. Bu muhalefet, merkezi yönetimin İstanbul içindeki faaliyetleri sırasında vakıflarla karşı karşıya gelmesi şeklinde gerçekleşiyor. Vakıflar sık sık mahkemelerde merkezi yönetimin aleyhine eylemde bulunuyorlar. Mezarlıklar vakıflardan alınıyor, sözgelimi belediyelere veriliyor. Vakıf mülklerinin çeşitli mekanizmalarla satışa çıkarılması gibi durumlar var. Hiçbir zaman gazetelerde ya da başka bir yerde karşımıza çıkmayan küçük bir direniş söz konusu. Ancak başbakanlık arşivlerinin derinliklerinde satır aralarında karşımıza çıkan bir direnme var. Vakıflar hemen hiçbir dönemde başarılı olamıyorlar.

Gayr-i müslim gruplar içinde de bir direnme karşımıza çıkıyor. Aynı dönemde gayri müslim grupların mezarlıklarının kamulaştırılması gibi çeşitli girişimlere direnmeye çalıştıkları ve bu nedenlerle de mahkemelerde dava açtıkları ama hiçbir zaman başarılı sonuç alamadıkları görülüyor.

Erken Dönem Cumhuriyet’in mimari etkinliklerinde sivil toplum düzeyinde bir muhalefetten de söz edilebilir. Özellikle Süreyya Paşa’nın çekingen bir liberal muhalefeti söz konusu. Süreyya Paşa Geç Osmanlı’dan başlayan bir süreçte bir tür liberal sivil toplum önderi gibi çalışıyor. Çeşitli biçimlerde uğraşlar veriyor. Erken Cumhuriyet Dönemi’nde meclis üyeliği ve yasa teklifleri var, bunların çoğu merkezi yönetimin taleplerinin dışında. İstimlakların rayiç değer üzerinden değerlendirilmesi gibi bir yasa teklifi var ama kabul edilmiyor. 1927 yılında, kentsel hizmet altyapı kuruluşlarının merkezi yönetim yerine belediyeye devredilmesi hakkındaki kanun teklifi ise kabul ediliyor.

En yoğun muhalefet mimarlık meslek çevrelerinin muhalefeti. Ankara’daki büyük kamusal yapıların Türk mimarlara verilmediğinden şikayet ediliyor. Bu muhalefet 1930’lardan 1950’lere kadar devam ediyor. Arkitekt Dergisi’nin nerdeyse bütün sayılarında bu muhalefet söz konusu. Çekingen bir karşı çıkış var. Bunu açıkça zikredenler pek sevilmeyecek. Yabancı mimarlara neden iş verildiği konusunda bir muhalefet var. Mimarların Erken Cumhuriyet yönetimiyle gerilimli bir ilişkilerinin olduğunu söylemek pek yanlış değil.





WowTurkey, Teşvikiye Camii Civarı


Genel basında mimarlık anlamında bir muhalefetten söz etmek ise pek mümkün değil. Çok ender muhalif sesler çıkıyor. İstanbul basınında, Ankara’da Hermann Jansen Planı yapıldığı zaman, ‘bu plan yanlış’ diye yazılıyor. Ankara’daki Hakimiyet-i Milliye ise ‘tamamen yanılıyorlar, dünyaca ünlü bir şehirci asla yanlış yapmaz’ diye bir yazı yayınlıyor. Bir daha da gazetelerde imarla ilgili pek muhalif bir sesle karşılaşılmıyor. En sonunda İstanbul burjuvasının üslupsal diyebileceğimiz bir muhalefetinden söz etmek mümkün. Bu, merkezin arkasında durduğu mimari tavırlara katılmamak biçiminde dışa vurulan bir muhalefet. O dönemde merkezi temsil eden güçler hangi üslupsal tavrı öneriyorlarsa, hangi tavrın gündemde olmasını istiyorlarsa, İstanbul mimarisi bunların dışında başka bir mimari yönelimle evriliyor. Üslupsal homojenlik beklentilerini genellikle görmezden gelerek bir tür pasif direniş gösteriyor. Keskin bir direnmeden bahsetmek ise mümkün değil.

Vedat Bey’in Büyük Postane Binası’nda görülen ulusalcı romantik bir yönelim esnasında İstanbul’da bu üslupla yapılmış yapıyla karşılaşmıyorsunuz. İstanbullular genellikle birbirinden farklı üsluplara yöneliyorlar. 1. Ulusal diye adlandırılan dönemde Art Nouveau’nun 1920’ye kadar olan uzanımlarını bile görmek mümkün. İstanbul’un bir kesiminde özellikle Rum bölgelerinde bu üslupla karşılaşıyoruz, bunu etnik bir direnme olarak da nitelendirebiliriz.

Türkler’in yaşadığı bölgelerde ise oldukça farklı bir mimariyle karşılaşıyoruz. O dönemde çağdaş tekniklerle üretilmiş, ulusalcı tavra hiç de uygun olmayan ama üslupsal tavrının ne olduğunun da altını çizemeyeceğimiz örnekler var.

1930’lardan başlayarak Ankara’da bir tür modernist akımın egemen olduğu bir dönem başlıyor. Bu, yönetimin iftiharla sunduğu bir şey. İstanbul buna da direniyor. İstanbulluların Ankara’da iş yapan mimarlarla çalışmadığı görülüyor, Holzmeister ve Taut’un İstanbul’da nerdeyse hiç yapısı yok. Bu iki mimar da İstanbul’da yaşıyor ama Ankara’da ürün veriyorlar.





WowTurkey, Devres Villası


O dönemde İstanbul’da devletin bu modernist mimarisini bulmak istiyorsanız devletin doğrudan doğruya yaptırdığı binalara bakmak gerekiyor. Ender örneklerden birisi Bebek’te Ernst Egli’nin yaptığı Devres Villası. O dönemin İstanbul’unda 19. yy yapısı havası veren yapılar var. Bunlara örnek olarak Teşvikiye Camisi’nin karşısındaki dizi gibi belirgin Art Deco izleri taşıyan yapılar verilebilir. 1940’larda merkezi yönetim yeni bir üslupsal yapıdan yana tavrını koyuyor. İstanbul bu dönemde yine bu üslupla yapı yapmıyor. O dönemde bu şekilde yapılan tek yapı var o da Sedat Hakkı Eldem’in Elmadağ’daki kendi evi.”

İstanbul, Ankara merkezli olarak üretilen mimariyi görmezden geliyor. Bunun dikkate alınması gereken bir tarafı var. Erken Cumhuriyet’in homojen ve herkesin üzerinde ortak fikir birliği içinde olduğu bir yer olduğunu düşünme alışkanlığımızı terk etmemiz gerekiyor. Çeşitlilik ve fikir farklılıkları var. O dönem mimarları hem bu mimariyi benimsemiyorlar, hem de yazılarında, ulusalcı mimarlık yapılması gerektiğini ve kendilerinin de herkesten daha ulusalcı olduğunu yazıyorlar.”

Toplantının sonunda izleyicilerden gelen soruları yanıtlayan Tanyeli konuşmasına, bu direnme gerçeğini görmezden gelmemek gerektiğini, bu tür bir çoğulculuğun dünyanın her yerinde karşımıza çıktığını ve bunu bugün görmek istemeyişimiz bir sorun olduğunu dile getirerek son verdi.

Arkitera, Yazı: Gökçe Aras, 27.10.2008

BEYAZIT VE YALNIZGÖZ KÖPRÜLERİ AÇILDI

 

Edirne'den geçen Tunca Nehri üzerindeki iki tarihi köprü onarılarak yeniden hizmete açıldı. Edirne il merkezini Yeni İmaret Mahallesi'ne bağlayan Beyazıt ve Yalnızgöz köprüleri zaman içerisinde bakımsızlıktan yıkılma tehlikesi geçirdi.

 

Tarihi eserlerin kurtarılması amacıyla harekete geçen yetkililer, Meriç ve Tunca köprülerinin ardından Beyazıt ve Yalnızgöz köprülerine el attı. Karayolları Genel Müdürlüğü ile Edirne Valiliği İl Özel İdaresi arasında 2006 yılında yapılan protokolün ardından ihale gerçekleştirildi. Yaklaşık iki yıl süren çalışmalar sonucunda onarımı tamamlanan köprülerin açılışını Edirne Valisi Mustafa Büyük yaptı.

 

Köprülerin tamamlanarak halkın hizmetine girmesinden duyduğu mutluluğu dile getiren Vali Mustafa Büyük, köprülerdeki eksikliklerin iş bitim tarihine kadar tamamlanacağını söyledi. Vali Büyük, "Saraçhane Köprüsü'nün trafiğe açılabilmesi için proje çalışmaları devam ediyor. 2009 yılında Saraçhane Köprüsü trafiğe açılacak." dedi.

Edirne Kent Haber, 27.10.2008

MAÇKA PALAS TARİHİNDE OTEL DÖNEMİ BAŞLIYOR





Tarihi Maçka Palas binası, konut olarak yapılmıştı. Sonra banka genel merkezi oldu. İki hafta sonra ise yeni bir işlevle yeniden kapılarını açacak: Hyatt Grubu’nun bir oteli olacak. Kaldığı otele bir gecede ne kadar verdiğini önemsemeyecek kadar parası olanların, sakin ve gözlerden uzak olmayı sevenlerin oteli. Amerikalı mimar Randy Gerner, eski dokuyu koruyup modernize etmiş. İçeride ceviz, bej ve grinin hakim olduğu şık bir dekorasyon var. Otel, gökdelen otellere kıyasla dışarıdan küçük gibi görünüyor ama 90 odaya ve geniş iç mekanlara sahip.

Maçka Palas 1922’de toplu konut olarak yapılmış, tipik mimariye sahip, etkileyici bir bina. Apartmanın daireleri yıllarca konut olarak kullanıldı. Sonra restore edildi ve banka genel merkezi oldu, altında şık dükkanlar açıldı. Bina bir süre önce yeniden kapandı, aylar süren çalışmalardan sonra şimdi yeni yüzüyle otel olarak açılmaya hazırlanıyor. Bu otelin adı Park Hyatt Maçka Palas olacak. Otelin Genel Müdürü Tashi Takang binada iki yıldır süren restorasyonun getireceklerini şöyle anlatıyor: "Biz onu, otel olarak tekrar toplumun bir parçası haline getiriyoruz. İstanbul halkına neredeyse 24 saat süren bir hizmet sunacağız. Daha önce banka idi ve şimdi yaşayan kültürün bir parçası haline geliyor. Bu tarihi önemi olan binaya yeniden hayat vermekten büyük onur duyuyoruz."

Binanın dışı aynen korunurken içinde hemen herşey yenilendi. Amerikalı mimar Randy Gerner’in de ilk otel tecrübesi bu bina. Takang restorasyon sürecini şöyle anlatıyor: "Tüm amaç, otele rezidans havası vermekti. Mimarımız binaya, tarihi görünümünü koruyarak modern bir dokunuş yapmak istedi. Odaların bir bölümü hala eski görünümünde, tavanlar, avizeler orijinal şeklini koruyor, yani binanın ruhu ile çağdaş ruh harmanlandı ve bu, çok göze sokulmayan bir şekilde yapıldı. Biz konuklarımıza tarihi bir binada çağdaş konforu sunmak istiyoruz."

Art-Deco binada otelin lobisi daha girişte müşterileri geniş bir bar edasıyla karşılıyor. Oturma bölümlerinin kenarlarına orkideler yerleştirilmiş. Mimar Gerner’in bir dönem görüp etkilendiği İspanyol tarzı koltuklar tek tek merdiven basamaklarına yerleştirilmiş.

Otelde 90 oda var, bunların 10’u süit, 50’si delux, ama burada delux odalardan standart oda olarak bahsediliyor. Her katta 17 oda var ve her oda birbirinden farklı. En üst katta ise 5 süit oda bulunuyor, bunlardan biri presidential süit. Otelin en önemli özelliklerinden biri da SPA odaları. Bunlardan 25 tane bulunuyor. Bu odaların genişlikleri 52- 65 metrekare arasında. Takang bu odalarda banyoya verdikleri önemi şöyle anlatıyor: "Normalde banyo yapmak herkes için bir gereklilik ama biz burada gerekliliği hoş bir tecrübeye çevirmek istiyoruz. SPA banyolarımızda mini hamam, buhar banyosu, duş bölümü, küvet ve ışık banyosu (terapisi) imkanı var. SPA hissini misafirlerimize odalarında yaşatmak istiyoruz."

Işık banyosu ilginç bir terapi yöntemi. Kişi uzaktan kumanda ile küvetin içindeyken banyoya değişik renkte ışıklar verebiliyor. Takang ışığın beyni ve vücudu uyardığını söylüyor. Banyo zemini yerden ısıtmalı, Türk hamamını müşteriler kendi odasında yaşaması için sadece oturma ve kurna kısmıyla buraya konmuş Banyo küvetinde yatarken kitap okuma detayı bile düşünülmüş. Banyoda kozmetikler veya ilaçlar için soğutmalı bir dolap da var. İki ayrı lavoba bulunuyor ve küçük olanda çeşmeden filtre edilmiş, içilebilir hale getirilmiş su akıyor. Otelin bunu kullanma sebeplerinden biri de plastik şişe kullanımını azaltmak, Takang "Her odaya günde iki şişe su koyarsanız günde 180 atık pet şişe çıkar, bunu azaltmak istedik" diyor.

Odalar tasarlanırken düşünülen en önemli şey kendinizi evinizde gibi hissettirmek olmuş. Bu yüzden otel misafirleri odaya girerken kapıyı açtığında girişte doğrudan yatak bölümünü değil bir ev girişi gibi holü görüyorlar. Banyoda Türk traverteni, mobilyalarda doğal ceviz kaplama kullanılmış. Oda mobilyaları otel için özel tasarlanmış. Koltuklar, şifonyer ve hatta televizyon ayağı bile özel tasarım. Prizler masadan çıkan özel tasarımlı bir panelde bir araya toplanmış. Panel masanın içine gizlenebildiği için de görüntüyü bozmuyor.

Otelin odalarında ve koridorlarında Ara Güler’in çektiği birçok fotoğraf var. Koridor kolonları binanın orijinal halindeki gibi aynen yeniden imal edilmiş. Kartonpiyerler, kalıpları çıkarılarak yeniden orijinal binadaki gibi yapılmış. Parkeler hatta duvarın boya rengi bile binanın konut olarak kullandığı dönemdekiyle aynı tonlarda seçilmiş. Otelde ceviz renginin ağırlığı hissediliyor. Gri, bej ve ceviz kombine edilmiş. Odalarda yatak bölümlerinde eski doku korunmaya çalışılmış sadece banyo bölümleri yeni. Binanın mimari ekibi eski fotoğraflarda gördükleri avizelerin benzerini bulabilmek için hayli uğraşmış. 

Aradıkları müşteri, hem parası olan hem de çok fazla görünmek istemeyen bir kitle. Takang "Burada -hem kendilerini evlerinde gibi hissedecekler, hem de iyi bir otelin tüm imkanlarından ve hizmetlerinden faydalanabilecekler" diyor.

Park Hyatt Maçta Palas’ın, İstanbul’da sürekli yaşayanları belki de en çok ilgilendirecek kısmı The Prime isimli restoran bar. Burası aynı zamanda otelin yüzme havuzunun da bulunduğu açık bir bölüme sahip. Takang burada Feng Shui terimlerine göre tüm elementlerin var olduğunu söylüyor: Avizelerde asılacak mumlarla ateş, çiçek düzenleme bölümü sayesinde toprak, dekorasyon ile ağaç, havuz sayesinde su ve açık hava nedeniyle hava. Restoranda vurgu yemeğin üzerinde; bu yüzden tabaklar bile dümdüz beyaz. Teras katı, binanın konut olarak kullanıldığı dönemde hizmetlilerin katıymış. Ama şimdi The Terraca adlı bir restoran bar, Boğaz manzarasıyla konukları ağırlayacak.

Park Hyatt Maçka Palas İstanbul Genel Müdürü Tashi Takang Tibet asıllı bir İsviçreli. Nisan ayından beri Türkiye’de. Daha önce Hyatt Regency’nin Varşova Oteli’nde genel müdür yardımcısı olan Takang artık Türkiye’deki otelin başında. Türkiye’deki dostluk havasından çok hoşlanmış, "Herkes yabancılara yardımcı oluyor, temel insani değerler kaybolmamış" diyor.

20. yüzyılın başında İstanbul’da daire daire kiraya verilmek üzere apartman olarak yapılan ilk binalardan biri Maçka Palas. Türkiye’ye demiryolu müteahhitliği yapmak için gelen Vincenzo Caivano tarafından 1922 yılında İtalyan asıllı Mimar Guilio Mongeri’ye yaptırıldı. 1849 yılında İstanbul’a göçen İtalyan levanten bir ailenin torunu olan Mongeri, Maçka Palas’ı yaparken Milano saraylarından etkilendi. Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi olarak tanımlanan akımın öncü mimarlarından olan Mongeri’nin inşa ettiği Maçka Palas, yapıldığı senelerde civarın en yüksek, en büyük binasıydı.

Yapıldığı dönemde karşısında İtalyan konsolosluğu (şu anda Maçka Teknik Meslek Lisesi) vardı ve buraya gelen diplomat veya misafirlerin Maçka Palas’ı kullanacağı düşünülmüştü. Ama kısa süre sonra Cumhuriyet ilan edilip başkent Ankara’ya taşınınca ve büyükelçilikler bir bir Ankara’ya gidince bina asla bu amaç için kullanılamadı.

Vincenzo Caivano’nun 1967’de ölümüyle Maçka Palas’ın idaresi oğlu Achille Caivano’ya geçti. Caivano, eşi Jozette ile Büyükada’dan Maçka Palas’a taşındı, ancak bina eski ihtişamını kaybetmeye başladı.

Bahçesi 1972 yılında İbrahim Polat’a satılan Maçka Palas’ın tenis kortu bir süre sonra otopark oldu, alt katları dükkan olarak kiralandı. Maçka Palas’ı 1994 sonunda Doğuş Holding satın aldı. Doğuş Holding burayı önce banka yönetim merkezi olarak kullanmak üzere restore etti, şimdi de otel yapıyor. Bina Kasım başında açılacak.

Ünlü romancı Kerime Nadir, Türk müziğinin ünlü çifti Fahire-Refik Fersan, şair Abdülhak Hamid Tarhan, gökbilimci Abdülfeyyaz Tevfik Yergök, cumhuriyetin yetiştirdiği ilk operatörlerden Doktor Hazım Bumin, İstiklal Marşı’nın bestecisi Osman Zeki Üngör, ses sanatkarı Necmi Rıza Bey, 1950’lerde Demokrat Parti İstanbul Milletvekili Salih Fuad Keçeci, Turgay Şeren, ilk spor spikeri Sait Çelebi, Prens Reşit Benayat, İttihat ve Terakki’nin maliye nazırlarından ve Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden Tahir Erer, Maçka Palas’ın ünlü kiracıları arasındaydı. Abdülhak Hamid Tarhan’ın odası otelde de müze olarak korunacak.

Hürriyet, Haber: Ayten Serin, 27.10.2008

TATARLI HÖYÜĞÜ'NDEKİ KAZILARDA 3 BİN YILLIK KÜP BULUNDU

 

Adana'nın Ceyhan İlçesi'nde Tatarlı Höyüğü'ndeki kazılarda 3 bin yıllık pitos (küp) bulundu.

 

Adana Milletvekili Muharrem Varlı, Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Yrd.Doç.Dr. Serdar Girginer ve 10 kişilik ekibi tarafından kazı yapılan Tatarlı Höyüğü'nde incelemelerde bulundu.

 

Yrd.Doç Dr. Girginer'e ve ekibine teşekkür eden Varlı, kazı çalışmasının bölgenin tarihine ışık tutacağını belirterek, "Çok kısa bir zamanda böyle önemli buluntuları ortaya çıkararak Tatarlı Höyüğü'nün önemini ortaya çıkardığınız için siz ve ekibinizi tebrik ediyorum." dedi.

 

Yrd.Doç.Dr. Serdar Girginer ise, devam eden kazılarda "Hitit yazılı belgelerinde Kizzuwatna uygarlığına ait saray buluntularına rastladık. Hitit ve Mezopotamya dönemlerine ait 2 silindir mühür ve bir adet mühür baskısı elde ettik. Bu gün de 3 bin yıllık pitos (küp) bulduk." şeklinde konuştu.

haberler.com, 27.10.2008

AGORA GÖRÜNDÜ

 

Kent merkezinde "dünyanın en büyük antik agorası" kabul edilen tarihi İzmir Agorası, Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı kamulaştırmalar ve yıkımlar sonunda İkiçeşmelik ile buluşuyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin tarihi İzmir Agorası'nda sürdürdüğü çalışmalarda önemli bir dönemece daha girildi. Bir yandan arkeolojik kazılarla tarih toprak altından gün yüzüne çıkarılırken, diğer taraftan da İkiçeşmelik Caddesi'nden geçenlerin Agora'daki tarihi kemer ve sütunlarını görebileceği kamulaştırma ve yıkımlara başlandı. Bölgedeki eski ve metruk yapıların yıkılarak kazı alanının genişletilmesiyle, Agora'nın kentle buluşmasında çok büyük bir adımın atılmış olacağı bildirildi.

İlk kamulaştırmalarına 1997 yılında başlanan, ilk yıkımı ise 2005 yılında başlayan Agora için, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bugüne kadar 19.3 milyon YTL harcandı. Bölgede bulunan 87 parsel için kamulaştırma kararı alınırken, 49 parselin tam kamulaştırılması yapıldı ve 47 bina yıkıldı. Son binaların da yıkılması ile Agora - İkiçeşmelik arası açılmaya başladı. Son yapılacak yıkımlarla birlikte çok kısa süre içerisinde Agora'daki tarihi sütunlar ve kemerler, ana yoldan görülebilecek hale gelecek. Agora'nın İkiçeşmelik Caddesi ile buluşması hem ziyaretçiler açısından avantajlı olacak hem de kazı yapılacak alan daha da genişleyerek bugüne kadar toprağın altında bekleyen tarih, gün yüzü ile buluşacak.

Büyükşehir Belediyesi, tarihi Agora'da 16 bin 853 metrekare kamulaştırılacak alandan bugüne kadar 12 bin 695 metrekaresi kamulaştırıldı. Diğer bölümler için yasal süreç ise devam ediyor.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, "Agora ve Çevresi Koruma, Geliştirme ve Yaşatma Projesi" çerçevesinde bir yandan İzmir Agorası'nda devam eden arkeolojik kazılara destek verdiklerini, diğer yandan da tarihi kalıntılar üzerindeki kamulaştırdıkları yapıları yıkarak kazı alanının genişlemesinin önündeki engelleri ortadan kaldırdıklarını söyledi. Agora'nın İkiçeşmelik ile bütünleşmesinin önemine değinen Başkan Aziz Kocaoğlu, "1. derecede Arkeolojik SİT bölgesinde bulunan yapıların kamulaştırmaları ve yıkımlar önümüzdeki süreçte de devam edecek. Böylece, Agora ve çevresinin Arkeoloji ve Tarih Parkı olarak düzenlenmesinin önü tamamen açılacak. Tüm çalışmaları tamamladığımızda, tarihi aksı kentle bütünleştirmiş ve farklı bir kimlik kazandırmış olacağız. Yapılan bu çalışmalar, 8 bin 500 yıllık bir geçmişi olan İzmir'in kültürel ve arkeolojik değerlerini ortaya çıkarmak açısından son derece önemli. İzmir kentinin tarihi mirasına sahip çıkıyoruz" diye konuştu.

Yeni Şafak, 27.10.2008

İSTANBUL 2010 VE AKM YA DA EZBER BOZMAK ÜZERİNE





İstanbul 2010 AKM Ajansı’nın Atlas Pasajı’ndaki mekanında 22 Ekim günü önemli bir toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantıda Mimar Murat Tabanlıoğlu gönüllü olarak gerçekleştirdiği Atatürk Kültür Merkezi onarımı projesini sundu. Toplantının öteki katılımcıları arasında binanın kullanıcıları olan Devlet Tiyatrosu ve İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası çalışanları temsilcileri, AKM Müdürü Bülent Bilgin, İstanbul 2010 yetkilileri, İKSV, Borusan Kültür Merkezi, Aksanat gibi kültür kurumlarının yöneticileri, mimarlar, kültür alanında çalışan başka profesyoneller ve Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi Başkanı Eyüp Muhçu ile İstanbul 2 No.lu Koruma Kurulu Başkanı Mete Tapan da vardı.

Toplantı önemliydi. Aslında önemli bir sürecin önemli adımlarından biriydi demek daha doğru. Yıkılmaya kalkışılan Atatürk Kültür Merkezi’nin sivil toplumdan gelen tepkiyle yıkımdan kurtulması sevindiriciydi ama bu yetmiyordu. İstanbul 2010 AKM Ajansı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı ile bir protokol imzalamayı başararak onarım sürecinde sorumluluğu üstlenmesi belki de can alıcı adımdı. Bu adımla devlet bürokrasisinin alışılagelen yöntemlerinin dışında bir yol denenmesi olanağı doğarken, aynı zamanda “Avrupa Kültür Başkenti olmak ne demek?” sorusunun yanıtı olabilecek büyük projelerden biri ele alınıyordu. Atlas Pasajı’ndaki AKM toplantısının önemi işte burada yatıyordu.

Mimar Tabanlıoğlu’nun anlatımlarından öncelikle şunu anladık: AKM onarım projesi aslında iki aşamalı. Birinci aşama -ki bugün gündemde olan bu- faal durumdaki ana binayı içeriyor. İkinci aşama ise halen otopark olarak kullanılan yandaki alan. Bu evre için henüz herhangi bir adım atılmıyorsa da İstanbul için müthiş bir potansiyel içerdiği gerçek. İTÜ Taşkışla-Atatürk Kütüphanesi-AKM aksı içinde yer alacak yeni bir kültür mekanıyla belki de AKM’nin işlevlerini genişletmek mümkün olacak.

Tabanlıoğlu ilk aşamaya ilişkin hazırladığı projesini sunarken birkaç noktaya odaklandı. İstanbulluların buluşma yeri olan AKM girişinin meydanla bütünleşmesi, gişelerin yapının içine alınması, küçük salona inişte yapılan bazı değişiklikler gibi. Proje, yapının Boğaz’a sırtını döndüğünü, oysa çok değerli Boğaz manzarasına bir restoranla açılmanın mümkün olduğunu vurgulayarak binanın ön cephe çatı altına da bir kafeterya öneriyordu.. İkinci öneri ise yapının cephesindeki camın, yalıtım özellikli camla değiştirilmesi, mevcut alüminyum profilin sökülmesi ancak aynı desenin yenilenecek olan cama nakşedilmesi ve bu cephenin bir dijital ekran olarak kullanılmasıydı.

Binanın kullanıcıları ve öteki katılımcılar bu öneriler karşısında görüşlerini dile getirdiler. İtirazlar yükseldi, alçaldı. Ama önemli olan mimarın, ev sahibi kullanıcının ve binada kendilerinin de yeri olması gerektiğini söyleyenlerin aynı masa çevresinde buluşabilmeleriydi. Bu birliktelik herhangi bir mimari tasarımın tartışılmasından öte bir anlam taşıyordu. Çünkü bugünkü işleyişiyle AKM’nin plastik sanatları, çağdaş sanatı, deneysel sanatları dışarıda tutması gibi bir durum söz konusuydu ve mimari tasarım aslında AKM’nin yeni işleyiş modeliyle de bağlantılı olarak tartışılmalıydı. Bir yeni yönetim modeli hem Devlet Tiyatrosu ve Senfoni Orkestrası temsilcilerinin, yani ev sahibi sanatçıların hem de dışarıdakilerin temel isteğiydi. Dolayısıyla Atlas Pasajı’ndaki AKM toplantısı mimarinin ötesinde bir içeriğe ve öneme sahipti. Bir kamu projesinin, fiziki planın ötesinde ilgili bütün aktörlerin katılımıyla nasıl ilerletilebileceğinin de göstergesiydi.

İstanbul 2010 AKB süreci hızla ilerlerken 2010 yılında İstanbul’un kazanımlarının neler olacağının ya da olması gerektiğinin tartışılması açısından da önemliydi toplantı. Avrupa Kültür Başkentliği kavramı bazı temel ilkeleri içeriyor. Süreklilik, katılımcılık, kent halkının kültür yaşamında kalıcı olacak ürün ve yöntemler üretmek gibi. Bu ilkeler yalnızca 2010 gibi bir kampanya yılına özgü değil aslında. Yaşamın çeşitli alanlarında olduğu gibi kültür alanında da içselleştirilmesi gereken ilkeler. Ve ne garip başta kamu olmak üzere bütün kesimler bunlardan söz ediyor. Hatta öyle çok söz ediliyor ki galiba içleri boşalıyor. Süreklilik, katılımcılık, kalıcılık bir niyetten öte yöntem sorunu aslında. Kamu, sivil toplum kuruluşları, farklı uzmanlık alanlarında çalışanlar ve bireyler bu kavramları yaşama geçirme yolunu doğru bir yöntemle ele almadıkça kendileriyle sınırlı aynı kısır noktada buluşuyorlar ve aynı masada oturmaları yalnızca kendilerine ait varsaydıkları alanlarının sınırlarını daha da pekiştirip ötekileri alandan hepten uzaklaştırma mücadelesine dönüşüyor kimi kez. Oysa her kesimin ortak amaca yönelik bir işlevi, bir yükümlülüğü var. Sorun, bunların nasıl ele alınacağı.

İstanbul 2010 AKB Ajansı’na eminim sayısız proje ulaşıyor şu günlerde. Ve eminim 2010 yılında İstanbul etkinliklerle şenlenecek. Bunların bir bölümü geleceğe de kalacak. Ama Ajans’ın görünenin ötesinde bir olanağı var. Yukarıda sözünü ettiğim yöntem sorununda yol açıcı olabilme şansı var. Çünkü kamu, sivil toplum ve uzmanlık alanlarını buluşturabilecek bir noktada duruyor.  AKM konusundaki attığı adımları mesela çok önemli bir kentsel dönüşüm projesi anlamına gelen Yenikapı Marmaray ve arkeoloji alanının düzenlenişi gibi projelerde de sürdürmesini dilemek gerek herhalde.

Bir başka deyişle, Ezber bozmak gerek, hem kamunun hem mimarlık ortamının, hem de kullanıcının kendi yerini, erkini, olanaklarını, yükümlülüklerini, beklentilerini bir başka gözle ve yöntemle ele alması anlamında ezber bozmak gerek.

Yapı, Yazı: Derya Nüket Özer, 27.10.2008

İNSANOĞLU İLK ATEŞİ 790 BİN YIL ÖNCE YAKMIŞ

 

 

İsrail’de yapılan yeni araştırma, insanoğlunun yaklaşık 790 bin yıl önce ateş yakabildiğini ve bu yetenek sayesinde Afrika’dan Avrupa’ya göç edebildiğini ortaya koydu.

İbrani Üniversitesi’nin, Ürdün nehri kıyısındaki arkeolojik bir alanda bulunan çakmak taşları üzerinde yaptığı analizler, erken medeniyetlerin ateş yakmayı öğrendikleri ve bunun bilinmeyen topraklara göç etmek için bir dönüm noktası olduğunu gösterdi. Araştırma, tarih öncesi insanların ateş yakmayı da bildiklerini ortaya koydu. Araştırmacılar, bu bağımsızlığın insanların kuzeye göç etmelerini kolaylaştırdığı kaydetti. Yunan mitolojisine göre ise Prometheus, Olympos Dağı’ndan tanrıların ateşini çaldığı için cezalandırılmıştır.

Hürriyet, 27.10.2008

TARİHİ CAMİLERE RESTORASYON

 

 

Sulakyurt Merkez ve Yeşilyazı Köyü'nde bulunan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı iki cami ve türbelerde restorasyon çalışmaları başladı.

Sulakyurt İlçe Müftülüğü'nden alınan bilgilere göre Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olan Yeşilyazı Köyü Şeyh Şamii Camii ve müştemilatında bulunan Şeyh Cerullah Türbesi ile, İlçe Merkezi'nde bulunan Merkez Camii ve müştemilatında bulunan Şeyh Bedrettin Türbesinde restorasyon çalışmaları başladı.

 

Restorasyon çalışmaları hakkında bilgi veren Müftü Yakup Koçhan, Yaklaşık 600 yıl önce inşa edilmiş olan iki caminin muhtelif yıllarda vatandaşlarca yapılan bilinçsiz bakım ve onarımlar neticesinde tarihi özelliğini kaybettiğini söyledi.

Koçhan, “Ankara Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyon programı çerçevesinde başlanan çalışmaların 150 günde tamamlanması bekleniyor. Planlanan çalışmalar sonucunda her iki cami ve türbe aslına uygun hale getirilecek” dedi.

 

Evliya Çelebi’nin de ziyaret ettiği ve Seyahatnamesinde “Hazreti Şeyh Şami-yi Ziyaret eyledük, hakkı yine hüsn-ü ibadet eyledük” dediği bilinmektedir. Yapılan çalışmalar nedeniyle her iki caminin ibadete kapatıldığı belirtildi.

Kırıkkale Kent Haber, 26.10.2008

GUARDIAN'IN SANAT LİSTESİNDE SÜRPRİZ

 

İngiliz The Guardian gazetesi, okuyucuları için sekiz ayrı yazarı eşliğinde 'Ölmeden önce görmeniz gereken 1000 sanat eseri' başlıklı, çok geniş bir dosya yayımladı.

 

Azteklerden ortaçağa, popüler sanattan güncel üretimlere uzanan alfabetik bir sırayla hazırlanmış detaylı dosyada yer verilen 'Bizans Hakkında Herşey' isimli bölüm ise, gazete kadrosunda yer alan kalemlerden biri olan Jonathan Jones imzasıyla yayımlandı. Jones'a ait metinde Bizans kültürüne mal olmuş, bir kısmı İstanbul'dan ortaçağda kaçırılan ve halen büyük kiliselerde korunan küresel sanat örneklerine tek tek yer verilirken, dokuzuncu yüzyıldan bu yana ayakta duran tarihi Ayasofya Müzesi'nde bulunan dini ve törensel içerikli Bizans mozaiklerinden övgüyle söz edildi. Henüz 'C' harfinde bulunan Ansiklopedik listenin 'B' harfinde ise, Gentile Bellini tarafından yapılan, Genç Bir Türk Oğlanın Portresi adlı tablo övüldü. The Guardian'ın internette de örnekleriyle izlenebilen dosyası, sürprizlerle devam edeceğe benziyor.

Sabah, 26.10.2008

TARİHİ BEYDAĞ KALESİ'NE RESTORASYON

 

Beydağ'da 1970'li yıllarda aslı bozularak onarılan kale, İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu kararı uyarınca aslına uygun olarak restore edilecek.

Beydağ Belediye Başkanı Muhsin Pulcu,ilçede ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmeyen kalenin, 1970'li yılların sonunda aslına sadık kalınmadan onarıldığını belirtti. Onarım sırasında kaleye eklemeler yapıldığını ve bazı bölümlerin yerlerinin değiştirildiğini ifade eden Pulcu, bu nedenle İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulunun, kalenin aslına sadık kalınarak restore edilmesine karar verdiğini bildirdi. Restorasyon ihalesinin tamamlandığını belirten Muhsin Pulcu, şöyle dedi: "İhaleyi 240 bin YTL'lik bedelle alan firma, 60 gün içinde işi teslim edecek. Çalışma, restitüsyon, rölöve, restorasyon ve elektrik projelerini kapsıyor. İzmir Valiliğinden gelen ödenek, ihalenin tamamını karşılıyor. Kalenin içinde yapılacak kamulaştırmalar için valilik ayrıca ödenek gönderecek."

Çalışmaları denetleyen Ödemiş Müzesi Müdürü Sevda Çetin de kaleye sonradan eklenen bazı bölümlerin yıkılmaya başlandığını kaydetti. Kalenin aslının 1970'li yılların sonunda yapılan onarımda bozulduğunu belirten Çetin, şu bilgileri verdi:
"Kazı yapılarak kalenin temeli bulunacak. Sonradan eklenen bölümler yıkılacak. Bina yeniden ayağa kaldırılacak. Elimizde yıkılan binanın eski durumunun fotoğrafları var. Şu anda kalenin güney doğu kanadında bulunan orijinal kalıntıda, burç dediğimiz kısımda kazı yapıyoruz. Kalenin orijinal planını belirlemeye çalışacağız. Birçok yer yıkılmış, yeniden yapılmış. Aslına sadık kalınmamış. Toprağın altında ne var bilmiyoruz. Kazılar bizi nereye götürecek bilmiyoruz. Kurul kararı gereğince yol gösteriyor ve denetlemeleri yapıyoruz."


Beydağ Belediyesi tarafından yaptırılan kazıda, kalenin eski tepe kısımlarını bulmayı amaçladıklarını ifade eden Çetin, "Kazı sırasında birçok kemik ve tuğla kalıntıları çıkıyor. Bazı parçaları müzeye götürüp inceliyoruz" dedi.

Haber Ekspres, 26.10.2008



ÖDENEK OLMAYINCA

 

  

 

Malatya'nın Darende İlçesi'ndeki tarihi Uzunok ve Nadir Köprüleri, ödenek yetersizliğine takıldı.

Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) Malatya Temsilcisi ve Darendeliler Derneği Başkanı Bekir Sözen, "Darende ilçe merkezinde Tohma Çayı üzerinde bulunan tarihi Uzunok ve Nadir köprülerinin restorasyonu için 2006 yılında Karayolları tarafından açılan ihale ile müteahhit firma işe başladı. Köprülerin güzel bir şekilde alt kısmının inşaatı büyük ölçüde gerçekleştirildi. Ödenek yetersizliğinden tarihi köprülerin kalan kısmı bitirilemedi" şeklinde konuştu.

Bekir Sözen, "Darendeliler şimdiye kadar yapılan bu güzel çalışmalar için Karayolları yetkililerine teşekkür ediyor. Ancak başlatılan restorasyon çalışmasının tamamlanması için ödenek sorunu giderilmelidir. Gerekli ödeneğin süratle çıkarılarak köprülerimizin bir an önce tamamlanarak halkımızın istifadesine sunulmasını bekliyoruz" dedi.

Bu arada İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü restorasyon bölümü öğretim üye ve öğrencileri Malatya'nın Darende İlçesinde inceleme yaptı.

Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma Vakfı (ÇEKÜL) Malatya Temsilcisi Bekir Sözen, "Mimarlık anabilim dalı yüksek lisans programına kayıtlı 9 öğrenci ve 3 öğretim görevlisi tarafından Darende'de bir haftadır sürdürülen çalışma kapsamında eski Cumhuriyet İlköğretim binası, eski Ziraat Bankası binası eski postane binası ve tarihi dükkan dizisi belgelenmektedir. Darende kaymakamlığı tarafından desteklenen bu çalışma sonucunda değerli tarihi yapılar hazırlanacak olan rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri doğrultusunda onarılarak halkın kullanımına açılacak ve yapıların gelecek kuşaklara aktarılması sağlanacaktır" dedi.

Malatya Haber, 17.10.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Jandarmanın Ankara, Çorum ve Yozgat’ta eş zamanlı düzenlediği operasyonda 28 kişi gözaltına alındı.

Ankara, Çorum ve Yozgat’ta, örgütlü olarak kaçak kazı ve tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddiasıyla 28 kişi gözaltına alındı. Çorum Jandarma Komutanlığı ekipleri, bir süredir devam eden takibin ardından Alaca ve Sungurlu ilçeleri ile Ankara ve Yozgat’ta dün sabah eş zamanlı operasyon düzenledi. Gözaltına alınan 28 kişinin ev, iş yeri ve araçlarında yapılan aramalarda 22 tarihi eser, muhtelif kazı malzemeleri ile 5 tabanca, 4 av tüfeği ve 2 kuru sıkı tabanca bulundu. Zanlılardan 8’i Cumhuriyet Savcılığınca serbest bırakıldı.

Hürriyet Ankara, 26.10.2008

TRALLEIS'E 20 BİN YTL

 

Aydın'daki Tralleis Antik Kenti’ndeki kazı çalışmalarına bir destek de Ticaret Odası’ndan geldi.

 

Tarihin gün ışığına çıkması için 20 bin YTL bağışlandı. Çeki, Kazı Heyeti Başkanı Prof. Abdullah Yaylalı’ya veren Oda Başkanı Mustafa Baştuğ, “Geçen yıl da 14 bin YTL maddi yardımda bulunmuştuk. Ayrıca, 60 bin YTL değerinde kazı bürosuyla araç-gereç deposu yapmıştık” dedi.

Milliyet Ege, 26.10.2008

Priene (National Geographic - Kasım)
...1908




19 - 25 Ekim 2008

MİNİ DİNOZOR FOSİLİ BULUNDU

 

 

Dünyada yaşamış olan en küçük dinozorlarından birine ait kafatası fosili bulundu.

Beş santimden daha küçük olan kafatasının 190 milyon yıl önce yaşamış Heterodontosaurus türünden bir bebek dinozora ait olduğu sanılıyor. 15 santim yüksekliğinde ve baştan kuyruğa uzunluğu 45 santim olan dinozorun, bazılarının neden vejeteryana dönüştüklerini açıklamakta işe yarayabileceği belirtiliyor. Cep telefonu ağırlığında olduğu belirtilen dinozorun ön dişlerinin, yılanın zehir dişlerini andırdığını belirten bilim insanları, "Heterodontosaurus, etoburdan otobura doğru evrimin bir örneğiydi" dediler. ABD’deki Chicago Üniversitesi uzmanlarından Laura Porro da "Kafatası, bu dinozorların bir değişimin ortasında olduklarını kanıtlıyor. Muhtemelen tüm dinozorlar, etobur atalarından geliyordu" diye konuştu. Ancak hálá biliminsanları arasında, Heterodontosaurus’ların otçul olup olmadıkları konusunda görüş ayrılığı bulunuyor. Heterodontosaurus fosili oldukça nadir bulunuyor. Şimdiye dek Güney Afrika’da sadece iki yetişkine ait fosil bulundu.

Hürriyet, 25.10.2008

MOZAİK MÜZESİ 2009 YILININ İLK ÇEYREĞİNDE BİTECEK

 

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Türkiye'nin en büyük mozaik müzesini Gaziantep'te yaptıklarını ve müzenin 2009 yılının ilk çeyreğinde hizmete gireceğini söyledi.

 

Güzelbey, yaptığı açıklamada, göreve geldikleri günden itibaren kültürel ve sosyal projelere büyük önem verdiklerini belirtti. Gaziantep'in, kültür ve turizm alanında cazibe merkezi olması için çalışmalarını sürdürdüklerini kaydeden Güzelbey, "35 milyon dolara mal olacak, en büyük mozaik müzesini 2009 yılının ilk çeyreğinde bitirmeyi planlıyoruz. Bu müzenin 40 bin metrekare toplam alanı olacak. 20 bin metrekare kapalı alanda Zeugma mozaikleri ve diğer tarihi eserlerimiz sergilenecek. Yaptığımız bu müze aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin en büyük müzesi de olacak" dedi. Müzenin yapımı sırasında Almanya'daki Roma Müzesi'nden de esinlendiklerini ifade eden Güzelbey, "Bu müze tamamlandığında Gaziantep'e gelen turist sayısı artacak. Hedef olarak önümüze, yılda bir milyon ziyaretçi koyduk. Bu ziyaretçi sayısına ulaşacağımıza inanıyoruz" diye konuştu.

Gaziantep 27 Gazetesi, 25.10.2008

SİVAS'TA GERGEDAN FOSİLİ BULUNDU





Sivas’ın Hayranlı ve Haliminhanı mevkilerinde yürütülen kazı çalışmalarında bulunan, aralarında zürafa, fil, gergedanın da yer aldığı birçok omurgalı hayvan türüne ait fosilin, Sivas çevresinin 8-10 milyon yıl önce günümüzden muhtemelen daha sıcak, yağışlı bir iklime, ormanlık alanlar ve geniş otlaklara sahip olduğunu gösterdiği bildirildi.

Kazının bilimsel başkanlığını yürüten Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Antropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erksin Güleç, , Hayranlı ve Haliminhanı bölgelerindeki kazı çalışmalarının, 1993 yılında başlayan yüzey araştırmalarının ardından 2002 yılından beri Sivas Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi Müdürlüğü yönetiminde, kendisinin bilimsel başkanlığında gerçekleştirildiğini söyledi. Her sene yaz sezonlarında sürdürülen çalışmaların 7 sezondur aralıksız olarak devam ettiğini anlatan Prof. Dr. Güleç, "araştırmalar, Ankara Üniversitesi, Berkeley, Yüzüncüyıl Üniversitesi, Cumhuriyet Üniversitesi, ODTÜ ve Utrecht üniversitelerinden yaklaşık 15 kişilik deneyimli bir ekip tarafından gerçekleştirilmektedir" dedi. Hayranlı-Haliminhanı fosil yataklarının Ankara-Sivas kara yolu üzerinde Sıcak Çermik’ten Köklüce’ye, kara yolunun güneyinden Sarıhasan köyüne kadar uzanan ve kilometrelerle ifade edilebilecek oldukça geniş bir alanı kapsadığını anlatan Prof. Dr. Güleç, bu alanın Anadolu’da omurgalı fosillerinin bulunduğu bilinen en kalın yataklara sahip olduğunu ifade etti. Prof. Dr. Güleç, diğerlerinde fosilli tabakaların yayılım alanlarının tespiti ve yüzeye çıkmış fosillerin tahrip olmadan koruma altına alınmaları amacıyla her yıl düzenli olarak yüzey araştırmaları gerçekleştirildiğini anlattı.

7 sezonluk arazi çalışmaları sonucunda kazı ve yüzey araştırmalarında yüzlerce fosil bulunduğunu bildiren Prof. Dr. Güleç, şu bilgileri verdi: "Fosiller genellikle sert çökeller içerisinden ele geçtiği için özenli bir çalışma sonrasında koruma altına alınabilmektedir. Özellikle fosilleşme sırasında sürüklenmenin fazla olmaması nedeniyle, kalıntıların büyük çoğunluğu olduğu gibi korunmuş ve kemikler eklemli halde bulunmaktadır. Bu alandan bulunan fil, gergedan, zürafa, sırtlan, antilop, ceylan, tavşan, oklukirpi, at, domuz, keçi ve fare gibi birçok omurgalı hayvan türüne ait fosiller, Sivas çevresinin 8-10 milyon yıl önce günümüzden muhtemelen daha sıcak ve yağışlı bir iklime, ormanlık alanlar ve geniş otlaklara sahip olduğunu göstermektedir."


Yaklaşık 10 ya da 9 milyon yıl öncesine tarihlendirdikleri Sivas’ın Haliminhani-Hayranlı alanlarında gerçekleştirdikleri bu yılki çalışmalar sonucu Anadolu’da artık yaşamayan, soyları tükenmiş birçok farklı memeli türüne ait fosiller bulduklarını dile getiren Prof. Dr. Güleç, "bu fosiller, gergedan, fil, antilop, sırtlan, zürafa, kurt, kirpi, domuz, üç toynaklı at ve fare benzeri birçok küçük memeli türüne ait, biyolojik olarak son derece zengin bir faunayı işaret etmektedir" diye konuştu. Çalışmalarının Hayranlı bölgesinin engebeli ve dik arazi koşullarında yer yer sıcak, yer yer de Sivas’a özgü rüzgarlı havalarda gerçekleştiğini dile getiren Prof. Dr. Güleç, "özveri ile çalışan arkadaşlarımız, doğal koşullara karşı güçlü bir mücadele verip, sabırla fosilleri bütün ve sağlam çıkarmak için uğraştılar" dedi.

Hayranlı-Haliminhanı fosil yataklarının, Sivas genelinde bilinen buluntu yerlerinden bir tanesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Güleç, "ancak buluntuların çeşidi ve korunma durumu açısından son derece elverişli bu alandaki araştırmalar bizlere Anadolu’nun, Asya ve Afrika kıtaları arasındaki hayvan göçlerinde oynadığı rolü yansıtması bakımından oldukça önemlidir" diye konuştu. Her yıl kazı sezonu sonunda Ankara Üniversitesi Paleoantropoloji Laboratuvarı’na nakledilen fosillerin burada temizlik, onarım ve tespit işlemlerine tabi tutulduğunu kaydeden Prof. Dr. Güleç, bilimsel çalışmaları tamamlanan fosillerin Sivas’ta yapım çalışmaları süren Arkeoloji Müzesi'nde sergileneceğini bildirdi.
 

Hangi canlılara ait olduğunu tanımladıkları fosillerin kendilerine bölgenin ekolojisi hakkında bilgi verdiğini anlatan Prof. Dr. Güleç, şunları kaydetti: "Özellikle fosil dişler en önemli bilgileri verirler. Dişler bir canlının neler ile beslendiğinin yegane kanıtlarıdır. Aslan, sırtlan gibi etcil canlıların dişleri sivri ve keskin iken otçul bir canlının dişleri düz ve öğütmeye adapte olmuştur. Bu nedenle bir fosil bulduğumuzda hangi canlıya ait olduğunu tanımlamanın yanı sıra aynı zamanda beslenme davranışlarını, yaşam biçimini ve nasıl bir ekolojik ortamda yaşadığını öğrenebiliriz. Sivas bölgesinde bulduğumuz fosiller ve ayrıca stratigrafik ve sedimentolojik yapısı da bizlere bölgenin önce nehir iken daha sonra göle dönüşen jeolojik ve ekolojik bir değişim gösterdiğini işaret etmektedir."

Gergedanlar, zürafalar, filler, atlar ve çeşitli geyik türlerinin dişlerinin açık alan ortamlarındaki uzun ve sert otları öğütebilecek şekilde olduğunu bildiren Prof. Dr. Güleç, şöyle devam etti: "Kaldı ki günümüzde Afrika’da yasayan benzer türler de bunu desteklemektedir. Bu nedenle Sivas’ta bulduğumuz bu canlılara ait fosiller Sivas’ın yaklaşık 9 milyon yıl önce yer yer ağaçlık, nehir ve göl gibi bir su kaynağı çevresinde biçimlenmiş bir savan ortamını işaret etmektedir. Bölgede bulduğumuz küçük antilop ve geyik türleri, ayrıca etçiller yine bölgede ağaçlık alanların da yoğun olduğunu düşündürmektedir." Bu tür çalışmaların Sivas halkına ve eğitimine önemli ve değerli katkıları olacağına inandıklarını ifade eden Güleç, "antropoloji ve arkeoloji çalışmaları ile Sivas tüm dünyada doğa tarihi ile iyi bilinen önemli bir şehir olarak anılacaktır. Bu durum Sivas’ın sosyal gelişimine önemli ayrıcalıklar kazandıracaktır" dedi. Tüm Sivas halkına misafirperverliklerinden dolayı teşekkür eden Prof. Dr. Güleç, önümüzdeki yaz için çalışmalarını yoğunlaştırarak devam etmeyi düşündüklerini bildirdi.

Radikal, 25.10.2008

GLOBAL KRİZ, SANAT ESERLERİNİN SATIŞINI DÜŞÜRDÜ

 

 

Tüm dünyayı etkisi altına alan küresel kriz, sanat eserlerinin satışlarını da vurdu.

Finans piyasalarında yaşanan likidite sıkıntısı ve reel ekonomilerinde krizden etkileneceği endişesi, sanat eserlerine milyonlarca dolar harcayan zenginlerin de temkinli davranmasına neden oldu. Koleksiyoncuların bir anlamda ’kriz şokuna’ girmesiyle Christie’s ve Frieze gibi dünyanın önde gelen müzayede evleri ile sanat fuarlarındaki satışlar, geçtiğimiz hafta beklentilerin yüzde 50 altında gerçekleşti.

Küresel finans kriz, sanat eserleri pazarında talebin ertelenmesine neden oluyor. Geçtiğimiz hafta dünyanın ön gelen müzayede evlerinde yapılan satışların beklentilerin yüzde 50 altında kaldığı açıklandı. Sotheby’s, Christie’s ve Phillips de Pury&Co müzayede şirketleri tarafından yapılan açık arttırmalarda 102 milyon dolaklık bir satış gerçekleştiği, bu rakamın Bloomberg’in hesaplamalarına göre 200 milyon doların üzerindeki satış tahminin çok altında kaldığı kaydedildi.

Bu yıl 6’ncısı düzenlenen Londra Frieze Sanat Fuarı’ndaki satışlar da beklentilerin çok altında kaldı. Dünyanın en önemli üç modern sanat fuarından biri olan Frieze’de koleksiyoncuların ilgisi genelde fiyatı düşük olan eserlere yoğunlaştı. Hollywood yıldızları Gwyneth Paltrow ve George Michael’ın yanı sıra Rus milyarder Roman Abramovich de ziyaret ettiği fuar, önceki yılları arattı. Potansiyel müşterilerin fiyatları yüksek bulmasının ise genç sanatçılara bir fırsat yarattığı kaydediliyor. Frieze fuarında genç sanatçıların nispeten ucuz eserlerine duyulan ilginin bunun bir göstergesi olduğu belirtiliyor.

Hürriyet, 25.10.2008

ASIRLIK ÇINAR İSU YÜZÜNDE YOK OLDU

 

Büyükşehir Belediyesi İSU Genel Müdürlüğü ekiplerinin geçen çarşamba günü yaptığı bilinçsiz çalışmada zarar gören, kökleri kopartılan İzmit İnönü Caddesi üzerinde Yenituran Anaokulu önündeki asırlık çınar, dün zorunlu olarak kesildi.


İSU ekipleri geçen çarşamba günü bölgede meydana gelen su şebekesi arızasını gidermek istemişti. Ancak kepçe operatörü sorumsuzca davrandı, asırlık çınar ağacının köklerini koparttı. Bu sırada kanalizasyon borusu da patlatıldı. Bu bilinçsiz çalışma, bölgede geniş bir alanda suların kesilmesine de neden oldu. Kökleri kopartılan çınar ağacı ise, kuruma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü ekipleri, bunun üzerine dün asırlık çınar ağacının bütün dallarını kestiler. Belediye ekipleri, “Ağaç kuramasın diye budadık” dediler ama, çalışma bittiğinde geriye çınar ağacından pek fazla bir şey kalmamıştı. Çevrede işyeri bulunan esnaflar da, asırlık çınar ağacının bu hale gelmesinden çok büyük üzüntü duydular.

Özgür Kocaeli, 24.10.2008

DENİZLİ'DE 126 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Denizli'nin Buldan İlçesi'nde yapılan operasyonda, 126 parça tarihi eser ele geçirildi.

 

İlçeye bağlı Yenicekent beldesinde ikamet eden O.D. ve O.O.'nun elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradıkları bilgisi üzerine jandarma ekipleri, şahıslarla irtibata geçti. Alıcı kılığında buluşma noktasına giden ekipler, zanlıları suçüstü yakaladı. O.D. ve O.O.'nun üzerlerinde ve arabalarında yapılan aramalarda ise 71 sikke, üç vazo, üç süs eşyası, bir kandil, 48 tarihi obje ve metal dedektörü ele geçirildi. Tarihi eserlere el konulurken zanlılar, mahkeme tarafından serbest bırakıldı.

haberler.com, 24.10.2008

OSMANLI, SELÇUKLU
VE DANİŞMENTLİLER DÖNEMİNE AİT
SARAYLARI ORTAYA ÇIKARMAK
HEDEFLENİYOR

 

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Kaya tarafından “Kızlar Sarayı’nda yapılan kazılar” hakkında açıklamalarda bulunuldu.

Yaptığı açıklamada: ”İl Stratejik Planı çerçevesinde kazılarımız geçen yıl başlamıştı. Kalede iki kazımız yapıldı. Bu yıl da valiliğimiz tarafından ayrılan 30 bin YTL ödenekle Kızlar Sarayı Mevkiinde kazılarımız başladı. Şu anda 4 metreye kadar inmiş durumdayız. İlk bulgulara göre Osmanlı sikkeleri ele geçirildi. Roma dönemi ve Mitratlar dönemine ait çeşitli seramikler bulunmuştur. İl Stratejik Plan dahilinde çalışmalarımız sürüyor. Yeni kültür varlıklarımızı ortaya çıkartarak Amasya’mıza yeni gezi alanları kazandırmayı da amaçlıyoruz. Bu mevkiden toprağı dışarı atabilmemiz için ses kirliliği de olmadan nasıl çalışmalarımızı sürdürürüz diye de düşündük. Bu noktada da elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Yaklaşık olarak 15 gün içerisinde bu ses kirliliği sonlanacak. Çalışmalarda emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.” dedi.

Amasya Gazetesi, 24.10.2008

KUĞU İŞLENMİŞ MOZAİK BULUNDU

 

 

Adıyaman’da define avcıları bağ evinde 30 metrekare büyüklüğünde kuğu kuşu işlenmiş mozaik buldu.

 

Adıyaman’ın Besni İlçesi Köseceli beldesinde S.S’ye ait bir bağ evinde 30 metrekare büyüklüğünde olan bir mozaik bulundu. Kuğu Kuşu’nun işlendiği mozaiğin yaklaşık 5 metresinin açıldığını söyleyen Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan, kuğu kuşunun yanı sıra bitkisel bir çiçek motifinin de olduğunu söyledi. Eraslan, ortaya çıkarılan mozaiğin bir bölümünde doğal sebepler ve toprak dolgunun baskısı nedeniyle hasar olduğunu belirterek, “Toprağın yaklaşık 1 metre altında, dörtte biri define avcıları tarafından ortaya çıkarılan mozaik, 5 metre genişliğinde, 6 metre uzunluğunda bulunuyor. Mozaik tahminen Geç Roma dönemi, Erken Bizans dönemine ait olduğunu düşünüyoruz.Tepede yükselti üzerinde, ağaçların yoğun olduğu bir alanda bir yerleşim. Buranın bağ evi olduğunu tahmin ediyoruz. Bağ evinin zemin mozaiğini ortaya çıkardık. Üzerinde dolgu olduğu için odanın hepsini göremiyoruz. Tahminen 30 metrekare büyüklüğünde olan zemin mozaiğinde bitki ve kuş motifi var" dedi.

 

Eraslan, mozaiğin korunması için güvenlik önlemi aldıklarını belirterek, şartlara göre yerinde korunacağını ya da çıkarılarak taşınacağını kaydetti.

 

Kendi bahçesinde mozaiği bulan S.S isimli şahıs mozaiği 4 bin YTL’ye satmak üzere iken jandarma ekipleri tarafından yakalandı. Olayla ilgili yakalanan S.S. isimli şahıs gözaltına alındı. İl Jandarma komutanlığınca kaçakçılık olayları ile ilgili etkin mücadeleye devam edileceği bildirildi.

Adıyaman Haber, 24.10.2008



KADERİNE TERKEDİLMİŞLİK...



Arkeolojik anlamda bu kadar zengin, geçmişin bu kadar zengin iz bıraktığı çok az ülkeden biriyiz, belki de bizim kadar fazla zenginliğe sahip yer yok bile; yok bunu herkesin yaptığı genel abartma hastalığımız nedeniyle söylemiyorum, bunu rakamlar söylüyor. Ama ne yazık ki Türkiye’de arkeolojinin daha her anlamda alacağı çok yol var. Yeni bir kültür bakanı var, o da diğerleri gibi pek çok sorunu taşıyan bir bakanlık üstlendi, üstelik bir de turizm ekli. Neyse ki tarihe, arkeolojiye, sanata meraklı birisi ama yine de bir yapı oluşturmadan, sorunları tüm gerçekliğiyle göremeden, üzerine gidemeden, maddi kaynak yaratmadan istekler her zaman sınırlı olacak. Aslında az maddi kaynakla çok ciddi planlar yapan ülkeler de yok değil elbette, ama ne yapacaksınız, tarihle ilişkisi hep zayıf bir toplum olmuşuz.  

 

Biliyor musunuz? O kadar zenginliğe rağmen bu ülkedeki tarihi eser kaydı çok az.

Şu anda tescilli arkeolojik eser sayımız 3 bini biraz geçmiş halde… Kültür Bakanlığı’nın resmi sitesinde askeri yapılar, dinsel yapılar, mezarlıklar, şehitlikler, korunmaya alınan sokaklar –sadece 47 ne yazık ki- , idari ve ticari yapılar, özetle toplamı 82 bine yakın tescilli eser gözüküyor ama bu sayıda doğal varlıklar başlığı da sivil mimari örneği de anıt ve abideler de var, yani liste geniş… Konuyla ilgili şaşırtıcı örnek verirsek çok popülerleşen Zeugma’nın bile ünlendikten sonra eski eser kaydımıza girdiği en çarpıcısı… İstanbul’daki bazı eski eserlerin kaydı olmadığı için bir Bizans sarnıcını satın almış Sivaslı birisiyle tanışmıştım, 1997’de tanıştığım bu kişi Haliç’te gayet makul bir paraya aldığı bu yeri kafe mi yapsam diye düşünüyordu, hatta sütunları da yıkarım gibi görüşleri vardı!.. Bir diğer sarnıç yine atölye olarak kullanılıyordu… Yüzyılların yapılaşması bir yana, o yapılaşma değmeden olduğu gibi kalan tarihi eserlerimiz de var.  

 

Ez cümle eleman az, yapacak iş çok… Bir örnek: Türkiye’nin en büyük ve önemli müzelerinden İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde –bu müzede 1 milyona yakın eser var– 35’e yakın arkeolog çalışıyor. Bu arkeologların üzerine eski eser zimmetli, İstanbul’daki altyapı kazılarının tümüne gidiyorlar, kazı yapılıyorsa başındalar, aynı zamanda eğitim çalışmaları yapıyor ve koleksiyonerleri denetliyorlar. İstanbul’da değil ama Anadolu’daki bazı müzelerde, 2863 sayılı yasa gereği anıtsal bir ağacın, tarihi bir mağaranın tespiti için dahi arkeologlar gidiyor. Yani müzelerin çok yoğun iş kapasitesi var, gerçek görevleri sınırlarla çizilmediğinden de bu yoğunluk içinde debelenip duruyorlar. Müzekart uygulaması şahane bir fikir, umut veriyor ama insanlar gezdiğinde rahat anlayacağı bilgilendirme eksiği var; yani müzeler ne yazık ki içler acısı, eleman eksikliği, sergilemedeki yetersizlik, tıkanmışlık, maddi kaynak yetersizliği açısından… Depolar o kadar dolu ki sadece İstanbul eserlerine yönelik İstanbul dışında araştırmacıların kullanımına bir bina yapılması planlanıyor.  

 

Bir sistem ve bir yapı olmadığı için her şey kurumların, kentlerin başındaki kişilerin bilgisine, ilgisine, çabasına bağlı seyrediyor. Bu yıl yaz aylarında CNNTürk’te yayınlanan Taştaki Sır programı nedeniyle yaptığım gezilerde şunu gördüm; bir bölgede belediye başkanı ya da vali ya da müze müdürlerinin bilgisine, eğitimine, merakına vs’ye bağlı olarak bir takım insiyatiflerde bulunuluyor. Bakanlığın belirlediği kurallar mı yok, bu kadar çok şeye sahibiz diye bir uyuşma hali mi var, anlamak mümkün değil. Bazı yerlerde yıllardır değişen hiçbir şey yok; insanın aklı almıyor, anlayamıyor. Mesela neredeyse 25 yıldır değişmemiş Miletos –yani o zaman nasılsa ören yeri bugün de aynı, ama haksızlık etmeyeyim, yeni müzesi inşa halindeydi– antik kenti terk edilmiş hissi veriyor. Alman kazı heyeti burada yıllardır güzelce kazılarını yapıyor, tarihi kentin sınırlarını, en eskiye giden geçmişini öğreniyorlar, yayın yapıyorlar ama biz bu yeni bilgilerle bir bilgilendirme, gezi panoları oluşturamamışız. Didim’e geçiyorsunuz, muazzam tapınağın önünde sadece tek bir harita var ve o da Almanca! Filanca strasse’nin acaba neresi olmalı diye çözmeye çalışıyorsunuz. Hierapolis’te İtalyan kazı heyeti yeni panolar hazırlamış, çizimleriyle vs yerleştirilmiş, çok iyi diye hevesleniyorsunuz ama bilgiler önce İtalyanca, Türkçelerine gelince bir arkeologun bile zor anlayacağı bir dilde! Üç kere okumanız lazım… Peki bu panolar herkesin anlaması için konmuyor mu acaba? Dünyada arkeoloji, tarih bilgileri en basit dille aktarılıp gezenlerin anlamasına çalışılır, buralarla ilişki kurmaları sağlanırken bizde tam tersi. Efes’e gidiyorsunuz, kazı yapanlar ve buldukları prehistorik yerleşimle gurur duyarak basına demeç verirken koskoca Efes Müzesi’nde bunun kaydı yok, sene sonu raporlarını, neler bulduklarının bilgisini vermemişler. Yıllardır kazı yapan heyetler, kazı sonunda genelde bilgi ve fotoğraf vermiyorlarmış, yani bizim sınırlarımız içinde yapılan bir kazının bilgisine müze yetkilileri bile sahip değil. Nasıl yani diyorsunuz… Burada uzun yıllar çalışan ülkelerle farklı anlaşmalar yapılamaz mı, bu kadar mı zor? (Tabii yine eleman ve kararlılık eksikliği karşımıza çıkıyor). Labraunda’ya gidiyorsunuz, şahane bir yer, tepede, muazzam bir kutsal alan. Yine eski bilgilerle dolu tabelalar… Birtakım panolarda rahip evi gibi –MÖ 4. yy’a ait bu arada, o sırada rahip diye bir şey yok– Hristiyanlık diliyle açıklamalar konmuş, üzülüyor insan… Yani sorgulamama, yabancılar diyorsa doğrudur anlayışımız var.  

 

2000 yılında Atina’daki metro çalışmalarında tarihin nasıl korunduğunu, kazılar yapıldığını anlamak için gazeteci olarak buraya gitmiştim, Tempo Dergisi’nde bu yazıyı zamanın belediye başkanının görmesini sağlamış, sonra burada yapılan yanlışlara ilişkin örgütlenmeye çalışıp -Kasımpaşa’daki şantiyeye gidip durumun vahametine bizzat tanık olunca dehşete düşmüş- sonra çaresiz izlemeye almıştım –o zamanlar basın bu kadar ilgili değildi konuyla, facebook da yoktu!-. Aradan demek bayağı bir zaman geçmesi gerekiyormuş ki bugün biraz olsun bu durum değişti. İşte bu iş gezisi nedeniyle görüştüğüm bakanlardan biri sayesinde Yunan Kültür Bakanlığı’nın yapısı hakkında bilgi sahibi oldum ve ülkemiz adına çok üzüldüm. Çünkü burada, yani bu küçük ve tarihi bizimkiyle kıyaslanmayacak bu ülkede prehistorya, Ön Asya gibi ciddi ayrımlarla bakanlıkta yapılanmalar vardı. Hiçbir şey kaderine terk edilmemişti, topraklarındaki az sayıda tarihe deli gibi sahip çıkıyorlardı, zaten belli ki bu yapılanmanın içinde pazarlama dahisi olarak da çalışılıyordu ki insanlar akın akın buraya gidiyorlardı. Üstelik bize kıyasla gezeceğiniz yerlerde görevli insanların vurdumduymazlığı nedeniyle neredeyse işkence çekiyordunuz. 

 

Şimdi devir değişti, insanlar tarihine, kentine daha çok sahip çıkmaya başladı ama bilgisizlik hâlâ sürüyor. Bilen bilmeyenin konuştuğu tartışmaların içinde buluyoruz kendimizi. Fikri ve haber takip, sahip çıkıp olayı bütünlüğüyle görme yerine kimi zaman zorlama muhalefete dayalı tepkiler gösteriyoruz. Bu ülkede iş yapmak kolay değil, ama yapan da hemen güzelce karalanabiliyor, yani ölçüsüzlük, değer bilmeme gibi hastalığımız yoğun bir şekilde… Soğukkanlı olmayı da sahici muhalefeti de beceremiyoruz –istisnalar kaideyi bozmaz-. Son örnek, İstanbul’da yapılan kazılarda tarih tahrip ediliyor yazıları… “Büyük” yazarların suçlamaları, hemen birilerine çarpı atmaları… Gitmeden, görmeden, sorup öğrenmeden bir bakıyorsunuz ortalık toz duman oluyor. Yıllardır takip edilmeyen konular birden gündem maddesi oluyor, taraflar, olayların gerçeği ve daha pek çok şey, yani olayın bütünü görmezden geliniyor. Galiba bu bizim toplumsal hastalığımız, muhalefetimizi bile hislerimizle ve duyumlarla yapıyoruz; kitapları okumadan yazarlarını sevmiyor, özetle, bilmeden, sorgulamadan tepki gösteriyoruz. Çare derseniz, benim bildiğim şeffaflıkta, kültürü anlaşılır kılmakta ve yaşama sokmakta, bunlarla ilgili sahici projeler yapmakta, yazılı ve görsel basının magazin dünyasından sıyrılıp bu konulara gerçekten ilgi göstermesinde… Ve daha pek çok şey…

ÇATALHÖYÜK'ÜN ARTIK ÇATISI VAR





İnsanlık tarihini anlatan en önemli antik yerleşim merkezlerinden olan Çatalhöyük, özel lamine ahşap çatısıyla artık doğa koşullarına maruz kalmayacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, AA muhabirine yaptığı açıklamada, insanoğlunun bilinen en eski toplu yerleşim yerlerinden Konya'daki Çatalhöyük antik kentinin üzerinin, özel çatıyla kapatma çalışmalarının tamamlandığını söyledi.

Ören yerine, 40x40 metre boyutunda özel lamine ahşaptan çatı yaptırıldığını belirten Düzgün, çatının kuzey-güney doğrultusunda 43 metre, doğu-batı doğrultusunda da 26 metrelik alanı kapladığını bildirdi.

Düzgün, çatının tamamlanmasıyla, antik kentin artık doğa koşullarına maruz kalıp tahrip olmasının engellenmiş olacağını dile getirdi.

Çatının tasarımının, hem kazıyı sürdüren ekip hem de ziyaretçilere uygun şekilde yapıldığı vurgulayan Düzgün, özel örtünün, ören yerinin üzerini bombeli olarak kapatmasının gerekçelerini de şöyle açıkladı:

"Katlanan kenar panelleri sayesinde, iyi bir havalandırma sistemi oluşacak,

-Yapıya zarar verebilecek suyun uzaklaştırılmasında etkili olacak,

-Kış aylarında rüzgara karşı dayanıklılık artacak,

-Çatının polykarbon panellerden yapılması, arkeolojik alanın görülmesi için önemli olan gün ışığını eşit şekilde dağıtmasına ve buluntulara zarar vermemesine yarayacak."

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Düzgün, yeni yapılan ahşap yürüme yolu ve kenarlara konulan bilgilendirme panoları sayesinde de ziyaretçilerin ören yerini rahat dolaşacaklarını ve ayrıntılı bilgilere ulaşabileceklerini vurguladı.

Konya'ya bağlı Çumra İlçesi yakınlarındaki Neolitik dönemden kalan antik yerleşim merkezi Çatalhöyük'e ait ilk buluntuları 1960 yılında James Mellart gün yüzüne çıkardı.

Yaklaşık 8 bin kişinin yaşadığı tahmin edilen antik kentteki evlerden biri günümüze çok iyi durumda ulaşmış. Bu evin içinde vahşi boğa boynuzları, sıvalı bir koyun başı ve bunun altında ufak bir niş bulunuyor.

Antik kentteki kazılar, 2017'ye kadar İngiliz arkeolog Ian Hodder başkanlığında sürdürülecek.

Cnn Türk, 24.10.2008

SİNOP'UN TARİH, KÜLTÜR VE TURİZM ENVANTERİ ÇIKARILDI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Mahmut Evkuran Sinop'un tarih, kültür ve turizm bakımından sahip olduğu envanterinin çıkartıldığını, bu envanterler üzerinden bir eylem planı oluşturulduğunu söyledi.

 

Sinop'ta 'Turizm Geliştirme Çalıştayı Sporcu Kamp Eğitim Merkezi'nde başladı. 3 gün sürecek çalıştaya Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Mahmut Evkuran, Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdür Yardımcısı Nusret Tutan, Sinop Vali Yardımcısı Bilal Ölmez, İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, ilçe kaymakamları, belediye başkanları ile sivil toplum örgütlerinin temsilcileri katıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü Mahmut Evkuran yaptığı açıklamada, turizmin Anadolu'nun içlerine ve sezonun tümüne yaymak amacıyla yürütülen programın bir parçası olarak Sinop'u gündeme aldıklarını ifade etti.

Sinop'un tarihi, doğal ve çevre değerleriyle bir kültür merkezi olduğunu vurgulayan Evkuran, "Sadece kent merkezi değil, ilçelerin sahip olduğu değerler itibariyle büyük bir potansiyele sahip" dedi.

Öncelikle ilin tarih, kültür ve turizm bakımından sahip olduğu envanterinin çıkartıldığını belirten Evkuran, bu envanterler üzerinden bir eylem planı oluşturulduğunu söyledi. Evkuran, bu eylem planını gerçekleştirecek kurum ve kuruluşların tespit edildiği bir çalışma programı ortaya konulduğunu hatırlatarak, "Sinop'ta böyle bir eylem planı çıkartıldı. Bu plan toplam 95 adet eylemden oluşuyor" diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 24.10.2008

EL YAZMALARI GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR





Resmi kurum ve kuruluşlardaki yazma eserler tek tek Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne devrediliyor.

 

Konya’nın yakın tarihine ışık tutacak, bu alanda araştırma yapacak kişiler için önemli kaynak teşkil edecek yazma eserlerin Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne devredilmesi olumlu karşılanıyor. Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’nde öncelikle bakımdan geçirilen yazma eserler mikrofilmi çekildikten sonra kütüphanede sergileniyor.


İlk olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü arşivindeki yazma eserler Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne devredilmişti. Ardından İl Özel İdaresi arşivinde bulunan 214 defter düzenlenen törenle kütüphanenin hizmetine sunulmuştu.

İl Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürü Abdulkadir Işık, kendi kütüphanelerinde bulunan bütün yazma eserleri Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne devrettiklerini söyledi. Abdulkadir Işık, Milli Eğitimle ilgili araştırma yapmak isteyenlerin bu yazma eserlerden yararlanabileceğini belirtti.
Öte yandan Konya’daki bazı ilköğretim ve lise binalarının arşivlerinde de yazma eserlerin bulunduğu ifade ediliyor. Özellikle de tarihi okullarda bulunma ihtimali yüksek olan yazma eserlerin ortaya çıkarılıp Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne devredilmesi isteniyor.

Önemli yazma eserlerin bulunduğu bir diğer kurum da Tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüğü. Bölge Müdürlüğü arşivlerinde tapuyla ilgili önemli miktarda yazma eser bulunuyor. Tapu ve Kadastro Bölge Müdürü Mustafa Tartar, Türkiye’de kadastronun temellerini atan yazar, hukukçu, öğretmen ve devlet adamı Mahmud Esad Efendi’nin Konya Seydişehirli olduğunu anımsattı. Selçuklulara başkentlik yapmış Konya’da özellikle vakıf arazilerin çok olduğunu, bu açıdan tapu kadastroyla ilgili belgelerin de fazla olduğunu aktaran Bölge Müdürü Mustafa Tartar, bu tarihi belgelerin önemli bölümünün Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün arşivinde muhafaza edildiğini söyledi. Mustafa Tartar, özellikle 1900 öncesi tapu ve bununla ilgili belgelerin genel müdürlükte olduğunu belirterek, 1900 sonrası el yazmalarının ise burada arşiv bölümünde muhafaza edildiğini kaydetti.


Bu el yazmalarının Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne devredilmesinin söz konusu olmadığını vurgulayan Mustafa Tartar, Tapu Kadastro Yasası’na göre hiçbir evrakın yok edilemeyeceğini söyledi. Tartar, bazı insanların alacağı yer ya da arsa için geniş kapsamlı araştırma yapmak istediğine işaret ederek, “Bize müracaat eden bu kişi, satın alacağı arazinin daha önce kimlerin olduğunu veya vakıf arazisi olup olmadığını öğrenmek istiyor. Yeminli tercümanlar ile birlikte arşivde bulunan el yazması belgeler inceleniyor ve arazinin daha önce kimlerde olduğu öğrenilebiliyor. Bu bakımdan yazma eserler bizim için önemli” diye konuştu.


Mustafa Tartar, bu yazma eserlerin önümüzdeki dönemde dijital ortama aktarılacağını sözlerine ekledi.

Merhaba Gazetesi, 24.10.2008

CUMHURİYET DÖNEMİNİN EN GÜZEL 10 BİNASI





Cumhuriyet bu yıl 85 yaşına basıyor. Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte Atatürk’ün de isteğiyle mimari bir hareket yaşanmıştı. "Milli mimari" adını taşıyan bu hareketin özelliklerini taşıyan binaların çoğu, bugün Cumhuriyet’in simgeleri olarak görülüyor. Jürimiz Cumhuriyet’in modernist ve yenilikçi mimarisini en iyi yansıtan 10 binayı seçerken listenin ilk sırasına Florya Atatürk Deniz Köşkü’nü yerleştirdi.

Cumhuriyet’in kuruluşundan 60’lı yıllara kadar uzanan dönemde, devlet kurumlarının binaları ön plana çıkıyor. Çünkü o dönemde ekonomik güç de esas olarak devletin elindeydi. Özel sektör ancak 60’lardan sonra mimari eserlerde ön plana çıktı. O nedenle listemizde de resmi kurumlar ağırlıkta; yine de Ankara ve İstanbul’dan da birer apartman var.

EN İYİ 10

1. Florya Atatürk Deniz Köşkü / İSTANBUL
2. Zeyrek Sosyal Sigortalar Kurumu Binası / İSTANBUL
3. Türk Tarih Kurumu Binası /ANKARA
4. Ankara Tren Garı / ANKARA
5. Anıtkabir / ANKARA
6. Bruno Taut Villası / İSTANBUL
7. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi / ANKARA
8. İstanbul Manifaturacılar Çarşısı İMÇ / İSTANBUL
9. Ankara Vakıf Apartmanı / ANKARA
10. Gümüşsuyu Üçler Apartmanı / İSTANBUL



FLORYA ATATÜRK DENİZ KÖŞKÜ



Atatürk için İstanbul Belediyesi tarafından 1935 yılında Vedat Tek’in öğrencisi mimar Seyfi Arkan’a yaptırıldı. Atatürk 1936’ta Haziran ve Temmuz aylarında burada yaşadı, siyasal ve bilimsel toplantılar için köşkün kullanılmasını özellikle istedi. En son 28 Mayıs 1938’te kaldığı bu köşkte aralarında İngiltere Kralı VIII. Edward ve Mrs. Simpson’ın da bulunduğu önemli konukları ağırladı. Diğer cumhurbaşkanlarının da ikamet ettiği köşk 1988’de TBMM’ye bağlı Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na devredildi, restore edilerek Atatürk Müzesi haline getirildi. 1930’ların modernist mimarisini yansıtan beyaz bina, denizden 70 metre içeride kazıklar üzerinde. İskele yoluyla da kıyıya bağlanıyor.



ZEYREK SSK BİNASI



İstanbul Unkapanı’ndaki Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) Yapı Kompleksi’nin mimarı, "Milli Mimari" akımının öncülerinden olan Sedad Hakkı Eldem. O "devlet sanatçısı" ödülünü kazanan ilk mimardı. Ayrıca 1986 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü de aldı. İstanbul Zeyrek’te 1962-1964 yıllarında yapılan SSK Kompleksi’nde, tarihsel çevreye uyum sağlayan bir mimari anlayış benimsendi. Geleneksek Türk mimarlığının yatay çatı çizgisi, geniş saçaklar, sıraya dizilmiş pencereler ve çıkmalar gibi öğeleri kullanıldı. Osmanlı mimarisinin niteliklerini çağdaş bir üslupta taşıyan yapı Eldem’in en önemli eserleri arasında gösteriliyor.



TÜRK TARİH KURUMU



1963’te başlayan inşaatı 1966’da sona erdi. Mimarı Turgut Cansever olan bina, "Uluslararası Ağa Han Mimari Ödülü"ne sahip olduğundan üzerinde fiziksel hiçbir değişiklik yapılamıyor, sadece tadilat gerçekleştirilebiliyor. Bina Atatürk’ün vasiyet gelirleriyle yapılmış. Binada belli başlı işlevsel hacimlerin bir avlu çevresinde toplanması, Osmanlı yapılarının içe dönük kişiliğini yansıtırken, İslami mimarinin bütünlüğü ilkesi de parçaların bütüne olan ilişkisini belirten bir düzenleme aracı olarak kullanılmış. Bina 1930’lardan bu yana, Ankara’da yapılan binaların ortak özelliği olan uluslararası üsluba bir tepki olarak nitelendiriliyor.



ANKARA TREN GARI



Temeli 1935’te atıldı ve 1938’de tamamlandı. Mimarı Şekip Akalın. Yapımında 158 bin işçinin çalıştığı bina 150 metre boyunda. Garın holünde bulunan büyük taş kolonlar Hereke’nin taş ocaklarından çıkarılarak getirilmiş. 1930’ların neo-klasikçiliğine özgü anıtsal sütun düzeni vee merdiven kulelerinin yuvarlatılmış hatları, dönemin önde gelen mimarlık akımlarının birleştirilerek kullanıldığını gösteriyor. Çatı bitimi ve pencere altlarını belirleyen yatay bordürler, dikey merdiven pencereleri de o yılların diğer mimarlık özellikleri arasında. 1. derece tarihi eser konumunda. İçinde Atatürk Konutu ve Demiryolları Müzesi, Ankara Açık Hava Buharlı Lokomotif Müzesi, Demiryolu Müzesi ve Sanat Galerisi yer alıyor.


ANITKABİR



Atatürk’ün naaşının bulunduğu Anıtkabir, bugünkü adı Anıttepe olan bölgede. Projesi 1941’de düzenlenen, yerli ve yabancı 49 projenin katıldığı bir yarışmada seçildi. Prof. Emin Onat ve Doç. Orhan Arda’nın çalışmasının uygulanmasına karar verildi. 1944’te başlayan inşaat 10 Kasım 1953’te tamamlandı. İnşaatında Türkiye’nin muhtelif yerlerinden getirtilen taş ve mermerler kullanıldı. 750 bin metrekare genişliğindeki bir alanda aslanlı yol, tören meydanı ve mozole adı verilen bölümlerden oluşuyor. Aslanlı yol girişinde milleti temsil eden insan heykelleri ve yol boyunca 24 aslan heykeli var. Tören meydanının çevresinde kolonatlar, sanat galerisi ve Atatürk Kurtuluş Savaşı Müzesi, mozolenin içinde ise şeref holü ve Atatürk’ün sembolik lahdi yer alıyor.


BRUNO TAUT VİLLASI



1880-1938 yılları arasında yaşayan Bruno Taut, Almanya’nın önemli mimarları arasında sayılıyor. Ancak Nazi yönetiminin başa gelmesiyle önce Japonya’ya oradan da Türkiye’ye geldi. Japon ve Türk mimarisinin ortak özelliklerini keşfedip, iki mimariyi harmanlayan Taut, Türkiye’de iki yıl gibi kısa bir süre kalmasına rağmen, Atatürk’ün katafalkı ve Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi gibi önemli eserlere imza attı. Kendisi için yaptığı ve 1938’te bitirdiği Taut Evi, İstanbul Ortaköy’deki Ali Vafi Korusu’nun içinde yer alıyor. Boğaziçi Köprüsü’nün Avrupa yakası ayağından bakıldığında Japon mimarisinden etkilenen çatısıyla ayırt ediliyor. Bu evi yaptıktan kısa bir süre sonra ölen Taut’un mezarı Edirnekapı Şehitliği’de.



ANKARA DİL TARİH COĞRAFYA FAKÜLTESİ



Ankara Üniversitesi’nin fakülte olarak kurulan ilk yükseköğretim kurumu olan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF), Atatürk’ün adını koyduğu ve özel bir misyon yüklediği bilim merkezlerinden. 1935-1940 yılları arasında Evkaf Apartmanı’nda faaliyetini sürdüren fakültenin bugünkü binasının planı, Bruno Taut tarafından çizildi. 1936’da 195 öğrenci ile öğretime başlayan DTCF, 1946’ya kadar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet göstermiş, bu tarihten sonra da Ankara Üniversitesi’nin bünyesinde yer almış. DTCF Sümerce ve Hititçe’den Latince ve Yunanca’ya antik ve modern diller, coğrafya, felsefe, psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal bilimler alanında eğitim veriyor. Fakültede 18 bölüm ve 71 anabilim dalı mevcut.



İSTANBUL MANİFATURACILAR ÇARŞISI



1960’ta İstanbul Belediyesi tarafından tüm sektörleri biraraya getiren bir alışveriş merkezi olarak tasarlandı. Proje için açılan yarışmayı ünlü mimarlar Doğan Tekeli, Sami Simsa ve Metin Hepgüler kazandı. Tek blok yerine, birbirine eklenmiş bloklardan oluşmasına karar verildi. İMÇ, boş bir alana kurulurken çevresindeki Süleymaniye Külliyesi dikkate alınarak tasarlandı. 6 blok ve 2300 işyerinden oluşuyor. İMÇ Blokları Kuzgun Acar, Füreya Koral, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Yavuz Görey, Ali Teoman Germaner, Sadi Diren ve Nedim Günsur gibi önemli sanatçıların yapıtlarıyla süslü. Geçen yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan Tarihi Yarımada’yı koruma amaçlı Nazım Uygulama İmar Planı çerçevesinde konut alanı ilan edildi.



VAKIF APARTMANI



Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce kira yoluyla gelir sağlamak amacıyla yaptırıldı. 1926-27 yıllarında hazırlanan binanın tasarımı, Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi’nin ünlü mimarlarından Kemalettin Bey’e ait. İnşası 1930’da tamamlandı. İlk 20 yılında iş hanı ve ardiye olarak kullanılan mekan, boks ve güreş maçlarına da ev sahipliği yaptı. 1947’de içinde Küçük Tiyatro Sahnesi perdesini açtı. Bina bugün Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü olarak hizmet veriyor. Bünyesindeki Küçük Tiyatro ve Oda Tiyatrosuyla da tiyatroseverlerin karşısına çıkıyor. Orhan Veli Kanık ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da bir dönem yaşadığı yer olarak biliniyor. Bina, temelde bir bodrum ve zemin katıyla dışarıya doğru taşan dört kattan, onların üzerinde yükselen çatı katından oluşuyor.



ÜÇLER APARTMANI



Atatürk’ün en sevdiği mimarlardan Seyfi Arkan imzalı Gümüşsuyu’ndaki Üçler Apartmanı, 1933-1936 yılları arasında Fescizade Galip Bey Apartmanı’na ek olarak inşa edildi. Eski yapının üzerinde bulunan yeni apartmanlar Üçler Ailesi’nin istekleri doğrultusunda, aile apartmanı olarak tasarlandı. Bina, koyu gri sıva, beyaz yatay pervazlar, köşe pencereler ve balkon köşelerinde bulunan kolonlar gibi mimari elemanlar sayesinde dönemin modern yaklaşımını yansıtıyor. Betonarme iskelet sistemiyle inşa edilmiş ve bileşik iki apartman görünümde. Bodrum kat ve girişin yanı sıra altı kattan oluşuyor. İlk katın üzerindeki dört bölüm lüks dubleks daireler olarak tasarlandı. Ancak binadaki balkonların çoğu şu anda pimapenlerle kapatılmış durumda bu nedenle orijinal hali tam olarak gözükmüyor.

Hürriyet Cuma, 24.10.2008

ABDÜLHAMİT'İN HAYALİNİ DEMİR HIRSIZLARI YAĞMALIYOR

 

 

Osmanlı sultanı II. Abdülhamit'in 'hayalim' dediği bir projeydi Hicaz Demiryolu. Anadolu Müslümanlarının kutsal yolculuklarını kolaylaştıran proje şimdi çöl eşkıyalarının değil ama demir hırsızlarının tehdidi altında.

 

Son günlerde artan hurda fiyatlarının da etkisiyle tarihi demiryolunun Ürdün içerisindeki rayları, bağlantı halkaları birer birer çalınmaya başlandı.

 

Ürdün Hicaz Demiryolları Genel Müdürü Mahmud el Huzale, demiryolunun büyük bir kısmının tahrip edildiğini, bu durumun da turist ve yük taşıma işlemlerinde aksaklıklara neden olduğunu belirtti. Rayların çalınmasının yanı sıra hazine aramak için yapılan kazıların da demiryolunun bozulmasına ve tren kazalarının artmasına sebep olduğuna değinen genel müdür, bu hırsızlık olaylarının demiryolunun yüz yılı aşkın tarihini zedelediğini ve tehdit ettiğini sözlerine ekledi.

 

Şark el Avsat gazetesine açıklamalarda bulunan görgü tanıkları da kazıların Ürdün'ün güneyindeki El Mafrak, El Rasife, El Zarka ve Maan güzergahında yapıldığını belirtti. Osmanlı askerlerinin bu bölgelerden geçerken altın, gümüş gibi değerli eşyalarını demiryolu civarında gömmüş olabileceği tahmini kazıları hızlandırdı. Tanıklara göre hırsızlık, Ürdün'de demirin tonunun bin 200 Ürdün Dinarı'na (yaklaşık bin 700 ABD Doları) ulaşmasından sonra daha da arttı. Tren hattının henüz işlemeye başlamamış olması, Maan şehri ile Suudi sınırı arasındaki rayların çalınmasını kolaylaştırdı. Hazine ve altın aramaları da El Mafrak, El Rasife ve El Zarka illerinde yoğunlaştı.

Üretimi duran eski demiryolu malzemelerinin temin edilmesinin zor olduğunu söyleyen demiryolları yetkilileri ise alınabilecek tedbirler hakkında bir açıklama yapmadı.

 

Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan'ı birbirine bağlayan bin 303 kilometrelik demiryolunun 452 kilometresi Ürdün sınırları içerisinde yer alıyor. Ürdün'ün El Mafrak, El Zarka, Amman, El Ciza, El Katraniye ve Maan istasyonlarından geçen trenler yük ve yolcu taşıyor.

Zaman, Haber: Nazif Erişik, 24.10.2008

URFA KALESİ DÜZENLENİYOR





Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Şanlıurfa Valiliği İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'nin Urfa Kalesi ile ilgili yaptığı ortak çalışmalar biri birini tamamlayıcı ve destekleyici projelerle uygulamaya konuluyor.

 

Konu ile ilgili basın açıklaması yapan Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan, "Başlattığımız projelerle Urfa Kalesi ve çevresine köklü çözümler getiriyoruz. Urfa Kalesini Kültür ve Turizm Bakanlığı ile bir eylem planı şeklinde ele aldık ve belli bir takvime bağladık. Urfa Kalesi ile ilgili olarak geliştirdiğimiz beş projeyi çeşitli zaman aralıkları ile uygulamaya koyuyoruz. İlk etapta Şanlıurfa Valiliği İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği peyzaj mimarı Müslüm Uyanık'a hazırlattığımız Urfa Kalesi Eteği Çevre Düzenleme Projesi Uygulama İşi'ni uygulamaya geçiriyoruz. Hazırlanan proje Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan onay almıştır. Bu projenin uygulamasına İl Özel İdaresi Genel Sekreterliğimiz bütçesinden 1.5 milyar YTL ödenek ayırdık. Kültür ve Turizm Bakanlığı da bu projenin uygulamasına 850 bin YTL katkı sağlayacaktır. Projenin yaklaşık maliyet hesabı 2 milyon 310 bin YTL olarak çıkarılmıştır. Proje tamamlandığında Urfa Kalesi eteğinde istenmeyen görüntü ve insan kirlilikleri ortadan kalkacak ve Urfa Kalesi Eteği prestij bir proje olarak Şanlıurfa'mıza kazandırılacaktır" dedi.

 

Urfa Kalesi eteğindeki tarihi dokuyu bozan gece kondu evlerin Şanlıurfa Valiliği İl Özel İdaresi imkanları ile Şanlıurfa eski valileri Ziyaettin Akbulut ve Şahabettin Harput dönemlerinde kamulaştırıldığını ifade eden Vali Yavaşcan, "Bu iki valimize başlattığı çalışmalardan dolayı minnettarız ve teşekkür ediyoruz. Yaklaşık 10 yıldır kamulaştırması yapılan bu alanda yapılabilecek çalışmaların bugüne kadar başlatılmaması proje uygulamasını geciktirmiştir. Aslında proje aksatılmadan devam etseydi Urfa Kalesi eteği bu güne kadar olgunlaşmış bir park olarak yararlanılan bir prestij mekan olurdu. Urfa Kalesi Eteği Çevre Düzenleme Projesi İl Özel İdaresi Genel Sekreterliğimizce 11 Ekim 2008 Cuma günü, yani geçen Cuma günü ihale edildi. İhaleye 4 firma katıldı. 2 milyon 316 bin YTL özerinden yapılan açık ihale en düşük fiyat teklifi olan bir milyon 333 bin YTL'ye verildi" diye konuştu.

 

Kale eteği projesinin 6 ayda tamamlanacağını sözlerine ekleyen Yavaşcan, "Urfa Kalesi eteğinde ahşap emprenye telefon direkleriyle teraslama çalışmaları yapılarak şehrin muhtelif yönlerini gören seyir alanları oluşturulacaktır. Alanda kamelyalar, oturma bankları piknik masaları, su öğeleri, yürüyüş bantları, otomatik sulama, aydınlatma ve çimlendirme çalışmaları yapılacaktır. Urfa Kalesi eteğinde yapılacak peyzaj düzenlemesinde Şanlıurfa'ya özgü bitki çeşitleri kullanılacaktır. Urfa Kalesi Eteği Çevre Düzenlemesi Projesi'nin tamamlayıcı ve destekleyicisi olarak Urfa Kalesi Eylem Planı'nda yer alan Urfa Kalesinin Restorasyonu ve Urfa Kalesinde Arkeolojik Kazılar projelerimizi de bu ay içerisinde start alacaktır. Böylece Urfa kalesi için planladığımız 5 mega projeden 3'ü başlatılmış tamamlanmış olacaktır. Restorasyon ve Çevre Düzenlemesinden sonra bu mekanların ve çevresinin profesyonel ışıklandırması 4.Projemiz olarak hayata geçirilecektir. Sponsor firmalarla görüşmelerimiz devam etmektedir 5.Proje olarak Haleplibahçe'den Urfa Kalesi'ne teleferikle ulaşım sağlamak istiyoruz. Bu proje ile Urfa Kalesi'ne yaşlıdan, engellisine her kesimin ulaşımını sağlamış olacağız. Urfa Kalesi'ne bu güne kadar çıkamayan bu kesimine de çıkılarak inşallah Urfa kalesinden Urfa'yı seyrettireceğiz. Bu konudaki etüt çalışmalarımız devam etmektedir" şeklinde konuştu.

Şanlıurfa Kent Haber, 23.10.2008

JANDARMADAN TARİHİ ESER BASKINI

 

 

Konya'da jandarma ekiplerinin düzenlediği tarihi eser operasyonunda 5 kişi gözaltına alınırken, bin 300 parça da tarihi eser ele geçirildi.

 

Konya Selçuklu İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri, Eğribayat Köyü'nde kaçak kazı yapıldığı istihbaratını almasının ardından takibe başladı. Bir süre kazı yapılan bölgede takibini sürdüren jandarma ekipleri, 5 kişinin kaçak kazı yaptığını belirlemesi üzerine baskın yaptı.

 

Yapılan baskında aralarında öğretmen ve emekli polisin de bulunduğu O.G, N.D, S.B, B.Ç. ve O.T. suçüstü yakalandı. Yakalanan şüpheliler gözaltına alındı.

Kaçak kazı yapan 5 kişiyi gözaltına alan jandarma ekipleri, olay yerinde dürbün, 3 adet define arama dedektörü, el lambaları ve kazma ele geçirdi. Jandarma ekipleri daha sonra şüphelilerin evinde ve iş yerlerinde arama yaptı.

 

Yapılan aramada çok sayıda sigara kutusuna konulmuş yaklaşık bin 300 adet Roma, Bizans ve ve Hellenistik dönemine ait bronz, gümüş, bakır sikke ile paha biçilemeyen Roma dönemine ait boğa, kürek figürü ve çan, pirinç mumluk ele geçirdi. Gözaltına alınan ve aralarında öğretmen ve emekli polisin de yer aldığı 5 kişinin adliyeye sevk edilmesi bekleniyor.

Jandarma ekiplerinin yaptığı operasyon sonrasında ele geçirilen yaklaşık bin 300 adet gümüş, bronz ve bakır sikkenin çok değerli olduğu öğrenildi. Konya Müze Müdürlüğü yetkililerinin yaptığı incelemede ise ele geçirilen tarihi eserlerden Roma dönemine ait olan boğa ve kürek figürünün bir tarihi anlattığı için paha biçilemeyecek kadar değerli olduğu belirtildi.

Konya Kent Haber, 23.10.2008

HASANKEYF KAZILARI İÇİN 5.436 YTL ÖDENEK

 

Hasankeyf İlçesi'nde 1991 yılında 497 YTL ödenekle başlayan kazı çalışmalarında 17 yılda toplam 5 milyon 436 bin YTL ödenek kullanıldı.

 

Bölgede 1991'de başlayan olaylar nedeniyle kazılara 7 yıl ara verildi. 1998 yılında Prof.Dr. Oluş Arık başkanlığında tekrar başlayan kazı çalışmalarına 1991 yılına nazaran 3 kat fazla ödenek aktarıldı. GAP İdaresi tarafından kazı çalışmaları için 1998 yılında bin 500 YTL ödenek gönderilirken, 1999 yılında Kültür Bakanlığı bu ödeneği 10 kat artırarak 15 bin YTL'ye çıkardı.

Ilısu Baraj çalışmalarının hız alması ile kazı çalışmalarına desteğini artıran GAP idaresi, 2000 yılında 76 bin, 2001 yılında 73 bin 381 YTL, 2002 yılında ise 100 bin YTL ödenek tahsis etti. 2003 yılında Batman Valiliği görevine getirilen Efkan Ala ile Kazı Başkanı Prof Oluş Arık arasında ödenek kullanımı konusunda yaşanan polemiğin ardından görevine son verilen Arık'ın yerine Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam başladı.

 

Uluçam başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında, 2003 yılında 550 bin, 2004 yılında 478 bin, daha sonra 425 bin daha ek ödenek sağlandı. 2003 yılı toplamda 1 milyon 721 bin 803 YTL ödenekle kapandı. 2005 yılında 1,5 milyon YTL, 2006 yılı kazı çalışmaları için 1 milyon 64 bin YTL, 2007 yılı kazı çalışmaları sezonunda ise 1 milyon 132 bin YTL ödenek ayrıldı. GAP İdaresi son yapılan kazı harcamalarında ödeneğin bir kısmının kullanılmadığını göz önünde bulundurarak 2008 yılında 500 bin YTL'yi kazı başkanının hesabına aktardı. Hasankeyf kazıları için 17 yılda toplam 5 milyon 436 bin YTL ödenek kullanıldı.

 

Selehiye Bahçeleri, Kasımıye, Büyük Saray, Zeynel Bey türbesi, Dicle Kenarı, Sultan Süleyman Camii ve değişik alanlarda yapılan kazı çalışmalarında, Roma, Osmanlı, Selçuklu dönemine ait çok sayıda tarihi kalıntı ortaya çıkartılıp belgelendirilirken birçoğu restore edildi.

Batman Gazetesi, 23.10.2008

ANİ HARABELERİ ZARAR GÖRÜYOR





Türkiye-Ermenistan sınırındaki 5 bin yıllık geçmişi bulunan Ani Harabeleri, sınıra sıfır mesafedeki Ermeni Taş Ocağında patlatılan dinamitler nedeniyle zarar görüyor. 

Zararın büyümesi üzerine İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından 6 ay önce başlatılan çelik konstrüksiyonlu güçlendirme çalışmaları daha sonra orijinaline uygun taşlarla devam ettirilecek. 

Sınıra sıfır noktadaki Ermenistan taş ocağında patlatılan dinamitler ve ağır iş makinelerinin gün boyu çalışması Ani Harabeleri'ndeki eserleri bir bir yok ediyor. 

Sadece Türkiye'nin değil Dünyanın bile en önemli ören yerlerinden olan Ani Harabeleri, Ermeni taş ocağındaki çalışmalar yüzünden ağır ağır sarsılıyor. Bu sarsılmalar ise harabelerdeki binaları bir bir yıkıyor. 

Duvarları, kapıları, sütunları ve tavanlarındaki taşlar yerlerinden düşüyor. Ermeniler taş ocağındaki bu çalışmayla Ani Harabelerindeki eserlerin yıkılmasına neden olurken Kars Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü de güçlendirme çalışmalarıyla eserleri ayakta tutmaya çalışıyor. 

Kars'ın Ocaklı Köyü sınırlarındaki Ani Harabeleri'nde 6 ay önce çelik konstrüksiyonlu sağlamlaştırma çalışmaları başlatıldı. Ani ören yeri içerisindeki restorasyon ve sağlamlaştırma çalışmalarının tüm ödenekleri ve denetimi Kültür Bakanlığı tarafından sağlanıyor. 

İl bazında da Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Erzurum Rölöve Müdürlüğü ve İl Müze Müdürlüğü çalışmalara destek veriyor. Ören yeri içerisinde bulunan Büyük Katedral Kilisesi, Gürcü Kilisesi'nin ayakta kalan bir duvarı, Ören yerinin ayakta kalmış giriş kapısının iç kaleye açılan kapı girişi olan yerlerde çelik konstrüksiyonlu sağlamlaştırma işlemleri yıl sonuna kadar sürecek. 

Özellikle Büyük Katedral'deki dış duvarlarda oluşan derin çatlaklar ve iç kısımlarda ise sütunlarda meydana gelen kaymaların bu çalışmayla önüne geçilmesi amaçlanıyor. Gürcü Kilisesi'nin ayakta kalan tek duvarı da dış etkilere karşı ayakta kalması için her iki taraftan çelik konstrüksiyonla sağlama alındı. 

Giriş kısmındaki kapı kenar sütunlarının boşlukta kalan kısımları da yine aynı şekilde sağlamlaştırıldı. Bu çalışmalar sonunda çelik konstrüksiyonlar kaldırılacak ve yererine ise oriinaline uygun taşlar konularak binalar eski görünümüne kavuşturulacak.

Kars Kent Haber, 23.10.2008

AKM YENİDEN





Geçtiğimiz günlerde, onarılmak üzere boşaltılan Atatürk Kültür Merkezi’nin yenileme projesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı arasında bir protokol imzalandı. Anlaşmaya göre İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın yürüteceği yenileme projesinin hazırlanması işi de Murat Tabanlıoğlu’na verildi. Atatürk Kültür Merkezi’nin, 2010 süreci içerisinde yenilenerek kullanıma açılmasını görüşmek üzere projenin paydaşları, kullanıcıları ve yetkililer İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ofisi’nde 22 Ekim 2008 Çarşamba günü bir araya geldiler.





Bir çalışma toplantısı olarak tanımlanan buluşmayı başlatan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Gürkan, Kültür Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı ile yapılan görüşmeler, verilen ödenek, resmi sürecin başlangıcı ve projenin işleyişi hakkında bilgi verdi. Mehmet Gürkan’ın kullanıcıların bütün ihtiyaçlarına yönelik bir proje yürütülebilmesi için tasarım ekibinin, performans ekibinin ve diğer bütün ilgili paydaşların bir araya getirilmesinin amaçlandığını söylediği toplantıda, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Yürütme Kurulu Başkanı Nuri M. Çolakoğlu da AKM’nin yenilenerek yüzakı bir proje olarak tekrar kullanıma açılması için önlerinde 10 ay gibi kısa bir süre olduğunu dile getirdi ve böyle bir toplantıda proje üzerinde söz sahibi kurum ve kişilerin bir arada bulunmasının sürecin hızlandırılması adına öneminden bahsetti.

Çolakoğlu’nun açıklamalarına göre, 2008 yılı Aralık sonunda projenin süre, maliyet ve tasarım açısından genel çerçevesinin belirlenmesi ve yenileme çalışmalarının 2009 yılı Ağustos sonunda tamamlanması öngörülüyor. Böylece Ağustos ayında, sanatçıların 2010 yılı için repertuvar çalışmalarına başlamaları amaçlanıyor.





Toplantıda bir sunum yaparak AKM’nin yenileme projesini anlatan Murat Tabanlıoğlu, bütün binanın teknik olarak tekrar modellendiğini söyledi ve yapının son deprem yönetmeliklerine göre kalıcı olarak güçlendirileceğine dikkat çekerek teknik çalışmalar hakkında açıklamalarda bulundu. Binayı salonların bulunduğu ana bina (Faz 1) ve depoların bulunduğu yan bina (Faz 2) olarak, iki ayrı bölüm halinde ele aldıklarını belirten Tabanlıoğlu, Faz 1’in 2010’a ilk yetiştirilmesi gereken kısım olduğunu ifade etti ve Faz 2’nin daha sonra projelendirileceğini belirtti. Buna göre Faz 1‘de yapılaması düşünülenler şöyle:





- Tüm binanın tesisatı, ışık ve ses sistemi yenilenecek.

- Dış cephe ve çatı yeniden ele alınarak ısı ve ses izolasyonu yapılacak.

- Ön cephe tamamen sökülerek günümüz teknolojisine uygun olarak, ses ve ısı yalıtımı sağlayacak çift cam uygulanacak. O zamanın teknolojisini yansıtan alüminyum elemanların yerine, Avrupa’da birçok alüminyum restorasyon çalışmalarında olduğu gibi, aynı grid sistem cam strüktür kullanılarak yenilenecek. Böylece ön cephe daha transparan hale getirilecek. Ayrıca, ön cephenin tamamı yeni bir LED teknolojisi sayesinde, gündüz ve gece farklı yayınların yapılabileceği, sanatsal çalışmaların sergilenebileceği büyük bir ekran olarak kullanılabilecek.





- Girişin üzerini tamamen kapatan cam bir saçak kullanılacak.

- Ana giriş, sanatçı ve dekor girişleri yeniden düzenlenecek. Girişteki gişeler kaldırılarak geniş bir karşılama alanı oluşturulacak, böylece alüminyum konstrüksiyonuyla dönemin simgelerinden biri olan girişteki döner merdivenin etrafı açılarak, merdiven ortaya çıkartılacak. Salonlara ulaşımda yaşanan sirkülasyon sorunu çözümlenecek.





- Ana salonun tüm teknik donanımı elden geçirilerek yenilenecek, salonun girişinde tek ve büyük bir fuaye oluşturulacak.

- Faz 1 içerisinde konser CD’leri, sergi katalogları, defterler, kartpostallar gibi hediyelik eşyaların satılacağı küçük bir satış ofisi açılarak AKM’nin markalaşmasına katkı sağlanacak.

- Merdivenler yangın yönetmeliğine göre yeniden düzenlenecek. Arka kısımdaki merdivenlerden biri camla kapatılarak yangın merdiveni olarak kullanılacak.

- Prova salonlarının yetersizliği nedeniyle binanın arka tarafında yeni ve çağdaş prova salonları hazırlanacak. Prova salonlarında doğal ışığın içeri alınabilmesi için yeni bir uygulama geliştirilecek.

- Sanat galerisi, hareketli panellerle büyütülecek, tüm tavan ve ana sistem restore edilecek.





- Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın önerisiyle, yapının üst katlarında, boğaz manzarasına bakan, sanatçıların ve diğer çalışanların da kullanabileceği bir restoran düzenlenecek.

Ayrıca Faz 2 için de bazı önerileri olduğunu dile getiren Murat Tabanlıoğlu, Faz 1’in yenileme çalışmaları tamamlandıktan sonra Faz 2’nin yeniden işlevlendirilerek İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla Kampüsü ve Atatürk Kütüphanesi doğrultusunda bir kültür yoluyla birleştirilmesini planladıklarını ifade etti.





Murat Tabanlıoğlu’nun sunumundan sonra yenileme projesine dair endişelerini, sorularını ve taleplerini dile getiren katılımcılardan Beral Madra, Faz 2’de giriş katta düzenlenebilecek, tamamen sade ve herkesin girip gezebileceği bir sanat galerisinin çok daha faydalı olacağını dile getirdi ve yine Faz 2’de yer alan Aziz Nesin Sahnesi için bir çalışma yapılıp yapılmadığını sordu. Madra’nın sorusu üzerine İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kentsel Uygulamalar Direktörü Korhan Gümüş, Faz 2 için henüz bir proje hazırlanmadığını belirtti ve Faz 2’nin yenileme projesi için ayrıca danışma toplantıları yapılacağını haber verdi.





Tescilli bir yapı olan AKM’nin ön cephesindeki alüminyum strüktürün değiştirilmesini eleştiren İstanbul Devlet Tiyatrosu oyuncularından Orhan Kurtuldu, bu değişikliğin yapının simgeselliğini olumsuz yönde etkileyeceğini dile getirdi ve bir ekran olarak kullanılmasının cepheyi, kontrol dışı kullanılarak reklam panosu haline getirebileceğine dikkat çekti.

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu ise, demokratik katılım sürecinin doğru örgütlenmediğini ifade etti. Yenileme projesine genel olarak bakıldığında bir ticarileşme anlayışı içerisinde yorumlanabilecek kafeler ve restoranların öne çıktığını belirtti. Kültür varlığı olarak tescil edilmiş bir yapıya müdahalelerin minimumda tutulması gerektiğini, özellikle de restorasyon adı altında gerçekleştirilen bir projede cephenin korunmasının en önemli unsurlardan biri olduğunu ve değişikliklerin sadece zorunluluk halinde yapılması gerektiğini vurguladı.




Ana Salon Yenilemesi


AKM’yi kendi evleri olarak tanımlayan, Kültür Sanat-Sen Emekçiler Sendikası’ndan gelen katılımcılar ve sanatçılar da görsel açıdan estetik çözüm yoluna gidilmesini ve kendi ihtiyaçlarının gözardı edilmesini eleştirdiler, haklı endişeleri olduğunu ve bu endişelerin dikkate alınarak mazur görülmesi gerektiğini belirttiler.

Yıkım kararıyla ilk muhatap olan kurum olarak güvensizlik sorununu kendilerinin de yaşadığını dile getiren İstanbul 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Mete Tapan, AKM’nin yıkılmamasında sivil toplum örgütlerinin çok büyük katkısı olduğunu hatırlattı. Hiçbir binanın bu kadar topluma mal edilmediğine ve hiçbir yapı için bu kadar tartışılmadığına dikkat çeken Tapan, eski eserlerin kullanılmadan korunmasının mümkün olmadığını, bu nedenle AKM’deki mekanların da, yapının önemi göz önünde bulundurularak ihtiyaçlara göre yeniden işlevlendirilebileceğini söyledi. Tüm bu çalışmaların çok kısa süre içerisinde tartışılarak gerçekleştirilmesi gerektiğine değinen Mete Tapan, yapının projesinin onaylanmasının bile uzun bir zaman alacağını, dolayısıyla AKM’nin yenilenmesinin 8 – 9 ay içerisinde tamamlanmasına ihtimal vermediğini de sözlerine ekledi. Koruma Kurulu’nda onaylanan 1/200 ölçekli avan projeden de bahseden Tapan, Murat Tabanlıoğlu’nun sunumunda gösterdiği projenin kendilerine getirilen avan projeden farklı olduğunu ve bunun gibi bir toplantının avan projenin hazırlanmasından önce de yapılması gerektiğini ifade etti. Mete Tapan, elbirliği ve iyi niyetle eksikliklerin belirlenmesi için bu toplantıların daha fazla ve daha sık yapılmasını önerdi.





Son olarak söz alan İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Prof.Dr. İhsan Bilgin, restoran ve kafe düzenlemeleri ile ön cephenin LED sistemli büyük bir ekran olarak kullanılması konusundaki eleştirileri yorumladı. Ticaretin baskın bir unsur haline gelmesinin endişe yaratabileceğini fakat AKM’nin yenileme projesinde böyle bir durum olmadığını belirtti. Kafe ya da restoran dendiğinde akıllara kapitalizmin son noktasının gelmemesi gerektiğini, sirkülasyon açısından bu tür mekanların önem taşıdığını ifade eden İhsan Bilgin, restoran ve kafeterya gibi birimlere bir ihtiyaç gözüyle bakılması gerektiğini söyledi. Bir reklam panosuna dönüşmesinden endişe edilen ön cephe konusundaki soruları ise AKM’nin inşa edildiği dönemlerde bulunmayan dijital teknolojilerin, günümüzde hayatın birçok alanında olduğu gibi sanat alanında da yoğun bir şekilde kullanıldığını hatırlatarak cevapladı. Dijital teknolojilerin bir propaganda aracı olarak kullanılabileceğini söyleyen Bilgin, bunun kategorisine karşı çıkmanın, sadece kendimize olan güvensizliğimizi göstereceğini vurguladı. Sanatı bienallere ve bienalleri de salonlara hapsetmemek gerektiğini belirten İhsan Bilgin, böyle bir teknolojinin AKM’nin yapım yılı ve mimarisi açıdan oldukça uygun olduğunu, bir Viyana Opera Binası’nın üzerine uygulanamayacağını örnek vererek açıkladı.





Toplantı boyunca yöneltilen soruları ve önerileri toplantının sonunda cevaplayan Murat Tabanlıoğlu, AKM’nin yenileme projesi için Bakanlık ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti arasında imzalanan protokolden çok daha önce gayriresmi olarak çalışmaya başladıklarını anlattı ve yapının simgeselliğini kaybetmeden teknik yapısıyla daha iyi performans gösterecek şekilde, son deprem ve yangın yönetmelikleri dikkate alınarak yenileneceği konusunda güvence verdi.

Toplantı sırasında dile getirilen bütün ihtiyaçların özümsenerek projenin tekrar gözden geçirilmesi kararı alan katılımcılar, 2. toplantıda projenin son hali üzerinde konuşabilmek için tekrar bir araya gelmek üzere anlaştılar.

Arkitera, Yazı: Zeynep Güney, Görseller: Tabanlıoğlu Mimarlık, 23.10.2008

72 YAŞINDAKİ NİNE ARKEOLOJİK KAZILARDA

 

Tekirdağ Müze Müdürlüğü'nce yürütülen antik kent kazılarında 10 yıldır çalışan Saadet Can (72), kazılarda tarihi eser bulunca büyük heyecan duyduğunu söyledi.

 

Can, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Tekirdağ-İstanbul kara yolunun 10. kilometresindeki Herainteikos Antik Kenti'nde 8 yıl, aynı bölgede bulunan Menekşe Çatağı'nda ise 2 yıl olmak üzere toplam 10 yıldır arkeolojik kazılarda yevmiyeli işçi olarak çalıştığını ifade etti.

 

Eşi öldükten sonra yalnız yaşadığını söyleyen Can, ''Yıllarca çapaya gittim. 10 yıldır kazı işinde çalışıyorum. 2 yıl Menekşe Çatağı'nda, 8 yıldır da burada çalışıyorum. İşimden çok memnunum. 72 yaşıma geldim, daha bırakmaya niyetim yok. Tarihi eserler bulunduğunda adam akıllı seviniyoruz. Biz kazıcıların da katkımızın olduğunu düşünüyoruz. Bugün bir kadın heykeli başı çıkardık çok heyecanlandık. Bu kazılarda çalışmak büyük bir heyecan. Keşke daha önceki yıllarda çalışsaydım. İmkan verildiği takdirde uzun yıllar çalışmak istiyorum'' dedi.

 

Sabah saat 05:00'de kazı alanına geldiklerini, akşama kadar çalıştıklarını bildiren Can, ''Benim için zor olmuyor. Sabahları erken kalkmaya alışkınım. Hiç yorulmuyorum. Ne güneş, ne rüzgar, beni hasta etmiyor. Her dakika yeni bir eser bulunması beklentisi ile kazıyorum'' diye konuştu.

 

Aynı bölgede yapılan kazılarda 8 yıldır çalıştığını söyleyen Müzeyyen Durgut ise ''8 yıldır kazılarda çalışıyoruz. Kazıyoruz, temizliyoruz. İhtiyacımızı karşılıyoruz. Kazılar başlamadan önce etraf köylerdeki kadınlar olarak çapaya gidiyorduk. Şimdi burada 23 kişi çalışıyoruz. Çok iyi geçiniyoruz arkadaşlarla... Buradan kazandığımızla kışlık kömürümüzü alacağız. Sabah saat 05:00'de gün doğmadan geliyoruz. Güneş doğunca çalışmaya başlıyoruz. Yılda bir ay burada çalışıyoruz. Diğer aylar çapaya gidiyoruz. Eskiden Menekşe Çatağı'nda da çalışıyorduk'' dedi.

2000 yılından bu yana Herainteikos Antik Kenti'nde yapılan kazı çalışmalarına başkanlık eden Mimar Sinan Üniversitesi Arkeoloji Bölümü eski Öğretim Üyesi Doç.Dr. Neşe Atik de ''2000 yılından beri kadın işçilerle çalışıyoruz. İşçilerimiz Tekirdağlı. Tekirdağlı hanımlarımız da öğrencilerimiz kadar uzmanlaştı. Onlar da yapılan kazılardan ve buluntulardan en az bizim kadar heyecan duyuyorlar'' diye konuştu.

 

Atik, Herainteikos Antik Kenti'nde 20 gün önce başlayan çalışmaların, 10 gün sonra sona ereceğini bildirdi.

Zaman, 23.10.2008

MÜZELER 10 AYDA 94 BİN 578 ZİYARETÇİ AĞIRLADI

 

Erzurum'daki müzeler 2008 yılının 10 aylık döneminde adeta ziyaretçi akınına uğradı. Yerli ve yabancı toplam 94 bin 578 turistin ziyaret ettiği müzelere, en büyük ilgiyi yerli turistlerin gösterdiği öğrenildi.

 

Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, 2008 yılının müzeler açısından oldukça verimli bir dönem olduğunu söyledi. Geçen yıllara oranla bu yılın 10 aylık döneminde yerli ve yabancı turist sayısında ciddi bir artışın olduğunu belirten Erkmen, "İçinde bulunduğumuz yılın 10 aylık dönemi itibariyle ilimizdeki müzeleri ziyaret eden toplam turist sayısı 94 bin 578 kişidir. Bu ziyaretçilerden 34 bin 371'ini yerli turistler oluştururken, 3 bin 193 kişi de, yabancı turistlerden oluşmaktadır. Yine müzelerimizi ziyaret eden yerli turistlerimizin 19 bin 283'ü ücretli giriş yaparken, yabancı turistlerimizin de, 2 bin 999'undan para alınmıştır" dedi.

 

Yerli turistlerin yoğun olarak müzeleri ziyaret etmelerinin nedeninin, kültürel mirasın merak edilmesi olduğunu dile getiren Erkmen, müze ziyaretlerinin alışkanlık haline getirilmesi gerektiğini kaydederek, bu yolla hem kültürel miras hakkında bilgi sahibi olunacağını, hem de gelecek nesillere örnek teşkil edileceğini ifade etti.

 

Öte yandan Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Erzurum'da en fazla ilgi gören müzelerin başında Atatürk Evi'nin geldiğini söyledi. Kurtuluş Savaşı öncesinde yaşanan tarihi sürece ve Erzurum Kongresi'ne, Atatürk Evi'nin şahitlik ettiğine dikkati çeken Erkmen, "Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Erzurum'da kongre faaliyetlerini tasarladığı bu ev, bir nevi Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı bir mekandır. Bu nedenle özellikle de gençlerimizin akınına uğramaktadır. Müzelere gösterilen ilgiden memnuniyet duyuyoruz. Rakamları daha yukarılara çekebilmek ve müzeleri ziyaret etmenin önemini her yaştan insana anlatabilmek için elimizden geleni yapacağız" dedi.

Erzurum Gazetesi, 23.10.2008

KBIYRA KAZILARI HAVADAN GÖRÜNTÜLENDİ

 

Burdur'un Gölhisar İlçesi sınırları içinde bulunan 405 hektarlık alanda devam eden kazı çalışmalarının ve Kbiyra Antik Kenti'nin havadan fotoğraf çekimleri yapıldı.Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Şükrü Özüdoğru, yapılan çalışmaların daha iyi görülebilmesi için fotoğraf çekimlerinin yapıldığını söyledi. Erhan Küçük yönetimindeki zeplin aracından çekimleri, Şükrü Özüdoğru rehberliğinde Ceyhun Sökün yaptı. Çekimleri zeplin aracı ile yaptıklarını anlatan Özüdoğru, "Bilimsel amaçlı 500 metreye kadar yüksekten yapılan çekimlerle genel durum değerlendirmesi ve Antik Kentin çizimlerini yapacağız. Kazıya başlarken ve kazı sonunda yapılan çekimler Arkeolojik çalışmaların olmazsa olmazlarıdır." dedi.

 

Burdur Müzesi ile Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Bilimsel Danışmanlığı tarafından 3 yıldır devam eden kazıların bu yıl 30 Ekimde sona ereceği belirtildi.

Yeni Şafak, 23.10.2008

DİNOZORLARIN DANS PİSTİ

 

 

ABD’nin Arizona ile Utah eyaletleri arasında bir bölgede, tarih öncesi hayvanların yoğunlukla yaşadığı bir bölge keşfedildi.

3 bin metrekarelik alanda bulunan 1000’den fazla ayak izi nedeniyle, uzmanlar bölgeye "dinozorların dans pisti" adını taktı. Bazı alanlarda, birkaç metrekare içinde ayak izi sayısı bir düzineyi aşıyor.

Utah Üniversitesi Jeoloji Profesörü Marjorie Chan, üzerinde araştırma yaptığı bu izlerin, bölgenin tarih öncesi geçmişiyle ilgili önemli ipuçları verdiğini söyledi. Bilimadamları, bu bölgenin on milyonlarca yıl önce, "uçsuz bucaksız, hiçbir hayat izinin bulunmadığı, Sahara benzeri bir çöl" olduğuna inanıyordu. Chan ise, "Bu kadar fazla dinozorun bu bölgede barındığını görmek, fikrimizin değişmesine neden olabilir. Öyle görünüyor ki burası bir tür dans pistiydi" dedi.

Bölgeyi araştıran bir başka uzman olan Winston Seiler’a göre, burası aslında bir vahaydı. Seiler, "Çölde susuzluktan ve kum tepelerinden kaçan dinazorlar burada mutluydu" diye konuştu. "Dinozorların dans pisti" ile ilgili bir makaleyi bilimsel literatür dergisi Palaios’da bu ay yayınlayan bilimadamları, bölge hakkında daha fazla araştırma yapacak.

Hürriyet, 23.10.2008

ASSOS ANTİK ŞEHRİ 2008 YILI KAZILARI SONA ERDİ

 

Çanakkale'nin Ayvacık İlçesi sınırlarında yer alan Assos antik şehrinde 2008 yılı kazı çalışmaları sona erdi. Kazıyı yürüten Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Başkan Doç.Dr. Nurettin Arslan, bu yıl çok sayıda kap ve mezar bulunduğunu söyledi.

 

Assos'un önemli yapılarından biri olan Athena tapınağının restorasyonu için ölçüm çalışmaları yapıldığını belirten Doç.Dr. Arslan, tapınağın beton parçalarının, 2009 yılında andezit taş parçalarla değiştirilmesi için hazırlıklar yapıldığını söyledi. Arslan, antik şehrin merkezi konumundaki Agora'nın batı yönünde, üzeri kapalı yaya yolları yapısındaki kazılarda Assos'un, özellikle Troas bölgesinin metropollerinden olan Alexandreia Troas ile sıkı bir ticari ilişkisi olduğu ve kapalı yolların MS 5. yüzyıldan itibaren kullanılmadığı tespit edildiğini kaydetti. Batı kapısı önündeki nekropoliste yapılan kazılarda ise geçen yıllarda olduğu gibi MÖ 6. yüzyıla ait çok sayıda pişmiş toprak kap ve sandık tipi bir mezar bulunduğunu ifade eden Arslan, o çağda çocuklar dışında yetişkinlerin de yakılması yaygın bir gelenek olduğunu, yakılmadan gömülen çocukların mezarlarında, çok sık olarak emzikli kaplara rastladıklarını aktardı. Bunların biberon olarak kullanıldığını bildiklerini belirten Arslan, "Bu kaplar dışındaki diğer vazoların da küçük boyutlu olması dikkat çekmektedir. Çocukların gündelik hayatta oyun aletleri olan aşık kemikleri, hediye olarak sıkça mezarlara bırakılmaktaydı." dedi.

 

Ayrıca Alman bir ekip tarafından antik şehrin topografik planının çıkarılması için çalışmalara başlandığını da kaydeden Nurettin Arslan, bu çalışmalarda özellikle batı kapısı ve çevresindeki surların çizimlerinin tamamlandığını ifade etti. Arslan, kazı çalışmalarının Kültür ve Turizm Bakanlığı, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü ve Efes Pilsen tarafından desteklendiğini sözlerine ekledi.

haberler.com, 23.10.2008

OSMANLI ARŞİVLERİ ORTA ASYA'YA AÇILIYOR

 

Osmanlı arşivleri, Orta Asya'ya açılıyor. Osmanlı'nın Türk devletleriyle ilişkilerini içeren 300 belgelik arşivi, Türkmenistan'dan başlayarak tüm Orta Asya'da sergilenecek.

 

Tarihe ışık tutan araştırmalar arasında ilginç belgeler de var. Bunlardan biri de Çukurova'ya pamuk ekimi için Orta Asyalı tüccarların teşvik edildiği belge. Pamuğun Türkmenistan'ın Fergana ovasında çok gelişmiş bir üretim ağı olduğunu söyleyen Türk Arşivciler Derneği Başkanı Hacı Haldun Şahin, "Osmanlı erkanı pamuğun Adana'da da geliştirilmesi için Orta Asyalı tüccarları devreye soktu. Bugünkü verimli Çukurova pamuğunun temeli o zaman atıldı." dedi. Mali, siyasi, askeri ve sportif birçok yazılı belgenin ışığında kurulacak sergi için, Türk Arşivciler Derneği ile Orta Asya Çalışmaları Enstitüsü işbirliği projesi imzaladı. Anlaşma sonrasında, tüm Osmanlı-Orta Asya devletleri arasındaki ilişkileri içeren belgeler tarandı, 500 kadar belge elde edildi. Bu belgelerden 300'ünün sergide yer almasına karar verildi. 2009 başında belgelerin bilgisayara geçirilmesi bittikten sonra, ilk serginin Türkmenistan'da açılması kararlaştırıldı. Sergi ile ilgili bilgiler veren Hacı Haldun Şahin, Orta Asyalı aydınların, Osmanlı ile yaptıkları yazışmalarla Batı'ya açıldığının da belgelendiğini dile getirdi. Belgeler arasında, Özbekistanlı hacı adaylarının Osmanlı yardımlarıyla kutsal topraklara gittiği bilgisi de yer aldı. Şahin, hedeflerinin imparatorluk bünyesinde bulunup bağımsızlığını ilan eden tüm devletlerde sergi açmak olduğunu belirtti.

Zaman, Haber: Hüseyin Keleş, 23.10.2008

KIRIKHAN'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Hatay'ın Kırıkhan İlçesi'nde düzenlenen operasyonda Bizans ve Roma dönemine ait eserler ele geçirildi.

 

Cumhuriyet Mahallesi'ndeki bir evde tarihi eser bulunduğunun tespit edilmesi üzerine yapılan operasyonda 1 adet ruhsatsız pompalı av tüfeği, 1 adet çifte tabir edilen av tüfeği, 13 adet 99 mm çapında dolu fişek, 4 adet Bizans dönemine ait sikke, 1 adet Roma dönemine ait sikke, 1 adet Ortaçağ dönemine ait madeni kandil ile 200 yıllık olduğu değerlendirilen Arapça kitap ele geçirildi.

 

Olayla ilgili gözaltına alınan F.S., sorgulamasının ardından mahkemeye sevk edildi.

 

Tarihi eserler Hatay Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

haberler.com, 22.10.2008

CEYHAN'DA SARAY BULUNDU

 

 

Adana'nın Ceyhan İlçesi'nde Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Yrd.Doç.Dr. Serdar Girginer ve 10 kişilik Türk uzman ekibi tarafından yapılan Tatarlı Höyüğü'ndeki kazılarda Kizzuwatna uygarlığına ait saray buluntularına rastlandı.

 

Adana Valisi İlhan Atış, Ceyhan Kaymakamı Gürbüz Karakuş ve Ceyhan Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü'nün de katıldığı kazı incelemeleri sırasında bir açıklama yapan Yrd.Doç Dr. Girginer, "Hitit yazılı belgelerinde Kizzuwatna uygarlığına ait saray buluntularına rastladık. Hitit ve Mezopotamya dönemlerine ait 2 silindir mühür ve 1 adet mühür baskısı elde ettik" dedi.

 

Devam eden kazılarda çeşitli dönemlere ait tekstil ve madencilik alanında buluntular da elde ettiklerini belirten Girginer, "Şimdiye kadar yapılan kazılarda Tatarlı bölgesinin stratejik önemini ortaya çıkardık. Umut ediyoruz ki kazılarımızda Lawazantiya şehrinin yazılı tabletlerini elde ederiz. Eğer bu gerçekleşirse dünya tarihine büyük bir katkı sağlamış olacağız. Şu anda dünyanın gözü bu kazılarda" şeklinde konuştu.

 

Kazı Başkanı Yrd.Doç.Dr. Serdar Girginer'den bilgiler alan Adana Valisi İlhan Atış ise bölgede yapılan kazıların dünya tarihi açısından son derece önemli olduğunu vurguladı. Atış, "Bu tarihi zenginliği gün yüzüne çıkarmaya çalışan ekibi tebrik ediyorum. Büyük işler başarmışlar. Valilik olarak her türlü desteği sürdürmeye devam edeceğiz" şeklinde konuştu.

Adana Kent Haber, 23.10.2008

PERRE'DE 2008 YILI KAZILARI BAŞLADI

 

 

Kommagene Krallığı'nın beş büyük kentinden biri olarak bilinen Adıyaman'daki Perre Antik Kenti'nde 2008 yılı kazı çalışmaları başladı.

 

Adıyaman Valisi Ramazan Sodan tarafından başlatılan çalışmalar, Müze Müdürü arkeolog Fehmi Eraslan başkanlığında 6 arkeolog, 1 tarihçi, 2 sanat tarihçi ve 50 işçi ile yürütülecek.

Kazı çalışmalarını başlatan ve antik kentteki mezarları inceleyen Vali Sodan'a Kültür ve Turizm İl Müdürü Mustafa Ekinci ve Müze Müdürü Fehmi Eraslan eşlik etti.

Vali Sodan, burada gazetecilere yaptığı açıklamada, 2001 yılından bugüne Perre Antik Kenti'nde kazı çalışmalarının devam ettiğini, şu ana kadar 700 bin YTL harcama yapıldığını belirtti.

Bu yıl da valilik kanalıyla kazı çalışmaları için 100 bin YTL daha ödenek sağlandığını ifade eden Sodan, "Her yıl ödenek sağlayarak kazı çalışmalarını sürdüreceğiz. Böylesi önemli bir merkezi turizme kazandırmak için Valilik olarak desteklerimizi esirgemeyeceğiz" dedi.

Öte yandan, 2001–2007 yıllarında Perre Antik Kenti Nekropol alanında yapılan çalışmalarda, 34 güney galeri ve 18 kuzey galeri olmak üzere 52 galeride çalışma yapıldığı, 46 oda ve 356 lahit mezar olmak üzere 402 mezarın kazı ve temizliğinin bitirildiği bildirildi.

Kazılar sonucu 171 adet arkeolojik ve 192 adet sikke olmak üzere 363 adet eserin de Adıyaman Müzesi'ne kazandırıldığı kaydedildi.

Cnn Türk, 22.10.2008

KARKAMIŞ ANTİK KENTİ MAYINLARDAN TEMİZLENİP TURİZME AÇILIYOR

 

Mayınlı askeri arazi içinde saklı kalan Karkamış antik kenti, gün yüzüne çıkarılıyor. Gaziantep'in Suriye sınırındaki mayınlı saha içinde bulunan tarihi kent, mayınlardan temizlenip turizme kazandırılacak.

 

Askeri bölge durumundaki sahada çalışma yapılabilmesi için Genelkurmay Başkanlığı'ndan izin çıktı. Harabelerin bulunduğu 600 dekarlık alan, mayınların temizlenmesi amacıyla Gaziantep İl Özel İdaresi'ne tahsis edildi. Kentin 1,5 yılda mayınlardan kurtarılması planlanıyor. Mayın temizleme işleminden sonra bölgedeki tarihi varlıkların ortaya çıkartılması için kazılar yapılacak.

Gaziantep'in İslahiye İlçesindeki Tilmen Höyük'te uzun yıllar kazı başkanlığı yapan İtalya Bologna Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nicola Marchetti, Karkamış Harabeleri'ndeki kazılarda da görev almak için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na başvurdu. Marchetti, kazı işlerini ülke olarak üstlenmeye talip olduklarını belirtti. Japon Prensi Tomohito Mikasa da, kazıları yapmak için geçen yıl Kültür Bakanlığı'na müracaat etmişti. Aynı zamanda bir arkeolog olan Mikasa'nın başında bulunduğu Japon Ortadoğu Kültür Merkezi, 1986 yılından beri Kırşehir'in Kaman İlçesindeki Kalehöyük'te kazı çalışması yapıyor. Mikasa ve ekibinin, Avrupa kazı heyetlerinden daha seri ve sürekli çalıştıkları biliniyor. Japonların İtalyanların girişiminden rahatsız oldukları ve kazı işini almak için Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdindeki girişimlerini artırdıkları belirtildi. 2010 yılının Japonya yılı ilan edilecek olmasını da dikkate alan bakanlığın kazı işini Japon Prense vermeye sıcak baktığı öğrenildi. Yakındoğu Arkeolojisi'nin en önemli yerleşimlerinden birisi olan Karkamış Antik kenti, Gaziantep'in Karkamış İlçesi yakınında, Fırat Nehri'nin batı kıyısında, Türkiye-Suriye sınır hattı üzerinde yer alıyor. Karkamış krallarından söz eden ilk belgelerin, MÖ 1700'lü yıllara ait olduğu tahmin ediliyor.

Zaman, Haber: Serkan Canbaz, 22.10.2008

RESTORE EDİLMEZSE MARDİN KALESİ YIKILACAK

 

 

Yıkılma tehlikesi yaşayan Mardin Kalesi'nde oluşan çatlaklar çevrede yaşayan vatandaşları tedirgin ediyor. İki yıl önce kaleden kopan kayalar, Zinciriye Medresesi'nin duvarlarını çökertip, bir evin de tamamen yıkılmasına sebep olmuştu.

 

Mardin Mimarlar Odası Başkanı Yılmaz Altındağ, tehlikeye yıllardan beri dikkat çektiklerini belirterek, kaleden kopacak en küçük bir kayanın öncelikli olarak 700 yıllık Zinciriye Medresesi'ne zarar vereceğini söyledi.

 

Artuklular döneminde Anadolu'da kurulan ilk medreselerden olma özelliğini de taşıyan Zinciriye Medresesi'nin, sahip olduğu görkemli giriş kapısı ile günümüzde turistlerin en çok ziyaret ettikleri mekanlar arasında bulunduğunu ifade eden Altındağ, "Kalenin kurtarılması için valilik tarafından hazırlanan projenin en kısa zamanda uygulanması gerekiyor. Kış aylarına girmeden restorasyon çalışmalarına başlanmalı. Aksi takdirde kalede bulunan diğer kayaların düşme riski yüzde 90 oranındadır." dedi. AK Parti Mardin Milletvekili Cüneyt Yüksel ise, kaleden bir süre önce kopan kaya parçalarının büyük bir şans eseri can kaybına sebep olmadığını hatırlatarak, kalede tonlarca ağırlığındaki birçok kayanın daha kopma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bilgisini verdi. Mardin Valisi Mehmet Kılıçlar da, kalenin kurtarılması için gerekli çalışmaların başlatıldığını belirterek, "Konsolidasyonu ve sağlamlaştırılması yapıldıktan sonra askeri yasak bölge kapsamından çıkarılan kale turizme açılacak. Bu anlamda bölgedeki turizm potansiyelini de önemli ölçüde canlandıracak. Çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bir aksilik olmasa önümüzdeki günlerde restorasyon çalışmaları başlayacak." şeklinde konuştu. Medrese Mahallesi sakinleri ise, kalenin yıkılma tehlikesinin devam ettiğini belirterek, yetkililerin bir an önce kaleye gereken korumayı yapmasını istedi.

Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 22.10.2008

EN ESKİ KOLYE 6 BİN YAŞINDA

 

Bulgaristan Ulusal Tarih Müzesi, ülkede yapılan kazılarda bulunan Bronz Çağı'ndan kalma bir kolye takımını sergilemeye başladı. 1.5 metre uzunluğundaki altın zincir, ülkenin güneyindeki bir mezarlıkta yapılan kazıda ortaya çıkarıldı. Takının daha geçen ay yapılmış kadar temiz görünmesi, arkeolog ve uzmanları şaşırttı. Takı, bronz çağından gün ışığına çıkarılan nadir eserlerden biri olarak tanıtıldı.

Sabah, 22.10.2008

3.5 MİLYON DOLARLIK STRADIVARIUS ÇALINDI

 

Dünyanın en iyi keman yapımcısı Antonio Stradivari'nin (1644-1737) kemanı Almanya'nın kuzeyinde çalındı. Hannover kentine yakın Bennigsen şatosundan çalınan Stradivarius'un yanında eski gümüş şamdanlar da aile malikanesinden alındı. Kuzey İtalya'da Cremona keman okulunun çalgı yapımcısı dahisi olan Stradivari, 1100'den fazla eşsiz çalgı üretti. Bunlardan 600'ü halen kullanılıyor ve 3.5 milyon dolara alıcı bulabiliyor.

Yeni Şafak, 22.10.2008

HİTİT MEZARLARI HAYAT BULUYOR

 

Ankara Üniversitesi (AÜ) Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Alacahöyük Kazı Başkanı Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, Çorum’un Alaca İlçesinde, Alacahöyük ören yerindeki Hititlere ait prens ve prenses mezarlarının eski görünümüne kavuşması için başlatılan projenin önemli ölçüde tamamlandığını, mezarların gelecek yıl ziyarete açılacağını bildirdi.

Prof.Dr. Çınaroğlu, Alacahöyük’te Hititler’den kalma 13 prens ve prenses mezarı bulunduğunu, bu mezarlardan Hitit uygarlığının geldiği noktayı gösteren, aralarında Hitit güneş kurslarının da olduğu zengin hazineler çıkarıldığını ifade etti.

Çıkarılan eserlerin Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilendiği için mezarların boş kaldığını belirten Prof.Dr. Çınaroğlu, bu nedenle prens ve prenses mezarlarının eski görünümüne kavuşması için çalışma başlattıklarını kaydetti.

Alacahöyük’te zamanla tahrip olan 13 mezardan 6’sının yerine orijinal ölçülerde, üzeri cam fanusla kaplı mezarlar inşa ettiklerini bildiren Prof.Dr. Çınaroğlu, içine prens ve prenseslerin iskeletleriyle mezardan çıkan güneş kursları, altın ve gümüş eşyaların kopyasının konulacağı 6 mezarın gelecek yıl ziyarete açılacağını kaydetti.

Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, "Zamanla önemli ölçüde tahrip olan mezarlar, sadece dört duvar şeklinde, hiçbir anlamı olmadan bomboş duruyordu. Mezarların canlandırılması ve hazinenin ihtişamının görülmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığının onayıyla 15 Mayısta proje başlattık. Hititlere ait prens ve prenses mezarlarına eski ihtişamlı görünümlerini kazandıracağız" diye konuştu.

Mezarların restorasyonu ve canlandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı Koruma Kurulundan onay aldıklarını belirten Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, şöyle dedi: "Mayıs ayında Bakan Ertuğrul Günay’ın da katıldığı törenle çalışmalara başlamıştık. 13 mezardan 6’sı orijinal ölçülerinde, aynı konumda yeniden yapıldı ve üzeri özel bir cam fanusla kapatıldı. Projemizin ilk aşaması olan mezarların yapımını bitirdik. Şimdi mezarların içine iskeletler, ölülerle birlikte gömülen güneş kursları ile altın ve gümüş eşyaların birer kopyaları konulacak." Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, ölüm törenleriyle ilgili video hazırlanacağını ifade ederek, "Böylece ziyaretçiler, 4 bin 500 sene önce bir Anadolu prens ve prensesinin nasıl gömüldüğünü ve ne kadar ihtişamlı eserlerle birlikte öteki dünyaya uğurlandığını görüp yaşayacaklar" dedi.

Hürriyet, 22.10.2008

KNIDOS HEYKELLERİNİ GERİ İSTİYOR





Datça Belediyesi, ilçe yakınlarındaki Knidos Antik Kenti’nde bulunan ve İngiltere’deki "British Museum" da sergilenen "Knidos Aslanı" ve "Knidos Demeteri" heykellerini Türkiye’ye geri getirmek için çalışma başlattı.

Datça Belediye Başkanı Erol Karakullukçu, British Museum’da sergilenen "Knidos Aslanı" ve "Knidos Demeteri" heykellerini geri almak istediklerini ve bu amaçla Kültür ve Turizm Bakanlığına başvuracaklarını belirterek, "İki heykelin aynı ölçülerdeki mermerden kopyalarını yaptırdık. Amacımız, bu heykellerin Datça’da yapıldığını ve bu eserlerin İngiltere’ye kaçırılarak orada sergilendiği bilgisini insanların hafızasında diri tutmak" dedi.

 

Datça’da yapılmış Knidos Aslanı, Knidos Demeteri ve Knidos Afroditi adıyla bilinen üç heykel olduğunun bilindiğini, Afrodit heykelinin halen kayıp olduğunu Knidos Aslanı ve Knidos Demeteri heykellerinin ise İngiltere’ye kaçırıldığını hatırlatan Karakullukçu, "Uğraşırsak heykelleri geri alabiliriz. Bununla ilgili sivil toplum örgütlerinin bir çalışması var. Bu çalışmalara belediye olarak destek veriyoruz. Sivil toplum kuruluşlarının başlattığı imza kampanyası tamamlandığı zaman Kültür ve Turizm Bakanlığına resmi olarak müracaat edeceğiz." diye konuştu.

Profesyonel Turist Rehberi ve Datça Belediyesi Kültür Birimi Görevlisi Osman Akın, kopyaları Datça Kent Parkı’na dikilen heykellerin orijinalleri hakkında şunları söyledi: "8 ton ağırlığında olduğu belirlenen aslan heykelin tarihçesi MÖ 2 bin yılına kadar dayanıyor. Amiral Conon (Kimmeryalı Conan) yönetiminde büyük bir deniz savaşını kazanan Knidoslular, zaferin anısına bu heykeli yaptırıyorlar. Heykel şehrin yaklaşık bir buçuk kilometre doğusundaki bir tepeye dikiliyor. Heykelin özelliği, açıktan geçen bütün gemilerin görebileceği şekilde tasarlanmış olması. Yüzündeki ifade, göz çukurları ve aslanın duruşu gibi özellikler güneş ışıklarının açısına göre uzaktan bakıldığında daha güzel bir anlam kazanıyor.

 

Heykel, 1855 yılında İngiliz Subay-Arkeolog Sir Charles Newton tarafından bir savaş gemisine yüklenerek götürülüyor. Tarihi kaynaklara göre, heykelin kaçırılması diye bir durum tam olarak söz konusu değil. Çünkü maalesef zamanında saraydan alınmış olunan özel bir izinle ve yöre halkının da işçi olarak çalıştırılmasıyla iki buçuk ay gibi bir sürede taşınarak gemiye yüklenebiliyor. Üzerindeki kırıklar da bu yükleme sırasında oluşuyor."

"Bizde bu taşlardan çok var" mantığıyla heykelin götürülmesi için zamanında yazıyla onay verildiğini ileri süren Akın, aslan heykeli gibi Knidos’tan götürülmüş çok eser olduğuna dikkati çekti. Knidos’tan götürülen en önemli parçanın aslan heykeli olduğunu ifade eden Akın, heykelin British Museum gibi çok önemli bir müzenin girişinde ziyaretçilerin karşısına çıkan ilk tarihi eser olmasının bunun bir kanıtı olduğunu vurguladı.

Aslan heykeli gibi Knidos’tan İngiltere’ye götürülmüş olan Demeter heykelinin de değerli olduğunu belirten Akın, "Bu heykeller bu coğrafyaya aittir. Binlerce yıl önce burada yaşayan insanların isteği ve emeğiyle yapılmış eserlerdir. Buraya ait olan heykellerin geri gelmesi gerekir" dedi.

Tarihi kaynaklarda Knidos’ta bir Afrodit heykelinin varlığından bahsedildiğini kaydeden Akın, bugüne kadar binlerce Afrodit heykeli yapıldığını ancak Knidos’un yetiştirdiği çok değerli heykeltıraş Praksiteles tarafından yapılan "Çıplak Afrodit" heykelinin o döneme kadar yapılmış en değerlisi olduğunu kaydetti. Akın, kayıp Afrodit heykeliyle ilgili olarak tarihi kaynaklarda şu bilgilerin yer aldığını söyledi: "İlk defa bereket tanrıçası olan Afrodit’in çıplak heykeli yapılıyor.

Şehrin zenginleşmesine yardımcı olduğuna inanılıyor. Bunun üzerine şehrin tepesindeki bir noktaya Afrodit tapınağı yapılıyor. Bu heykel de tapınağın ortasına dikiliyor ve kutsal bir mekan haline dönüştürülüyor. Depremlerin ardından kentin terk edilmesiyle heykel kayboluyor. Bazı tarihçilere göre bu heykel yerinden alınarak Roma Dönemi’nde İstanbul’a götürülüyor ve çıkan bir yangında yok oluyor. Bazı tarihçiler ise heykelin hala Knidos içerisinde olduğunu söylüyor. 1960’lı yıllardaki kazılarda heykele ait olduğuna inanılan bir elin bulduğu söylendi. Ancak, bu parçanın da şu an nerede olduğu bilinmiyor."

Muğla Kent Haber, 22.10.2008



MAINZ ÜNİVERSİTESİ'NDEN ARKEOLOGLAR ZİYARETTEPE'DE BİR SARAY BULDULAR

 

     

 

Ziyaret Tepe’de, Mainz Üniversitesi’nden Dr. Dirk Wicke başkanlığında uluslararası bir kurtarma kazısı sırasında MÖ 900-700 arasında tarihlenen bir Geç Asur saray kalıntısı bulundu. Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan bu sahada ortaya çıkan ilk buluntular olağanüstü. 

 

Bu yerleşimin kazıları iki yıldır Mainz, Johannes Gutenberg Ğniversitesi tarafından finanse edilmekte ve Akron (Ohio, ABD), Cambridge, Münih ve İstanbul üniversitelerinden uzmanların katıldığı uluslararası bir ekip tarafından yürütülmekte. Projenin üç yıl daha sürmesi planlanıyor. 

 

Yukarı Dicle Bölgesi ikinci bin yılda Asur yönetimi altına girmişti. Bölgenin başşehri, Ziyaret Tepe olduğu tahmin edilen “Tuschan” dı. Assurnasirpal II’nin yazıtlarına göre, Tuschan’daki valilik sarayının inşasına MÖ 882'de başlandığı biliniyor. Ziyaret Tepe’de kazıların yoğunlaştığı alan, bahsedilen bu sarayın da yer aldığı düşünülen akropol. Şimdiden birçok özel yerleşim ve büyük bir iç avlu açığa çıkarıldı. Buluntular arasında duvar resimleri ve seyyar bir fırın aracına ait ekipmanlar var. Kanalizasyon şebekesi ve mermer döşeli banyolar ise yaşam standardının en önemli delilleri. 

 

Tüm bu buluntular dışında, bu yılın önemli bir başka buluntusu ise avludaki taş döşemenin altında ele geçen yirmiden fazla bronz kap oldu. Dövülmüş levha bronzdan imal edilmiş bu eserlerin arasında bardaklar, şarap sürahileri, yemek kapları mevcut. Restorasyondan sonra eserlerin üzerindeki süslemelerin açığa çıkacağı düşünülüyor. 

 

Petra Giegerich, Johannes Gutenberg-Universität Mainz, 21.10.2008


Nano-Yorum:
Parasını Almanların verdiği bir barajın suları altında kalacak olan eski eserleri kurtarmak için gereken parayı da Almanların veriyor olması ne tür bir şaka ya da paradoks olmalı? (Ali Yamaç)

HANGİSİ LEONARDO DA VINCI OLABİLİR?

 

 

Da Vinci’nin yaptığı portreler arasından hangisinin kendine ait olduğu merak konusu. Yeni bulgulara göre, farklı dönemlerde yapılan üç portre, sanatçının dış görünüşüne dair fikir veriyor.

Rönesans döneminin en önemli ressamlarından Leonardo da Vinci, paha biçilemez eserleriyle günümüze kadar adını ulaştırsa da kendisine ait bir portrenin bulunmaması nasıl bir görünümü olduğu konusunda tahminlere hatta araştırmalara neden oluyor. 

 

Otuz yılı aşkın bir süredir çeşitli yayınlar için portre çizen Siegfried Woldhek, Leonardo da Vinci’nin herkesin üzerinde hemfikir olduğu bir portresine ulaşmak için, ressama ait 700’den fazla çizim ve tablo üzerinde yaptığı çalışma sonucunda üç muhtemel portreye ulaştı. Birçok araştırmacı Leonardo da Vinci’nin tablolarında kendisini çizmediği görüşünde birleşse de Siegfried Woldhek belki de çizmiştir ihtimalini değerlendirerek ressamın tablolarını incelemeye başladı. Leonardo da Vinci’nin 700 eseri içinde 120 erkek portresi bulunduğunu ve bu portreler üzerinde yaptığı incelemeyle sonuca ulaşmaya çalıştığını söyleyen araştırmacı her aşamada birbirinden farklı eleme yöntemleri kullanıyor. Gerçek bir otoportrede yüzün tamamen ya da dörtte üçünün görünmesi gerektiğini belirten Siegfried Woldhek, 120 portre arasında bu koşullara uyan 55 erkek portresi bulduğunu ve bu 55 portre arasında da ayrıntılı çizimleri içeren ama profilden olmayan tabloları ayırdıktan sonra 15 uygun tabloya ulaştığını söyledi. Siegfried Woldhek son aşamada ise Leonardo da Vinci’nin yaşadığı dönemde yakışıklı bir erkek olarak tanımlanmasından yola çıktı ve 15 erkek portresi arasında ‘yakışıklılık’ açısından bir değerlendirme yaparak Leonardo da Vinci’nin kriterlerine uyabilecek üç tabloya ulaştığını söyledi. Bu üç tablodan biri olan Torino Portresi zaten birçok kişi tarafından ressamın kendi portresi. Fakat Siegfried Woldhek Torino Portresi’nin yanına Leonardo’nun 1485 yılları civarında yaptığı Bir Müzisyenin Portresi’ni ve 1490’lı yıllarda yaptığı Vitruvius Adamı’nı ekledi.

 

Kendisinin bir sanat tarihçisi olmadığını ama portrelerden iyi anladığını söyleyen Siegfried Woldhek, bu üç portrede de ortak bazı noktalar bulunduğunu söylüyor. Tümünde ortak olan belirgin özellikleri ise şöyle sıralıyor: Geniş bir alın, yüksek bir burun ve küçük bir ağız gibi. Bununla birlikte Leonardo’nun bu portleri yaptığı zamanki yaşıyla, portelerdeki kişilerin yaşları birbiriyle örtüşüyor.

Taraf, 21.10.2008

TURİSTLER SİDE ANTİK KENTE DAHA RAHAT GİDECEK

 

Side Antik Kent'te Roma dönemine ait Sütunlu Cadde batı portiğinde kazı, restorasyon ve konservasyon çalışmaları başladı.

 

Side Müzesi gözetiminde 10 arkeolog, mimar ve restoratörün 4 ay Sütunlu Cadde batı ve doğu portiğinde çalışma yapacağı belirtildi. Side Belediyesi Kültür Müdürü Metin Caz, batı ve doğu yolunun bitmesiyle turistlerin Piskopos Sarayı ve Bazilikası'ndan şehir merkezine rahat bir şekilde giriş yapabileceğini söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yolda kazı çalışmasını 2000 yılında başlattığını belirten Caz, ödenek yetersizliğinden 2003 yılında ara verildiğini ifade etti. Batı portik yolunun yapımı için Antalya İl Özel İdare bütçesinden 250 bin YTL ödenek ayrıldığını aktaran Caz, "Çalışmalar bitince yol üzerindeki Roma, Bizans dönemine ait mozaikler de korunmuş olacak." dedi. 7 yıldır Side'de yaşayan Norveçli mimar Cathrine Gabriela, portikli yol yapıldığında geçişlerde turistlerin ayaklarının çamur ve tozdan kurtulmuş olacağını kaydetti.

Zaman, Haber: Abdurrahman Büyükkeskin, 21.10.2008

TÜRKİYE'NİN İLK VE TEK FOSİL MÜZESİ





Sahip olduğu fosil eserlerin zenginliğiyle dikkati çeken Türkiye'nin ilk ve tek fosil müzesi olan Çankırı Müzesi, meraklılarının ziyaretini bekliyor. 

 

Özel bir teşhir düzeniyle 1972 yılında hizmete açılan Çankırı Müzesi'nde, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Paleoantropoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Ayla Sevim başkanlığında Çorakyerler Fosil Yatağı'nda sürdürülen kazılardan çıkarılan geç miyosen (Günümüzden 23,7-5,3 milyon yıl önceki süreyi kapsayan dönem) döneme ait omurgalı hayvan fosilleriyle birlikte müzede, 2 bin 227 arkeolojik, bin 236 da etnografik eser yer alıyor. 

 

Dünyada alanında önemli bir lokalite olarak kabul edilen Çorakyerler Omurgalı Fosil Yatağı'nda 11 yıldır süren kazıların ardından çıkartılan omurgalı fosillerin bazıları, hortumlular, et yiyiciler, gergedangiller, atgiller, zürafagiller, öküzgiller ve "hominoid" denilen kuyruksuz büyük maymunlar. 

 

Müze yetkilileri, eserler arasında ziyaretçilerin en çok ilgisini et yiyiciler familyasındaki kılıç dişli kaplanın çektiğini belirterek, eserleri görmeye yurt dışından da meraklıların geldiğini söylediler. 

 

Çankırı Valisi Ali Haydar Öner, AA Muhabirine yaptığı açıklamada, Çankırı Müzesi'nin içeriğiyle sadece Anadolu tarihi hakkından değil, dünya tarihi hakkında bilgilendirici olduğunu söyledi. 

Müzenin sahip olduğu yaklaşık 8 milyon yıllık fosiller ile Türkiye'nin ilk ve tek fosil müzesi olduğunu belirten Öner, şunları kaydetti: 

"Müzenin bunca özelliğine rağmen sergilenme imkanı açısından henüz arzulanan boyutta değil. Müzenin daha iyi bir ortamda hizmet verebilmesi için yeni bir arsa belirledik. Bu arsaya yeni bir bina yapmayı düşünüyoruz. Eğer burası olmazsa tarihi özelliği olan eski binalardan birini düzenleyerek müzemizi buraya taşıyacağız." 

 

Tarih meraklılarına Çankırı Müzesi'ni görmelerini tavsiye eden Öner,"Müzemizi ziyaret edenler tarih öncesi dönemlere yolculuk ediyor. Ziyaretçilerimiz Türkiye'nin başka bir yerinde göremeyecekleri fosil eserleri sadece burada görebilirler. Müzeyi ziyarete gelenler Çankırı'nın doğa güzellikleri ile halkının konukseverliğini de görecektir" dedi.

Cnn Türk, 21.10.2008

KAÇAK TARİHİ ESERLERİN TANITIM CD'SİNİ YAPMIŞLAR

 

Denizli'nin Buldan İlçesi'nde iki kişinin, satacakları tarihi eserler için tanıtım CD'si yaptığı belirlendi.

 

İlçeye bağlı Yeniçam Köyü'nde tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddia edilen M.Y. ve A.T., jandarma tarafından takibe alındı. Şahısların ev ve eklentilerinde yapılan aramalarda Roma dönemine ait iki mermer sütun, kandil parçası, üç cam kase parçası, dedektör ve tanıtım CD'si ele geçirildi. Gözaltına alınan zanlılar, ifadelerinden sonra serbest bırakıldı. Diğer bir operasyon ise merkeze bağlı Bağbaşı beldesinde düzenlendi. A.A., E.Ö. ve A.R.Ö.'nün, ellerinde bulunan tarihi eserleri satmak için müşteri aradığı bilgisi üzerine harekete geçen jandarma, şahısların kullandığı arabayı Denizli-Antalya karayolu üzerinde durdurarak arama yaptı. Aramada Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait sekiz sikke, iki bilezik, iki çan, kahve tavası, fes tepeliği, boyun kısığı ve bakır tas bulundu. Gözaltına alınan E.Ö. ve A.R.Ö., ifadeleri alınarak serbest bırakıldı. A.A. ise mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Zaman, Haber: Mehmet Yatkın, 21.10.2008

HANLAR BÖLGESİ İÇİN ÜÇ AYRI PROJE HAZIRLANIYOR

 

Bursa'daki Hanlar Bölgesi'nin gün yüzüne çıkarılması için üç ayrı proje hazırlanacağını kaydeden Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, kurulacak değerlendirme komitesiyle en uygun projenin uygulanacağını söyledi.

Gemlik Taşıyıcılar Kooperatifi ile Bursa Terziler Odası'nın yönetim kurulu üyeleri, Başkan Hikmet Şahin'i belediye binasında ziyaret etti. Şahin, ziyarette yaptığı açıklamada, Hanlar Bölgesi hakkında bilgi verdi. Halen konuyla ilgili üç ayrı proje çalışması yapıldığını, bunların kurulacak değerlendirme komitesiyle en uygun olanının belirleneceğini anlatan Şahin, "Bursa'mız için daha güzel işler yapabilmek adına, tek başımıza değil ortak akılla yola çıkıyoruz. Amacımız, hanların ve tarihin önünü açarak, hak sahiplerini mağdur etmeden tarihle bugünü buluşturmaktır." dedi. Bursa'da yaşayanlara hizmet etmenin büyük onur olduğunu ifade eden Başkan Şahin, "Biz, bu milletin efendiliğine değil, hizmetkarlığına soyunduk. Hep birlikte güzel işler yapmaya çabalıyoruz. Önemli olan yaptıklarımızla arkamızda iz bırakmaktır." şeklinde konuştu.

Zaman, 21.10.2008

İZMİR AGORASI'NDA ÇALIŞMALAR SÜRÜYOR





"Kent merkezinde dünyanın en büyük antik agorası (antik Yunan kentlerinde, şehirle ilgili, politik, dini, ticari her türlü faaliyetin gerçekleştiği, tüm kamu binalarının etrafında sıralandığı halka ait geniş açık alan)" kabul edilen tarihi İzmir Agorası'nda kamulaştırma ve yıkım çalışmaları devam ediyor. 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamada, Belediye'nin tarihi İzmir Agorası'nda sürdürdüğü çalışmalarda önemli bir dönemece girildiği belirtildi. 

 

Bir yandan arkeolojik kazılar sürerken diğer yandan İkiçeşmelik Caddesi'nden geçenlerin, Agora'daki tarihi kemer ve sütunları görebileceği şekilde kamulaştırma ve yıkımların devam ettiği bildirilen açıklamada, bölgedeki eski ve metruk yapıların yıkılarak kazı alanının genişletilmesiyle, Agora'nın kentle buluşmasında çok büyük bir adım atılmış olacağı bildirildi. 

 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Agora ve Çevresi Koruma, Geliştirme ve Yaşatma Projesi kapsamında bir yandan İzmir Agorası'nda süren arkeolojik kazılara destek verdiklerini, diğer yandan tarihi kalıntılar üzerinde kamulaştırdıkları yapıları yıkarak, kazı alanının genişlemesinin önündeki engelleri ortadan kaldırdıklarını belirtti. 

 

Agora'nın İkiçeşmelik ile bütünleşmesinin önemine işaret eden Kocaoğlu, 1. derecede arkeolojik sit bölgesinde bulunan yapıların kamulaştırma ve yıkımlarının devam edeceğini, böylece Agora ve çevresinin Arkeoloji ve Tarih Parkı olarak düzenlenmesinin önünün tamamen açılacağını kaydetti. 

Çalışmalar tamamladığında, tarihi aksın kentle bütünleştirilmiş olacağını bildiren Kocaoğlu, yapılan çalışmaların 8 bin 500 yıllık geçmişi olan İzmir'in kültürel ve arkeolojik değerlerini ortaya çıkarmak açısından son derece önemli olduğunu belirtti. 

 

Bugüne dek neler yapıldı? 

İlk kamulaştırmalarına 1997'de başlanan, ilk yıkımı ise 2005'te yapılan Agora için İzmir Büyükşehir Belediyesince bugüne kadar 19.3 milyon YTL harcandı. 

 

Bölgedeki 87 parsel için kamulaştırma kararı alınırken, 49 parselin tam kamulaştırılması yapıldı ve 47 bina yıkıldı. Son binaların da yıkılmasıyla Agora-İkiçeşmelik arası açılmaya başladı. 

Yapılacak yıkımlarla kısa sürede Agora'daki tarihi sütunlar ve kemerler, ana yoldan görülebilecek hale gelecek. 

 

Agora'nın İkiçeşmelik Caddesi ile buluşması hem ziyaretçiler açısından avantajlı olacak hem de kazı yapılacak alan daha da genişleyerek bugüne kadar toprağın altında bekleyen eserler çıkarılabilecek. 

 

Büyükşehir Belediyesi, tarihi Agora'da 16 bin 853 metrekare kamulaştırılacak alandan bugüne kadar 12 bin 695 metrekaresini kamulaştırdı. 

 

Diğer bölümler için yasal süreç devam ediyor.

Cnn Türk, 21.10.2008

DÖRTYOL'UN TARİHİ YAPILARI TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Hatay'ın Dörtyol İlçesi'nde, Mimar Sinan tarafından yaptırılan Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi başta olmak üzere birçok tarihi yapı turizme kazandırılacak. Payas Belediyesi'nce yürütülen proje kapsamında, İtalya ve Almanya'dan bir heyet incelemelerde bulunmak üzere ilçeye geldi.

 

Payas Külliyesi'nde, Payas Belediye Başkanı Bekir Altan, İtalya'dan Domenico Belli, Guisseppe Fiorini, Almanya'dan Martina Müler, Schwein Britta Kremke ve Katherina Lawrenz'in de katıldığı toplantı düzenlendi. Toplantıda konuşan Martina Müller, ülkelerin kültür zenginliğini oluşturan tarihi mirasları turizme kazandırmayı hedeflediklerini söyledi.

 

İtalya Dominico Belli ise, "Almanya ve İtalya'da ortaklarımız Türk ortakları kadar potansiyele sahip olmamasına rağmen daha fazla turizm kapasitesine sahip. Aradaki ana fark yabancı ortaklarımızın şehir pazarlama çalışmalarının mevcut olması ve profesyonellikleridir." ifadesini kullandı. Düzenlenen toplantıda, projenin ilerlemesi için neler yapılabilmesi noktasında görüş alış verişinde bulunuldu. Ortaklar arasında eşleştirme anlaşmalarının imzalanması, kale turizmi ağının ortaya konması, karşılıklı tanıtım merkezlerinin kurulması, turizm firmalarıyla cazibe artırma toplantılarının yapılması ve görünürlük faaliyetleri ele alındı.

 

Osmanlı mimarisinin Türkiye'de ayakta kalan en önemli yapılarından biri olan Payas Kalesi'yle, külliye, hamam ve camiyi gezen Avrupalı proje yetkilileri, gördükleri tarihi eserler karşısında hayretlerini gizleyemedi.

 

Toplantı sonrası açıklamalarda bulunan Payas Belediye Başkanı Altan, "Beldemiz, buram buram tarih kokan, ipek yolu üzerinde bulunan bir mekan. Böylesi tarihi yerleri turizme kazandırmak ve dünyaya tanıtmak için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz." dedi. Heyet, Hatay, Ceyhan ve Yumurtalık'ta bulunan kale ve kervansarayları da gezecek.

Zaman, 21.10.2008

TARİHİ KAVAFLAR ÇARŞISI RESTORE EDİLECEK

 

İzmir'in tarihi çarşılarından Kavaflar, aslına uygun olarak restore edilecek.

Konak Belediyesi, Fevzipaşa Bulvarı üzerinde bulunan ve 1929 yılında inşa edilen Kavaflar Çarşısı'nı eski günlerine döndürecek. İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1981 yılında tescillenen çarşının restorasyonu önümüzdeki günlerde başlayacak.

Kavaflar esnafıyla bir araya gelen Konak Belediye Başkanı Ali Muzaffer Tunçağ, yenileme çalışmalarının çok kısa sürede tamamlanacağını söyledi. Çarşı esnafının isteklerini ve sıkıntılarını dinleyen Başkan Tunçağ, restorasyon tamamlanana kadar her hafta buluşacaklarını belirtti. Projelerin tamamlanmasının ardından İzmir İl Özel İdaresi fonuna başvurduklarını kaydeden Başkan Tunçağ, ödeneğin yüzde 80'inin buradan karşılanacağını hatırlattı. Restorasyonun 2009 Mart ayında tamamlanacağını belirten Tunçağ, "Çarşı ayakta kalmayı başarmış, fakat ihtiyaca göre çeşitli eklentiler yapıldığı için orijinalliğini kaybetmiş. Bu yüzden tarihi yapıyı gelecek nesillere de aktarmak için çarşının restorasyon projesini hazırlayarak ihale sürecini tamamladık. Baştan aşağıya çehresini değiştirecek çalışmaların ardından çarşıya canlılık gelecek" dedi.

Çatı onarımıyla başlanacak Kavaflar Çarşısı restorasyonunda sıvalar yenilenecek, eklentiler kaldırılacak, cepheler aslına uygun şekilde boyanacak, kepenkler ve balkon korkulukları yapılacak, zemin özel desenli karoyla kaplanacak, reklam tabelaları aslına uygun olarak yenilenecek, klima dış üniteleri çatıya yerleştirilecek, elektrik ve telefon kabloları yenilenecek.

Haber Ekspres, 21.10.2008

ŞAPİNUVA'DA TARİH BEREKETİ





Çorum'un Ortaköy İlçesi'ndeki Şapinuva ören yerlerinde sürdürülen kazı çalışmalarında, 200'ye yakın tarihi eserin gün ışığına çıkarıldığı bildirildi. 

 

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Hititoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Aygül Süel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığının izni ile Ankara Üniversitesi tarafından Şapinuva Ören Yeri'nde yapılan kazı çalışmalarının, 18 yıldır devam ettiğini söyledi. 

 

Temmuz ayında başladıkları 2008 yılı kazı çalışmalarını tamamladıklarını belirten Prof.Dr. Süel, 50 kişilik ekiple sürdürülen çalışmaların ağırlıklı olarak Ağılönü ve Tepeler Arası mevkisinde bulunan "A Binası"nda devam ettiğini kaydetti. 

 

Kazılarla bölgede Hitit kültür ve medeniyetiyle ilgili önemli tarihi eserlerin gün ışığına çıkarıldığını bildiren Prof.Dr. Süel, "2008 kazı sezonunu kapattık. Bu dönemdeki çalışmalarımızda 200'e yakın eseri gün ışığına çıkardık. Arasında çok sayıda çivi yazılı tablet, mühür baskıları, seramik ve bronz eşyaların mevcut olduğunu eserlerin tümünü Çorum Müzesi'ne teslim ettik" dedi.

 

Prof.Dr. Süel, bölgede devam eden kazı çalışmalarında Hititlerin yeraltı ve gökyüzü tanrılarına yakarış amacıyla düzenledikleri törenlerin yapıldığı, Anadolu'nun en büyük anıtsal yapılarından biri olan "Ağılönü Kutsal Alanı"nın gün yüzüne çıkarıldığını belirtti. 

 

Hititlerin dinsel amaçlı olarak kullandığı tahmin edilen geniş taş döşeli alanın tamamen ortaya çıktığını ifade eden Prof.Dr. Süel, bilim dünyasında merak uyandıran mimari yapıyla ilgili araştırmaların sürdüğünü söyledi. 

 

Kazı Başkanı Prof.Dr. Süel, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çorum Valiliğinin destekleriyle bölgede yapılan restorasyon ve çevre düzenleme çalışmalarının da tamamlandığını bildirerek, şöyle devam etti: 

"Yapılan çevre düzenlemesi, en az yaptığımız arkeolojik kazılar kadar önemliydi. Kazı alanında yapılan yürüyüş ve bağlantı yolları, otopark, seyyar tuvalet ve kulübe gerek bölgeye gelecek olan ziyaretçiler gerekse bizim açımızdan çok iyi oldu." 

 

Şapinuva'nın, tıpkı Hattuşa gibi Hititlerin başkentlerinden birisi olduğunu kaydeden Prof.Dr. Süel, dönemin en önemli idari ve dini merkezlerinden olan ören yerinde bugüne kadar 4 bin civarında çivi yazılı Hitit tableti çıkarıldığını bildirdi.

Cnn Türk, 21.10.2008

110 YILDIR KAYIP YAZIT BULUNDU 





Hadrianoupolis kazılarının bu yılki bölümünde, 1800'lü yıllarda Fransız gezgin G. Mendel tarafından gün yüzüne çıkarılan, ancak 110 yıl önce kaybolan Kleopatra yazıtının yeniden bulunduğu bildirildi. 

 

Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Hadrianoupolis-Eskipazar Arkeolojik Kazısı Başkanı Doç.Dr. Ergün Laflı, Karabük'ün Eskipazar İlçesindeki Hadrianoupolis Ören Yeri'nin, antik çağda Batı Karadeniz Bölgesi'nin en büyük kentlerden biri olduğunu belirtti. 

 

Kentin en parlak döneminin MÖ 6'ncı yüzyıl ve nüfusunun 30 bin civarında olduğunu kaydeden Doç.Dr. Laflı, Hadrianoupolis'in Geç Roma - Erken Bizans dönemi Anadolu'sunda, İç Anadolu'yu Batı Karadeniz'e bağlayan bir noktada kurulduğunu anlattı. 

 

Hadrianoupolis kazısının şu anda, "tüm Karadeniz kıyısında tek Bakanlar Kurulu kararıyla izin alınmış klasik arkeolojik içerikli Türk kazısı" olduğunu kaydeden Doç.Dr. Ergün Laflı, 2005 yılından beri kentte sürdürdükleri araştırmada, 25'e yakın yapı tespit ettiklerini, 8'inde kazı yapıldığını söyledi.

 

Doç.Dr. Laflı, şu bilgiyi verdi: 

"Hadrianoupolis, en çok MÖ 6-7. yüz yıllara ait mozaiğin bulunan yer konumuna gelmiştir. Kentte, arkeolojik yapılar ve buluntular çok iyi derecede korunmuştur. Bu kentte hamam, tiyatro gibi kamu yapılarının, kilise gibi dini yapıların yanında, o dönem insanının günlük yaşamını geçirdiği konut mimarisi örneklerine de rastlanmıştır. Bu yıl çalışmalarımızda ağırlığı keşfedilen mozaiklerin daha ayrıntılı belgelenmeleri, konserve ve restore edilmelerine

verdik."

 

Doç.Dr. Laflı, bu yılki kazıların 1 Kasım'da sona ereceğini vurguladı. 

 

Bahçepınar Mahallesi, Vakıf Sokak 65 numaralı evin önünde, yol düzenleme çalışmaları sırasında bir mezar taşıyla MÖ 2-3. yüzyıllara ait, eski Yunan dilinde 9 satır olarak kazınmış bir yazıt bulduklarını, yazıtta "Kleopatra"dan bahsedildiğini kaydeden Doç.Dr. Laflı, şunları söyledi: 

"1800'lü yılların sonunda Fransız gezgin G. Mendel tarafından bulunmuş olan, ancak yaklaşık 110 yıldır kayıp bu yazıtın tekrar keşfedilmesi bilim dünyası için heyecan verici bir olaydır. 

Hadrianoupolis'te Amasra Müzesi uzmanları tarafından yürütülen kazıdaysa MÖ 4. ve 5. yüz yıllara ait 6 adet çeşitli tipte mezar bulunmuştur. Bu alan Kazı Başkanlığı önerisiyle Karabük Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından derhal I. Derece Arkeolojik sit olarak ilan edilmiştir."

Cnn Türk, 21.10.2008

PERSEPOLIS'TE İTALYAN-İRAN ORTAK KAZISI

 

 

Persepolis yakınlarında İtalyan ve İranlı arkeologların ortak kazısı ile bu antik şehrin mimarisine ilişkin daha fazla bilgi bulunmaya çalışılıyor. Bologna Üniversitesi’nden prof. Pierfrancesco Callieri ile Parsa ve Pasargadae Araştırma Vakfı’ndan (PPRF) Ali Rıza Asgari’nin eşbaşkan oldukları kazı, daha önce yapılan jeofizik araştırmalarının sonuçları dikkate alınarak belirlenen noktalarda Eylül ayı sonlarında başladı.

 

Prof. Callieri, geçmiş birkaç yıl boyunca Pasargadae’de Tall-e Takht Kalesi’nde ve Bolaghi Vadisinde kazılar sürdürmüştü. 

 

İlk olarak 1910 yılında Amerikalı arkeolog Ernest Hertzfelt tarafından kazılan Persepolis, 1979 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine kabul edilmişti. PPRF, UNESCO’nun Persepolis listesine eklenmek üzere civar yerleşimleri de içeren geniş bir envanter üzerinde çalışıyor. Bu çalışmanın bir parçası olarak uzmanlar, civarda bulunan Nakş-ı Recep, Nakş-ı Rustem, Rahmad Tepe ve Sasani şehri Istakhr gibi birçok yerleşimde incelemeler yapıyorlar. Son çalışmalar Persepolis’in tahmin edilenden çok daha büyük bir yerleşim olduğunu gösteriyor. Örneğin Rahmadabad Tepe’de denilen Rahmad Tepe’de Akhamenid ve Sasani prens ve yöneticilerinin mezarları bulunuyor. Estakhr şehri de bu tepenin eteklerinde kurulu.
Nakş-ı Recep ile Nakş-ı Rustem ise Persepolis’ten 6 km uzaklıkta.

Tehran Times, 20.10.2008

TAŞ DEVRİ İNSANI BİLE UYUŞTURUCU BAĞIMLISIYMIŞ

 

Eski çağlarda uyuşturucu kullanıldığını tahmin eden, ancak kanıt bulamayan uzmanlar, şimdi uyuşturucunun tarih öncesinde kullanıldığı görüşünde. London College"den Quetta Kaye ve Kuzey Carolina Üniversitesinden arkeolog Scott Fitzpatrick, Karayipler adalarından Carriacou"da yaptıkları araştırmada, Güney Amerikalı kabilelere ait seramik kaseler ile esrar dumanını ya da tozunu burundan çekmeye yarayan tüpler buldu.

 

MÖ 100 ila 400 yıllarına ait olduğu tahmin edilen bu malzemenin Karayipler"deki diğer adalara da taşındığı ortaya çıktı. Bilim insanları, bu dönemde kullanılan uyuşturucunun, tropik bir Amerikan ağacı olan "piptadenia peregrina"nın tohumundan yapılan "cohoba" olduğunu tahmin ediyor.

Birgün, 21.10.2008

TARİHE SAYGISIZLIK

 

 

Erzurum'un Tebrizkapı semtinde bulunan ve 1738 yılında yaptırılan Narmanlı Camii, tarihi ihtişamından çok, hemen arkasında bulunan ve adeta çöplüğe dönen kabristanıyla dikkat çekiyor.

 

1738 yılında Narmanlı Hacı Yusuf tarafından yaptırılan Narmanlı Camii'nin hemen arkasında bulunan ve Narmanlı ailesinin fertlerinin defnedildiği mezarlık, bakımsızlık ve ihmal yüzünden viraneye döndü. Caminin banisi olan Hacı Yusuf Narmanlı'nın eşi ve kızlarına ait mezarlıkların bulunduğu alan, civardaki apartmanların pencerelerinden atılan çöpler nedeniyle çirkin bir görüntüye bürünürken, vatandaşlar, tarihi mezarlıkların bulunduğu kabristanın bir an önce elden geçirilmesi çağrısında bulundular.

 

Şehir merkezinde bulunuyor olması nedeniyle Narmanlı Camii'nin devamlı göz önünde bulunduğunu, Çifte Minareli Medrese ve Kale'ye gelen turistlerin, bu tarihi camiyi de gezip görmek istediklerini kaydeden vatandaşlar, "Caminin etrafını gezen turistler, karşılarında çöpler içindeki mezarları görünce neye uğradıklarını şaşırıyorlar. Bilinçsiz insanlar yüzünden kabristan adeta çöplüğe dönmüş" diye konuştular.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile ilgili belediyenin cami etrafında bir düzenlemeye gitmesi gerektiğini dile getiren esnaf ve vatandaşlar, "Mezarlığın içerisinde araba lastiğinden mutfak artıklarına kadar ne ararsanız, var. Böyle bir görüntü Erzurum'a yakışmıyor. Kaldı ki, ölülere saygı açısından da, burada bir düzenleme yapılmalıdır. Mezarların bulunduğu bölgedeki konut sakinleri ise ikaz edilmeli, gerekirse cezalandırılmalıdır" şeklinde konuştular.

 

Narmanlı Camii'ni bu durumda görmek istemediklerini ve yetkililerin bir an önce harekete geçmesini beklediklerini vurgulayan vatandaşlar, "Artık bu görüntülerle karşılaşmak istemiyoruz" dediler.

Erzurum Gazetesi, 21.10.2008

YOL ÇALIŞMALARI SIRASINDA BULUNAN TARİHİ ESERLER SİT KAPSAMINA ALINDI

 

 

Muğla'da bir süre önce yol çalışmaları sırasında ortaya çıkan tarihi eserler sit kapsamına alındı. Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu kararına göre eserlerin bulunduğu yer, 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edildi.

 

Geçtiğimiz aylarda Atatürk Bulvarı ile Abdi İpekçi Caddesi arasında yapılan yol düzenleme çalışmaları sırasında bölgede tarihi eserler ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine çalışmalar durdurulmuş ve kurul, bölgede incelemelere başlamıştı.

 

İlk olarak Muğla Müze Müdürlüğü uzmanları tarafından hazırlanan rapor Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'na verildi. Kurul'un yaptığı inceleme sonucunda bölgede bulunan tarihi eserlerin Helen, Roma ve Bizans dönemleriyle MS 8. yüzyıla ait kaya mezarı, duvar kalıntısı, anıt yapı kalıntısı ve seramik parçaları olduğunu tespit etti. Merkez ilçe çevresinde az sayıda rastlanan bu arkeolojik kalıntılar, 2863 sayılı kanun kapsamında 1. derece sit alanı olarak tescillendi.

haberler.com, 20.10.2008

JAPON ARKEOLOGLAR SURİYE'DE DÜNYANIN EN ESKİ KREMASYON SAHASINI BULDULAR

 

 

Japonya, Tsukuba Üniversitesi’nden arkeologlar kuzeybatı Suriye’de, Tell el-Kerkh kazı alanında 8600 yıllık olduğuna inanılan bir kremasyon alanı bulunduğunu açıkladılar. Daha önce farklı kazılarda 20.000 yıllık yanmış insan kemikleri bulunmuştu. Fakat burası, yakma işleminde kullanılan çömleklerin bulunduğu, bilinen en eski kremasyon alanı. Aynı kazı alanında geçen yıl, 8500 yıla tarihlenen, dünyanın en eski mezarlarından biri bulunmuştu. 

 

Tsukuba Üniversitesi’nden kazı başkanı Prof. Akira Tsuneki bu yıl bulunan kremasyon alanının temizlenmesi için sahada ilave çalışmalar yapıldığını, içlerinde 20si yakılmış, toplam 47 ayrı insana ait kemiklerin bulunduğu, 1m çapında ve 50 ile 80 cm yüksekliklerinde dört küpün çıkarıldığını açıkladı. Bunun dışında, sondaj yapılan iki farklı alanda da yakılmış beş insan kalıntısı bulundu. 

 

Tsuneki, kremasyon için bir tona yakın odun gerektiğini, dolayısıyla bu yerleşimde sosyal statüsü yüksek insanların yakıldığını, diğerlerinin ise gömüldüğüne inandıklarını belirtti. 

 

Tokyo Üniversitesi’nden tarihöncesi arkeoloji profesörü Hiroyuki Sato, Neolitik Dönem’in hiyerarşi ve toplumsal statü farklarının ortaya çıkmaya başladığı bir dönem olduğunu, dolayısıyla bu buluntuların çok önemli olduğunu ve bu yerleşimlerin insanlık tarihinin anlaşılabilmesi açısından büyük önem taşıdığını vurguladı. 

http://mdn.mainichi.jp, 18.10.2008

TARİHİ KALEDE KAZI ÇALIŞMALARI





Artvin'in Şavşat İlçesi'ndeki tarihi kalenin turizme kazandırılması amacıyla başlatılan kazı çalışmalarında 13-19 yüzyıllara ait çok sayıda seramik parçaları ile taştan mancınık güllesi ortaya çıkarıldı.

Kazı Başkanı ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Osman Aytekin, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Yüzüncü Yıl Üniversitesince Şavşat Kalesi'nde başlatılan kazı ve restorasyon çalışmalarının, Yüzüncü Yıl, Atatürk, Gazi, Selçuk, Erciyes ve Dokuz Eylül Üniversitelerinden bilim adamlarından oluşan ekiple yürütüldüğünü belirtti.

Geçen yıl başlatılan kazı çalışmalarının, bu yıl 27 Temmuz-26 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirildiğini ifade eden Aytekin, 2007 yılındaki kazı sezonunda, alan temizliği ve silindirik kulede çalışmaların yürütüldüğünü söyledi.

Aytekin, bu yılki kazı döneminde ise yaklaşık 2 metre daha toprağın boşaltıldığını ve orijinal zeminin bulunduğunu ifade ederek, silindirik kulenin kazısının tümüyle tamamlandığını bildirdi.

Kısmi onarım yapılan kulenin geçici bir çatı ile kaplandığını anlatan Aytekin, ''Böylece 19 metre yüksekliğinde ve 30 metrekare büyüklüğündeki kule, kapı ve penceresinin yenilenmesi sonucu olumsuz iklim koşullarından arındırıldı'' dedi.

Silindirik kulenin yanından başlanmak üzere iki açmada kazı faaliyetinin sürdürüldüğünü ve 1.5 metre derinliğine kadar tabana inildiğini anlatan Aytekin, ''Bir yandan da kule başta olmak üzere kalenin genelinde, mimarlar tarafından plan-rölöve ölçümleri gerçekleştirildi. Geçen yıl ve bu yıl yürütülen kazı çalışmalarında çok sayıda seramik parçaları ile taştan mancınık güllesi ortaya çıkarıldı'' diye konuştu.

Aytekin, bu kazı sezonunda ortaya çıkarılan seramik buluntuların, yapılan analizlere göre, 13-19. yüzyıllara ait, zengin ve kaliteli seramikler olduğunun belgelendiğine işaret ederek, şunları kaydetti:

''Böylece, Şavşat'ın Ortaçağ ve sonrasında çok değişik kültür bölgeleri ile yakın ticari-siyasi ilişkiler geliştirdiği bilimsel verilerle doğrulanmıştır. Bu tür tespitlerin, kazının gelecek dönemlerinde ortaya çıkan verilerle daha da zenginleşeceği ve asıl yargının, kazı tümüyle bitirildikten sonra söylenebileceğini unutmamak gerekmektedir. Çok sayıdaki etütlük seramikler ile taştan mancınık güllesi, Rize Müzesi Müdürlüğüne teslim edilmiştir.''

Aytekin, gelecek kazı sezonlarında daha verimli olunabilmesi için yerel yönetimlerin ilgi ve desteğine ihtiyaç duyduklarını ifade ederek, şöyle konuştu:

''İki yıldır barınma konusunda çeşitli zorluklar çekmekteyiz. Belki de bu alanda en köklü çözüm bir kazı evine sahip olmak. Bunun için de Artvinli iş adamlarımızın sponsorluğuna ihtiyacımız var. Hemşehrilerimizin duyarlılık göstereceği ümidini taşıyorum.

Kazı çalışmasında yaşanan zorluklardan biri de Artvin'de müze olmamasıdır. Şavşat Kalesi kazısında çıkarılan kültür varlıkları mecburen Rize Müzesine teslim edildi. Artvin için hiç de iyi bir durum oluşturmuyor.''

Yapının günümüze ulaşmış olmasının büyük bir şans olduğunu belirten Aytekin, özellikle, bundan sonra kalenin korunmasında, kolluk kuvvetleri ve Şavşatlıların daha özen göstermeleri gerektiğini dile getirdi.

Şavşat Kalesi'ndeki kazının en az 8 yıl daha süreceğini, kazı sonrasında kalenin aslına uygun şekilde restore edilerek ziyarete açılacağını kaydeden Aytekin, restorasyon döneminde çok sayıda kalifiye ustaya ihtiyaç duyulacağı, ancak yörede aşırı göçten dolayı vasıfsız işçi bulmada bile zorlandıklarını kaydetti.

Aytekin, Artvin'de, buna benzer çok sayıda kültür varlığının da kurtarılmayı beklediğini sözlerine ekledi.

Artvin'in Şavşat İlçesi'nde 950 rakımda yüksek bir kayalığın üzerine konumlandırılmış Şavşat Kalesi, ilçe merkezine 3 kilometre uzaklıkta, Artvin-Ardahan yolu güzergahında yer alıyor.
Hazine adına kayıtlı olup sur içi alanı 4 bin metrekare olan, sur duvarları ve kuleleri günümüze kadar daha sağlam durumda ulaşabilen kale, 1987 yılında koruma altına alınmıştı.

İç alanda yıkılmış durumda bir şapel ve ana kayaya oyulmuş sarnıç dikkat çekiyor. Alanın diğer kısmı ise sur duvarlarının içe çökmesi ile oluşan moloz taş yığınlarıyla kaplanmış durumdadır. Oval plana sahip yapının, ne zaman yapıldığı ve terk edildiği konusunda yeterli bilgi bulunmamakla birlikte, kalenin, 17. yüzyılda Osmanlı'ya bağlı ocaklık merkezi olarak kullandığı, Evliya Çelebi'nin Seyahatname adlı eserinde yer alıyor.

Artvin Kent Haber, 20.10.2008

BAŞKENTTE TARİH KAZIYLA GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR





Değişik uygarlıklara beşiklik yapan başkent Ankara'nın önemli merkezlerinden Ulus'taki kazıyla tarih, günışığına çıkarılıyor. 

 

Tüm dünyanın ilgi odağı olan ve Hacıbayram Camii ile yanyana bulunan Augustus Tapınağı'ndaki kazı çalışmasıyla 1930'lu yıllarda kazılan alanların temizlenerek yeniden açığa çıkarılması hedefleniyor. 

 

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdür Vekili Emel Yurttagül'ün başkanlığında gerçekleştirilen çalışmalara, müze uzmanlarından Mehtap Türkmen ve Oğuz Bostancı, Ankara Üniversitesi DTCF Arkeoloji Bölümü öğretim üyeleri Prof.Dr. Coşkun Özgünel, Doç.Dr. Kutalmış Görkay, Doç.Dr. Musa Kadıoğlu, Mühendislik Fakültesi'nden Doç.Dr. Kağan Kadıoğlu, Yrd.Doç.Dr. Selma Kadıoğlu, Ankara Üniversitesi Restorasyon ve Konvervasyon programından Doç.Dr. Selçuk Şener, Doç.Dr. Bekir Eskici ve uzman Ali Akın katılıyor. 

 

Çalışmalara önümüzdeki günlerde Trieste Üniversitesi'nden Prof.Dr. Paula Botteri başkanlığındaki bir heyet de dahil olacak. 

 

Augustus Tapınağı'nda acil müdahale gerektiren hususların daha net belirlenmesi, rölöve (yapının bütün boyutlarını ölçüp biçerek o yapının plan, kesit ve görünüşünü yeniden çıkarma), restitüsyon (değişikliğe uğramış, kısmen yıkılmış ya da yok olmuş yapıların ilk tasarım ya da belirli bir tarihteki durumlarının çizim ve fotoğraflardan yararlanarak anlatımı) ve restorasyon projelerinin daha sağlam temeller üzerinde hayata geçirilebilmesi amacıyla kazı, çevre düzeni, restorasyon ve koruma çalışmalarına ihtiyaç duyuldu. 

 

Bu kapsamda 15 Eylül'de başlayan çalışmalarla 1930'lu yıllarda kazılan alanların temizlenerek yeniden açığa çıkarılması ve yeni arkeolojik veriler ışığında yorumlanması hedefleniyor. 

 

Ayrıca, yapılacak sondaj çalışmaları ile tapınağın duvarlarının oturduğu zeminin statik yapısının çözümlenmesi ve Ulus semtinin bu yüksek noktasında arkeolojik stratigrafinin (bir alan veya bölgedeki kayaların nitelik, kalınlık, istiflenme, yaş ve korelasyon yönlerinden ele alan jeoloji bölümü) kontrol edilmesiyle tarama yapılarak duvar bağlayıcı niteliklerinin ve sorunlarının tespit edilmesi ve proje hazırlanması amaçlanıyor. 

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, 2008 kazı sezonunda Türkiye genelinde 136 bölgede kazı çalışmasının gerçekleştirildiğini söyledi. Bu kazılardan 44'ünün yabancı kazılar olduğunu ifade eden Düzgün, diğerlerinin Türkiye'deki değişik üniversitelerden öğretim üyeleri ve uzmanların katkılarıyla müze müdürlükleri aracılığıyla yürütüldüğünü kaydetti. 

 

Bunlardan birinin de Ankara'nın merkezi yerinde Ulus meydanında bulunan Augustus Tapınağı'nda yürütüldüğüne işaret eden Düzgün, yapılan çalışmaları şöyle aktardı: 

"Augustus Mabedi'ndeki kazı çalışmalarımız da 1 ay önce başladı ve mevsim elverdiği ölçüde yaklaşık 2 ay daha devam edecek. Augustus Mabedi, daha önce pagan tapınağı olarak kullanılmış, daha sonra kilise olarak kullanılmış. Daha sonra da kenarına Hacıbayram Camii'nin yapılmasıyla, Hacıbayram Camii'nin de bulunduğu bir bölge. Bu bölge gerçekten dinlerin hoşgörüsünün ne kadar iyi bir şekilde yaşandığını gösteren bölgelerimizden biri. 

 

Müslümanlar daha sonra burayı fethettikten sonra hem Pagan tapınağını hem daha sonra kilise olarak kullanılan bu tapınağın bölümlerine dokunmamışlar ve hatta duvarlarından birinin üzerine caminin çatısını kondurmak suretiyle beraberce dinlerin hoşgörü içerisinde yaşayabileceğini göstermişler. Burada da Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzemizin başkanlığında, üniversitelerden hocalarımızın katkıları ve danışmanlığında kazılarımız devam ediyor." 

 

Augustus Tapınağı 

Augustus Tapınağı, Galatya bölgesinin MÖ 25 yılında İmparator Augustus tarafından Roma İmparatorluğu topraklarına katılmasından sonra bu yeni Roma eyaletinin yönetim merkezi haline gelen Ankara'da (Ancyra) inşa edildi. 

 

İmparator Augustus ve kentin yerel tanrıçası Roma'ya ithaf edilen tapınağa, Augustus'un ölümünden sonra Romalılar tarafından Latince ve Grekçe olarak kırmızı renkte harflerle Türkçe'de "Ankara Anıtı" olarak bilinen "Res Gestae Divi Augisti" yazdı. 

 

Bilim dünyasına ilk 1553-1555 yıllarında İmparator I. Ferdinand'ın barış müzakereleri için Kanuni Sultan Süleyman'a gönderdiği heyette yer alan Busbeck tarafından tanıtılan ve aynı heyete üye olarak katılan Dernchwan tarafından seyahat dergisinde "tiyatro veya saray" şeklinde tanıtılan tapınakta genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk arkeologları tarafından bilimsel çalışmalara başlandı. 

Dr. Hamit Zübeyir Koşay başkanlığında 1936-38 yılları arasında gerçekleştirilen çalışmalarda tapınağın tüm mimari yapısı ortaya konuldu. 

 

İki bin yıllık geçmişe sahip tapınak, Ekim 2001'de "World Monuments Watch" tarafından dünya kültür mirası olarak kurtarılması gereken ilk 100 anıt arasına alındı.

Cnn Türk, 20.10.2008




HAFTANIN HABERİ



DEFİNECİLERE MÜZEDE TEMİZLİK CEZASI

 

 

Kastamonu'nun İnebolu İlçesi'nde kaçak kazı yaparken yakalanan iki zanlıya, mahkeme tarafından, müze statüsündeki tarihi Türk Ocağı binasını temizleme cezası verildi. Bir süre önce İnebolu'ya bağlı Dibek Köyü'nde kaçak kazı yapan Ergün Eşen (35) ve Burhan Sergin (40), jandarma ekipleri tarafından suçüstü yakalandı. Zanlılar hakkında İnebolu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada, her iki sanığa da 10'ar ay hapis cezası verildi. Mahkeme, sanıkların iyi hallerini dikkate alarak, cezayı kamu hizmetine çevirdi. Kaçak kazı yaparken yakalanan sanıkların, tarihi Türk Ocağı binasında 1 ay süreyle günde 2 saat temizlik yapmalarına hükmedildi. 

 

Ergün Eşen, "Daha önce cezaevine hiç girmedim, girmek de istemem. Mahkemenin takdir etmiş olduğu kamu hizmeti cezasından memnun oldum. Cezamı çekerken, ailemden de kopmamış oldum" dedi. Ergün Eşen'le birlikte aynı davada yargılanan Burhan Sergin (40) ise yapılan tebligata rağmen mahkemenin verdiği kamu hizmeti cezasına razı olmadı.Sergin'in, 7 ay cezaevinde yatacağı belirtildi. Sergin'in arandığı bildirildi.

Yeni Şafak, 20.10.2008


KARS KALESİ İÇİN ACİL ÇÖZÜM GEREK

 

Türkiye'nin en estetik kalesi olan Kars Kalesi, önündeki elektrik direkleri yüzünden ne yazık ki bu estetiğini kaybediyor. 

Tarihi yapısıyla her zaman ön plana çıkan Kars'ın onlarca gezilip görülecek yerlerinin başında gelen Kars Kalesi yerli ve yabancı turistlerin akınına uğruyor. Her açıdan farklı bir güzelliğe sahip Kars Kalesi ziyaretçiler tarafından sık sık fotoğraflanıyor. 

Fakat kaleyi adeta çirkinleştiren elektrik direkleri ne yazık ki bu güzellikleri örtüyor.
Kentin tanınmasında büyük rol oynayan Kars Kalesi'nin etrafındaki direklerin bir an önce kaldırılması ve kablolarının yer altına alınmasını isteyen ziyaretçiler bu çirkin görüntü karşısında adeta çılgına dönüyorlar. Sadece yerli ve yabancı turistlerin değil, vatandaşların bile önünde hatıra fotoğrafı çektirdikleri kalenin bu görüntüden kurtarılması bekleniyor. 

Elektrik direkleri sadece Kars Kalesi'ni değil, civardaki önemli tarihi binaların da önünü tıkıyor. Ebu-l Hasan Harakani Hazretleri Külliyesi ve Kümbet Cami (12 Havariler Kilisesi) bile bu olumsuz görüntülerden nasibini alıyor.

Kars Kent Haber, 20.10.2008

KAYIP ŞEHİR PTEIRA BÜYÜKELÇİLERE TANITILDI

 

Yozgat Valiliği, tarihte kayıp şehir olarak bilinen demir çağı antik kenti Pteria'nın kalıntılarının bulunduğu Kerkenes'i tanıtım programı düzenledi. Tanıtım için Yozgat'a gelen İngiltere, Avustralya ve Kanada'nın Ankara büyükelçileri, çanak anten kullanılarak yapılan güneş ocağında pişirilen yemeklere hayran kaldı.

 

İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Nick Baird, Avustralya'nın Ankara Büyükelçisi Peter Doyle ve Kanada'nın Ankara Büyükelçisi Mark Bailey, Yozgat Müzesi'nde oluşturulan Kerkenes'te bulunan eserlerin sergilendiği teşhir salonu açılışı sonrasında, Sorgun İlçesine geçti. Büyükelçiler, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Bozok Üniversitesi öğrencilerinin de katıldığı tanıtım programı çerçevesinde, İlyas Arslan Sinema ve Kültür Merkezi Salonu'ndaki panele katıldı. Daha sonra demir çağı antik kenti Pteria'nın bulunduğu Şahmuratlı Köyündeki Kerkenes dağına çıkan büyükelçiler ve öğrencilere, kazı ekibi başkanı arkeolog Geoffrey Summers, şehir kalıntıları hakkında ayrıntılı bilgiler verdi. Büyükelçiler ve öğrencilere daha sonra kazı ekibinin köy halkıyla birlikte oluşturduğu "Eko Merkezi" gezdirildi. Merkezde çanak antenlerle yapılan güneş ocaklarında pişirilen yemekler ile köy kadınları tarafından yufka açılarak imal edilen 'Kerkenes Krekeri'nin tanıtımı yapıldı. Büyükelçi ve yakınları, güneş ocaklarında pişirilen güveç, lahana sarması ve köftenin önce tadına baktılar, hoşlarına gidince yemekleri ikinci kez tattı.

Zaman, 20.10.2008

SANAT KRİZE 'GİZLİ DİRENİŞTE'

 

238 sanatçı ve yerli yabancı 64 galerinin katıldığı uluslararası Contemporary İstanbul sanat etkinliği, ekonomik krize inat, 'gizli' sanat koleksiyonerlerinin yaptığı alımlarla umutlu bir hava içinde sona erdi

Ali Güreli ve Emin Mahir Balcıoğlu imzasıyla yapılan etkinlikte, Burhan Doğançay'ın, Maçka Mezat standında sergilenen sekiz parçalık 'Gölge Heykel' isimli, hareketli duvar heykeli serisi, liste fiyatı olan 800 bin dolara, yine adı açıklanmayan bir yerli alıcı tarafından satın alındı. En ucuz eserin 2 bin Euro'dan satışa sunulduğu etkinlikte kimi sanatçıların imzasını taşıyan şu yapıtlar da, Türkiye sanat piyasası için hayli belirleyici denebilecek bazı fiyatlara yeni alıcılarıyla kucaklaştı: Sam Francis: 65 bin Euro - Ömer Uluç: 37 bin Euro - Ergin İnan: 35 bin Euro - Canan Tolon: 25 bin Euro.

Sabah, 20.10.2008

SEKİZ ASIRLIK TAŞ MEDRESE RESTORE EDİLİYOR

 

Konya'nın Akşehir İlçesi'nde bulunan 8 asırlık Taş Medrese, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon projesi kapsamına dahil edildi. Taş Medrese'nin restorasyon çalışmalarının yapılabilmesi için restorasyon ve restitüsyon projelerinin hazırlanması amacıyla Konya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'ne ödenek gönderildi.

 

1250 yılında inşa edilen Taş Medrese, Akşehir Arkeoloji Müzesi olarak kullanılıyor. 1986 yılından beri restorasyon için teşhire kapalı olduğu belirtilen tarihi medresenin restore edilmesi için çalışma başlatıldı. Taş Medrese'nin restorasyon çalışmalarının yapılabilmesi için restorasyon ve restitüsyon projelerinin hazırlanması amacıyla Konya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'ne ödenek gönderildiğini ifade eden Akşehir Arkeoloji Müzesi yetkilileri, projenin en yakın zamanda ihaleye çıkarılacağını bildirdi. Akşehir Belediyesi'ne ait Takasızlar Evi olarak bilinen tarihi binanın da rölöve projelerinin Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandığı bildirildi. Projeler için Tarihi Kentler Birliği'nden 25 bin YTL'lik katkı sağlandığını dile getiren Akşehir Belediyesi yetkilileri, söz konusu projelerin Mimarlar Odası Temsilciliği ile birlikte yapıldığını ifade etti. Sokak Sağlıklaştırma ve Takasızlar Evi Projesi'nin Konya Kültür ve Tabiat Kültür Varlıkları'nı Koruma Bölge Kurulu'nca uygun bulunarak onaylandığını vurgulayan yetkililer, restorasyon projesi ile ilgili çalışmaların devam ettiğini söyledi.

Zaman, 20.10.2008

FREUD'UN BACON TABLOSU İÇİN
14.5 MİLYON YTL

 

Alman asıllı ünlü İngiliz ressam Lucian Freud’un, yakın arkadaşı ressam Francis Bacon’u resmettiği iki resimden biri olan yarım kalmış portre, Christie’s yapılan müzayedede 5,4 milyon pounda (yaklaşık 14.5 milyon YTL) satıldı.

Dünyanın en büyük yaşayan sanatçıları arasında sayılan 85 yaşındaki Freud’un, 20. yüzyılın en önemli İngiliz ressamı olarak kabul edilen Bacon’u 1952 yılında resmettiği diğer portre, 1988’de Berlin’deki bir sergi sırasında çalındı ve bir daha bulunamadı. 85 yaşındaki Freud ile 1992 yılında ölen Francis Bacon, yakın arkadaşlardı.

Hürriyet, 20.10.2008

TARİHİ MEZARLIK TAHRİP OLUYOR

 

 

Bitlis'in Ahlat İlçesi'nde bulunan ve dünyanın en büyük İslam Mezarlığı olarak bilinen Selçuklu Mezarlığı yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Son tespitlere göre 1 ve 12. yüzyıllara ait 8 binin üzerinde mezar taşının bulunduğu Selçuklu Mezarlığı'nda taşlar birer birer yok oluyor. Bitlis'in Ahlat İlçesi Tarihi Kültürel Değerleri ve Tarihi Eserleri Koruma ve Tanıtma Derneği (AHTEK) Başkanı Muzaffer Pirhasanoğlu, müdahale edilmezse Selçuklu Mezarlığı'nın kaybolacağını belirtti. Pirhasanoğlu, “Burada bulunan mezar taşları Orhun Abideleri'nin İslamlaştırılmış şeklidir ve bu yüzden önemlidir” dedi.

Yeni Şafak, 20.10.2008

KAYA EVLERİNİ GÖRMEK İÇİN CANLARINI TEHLİKEYE ATIYORLAR

 

Fotoğraf Altı: Seben'de Frigyalılardan kalan 'kaya evleri', çok sayıda ziyaretçi çekerken, katlara çıkmayı sağlayan merdivenin ayakları civarındaki kayaların çatlak olması, büyük tehlike oluşturuyor.

 

Bolu'nun Seben İlçesi'ndeki Seben kaya evleri, merdiven ayakları ve etrafındaki kayalarda çatlaklar büyümesine rağmen ilgi görüyor.

 

'Kaya evleri'nin cazibesine kapılanlar, tehlikeye aldırış etmeden ziyarette bulunuyor. Seben İlçe Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği, ziyaretin tehlikeli olduğunu belirterek evlere ziyareti yasaklamıştı. Buna rağmen vatandaşlar, kaya evlerinin içerisinde dolaşarak fotoğraf çektiriyor.

 

Seben Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği'nin, kaya evlerinin bulunduğu bölgeye astığı uyarı tabelasında, şöyle deniliyor: "Tarihi kaya evlerinin girişini sağlayan merdiven ayaklarının konulduğu yerdeki ve etrafındaki kayalarda çatlakların oldukça büyümesi sebebiyle her an kaya parçalarının kopma tehlikesiyle karşı karşılaşmak muhtemel olduğundan kaya evlerinin içine girilip gezilmesi hayati tehlike arz etmekte noktasındadır. Bu nedenle kaya evlerine merdivenlerden çıkılarak gezilmesi yasaklanmıştır. Kaya evlerinin uzaktan seyri uygun olacaktır. Bu uyarıya rağmen aykırı hareket edenlerin doğabilecek her türlü sorumluluğu kendine aittir. İdareyi kesinlikle bağlamaz." Seben kaya evlerinin, milattan önce bin 200'lü yıllarda Frigyalılar tarafından düşmana karşı savunma amacıyla yapıldığı sanılıyor. Evlerdeki haç işaretlerinden Roma ve Bizanslılar tarafından da kullanıldığı anlaşılıyor. Kaya evleri, dayanaklılığı zayıf zemin içerisinde yapılmış ve dört katlı. Katlar birbirlerine bacalarla bağlı. Solaklar kaya evlerinin birinci katta bulunan odaların bazıları 1994'teki depremde yıkılmış. Solaklar kaya evlerinin benzeri, Alpagut Köyü, Muslar Mahallesi, Çeltikdere, Karca, Hoçaş ve Kaşbıyıklar köylerinde de bulunuyor.

Zaman, Haber: Cahit Kılıç, 20.10.2008

CENGİZ HAN'IN MEZARINI BULMAK

 

 

Efsaneye göre Cengiz Han, kuzeydoğu Moğolistan’ın bilinmeyen bir yerinde gömülü. Gömüldüğü yer o denli gizliydi ki, cenaze alayını tesadüfen gören herkes olduğu yerde öldürülmüştü. Gömüldükten sonra düz hale getirilen mezarı daha iyi gizlensin diye bir nehrin yatağı değiştirildi ve mezarın üzerinden geçirildi. 

 

Ölümünden yaklaşık 800 yıl sonra bugün Kaliforniya Üniversitesi San Diego Arkeoloji, Sanat ve Mimarlık Disiplinlerarası Araştırma Merkezi (CISA3) uzmanları bu mezarın yerini yepyeni bilimsel yöntemler kullanarak bulabileceklerini düşünüyorlar. Dr. Albert Yu-Min Lin “Ne denli inanılmaz gözükürse gözüksün, Cengiz Han’ın mezarını arıyoruz. Mezarın yeri konusunda da efsaneden öte hiçbir bilgimiz olmadığı için bunu ileri teknoloji kullanarak yapacağız” demekte. Lin ve aralarında CISA 3’ün yöneticisi Prof. Maurizio Seracini’nin de bulunduğu araştırmacılar ekibi, Kaliforniya Telekomünikasyon ve Enformasyon Teknolojileri Enstitüsü’nün (Calit2) de imkanlarını kullanarak mezarın tam yerini bulmak ve herhangi bir kazı yapmadan bölgenin arkeolojik analizini yapmak niyetindeler. 

 

Cengiz Han’ın mezarının Moğolistan’ın Onon Nehri ile, doğduğu yer olan Khentii Aimag yakınlarındaki Khan Khentii dağları arasında olduğu düşünülüyor. Mezarı bulmak için 1990 yılından bu yana bölgede yapılan araştırmalar hiçbir sonuç vermedi.

ScienceDaily, 17.10.2008

DEVLET RESİM VE HEYKELİ MÜZESİ'NİN YENİLENEN BAHÇESİ TÖRENLE AÇILDI

 

Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin yeniden düzenlenen ön bahçesi, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın katıldığı törenle hizmete açıldı. Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nin tarihi ve geçirdiği süreci anlatan sinevizyon gösterisiyle başlayan törende konuşan Bakan Günay, bu düzenlemeyi gecikmeli olarak gerçekleştirdiklerini söyledi.

 

Ankara'da 75-80 yıl öncesinde yapılan Birinci ve İkinci Meclis binaları, Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Etnoğrafya Müzesi, Ziraat Bankası, Halk Bankası, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Palas gibi binaların aynı bölgede bulunduklarını belirten Günay, daha sonraki yıllarda gayri safi milli hasılanın artmasına ve ekonomik gelişme yaşanmasına rağmen binalarda aynı özene rastlanmadığını bildirdi.

 

Cumhuriyet'in 85. kuruluş yıldönümünün kutlama hazırlıkları yapılırken Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak da Ankara için 'küçük armağanlar' planladıklarını, hizmete açılan bahçenin de bunlardan biri olduğunu anlatan Günay, Prof.Dr. Yüksel Öztan'ın 22 yıl önce hazırladığı peyzaj projesinin, yine Öztan'ın danışmanlığında günün ihtiyaçlarına göre revize edilerek hayata geçirildiğini kaydetti.

Günay, konuşmasının ardından proje sahibi Prof.Dr. Öztan'a bakanlık adına bir ödül verdi. Yaklaşık 4 bin metrekarelik bahçeye uygulanan projede, Ankara yöresine ait doğal taşlar kullanıldı. 2 bin 500'ün üzerinde bitki ve ağaç dikilen ve çimlendirme yapılan bahçede bir amfi tiyatro ve bir kafeterya da bulunuyor.

Zaman, 20.10.2008

TARİHİ ESER OPERASYONU DÜZENLENDİ

 

Kahramanmaraş'ta düzenlenen operasyonda 54 adet tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgilere göre, Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, tarihi eserlerin korunmasına yönelik yürüttüğü çalışmalar kapsamında A.K.'yı (27) takibe aldı. Şahsın elinde bulunan tarihi eserleri para karşılığında pazarlamak için müşteri aradığı belirlendi.

Düzenlenen operasyonda, Roma dönemine ait olduğu tespit edilen 43 adet sikke, 2 adet ağırlık, 1 adet baş figürü, 't' şeklinde figür, mühür olduğu değerlendirilen obje, 1 adet yüzük ile 5 adet çeşitli ebat ve şekillerde kolye olmak üzere toplam 54 parça tarihi eseri ele geçirdi.

 

Gözaltına alınan A.K., emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.

Kahramanmaraş Kent Haber, 20.10.2008

MÜZE MÜDÜRÜNE SAHTE ESER SORGUSU

 

Aksaray'da düzenlenen operasyonda gözaltına alınan ve aralarında Aksaray Müze Müdürü Y.K.’nın da bulunduğu 27 kişi için ek gözaltı süresi alındı. Bazı tarihi eserlerin bire bir sahtelerinin yapıldığı belirlenirken, Aksaray Müzesi’ndeki bütün tarihi eserlerin incelenmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan uzman bir ekip istendi. Müzedeki tarihi eserlerin sahteleriyle değiştirildiğinden şüphelenilirken, zanlıların gösterdiği yerlerde yapılan aramalarda yaklaşık bin adet eser daha ele geçirildi. Şahısların sattığı tarihi eserlerin de ele geçirilmesi için çalışmalar sürüyor

Akşam, Haber: Savaş Ulukaya, 19.10.2008

 

 

MÜZE MÜDÜRÜ TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞINDAN TUTUKLANDI

 

Aksaray merkezli, 7 ilde eş zamanlı düzenlenen tarihi eser kaçakçılığı operasyonu kapsamında adliyeye sevk edilen 29 kişiden aralarında Aksaray Müze Müdürü Yücel Kiper'in de bulunduğu 8'i tutuklandı.

 

Aksaray Jandarma Komutanlığınca, 7 ilde tarihi eser kaçakçılığı yapmak için suç örgütü kurdukları iddia eden kişilere yönelik düzenlenen 'Okyanus 4' adlı operasyon kapsamında gözaltına alınan 29 zanlı, dün adliyeye sevk edilmişti. İfadelerinin ardından mahkemeye çıkarılan Aksaray Müze Müdürü Yücel Kiper, Ramazan Karaoğlan, Miktat Çavga, Okan Üçyıldız, Mehmet Bekler, Özay Aydemir, Yusuf Birgin ve Kurtuluş Gedik, tutuklandı. Diğer zanlılar ise yurtdışı yasağı konularak adli kontrole tabi tutulup tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Zaman, 22.10.2008

TURİZME KAZANDIRILIYOR

 

Fotoğraf Altı: Tamamı taş ve balçıkla yapılan yel değirmenlerden Bodrum Yarımadası’nda 16 tepede 80’e yakın bulunuyor.

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi’nin Haremtan Mevkii’ndeki sekiz yel değirmeninden birinin restorasyon çalışmalarına başlandı. Denizaltı Turizm’e ait yel değirmenlerinin restorasyon projesi Muğla Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandı. Mimar Şerife Türk tarafından yürütülecek restorasyona Bodrum Kaymakamlığı da destek verecek. Değirmen, un öğütecek şekilde aslına uygun olarak restore edilecek.

 

Yel değirmeninin 2009’un ilk aylarında turizme kazandırılacağını belirten  Kaymakam Abdullah Kalkan, en az 200 yıllık değirmende yapılan çalışmaları yakından izledi. Diğer değirmen sahiplerinin de restorasyon çalışması için adım atması gerektiğini vurgulayan Kalkan, “Hepsine çağrıda bulunuyorum. Gelin, Bodrum’un en önemli değerlerinden olan değirmenlerimizi turizme kazandıralım” dedi.

Milliyet Ege, Haber: Sezer Şahindaş, 19.10.2008

ABDÜLHAMİD'İN DÜNYASI TOPKAPI'DA

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından, Sultan II. Abdülhamid'in muhteşem arşivinden derlenen ve dünyanın 19 ülkesinin 1800'lü yıllarına tanıklık eden fotoğraf kareleri, yeni bir albüm kitapla ilgililerin dikkatine sunuluyor. Bu albüm-kitap'tan seçilen 80 fotoğraf karesi ise yarın Topkapı Sarayı Müzesi'nde ziyaretçiler ile buluşacak. Toplam 35 bin kareden oluşan Sultan Abdülhamid Arşivi, fotoğraf sanatının fazla bilinmediği yıllarda oluşturulmuş devasa bir arşiv.

 

Dönem fotoğrafçılarını da tanıma imkanı olan sergide, farklı ülkelerin kentlerinden ve insanlarından kareler görülebilecek.

Türkiye Gazetesi, 19.10.2008

TARİHİ MEKANLARDA 'GELİŞİGÜZEL' ETKİNLİKLERE SON

 

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, eşi Gülten ve oğlu İnanç Günay ile, önceki gece Ayasofya Müzesi’nde gerçekleştirilen “Ayasofya” adlı kitabın tanıtım kokteyline katıldı.

Ayasofya Müzesi’ne gelişinde, Müze Müdürü Mustafa Akkaya ve görevlilerce karşılanan Günay, eserler ile müzenin aydınlatılması ve temizliğiyle ilgili bilgi aldı.


Günay, kokteylde yaptığı konuşmada, “Yakın bir gelecekte tarihimize ve toplumumuza karşı ödevlerimizi daha fazla yerine getirecek bir topluluk olarak buluşabileceğimiz umudumu, inancımı içimde hep korumaya çalışıyorum” diyerek, bu mekanların kültür ve sanat etkinliklerinde kullanılmasının dünyanın başka yerlerinde de görüldüğünü, ancak bunun için korunmalarına dair kurallara uyulması gerektiğini söyledi. Bakanlık olarak aldıkları yeni bir kararı da davetlilerle paylaşan Günay, “Aya İrini‘yi de Topkapı’yı da Ayasofya’yı da gelişigüzel etkinliklerin çok renkli salonları olmaktan çıkaracağız. Gelişigüzel etkinliği bu mekanlarda yaparak, prestij kazanmak gibi bir arayışa, kimse kusura bakmasın bundan sonra son vereceğiz” diye konuştu.

Milliyet, 19.10.2008

BİZANS KALINTILARINDA BİR OTEL DAHA YÜKSELİYOR





Sultanahmet’te Bizans kalıntıları üzerinde yükselen Four Seasons Oteli ek bina inşaatının bir benzeri de Four Seasons’a 1 kilometre uzaklıktaki bir başka parselde yükseliyor.


Tarihi Bizans Sarayı’nın kalıntıları üzerine otel yapan Ekrem Sümengen, kalıntılara zarar vermediklerini ve çelik konstrüksiyon kullanarak inşa ettikleri otelin üst katından bile müşterilerin kalıntıları görebileceğini savundu.


Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Eyüp Muhçu, Bizans eserlerine karşı bir tutum sergilendiğini öne sürerek, “inşaatın derhal durdurulması gerektiğini” söyledi.


Cankurtaran Mahallesi, Amiral Tafdil Sokak, 57 numaralı parselde yapımı süren otelin odaları, 1500 yıllık Bizans tarihinin üzerinde yer alacak.


Cankurtaran bölgesinde çok sayıda oteli bulunan Ekrem Sümengen, parsele ilk olarak betonarme bir bina yapmak istediğini, ancak temel kazısı sırasında çıkan kalıntılar nedeniyle inşaatın durduğunu söyledi.


Kazıyı İstanbul Arkeloji Müzeleri Müdürlüğü’nün denetiminde yaptıklarını anlatan Sümengen, “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na gittiğimiz zaman Eminönü’ndeki planlar iptal edilmişti. Planlar onaylanıncaya kadar bekledik. Kurul da bizim teklif ettiğimiz projemizi onayladı. Sekiz yıllık bir gecikme sonrası inşaata başlayabildik” dedi.


Tarihi kalıntılara, inşaat sırasında zarar verilmeyeceğini söyleyen Sümengen, parselde daha önce iki küçük binanın bulunduğunu ve bu binaları da kurul kararıyla yıktıklarını anlattı. Sümengen, kalıntıların Bizans Sarayı’nın temeli olduğunu kaydetti.


Kalıntılar üzerindeki otel inşaatına, İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca izin verildi. Kurul’un 18 Temmuz 2007 tarihli toplantısında verilen kararda, şöyle denildi:
“Yürürlükteki planların onayından önce derin temel kazısı yapılıp tamamlanmış olan parselde, halihazırda inilen kotta yer alan arkeolojik buluntuların sergilenmesinin uygun olacağı ve planda yapılaşma hakkı verilmiş olması hususları göz önünde bulundurulduğunda, kalıntıların yaşam katından algılanabilecek bir planlama ile otel lobisinden  algılanabileceği şekilde düzenlenen projenin uygun olduğuna karar verildi.” 

Kurul Başkanı Fehmi Kızıl’ın bulunmadığı toplantıda karar, kurul üyeleri Ahmet Ersen, Ahmet Tanyolaç, Nusret İlker Çolak, Cem Eriş, Feridun Özgümüş, Özlem Güney, Mustafa Karasu ve Murat Tuncay tarafından imzalandı. Eriş, Tuncay ve Karasu, Four Seasons projesine de onay veren kurul üyeleri arasında yer almıştı.




Çelik direklerin üzerine kondurulan otel, bodrum katında Bizans Sarayı’nın kalıntılarını barındıracak.


Eyüp Muhcu (Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı): “Yapılan uygulama, Four Seasons Otel’de olduğu gibi, arkeolojik kalıntıları ezen kitlelere izin verilerek, inşai faaliyetin devamı sağlanmaktadır. Bunun da kabul edilebilir bir tarafı yok. Arkeolojik kalıntıların çıktığı andan itibaren derhal inşaatın durdurulması, ruhsatın iptal edilmesi (yasal kılıfına uydurulmuş olsa dahi) ve koruyucu tedbirlerin alınması gerekir.


Başbakan Erdoğan’ın 1994 yılında Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinin ardından özelikle Bizans ve Roma dönemine ait eserlere karşı bir tutumun adım adım sergilendiği ve buna ilişkin somut adımların uygulandığını görmekteyiz. Buna karşın şovenist bir yaklaşımla Osmanlı öne çıkarılmaya çalışılmaktadır. Bunu dahi yaparken, acemilikler nedeniyle Osmanlı kültür mirasına da zarar verilmektedir.”

Milliyet, Haber: Gürkan Akgüneş, 19.10.2008

TEMEL İNŞAATI TARİHİ BİNAYI ÇÖKERTTİ

 

Rize'de, tarihi bir binanın bir kısmı, bitişiğinde kazılan bina temeli ve aşırı yağış nedeniyle yıkıldı.

 

Çarşı Mahallesi'nde bulunan Aziz Tatoğlu'na ait tarihi binanın bitişiğinde kazılan bina temelinde aşırı yağış nedeniyle çökme oldu. Eski binada yaşayanlar binanın yıkılma riskine karşı binayı boşalttı.

Sabah saatlerinde yağmurun şiddetini artırması ile binanın bir kısmı çöktü. Binanın tamamen yıkılmaması için müteahhit tarafından kazılan temel kayalarla desteklendi.

 

Günün ışımasıyla birlikte binadaki eşyalarda boşaltıldı. Bina sahibi Aziz Tatoğlu, çökmeye aşırı yağmur ve bina yapmak için bitişikte kazılan temelin neden olduğunu söyledi.

Rize Kent Haber, 19.10.2008

VALİDEN RESTORE İSYANI

 

Manisa İl Koordinasyon Kurulu toplantısı, Vali Celalettin Güvenç'in başkanlığında toplandı, devam eden ve projelendirme aşamasındaki yatırımları görüştü. Yatırımcı kuruluşların raporuna göre, 2008 yatırım programında yer alan 345 projeye 101 milyon 300 bin YTL harcanarak yüzde 41 gerçekleşmesi sağlandı. Programdaki projelerden 48 projenin tamamlandığı, 196'sının devam ettiği, 46'sının ihale aşamasında olduğu, 55 projeye ise başlanamadığı belirtildi.

Vali Güvenç, Vakıflar Bölge Müdürü Muzaffer Atasever çalışma raporunu sunarken restorasyonlar konusunda sitem etti. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün bazı projelerinde şişirme çalışmaların olduğunu söyleyen Güvenç, şöyle konuştu:

"Vakıflar Müdürlüğü'nün yaptığı restorasyonları gözardı etmek mümkün değil. Ciddi kaynakları var. Ama şunu da gözardı etmemek lazım. Tarihi eseri restore ediyorum derken sıva yapmışsınız. Bunun için yıkıcı olmaya gerek yok. Vatandaşların restorasyonlar konusunda yaptığı bazı eleştiriler büyük ölçüde haklı. Hiçbirimiz tarihi eser uzmanı değiliz ama işi aslına uygun yapmamız lazım. Caminin, kilisenin içi aslına uygun kalsın. Bunların aslına uygun yapılmaması bizi yıpratıyor. Bu konu da müteahhitleri uyarmanız lazım. Ya müteahhitlerde ya da uzmanlarda sorun var. Bir çok yerde görüyoruz çalışma şişirme olmuş. Eseri şişirmişler. Bunlara dikkat etmek lazım."


Güvenç'i yanıtlayan Atasever de, şunları söyledi:
"Sıfır hata ile çalışıyoruz diyemeyiz. Zamana karşı yarışıyoruz. Ancak 2003 yılından bugüne kadar bir çok iş yapılmış. Bazı gözden kaçmalar olabiliyor. Tarihi eserlerle ilgili bize Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu proje gönderiyor. O projeye sadık kalınarak restorasyon yapılıyor. Bunun dışına çıkamıyoruz. O projede bize Horasan harcı olarak bilinen yöntemin kullanılması söyleniyor. Biz de projeye göre Horasan harcıyla sıvamak zorundayız. Bunların tamamı Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu onayından geçiyor. Onların izni projesi olmadan biz çalışma yapamıyoruz. Kısa sürede çok iş yapıldığı için bazı aksamalar olabiliyor. Bunlara acımasız eleştiri yapmamak lazım."

Manisa'daki Mimar Sinan'ın eserlerinden Muradiye Camisi'nin bir süre önce tamamlanan restorasyon çalışmaları sonrasında bazı yerlerin rastgele sıvanarak aslının bozulması Vali Celalettin Güvenç'in tepkisini çekmişti.

Hürriyet Ege, Haber: Ertan Korkmaz, Fotoğraf: Milliyet Ege, 19.10.2008





ÜÇ BOYUTLU ANTİK KÖLN

 

    

 

Bir arkeologlar, bilimadamları ve programcılar ekibi Köln şehrinin 2000 yıl önceki halini üç boyutlu olarak bilgisayarda yarattı.

Şu an internette olmamasına rağmen, program şehrin üzerinde uçarak dolaşmanıza imkan veriyor.

2000 yıl önce Roma İmparatorluğu’nun ileri karakolu olan bu şehir, aynı zamanda ihtişamlı yapıları ile biliniyor.

Şehrin tarihi, Julius Cesar’ın kuzey ülkelerini fethetmesinden sonra bazı kabilelerin burada iskan edildiği MÖ 38 yılına uzanıyor. MS 50 yılında ise şehir, Resmi Roma Şehri unvanına kavuştu. 

 

Hazırlanan program ile bilgisayar faresi kullanarak şehrin üzerinde dolaşabilmeniz mümkün. Böylece Köln’ün surlarını, forumu gezebiliyor, 40 m yüksekliğindeki Capitoline Tapınağı’nı görüyorsunuz. 

 

Proje, Köln Üniversitesi Arkeoloji Enstitüsü, Köln Uluslararası Tasarım Okulu (KISD), Köln Uygulamalı Bilimler Üniversitesi, Potsdam Üniversitesi Plattner Enstitüsü ve Köln Müzesi’nin üç yıl süren ortak bir çalışması sonucu oluşturuldu.

Web sayfasında yazdığına göre projenin amacı “Roma Dönemi Köln’ünün, son buluntular ışığında ve tümü ile bir bütün olarak geniş kitleler tarafından görülebilmesini sağlamak”.  

 

Bu hafta tamamlanan projenin kullanmak için bir CAD programı gerekiyor, webde yayınlanması için ise bir süre daha gerekecek. Bilgisayar grafiği uzmanı olan Prof. Jürgen Döllner, bu projenin Roma, Pompei ve Herculaneum gibi daha önce hazırlanan tarihsel sanal programlardan farklı olduğunu, o programlarda nerede ise tümü ile bilgisayar animasyonu kullanıldığını, Köln’de ise tamamen büyük ölçekli gerçek modelleme yapıldığını söyledi. 

Spiegel online, 14.10.2008

TARİHİ TÜRBENİN DÜŞEN TAŞLARINA YETKİLİLER DUYARSIZ KALINCA VATANDAŞ SAHİP ÇIKTI

 

Define avcıları tarafından yağmalanan Habib Baba Türbesi'nin aylar önce kırılan taşlarına devletin ilgili kurumlarından önce işportacı bir vatandaş el uzatarak, yerine yerleştirdi.

 

Erzurum'da Alipaşa Mahallesi'ndeki Habib Baba (Timurtaş Baba) Türbesi yaklaşık 6 ay önce define avcıları tarafından yağmalanmıştı. Türbenin üzerinde bulunan küre şeklinde taş içinde altın olduğu inancıyla defineciler tarafından yerinden sökülerek götürülmüştü. Bu arada türbenin güneydoğuya bakan üst köşe taşı ise yerinden sökülerek, türbenin bahçesindeki hazireye (mezarlık) kısmına atılmıştı. İlgili devlet kurum ve kuruluşlarının yağmalanan Habib Baba Türbesi'nin düşen taşını tamir etmek veya yerine yerleştirmek için bir girişimi olmaması üzerine çevre esnafı harekete geçti.

 

Türbenin çevresinde işporta kitap satıcılığı yapan Selim Şimşek, çevre esnafın yardımıyla çamaşır ipine bağladığı taşı yerine kadar çıkarttı. Taşın düşmemesi içinse ilkel bir şekilde yine taşları iple birbirine bağlayıp yerine monte etti. Duvar ustasıyla anlaştığını ve önümüzdeki bir iki gün içerisinde taşın harçla yerine sağlamlaştırılacağına vurgu yapan Şimşek, "Tarihi, kültürel eserler geçmiş nesillerin bizlere emaneti. Habib Baba Türbesi'nin kırılıp yerinden sökülen taşı aylardır içimi burkuyordu. Yetkili hiçbir kurum ve kuruluş söz konusu taşı yerine yerleştirmeyince durumdan vazife çıkarttım, kendim yerleştirdim. Ama hala çalınan küre şeklindeki taşın bulunup, yerine monte edilmemesi ise beni ve çevre esnafı kahrediyor." diye konuştu.

Zaman, Haber: Orhan Yıldırım, 18.10.2008

İSTANBUL'UN 'ATASI' MI BULUNDU?

 

İstanbul'un tarih öncesi "antik kenti" oluyor: Küçükçekmece Gölü'nün Avcılar ve Küçükçekmece kıyılarında İstanbul'un en eski ve en büyük antik limanlarından olabilecek liman ve kent kalıntıları ile fener yapısına rastlanıldı. Antik kaynaklarda İstanbul'un ilk kurulduğu kent olan Byzantion'un Küçükçekmece Gölü yakınlarında varlığından söz edilen ve yeri tespit edilememiş kayıp kent "Bathonea" olabileceği sanılıyor. Küçükçekmece Gölü havzasında tarih öncesi dönemlere ait taş aletler ve seramik parçalarının da ele geçtiği arkeolojik araştırma, İstanbul tarihinde yeni bir sayfa açacak.

 

2008 yılı yaz sezonunda 35 kişilik arkeolog- jeolog- jeofizik- sualtı araştırmacısı- mimar- şehir plancısı- etnolog- mimar gibi değişik disiplinlerden oluşan uluslararası bir bilim heyetince sürdürülen araştırmalarda, Küçükçekmece göl kıyısında çok düzgün kesimli blok taşlardan oluşan oldukça kalın duvar kalıntılarına rastlandı. Gölün içindeki “cami”nin de, aslında antik limanın feneri olduğu sanılıyor.

 

Kocaeli Üniversitesi’den Yrd.Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında, İstanbul Üniversitesi’nden Emre Güldoğan, Bristol Üniversitesi’nden Prof. Volker Heyd ve KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden Hakan Öniz’in alan başkanlıklarını yürüttükleri uluslararası bir ekiple Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü denetiminde yürütülen İstanbul’un tarih öncesi çağlarına ait arkeolojik yüzey araştırmaları sırasında, Küçükçekmece Gölü kıyılarında bir antik liman ve yerleşim alanları tespit edildi. Limanın İstanbul’un en eski antik limanlarından biri olabileceği sanılıyor. Bölgede yapılan araştırmalarda göl içinde limana ait bir fener kalıntısıyla birlikte, tarih öncesi döneme ait izler de bulundu. İnsanların avcılık ve toplayıcılıkla yaşadığı taş devrinden Hellenistik-Roma-Bizans ve Osmanlı’ya kadar uzanan dönemlerine ait kalıntılarla dolu olan havza, tam bir tarih hazinesi. Tarih ve arkeoloji dünyasında heyecan uyandıran, gölün Avcılar sahili ile Küçükçekmece kıyıları boyunca Türkiye Atom Enerjisi Kurumu arazisinin kıyıları da dahil 10 bin metrekareden fazla bir alanı kaplayan yapı kalıntıları, İstanbul’un bilinen tarihinde yeni bir sayfa açacak nitelikte... Araştırma başkanı Yrd.Doç.Dr. Şengül Aydıngün’e göre, MÖ 2 ile MS 2 . yüzyıla ait çeşitli kaynaklarda, Küçükçekmece Gölü çevresinde Byzantion’un (İstanbul’un ilk adı) 12 mil yakınlarında ‘BATHONEA’ adlı bir yerleşmeden söz edilmektedir. Prof.Dr. Semavi Eyice’nin Küçükçekmece ile ilgili yayınlarında da BATHONEA isminin Sazlıdere’nin antik çağdaki derin dere anlamına gelen ’Bathynias’tan geliyor olduğu belirtilmekte. Bugüne kadar yeri tespit edilememiş BATHONEA kentinin, bulduğumuz liman ve çevresindeki yapı kalıntılarına bakarak burası olması olası gibi görünmekte. Bu bilgilerimizi hocamız Semavi Bey ile de paylaştık ve o da sonuçlardan çok memnun olduğunu söyledi. ’Göl içindeki cami" Avcılar ve Küçükçekmece belediyelerinin desteklediği İstanbul ilinin tarih öncesi çağlarına ait arkeolojik yüzey araştırmalarının Küçükçekmece Havzası ayağı, Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Şengül Aydıngün başkanlığında 2007 yılında başladı. 2008 yılı yaz sezonunda 35 kişilik arkeolog- jeolog- jeofizik- sualtı araştırmacısı- mimar- şehir plancısı- etnolog-mimar gibi değişik disiplinlerden oluşan uluslararası bir bilim heyetince sürdürülen araştırmalarda, göl kıyısında çok düzgün kesimli blok taşlardan oluşan oldukça kalın duvar kalıntılarına rastlandı. Duvar sırasının metrelerce uzadığının görülmesiyle detaylandırılan çalışmada, bu kalıntıların sıradan duvarlar olmadığı saptandı. Yapılan ölçümlerde duvarın 400 metresi netleşti ve tam olarak uzunluğu henüz saptanamadı. Ancak göl içinde kalmış sıraların sonar ile izlenmesi ile, duvar sırasının 2 km’ye varacağı düşünülüyor; bu duvarın önemli bir ticaret ağına sahip limana ait kalıntılar olabileceği sanılıyor. Kalıntıların bir ucu göl içinde mendirek şeklinde uzanıyor. Araştırmanın sualtı ayağını KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden sualtı arkeologu Hakan Öniz başkanlığındaki bir ekip, side scan sonar çalışmalarıyla yürütüyor. Gölün aşırı kirliliği nedeniyle zor koşullarda süren sualtı ‘sonar’ araştırmalarında, halk arasında ‘Gölün içinde cami var’ diye bilinen kalıntının, aslında antik limanın mermer feneri olduğu belirlendi. Bölgede geçen yıl yapılan çalışmalarda Hellenistik Dönem amphora kırıkları, Geç Roma dönemi sütun ve sütun başlıkları ile Bizans döneminden kalma Hz. İsa kabartmalı taş eserler bulunmuştu. 5-6. yy’a ait olduğu sanılan damgalı pişmiş topraktan koku ya da gözyaşı şişesi, desenli kap parçaları, tarih öncesine ait çakmak taşı aletler, naviform çekirdekler ve henüz çarkın kullanılmadığı ilkel biçimli el yapımı çanak parçaları ele geçti. Bu çanak parçaları Marmaray kazılarında Yenikapıda son dönemde ele geçen ve neolitik çanaklarla aynı biçimde üretilmiş. Bu yüzden sonuçlar çok önemli. Göl üzerinde yapılan sonar taramalarında ise büyük boyutlu demir çapalar tespit edildi. Her buluntunun tek tek numaralanıp, envanterinin tutulduğu araştırmaya, Bristol, İstanbul, KKTC Doğu Akdeniz, Salzburg, Yıldız Teknik üniversitelerinden arkeologların yanı sıra, mimarlar, şehir plancıları, jeologlar, jeofizikçiler, zoologlar, botanikçiler gibi çeşitli bilim dallarından de otuz beş bilim insanı katılıyor. Araştırmalar İstanbul’un kültürel tarihine eşsiz bir katkının sunulacağı yönünde. Yüzbinlerce yıllık bir yaşam  Yrd. Doç.Dr. Şengül Aydıngün’ün verdiği bilgilere göre, ülkemizin en eski yerleşim yeri olan Yarımburgaz Mağarası’nın da içinde bulunduğu Küçükçekmece Gölü havzasında yaşam izlerinin geçmişi yüz binlerce yıl öncesine gidiyor. Küçükçekmece Gölü Çevresi tarih öncesinde adeta bir cennetti. Kuzeyden gelen Eskinoz ve Sazlıdere (Bathynias) gölü temiz sularla beslerken, gölün güney ucu Marmara deniziyle birleşmekteydi. Etraf çeşitli endemik türlerin barındığı yemyeşil bitki örtüsüne sahipti ve göl kenarındaki bataklık alanlar kurudukça verimli topraklar ortaya çıkmıştı. Geçmişte bizon, geyik, karaca, leopar, ayı, benekli sırtlan gibi pek çok yaban hayvanı ve kuş cinsinin yaşadığı Küçükçekmece Gölü havzasında bol miktarda balık türleri de bulunmaktaydı. Bu nedenle tarih öncesinin avcı ve toplayıcı topluluklarının yaşamı için çok uygun olan bu coğrafya, taş çağı insan toplulukları için ideal bir yaşam alanı oluşturuyordu. Gölün hemen kuzeyinde yer alan Yarımburgaz Mağarası bu yaşamı destekleyen en önemli korunma ve barınma alanıydı. Aydıngün’ün başlattığı yüzey araştırmaları sırasında daha önce Yarımburgaz Mağarası’nda yapılan kazılarda da rastlanan yüzbinlerce yıllık avlanma, ezme, parçalama, kesme ve bilemeye yarayan taş aletlerin benzerleri, Küçükçekmece havzasında bulundu. Bunların başında satırlar, ağırlıklar, biley taşları, kesici ve kazıyıcılar geliyor. Alanda volkanik kökenli obsidyen ve çakmaktaşı taş hammaddeler de elde edildi. Çevrede volkanik bir alan olmadığı için bu taşların başka bölgelerden getirildiği düşünülüyor. Bu da binlerce yıllık tarih öncesi çağların ticaret rotalarını anlayabilmek için önemli bir ipucu... Araştırmalarda, henüz çarkın bulunmadığı dönemlerden itibaren üretilmiş seramik örneklerinden, Bizans ve Osmanlı’nın son dönemine kadar üretilmiş seramik parçalar da bulundu. Karadaki bir Osmanlı sarnıcı da göl çevresinin yüz binlerce yıldan beri kesintisiz olarak günümüze kadar insanlığa hizmet verdiğini ortaya koyuyor. Konstantin dönemi tuğlaları İmparator Konstantin döneminden itibaren kullanılmış ‘Constan’ yazılı damgalı yapı tuğlaların bulunması, Hellenistik çağa kadar indiği sanılan antik limanın, İstanbul’un yakın çevresindeki en eski antik limanlarından birisi olabileceği tezini destekliyor. Antik kaynaklar, İmparator Konstantin zamanında başkent Kostantinopolis’in en dış sınırının Küçükçekmece olarak belirlendiğini yazıyor. Bu kaynaklara göre İmparator Konstantin, Byzantion kentine MS 330 yılında kendi adını vererek Roma’nın başkenti ilan ettiğinde, ‘Konstantinopolis’ çevresinde büyük bir imar faaliyetine kalkmış ve çevresiyle birlikte surlar, limanlar, hamamlar, caddeler, sokaklar ve resmi yapılarla donatmış ve mahalleler kurdurmuştu. Küçükçekmece göl ve kıyısı boyunca uzanan sur, liman ve diğer yapı kalıntılarının bu dönemin yapıları olup olamayacağı üzerinde tartışılıyor. Ya da İstanbul’un Byzantion olarak tanındığı Hellenistik dönemdeki komşu kenti Bathonea’ya mı ait oldukları sorusu araştırılıyor. Geç Roma döneminden sonra önemini kaybettiği sanılan limanın terk edilerek tarih sahnesinden kaybolmasının en önemli nedenlerinden birisinin ise, deprem gibi ani ve yıkıcı bir fenomenden kaynaklanmış olabileceği düşünülüyor. Antik kaynaklarda 557-558 yıllarında yaşanan depremin Küçükçekmece bölgesinde çok şiddetli hissedildiği ve bölgedeki tüm yapı, kale, kiliselerin temellerine kadar yıkıldığından söz ediliyor. Bu nedenle böyle bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini ancak kazı ve jeolojik çalışmalarla anlaşılabilinecek.

Cumhuriyet Bilim Teknik, 17.10.2008


******


GÖL KENARINDA BİZANS'TAN KALMA DENİZ FENERİ BULUNDU





Kocaeli Üniversitesi’nden Yard.Doç.Dr. Şengül Aydıngün’ün yürüttüğü “İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları” çalışmaları kapsamında deniz ve göl araştırmalarını üstlenen Doğu Akdeniz Üniversitesi Sualtı Görüntüleme ve Araştırma Merkezi ile Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Sualtı Arkeoloji Merkezi, Küçükçekmece Gölü’nün tabanında Bizans döneminden kalma bir deniz fenerinin kalıntılarına ulaştı.


Araştırmalara katılan 40 kişilik bilim heyetinden Doğu Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi, sualtı arkeoloğu Hakan Öniz’in verdiği bilgiye göre, deniz feneri erken Bizans dönemi (MS 4-5. yüzyıllar) eseri.






Araştırmalarda göl kıyısında taş iskele ve rıhtım kalıntılarıyla evlere ait duvar, seramik ve mermer parçaları bulundu. Göl içindeki sığlıkları deniz taşıtlarına göstermek ve limana giriş yönünü belirtmek için yapılan deniz fenerinin büyük blok taşlarla yapıldığı görüldü.


Deniz fenerinin kalıntısındaki harç malzemesiyle Sazlıdere’deki Bizans’ın dış surlarından alınan harç örneklerinin de aynı yöntemle yapıldığı belirlendi. Deniz fenerinin yüksekliği ve yapılış amacının yapılacak çalışmalarla belirleneceği belirtilirken, Küçükçekmece ve Avcılar Belediyesi ile Shell tarafından desteklenen çalışmaların önümüzdeki yıl bir kazıya dönüşmesi bekleniyor.
Denizcilere yol göstermek amacıyla yapılan ve o dönemlerde odun ya da kömürün yakılmasıyla aydınlatılan fenerler, aynı zamanda deniz ticaretinin ve denizlerdeki egemenliklerin kanıtı niteliğini taşıyor.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 19.10.2008

Karatepe
...1947




12 - 18 Ekim 2008


Yenikapı'da, kapalı kapılar ardında


NELER DÖNÜYOR?


Kurul yeniden toplanıyor: Karar değişecek mi?

Bakanlık bazı kurul üyeleri hakkında soruşturma mı açıyor?

Neolitik çağ bulgularını içeren balçık ile birlikte Bizans kilisesi de taşınacak mı?

***

Şehri İstanbul Derneği üyeleri: "Kurul kararı ancak mahkeme kararıyla bozulabilir"...

CHP Millitvekili Soysal: "Kurulun kazı yapılması kararına rağmen alana dozer sokma inadının nedeni nedir?"...

Atakan: "Yüzyılın arkeolojik buluşu, bir sonraki seçimlere yetişsin diye feda edilecek"...

Doğan: "Marmaray projesi yürütülürken evrensel mirasın korunmasına dikkat ediliyor mu? Edilmiyor"...


SERBEST ARKEOLOGLARDAN "YENİKAPI YANIYOR" TEPKİSİ

 

Şehri İstanbul Derneği üyesi bir gurup serbest arkeolog, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın Marmaray inşaat alanındaki arkeolojik kazı alanının kepçelerle başka alana taşınacağı yönündeki açıklamalarını protesto etti. Dernek üyeleri, İstanbul 4 Nolu Koruma Kurulu'nun aldığı "Kazı alanına iş makinası giremez" kararının uygulanmasını istedi. Serbet arkeologlar daha sonra arkeolojik kazı alanına dozerlerin gireceğinin açıklanmasının ardından kendi yazdıkları "Yenikapı Yanıyor" isimli şiiri okudu.

 

Şehri İstanbul Derneği üyesi bir gurup serbest arkeolog Yenikapı'da bulunan Marmaray İnşaat alanının önüne gelerek bir basın açıklaması yaptı. Gurup adına basın açıklamasını okuyan Atilla Tuna, İstanbul 4 Nolu Koruma Kurulu'nun Arkeolojik Kazı Alanı'na iş makinalarının girmesini yasaklayan kararını hatırlatarak, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın "Kazı alanındaki balçık maddenin büyük kepçelerle başka bölgelere taşınacağı" yönündeki açıklamasını eleştirdi. Arkeoloji Müzesi Müdürü İsmail Karamut'u da açıklamalarndan dolayı kınadıklarını belirten Tuna, endişelerinin aldıkları kararın ardından 4 Numaralı Koruma Kurulu Üyelerinin görevlerinden uzaklaştırılması olduğunu ifade etti.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Günay'ın açıklamalarının hukuk dışı olduğunu belirten Tuna, Koruma Kurulu'nun aldığı kararın sadece mahkeme kararıyla bozulabileceğini ifade etti. Kültür Bakanı'nın arkeolog olmadığını belirten Tuna, Günay'ın yanlış yönlendirildiğini vurguladı. Tuna daha sonra Arkeolojik alanda yapılan tahribatı anlatan kendi yazdığı "Yenikapı Yanıyor" isimli şiiri okudu.

 

...Yenikapı Yanıyor!!

Langa Yanıyor!!

VlahgaYanıyor!!

İstanbul yanmaya devam ediyor!!

Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu Kararlarına rağmen yanıyor

Sana sesleniyorum İstanbullu

Sana sesleniyorum Ağr'lı, Erzurum'lu, Sivas'lı Batman'lı Trabzon'lu, Elazığ'lı

Size mesajım var İstanbullular..

İstanbulunuz yanıyor.. yani.. Ben yanıyorum

....

haberler.com, 11.10.2008


******


DOZERLİ YENİKAPI KAZISI TBMM'DE





CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a, “Marmaray Yenikapı’da, içinde Neolitik döneme ait eşsiz nitelikte ahşap arkeolojik materyallerin bulunduğu balçığın dozerle kazılmasını, arkeoloji etiği açısından doğru buluyor musunuz?” diye sordu.


Soysal, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’dan da, “Güzergahın tespitinde hangi kişi ya da kuruluşlardan görüş ve tavsiyeler istenmiştir? Kim, ne doğrultuda görüş bildirmiştir?” sorusuna yanıt istedi.


Konuyu iki ayrı önergeyle Meclis gündemine taşıyan Soysal, şunları kaydetti:
“Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı’da ortaya çıkan durum, fizibilite çalışmalarının gereği gibi yapılmadığını göstermektedir. İstanbul’da tarihi yarımada olarak bilinen bölgede kültürel mirasın olduğu bilinmektedir. Marmaray’ın güzergahı üzerinde Antik Theodosius Limanı’nın olduğu bilinirken yine de ısrarla güzergahın bu bölgeden geçirilmesi açıkça bir tarih katliamı anlamına gelmektedir.”


Soysal’ın Bakan Günay’a yönelttiği sorular da şöyle: “Kepçe kullanarak kazı yapmak, tahribat riskini artıran bir etmen olarak görülmektedir. Bataklık alanda kazı yapacak uzmanımız bulunmamaktadır. Yurtdışından uzman getirdiniz mi, veya getirmeyi düşünüyor musunuz?

Kazı başkanı olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü’nün, İstanbul 4 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun elle kazı yapılmasına dair kararına rağmen halen daha alana dozer sokma inadının nedeni nedir?


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmiştir. Bu, riske atılmış olmayacak mıdır?”

 

Soysal’ın Günay’a soruları şöyle devam etti: 
-  Arkeologların, aralıksız ve gece kazı yapılmasını doğru buluyor musunuz?
-  Taşeron firmalara bağlı olarak çalışan arkeologların saygınlığı ile  kesinlikle bağdaşmayacak muamelelere maruz kaldığı tarafıma iletilmiştir. Bu kötü muamele yanında, müteahhit firmaların işi bir an önce bitirme kaygısı ile arkeologlar üzerinde yoğun bir baskı kurduğu ifade edilmektedir. Bu kişilerin maruz kaldıkları muamele Kültür Bakanı olarak sizi rahatsız etmekte midir?
-  Hüseyin Yıldırım, Enis Tartan, Özlem Duran isimli arkeologlar 04.09.2008’de işten çıkarılmıştır. Bu arkeologların işten çıkarılma nedenleri nedir?

Milliyet, Haber: Mansur Çelik, 14.10.2008


*****


MARMARAY İSTASYONUNDA BİZANS OYUNLARI

 

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Marmaray kazıları sırasında keşfedilen Antik İstanbul Limanı’nın Marmaray için feda edilmesi gerektiğini söylemiş.

Yakınçağ’ın gemicilikle ilgili en büyük keşfinin yapıldığı alan için, "Bu alanda kazı çalışmalarını kazma kürekle yıllarca sürdürmemize imkan yok. Marmaray gibi İstanbul için önemli bir projenin de yürütülebilmesi için anlayışlı olunması gerektiğini düşünüyorum" demiş.

Milletlerin, kurumların hatta bireylerin medeniyet ölçütlerinden en önemlisidir tarihlerine verdikleri değer, atalarına duydukları saygı. İnsanlık, bilginin geçmişten geleceğe aktarılması sayesinde ilerler hep.

Medeniyet insanlık mirasına sahip çıkmakla eş anlamlı. Geçmişine sahip çıkmayanlar, geleceği asla inşa edemezler.

İstanbul’da yapılan bu önemli arkeolojik keşfe olan ilgisizliğimizi, yaklaşık bir yıl kadar önce "Antik İstanbul Limanı kimin umurunda" başlıklı yazımla eleştirerek, gündeme getirmeye çalışmıştım.

Kimsenin umurunda değildi tabii ve aradan geçen bir yılda da olmadı.

AKP’nin bu çok önemli arkeolojik keşfe olan ilgisizliğinin nedeni malum.

AKP zihniyetine göre insanlık tarihi ortak değerlerin, ülkülerin üzerinde yükselen tek bir dünya medeniyetinden değil, farklı medeniyetlerin savaşından ibaret.

Alemin 100 yıl önce çoktan yaptığı deniz altından geçirilecek bir tünel projesini, 1700 yıllık antik Theodosius Limanı kalıntılarından önemli bulmanın altında da bu zihniyet var.

O zihniyet, Bizans tarihini kültürel mirasımızdan saymayan, İstanbul’daki Bizans döneminden kalma tarihi eserleri çürümeye bırakan zihniyettir.

Dünya medeniyetinin Kültür Başkenti olmayı hedefleyen İstanbul’a yakışan, 1700 yıllık kültür mirasını koruyabilmek uğruna Marmaray projesinin Yenikapı bölümünü neye mal olacak olursa olsun kaydırmaktır.

Marmaray’ı bir sonraki seçime yetiştirebilmek uğruna 1700 yılık tarihi mirası, metro istasyonunun temellerine gömmek ise olsa olsa medeniyetle sorunu olanlara yakışır.

1400 metrelik yürüyüş mü önemli

1700 yıllık tarihin silinmesi mi

Kopartılan fırtınaya bakınca sanırsınız ki Başbakan Erdoğan Boğaz’ı denizin 60 metre altından 1.400 km yürüyerek değil de, Atlantik’i okyanusun 1000 metre altından 10 bin km hadi yürüyerek olmasın trenle geçmiş.

21 yüzyıla girmişiz, elalemin 19. yüzyılda yaptığı işleri şimdi yapmakla övünüyoruz. Dünyanın yüzyılın arkeolojik buluşu olarak nitelediği 1700 yıllık antik İstanbul Limanı, Marmaray projesi bir sonraki seçimlere yetişsin diye feda edilecek... Medya 1700 yıllık limanı değil 1400 metrelik yürüyüşü öne çıkartıyor.

Dünyada eşi benzeri olmayan bir limanın Marmaray metro durağının temellerine gömülecek olması değil, elalemin yüzyıl önce yaptığı tüp geçit medyada konuşulan.

Dünyanın en önemli tüp geçitleri
Thames Tunnel/Londra - 396 mt - 1842
Holland Tunnel/New York - 2610 mt - 1927
Queens Tunnel/New York - 1955 mt - 1940
Tingstadstunneln/İsveç - 454 mt - 1968
Manş Tüneli/Manş Denizi - 50,5 km - 1994
Aqualine/Tokyo - 9,6 km - 1996
Hvalfjörğur/İzlanda - 5,8 km  - 1998
Nil Tüneli/Kahire - 380 mt - 1999
Marmaray/İstanbul - 1400 mt - 2012 (tahmini)


Yüzyılın en önemli arkeolojik keşfi
Theodosius Limanı - İstanbul - 4. Yüzyıl

Hürriyet, Yazı: Yurtsan Atakan, 15.10.2008


******


KORUMA KURULU: "HEEEY ORADA TARİH VAR"

 

Damgayı Koruma Kurulu vuruyor. Öyle vuruyor ki, İstanbul Marmaray Projesi Yenikapı istasyon alanındaki metro yapımı artık farklı bir aşamada.

 

"Kurul kararı alınmadan arkeolojik alanda iş makinası ve faaliyette bulunulamayacağına..."

 

Bu kadar kesin. Devamı var:

 

"Kazıdan çıkan organik malzemenin kazı alanında ilk konservasyonu yapılıp ambalajlanmasında ve müzeye sevk edilmesinde kullanılan tekniklerin kurula bildirilmesine..."

 

Bu kadar kesin. Devamı var:

 

"Gemilerin (sudan çıkmış ahşap parçalarının) konservasyonunun bilimsel tekniklerle devam edip etmediği konusunda Kurula bilgi verilmesine..."

 

Bu kadar kesin. Devamı var:

 

"Kurul adına iki üyenin kazı alanında düzenli olarak inceleme görevini yerine getirmesine..."

 

Bu kadar kesin. Herkesin anlayacağı dilde.

 

Bu satırlar İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun kararında yer alıyor. 8 Ekim günü toplanan Kurul bir karar alıyor.

 

Marmaray İstanbul trafiğinde ve de Asya-Avrupa hattında hayati bir proje. Mutlaka yapılması gerek.

 

Ancak yapılırken, dünyanın her yerinde gösterilen özen gibi, korunması gereken tarihsel bir miras var. İstanbul’un tarihi, İstanbul’un kültürü. Bunu korumak, evrensel kültürün getirdiği bir zorunluluk.

 

Soru şu: Marmaray projesi yürütülürken, tarihsel mirasın korunmasına dikkat ediliyor mu?

 

Edilmiyor. Koruma Kurulu’nun bu kadar sert bir tepki göstermesinin nedeni bu.

 

Edilmediği iki hafta önce ortaya çıkıyor.

 

Marmaray’ın Yenikapı ayağındaki kazılarda neolitik çağa ilişkin bulgular ortaya çıkıyor. İstanbul’un tarihini değiştirecek, İstanbul üzerine bilgilerimizi yenileyecek bulgular. İstanbul’un tarihini sekiz bin yıl önceye götüren veriler.

 

Hiç bir şey yokmuşçasına, orada kazı devam edecek mi, yoksa kültürel mirasa sahip mi çıkılacak?

 

İki haftadır bu soru çerçevesinde tartışma başlıyor. Projeyi yapanlar ve hatta bazı arkeologlar, metro yapımının elde edilen bulgulara zarar vermediğini söylüyor.

 

Oysa, Koruma Kurulu çok açık, kurul kararı olmadan arkeolojik alanda faaliyette bulunulmasına karşı çıkıyor.

 

Burada Kurul ince bir ayrım yapıyor. Aynı raporda, kazının Yenikapı İstasyon alanında ana toprağa ulaşıncaya kadar devam etmesi belirtiliyor. Buna karşılık, arkeolojik alanda faaliyeti durduruyor.

 

Bu karar Marmaray’ı durdurmuyor. Ama, "yine yapın, yapın da, biraz daha tarihe ve kültüre sahip çıkın" diyor.

 

Üstelik, kararda İstanbul Büyükşehir Belediyesi üyelerinin, bir anlamda Marmaray projesi sahiplerinin de imzaları var.

 

Kültüre sahip çıkmak için, ille birilerinden fırça yemek mi gerek?

Hürriyet, Yazı: Yalçın Doğan, 16.10.2008



İZLENİM




Bir söyleşinin ardından

SESSİZLİĞE SORULAR...


Yapı Kredi Kültür Sanat bu yılki Arkeoloji Konuşmaları dizisinde İstanbul’un Arkeolojisini konuşmayı hedefliyor. Bu yılın ilk konuşmacısı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü İsmail Karamut oldu.

Kültür varlıkları konusunda son haftaların en çok konuşulan konusu olan "Yenikapı Kazıları"nın önemli ismi Sayın İsmail Karamut'un konuşması moderatör Gül Pulhan'ın açıklamasıyla başladı. Açıklamada bu konuşmaların basındaki yazılardan çok önce planlandığı, konuşmanın bugüne denk gelmesinin tamamen tesadüf olduğu anlatıldı. Bu açıklamadan sonra yeni bir söylem beklemek doğru değildi aslında ancak sorulacak sorular vardı ve tatmin edici cevaplar aranıyordu haliyle.

Sayın Karamut gerçekten de bir tek konu hariç yeni bir şey söylemedi. Birçoğu daha önce çeşitli yayın organlarında okuduğumuz, izlediğimiz ya da yerinde gördüğümüz bilgilerdi.

Toplam kazı alanı 58 bin metrekare olan Marmaray ve metro ortak bölgesinde bugüne kadar toplam 70 adet açma açıldı. Kuşkusuz ilk heyecanlar, bulunan teknelerle yaşandı. Ekim 2008 itibariyle de bulunan tekne sayısı otuzüçe ulaştı. Konservasyon havuzundaki tekneler 5 yıllık bir süreç sonunda umuyoruz ki sergilemeye alınacak.

Yenikapı kazılarındaki bir diğer heyecan -6.60 metrede prehistorik bulgularla karşılaşılması oldu. Dikey dikmelerin arasında dal örgü sistemiyle yapılmış konutlar Neolitik Çağ yerleşmesine işaret ediyor. Bugünlerde basında izlenen tartışmalar da bu yerleşmenin 20 m kadar doğusundaki alanla ilgili. 110 metrekare olduğu söylenen bu killi tabakaya "kepçe girer-girmez" tartışmaları sürüyor. Karamut konuşmasında bu balçık tabakada 1 metrenin altında buluntu çıkmadığını, sadece kırık çanak çömlek parçaları ile karşılaşıldığını açıkladı. Bu bölgede açılan 20x25 m ölçüsündeki açmada -9 metrede ana toprağa, yani miyosen dönemi dolgusuna inildiğini, bu alanda hiçbir şekilde mimari ya da kültür tabakası olmadığını belirten Karamut, bu alan dışındaki her yerin elle kazıldığını ancak bu bölgedeki siyah killi tabaka nedeniyle buradan kepçe ile alınacak bölümlerin başka bir alanda tekrar ayıklanacağını söyledi. Karamut ayrıca, bu siyah killi tabakada bulunan çanak çömlek parçalarının Neolitik yerleşmenin çöplüğü olarak kullanılması sonucu olduğunu da belirtti. Prof.Dr. Doğan Perinçek'in jeolojik incelemesine göre Neolitik Çağ'da Marmara denizi bugünkü seviyesinden -6.60 m daha aşağıdaymış.

Kazı süresindeki bir başka heyecan ise 51 m uzunluğunda, 4.20 m enindeki kalıntı oldu. Şu anda emekli olan kazı sorumlusu Metin Gökçay bu kalıntının Constantine surlarına ait olduğunu açıklamıştı. Bu bulgu, sadece İstanbul'un tarihi için değil, dünya kültür tarihi için de müthişti. Ancak çalışmalar bu bölgede devam etmedi, Koruma Kurulu kararı ile üzeri örtüldü, incelemeler tamamlanıp kalıntının dönemi kesinleştiğinde arkeolojik park olarak yeniden açılacak. En azından aldığımız bilgiler böyle.

Konuşmanın içinde en yeni bilgi, bulunan kilisenin Koruma Kurulu tarafından kaldırılıp çalışma bittikten sonra yeniden yerine yerleştirilmesine karar verilmesiydi.

Konuşmanın sonunda kimsenin ne soracağına karar veremediği bir sessizlik süresinde ben kafamda sorular üretmiştim ancak üç soru sonra aldığım cevaplar ne yazık ki beklediğim bilimsel açıklamalar olmaktan çok ama çok uzak olunca diğerlerinden vazgeçtim.

Sorulardan ilki bulunan çok miktardaki, ağırlıklı olarak çanak çömlek parçalarını da içeren küçük buluntuların ne yapıldığı idi. Beklediğim cevap "Şu kadar miktardı, bunların şu kadarı müzelik, şu kadarı etüdlük vs. idi, geri kalanlar da şu şekilde değerlendirildi" iken aldığım cevap "İşe yarayanlar ayrıldı, gerisi bize gösterilen yere gömüldü" oldu.

İkinci sorum kilisenin taşınmasıyla ilgiliydi. Ne şekilde taşınacağı ve projedeki yerinin boş olup olmadığı, daha sonra yerleştirilme zamanı geldiğinde özgün yeri doluysa ne yapılacağıydı. Beklediğim cevap "Bu konuda şu üniversiteden şu kişiler taşınma sistemleri üzerinde şu şekilde çalışıyorlar, projedeki yeri şu şekilde, daha sonra da şöyle olacak" iken aldığım cevap "Uzmanlar tarafından taşınacak ancak ben projeyi hiç görmedim, boş olup olmadığını bilmiyorum" oldu. Proje konusunda çeşitli zamanlama ve maliyet problemleri sürerken değiştirilmesi gerekirse ne olacağını soruma ilave ettiğimde de bu konunun Sayın Karamut'u ilgilendirmediğini öğrenmiş oldum.

Üçüncü sorum ise siyah killi 110 metrekarelik alanın Neolitik Çağ yerleşmesinin sadece 20 m doğusundayken, nasıl olup da orada hiçbir mimari ya da kültür tabakası olmadığından bu kadar emin olduklarıydı. Beklediğim cevap "Bu alanda şu kadar aralıklarla şu kadar metreye inilerek şu kadar açma açtık, bulgularımız şöyle şöyle oldu" iken aldığım cevap "Yemin etsem inanır mısınız" oldu. İşte tam bu anda diğer sorulardan vazgeçtim...

Diğer sorularım arasında Metin Gökçay tarafından "Constantine surları" olarak tanımlanan yerdeki kamulaştırmaların neden tamamlanmadığı, müteahhidin neden ısrarla burada kendine çalışma alanı açmasına izin verildiği, incelemeler tamamlandığında bulunan bu duvar parçasının gerçekten Constantine surları olduğu ortaya çıkarsa ne yapılacağı, bu bölgede kazıyı durdurmaya nasıl cesaret ettikleri, İstanbul tarihi için bu kadar önemli bir keşfin tamamlanması konusunda nasıl riske girdikleri, bunların cevabını kamuoyuna sonra nasıl verecekleri vardı.

Bir diğer sorum ise çok uzun zamandır 24 saat çalıştırdıkları arkeologları neden işten çıkardıkları, balçıkta çalışmaya razı olan ve kepçe girmesini istemeyen bu uzmanların bu işten ne çıkarları olduğuydu.

İstanbul söyleşileri gelecek ay da devam edecek. Belki gelecek konuşmacı bilimsel olarak daha fazla aydınlatacak, belki olduğum yerde sayacağım gene. Ancak görünen şu ki çok kimsenin içi rahat etmeyecek...

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 18.10.2008


EFES'İN HER KARIŞI TARİHİ ESER ZENGİNİ

 

 

İzmir’in Selçuk İlçesi’ndeki Efes Antik Kenti’nde topraktan tarih fışkırıyor. Bu yılki kazılarda da birbirinden değerli çok sayıda eser çıkarıldı. Çalışmalara 12 ülkeden 166 araştırmacı katıldı, geçmişin izi sürüldü.


Kazı başkan yardımcısı olan Avusturyalı arkeolog Doç. Sabine Ladstatter, bölgenin yüzyıllarca yıl önce de ticarette ve sosyal yaşamda önemli yeri sahip olduğunun anlaşıldığını söyledi. 
Doç. Ladstatter şu bilgileri verdi: “Efes’in tarihini değiştiren Çukuriçi Höyüğü’nde çok değerli seramik, metal ve obsidiyen taşına ulaştık. Bunları Milattan Önce 4 ve 3 bin yıllarına etiketledik. Bu buluntular, Anadolu’yla Ege arasında ticaretin yapıldığının kanıtları. Ayrıca çok sayıdaki midye kabuğu da bu höyük ve çevresindeki yerleşim alanının deniz kenarında yer aldığını gösteriyor.”

Doç. Ladstatter, Efes’in batısındaki Nekropol’de bir mezar odası ortaya çıkarıldığını ifade etti, şöyle konuştu: “Bu odadaki 5 mezarda 55 iskeletle paha biçilmez altın takılar bulundu. Efes’te yaşamış üst düzey insanlar buraya gömülmüş. Çok kıymetli bir yüzük taşının üzerinde Artemis işlemesi var. Bu da o tarihte Artemis’e tapıldığının kanıtı.”

Milliyet Ege, 18.10.2008

GERÇEK GLADYATÖRÜN MEZARI BULUNDU

 

İtalya’da Roma’nın kuzeyinde bir inşaatın temeli için yapılan kazı çalışmaları sırasında “Gladyatör” filmine esin kaynağı olan Romalı savaşçı Marcus Nonius Macrinus’un mermerden yapılmış mezarı bulundu.

 

Romalı arkeolog Daniela Rossi, keşfin “Son 20-30 yıldır ışığa çıkarılan en önemli antik Roma anıtı” olduğunu söyledi.


İtalya’nın kuzeyindeki Brescia’da doğmuş olan Macrinus, MÖ 161-180 yılları arasında Roma İmparatoru Marcus Aurelius için orduda savaşçılık yapmış ve imparatorun en yakınındakilerden biri olmuştu.    

Milliyet, 18.10.2008

ROMA'DA ÖLÜLER ŞEHRİ BULUNDU





İtalya’nın başkenti Roma’da bir rugby stadyumunun yenilenme çalışması sırasında yapılan kazılarda, eve benzetilmiş mezarlardan ve gerçek bir şehrin caddelerini andıran mezarlık yollarından oluşan antik bir mezarlık bulundu.





Associated Press’in haberine göre, Romalı arkeologların “Ölüler şehri” adını verdikleri bölgede hem milattan önce, hem de milattan sonraya ait antik çömlek parçaları bulundu. Ancak kalıntıların bulunduğu antik mezarlıkta gömülü olan binlerce yıllık ceset kalıntılarının hangi uygarlıktan olduğu henüz bilinmiyor. Ancak arkeologlar, ceset kalıntılarından en azından bir kısmının Roma’ya göç eden antik Yunan kölelere ait olduğunu söylüyor.





Arkeolog Marinda Piranomonte, “ölüler şehri”nde tam olarak neler olduğunu bulmanın birkaç hafta süreceğini kaydederek, “Ancak ne olursa olsun bu çok büyük bir şeye benziyor” dedi.  

Milliyet, 18.10.2008

TARİHİ TÜRBENİN DÜŞEN TAŞLARINA DEVLETTEN ÖNCE İŞPORTACI EL ATTI

 

 

Define avcıları tarafından yağmalanan Habib Baba Türbesi'nin aylar önce kırılan taşlarına devletin ilgili kurumlarından önce işportacı bir vatandaş el uzatarak, yerine yerleştirdi.

 

Erzurum'da Alipaşa Mahallesi'ndeki Habib Baba (Timurtaş Baba) türbesi yaklaşık 6 ay önce define avcıları tarafından yağmalanmıştı. Türbenin üzerinde bulunan küre şeklinde taş içinde altın olduğu inancıyla defineciler tarafından yerinden sökülerek götürülmüştü. Bu arada türbenin güneydoğuya bakan üst köşe taşı ise yerinden sökülerek, türbenin bahçesindeki hazireye(mezarlık) kısmına atılmıştı. İlgili devlet kurum ve kuruluşlarının yağmalanan Habib Baba Türbesi'nin düşen taşını tamir etmek veya yerine yerleştirmek için bir girişimi olmaması üzerine çevre esnafı harekete geçti.

 

Türbenin çevresinde işporta kitap satıcılığı yapan Selim Şimşek, çevre esnafın yardımıyla çamaşır ipine bağladığı taşı yerine kadar çıkarttı. Taşın düşmemesi içinse ilkel bir şekilde yine taşları iple birbirine bağlayıp yerine monte etti. Duvar ustasıyla anlaştığını ve önümüzdeki bir iki gün içerisinde taşın harçla yerine sağlamlaştırılacağına vurgu yapan Şimşek, "Tarihi, kültürel eserler gelecek nesillerin bizlere emaneti. Habib Baba Türbesi'nin kırılıp yerinden sökülen taşı aylardır içimi burkuyordu. Yetkili hiçbir kurum ve kuruluş söz konusu taşı yerine yerleştirmeyince durumdan vazife çıkartım, kendim yerleştirdim. Ama hala çalınan küre şeklindeki taşın bulunup, yerine monte edilmemesi ise beni ve çevre esnafı kahrediyor." diye konuştu.

haberler.com, 17.10.2008

564 YILLIK KİTAP KORUMA ALTINA ALINDI

 

 

Amasya'da bulunan II. Murat Dönemi'ne ait 1444 yılında yazılmış altın süslemeli kitap koruma altına alandı.

 

Amasya Valisi Celalettin Lekesiz, Prof.Dr. İlter Uzel ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, Amasya İmam Hatip Lisesi Kütüphanesi'nde 1444 yılında hat ile yazılmış 24 ayar altın süslemeli bir kitap bulunduğunu belirtti. II. Murat Dönemi'ne ait devrin üslubu ile yazılmış meşin ciltli ve birinci sınıf olarak mesnevi kopyası olduğunu ifade eden Vali Celalettin Lekesiz, "Paha biçilemeyen değerlerden bir tanesi ile karşı karşıyayız. Yaklaşık 600 yıl kadar önce yazılmış bir el yazması eser bulundu


Amasya'da. İlk incelemelere göre bu eser 1444 yılında yazılmış, II. Murat Dönemi'ne ait bir eser. Bu kitap bir Mesnevi, Mesnevi'nin yazarı Mevlana Celalettin'i Rumi. Başka birisi kaleme aldığı için literatürde 'kopya edildi' denir. Müstensili Ali Şaban Bin Haydar isimli bir şahıs. Baş sayfa altın süslemeli, çok ince bir işçilikle işlenmiş. Kapakları ile birlikte 423 sayfa. Gerçekten çok iyi kalite bir kağıda yazılmış, 600 yıllık bir eser olmasına rağmen hiç kurt, güve yememiş. Kitabın daha detay bilgileri için bilim adamları inceleme yapacaklar" dedi.


Kitabın ilk sayfasını gördüğü anda çok heyecanlandığını ifade eden Prof.Dr. İlter Uzel, "Eser çok iyi korunmuş, Bütünüyle altınla yazılmış, kon başları altınla yazılmış, baştan sona altın çerçeveli eser. En birinci sınıf işçilikle yapılmış süslemeler var. Hem Türk kültürü hem de Amasya için çok önemli bir eser" diye konuştu.


Bilim adamları tarafından incelenecek olan eser, Amasya Halk Kütüphanesi'nde bulunan diğer altın işlemeli el yazması eserler ile birlikte korunacak.

Amasya Kent Haber, 17.10.2008

ROMA MEZAR TAŞI TEŞHİRDE

Manchester’da 2005 yılında bir inşaat sırasında bulunan ve MS 100 yılına tarihlenen dev mezar taşı Manchester Üniversitesi’nde yapılan restorasyonun ardından bulunduğu yere çok yakın yerel bir müzede teşhir edilmeye başladı. 

 

1.8 m yüksekliğinde ve 680 kg ağırlığındaki mezar taşı, elinde kesilmiş bir baş taşıyan bir süvari kabartmasına sahip.

Preston’da, uzman bir laboratuarda 3 yıldır restore edilen mezar taşı, Lancashire Müzesi yetkilisi Stephen Bull’un sözleri ile “Hem bölgenin tarihine, hem de Manchester’ın oldukça dramatik geçmişine önemli bir ışık tutmakta”.

BBC News, 15.10.2008





STADION'UN ORTAYA ÇIKARILMASINA DEVAM EDİLİYOR

 

  

 

Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun Hisar Tepesi’nin güney yamacında ortaya çıkarılan “Stadion” kalıntılarının tamamen ortaya çıkarılması için doğu ve batıdaki boş parsellerde kazı çalışmalarının devam ettirilmesi yönünde karar aldığını 15 Eylül 2008 tarihli gazetemizde haber yapmıştık.

 

Bu karar doğrultusunda geçtiğimiz hafta başında kazılara yeniden başlandı. Hafta içi yapılan sondaj kazılarında doğuya doğru 42 ve 43’üncü parsellerde stadionun uzantısının devam ederek eski Müftülük binasına kadar dayandığı tespit edilirken, doğuya doğru da 64’üncü parselde stadion uzantısının devam ettiği tespit edildi.

 

Roma döneminde çeşitli törenlerin ve yarışmaların düzenlendiği bu“stadion”un kalıntısı, Bolu’da bugüne kadar tespit edilen antik kalıntıların en büyüğü oldu. Günümüzden yaklaşık olarak 1850 -1900 yıl önce inşa edilmiş bu yapı, ilimizde ve Batı Karadeniz Bölgesi’nde “açığa çıkarılan ilk stadion” olma özelliğini de taşıyor.

 

Bolu’daki bu stadionun, Batı Karadeniz Bölgesinde açığa çıkarılan ilk stadion olma özelliğini taşıdığını belirten Müze Müdürü Mustafa Güneş, kazıya kaldığı yerden devam etmeye başladıklarını bildirdi.

 

Bolu Müze Müdürü Arkeolog Mustafa Güneş yaptığı açıklamada, Bolu İli Merkez İlçe Akpınar Mahallesi’nde üçüncü derece arkeolojik sit alanı içinde kalan bazı yerlerde yapılan sondaj çalışmalarında Osmanlı ve Roma dönemlerine ait mimari yapı kalıntılarına rastlandığını ifade etti.

Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan çıkan kararla kurtarma kazılarına yeniden başladıklarını belirten Güneş, “Kurtarma kazılarında Hisar Tepesi’nin güney yamacında, doğu ve batı doğrultusunda uzanan 63,2 metre uzunluğunda bir “stadion”a rastladıklarını kaydetti. Güneş, ’’Roma Döneminde çeşitli törenlere ve yarışmalara sahne olan bu stadion kalıntısı Bolu’ da tespit edilen antik kalıntıların en büyüğü olurken, Bolu ve Batı Karadeniz bölgesinde çıkarılan ilk stadion olma özelliğini taşıyor. Kurtarma çalışmasının doğu ve batı yönünde genişletilmesine karar verildi. Çalışmalarımız başladı. Yapılan çalışmaların tamamlanmasından sonra stadionun durumunun ne olacağı belirlenecek’’ şeklinde konuştu.

Bolunun Sesi, 17.10.2008

TARİHİ ESERLER ÇİPLE KORUMA ALTINA ALINACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, müze ve ören yerlerindeki tarihi eserlerin korunması ve kaçakçılığın önlenmesi için kültür varlıklarının üzerine 'çip' yerleştirecek.

 

Böylece eserler, yurtiçi veya yurtdışında nereye giderse gitsin takip edilebilecek. Sergi veya depolarda anlık denetim yapılabilecek ve sayımlarda süreklilik sağlanacak. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Orta Doğu Teknik Üniversitesi işbirliğiyle hayata geçirilmesi planlanan çalışma çerçevesinde her tarihi esere özel çip takılacak. Kültür varlıklarının her birinin tanımlama bilgisi/kimlik numarası kendine has olacak. Radyo frekansıyla çalışan aktif ve pasif çiplerin tahribatsız şekilde eserlerle ilişkilendirilmesi ve gerekli altyapının kurulmasından sonra sistem, kültür varlıklarının korunmasında çip devrimi yapacak.

Zaman, 17.10.2008

ALMAN ARŞİVİNDEN "ÇANAKKALE ANITI" ÇIKTI

Berlin Teknik Üniversitesi arşivinde araştırma yapan Yrd.Doç.Dr. Mehmet Yavuz, Çanakkale Savaşı’nda ölen Türk ve Alman askerler için Alman bir mimara anıt ‘tasarlatıldığı’ ortaya çıkardı. 1915 yılında, savaş tüm hızıyla devam ederken tasarlandığı anlaşılan anıt kule, eğer gerçekleşseydi 110 metre yüksekliğinde olacaktı.

 

Erzurum Üniversitesi öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Yavuz, yıllarca Alman arşivlerinde gizli kaldıktan sonra 2007’de fark edilen ‘anıt’ı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nün ev sahipliğinde düzenlenen sempozyumda açıkladı.

 

Yavuz’un verdiği bilgiye göre Alman mimar Wilhelm Löffler, kurşunkalemle çizdiği tasarımın altına şöyle bir de not düşmüş: “Bu tasarımla birlikte tanrıdan dileğim odur ki bu bize düşmanlarımız karşısında Çanakkale’de zaferi bahşedecektir. İsterim ki Çanakkale ve İstanbul boğazlarının hakimi Ruslar değil Türkler olsun. Zira Rus kuvvetlerinin burada artan sınırsız baskısı Avrupa ve Avrupa kültürü için sınırsız bir felaket olacaktır. Bu tasarım, Alman ve Türk varlığının, ruhunun, gücünün birlikte çalışmasının anıtsal bir ifadesi olmalıdır.”

 

Anıtı Osmanlı’nın mı yoksa Alman nezaretinin mi ısmarlattığı, mimarın biyografisi gibi pek çok noktanın hala karanlıkta olduğunu belirten Yrd.Doç.Dr. Yavuz,  şöyle konuştu: “Sonuç olarak, böyle bir anıt kule teknik olarak yapılabilirdi, fakat Osmanlı’nın o günkü ağır şartlarda böyle bir anıtı Çanakkale Boğazı’na veya Türk boğazlarının herhangi bir yerine inşa ettirmesi uzak bir hayal olarak görülmektedir. Anıtın yapımının müttefikimiz olan Almanya tarafından istenilebileceği düşünülebilir. Fakat savaş sonrasında da anıtın yapımına ilişkin herhangi bir girişimin olmadığı anlaşılıyor. Geriye tek ihtimal kalıyor o da bu tasarımın tamamen bir savaş propagandası veya moral anıt olarak mimara sipariş edilebileceği veya mimarın böyle bir tasarım yapma ihtiyacını kendine vazife edindiği söylenebilir.”

Radikal, 17.10.2008

TARİH KOKAN ÇAMAŞIRLAR

 

 

Adana’nın Kozan İlçesi'nde, kalesi, Orta Doğunun tarihteki en geniş caddesi, stadyumu ve amfi tiyatrosu ile dünyanın en önemli antik şehirleri arasında gösterilen Anavarza’dan çıkarılan taş sütunlar ve birbirinden değerli mozaiklerin sergilendiği alan bir evin bahçesi olunca, ev sahibi Hatun Dilci’nin gündelik koşuşturması ortaya ilginç görüntüler çıkarıyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1963 yılında antik şehre bekçi olarak atanan Amber Dilci’nin eşi olan ve 1966 yılından beri aynı kadroyla çalışan Hatun Dilci, eşinin ölmesi, kendisinin de emekliye ayrılmasından sonra oğulları Yaşar Dilci’nin aynı göreve getirilmesine rağmen bahçesi müze olarak kullanılan evinde hayatını sürdürüyor.

Dilci evinde kah çamaşır sererek, kah yemek yaparak gündelik koşuşturmasını devam ettirirken, bahçesi ise, kral kızı Medusa için yapılan mozaiği ve taş sütunları barındırması sebebiyle yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

Dilci, “eşim ve ben yıllarca bu kentin korunması için kadrolu bekçi olarak çalıştık, şimdi oğlum kadrolu, ben ise gönüllü bekçilik yaparak tarihi eserlerimize sahip çıkıyoruz” dedi.

Türkiye Gazetesi, 17.10.2008

KANALİZASYONDAN
TARİH FIŞKIRINCA

 

Edirne'nin Enez İlçesi'nde, kanalizasyon çalışması sırasında bulunan bir lahit, bölgede binlerce yıl önce yaşamış medeniyetlerin izlerine ulaştırdı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle yapılan kazılara başkanlık eden, İstanbul Üniversitesine bağlı 72 kişilik kazı ekibi, Pers, Roma, Osmanlı ve diğer bazı medeniyetlerin hüküm sürdüğü Enez topraklarında geçmişe ait bir çok kültürel varlığı gün ışığına çıkarmayı sürdürüyor.

Sabah, 17.10.2008

MÜZE MÜDÜRÜNE KAÇAKÇILIKTAN GÖZALTI

 

Aksaray merkezli, 7 ilde eşzamanlı düzenlenen tarihi eser kaçakçılığı operasyonunda, aralarında Aksaray müze müdürünün de bulunduğu 28 kişi gözaltına alındı.

 

Aksaray Müze Müdürü Y.K, 'höyük ve sit alanlarında resmi kazılar başlamadan bazı gruplara kazı yaptırdığı', 'tarihi eserleri, envanter kayıtlarını yapmadan sattığı' ve 'rüşvet aldığı' iddialarıyla jandarma ekiplerince Aksaray Müzesi'nde gözaltına alındı. Jandarma komutanlığına bağlı ekipler, müze müdürü Y.K'nin evinde arama yaparak bilgisayarına da el koydu. Operasyon kapsamında Konya, Nevşehir, Kırşehir, Mersin, Hatay ve Kahramanmaraş'ta da yapılan operasyonlarda 28 kişinin gözaltına alındığı ve soruşturmanın devam ettiği öğrenildi.

Zaman, 17.10.2008

BİLİRKİŞİ ALLIANOI'Yİ KORUYABİLECEK Mİ?

 

Yortanlı Barajı suları altında kalma tehdidi altındaki Bergama yakınlarındaki Allianoi antik kentinde geçtiğimiz günlerde yapılan bilirkişi incelemesinin raporu açıklandı. İnşaat mühendisliğinden iki ve bir arkeolog bilim insanı tarafından hazırlanan raporda, DSİ’nin ‘antik kentin üzerini kille örten, çevresine de koruma duvarı çekerek koruyalım’ yönündeki görüşünün Allianoi’nin gelecek kuşaklara taşınmasını sağlamayacağına dikkat çekildi.

1800 yıllık antik kentin su altında bırakacağı bilinmesine rağmen tam bir sorumsuzluk örneği olarak nitelenen bir şekilde yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı’nın su tutabilmesi için DSİ başta olmak üzere AKP Hükümeti’nin ilgili kurumları yoğun çaba sarf ediyorlar. Yılan hikayesine dönen antik kentle ilgili süreç, ören yerinin 1. derece arkeolojik SİT alanı olduğunu tescil eden Koruma Yüksek Kurulları’nın kararlarına rağmen devam etti. Antik kenti bulan ve kazı çalışmaları yapabildiği süre içerisinde sadece yüzde 30’luk bir kısmını gün yüzüne çıkaran Yrd. Doç.Dr. Ahmet Yaraş ve ekibine kazı izni verilmezken, DSİ tarafından hukuksal engelin aşılabilmesi için yeni projeler ortaya atıldı. Son olarak DSİ II. Bölge Müdürlüğü’nün 3.11.2006 tarihli ‘Yortanlı Baraj Göl Alanı Paşa Ilıcası Kazı Alanının Korunması Tatbikat Projesi’nin daha önce antik kentle ilgili 1. Derece SİT kararı veren İzmir II Numaralı Kültür ve Turizm Koruma Bölge Kurulu tarafından önceki kararlarına aykırılığına bakılmadan onaylanması yeni hukuksal girişimlere konu oldu. Koruma Kurulu’nun kararının iptali için Allianoi Girişim Grubu üyeleri tarafından dava açıldı. Dava sürecinde gündeme gelen bilirkişi incelemesi talebi üzerine geçtiğimiz haftalarda üç kişilik bilirkişi heyeti antik kentte incelemelerde bulundu.

Bilirkişi heyeti incelemeleri sonrasında hazırladığı raporu geçtiğimiz günlerde ilgili taraflara ve mahkemeye sundu. Bu bilirkişi raporuna göre, DSİ’nin ‘mille kaplayıp, suya gömme’ projesinin Allianoi’yi korumayacağı bir kez daha gözler önüne serildi. Prof.Dr. M. Şükrü Güney, Doç.Dr. Ahmet Kaan Şenol ve Yrd.Doç.Dr. Selim Altun’dan oluşan üç kişilik bilirkişi heyeti kendilerinden ‘su altında kalacak tarihi eserlerin baraj ekonomik ömrü dolup devre dışı kaldığında gelecek nesillere en az tahribatla aktarılması için uygulanması düşünülen koruma projesinin uygun olup olmadığının bildirilmesinin istendiğini belirterek, raporlarında bu sorunun yanıtına gerekçeleri ile yer verdiler. DSİ’nin projesinde görüldüğü üzere eserlerin barajın su tutmasından sonra suyun miktarı ile orantılı olarak bazen su yüzüne çıkacağının altının çizildiği raporda, DSİ’nin projesinde açıkta kalan bu yerlerin korunmasına dönük bir çalışmanın olmadığını belirttiler. Antik kentin kille örtülmesinin yeterli korumayı sağlayamayacağının aktarıldığı raporda, sular altında kalan freskolar ve alçı kaplamaların tahrip olmasının kaçınılmazlığına işaret ettiler. Antik kentle ilgili koruma ve kurtarma kazılarının sona erdiğine dikkat çekilen raporda, “…tarihi eserlerin en az tahribatla gelecek nesillere aktarılabilmesi için korumaya yönelik önlemler bir an önce hayata geçirilmelidir” denildi. Raporda net bir şekilde “DSİ’nin öngördüğü 772.53 metre uzunluğundaki çevre duvarının, ortaya çıkarılan tarihi eserlerin korunması için uygun olmadığı” değerlendirmesi yapıldı.

Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü Alime Mitap bilirkişi raporuna ilişkin tarafların itirazlarının alınmasından sonra mahkemece davanın sonucuna gidileceğini dile getirerek, “Mızrak çuvala sığmaz; hukuka aykırılık, yeni hukuksuzluklarla çözülemez. Yapılması gereken, ‘Allianoi’yi yerinde koruyacak, gelecek kuşaklara aktaracak’ çözümler üretmektir” diye konuştu.

Evrensel, 16.10.2008

ÜSKÜP TÜRK ÇARŞISI, KÜLTÜR MİRASI OLDU

 

Üsküp Türk Çarşısı 15. yüzyıldan 20.yüzyıla kadar oluşturulmuş  tarihi ve kültürel bir mirastır. Bu kültürel mirasın korunması için, Makedonya meclisi 24. birleşiminde Üsküp Türk Çarşısı'nın önem ve değerinden dolayı uzun vadeli kültürel mirası altına alındı. Kültürel mirası altına girmesiyle çeşitli engellerden korunmuş olacak. Makedonya Kültür Bakanı Elizabet Kançevska-Milevska’nın bu konuda yapmış olduğu açıklamaları oldu ve şunları dile getirdi: ”Üsküp Çarşısı 15.yüzyıl ile 20 yüzyıl arasında oluşturulmuş bir tarihi ve kültürel mirastır. Çarşının kültürel mirasların uzun vadeli koruması altında alınmasının sebepleri var. Çarşının içersinde çok değerli tarihi, arkeolojik, etnolojik ve diğer kültürlerin tarihi değerleri var. Tabii ki sadece bunlar değil aynı zamanda içinde dükkanların yanı sıra, camiler, hamamlar, bezistanlar, hanlar kilise ve buna benzer şeyler var” diye konuştu. Çarşı 1963 yılında Tarihi Değerleri Koruma Vakfı tarafından koruma altına alınmıştır.

Yeni Balkan, 16.10.2008

TARİHİ KERVANSARAYA YERLİ VE YABANCI TURİSTLERDEN YOĞUN İLGİ

 

Afyonkarahisar'ın İhsaniye İlçesi'ne bağlı Döğer beldesinde bulunan tarihi kervansaray, yerli ve yabancı turistlerin ilgsini çekiyor.

 

Döğer beldesinin Afyonkarahisar, Eskişehir ve Kütahya üçgeninde kalan şirin bir Anadolu beldesi olduğunu belirten Döğer Belediye Başkanı Ömer Güngör, tarihi kaya yerleşim alanlarının gelen turistlerin yakın ilgisini çektiğini söyledi.

 

Beldenin gelmiş geçmiş tüm medeniyetlere ev sahipliği yaptığına dikkat çeken Güngör, şunları söyledi: "MÖ 7. yüzyılda Frigyalılar, sonra sırasıyla Bizanslılar Selçuklular ve Osmanlılar burada mesken tutmuş ve yaşamlarını sürdürmüştür. Beldemizde bulunan kervansaray ise 1434 yılında 2. Murat Döneminde, İstanbul-Hicaz yolu güzergahından geçen kervanların, burada konaklayıp ihtiyaçlarını giderebilmesi için yapılmış.''

 

Kervansarayın 1993 yılında başlanan restorasyon çalışmalarının ardından yeniden Türk turizmine kazandırıldığını kaydeden Başkan Güngör, "Avrupa'dan Avusturya'dan daha dün misafirlerimiz vardı. Ecdadımızın yadigarının dimdik ayakta durması bizleri de Türk milletini de onurlandırmakta ve gururlandırmaktadır'' diye konuştu.

Zaman, 16.10.2008

KAÇIRILAN ESERLERİMİZİ SATILMADAN KURTARDIK

 

Almanya'da, 2002 yılında ele geçiren Frig, Yunan, Roma ve Bizans dönemlerine ait 700 tarihi eser, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 5 yıllık uğraşı sonunda anavatanı Türkiye'ye dönüyor. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, madeni süs eşyaları, mücevher, haç ve mızrak uçlarından oluşan 700 parçanın, İzmir-Muğla civarından kaçırıldığının tespit edildiğini söyledi. Düzgün, eserlerin, 2002 yılında, Almanya'nın Bremen kentindeki bitpazarında atılmaya çalışılırken ele geçirildiğini ve iadesi için hemen gerekli girişimleri başlattığını anlattı.

Yeni Şafak, 16.10.2008

TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ, KİBYRA ANTİK KENTİ İÇİN YARDIM YAPACAK

 

Tarihi Kentler Birliği'nin Burdur'un Gölhisar İlçesindeki Kibyra Antik Kenti'nin turizme açılması için yardım yapacağı bildirildi.

Burdur Gölhisar Belediye Başkanı Mehmet Yavuzer, 3 -5 Kasım 2008 tarihleri arasında Kars'ta yapılan ve Kültür Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da katıldığı Türkiye Tarihi Kentler Birliği'nin 'Anadolu Buluşması' adlı toplantıyı değerlendirdi.

 

Toplantının çok verimli geçtiğini belirten Başkan Yavuzer, Gölhisar Belediyesi'nin yaz sonunda üye olduğu birliğin düzenli olarak yapılan toplantılarına katılacağını söyledi. Yavuzer, 3 gün süren Tarihi Kentler Birliği'nin Kars buluşmasının çok yararlı geçtiğini belirterek, "Gölhisar Belediyesi olarak yeni üye olduğumuz birlikte yaptığımız ikili görüşmelerle Gölhisar Kibyra Antik Kenti'ni anlattık. Antik kentimizin devam eden kazı çalışmaları sonrasında Akdeniz'in yeni 'Efes'i olacağını dile getirerek, birlikten yardım sözü aldık. Gölhisar Belediyesi olarak tarihi değerlerimize büyük önem veriyoruz. Gelecekte ilçemizin turizme açılması için tüm girişim ve çalışmaları bu yönde yapıyoruz." diye konuştu.

haberler.com, 16.10.2008

TİMURTAŞ PAŞA CAMİİ'NİN ÇEVRESİ ASLINA UYGUN DÜZENLENİYOR

 

 

Bursa'da tarihi Timurtaşpaşa Camii'nin çevresi, aslına uygun olarak yeniden düzenleniyor. Osmangazi Belediyesi tarafından çevre düzenlemesinin temel atma töreni ile çocuk parkı ve muhtarlık binası açılış töreni çok sayıda davetlinin katılımıyla yapıldı. Bazı kaynaklara göre, 1390 yılında Kara Timurtaşpaşa'nın oğlu Ali Bey tarafından, bazı kaynaklara göre ise Yıldırım Bayezit'in emiri Kara Timurtaşpaşa tarafından yaptırıldığı belirtilen Timurtaş Paşa Camii'nin kendine özgü şadırvanlı minaresi, çevresindeki yapılar yıkılarak ortaya çıkarılıyor.

 

Osmangazi Belediyesi, tarihi yapının çevresini de düzenleyerek bölgeye yakışan bir meydan oluşturacak. Timurtaşpaşa Camii ile Timurtaş Hamamı arasındaki müştemilat yapıları temizlenecek. 1966 yılında Kazım Baykal ve Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından aslına uygun olarak restore edilen tarihi minarenin de bakımı yapılacak. Öte yandan cami yakınında yapılan çocuk parkı için 382 metrekarelik alanda üç binanın kamulaştırması yapıldı. Bu binalara ve arsalara yaklaşık 420 bin YTL kamulaştırma bedeli ödendi. Çocuk parkı için elde edilen toplam alan 772 metrekare. Bu alanın 484 metrekaresi yeşil alan, 188 metrekaresi yürüyüş yolu, 100 metrekaresi çocuk oyun alanı olarak düzenlendi. Aynı zamanda parkın yanı sıra bu alana 42 metrekarelik bir prefabrik yapı inşa edildi. Bu yapının 30 metrekarelik alanı Timurtaşpaşa Camii Derneği için lokal binası, 12 metrekaresi ise muhtarlık binası olarak kullanılacak.

Zaman, 16.10.2008

AŞIKLI HÖYÜK KAZI ALANI YOLUNA KİLİTLİ TAŞ

 

Gülağaç'a bağlı Kızılkaya Köyü'nde bulunan Aşıklı Hüyük Kazı alanının yoluna kilitli taş döşendi.

 

Gülağaç Kaymakamı Türker Halim yaptığı açıklamada, Aşıklı Hüyük'ün ilçe ve Aksaray için çok büyük öneminin olduğunu belirtti. Aşıklı Hüyük'ün 10 bin yıllık geçmişi ile Anadolu'nun en eski yerleşim yeri olduğunu, ilk beyin ameliyatının da burada yapıldığı, ilk tarıma burada başlandığını ifade eden Halim, şunları kaydetti: "Bu nedenle tur firmaları bu bölgenin turizme kazandırılması için talepte bulunuyordu. Biz de bölgeye ulaşımın sağlanabilmesi için yolunun yapılması gerektiğini düşünerek Aşıklı Höyük kazı alanına giden 700 metre uzunluğundaki yola kilitli taş döşettirdik. Yolu, İller Bankasından sağlanan 40 bin YTL ödenekle yaptırdık. Ayrıca, Aşıklı Hüyük'ün koruma altına alınması için çevresine tel duvar çekme çalışmalarına da başladık."

Merhaba Gazetesi, 16.10.2008

BAYAZHAN'DA SONA YAKLAŞILDI

 

 

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından Bayazhan'da sürdürülen "Kent Müzesi" çalışmalarında sona yaklaşıldığı bildirildi.


Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan yazılı açıklamada, Büyükşehir Belediyesi mülkiyetinde olan Bayazhan'ın tüm projelerinin kısa sürede hazırlandığı belirtildi. Yapının restorasyonu için TOKİ ile yapılan görüşmeler neticesinde, ilk kez Toplu Konut İdaresi tarafından tarihi bir yapının restore edilmesine karar verildiği kaydedilen açıklamada, "Hanın korunması, yaşatılması ve gelecek nesillere ulaştırılması adına Toplu Konut İdaresi çok önemli bir vazifeyi üstlenmiştir" denildi.

 

Açıklamada, TOKİ tarafından ihale edilen hanın restorasyonuna Şubat 2007 tarihinde başlandığı ve restorasyon çalışmalarının tamamlandığı ifade edilerek, "TOKİ tarafından geçici kabulü yapılarak Bayazhan'ın Belediyemize teslimi yapılmadığından Kent Müzesi teşhir ve tanzim işinin süresinde uzama olmuştur. Belediyemiz, Kent Müzesinin teşhir ve tanzimi için 2008 Şubat ayından itibaren çalışmalara devam etmektedir. Kurtuluş Savaşında yer alan örnek şahsiyetlerin mankenleri yapılmış, yöresel kıyafetler giydirilerek tamamlanmış bulunmaktadır. Aynı seksiyonda mücadele günlerinin anlatıldığı kısa film için gerekli belgeler taranmış, çekimler yapılarak film hazır duruma getirilmiştir. Toplu Konut İdaresi tarafından geçici kabulü yapıldıktan sonra tüm bu çalışmalarımız han içerisinde yerine monte edilerek müze ziyarete açılacaktır. Bayazhan tüm fonksiyonları ile hizmete girdiğinde otopark ihtiyacını karşılamak amacı ile Bayazhan'ın üst tarafındaki büyük bir alanı otopark amacı ile kamulaştırmış ve yıkımlar halen devam etmektedir. Ayrıca Bayazhan'ın önündeki kaldırımların da tarihi dokuya uygun şekilde düzenlemesi çalışmaları da başlamış olup kısa zamanda tamamlanacaktır."

Gaziantep 27 Gazetesi, 16.10.2008

BACASINDAN 'SANAT' TÜTECEK

 

 

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Fransızlar tarafından 150 yıl önce inşa edilen Alsancak’taki Havagazı Fabrikası’nda yaptığı restorasyonun ardından çevre düzenleme çalışmalarında da son aşamaya geldi.

 

İçinde açıkhava sineması, sergi salonu, alışveriş stantları, kafeteryalar, eğlence yeri, otopark ve yeşil alanlar olan Gençlik Merkezi’ne dönüştürülecek tarihi fabrikanın bahçesine, 400 yaşında zeytin ağacının da olduğu yüzlerce bitki ve çiçek dikiliyor.

Büyükşehir Belediyesi Tarım, Park ve Bahçe Daire Başkanlığı ekipleri, toplam 24 bin metrekarelik alanın 7 bin 530 metrekaresinin yeşil alan olarak düzenlendiğini söyledi, şöyle dedi: “Bahçeye; zeytin, pembe çiçekli akasya, leylendi, süs elması, top akasya ağaçlarıyla lavantin, berbekis, ardıç, bodur pitos, tenax ve gül çalı grubu dikilecek.


Ayrıca fare kulağı, Bodrum papatyası, buzçiçeği gibi yer örtücülerle çardak gülü, begonvil, selluka ve çarkıfelek gibi sarılıcı bitkiler yerleştirilecek. Menekşe, aslanağzı ve çeşitli mevsimlik çiçekler de her mevsim bahçeyi süsleyecek.”

Milliyet Ege, 16.10.2008


2010 Dolapları - 1


ÇAKMA AJANSIN ÇAKMA FESTİVALİ

'ÇAKMA' FESTİVAL





İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kültür Bakanlığı’ndan sağlanan 5.1 milyon YTL’lik bütçeli 6. Boğaziçi Festivali’nde St. Petersburg Balesi ve Rusya Devlet Senfoni Orkestrası adıyla, ’toplama’ sanatçıların sahneye çıkartıldığı anlaşıldı. 22 etkinliğe katılan sanatçılara da, adlarına tahsil edilen kaşe ücretlerinin yüzde 50 ila 70’sinin ödendiği ileri sürülüyor. İsmi kullanılan iki Rus topluluk yasal işlem başlatmaya hazırlanıyor.

Toplumda 2010 Avrupa Kültür Başkenti bilincinin oluşmasına katkı sağlamak amacıyla 28 Ağustos - 27 Eylül arasında İstanbul’da düzenlenen Avrupa Kültür Başkenti Uluslararası Boğaziçi Festivali, yurtdışında Türkiye’nin prestijini sarsacak iki skandala sahne oldu. Festival kapsamında 9 Eylül’de Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda baş balerinliğini İrina Kolesnikova’nın yaptığı ünlü St. Petersburg Balesi yerine, aynı isimle St. Petersburg’daki bir bale okulunun topluluğu olan Jacobson Bale Grubu gösteri yaptı.
 

22 Eylül’de Aya İrini Müzesi’nde konser vereceği açıklanan Rusya Devlet Senfoni Orkestra ve Korosu yerine, yine aynı isimle, özel bir orkestra olan Moskova Senfoni konser verdi. Kadrosu İstanbul konseri için yetersiz kalan orkestra Moskova’nın diğer topluluklarından müzikçilerle takviye edildi. Skandal, sahnedeki sanatçılarla, afiş ve program fotoğraflarındaki kişilerin farklı olduğunu anlayan dikkatli izleyiciler sayesinde ortaya çıktı. Bazı izleyicilerin, topluluk üyelerine farklılığı sorması üzerine, gerçek anlaşıldı.

Boğaziçi Festivali için Kültür Bakanlığı ve İstanbul Avrupa 2010 Kültür Başkenti Ajansı’na sunulan projede belirtilen gösteri ücretlerinin de sanatçılara eksik ödendiği ileri sürülüyor. Aralarında Türkiye’den Zülfü Livaneli, Ahmet Özhan, Yavuz Bingöl, Hakan Şensoy, Erdal Erzincan, yurtdışından Zubin Mehta, Civan Gasparyan, Kayhan Kalhor gibi tanınmış tanınmış isimlerin bulunduğu festival sanatçılarının banka hesaplarına yatırılan ücretler, adlarına tahsil edilen ücretlerin yüzde 50 ila 70’i oranında kaldı. Hürriyet’in görüştüğü dört festival sanatçısı bu bilgiyi doğruladı. Eksik ödemeyi yeni öğrendiklerini belirten sanatçılar, şikayetlerini basın yoluyla kamuoyuna iletmek yerine, 2010 Ajansı yetkililerine aktaracaklarını belirtti.

Hürriyet’in Fransa’da ulaştığı St. Petersburg Balesi’nin menajeri Nezaket Kasımova, İstanbul’da sahneye farklı bir topluluğun çıktığını doğruladı. "St. Petersburg Balesi’nin yönetmeni Konstantin Tashkin konuyu inceliyor. 15 Kasım’da gösteri için İstanbul’a geldiğinde ilgililer hakkında dava açacak" dedi. Rusya Devlet Senfoni Orkestrası ve Korosu’nun Moskova’daki menajeri, Sovinart yetkilisi Eilina Tikhomirova ise "Orkestramız İstanbul’daki festivalde yer almadı. Konuyu yeni öğrendik, inceliyoruz. Gerekirse yasal haklarımızı kullanacağız" dedi.

Kültür A.Ş. Genel Müdürü Nevzat Bayhan, Boğaziçi Festivali’nin sorunsuz tamamlandığını, etkinliklerin 10 bin 329’u biletli olmak üzere toplam 28 bin kişi tarafından izlendiğini söyledi. "Hesaplarımız şeffaf ve açıktır. Üç hafta önce, Hürriyet’in Kültürazzi köşesinde yayımlanan iddialardan sonra dosyayı bir kez daha Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü’ne gönderdik. Bildiğim kadarıyla, soruşturmaya açmaya değer herhangi bir suiistimale rastlanmadı. Bütçemiz fazla ya da açık vermedi" dedi. Festivalle ilgili Sabah Gazetesi’ne "Programdan hiç haberim olmadı" diyen 2010 Müzik ve Opera Yönetmeni Cem Mansur da, Hürriyet’in sorularını, bu konuda konuşmak istemediğini belirterek yanıtlamakla yetindi.

Festival bütçesinde, büyüklüğüne bakılmaksızın 21 gösterinin her biri için "Teknik hizmetler" başlığı altında 25 bin YTL tahsil edildi. Ancak etkinliklerin bir kısmında belediyeye ait tesislerin teknik donanımı ve personelin kullanıldığı iddia edilen festivalin kurumsal internet sitesi için de 9 bin YTL ödendi. Ancak site henüz faaliyete geçemedi. www.bogazicifestivali.com adresindeki web sitesinde "Kısa bir süre sonra web sitemizin tüm içeriği yayında olacaktır" deniliyor.

Hürriyet, Haber: Serhan Yedig, 16.10.2008


*****


'ÇAKMA' FESTİVALE SORUŞTURMA

 

28 Ağustos-27 Eylül arasında İstanbul’da düzenlenen Boğaziçi Festivali’nde 3.9 milyon YTL fon sağlayan İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, soruşturma başlatıldığını açıkladı.

 

Boğaziçi Festivali’nin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kültür projesi olduğu için finansal olarak desteklendiği belirtilen açıklamada, "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bu yıl 6’ıncısı düzenlenen festivalin içeriklerinin belirlenmesi aşamasında projeye dahil olmamış ve festivalin organizasyonu ile ilgili herhangi bir tasarrufta bulunmamıştır. 27 Eylül 2008 tarihinde sona eren festival ile ilgili olarak basında çıkan haberler üzerine konuyu anlamak ve yanlışlık varsa gereğini yapmak üzere, bir soruşturma başlatmış bulunmaktayız. Ajansımız tarafından ödemeleri henüz tamamlanmamış olan festival ile ilgili bu konuyu bütün yönleriyle titizlikle inceledikten sonra, elde edilen sonuçları basın aracılığıyla kamuoyu ile paylaşacağız" denildi.

Boğaziçi Festivali’ni organize eden İBB Kültür A.Ş de bir açıklama yaparak iddiaların doğru olmadığını ileri sürdü. Festivalin Sanat Yönetmeni Arda Aydoğan ise kendini "Programı ben yaptım, uygulamaya karışmadım" diyerek savundu. Aydoğan "Programı ben hazırladım. ASİA adlı şirket, projeyi Kültür AŞ’ye teslim etti. Benim hazırladığım programdan bazı etkinlikler çıkarıldı, BKM’nin altı etkinliği eklendi. Proje 2010 Ajansı’na gitti. Uygulamayı Kültür AŞ’nin taşeron firmaları gerçekleştirdi. Uygulamada hiçbir rolüm olmadı" dedi.

Hürriyet, Haber: Serhan Yedig, 16.10.2008


*****


'ÇAKMA' BALEYE SAVUNMA: BİZ DÜZENLEMEDİK

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile birlikte düzenledikleri “6. Boğaziçi Festivali”nde, “toplama” sanatçıların sahneye çıkartıldığı iddiaları üzerine, “Festivalin içeriklerinin belirlenmesi aşamasında projeye dahil olmadıklarını” öne sürdü.


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstanbul Belediyesi ile 28 Ağustos - 27 Eylül tarihleri arasında İstanbul’da birlikte düzenledikleri “6. Boğaziçi Festivali”nde, St. Petersburg Balesi ve Rusya Devlet Senfoni Orkestrası adıyla, “toplama” sanatçıların sahneye çıkartıldığı iddiaları üzerine bir açıklama yaptı. Ajans yaptığı açıklamada, festivalin finansal olarak kendileri tarafından desteklense de, “İçeriklerinin belirlenmesi aşamasında projeye dahil olmadıklarını” belirtti. Ajans tarafından yapılan açıklamada şöyle denildi:


“Hiç şüphesiz İstanbul Büyükşehir Belediyesi kültür sanat alanında hayata geçirdiği çok sayıda proje ile öncelikli olarak desteklenecek kurumların başında gelmektedir. Uluslararası 6. Boğaziçi Festivali de bu nedenlerle finansal olarak desteklenmiştir. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bu yıl 6’ıncısı düzenlenen festivalin içeriklerinin belirlenmesi aşamasında projeye dahil olmamış ve festivalin organizasyonu ile ilgili herhangi bir tasarrufta bulunmamıştır.”


İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, “etkinliğe katılan sanatçıların adlarına tahsil edilen kaşe ücretlerinin yarısının ödendiği”nin de gündeme getirilmesi üzerine, “konuyu anlamak ve yanlışlık varsa gereğini yapmak üzere” soruşturma başlattıklarını bildirdi. Açıklamada, “Ajansımız tarafından ödemeleri henüz tamamlanmamış olan festival ile ilgili bu konuyu bütün yönleriyle titizlikle inceledikten sonra, elde edilen sonuçları basın aracılığıyla kamuoyu ile paylaşacağız. İncelememiz sonuçlanana kadar bu konuda başka bir açıklama yapmanın doğru olmadığı kanısındayız” denildi.

Evrensel, 18.10.2008



Diğer 2010 dolapları için bakınız: "Halının Altı" (E. Çaykara)


TUNA NEHRİ'NDEN MÜTHİŞ KOLYE ÇIKTI

 

Macaristan'da Tuna nehrinde Hun İmparatoru Attila döneminden kalma altın kolye bulundu.

Macaristan Milli Müzesi Müdür Yardımcısı Gabor Rezi-Kato, geçen yıl bir define avcısının izinsiz yaptığı kazılarda 5. yüzyıldan kalma bir mezarda altın takılar bulduğunu, daha sonra polisin bu paha biçilmez tarihi eserlere el koyduğunu söyledi.

Rezi-Kato, define avcısının takılardan birisini polise yakalanmadan önce sattığını, satın alan kişinin ise korkarak kolyeyi Tuna nehrinin çamurlu sularına attığını açıkladı.

Kolyeyi bulmak için müzenin tuttuğu dalgıçlar yüzlerce kez Tuna nehrinde arama yaptılar ve paha biçilmez altın kolyeyi bugün gün ışığına çıkarmayı başardılar.
Rezi-Kato, takıların büyük ihtimalle imparatorluk ailesine ait olduğunu söyledi.

Hürriyet, 16.10.2008

OSMANLI ARŞİVCİLERİ 21 YILDIR KANUN BEKLİYOR

 

Osmanlı topraklarında yaşayan milletlerin siyasi, kültürel ve ekonomik tarihlerine ışık tutacak yazışmaları gün yüzüne çıkarmak büyük önem arz ediyor.

 

Ancak, bu çalışmaları yapan arşivciler, vaat edilen uzman statüsünü alamadıkları için bir bir mesleği bırakıyor. 1987 yılında uzman yardımcısı statüsüyle işe alınan Osmanlı arşivcileri, 21 yıldır sözleşmeli personel statüsüyle çalışıyor. Arşivcilerin statü ve özlük haklarından yoksun bırakıldığını söyleyen dönemin Başbakanlık müsteşarlarından Hasan Celal Güzel, "Kötü niyet yok, ihmal var." diyor. Uzmanların sıkıntısına son verecek olan Milli Arşivler Kanunu Tasarısı 2006'da Meclis'e sunulmasına rağmen henüz yasalaşmadı.

 

Türk Arşivciler Derneği Başkanı Hacı Haldun Şahin'in verdiği bilgiye göre 1986'ya kadar çalışan personel sayısı 45 civarında. Bu sayı 1990'da 153'ü kadrolu 489'u sözleşmeli olmak üzere 642'ye kadar çıktı. Aradan yıllar geçmesine rağmen kurumda ihtisaslaşmış personele herhangi bir unvan ve kadro verilmedi. Şahin, arşiv personelinin, istenildiği an sözleşmesinin fesholunabileceğine dikkat çekerken bunun personel kaçışını hızlandırdığını vurguladı. Arşiv uzmanı personel maaşının 1.300 YTL olduğunu kaydeden Şahin, "20 yılını arşivlerde geçirmiş, yüksek lisans veya doktorasını tamamlamış birçok 'arşiv uzmanı', hak kayıpları yüzünden değişik kurumlara geçti. İşini ayarlayabilen kaçtı." diye konuştu. 1987'de işe alınan personel arasında bulunan Doç.Dr. Said Öztürk de bu statüyle emekli olanların düşük maaş alacaklarını aktararak, "Ben de uzman yardımcısı olarak işe başladım. Ancak statü verilmediği için doktoramı tamamlayıp işi bıraktım." dedi.

Zaman, Haber: Hüseyin Keleş, 16.10.2008

KAYIP BİZANS KENTİ KÜÇÜKÇEKMECE'DE





Bizanslıların Yedikule’deki ihtişamlı Altın Kapı’dan geçerek yaz aylarını geçirmek üzere gittikleri sayfiye kentinin kalıntıları Küçükçekmece Gölü’nde bulundu.

MS 557’deki büyük depremde yok olduğu sanılan Bathonea kentinden bugüne, sular altındaki taş iskele kalıntıları, göl kıyısı evlerine ait çok sayıda duvar formu, çok miktarda seramik malzeme ve mermer parçalar kaldı. Gölün içinde bulunan fener kalıntıları ise arkeologları daha da heyecanlandırdı.

Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Şengül Aydıngün’ün 2007’de başlattığı "İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları" (İTA) Projesi, arkeoloji alanında farklı disiplinlerden gelen uzmanları buluşturdu. Bristol Üniversitesi’nden Prof.Dr. Volker Heyd, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden sualtı arkeoloğu Hakan Öniz, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Jeolog Prof.Dr. Şükrü Ersoy, İÜ Prehistorya Kürsüsü’nden Asistan Emre Güldoğan ve üniversite öğrencileri, Küçükçekmece Gölü çevresinde çalışmaya başladılar. Kültür Bakanlığı izniyle yapılan çalışmalar, Yarımburgaz Mağarası’nda başladı. Burada bulunan 10-15 bin öncesine tarihlenen aletler, Avrupa’nın bilinen en eski tarım aletleriydi.

Çalışma sırasında bulunan kent kalıntıları, arkeologlara, buranın, yazılı kaynaklarda geçen ancak yeri şimdiye kadar tespit edilemeyen "Bathonea" kenti olduğunu düşündürdü. 2700 yıllık antik kentle ilgili çalışmalar bu yaz da sürdü. Bölgede bulunan evlerin birçoğunun kendisine ait iskelesi olması ve çok sayıda antik çapanın bulunması da dönemi anlatan tarihçi Procopius’u doğruluyordu.

Göl çevresinde, sualtı arkeoloğu Hakan Öniz yönetiminde "side scan sonar" ve "jeo-radar"la incelemeler yapıldı. Eni 1.5 metre, uzunluğu 1 kilometreye yakın surların yüksekliği henüz tespit edilemedi, ama arkeologlarda, buluntuların kayıp Bathonea kentine ait olduğu kanaati uyandırdı. Kıyı şeridinde bulunan yapı kalıntılarının ise zengin ve soyluların malikaneleri olduğu sanılıyor.

Araştırmaların en heyecan verici noktası ise gölün Kuzeybatı’sında Firuzköy kıyısındaki yarımadada deniz tabanındaki fener kalıntılarıydı. Fenerle ilgili ilk bulgu, göl içindeki sığlığın üstünde kalan iki taş bloktu. Blokların çevresinde yoğunlaşan sualtı arkeologları, duvar formları, mermer döşeme parçaları, seramik kalıntılar ve çok miktarda kiremit-tuğla parçaları buldular. Kalıntılar üzerine yapılan çizim çalışmaları iki farklı yapının temellerini ortaya çıkardı. Denize uzanan rıhtımın açığındaki fenerden alınan kalıntılar, Bothonea’nın önemli bir liman kenti olduğunu da gözler önüne serdi. İlk fener kalıntıların, bugünkü İstanbul’un yerinde Hellenistik dönemde MÖ 7. yüzyılda kurulan Byzantion’la aynı döneme ait olduğu sanılıyor. Büyük blok taşlardan alınan harç malzemesi, 5. yüzyılda 2. Teodosios tarafından yapıldığı sanılan Bizans’ın dış surlarının harcıyla karşılaştırıldığın büyük benzerlikler bulundu.

Hürriyet, Haber: Ayda Kayar, 16.10.2008

MİLAS'TA LAHİT MEZAR BULUNDU

Muğla’nın Milas İlçesinde bir inşaatın temel çalışmalarında ortaya çıkarılan lahit mezarın geç klasik-erken Hellenistik döneme ait olduğu tespit edildi. Mezarda 5 insan iskeletinin bulunduğu tespit edildi.


Emek Mahallesi’nde Müze Müdürlüğünün denetiminde bir inşaatın temel çalışmaları sırasında bulunan mezarda çalışma yapan arkeologlar, mezarda baş kısımları kuzey tarafına gelecek şekilde beş insan iskeletinin olduğunu tespit etti. Mezardan ayrıca ölülerin yakılarak küllerinin konulduğu kap olarak bilinen 3 adet urne, 1 adet unguanterium (koku şişesi), 1 adet vazo ve 1 adet kulplu testicik ortaya çıkarıldı.
Milas Arkeoloji Müzesi Müdürü Erol Özen, mezara rastlanmasının ardından temel çalışmalarının durdurulduğunu belirterek, “Mezarda uzman ekiplerimiz gerekli incelemeyi yaparak rapor hazırladılar. Rapor, Koruma Kuruluna gönderildi ve sonucu bekleniyor.” dedi

Muğla Kent Haber, 14.10.2008

TARİHİ HIDIRAĞA CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

 

Edirne merkezde bulunan tarihi Hıdırağa Camii restore edilmeye başlandı. 16. yüzyılın ortalarında inşa edildiği bilinen caminin ayakta durması için değişik zamanlarda restorasyon çalışmaları yapıldı. Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü, caminin eski günlerindeki görünümüne kavuşması için yeniden çalışmalara başladı.

 

Vakıflar Bölge Müdürü Hüseyin Özer, caminin kubbesi ile birlikte minaresinin kurşunlarının değiştirileceğini söyledi. Minarenin onarımı ve çevre düzenlemesi yapılacağını kaydeden Özer, "Büyük küçük demeden, ecdadın bize bıraktığı tüm eserleri aynı hassasiyetle onarmaya ve bakımlarını yapmaya çalışıyoruz. Bu kapsamda, Osmanlı'nın bize miraslarından olan ve sırtını Selimiye'nin gölgesine dayamış olan Hıdırağa Camii'ni de onarıyoruz. Bu onarım için yaklaşık 220 bin YTL'lik bütçe ayrıldı." dedi. Özer, Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü sorumluluk alanı içerisindeki Edirne ve Kırklareli'nde bulunan tüm vakıf eserlerinin gereksinim duyduğu bakım ve onarımların birer birer gerçekleştirildiğini ifade etti.

 

Hıdırağa (Hızır Ağa) Camii; tek kubbeyle örtülü ve kare planlı olarak yapılmış. Harimin doğu cephesinin kuzey ucuna bitişik tek şerefeli bir minaresi bulunuyor. Kuzeyinde de iki gözlü son cemaat mekanı yer alıyor.

haberler.com, 15.10.2008

ÇAMBEL'DEN 'SİT ALANI' İSTEĞİ

 

Edebiyatçı ve mimar Nail Çakırhan’ın ölümünden sonra, eşi Prof.Dr. Halet Çambel, kendisini başsağlığı için arayan Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’dan, Kastabala Vadisinin Doğal ve Kültürel SİT alanı ilan edilmesini istedi. Halet Çambel’i başsağlığı için arayan Kültür bakanı Ertuğrul Günay “Bir dileğiniz var mı?” sorusuna “Evet var, mahkeme sürecindeki Kastabala Vadisinin Doğal ve Kültürel Sit alanı ilan edilmesi” yanıtını aldı.


Türkiye’nin ilk açık hava müzesini kuran Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Şeref Üyesi Prof. Halet Çambel, içinde Kastabala Kutsal Kenti, Kuş Cenneti ve kalelerin bulunduğu Kastabala Vadisi’ni kurtarmak için ettiği mücadeleyle uzun süre gündemde kalmıştı.

Evrensel, 15.10.2008

HASANKEYF İÇİN "GARANTİLERİ GERİ ÇEKİN" UYARISI YAPILDI

 

Alman Yeşiller Partisi tarafından hazırlanan ve Türkiye Yeşiller Partisi dahil olmak üzere 6 yeşiller partisinin desteğiyle acil öneri olarak sunulan deklarasyonla, Avrupa ülkeleri, Ilısu Barajı ihracat kredi garantilerini geri çekmeye davet edildi. Karar, Avrupa Yeşilleri tarafından oybirliğiyle kabul edildi.

 

Projenin hayata geçmesi durumunda Hasankeyf’in sular altında kalacağının belirtildiği metinde, “Ilısu Barajı projesi Avrupalı şirket ve bankaların sosyal ve çevresel endişelerinin neticesinde projeden çekilmeleriyle 2001 yılında terk edilmişti. Bu nedenle proje tekrar hayata geçirilmeye çalışıldığında ihracat kredi garantileri, projeyi uluslararası standartlara ulaştırması beklenen 150 şartın yerine getirilmesine bağlanmıştı. Bu şartlardan biri de bölgedeki ekolojik ve kültürel varlıklara ait temel veri toplanması talebidir. Şimdi görülüyor ki Türk Hükümeti bu şartları yerine getiremeyecek. Alman, Avusturya ve İsviçre Hükümetleri ise şartların yerine getirilmesi için 8 Ekim 2008 den itibaren 60 günlük sınır getirdi” denildi.

 

Barajın, insan, çevre ve bölge üzerinde olumsuz etkiler yaratacağının vurgulandığı metinde, şunlar kaydedildi:

“Çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı bölgede yeterli rehabilitasyon sağlanmadan yapılan tahliye ve yerleştirme, insan hakları ihlalleri, su kalitesindeki aşırı düşüş, suyla ilgili hastalıklardaki artış, su havzalarının ve soyu tükenmekte olan hayvan ve bitki habitatlarının yıkımı, toplu balık ölümleri gibi yıkıcı etkiler nedeniyle Ilısu Barajı’nın yapımına karşı kampanyalar yürüttük. Ayrıca Türkiye için bir kültürel varlık ve insan medeniyetinin bir sembolü olan Hasankeyf İlçesi sonsuza dek Ilısu barajı suları altında kalmamalı.”

 

İhracat kredi garantisinin geri çekilmesinin bir ilk adım olacağının belirtildiği metinde, “Avrupa Yeşilleri olarak, Ilısu Barajı karşıtlarına proje yürürlükten kaldırılana kadar destek olacağız. Türkiye’nin enerji sorunu ve bölgenin iktisadi gelişimi için sürdürülebilir alternatiflere ihtiyaç var” denildi.

Birgün, Haber: Özlem Zorcan, 15.10.2008


******


ERDOĞAN: DENİZE NAZIR BİR HASANKEYF İÇİN ÇALIŞIYORUZ

 

Partisinin grup toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan, Hasankeyf’teki tarihi dokunun sular altında kalmasına karşı çıkan çevrecileri ve bölge halkını suçladı. "Denize nazır modern bir Hasankeyf "için çalıştıklarını belirten Erdoğan, bölgeye yapılmak istenen Ilısu Barajı’nın altında kalacak olan Hasankeyf için nasıl bir "modern proje" planladığını ise açıklamadı. Başbakan Erdoğan’ın bu sözleri çevreciler ve Hasankeyf gönülleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Birgün, 15.10.2008


******


BAŞBAKAN'IN HASANKEYF 'TACİZ'İ


Başbakan Erdoğan’ın 14 Ekim’deki AKP grup toplantısında Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı’nı eleştirenleri “terör örgütüyle aynı saflarda” göstermesi, bilim ve kültür dünyamız için asla hak etmedikleri bir hakaret ve aşağılama.

 

Başbakan’ın bu söylemiyle “taciz” ettiği bilim insanlarımız arasında, yıllarını Hasankeyf kazılarına ayıran ve bu antik kentin “boğulmaması” için çaba gösteren Prof. Oluş Arık, Prof. Metin Ahunbay, Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, Prof.Dr. Metin Sözen, Prof. Halet Çambel, Prof.Dr. Mehmet Özdoğan gibi arkeoloji ve tarih dünyamızın duayenleriyle birlikte çok sayıda akademisyen, mimar ve aydın var.

 

Bu isimlerin çoğu, aynı zamanda Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı koruma kurullarının emektar üyeleri oldukları gibi, bugün de değişik kamusal görevlerle aynı hizmetlerini “özveriyle” sürdürüyorlar.

 

Ilısu Barajı’nın tarihsel mirası yok sayan yer seçimine ve projelendirme tarzına 70’lerden beri karşı çıkan bilim, düşünce ve kültür insanlarımız, özellikle son yıllarda daha da artan “PKK terörü”ne karşı da ülkenin uygarlık değerlerini koruma mücadelesi içindeler.

 

O kadar ki, ayrılıkçı terör saldırılarından ötürü başta yine Hasankeyf olmak üzere Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki arkeolojik çalışmalar yıllardır yapılamazken, 25 Eylül 1991’deki bir saldırıda da iki arkeoloğumuz yaşamını yitirmişti.

 

Nusaybin yakınlarındaki Çağçağ Vadisi’nde kazılar yapan Arkeolog İ. Metin Akyurt ile Arkeolog Bahattin Devam, PKK’nin kazı aracına pusu kurarak saldırması sonucunda öldüler. Onların anılarına Arkeoloji ve Sanat Yayınları’ndan çıkartılan anı kitabında imzası olan çok sayıda tarihçimiz terörü lanetlerken, Ilısu Barajı’nı da bir “uygarlık karşıtı proje” olarak eleştiren uzmanlarımızdılar.

 

Hasankeyf’in sular altında kalmaması için yıllarını veren akademisyenlerimiz arasındaki Prof.Dr. Zeynep Ahunbay, bu antik kentin UNESCO Dünya Mirası listesine girmesi için gerekli çalışmaları da üstlendi.

 

Son dönemlerde kazı başkanlığını yürüten Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Batman Üniversitesi rektörlüğüne atanırken, Hasankeyf’in tarihsel dokusunu tamamlayan “mimari ve kentsel bütünselliğin taşınamayacağı”nı da söyleyenler arasında.

 

Hasankeyf için yaklaşık 40 yıldır hemen her bilimsel etkinliğe katılarak “kurtarılması”nı savunan Prof.Dr. Metin Sözen de bu yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün elinden “Devlet Kültür ve Sanat Ödülü”nü aldı. Sözen’e Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca verilen ödülün gerekçesinde; “ülkenin uygarlık mirasının ödünsüz savunuculuğunu” yapmasının altı çiziliyor.

 

Benzer şekilde Türkiye’nin dünyaca ünlü ilk kadın arkeoloğu Prof. Halet Çambel’in de Hasankeyf’i göz ardı eden Ilısu Barajı projesine yönelik eleştirileri yabancı dillerdeki yayınlarda da yer aldı. Atatürk’ün isteğiyle yurtdışına giderek arkeoloji öğrenimini Paris-Sorbonne’da yapan 1916 doğumlu Çambel’e de 2005 yılında Hollanda’nın Prens Claus ödülü verildi.

 

Bu nedenlerle, yine Başbakan’ın “Hasankeyf’i taşıma” tezine karşı çıkanlar için söylediği “Tarihin yok olacağı sözleri yalandır” ifadesinden ötürü de “kentsel, doğal ve arkeolojik sit dokusunun taşınamayacağı”nı savunan tüm bilim insanlarımızdan özür dilemesi bekleniyor.

 

Çünkü sadece ulusal değil, uluslararası toplantılarda da Hasankeyf gibi bir antik başkentin ancak bulunduğu yerde korunabileceği; sadece bazı yapıların taşınmasıyla tarihin yok edilmesinin önüne geçilmiş olmayacağı açıkça belirtilmiş durumda.

 

Başbakan’ın işte böylesine ulusal yüz akımız olan bilim kadrolarını PKK ile aynı saflarda göstermesinin yanı sıra, Adnan Menderes’in Vatan Caddesi’ni açmasını eleştirenleri de hedef alması şaşkınlık yarattı. Çünkü Menderes’in yine bilim ve kültür çevrelerimizce “yüzyılın kentsel kıyımı” olarak adlandırılan İstanbul yıkımlarında, çok sayıda tarihi eser, camiler, hamamlar, sivil ve anıtsal miras ortadan kaldırılmıştı.

 

Bu konuda Tarih Vakfı’nın İstanbul Ansiklopedisi’ndeki yok edilen kültürel mirası içeren maddede Prof. Doğan Kuban imzası bulunuyor. Kuban da aynı makalesinde “Kentin çok önemli mirası, otomobil uğruna ve sadece siyasal emirlerle yıkıldı...” dediğinden, hocaların hocası bir bilim insanımız da Başbakan’ın tacizinden nasibini almış oluyor. Erdoğan’ın bir “muhafazakar” olarak böylesi bir “tarih katliamı”nı savunması “İstanbul sevdası”yla çeliştiği gibi, siyaset bilimi açısından da benzeri pek görülmeyen bir tutum olsa gerek.

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 16.10.2008

"KENTSEL DÖNÜŞÜM, RANTSAL DÖNÜŞÜM OLDU"

 

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından ‘Kentsel Dönüşüm Projesi’ne karşı düzenlenen panelde, söz konusu projeyle rant alanlarının yaratıldığına dikkat çekildi.

TÜBİTAK Merkezi’nde gerçekleşen panelde, İstanbul Gülsuyu Mahallesi Derneği Başkanı, Ali Rıza Yıldız, Gülsuyu ve Gülensu mahallelerinde oluşacak imar planıyla halkın kandırılamayacağını belirterek, hükümetin bu konuda geri adım atmasını istedi.Yıldız, Kentsel dönüşümün mahalleliyi mağdur ettiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

“Emekçilerin, yoksulların, işsizlerin kendilerine bir yol çizmesi gerekiyor. Yerel seçimlerin yaklaşıyor, bu süreç gecekondu sakinleri için çok önemlidir. Aday olacak kişinin yapacakları projeler bizim için çok önemli, buna bakarak aday seçeceğiz” İstanbul Ayazma Mahallesi adına konuşma yapan Osman Özdemir de Ayazma’nın büyük bir kısmının gecekondu bölgesi olduğunu söyleyerek, belediyenin Ayazma’ya yönelik hiç bir çalışmasının olmadığını belirtti.

Büyükşehir Belediye’sine sundukları projenin kabul görmediğini kaydeden Özdemir, “Amaçları örgütlülüğümüzü dağıtmaktı” ifadelerine yer verdi. Ankara Başıbüyük Mahallesi Derneği adına konuşan Adem Kaya ise, kentsel dönüşümün rantsal dönüşüm amacı taşıdığını vurguladı.

Birgün, Haber: Zehra Şahindokuyucu, 15.10.2008

ANTİK ROMA STADYUMU KAPILARINI AÇIYOR

 

İmparator Antoninus Pius’un, Olimpiyatların Roma versiyonunu düzenlediği Pozzuoli antik stadyumu hemen hemen 500 yıl sonra bu hafta yeniden açılıyor.

MS 142’de inşa edilen ve 1538’de Nuovo Yanardağı’nın patlaması ile kül altında kalan stadyumun şu ana dek yarısından fazlası kazıldı.

1931 yılında stadyumun ortasından geçirilen yol, kazı ve restorasyon projelerini oldukça zorladı.

Pozzuoli Belediye Başkanı Pasquale Giacobbe “Floransa, Venedik, Roma ve Urbino gibi İtalya’nın kültür merkezleri gibi, Pozzuoli’de ışıltılı geçmişinin yeniden ortaya çıkarılmasının avantajlarını yaşayacaktır” dedi. 

Upi.com, 10.10.2008

MİLLİ SARAYLARDA DEPREM HAZIRLIĞI

 

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı İstanbul'u etkileyecek olası bir depreme hazırlık amacıyla, daire başkanlığı çalışanlarından, Milli Saraylar Sivil Savunma Uzmanlığı bünyesinde faaliyet gösteren bir arama-kurtarma ekibi oluşturulduğunu açıkladı. 

TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı yaptığı açıklamada, arama-kurtarma ekibinde görevli personelin afet sonrası enkazda, canlı arama ve kurtarma çalışmalarını yürütebilmesi amacıyla, eğitim programları düzenlendiği ve Haziran ayında başlayan ilk grup eğitim çalışmalarının ardından ikinci grup çalışmalarına Sakarya'nın Sapanca İlçesinde başlandığı kaydedildi.

Sakarya Valiliği Sivil Savunma Arama Kurtarma Birlik Müdürlüğü ile ortaklaşa gerçekleştirilecek olan çalışmalara, 25 Milli Saraylar çalışanının katılacağının ifade edildiği açıklamada, çalışmaların 17 Ekim'de sona ereceği bildirildi.

Cumhuriyet, 15.10.2008

ALTIN PORTAKAL'IN FİNALİ, ASPENDOS YERİNE KONYAALTI'NDA

 

Bu yıl 45.’si düzenlenen Altın Portakal Film Festivali’nin kapanış töreni, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Aspendos Antik Tiyatrosu’nda yapılması halinde katılmayacağını belirtmesi üzerine Konyaaltı Açıkhava Tiyatrosu‘na alındı.

 

Yıpranan Antik Tiyatro’nun  tadilatının henüz yapılmadığını açıklayan Günay, burada yapılacak bir törene katılmayacağını açıklamıştı.

Milliyet, 15.10.2008

ROCCAMONFINA YANARDAĞINDA BULUNAN İNSAN AYAK İZİ 345 BİN YILLIK

 

İtalya'nın güneyindeki Roccamonfina yanardağında 2003'te bulunan dünyanın en eski insan ayakizinin 345 bin yıllık olduğu tespit edildi.


"Şeytan izi" olarak bilinen bu fosilleşmiş ayak izleri üzerinde uygulanan karbon tarihleme yöntemi, daha önce 385 bin ila 325 bin yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen bu izlerin 345 bin yaşında olduğunu ortaya koydu.


Dengelerini sağlamak için yürürken ellerini de kullanan ilk insanların bıraktığı izlere argon tarihleme yöntemini uygulayan Fransa'nın İklim ve Çevre Bilim Laboratuarı'ndan bilim adamları, 6 bin yıl yanılma payı olabileceğini belirtti.


Amatör bir arkeoloğun keşfinden sonra Padova Üniversitesi'nden Paolo Mietto ve meslektaşları tarafından dünyaya tanıtılan bu ilk insana ait en eski ayak izlerinin bulunduğu arkeolojik kazı alanının ziyarete açık olduğu bildirildi.


Bundan önceki en eski insan izinin 300 bin yıl öncesine ait olduğu ve Fransa'da bulunduğu belirtilmişti.


20 santimetre uzunluğunda ve 10 santimetre genişliğinde olduğu izlere göre, o zamanda yaşayan insanın 1,5 metre boyunda olduğu tahmin ediliyor.


İtalyanların, yanardağın o dönemde aktif bulunması ve lavların üzerinde kimsenin yürüyemeyecek olması nedeniyle, bu izleri "şeytan izi" olarak yorumladığı, ancak yapılan bilimsel araştırmalar sonunda bunların dünyanın en eski insan izleri olduğunun fark edildiği belirtilmişti.

TürkiyeTurizm.com, 15.10.2008

TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

Konya İl Özel İdaresi arşivlerinde bulunan 1890-1910 dönemine ait 214 adet arşiv özelliği taşıyan defter kaydı düzenlenen devir teslim töreniyle Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'ne teslim edildi.

 

Tarihi nitelik taşıyan defter kayıtları Bölge Yazma Eserler Müdürlüğü tarafından bakım ve onarımdan geçirildikten sonra araştırmacıların hizmetine sunulacak.

 

Konya İl Özel İdaresi toplantı salonunda gerçekleştirilen devir teslim törenine Konya İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Mehmet Kaçmaz, İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan, Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin, İl Özel İdaresi Genel Sekreter Yardımcısı Abdüssettar Yarar katıldı.

 

Devir teslim töreni öncesi konuşan İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Mehmet Kaçmaz, arşivlerinde yer alan bu defterlerin yaklaşık 5 ay önce Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'ne kazandırılması konusunda çalışmalar başlattıklarını belirterek, "İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri ile yapılan görüşmeler sonucunda, bu tarihi nitelikteki belgelerin bakım ve onarım çalışmalarının yapılıp dijital kopyaları alınarak daha iyi şartlarda araştırmacıların çalışmalarına sunulması amacıyla bu defterlerin Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'ne devredilmesine karar verdik" dedi.

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çıpan da, tarihi değere sahip bu eserler üzerinde çalışmalar yaptıklarını ifade ederek, "Özel İdaremizde bulunan belge niteliği taşıyan bu defterlerin Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'nde seri şekilde onarım ve bakımları yapılarak bilim adamlarının hizmetine sunulacak" şeklinde konuştu.

 

1890-1910 tarihleri arasını kapsayan 214 adet defterde Konya arazisi ve emlak esas defterleri ile arsa ve emlak vukuat bilgileri gibi Konya şehir tarihine ışık tutacak bilgiler yer alıyor.

Konya Kent Haber, 15.10.2008

SEYYAHLAR 100 YIL ÖNCE BETONLAŞMADAN YAKINMIŞ

 

Bundan bir asır önce Anadolu'yu gezen seyyahların betonlaşmadan yakındığı ortaya çıktı. Yard. Doç.Dr. Serdar Girginer, 'Kilikya'da Tarih, Coğrafya ve Arkeoloji' adlı kitabında ilginç bilgilere yer verdi.

 

Kitapta Avusturyalı F.X Schaffer, 1901'de ülkemize yaptığı gezide, düzensiz yapıların kültürü nasıl yok ettiğine tanıklık ettiğini aktarıyor. 19 ve 20. yüzyıl başlarında Çukurova ve Toroslar ormanlarının çok gür olduğuna, Mısır'a kereste gönderildiğine dikkat çeken Hollandalı gezgin Wilbrand Von Oldenburg'un da yeşil alanların her geçen gün azalmasından şikayet ediyor. Kotshy adlı gezgin ise Adana ve Ceyhan Nehri çevresinin büyük meşe palamudu ve ormanlarla kaplı olduğunu anlatıyor. MS 743-44 arasında Halife 2. Velid'in, aslan ve kaplanla mücadele için Toroslar'da özel kuvvet kurduğunu dile getiriyor.

Zaman, Haber: Abdullah Özyurt, 15.10.2008

TARİHÖNCESİ ÇOCUK MEZARINDA
OYUNCAK KİRPİ

 

  

 

Stonehenge’de bir çocuğa ait mezarda bulunan bu oyuncak kirpi, çocukların aynen bugün olduğu gibi binlerce yıl önce de oyuncaklara düşkün olduklarının bir ispatı.

Tebeşir taşından yapılmış bu küçük heykelcik, büyük olasılıkla üç yaşındaki bu bebeğin en sevdiği oyuncağı idi ve yaklaşık olarak 3000 yıl kadar önce öldüğünde mezara, yanına yerleştirildi.

Heykelcik aynı zamanda İngiltere’de şu ana dek bulunan en eski kirpi betimlemesi. 

 

Arkeolog Dennis Price “Bu buluntuya baktığımızda, bu küçük çocuğun ölümü karşısında duyulan üzüntüyü anlamak zor değil. Öte yandan, kirpilerin bu dönem inanışları içindeki yerini bilmiyor olsak da bu küçük hayvanın sevimliliği ve masum güzelliği yadsınamaz” demekte. 

 

Stonehenge Riverside Projesi’nden Dr Joshua Pollard ise, “Bu döneme ait sembol ve heykelciklere çok az rastlanır. Dolayısıyla bu buluntu, kirpi olması da göz önüne alındığında, arkeolojik açıdan son derece değerli” dedi. 

Daily Mail, 10.10.2008



AHİLİĞİN ÖNCÜLERİNDEN TOMAN BABA'NIN BAKIMSIZ KABRİ YÜREKLERİ PARÇALIYOR

 

Ahilik teşkilatında önemli yeri olan Ahi Tuman Baba'nın Erzurum'da bulunan kabri meskun mahalleri andırıyor. Ahi Toman Baba'nın çöp yığınları arasında kalan kabri, Ahilik Kültür Haftası'nda yine unutuldu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından her yıl ekim ayının ikinci haftası Ahilik Kültür Haftası etkinlikleri düzenleniyor. Kelime olarak 'kardeş' anlamına gelen Ahilik teşkilatı, Selçuklu ve Osmanlı Devleti döneminde ekonominin gelişmesinde ve kültürel yaşamının korunmasında önemli bir yeri bulunuyor. Bu kapsamda dün Erzurum'da da resmi bir tören düzenlendi. Vali Yardımcısı Gürkan Polat, ilgili kamu kurum amirleri ve esnaf, Çifte Minareli Medrese önünden Havuzbaşı'ndaki Atatürk Anıtı'na doğru yürüdü. Ancak Ahilik Kültürü'nün korunması amacıyla resmi etkinlikler düzenlenirken, Erzurum'da Ahilik geleneği ile ilgili üzücü şeyler yaşanıyor.

Birçok hükümdar, alim ve asker kabrinin bulunduğu Erzurum'da Ahilik teşkilatının önemli isimlerinden Ahi Tuman Baba da yatıyor. Narmanlı Camii'nin arka kısmında bulunan Ahi Baba Türbesi şu an çöplüğe dönmüş durumda. Bir zamanlar toplumun huzur, güven ve ekonomik istikrarı için mücadele veren Ahi Tuman Baba'nın kabri, ilgisizlik nedeniyle meskun harabe yerleri andırıyor. Binalar arasında kalan, kimsenin sahip çıkmadığı kabir yerinin bakımsızlığı daha önce birçok kez basına yansımasına rağmen hiçbir gelişme olmadı. Bugün kutlamalarda yine gündeme gelmeyen, çöp yığınları arasında unutulan Ahi Tuman Baba Türbesi'ne herhangi bir kuruluş el uzatmazken, kamu kurumları ve belediyeler ise tarihi mezarlığın onarımına 'bizim alanımıza girmiyor' diyerek uzak duruyor.

 

Eğitimci Yazar Muzaffer Taşyürek, Ahi Tuman Baba Türbesi'nin sahipsizlik yüzünden define avcıları tarafından talan edildiğini söyledi. Kubbesinin yarısı yıkılan türbenin içinde Tuman Baba, eşi ve çocuğuna ait 3 kabir bulunduğunu dile getiren Taşyürek, Erzurum gibi geleneklerine bağlı bir şehirde tarihin önemli insanlarının kabrinin çöplüğe dönmesinin üzücü olduğunu kaydetti. Ahi Tuman Baba hakkında bilgi veren Taşyürek, şunları söyledi: "Mezarlık alanında dört sanduka vardır. İkisi küçük ve Selçuk tarzında taştandır. Birisinin üstünde Ayet-el-Kürsi yazılıdır. Adını ve vefat tarihini gösteren kısımlar okunmaz haldedir. Türbenin hiçbir yerinde yapanı, yaptıranı ve burada yatanları gösteren kitabe yoktur. Tarihi çok eskidir. Erzurum Tarihi yazarı İbrahim Hakkı Konyalı buranın bir İlhanlı türbesi olduğunu söylemektedir. İbni Batuta 1331'de Erzurum'a uğradığı zaman Ahi Toman'ın tekkesine inmiştir. Batuta, seyahatnamesinde 'Bu şahıs pek yaşlı olup 130 yaşını aştığı söylendiği halde hala bir değneye dayanarak yürümekte, hafızası yerinde durmakta, beş vakit namazını kılmakta idi. Yemekte bize şahsen hizmette bulundu. İkinci gün yola çıkmak istediğimizde ise bize gücenerek buna razı olmadı' der."

Zaman, Haber: Selim Karahan, 14.10.2008

ASIRLIK ÇEŞMELER TARİHE DİRENİYOR

 

 

Mardin'de bulunan tarihi çeşmeler, geçen asırlık ömürlerine rağmen yıllara meydan okumaya devam ederken Mardin Valiliği ise bu çeşmeleri SODES Projesi ile eski ihtişamına kavuşturmaya hazırlanıyor.

 

Üç bin yıllık geçmişi olan Mardin Kalesi'nin eteklerinde, ismini bulunduğu mahalle ve etrafında yaşayan ailelerden alan 50'e yakın tarihi çeşme, geçen uzun yıllara rağmen eski ihtişamını korumaya devam ediyor. Mardin'de tarihi mekanlarda kullanılan, kesme sarı Mardin ve Midyat taşlarından yapılan çeşmelerin çoğunda ayrıca kitabe de bulunuyor. Mardin'deki tarihi çeşmelerin en önemli özelliği sularının tatlı olması ve bu suyun yazın soğuk, kış aylarında ise ılık olmasıdır. Tarihi çeşmelerle ilgili olarak bugüne kadar ayrıntılı bir çalışmanın yapılmadığı bilgisin veren Kültür ve Turizm Müdürü Davut Beliktay, SODES kapsamında hazırladıkları projenin onaylanması halinde çeşmeleri eski ihtişamına kavuşturacaklarını söyledi. Ömürleri asırları geçen bu kadar çeşmenin varlığını halen sürdürmelerinin kendileri için sevindirici olduğunu belirten Beliktay, projenin hayata geçirilmesi halinde kuruyan çeşmelerin su yollarının da bir bir temizlenerek yeniden akmalarının sağlanma imkanını bulabileceklerini anlattı.

 

Mardin'deki çeşmelerin genellikle külliyelerin veya medreselerin eyvanları içerisinde yapıldığı bilgisini veren Beliktay, "Çeşmelerin çoğu kemerli nişler olarak görülmektedir. Mardin çeşmeleri Artuklular zamanında 12. ve 13. yüzyıllarda yapılmışlardır. Bunlardan Necmeddin Ilgazi'nin yaptırmış olduğu külliye içerisinde bulunan ve günümüze pek az kısmı gelebilen hamam avlusundaki çeşme Anadolu'nun en eski çeşmelerinden birisidir. Bunun dışında Mardin'de Kasımiye, Firdevs, Fahriye, Ayn Kapak, Cevheriye, Ayn Saraç ve Savur Kapı çeşmeleri gibi halen aktif bir şekilde kullanılan çeşmeler bulunmaktadır" dedi.

 

Mardin'de yine bu çeşmeler gibi özellikle Artuklular Döneminden kalma çok sayıda tarihi değerin bulunduğunu belirten Beliktay, "Mardin ve çevresinde çok sayıda eski kale, çeşme, han, hamam, konak, su değirmeni, köprü, cami, şadırvan, mezarlık, kilise ve yola rastlamak mümkündür. Restorasyon ve onarım işlemleri ile birlikte bu değerler çok daha belirgin ortaya çıkacaktır" dedi.

Mardin Kent Haber, 14.10.2008

ALLAINOI RAPORU ÇEVRECİLERİ SEVİNDİRDİ

 

Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Alime Mitap, Bergama İlçesi sınırlarındaki Yortanlı Barajı suyu altında kalacak Allianoi Antik Kentiyle ilgili hazırlanan bilirkişi raporunda, "DSİ'nin öngördüğü 772.53 metre uzunluğundaki çevre duvarının, ortaya çıkarılan tarihi eserlerin korunması için uygun olmadığı" değerlendirmesinin yapıldığını belirtti.

 

Mitap, yaptığı yazılı açıklamada, Allianoi'de yapılan keşif sonunda bilirkişi tarafından hazırlanan raporun tamamlandığını belirterek, tarafların itirazlarının alınmasından sonra, konuyla ilgili davanın sonucuna gidileceğini kaydetti. Raporda, "DSİ'nin öngördüğü 772.53 metre uzunluğundaki çevre duvarının, ortaya çıkarılan tarihi eserlerin korunması için uygun olmadığı" değerlendirmesinin yer aldığını kaydeden Mitap, şunları kaydetti: "Bu bilirkişi raporuna göre, DSİ'nin mille kaplayıp, suya gömme projesinin Allianoi'yi korumayacağı, dolayısıyla davamızın haklılığı bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Bu yanlışta daha fazla ısrar etmenin gereği yoktur. 2001 yılında 1. derece arkeolojik sit kararı verildiği halde yasaya aykırı biçimde baraj inşaatının sürdürülmesi sonucunda ortaya çıkan hukuka aykırılık, Allianoi'nin suya gömülmesi halinde bağışlanamaz bir suç haline gelecektir. Yapılması gereken, Allianoi'yi yerinde koruyacak, gelecek kuşaklara aktaracak çözümler üretmektir."

 

Bergama'da sulama amaçlı inşa edilen Yortanlı Barajı'nın su tutacağı bölge sınırlarında bulunan ve 1800 yıllık kaplıca olan Allionoi kentinin kurtarılması için sivil toplum kuruluşları çalışma başlatmış, DSİ de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından antik kent hakkında verilen sit kararının kaldırılması için hukuki yola başvurmuştu. DSİ, antik kentin üzerinin mille kapatılması ve su altında bırakılarak korunması yönünde öneri de getirmişti.

Haber Ekspres, 14.10.2008

SELÇUKLU'NUN 'EN'LERİ

 

 

Anadolu’da, mimarisi ve özgünlüğüyle Türkiye ve dünyada, “ilk”, “tek” veya “en büyük” olma özeliğine sahip Selçuklu dönemine ait bir çok eser bulunuyor. Selçuklu Belediyesi Kültür Yayınları’ndan çıkan, “Anadolu Selçuklu Eserleri-Fotoğraf Albümü”nde yer alan bilgilere göre işte Selçukluların Anadolu’daki enleri:

 

* Selçuklu sanatını yansıtan yapılara, en fazla Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapan Konya’da rastlanıyor. 110 Selçuklu yapısı bulunan Konya’yı, 52’şer yapıyla Selçukluların en fazla eser bıraktığı yerler Kayseri, Antalya ve Tokat takip ediyor.

* Türkiye’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girebilen ilk mimari yapısı, Selçuklulara ait Sivas Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası...

* Bilinen en büyük Selçuklu mezarlığı Bitlis’te bulunuyor... İslam aleminin en büyük tarihi mezarlığı olan Ahlat/Selçuklu Mezarlığı “Türk sanatı ve kültür tarihinin 800 yıllık belgeleri” olarak kabul ediliyor.

* Ortaçağ’ın 38.60 metre kemer açıklığıyla bilinen en büyük taş köprüsü de Selçuklulara ait... Batman çayı üzerinde 1147 yılında yapılan Malabadi Köprüsü’nün eni 7, uzunluğu 220 ve yüksekliği 20 metre. Bunun yanında Ortaçağ’ın yine en büyük köprülerinden biri Selçuklularca inşa edilen Hasankeyf Köprüsü.

* Sivas’taki Şifaiye Medresesi, Selçuklu’nun ilk ve en büyük tıp eğitim kurumlarından biri iken aynı ildeki Gök Medrese, günümüze en sağlam ulaşan örnekleri arasında yer alıyor.

* Selçuklu’nun önemli miraslarından hanların en büyüğünün 1229 yılında yaptırılan Aksaray’daki “Sultan Han”, kare planlı “tek” hanın Afyonkarahisar’daki Ebu’l-Mücahid Yusuf Hanı, sultan hanlarının ilk örneklerinden birinin Aksaray’daki “Alay Han” olduğu biliniyor.

* Alanya Tersanesi ise Selçuklular döneminden kalma Akdeniz’deki ilk Türk tersanesi. Yapı, I. Alaeddin Keykubat’a “iki denizin sultanı” unvanını kazandırmış.

* En büyük Selçuklu sarayına Konya’nın Beyşehir İlçesi ev sahipliği yaparken Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun, en geniş ve sağlam surlarından kabul edilen Diyarbakır Kalesi’nde Selçuklu mimarisinin izlerini görmek mümkün.

* Anadolu’nun ilk Türk camisi Kars Ani harabelerindeki Manucehr Camii’nin tavanında, Selçuklu dönemi yıldız motifleri bulunuyor.

Türkiye Gazetesi, 14.10.2008

SİDE ANTİK TİYATRODA KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLADI

 

Antalya'nın Manavgat İlçesi Side Antik Tiyatro'da güz dönemi kazı ve restorasyon çalışması başladı. Antik şehirde kazı ve tarihi restorasyonun 20 gün süreceği bildirildi.

 

Kazı çalışmasını Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Mehmet Özhanlı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Restorasyon ve Konservasyon Merkezi Müdürlüğü mimar-restoratörü ve Kazı Başkanı Dr. Ülkü İzmirligil'in ekibi yapıyor.

 

Antik şehirde ilk kazı çalışmalarını 63 yıl önce dünyaca ünlü bilim adamı Ordinaryus Prof.Dr. Arif Müfid Mansel yapmıştı. Dr. Ülkü İzmirligil de Side Antik Tiyatro ve antik şehirde 26 yıldır aralıksız kazı ve restorasyon çalışması gerçekleştiriyor.

Turizm Gazetesi, 14.10.2008

SUSUZ HAN RESTORE EDİLİYOR





Antalya- Burdur Kervan yolu üzerinde bulunan 13. yüzyıldan Selçuklu eseri 2. Gıyasettin Keyhüsrev tarafından yaptırılan Susuz ve İncir Hanları tarihten bir gün hesap soracak.

Yüzyıllarca ayakta kalan nice tabiat şartları atlatan iki handan Susuz Han iş adamı Adem Sak tarafından restore ediliyor.

Otuz yıllığına Vakıflar Müdürlüğünden Adem Sak tarafından kiralanan susuz hanın Burdur Müzeler Müdürlüğü kontrolünde, restorasyon projesi Konya Selçuk Üniversitesinden Yrd.Doç.Dr İbrahim Bakır, kazı ve bilimsel danışmanlığını Ege Üniversitesinden Yrd.Doç.Dr Şakir Çakmak yürütüyor.

Yaklaşık bir milyon YTL'ye mal olması beklenen restorasyon çalışmalarını Ege Üniversitesinden Turgun Yongacı yapıyor. Hanın en büyük tehlikesinin su olduğu, su alan tavanının 13. yüzyılda yapılan orijinal hali ile restore edildiği, kademeli olarak han’ın tüm bölgelerinde, iç mekan ve bahçe dizaynının ilk yapıldığı 13. yüzyıldaki gibi yapılacağı belirtildi.

Susuz Han’ın restore çalışmaları yanı sıra han bahçesinde kazı çalışmaları da sürüyor. Kazı çalışmalarında Bizans, Selçuklu dönemlerine ait çok sayıda sikke ve benzeri paralar, 13. yüz yıla ait kırılmış porselen tabaklar, zamanın kilogramını ölçen dirhemler, çok sayıda tütün içiminde kullanılan lüle ve pipo taşlar bulundu. Kazıda çıkan tarihi eserler Burdur Müzesine teslim edilecek.

 

Ticari amaç dışında otuz yıllığına kiralayan iş adamı Adem Sak Susuz Han’ın restore çalışmaları tamamlandıktan sonra han açık hava müze olarak kullanılacak. Susuz Han Müzesinde, handan çıkan her türlü tarihi eserler sergilenecek ve hanın iç kısmının ise Selçuklu dönemine ait eserler ile balmumu heykelleri ile donatılacak.

Burdur Kent Haber, Haber: Halim Akca, 14.10.2008

YABANCI TURİSTLER TOPKAPI'YI RANDEVUSUZ GEZMEMELİ

 

Sefa Kaplan ile Hürriyet’te yaptığım ve geçen hafta çıkan röportajda müzemizin ziyaretçi sayısındaki sınırlama gereğinden söz ettim ve Floransa’nın ünlü Uffizi Galerisi’ndeki gibi randevu sisteminden bahsettim.


Uffizi adı üzerinde Floransa devletinin meclisi ve hükümeti mesabesindeki Signoria binasının bitişiğinde kitabet hizmetlerinin görüldüğü kısımdı. Bu bölümün duvarlarında mesela Türk sultanlarının portreleri vardır; kuşkusuz atölyede yapılan portreler olmayıp görenlerin nakliyle çizilmiştir, hakikate yakındırlar.


Ve tabii burada asıl Floransa Rönesans’ının en görkemli portreleri sergilenir. Bu bina bir sergi sarayı olarak düzenlenmediği için dar bir mekandır. Bizim gençliğimizde, henüz kitle turizmi bu kadar dehşetle ortalığı sarmadığı için rahatça girer, pek rahat olmasa da saatlerce kalabilirdik.
Her şey yerinde güzeldir; şahsen Rönesans’ı ne Viyana’da ne de Paris’te Louvre’da; Floransa’da ve Roma’da yerinde sevdim. Bugün bu imkan yok. Aşırı izdihamdan dolayı Uffizi bilhassa grupları randevu vererek, belirli saatlerde alıyor; bazı günlerin dolu olduğu çok açık. Şahıslar ise uzun müddet sıra beklemek zorunda.


Şu kadarını söyleyeyim, bizim Topkapı Sarayı da daha iyi bir durumda değil. Elan yıllık ziyaretçi sayımız 2 milyon civarında. İstanbul’un Karaköy rıhtımına yanaşan heyula gemiler, daha doğrusu çok katlı yüzen apartmanların her biri binlerce yolcuyu boşaltıyor ve bunlar da Topkapı’ya geliyor.

Gelenlerin içinde Topkapı Sarayı’nın ismini hayatı boyu duymayanlar çoğunlukta. Duymak zorunda da değiller. Giriş ücretlerinin ucuzluğu dolayısıyla organize gruplar günün bir saatini -ama zinhar iki değil- Topkapı’da geçiriyor. Şu anda müzenin avluları ve salonları feci vaziyette; bir tahaccüm ve izdiham hakim.


Ön planda kendi yurttaşlarımızın ve okullularımızın burayı gezmek zorunda olduğunu düşünürsek -ki bu da hemen hemen Müzekart’la temin edilmiş vaziyette olup- yabancı gruplar için yüksek ücret ve randevu sistemimizi uygulamamız şart.


Örnekleri var; Uffizi’nin dışında Kremlin müzeleri, özellikle hazine dairesi bunu tatbik ediyor. Benim bildiğim 40 yıldır da Kremlin’deki kiliseler haftanın belirli günlerinde sırayla kapatılıyor. Aynı şeyi Kapadokya kaya kiliseleri için de düşünmek lazım.


Devirler değişti, turizm şirketleri iyi müşteri topluyor, bunu kimse engelleyecek değil. Ama müze ziyaretleri için koruyucu önlemler almak lazım. Randevu sistemi kişilere yönelik değil; müzeyi gezecekleri burayı biliyor diye kabul imtihanına alacak da değiliz ama birkaç yılda 3 milyon ve altı-yedi sene içinde de 5 milyona çıkacak ziyaretçi sayısının ne sorunlar yaratacağını tasavvur bile edemiyorum.

Milliyet Pazar, Yazı: İlber Ortaylı, 12.10.2008


******


"YOLDAN GEÇEN TOPKAPI SARAYI'NA GELMESİN"

 

Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof.Dr. İlber Ortaylı, Topkapı Sarayı’nı işgal eden Tarih Vakfı’nı saraydan çıkartmak için hukuki mücadele veriyor. Emre Kongar’ın Kültür Bakanlığı Müsteşarı olduğu dönemde Topkapı Sarayı’nın bir bölümünün 49 yıllığına Tarih Vakfı’na kiralandığına dikkat çeken Ortaylı, “Bu bölüm sarayın atölyesidir. Şimdi orada düğünler yapılıyor, saray çökertiliyor. Tarih Vakfı’nı çıkartmak için uğraşıyorum ama olmuyor” dedi. Ortaylı Topkapı Sarayı’na çok ziyaretçi geldiğini belirterek, “Özelikle yabancı turistler çok geliyor. Bunlara sınırlama getirmek gerekiyor. Herkesin Topkapı Sarayı’nı gezmesi şart değil” dedi.

Topkapı Sarayı’nda yapılan düğünler Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. İlber Ortaylı’yı isyan ettirdi. Sarayda düğüne tepki gösteren Prof. Ortaylı, “Saray bu kadar ziyaretçiyi kaldırmıyor” dedi.

Parlamento Muhabirleri Derneği tarafından düzenlenen Milli Saraylar Gezisi sırasında gazetecilerle sohbet eden Ortaylı, Topkapı Sarayı’nın bazı bölümlerinin 49 yıllığına Tarih Vakfı’na kiralandığına dikkat çekerek, “Tarih Vakfı burada işgalci konumunda. Topkapı Sarayı’ndan çıkartmak için hukuki mücadele veriyorum. Hala çıkartamadım. TÇıkartırsam orayı atölye olarak kullanacağım” dedi.

Tarih Vakfı’nın kendisine tahsis edilen bölümü düğünler için kiraladığını anlatan Ortaylı, “Çırağan Sarayı çok pahalı olduğu için burayı tutamayanlar Topkapı Sarayı’nda Tarih Vakfı’na tahsis edilen bölümü tercih ediyorlar. Topkapı Sarayı’nda ucuza düğün yapıyorlar.” dedi.

Ortaylı, Topkapı Sarayı’ndaki yoğun ziyaretçi akınına da dikkat çekerek, “Yoldan geçen Topkapı Sarayı’nı gezmeye geliyor. Yurtdışından gelen turistlerin hepsi Topkapı Sarayı’nı gezmek zorunda değil. Ucuz olduğu için bütün turistler geziyor. Ama Topkapı Sarayı bu yoğunluğu kaldırmıyor. 2 milyon olan ziyaretçi sayısı 4-5 milyona çıkacak. Saray bu kadar ziyaretçiyi kaldırmaz. Yabancı turistler için randevu sistemi getirilmelidir” dedi.

Ziyaretçilerin saraydaki birçok eşyaya zarar verdiğinin altını çizen Ortaylı, “Adam geliyor elindeki anahtarla çinileri çiziyor. Çinilerin gerçek olup olmadığını anahtarla çizerek tespit etmeye çalışıyor” diyerek isyan etti.

Topkapı Sarayı’nda rehber kadrosu olmadığı için rehber bulunduramadıklarını belirten Ortaylı, “Dışardan gelen rehberler özellikle harem bölümünde abuk-sabuk şeyler anlatıyorlardı. Yüksek anlatılmasını yasakladım” diye konuştu.

Prof. İlber Ortaylı, Kutsal Emanetler’in sergilendiği bölüme gelen ziyaretçilerin kılık-kıyafetlerinin kurallara uygun olmadığını dile getirerek, şunları söyledi: “Kutsal emanetler bölümüne girişleri kontrol etmemiz lazım. Kutsal emanetler bölümüne girenlere açık-seçik girilmemesi kuralı vardır. Ancak bu kuralı uygulatamıyorum. Elini kolunu sallayarak açık saçık kıyafetlerle oralara giriliyor. Kapıda görevliler bunu dikkate almıyor. Çünkü benden daha çok maaş alıyor.”

Vatan, Haber: Akın Öztunç, 14.10.2008


******


GÜVENLİK GÖREVLİSİNE 2 BİN, MÜDÜRE BİN 100 YTL

 

Topkapı Sarayı Müzesi Genel Müdürü Prof.Dr. İlber Ortaylı, ''Güvenlik görevlileri 2 bin YTL alıyor, müze müdürü olarak ben bin 100 YTL alıyorum. Üniversite olmasa aç kalırım'' dedi. 

 

Prof.Dr. Ortaylı, Parlamento Muhabirliği Derneği(PMD) tarafından düzenlenen Milli Saraylar gezisine katılan TBMM bürokratları ve gazetecilerle Topkapı Sarayı'ndaki bürosunda görüştü. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bütçeden yeterli ödenek konulmamasından yakınan Ortaylı, randevulu ziyaretçi sistemine geçilmesi gerektiğini söyledi. Ödenek yetersizliği ve kadrosuzluğu nedeniyle eleman alamadıklarından şikayet eden Ortaylı, Topkapı Sarayı’na ziyaretçi akınından da yakındı. 

 

Ortaylı, "Yoldan geçen Topkapı Sarayı'nı gezmeye geliyor. Yurtdışından gelen turistlerin hepsi Topkapı Sarayı'nı gezmek zorunda değil. Ucuz olduğu için bütün turistler geziyor. Ama Topkapı sarayı bu yoğunluğu kaldırmıyor. 2 milyon olan ziyaretçi sayısı 4-5 milyona çıkacak. Saray bu kadar ziyaretçiyi kaldırmaz. Yabancı turistler için randevu sistemi getirilmelidir" diye konuştu. 

Ortaylı Topkapı Sarayı’nı gezen ziyaretçilerin Saray’daki birçok eşyaya da zarar verdiğini kaydetti. Ortaylı “adam geliyor elindeki anahtar ile çinileri çiziyor. Eleman da alamıyoruz bu ziyaretçi yoğunluğunda eserleri nasıl koruyacağız?" dedi. Kutsal emanetlerin sergilendiği bölümde görevlileri defalarca ‘açık saçık girilmesin’ diye uyardıklarını ancak söz dinletemediklerini kaydeden Ortaylı, "Bizim elmanlar 900 alıyor, kaç yıldır eleman alamıyoruz. PTT özelleştirilince eleman gönderdiler, 2 bin YTL alıyor, müze müdürü olarak ben bin 100 YTL alıyorum. Üniversite olmasa aç kalırım" diye konuştu. 

 

Prof.Dr. İlber Ortaylı Tarih Vakfı’nı da eleştirdi. Kurucuları arasında bulunduğu Tarih Vakfı'nı işgalci olarak nitelendiren Ortaylı, eski Darphane binasını Tarih Vakfı'na veren Kültür Bakanlığı eski Müsteşarı Prof.Dr. Emre Kongar'a tepki gösterdi. Ortaylı, Topkapı Sarayı'nın bazı bölümlerinin 49 yıllığına Tarih Vakfı'na kiralandığına dikkat çekerek, "Tarih Vakfı burada işgalci konumunda. Ben de Tarih Vakfı'nın kurucuları arasındayım. Topkapı Sarayı'ndan çıkartmak için hukuki mücadele veriyorum. Ama hala çıkartamadım. Tarih Vakfı'nı oradan çıkartırsam orayı atölye olarak kullanacağım, Topkapı Sarayı'nda eşyaların tamir edileceği bir yer bulunmuyor" dedi. Tarih Vakfı'nın kendisine tahsis edilen bölümü düğünlere kiraladığını belirten Ortaylı, "Çırağan Sarayı çok pahalı olduğu için burayı tutamayanlar Topkapı Sarayı'nda Tarih Vakfı'na tahsis edilen bölümü tutuyorlar. Topkapı Sarayı'nda ucuza düğün yapıyorlar. Orayı İstanbul Müzesi yapacaklarmış. Koskoca İstanbul Müzesi oraya sığar mı? Burası sarayın bir parçasıdır" dedi. 

 

Topkapı Sarayı'nın Tarih Vakfı'na Kültür Bakanlığı eski Müsteşarı Prof.Dr. Emre Kongar döneminde verildiğine dikkat çeken Ortaylı, "Emre Kongar 'Ben Müsteşarken' diye kitap yazdı ama kitabında bunlardan hiç bahsetmedi" diye konuştu.

Hürriyet, 15.10.2008

ALPLERDE BİR POMPEI

 

  

 

Bir jeolog Avusturya Alplerinde, Salzburg yakınlarında, Mondsee Gölü kıyısında bulunan tarihöncesi bir köyün, göle toprak kayması sonucunda oluşan bir tsunami ile yok olduğuna inanıyor. Alexander Binsteiner, burada keşfedilen ve su altında kalmış 20 den fazla ahşap göl evinin bu şekilde yok olduğunu ispatlayabileceğini düşünmekte. MÖ 4000 civarına tarihlenen bu köyün benzerleri daha önce Fransa’da, Paladru Gölü’nden, İtalya’da Garda Gölü’ne kadar birçok yerde keşfedilmişti. 

 

Mondsee Gölü kenarına yerleşmiş olan kabile ise diğerlerine göre daha gelişmişti. Avrupa’da o tarih için çok az rastlanan şekilde metal işçiliğini biliyorlardı. Dağlarda bakır madenleri bulup toprak fırınlarda işliyorlardı. Ağaçtan oyma kanolarla gölde balıkçılık ve ticaret yapıyorlardı. Hatta birkaç yıl önce Avusturya buzullarında donmuş bir mumya halinde bulunan Ötze’nin elinde de Mondsee’de yapılmış bakır bir balta vardı. 

 

Binsteiner, yaklaşık olarak MÖ 3200 de gölün güney sahilindeki dağın 150 m yüksekliğinde ve 5 km uzunluğunda bir parçasının koparak göle düştüğünü ve çok büyük bir tsunami yarattığına inanıyor. Bu dalganın etkileri bugün dahi kısmen görülebilmekte: su sınırından oldukça yukarıya kadar orman alanı yok olmuş, kökler açığa çıkmış ve büyük kayalar sahile yığılmış durumda. Binsteiner, böylesi bir tsunaminin en az 5 m yüksekliğinde dalgalar oluşturacağını, bunun ise bu köyü tamamen yok edeceğini düşünüyor. 

Spiegel online, Haber: Matthias Schulz, 10.10.2008



YIKILMAKTAN KURTULACAK, YİNE EĞİTİME AÇILACAK

 

İzmir'de Konak Belediyesi, bir tarihi yapıya daha hayat verecek... Bu kez sırada Selçuk Mahallesi 754 Sokak’taki 200 yıllık 2 katlı taş bina var... 40 senedir boş duruyordu. Oysa Türkiye için ayrı bir yeri bulunuyor. Ulu Önder Atatürk’ün talimatıyla ülkenin ilk özel ilkokulu burada açılmıştı. Kente yoğun göçle birlikte çevresi gecekondularla kuşatılınca okul kapatılmıştı. 

Eğitimci dede anısına...Yıkılacak diye korkulurken, sahipleri Konak Belediyesi’ne bağışladı. Eğitimci dedeleri Nedim Yenikent’in adını taşıması ve eğitim-öğretimde kullanılması şart koşuldu. Aslına uygun olarak yenilemek, eğitim ve kültür merkezine çevirmek için hazırlıklara başlandı. Başkan Muzaffer Tunçağ, “Önümüzdeki günlerde proje tamamlanacak, restorasyona geçilecek” dedi.

Milliyet Ege, 14.10.2008

KİLİS'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

Kilis'te, bir yolcu minibüsünde yapılan aramada 2 adet heykel ele geçirildi. Edinilen bilgiye göre, Gaziantep'ten Kilis'e tarihi eser getirileceği ihbarı üzerine Kilis-Gaziantep karayolu, Küplüce Kavşağı'nda jandarma uygulama başlattı. 79 M 0119 plakalı yolcu minibüsünü durdurarak arama yapan jandarma ekipleri, 1 adet temsili Meryem Ana heykelciği ve 1 adet temsili Hz. İsa heykelciği buldu.

 

Kimsenin heykellere sahip çıkmaması üzerine, minibüs sürücüsü ile yolcular ifadeleri alındıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Kilis Kent Haber, 14.10.2008

ŞANLIURFA'NIN AMAZON KRALİÇELERİ





Şanlıurfa’da Haleplibahçe (Ayn-ı zeliha) Projesi’nin altyapı çalışması sırasında gün yüzüne çıkarılan “Savaşçı Amazon Kraliçeleri” mozaiklerinin bulunduğu alanda, MS 5-6. yüzyıllarda yapıldığı sanılan Roma dönemine ait yönetici sarayı ve taban mozaikleri görülebilir hale getirildi.

Şanlıurfa Müze Müdürü Nurten Aydemir başkanlığında, arkeologlar Hasan Karabulut ve Dr. Mehmet Önal gözetiminde 10 restoratör ve 46 işçinin katılımıyla 600 metre kare alanda yürütülen kazı ve restorasyon çalışmalarının bu yılki bölümü, dört ay önce yeniden başladı. Bu çalışmalarda, yönetici sarayında elinde ölçü aleti bulunan kurucu ve koruyucu tanrıça Ktisis’in mozaiği ile arkasındaki zebrayla birlikte resmedilen, Anadolu’daki kazı çalışmalarında pek rastlanılmayan daha çok Filistin çevresinde ortaya çıkarılan zenci bir erkeğin göründüğü mozaiğin temizliği ve koruması yapılarak tamamen gün yüzüne çıkarıldı.


Yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından Akhilleus’un (Aşil) eğitmeni Kheiron’dan savaş eğitimi aldığı sahnenin tasvir edildiği taban mozaiği ise kısmen ortaya çıktı. Kazı ve restorasyon çalışmaları halen devam eden bölgenin arkeopark olarak düzenlenmesi için girişimler sürüyor.

Arkeolog Önal, küçük tesseralar (mozaikte kullanılan cam ve mermer küplerden her biri) kullanılarak yapılan mozaiklerin İstanbul’daki Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’ndekilere ve Antakya’da bulunan mozaiklerle benzer özellikler taşıdığını söyledi. Bu yıl yürütülen çalışmalarda binanın batı, kuzey ve doğu duvarlarının tamamen açığa çıkarıldığını aktaran Önal, bunun yanı sıra sarayın çevresinde çeşmeler ve sığ havuzların da bulunduğunu söyledi.

Önal, 34 metre uzunluğunda tabanı mozaik döşeli ve gösterişli bir salona sahip sarayın Zeugma’daki kazı çalışmalarında gün yüzüne çıkarılan villalarla benzer özellikler taşıdığını belirterek “Yalnız, Zeugma’daki villalarda bu genişlikte ve ihtişamda bir salon mevcut değildi” dedi. Doğu Roma İmparatorluğu’nda bir yöneticiye ait olduğu düşünülen sarayın  mesken olarak da kullanıldığını belirten Önal, şunları söyledi: “Haleplibahçe mozaiklerindeki figürlerde, diğer yerlerdeki mozaiklerden daha küçük ebatlı tesseralar kullanıldığını görmekteyiz. Bu da bizi sarayın başarılı ustalar tarafından yapıldığı sonucuna götürüyor.  Amazon Penhtesilea’nın bindiği atın etkileyici görünümünün mozaiklerde bir başka örneği yok. Yine sarayın en önemli özelliklerden biri de sınır kenti Edessa’da yer alan mozaiklerle Doğu Roma’nın başkentindeki mozaiğin aynı kalitede olması.”


Şanlıurfa’nın en eski yerleşim birimlerinden biri olan ve tarihi kaynaklara göre antik Edessa kentinin bir bölümünü oluşturan Haleplibahçe semtinde, iki yıl önce projeyle ilgili yürütülen altyapı çalışmaları sırasında, Şanlıurfa Müze Müdürlüğü arkeologlarının yaptığı kazıda Amazon kadınlarının av sahnesinin betimlendiği mozaiklere rastlanmıştı. Amazon kraliçeleri Hippolyte, Antiope, Melanipe ve Penthesileia’nın savaşçı amazon kadınlarına özgü giysileriyle at üstündeki av sahneleriyle tasvir edilen mozaiklerin bulunmasının ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Valilik ve Şanlıurfa Müzesi işbirliğiyle bölgede kazı çalışmaları başlatılmıştı.

Taraf, 13.10.2008

TARİHİ TOKAT KALESİ RESTORE EDİLECEK





Tokat Kültür ve Turizm İl Müdürü Abdurrahman Akyüz, tarihi Tokat Kalesi'nin restore edileceğini bildirdi.

Abdurrahman Akyüz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Tokat'ın sembolü olan tarihi Tokat Kalesi'nin restorasyonunun çok önemli olduğunu vurguladı. Akyüz, ''Bu restorasyon çalışması kalemizin turizme kazandırılması açısından önemli. İnsanların oraya çıkması ve Tokat'ın güzelliğini seyretmesi açısından çok çok önemli'' dedi.

Tarihi kalenin restorasyonu için proje ihalesini yaptıklarını ifade eden Akyüz, ''Fakat tarihi eserlerde onarımlar bir inşaat yapma gibi değil'' dedi.

Çalışma kapsamında AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Tokat Milletvekili Şükrü Ayalan'ın büyük katkısı olduğunu ifade eden Akyüz, ''Bakanlıkla yazışmaların bitmesinin ardından inşallah 2008 yılı içerisinde yapım ihalesi yapılacak, ondan sonra restorasyon çalışmasına başlayacağız, 2009 yılı içerisinde de biteceğini ümit ediyoruz. Bu bizi çok heyecanlandıran bir çalışma olacak'' diye konuştu.

Tokat Kalesi'nin güzel bir manzaraya sahip olduğunu belirten Akyüz, ''Tokat'ta bir laf vardır, Tokat'ın Kalesi'ne çıkan Tokat'ı terk edemez. Tokat'ın güzelliğine, yeşilliğine kaleden bakanlar bir daha Tokat'ı terk edemiyorlar. Biz o güzellikleri, kaleyi de güzelleştirerek herkesin görmesini temin edeceğiz. Bu proje, büyük bir proje'' dedi.

Tokat Kalesi'nin daha önceki dönemlerde de restorasyonunun yapılması için çalışmalar yapıldığını ancak önceki dönemlerde ödenek sıkıntısı yaşandığını kaydeden Akyüz, bu dönemlerde kalede çok sınırlı bir onarım çalışmasının olduğunu ifade etti.

Tokat Kalesi, şehrin ortasına yakın bir yerde dik ve sarp kayalar üzerine kurulu bulunuyor. İl merkezinin kuzeybatısında, yöreye hakim bir yükseklikte, kayalık alanda yer alan kalenin yapım tarihi, kesin olarak bilinmemekte. Bununla beraber milattan sonra 5-6. yüzyıllarda bu kalenin bilindiği kaynaklarda yer almakta.

Bu dönemde kalenin Eudoksia veya Dokeia olarak tanındığı, Danişmentli Melik Ahmet Gazi tarafından 1074 yılında ele geçirilen kalenin, daha sonra Selçuklu ve Osmanlı egemenliğine girdiği belirtiliyor. Osmanlı tarihçileri bu kaleden birinci derecede ''müstahkem mevki'' olarak söz ediyorlar. Timur ve Şah İsmail'in akınları sırasında bu kalenin ele geçirilemediği kaydediliyor.

Tokat Kent Haber, 13.10.2008

BİTLİS KALESİ TEHLİKE SAÇIYOR

 

Bitlis Valisi Mevlüt Atbaş, Bitlis Kalesi'nde tehlike saçan kaya blokların bir an önce güçlendirilmesi gerektiğini söyledi.

 

Vali Atbaş, yaptığı açıklamada, Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi ve Bitlis Kalesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş'ın kaledeki kaya blokların güçlendirilmesi için inceleme yaptığını söyledi.

 

Prof.Dr. Pektaş'ın incelemelerinin ardından kalede gerekli tedbirlerin alınacağını vurgulayan Vali Atbaş, zaman zaman kaleden düşen taşların vatandaşlar için tehlike oluşturduğunu, bu nedenle de kaya blokların temizlenmesi gerektiğini ifade etti.

 

Tehlike saçan kaya blokların bulunduğu alanlarda kara yolu ile çok sayıda iş yeri ve ev olduğunu anlatan Mevlüt Atbaş, ''Dolayısıyla insanlar için tehlikeli bir durum söz konusu. Kayaların altı oyulmuş durumda. Tehlike saçan kaya blokların bir an önce güçlendirilmesi gerekiyor'' diye konuştu.

 

PAÜ Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi ve Bitlis Kalesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Pektaş ise kale surlarının üzerinde yükseldiği doğal kaya oluşumlarda bozulmaların olduğunu ve bu bozulmaları rapor halinde TÜBİTAK'a sunduklarını bildirdi.

 

Prof.Dr. Pektaş, PAÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinin kaledeki kaya bozulmalarının nedenini araştırmak için taş örneği aldığını kaydederek, tehlike nedeniyle kaledeki çeşitli noktalara uyarıcı levhalar asıldığını söyledi.

 

Tehlikenin, kalenin her tarafında devam ettiğini anlatan Prof.Dr. Pektaş, bu şekilde devam etmesi durumunda Bitlis Kalesi'nin 10 dakika ya da 10 yıllık zaman dilimi içerisinde her an yıkılabileceğini, bu nedenle de kaya bozulmalarının önüne geçmek amacıyla proje üretmek gerektiğini dile getirdi.

Zaman, 13.10.2008

ANTİK SANAYİ SİTESİ TRALLEIS





Aydın'daki Tralleis Antik Kenti'nin Kazı Başkanı Prof.Dr. Abdullah Yaylalı, kentin Bizans Dönemi Geç Antik Çağ'dan başlayan dönemdeki sanayi sitesi olduğunu belirlediklerini söyledi. Prof.Dr. Yaylalı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl 11 Ağustos'ta başlayan kazıları, 29 Ekim'e kadar sürdürmeyi planladıklarını belirtti.

Bu sene ödeneğin parça parça gönderilmesi nedeniyle büyük çaplı kazılara girişemediklerini anlatan Prof.Dr. Yaylalı, şöyle konuştu:
"Bu yıl, geçen yıl açtığımız yerlerde çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Gymnasium bölümünde 1980 askeri ihtilali döneminde yapılan define kazısı sırasında yığılan molozları attık. Gelecek sene o bölgelerin de temizlik çalışmalarını yapacağız.

Bu sene daha çok moloz attık. Bu sene en büyük çalışmalarımız, önceki yıl ortaya çıkardığımız genel tuvalette oldu. Tuvaletin (U) şeklindeki fosseptik kanallarını temizledik. Bizans Geç Antik Çağ ile Erken Bizans Dönemi arasında kalan 400 yıllık süreç içerisinde yapılmış olan, çok miktarda seramik bulduk. Bunların genelde Erken Bizans dönemine ait seramikler olduğunu tespit ettik.

Bunlar beklentilerimizin de ötesinde çıktı. 400'ü aşan bir envanter numarasına ulaştık. Bizi şaşırtan en büyük nokta, fosseptik giderlerinin içinin de seramik dolu olması. Tamamı tanınmayacak derecede 300'e yakın sikke bulduk. Giriş parası mıydı bilmiyoruz? Kısmen o dönemin gelişmelerini aydınlatacak son derece önemli, çok güzel seramik örnekleri çıktı."

Prof.Dr. Yaylalı, geçen yıl kazı çalışmalarında 3 cam fırını bulduklarını, bu yıl da seramiklerin yanı sıra kandil kalıplarının ortaya çıkmasının, Gymnasium'un kuzey kısımlarındaki dükkanların bir tür "sanayi mahallesi" olduğunu akla getirdiğini belirtti.

Önceki yıllarda kazılmış olan batı cephesindeki bölgede de benzer buluntular elde edildiğine işaret eden Prof.Dr. Yaylalı, "Tüm bunları birleştirdiğimiz zaman, Tralleis Antik Kenti'nin, Bizans Dönemi Geç Antik Çağ'dan başlayan dönemdeki sanayi sitesi olduğunu söyleyebiliriz. İleriki yıllarda çok daha güzel eserler bulacağımıza eminim" diye konuştu.

Prof.Dr. Yaylalı, kazı çalışmasının tek başına önemli olmadığını, bunun yanında çıkartılan kalıntıların da koruma altına alınması gerektiğini vurgulayarak, "Bugüne kadar ödenek olmadığından restoratör bulunduramadık. Restoratör ve benzeri yardımcı uzmanlar çalıştırmak zorundayız. Bu nedenle kazıların sağlıklı bir şekilde her sene yürütülebilmesi için her yıl 500 bin YTL ödenek gerekiyor. Bundan sonraki dönemlerde bu koruma ve sergileme işlemlerine önem vermeliyiz" dedi.

Cnn Türk, 13.10.2008

KÜLTEPE'DEN 241 TEŞHİRLİK ESER





Kayseri-Sivas karayolu Gömeç Köyü yakınlarında bulunan Kültepe Kaniş/Karum Höyüğü'nde 1948 yılında başlayan ilk sistemli kazıların 60'ıncı sezonunun sona erdiği, kazılar sonucu keşfedilen teşhir niteliğine sahip 241 adet eserin, Kayseri Arkeoloji Müzesi'ne teslim edildiği bildirildi.

 

Kazı başkanı Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yaklaşık 3 ay süren kazı çalışmalarının 25 kişilik bilim ekibi ve 40 işçi ile yapıldığını söyledi.

Bu yıl kazıların Karum alanındaki iki ayrı açmada gerçekleştirildiğini belirten Kulakoğlu, şu bilgileri verdi:
"Üç ay gibi uzunca bir zaman süresi içinde gerçekleştirilen 2008 yılı kazıları sonucu keşfedilen teşhir niteliğine sahip 241 adet eser, Kayseri Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü'ne teslim edilmiştir. Keşfedilen eserler arasında yer alan yaklaşık 40 adet çivi yazılı belge ile mühür baskıları tarihsel önem arz etmektedir.

Özellikle Geç Koloni Çağı tabakalarında keşfedilen tabletlerde okunan vali isimleri ilk kez karşımıza çıkmakta olup, Anadolu tarihinin karanlıkta kalan safhalarını aydınlatması açısından önemlidir. Ayrıca keşfedilen dinsel içerikli malzemeler arasında yer alan ve daha önceki yıllarda da bir benzeri keşfedilen insan biçimli bir kutsal içki kabı, inanç sistemi hakkında önemli bilgiler vermektedir."

Açığa çıkartılan mimari kalıntıların da yerleşim planının anlaşılmasında önemli olduğunu vurgulayan Kulakoğlu, geleneksel Anadolu mimari geleneği içinde, taş temel üzerine kerpiç duvarlarla inşa edilmiş olan evlerin, çok düzenli ve iyi planlanmış sokakların iki yakasında, birbirine bitişik nizamda olduklarını anlattı.

Kulakoğlu, açığa çıkartılan yapıların tüm eşyalarıyla birlikte, orijinaline uygun olarak ayağa kaldırılmasını ve açık hava müzesi haline getirilmesini planladıklarını ifade ederek, "Bu amaçla hazırlanan projeler Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na sunulmuş ve uygulaması için her türlü destek sağlanmıştır. Başkanlığın bu konudaki destekleri, asli vazifesini bizzat yapmak yerine, bunu başka kurumlara yaptırmak yolunu tercih eden tüm kamu kuruluşları için alınacak çok önemli bir derstir" dedi.

Kültepe kazıları ile ilgili sorunların en başında tanıtımın geldiğine dikkati çeken Prof.Dr. Fikri Kulakoğlu, Kayserililerin yanıbaşlarındaki tarih hazinesine karşı olan duyarsızlıklarına üzüldüklerini kaydetti.

Kulakoğlu, bu sorunun temelinde, kendilerinin eksikleri de olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Demek ki biz, kazı heyeti olarak, Kültepe'yi Kayserili hemşehrilerimize yeterince tanıtamamışız diye düşünüyorum. Ancak, başta Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki olmak üzere tüm belediye yetkililerinin gayretleriyle yakın zamanda bu konuda çok daha önemli ilerlemeler kaydedebileceğimizi görüyorum. Kendilerine verdikleri bu destek için çok teşekkür ediyorum."

Kültepe ile ilgili diğer en önemli sorunun ise finansman olduğunu belirten Kulakoğlu, en büyük sponsorları olan Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın verdiği ödeneğin yüzde 95'inin işçi giderlerine, geri kalanının ise kazı malzemeleri ve kırtasiye malzemeleri ile yakıt gibi elzem kalemlere harcandığını bildirdi.

Kulakoğlu, kazıların dar gelirli vatandaşlar için geçici bir süre de olsa sigorta güvenceli bir iş sahası olduğuna işaret ederek, şunları anlattı:
"Sonuçta, arkeolojik kazılar bilimsel hedeflerinin yanında, toplum düzeninde sosyal bir yükümlülük de taşımaktadır. Bu husus yeni bir olgu olmayıp, ülkemizde gerçekleştirilen Türk kazılarını desteklemek gibi asli bir görevi de bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri tarafından da çok iyi bilinmektedir."

Kulakoğlu, akademik ekiplerle yürütülen arkeolojik kazı çalışmalarında, verimin artırılabilmesi için görevli bilim adamlarının mesailerini sadece bilimsel çalışmalara ayırması gerektiğini sözlerine ekledi.

Cnn Türk, 13.10.2008

ILISU İÇİN TÜRKİYE'YE SON UYARI

 

Almanya, Avusturya ve İsviçre'nin, Hasankeyf'teki tarihi dokunun korunması için önlem alınmaması halinde Ilısu Baraj Projesi'nden finansal desteklerini geri çekmesi gündeme geldi. Türkiye'nin, Ilısu Barajı için Almanya'nın koyduğu kredi kriterlerini karşılamakta başarısız olması nedeni ile son kez uyarıldığı belirtildi.

Doğa Derneği, Ilısu Barajı projesine Alman hükümetinin de destek vermesini protesto etmek için Alman Meclisi önünde “Hasankeyf Yok Olmasın” sloganıyla önceki gün eylem yaptı.

Doğa Derneği yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, Almanya Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Eric Stather, Türk hükümetine, 60 günlük süre içerisinde asgari şartların yerine getirilememesi durumunda, Ilısu Barajı’nın yapımı için verilen Hazine garantilerinin çekileceği uyarısında bulundu. Doğa Derneği temsilcisi Erkut Ertürk, “Bu tavır, Almanya’nın Hasankeyf’in kültürel ve tarihi mirasına bizden daha çok değer vereceğini göstermiştir” dedi.

Cumhuriyet, 13.10.2008

BEŞİKTAŞ'A HEYKEL MÜZESİ

 

Beşiktaş’ta, Türk aydınlarının heykelleri, Mimar Sinan Üniversitesi öğrencilerinin Fulya’da yaptığı açık hava sergi heykelleri, Levent’teki dev boyutlardaki hareketli Dünya Barış heykeli, Süleyman Seba heykeli ve Boğaz kıyısındaki Atatürk heykellerine çeşitli sanatçıların heykel ve rölyeflerinin de eklenmesiyle hemen hemen her sokak ve meydanda bir sanat eseri görmek mümkün oldu. Bu etkileyici ortamın nasıl oluştuğunu sorduğumuz Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal öncelikle Beşiktaş’ın kültür dokusunun bu sonucu beraberinde getirdiğini belirtti ve “Göreve geldiğimiz andan itibaren yepyeni bir konsept oluşturma çabası içine girdik. Belediyeciliğin asli görevlerinin yanı sıra bunların dışına taşarak Beşiktaş’a yakışır, modern, çağdaş ve aydınlık bir yüz kazandırmak uğraşısı içine girdik” dedi.

Ünal, heykel sayısını daha da artırmayı düşündüklerini belirterek “Beşiktaş, üniversiteleri ve saraylarıyla, okuma yazma oranı yüksek aydın insanların yaşadığı çağdaş bir kent. Bu nedenle Türkiye’nin aydınlık yüzünü oluşturma ve bu dokuyu koruma çabası içinde olmalıyız” dedi. Heykellerle anılmak istediklerini de belirten Ünal, yapılan bu hizmetin Türkiye’de bir ilk olduğunu, konusunda uzman kişiler ve çeşitli üniversitelerin profesörlerinden oluşturulan bir kurul ile çalışmaların bilimsel bir şekilde gerçekleştirildiğini, yapılan her heykelin de bir anlam ifade ettiğini sözlerine ekledi.

En son yapılan Çetin Emeç, Abdi İpekçi, Onat Kutlar, Asım Bezirci, Prof. Ümit Yaşar Doğanay, Prof. Cavit Orhan Tütengil, Prof. Bedrettin Cömert, Prof. Bahriye Üçok, Doğan Öz, Prof. Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu’dan oluşan aydınların heykellerinin önümüzdeki birkaç ay içinde en güzel yerlerde sergileneceğini, dev boyutlardaki Süleyman Seba heykelinin de tüm Beşiktaşlıların katılacağı bir törenle Beşiktaş’ın çok önemli bir yerine dikileceğini müjdeleyen İsmail Ünal, tüm İstanbulluları heykelleri görmeleri için Beşiktaş’a davet etti.

Akşam, 13.10.2008

EFES'İN ANTİK MİRASI AVRUPA'DA

 

 

Efes antik kenti, 19. yüzyıldan bu yana yeniden düzenleniyor. 1954'ten bu yana kazı ve restorasyon çalışmaları Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından yürütülüyor. Uzmanlar bugüne kadar antik kentin dörtte birinin ortaya çıkarılabildiğini düşünüyor.

 

Efes antik kentinden esintiler, mimar ve fotoğraf sanatçısı Ahmet Ertuğ'un objektifinden çıkan 25 fotoğrafla Viyana Efes Müzesi'nde...

 

Ertuğrul Günay, "Bu Avrupa'ya tanıtmak için önemli bir fırsat. İçinde bulunduğumuz yapı çok sayıda insanın ziyaret ettiği tarihi bir müze saray. Viyana önemli bir turizm merkezi...Efes müzesinde, Selçuk Müzesi'nde ve Viyana Efes Müzesi'nde bu eserler dağılmış vaziyette... Tabi gönül bunların hepsinin Efes'te müzede toplanıyor olmasını arzu ediyor ama şu anda statü, yasal şartlar buna uygun değil" dedi.

 

Efes antik kentinden eserlerin biraraya geldiği fotoğraf sergisi Ocak 2009'a kadar gezilebilecek.

Trt/Haber, 12.10.2008

BİR MİLYON YILLIK TARİHİ 100 MİLYON YTL'YE SATACAKLARDI

 

Kapalıçarşı'da bir antika dükkanında tarihi eserlerin alınıp satıldığı bilgisine ulaşan polis, 3 ay süren fiziki ve teknik takip başlattı. Şüphelilerin kendi aralarında Arapça ve Farsça konuştuklarını tespit eden polis, bu dili bilenlerden özel bir ekip kurdu. Dün Kapalıçarşı ve Gaziosmanpaşa'daki iki depoya eş zamanlı yapılan baskında Hüseyin C. ve kardeşi Yılmaz C. gözaltına alındı.

 

Operasyonda, 1 milyon yıllık balta, kesici alet, ok uçları ile pişmiş toprak, taş, metal ve camdan oluşan 100 milyon YTL değerinde bin 884 parça tarihi eser ele geçirildi. Eserler, bilime ışık tutacak fosillerin de bulunduğu belirtildi. İki kardeş, Emniyet'teki sorgularının ardından tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Yeni Şafak, 12.10.2008

TARİHİ ASANSÖRÜ BELEDİYE İŞLETECEK

İzmir Büyükşehir Belediyesi Grand Plaza Şirketi, mahkeme kararıyla işletmecisini çıkardığı 101 yıllık Tarihi Asansör'ü tadilattan sonra kendisi işletecek

Sözleşme süresinin sona ermesinin ardından mahkeme kararıyla işletmeciyi çıkaran belediye, Asansör'de tadilat çalışmalarına başladı. Tarihi dokusu korunarak tadilat çalışmaları sürdürülen Asansör'ün Fransız mutfağı, snack bar, cafe bar gibi bölümleriyle bir ay içinde yeniden hizmete açılacağı öğrenildi.

Asansör, Mithatpaşa Caddesi ile Halil Rıfat Paşa semti arasındaki yükseklik farkından ötürü her iki semt arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak amacıyla Yahudi iş adamlarından Nesim Levi tarafından yaptırıldı. İki semti birleştiren 40 metre yüksekliğindeki kuledeki asansörlerden sol taraftaki buharla, sağ taraftaki ise elektrikle çalışıyordu. İzmir'in Yunan işgalinden kurtarılmasından sonra asansör tiyatro sahnesi, sinema salonu ve gazinosuyla hizmete açıldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen Asansör'ün üst bölümü teras ve restoran haline getirildi. Yüksek beyaz taş bir kaide üzerine dört katlı olarak yapılan Asansör'de katları birbirinden ayıran silmeler bulunuyor. Her katın cephesinde dikdörtgen planlı altlı üstlü sekiz pencere yer alıyor.

Haber Ekspres, 12.10.2008

SİNOP KALELERİ VE TARİHİ CEZAEVİNİN RESTORASYONU KASIM'DA BAŞLIYOR





Karadeniz'in hırçın dalgaları nedeniyle tahrip olmaya yüz tutan Sinop'taki tarihi kaleler ve cezaevi restore edilecek. Kent merkezinin batı taraftaki girişini oluşturan tarihi Kumkapı ve kaleleri ile Sinop Kalesi'nin surları içinde bulunan tarihi cezaevinin restorasyon çalışmalarına Kasım ayı içerisinde başlanılacağı belirtildi.

 

Vali Zeki Şanal beraberinde kalelerin ve tarihi cezaevinin ihalesini alan Zeydanlı Turizm İnşaat Ltd. Şti. Temsilcisi Mimar Erdal Civelek, İl Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, Trabzon Rölöve Anıtlar Müdürlüğü Temsilcisi Mimar Serap İçli, Müze Müdürü Musa Özcan, Arkeolog Fuat Dereli, İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nden Mimar Handan Çepni ile birlikte tarihi kaleler ve cezaevinde incelemelerde bulundu.

 

Tarihi Sinop kalesi ve içinde bulunan tarihi cezaevini Sinop İl Özel İdaresi olarak tahsisini 2003 yılının sonunda aldıklarını ifade eden Vali Şanal, bu tarihten sonra 2004 Mayıs ayında bilim adamları akademisyenler ve sivil toplum örgütleri ile ilgili herkesi çağırarak tarihi ve kültürel mirasın nasıl kullanılması gerektiği konusunda bir çalışma toplantısı yapıldığını vurguladı. Bu toplantıdan sonra alınan kararların dosya haline getirilerek İl Özel İdaresi olarak rölöve ve restorasyon çalışma projesinin ihalesinin yapıldığının altını çizen Vali Şanal, "Bu ihale süreci ile birlikte iş ve işlemler Samsun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayı alınarak 2007 yılı sonu itibari ile tamamlandı. Daha sonra surların yeniden yapımı ve diğer tarihi doku ile ilişiği olmayan sonradan yapılan eklentilerinde yürütme kararı aldık. Ancak 2007 yılı sonunda yapılan ihale normal olarak sonuçlanmadı. İhale yargıya giderek iptal edildi. Böylece yaklaşık 1 yıla yakın bir kayıp yaşandı. Bu yıl eylül ayında işlemleri tamamlanarak yeniden ihaleye çıkılan Tarihi cezaevi ve Kalelerin bugün itibari ile kentin girişindeki surlardan başlayarak restorasyonu için hem de yıkılacak bazı eklentiler için ihaleyi alan Firma Zeydanlı Turizm İnşaat Ltd. Şti'ne yer teslimi yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, önemli bir programı olmadığı taktirde kasım ayının ilk haftasında Sinop'a gelerek restorasyon çalışmalarını başlatacak." dedi.

 

MÖ 7. yüzyılda şehri korumak amacı ile Sinop Yarımadası'nın üzerine kurulan Sinop Kaleleri, tarih içinde Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar döneminde çeşitli onarımlar geçirerek kullanıldı. Kale surlarının kuzeyden 800, güneyden 400, doğudan 500 ve batıdan da 273 metre olmak üzere toplam bin 973 uzunluğu bulunuyor. 1882 yılından 1996 yılına kadar cezaevi olarak kullanılan tarihi yapıyı yılda 300 bin yerli ve yabancı turist ziyaret ederken, cezaevinde 37 koğuş, 21 disiplin hücresi ile 64 müşahede hücresi bulunuyor. Tarihi Sinop Cezaevi, Refik Halit Karay, Mustafa Ahmet Bedevi, Kuran Refii Cevat Hüseyin Hilmi, Burhan Felek, Osman Cemal Kaygılı, Celal Zühtü Benneci ve Sebahattin Ali gibi ünlülere de ev sahipliği yaptı.

haberler.com, 12.10.2008

TARİHİ ESERLERİ JANDARMAYA SATTILAR

 

Adana'da Roma dönemine ait tarihi eserleri satmak isteyen 9 kişi gözaltına alındı.

Edinilen bilgiye göre, Kozan İlçesi Çukurören Köyü'nde buldukları Roma dönemine ait lahit, 105 adet sikke, gözyaşı şişesi, altın taç ile gümüs tasa alıcı bulmaya çalışan köylüler A.C., G.C., M.Ü., T.B., A.Ü., E.O., D.B., M.C. ve A.K., alıcı kılığına giren jandarma ekiplerine yakalandı. Gözaltına alınan tarihi eser kaçakçılığı yapan 9 kişiden 6'sı tutuklandı. Jandarma ele geçirilen tarihi eserleri müzeye verdi.

Zaman, 11.10.2008

ERMENEK'TE TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Karaman'ın Ermenek İlçesi'nde jandarmanın yaptığı operasyonda 15 adet tarihi sikke ele geçirildi. İlçeye bağlı Kayaönü Köyü'nde oturan O.Y'nin (40) evinde tarihi eser bulunduğu yolunda duyum alan jandarma timleri operasyon düzenledi. Savcılık kararı ile evde arama yapan ekipler, Roma dönemine ait olduğu sanılan 15 adet sikke ele geçirdi. Ev sahibi O.Y, gözaltına alınırken, soruşturma başlatıldı.

Merhaba Gazetesi, 11.10.2008

ÜNİVERSİTELER KAZI KUYRUĞUNDA

Amasya Valiliği tarafından finanse edilen kazıların ardından, kazı yapmak isteyen üniversitelerin sayısında artış başladı.


Amasya'nın tarihi geçmiş bakımından çok önemli bir potansiyele sahip olduğunu söyleyen Vali Celalettin Lekesiz, toprak altında kalan kalıntıların çıkartılması için İl Özel İdare Genel Sekreterliği'nin destek sağladığını, il stratejik planında bu konunun yer aldığını belirtti.

 

2 sene önce Amasya Müzesi tarafından farklı bölgelerde başlatılan kazı çalışmalarına toplam 220 bin YTL kaynak aktarıldığını, önümüzdeki senede kazılar için 100 ila 150 bin YTL arasında kaynak sağlanacağını ifade eden Vali Lekesiz, "Bizim amacımız bölgenin bu özelliğine dikkat çekmek. Bizim açımızdan maksat hasıl oldu. Üniversiteler buraya gelmeye başladılar. İstanbul Üniversitesi gelecek yıl Amasya Kalesi'nde kazı yapmak istiyor" dedi.

Amasya Kent Haber, 11.10.2008

Pergamon (Sebah&Joaillier)
...1890




5 - 11 Ekim 2008

KARAMAĞRALI'YI KAYBETİK

Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü emekli Öğretim üyesi, Türk sanat tarihine önemli hizmetlerde bulunmuş Prof.Dr. Beyhan Karamağralı vefat etti.

TAYHaber, 10.10.2008

NAİL ÇAKIRHAN YAŞAMINI YİTİRDİ

Ünlü şair, edebiyatçı ve Uluslararası Ağa Han Mimarlık Ödülü sahibi mimar Nail Çakırhan, 98 yaşında Muğla’da yaşama veda etti.

TAYHaber, 11.10.2008



Hükümet: "Taşınsın" - Arkeologlar: "Bu bir katliam olur"


TAHRİBATIN FARKINDA MISINIZ?

KEPÇEYE 5 VAR!


Günay: "Bataklık iş makineleriyle taşınacak" (Vatan)

Karamut: "Biz bu bataklığı kütle halinde alacağız" (CNNTürk-Farkında mısınız?)

Özdoğan: "Taşınmasında yarar var" (CNNTürk-Farkında mısınız?)

******


Arkeologlar: "İş makineleri kalıntıları yerle bir eder, bu bir katliam olur" (Vatan)

Kurul:"Kurul kararı alınmadan iş makineleri faaliyette bulunamaz" (Vatan)

Aykul: "Kurul kararına uyulmazsa Ağır Ceza'da yargılanırlar" (Vatan)

Gülçur: "Çok önemli bu alan devlet eliyle yok ediliyor" (Milliyet)

'TARİHE KEPÇE'YE TEPKİLER SÜRÜYOR





Marmaray metro inşaatı kapsamında Yenikapı'da sürdürülen arkeolojik kazılarda Neolitik Dönem buluntularının bulunduğu alana iş makinesi sokulmak istenmesine tepkiler sürüyor.


İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Sevil Gülçur, İstanbul 4. Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na mektup yazarak, "İstanbul için çok önemli olan bu alan devlet eliyle yok edilmeden gereğini yapın" dedi. Gülçür, yazısında Yenikapı buluntularının arkeoloji dünyasında yarattığı heyecandan söz etti.


Kurulun elle kazı yapılmasına karar vermesine rağmen kazının gerekli özen gösterilmeden sonuçlandırılmak istendiğini anlatan Gülçur, şöyle devam etti:
"İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü, Ulaştırma Bakanlığı'nın istemi doğrultusunda, inşaat faaliyetlerinin yapılabilmesi için, alanı müteahhit firmaya devretmeye hazırlanmaktadır.
Israr edilmesi halinde, birinci dereceden arkeolojik ve doğal sit konumundaki bir ören yeri daha, korumayla yükümlü en üst merciin onayıyla yok edilecektir.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 08.10.2008


******


GÜNAY, YENİKAPI KAZILARINI İNCELEDİ





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Yenikapı’daki arkeolojik kazı alanında tartışmalara neden olan bataklık bölgede incelemelerde bulundu.

Bakan Günay, Marmaray tüneli inşaatı nedeniyle Demiryolları, Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü’ne (DLH) teslim edilmesi planlanan 4 bin 400 metrekarelik alan için, "Sözkonusu arazi bir bataklık. Bir yerleşim alanı veya liman değil. Bilim adamlarımızın da görüşleri ışığında bu alanda kazı çalışmalarını kazma kürekle yıllarca sürdürmemize imkan yok. Marmaray gibi İstanbul için önemli bir projenin de yürütülebilmesi için anlayışlı olunması gerektiğini düşünüyorum" dedi.

Hürriyet, Haber: Serkan Akkoç, 09.10.2008


*****


KÜREK KEPÇEDEN DAHA TEHLİKELİYMİŞ

 

Tüm tepkilere rağmen Marmaray’ın gecikmemesi için Yenikapı’da 8.500 yıllık iskeletlerin bulunduğu alanın yanındaki bataklığın iş makineleriyle taşınmasından vazgeçilmedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul’un tarihini sil baştan değiştiren yepyeni kalıntıların ortaya çıkarıldığı Yenikapı’daki Marmaray kazı alanında incelemeler yaptı. Marmaray Kazı sorumlusu Dr. İsmail Karamut ve kazı ekibindeki arkeologların da eşlik ettiği Günay, 1 saat kaldığı kazı alanında çalışmalar hakkında bilgi aldı.

Günay, tartışma yaratan 8.500 yıllık kalıntıların bulunduğu alanın hemen yanındaki bataklığın iş makineleriyle taşınması kararının da tepkilere rağmen değişmediğini söyledi...

Neolitik döneme ait olduğu belirlenen köyün yanı başındaki bataklığın iş makineleriyle taşınacağı açıklandı. Arkeologlar ise bu karara isyan ediyor. Ne yapacaksınız?

Bataklıkta sondaj çalışması yapıldı. Deniz seviyesinden 9.5 metre aşağılara kadar yani ana zemine inildi. Ve şu ana kadar balçıktan başka bir şey bulunamadı. Ama yeni sondajlar yapılmaya da devam ediliyor.

Peki siz balçığın iş makineleriyle taşınması, tarihi buluntulara zarar vermeyecek mi?

Konunun uzmanlarıyla görüştük, görüşmeye de devam ediyoruz. Bataklık alanın kazma kürekle kazılması, iş makineleriyle taşınmasından daha çok risk taşıyor. İşçilerin sert kazma darbeleriyle olası kalıntılar daha çok zarar görebilir. Ama iş makineleriyle toplu halde alınacak balçık elemelerden geçirilecek ve incelenecek. Bu bize de mantıklı geldi.

Bataklıkta herhangi bir mimari yapının olmadığı ve bu yüzden balçığın iş makineleriyle taşınmasının sorun yaratmayacağı söyleniyor. Arkeolojik bulgular sadece mimari yapılardan mı oluşuyor?


Elbette değil. Bataklıktaki sondaj çalışmaları devam ediyor. Eğer arkeolojik bir kalıntıya rastlanırsa hemen müdahale ederiz. İş makineleri 100 metre boyunda, 30 metre genişlikteki bir alanda çalışacak. Herkes müsterih olsun, her kazmanın ve her iş makinesinin başında arkeologlarımız olacak. Gerekli hassasiyet gösterilecek. En ufak bir çalışma bile arkeologlarımızın denetiminde yapılacak.

İş makineleri ne zaman bataklığa girecek?

Bilim kurulumuz ne zaman uygun görürse. Alınacak ortak kararlar doğrultusunda hareket edilecek. Kazı çalışmalarının yılan hikayesine dönmesini istemiyoruz. Uzmanları dinleyerek kararlar alıyoruz. Dünyada çok fazla bataklık kazısı yok. Bu yüzden özgün bir çalışma yapıyoruz. Tüm dünyaya örnek olmasını istediğimiz bir çalışma yürütülüyor Yenikapı’da. Bir yandan tarihe sahip çıkıyoruz, diğer yandan İstanbul’un yaşanır bir şehir olmasını sağlayacak Marmaray Projesi’ne hayata geçmesini istiyoruz.

 

 

Arkeologlar: Bu bir katliam olur

Marmaray projesi kapsamında Yenikapı’da süren çalışmalarda tarihe ışık tutacak çok değerli eserlere rastlandı. Kazı alanının büyük kısmının Bizans dönemine ait Theodosius Limanı olduğu tahmin ediliyor. Limanda 33 tane batık gemi, toplu mezarlar, 8.500 yıl öncesine ait 4 insan iskeleti ile beraber fil ve deve iskeletleri bulundu. Bu keşif, İstanbul’un en eski köyünün 8.500 yıl önce kurulduğunu kanıtlıyor ve dolayısıyla Atinalılar tarafından kurulduğu temeline dayanan efsaneyi yerle bir ediyor. Ancak projenin 2012’de tamamlanmasını planlayan Ulaştırma Bakanlığı’nın kazılar yüzünden daha fazla gecikilmemesi için bataklık alanın taşınması kararı uzmanları ve arkeologları ayağa kaldırmıştı. VATAN’ın manşetten duyurduğu haberde uzmanlar, “Bu bataklıktan Neolitik çağa ait olduğu belirlenen ahşap savunma silahları, seramik parçaları, kürekler ve bazı o döneme ait eşyalar bulundu. Bataklıkların özelliği hava almaması. Bu nedenle binlerce yıl geçse bile içindeki maddeleri koruyabiliyor. İş makineleri bu kalıntıları yerle bir eder, bu bir katliam olur. Çalışmalar elle yapılmalı, Marmaray birkaç ay gecikse ne olur“ diye karara karşı çıkmıştı.

Vatan, 09.10.2008


******


MARMARAY'DAKİ KAZI ALANI TAŞINACAK





Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'un tarihi mirasının korunmasının yanı sıra, yaşanacak bir şehir olmasının da önemli olduğunu söyledi ve Marmaray'daki arkeolojik kazı alanının büyük kepçelerle taşınacağını belirtti. Bakan Ertuğrul Günay, Marmaray inşaat alanındaki arkeolojik kazı alanını inceledikten sonra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma, Uygulama ve Denetim Müdürlüğü'ne (KUDEP) geçerek bir dizi incelemede bulundu. Günay, daha sonra tarihi yarımadada bulunan Süleymaniye ve çevresini gezdi. Günay, Süleymaniye ve çevresinde yapılan restorasyon çalışmaları hakkında tek tek bilgi alarak incelemede bulundu.

 

"Daha yapılacak çok iş var, işin başındayız." diyen Günay, "Gelecekte İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'ne giderken Zeyrek'te, Süleymaniye'de ciddi bir iyileşme yaşayacağımızı ümit ediyorum." şeklinde konuştu. Yenikapı'da bulunan Marmaray alanında yapılan arkeolojik kazı çalışmasının 4 yıldır devam ettiğini belirten Günay, -1 ve -2 metreden ciddi arkeolojik kalıntılar çıktığını ama derinlere inildikçe sadece balçık çıkmaya başladığını ifade etti. Bundan sonraki aşamada balçıkları büyük makinelerle başka bir alana taşıyarak eleme çalışmaları yapacaklarını belirten Günay, "Makineler çalışsa da çıkan bütün toprağı elekten geçirerek ne olup olmadığını arkeologlar gözetiminde ciddi şekilde irdeleyerek sürdüreceğiz. Biz tarihi ve İstanbul'da bugün yaşayanları ve geleceği sağlıklı bir zeminde buluşturmak istiyoruz." dedi.

Zaman, 09.10.2008


******


MARMARAY'DA KAZI KAVGASI

 

Yenikapı’daki Marmaray kazı alanıyla ilgili tartışmalar bitmek bilmiyor

İstanbul’un tarihini sil baştan değiştiren yepyeni kalıntıların ortaya çıkarıldığı arkeologlar ve tarihçiler arasında büyük heyecan yaratan Yenikapı’daki Marmaray kazı alanıyla ilgili tartışmalar bitmek bitmiyor.


Önceki gün Marmaray kazı alanını gezen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay VATAN’a yaptığı açıklamada, “Balçıkta sondaj çalışması yapıldı. Deniz seviyesinden 9,5 metre aşağılara kadar yani ana zemine inildi. Ve şu ana kadar balçıktan başka bir şey bulunamadı. Ama yeni sondajlar yapılmaya da devam ediliyor. Konunun uzmanlarıyla görüştük, görüşmeye de devam ediyoruz. Bataklık alanın kazma kürekle kazılması, iş makineleriyle taşınmasından daha çok risk taşıyor. İşçilerin kazma darbeleriyle olası kalıntılar daha çok zarar görebilir. Ama iş makineleriyle toplu halde alınacak balçık elemelerden geçirelecek ve incelenecek. Bu bize de mantıklı geldi” demişti.
 

Günay’ın VATAN’a açıklama yaptığı ve Neolitik Çağ’a ait olan bataklığın iş makineleriyle kaldırılacağını açıklamasından sadece bir gün önce, 8 Ekim 2008’de toplanan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu çok çarpıcı bir karara imza attı.

İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu aldığı kararda şu cümleler dikkat çekiyor: “(...) Marmaray Projesi kapsamında arkeolojik kazı çalışmaları devam eden Yenikapı İstasyon alanındaki çalışmaların niteliği hakkında basın-yayın organlarında çıkan haberler ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı Uzmanı’nca yapılan başvuru okundu, ekleri incelendi, yapılan görüşmeler sonucunda, (...) Yenikapı İstasyon alanında ana toprağa ulaşıncaya kadar kazının devam ettirilmesine, gerekli ve yeterli araştırma ve incelemenin yapıldığını teyid eden bilim kurulu görüşü ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü sonuç raporunun Kurula iletilmesine, Kurul kararı alınmadan arkeolojik alanda iş makinası v.s. ile faaliyette bulunulamayacağına karar verilmiştir.”


Ayrıca İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun aldığı kararda bataklıkla ilgili de önemli açıklamalar getirildi: “Kazıdan çıkan organik malzemenin kazı alanında ilk konservasyonu yapılıp ambalajlanmasında ve müzeye sevk edilmesinde kullanılan tekniklerin Kurula bildirilmesine, gemilerin sudan çıkmış ahşap parçalarının konservasyonunun bilimsel tekniklerle devam edip etmediği hususlarında Kurula bilgi verilmesine, Doç.Dr. Şevket Dönmez ve Dr. Feridun Özgümüş’ün kazı alanında düzenli olarak Kurul’un yerinde inceleme görevini yerine getirmesi amacıyla Kurul adına görevlendirilmelerine karar verildi!”

Vatan, 10.10.2008


******


"KARARA UYULMAZSA AĞIR CEZADA YARGILANIRLAR"

İstanbul Barosu Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Ömer Aykul: Kültür ve Turizm Bakanlığı, kültür varlıklarını ortaya çıkarmak için sondaj ve kazı çalışması yapabilir. Kazı izni, tarihi eserlerin çıkarılması için var. Eğer buna uyulmazsa TCK’nın 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65. maddesi gereğince işlem yapılır. Bu davalar Ağır Ceza Mahkemeleri’nde görülür ve 2 ila 5 yıl hapis cezası ve 5 bin güne kadar adli para cezası içerir. İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararına rağmen, orada kazı alanında iş makinasıyla kazı yapılırsa Cumhuriyet Savcılığı şikayete bile gerek kalmadan resen harekete geçer ve yetkililer hakkında soruşturma başlatır.

Vatan, 10.10.2008


******


YENİKAPI'YA KEPÇE GİRECEK

 

Marmaray kazıları sırasında İstanbul’un tarihinin 8 bin 400 yıl öncesine gittiğini gösteren kalıntıların bulunduğu, Yenikapı’daki arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bataklığın kepçeyle taşınması tartışmaları sürüyor. İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu 8 Ekim’de toplanarak, konuyu yeniden ele aldı. Ancak kurulda nasıl bir karar alındığı açıklanmadı. Kazı başkanı İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Dr. İsmail Karamut taşınır kültür varlıklarıyla ilgili olarak kurulun bir yetkisi olmadığını söyleyerek, "Bataklıktaki yapacağımız arama da taşınır bir çalışma olacak. Taşınmazlarla ilgili zaten kurula gidiyoruz. Uygun bir zamanda o balçığı oradan kepçelerle taşıyacağız" dedi.

Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 11.10.2008




İSTANBUL 2010 YOLA ÇIKTI!



Yaz öncesinde kentin çeşitli yerlerinde uçuşan “İstanbul 2010 yola çıktı” haberini görmüşsünüzdür.

 

Bir de yaz sonunda ilginç bir şekilde yine kentin bazı yerlerinde İstanbul 2010 logosu görüldü, otobüs üzerlerinde, otobüs duraklarında filan… Hani sanki yeni bir süt çıkmış da reklamı verilmiş, sanki bakkala gidip alacağınız yeni bir ürün söz konusu… Hem artık yeni çıkan sütün bile tanıtımı yapılıyor ki insanlar ilgilensin. Bu öyle mi? Adı üstünde kültürle ilgili, öyle yenilir yutulur bir şey değil, insanlar da haliyle yürüyüp gidiyor, ne olduğundan haberi yok.

 

İstanbul, çok az kişinin bildiği gibi 2010 yılının Avrupa Kültür Başkenti… Ne yazık ki çok az kişinin bildiği gibi diyorum, çünkü şunun şurasında sadece bir yıl kaldı ve üç yıl boşa gitti. Niye boşa gitti? Çünkü bu unvanın en kilit noktasında halkın katılımını sağlamak duruyordu; yaşadıkları kentle ilgili onları bilinçlendirmek, her gün geçtikleri yerlere, kentlerine farklı bakmalarını, onu sahiplenmelerini sağlamak… Ama ne yazık ki kimsenin bu konunu ne olduğu konusunda açık ve net bir bilgisi yok.

 

Öncelikle bir şehir efsanesine dönüşen yanlış bilgiye son verelim, çünkü yöneticiler de dahil bu tür açıklamalar yapıyor. Bilen bilmeyene söylesin: İstanbul’a kültür başkentliği muazzam tarihi, kültürü, geçmişi, şahane bir şehir olduğu için verilmedi. Bu özellikler, bu unvanı almaya yetmiyor, zaten kenti, başta kentin sivilleri ve sonra yerel kurumları olarak siz aday olarak sunuyorsunuz, onlar gelip size bunu vermiyor. Siz, aday gösterenler, çeşitli projeler aracılığıyla kentin kültürel hayatını sahici ve kalıcı olacak şekilde –bunun da kriterleri var tabii ki- canlandıracağınızın sözünü veriyorsunuz,  hazırladığınız projeler paketini savunuyorsunuz. Sunulan proje ne kadar sahiplenilmiş, ne kadar sahici diye de sorgulanıyor. Seçilen kent kültürel altyapısını geliştireceğinin, kültürel demokrasiyi yerleştirmeye çalışacağının (en azından), bu ortamı yaratmak için tarafları bir araya getireceğinin ve daha pek çok şeyin sözünü veriyor. Konu zaten kültür; kültür de aynen eğitim gibi kısa vadede sonuca gidilmeyecek bir alan, stratejiler/gönüllük/inanç/hedefleri iyi belirleme/kararlılık gerektiriyor. Çünkü süreklilik, kalıcılık ancak bunun sonucunda yerleşebiliyor. Bu unvanı alan ve başarılı kültür başkentliği yapmış kentlere baktığınızda, kentlerin kültürel anlamda ve pek çok açıdan -insani/zihinsel/fiziki/sürekliliği olan şekilde- olumluya ve bilinçlenmeye dönük dönüşüm geçirdiklerinin öne çıktığını görüyoruz. Bu konuda yapılmış iki ciltlik bir raporda zaten başarı/başarısızlık ölçüleri bu raporda bir güzel sıralanmış.

 

Bir başka yanlış bilgiyi de hatırlatmakta yarar var; bu unvan bu kent ve bu kentin insanı için verildi. Hani kompleksli insan misali yabancılara İstanbul’u tanıtmak diye bir söylem tutturulmuş, bizim burada yapacaklarımız elbette buraya kültür sanat insanlarını getirecek, elbette kültür turizmi normalin üç katı gelir getirir ama eğer siz bunu içselleştirememiş ve dönüşüm yaratamamışsanız herhangi festivalden ne farkı var bu başkentliğin?

 

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Genel Sekreteri Eyüp Özgüç, İstanbul'a yapılacak her türlü yatırımın, İstanbul aracılığıyla Türkiye'nin yurtdışında daha fazla dikkat çekmesini, itibar kazanmasını ve destinasyon olarak seçilmesini sağlayacağını vurgulamış. İstanbul 2010 Ajansı olarak, önümüzdeki 3 yılda İstanbul'u halkın da katkılarıyla, bir ‘Marka Kent’ haline getireceklerini ifade etmiş, bunun Türkiye’nin geleceğine yatırım olduğunu kaydetmiş ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü hakkındaki Kanunun, Avrupa Kültür Başkenti ile ilgili ihtiyaç duyulan seferberlik ruhunu yansıttığını belirtmiş! Keşke o seferberlik ruhu yansıtılabilseydi, ta başından ısrarla arayan gönüllüler projeye katılıp çoktan yola koyulsaydı, hedef doğru anlatılıp aynen seferberlik zamanı gibi büyük dönüşüm yaratılabilseydi. İstanbul’un zaten bir marka olduğunu, bu kentte her uygulananın örnek alındığını söylemeye gerek yok.  

 

Şurası çok açık: Biz, sivil olarak başlamış bir hareketi şişire şişire bir kamu kurumuna dönüştürdük. Hani gönüllülük, hani hep birlikte bir şeyler başarma… O kadar kalabalık kurullar kurulmuş ki kımıldaması imkansız. Başka kent örneklerinde de kalabalıklar görebilirsiniz ama bunlar işleyen kalabalıklardır, ona göre bir organizasyon şeması kurulmuş ve tıkır tıkır işletmeye koymuşlardır. 2010 web sitesine yazmışlar, ‘2010’a gider iken her telden’ diye…  Gerçekten her telden gidiyor. Başkentlik unvanının alınmasına yol açan projeler sanki sunulmamış gibi bir açıklama yapılmadan alaturka bir kafayla çöpe atılıyor, onların kopyalarına yol veriliyor, yüksek bütçeli ve birilerinin işine gelenlerse uygulamaya konuyor. Bunlar halkın katılımını sağlayacak, dönüşüm yaratacak büyük projeler mi? Yoo…  

 

Bu arada ilginizi çekti mi bilmem ama benim için fazlasıyla merak konusu bu durum; İstanbul 2010 ile ilgili hükümet ve yetkililer sürekli toplantı yapıp duruyor ama ne ilginçtir ki basın ve medya genel yayın yönetmenlerinin bilgilendirildiği toplantı sonrası bile durum değişmiyor, nedense yer vermiyorlar. Büyük gazetelerin kültür sanat şefleri bile İstanbul 2010’un ne olduğunu bilmediği için, işbirliği yapılması gereken medya, grubun yanında yer almıyor.

 

Gerçekçi olalım: Sadece bir yıl kaldı. Unvanı aldıktan sonra kalan süre azdı, hemen belli hedefler çerçevesinde inançla ve tam zamanlı çalışacak, dinamik bir kadro kurulması gerekiyordu. O sırada herkesin hevesi ve isteği vardı, ezber dışında pek çok şey yapabilirdiniz. Evet çok kollu ve zor bir projeydi bu ve çok iş bekliyordu bizi, ama vizyon sahibiyseniz, kültür insanıysanız ve elbette değişime inanır, hedefler belirler, bunları doğru anlatır, ortamı yaratırsanız her şey mümkündü. Hem bizim insanımız sürprizlidir, aslına bakarsanız kolay öğrenir, bir hedef koyduğunuzda o hedef doğru anlatılır, kazançlar açık bir dille ortaya konursa çok güzel ilerler ve elinden geleni yapar. Dönüştürme, yeniden oluşturma gücü şaşırtıcıdır, yeter ki varolan potansiyel ciddiye alınsın, doğru değerlendirilsin ve iyi/güzel bir şeyler yapmak için yola çıkılsın. Varolan potansiyeli doğru değerlendirmekse bir vizyon ve inanç meselesidir.

 

Ezcümle… Kendi kafanızdan olmayan bir şeyleri oturup varmış gibi anlatabilirsiniz, hikâye uydurabilirsiniz, göz boyayabilirsiniz ama akan zamanı geri döndüremezsiniz. Bir şeyi varmış gibi gösterebilir, hatta buna kendiniz bile inanabilirsiniz ama konunun özüne yönelik gerçekçi olmazsanız kendi kendinizi kandırmış olursunuz… Binbir Gece masalları değil ki bu, nereye kadar dinleyen bulacaksınız?.. Ve imaj… İmaj aslına bakarsanız hiçbir şeydir, üstüne serpilmiş altın tozları üflediğinizde gerçekler tüm sahiciliğiyle karşınıza dikilir.  

 

 

Avrupa Kültür Başkenti nedir?

Her şeyden önce bir kültür sanat projesi. Ama kültürü zor ve anlaşılmaz bir kavram olmaktan çıkarmayı; kültürün toplumsal ve bireysel yaşamdaki dönüştürücü gücünü akılcı ve katılımcı projelerle halkın yaşamına sokması gereken bir proje…

 

Büyük bir sosyal sorumluluk projesi: Kentlerin kültürel, sosyal, mimari, kentsel, sanatsal dönüşümünü sağlaması esas…

 

Geniş bir alana yayılması, halkın proje hakkında bilgilendirilmesi projeyi sahiplenmesine yol açacağından iletişimin net ve anlaşılabilir olması şart.

 

Çok katmanlı olduğu için şeffaflık ve dürüstlük önemli.

 

Kentte yaşayanların kentini tanıması çok önemli, çünkü bu bir kentlilik bilinci oluşturuyor, sahiplenmelerine, onu sevmelerine, gurur duymalarına yol açıyor, bu tür tanışmalar için pek çok proje geliştirmek ve böyle hedefe ulaşmak mümkün. 

 

Başarılı bir başkent olmak, güçlü partnerlerle proje paydaşlarının açık ve net hedeflerle uzun vadeli bir planlamaya soyunmalarına ve bunu yerel halkın  katılımıyla sağlamalarına bağlı…

 

Stratejilerle altyapıyı oluşturmak, kalıcı olmasını ve uluslar arası platforma açılmasını sağlayacak bir proje.

 

Uzun vadeli etkilerinin olması en can alıcı nokta.

 

 

Başarısız kentlerin hataları:

Kültür başkentleri bir yıllık başkent deneyimlerinde yer alan projelerin gerçekleştirilmesine ve fon bulmaya çalışınca geleceğe yatırıma çok az zaman kalıyor. Bugün buna pişmanlar. Ve tekrar bu deneyimi yaşasalar, daha kaliteli ama daha az sayıda projeye zaman harcayarak iyi bir strateji oluşturup kültürel altyapının kalıcı olmasına çalışırız. demişler.

 

Kültür başkentliğinde dikkat yeni ya da yenilenmiş kültürel mekanlar, özel projeler üzerinde yoğunlaşıyor. Ancak imajın dönüşümü, güvenin artırılması, ortamın düzeltilmesi/iyileştirilmesi ve bilgiyle deneyimin artırılması ölçümü zor ama önemi göz ardı edilmemesi gereken unsurlardan.

AKB deneyiminde çalışmış insanların profesyonel yaşamlarına katkıda bulunmak çoğu kentin göz ardı ettiği bir şey. Oysa insanların yeteneklerini, isteklerini çoğaltmak, bir şehirde yeni bir bina yapmaktan daha etkili bir dönüşüm sağlıyor. Yine de bu strateji çok az kurdele kesimine yol açtığından siyasetçiler genelde yeni binalar yapmayı tercih ediyor.  Dolayısıyla siyasetle ilgili dengeye özellikle önem gösterilmeli.

 

Ne yazık ki yerel yöneticiler genelde kültür başkentliğini kentin pazarlanması ve uluslararası profilinin yükseltilmesi olarak algılıyor.

 

Başkentliğin birleştirici konsepti olan kültür ve kültürel gelişim başka çıkarlarla gölgeleniyor.


Bilgi Notu: Bu yazı yayınlanmadan 2 gün önce 2010 AKB Genel Sekreter Yardımcısı Kemal Koç görevden alınmıştır (E. Çaykara)

800 YILLIK SELÇUKLU KÖŞKÜ YENİDEN YAPILACAK





Büyükşehir Belediyesi, Selçuklu sultanı 2. Kılıçarslan döneminde yaptırılan, Alaaddin veya Kılıçarslan köşkü olarak bilinen yapının yeniden inşası için proje hazırlıyor.

 

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek yaptığı açıklamada, Mevlana kenti Konya'yı tarih ve kültür turizminde marka yapmak için yoğun çalıştıklarını söyledi.


Kentin en önemli tarihi miraslarından Alaaddin Tepesi'ndeki Selçuklu sarayının bir parçası olan köşkün yeniden yapılması için harekete geçtiklerini belirten Akyürek, ilgili birimlerin çalışmalarını sürdürdüğünü bildirdi.


Şu anda ayakta kalmayı başaran küçük bölümü 4 ayaklı beton şemsiyeyle korunan Alaaddin Köşkü'nün aslına uygun yapımına Kültür ve Turizm Bakanlığının da destek vereceğini ifade eden Akyürek, şunları kaydetti:
'Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan döneminde yapılan yapı, Kılıçarslan ve Alaaddin köşkü olarak biliniyor. Yapının restorasyonu için proje hazırlıyoruz. Önce röleve, ardından restorasyon yapılacak. Çevresinde kazı yapmak gerekiyor. Tüm bunlarla ilgili çalışmalar sürüyor. Proje hazırlandığında belediye meclisine sunulacak. Meclis onayından sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı ile protokol imzalayacağız. Bu konuda Bakanlık ile protokol aşamasına gelmek bile çok önemli. Bakanlık köşkün yapımında maddi ve manevi olarak bizi destekleyecek. Bakanlığın maddi harcamaların yüzde 25'ini karşılaması öngörülüyor.'


Ellerinde köşkle ilgili eski fotoğraf ve gravürler bulunduğunu belirten Akyürek, 'En iyisini yapmaya çalışıyoruz. Yaklaşık 800 yıllık tarihi bir yapıyı tekrar ayağa kaldırmak gerçekten turizm adına çok önemli bir adım. Seyir köşkü olarak bilinen yapı bittiğinde Konya'daki tarihi ve kültürel turizm bugüne oranla çok farklı olacak' dedi.

Uzman araştırmacı yazar Mehmet Ali Uz da tarihi yapının inşasına 2. Kılıçarslan döneminde başladığını ancak tamamlandığı döneme ait kesin bilgi bulunmadığını belirterek, 'Alaaddin Keykubat döneminde tamamlandığı veya tamir edildiği söyleniyor. Köşkün en az 800 yıllık olduğu biliniyor' diye konuştu.


Osmanlının ilk dönemlerinde valilik yapan şehzadelerin de kullandığı köşkün Konya için çok önemli bir yapı olduğunu ifade eden Uz, bilim adamlarının, yapının, hakkında detaylı bilgi olmadığı için aslına uygun restore edilemeyeceğini belirttiğini söyledi.


Selçuklu döneminin önemli mimari yapıları ve kalıntılarını barındıran Alaaddin Tepesi'nde bulunan Alaaddin Camii'nin kuzeyinde yer alan Selçuklu sarayının bir bölümü olan Alaaddin Köşkü'nün ağaç, taş ve çini gibi malzemelerinin 1900'lü yıllarda bilinçsizce söküldüğü biliniyor. Bugün sadece kerpiçten yapılmış temeli ile bir duvarı ayakta kalan, beton şemsiyeyle korunan köşke ait çiniler, Konya Karatay Müzesi ve Berlin Müzesi'nde sergileniyor. Bir dönem köşkün duvarlarında asılı olan aslan heykelleri, İstanbul'daki müzelerde bulunuyor.

Merhaba Gazetesi, 11.10.2008

KAZILARDA BİLE SİYASET

 

Efes'te 110 yıldır kazı yapan Avusturyalılar, kazı başkanının seçiminde Türk arkeologları kaygılandıran tutumlar içindeler. Geçen yıl "yolsuzluk" yaptığı savıyla görevden alınan kazı başkanı Prof. Fritz Krinzinger, yeri-seramik uzmanı Doç. Sabine Ladstatter'i görevlendiğirini açıklamıştı.

Cumhuriyet gazetesinde Oktay Ekinci imzasıyla yayınlanan yazıda Türkiye'nin bu ismi "çekince"yle karşılamasına rağmen, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü aynı ismi belirlediğine dikkat çekiliyor. Bakan Ertuğrul Günay'ın "başka isim önerin" demesi üzerine kazı başkanlığına enstitü başkanı Prof. Johannes Koder görevlendirildi.

Koder de Mısır ve ispanya'daki çalışmaları nedeniyle Efes'i "yardımcısı" ilan ettiği Ladstatter'e teslim etti. Gelişmeleri kaygıyla izleyen arkeologlar, Efes'i kazan Avusturyalılar arasında "güvenilir" ve "Türkiye dostu" bilim insanlar dururken uzmanlığı bile yetersiz "siyasal" bir isimde ısrar edilmesini "Avusturyalıların ırkçı tutumları"na bağlıyorlar. Çünkü, Ladstatter'in babası aynı zamanda Türkiye karşıtı olarak tanınan aşın sağcı siyasetçilerden Haider'in militan bir taraftarı. Ladstatter de Efes'teki özellikle "Hıristiyanlık tarihini' önemseyenler arasında.

'Türkiye'nin AB üyeliğine en sert karşı çıkanlardan eski Avusturya Başbakanı Wolfang Schüssel'in Efes'i ziyaret etmesi; Bilim Bakanı Hahn'ın da Ankara'ya gelerek Bakan'la görüşmesi, Avusturya'daki sağcıların Efes'e verdikleri önemi gösteriyor. Arkeologlarımızın beklentisi, Efes'te artık "şaibesiz" gerçek bilim insanının kazı başkanlığını üstlenmesi.

Haber Ekspres, 11.10.2008

88 YIL ÖNCE ÇALINAN ÇİNİNİN SATIŞINA ENGEL

 

Türkiye'den çalınan ve Interpol aracılığıyla aranan iki çini karo, Londra'da bir müzayedede bulundu. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün girişimi ile 1920'de Eyüp Sultan Camisi'nden çalınan çini karonun satışı durduruldu. Vakıflar Genel Müdürlüğü, çalıntı iki çini için, 2004 yılında uluslararası ihbarda bulundu. Interpol'ü harekete geçiren Genel Müdürlük Kaçakçılıkla Mücadele Bürosu, Londra'da Sotheb'ys müzayede evinde iki çininin izine rastladı. Müzayedenin internet kataloğunu inceleyen kaçakçılıkla mücadele bürosu ekipleri, 282 lot numaralı çininin çalıntı olduğunu Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Interpol'e bildirdi. Vakıflar Genel Müdürlüğü çininin satışını durdurmayı başardı. Lale ve yaprak motifli çininin iadesi için harekete geçildi. Bu arada karoların Türkiye'ye iadesine karar verilmesinin ardından özel bir ekibin çiniyi teslim almak üzere Londra'ya gönderileceği öğrenildi. Londra Büyükelçiliği Kültür ve Tanıtma Müşaviri İrfan Önal, çininin Türkiye'ye iadesi için hukuksal sürecin başlatıldığını belirterek, "Bu çininin satışı UNESCO sözleşmesine aykırı. Satışa çıkaran sorumluluk altına giriyor. Uluslararası çeşitli anlaşmalar var ve eserler kendi topraklarına dönsünler diyor ama iade süreci zaman alıyor. Hukuki işlemler başlatıldı. Eseri Türkiye'ye kazandırmaya çalışacağız" dedi. Sadece Türkiye'nin değil Akdeniz çevresindeki diğer ülkelerinde milli hazineleri olan tarihi eserlerinin çalınması durumuyla karşı karşıya olduklarını belirten Önal, 'Anadolu medeniyetler beşiği. Geçtiğimiz yüzyılda bir şekilde çıkmış. Akdeniz çanağındaki bütün ülkelerin başında olan bir dert. Türkiye, çalınan eserlerinin geri alınması için elinden gelen çabayı gösteriyor' dedi. 8 Ekim müzayedesi kataloğunda 282'nci sırada açık artırmaya çıkarılacak İznik çinisinin çekildiğini doğrulayan Sothbey's basın sözcüsü Matthew Floris, 'Sotheby's olarak iddiayı çok ciddiye alıyoruz. Sotheby's olarak çalıntı bir eserin bize gelmesini bizde istemeyiz" dedi.





İkinci çininin satılması önlenemedi

Takkeci İbrahim Ağa Camisi'nden 1500'lü yıllarda çalındığı iddia edilen ikinci çini karonun iadesinde zorluk çekiliyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü üzüm salkımlı çini karonun satışını durdurmayı başaramadı. Çini karoyu takip eden Vakıflar Genel Müdürlüğü Kaçakçılıkla Mücadele Bürosu, müzayedede tarihi çininin satılmadığını tespit etti. Bu çini karonun iadesi için girişimler devam ediyor. Bu arada Eyüp Sultan Camisi'ne ait olan çininin bir benzerinin Paris'teki Pescheau - Badin müzayede evinde geçen yıl tespit edildiği, satışın durdurulup eserin geri alınması için eseri müzayedeye koyan kişiye dava açıldığı öğrenildi.

 

"Bütün çalındı, tek tek satışta"

Türkiye'nin tarihsel ve kültürel mirasının korunması ve kaçırılan eserlerin geri getirilmesi konusunda yıllarca süren araştırma ve çalışmalar yapan, "Karun Hazinesi" ile "Elmalı Definesi"nin iadesinde öncü rol alan Cumhuriyet Gazetesi yazarı Özgen Acar, çinilerin öyküsünü şöyle özetledi: "Eserin satışının durdurulması istendi. Tek bir parça önemli değil gibi görünüyor. Ancak, Eyüp Sultan'dan çalınma işi bir bütün olarak yapıldı. Bütün söküldü ve götürüldü. Çini parçalar zaman içinde tek tek satıldı. Yani, tek tek toplamak bir bütün oluşturma açısından önemli. Ben, bu çininin satışının yapılacağını önceden Kültür Bakanlığı'na bildirdim."

Sabah, Haber: Enis Yıldırım - Perihan Korkmaz, 11.10.2008

BERGAMA BAZİLİKASI RESTORE EDİLİYOR

 

Bergama'da bulunan Kızılavlu Bazilikası Güney Kulesi restore ediliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Permagon Kazısı Bakanlık Temsilcisi Melih Arslan, kulenin Alman Arkeoloji Enstitüsü ile Kültür ve Turizm Bakanlığınca, 400 bin avro harcanarak restore edildiğini belirtti. Arslan, kulenin restorasyonunda Alman Kazı Başkanı Doç. Dr. Felix Pirson, Kazı Başkan Yardımcısı Dr. Martin Bachman ile 25 taş ustası ve İstanbul'da Ayasofya'nın kubbesinin kurşunlarını da yapan 4 kişinin çalıştığını söyledi. Hıristiyanlığın ilk 7 kilisesinden biri olarak adı İncil'de de geçen bazilikaya, M.S. II. yüzyılda Roma İmparatoru Hadrianos tarafından mitolojik tanrı Serapis'e adanarak yapıldığı için Serapis Tapınağı da deniyor. Bergama'da şehir içinde bulunan bazilika, kırmızı renkli tuğladan inşa edildiği için halk arasında Kızılavlu olarak biliniyor.

Haber Ekspres, 11.10.2008

TARİHİ BALAT İSKELESİ ALEV ALEV YANDI

 

  

 

Edinilen bilgiye göre saat 23.30 sıralarında yeni restore edildiği öğrenilen Tarihi Balat İskelesi'nde bilinmeyen bir nedenle yangın çıktı. Alevler bir anda bütün iskeleyi sardı. Tarihi iskelenin hemen yanında bulunan halı sahada maç yapan vatandaşlar yangını görünce durumu itfaiye ekiplerine bildirdi. Olay yerine gelen Balat ve Fatih itfaiye grupları yangına köpükle müdahale etti. Yaklaşık yarım saat süren söndürme çalışmasının ardından yangın tamamen söndürülürken, tarihi iskele tamamen kullanılamaz hale geldi.

 

Yanan iskeleyi görerek itfaiyeye haber veren iskelenin hemen yanındaki halı sahada futbol maçı yapan vatandaşlar itfaiyenin olay yerine gelmesinin ardından oyunlarına kaldığı yerden devam etti. Bir taraftan itfaiye alev alev yanan iskeleyi söndürmeye çalışırken diğer taraftan vatandaşlar duman içinde kalan halı sahada maçlarına devam etti.

Hürriyet, Haber: Cengiz Çoban, 10.10.2008

 

 

YANAN İSKELE ASLINA UYGUN YENİLENECEK

 

20'nci yüzyılın başlarında 3 metreyi aşkın derinlikte ahşap kazıklı sistemle yapılan tarihi Balat İskelesi'nde önceki gün çıkan yangın büyük hasara yol açtı. Yapılan çalışmaların ardından İstanbul Deniz Otobüsleri İşletmesi (İDO) iskeleyi en kısa zamanda yenileme kararı aldı. İskele, sigorta ve hukuki işlemlerin tamamlanmasının ardından, yaklaşık 150 bin YTL'lik harcamayla, aslına uygun olarak yeniden yapılacak.

Sabah, Haber: Çağdaş Çetindemir, 11.10.2008



EFES'TE BİN 700 YILLIK TAKILAR BULUNDU

İzmir'in Selçuk İlçesi'nde bulunan Efes Antik Kenti'nde bu sezon yapılan kazılarda bir mezar evi bulundu.

 

Arkeologlar, beş mezar içinde farklı zamanlarda gömülmüş 55 iskelete ulaşırken, yaklaşık bin 700 yıllık son derece ince işçiliğe sahip 18 parça altın takıyı da gün yüzüne çıkarmayı başardı.

AA muhabirine sona eren kazı sezonu hakkında değerlendirmelerde bulunan Avusturya Kazı Heyeti Başkan Yardımcısı Dr. Sabine Ladstatter, bu sezon için sona eren Efes kazılarında önemli bulgulara ulaştıklarını, mezarevinde buldukları nadide takıların ise kendileri için sürpriz olduğunu söyledi.

Nekropolde bu yıl duvar resimleri ve mozaiklerle süslenmiş bir mezarevi bulduklarını anlatan Ladstatter, içinde 5 mezar ve farklı zamanlarda gömülmüş 55 iskeletin bulunduğu mezarda, altın ipliklerin kullanıldığı ipek kumaşlar ve 18 parça altın takıya ulaşıklarını kaydetti.

Ladstatter, "Bulunan eserlerin kaliteli bir işçilikle yapılmış olması, mezarların Efes'in yüksek tabakalarından gelen insanlara ait olduğuna şüphe bırakmamaktadır" diye konuştu.

Yüzükler, tokalar, kolye uçları arasında özellikle onyx taşı üzerine mercek yardımıyla tüm hatları görülebilecek derecede ince işçilikle Artemis heykelinin işlendiği bir yüzüğün dikkati çektiğini ifade eden Ladstatter, "Bulduğumuz parçalar, dönemin işçiliğinin ne kadar üst düzeyde olduğunu ortaya koyan önemli parçalar" dedi.

Karşı karşıya kaldıkları en önemli sorunlar arasında kaçak kazıların bulunduğunu belirten Ladstatter, mezar alanlarının tarihin her döneminde yağmalandığını, bu nedenle de mezarevinde buldukları değerli eşyaların kendileri için "sürpriz" olduğunu kaydetti.

Önceki yıllarda kaçak kazılarda elde ettikleri eşyaları internette alışveriş sitelerinde açık artırmaya koyanlara dahi rastladıklarını anlatan Ladstatter, Kültür ve Turizm Bakanlığının yağma ve kaçak kazıların önlenmesi için nekropol alanındaki kazılara öncelik verilmesini talep ettiğini, kendilerinin de bu sezon bu alandaki çalışmalarını yoğunlaştırdıklarını söyledi.

Efes'te 8 noktada yürüttükleri kazıların bu sezon için sona erdiğini, ancak restorasyon ve jeofizik analizlerinin kesintisiz süreceğini belirten Dr. Ladstatter, bu yıl kazılarda çoğunluğu Avusturyalı, Türk ve Almanlardan oluşan 166 bilim adamının görev yaptığını bildirdi.

"Çok başarılı bir sezon geçirdik" diyen Ladstatter, özellikle nekropol ve bu yıl başlayan Çukuriçihöyük kazılarında son derece önemli bulgulara ulaştıklarını söyledi.

Çukuriçihöyük kazılarının erken bronz çağına ve Ege neolitik dönemine ait önemli ip uçları sunduğunu ifade eden Ladstatter, ortaya çıkan ev ve ocakta balık ve deniz kabuğu ürünlerinin çok olmasının, burasının MÖ 3. bin yılda deniz kıyısında olduğunu da ortaya koyduğunu kaydetti.

Ladstatter, gelecek yıl çalışmalara mümkün olduğunca erken başlamak istediklerini de belirtti.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Efes Kazıları Temsilcisi Dr. Soner Ateşoğulları da bu yıl Ege prehistoryası ile Ege'nin Anadolu ile bağlantılarına yönelik önemli sonuçların elde edildiği verimli bir kazı dönemi geçirdiklerini söyledi.

Çukuriçihöyük'te bulunan obsidien buluntuların, bu bölgenin Ege adalarıyla temas halinde olduğunu ortaya çıkardığını ifade eden Ateşoğulları, jeolojik sondajların da Çukuriçihöyük'ün deniz kenarında olduğunu destekler nitelikte sonuç verdiğini kaydetti.

Mezarevi'nin de yapıldığı dönemin mimarlık ve kuyumculuk alanlarındaki gelişmişlik düzeyini yansıttığını bildiren Ateşoğulları, eşyalarıyla birlikte gömülü bulunan 55 iskeletten erken döneme ait olanlarının Pagan, sonradan gömülenlerinin ise Hıristiyan olduklarının anlaşıldığını ve mezarevinin kültür tarihi açısından da oldukça önemli olduğunu söyledi.

Ateşoğulları, bulunan takıların ince bir işçilik örneği olduğunu vurgularken, "Bizim için altın bulmaktan çok, bulduğumuz objelerin nitelikleri önemli" dedi.

Mezarevinde bulunan takılar, incelemelerin ardından Efes Müzesi'nde sergilenecek.

Cnn Türk, 10.10.2008

HARŞENA KALESİ'NDEKİ RESTORASYON ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI





Amasya Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz, Kültür Turizm Müdürü Ahmet Kaya, Müze Müdürü Celal Özdemir, Özel İdare Müdürü Mustafa Bolat ve beraberindekiler tarafından dün saat 09:00’da Harşena Kalesi’ndeki restorasyon çalışmaları yerinde incelendi. İncelemeler sonrasında ide Vali Lekesiz tarafından açıklamalarda bulunuldu. Yaptığı açıklamada: “Kaledeki çalışmaların 2009 yılında tamamen bitmesini bekliyoruz. Kale, çalışmaların tamamlanmasının ardından tarihteki güzelliğine yeniden bürünecek, Amasya turizmine katkı sağlayacak güzel bir mekan olacak. Tarihe saygının kültürel mirasa sahip çıkmanın ötesinde Amasya’nın kültürü turizmi açısından ziyaretçilerin uğrak yerlerinden biri olacak. Kültür Bakanlığı ile görüşüp kaleyi tamamen Amasya Özel İdaresine almayı düşünüyoruz kaleyi. Kale için özel güvenlik ve temizlik şirketleri ile görüşülerek de bu bölgenin ziyaretçiler açısından daha temiz ve 24 saat güvenli olması sağlanacak. Kısa vadede kale ile ilgili olarak geleceğe yönelik düşüncelerimiz bunlar. Orta ve uzun vadede ise kalenin yaşanılarak korunması açısından kalede kesinlikle tarihi dokuya uygun şekilde mütevazı bir mahallenin, bir yerleşim alanının, sayısı beşi onu geçmeyecek şekilde alış veriş merkezlerinin, yiyecek içecek mekanlarının yapılmasının şahsen çok iyi olacağını düşünüyorum. Kalenin ışıklandırılması aslında şimdiye kadar bitmiş olacaktı. Bildiğiniz gibi kalede restorasyon çalışmaları vardı. Restorasyon çalışmalarının ortaya çıkmasının üzerine ışıklandırmayı gerçekleştirecek olan Türkiye Acenteler Birliği tarafından teknik olarak uygun görüldüğü takdirde restorasyon çalışmalarının bitmesinden sonra ışıklandırma çalışmalarının yapılmasının daha uygun olacağı, aksi takdirde restorasyon çalışmasının ardından yeni bir külfetin doğacağı belirtildi. Biz de taleplerini uygun gördük. Restorasyon çalışmaları bitti. Onlar da çalışmalarını hızlandırdı. Bu konudaki çalışmaların yıl sonuna kadar bitirilmesini bekliyoruz. Tarihine uygun bir şekilde mekanlar oluşturarak ziyaretçilerimizin hizmetine sunma çabasındayız.

Amasya Gazetesi, 10.10.2008


******


BU GÖRÜNTÜLER TARİHİ KENTE YAKIŞMIYOR





Amasya turizm yolunda hızla ilerlemeye devam ediyor. Yetkililer de üzerlerine düşen görevleri yerine getiriyorlar. Ya vatandaşlarımızın bu görevleri tam olarak yerine getirdiklerini söylemek mümkün mü? Amasya’nın tarihinde önemli bir yeri olan ve her yıl binlerce turistin ziyaret ettiği Harşena Kalesi, maalesef duyarsız bazı vatandaşlar tarafından kirletiliyor. Bölgede çöp konteynırlarının olmasına rağmen bazı vatandaşlar tarafından çöplerin çevreye atıldığı gözleniyor. Bu görüntüler Amasya’ya yakışmıyor. Vatandaşlarımızdan bu konuda da daha duyarlı olmalarını bekliyoruz. Bize düşen görev bu gibi tarihi eserlere sahip çıkmak, çevreyi temiz tutmak ve bizden sonraki nesillere temiz bir şekilde bırakmak olmalı.

Amasya Gazetesi, 10.10.2008

AKM'Yİ 2010 AJANSI YENİLEYECEK

 

Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) yenilenme projesi İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından yürütülecek.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ve Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Nuri M. Çolakoğlu arasında önceki gün Adile Sultan Yalısı'nda imzalanan protokolle AKM'nin, 21. yüzyıla uygun olarak kültür hayatına kazandırılması planlanıyor. Yapının içinde nelerin değişeceğine, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Bakanlık temsilcilerinin oluşturduğu çalışma kurulu karar verecek.

Zaman, 10.10.2008

BULGARİSTAN'DA BİZANS MOZAİKLERİ

 

Bulgaristan’da, Kyustendil yakınlarında yapılmakta olan kazılarda geçen hafta olağanüstü güzellikte Bizans mozaiklerine rastlandı.

Bir evin salonunu süsleyen mozaiklerin büyük bir kısmı geometrik motiflere sahip. Arkeolog Rumen Spasov, “Ev sahiplerinin isimleri mozaiğe yazılmış. Bu, şimdiye dek Bulgaristan’da rastlamadığımız türde bir buluntu. Ev sahipleri Diofanes ve Diogenia olasılıkla dönemin varlıklı insanları idiler” dedi. 

 

Şu ana dek yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkan kalıntılar aynı zamanda Hun İmparatoru Attila’nın (406 - 453) bölgeye saldırısı ile ilgili ipuçları da veriyor.

Novinite.com, 08.10.2008

BİN 700 YILLIK KAYSERİ KALESİ TAŞ GİBİ!

 

Kayseri Kültür ve Turizm İl Müdürü İsmet Taymuş, yaklaşık 1700 yıllık Kayseri Kalesi'nin günümüzün en sağlam kalelerinden biri olduğunu belirterek, ''Kale gelecek kuşaklara yıkmadan, dökmeden kendi tarihi misyonu içerisinde bırakılmalıdır'' dedi.

 

Açıklamalarda bulunan Kültür ve Turizm İl Müdürü İsmet Taymuş, Kayseri'nin simgesi olan Kayseri Kalesi'nin bugüne kadar ayakta kalan kaleler içerisinde en sağlam, en korunaklı, en muhteşem ve cazibelilerinden birisi olduğunu söyledi.

 

Kalenin Roma ve Bizans döneminde yapıldığını ifade eden Taymuş, ''Kale birçok uygarlık döneminde restore edilmiştir. Kale o dönemlerde güvenlik amacıyla yapılmıştır. Günümüze kadar gelen tarihi kaleyi, fonksiyonel olarak turizme kazandırılması bütün dünya insanlarının gelip görebileceği yaşayan canlı bir tarih haline getirilmesi gerekir. Kayseri Kalesi günümüzün en korunaklı kalesinden biri olmasının yanı sıra şehir meydanında olması ise ayrı bir özelliğidir. Çünkü bazı kaleler şehir dışına ve yüksek yerlerde yapılmıştır. Kayseri Kalesi şehir meydanında olması nedeniyle yerli yabancı birçok turistin gezip görebilme imkanına sahiptir'' dedi.

Kayseri Büyükşehir Belediyesi'nin kaleyi kültürel merkez haline getirmek için çalışmaları olduğunu da aktaran Taymuş, proje sonuçlandığı zaman Kayseri Kalesi’nin, Kayseri kültürüne ve sanatına önemli katkılar sağlayacağını, ayrıca Kayseri'ye canlılık ve bir heyecan getireceğini kaydetti.

 

Kayseri Kalesi'nin günümüzde herhangi bir restorasyon probleminin bulunmadığına da değinen Taymuş, ''Kale Bizans, Selçuklu ve Cumhuriyet dönemlerinde dökülen ve yıkılan yerleri restore edilmiştir. Kalemiz iyi korunmuş ve 1700 yıldır ayaktadır. Arzumuz Türk milleti yaşadıkça bu kalede yaşayacaktır. Gelecek kuşaklara kaleyi yıkmadan, dökmeden tarihi misyonu içinde fonksiyonel olarak bırakmaktır'' dedi.

Kayseri Kent Haber, 09.10.2008

TARİHİ ÇINARIN YAŞI TARTIŞMA KONUSU OLDU

 

Kastamonu'ya bağlı Bozkurt İlçesi Beldeğirmen Köyü'nde bulunan ve turistlerin büyük ilgi gösterdiği tarihi çınar ağacının yaşı, tartışma konusu oldu.

 

Kültür Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca 25 Aralık 1990'da tescil ettirilen tarihi çınar ağacının kim tarafından ve ne zaman dikildiği kesin olarak bilinmezken, yaşı ve ismi resmi kurumların internet sitesinde farklı yayınlanıyor. Kastamonu Valiliği'nin resmi internet sitesinde, Fatih Çınarı olarak adlandırılan ağacın 500 yaşından fazla olduğu belirtilirken, Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tescil edildiğine de yer veriliyor. Kastamonu İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne ait resmi internet sayfasında ise tarihi ağacın Beldeğirmeni Çınarı olarak isimlendirildiği ve 800 yaşından fazla olduğu bilgileri yer alıyor. Sitede ayrıca çınarın 50 metre boyunda, 2.30 metre çapında ve 9 metre çevre genişliğinde olduğu bilgileri de bulunuyor.

 

Kastamonu'nun Bozkurt Belediyesi'nin internet sitesinde, tarihi çınar ağacının 500 yaşından fazla olduğu yazıyor. Kastamonu Vali Yardımcısı Ömer Faruk Ateş, tarihi çınar ile ilgili olarak herhangi bir yaş tespiti çalışması yapılmadığını belirterek, ağacın 25 Aralık 1990'da Kültür Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na tescil ettirildiğini söyledi. İl Kültür Turizm Müdürü Ziver Kaplan da tarihi çınar ağacının Anıtlar Yüksek Kurulu'na tescil ettirildiğini, ancak yaş tespiti konusunda herhangi bir işlem yapılmadığını ifade etti. Tarihi çınar ağacının bulunduğu Bozkurt İlçesi'ne bağlı Beldeğirmen Köyü'nde yaşayan vatandaşlar ise çınarın isminin Bayezıd Çınarı olduğuna ve 1484 yılında dikildiğine inanıyor.

Zaman, 09.10.2008

AŞK TANRISI'NI KAÇIRMAK İSTEDİLER

 

Antalya'nın Korkuteli İlçesi'nde jandarma ekiplerinin yaptığı operasyonda, Orta Çağ dönemine ait tarihi eserler ele geçirildi.

 

Alınan bilgiye göre, ihbar üzerine Korkuteli İlce Jandarma Komutanlığı ekipleri, ilçe merkezindeki M.K.'ya ait eve baskın düzenledi.

 

Baskında, Orta Çağ dönemine ait "aşk tanrısı" ve "papaz" ile "mermer biblo" heykeller ele geçirildi.

 

Söz konusu eserlerin yaklaşık 200 bin YTL değerinde olduğu öğrenildi.

 

M.K., jandarma ekipleri tarafından gözaltına alındı.

Antalya Kent Haber, 09.10.2008

HASANKEYF KURTULUYOR MU?





Türkiye, Ilısu Barajı için Almanya’nın koyduğu kredi kriterlerini karşılamakta başarısız olması nedeni ile son kez uyarıldı. Almanya, Avusturya ve İsviçre’nin finansal desteğini çekmesi Türkiye Hükümeti’nin Hasankeyf’i sular altında bırakma planının sonu anlamına gelebilir.

 

Almanya’da bulunan Doğa Derneği yetkililerinin, Almanya Ekonomik İşbirliği ve Gelişim Federal Bakanlığı, Devlet Sekreteri Erich Stather’den aldıkları bilgiye göre; Almanya, Avusturya ve İsviçre hükümetleri, Türk hükümetine Ilısu Baraj Projesi’ne sağladıkları kredileri geri çekme niyetinde olduklarını belirten son bir uyarı gönderdi. Uyarının nedeni, Türkiye’nin Almanya’nın koyduğu kredi kriterlerini karşılamakta başarısız olması.

 

Doğa Derneği tarafından Alman Parlamentosu’nun önünde gerçekleştirilen barışçıl bir eylem sırasında Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahab Kusen, “Sonunda bu üç ülkenin kredi kuruluşlarının Türkiye’den yerine getirmesini talep ettikleri kriterlerin karşılanmasının mümkün olmadığını anladıklarına memnunuz. Eğer Ilısu Baraj Projesi devam ederse Hasankeyf ve Dicle Nehri etrafında nesli tehlike altında olan pek çok canlı ile birlikte yok olmaya mahkum edilecek. Şimdi bu gerçeklerin farkına varma ve projeyi geri çekme sırası Türk Hükümeti’nde. Hasankeyf, sadece 10 bin yıllık tarihiyle bile UNESCO Dünya Doğa ve Kültür Mirası listesinde yer almayı hak ediyor” dedi.

 

Hasankeyflilerle birlikte Berlin’de bulunan Doğa Derneği Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk, “Başbakan Erdoğan’a, 2007’de ‘Tarihi mirasınızı kaybederseniz, Allah korusun ülkenizin, yurdunuzun tapusunu kaybedersiniz. Bir daha geri kazanamazsınız. İşte esas felaket bu olur’ dediğini hatırlatmak istiyoruz. Eğer Almanya, Avusturya ve İsviçre hükümetleri dünkü toplantıda bize söylediklerini gerçekleştirirlerse, bu durum, Alman hükümetinin Türkiye’nin kültürel ve doğal mirasına kendi hükümetimizden daha çok saygı duyduğunu gösterecektir” dedi.

 

Ilısu Baraj Projesi’nin tehdit ettiği bölgelerden biri 10 bin yıllık insanlık tarihinin tanığı, çok sayıda kuş türünün, binlerce bitki çeşidinin ve diğer yaban hayatın evi olan Hasankeyf. Bu proje sadece dünyanın en önemli kültürel miraslarından Hasankeyf’i yerle bir etmekle kalmayacak, aynı zamanda Fırat kaplumbağası (Rafetus euphraticus) gibi dünya ölçeğinde tehlike altındaki bir türü de yok edecek.

Yapı, 09.10.2008


******


BERLİN'DE HASANKEYF EYLEMİ





Doğa Derneği dün Almanya’nın başkenti Berlin’deki parlamento binası önünde ’Hasankeyf yok olmasın’ sloganıyla eylem düzenledi.

Çok sayıda çevreci Alman derneğinin de desteklediği eyleme Hasankeyf Belediye Başkanı Abdülvahap Kusen ve Doğa Derneği’nin Kampanya Koordinatörü Erkut Ertürk ile birlikte kampanyanın maskotu kaplumbağa Rafet katıldı. Başkan Kusen, Ilısu baraj projesinden dolayı Hasankeyf’in sular altında kalmasını istemediklerini, bu tarihi mirasın gelecek kuşaklara da aktarılmasını ümit ettiklerini söyledi.

Hürriyet, 09.10.2008

PARAYI DA
HİTİTLERDEN İSTESENİZ

 

Hitit döneminden kalma benzersiz eserin korunması için bütçe istenen Konya İl Genel Meclisi, “Kentte yapılacak daha önemli işler var” diyerek para vermedi.

Eflatunpınar Hitit Kutsal Anıtı ve Havuzu’nu yarınlara taşıyabilecek düzenleme için 134 bin YTL ödenek istenmişti.

Karara tepki gösteren İl Kültür ve Turizm Müdürvekili Mustafa Çıpan, “Gönlümüz, Özel İdare’nin kültürel varlıklara biraz daha önem vererek kaynak ayırmasını istiyor” dedi.

Radikal, 09.10.2008

ERZURUM TARİHİ DOKUSUNU KORUYAMADI

Erzurum'un, geride kalan 100 yıl içerisinde mimari ve fiziki açıdan çok önemli değişiklikler geçirdiği bildirildi. Kentteki çarpık yapılaşma pek çok tarihi değerin yok olmasına yol açtı.

 

İsminin değiştirilmesi bizzat M. Kemal Atatürk tarafından istenen ve açılışını da yine Gazi'nin yaptığı Cumhuriyet Caddesi'de, Erzurum'un bürokrasi, ticaret ve kültür hayatının kalbinin attığını söyleyen Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Enver Konukçu, bu nedenle ildeki ticaret ve kültür eserlerinin büyük bir bölümünün bu caddede toplandığını kaydetti. Yakutiye Medresesi'nin bulunduğu bölgenin ise, en fazla değişikliğe uğrayan mahallerden birisi olduğunu dile getiren Konukçu, Yakutiye Medresesi'nin hemen önünde eskiden Morkof Kışlası adını taşıyan, daha sonra Erzurum Merkez Komutanlığı olarak hizmet veren bir taş binanın bulunduğunu anımsatarak, "Bu bina Ermeni zulmünün Türk halkına uyguladığı soykırıma da şahitlik etmiştir. Bu bina yıkılırken, o karmaşa içerisinde Lalapaşa Camii avlusundaki Kabe Mescidi de yıkılmıştır" dedi.

 

Erzurum'un 1924 yıllarına görüntülerinin genellikle Almanyalı askerlerden Hoffmaister'e ait olduğunu anlatan Prof.Dr. Enver Konukçu, bunun yanında Rus subaylarının çektiği çok sayıda eski Erzurum fotoğrafının da bugünlere miras kaldığını ifade etti. Fotoğrafçıların en çok görüntüledikleri caddenin Cumhuriyet Caddesi olduğuna işaret eden Prof.Dr. Konukçu, "Cumhuriyet Caddesi, Erzurum'da ayrı bir öneme sahiptir. İlin ticaret, bürokrasi ve kültür hayatı bu caddede şekillenmiş, dolayısıyla yapılaşma da ona göre tanzim edilmiştir. Atatürk Heykeli, Kolordu binaları, PTT, Orduevi, Polisevi, Yakutiye, sinemalar, Caferi Camii, Müstahkem Mevkii Komutanlığı, Cimcime Sultan, Arı Sineması, Ulu Camii, Tebrizkapı, Çifte Minareler ve Lalapaşa Camii, bu cadde üzerinde bulunan önemli tarihi ve kültürel eserlerimizdendir" diye konuştu.

 

Savaşların ve dönemin belediyeleri tarafından yapılan ihmaller yüzünden cadde üzerindeki birçok çevre anıtının yok olduğunu vurgulayan Konukçu, 1. Dünya Savaşı sırasında zorunlu korunaklar nedeniyle bazı eserlerin yıkıldığını aktardı.

 

Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Enver Konukçu, bunlara verilebilecek en güzel örneğin Fuadiye ile Lalapaşa arasında kalan Sultaniye Medresesi olacağını kaydederek, bu yıkımlardan Yakutiye Medresesi'nin önünde bulunan askeri kışlayla, Lalapaşa Camii avlusunda bulunan Kabe Mescidi'nin de nasiplendiğini dile getirdi.

 

1980 öncesinde Yakutiye Medresesi'nin gezilmesi ve görülmesi imkanının çok zor olduğuna değinen Konukçu, askeriyenin kontrolünde olan bu bölgeye ancak izinle girilebildiğini söyledi. Konukçu, "Yakutiye'nin, Cumhuriyet Caddesi üzerinde sonradan yapılan ama şimdi bulunmayan binası Merkez Komutanlığı idi. Eskiden bu yapı Morkof Kışlası adını taşırdı. Ruslar, işgal sırasında bu binayı askeri kışla olarak kullandılar. Ermeni kırımının en korkunç sahnelerinden birisi de burada gerçekleştirilmişti. Binanın hamam kısmında çok sayıda sivil vatandaş Ermeniler tarafından katledilmiştir, bu belgelerle de sabittir" şeklinde konuştu.

 

Söz konusu binanın, belediye ve Anıtlar Kurulu arasında bazı sürtüşmelere de sebep olduğunu belirten Konukçu, binanın yıkılmaması için Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Fahri Kırzıoğlu'nun çok mücadele ettiğini, ancak bir sonuç elde edemediğini ifade etti. Bina yıkılırken, karmaşa içerisinde Lalapaşa Camii avlusunda bulunan Kabe Mescidi'nin yıkıldığına işaret eden Prof.Dr. Enver Konukçu, Erzurum'un çok sayıda tarihi ve kültür eserlerinin böylece gelecek nesillere taşınmasına engel olunduğunu sözlerine ekledi.

Erzurum Gazetesi, 09.10.2008

DÜLÜK'TE TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK

 

Şehitkamil Belediye Başkanı Metin Özkarslı, belediye olarak Dülük Antik Kenti'nde yapılan kazılara sponsor olduklarını, buradaki amaçlarının tarihin gün yüzüne çıkartılmasına katkı sağlamak olduğunu söyledi.


Özkarslı, Dülük Antik Kenti'nde kazı yapan heyetin başkanı Prof.Dr. Engelbert Winter ve beraberindeki heyetin ziyareti sırasında yaptığı konuşmada, halen bölgede çalışmaların devam ettiğini ifade etti. Özkarslı, halen bölgede bulunan Mitras Tapınağı'nda restorasyon çalışmalarının devam ettiğini, en kısa zamanda çevre düzenleme çalışmalarının da başlayacağını

Özkarslı, bu yıl da bölgede çalışma yapan Alman heyetin Roma Dönemi'ne ait bazı buluntuları ortaya çıkarttığını ifade etti ve bu çalışmalardan dolayı Prof. Winter ve ekibine teşekkür etti. Özkarslı, ziyaret sırasında, Prof. Winter'e üzerinde Osmanlı tugrası bulunan mücevher kutusu ve bakır tabak hediye etti. Prof. Winter ise Dülük Antik Kenti'nde 13 yıldan beri kazı çalışması yaptıklarını belirterek kendilerine destek veren Şehitkamil Belediye Başkanı Özkarslı'ya teşekkür etti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 09.10.2008

"DEĞERSİZ" DENİLDİ, 7.7 MİLYON YTL'YE SATILDI

 

İngiltere’nin başkenti Londra’daki Christie’s müzayede evinde önceki gün yapılan açık artırmada, yaklaşık 1000 yıllık bir Mısır ibriği 3 milyon 177 bin 250 sterline (7.7 milyon YTL), ismi açıklanmayan birine satıldı.

 

11. yüzyılın başında Kahire’de yapıldığı tahmin edilen ibriğin, tek bir parça kusursuz kaya kristalinden oyulduğu ve dünyada 6 benzerinin olduğu belirtildi. İbriğe, ocak ayında başka bir müzayede evi tarafından yanlışlıkla “Fransız şarap sürahisi” olarak değerlendirilerek 100 sterlinlik değer biçildiği ortaya çıktı. İbrik, “değersiz” görülmesine rağmen 220 bin sterline satılmış ancak satış iptal edilmişti.

Milliyet, 09.10.2008

MAĞARA RESİMLERİ İÇİN YENİ BİR TARİHLEME YÖNTEMİ

 

 

Bristol Üniversitesi Arkeoloji Bölümü uzmanları tarih öncesi mağara resimlerini yeni bir yöntemle tarihleyebilmek için İspanya’da bulunan 20 mağaradan örnekler aldılar. Asturias’da Tito Bustillo Mağarası, Cantabria’da La Pasiega Mağarası gibi yerlerden alınan örneklere uranyumun radyoaktif çözülümü ile ilgili yeni bir yöntem uygulanacak.  

 

Proje yöneticisi Dr. Alistair Pike “Bu resimler 15.000 yıl önce yaşamış insanların zihinlerine açılan birer pencere ve bu açıdan insanlık tarihi için çok değerliler. Ama bu resimlerin tarihlenmesi de oldukça zor. Boyaları tarihlemek için kullanılan radyokarbon gibi yöntemler resimlere zarar veriyor ve zaten bu testler için alınan örnekler kontaminasyona çok açık. Biz ise, tarihleme için resmin yüzeyinde zaman içinde biriken ince kalsit tabakasını kullanıyoruz” demekte. Araştırmacılar, üç yıllık bu proje sonunda Avrupa’da bulunan tarihi belirlenmiş mağara resimlerinin sayısını bir kat daha arttırabileceklerine inanıyorlar. 

BBC News, 07.10.2008

TAVŞAN ADASI'NDA KAZILAR DEVAM EDİYOR

 

 

Hale Üniversitesi’nden Prof. Dr. François Bertemes yönetiminde 16 kişilik bir ekip Tavşan Adası’ndaki kazıyı sürdürüyor. Şimdiye dek adada yedi tane daha sondaj çukuru açıldı. Bertemes, yüzeydeki kalıntıların çoğunlukla MS 6. yüzyıla ait olduğunu açıkladı. 

 

Öte yandan, uzaktan kumandalı bir helikopter ile yapılan video çekimlerinde oldukça kaliteli görüntüler alındığı belirtildi. Bu yöntemle Apollon Tapınağı’ndan Milet’e uzanan kutsal yol ve Tavşan Adası’nın çekimleri tamamlandı ve bu görüntülerin kazılara çok yardımcı olacağı açıklandı.  

Alman arkeologlar tarafından kazısı sürdürülen, Milet’ten Apollon Tapınağı’na uzanan kutsal yolun MÖ 6. yüzyılda inşa edildiği düşünülüyor. Mermer döşeli bu yolun iki yanında bulunan ve en az 50 adet olduğu düşünülen rahip ve yönetici heykellerinden sadece 15 adedi günümüze ulaşabildi. Bunların büyük kısmı ise 1858 yılında burayı kazan C.N. Newton tarafından İngiltere’ye götürülmüştü. 

Altinkum Voices, 05.10.2008

MUHTEŞEM SÜLEYMAN TABLOSUNA 1.25 MİLYON YTL

 

İngiltere’deki ünlü müzayede kuruluşu Sotheby’s’de dün yapılan ve birbirinden değerli eserlerin satışa sunulduğu “İslam Dünyası Sanat Eserleri” müzayedesinin en önemli parçalarından olan Kanuni Sultan Süleyman’ın “Muhteşem Süleyman” adlı portresi, 505 bin 250 sterline (yaklaşık 1 milyon 253 bin YTL) satıldı.

 

İtalyan ressam Tiziano Vecellio tarafından 1538’de Venedik’te tamamlanan 72.4 x 61 santimetre boyutlarındaki yağlıboya tablonun alıcısının kimliği saklı tutuldu. Müzayede 420 bin sterlin fiyatla sonlanırken, alıcının, komisyon ve vergilerle birlikte 505 bin 250 sterlin ödeyeceği açıklandı. Mantua Dükü Frederico Gonzaga için yapıldığı tahmin edilen ve 1961’de şimdiki sahibi tarafından satın alınarak Londra’ya getirilen tablonun satışı sırasında aralarında Türklerin de bulunduğu alıcı adayları arasında kıyasıya bir mücadele yaşandı. Ancak satışın sonunda müzayedeye telefonla katılan ve adı açıklanmayan kişi tablonun sahibi oldu. Yüzlerce eserin satışa sunulduğu müzayedede Osmanlı dönemine ait nadide bir kalkan ve buna ait deri kılıf da 457 bin 250 sterline satıldı.

Milliyet, Haber: Nevsal Elevli, 09.10.2008

BÜYÜK İSKENDER'İN SURLARI YOK OLUYOR





İlk olarak Antakya'yı kuran Büyük İskender'in komutanı Seleukos'un MÖ 300 yıllarında inşa ettiği 23 bin 600 metre uzunluğundaki surların son parçaları da tarihe gömülüyor.

 

Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürü Faruk Kılınç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İstanbul'dan sonra Türkiye'nin ikinci uzun surları olan Antakya surlarının eski heybetinden eser kalmadığını, restorasyonunun güç olduğu söyledi.

Hellenistik dönemde Büyük İskender döneminde savaşlarda komşu ülkelerden korunmak için inşa ettirilen, Roma ve Bizans dönemlerinde yapılan ilavelerle genişletilen surların büyük hasar gördüğünü ifade eden Kılınç, şöyle konuştu:

"Antakya, birçok medeniyete ev sahipliği yapan tarihi bir kenttir. Bu özelliğinden dolayı kent merkezinde, çevre yerleşim birimlerinde halen taban mozaikleri ve tarihi eser kalıntılarına rastlanmakta. İstanbul'dan sonra ikinci konumda bulunan ve Habib-i Neccar ile Silpius Dağları arasında 23 bin 600 metre uzunluğunda, 100-150 metre aralıklarla 360 adet 3-4 katlı burçları bulunan ve tüm kenti çevreleyen surlar, savaşlardan, 8-9 şiddetindeki yaklaşık 10 deprem, yağmur, güneş, rüzgardan olumsuz etkilenerek eski heybetini kaybetti. Kalelerin büyük bölümünün zarar görmesi, özelliğini kaybetmesi ve sarp kayalardan dolayı buraları restore etmek artık çok güç."

Altınözü yolu Kuruyer Köyü yakınlarında surların bir bölümünün ayakta durabildiğini, diğer surların özellikle MS 526 yılında büyük depremden dolayı yerin altında kaldığını belirten Kılınç, şunları kaydetti:

"Evliya Çelebi, seyahatnamesinde kalenin uzunluğunun 44 bin adım olduğunu belirlemiş ve surlardan övgüyle bahsetmişti. Günümüzde Habib-i Neccar Dağı üzerinde bu surların ve iç kalenin yıkıntıları ile sarnıç kalıntıları görülüyor. Ayrıca Habib-i Neccar Dağı ile Haçdağ arasında sellerin önlenmesi amacıyla İmparator Iustinianus tarafından 6. yüzyılda yapılmış Demirkapı denilen bölüm iyi durumda günümüze kadar gelebilmiş."

Kılınç, bilinçsiz kişileri eleştirerek, "Ayakta kalan kalelerin bulunduğu alan mesire yeri olarak kullanılıyor. Buraya gelen vatandaşlar, kalelerin üzerine çirkin yazılar yazıyor ve hor kullanıyor. Özellikle öğrencilere müze, tarihi eser bilinci aşılanması gerekir" diye konuştu.

Cnn Türk, 08.10.2008

SOBESSOS VE OVAÖREN'DE KAZILARA ARA VERİLDİ

 

 

Nevşehir'deki tarihi mekanlardan Sobessos Antik Kenti ile Ovaören Höyüğü'ndeki kazı çalışmalarına ara verildi.

 

Nevşehir Müze Müdürü Halis Yenipınar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'nin önemli turizm merkezlerinden Kapadokya bölgesinde, Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Şahinefendi Köyü sınırlarında yer alan Sobessos Antik Kenti'nde kazı çalışmalarına ara verildiğini belirtti.

Kazı çalışmalarının 5 yıldır sürdürüldüğü antik kentte bugüne kadar, genç Roma ve erken Bizans dönemlerine ait hamam, toplantı salonu, mezar şapeli ile yaklaşık 100 mezarın gün ışığına çıkarıldığını ifade eden Yenipınar, kentte bu yılki kazılarda son olarak 7 metre uzunluğunda ve 2.2 metre genişliğinde Roma sokağı bulunduğunu kaydetti.

Gülşehir İlçesi'ne bağlı Ovaören beldesindeki höyükteki kazılara da ara verildiğini bildiren Yenipınar, şöyle konuştu:

"Buradaki kazı çalışmalarında ise bugüne kadar Demir Çağı'na ait mekanlar ortaya çıkarıldı. 6 metre yüksekliğinde ve 4 metre genişliğinde sur duvarlarına rastlandı. Surlardaki en son yapıların da MÖ 8'inci yüzyılda hüküm süren Tabal Krallığı'na ait olduğu tespit edildi ve höyüğün içinde yapılan kazılarda da Demir Çağı'na ait mekanlar ortaya çıkarıldı. Kazılarda ayrıca demir ok ucu, pişmiş toprak ağırşak, ağırlık, kemikten yapılmış biz ve iğne gibi taşınır kültür varlıkları bulundu. Sobessos Antik Kenti ve Ovaören Höyüğü'nde bahar döneminde kazılara yeniden başlanacak."

Cnn Türk, 09.10.2008

HEYKEL KAİDESİNDEKİ 2 BİN YILLIK SIR ÇÖZÜLDÜ





Muğla'nın Ula İlçesi Akyaka Beldesi'nde bir süre önce inşaat kazısında tesadüfen bulunan ve Muğla Müze Müdürlüğü'ne teslim edilen taş heykel kaidesinin 2000 yıllık sırrı çözüldü. Yazıta göre, bölgede çok büyük bir tiyatro bulunuyor. Yeni bilgiler arkeologları heyecanlandırırken, kayıp tiyatroyu bulmak için bölgede yüzey araştırması başlatıldı. Arkeologlara göre kayıp tiyatro Karia medeniyetinin eksik halkasını tamamlayacak.


Her tarafından tarih fışkıran Ula'nın Akyaka Beldesi'nde bir süre önce inşaat çalışmalarında yüzeye çok yakın taş heykel kaidesi bulundu. Üzerinde çok uzun bir yazıt bulunan heykel kaidesi Muğla Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Müzenin en değerli eserleri arasında yer alan heykel kaidesi giriş kapısının önüne yerleştirildi. Büyük değersiz bir kaya parçasını andıran ancak üstünde 2000 yıllık sır bulunan heykel kaidesinin yazıtı tercüme edildi. Heykel kaidesinin üstünde ‘Bu heykel Menippos oğlu Aristonidas'a aittir. İdyma Federasyonu'na yaptığı iyilik ve iyi erdemleri nedeniyle, kendisine altın çelenk hediye edilmiştir, heykeli yapılmıştır ve büyük tiyatroda protokolde oturma hakkı verilmiştir” yazıyor.


Yazıtın çok önemli bilgiler içerdiğini ve geçmişin sırlarını yansıttığını belirten Muğla Müze Müdürü Şevki Bardakçı, şunları söyledi:
“Yazıtlar antik dönemdeki sosyolojik, siyasi, ekonomik, ticari ve askeri bilgileri yansıtır. Buradaki yazıt bize bölgede çok büyük bir tiyatronun olduğunu gösteriyor. Yazıtın MÖ 1'inci Yüzyıl'da Roma dönemine ait olduğunu biliyoruz. Taşın üstündeki bir sırrı denklem gibi çözerek antik kentlere ulaşıyoruz. İdyma antik kentinin varlığını biliyoruz, ancak bununla ilgili elimizde fazla bilgi yoktu. Kayıp tiyatroyu bulduğumuzda Karia medeniyetinin eksik halkasını tamamlamış olacağız. Bunun için yüzey araştırmalarına başladık.”


İlk çağlarda övgü ve ödül sisteminin çok önemli olduğunu vurgulayan Bardakçı, “Bu yazıttan anlaşılacağı gibi, antik dönemde insana çok önem veriliyordu. İyilik ve erdem sahibi insanlara bazı hediyeler ve haklar veriliyordu. Biz de yazıtın bulunduğu bölgede araştırma başlattık” dedi.





Ön plana çıkanlar
Antik dönemde birçok medeniyete ev sahipliği yapan Muğla, zengin geçmişiyle geleceğe ışık tutuyor. 195 ören yerinin bulunduğu bölgede Karia uygarlığının izleri halen görülüyor. İl genelinde birçok alanda kazı çalışmaları devam ederken, bulunan yeni eserler heyecan yaratıyor. Uzun yıllardır devam eden kazılarda elde edilen bilgiler ve çıkarılan tarihi eserler antik çağlarda gizli kalan bilgileri günümüze taşıyor. Muğla'da tarih öncesi kaya resimlerinin izlerine de rastlamak mümkün oluyor. İnsanlık tarihinin beşiği olarak edilen bölgeye yerli ve yabancı arkeologlar büyük ilgi gösteriyor. Kayaköy, Telmessos, Pınara, Letoon, Cadianda, Tlos, Araxa, Gemiler Adası, İassos, Labranda, Euromos, Herakleia, Zeus Karios Tapınağı, Keramos, Gümüş Kesen Mezar Anıtı, Bargylia, Beçin, Stratonikeia, Lagina ve Sedir Adası ören yerleri ön plana çıkıyor. (dha)

 

Neler yapıldı?
Muğla genelinde Bakanlar Kurulu kararıyla bu yıl içinde Köyceğiz- Kaunos, Fethiye- Tlos, Fethiye- Letoon, Datça- Knidos Antik Kenti, Yatağan-Stratonikeia, Yatağan- Lagina Kutsal Alanı, Milas- Beçin, Milas- İassos, Milas- Labranda, Bodrum- Gümüşlük Myndos, Marmaris- Hisarönü Bybassos Antik Kenti ve Datça- Burgaz Kazısı yapıldı. Aynı şekilde, Muğla- Özlüce Fosil Yatakları, Kavaklıdere- Hylarima, Yatağan- Alaşar, Milas- Gümüşkesen, Marmaris- Yalancıboğaz, Datça- Emecik Köyü Apollon kutsal alanında arkeolojik kurtarma kazısı gerçekleştirildi. Arkeolojik yüzey araştırmaları da, Milas- İassos Ören Yeri, Milas- Heraklia, Marmaris- Kıran Gölü, Fethiye- Likya Pamfilya, Aydın ve Muğla'da yapıldı.

Radikal, Haber: Ahmet Bayrak, 08.10.2008



ANTİK PERU PİRAMİDİ UYDU İLE BULUNDU

 

  

 

İtalyan uzmanlar tarafından açıklandığına göre, yeni bir algılama yöntemi Peru’nun Cahuachi Çölü’nde çamur ve taşların altına gömülü bir piramidin bulunmasını sağladı. İtalya Milli Araştırma Konseyi CNR’den Nicola Masini ve Rosa Lasaponara, Quickbird isimli uydunun verilerini analiz ederek Peru toprağının altını görebildiler. 

 

Araştırmacılar Nazca Nehri’nin civarındaki bir bölgeyi inceliyorlardı. Cahuachi antik yerleşiminden yaklaşık 1,5 km uzaktaki bu bölge, bitki ve otlarla örtülü. Öte yandan, Cahuachi antik yerleşiminin ise dünyanın çamurdan inşa edilmiş en büyük şehri olduğu düşünülüyor.  

 

Quickbird ile Masini ve meslektaşları yüksek çözünürlüklü kızılötesi ve çok spektrumlu görüntüler elde ettiler. Özel algoritmalar sayesinde yorumlanan bu görüntülerle piramidin detaylı bir görüntüsüne ulaşılabildi.  

 

Keşif çok büyük bir sürpriz değildi, çünkü Cahuachi’de bulunan 40 tepenin önemli yapıları barındığı zaten düşünülüyordu. Ama Masini’nin açıklamasına göre, güneşte kurutulmuş tuğlalar ile inşa edilmiş yapılar ile, arka fondaki toprağın aynı renge sahip olması çok ufak bir kontrast yaratıyor ve bunları normal bir hava fotoğrafından tespit etmek mümkün olamıyordu. 

Discovery News, Haber: Rossella Lorenzi, 03.10.2008

EL YAZMALARI INTERNETTE

 

Türkiye'de, Süleymaniye Kütüphanesi'nden sonra el yazması koleksiyonların bulunduğu ikinci büyük kütüphane olan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) kütüphanesindeki eserler internete konuldu. DTCF Dekan Yardımcısı Prof.Dr. M. Osman Toklu yaptığı açıklamada, koleksiyonlardaki eserlerin tarihinin 1100'lü yıllara kadar gittiğini ifade etti. Toklu, Arapça, Farsça ve Osmanlıca yazılmış bu eserlerin, edebiyattan ilahiyata, coğrafyadan astronomiye birçok bilim dalını kapsadığını anlattı. Prof. Toklu, Muzaffer Özak I, II; Mustafa Con A, B ve C; İsmail Saib I, II ile Üniversite A ve B koleksiyonlarında ve müteferrik koleksiyonda toplam 15 bin 39 yazma eser bulunduğunu kaydetti.

Yeni Şafak, 08.10.2008

TÜRBENİN KAPI VE PENCERELERİ ÇALINDI

 

Muğla'nın Milas İlçesi'ne bağlı Yusufça Köyü'ndeki Şeyhköy türbesinin kapı ve pencereleri çalındı. Milas Müze Müdürlüğü'nce kısa bir süre önce tescil edilerek tarihi eser kapsamına alınan Şeyhköy türbesinin kapı ve pencerelerinin çalındığını fark eden köylüler, yetkililere haber verdi.

 

Kapı ve pencerelerin, kimliği henüz tespit edilemeyen kişi ya da kişilerce sökülerek çalındığını belirleyen jandarma, zanlıların yakalanması için çalışma başlattı. Yusufça Köyü Muhtarı Ali Demirbaş, türbedeki hırsızlığa üzüldüklerini belirterek, "Maalesef köyümüzde son günlerde hırsızlık olayları arttı. Daha önce de Şeyhköy külliyesi ve mezarlığında kullanılan masa, sandalye ve örtüler çalınmıştı" dedi.

 

Yıkılmaya yüz tutan tarihi türbeyi belediyenin yardımlarıyla ayakta tuttuklarını kaydeden Ali Demirbaş, "Selçuklular dönemine ait türbenin daha iyi korunması için jandarma ekiplerinin devriye sayısını artırmasını istiyoruz" diye konuştu.

Haber Ekspres, 08.10.2008

TARİHİ KAZMAYA DEVAM

 

Bolu Müze Müdürü Arkeolog Mustafa Güneş yaptığı açıklamada, Bolu İli Merkez İlçe Akpınar Mahallesi'nde üçüncü derece arkeolojik sit alanı içinde kalan bazı yerlerde yapılan sondaj çalışmalarında Osmanlı ve Roma dönemlerine ait mimari yapı kalıntılarına rastlandığını ifade etti.

 

Güneş, yapılan tespit sonucu sondaj çalışmalarına son verdiklerini, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan çıkan kararla da kurtarma kazılarına başladıklarını belirtti.

 

Kurtarma kazılarında Hisar Tepesi'nin Güney yamacında, Doğu ve Batı doğrultusunda uzanan 63,2 metre uzunluğunda bir stadion'a rastladıklarını kaydeden Güneş, ''Roma döneminde çeşitli törenlere ve yarışmalara sahne olan bu stadion kalıntısı Bolu' da tespit edilen antik kalıntıların en büyüğü olurken, Bolu ve Batı Karadeniz bölgesinde çıkarılan ilk stadion olma özelliğini taşıyor. Kurtarma çalışmasının Doğu ve Batı yönünde genişletilmesine karar verildi. Çalışmalarımız başladı. Yapılan çalışmaların tamamlanmasından sonra Stadion'un durumunun ne olacağı belirlenecek'' şeklinde konuştu. Bolu Müze Müdürü Mustafa Güneş, '' Kazıda ortaya çıkan stadion, Batı Karadeniz Bölgesinde açığa çıkarılan ilk stadion olma özelliğini taşıyor'' dedi.

Bolu Olay, 08.10.2008

KEMERALTI RESTORASYONUNDA 3. ETAP BAŞLIYOR

 

Kemeraltı Çarşısı'nda Türkiye'nin en kapsamlı restorasyon projelerinden birini yürüten İzmir Büyükşehir Belediyesi, 3. etabın ihalesini de tamamladı. Havra Sokağı'na kadar olan bölgede sürdürülecek yeni çalışmalar bu ay içinde başlayacak.

 

İzmir 1 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun onayıyla başlanan "Anafartalar Caddesi Cephe Düzenleme Projesi"nde sıra 3. etaba geldi. İhalesi tamamlanan bu etaba ilişkin çalışmaların bu ay içinde başlayacağı, 2009 yılı başlarında da 4. etap çalışmalara start verileceği bildirildi.

 

3. etap çalışmaları çerçevesinde, kuzeyde 875 Sokak, güneyde ise 919 Sokak köşesinden Havra Sokağı'na kadar olan alanda cephe düzenlemesi yapılacak. Proje, Anafartalar Caddesi'nde 125 adet işletmenin yer aldığı 190 metrelik bir bölümünü kapsıyor.

Haber Ekspres, 08.10.2008

SİNAN'A MEYDAN OKUYAN MİMAR: TOPBAŞ

 

Haliç için 10 yıldır süren tartışma yeniden alevlenecek. Tarihi Yarımada’nın siluetini bozduğu için tartışmalara konu olan Haliç Metro Geçiş Köprüsü Projesi ihaleye açıldı. Gülermak-Astaldi ortaklığı 146 milyon 700 bin Euro (273 milyon 500 bin YTL), Mapa-Kolin-Limak-Cengiz ortaklığı ise 162 milyon 900 bin Euro (303 milyon 700 bin YTL) teklif verdi. İhaleyi kazanan firma gelecek günlerde açıklanacak. Köprünün yapımı 600 gün (yaklaşık 1 yıl 8 ay) sürecek. 

 

Ancak, köprünün yapımına birçok kurum karşı. İstanbul’un Dünya Kültür Mirası Listesi’nde kalıp kalmayacağına karar vermek için gelen UNESCO ekibi, “Köprünün taşıyıcı kolonları çok yüksek. Süleymaniye Camii’nin silueti kapanıyor” demişti. UNESCO’nun düşüncesine katılan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, köprünün deniz seviyesinden fazla yüksek olacağını ve Tarihi Yarımada’ya zarar vereceğini savunuyor. 

 

Bunların üzerine konsept projeyi çizen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş, projenin revize edileceğini açıklamıştı. 

 

Proje çerçevesinde Haliç Fıskiyesi sökülüp parçaları depoya kaldırılacak.

Akşam, 08.10.2008

FRIDA KAHLO SERGİSİ İÇİN MEKSİKA'DAN SÖZ





Meksika’nın Ankara Büyükelçisi Salvador Campos Icardo, ünlü ressam Frida Kahlo’ya Türkiye’de yoğun ilgi gösterilmesinden memnuniyet duyduklarını belirterek, Sakıp Sabancı Müzesi’ne (SSM) 40 tablodan oluşan sergiyi getirme sözü verdiklerini açıkladı.


Icardo, geçen yıl Mexico City’de 100. doğum yılı görkemli bir sergiyle kutlanan Kahlo’nun Türkiye ile buluşmasını çok istediğini söyledi.


Sergiyi, sigortalama ve transfer giderlerini karşılayabilecek bir sponsora emanet edebileceklerini belirten Icardo, “Bu konuda Sakıp Sabancı Müzesi’nden talep oldu. Bu talep bizi sevindirdi. Ancak Kahlo’nun eserleri şu anda bir dünya turnesinde ve kentleri ziyaret ediyor. Maalesef Türkiye’nin yaklaşık 3 yıl beklemesi gerekiyor” dedi. 

Icardo, Sabancı ailesini Pablo Picasso ve Salvador Dali sergileri nedeniyle takdir ettiklerini ve Kahlo’nun en iyi şekilde İstanbul’da ağırlanacağına inandığını dile getirdi. Icardo, İstanbul’a gelecek sergide 40 tabloya yer verileceğini ve aile fotoğrafları gibi Mexico City’de “Mavi Ev” olarak anılan Frida Kahlo Müzesi’nden de bazı materyaller de bulunacağını kaydetti.
Herhangi bir aksilik yaşanmazsa Mısır’ın başkenti Kahire’den sonra sergiyi İstanbul’a taşıyacaklarını açıklayan Icardo, Kahlo’nun Türkiye’den sonra da Azerbaycan’ın başkenti Bakü yolcusu olacağını dile getirdi. 

Ankara’nın başkent olmasına rağmen sanatta geri kaldığını söyleyen Icardo,  Ankara’ya götürmeye planladıkları Meksika yerlileriyle ilgili sergiyi de gelecek yıl İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde açacaklarını bildirdi.

Kültür sanat servisimizin konuyla ilgili olarak görüşünü aldığı SSM Müdürü Nazan Ölçer ise şunları söyledi:
“Meksika’nın teklif ettiği sergide Frida Kahlo ve Diego Rivera’nın eserleri yoktu. Biz de ‘Meksika sanatı denilince Türkiye’de akla ilk olarak onların geldiğini, dolayısıyla öncelikle bu iki sanatçının eserlerinden oluşan bir serginin açılmasının uygun olacağını’ söyledik.
Büyükelçi de gerekli görüşmeleri yapacağını, böyle bir sergi olursa Sabancı Müzesi’ni düşündüklerini ifade etti. Ama ortada kesinleşmiş bir proje yok.”

 

Efsanevi ressam hakkında
1907’de Mexico City’de doğan Kahlo, devrim sonrası kuşağından biri olarak komünist çevrelerle yakın ilişki içerisinde büyüdü. Ancak 19 yaşında tüm yaşamını değiştiren kaza sonucunda omuriliği zedelenerek yatağa mahkum olan Kahlo, yatağı üzerine yerleştirilen ayna sayesinde otoportre tablolar çizmeye başladı. Birkaç yıl sonra yeniden yürümeye başlayan Kahlo, ölene kadar 32 kez ameliyat olmak zorunda kaldı. Sağlık sorunları nedeniyle dinmeyen acısını resimlerine yansıttı. Bu arada Meksika’nın duvar çalışmalarıyla ünlü ressamı Diego Rivera ile çalkantılı bir evlilik de yaşayan Kahlo, 1954’te öldü. Pablo Picasso’nun, “Biz O’nun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz” diyerek övdüğü Kahlo, geride 55’i otoportre olan 143 eser bıraktı.

Kızı, Diego Rivera sergisi sözü vermişti


Bu arada Kahlo’nun eşi Diego Rivera’nın kızı, 84 yaşındaki Guadalupe Rivera da Türkiye’ye gelmiş, 18 Eylül’de Oya Eczacıbaşı’nın konuğu olarak İstanbul Modern’i gezmişti. Rivera,  şöyle bir açıklama yapmıştı: “Eczacıbaşı, bana babamın veya Frida Kahlo’nun eserlerini buraya getirip getiremeyeceğimi sordu. Döndükten sonra yetkili mercilerle görüşüp İstanbul’da bir Rivera sergisi açılabilmesi için elimden geleni yapacağım.“

Milliyet, Haber: Yıldız Yazıcıoğlu, 08.10.2008

TÜRKİYE'NİN TARİHİ SİNAGOGLARI SERGİSİ

 

Dışişleri Bakanlığı himayesinde düzenlenen "Türkiye'nin Tarihi Sinagogları" sergisi, AKP Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış ve Türkiye Musevileri Hahambaşı İshak Haleva'nın da katılımıyla açıldı. Serginin açılışı Topkapı Sarayı Müzesi Has Ahırlar Bölümü'nde düzenlendi. 100'e yakın tarihi mekandan çekilen 3 bin fotoğraf ve mimari çizim içinden seçilen yaklaşık 60 eserin yer aldığı sergi, 31 Ekim 2008 tarihine kadar ziyarete açık kalacak.

Sabah, 08.10.2008

SİCİLYA'DA ROMA SIRLARI ÇÖZÜLÜYOR

 

 

Prof. Roger Wilson başkanlığında, British Colombia Üniversitesi arkeologları Sicilya Adası’nda, Ragusa yakınlarındaki Kaukana antik şehrinde yaptıkları kazılarda Hıristiyan ve pagan unsurlarını bir arada barındıran bir mezar buldular. 15 kişilik arkeolog ekibinin bir evin içinde buldukları mezar MS 6. yüzyıldan kalmaydı. Wilson, bu çağa ait mezarların çoğunlukla mezarlıklarda ya da kilise apsisinde olduklarını açıkladı. Halbuki bu mezar, alçı süslemeleri ile, bir evin içinde bu varlıklı insan için özel olarak inşa edilmişti ve 6. yüzyıl için bu duruma ilk defa rastlanıyordu. Bu mezar, bu antik şehirde 1972'den bu yana ele geçen en önemli buluntu. 

 

Kumsaldan sadece birkaç metre uzaklıkta olan mezar, yaklaşık 1.80 m yüksekliğinde duvarları ile sapasağlam durumda. Kapak açıldıktan sonra ekip mezarın içini 10 günde kazdı ve araştırdı. Mezarda birisi 25-30 yaşlarında bir kadına, diğeri ise 5-7 yaşlarında bir çocuğa ait iki iskelet vardı. İskeletlerin duruşundan önce kadının, birkaç yıl sonra da çocuğun aynı mezara gömüldükleri anlaşıldı. Kaplama taşlarında bulunan bir delik ise ziyaretçilerin mezara libasyon dökmelerine yarıyordu. Bu ise Erken Bizans Dönemi’nden kalma pagan bir ritüeldi. Öte yandan, mezarda bulunan bir kandilin üzerinde ise haç vardı. Mezarda ayrıca son yemekle ilgili birçok seramik ve cam eşya ile amfora bulundu. 

University of British Colombia Reports, Vol. 54,  No. 10, Haber: Lorraine Chan, 02.10.2008

İSTANBUL'DA ANTİK BİR KENT BULUNDU

 

        

 

İstanbul'un tarih öncesi çağlarını araştırmak için oluşturulan bilim heyeti, önemli bilgilere ulaştı.

 

Küçükçekmece'deki Yarımburgaz Mağarası'ndan yola çıkan heyet, "İstanbul'un Avrupa'da ilk tarım yapılan yerlerinden biri olduğunu" kanıtlayan 10-15 bin yıl öncesine ait taş aletler buldu.
Bilim insanları, 2700 yıllık "Bathonea" antik kentini de keşfetti. Antik kaynaklarda söz edildiği halde yeri bugüne kadar tespit edilememiş antik kentin deniz feneri sualtında bulundu. Uluslararası National Geographic dergisi, Türkiye'ye geniş bir ekiple gelerek o dönemi anlatan canlandırmalarla çekimler yaptı.

Kocaeli Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Proje Başkanı Yrd.Doç. Dr. Şengül Aydıngün'ün 2007'de başlattığı İstanbul Tarih Öncesi Araştırmaları (İTA) projesinde, son yılların en büyük arkeolojik keşiflerinden biri yapıldı.


Çalışmalara, Bristol Üniversitesi'nden Prof.Dr. Volker Heyd'in yanı sıra Doğu Akdeniz Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi'nden de bilim adamları katıldı. Yaz boyunca Yarımburgaz Mağarası'ndan yola çıkan bilim ekibi, ilk insanların yerleşim yeri olduğu düşünülen göl çevresinde "side scan sonar" ve "jeoradar"larla inceleme yaptı. İstanbul çevresinin aralıksız yaşama sahne olduğuna dair kanıtlar ele geçerken, taş aletler Avrupa'ya tarımın Anadolu'dan gittiğini gösterdi.

Su altında çalışmalar yapan bilim insanları, 2.5 km. uzunluğunda, 1.5 metre yüksekliğindeki surlarla çevrili yerleşim yerinin Bathonea kenti olduğunu belirledi. Denize uzanan 60 metrelik mendirek ve antik fener, Bathonea'nın önemli bir liman kenti olduğunu ortaya koydu. Bathonea'nın MÖ 7. yüzyılda kurulan Byzantion ile çağdaş olabileceği sanılıyor.

Milliyet, Haber: Gökhan Karakaş, 08.10.2008



TÜRK ÇİNİSİNİN LONDRA'DAKİ SATIŞINA DURDURMA TALEBİ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Londra'da bugün düzenlenecek olan 'Art of The İslamic World' adlı müzayededeki Türk çinisinin satışının durdurulması istendi.

 

Bakanlık, müzayedede Türk ve Osmanlı dönemine ait eserlerin satışa sunulacağını yapılan araştırmalar sonucunda tespit ettirdikten sonra harekete geçti. Söz konusu müzayedede 282 Lot numarası ile satışa sunulan İznik çinisinin Eyüp Sultan Camii'ne ait olduğu belirlendi. Camiye ait çinilerin Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2004 yılında genelgesi yapılarak, Interpol veri tabanında yer alması sağlandı. Sotheby's Müzayede Evi tarafından satışa sunulacak çininin satışının durdurulması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün yazısı ile Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı harekete geçirildi. Bakanlık satışa sunulan diğer eserlerin de incelemesini sürdürüyor.

Zaman, 08.10.2008

ZEUGMA'DA MİTOLOJİK TANRI HEYKELİ BULUNDU





Zeugma Antik Kenti'ndeki kazı çalışmalarında mitolojik tanrılara ait bir heykel bulundu. 

 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakultesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Zeugma Kazı Ekibi Başkanı Doç. Dr. Kutalmış Görkay, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Zeugma'da şimdiye kadar tek bir tanrıça heykelinin varlığının bilindiğini belirtti. Görkay, yeni buldukları, tahtında oturur durumdaki heykelin üst kısmına ulaşamadıklarını, heykelin Belkıstepe'nin Nemrut gibi mitolojik tanrı kültlerinin bulunduğu bir yerleşim yeri olduğu tezini güçlendirdiğini belirtti. 

Kutalmış Görkay, 2008 yılı Zeugma Arkeoloji Projesi'ne 24 Temmuz'da başlandığını ve kazıların sona erdiğini ifade etti. Görkay, bu yılki çalışmalara Türkiye'deki çeşitli üniversitelerden öğrenci ve öğretim üyelerinin yanı sıra ABD ve Almanya'dan yabancı öğrenci ve araştırmacıların da katıldığını belirtti. 

 

Çalışmalarının "Musalar Evi" ve "Zeugma Belkıs Tepe Kutsal Alanı ve Tapınağı"nda gerçekleştirildiğini anlatan Görkay, bu çalışmalarda çok önemli bulgular ve sonuçların ortaya çıkartıldığını bildirdi. 

 

Görkay, 4-4.5 metre boyunda olduğu tahmin edilen heykelin bu çalışmalar sırasında bulunduğunu, heykelin mitolojik tanrılara ait olduğunu tahmin ettiklerini söyledi. Heykelin şu an ters durduğunu, üst kısmına henüz ulaşılamadığını, sadece oturduğu taht kısmına ulaşılabildiğini kaydeden Görkay, "Çok ufak bir elbisenin parçaları görünüyor. 2-3 parçayı bulamadık henüz. Şu anki parça 2 metre civarında. Üst gövdesiyle birlikte heykelin 4-4.5 metre boyunda olduğunu tahmin ediyoruz. Üst kısım maalesef çıkmadı. Heykelin, tahribata uğradığını tahmin ediyoruz" dedi. 

 

Buldukları heykel ile bugüne kadar Zeugma'da bir tek mitolojik tanrının olduğu bilgisinin çürütüldüğüne değinen Görkay, şöyle devam etti: 

"Ama şimdi bu gerçek değişiyor. Yeni bulgular geliyor elimize. Daha eski kültler. Yani Antiochos'un yaşadığı dönemde bazı kültlerin en eski kalıntılarının devamını bulduk. 

Bu bakımdan Kommangene Krallığı'nın eski kültlerine ait izler de diyebiliriz. Ama bunların daha çok Romalılaşmış şekli. Eski kültürün Roma'daki sentezleri ile ilgili kanıtlar ele geçti. Adıyaman'ı biliyorsunuz. Orada 4 tane tanrı var. Zeus, Apollo, Herakles ve Antiochos. Belkıstepe'de aşağı yukarı Adıyaman'daki Nemrut Dağı'ndaki heykellerin bulunduğu yerin bir benzeri. 

Tabii Nemrut'takiler 1. yüzyıla aitler. Buradakiler ise Roma dönemi versiyonu. Son bulduğumuz tanrıça heykeli ile Belkıstepe'nin Roma İmparatorluğu'nda buna benzer birkaç tane mitolojik tanrının kutsal alanı olduğu anlaşıldı."

Cnn Türk, 07.10.2008

PERRE'YE ULUSLARARASI TANITIM

 

Kommagene Uygarlığı'nın beş büyük kentinden biri olan Perre Antik Kenti'nin, ilk kez uluslararası alanda yayınlanan bir kitaba konu olduğu belirtildi.

 

Almanya'da yılda bir kez yayınlanarak dünyadaki tüm müze ve üniversitelere gönderilen Asia Minor Studien (Küçük Asya Araştırması) adlı kitaba Kommagene Uygarlığı'nın en önemli yerleşim birimlerinden olan Perre Antik Kenti konu edildi. Almanya Münster Westfalischen Wilhelms Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Engelbert Winter tarafından kaleme alınan Asia Minor Studien adlı kitabın 2008 yılı sayısında, Perre Antik Kenti'nin yanında Dolik de yer aldı. Kitapta; Adıyaman Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan ile birlikte hazırlanan Perre Antik Kenti'nin coğrafik, tarihsel ve topografik yapısını yansıtan makalenin yanı sıra kazılarda çıkan eserlerin fotoğrafları da yayınlandı.

 

Adıyaman Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan, kitapta Perre Antik Kenti hakkında toplam 5 makalenin yer aldığını belirterek, "Perre Antik Kenti'nin yapısının yanı sıra Jüpiter Dolichenos kabartması, Grylos lahdi ve aile steli ile sikkeler üzerine yazılar yazıldı. Bu kitap arkeoloji kuruluşlarına, müzelere ve üniversitelere gönderiliyor. Perre dana önce defalarca ulusal boyutta kaleme alınmıştı fakat ilk kez uluslararası bir kitaba konu oldu" ifadelerini kullandı.

Adıyaman Kent Haber, 07.10.2008

AYDIN'DA ESKİ YAPILAR ÇÜRÜMEYE TERKEDİLDİ

 

Aydın Eski Eserleri Sevenler Derneği Başkanı Havva Çetintürk, Aydın'a kent müzesi ve konukevi kazandırılması için çalışmaların devam ettiğini belirtti. Aydın'da bakımsız halde kurtarılmayı bekleyen birçok eski yapının bulunduğunu ifade eden Çetintürk, bu binaların müze ve konukevi olarak değerlendirilmesi için girişimlerinin sürdüğünü ifade etti.

Çetintürk, Aydın merkezde ilk yerleşim alanlarından olan Veysipaşa ve Hasanefendi mahallelerinde asırlık birçok yapının bulunduğuna dikkat çekerek bu yapılardan bazılarının yıllardır bakılmadığı için yıkılmaya yüz tuttuğunu söyledi. Bu yapıların kaderine terk edilmiş olmasının kabul edilebilir bir durum olmadığının altını çizen Çetintürk, "Aydın il merkezindeki tarihi yapılar, korunmaları için imar planı içerisine dahil edilmiş. Bu yapılardan bir çoğu tescilli olduğu için proje ve onay almadan bakım yapılamıyor. Bir de bu yapıların mülkiyetleri miras yoluyla birden fazla kişiye geçmiş. Mirasçılar çeşitli nedenlerle bir araya gelemedikleri için yapılar sahipsiz kalıyor ve gözümüzün önünde çürüyüp gidiyorlar. Tarihimizi simgeleyen bu yapılara hayırseverler ve durumu iyi olan vatandaşlarımızın sahip çıkması gerekiyor. Bu binaların birileri tarafından satın alınarak, restore edilmesi lazım. Ancak bunu yaparsak kültürümüze sahip çıkmış oluruz" dedi.

Aydın il merkezinde bulunan tarihi yapılardan bir bölümünün restore edilerek müze veya konukevi olarak kullanılması gerektiğine değinen Çetintürk, bu konuda dernek olarak çalışma yaptıkları bilgisini verdi. Bu konuda yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin desteğini beklediklerini açıklayan Çetintürk, "Ülkemizin değişik birçok bölgesinde bulunan tarihi yapıların yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, iş dünyası ve hayırsever vatandaşlar tarafından sahiplenilerek, restore edildiğini biliyoruz. Aydın Eski Eserleri Sevenler Derneği olarak bu konuyu Aydın'da sürekli gündeme taşıyarak, kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyoruz. Bizim öncelikli talebimiz Aydın'a tarihimizi ve kültürümü yansıtan bir kent müzesi ve konukevi kazandırılmasıdır. Dernek olarak bu konuda üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Restore edilecek binanın içerisine konulacak eski eserlerin temini konusunda destek verebiliriz. Biz Aydın'da kaderine terk edilmiş evlerin olmasını istemiyoruz. Gerekli kamulaştırmaların yapılarak bu yapılara sahip çıkılması hem görüntü kirliliğini ortadan kaldıracak hem de Aydın'a farklı bir görünüm kazandıracaktır" diye konuştu.

Haber Ekspres, 07.10.2008

İSHAKPAŞA SARAYI'NA REZİSTANSLI ÇATI

 

Tarihi İshakpaşa Sarayı, Türkiye'de ilk defa kullanılacak rezistanslı lamine çatı sistemiyle korunacak.

 

Ağrı'nın Doğubayazıt İlçesi'nde bulunan tarihi İshakpaşa Sarayı'nda soğuk ve sert geçen kış aylarında çatılarda biriken karın binaya zarar vermemesi için bu sistem kurulacak. Zeydanlı Grubu'nun yaptığı çalışmalar kapsamında önce binanın kolonları ve duvarları güçlendirilecek. Ardından sarayın çatısı yapılacak. Tarihi yapıdaki çalışmaların 2009 yılına tamamlanması hedefleniyor.

 

Sarayın restore çalışmalarını yürüten mühendis Serkan Timurtürkan, çatı sisteminin yerleştirilme çalışmalarını şöyle anlattı: "İshakpaşa Sarayı'nın çatısı kötü durumdaydı. Restore edilerek tekrar söküldü ve bunun yerine çok daha modern ve estetik bir çatıya karar verildi. Biz de bu çatının uygulamasını yapıyoruz. Çatıda taşıyıcı eleman olarak birinci kalite Sibirya ladini, bu taşıyıcı konsülosyonun üzerine de kaplama malzemesi olarak da laminet cam kullanılacak. Aslında Türkiye'de bir ilk bu. Cam örtüldükten sonra kar birikintileri rezistansların yardımıyla eriyecek ve aradan geçen oluklarla su dışarıya iletilecek. Böylece sarayın tahrip olması önlenecektir." İşçiler de sarayın onarımının erkenden bitirilmesi için var gücüyle çalışıyor. Hasan Tonyalı adlı görevli, çalışmaları vaktinde bitirebilmek için Ramazan Bayramı'nda dahi memleketi Rize'ye gidemediğini söyledi.

Zaman, Haber, Selahattin Kacuru, 07.10.2008

PANTOKRATOR'UN SARNICI ETKİNLİK MERKEZİ OLACAK





Tüm canlıların yaşamlarını sürdürebilmek için suya ihtiyaçları var. Bu yüzden tarihin en eski devirlerinden itibaren su kaynaklarına yakın yerlerde kurmuşlardır köylerini, kasabalarını, kentlerini insanlar. Zaman ilerledikçe ilk başlarda küçük ölçekli olan kentler büyümüş, nüfus çoğalmış, bu gelişmelere paralel olarak da doğanın armağanı ve canlı yaşamının vazgeçilmezi olan su azalmış. Bu noktadan itibaren, ortaya çıkan su ihtiyacını karşılamak için su kanalları, açık ve kapalı sarnıçlar yapma yoluna gitmiş insanlar. İstanbul’un su sorunu da aslında çok uzun yıllar evvel ortaya çıktı. İstanbul’un içinde akarsu bulunmamasından kaynaklanan su sıkıntısı, kentte yaşayan insan sayısının artmasıyla birlikte daha da görünür hale geldi. Bu yüzden Roma Çağı’ndan itibaren krallar ve imparatorlar İstanbul’da su kanalları ve sarnıçlar inşa ederek kentin su sorununu çözmeye çalıştılar.

 

İstanbul’un Osmanlı egemenliğine girmesinden sonra camiye çevrilen Pantokrator Manastırı’nın altındaki Zeyrek Sarnıcı da Bizans döneminden kalan en eski İstanbul sarnıçlarından biri. Günümüzde Zeyrek Camii olarak adlandırılan ve Unkapanı’nda yer alan Pantokrator Manastırı’nın sarnıcı, Fatih Belediyesi tarafından yürütülen restorasyon çalışmasıyla kent turizmine kazandırılacak. Fatih Belediyesi, MS 12. yüzyılda inşa edilen ve bir dönem mülkiyeti Piri Mehmet Paşa Vakfı’na ait olan sarnıcı on yıllığına kiraladı. Belediyenin girişimi, İstanbul Valiliği, İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun izni ve İl Özel İdaresi’nin desteğiyle proje çalışmalarına başlanan Zeyrek Sarnıcı’nın proje ihalesi üç yıl önce yapılmış; sarnıcın rölöve, restitüsyon ve restorasyon projeleri ise 2006 yılında onaylanmıştı.

 

İstanbul’daki en önemli yer üstü sarnıçlarından biri olan Zeyrek, yaklaşık iki yüz yıldır terk edilmiş vaziyetteydi. Sarnıçta yürütülen çalışmalar hakkında bilgi veren Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, yapının mülkiyet sorununu çözüldükten sonra restorasyon ihalesinin yapıldığını, yenileme çalışmalarının da hala devam ettiğini söylüyor. Geçmişte atık sular sarnıcın içine akıyormuş. Fatih Belediyesi’nin İSKİ ile birlikte yürüttüğü çalışmalar neticesinde atık su akışı durdurulmuş ve sarnıç temizlenmiş. Restorasyon çalışmaları sırasında sarnıcın içinde sekiz metrelik bir su kanalının ortaya çıkarıldığını ve bu kanalın dört metrelik bir kısmının görülebilir durumda olduğunu söyleyen Demir, kanaldaki çalışmaların devam ettiğini sözlerine ekliyor. Bir de sarnıcın içindeki ayazmaya ait olduğunu sanılan bir su kuyusu tespit edilmiş çalışmalar esnasında.

 

Mustafa Demir, Zeyrek Sarnıcı’ndaki restorasyon çalışmalarını 2010 yılına kadar tamamlamayı ve sarnıcı uluslar arası etkinliklerin sergileneceği bir mekana dönüştürmeyi planladıklarını söyledi. Yapının 2010’dan sonra da mimari ve tarihsel önemine uygun bir şekilde değerlendirilmesi konusunda öneride bulunacak tüm sivil toplum kuruluşları ve yatırımcıları dinlemeye hazır olduklarını dile getiren Demir, konu hakkında şöyle konuştu: “Bu tür teklifler olursa değerlendirmeyi düşünüyoruz. Yerebatan Sarnıcı çok etkileyici. Ancak Zeyrek Sarnıcı da çok etkileyici bir sarnıç. Üstünde balkona benzeyen bölümler ve sarnıcı yukarıdan izlemeye imkan veren alanlar var. Zeyrek Sarnıcı turizme kazandırıldığında yapım hikayesinin de insanlara anlatılması gerekiyor. Zeyrek Sarnıcı projesini, Fatih’e ve İstanbul’a uluslararası katkı sağlayacak önemli projelerden biri olarak görüyoruz.”

 

İstanbul’un suyu Roma döneminde Pınarhisar mevkiinden kanallar ve kemerler aracılığıyla getirilmeye başlanmıştı. Romalıların inşa ettiği bu kanallar ve kemerler Bizans döneminde de kullanıldı. Konu hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte İstanbul’daki en eski su yollarının MS 123 yıllarında Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırıldığı ve bunların Bizans İmparatoru I. Konstantin döneminde geliştirildiği düşünülüyor. Bir kilometre uzunluğundaki su yolları iki sıra kemerden oluşuyor ve Alibeyköy civarından gelen içme suyunu İstanbul’a taşıyordu. Bugün söz konusu kemerlerin sekiz yüz metrelik bir bölümü ayakta.

 

Mevcut su kemerleri kentin giderek çoğalan nüfusunun ihtiyacını karşılamada yetersiz kalınca İstanbul’un çeşitli yerlerinde sarnıçlar inşa ederek çözmeye gayret etti Bizans İmparatorları su problemini. Bir kısmı açık bir kısmı da kapalı olan bu sarnıçların önemli bir kısmının en azından kalıntıları günümüze kadar ulaşmayı başardı.

 

Halk arasında “Çukurbostan” adıyla bilinen açık sarnıçlar, surların dışındaki kaynaklardan gelen suların toplandığı ve şehre dağıtıldığı havuzlardır. Buralarda toplanan sular dinlendirildikten sonra kullanıma sokulurdu. Açık sarnıçlar, buralarda toplanan suların sarnıcın duvarlarına basınç yapmasını önlemek için daha çok şehrin yüksek noktalarındaki çukur yerlere yapılırlardı. Roma yapım tekniğine göre inşa edilen açık sarnıçların duvarları blok taşlar, tuğla ve horasan harçlarla kuvvetlendirilmiştir. Günümüze kadar ulaşan açık sarnıçların içinde Aspar, Aitius, Hogios Mokios ve Hebdomon’un isimleri sayılabilir.

 

Önemli yapıların altına inşa edilen kapalı sarnıçların bir kısmı hiçbir iz bırakmadan yok olmuşsa da büyük bir bölümü hala ayaktadır. Genellikle dikdörtgen ya da kare planlı olan kapalı sarnıçların üzerleri taş duvarlar üzerinde yükselen sütunların taşıdığı tuğla kemerler ve tonozlar aracılığı ile örtülmüştür.

 

Bizans döneminde inşa edilen en büyük sarnıç olan Bazilika diğer adıyla Yerebatan Sarnıcı, I. Konstantin tarafından inşa edildi. Justinianus döneminde genişletilen yapı, Ayasofya’dan Cağaloğlu’na giden cadde üzerinde yer alıyor. Yerebatan Sarnıcı’nda toplanan sular, Bozdoğan ve Malova kemerleri aracılığı ile Eğrikapı su dağıtım merkezinden geliyordu. Sarnıcın planı, I. Dünya savaşı sırasında Alman denizaltı subayları tarafından çıkartıldı.

 

İSTANBUL’UN SARNIÇLARI

Basilika Sarnıcı (Yerebatan Sarayı) (Eminönü)

Zeyrek Sarnıcı (Unkapanı)

Aspar Sarnıcı (Fatih)

Aetius Sarnıcı (Fatih)

Hagios Mokios Sarnıcı (Fatih)

Hepdomon Sarnıcı (Bakırköy)

Philoxenus (Binbirdirek) Sarnıcı (Eminönü)

Fatih Camii’nin avlusunda bulunan sarnıç (Fatih)

Eşrefiye Sokağı Sarnıcı (Eminönü)

Aspar’ın (Sultan Selim Çukurbostanı) yakınında bulunan sarnıç (Fatih)

St.Jean Stadion (İmrahor Camii) Sarnıcı (Fatih)

Gülhane Parkı Sarnıcı (Eminönü)

St. İren Kilisesi’nin güneydoğusundaki sarnıç (Eminönü)

Hacı Salih Efendi Sokağı Sarnıcı (Fatih)

Mirelaion Sarnıcı (Bodrum Camisi Sarnıcı) (Eminönü)

Sarayburnu’ndaki Sarnıçlar (Eminönü)

Ataköy Sarnıcı (Bakırköy)

Büyük Otlukçu Yokuşu Sarnıcı (Fatih)

Çarşamba Caddesi üzerindeki sarnıç (Fatih)

Pantepoptes Kilisesi’nin (Eski İmaret Cami) yanındaki sarnıç (Fatih)

St.Pammakaristos Kilisesi’nin (Fethiye Camisi) yanındaki sarnıç (Fatih)

Aetius Sarnıcı’nın yanındaki sarnıç (Fatih)

Dizdariye Yokuşu Sarnıcı (Eminönü)

Beyazıt Meydanı’ndaki sarnıçlar (Eminönü)

İMÇ Blokları’ndaki sarnıç (Eminönü)

Taraf, Haber: Özlem Ertan, 06.10.2008

BİTLİS KALESİ GÖZETİM ALTINDA

 

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Sanat Tarihi Bölümü ve Bitlis Kalesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş'ın, düşme tehlikesi olan kayalara karşı önlem alınması gerektiği açıklamalarının ardından Kültür ve Turizm Müdürlüğü harekete geçti. 

MÖ 312 yılında Büyük İskender tarafından Komutan Betlis'e yaptırılan tarihi Bitlis Kalesi'nde taş ve kayaların düşebileceği ve bu nedenle bir an evvel önlen alınması gerektiği bildirildi. Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Sanat Tarihi Bölümü ve Bitlis Kalesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş, yapılan incelemeler sonunda kalenin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı ve kale etrafındaki işyeri ve meskenlerin acilen boşaltılması gerektiğini açıklamasının ardından tedirgin olan esnaf, bu sorunun bir an önce çözülmesini istedi. Kale altındaki esnaflardan Şirin Nurdoğan, tedirgin olduklarını belirterek, "Kalenin yıkılacağı yönünde haberler alıyoruz. Ancak bu konuda hiçbir yetkili bizleri bilgilendirmedi. Kaledeki kayalarda oynamalar olduğu da açıkça görülüyor. Eğer yakın bir zamanda önlemler alınmazsa, büyük bir felaketle karşı karşıya kalabiliriz. İş yerlerimize her defasında endişe içerisinde girip çıkıyoruz" dedi. 

Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör ise, konuyu yakından takip ettiklerini ve bununla alakalı ilgili mercilere gerekli yazışmaların yapıldığını söyledi. Işıkgör "Kalenin etrafındaki dükkan ve meskenlerin boşaltılması konusunda gerekli yazışmaları yaptık. Bir an önce kale etrafını boşaltmamız gerekiyor. Çünkü kaledeki kaya ve taşlar yerinde oynamış ve her an düşebilir" şeklinde konuştu. 

Belediye Başkanı Cevdet Özdemir ise, bir çok üniversite ile görüşüp bu konunun uzmanlarını Bitlis'e davet ettiklerini söyleyerek "Gelecek ekip bir kez daha incelemelerini yapacak ve verilecek rapora göre hareket edeceğiz. Kale etrafını boşaltmamız gerekiyorsa, mecburen boşaltacağız" ifadelerine yer verdi.

Bitlis Kent Haber, 06.10.2008

İŞYERİ KAZISINDAN TARİH ÇIKTI





Antalya'da eski halk pazarında mart ayında bir iş merkezi inşaatının temel kazısı sırasında ortaya çıkan Attaleia Antik Kenti'ne ait nekropolde, yüzlerce yıllık oda mezarlar, çoklu ölü gömme gelenekleri ve ölenlere sunulan ilginç hediyeler gün yüzüne çıkarıldı.

Doğu Garajı semtindeki halk pazarının yıkılmasının ardından, mart ayında bir inşaat şirketinin çok katlı iş merkezi inşaatında temel kazısı sırasında ortaya çıkan tarihi kalıntılar, Antalya'nın antik tarihini simgeleyen Attaleia Antik Kenti'nin bu güne kadar bilinemeyen geçmişini ortaya serdi.

Bergama Kralı II. Attalos tarafından kurulan ve tarihte Attalos Yurdu anlamına gelen Antalya, tarihi kalıntılar ve antik kentlerle dünyanın önde gelen kültür kentleri arasında yer alırken, bir iş makinesinin kepçesi, şehrin en merkezi ve yoğun noktasında tarihin gizli kalmış bölgelerinden birinin keşfini sağladı.

İş merkezinin temel kazısı alanında Antalya Müzesi'nin yaptığı araştırma ve kurtarma çalışması, Attaleia Antik Kenti'nin doğu bölgesi nekropolünün bulunmasının yolunu açtı.

Antalya Müzesi'nce mart ayından bu yana sürdürülen kurtarma çalışmaları Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Akdeniz Üniversitesi tarafından desteklenirken, 11 arkeolog, öğrenciler ve 19 belediye işçisinin görev aldığı kazılarda her gün yeni bir eser bulunuyor.

Antalya Müzesi Müdürü ve Nekropol Kurtarma Kazısı Başkanı Selahattin Aksu,  Attaleia Antik Kenti'ne ait nekropol ve tarihi kalıntıların 20 dönüme yayıldığını belirterek, uzman bir ekiple geniş alanda çalışma yürüttüklerini bildirdi.

Yol seviyesinin 4.5 metre kadar altındaki mezarlarla antik kentin en büyük nekropolünün ortaya çıktığını kaydeden Aksu, “Kazılarda Attaleia Antik Kenti'nin en büyük mezarlığı bulundu. Antalya'nın en eski tarihini biz hep MÖ 2. yüzyıl olarak düşünüyorduk. Nekropol alanında ortaya çıkan buluntularla MÖ 200-300'lü yıllara kadar indik” dedi.

Aksu, nekropolde şu ana kadar 134 mezarın açıldığını ve gömülen yüzlerce insanın kemiklerinin bulunduğunu ifade etti.

Aksu, açılan mezarlardan yüzlerce insan kemiğinin yanı sıra toplumların geleneklerine göre yanlarına bırakılan cam ve toprak testilerle bronz sikkeler gibi onlarca tarihi süs eşyasının da elde edildiğini dile getirdi.

Elde edilen tüm buluntularla mezarlarda envanter çalışmasının ardından temizlik, restorasyon çalışmalarının yapılacağını belirten Aksu, insan kemiklerinin de gömülenlerin cinsiyetleri, yaşları ve ne tür hastalıklar yaşadıklarına ilişkin antropolojik tespitler için ileri süreçte Antalya Adli Tıp Kurumu uzmanlarınca inceleneceğini söyledi.

Müze Müdürü Aksu, kurtarma kazılarının ve restorasyonun tamamlanmasının ardından hazırlayacakları projeyle nekropolün açık sergi alanına dönüştürülmesini planladıklarını kaydetti. Aksu, şöyle devam etti:

“Nekropolü açık sergileme alanı yapmayı planlıyoruz. Elde edilen insan kemikleriyle buluntuların imitasyonları yapılacak ve ölenler mezarlardaki orijinal duruş pozisyonlarına göre sergilenecek. Çevresinde iş merkezi yapılsa bile insanlar burada Doğu Garajı Seksiyonu adı verilecek antik bölgenin varlığını yakından görebilecek. Türkçe ve İngilizce çevirilerle yerli ve yabancı turistlere alanın tanıtımı yapılacak.”
Aksu, orijinal tarihi kalıntılar ve insan kemiklerinin, incelemelerin ardından Antalya Müzesi'nde sergileneceğini bildirdi.

Öte yandan, 20 dönümlük nekropoldeki kazılarda çok önemli ve ilginç mezar tiplerine de rastlandı. Basit sandıklı mezarların yanı sıra çoklu ölü gömme ve yakma geleneğinin uygulandığı 3 metreyi bulan taş kapıyla kapatılmış oda tipi mezarlar da ortaya çıktı.

Kazı Alanı Sorumlusu Arkeolog Aynur Tosun, eski uygarlıklarda özellikle aile bireylerinin yan yana ve üst üste aynı mezarlara konulduğunu, kazılarda çoklu gömme geleneğini bir kez daha ortaya çıkaran yüzlerce insan kemiği bulduklarını bildirdi.

Antik dönemde, ölen kişilere hediye olarak süs eşyaları, sikke ve takıların yanı sıra toprak tabaklarda hayvan etinin de sunulduğunu dile getiren Tosun, açılan mezarlarda kuş olduğu sanılan hediye hayvanların kemiklerinin de bulunduğunu söyledi.

Nekropol alanının, günümüzden 2 bin 300 yıl önce de Antalya'da bir çok medeniyetin yaşadığını ortaya koyduğunu anlatan Tosun, mezarlara konulan hediyeler arasında deniz kabuğu, yengeç parçaları, zeytin çekirdekleri, o dönemde spor yapanların kullandığı küçük demir aletlerin de bulunduğunu bildirdi.

Kentin tanınmışlarından olduğu düşünülen bazı kişilerin lahit mezarlarında ise yazılı sunakların bulunduğunu bildiren Tosun, okunması tamamlanan yazıtların birinde, mezar soyguncularına yönelik bir uyarının görüldüğünü söyledi. Tosun, antik dönemde mezarlara değerli süs eşyası koyma geleneği nedeniyle çok fazla soygun yapıldığına da dikkati çekti.

Tosun, okunması yapılan bu sunaktaki yazıda, “Boides oğlu Aurelios Polykhronios, bu lahdi kendisine ve akrabalarına yaptırdı. Eğer birisi açarsa, imparatorun hazinesine ceza ödeyecek” sözlerinin yer aldığını bildirdi.

Kış aylarında da devam etmesi planlanan nekropol kazılarında, yağmura karşın sera örtüleriyle koruma yönteminin kullanılacağı öğrenildi.

Hürriyet, 06.10.2008

TARİHİ ESERLERİN KORUNMASI VE ŞEHİRLEŞME SORUNLARI

 

Eski ve tarihi değeri olan eserlerin, yeni şehir planları içinde aynen korunmasına bütün dünyada büyük önem verilmektedir. Bu nedenle, 1975 yılı, Avrupa Konseyi tarafından mimari mirasın korunması yılı olarak ilan edilmiş ve konunun önemini belirtmek için çeşitli etkinlikler yapılmıştır. Öncelikle belediyelerin ve çevre halkının, konunun önemine inandırılması gereklidir. Bu çalışma büyük bir masraf gerektirmez. Çevrenin temiz tutulmasının, doğanın korunmasının, tarihi eserlerin korunmasının önemine herkesin inanması, inandırılması için çaba gösterilmesi zorunludur. Turist, doğa güzellikleri, tarihi yapıtları, temiz havası olan yerleri arar. 

 

Yeni yeşil alanlar, park ve bahçeler kazanılması da, turistik potansiyel yönünden önemlidir. Park, bahçe ve yeşil alanların, nehir, göl ve denizlerin temiz tutulması, kirli maddelerin buralara atılmaması konusunda inanç birliği sağlanmalıdır. Vatandaşlar arasında ülke severlik, dayanışma, yaşadığı beldeye ve ülkesine yararlı olma duygularının geliştirilmesi sayesinde bu konuda başarı sağlanabilir. Şehirlerin güzelliği ile ilgili, birçok görevin belediyelere verilmiş olduğu görülmektedir. Genel temizlikle ilgili bütün hizmetler kentsel altyapı hizmetlerini yapmak, imar, su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar yapmak, katı atıkların toplanması, taşınması, ayrıştırılması, geri kazanımı, ortadan kaldırılması ve depolanması ile ilgili bütün hizmetleri yapmak ve yaptırmak gibi görevler belediyelere verilmiştir. 

 

Bu görevlerden, belediyelerin özellikle eski eserler ve çevre korumasında en büyük sorumluluk taşıyan kamu tüzelkişisi olduğu sonucunu ortaya çıkarabiliriz. Bu görevi başarı ile yürütmelerinde, imar planlarını yapma ve uygulama yetkileri önemli bir araç ve etkendir. 1930 tarihli, 1593 sayılı Genel Hıfzıssıhha Kanunu ile, belediyelere halkın sağlığı ve çevre sorunları ile ilgili birçok önemli görevler verilmiştir. Sözü geçen kanunun 20. maddesine göre belediyeler yenilecek içilecek şeyleri kontrol etme, temiz su getirme, genel yerlerde halkın sağlığına zarar veren nedenleri ortadan kaldırma, bulaşıcı hastalıklarla savaş vb. gibi görevleri yapmakla yükümlüdür. 237. maddeye göre, belediyelerin içme sularının içilmeye elverişli hale getirilmesi, 239. maddeye göre kuyu ve sarnıçların kullanılmaya elverişli hale getirilmesi, 241. maddeye göre içilmesi zararlı olan suların bulundukları yerlere “içilmesinin zararlı olduğunu” gösteren levhalar asılması, 242. maddeye göre dere, nehir, çay ve çeşmelerin kirlenmesine sebep olacak çalışmalara engel olunması, fabrika sularının zararları giderilmeden nehir ve derelere akıtılmasına engel olunması gibi görevler belediyelere verilmiştir. 

 

Yine Hıfzıssıhha Kanunu’nun 244. maddesine göre lağım ve kirli suların dere, çay ve nehirlere, fenni sakıncası olmadığı saptanmadıkça akıtılması yasaktır. Şehre giriş yerlerinde özellikle turistik mevsimlerde danışma büroları bulunmalıdır. Belediyeler beldelerinin sokak isimlerini içeren birer şehir planının hazırlanmasını sağlamalıdır. Maalesef Türkiye’de bu büyük bir noksanlıktır. Büyük şehirlerimizde de sokak cadde bulma, hatta bileni bulmak zordur. Taksiler bile bilmiyor. Batı şehirlerinde her taksi şoförünün elinde çalıştığı şehrin planı vardır. Sizi boş yere dolaştırmadan aradığınız adrese götürür. 

 

Uluslararası turizm hareketlerinin yoğunlaştığı ve turistlerin en çok rağbet ettikleri ülke olma izlenimi görülen ülkemizde, turistik yörelerin altyapı sorunları büyük önem arz etmektedir. Ayrıca zararlı böceklerle mücadele, arazöz, vidanjör ve çöp kamyonu temini gibi konularda da yeterli destek gerekir. Yeterli ve nitelikli içme ve kullanma suyu sağlanması önemli bir konudur. 24 saat suyu sürekli akmayan bir turistik tesis düşünülemez. Su sorunu bazı belediye, kasaba ve köylerin tek başına çözümleyebilecekleri bir sorun olmaktan çıkmıştır.

Cumhuriyet , Yazı: Prof.Dr. Nuri Tortop, 06.10.2008

ESKİDEN DE TÜNELLER YAPARDIK





Boğaz’ın üstünde bugün için iki köprü var, üçüncüsü yolda. İstanbul’un iki yakasını deniz tabanından geçen yolla birleştirecek Marmaray da tamamlanmak üzere, ayrıca şehir içinde trafiği rahatlatmak için şimdilik projelendirilen yedi tünel var, Ankara- İstanbul arasında Bolu Dağı engel olmaktan çıktı, oto yollarda dizi dizi viyadük mevcut. 

 

Bütün bunların yapımında dünyada mimari ve mühendislik alanında kaydedilen mesafe var ama yanı sıra ileri teknolojinin sunduğu imkanlar da. 

 

Osmanlı’nın mimari tarihine baktığımızda bugün yeterince bilinip kıymetlendirilmese de çağına göre aynı ölçekte iddialı projeler mevcut. Sinan’ın Süleymaniye ve diğer anıt eserlerini bir yana koyuyorum, hala çalışan 40 kilometrelik su kanalı sistemine bakmak dahi bu hükme varmak için yeterli. Kanuni döneminde inşa edilen kanal sistemi o asırda gerek mimari gerekse mühendislik ve işçilik açısından herhalde günümüzde ancak Ay’a seyahatle kıyaslanabilecek çapta bir girişimdir. 

 

Bazı meslek ve sanatlar ulusların karakterinde olmalı diye düşünüyorum. Dokumacılık mesela. Asırlar öncesinden taşıyıp getirdiğimiz sanat, bugünün dünyasında da dünyada iddialı olduğumuz bir alan. Aynı şeyi mimari ve mühendislik için de söyleyebiliriz. Türk firmaları dünyanın dört bir yanında büyük projelere imza atıyorlar. 

 

Dünün dünyasına baktığımızda Keban Barajı’yla başlayan GAP ve Boğaz Köprüsü’ne gelene kadar son büyük projemiz Bağdat ve Hicaz demiryolları. İmkansızlıklar ve büyük paylaşım savaşının ayak sesleri arasında başarıldı bu iki demiryolu hattının inşası. Şam’da başlayan Hicaz bölümü sabotajlar dolayısıyla asıl hedefi olan Medine’ye kadar uzatılamamış olan yolun en çetin kısmı hiç şüphesiz Doğu Toroslar’ın aşılmasıydı. 

 

Genelde Alman mühendisliğinin eseri gibi algılansa da projeyi gerçekleştirenler Türk mühendis ve işçilerdi. Elbette Alman mühendisler de vardı inşaat sırasında ama onlar gerek hattın belirlenmesinde, gerekse inşaat sırasında hesaplamaların doğrulanması alanında destek hizmeti verdiler. Sultan 2. Abdülhamid ile Alman İmparatoru Kaizer Willheim II arasında 1888 yılında yapılan anlaşmayla başlayan Bağdat Demiryolu inşaatının baş mühendisinin Nicolas Mavragordato’nun İstanbul’da doğmuş tahsilini Türkiye’de yapmış daha sonra Almanya’ya göç etmiş bir Rum olduğunu kaydetmeliyim. 

 

İnşası yaklaşık 20 yıl süren Toros Tünelleri silsilesinde Ulukışla’daki Gümüş İstasyonu’yla Adana’daki Durak İstasyonu arasında 37 tünel 14 viyadük yapıldı. Güzergah üzerinde en zorlu bölüm olan Belemedik-Hacıkırı arasındaki 15 kilometrelik yolda 12 tünel vardı ve toplam uzunlukları 12 bin 500 metreyi buluyordu. Yani güzergahın neredeyse tamama yakını tüneldi.

En uzunu 3 bin 794 metre, en kısası 34 metre olan tüneller birbirine viyadüklerle bağlıydı. 

 

Anıt yapılar ve ören yerlerinin tümü tarihi eser ve koruma altında. Ancak bunların içinde bulunan objeler konusunda duyarlılık yeni yeni gelişiyor. Demek istediğim, Süleymaniye, Selimiye, Sahip Ata Külliyesi gibi eserler kıymetli ancak onlarla birlikte çatıları altındaki şamdan, levha, halı, kitaplık v.s. de aynı oranda kıymetli. 

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu eserleri koruma, bakım onarım, sergileme yoldaki çabaları müzeciliğin vakıfların işi olmadığı düşüncesiyle yadırgansa da gelişerek sürüyor. Artık gerek İstanbul’da gerekse Ankara’da tarihi halıların yıkanması için özel havuzlar, konservasyon atölyeleri mevcut, yıllarca depolara atılıp çürümeye terkedilmiş berat, ferman, vakfiye, hüccet gibi belgeler gün ışığına çıkıyor. 

 

Ankara’da Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt’ın Rahmi Koç’la el ele verip ortaya çıkardığı Çengel Han’ı gezdim. Müzecilik açısından herhalde tek bir şey söylenebilir: Muhteşem! Han/Müze’de sergilenen onlarca eser var... Ama bunları yanı sıra mekan Koç ailesinin kendi tarihi açısından da önemli. Zira yanlış bilmiyorsam rahmetli Vehbi Koç ilk dükkanı burada açmış. Girişin solunda dipte küçük bir bölme. 

 

Bu yüzük taşı eserin bütün Çıkrıkçılar Yokuşu’nu etkilemesi kaçınılmazdı, nitekim öyle de olmuş. Samanpazarı’ndan çıkışın çehresi değişivermiş bir anda. Restorasyon, tarihsel geçmişe uygun dış cephe düzenlemeleri, toptancı ağırlıklı dükkanların yerini antikacıların, galerilerin almaya başladığı bir süreç. Bir çiçekle bahar olur mu denebilir elbette ama bunu söylerken herhalde o tek çiçek açmadan da bahar olmayacağını unutmamak lazım. Yusuf Beyazıt Edirne’de de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün desteğinde güzel şeyler yapıyor. 4. Mehmed’in minyatür zarafetindeki Av Köşkü’nden Tunca ve Meriç köprülerinin onarımına kadar. Kutluyorum. 

 

Kültür meselesi eskiden Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde sınırlı bütçesi olan, Ankara’da İzmir Caddesi’ne yakın binalardan birinin iki katında çalışan müstakil bir ‘müşteşarlık’ idi. Rahmetli Adnan Ötüken’i, onun Türk kütüphaneciliğine kazandırdığı Müjgan Cumbur Hanım’ı orada tanımıştım. Siyasetin kültür konularına ilgisinin artışı 1970 sonrasıdır. Kültür kah müstakil bir bakanlık olarak, kah turizmle birlikte mütalaa edile geldi. Bu zaman zarfında pek çok bakan geldi geçti elbette... Başarılı olanlar, makamın protokoldeki sırasına bakıp siyaseten geriye itildiği duygusuyla bakanlığı hafife alanlar, ya da meseleye sadece turizm diye bakanlar oldu. 

‘At sahibine göre kişner’ ata sözünün geçerli olduğu bir makam Kültür Bakanlığı. Zira o koltukta oturan bakanın önemsemesi oranında önemsenen bir yer. Ayrıca kültür meselelerine yaklaşımda ve çözümde anahtar sözcük kanun, para vs. değil. Sır işin heyecanını hissetmekte. Bu açıdan baktığımda Kültür Bakanlığı makama gelen isimler içinde ‘en heyecanlısı kim’ derseniz cevabım, tereddütsüz Ertuğrul Günay. Yıllarca siyasette ön safta yer alan Günay’ı yıllardır tanıyan bir gazeteci olarak ruh halini anlayabiliyorum. Olanca birikimine rağmen bunca seneden sonra ilk kez proje ve hizmet üretme mevkiinde bir görev aldı Günay. Eskiden yoğun siyasi tartışmaların içinde, sert eleştiri ve çıkışlarıyla gündeme geliyordu; oysa şimdi gündelik siyaset ve gündemdeki polemiklere fazla ilgili görünmüyor. Her yere yetmeye, her işe müdahil olmaya çalışması, her arkeolojik kazıyı izleyip ortaya çıkarılan her eserlerle ilgilenişi bunda. Ne sorarsanız sorun ağzından İstanbul’a kazandırdığı Kitap Hastanesi’yle, Topkapı Sarayı ve çevresini yeniden ele alıp araziyi mezbelelik haline getiren işgalleri ortadan kaldırma çabası ya da Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu’nun yenilenmesiyle ilgili sözler çıkıyor.

Radikal, Yazı: Avni Özgürel, 06.10.2008

ORHUN ANITLARI KORUMAYA ALINDI

 

 

Moğolistan'daki Orhun Anıtları Türk tarihi açısından büyük önem taşıyor. Türk tarih ve edebiyatının ilk yazılı belgelerini barındıran anıtlar artık daha iyi korunacak. Moğolistan'da Türkiye tarafından yaptırılan Orhun Anıtları Müzesi açıldı. 

 

Türk adının geçtiği ilk Türkçe yazıtlar olan Orhun Anıtları, 8. yüzyılda Göktürk Hakanı Bilge Kaan ve kardeşi Kültigin tarafından diktirilmiş. Türk Devlet geleneği, töresi ve yaşamı hakkında bilgilerin yer aldığı yazıtlarda Bilgehan "Türklere birlik olun" mesajı veriyor. 

 

Moğolistan'daki Orhun Vadisi içinde bulunan anıtlar, Türkiye'nin yaptırdığı müzeyle korumaya alındı. TİKA tarafından yaptırılan müzede, Bilge Kaan ve Kültigin yazıtlarıyla Göktürk dönemine ait tarihi eserler yer alıyor. 

 

Müzenin açılışına Başbakanı temsilen Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı ve Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu katıldı. TİKA'nın Orhun vadisine katkısı müzeyle sınırlı değil. Anıtların bulunduğu bölgeye ulaşımı kolaylaştırmak için de 46 kilometrelik asfalt yol yapıldı. Temeli Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından atılan Bilgehan Karayolu da düzenlenen törenle açıldı.

Trt/Haber, 06.102.008

BURSA'DA TARİHİ ÇINAR DEVRİLDİ

 

Bursa’da saatteki hızı 60 kilometreyi bulan şiddetli lodos nedeniyle 500 yıllık tarihi çınar köklerinden çıkarak devrildi. Bursa’nın Veysel Karani Mahallesi’nde bulunan Veysel Karani Çocuk Parkı’ndaki 500 yıllık tarihi çınar, sabah saatlerinde şiddetli lodos nedeniyle büyük bir gürültüyle devrildi. Köklerinden çıkarak devrilen ve üzerine düştüğü başka bir çınarı da kıran dev çınar, mahallede küçük çapta bir deprem etkisi yaptı. Günün erken saatinde ve günlerden de pazar olması nedeniyle parkın boş olduğu bir vakitte meydana gelen olay sonrası mahalle sakinleri, çok büyük bir faciadan dönüldüğünü kaydetti.

 

Mahallenin sağlık ocağında nöbet bekleyen 112 acil servisinde görevli Mehmet Çalışkan, büyük bir gürültü ve ardından gelen sarsıntı üzerine deprem korkusuyla dışarı koştuklarını, ancak tarihi çınarın devrildiğini görmenin şaşkınlığını yaşadıklarını belirtti. Çalışkan, olay sonrası yaşadığı şaşkınlığı şöyle anlattı: “Pazar olması büyük bir şans. Ya pazartesi olsaydı. Bu park öğrenci kaynıyor. Mutlaka büyük bir facia olurdu. Mahalle sakinlerine de büyük geçmiş olsun.”

 

Mahallenin eskilerinden 70 yaşındaki Hurşit Uzunkurt ise, daha önce iki çınarın daha devrildiğini ve yine büyük tehlike yaşandığını anlatarak, “Çınarlar tamir yapılıyor ama tamir yeterli değil. Bunları içi çürümüş. Kökleri çürümüş. Daha önce de bu parkta çınarlar devrildi. Bunlar koruma altına alınmış çınarlar ama bir bir yıkılıyor. Bu çınarların bulunduğu bölgeye daha yeni park yapıldı.Buralarda koyunlar yatıyordu. Köklerinde koyunlar dinleniyordu. Çürüttüler çınarları. Sonra korumaya alındı ama iş işten geçmiş oldu” diye konuştu.

Evrensel, 06.10.2008

AYASOFYA MİNARESİ KORUMA ALTINA ALINDI

 

 

İznik'teki Ayasofya Camii'nin minaresindeki kara sıva kaldırıldı.

 

İznik Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz'ın teşebbüsüyle proje kapsamına alınan ve Anıtlar Kurulu tarafından ihale edilerek restorasyonu yapılan Ayasofya'nın minaresi kara sıva ile kaplanmıştı. Tarihi yapıda incelemelerde bulunan Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu üyeleri, tarihi dokunun minaresindeki sıvanın kaldırılmasına karar vermişti. Bu kararın ardından Ayasofya Camii minaresindeki kara sıva geçtiğimiz günlerde kaldırılmış ve deforme olan bölümlere özel işlem tatbik edilmişti. Yine kurul kararı gereği tarihi dokunun çatı kısmında deforme olan bölgeler elde geçirilecek.

 

Ayasofya'nın restore edilmesinin İznik için kazanç olduğunu, ancak restorasyon çalışmalarında yaşananları hiç de hoş karşılamadıklarını belirten Belediye Başkanı Kadri Eryılmaz, Ayasofya'nın minaresi olmadan düşünülemeyeceğini, ancak yapılan çalışmanın restorasyondan çok kara sıva kaplama işine döndüğünü belirtti. Yapılan işin tarihi dokuyu onarmaktan çok zarar verici olduğunu, aynı zamanda estetik olmadığını kaydeden Eryılmaz, kurul ile birlikte tarihi dokuda incelemelerde bulunduklarını ve yapılan inceleme sonrasında, kurul tarafından yapılan toplantıda sıvanın kaldırılmasının karara bağlandığını ifade etti.

Bursa Hakimiyet, 06.10.2008

MUSLU AĞA KÖŞKÜ GÖZ KAMAŞTIRIYOR

 

 

Vakıf Müzeleri arasında yer alan ve 'dünyanın en eski ahşap Mevlevihane binası' olarak tanımlanan 18. yüzyıla ait Tokat Mevlevihanesi ve Muslu Ağa Köşkü, göz kamaştırıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalarla yıllardır depolarda çürümeye terk edilmiş ve eser özelliğini yitirmeye yüz tutmuş teberrukat eşyaları bu vakıf müzelerinde sergilenerek toplumun istifadesine sunuluyor. Hizmete açılan Ankara-Vakıf Eserleri Müzesi, Edirne-Selimiye Vakıf Müzesi, Gaziantep-Vakıf Müzesi, Kastamonu-Şeyh Şaban-I Veli Vakıf Müzesi ve Konya-Sahip Ata Vakıf Müzeleri arasında yer alan Tokat-Mevlevihane Vakıf Müzesi ise tarihi dokusu ve mimarisiyle en önemli vakıf müzeleri arasında yer alıyor. Tokat'taki Dünyanın en eski ahşap Mevlevihane binası olarak tanımlanan 18. yüzyıla ait Tokat Mevlevihanesi ve Muslu Ağa Köşkü 'Tokat Mevlevihane Vakıf Müzesi' olarak düzenlenerek 2006 yılında ziyarete açılırken, her geçen gün yerli ve yabancı turistin ilgisini çekmeye devam ediyor. Müzede; Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bağlı cami ve mescitlerden elde edilen tarihi eser niteliği kazanmış teberrukat eşyalarından örnek sergileniyor. Eser grupları arasında; Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Kırşehir Kayseri ve Tokat yöresinden geç döneme ait halı ve kilim örnekleri, El yazması Kur'an-ı Kerimler, el yazması diğer kitaplar, şamdanlar, Yağıbasan Medresesi'nin kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkan sırlı seramik parçaları, parfüm şişeleri yer alıyor. Üst katta ise söz konusu binanın Mevlevihane olması nedeniyle sema törenini canlandıran semazen maketleri, Mevleviliğe ait sikke, tespih, kudüm, sema tahtası gibi eşyalar sergileniyor. Binanın arka kısmında şeyh ailesinin ikametine ayrılmış konak ile Hamuşan denilen mezarlık alanı bulunuyor.

Gaziantep 27 Gazetesi, 06.10.2008

OSMANLI ESERLERİ 'AÇIK AÇIK' SATILIYOR

 

Merkezi İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan Sotheby’s Müzayede Şirketi, 8 Ekim’de düzenleyeceği müzayedede, Anadolu kökenli bazı eserleri satışa çıkarıyor. Daha önce müzayedede satışa çıkardığı eserlerin kaynağını gizli tutan Sotheby’s, bu kez, müzayedenin kataloğunda eserlerin hangi medeniyete ait olduklarını açıkladı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, “Sotheby’s, eserlerin menşeini yazarak aslında bakanlığımıza ‘Bu eserler sizin, gelin alın’ davetiyesi gönderdi” dedi. Sotheby’s, “İslam Dünyası Sanatı Müzayedesi”nde pek çok kıymetli kılıç, buhurdanlık, vazo, kalkan, mobilya, halı ve kilimi, el sanatı eserlerini açık artırmayla satışa sunacak.

 

Yasal olmayan yollardan yurtdışına giden ve müzayedelerde açık artırmaya sunulan eserlerin tespit edilmesi halinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, el koyma ya da müzayededen çektirebilme yetkisi var. Özellikle çalıntı olduğu tespit edilen eserlere Interpol aracılığıyla el konulabiliyor. Bu müzayedede de Anadolu, özellikle de Osmanlı kökenli pek çok eser yer alıyor.

 

Daha önce Türkiye’den yurtdışına yasal olmayan yöntemlerle çıkarılan ve satışa sunulan eserlerin tespit edilmesi nedeniyle bakanlık bu konuda hassas davranıyor ve tüm müzayedeleri yakından takip ediyor. Bakanlık yetkilileri, 8 Ekim’de yapılacak müzayedede satışa sunulacak eserleri de incelediklerini bildirdi. 




Az rastlanan tarzda tombak buhurdanlık, Osmanlı, yaklaşık 1600 20 bin-30 bin pound.




Tombak kalkan, Anadolu, 17. yüzyıl ikinci yarısı 250 bin - 350 bin pound (bir koleksiyonere ait).




İznik polikrom maşrapa, yaklaşık 1580 50 bin - 70 bin pound.

Milliyet, 06.10.2008

"TARİHİ ESERLERİN ONARIMI 2009'DA DA SÜRECEK"

 

Kemeraltı Çarşısı'ndaki Abacıoğlu Han ve Basmane Oteller Sokağı düzenlemeleri ve bir dönem İŞKUR'un kullandığı binanın restorasyon projeleri nedeniyle Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı'ndan (ÇEKÜL) 4 ödül kazanan Konak Belediyesi, 2009'da de onarım çalışmalarına ağırlık verecek.


"Tarihe Saygı, Yerel Koruma" ve "Uygulama" ödüllerinin kendilerini ve çalışma arkadaşlarını teşvik ettiğini söyleyen Konak Belediye Başkanı CHP'li Muzaffer Tunçağ, "Abacıoğlu Han Projesi'nin belediye ve esnaf işbirliğiyle  gerçekleştirildiğini, binaların Hanın dış cephe tamirlerinin mülk sahiplerince, altyapı ve çevre düzenlemelerinin ise belediyece yapıldığını söyledi.

Yeni Asır, 06.10.2008

"KAPADOKYA VE EFES İSMİ YASAKLANSIN"

 

Türkçedeki bozulmanın araştırılması, Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan TBMM Araştırma Komisyonu’nun raporu, TBMM Genel Kurulunda yarın görüşülecek.

Rapordaki ilginç öneriler şöyle:
Turizm adına Ürgüp, Göreme, Nevşehir yöresine ’Kapadokya’, Selçuk’a da ’Efes’ denilmesin. Spil Dağı’nın adı değiştirilsin.

Radyo ve televizyon kanalları, gazete ve dergiler, adlarından başlayarak kendilerini Türkçeleştirsin.

Tüm basın yayın kuruluşlarında dil denetleme kurulları oluşturulsun. Çocuk programları ve bu programlardaki kahraman adları Türkçeleştirilsin.

Eurovision şarkı yarışması gibi uluslararası yarışmalara mutlaka Türkçe eserle katılınsın.

Hürriyet, 06.10.2008



"MARCELLA HANIM TANITTI"

 

   

 

İtalya Büyükelçisi Carlo Marsili, Malatya programı kapsamında ziyaret ettiği Arslantepe Höyüğü'ne hayran kaldığını söyledi.

Malatya merkez Orduzu Beldesi'nde bulunan ve İtalyanların kazı çalışmalarını sürdürdüğü Arslantepe Höyüğü'nde incelemelerde bulunan İtalya'nın Ankara Büyükelçisi Carlo Marsili, kazı başkanı Prof.Dr. Marcella Frengipane'den bilgi aldı.

İtalya La Spaienza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi olan Prof.Dr. Marcella Frangipane, "Büyükelçimizin burayı ziyaret etmesi bizleri memnun etti" diyerek, kendisinin 32 yıldır burada kazı çalışmalarının başkanlığını yaptığını, Arslantepe'de kazıların ise 46
yıldır sürdüğünü söyledi.

"Sayın Büyükelçi'ye burası hakkında bilgi verdim" diyen Marcella Frangipane, daha sonra şu bilgileri verdi:
"Aslantepe Höyüğü, binlerce yıl üst üste yığılan pek çok yerleşim tabakasından oluşmaktadır. MÖ 5000'li yıllardan Asur istilasına kadar şehir varlığını sürdüren Tümülüs, Milattan Sonra 5. ve 6. yüzyıllar arasında Roma Köyü olarak kullanılmıştır. Daha sonra Bizans mezarlığı olarak yerleşim tamamlanmıştır. 1930'lu yıllarda Fransız arkeologlar tarafından keşfedilen ve 1962 yılından itibaren ise, profesyonel olarak kazı çalışmaları gerçekleştirilen Aslantepe Höyüğü'nden çıkarılan Hitit Sarayı ve buradan çıkarılan Aslan Heykeli, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergileniyor. Höyük'te bu güne kadar yapılan kazıların sonunda MÖ 3300-3000 yıllarına ait kerpiç sarayı, MÖ 3600-3500'lere ait bir tapınak, mühür baskılar ve metal eserler gün ışığına çıkarıldı. Elde edilen veriler gösteriyor ki, o dönemde Aristokrasi'nin doğduğu ilk devlet şeklinin ortaya çıktığı, resmi, dini ve kültürel bir merkezdir."

İtalya Büyükelçisi Carlo Marsili ise, "Burada yapılan arkeolojik kazıları yerinde görmek için geldim. Marcella hanım burasını bizlere tanıttı. Burası, bırakın Malatya ve Türkiye'yi, dünya için çok önemli bir arkeolojik bölge. Çok etkilendim" dedi.

Malatya Haber, 05.10.2008

GÖBEKLİTEPE MUCİZESİ

 

Doğu ve güneyimizdeki ülkelerde toprağın altı petrol ile dolu olduğu halde aynı bölgeye başını uzatmış olan yurdumuzun petrol fakiri olmasını anlamakta zorluk çekeriz. Bunun çeşitli açıklamaları olabilir. Ama, bence, bir de tesellisi vardır: Bu yörede toprak altının petrol ile değilse bile, çok önemli insan yapısı kalıntılarla dolu olması!


İki hafta önce Urfa yakınlarındaki Göbekli Tepe’yi gezerken ve daha sonra kazıyı yapan Prof.Dr. Klaus Schmidt ile konuşurken düşündüm bunları.  Urfa’da şu sıralar 35 yerde kazı yapılıyor, hepsi birbirinden önemli. Ancak, Göbekli Tepe kazısı gerçekten insanlık tarihinin yeniden yazılmasını gerektiriyor.


Şöyle bir kıyaslama yapın: Dünyanın en eski tapınağı diye bilinen ve İngiltere’de bulunan Stonehenge’in yapılışı en cömert bir tahminle MÖ 3100 yılına gidiyor. Göbekli Tepe’de bulunan ve bir çeşit ‘tapınak’ olduğu sanılan dikilitaş ve heykellerin ise MÖ 10 binli yıllara ait olduğu düşünülmekte.


Dikkat edin, yüzyıllardan değil, bin yıllardan söz ediyoruz!


Bu dönem tarihte neolitik çağ olarak biliniyor. İnsanlığın avcılık-toplayıcılık yaptığı evreden yerleşik tarım yaptığı evreye geçtiği çağ. Tarih derslerinde Cilalı Taş Devri olarak anlatılan dönem...


Bu dönem hakkında bilgimiz sınırlı. Çok yakın tarihlere kadar Anadolumuz, bu çağın kalıntıları açısından fazla zengin olmayan bir yer sayılıyordu. Yaygın görüşe göre bu çağ Urfa’nın epey güneyindeki bölgelerde geliştikten sonra kuzeye gelmiş, oradan da Avrupa kıtasına doğru yayılmıştı.


Göbekli Tepe’nin bulguları bunun doğru olmadığını, neolitik çağın belki de en üst aşamasına Urfa yakınlarındaki bu tepelerde ulaştığını gösteriyor.


Bu arada Mamaray kazısı sırasında Yenikapı’da bulunan 8 bin yıllık inanılmaz kalıntıların da büyük önemini gözden kaçıramayız. O kazının hakkını verme sorumluluğu da İstanbul’u yönetenlere kalıyor.


Göbekli Tepe’ye dönecek olursak... Neredeyse 15 yıldır sürmesine rağmen burada kazıların olsa olsa başlangıç aşamasında olduğu söylenebilir. Bu tepede bile kazacak daha çok şey var. Bunun ötesinde, çevredeki diğer tepelerde de dikilitaşlarla bezeli bu türden ‘tapınaklar’ olduğu düşünülmekte.


Göbekli Tepe’den çepeçevre baktığınızda, ne kadar saçma olursa olsun, ‘Yoksa bunu uzaylılar mı yaptı?’ türünden soruların kafalardan geçebileceğini anlıyorsunuz. Kolay bir açıklaması yok bunun.


O çağa ilişkin beklentilerle ortaya çıkan buluntuların görkemi arasındaki uçurum çok büyük.
Bir kez daha hatırlatayım: MÖ 10. ve 9. binyıllardan söz ediyoruz!


Kazı yerini gezerken yakın tarihlerde bulunmuş bir leopar kabartma-heykeli çıktı karşımıza..
İnanın, yerinden sıçrayacak kadar canlı görünüyordu. Eski Yunan ya da Roma’dan söz etmiyoruz.


Onlara daha 7-8 bin yıl var!


Göbekli Tepe kazıları sınırlı olanaklar yüzünden oldukça yavaş ilerliyor. Gereken kaynaklar bulunup dört bir yandan yüklenilirse 10 yıl sonra İnkaların tapınaklarını solda sıfır bırakacak bir arkeolojik bölgeye sahip olabiliriz. Yeryüzünde üç kuruşluk merak sahibi olup da burayı görmek istemeyecek birini düşünemiyorum.


Şimdi bile kullanabileceğim tek sözcük ‘İnanılmaz!’


Meraklıarına Klaus Schmidt’in Rüstem Aslan tarafından dilimize çevrilen ve Arkeoloji ve
Sanat Yayınları’ndan çıkan ‘Göbekli Tepe’ kitabını tavsiye ederim. Almanya’da best-seller olmuş bir kitap bu. Hikayesi bizim topraklarımızda geçiyor.


En çok merak edeni de biz olmalıyız! Pek ihtimal yok, ama en çok okuyanı da!

Radikal, Yazı: Haluk Şahin, 05.10.2008

SARAYDAN MÜZE ÜRETMEK

 

‘Topkapı Sarayı Müzesi’ dediğimizde sanki bu eşsiz belgeyi okumayı, değerlendirmeyi amaçlayan değil, ikinci plana iten bir yaklaşım ön plana çıkıyor

 

Topkapı Sarayı’nın nasıl bir kültür mirası olduğunu tartışmak için şöyle bir şey söylenebilir: “Eşsiz bir saray iken sıradan bir müzeye dönüştürülmüş bir kültür mirası...” Sanki orada burada bulunan eski eserler, kıymetli eşyalar işlevsiz kalan saraya bir fonksiyon vermek amacıyla yan yana dizilmiş. “Bu durum birçok tarihi yapının başına geliyor, ne var bunda?” diyebilirsiniz. Ancak yeni yapılan inşaatları, düzenlemeleri gördüğünüzde bu durumun sarayın kendisi için de bir sorun yaratmaya başladığını düşünüyorsunuz. Kültür mirasının korunması meselesi ile müzenin kurgulanma biçimi arasındaki çelişki, çarpıcı bir şekilde karşınıza çıkıyor. Sanki saray basit amaçların bir üretim alanı, bir sonucu olarak bir müze olarak düzenlenmiş. Objelerin mekanlara yerleştirilmesi yeterli görülmüş. Bir tarafta sarayla pek ilişkisi bulunmayan yaklaşık bir asır öncesine tarihlenebilecek arabaları görüyorsunuz. Bunlar, su almasın diye olacak, metal doğramalarla kapatılmış ve içine girilmeyen bir revağın altına saklanmışlar. Onları görebilmek için kirli camlardan içeri bakmak ve ne olduklarını anlamak için epey bir çaba sarf etmek gerekiyor. Silah seksiyonuna geldiğinizde yan yana dizilmiş olan kılıçların üzerlerindeki isimlerden çok değerli olduklarını anlıyorsunuz. Yeniden “teşhir ve tanzim” çalışması yapılmış olan ve Başbakan tarafından açılışı yapılan Mukaddes Emanetler bölümünde ise işler büsbütün karışıyor: Bu yeni düzenleme, diğer bölümlerdeki eski “teşhir ve tanzim” amaçlı uygulamalar yanında çok daha naif kalıyor. 

İçinde yer alınan mekanı yok sayan, dekore etmeyi amaçlayan bir düzenleme yapılmış. Güya yeni teknolojileri kullanan bildirişim öğelerinin tasarımı sarayla müze arasındaki kararsız ilişkiyi daha da belirgin bir şekilde ortaya koyuyor. Tamamen din bilgisi tarih yazımı ile ele alınmış, hiçbir yorumsal ifade içermeyen, adeta izleyicileri menkıbelere ve anlatılara inanmaya zorlayan, içeriğini anonim bir tarih bilgisi gibi aktarmaya çalışan, günümüzün müzecilik anlayışının tamamen dışındaki bir bildirişim düzeniyle yüz yüze kalıyorsunuz. Yatırlardaki mermer mezar taşlarının yeşile boyanmasıyla kutsallığın ifade bulması gibi, burada da eserlerin sergilendiği vitrin camlarının rengi yegane “yaratıcı” uygulama. Oysa ki buradaki tarihi belgelerin dünyada bir eşi yok ve Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki bu özel bölüm, yalnızca Müslüman ziyaretçiler için değil, başkaları için de müzenin en çarpıcı bölümü. Gerçekleştirilen tasarımlar, yenilenen ve mekana eklenen mimari öğeler, örneğin Kuran okuma bölümü, kapılar, parapetler sanki bu mekanın özellikleri örtmek ve bizi gündelik hayata geri götürmek için özellikle ayarlanmış. Bu bölümden de anlaşılıyor ki, sarayın bu en ilgi çekici bölümleri -büyük olasılıkla yüksek düzeydeki yöneticilerin sürekli teftişinden geçtikleri için- ihmal edilmiş görüntüsünden kurtarılmak için bu biçimde ihya ediliyor. Bu çok özel bölümdeki yeni düzenleme sarayın geleceği hakkında küçük de olsa bir fikir veriyor. Gene sarayın en ilgi çekici yerlerden biri olan Hazine Dairesi de, içeriye tıkıştırılan kalabalıktan ne olduğu meçhul bir vaziyette. Girişten itibaren, bir yere doğru ulaşmaya çalışan bir topluluk içinde, kendinizi bir kuyruğun parçası olarak buluyorsunuz ve nerede olduğunuzu anlayamıyorsunuz. Gecekondu olarak inşa edilen restoran ise bulunduğu eşsiz lokasyonun rantını kullanmak amacıyla, sarayın en önemli bölümünü salkım saçak sarmalamış. Bu durum, resmi bir kurumun ticari bir işlev karşısında ne kadar zayıf kaldığını göstermek yanında önemli bir başka soruna daha işaret ediyor: Bu muazzam kompleksin bir yönetim planı yok. Bu koşullarda lütfedip sarayın mutfak ve köşklerini işgal etmediği için, bu restorana olsa olsa teşekkür etmek gerekiyor... Buna karşılık sarayın surlarına yakın bir yerde konumlanmış olan eski hastane ve matbaa binalarının etkinlik temelli müze alanları, restoran, kütüphane gibi bölümleri oluşturması ve sarayın üzerindeki bu tür işlevlerin baskısını kaldırması düşünülmemiş. Bu bölümlerin taklit bina biçiminde inşa edilmeye çalışılması ise acıklı bir durum. Darphane gibi bölümler için öngörülen yeni işlevlere baktığınızda, bu özgün binaların da müzeye dönüştürülme eğiliminin ağır bastığını görüyorsunuz. Sarayın bir parçasını oluşturan bu yapıların içlerindeki çok önemli endüstri arkeolojisi örneklerinin, yakın tarihlerde hurdacıya satılmasının önüne geçmek nedense kimsenin aklına gelmemiş. Nasıl olsa depolarda sergilenecek daha çok eski malzeme var diye düşünülmüş olmalı. Bugünkü işlevlendirme biçiminin, geçmişte benzer yapılarda da gerçekleşmiş olma ihtimali tüylerinizi diken diken ediyor. Son günlerde resmi toplantılar için ve ofis olarak kullanılmak üzere yeniden düzenlenen Alay Köşkü, saray ahırlarının bulunduğu bölümler, hatta sarayın bahçesi, Gülhane Parkı gene süslemeci bir mantıkla elden geçirilmiş. Hatta yapılan son düzenlemeler de yeterince beğenilmemiş olmalı ki, yeniden elden geçiriliyor. Bu düzenlemeler de tamamlandığında sarayın kendi kurgusundan, belgesel özelliklerinden geriye bir şey kalmayacak. Bütün bunlar, binalar, bahçeler, eşyalar, her açıdan saray ile müzeleştirme işlevleri arasındaki ilişkisizliği kanıtlıyor.

Bu oryantalist dönüşüm sarayın fiziksel varlığı kadar zihnimizdeki anlamını da sarsıyor. Saraya ulaşmak için kullandığımız ve Arkeoloji Müzesi’nin önünden geçen Osman Hamdi Bey Caddesi, geçtiğimiz günlerde orijinal taşları sökülerek süslü granitlerle kaplandı. Daha kapıdan başlayarak, görmeden geçemeyeceğiniz otomatik turnikeler, “Dösimm” gişeleri, çıkış kapısında asılmış “Bakan Bey’in hediyesi” taklit minyatürler, inşaat işleri ile karışmış kötü restorasyon örnekleriyle, karşınızda sizin hayal dünyanıza bile sığınmanıza izin vermeyen, düpedüz sinirlerinizi bozan bir devlet dairesi var. Peki diyeceksiniz, koskoca saray, yapılar, bahçeler boş mu kalsaydı? Hiç olmazsa bir fonksiyon verilmiş, sarayı gezenler aynı zamanda koleksiyonlar hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Buna kimsenin itirazı olamaz. Sorun sarayın müze olarak kullanılmasında ya da burada büyük bir özveriyle çalışan uzmanlarda değil, devletin müzecilik anlayışında. Topkapı Sarayı bir saray mimarisinin günümüze ulaşan tek örneği. Bir kent gibi. Tek defada tasarlanmamış, farklı dönemlerde inşa edilmiş, ayrı yapı tipleri, üsluplarını barındıran eşi benzeri bulunmayan bir yerleşim alanı. Ama aynı zamanda, bu eşsiz sarayı korumayı, algılamayı değil, koleksiyonların sergileneceği bir müze olarak gören bir yaklaşımla tasarlanmış. “Topkapı Sarayı Müzesi” dediğimizde bu eşsiz bir belgeyi okumayı, değerlendirmeyi hedefleyen değil, kısa vadeli amaçlar için kullanmayı öngören bir yaklaşım ön plana çıkıyor. Bu nedenle, Topkapı Sarayı’nın fiziksel varlığı hızla tarihselci bir tarzda dönüştürülürken önümüzdeki sürece artık farklı yöntemlerle müdahale etmek gerekiyor.

Radikal İki, Yazı: Korhan Gümüş, 05.10.2008

677 SELÇUKLU ESERİNİN TEKMİLİ BİRDEN

 

 

Anadolu’daki medeniyeti kuran Selçuklu Türkleri, bulunduğu toprakları mimari eserlerle donatarak hanlar, kervansaraylar, hastaneler, medreseler, kümbetler, camiler, türbeler, saraylar, köşkler ve hamamlarla Anadolu şehirlerinin çehrelerini değiştirmiştir. Konya, Ankara ve Niğde’de Alaeddin Camileri, Afyon’da Ulu Camii, Afşin’de Eshab-ı Kehf Camii, Ankara’da Aslanhane Camii, Amasya’da Burmalı Minare ve Gök Medrese Camii, Konya’da Karatay ve İnce Minareli Medrese, Kayseri’de Huand, Sahibiye ve Hacı Kılıç Medreseleri, Erzurum’da Çifte Minareli Medrese, Sivas’ta Gök Medrese gibi ilk aklımıza gelen eserler hep bu medeniyetin topraklarımıza diktiği yapılar olmuştur. Tarihten günümüze kalan bu eserlerin korunması, envanterinin yapılması, tanıtılması ve bu mirasın dünyaya duyurulması büyük önem taşır. 

 

Selçuklu adını taşıyan tek belediye olan Konya’nın Selçuklu Belediyesi, çok şık iki külliyatlı eser ile bu eserlere karşı minnet borcunu ödemeye çalışıyor. Güzel sanatlardan edebiyata kadar birbirinden değerli eserler veren Selçuklu’nun İslam medeniyeti kadar Avrupa medeniyeti için de önem taşıdığına dikkat çeken Selçuklu Belediye Başkanı Adem Esen, “Bu projenin ardından Türkistan, Harezm, İran, Afganistan, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Mısır’daki eserleri de ‘Selçuklu’ya Vefa’ projesiyle ele alacağız.” diyor. 

 

Selçuklu Belediyesi Kültür Yayınları arasından çıkan ve her biri 494’er sayfa olmak üzere iki cilt halinde yayınlanan ‘Anadolu Selçuklu Eserleri’ isimli eser, bu medeniyetin birikimlerini tek kaynak halinde sunuyor. Prof.Dr. Haşim Karpuz, Ahmet Kuş, Fevzi Şimşek ve İbrahim Divarcı’dan oluşan bir ekip tarafından hazırlanan İngilizce-Türkçe kitap, hem eserlerle ilgili ayrıntılı bilgiye hem de arşiv niteliğinde fotoğraflara sahip. Aynı zamanda ‘Sultanların Mirası’ isimli bir VCD çalışması da görsel olarak sizi bu eserlerle birlikte kültürel bir yolculuğa çıkarıyor. Kitapta Anadolu’nun hemen hemen her ilinde bulunan Selçuklu eserlerinin tamamına yer veriliyor. Kitapta yer alan eser sayısı 677.

Zaman Pazar, Yazı: H. Salih Zengin, 05.10.2008

TÜRK-İSLAM DÖNEMİNDEKİ HAMAMLAR KİTAPLAŞTIRILIYOR

 

 

Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Müdürlüğü, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğü ortaklığıyla Eskişehir'de bulunan Türk İslam dönemi ait hamamlar incelenerek kitap haline getiriliyor. 

 

Çalışmayı yürüten Anadolu Üniversitesi (AÜ) Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Erol Altınsapan, yaptığı açıklamada, 24 Eylül 2007'de başlayan "Eskişehir'de Türk İslam Mimarisi" isimli çalışmada ilk olarak kentteki hamamların ele aldıklarını söyledi. Eskişehir'de belirledikleri hamamların yüzde 80'ini incelediklerini ifade eden Doç. Dr. Altınsapan, şöyle konuştu:"Çalışma, Türklerin Eskişehir'e yerleştiği Selçuklu Dönemi ile Osmanlı İmparatorluğu dönemini kapsıyor. Cumhuriyet dönemindeki mimarı kargaşalığı çalışmaya dahil etmedik. Mimari kimliği bulunan yapıları ele aldık. Eskişehir merkezde şu anda cami olarak kullanılan Akcami, Alçık, Erler ve Işık hamamlarını, Han İlçesinde Han hamamını, Mihallıççık'da belediye hamamını, Seyitgazi İlçesinde Selçuk hamamını, Şücaaddin Küllüyesi hamamını, Bardakçı Köyü hamamını, Sivrihisar İlçesinde Seyidiler, Kumacık, Çifte, Gavur hamamını ve Çardak hamamlarını inceledik. İlimizde termal ve ısıtmalı olmak üzere iki tür hamam var. Çalışmada,kent merkezinde, Sarıcakaya ve Sivrihisar ilçelerinde termal hamamlar, diğer bölgelerdeki hamamların da ısıtmalı olduğunu belirledik."

Hamamların fotoğraflarını çekip genel mimari tasvirlerini yaptıklarını belirten Doç. Dr. Altınsapan, çalışmanın birkaç eksik dışında kitap haline getirilmeye hazır olduğunu bildirdi.Türk İslam mimarisinde sağlık yönünden önemli termal hamamların ön plana çıktığını anlatan Doç. Dr. Altınsapan, şöyle devam etti: "Kütahya, Afyonkarahisar ve Eskişehir'de termal hamamlara yoğun ilgi var. Eskişehir'de Türk İslam dönemine ait ve kendi döneminin mimari özelliğini taşıyan 14 hamam var. Çalışmamız, Eskişehir'deki Türk İslam dönemi hamamlarının gün yüzüne çıkmasını sağlayacak. Eskişehir'de Türk İslam dönemine ait camileri, türbeleri, hanları da kitaplaştıracağız." 

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Ali Osman Gül de, envanterini çıkarmaya başladıkları kentteki Türk İslam mimarisi eserlerinin merkezden ilçelere harf sıralamasına göre kitaplaştırılacağını bildirdi. Kitabın hamamlarla ilgili bölümünün çalışmasının tamamlandığını anlatan Gül, "Hamamlarla ilgili bölümü bir aya kadar kadar kitaplaştıracağız.Hamamlarından ardından camilerin, türbelerin, medreselerin, çeşmelerin, anıtların çalışmalarına başlayacağız. Mümkün olduğu kadar çok kitap basacağız" dedi.

Yeni Şafak, 05.10.2008

38 YILDIR TARİHİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARACAKLAR

 

Edirne'nin Enez İlçesi'nde, 38 yıldır devam eden kazıların bu yılki bölümünde, değişik dönemlere tarihlenen önemli bulgulara ulaşıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi adına Enez kazılarının başkanlığını yapan Prof.Dr. Sait Başaran, bu yıl 38'incisini yaptıkları Enez kazılarına akademisyen, öğrenci ve işçilerden oluşan toplam 72 kişiyle devam ettiklerini söyledi. Temmuzda başlanan kazıları ekim ayı sonu itibarıyla sona erdireceklerini bildiren Başaran, Enez'deki Kaleiçi bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda, ana kayaya kadar inildiğini ve burada 5 ayrı kültür tabakasının saptandığını belirtti. Enez'deki kazılarda çıkarılan eserlerin laboratuarda temizlendiğini, konservasyon ve restorasyonunun yapıldığını anlatan Prof.Dr. Başaran, kazılarda çok güzel müzelik eserlerin bulunduğunu bildirdi. Enez kazılarının Trakya'da yapılan 2-3 önemli kazıdan biri olduğunu bildiren Başaran, "Enez'in konumu Ege, Batı Anadolu ve Yunanistan arasındaki geçiş yolu üzerinde yer aldığından, bütün bölgelerin kültürlerini Enez'de bulmak mümkün. Enez antik çağda çok zenginleşmiş bir kent olarak karşımızda duruyor." dedi.

Zaman, 05.10.2008

18 ve 19. YÜZYILA AİT ESERLER BULUNDU

 

Bitlis Kalesi Kazı Başkanı Prof.Dr. Kadir Pektaş, kentte yürütülen 2008 yılı yüzey araştırma çalışmalarının tamamlandığını söyledi.

 

Prof.Dr. Pektaş, 1997 yılından bu yana yürütülen yüzey araştırmalarında, 18. ve 19. yüzyıla ait çok sayıda tarihi eser bulduklarını belirtti. Pektaş, ''Çalışmalarımızı Bitlis merkez ve Tatvan'da ağırlıklı olarak yürüttük. Tatvan'da Nemrut'un develeri olarak da bilinen kaya bloklarının bulunduğu bölgede çalışma yaptık. Bitlis merkezde ise Zeydan ve Yükseliş mahallelerinde 18. ve 19. yüzyılda kullanılan mezarlıklarda çalışma yaptık. Şeyh Tahiri Gürgi Türbesi'nde çalıştık. Kitabeler üzerinde çalıştık. Bunun yanında tarihi evlere yönelik çalışmalarımız oldu.'' dedi. Pektaş, çalışmaları rapor halinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunacaklarını söyledi.

Zaman, 05.10.2008

KONYA'NIN TESCİLLİ AĞAÇLARI

 

Konya’daki ormanların yüzde 50’sinin çam, yüzde 25’inin ardıç, yüzde 15’inin ladin, yüzde 8’inin meşe ve yüzde 2’sinin de köknar ve dişbudak olduğu belirtiliyor.


Türkiye genelinde 2006 sonu itibariyle 102 tane tabiat anıtı bulunurken, bunlardan 4 tanesi Konya’da yer alıyor. Bu anıtlardan üç tanesi ağaç ve bir tanesi de Meke Gölü. Son yıllarda kuraklık nedeniyle Meke Gölü gündemde yer alırken tabiat anıtı üç ağaç ise pek tanınmıyor.


Ağılı Ardıç : Taşkent İlçesi Balcılar Beldesi’ne 10 kilometre mesafede 1000 yaşlarında yağ ardıcı
2002 yılında tescil edilmiştir.
Titrek Kavak : Beyşehir İlçesi Yaka Manastır Mesire Yeri içerisinde bulunan kavak ağacı 1994 yılında tabiat anıtı olarak tescil edilmiştir.
Fosil Ardıç : Çumra İlçesi Dinek Saray Beldesi sınırları içerisinde bulunan ardıç ağacı 1994
yılında tabiat anıtı olarak tescil edilmiştir. Ardıç ağacının 500 yaşında olduğu tahmin edilmektedir.


Titrek kavak ismi nereden geliyor?

Söğütgiller familyasından 25 metreye kadar boylanabilen, silindirik gövde, sık dallı, geniş konik tepeye sahip bir kavak türü olan titrek kavağın kabukları yeşilimtrak-gri renkli olup parlak ve düz olarak dikkat çekiyor. Sürgün ve tomurcukları kızıl kestane renginde olan titrek kavak Türkiye'de çok yetişiyor ama diğer kavak türlerine göre boyu kısa kalıyor. Boyu 20-25 metreyi geçmeyen, su ve bakım konusunda da oldukça seçici olan titrek kavak, adını yapraklarının en ufak bir esintide bile titremeye başlaması nedeniyle bu şekilde alıyor. Ömrü 80 yılı geçmediği bilinen titrek kavağın, Beyşehir Yaka Manastır Dinlenme Yeri'nde olanı ise bir asrı geçen yaşı nedeniyle hayret ve ilgi uyandırıyor.

Merhaba Gazetesi, 05.10.2008

BAŞKENT TARİHİNİN DEĞİŞEN YÜZLERİ





Tarihi binalar, değişen ihtiyaçlarla birlikte farklı amaçlara hizmet vermeye devam ediyor. Bu yapılar içinde İktisat ve Ziraat Vekaleti olarak tasarlanan Ticaret Bakanlığı binası, Yargıtay ek binası, Musiki Muallim Mektebi adıyla açılan Devlet Konservatuarı binası da kültür merkezi olarak kullanılıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birçok devlet kurumuna ev sahipliği yapan tarihi binalar, günümüzde değişen ihtiyaçlarla birlikte farklı amaçlarla hizmet vermeye devam ediyor.

Büyükşehir Belediyesi’nin "Cumhuriyet ve Başkent Ankara" adlı kitabından yapılan derlemelere göre, şimdi Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak kullanılan Ulus’taki Birinci Meclis binası, 1915 yılında ilk olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti Kulüp Binası olarak tasarlandı. Planı, Evkaf Mimarı Salim Bey tarafından tasarlanan tek katlı yapı, 23 Nisan 1920 ile 15 Ekim 1924 tarihleri arasında Birinci TBMM binası olarak kullanıldı.

Atatürk’ün Büyük Nutuk’u okuduğu Ulus’taki İkinci Meclis binası da günümüzde ön kısmı Cumhuriyet Müzesi, arka kısmı ise Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü olarak hizmet veriyor. 1923 yılında Mimar Vedat Tek tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası Mahfeli olarak tasarlanan yapı, İkinci TBMM binası olarak, 18 Ekim 1924’den 27 Mayıs 1960’a kadar 36 yıllık bir çalışma dönemi geçirdi.

Cumhuriyetin ilk bakanlık binası olan Ulus’taki Maliye Bakanlığı binası da bakanlığın yeni binasına taşınmasıyla birlikte, buraya bağlı birimlerce kullanılmaya devam ediyor. Müteahhit Mimar Yahya Ahmet ve Mühendis İrfan tarafından tasarlanan bina, 1925 yılında inşa edildi.

Çeşitli bakanlıklara ev sahipliği yapan Ulus’taki Hariciye Vekaleti (Gümrük ve Tekel Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı) binası da günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığının Merkez binası olarak kullanılıyor. 1927 yılında Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından tasarlanan yapı, erken Cumhuriyet döneminin kamu yapılarında görülen özellikleri taşıyor.

İlk Muallim (Öğretmen) Mektebi olan Gazi Terbiye binası ise bugün Gazi Üniversitesi Rektörlüğü olarak kullanılıyor. 1927-1930 yıllarında inşa edilen bina, Mimar Kemalettin Bey’in ölümünden sonra tamamlandı.

İktisat ve Ziraat Vekaleti olarak yapılan ve daha sonra Ticaret Bakanlığı tarafından kullanılan bina da bugün Yargıtay ek binası olarak hizmet veriyor. Mimar Clemens Holzmeister tarafından 1934-1935 yılında Kızılay’da inşa edilen bina, 4 katlı olarak tasarlandı.

Cumhuriyetin ilk yıllarının uluslararası mimarlık örneklerinden olan Divan-ı Muhasebat (Sayıştay) Binası ise Sayıştay’ın yeni binasına taşınmasının ardından, Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edildi. Nazmi Bey tarafından tasarlanıp, Müteahhit Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’nun 1925 yılında inşa ettiği bina, daha sonra 1928-1930 yılları arasında Mimar Ernst Arnold Egli’nin yaptığı değişiklikle bugünkü görünümünü aldı.

Anafartalar Caddesi’ndeki Adliye binası ise günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı birimlerce kullanılıyor. 1925-1926 tarihlerinde Tahsin Bey tarafından tasarlanan bina üç katlı olarak inşa edildi.

Telsizler semtindeki "Ankara Telsiz İrsal İstasyonu" olarak hizmet veren yapılar da bugün Türk Telekom Kültür Merkezi olarak kullanılıyor. 1928’de Telsiz istasyonu olarak düşünülen yapılar, uzun süre kullanılmadığından, bakımsız ve harap durumda iken onarılarak kültür merkezi haline getirildi.

Kazım Karabekir Caddesindeki Hipodrom ise günümüzde Atatürk Kültür Merkezi olarak kullanılıyor. İtalyan Mimar Vietti Violi tarafından tasarlanan Hipodrom, 1936-1938 yılları arasında yapıldı. Uzun yıllar at koşuları düzenlenen Hipodrom, 1978’de yarışlara kapatıldı.

Musiki Muallim Mektebi adıyla Talatpaşa Bulvarı’nda açılan Devlet Konservatuvarı binası da bugün kültür merkezi olarak kullanılıyor. Akılcı işlevci mimarlık döneminin ürünlerinden olan yapı, Mimar Ernst Arnold Egli tarafından tasarlanarak, 1927-1929 yılları arasında yapıldı.

Başkent’in uzun yıllar sanat ve kültür merkezi olan Sıhhiye’deki Sevgi Evi ise bugün Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Opera, Bale ve Tiyatro Binası olarak kullanılıyor. Şevki Balmumcu’nun tasarımı olan bina, hızla büyüyen Ankara’da opera, bale ve tiyatro binasına ihtiyaç duyulması üzerine Mimar Paul Bonatz tarafından Opera binasına dönüştürüldü. Cumhuriyet’in İkinci Ulusal Mimari örneklerinden olan yapı, 1949 yılında Büyük Tiyatro olarak hizmete açıldı.

Hürriyet Ankara, 05.10.2008

ÖZLÜCE KÜLTÜR MERKEZİ 2009'DA HİZMETE AÇILACAK

 

19. yüzyılda Ortodoks kilisesi olarak inşa edilen, mübadele yıllarından sonra minare ilavesiyle "Ayasofya" örneğinde olduğu gibi cami olarak kullanılan, ancak yeni Özlüce camisinin yapılmasından sonra kullanılmayıp metruk halde kaderine terk edilen tarihi bina, aslına uygun biçimde yeniden hayat buluyor.


Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nca da onaylanan projeye göre restore edilen bina ilk olarak sonradan yapılan müdahale ve eklentilerinden arındırıldı. Binanın cephe duvar sıvaları soyulduğunda son derece düzenli bir tuğla –taş örgü sistemi açığa çıktı. Çatısı onarılıp, su izolasyonu yapılarak kiremitleri yenilenen, duvarlardaki çatlakları tuğla örgü sistemi ile onarılarak güçlendirmeleri yapılan, kırılan sütun başlıkları imitasyon olarak orijinaline uygun yeniden yapılan bina orijinal haliyle yeniden günışığına çıkıyor.


Yılsonuna kadar restorasyon çalışmaları tamamlanması planlanan binanın 2009 yılında kültür merkezi olarak hizmete açılması hedefleniyor.

Bursa Olay, 05.10.2008

TARİHİ MESCİDİ KAZANMA ÇALIŞMASI

 

Alanya Belediyesi, Tophane Mahallesi’nde bulunan tarihi mescitte restorasyon çalışmalarına başladı. Alanya Kalesi Tophane Mahallesi’nde bulunan, mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait ve özgün fonksiyonu mescit olan yapının Alanya’ya kazandırılması amacı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Alanya Belediyesi arasındaki protokol uyarınca çalışmalar sürüyor. Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, restorasyon çalışmalarına başlandığını ifade etti.
Akşam, Haber: Hüseyin Kalaycı, 05.10.2008



KAYIP KAZIN
BAŞI BULUNDU

 

  

 

Kazlıçeşme'ye adını veren ve 6 yıldır kayıp olan 5. yüzyıl'dan kalma Bizans eseri 'Kaz kabartması' figürünün ancak başı bulunabildi.

Zeytinburnu Belediyesi'ne ait depolarda bekleyen kaz kabartmasının başı, restore edildikten sonra uzmanlarca aslına uygun yapılacak gövdeye birleştirilmeyi bekliyor.


Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın, "Kazın artık ne şekilde, nasıl bir araya getirilebileceği uzmanların işi. Konu Anıtlar Kurulu'nda değerlendiriliyor" dedi.

Başkan Aydın, ilçede kaybolan tarihi eserler arasında Fatih Camii, hamam ve bazı mabetlerin de bulunduğunu belirterek, "Bu eserlere yönelik yapılacak çalışmalarımız da kurulda görüşülüyor. Ancak kurul, çalışmaların bölgenin imar planları ile birlikte ele alınmasından yana" dedi.

Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 04.10.2008

PEDESA'NIN SAYGISI BİTMEDİ

 

 

Türkiye’nin en gözde turizm merkezlerinden birisi olmasına karşın yoğun çarpık yapılaşma ve aşırı tesisleşme nedeniyle eleştiri konusu olan Bodrum Yarımadası'nda 3 bin yıl önceki Leleg kentleri, doğaya ve insana saygılı bir kentleşmenin anıtları gibi halen ayakta duruyor. Yarımadadaki Leleg kentlerinden Pedesa’da kazı çalışmaları yürüten Muğla Üniversitesi’nden Prof.Dr. Adnan Diler “Leleg kentleri doğayı tahrip etmeden, doğayla barışık bir yapılaşmanın ve kentleşmenin olabileceğinin en güzel kanıtıdır. Mimarların ve özellikle belediyelerin buradan öğrenecekleri çok şeyler var” dedi. 

 

Antik çağların en gizemli halklarından birisi olan Leleglerin, Bodrum Yarımadası'nın yüksek tepelerindeki kent kalıntıları, doğaya saygılı ve uyumlu bir kentleşmenin ve yapılaşmanın olabileceğini kanıtlarcasına yaklaşık 3 bin yıldır varlığını koruyor. Yarımadadaki 6 Leleg kentinden birisi olan Pedesa’da 7 yıl yüzey araştırması yaptıktan sonra 2 yıldır arkeolojik kazı çalışmalarını yürüten Prof.Dr. Adnan Diler, Pedesa’da yapılaşmanın doğal malzemelerle olduğunu kaydetti. 

Kentteki kamusal amaçlı yapıların halkın kolayca ulaşabilmesi ve iletişimin rahatlıkla sağlanabilmesi için daha çok düz alanlara yapıldığını, buna karşın konutların genel olarak yamaçlara inşa edildiğini ve hiçbir evin diğerinin önünü kapatmadığına dikkat çekti. Diler “Pedesa’ya ve bölgedeki diğer Leleg kentlerine baktığımızda yolların araziye saygılı bir şekilde yapıldığını görüyoruz. Yol açmak için bugün yapıldığı gibi arazinin hoyratça yarılmadığına, kazılmadığına tanık oluyoruz. Evleri veya surları yaparken de ana kayayı yontup çıkardıkları taş bloklarla aynı ana kaya üzerine duvar yaptıkları biliyoruz. Yapılan her şey doğaya saygılı bir şekilde doğal malzeme ile insan boyutlarıyla son derece uyumlu olarak yapılmış” dedi. 

Öğrencilerden ve işçilerden oluşan 20 kişilik bir ekiple kazı çalışmalarını yürüten Diler, Ortaca beldesinin 3 kilometre kuzeyindeki Pedesa’nın turizme kazandırılması için çok uygun konumda olduğunu belirterek “Amacımız, burayı Bodrum turizmine kazandırmak. Pedesa’yı, Bodrum’a gelecek turistlerin uğrak yeri haline getirmeyi amaçlıyoruz. Bunun için de antik kent kalıntılarının rahatça gezilebilmesi için gezi yolları yapıyoruz. Kazı çalışmalarımız ilerledikçe Bodrum turizmi önemli bir seçenek daha kazanmış olacak” dedi. 

 

Öte yandan kazı ekibindeki öğrencilerden Haliç Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğrencisi Seçil Uzunçayır bir mimar adayı olarak Pedesa kazılarından evlerin kullanıma yönelik olarak, fonksiyonel biçimde yapılmış olduğunu, hiçbir gereksiz ayrıntıya veya abartmaya kaçılmadığını gördüğünü söyledi. O zaman da evlerin denize karşı yapıldığını gördüklerini anlatan Uzunçayır “Burada evler tümüyle ihtiyaca uygun yapılmış. Neye ihtiyaç duyuluyorsa o kadar yapılmış. Burada ayrıca taş duvarların da tuğla duvarlar gibi atkı sistemiyle işlendiğini belirledik” diye konuştu.

Cumhuriyet Ege, Haber: Olcay Akdeniz, 03.10.2008

Kargamış Kazısı (Wooley ve Lawrence)
...1913





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi