Haberler logo Temmuz '07 Arşivi






22 - 28 Temmuz 2007

SULARIN GİZLEDİĞİ HARİKA ESER





Alibeyköy Barajı'nın kuraklık sebebiyle sularının çekilmesi, Mimar Sinan'ın en önemli eserlerinden biri olan “Mağlova Kemeri”nin tamamen ortaya çıkmasını sağladı.

Mağlova Kemeri'ne ilişkin bilgi veren Sanat Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Semavi Eyice de, Mimar Sinan'ın dünya mimarlık tarihine girebilecek muhteşem bir eser yaptığını dile getirdi.

Eyice, “Dini mimaride Süleymaniye ve Selimiye camileri neyse, sivil mimaride de Mağlova kemeri o derece önemli bir eserdir. Benim nazarımda onu baraj gölü içinde bırakmak Türk sanat tarihi açısından yapılmış en büyük cinayettir” dedi.

Mağlova'nın iki sıra kemer halinde yapıldığını ifade eden Eyice, “Yalnız suyu nakletme görevi olan bir eser değil, estetik bakımdan da harikulade bir şaheser. Avrupalılar tetkik ettiklerinde bunu Roma eseri zannetmişler. İspat edildi ki, bu, Sinan'ın Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul'a daha çok su getirmek üzere yaptığı bir eserdir” diye konuştu.

Kanuni Sultan Süleyman'ın, Mimar Sinan'a, “Öyle bir su getiresin ki, İstanbul'un mahallelerinde çocuklar ve ihtiyarlar testileriyle gelip su doldurabilsinler ve benim devletimin yaşaması için bana dua etsinler” sözleriyle kemerleri yaptırdığını anlatan Semavi Eyice, “Biliyorsunuz, su, İslamiyette en büyük hayrattır. İstanbul'da bini aşkın çeşme yapılmıştır. Dünya tarihinde iki medeniyet vardır ki suya büyük önem vermiştir. Bunlardan biri Romalılar, biri de Osmanlılardır. Biz bunlara bakmadık. Vakıf sularını da tahrip ettik” dedi.

Prof. Dr. Eyice, baraj gölü projesi gündeme geldiğinde Anıtlar Kurulu'nda üye olarak bulunduğunu, kendisinin Mağlova Kemeri'nin bulunduğu bölgede baraj gölünün yapılmasına itiraz eden tek kişi olduğunu bildirdi.

Ancak baraj gölünün yapılması ile buraya su toplamaya başlandığını ifade eden Eyice, “Böyle bir sanat eserinin göl içinde kalmasına Allah da razı olmamış. Arazi de iyi etüt edilmemiş herhalde, su tutmuyordu. Hesaplara göre birinci katı geçecek olan sular, ancak birinci katın altındaki mahmuzlara kadar çıkıyordu. Su kaçıyormuş, tam teşekkül edemiyormuş” diye konuştu.

Eyice, bir barajın gölünün ömürünün 35-40 sene olduğunu öğrendiğini anlatarak, gölün yanındaki araziden kaynaklanan erozyonla baraj gölünün kapanacağına, orada bulunan tarihi eserlerin ise daha da toprağa gömüleceğine dikkat çekti.

Semavi Eyice “Bu barajı olduğu gibi kuru bırakmak en doğrusu. Türk sanatının başta gelen bir eserinin bu şekilde tahrip edilmesi doğru değildir” dedi.

ÇEKÜL Vakfı Mimar Sinan gönüllerinin düzenlediği gezide Mağlova Kemeri'ni görme fırsatı bulan Arkeolog Görkem Kızılkayak da, barajın sularının çekilmesindeki en önemli faydasının eserin tamamını görebilmek olduğunu dile getirdi.

Kızılkaya, suların çekildiği arazideki kemerin, henüz barajın yapılmadığı 16'ıncı yüzyıldaki görüntüsüne sahip olduğunu belirterek, “Tarihi yapıda herhangi bir hasar yok” diye konuştu.

Mağlova Kemeri'nin hala su taşıma görevini sürdürdüğüne dikkat çeken Kızılkayak, İSKİ'nin halen kemerin üzerinden su geçirdiğini söyledi.

Erken Bizans döneminden beri işleyen İstanbul'un su şebekesi, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yenilettirilerek, 20 yüzyıla kadar ilave işlemlerle genişlettirildi. Sinan, Kanuni döneminde bu sistemi muazzam mali olanaklarla ve mimarlar kadrosuyla yeniledi.

İstanbul'a su getiren 3 ana şebekeden biri olan Kırkçeşme suları da, Belgrad ormanları ve Kemerburgaz'dan çeşitli bentlerle desteklenerek Eyüp üzerinden Eğrikapı maksenine getirildi ve İstanbul yarımadasını besledi. Bu sistemin Bent, Uzun, Güzelce, Müderris köyü ve Mağlova kemeri ile baş havuzunu Mimar Sinan yaptı.

Mağlova Kemeri mekandan soyutlanmış yapısal iskeletiyle sadece kemer mimarisinin değil, yapısal kuruluşun yeryüzündeki en iyi örneklerinden kabul ediliyor.

Mimar Sinan tarafından 1554-1562 yılları arasında 35 metre yüksekliği ve 257 metre boyuyla Alibey deresi vadisi üzerinde yapılan Mağlova Kemeri, işlevsel bir yapı alanına Mimar Sinan'ın dehasını nasıl aktardığının somut bir örneğini oluşturuyor.

Çift katlı geniş kemerli orta bölüm sel yaran ve mahmuzların eğimini katlar boyunca sürdüren köşeli ve eğimli çıkıntılarla ayrılarak araya üst üste kemerler atıldı. Yanlarda kemerlerle yamaçlara bağlanan bu muhteşem yapı, Romalıların Fransa'daki Pont Du Gard kemeriyle eş değerde görüldü. 1563'teki büyük sel felaketinde hasar gören kemerin onarımı 1564'te tamamlandı.

İstanbul Kent Haber, 27.07.2007

BİRGİ'DE MÜZE İÇİN İLK ADIM ATILIYOR

 

Birgi Turizm Kültür Sanat ve Spor Derneği, Birgi Müzesi için çalışma başlatıyor. Birgi Belediye Başkanı Cumhur Şener başkanlığında yapılan toplantıda Birgi Müzesi için çalışmaların başlatılmasına karar verildi. Toplantıya, Belediye Başkanı Cumhur Şener ve dernek yöneticilerinin yanı sıra Birgi gönüllüleri de katıldı.

 

Birgi’de yapılan çalışmalar ve dernekli ilgili bilgi veren Birgi Gönüllüsü Gülfer Keskin 2002 yerel seçimlerinin ardından kurulan Birgi Turizm Kültür Sanat ve Spor Derneği’nin Birgi'de kültür adına yararlı işler yapmayı ilke edinmiş bir dernek olduğunu söyledi. Keskin, dün Birgi belediyesinde bir araya gelen dernek yönetimi ve gönüllü üyelerin, Uğur Mumcu Kütüphanesi’nin yeniden aktif hale getirilmesi için çalışma başlattıklarını söyledi. Keskin daha sonra şunları söyledi: “Etnoğrafya müzesi için de kolları sıvayan dernek çalışanları ilk iş olarak Birgi'de günlük yaşama dair, evlerde kullanılmayan objeleri "bağış" yolu ile toplamaya ve bunları kayıtlı hale getirmeye karar verdi. Bu doğrultuda, Belde halkından gönüllüler aracılığı ile bağış kampanyası başlatılıyor.” dedi.

 

Belediye Başkanı Cumhur Şener, vatandaşlardan artık kullanılmayan ve birer nostalji aracı haline gelen saban, tahta kaşık, pulluk, eski dokuma tezgahı, el aletleri gibi yöresel objeleri derneğe bağışlamalarını istedi. Cumhur Şener yaptığı açıklamada "Bu objeler yeterli sayıya   ulaştığında, Birgi Etnoğrafya Müzesi çatısı altında yöre halkımızın ziyaretine açılacak. Kültürümüze sahip çıkmak ve kültürümüzü gelecek nesillere aktarmak için böyle bir müzenin oluşturulmasını çok önemsiyoruz" dedi.

Selçuk Bölge Haberleri, 27.07.2007

AHŞAP EVLER 'MİRAS' KAPSAMINA ALINIYOR

 

 

İstanbul'un '2010 Avrupa Kültür Başkenti' ilan edilmesinin ardından kentteki tarihi yapıların yenilenmesine hız verildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB), Eminönü'nde yeni bir projeyi uygulamaya geçiriyor. Osmanlı döneminde kaptan-ı deryalık yapan ve Meşrutiyet'in ilanında önemli roller üstlenen ünlü denizci Kayserili Ahmet Paşa'nın konağının da bulunduğu sokak, ahşap evleri ile İstanbul'un en önemli tarihi miraslarından biri olarak kabul edilyor. KUDEB binası olarak da hizmet veren konağın içinde bulunduğu Kayserili Ahmet Paşa Sokağı'ndaki tarihi ahşap evler 'İstanbul Kültür Sokağı' projesi kapsamında restore edilerek 'İstanbul Miras Evleri' haline getirilecek.

 

Kayserili Ahmet Paşa Konağı'nda kurulan KUDEB, ilk çalışmasını tarihi binaların restorasyon çalışmalarını yönetecek Türkiye'nin ilk restorasyon laboratuvarını kurarak başlattı. Ardından müdürlüğün de içinde bulunduğu sokaktaki ahşap evlerin bir kısmını hak sahiplerinden devraldı. Ahmet Paşa Sokağı'nı tarihteki aslına uygun olarak restore ettiren KUDEB, tüm restorasyon çalışmalarını sürekli denetleyerek ahşap evlerin aslına uygun olarak yenilenmesini sağlıyor.

'İstanbul Miras Evleri Projesi' hakkında bilgi veren KUDEB Müdürü Mehmet Şimşek Deniz, sokaktaki bir ahşap evin Türkiye'de ilk kez kurulacak olan 'Ahşap Ev Bilgi Bankası' olacağını söyledi. Deniz, amaçlarının tarihi evlerde oturan vatandaşlara restorasyon çalışmalarında ücretsiz danışmanlık hizmeti vermek olduğunu belirtti. Deniz, sokaktaki restorasyon çalışmalarının bitmesiyle birlikte yerli ve yabancı birçok akademisyenin bölgeyi 'Ahşap Enstitüsü' olarak gezmeye gelmelerinin de amaçlandığını sözlerine ekledi.

Yeni Şafak, Haber: Gökhan Yılmaz, 27.07.2007

ANTİK KENTTE KAZILAR BAŞLADI

 

Mustafakemalpaşa'ya bağlı Üçkurnalı Melde Bayırı mevkiinde bulunan Miletepolis Antik Kenti'nde kazı çalışmalarının tekrar başladığı bildirildi.

 

Bursa-Balıkesir arasında yapımı devam eden duble yolun, Üçkurnalı mevkiinde bulunan sit alanı içinden geçmesi nedeniyle geçtiğimiz yıl başlayan çalışmalar, 2005 Kasım ayında hava şartları nedeniyle durdurulmuştu. Geçtiğimiz hafta Kosova rampası ile Üçkurnalı mevkii arası duble yol çalışmalarının başlaması üzerine Miletepolis Antik Kenti'nde kazılar 8 ay sonra yeniden başlatıldı. Önceki gün başlayan kazı çalışmaları, Bursa Müzeler Müdürlüğü yetkilileri nezaretinde 25 kişilik kazı ekibiyle yürütülüyor. Kazı ekibi, çalışmalarını sit alanı içinden geçen duble yol güzergahı boyunca toprağın ana zeminine inene kadar sürdereceklerini açıkladı. Duble yolun Melde Bayırı'ndan geçip geçmemesi ise kazı çalışmaları sonunda Bursa Müzeler Müdürlüğü tarafından vereceği raporla netlik kazanacak.

Yeni Bursa, 27.07.2007

BALİBEY HANI'NDA GERİ SAYIM

 

Restorasyonu tamamlanmak üzere olan Balibey Hanı'nda, Bursa'ya özgü çini, ipek gibi turistik eşyalar satışa sunulacak.

 

 

Hamza Bey'in oğlu Bali Bey tarafından 15. yüzyıl sonunda yaptırılan, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk 3 katlı çarşılarından biri olan Balibey Hanı'nın geçen yıl başlayan restorasyon çalışmalarında son aşamaya gelindi. Türk kültürünün ve kaybolmakta olan sanatların yaşatılacağı hanın son görünümü vatandaşları heyecanlandırıyor.


Büyükşehir Belediyesi Kent Müzesi Müdürü Ahmet Erdönmez, "34 dükkanın bulunduğu hanın zemin katında restoran hizmeti verilecek. 1. ve 2. katlarda ise çini, ipek, havlu, halı, antika, gümüş, kitap, saat, Bursa'ya özgü figürlerden yapılan turistik ve hediyelik eşyaların satışa sunulacağı dükkanlar yer alacak. Hanın 3. katında resim, müzik, seramik ve tespih sanatına yönelik atölyeler kurulacak ve teras katı ise kafeterya olarak hizmet verecek" dedi.

 

Amaçlarının, özellikle Türk kültürünü ve kaybolmakta olan sanatların yeniden hayat bulmasını sağlamak olduğunu belirten Erdönmez, "Geçmişte bizler için çok önemli olan ancak günümüzde yok olmaya yüz tutan ebru, sedefkar, karagöz figürleri, hat sanatı, cam üfleme sanatı, Bursa'ya mahsus hediyelik eşyalar, sabun üzerine Bursa figürlerinin yapımı, İznik çinisi ve daha birçok sanat Balibey Hanı ile yeniden yaşatılacak" şeklinde konuştu.
Restorasyonunun yüzde 90'ı biten han kısa bir süre sonra ziyarete açılacak.

Bursa Hakimiyet, 27.07.2007

GELİN HAMAMI RESTORE EDİLİYOR

 

Kastamonu'da Devrekani’ye bağlı Çayırcık Mahallesi’nde bulunan ve Fatih Sultan Mehmet Han’ın annesi Hüma Hatun’un gelin banyosu yaptığı tarihi hamam restore edilecek.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü dün yaptığı ihaleyle bu tarihi hamamı eski ihtişamlı günlerine geri döndürecek.

 

Çayırcık Hamamı olarak bilinen bu tarihi yapı, Vakıflar Bölge Müdürlüğünün, açtığı ihaleyle ihtişamlı günlerine geri döndürülecek. Moloz taşından harç karılarak yapılan hamam, 9x8 metre büyüklüğünde ve ahşap soyunma kabinlerinden oluşuyor. 2x5 metre giriş alanı olan hamamın içinde, birbiri içinden geçilen 3 ayrı halvet bulunuyor. Bir çok yerli ve yabancı turistin ilgisini çeken Çayırcık Hamamı, yöre halkı tarafından Gelin Hamamı adıyla da anılıyor.

Kastamonu Postası, 27.07.2007

ANTIOCHEIA AD GRAGUM ANTİK KENTİ

Gazipaşa İlçesi'ne bağlı Güney köyü Nohut Yeri mevkisindeki Antiocheia Ad Gragum antik kentinde yer alan tapınakta arkeolojik kazı çalışması başladı.


Kazı Ekibi Başkanı Alanya Müze Müdürü Seher Türkmen yaptığı açıklamada, antik kentte bulunan tapınakta arkeolojik kazı çalışmalarının 10 Ağustosa kadar devam edeceğini bildirdi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü`nün izniyle yürütülen çalışmalara ABD`deki Nebraska Üniversitesi`nden Prof. Dr. Michael Hoff ve Yrd. Doç. Ece Erdoğmuş, Clark Üniversitesi`nden Prof. Dr. Rhys Townsend, 4 öğrenci ve 4 işçiyle müze görevlilerinin katıldığını ifade eden Türkmen, tapınağın mimari malzemelerinin topraktan çıkarılıp, vinç yardımıyla 30 metre mesafedeki boş alana konulduğunu ve tek tek numaralandırıldığını ifade etti. Seher Türkmen, tapınağın yüzeyde görülen mimari elemanların çizimlerinin yapılacağını ve bu sayede tapınağın orijinal halinin ortaya çıkarılmasına çalışılacağını kaydetti.


Gazipaşa Kaymakamı İsmail Gültekin de, antik kentte uzun yıllardır yüzey çalışmaları yapıldığını bu çalışmaların sonucunda arkeolojik kazılara karar verildiğini söyledi. Gültekin, şu bilgileri verdi:
``Çalışmalarda görüyoruz ki, Güney köyü Gazipaşa`da tarihsel zenginliğin bulunduğu en güzel yerlerden birisi...Gazipaşa, tarihi dokunun en yoğun görülebileceği bölgelerden birisi. Yol kenarında, denize sıfır konumda alana kurulmuş bu yer, havari mezarları, kral koyu, tapınağı ve kral yolu ile bu yöredeki en zengin antik kentlerden biridir. Antik kentteki tapınağın orijinaline uygun bir şekilde yeniden oluşturulmasına başlandı. Bu çalışmayla, adeta lego oynar gibi tapınak yeniden ayağa kaldırılacak. Önce binanın mevcut durumu tespit edilecek. Çıkarılan taşlar tek tek çizilecek. Eksik parçalar tespit edilecek ve bina orijinal şeklini alacak. Ayağa kaldırılacak tapınak bölgenin turizme açılmasına yardımcı olacak ve bölge ekonomisine olumlu katkı sağlayacak.``

Kemer Gözcü, 26.07.2007

KELES'TE TÜRBE RESTORASYONU

 

Keles Belediyesi, Osmanlı Devleti'nin banisi Osman Gazi'nin kardeşi Sarıbatun'un (Savcı Bey) eşi Avna Hatun'un (Ana Sultan) türbesini yıkarak yeniden yapıyor. Her yıl binlerce kişinin ziyaret ettiği türbenin virane halinde olduğunu belirten belediye, proje hazırlatarak binaları yıktı ve yeniden yapmak için temelleri attı. Temel atma töreninde konuşan Keles Belediye Başkenı Mustafa Bektaş, "Burayı tarihimize yakışacak şekilde yapacağız.

Türbenin yanına mescit ve çocuk parkı ile mesire yerleri de yapılacak. Geçen yıl Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe buraya gelmiş ve temsili tören atmıştı. Şimdi iş gerçeğe dönüştü. Keles'te bulunan bu tür yerlerin korunması ve yeniden imar edilmesi lazım. Tarihimize önem veriyoruz" dedi.

Yeni Bursa, 26.07.2007

ÇİNE'DE 6 BİN YIL ÖNCE ZENGİN BİR YAŞAM OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI

 

Kazı çalışmaları devam eden Çine Karakollar Köyü’nde bulunan Tepecik Höyüğü’nnde bugüne kadar elde edilen bulgular bölgenin günümüzden 6 bin yıl önce insanların yaşadığı modern, zengin ve gelişmiş bir yerleşim yeri olduğunu ortaya koydu. Bulgular, Tepeciğin hem Batı Anadolu ile hem de Ege Dünyasıyla ticari ilişkilerinin çok yoğun olduğu sonucunu da verdi.


Tepecik Höyüğü kazı çalışmalarının bu yıl dördüncüsü, Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Sevinç Günel başkanlığında devam ediyor. Kültür Bakanlığı Arkeologu Nurgül Özden’in Günel’in yardımcılığını yaptığı kazıda, Bakanlık Temsilcisi olarak Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Karomu Bölge Kurulu Sanat Tarihçisi Erkan Tunç görev alıyor. Kazı, Hacettepe Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğrencilerinin içinde bulunduğu uzman bir ekip tarafından sürdürülüyor.


Bugüne kadar Tepecik Höyüğü ile ilgili bilimsel ve detaylı bir açıklama yapmaktan kaçınarak, daha henüz erken olduğunu savunan Kazı Başkanı Profesör Günel, 4. yılında Tepecik Höyüğü’nde elde edilen sonuçlar ve kazı çalışmaları hakkında detaylıca bilgiler verdi.
 

Bu yılki kazı çalışmalarının Temmuz başlarında başladığını ve Ağustos ayı ortalarına kadar süreceğini söyleyen Kazı Başkanı Prof. Dr. Sevinç Günel, “Geçen sene yapılan kamulaştırma işleminden sonra, kazı çalışmamız sırasında aynı zamanda Höyüğü çevreleyen sınırlarını telle, beton direklerle çevirdik. Çünkü çevresi tamamen ekili olduğu için sınırlarımızın netleşmesi ve höyükteki araziye taşmamasını da engellemekti amacımız. Aynı zamanda koruma altın almaktı. Bu sene geldiğimizde kaçak kazı gibi herhangi bir problemle karşılaşmadık. Bu seneki çalışma programımız yine ikinci bin savunma sisteminde çevrili yerleşim tabakalarını, kültür tabakalarını açığa çıkartmak” dedi.
 

Höyükte bugüne kadar yapılan kazı çalışmalarında elde edilen bulgular ve bu bulgular ışığında ortaya çıkan sonuçları hakkında geniş bilgiler sunan Günel, “2006 yılı kazılarında özellikle güney kazı alanımızda yoğunlaşmıştık. Bu senede bu kazı alanında genişleyerek devam ediyoruz. Geçen seneki ve daha önceki senelerde elde ettiğimiz bulgular milattan önce ikinci bin ve daha erken döneme uzanan kültür tarihine ait kalıntılardı. Bu kalıntılara ait önemli neticelerimiz var. Buluntularımız var. Tepeciğin bulunduğu coğrafi konum klasik dönemlerde Karya Bölgesi olarak tanımlanıyor. Bizim çalışmalarımızda şuana kadar en geç dönem Karya Geometrik dönem olarak tanımlanan kültürün buluntularını verdi. Yani en üst tabaka Tepecik’te milattan önce birinci bine ait, günümüzden üç bin yıl öncesinin buluntuları olan Karya Geometrik döneme tarihlendirilmekte. Ancak kazı çalışmaları Karya Geometrik dönemden daha erkene uzanan bir türün milattan önce altı binlere kadar indiğini gösteriyor. İkinci bin olarak tanımladığımız Tunç Çağları yerleşim birimleri ve buluntuları bize Batı Anadolu Bölgesiyle çok sıkı ilişkileri olan, aynı zamanda Ege Dünyasıyla da bağlantıları gösteren bir buluntu gurubunu verdi. Bu çok önemlidir. Çünkü Tepeciğin bulunduğu coğrafi konum Menderes’in önemli güney kollarından yol güzergahı üzerinde. Dolayısıyla hem güneyde Burdur Göller Bölgesine uzanan aynı zamanda Menderes aracılığıyla da batıda ege sahil şeridine uzanan bir bağlantıyı kuruyor. Konum açısından da hem Ege hem de Batı Anadolu kendi içinde kültürel yapısını çok iyi temsil ediyor. Bunu şimdiye kadar yaptığımız kazı çalışmalarımızda tespit ettik. Bu çok güzel bir netice” diye konuştu.
 

Gnüel şöyle devam etti, “Tunç çağları öncesine uzanan Kalkolitik Çağ dediğimiz dönem ise ne yazık ki mimari açıdan çok zayıf kalıntıları veriyor. Bunun da nedeni daha üst tabakaların alttaki tabakaları tahrip etmiş olması. Bu nedenle mimari açıdan çok zayıf ama buluntuları özellikle kap kacak işlenmiş tunik aletler, o dönemde kullanılan taş aletler. Batı Anadolu Kültürünü ve Ege’de de geç neolitik dönemi temsil ediyor. Özellikle Samos Adası Kalkolitik Dönem Kültürü, yine ege adalarında Fitnat adalarıyla çok paralel diyebileceğimiz bir buluntu gurubunu verdi.


Öte yandan Tepecik’te Kalkolitik Çağ’a (MÖ 6500-6000 yılları) ait dönemlerde gelişmiş bir yontma taş endüstrisi söz konusu o yontma taş endüstrisine ait aletlerin çeşitliliği, zenginliği burada gelişmiş bir alet teknolojisinin varlığını ortaya koydu. Bu aletlerle ilgili çalışmalar Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde playstoryada iki uzman meslektaşımız tarafından çalışılıyor. Aynı zaman da bu taş aletlerin analizleriyle de ilgili Kanada’da Yontma Taş Edüstrisi Alet Teknolojisi Uzmanı Dr. Tristan Carter tarafından çalışmalar yapılacak. Carter, önümüzdeki sene hem Aydın Müzesi’nde hem de kendi buluntularımızla çalışacak. Ancak ilk gördüğü zaman neticeleri, Tepecik’te mevcut kullanılan opsidyen aletlerin %90’ı Ege Adalarından Fitlat ve Melos’tan ithal edildiğidir. Geri kalanın ise büyük bir olasılıkla Orta Anadolu’dan temin edildiği yolundadır. Buda bize Tepeciğin bulunduğu coğrafi konumda hem batıda ege adalarıyla ticari ilişkilerinin varlığını ortaya koyuyor. Hem de Orta Anadolu’dan da opsidyel ticaretin olduğunu gösteriyor. Buda tabii ki bölge açısından da önemli bir netice. Önümüzdeki senelerde daha netlik kazanacak. Çünkü analiz çalışmaları sonucunda daha kesin konuşabileceğiz. Batı Anadolu’da, diğer bölgelerde de Ege’de Melos opsidyeninin (Melos adası opsidyen açısından zengin kaynaklara sahip bir ada.) Tepeciğe’de o bölgeden opsidyenin getirildiği ve işlendiği anlaşılıyor”
 

Bu yılki çalışmaları ve önümüzdeki yıllarda yapılacak çalışmalar hakkındaki hedeflerini anlatan Günel, Bu seneki çalışmalarında hem daha önceki senelerde tespit ettikleri savunma sistemini güney yönünde uzantısını açığa çıkarmak ve bu yöndeki uzantısını tespit etmek. Aynı zamanda yerleşimle ilgili daha önceki senelerde tespit edilen Bronz Çağı ve daha erken dönemlerin kültür katlarını açığa çıkararak geniş bir alanda çalışmayı hedeflediklerini söyledi. Höyüğün tam anlamıyla gün yüzüne çıkmasıyla ilgili bir şey söylemenin çok erken olduğunu ifade eden Prof. Dr. Günel, “Tepeciğin iyice gün yüzüne çıkması seneler alacak. Çünkü Tepecik belki ilk senelerde tahminimizden daha büyük, geniş bir alana yayılıyor. Biz höyüğün özellikle Güney ve Batı kesimlerinin alüvyon tabakasıyla örtüldüğünü düşünüyoruz. Yaptığımız ilk gözlemler. Alüvyon tabakasıyla örtülünce höyüğün çok az bir kısmı görünüyor. Esas kültür tabakalarının kaç metreye indiğini bilemiyoruz ama alüvyon tabakasının altında da kilitli kaldığını tahmin ediyoruz. Bunlar tabi bizim ileriki senelerde yapacağımız kazı çalışmalarıyla daha netlik kazanacaktır. Yayvan ve geniş bir konumda yer alıyor bu höyük. Şu ana kadar 4 kültür tabakası tespit ettik. Bunlardan en üstteki kültür tabakası Karya Geometrik Dönem, onun altındaki tabaka ikinci binin ikinci yarısı Geç Tunç Çağı, daha erken Orta Tunç Çağı, üçüncü bin Erken Tunç Çağı ve ondan sonra Kalkolitik Çağ, şuana kadar ki buluntularımız ışığında bu dört tabakayı belirledik. Bundan sonra da bu tabakalarla ilgili daha detaylı çalışmalar yapacağız” şeklinde konuştu.

Günel, Tepeciğin Antik dönemlere ait tarihi kalıntılardan farklı bir yerleşim olduğunu söyleyerek, “Bu bölge Antik dönemlerle, klasik çağları yani milattan sonrası Helenistlik, Roma Dönemleri ve Bizans dönemleriyle çok iyi bilinen bir bölge, şuanda bizim bulunduğumuz Tepecik yerleşmesi tarih öncesi dönemler milattan önce ikinci bin, üçüncü bin, dört ve beşinci bin olmak üzere yani pilistorik çağlara uzanıyor. Buda ne demek oluyor. Bu bölgede o dönemlerde belli bir kültür var. İnsanlar yaşamış. Anladığımız kadarıyla müzeye şuana kadar teslim ettiğimiz buluntular burada böyle çok basit bir köy yerleşimi olmadığını gelişmiş bir yerleşimden söz edebileceğimizi gösteriyor. Özellikle ikinci bininin ikinci yarısı dediğimiz Geç Tunç Çağı sonuna ait kaplar arasında kıta Yunanistan’dan ithal kap parçaları var. Buda bize şunu gösteriyor. Çok basit bir yerleşim olsa o bölgeden ne opsidyen gelir nede kap ithal edilir. Gelişmiş bir yerleşimden söz edebiliriz. Günümüzden en erken 6 bin yıl öncesine ait kalıntılar var. Kalkolitik döneme ait. Daha öncesi de olabilir fakat alüvyon tabakasının altını görmeden bir şey diyemiyoruz”
 

Günel, Tepecik Höyüğü’nün Batı Anadolu Arkeolojisinde erken dönemlere ait kültürel gelişimin kültür tarihine ışık tutacak katkı sağlayan bir merkez olması açısından bilimsel öneminin çok büyük olduğuna işaret etti ve bölgede çok az sayıda örneği olduğuna de dikkat çekerek, “Batı Anadolu’da Kuzey’den Güney’e inersek Troya var. İzmir Bölgesinde Menemen’de Panastepe, Limantepe var. Daha güneye Menderes’e indiğimizde Tepecik var. Sayıca çok az. Ama öte yandan Helenistlik, Roma gibi antik dönemlerden Milet, Bergama, Pilevne, Efes, Trallies, Alabanda, Alinda, Labranda var. Tarih öncesi dönemlere ait kültürel yapısı çok az sayıda. Tepecik Menderes bölgesinde bu açıdan katkı sağlıyor. Bu yıl 4. yılımız ve geride bıraktığımız üç yıllık kazılarımızda Uluslararası Kazı Çalışmaları Sempozyumu’nda biz Tepeciği tanıttık. Çok büyük bir ilgi gördü. Artık yayınlara da atıf olarak da geçecektir. Şuanda bilimsel açıdan çok önemli ama ileride daha geniş alanda çalışıp mimariyi daha iyi detaylı ortaya çıkarırsak turizm açısından da reklamımızı ve tanıtımımızı yapacağız” diye konuştu.

Aydın Hedef, 26.07.2007

11 BİN YILLIK TUVALET GÜN IŞIĞINDA

 

Anadolu'nun ilk tuvalet taşı ve kanalizasyon şebekesi, Erzincan'da bulundu.

 

Erzincan'ın Üzümlü İlçesi'nde sürdürülen arkeolojik çalışmalarda, Anadolu'nun tarihi açısından önemli bir bulguya rastlandı. İlk kez tespit edilen ve Urartu içerisinde önemli bir buluntu olan tuvalet, tuvalet taşı, lavabo birleşimi bu kanalda toplanıyor.

 

11.000 yıl önce yapıldığı belirlenen şebeke sistemi, Anadolu'nun ilk tuvaleti ve kanalizasyonu olma özelliği taşıyor.

 

Kazılarda ortaya çıkarılan, Bizans Kilisesi'nin taban mozaikleri de korunma altına alınmaya çalışılıyor.

Trt/Haber, 26.07.2007

OSMANLI HANEDANLIĞI JAPONYA'YA TAŞINIYOR

 

Osmanlı döneminin paha biçilmez eserleri, “Topkapı Sarayı’nın Hazineleri-Muhteşem Osmanlı Hanedanlığı Sergisi” adıyla Japonya’da Tokyo Metropolitan Sanat Müzesi’nde 1 Ağustosta görücüye çıkıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türkiye’nin tarihi mirasını yurt dışında daha çok tanıtmak amacıyla açacağı serginin organizasyon komitesinin fahri başkanlığını Japon tarafı adına Prens Takahito Mikasa, Türk tarafı adına ise Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç yapacak.

Topkapı Sarayı Müzesi’nden 111, Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nden 29 adet olmak üzere toplam 140 tarihi eserin izlenime sunulacağı sergide, kahve ibriği, çorba tası, sini, kase gibi mutfak kapları, hamam tası, leğen, güğüm gibi banyo malzemeleri ve zümrüt küpe, gerdanlık, halhal, kutu gibi süs eşyalarıyla Osmanlı hanedanının yaşantısı anlatılacak.

Serginin önemli eserleri arasında ise Hürrem Sultan Vakfiyesi, Sultan I. Mahmud’a ait Tuğralı Mülkname, Sultan IV. Mehmed’in Tuğralı Fermanı ve Sultan III. Selim’in Tuğralı Temliknamesi yer alacak. 24 Eylüle kadar Japonların ilgisine sunulacak olan sergi, ayrıca 6 Ekim-2 Aralık tarihleri arasında Kyoto Müzesi’nde, 11 Aralık 2007-11 Şubat 2008 tarihleri arasında da Nagoya Şehir Müzesi’nde görücüye çıkacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı bu yıl, yurt dışında büyük çaplı 4 sergi açarak tanıtım atağı yaptı. Hollanda, Almanya, İtalya ve Kore’de açılan sergilerde İstanbul’daki müzelerdenseçilen ve Saray hayatından kesitler sunan 227 eserin yanı sıra Türkiye’nin çeşitli müzelerinde teşhir edilen yüzlerce arkeolojik eser sergilendi.
Türkiye Gazetesi, 26.07.2007

TARİHİ CAMİLERE RESTORASYON

Pertevniyal Valide Sultan, Süleymaniye ve Fatih Camileri, I. Mahmud Kütüphanesi, Erzurum Rüstempaşa Bedesteni ve Ankara Valiliği'nin restorasyon işleri ihaleye çıkarıldı.

 

İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Fatih İlçesi Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Camii'nin restorasyonu ihalesini 14 Ağustos'ta, Süleymaniye Camii'nin restorasyonu ihalesini de 15 Ağustos'ta yapacak. Fatih Camii ve I. Mahmud Kütüphanesi'nin restorasyonu ihalesi de 14 Ağustos'ta yapılacak. Rüstempaşa Bedesteni'nin restorasyonu ihalesi 15 Ağustos'ta gerçekleştirilecek. Toplu Konut İdaresi ise Ankara Valiliği'nin restorasyonu ihalesini 16 Ağustos'ta yapacak.

Turizm Habercisi, 26.07.2007

OSMANLI DÖNEMİ'NİN MISIR'I

 

İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) ve Mısır Kültür Yüksek Şurası tarafından, kurumlararası iş birliği çerçevesinde 26-30 Kasım 2007’de Mısır’ın başkenti Kahire’de “Osmanlı Döneminde Mısır” konulu milletlerarası bir kongre düzenlenecek. Kongrede, Osmanlı devrinde Mısır bütün cepheleriyle ele alınacak. Bu kapsamda bölgedeki gelişim ve değişimler entelektüel, ilmi, edebi, sanatsal ve kültürel zeminleriyle birlikte mütalaa edilecek, Mısır’ın bulunduğu coğrafyadaki münasebetleri, İslam Kültür ve Medeniyetinin Osmanlı dönemi Mısırı’nda geçirdiği aşama ve temayüller irdelenecek. Kongrede tebliğler, Arapça, Türkçe ve İngilizce olarak sunulacak. Kongre kapsamında müze ziyaretleri, sergiler ve Kahire kültür turu düzenlenecek.

Türkiye Gazetesi, 26.07.2007

UNESCO İSTANBUL SURLARINI YENİBAŞTAN RESTORE EDECEK

 

Restorasyonu 2 yıl önce doğru yapılmadığı gerekçesiyle durdurulan İstanbul'un tarihi surları, UNESCO'nun da desteğiyle yeniden onarılacak.

 

Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı, Türkiye'nin Kapadokya, Pamukkale ve Adıyaman'ın da aralarında bulunduğu 9 yeriyle Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer aldığını söyledi. Taşbaşı, İstanbul'un da Sultanahmet Meydanı, Fener Balat, Süleymaniye Zeyrek ve surları, yani tarihi yarımadası ile UNESCO'nun Dünya Miras Listesi'nde olduğuna atıf yaparak, 2004 yılında mirasına yeterince sahip çıkmadığı için İstanbul'un bir alt bölüm olan tehlikeli alana düşürüleceği yolunda uyarı alındığını kaydetti. “Surlar, UNESCO işbirliğiyle temizlenip restore edilecek” diyen Taşbaşı, bu kapsamda “Surları kendi başınıza yapmayın. Gerekirse biz size destek verelim. Size uzmanlar gönderelim. Çok da acele etmeyin. Geçmişte acele ettiniz yanlış restorasyonlar yaptınız. Şimdi onları temizleyemiyorsunuz. Aceleye getirmeden belli bir plan yapalım ve bu plan içinde surları uzun vadede yavaş yavaş restore edelim. Bunun için gerekirse yabancı kaynaklardan, fonlardan size kredi bulalım” denildiğini bildirdi.

Yeni Şafak, 26.07.2007

TARİH YOK MU EDİLİYOR?

 

Konya'da Karatay Belediyesi'nin Dedemoğlu Mahallesi'nde başlattığı AKSİTE Konut Yapı Kooperatifi'nin inşaat alanında tarihi mezarlık ve Selçuklular dönemine ait olduğu tahmin edilen gizli geçit olduğu iddia ediliyor.

 

İnşaat çalışmalarının başlamasının ardından gazetemizi arayan vatandaşlar, "Önce bir kazı başladı. Sonra mezar taşları olduğu gerekçesiyle temel kazısı başka alana kaydırıldı" dediler.

Vatandaşlar, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Kültür Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu yetkilileri tarafından görevlendirilecek uzman ekiplerin AKSİTE Yapı Kooperatifi'nin temel kazısının yapıldığı alanda araştırma ve inceleme yapması çağrısında bulunurken, araştırma sonucunda mezarlık ve gizli geçitlerin olup olmadığı konusunda da kamuoyuna açıklama yapılmasını beklediklerini ifade ettiler.

Merhaba Gazetesi, 26.07.2007

HAYDARPAŞA NUMUNE'DE BİR GARİP TADİLAT

 

Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde başhekimliğinin de bulunduğu tarihi binadaki kafeteryanın açılmasını Haydarpaşa Numune Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Özertürk istedi. Prof. Özertürk, hastanenin dördüncü kafeteryası için Sağlık İl Müdürlüğü’ne başvurdu. Talebi değerlendiren müdürlük, hastaneler panosuna işletmecilerin başvurması için ilanını astı.

7 günün sonunda sadece Maltepe adresli "Vural Otomotiv Turizm Gıda Sanayi ve Ticaret Şirketi" kafeterya işletmeye aday oldu. Sağlık İl Müdürlüğü, konuyu Milli Emlak Müdürlüğü’ne taşıdı. Şirketle, hastanenin 10 metrekarelik bir odasını kullanmaları için anlaşma yapıldı. Ancak kafeterya 10 metrekareye sığmadı. Karşısındaki laboratuvar çalışanlarının dinlenme odası olan 45 metrekarelik alanı da kullanmaya başladı. Tarihi binada Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan izin alınmadan tadilat yapıldı. Klinik ve acil servis koridorlarında kafeteryanın seyyar satış araçları dolaşmaya, fiş kesmeden satış yapmaya başladı. Bu arada kliniklerin mutfaklarında elektrik veya tüp gazla çay ve kahve pişirilmesi yasaklandı. Başhekim Prof. Özertürk, 18 Haziran’da klinik şeflerine gönderdiği talimatta, doktorlar ve personelin günün belli saatlerinde çay ocağından yararlanmalarını istedi. Yazıda, "Tüm personelin aşağıda belirtilen saatlerde çay, kahve ve meşrubat ihtiyaçlarını açılan bu çay ocağından karşılaması..." ifadesi yer aldı. Hastane çalışanları, "Tuvaletler dahil tüm prizler çay, kahve pişirilmesin diye söküldü" dediler.

Hürriyet, Haber: Mesude Erşan, 26.07.2007

TÜRBE HÖYÜK'TE KAZI ÇALIŞMALARI BAŞLIYOR

 

Siirt'te Botan Çayı kenarındaki Türbe Höyük'te 2007 yılı kazıları başlıyor.

 

Kazı çalışmalarına başkanlık eden Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Haluk Sağlamtimur, "Bu bölgemizle ilgili çok az bilgiye sahibiz. Bu açıdan Türbe Höyük'te yaptığımız kazılar büyük önem taşıyor. Beş yıldan beri büyük bir başarıyla yürütmekte olduğumuz bu kazılarda bölgenin bilinen tarihini değiştirecek nitelikte bulgulara rastladık. Kazı çalışmaları işçilerle birlikte yaklaşık 75 kişilik bir ekip tarafından yürütülecektir. Büyük bir aksilik olmazsa Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan Türbe Höyük'teki kazılarımızı tamamlayacağız." dedi.

 

Siirt için yeni projeleri olduğunu belirten Sağlamtimur, "İlimizde yeni bir kazı çalışmasına başlıyoruz. Başur dinlenme parkının arkasında bulunan ve çapı yaklaşık 200 metre olan bölgenin büyük höyüklerinden biri olan Başur Höyük'te de çalışmalara başlayacağız." şeklinde konuştu.

Zaman, Fotoğraflar: Ege Üniversitesi, 26.07.2007



550 YILLIK MEZARLARA BÜYÜK SAYGISIZLIK

 

Muğla'nın Şeyh Mahallesi Saatli Kule Caddesi’nde bulunan ve yaklaşık 550 yıl önce yaptırılan Şeyh Camii avlusu içindeki 12 mezar kaderine terk edildi. İçlerinde 110 yıllık mezarların yer aldığı mekanda, Osmanlıca yazılar dikkat çekiyor. Mezarın ünlü Rum ustası Mihail tarafından yapıldığını gösteren ‘Mihail Usta’ ibareli bir de imza bulunuyor. Mezarların üzerine yoldan atılan çöpler ve içki şişeleri tarihi mekanda içler acısı bir manzara sergiliyor. Mezarlarla ilgili araştırmalar yapan Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Namık Çevik, “İnsanların mezarlara saygılı olmaları gerekiyor. Bu mezarların bakımlarının yapılarak yol kenarında bulunan duvarın kaldırılması gerekmektedir. Yoldan geçenler mezarların içine çöp atıyorlar. Eğer mezarların bulunduğu alanın önündeki duvarı kaldırarak mezarları açarsak çirkin görüntüler ortadan kalkacaktır” diye konuştu.

Akşam Ege, Haber: Kazım Tokuç, 26.07.2007

ODUNPAZARI EVLERİNİN RESTORASYONUNDA SONA YAKLAŞILIYOR

 

Eskişehir Odunpazarı Belediyesi tarafından 2005 yılında tarihi Odunpazarı evlerinin restore edilmesi amacıyla başlatılan ve yılda 250 bin turist, 5 bin kişilik istihdam ve 50 milyon YTL'lik ekonomik girdi sağlaması öngörülen projede sona yaklaşılıyor.

Restorasyon çalışmalarının yakın zamanda tamamlanacağını belirten Odunpazarı Belediye Başkanı Burhan Sakallı, bu projenin, alanında Safranbolu ve Beypazarı’ndan daha büyük bir marka olmaya aday olduğunu söyledi.


Odunpazarı bölgesine ve tarihi evlere sahip çıkmak, bölgeyi gün yüzüne çıkartmak ve sahip olunan tarihi zenginliği değerlendirmek amacıyla Odunpazarı Belediyesi tarafından 2005 yılında Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi hayata geçirildi. Proje kapsamında önce Paşa Mahallesi Beyler Sokak'ta 27 ev, Odunpazarı bölgesindeki muhtelif yerlerde de 23 ev olmak üzere toplam 50 evin cephe sağlıklaştırılması tamamlandı. Projenin 2. etabında ise Koca Müftü, Arif Bey ve Işıklar sokaklarında toplam 37 evi, Dede Mahallesi Külliye çevresinde de 13 evi kapsayan tadilat çalışmaları sürüyor. Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi'nin bir parçası olan tarihi Atlıhan Çarşısı yeniden inşa edildi ve buradaki 23 işyeri ile atölyeler faaliyete geçti.

 

Projenin yakın zamanda tamamlanacağını ifade eden Sakallı, “Yakın bir zamanda bu çalışmalarımız meyvesini verecek ve Odunpazarı, çarşıları, hanları, alışveriş merkezleri, kır kahveleri, restoranları, kültür merkezleri, butik otelleri, ışıltılı sokakları ve Türkiye'nin en iyi korunmuş tarihi ve mimari dokusuyla yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline gelecek. Bu proje tam anlamıyla Eskişehir için altın bir fırsat” diye konuştu.


Burhan Sakallı, bu proje tamamlandığında kente yılda 250 bin turistin  geleceğini, 5 bin kişilik istihdam sağlayacağını ve 50 milyon YTL'lik  ekonomik girdi elde edileceğini sözlerine ekledi.

Turizm Gazetesi, 26.07.2007

KÜTÜPHANE NİHAYET ONARILIYOR

 

Bursa İl Halk Kütüphanesi'ne bağlı olarak 1986 yılından beri İnebey Medresesi'nde hizmet veren Tarihi Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi'nin restorasyon ihalesinde sona yaklaşıldığı bildirildi.


Türk - İslam medeniyetinin değerli yazma ve eski basma eserlerini bünyesinde bulunduran tarihi bina restore edilmeyi bekliyor. Bursalı vatandaşlara 15 yıldır bibliyografik danışmanlık hizmeti veren Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi, bu alanda Türkiye'nin sayılı kütüphaneleri arasında. Binanın restorasyonu hakkında bilgi veren Kültür ve Turizm İl Müdürü Ahmet Gedik, restorasyon ihalesinde sona yaklaşıldığını belirterek, "Tarihi kütüphanenin yenilenmesi için çalışmalar devam etmektedir. Daha önce gerçekleştirilen restorasyon, röleve ve restitüsyon projelerinden sonra, yakın zamanda restorasyon ihalesi yapılacak. Eski eserlerin onarım ve resyorasyon çalışmaları çok titizlik gerektirdiğinden, ihaleyi alacak firmaların alanında uzman olmasına dikkat ediyoruz" dedi.


Yaklaşık 26 bin yazma ve eski basma eserin bulunduğu tarihi kütüphaneye 2008 yılında yazma eserlerin tamirinin yapılması için bir bölüm ilave edileceği öğrenildi.

Yeni Bursa, 26.07.2007

TARİHİ KALINTILAR GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Amasya Kalesi civarında sürdürülen çalışmalar titizlikle devam ederken İl Kültür Turizm Müdürü Ahmet Kaya ve Amasya Müze Müdürü Celal Özdemir de bu çalışmaları yakından takip ediyor. Yetkililer kazı çalışmalarının 2007 yılında süreceğini ve bu kazılarla birlikte daha bir çok tarihi kalıntının gün yüzüne çıkarılacağını söylediler. Kültür Turizm İl Müdürü Ahmet Kaya kazı çalışmaları sırasında yaptı açıklamasında şunları söyledi: "Amasya Valiliği'nin desteği ile Amasya Kültür Turizm İl Müdürlüğü olarak Amasya Kalesi'nde 2007 kazılarına başladık ve bu aşamaya kadar getirdik, Amasya'da bu yıl 4 tane büyük kazımız var, bunların 3 tanesi kalede, 1 tanesi de Doğantepe Köyü'nde olacak. Bu kazıların ilki bitme aşamasına geldi, kalede yapılacak olan kazılar daha sonra giriş kısmında olacak." Daha sonra kazılar ile ilgili olarak açıklamalar yapan Amasya Müze Müdürü Celal Özdemir ise tarihi bölgelerde kazı çalışmalarının devam edeceğini söyledi ve şöyle devam etti: "Amasya Müze Müdürlüğü Başkanlığında 2007 yılı kazılarına Sayın Valimizin ekonomik desteği ile 3 Temmuz'da başlamış bulunuyoruz. Müze Müdürlüğü Başkanlığında yapılan kazılarda 2006 yılında bayrak direğinin kazısı olarak başlanan çalışmaları bu yıl 2007 yılında bayrak direğinin hemen yanında 2 açma ile sürdürdük. Burada üstüste olduğu görülen çeşitli duvarlar var, bu duvarların her biri ayrı bir dönemi yansıtmakta. Son dönem Amasya Kalesi 19.yüzyılda yani 1800’lü yılların sonunda tamamen tek edilmiş, harabe haline gelmiş yani artık kale işlevini yitirdiği için buradaki mevcut binalar üst örtüsüyle birlikte kendiliğinden çekilerek arazi görünümünü almış. Bizim burada yapmış olduğumuz açmalarda özellikle erken Osmanlı dönemine ait çeşitli mimari katlar ortaya çıktı. Burada askerlerin yaşamını sürdürdüğü, yiyip içtikleri, askeri malzemelerini depoladıkları çeşitli mekanlar ortaya çıkarttık. Bu dönemde de taharlar, yani ekmeklerini pişirdikleri pişmiş topraktan yapılan tandırlar ele geçirdik, en üst tabakada olduğu için kaldırdık daha sonra daha erken 14 ve 15. yüzyıla ait mekanları mevcut haliyle bıraktık. Özellikle 2007 kazı sezonu için ve Amasya için çok önemli olan 2 sarraç ele geçirdik, bunlardan bir tanesi yaklaşık 7-8 metre çapında çok büyük küp şeklinde ana kayaya oyulmuş taşın içerisine 60 santim kalınlığında, yan duvarları bulunan ve içerisi son derece güzel sıvalı bir mekan ele geçirdik bu bize göre yaklaşık 100-150 ton civarında su alabilecek çok büyük bir sarraç"

Amasya Gazetesi, 26.07.2007

ANADOLU'NUN EN BÜYÜK ARKEOLOJİ MÜZESİ GELİYOR

 

Orta Anadolu’nun en büyük Arkeoloji Müzesi, Sivas’ta kuruluyor. Müzenin açılmasıyla Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi’nin deposunda bulunan 5 bin 730 sikke, 2 bin 357 arkeolojik eser, gün yüzüne çıkacak. Sivas Valiliği, başlattığı çalışmayla Endüstri Meslek Lisesinin bahçesindeki 1902 yılında yapılan tarihi binayı arkeoloji müzesine dönüştürdü. Tarihi binadaki onarım çalışmaları kısa bir süre önce tamamlandı. Müzede sergilenecek eserler için gerekli donanım çalışmalarının tamamlanmasının ardından tarihi 7 bin yılı aşan, çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapan Sivas, üçüncü müzesine kavuşmuş olacak. Böylece Atatürk Etnografya ve Kongre Müzesi ile Şarkışla’daki Aşık Veysel Müzesi’nin yanı sıra Orta Anadolu’nun en büyük arkeoloji müzesi de Sivas’ta kurulacak. 5 bin 965 metrekare alan üzerine kurulacak müzenin 2008 yılında açılması planlanıyor.

Türkiye Gazetesi, 25.07.2007

SELÇUK'TA TARİHİ ESER OPERASYONU YAPILDI

 

İzmir'in Selçuk İlçesi'nde düzenlenen operasyonda, tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddiasıyla 4 kişi gözaltına alındı.

 

Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren polis ekipleri, tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları iddiasıyla Basmane semtinde M.M.B, S.G.B, G.K. ve Ç.Ö.'yü yakaladı. Zanlıların üzerinde yapılan aramada, Hellenistik döneme ait 9 bronz sikke, bronz tıp aleti, bronz mızrak ucu ve metal konik obje ele geçirildi. G.K. ve Ç.Ö'nün tarihi sikke ve objeleri Selçuk'tan buldukları, M.M.B. ve S.G.B'nin ise alıcı olarak bu kişilerle temas kurdukları anlaşıldı. M.M.B'nin 4, S.G.B'nin 1, G.K.'nin de 2 adet benzeri suçtan kaydının bulunduğu belirtildi. Zanlılar, sorgulamalarının ardından nöbetçi mahkemeye sevk edildi.
Selçuk Bölge Haberleri, 25.07.2007

KALINTILARDAN ÇIKAN SARAY

 

Sultanahmet'te bulunan bir halı dükkanının alt kısımları şu günlerde Magnaura Sarayı'nın kalıntılarının keşfiyle çok meşgul günler yaşıyor. Aslına bakarsanız Bizans İmparatorluğu'nun o ünlü Büyük Saray kompleksini oluşturan üç saraydan biri olan Magnaura Sarayı'nın kalıntıları on yıl önce bulunmuş ancak o yıllarda çok ses getirememiş. Dükkanın sahibi Mehmet Başdoğan, yıllar önce otopark olan alanı halı vitrini yapmak için temizlerken küçük bir delikten duvarın diğer tarafında bir şeyler olduğunu görüp Arkeoloji Müzesi'ne başvurmuş, Anıdar Kurulu'ndan izin almış ve uzmanlar eşliğinde kazmaya başlamışlar. İlk seferde 650'den fazla damperli kamyon dolusu taş toprak çıkartmışlar. Devlet ise bu çalışmalara hiçbir şekilde destek vermediği gibi özel mülkiyete ait bir alanın müzeleş-tirilemeyeceğini söyleyerek Mehmet Başdo-ğan'ı geri çevirmiş. Bir yerde yöneticilere de hak vermek gerekiyor. Neresini kazsan bir kalıntıyla karşılaşabileceğin Sultanahmet'te bulunan Magnaura Sarayı kalıntılarının bu yüzden çok önemi yok onlar için.

Aynı şekilde köylünün su sıkıntısını sona erdirmek için yapılması planlanan barajları da yüzlerce yıllık dünya mirasının tam da üzerine denk düşüren yöneticilerden daha fazlasını beklemek bizim hatamız olur. Halı dükkanının sahibi Mehmet Başdoğan onu İstanbul'a bağlayan tek şeyin bu saray olduğunu söyleyerek, restorasyonunu bitirdikten sonra sanat galerisi olarak kullanılmasını, daha önce yaptığı gibi tiyatro oyunlarına sahne yapmak istiyor. Ayrıca kalıntılar, geçtiğimiz günlerde Amerika'da bir kanaldaki belgesel filme konu olmuş. Bu yüzden son günlerde alanın Amerikalı ziyaretçisi çok fazla ancak müze haline gelebilecek kalıntılarla ilgilenmekten uzak kalan yöneticileri, daha önce yaptıkları ve halen yapmaya devam ettikleri bu büyük gaflarına rağmen seçmekten çekinmeyen Türkiyeli insanlar ise bu durumdan bihaber.

Geçenlerde çıkan "Türkiye'de Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey" (İnkılap Yayınevi, Akdoğan Özkan) adlı kitap her ne kadar Hıristiyanlığı Kabul eden ilk Roma İmparatoru Büyük Konstantin'in MÖ 4. yüzyılda yaşadığı gibi küçük (!) hataları içerse de Magnaura Sarayı'nın bu kalıntılarından bahsediyor. Bu yüzden kalıntılara en azından bir yerlerde rastlayabilmek sevindirici.

Kalınırları ziyarete gittiğinizde tuğla duvarlarla karşılaşacaksınız. Işıklandırmanın gayet hoş olduğu mekanda rutubet olduğu için havalandırma sistemi de kurulmuş, tek sorun yerlerdeki kontraplakların çürümüş olması. Bastığınız yere çok dikkat etmeniz gerekiyor. Çünkü alan her an çökme tehlikesi yaşıyor. Kiminin dehliz dediği, kiminin zindan dediği bu yapının aslında sadece Magnaura Sarayı'nın bir bölümü olduğu düşünülüyor. Günümüzde eski hipodromun taban seviyesi altı metre kadar yükselmişken, saraydan geriye kalan odaların da yerin sekiz metre kadar aşağısında bulunması da oldukça doğal aslında...

Birgün, Haber: Elif Demirdiken, 25.07.2007

150 YILLIK SAAT KORUMA ALTINDA

 

Yozgat Çapanoğlu Camii'nde bulunan ve 150 yıldır çalışan tarihi saat hırsızlardan korumak amacıyla Yozgat Müzesi'ne kaldırıldı.

 
Fransız yapımı olan ve 150 çalışan saat hakkında bilgi veren Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hakkı Acun, saat üzerinde bulunan motiflerin diğer saatler üzerinde bulan motiflerden çok farklı olduğunu belirterek, "Saatin ikinci bir özelliğinin ise 150 yıldır çalış vaziyette bulunmasıdır" dedi.

 

Yozgat Müze Müdür Vekili Mehmet Ayar, camilerde bulunan ve taşınması kolay olan eserleri müzede toplamaya çalıştıklarını belirterek, "Vakıflar Bölge Müdürlüğü ile yapılan görüşmeler sonrasında Çapanoğlu Büyük Cami'de bulunan tarihi saati hırsızlık olaylarına karışı müzemizde koruma altına aldık. Diğer eserleri de toplamaya çalışıyoruz" dedi.

Yozgat Kent Haber, 25.07.2007

TARİHİN AYAK İZLERİ

 

Ayakkabı, tarihin ilk devirlerinden günümüze kadar insanoğlunun zorunlu ihtiyaçları arasında yer almış, zamanla zarafetin, zenginliğin, haşmetin ve gücün simgesi olarak, Sinderella masallarına bile konu olmuştur. İlk ayakkabıyı kimin ne zaman giydiği kesin olarak bilinmiyor fakat bilinen ilk el yapımı ayakkabı türü sandaletlerdir. Bu konuda en eski kalıntıya İtalya’da rastlandı. 16 yıl önce İtalyan Alplerinde bulunan sandaletin 5 bin 300 yıl önce kullanıldığı tahmin ediliyor.


Tarihte rastlanılan bütün sandaletlerin hemen hemen hepsinin yapım tekniği kayış ve şeritlerle tutturulmuş bükülmez bir taban şeklinde. MÖ 3 bin 500 yıllarında Eski Mısırlılar, kuma basarak ayaklarının kalıplarını çıkartıyor, bunlara ham deriden papirüsler bağlayıp, sandalet yapıyorlardı. Çizme gibi eşyaların gelişmesiyle bin yıl unutulan sandaletler, 1920’lerde gün yüzüne çıktı.

Anadolu’da ise ayakkabı kültürü Türklerin yerleşmesi ile farklı bir boyut kazanmış ve çeşitlenerek gelişmiş. Türk ayakkabıcılığı ile ilgili elde edilen en eski bilgi 1074’te Kaşgarlı Mahmut’un kaleme aldığı Divan-ı Lügat-it Türk’te yer alıyor. Bu kitap ile Kutadgu Bilig ve Dede Korkut kitaplarında da “edik” olarak ayakkabı anlamı veren sözcükler bulunuyor. “Edik” sözcüğü Anadolu’da hala varlığını sürdürmektedir.


Ünlü gezginimiz Evliya Çelebi de ‘Seyahatname’sinde ayakkabı kültürümüze yer veriyor. Çelebi, ayakkabıcıları toplu olarak “pupuççiyan” diye anlatıyor ve Mahmutpaşa’da bulunan Mercan yokuşundaki terlikçilerden söz ediyor. Eminönü Mercan yokuşunda bekarhanelerin bulunduğunu, buralarda kalanların ayakkabıcılık yaptığını anlatan Evliya Çelebi “Süleyman Han’ın Yeniçerilere sinirlendiğinde “sizi papuçcu bekarlarına kırdırırım” dediğini anlatıyor. Rivayete göre zamanında burada 200 dükkan, 400 nefer bulunuyordu. Mercan’daki bu terlikçiler 1940’ların başlarında çok iyi iş yapıyordu. Onların yaptığı terlikler uzun bir sırığa bağlı olarak hevenk hevenk satış mağazalarının gişelerine asılıyordu.

Türk kültüründe seçilecek ayakkabının rengi yaşa, göreve ve sosyal düzeye göre değişirdi. Yeniçeri ocağında yayalar sarı çizme, bölük başları kırmızı çizme, küçük zabitler ise siyah çizme giyerdi. Hani bizde şu “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” sözü vardır. İşte bu söz buradan gelir. II. Bayazid döneminde ayakkabı ve çizmelerde kırmızı, gülnari, ergüvani, limoni gibi renkler kullanılırdı.

Halk arasında da renklerin her zaman sembolik anlamları olmuş. Özellikle kadın ayakkabılarında da bu renkler önem kazanmış. Eğer Anadolu kadınları bekarsa sarı, evliyse kırmızı, dulsa yeşil çarık ya da ayakkabı giyerdi. Günümüzde de renklerine eskisi gibi bir anlam yüklenmese de Türk yapımı ayakkabılar yurt içinde ve dışında mağaza vitrinlerini süslüyor.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 25.07.2007

TARİHİ ÇEŞMELER RESTORE EDİLİYOR





Bodrum'un turistik beldelerinden Turgutreis'te, tarih heyecanı yaşanıyor. Kadıkalesi mevkiinde 1600 yıllarında Turgutreis'e gelen kaptanların su ihtiyacını karşılamak için Süleyman Kaptan tarafından yapıldığı tahmin edilen tarihi çeşmeler restore edilerek turizme kazandırılıyor.


Turgutreis Kadıkalesi Yolu üzerinde bulunan tarihi çeşmelerin deniz kumundan yapıldığı, ancak zamanla tuzlu suyun orijinal yapıya zarar verdiği belirtiliyor. Büyük bir titizlikle yürütülen restore çalışmalarıyla birlikte orijinal yapının yeniden gün ışığına çıkarılması amaçlanıyor. Genç stajyerler ve kale yetkilileri yapı üzerindeki sıvayı temizleyerek orijinal yapıyı ortaya çıkarıyor.


Turgutreis Belediyesi'nin destekleriyle Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi tarafından yapılan restore çalışmalarında, İstanbul'dan gelen 3 stajyer öğrenci ile Bodrum Kalesi'nde çalışan arkeolog görev alıyor. Kale Müdürü Yaşar Yıldız'ın incelemelerde bulunduğu tarihi çeşmeler üzerindeki Osmanlı Türkçesi yazıların bugünkü Türkçe ile İngilizceye çevrilip çeşmenin yanına asılacağı belirtildi. Böylece yöreye gelen yabancı turistlerin bilgilendirilmesi sağlanacak.


Turgutreis Kadıkalesi mevkiindeki tarihi çeşmeleri kısa sürede turizme kazandıracaklarını belirten Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız, "Tarihi çeşmenin bulunduğu bölgede restore çalışmaları sürüyor. Turgutreis Belediyesi bize destek oluyor. Arkeologlarımız çalışmalarını sürdürüyor" dedi.


Beldenin Aspat mevkiinde tarihi hamam bulunduğunu belirten Turgutreis Belediye Başkanı Ali Server Yazgan, "Kadıkalesi'ndeki tarihi çeşmeler, restore çalışmalarının ardından beldemizde simge olacak. Beldemizdeki tarihi yapıları koruma altına almak ve turizme kazandırmak için çalışmaları sürdürüyoruz. Belediye olarak her desteği sağlıyoruz. Amacımız beldemize gelen misafirlere tarihimizi tanıtmak. Tatile gelen yabancı turistler ise sadece deniz, plaj ve güneş için değil tarihimizi görmek için Turgutreis'e gelecekler" dedi.

Muğla Kent Haber, 25.07.2007

TÜNEL TADİLAT NEDENİYLE HİZMETE KAPATILDI

 

Tarihi Beyoğlu-Karaköy Tüneli, restorasyon çalışması nedeniyle geçici olarak işletmeye kapatılacak.


İETT İşletmeleri Genel Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamada, Beyoğlu-Karaköy Tüneli'nin, 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Müdürlüğü'nün gözetiminde devam eden restorasyon çalışmaları nedeniyle, geçici bir süre işletmeye kapatılacağı belirtildi.

Hürriyet, 25.07.2007

TRALLEIS'DE ROMA DÖNEMİ'NE AİT BİR MEZAR ORTAYA ÇIKARILDI

 

 

Tralleis Antik Kenti geç dönem Nekropolis alanında yapılan kazılarda, içerisinde 5 iskelet ve çeşitli tarihi eserlerin bulunduğu Roma dönemine ait bir mezar ortaya çıkarıldı.


Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdullah Yaylalı'nın başkanlığını yürüttüğü Tralleis Antik Kenti kazılarında, Doç. Dr. Aslı Saraçoğlu yönetimindeki kazı ekibi Roma dönemine ait bir mezar buldu.


Mezarda yapılan çalışmalar neticesinde,beş iskelet ve mezar hediyesi olarak konulan kandiller, unguentariumlar (koku kabı), terrakotta figürleri (küçük heykelcik) ve urneler (cesetlerin konulduğu büyük kap) ortaya çıkarıldı.


Doç. Dr. Aslı Saraçoğlu, yaptığı açıklamada, mezarın kemerli girişe sahip iki odalı bir yapı ve odalarda üzerinde cenazelerin konulduğu 5 adet yatak olduğunu söyledi. Mezarın ve mezarda bulunan hediyelerin büyük bir bölümünün korunmuş olduğunu belirten Doç. Dr. Saraçoğlu, iskeletler üzerinde yapılacak antropolojik araştırmalar sonucunda, iskeletlerle ilgili daha ayrıntılı bilgiye sahip olacaklarını söyledi.


Mezarda yapılacak çalışmaların tamamlanmasının ardından mezarın antik çağda soyulup soyulmadığı konusunda bilgi sahibi olacaklarını ifade eden Doç. Dr. Saraçoğlu, ''Tüm bu buluntular, Tralleis'in Nekropol alanı olduğunu kanıtlamaktadır. İleride yapacağımız araştırmalarda Tralleis'teki ölü gömme gelenekleri, mezar biçimleri ve buluntular hakkında daha geniş bilgiye ulaşacağız'' diye konuştu.

Aydın Hedef, 25.07.2007

AHTAPOTUN AYAĞINA ANTİK HAZİNE DOLANDI

 

Güney Koreli arkeologlar, bir ahtapot sayesinde 12. yüzyıla ait 2 bin parça çanak çömleğe kavuştu. Ahtapotun antik bir tabağa yapışık olduğunu fark eden arkeologlar, eşyalarla dolu batık gemiyi Seul'ün güneybatısındaki Taean'ın açıklarında dipte çamura saplanmış halde buldu.

 

Denizcilik Müzesi yetkilileri, 7.7 metrelik geminin içinde, 12. yüzyıla ait 2 bin parçadan fazla tabak, kase ve çömlek bulunduğunu söyledi. Müze başkanı Seong Nack-Jun, "Eşyaların, 916'dan 1392'ye kadar yarımadaya hükmeden Koryo Hanedanı'na ait olduğunu tahmin ediyoruz" dedi.

Radikal, Fotoğraf: AFP, 25.07.2007

PAMUKKALE GÖREVDEN ETTİ





Birçok vali ve bürokratı zor durumda bırakan Pamukkale, bu kez Koruma Kurulu Başkanı Necati Uyar'ı görevinden etti. Uyar, Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Başkanı Kültür tarafından görevinden alındı.

 

2'si YÖK, 5'i Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından atanarak 7 üyeden oluşturulan Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, geçtiğimiz hafta beklemediği bir gelişme yaşadı. Kurul Başkanı Necati Uyar bakanlıktan gelen bir faksla görevden alındı. Uyar, Denizli’de 27-28-29 Haziran günleri yapılan son kurul toplantısının görevden alınma gerekçesini oluşturduğunu söyledi. Toplantının gündem maddeleri arasında Pamukkale'de yapılması planlanan değişiklikler olduğunu belirten Uyar, kurulun bu değişiklikleri kabul etmediğini, yeniden görüşülmek üzere ayrıntılı proje istediğini açıkladı. Daha öncede Vilayet binasının yıkılma talebini reddettiklerini söyleyen Uyar, ”Vali beyle ilişkilerimizin gerilmesi bu kararla başladı. Yıkılmaması konusunda mahkeme kararı olan bir binanın yıkımını onay vermemiz mümkün değildi.  Bu ve buna benzer korumacı kararlarımız nedeniyle Vali beyle karşı karşıya geldik. Son toplantımızda Pamukkale'de yapılması istenen değişiklikler gündemimize geldi. Bunları kabul etmedik, bir sonraki toplantıda görüşülmek üzere ayrıntılı projelerini binlik ve 5 binlik planları istedik. Ancak o toplantıda Vali Bey'in her şeyi reddediyorlar. Bu kurulla çalışmak istemiyorum” şeklindeki sözleri bize aktarıldı. Bunun üzerine ben de “ Başka ilde valilik yapsın” dedim. Görevden alınma gerekçem bu son toplantı olmalı” dedi.

Mimarlar Odası Başkanı Süleyman Boz, Uyar'ın görevden alınması üzerine yaptığı açıklamada, gelişmelerden kaygı duyduklarını açıkladı. Boz, “Aldığımız bilgilere göre koruma ilkeleri bir kenara bırakılarak, Pamukkale'ye bilerek ya da bilmeyerek zarar verildiğine dair kuşkularımız var. Mimarlar Odası olarak Pamukkale'de koruma ilkelerinden ayrılmadan dünya mirasına yakışacak çalışmaların yapılmasını istiyoruz. Pamukkale’de istikamette yanlışlıklar yapılmasıyla karşı karşıyayız. Pamukkale siyaset ve nüfuzun dışında değerlendirilmelidir. Bu tür yaklaşımlar Pamukkale'ye zarar verir. Geçmiş dönem valilikleri buna örnektir” dedi.

Horoz Gazetesi, 25.07.2007

URARTU TARİHİNE IŞIK TUTULUYOR





Van'da Urartu tarihine ışık tutmak için 1991 yılında başlatılan çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Van Gölü ve çevresinde MÖ 1. bin yılın başında önemli bir devlet kuran ve günümüze kadar buradaki uygarlıkları etkilemiş bir kavim olan Urartuların tarihi araştırılıyor. İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Oktay Belli başkanlığında 16 yıl önce Dereüstü köyünde bulunan Yukarı Anzaf Kalesi'nde başlatılan çalışmalar, 9 öğrenci ve 30 işçi ile bu yıl da devam ediyor. Urartuların en eski kalelerinden biri olan, 2 bin 800 yıllık tarihe sahip Yukarı Anzaf Kalesi'nde başlatılan çalışmalar ile bu uygarlığın bilinmeyen yönlerinin gün yüzüne çıkarılması hedefleniyor. Urartu Kralı İşpuini'nin oğlu Menua tarafından yaptırılan ve yaklaşık 60 bin metrekarelik alan üzerine inşa edilen kalede sürdürülen çalışmalarla Urartu tarihinin, mimarisinin, dininin ve sanatının aydınlatılmasına büyük katkılar sağlandığı belirtildi.


Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaklaşık 40 yıldır araştırmalarını sürdüren Prof. Dr. Oktay Belli'nin kazı başkanlığı yaptığı çalışmada bulunan birçok eser ile Urartu tarihinin bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkarıldığı belirtildi. Bölgedeki en eski uygarlığın Urartular olduğunu belirten Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi Eski Çağ Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Selim Pullu, uygarlığın köklü bir tarihe sahip olduğunu vurgulayarak, "Urartu uygarlığının bilinmeyen tarihine ışık tutmak için 1991 yılından beri kazılarımız kesintisiz devam etmektedir. Urartular çok köklü bir tarihe sahiptir. Özellikle Doğu Anadolu'ya ilk yazıyı ve modern tarımı Urartular getirmiştir. Maalesef son 10 yıla kadar en az araştırılan uygarlık Urartular'dır. Bu bakımdan İstanbul Üniversitesi 1967 yılında Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi'ni kurmuştur. Bu merkez ile birlikte son yıllarda araştırmalar da artmıştır. Biz de bunun bir parçası durumundayız" dedi.

Van Kent Haber, 24.07.2007

PERA MÜZESİ'NDE 3 YENİ SERGİ

 

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, Ağustos ayında üç yeni sergiye ev sahipliği yapacak. Müzeden yapılan açıklamada, "Naif Sanatta Bir Efsane: Pirosmani", "20. Yüzyıl Ustalarından Baskı Desen ve Suluboyalar, Monsenyer Otto Mauer Koleksiyonu'ndan Bir Seçme" ve "İşleyen Mekan" isimli sergilerin, 1 Ağustos Çarşamba günü İstanbul'un sanat ve iş çevrelerinin katılımıyla düzenlenecek açılış davetinden sonra 2 Ağustos Perşembe gününden itibaren sanatseverlerce gezilebileceği bildirildi.

 

"Naif Sanatta Bir Efsane: Pirosmani" sergisinin, yaşadığı dönemde yakın çevresi dışında pek tanınmayan, ancak ölümünden sonra özellikle Batı sanat çevrelerinde efsane olan Gürcü köylü ressam Pirosmani'nin eserlerinden oluştuğu ve Türkiye'de ilk kez Pera Müzesi'nde sergilenecek.

 

"20. Yüzyıl Ustalarından Baskı Desen ve Suluboyalar, Monsenyer Otto Mauer Koleksiyonu'ndan Bir Seçme" sergisinde de 1945 yılından sonra Avusturya'da önde gelen sanat koruyucusu ve destekçileri arasında yer alan katolik rahip Monsenyör Otto Mauer'in, içinde Picasso, Chagall, Klimt, Schiele, Giocometti gibi çok ünlü isimlerin eserlerinin yer aldığı koleksiyondan seçme 35 eserin müzenin sergi katlarında görülebilecek.

 

Üçüncü bir sergi ile genç sanata destek vererek Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi öğrencilerinin işlerine ev sahipliği yapan müzede "İşleyen Mekan" sergisi ile öğrencilerin 2006-2007 akademik yılı projeleri sergilenecek.Sergiler, 7 Ekim 2007 tarihine kadar gezilebilecek.

Trt/Haber, 24.07.2007

YILLARDIR DUVARDA DURAN TABLO 5 MİLYON STERLİNLİK TITIAN ÇIKTI

 

İskoçyalı Silvia Bryars, kocası ölünce satmak istediği evinin duvarında 33 yıldır asılı olan sakallı adam portresini elden çıkarmak isteyince büyük bir sürprizle karşılaştı.

Bryars’ın 500 sterlin değerinde sandığı tablo, kıyasıya geçen bir müzayede sonunda 205 bin sterline (yaklaşık 525 bin YTL) alıcı buldu. Ancak tablonun Tiziano’nun bir eseri ve gerçek değerinin 5 milyon sterlin olduğunu öğrenmesi, 67 yaşındaki Bryars’da tam bir şok yarattı. Evi 1974’te şimdi merhum olan bir albaydan alan Bryars, tablonun ev satın alındığında önceki sahibine ait bazı resimlerin yanında asılı olduğunu söylüyor.

 

Tiziano Vecelli, yani Titian, Rönesans'ın en büyük sanatçılarından sayılıyor.

Hürriyet, 24.07.2007

ZEYTİN BAHÇESİNDEN 1800 YILLIK MEZAR ÇIKTI

 

Balıkesir'in Erdek ilçesi yakınlarındaki Kyzikos Antik Kenti'nde sürdürülen kazı çalışmaları sırasında bir zeytin bahçesinde Roma dönemine ait 1800 yıllık lahit mezar bulundu. Mezarda aynı aileden 6 kişinin kafatasları bulundu.


Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Nurettin Koçhan'ın başkanlığındaki ekip tarafından Kyzikos Antik Kenti'nde yürütülen kazı çalışmaları sırasında lahit aile mezarı ortaya çıkartıldı. Jandarmanın lahit mezarın bulunduğu zeytin ağaçlarının arasındaki bölgede daha önce kaçak kazı yapıldığını belirtmesi üzerine kazılarını bu bölgede yoğunlaştıran kazı ekibi, bir günlük çalışmanın ardından 60 santim derinlikte lahit mezara rastladı. Lahit mezarın tonlarca ağırlıktaki kapağının iş makinası vasıtasıyla kaldırılmasının ardından açılan mezarın içinde aynı aileden kişilere ait 6 kafatası ve o dönemde mezarların içine yerleştirilen ölü eşyaları bulundu.


Bulunan lahit mezarın bölgede bugüne kadar kaçak kazı yapanlar tarafından soyulmamış ve orijinal haliyle duran ilk mezar olduğuna dikkat çeken Kazı Başkanı Nurettin Koçhan, mezarın 2. yüzyıl Roma dönemine ait olduğunu söyledi. Lahit mezarın bulunmasının bölgedeki arkeolojik çalışmalar açısından çok önemli olduğunu belirten Koçhan, "Biz 6 Temmuz'da bu bölgede kazılarımıza başladık. Jandarma ekipleri bize bölgede kaçak kazı yapılacağı ihbarı aldıklarını ve daha öncede zeytin ağaçlarının arasında kaçak kazıcıları yakaladıklarını ilettiler. Bunun üzerine kazılarımızı bu bölgede yoğunlaştırdık. Lahit mezarın olduğu alanda geçen yılda kazı yapmak istemiştik, ancak kaçak kazıcılar biz yaklaşmayalım diye daha önce oraya domuz ölüsü attıkları için kazamamıştık. Burada yaptığımız kazıda toprağın yaklaşık 60 santim altında bir lahit mezar kapağına rastladık. Erdek Belediyesi ve kaymakamlıktan mezar kapağının kaldırılması için bize iş makinası gönderildi. Mezarın kapağını açınca içinden bir aileye ait mezar çıktı. Şu ana kadar mezarda 6 tane kafatası ile seramik ve cam ölü hediyeleri çıktı. O dönemdeki inanışa göre ölen kişilerin mezarına kullandıkları ve sevdikleri eşyalar da konuluyordu. Şu anda kafataslarını çıkardık, toprağın daha alt kısmında başka eşyalarda olabilir. Onları da çıkartacağız. Bu mezarın özelliği bölgede bugüne kadar soyulmamış, talan edilmemiş, orijinal haliyle bulunan ilk lahit mezar olması. Biz daha önceki kazılarımızda 3-4 adet daha lahit mezar bulmuştuk, ancak defineciler kafataslarını bile almışlardı, tamamen boştu. Buradan çıkan kafatasları bölgeye gelecek antropologlar tarafından incelenerek, kesin olarak hangi döneme ait olduğu, ölüm nedenleri, yaşları ve cinsiyetleri tespit edilecek" şeklinde konuştu.

Haber Ekspres, 24.07.2007

SULTAN SARNICI HİZMETE AÇILDI

 

MS 123 yıllarında Roma İmparatoru Hadrianus tarafından yaptırılan ve Constantinius tarafından geliştirilen Su Sarnıcı, restore edilerek İstanbul'un kültür hayatına sunuldu.

Fatih Çarşamba'da bulunan Sultan Sarnıcı, uzun yıllar harebe halinde restorasyon yapılmayı bekliyordu. Sarnıç, Turizm Organizasyon ve Prodüksiyon A. Ş. tarafından 7 yıl süren bir restorasyonun ardından Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in de katıldığı bir kokteyl ile hizmete açıldı.


Açılış töreninde konuşan Sarnıç Turizm'in sahibi Sarper Kumbaracı, köhne halde ele adıkları Sultan Sarnıcı'nı İstanbul'un kültür yaşamına sunduklarını ve mekanın birçok davet ve konferans için uygun hale getirildiğini söyledi.

Açılışta kısa bir konuşma yapan Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de tarihi mekanların kültür yaşamındaki önemine değinerek Sarnıç Turizm'in tarihi değerlere sahip çıkma adına büyük bir fayda sağladığını ifade etti. Demir, belediye olarak, Unkapanı'ndan bulunan Zeyrek Sarnıcı'nın ve Pantokrator Sarnıcı'nın da restorasyonunun devam ettiğini ve bu türden mekanların yeniden halka açılacağını açıkladı.

Yeni Şafak, 24.07.2007

TABLOYU ÖPTÜ, BAŞI BELAYA GİRDİ

 

Fransa'da bir kadın, Amerikalı ünlü ressam Cy Twombly'nin bir tablosunu öptüğü için tutuklandı. 2 milyon dolarlık tablodaki beyaz bölgeye kırmızı rujunu bulaştırdığı tespit edilen kadın, sanat eserine zarar vermekten yargılanacak.

Avignon'daki Çağdaş Sanat Müzesi’nde 30 Eylül’e kadar sergilenecek olan Twombly eserlerinden ismi açıklanmayan bir tabloyu öpen Sam Rindy adlı kadın, 16 Ağustos’ta yargı önüne çıkarılmak üzere tutuklandı. Kendisi de bir sanatçı olan Rindy, “Ressam o boşluğu benim için bırakmıştı. Tabloyu tamamlamak için öptüm. O kırmızı dudak izi, sanatın gücünü simgeliyor” diyerek kendisini savundu.

3 metreye 2 metre boyutlarındaki tablonun Twombly’nin soyut eserlerinden biri olduğu açıklandı. 1928 doğumlu Amerikalı sanatçı, resim ile çizim tekniklerini buluşturması ve tekrar eden hatlarıyla tanınıyor. İtalya’da yaşayan Twombly, 2001 yılındaki Venedik Bienali’nde Altın Aslan’a layık görülmüştü.

Hürriyet, 24.07.2007

ADIYAMAN'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI OPERASYONU

 

Adıyaman İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince kaçakçılıkla mücadele konusunda yapılan istihbari çalışmalar sonucu, çalıntı olan çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

 

Edinilen bilgiye göre, Adıyaman- Besni- Pınarbaşı köyünde ikamet eden V.A isimli şahsın tarihi eser kaçakçılığı yaptığı haberini alan jandarma ekipleri, yapılan operasyon sonucu şahıs ile birlikte,19 adet Bizans, Roma ve İslami döneme ait bronz sikke, 3 adet ortaçağ ve Osmanlı dönemine ait gümüş sikke, 3 adet Roma dönemine ait bilezik parçası, 7 adet kalyen parçası, 1 adet ağırşak, 2 adet ok ucu ile 30 adet muhtelif eski eser ele geçirdi. Ele geçirilen eserler, Adıyaman Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Adıyaman Haber, 24.07.2007

ROMA CADDESİ ORTAYA ÇIKIYOR

 

Ankara Valiliği, tarihi Roma Caddesi’nin ortaya çıkarılması için Ulus’taki Valilik binasının bahçesinde arkeolojik sondaj kazısı başlattı.

Ankara Valisi Kemal Önal, tarihi "Roma Caddesi"nin ortaya çıkarılması projesinin kendilerini heyecanlandırdığını belirterek, "Kazının, eski Valilik binası restorasyonuyla eş zamanlı gitmesi ve ikisinin birden hizmete açılmasını istiyoruz" dedi.

Kazı başlangıcına Ankara Valisi Önal, Vali Yardımcısı Selahattin Ekremoğlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü Doğan Acar, Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Hikmet Denizli ve kazı çalışmalarında görev alan diğer yetkililer katıldı.

Önal, burada yaptığı konuşmada, çalışmayı "diğer yerlerde sorun olabileceğinden" sadece valilik bahçesiyle sınırlı tuttuklarını, kazı sonucu ortaya çıkacak yolun üstünün camla kapatılacağını ve ziyaretçilerin izlenimine sunulacağını kaydetti. Önal, eski Valilik binasının restorasyonu için de 16 Ağustos’ta ihale yapacaklarını ifade ederek, "Ankara’nın en eski binalarından bir tanesi. Cumhuriyetimizin kuruluşuna tanıklık etmiş, Atatürk’ün Ankara’ya gelişinde ilk çalıştığı mekan olan, ilk Bakanlar Kurulu’nun toplandığı bina olan eski Valilik binası da onarımda. Bu kazının amaçladığımız sonucunu, bina restorasyonuyla eş zamanlı gitmesi ve ikisinin birden hizmete açılmasını, planlamasını istiyorum. Çalışmaları ona göre bitirsinler arkadaşlarımız" dedi.

Önal, teknik ekip ve fiilen çalışanlardan da "kuyumcu terazisi hassasiyetiyle çalışmalarını" ve işi süratle bitirmelerini istedi.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Hikmet Denizli de sondaj çalışmasının ödenek çerçevesinde bir ay süreceğini, daha sonra yine ödenekler çerçevesinde "kurtarma kazısı" yapacaklarını söyledi.

Yolun Hükümet binasının arka tarafında devam ederek Augustus Tapınağı’na uzandığını ifade eden Denizli, "Burada çok yoğun Roma dönemi yerleşmesi var. Kapsamlı ve örnek bir arkeolojik çalışma yapacağız" dedi.

Ankara Üniversitesi’nden Başkent Meslek Yüksekokulu Restorasyon Konservasyon Programı’ndan Kimyager-Arkeoketrist Uzman Ali Akın Akyol ise kazıya "dünya ölçeğinde bir örnek proje olarak yaklaştıklarını", birinci aşamayı geçen yıl dört ayda bitirdiklerini söyledi.

Yüzey altındaki buluntuları jeofizik yöntemle, "hiç kazmadan, tahribatsız" tespit ettiklerini anlatan Akyol, "Aşağıda şu anda ne olduğunu biliyoruz. Şimdi ikinci aşamada kazıya geçtik. Yaz periyodu süresince de sondaj kazısı olarak başlayan bu kazı, daha sonra da büyük bir kazıya, yani kendi çapını çok aşan bir mesaja da dönüşecek. Açığa çıkanlar onarılacak ve sergiye açılacak" dedi. Akyol, Doç. Dr. Musa Kadıoğlu, Doç. Dr. Kutalmış Görkay ve Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden görevliler olmak üzere kazıda, büyük bir ekibin çalışacağını kaydetti.

Vali Önal, ilk kazıyı yaparak çalışmaları başlattı. Arkeolojik sondaj kazısı çalışması sonucunda, eski valilik binasının altındaki antik Roma Caddesi ve kenarında yer aldığı tahmin edilen antik dükkanlar ortaya çıkarılacak. Roma caddesi, 1995-1996 yıllarında yapılan Ulus şehir kazısında ortaya çıkarılmıştı. Roma Caddesi, eski valilik binasının altından Augustus Tapınağı’na bağlanıyor. Roma Hamamı’nda çalışmalarına devam edilen Sütunlu Cadde’nin devamı da buraya kadar uzanıyor.

Hürriyet Ankara, 24.07.2007

AYASOFYA MÜZESİ AP'DE TARTIŞILDI

 

Ayasofya, içi ve dışında güvercin gübreleri kirliliğe neden olunca Avrupa Parlamentosu (AP) gündemine geldi.


AP'nin demokratlar grubuna üye Yannis Gklavakis bir süre önce AB Komisyonu tarafından yanıtlanması istemiyle AP Başkanlığı'na verdiği yazılı soru önergesinde "Son yıllarda Ayasofya'nın hem içinde hem de dışında büyük miktarlarda güvercin bulunduğu gözlenmiştir. Güvercinlerin varlığı anıta zarar vermektedir. Türkiye bir AB üyesi olmasa bile Komisyon, kültürel faaliyetleri çerçevesinde, teknik ve mali yardım temin edebilir mi?"


AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn ise önergeye verdiği yanıtta, AB'nin Türkiye'ye yönlendirdiği katılım öncesi fonların, Türkiye'nin AB mevzuatını kabul etmesi ve yerine getirmesine yardımcı olmayı hedeflediğini bildirdi. Fonların "İnşaat ve tefriş çalışmaları için" öngörülmediğini kaydeden Rehn, "Ancak yetkililer, fonlardan, kültürel mirasın önemi konusunda bilinci yükseltmeyi hedefleyen etkinlikler için pay ayırabilirler" dedi.
Milliyet, 23.07.2007

HİTİT PRENS MEZARLARI 'CANLANDIRILACAK'





Alacahöyük'te Hititlere ait prens ve prenses mezarlarının yerine orijinal ölçülerinde, üzeri cam fanusla kaplı mezarlar yapılacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan onaylı projede mezarlara, yapay iskeletler ile mezardan çıkan Hitit güneş kursları, altın ve gümüş eşyaların kopyası konulacak.

Alacahöyük Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu, Alacahöyük'te Hititler'den kalma 13 tane prens ve prenses mezarı bulunduğunu hatırlatarak, mezarlarda Hitit uygarlığı ve sanatını gösteren Hitit güneş kursları dahil zengin hazine bulunduğunu anımsattı.

İçindeki eserler Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilendiği için mezarların 'sadece dört duvar şeklinde' durduğunu belirten Çınaroğlu, mezarların canlandırılması ve hazinenin ihtişamının görülmesi için 'dünyada bir ilk olacak' çalışma başlattıklarını anlattı:

 

"Bu mezarların restorasyonu ve canlandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ilgili koruma kurulundan onay çıktı. Bu da dünyada bir ilk olacak. 13 mezardan 6'sı buradan kaldırılıp, orijinal ölçülerinde, aynı konumda yeni bir mezar yapılacak ve bunların üzeri özel bir cam fanusla, bombeli camla kapatılacak.

Daha sonra mezarların içine yapay iskeletler yerleştirilecek. Mezar açıldığında bulunan Hitit güneş kursları ile altın ve gümüş eşyanın birer kopyası yapılarak mezara konulacak. Canlandırma olacak, bunlar mezarların içinde sergilenecek."

Mezarlar arasında gezi bandı oluşturulacağını ve ölüm törenleriyle ilgili video hazırlanacağını belirten Çınaroğlu, "Ziyaretçiler, 4 bin 500 sene önce bir Anadolu prensinin, prensesinin nasıl gömüldüğünü görecek, yaşayacak" dedi.

Çınaroğlu, iskeletler kayıp olduğu için mezardaki iskeletlerin Midas'ın Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ndeki başı gibi etlendirilemeyeceğini söyledi.






Projenin bütçesinin 241 bin YTL olduğunu belirten Çınaroğlu, ödeneğin Bakanlıkça verilmesini beklediklerini, bütçenin hemen çıkması veya başka bir sponsor da bulunması durumunda projenin 3 ay içinde tamamlanıp, mezarların ziyarete açılacağını söyledi.

Çınaroğlu, Alacahöyük'te bulunan hazinelerin ünlü Truva Hazinesi'nden daha zengin olduğunu da belirtti. "Truva Hazinesi fevkalade güzelmiş ama Truva Hazinesi'nde tek bir sanat eseri yoktur. Ama Alacahöyük kral mezarları sanat eserleriyle dolu" diyen Çınaroğlu, mezarlarda doğa, geyik, insan, tanrı ve tanrıça heykelleri ile sembolize edilmiş idollerin bulunduğunu anımsattı.

Çınaroğlu, "Bunların hiçbiri Truva'da yok. Truva bizim açımızdan,arkeoloji açısından küçük bir şehir. Ama Alacahöyük bir eyalet merkezi, bir dönemin merkezi" dedi.

Alacahöyük'te bir kalenin varlığının tahmin edildiğini anlatan Prof. Dr.Çınaroğlu, "Varlığından şüpheleniyorduk, Harita Genel Komutanlığı'ndan aldığımız 1990 yılında çekilmiş bir hava fotoğrafından tespit ettik yerini. Hava fotoğrafında böyle şiir gibi okunuyor adeta o kale. Bu sene bir ucundan açmaya başlanacak. Ama tabi sponsor ve para sorunu var" dedi.

Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu, ikinci bir iç kalenin de yeni tespit edildiğini belirtti.

CNN Türk, 23.07.2007

POMPEIOPOLIS'TE KAZI ZAMANI

 

Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'nde bulunan Pompeiopolis Antik Kenti kazı çalışmalarının bu yılki bölümü başlıyor.

 

Zımbıllı Tepesi bölgesinde geçen yıl başlayan kazı çalışmasının uluslararası ekibinin başkanlığını, Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Latife Summerer yapacak. Doç. Dr. Summerer'in başkanlığındaki 13 kişilik kazı ekibi, Taşköprü'ye geldi. Çalışmaların çeşitli dönemlerinde kazı ekibinin 40 kişiye ulaşmasının beklendiği belirtildi.

 

Uzmanların ve arkeologların İzmir Efes Antik Kenti'nin ve Gaziantep Zeugma Antik Kenti'nin bir benzeri olarak nitelendirdikleri Pompeiopolis Antik Kenti'ndeki kazı çalışması, Ekim ayının ilk haftasına kadar devam edecek. Öte yandan, ekiptekiler geçen yıl başlayan kazı çalışmalarında önemli bir mesafe alındığını, bu yıl da kazının önemli bir bölümünü gerçekleştirmeyi hedeflediklerini kaydettiler.

Trt/Haber, 23.07.2007

RESTORASYON İÇİN USTA YETİŞTİRME KURSU

 

Kültür varlıklarının korunmasına yönelik uygulama sürecinde kalifiye eleman ve usta bulundurulmasını sağlamak amacıyla restorasyon ustası yetiştirme kursları düzenleniyor.

 

Kültürümüzün önemli bir parçası ve turizmin gelişme unsurlarından biri olan ülkemizin dört bir yanına dağılmış tarihi eserlerin bulunması ve gelecek nesillere bir kültür hazinesi olarak bırakılması, bu eserlerin asıllarına uygun olarak bakım ve onarımlarının yapılmasını gerektirir.
Özellikle tarihi eserlere ait malzeme ve inşaat teknolojisi, geleneksel yapı teknikleri, tarihi yapıların değişimi ve estetiğin korunması ile ilgili yeterlilik günümüzde çok büyük önem taşıyor.

 

Tarih öncesi çağlardan beri pek çok uygarlığın belgelerini günümüze taşıyan Türkiye, kültür varlığı yönünden zenginliğiyle, dünya kültürel mirasının en önemli yapı taşlarından biri olarak dikkatleri çekiyor. Buna rağmen, ne yazık ki, Türkiye'de gerçekleştirilen restorasyon uygulamalarında, proje aşamasındaki uzmanlığın uygulamalara yansıtılmasında önemli sorunlar yaşanıyor. Bu sorunun temel nedeni, restorasyon uygulamalarında uzmanlık gerektiren konularda bilgi ve beceriye sahip, çağdaş uygulama teknik ve yöntemlerine hakim ara elemanların ve ustaların eksikliği olarak ifade ediliyor.


Kültürel mirasın korunması, bakımı ve onarımı uygulamalarında yaşanan yetişmiş eleman sıkıntısı, Avrupa Birliği'nin (AB) de desteğiyle düzenlenen kurslarda yetiştirilen yenileme ustalarıyla aşılıyor. Kültürel mirasın korunması, bakımı ve onarımı uygulamaları kapsamında restorasyon, koruma ve bakım çalışmalarının hız kazandığı son yıllarda taş, ahşap, sıva, tezyinat, çini ve sedef işçiliği gibi unutulmaya yüz tutmuş alanlarda yetişmiş eleman sıkıntısı yaşandığını görülüyor.


Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu açığın kapatılması adına restorasyon ustası yetiştirmek için düğmeye bastı. Bu kapsamda Bakanlığa bağlı bölge müdürlüklerinde restorasyon ustası yetiştirmek için kurslar düzenlenmeye başlandı.Programın amacı kültür varlıklarının korunmasına yönelik uygulama sürecinde kalifiye eleman, usta bulundurulmasını sağlamak olduğu belirtilerek, programın ilk 2 ayının teorik gerçekleştirildiği, 7 ay da pratik eğitim yapıldığını ifade ediliyor. Düzenlenen kursun teorik bölümünde öğrencilere koruma bilinci verildiği, pratik uygulamaların ise restorasyon çalışmalarının yapıldığı çalışma alanında gerçekleştirildiği dile getiriliyor.
Eğitim sonunda kursiyerlere sertifika verileceği ve sertifikalı usta olarak çalışmalara devam edecekleri ifade ediliyor.


Konya'daki birçok tarihi yapının restorasyonunu yapan Vakıflar Bölge Müdürlüğü, gerçekleştirdiği çalışmaların daha iyi ve kalıcı olması adına hizmet içi eğitim seminerleri düzenliyor. Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, son yıllarda ülke genelinde yapılan restorasyon çalışmalarındaki hareketliliğin herkes tarafından görüldüğünü belirterek, tarihi yapıların bakım ve onarımında görev alan kişilerin bu alanda uzman olmalarının yapılan restorasyon çalışması için büyük önem arz ettiğini vurguladı. Kendilerinin de Bölge Müdürlüğü olarak restorasyon çalışmalarında çalışanlar için hizmet içi eğitim düzenlediklerini ve bunun olumlu sonuçlarını aldıklarını kaydeden İbrahim Genç, bu programlarda sadece restorasyona yönelik bilgiler değil, ihale mevzuatı gibi teorik konularda da eğitim veriliyor.

Merhaba Gazetesi, 23.07.2007

TARİHİ KONAK MİSAFİRHANE OLACAK

 

 

Kocaeli'nde Hacı Hasan Mahallesi Çukurçeşme Sokak No:21 adresinde bulunan, tarihi ahşap binanın, Kocaeli Valiliği için misafirhane haline getirileceği öğrenildi.


Üç katlı tarihi bina, yok olmasının önlenmesi amacıyla bir süre önce Belediye tarafından kamulaştırılmıştı. Belediye, binayı Kocaeli Valiliği’ne devretti. Gerekli restorasyon ve tefriş yapıldıktan sonra, tarihi konak, Kocaeli Valiliği için misafirhane olarak kullanılacak.


Merhum Ahmet Sezgin varislerine ait olan ve kamulaştırılan binanın bir odasını yaklaşık 20 yıldan beri kiracı olarak Şaban Yanardağ ve ailesi kullanıyor. Ağustos ayında binanın boşaltılması için kiracı aileye de tebligat yapıldı. Şaban Yanardağ, “Asgari ücretle çalışıyorum. Bu tek odaya 75 YTL kira veriyor, hem de binaya bekçilik yapıyordum. Şimdi ben buradan çıkartılınca ne yapacağım. 300-400 YTL kira verecek halim yok” dedi.

Özgür Kocaeli, 23.07.2007

ÇEŞMELERDEN 'KEDER' AKIYOR

 

 

İstanbul’un hemen her sokak ve cadde başında küçük bir mescid, onun yanında da bir sebil ya da çeşme bulunur. Ecdadın ‘su’ya ve temizliğe verdiği önemin bir göstergesi olarak kabul edilen bu tarihi eserlerin birçoğu maalesef bakımsızlıktan yok olmak üzere. Yüzyıllar boyunca önünden geçenleri serinleten bu tarihi çeşmelerin kurnalarından su yerine artık keder akıyor. Türk medeniyet tarihinde de önemli bir yeri olan bu çeşmeler ardından asırlar geçmesine rağmen işlevini devam ettiriyordu. Ancak ne zaman yanı başlarına büyük apartmanlar dikildi, işte o vakit su kanalları ve kuyular kurudu. Ecdad yadigarı olan çeşmeler de akmaz oldu. Kendi hallerine terk edilmiş durumda olan bu tarihi eserler, maziden hoş bir seda bırakmaktan öteye gidemiyor.
Konum ve mimari özellikler bakımından İstanbul, zengin bir çeşme kültürüne sahipti. Mimari yapılarına göre birçok kısma ayrılan bu çeşmeler: Köşe çeşmeleri, çukur çeşmeler, çok yüzlü çeşmeler, meydan çeşmeleri, sütun çeşmeler ve namazgahlı çeşmeler diye sınıflandırılıyordu.

İstanbul’un fethi ile birlikte çoğu padişah fermanı ile yaptırılan tarihi çeşmeler bir hayır hasenat abidesiydi. Genellikle saray ahalisi, paşalar ve zenginlerin yaptırdığı bu çeşmelerin üzerindeki kitabet kısımlarına da banisi ve duası yazılırdı. Sebilden su içen halk da yaptırana dua ederdi. Su Evkaf’ı tarafından 1925 yılında yapılan sayımda 1553 adet çeşmenin kayıtlara geçtiği İstanbul’da son yıllarda bu sayı 800’e kadar inmiş durumda.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 23.07.2007

BATI, İSLAM MİMARİSİNİ KEŞFEDİYOR

 

İslam ülkelerindeki Ortaçağ'dan kalma mozaiklerin, Batılı matematikçilerin ancak 500 yıl sonra keşfedeceği gelişmiş geometrik özelliklere sahip olduğu ortaya çıktı.

 

 

Tarihçiler cami, türbe gibi binaların duvarlarında iç içe geçmiş çokgen süslemeleri yaparken kumpas ve cetvel kullanıldığına inanıyordu. Ancak Harvard Üniversitesi'nden Peter Lu ile Princeton Üniversitesi'nden Paul J. Steinhardt'ın yürüttüğü araştırmada 'kumpas ve cetvel basit hatlar oluşturmaya yetse de, mozaik çinilerdeki mükemmel beşli ve 10'lu simetrinin, ancak çok karmaşık bir sistemle açıklanabileceği' belirtildi." 22 Şubat 2007'de AP, Reuters gibi yabancı ajanslardan servis edilen bu haber, İslam mimarisinin ne kadar ileri seviyede olduğunun yeni bir kanıtı. Görünen o ki Batılıların İslam mimarisine ilgisi gitgide artıyor. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve pek çok dile çevrilen 'İslam Sanatı ve Mimarisi' de bu noktada dikkat çeken çalışmalardan. Peter Delius ve Markus Hattstein editörlüğünde hazırlanan kitapta, İslam mimarisinin insanı hayrette bırakan estetiği, konunun uzmanı yirmi iki Batılı akademisyenin kaleminden anlatılıyor. 'İslam Art and Architecture' adıyla ilk olarak 2001 yılında İngilizce olarak yayımlanan eser, İslam coğrafyasındaki bölgeler ile hanedanlıkların tarihsel seyrini izleyerek, sanat anlayışının bu coğrafyada geçirdiği değişiklikleri gözler önüne seriyor. Görsel açıdan göz dolduran kitapta, binden fazla fotoğraf, eskiz ve harita bulunuyor.

 

İslamiyet, Suriye'den Filistin'e, Irak'tan İran'a, Mısır'dan Tunus'a, İspanya'dan Fas'a, Orta Asya'dan Anadolu'ya yayıldığı her coğrafyaya kendine has bir sanat ve mimari anlayış bıraktı. Kitapta ele alınan bu bölgeler, tarih, mimari ve sanat olarak üç bölüm halinde anlatılıyor. İslam sanatını mimari yapılar ile sınırlamayan 'İslam Sanatı ve Mimarisi', minyatür, hat ve bezeme gibi ince zevk ürünü sanatları da konu ediyor. Kitapta örnekleri verilen elyazmalarından halılara, metal işlerinden çini ve mücevherlere pek çok eserde İslam medeniyetinin mührü açıkça gözüküyor. Özbekistan'daki tuğla ve çini süslemeleri, İspanya ve Magrip'teki geometrik süslemeler, İran ve Hindistan'daki arabesk ifade biçimleri ve nihayet Osmanlıların oluşturduğu sentez, İslamiyet'in güzele ve güzelliğe açılan kapısını gözler önüne seriyor.

Zaman, Haber: Musa İğrek, 23.07.2007

KIBRIS'TA İLK DENİZCİLER





Kıbrıs'ın deniz yatağını araştırmakta olan Amerikalı ve Güney Kıbrıslı arkeologlar, önemli keşiflerde bulundu. Yeni bilgiler ışığında sürekli yerleşim gerçekleşmeden önce denizci gurupların adada varlıklarının olduğu saptandı. Yeni bulguların, Kıbrıs ve Akdeniz'de ilk denizcilik faaliyetleri ile ilgili önemli bilgiler vermesi bekleniyor.
 

Neolitik Çağ öncesi taş aletlerin izlerine, Güney Kıbrıs kıyılarında 2004 yılında  keşfedilen Aspros arkeolojik yerleşmesine yakın bir bölgede rastlandı. Denizin 11 metre altında ve kıyıya 110 metre uzaklıkta bulunan buluntuların, adaya gelen denizci öncülerin bıraktığı düşünülüyor. Yüzey araştırmasını Colgate Üniversitesi'nden Albert J. Ammerman yürütüyor.

 

2004 yılında bulunan Aspros yerleşiminin, yeni bulgular ışığında çok daha büyük bir alana yayıldığı ifade ediliyor. Arkeologlar 2004 yılında yine Aspros'a benzer bir yerleşim yerini, Güney Batı Kıbrıs kıyılarında Agia Napa'da buldular. İki yerleşimde rastlanan buluntuların aynı denizci öncüler tarafından kullanıldığını sanılıyor. 10000 yıldan daha eski olduğu düşünülen aletlerin, MÖ 8200'lerde adada kalıcı yerleşime geçen  topluluklardan çok önce adaya ayak basmış guruplara ait olduğu belirtiliyor. 20 yıl önce yine Kıbrıs'ın güneyindeki Akrotiri yerleşmesinden elde edilen veriler, ilk denizciliğin izlerini MÖ 9500'lere götürmekteydi. Agia Napa ve Aspros'daki buluntular Akrotiri yerleşmesindekilerle de benzerlik gösteriyor. Yeni tarihlendirmelerin daha güvenilir olması için radyo-karbon testlerinin yapılması devam etmekte. Adayı mesken tutan toplulukların Suriye veya Anadolu kökenli oldukları tahmin ediliyor.
 

Neolitik insanın uzun mesafeler katettiği uzun zamandır bilinen bir gerçekti. Örneğin, yine Neolotik dönemde, Orta Anadolu'da Niğde ili sınırları içindeki zamanının çok önemli obsidien yataklarından biri olan Göllü Dağ'dan (Kaletepe) çıkarılan malzemenin Kıbrıs ve Filistin gibi bölgelere ihraç edildiği bilinmektedir. Anlaşılan o ki, daha pek çok bilinmezin olduğu ama hakkında giderek daha çok şey öğrendiğimiz Neolitik dönem insanı, uzun mesafelerde ticaret yapan ve denizciliği etkili kullanan gurupları da içinde barındırıyordu.
 

Yerleşimlerin bugün kısmen suyun altında kalmış olması, günümüzden 11600-12800 yıl önce meydana gelen iklim değişiklikleri nedeni ile gerçekleşti. O dönemde deniz seviyesi yaklaşık 70 metre daha aşağıda bulunuyordu. Bu jeolojik ve iklimsel veriler buluntuların tarihlendirilmesi için de oldukça önem arz ediyor.

Yahoo News, Haber: George Psyllides/AP, Çev.: Yüksek Zemin Arayışı, 22.07.2007

TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA DARBE

 

Manisa'nın Alaşehir İlçesi'nde Roma dönemine ait, bin 109 parça tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili 6 kişi yakalandı.

 

Bir ihbarı değerlendiren Alaşehir Emniyet Müdürlüğü ekipleri, bazı ev, işyeri ve otomobillerde arama yaptı. Aramalarda; Roma dönemine ait 834'ü altın sikke ve 7'si ziynet eşyası olmak üzere bin 109 parça eser ele geçirildi.

 

Zanlılar, emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi.

Trt/Haber, 22.07.2007

AGORA'DA KAZILAR YENİDEN BAŞLADI

 

İzmir'in Namazgah semtindeki tarihi Agora'da Bakanlar Kurulu'nun onay vermesinin ardından kazılara iki yıllık bir aradan sonra yeniden başlandı.





Bakanlar Kurulu'nun onayıyla geçtiğimiz günlerde Kazı Kurulu Başkanlığı'na atanan Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Akın Ersoy, 30 kişilik ekibiyle proje kalınan yerden devam edecek. 2007 yılı sonuna kadar 3 noktada kazı yapacaklarını belirten Yard. Doç. Dr. Ersoy, kendilerine destek veren İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Ticaret Odası'na (İTO) teşekkür etti.

 

Kazı ruhsatını Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 9 Temmuz günü alan Ersoy ve arkadaşları, çalışmaları resmen başlattı. Bu yıl kazılarda bir de bakanlık gözlemcisi bulunacağını belirten Ersoy, "Kazımız daha önce müze koordinatörlüğünde kurtarma kazısı kategorisindeydi. Ancak şu anda Bakanlar Kurulu onayı nedeniyle resmi kazı statüsüne dönüştü" diye konuştu. Şu aşamada bölgede temizlik yaptıklarını belirten Ersoy, yıl sonuna kadar 3 noktada kazı yapmayı planladıklarını söyledi. Agora'dan 2002 yılından bu yana çıkarılan eserlerin dokümantasyonunu yaptıklarını ifade eden Ersoy, şu bilgileri verdi:

 

"Şu anda 2 noktada çalışmaya başladık. İlk olarak Agora'nın avlusunda sondaj kazısı yapıyoruz. Bu kazıyı Agora'nın gerçek yaşını ortaya çıkarmak amacıyla yapıyoruz. Agora'nın milattan önce 330'lu yıllarda Büyük İskender sonrası kurulduğu biliniyordu. Ancak antik kentimizde İskender öncesi bulgular da var. Bu nedenle Agora'nın gerçek yaşını bulmaya çabalıyoruz."


Kazı yapacakları ikinci noktanın da borsa ve ticari işlemlerin yapıldığı bazilikanın doğu kapısı olacağını anlatan Ersoy, şöyle devam etti: "Bu kapıyı ortaya çıkarırsak hemen altındaki depoya da ulaşmış olacağız. Böylece yapıyı plansal olarak da tanıyacağız. Üçüncü kazı noktası ise, kent meclisi olarak bilinen Odeon bölgesi olacak. Bu alanı da kısa bir süre içinde ortaya çıkarmayı hedefliyoruz."


12 arkeoloğun bulunacağı kazı ekibinde 2 restoratör ve 1 jeofizik uzmanı da görev yapıyor. Büyükşehir Belediyesi de kazılar için 15 işçi görevlendirdi.

 

İzmir'in turizmde cazibe noktalarından Agora'da kazılar, yaklaşık 40 yıl aradan sonra 2002'de İzmir Ticaret Odası'nın maddi, Büyükşehir Belediyesi'nin ise personel desteğiyle yeniden başlamıştı. Ancak İzmir Müze Müdürlüğü tarafından yürütülen kazılar, 2005 yılı Ağustos ayında Kazı Başkanı ve Müze Müdürü Prof. Dr. Mehmet Taşlıalan'ın Kars Müzesi'ne tayini ile durdu.
Taşlıalan'ın tayini sonrasında İzmir Müze Müdürlüğü, Agora kazılarını sürdürmeme kararı aldı.
Kaderine terk edilen Agora'nın kazı başkanlığına 2006 yılı başında Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Semih Güneri talip oldu. Bakanlık, Dr. Semih Güneri'yi başkan olarak Agora'da görevlendirdi. Ancak ekibini kurması ve kazıları başlatması beklenen Dr. Güneri, İTO ve Büyükşehir Belediyesi'nden araç ve yemek gibi destekleri alamadığını belirterek 2006'nın Haziran ayında istifa etti. Agora bir kez daha sahipsiz kaldı.

Yeni Asır, Haber: İlker Çoban, 22.07.2007

TARİHİ KONAKLARA TURİST AKINI

 

 

Binlerce yıllık kültürel zenginlik ve doğal güzelliklere sahip olan Ankara’nın Beypazarı İlçesi, yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı oluyor. Çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapan, tarihi İpek Yolu üzerindeki Beypazarı’nda, en çok ilgiyi tarihi konaklar çekiyor. Belediye Başkanı Mansur Yavaş, 6 yıl önce ilçeyi açık hava müzesi haline getirmek amacıyla başlattıkları Beypazarı Yeniden Projesi (BEYAP) kapsamında, ilçede bulunan 3 bin 500 konaktan 550’sinin restorasyonunu tamamlayarak turizme kazandırdıklarını söyledi.


Restorasyon çalışmaları için gerekli bütçenin tamamına yakınının sponsorlar tarafından sağlandığını belirten Yavaş, Beypazarı’nda tarihi konakların yanı sıra aslına uygun olarak restore edilip tamamlanan 30 sokak bulunduğunu kaydetti.

Yavaş, “Tamamına yakınında oturulan tarihi evlerde, dolayısıyla eski kültür de devam ediyor. Konakların yanı sıra 200 yıllık bir tarihe sahip 600 dükkan kapasiteli Beypazarı Çarşısını da restorasyon çalışmaları kapsamına alarak işletmelere açmayı planlıyoruz” diye konuştu.

Hedeflerinin kalan 3 bine yakın konağın restore edilmesi olduğunu anlatan Yavaş şöyle devam etti: “Tarihi konakların yenilenmesi Beypazarı’ndaki turizm potansiyelini olumlu yönde etkilerken, yaptığımız kapsamlı turizm ve tanıtım çalışmaları sonucunda ilçeye gelen turist sayısı son 6 yılda yüzde bin oranında arttı. Resmi rakamlara göre 1999 yılında 2 bin 501 olan turist sayısı geçen yıl 250 bine ulaştı. Beypazarı’na gelen turist sayısı her geçen gün artıyor. Hedefimiz önümüzdeki 5 yıllık sürede 1 milyon turisti ilçemizde ağırlamak.”

Türkiye Gazetesi, 22.07.2007

YALIBOYU İNCİLERİ ONARILMAYI BEKLİYOR

 

Amasya'da, Yeşilırmak'ın kenarında bulunan tarihi Hatuniye Mahallesi'ndeki Yeşilırmak'a bakan Yalıboyu Evleri, inci gibi görünümleri ile ilgi odağı olurken, bir kısmı virane olan evler tadilatlarının yapılacağı günü bekliyorlar.

 

Başta Yalıboyu Evleri olmak üzere kentte bulunan 32 tescilli binanın onarımlarının kısa sürede yapılacağını belirten Belediye Başkanı İsmet Özarslan, "Bu tarihi binaların inci gibi görünümlerinin bozulmadan gelecek nesillere taşınması bizim için çok önemli" dedi. Özellikle son yıllarda kentte gelişen turizm bilinci ile değer kazanan tarihi Yalıboyu Evleri'nin büyük bir kısmı daha önceden onarımları yapılırken, tarihi binaların çoğunluğu kafe, otel, ve restoran olarak turizm sektöründe kullanılıyor. Hitit, Kimmer, İskit, Med, Pers Pontus, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin Harşena Dağı üzerindeki kale, Ferhat Su Kanalı, Kral Kaya Mezarları, Bimarhane, Büyük Ağa Medresesi, Çilehane Camii ve Beyazid Külliyesi gibi eserleriyle tam bir 'açık hava müzesi' görünümünde olan Amasya, Yeşilırmak kenarındaki incileri ile de bu sektörde kazanım sağlamak istiyor.

Yeni Şafak, 22.07.2007

TARİHİ MİRASI MİRASÇILAR ÇÜRÜTÜYOR

 

Bitlis’te Osmanlı döneminden kalan tarihi evler, mirasçıların anlaşamaması ve sahip çıkmaması yüzünden yok olmayla karşı karşıya. Bitlis Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör, Bitlis’te 283 tarihi ev tespit ettiklerini ve bu evlerin restorasyonu için kendilerine sadece 13 kişinin müracaat ettiğini söylüyor.





Onarım işlemlerine başlamak için müracaat eden ev sahipleriyle sözleşme imzaladıklarını belirten Işıkgör’ü en çok sıkıntıya sokan ise evlerin mirasçıları. “Evle ilgili bir proje çıkarılıyor ve onarıma başlanıyor. Bitlis ve çevresinde 283 tarihi ev var. Fakat bize onarım için sadece 13 ev sahibi müracaat etti. Vatandaşların talep göstermemesinin en büyük nedeni ise mirasçılar.” diyor Işıkgör. Bitlis’teki bütün tarihi evlerin Selçuklu ve Osmanlı döneminden kaldığını ifade eden Işıkgör şunları söylüyor: “Evlerin hepsinin tarihi değeri çok fazla. Fakat onarımı yapılmadığı için çoğu harabe gibi görünüyor. Duvarları taştan, tavanları ise odun ve toprak kullanılarak yapılmış tarihi evler çok sert ve soğuk geçen kış aylarında fazlaca yıpranıyor. Buna mirasçıların anlaşmazlıkları da eklenince evler tamamen yok oluyor.”

 

Bir tarihi evin yaklaşık 65-70 mirasçısının olduğunu, mirasçılar yüzünden evlerin tamiratının gerçekleşmediğinden yakınan Işıkgör, “Herhangi bir mirasçı ‘niye ben evle uğraşayım ki diğer ortaklar uğraşsın’ diyor. Sırf bu yüzden tarihi evler yok olup gidiyor. Mirasçı fazla olduğundan hiç kimse gelip bize ev konusunda müracaatta bulunmuyor. Lütfen tarihi evlerimiz konusunda duyarlı olalım ve tarihimizi koruyalım. Tarihimizi kendi ellerimizle yok ediyoruz.” diyor.

Özcan Çiriş de tarihi evlerden birinin sahibi. 67 mirasçıdan biri olan Çiriş’in en önemli sıkıntısı ortakları ile bir araya getirip tarihi evini onaramamak. Çiriş içine düştüğü sıkıntıyı şöyle özetliyor: “Benim de eski bir evim var. Aslında sadece benim demek doğru değil. Biz tam 67 mirasçıyız. 120 yıllık tarihi olan ev bize dedelerimizden kalmış. Şu anda yıkılmaya yüz tutmuş durumda. Evi onaramıyoruz. Çünkü mirasçılardan biri ‘ben yapacağım’ dediğinde diğerleri biz de ortağız diyor. Onun için evin tadilatı için kimse müracaatta bulunmuyor. Ev ilgisizlikten dolayı yıkılmaya başladı. Zaten mirasçıların her biri Türkiye’nin değişik illerinde oturuyor. Bunlardan vekalet almak neredeyse imkansız gibi.”

 

Bitlis’te 100 yıllık bir tarihi evin sahibi Abdullah Kalkan ise tüm olumsuzlukları göze alarak evini tamir etmeyi başarmış. Bu yüzden yıkılmaya yüz tutan onlarca tarihi yapı içinde Kalkan’ın evi adeta yeni gibi duruyor.

 

Bitlis’in tarihi evleri, çoğunlukla kesme taştan, çamur harçlı, düz, toprak, dolgu damlı bir veya iki katlı. İlk katlar toprak ikinci katlar ise genelde sal taşı adı verilen taşlarla ya da tahta döşemeyle yapılmış. Bitlis’teki mimari yapılarda göze çarpan en büyük özellik, duvarların kalın, kapıların küçük sahanlıklı oluşu. Bitlis evlerinde bulunan bir başka özellik ise tuvaletler evden bağımsız değil de modern evlerdeki tuvalet ve lavabolara benzer özellikler taşıyacak şekilde evlerin içinde kullanılmış. Bitlis evleri genellikle iki katlı olarak inşa edilmiş. Giriş katındaki bir oda ahır, diğer oda kiler olarak kullanılıyor.

Zaman Pazar, Haber: Mehmet Okay, 22.07.2007

ANTİKACIYA TARİHİ ESER OPERASYONU


 


İstanbul’da antikacı Hüseyin Can’ın sahibi olduğu işyerine Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerinin yaptığı operasyonda 1 milyon YTL’lik Hellenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait 501 parça tarihi eser ele geçti.

Antika dükkanında yapılan aramada aralarında hayvan fosilleri, Hellenistik döneme ait cam kolye, Osmanlı dönemine ait çok sayıda sikke, Hellenistik, Yunan, Roma ve Bizans dönemlerine ait amforalar, cam şişeler ve çok sayıda obje ele geçti. Yapılan aramada ele geçen 501 parça tarihi eser arasında bulunan 2200 yıl önce Güneydoğu Anadolu'da yaşadığı belirlenen en zehirli örümcek türü tarantulaya ait fosil büyük ilgi çekti. Yetkililer, fosili hassas merceklerle inceledi.


Antika dükkanının sahibi Hüseyin Can gözaltına alındı. İstanbul Arkeoloji Müzesi yetkilileri tarafından incelenen 501 eserin tarihi eser olduğu belirlendi. Hellenistik dönemine ait cam kolyenin 20 bin YTL’ye alıcı bulabileceği ifade edildi. Ele geçen sikkelerin tanesinin 500 ile bin YTL arasında satıldığı saptandı. Tarihi eser kaçakçılığından emniyette kaydı bulunan Hüseyin Can, emniyetteki sorgusunun ardından sevk edildiği mahkeme tarafından "adli kontrol" kararıyla serbest kaldı. Eserler müzeye teslim edildi.

Vatan - Hürriyet, Haber: Cahit Yüce - Çetin Aydın, 22.07.2007

700 YIL ÖNCE YAPILAN TARİHİ PAPŞEN HANI DÜĞÜN SALONU OLDU

 

Bitlis'teki tarihi Papşen Hanı çalıştırıcısı Rahmetullah Ak, tarihi eserlere özentisi olduğu için hanı, düğün salonu olarak Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden kiraladığını söyledi.

 

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kendilerine bırakılan tarihi mirası korumak, yerli ve yabancı turistlere anlatmakla sorumlu olduğunu söyleyen tarihi Papşen Hanı işletmecisi Ak, "Han, kuzey-güney yönünde dikdörtgen planlıdır. Muntazam kesme taştan yapılmıştır. Girişin 2 köşesinde yarım silindirik, kuzeydoğu ve batı köşesi ile kuzeyinde kare oldukça basit silmelerle sona eren duvarlardan sonra hanın üzeri toprak damla örtülmüştür" dedi.

 

Tarihi Papşen Hanı'nı yıllık olarak kiraladıklarını ve 200 bin YTL masraf yaptığını kaydeden Ak," Ttarihimize sahip çıkarak en iyi korumak istiyoruz. Handa düğün salonu, cafe ve çay bahçesi var." şeklinde konuştu.

 

Bitlis'e 4-5 km. uzaklıkta bulunan Papşen Hanı'nı 16. yüzyılda Hüsrev Paşa yaptırdı.

TürkiyeTurizm.com, 21.07.2007

ESKİ MERSİN EVLERİ RESTORE EDİLİYOR

 

Eski Mersin evleri restore edilerek yeniden kullanılır hale getiriliyor. Akdeniz Belediyesi tarafından kamulaştırılan Camişerif Mahallesi'ndeki 3 adet eski Mersin evinin restorasyon çalışmalarında son aşamaya gelindi.

 

 

 

Mersin'in tarihi mirası olan eski Mersin evlerinden 250 civarında yapının tescillenmesini sağladıklarını belirten Akdeniz Belediye Başkanı Kenan Yücesoy, Mersin'de ticaretin gelişmesi ve aldığı göçlerle şehrin kültürel yapısının bir simgesi de olan eski Mersin evlerinin düzensiz ve çarpık yapılaşmanın sonucunda günümüzde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığına dikkat çekti. Tarihi Mersin evlerinin yaşatılması ve kazandırılması için çalışmalar başlattıklarını ifade eden Yücesoy, "Belediye olarak öncelikle şehir merkezinde bulunan bu eski yapıların bir envanterini çıkartarak işe başladık, daha sonra bu yapıların tescilini yaptırdık. Tescili yapılan evlerden Camişerif Mahallesi'nde bulunan 3 tarihi Mersin evini belediye olarak kamulaştırdık. Röleve ve restitüsyon çalışmalarını da yaptırdığımız ve onaylattığımız 3 adet Tarihi Mersin Evinin restorasyon çalışmaları için Kültür Bakanlığı Adana Röleve ve Anıtlar Bölge Müdürlüğü'nden keşif maliyeti çıkartılması için bir ekip talep ettik. Ekibin yapacağı inceleme sonucunda çıkacak olan maliyet sonrasında Camişerif Mahallesi'nde bulunan 3 tarihi Mersin evinin restorasyon çalışmalarına başlanacak. Mersin Valiliği'nin de destek verdiği proje ile yok olmama mücadelesi veren bu 3 yapıyı Mersin'e kazandırmış olacağız." dedi.

Zaman, Fotoğraf: haberler.com, 21.07.2007

ULU CAMİ'NİN TAHRİBİ SÜRÜYOR

 

Doğan Kuban Sivas Valisi’ne gönderdiği mektupla Divriği Ulucami konusundaki endişelerini yeniden dile getirdi. Bu mektubu aşağıda yayınlıyoruz

 

"UNESCO'nun dünya başyapıtları listesinde tek Türk Dönemi anıtı Divriği Ulucamisi ve Şifahanesi'ne bürokratik hücum devam ediyor. Divriği'nin eşsiz yontusunu eriten doğal erozyona ondan daha kötü bir bürokrasi erozyonu eklenmiştir. Dünyanın en büyük anıtlarından birini göz göre göre tahrip ediyoruz. Burada korkunç bir bilgisizlik ve kaygısızlık cesareti ile karşı karşıyayız.

Bir süre önce örtüden dökülen ya da düşen bir taş, sürüp giden içler acısı bir kaygısızlık nedeniyle bir öncü deprem sinyali daha göndermiştir. Şimdi bilmem kaçıncı defa çatı örtüsü tamiri yapılacak yapının doğru dürüst bir rölövesini gerçekleştirmeden ve bilimsel bir restitüsyonu yapılmadan hangi devletli uzmanlar apteshane pencereleriyle biteno taş kümbeti inşa ediyorlar? Cahilane kubbe ekinin mahzurları şunlar:

 1-Tokat'taki Yağıbasan Medresesi kubbesine benzetilen bu delikli kubbe, mimari tarihi açısından çok sorgulanacak bir rekonstrüksiyondur. Çevrenizde hangi Selçuk Mimarisi uzmanı böyle bir öneride bulundu? Yapının tümel bir restitüsyom projesi var mı? Bu yapı hergün birinin aklına geleni yapabildiği bir gecekondu mudur?

 2-Bu kubbenin getirdiği yükün strüksel riski nasıl göze alındı?

 3-Bu çatının getireceği çatı izolasyonu sorunları hangi genel restitüsyon kararı ile belirlendi?

Kuşkusuz erozyon mimari yapıtların süslemelerini de eritir. Ama bilgisiz müdahaleler anıtın bütününü tehdit ediyorlar. Bunu önlemenin bilimsel koşulları vardır. Bu bilimsel koşulları değerlendirip sanat eserini kurtarmak devletin görevidir.

Dünya anıtlar listesindeki tek Türk yapıtı olan Divriği Ulucamisi ve Şifahanesi'nin taç kapılarının heykel niteliğindeki taş oyma bezemesi bürokrasinin çarkları içinde erimeye devam ederken buna bir de yapının tümüne zarar veren müdahaleleri yaptırmayın.
 

Gerçi bugünkü utanç verici durum 50 yıldır hükümetlerin kültür politikalarının sorumsuzluk sürecinin sonucudur. Fakat bürokratik vurdumduymazlığın bunca uyarıya karşın devam etmesi artık açıklanması olanaksız bir boyuta ulaşmıştır. Buna kültür cinayeti de denebilir.
 

Sayın Vali,

Yüzüncü defa yinelediğim için özür dilerim. İstanbul'un depremi beklemesi gibi artık Divriği'nin de yıkılmasını mı bekleyeceğiz? Divriği'nin tarihi konumunu ve niteliğini anlamayanlara danışıla danışıla neredeyse 40 yılda bugüne ulaşıldı.
 

1.Divriği Külliyesi dünya anıt listesine cami ya da darüşşifa olduğu için alınmamıştır. Divriği olağanüstü taş oyma bezemesinden ötürü bir dünya şaheseridir.

2.Yapının eşsiz taş oyma bezemesi hava etkilerine açık iki taç kapıdadır.

3.Bütün dışa açık taş  oyma  bezemeler gibi erozyona tabi olan bu bezemeye de, tıpkı bir özgün heykelde olduğu gibi restore etmek için dokunulmaz. Çünkü tekrar eden, birbirine benzeyen hiçbir öğesi yoktur. Bir sanatçının özgün yapıtı, tekrar edilemez. Başka bir deyimle restore edilemez, onun için ya müzeye kaldırılır ya da hava etkilerinden korunur.

4.Yapıya ilişkin diğer restorasyon önerileri bu olgudan farklı nitelikte olmakla birlikte, tümel bir strüktürel analiz yapılmadan, akla geldiği gibi yapılamaz.

5.Yeraltı suyu, heyelan, deprem ya da şimdi yapıldığı gibi gereksiz yükleme gibi nedenler hem yapının tümü, hem de bezemeler için de tehlikelidir.

6.Bütün olumsuz gelişmelere karşı, herhangi bir inşaattan önce, yapının tümünü askıya almanız, dijital rölövesini ve belgelemesini tamamlamanız gerekir. Bütün uzuvları hastalanmış bir vücuda aspirin tedavisi yaptırıp, şapka giydiren üfürükçülere Türkiye'nin en büyük anıtı teslim mi ediliyor?

Türkiye'de eğitimin zavallılığı, uzmanla uzmansı kargaşasını yarattığı için, önce yapıyı koruma altına alınız. Yıkılıp, erozyona uğramadan moderne yöntemlerle belgeleyiniz. Ve namuslu mühendisler bularak yapıyı kısmi bir yıkılma tehlikesine karşı emniyete aldırınız."

Yeşil Divriği, 21.07.2007

TARİHİ ESER KAÇAKÇISI YAKALANDI

 

Adıyaman İl Jandarma Komutanlığı ekiplerince kaçakçılıkla mücadele konusunda yapılan istihbari çalışmalar sonucu, çalıntı olan çok sayıda tarihi eser ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre, Adıyaman- Besni- Pınarbaşı köyünde ikamet eden V.A isimli şahsın tarihi eser kaçakçılığı yaptığı haberini alan jandarma ekipleri, yapılan operasyon sonucu şahıs ile birlikte,19 adet Bizans, Roma ve İslami döneme ait bronz sikke, 3 adet Ortaçağ ve Osmanlı dönemine ait gümüş sikke, 3 adet Roma dönemine ait bilezik parçası, 7 adet kalyen parçası, 1 adet ağırşak, 2 adet ok ucu ile 30 adet muhtelif eski eser ele geçirdi.

 

Ele geçirilen eserler, Adıyaman Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Adıyaman Kent Haber, 20.07.2007






15 - 21 Temmuz 2007




ALLIANOI ANTİK KENTİ'NDE SON DURUM







İzmir’in Bergama İlçesi'nin 18 kilometre kuzeydoğusunda yer alan 1800 yıllık Allianoi Antik Kenti, Roma Dönemi'nden kalan en iyi korunmuş termal tedavi merkezi. Bu önemli kültür mirasında 1998 yılında başlatılan kazı çalışmaları şu anda kazı ruhsatı verilmediği için sürdürülemiyor. Yakın zaman içerisinde baraj sularının altında kalma tehlikesiyle burun buruna gelen alanda şu an için kurtarma kazısı yapılmasının bile olanağı bulunmuyor.

2005 yılında Devlet Su İşleri’nin Bergama Yortalı Barajı inşaatını tamamlamasıyla sular altında kalma tahlikesiyle karşı karşıya kalan Allianoi Antik Kenti bu tehlikeye her geçen gün biraz daha yaklaşıyor. Yortalı Barajı inşaatının tamamlanmasına rağmen Koruma Kurulu tarafından Allianoi Antik Kenti’nde gerçekleştirilen kazı ve kurtarma çalışmaları tamamlanıncaya dek barajın su toplamya başlamamasına karar verildi. Fakat özellikle yaklaşan seçim süreci nedeniyle Yortalı Baraj açılış tarihi 15 Ağustos olarak belirlendi.

Bu gelişmeler üzerine Allianoi Bilimsel Kazı Ekibi’nin yaptığı açıklamada kurtarma kazılarının zamana karşı yapılan bilimsel çalışmalar olduğu ve bu tip kazıların her gününün, hatta her anının büyük önem taşıdığı belirtildi. Allianoi’de bir gün değil koca bir sezon çalışma yapılmamasının arkeolojik açıdan büyük kayıplara sebep olacağı dile getirildi.

8 yıllık kazı süresince, çok sayıda ve önemli taşınmaz eser, bunların yanı sıra, yaklaşık 12.000 taşınır kültür varlığı ortaya çıkarıldığının belirtildiği açıklamada, “Buluntular düzenli olarak Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne rapor edilmiş, taşınır eserler ise Bergama Müzesi’ne teslim edilmiştir. Bu kısa süre içinde hem nicelik hem de nitelik açısından Türkiye’deki en önemli kurtarma kazısı konumuna ulaşmıştır” denilerek ulaşılan sonuçlarının 50’nin üzerinde bilimsel makale olarak yayınlandığı dile getirildi.

“Allianoi’da çalışan yaklaşık 30 kişilik bilim heyeti, her yıl olduğu gibi bu yıl da sorunlarla karşı karşıyadır. Geçen yıl ödenek gönderilmeyen kazıya bu yıl ruhsat verilmeyerek göz korkutmaya çalışılmaktadır,” şeklinde devam eden açıklamada Allianoi kazısını, sonuçlarını ve gelişmelerini Avrupa Parlamentosu, ICOMOS, ICCROM, EUROPA NOSTRA ve Avrupa Arkeoloji Derneği, Dünya Anıtlar Konseyi gibi pek çok kurum ve kuruluşun yakından takip ettiği, Allianoi ile ilgili olumsuz kararların alınmasının, kazı ruhsatının verilmemesinin ülkemizin prestiji ve uluslararası anlaşmalar açısından kaygı verici olduğu anlatıldı.

Bu yıl suyun tutulmasının hem yasal olarak hem de mevcut koşullar göz önüne alındığında olanaksız olduğunu çünkü dere yatağında su olmadığını ve kanaletlerin ihalesinin dahi yapılmadığını belirten bilimsel kazı ekibi üstelik halen Allianoi’un korunması yönünde I. Derecede Arkeolojik Sit kararının alındığını açıkladı.

Ayrıca şu güne dek hiçbir bilgi alma taleplerinin kabul edilmediğini belirten ekip 15 Ağustos’da baraj kapaklarının kapatılacağına dair sorumsuz söylemlerin de tamamen seçime dönük olduğunu, kurtarma kazı izninin halen gönderilmeyip seçimden sonraya bırakılmasının ise tamamen politik olduğunu söyledi.

Arkitera, Der.: Melis Göker, 18.07.2007


*****


ALLIANOI'YA SAHİP ÇIKMAYACAK MIYIZ?

 

Hangi çağdaş toplum 1800 yıllık bir antik zenginliği başka imkanlar varken bile bile su altında bırakır diyerek bir araştırma yapılsa ve cevap olarak biz çıksak ne yapardınız düşündünüz mü hiç? O halde bu yazıyı dikkatlice okuyunuz lütfen.





Almanlar,1878 yılında demiryolu yapımı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’ndan “orada burada dağınık duran taşların götürülmesinde mahzur yoktur” şeklinde bir yazılı izin alarak Bergama’da ki meşhur sunağı ve bir çok değerli eseri Berlin’e götürürler. Almanya’yı kan ve ateş içinde bırakıp yerle bir olmasına sebep olan 2.Dünya Savaşında  zor şartlar içinde olsalar da meşhur sunağı kum torbalarıyla koruyarak zarar görmesini engellerler.

 

Ve, 2004 yılına gelindiğinde Bergama Sunağı'nı  esaslı bir restorasyondan geçirip görkemli bir törenle yeni baştan ziyarete açarlar. Bu tören sırasında müze müdürü bir konuşma yaparak “Herkes sunağın sahibidir. Çünkü o dünya kültürünün bir parçasıdır” der. Bu gün Almanya’da en fazla ziyaret edilen yerlerin başında Bergama Sunağı gelmektedir. Ülkemizde de uzun yıllardan bu yana sunağı geri alabilmek için büyük uğraşlar verilmeye başlandı. Aslında sunak kesinlikle Bergama’da olmalıydı. Yapıldığı yere daha bir yakışacaktı mutlaka. Ama, götüren ve sahiplenen Almanya’dan geri alınması neredeyse imkansız gibi görünüyor. Fakat yaşanan olaylar gösteriyor ki sunak Berlin’de kalmalıdır. Neden derseniz buyurun Bergama’da yaşananlara bir göz atalım.





Yunan Mitolojisindeki sağlık tanrısı Asklepios genelde Roma Mitolojisinde de kabul görür. Hüzünlü bir öyküsü vardır. Annesi Apollon’la sevişip hamile kaldıktan sonra Apollon’a ihanet ettiğinden yakılarak öldürülmüş bebek büyütülmesi için Apollon tarafından Kherion’a teslim edilmiştir. Kherion ona bütün bildiklerini öğretmiş ve usta bir hekim olarak yetiştirmiştir. Cerrahlığın bütün sırlarını bilmekte, hastalıkları tedavi ettiği gibi ölüleri bile diriltmektedir. Yer altı tanrısı Hades, onu Zeus’a şikayet eder. Zeus gücünden çekindiği Asklepios’u yıldırımlarıyla öldürür. Ama o halkın gönlünde taht kurmuştur.Adına inşa edilen tapınaklar, Asklepion olarak adlandırılıp sağlık kurumları olarak hizmet vermeye başlarlar. Yılan sarılı asası da günümüze değin tıp biliminin simgesi olarak kabul görür.





Bilim adamlarınca antik çağdan bu güne ulaşabilmiş yaklaşık 4/5 adet Asklepion olduğu belirtilmektedir. Yunanistan'da bulunanların yanında Anadolu Bergama’da ki Asklepion da dünyadaki en iyi örneklerden bir tanesidir. Şimdi ikincisi bulunup uzun uğraşılarla gün yüzüne çıkartıldı. Ama anlaşılması imkansız bir sürü garip gerekçelerle turizme açılma yerine suya gömülmesi yolunda hızlı bir çalışma başlatıldı.

 

Yıllar öncesinde Bergama, Yortanlı Köyünde arazinin sulanması için bir baraj yapılmasına karar verilir ama bununla ilgili olarak halen devam etmekte olan bir dava başlar hatta bu davada  bir bakanın da yargılanmasına başlanır. Baraj, aynı isimle biraz daha kaydırılarak Paşalı Ilıca’sının olduğu alana alınır.Yapılacak olan yeni barajın 1,5 / 2 kilometre ötesinde  Çaltıkoru Barajı da  vardır. Ama, Bergama’lı lara yeni yapılacak barajla topraklarının sulanacağı, böylelikle Bergama'lıların domates ekerek ekonomik rahatlamaya kavuşacakları söylenir.Yaklaştığımız seçim dolayısıyla da hemen hemen bütün partilerin programlarına alınır bu sulama konusu.





Bergama’nın tarihteki yeri üzerinde durmadan geçelim burayı. Hepimiz biliyoruz bu açıdan sahip olduğu zenginliği. Yaklaşık olarak yılda 600 bin civarında turist alıyor bu küçük ilçe. Tabii tarıma uygun bir arazisi de yok değil. Ama ekonomik katkı konusunda, tarıma da uygun olan bu alanda, tarihi değerler de korunarak iyi yapılmış projelerle iki konuda da başarılı çalışmalar yapılsa, Bergama yaşadığı yoksulluktan  daha kolay bir şekilde kurtulamaz mı  dersiniz?

 

Geçtiğimiz günlerde gittim Bergama’ya. Yaklaşık 18 Km. ilerisinde İvrindi yolu üzerindeki Allainoi kazı alanını gezdim. Çok iyi korunmuş bir antik sağlık merkezi Allianoi. Dünyada örnekleri az olan yerlerden.Yani bunun gibi dünyada bir kaç tane var: Yortanlı Barajının tam ortasında kalmış. Halbuki  1,5 /2 km’lik bir mesafede  Çaltıkoru Barajı var zaten. Niçin bu kadar önemli bir tarihi dokuyu yok edecek ikinci bir baraja gerek duyulduğunu ne yazık ki kimse mantıklı bir şekilde açıklayamıyor.





Allianoi, Balıkkesirli ünlü sofist Aelius Aristides’in “Hieroi Logoi (Kutsal Anlatılar)” adlı eserinde geçiyor. Usta filozof, biraz hastalıklı bir gezgin. Denizaşırı bir çok ülke gezmiş. Balıkkesir’den gelirken hastalandığını ve Allianoi’ye uğradığını anlatıyor.Koruyucu babası Zosimus’un isteği üzerine gidiyor Allianoi’ye. Orda tedavi olup dinleniyor. Rüya gördüğünü yazıp rüyasını anlatıyor uzun uzun. Ve Allianoi hakkında bir hayli bilgi aktarıyor. İyi bir sağlık merkezi Allianoi. Astım hastası olan Aristides’in  burada iyi olduğu da geçiyor kayıtlarda. Alianoi’ye iki defa gelmiş Aristides.





Termal bir suyun aktığı İlya Deresi antik merkezi ortasından bölüp, yapıların altından akıyor. Roma devresine ait iki köprü var. 47 derece sıcaklığındaki termal su, cilt, romatizma ve kadın hastalıklarına iyi geliyor. Tabii astım hastaları içinde iyi bir çare.

 

Bu büyük sağlık merkezi MÖII.yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmış. 1998 yılından bu yana da zor şartlar içinde kazılıyor. Buradan çıkartılan bir çok değerli obje Bergama Müzesi’ne  teslim edilmiş. Kırk km2lik bir alan üzerine kurulu olan Allianoi günümüzdeki sanatoryumların işlevini üstlenmiş. Kazılarda elde edilen değişik tıp aletlerinden cerrahi müdahalelerde bulunduklarını da anlıyoruz. Kentin dışında 4 adet nekropol var. İçinde de  görkemli caddeleri, sokakları geçiş yapıları, çeşmeleri, hastane yapıları, dükkanları ve tuvaletleriyle Roma döneminin büyük bir sağlık merkezi olmuş. Bizans’ta da seramik ve cam fırınlar, kilise ve küçük şapel ilaveleri yapılmış. Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet devrinde uzun yıllar ihmal edilmiş, ama Paşalı Ilıcası olarak küçük bir kısmı ara ara kullanılmaya devam etmiş.  

 

Trakya Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr.Ahmet Yaraş başkanlığındaki bir ekip tarafından 1998 yılından bu yana kazılmakta olan Allinoi’nin yaklaşık olarak 10.000m2lik bir alanı gün yüzüne çıkartılmış bulunuyor. Ama bu çalışkan ve çağdaş akademisyenler sadece toprağı kazıp inceleme yapmakla kalmıyorlar adeta bir Don Kişot edasıyla  bilim adına yel değirmenlerine saldırıyorlar. Karşılarındaki hayalci ve gerçek olmayan savlara sahip insanlarla mücadele ediyorlar. DSİ burasının Allainoi olmadığını ve burada su toplanması konusunda ısrarlı. Neyse ki toplama havzasına akacak bir damla bile su yok şimdilik. Fakat su olduğunda kapaklar kapatılıp Allianoi boğulup yok olmaya terk edilecek.





İşte bizimle Almanya’nın farklılığı. Kendi toprağında olmayan bir abideyi taşıyıp koruyarak gelecek nesillere taşıyan bir zihniyetle, burası Allinoi değildir yok edebiliriz diyen bir zihniyet. Peki neresidir burası, Allainoi değilse? Hangi bilgilere dayanılarak Alianoi olmadığı söylenmektedir, velev ki Allianoi değilse bile böyle bir değerin koruma altına alınması gerekmez mi?Acaba büyük kısmı açığa çıkartılmış olan bu muhteşem kalıntı hayata geçirilip, bacasız fabrika olan turizmin hizmetine sunulsa, Çaltıkoru Barajının da sınırları genişletilerek veya daha farklı bir çözüm üretilerek ekilecek domateslerin de sulanması sağlansa, yaratılan bu suni “Tarih mi, Domates mi” gibi garip ikileme son verilse kim ne kaybedecek? Bu kayıp bir ülkenin ve dünya insanlarının kayıbından daha mı büyük? İçimizden  çıkan bilim insanlarını dinlemeyecek isek, neden bu kadar güç şartlar altında yetişmelerini sağlıyoruz. Niçin çocuklarımıza bu kadar emek vererek, bilim konusunda böyle fedakarlıklara katlanıyoruz?  


Allianoi bu sene hiç kazılamadı. Bakanlık kazı izni vermeden  kazı mevsimi neredeyse yarılandı. Ne yapalım, söyleyelim bari bir başka ülkeden gelip Allianoi’yi taşısınlar, bizde gidip oralarda görelim. Madem ki hak etmiyoruz, kendi topraklarımızdaki büyük uygarlıkları sahiplenmek istemiyoruz, bırakalım sahiplenecek olanlar alsınlar. Veya aklımızı başımıza toplayıp böyle hastalıklı kararlarla geleceğimizi ipotek altına alanlara karşı o bir avuç akademisyene katılalım. Çoğalıp büyümeliyiz, Alliaoni’lerin gelecek nesillere ulaşması gerekiyor. Biz bunu sağlarken hem dünyaya karşı görevimizi yerine getirmiş olacağız, hem de yaşlı Avrupa nüfusunun gelerek Bergama’da 1800 yıllık bir sağlık merkezinde ekonomimize vereceği katkıdan faydalanmış olacağız.

Dileğimiz, yakın bir tarihte Berlin’de ki müze müdürü gibi görkemli bir açılış töreninde “Allianoi herkesin malıdır, O, dünya kültürünün bir parçasıdır “ diyerek Bergama’da bulunduğu yerde dünya insanlarına sunmak. Her kese görev düşüyor. Allianoi’nin yanlış kararlar çerçevesinde yok edilmesine seyirci mi kalacağız, yoksa çağdaş birer fert olarak engelleyecekmiyiz? O, dünya kültürünün bir parçası ama öncelikle  bizim ve çocuklarımızın geleceğidir.

Hürriyet Tatil, Yazı ve Fotoğraflar: Bilsen Gürer, 19.07.2007


*****


ALLIANOI'DE 'KANALSIZ BARAJ' OYUNU

 

Seçimler öncesinde, Allianoi Antik Kenti'ni tehdit eden Yortanlı Barajı'nın ağustos ayında su tutacağı iddialarının ortaya atılması ve siyasetçilerin mitinglerde köylülere bu tür vaatlerde bulunmaları çevrecilerin tepkisini çekiyor.

 

Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü Avukat Hilal Küey, barajın ağustosta faaliyete geçemeyeceğini ve bu yöndeki iddiaların köylülerin oylarını alabilmek amacıyla ortaya atıldığını söyledi. Allianoi ile ilgili davalar sürerken barajda su tutulmasının hukuken mümkün olmadığını ifade eden Küey, bilim kurulunun antik kentle ilgili koruma projesini onaylaması gerektiğine dikkat çekti.

 

Antik kentin, çevresine örülecek duvarla korunması kararına karşı açtıkları iptal davasının sürdüğünü söyleyen Küey, barajın faaliyete geçemeyeceğini çünkü sulama kanallarının olmadığını belirtti. Küey, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu'nun aldığı 717 sayılı ilke kararına göre baraj yakınındaki eserlerin DSİ uygun görürse sulara gömülebileceğini belirterek, bu karara karşı açtıkları davanın da sonuçlanmadığını vurguladı.
Birgün, Haber: Erkan Çınar, 20.07.2007



İPLİKÇİ CAMİİ RESTORASYONDA





Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün yürüttüğü restorasyon ve bakım çalışmaları tüm hızıyla devam ediyor. Son 4 yılda yaptığı restorasyon çalışmaları ile Cumhuriyet dönemi boyunca yapılanları geçen Vakıflar Bölge Müdürlüğü, şimdi de Konya'da tarihi İplikçi Camii ve Altunaba Medresesi’nin restorasyonuna başladı.

Konya İl Özel İdaresi binasının karşısında bulunan tarihi İplikçi Camii’nin restorasyon çalışmaları bir ayı aşkındır devam ediyor. Bakım ve restorasyon çalışmaları kapsamında caminin iç sıvası temizlenerek, duvarları ilk yapıldığı şekle uygun, Horasan sıva ile yeniden sıvanacak.

Çalışmalar nedeniyle ibadete kapatılan İplikçi Camii’nin 2008’in ortalarında restorasyonun tamamlanarak ibadete açılması planlanıyor.

Alaaddin Caddesi’nde bulunan İplikçi Camiii, yanındaki medresenin vakfiyesinden öğrenildiğine göre; Sultan II. Kılıçaslan döneminde Vezir Şemsettin Altunaba tarafından yaptırılıyor. Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen İplikçi Camii’nin yapı üslubu ve ilgili vakfiyesine dayanılarak cami ve yanındaki medresenin 12. yüzyılın sonlarında yapıldığı biliniyor. Cami, ilk yapıldığı yıllarda ilk banisinden ötürü Ebülfazl Mescidi, daha sonra Ahmed Bey Camii ismiyle anılıyor. Bitişiğindeki Altunaba Medresesi’nin vakfiyesinde belirtilen İplikçi Necibüddin Ayaz’ın bu medresenin mütevellisi olması ve yakınında da İplikçiler Çarşısı’nın bulunması nedeniyle cami, İplikçiler Camii ismini alıyor.


İplikçiler Camii günümüze orijinal şekliyle gelemiyor ve değişik zamanlarda onarılıyor. Ahmed Eflaki’nin “Ariflerin Menkibeleri” isimli eserinde bu caminin yapımı ile bazı bilgiler yer alıyor. “Seyyid Selahaddin bir gün Konya’ya geldi. Ebülfazl Mescidi’nde Cuma namazında bulundu. O gün Mevlana hazretleri vaaz ediyordu.” Bu sözlerden caminin 13. yüzyılın ortalarında önemli bir dini merkez olduğu anlaşılıyor. Günümüzdeki mihrabın altında bulunan mozaik kakmalı mihrap, 13. yüzyılın başlarına tarihlendiriliyor. Caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeye göre de Kişci Mesudzade Hacı Ebubekir tarafından 1333 yılında genişletilerek yenileniyor. Bunun yanı sıra 1431 tarihli bir vakfiyede de caminin Turgut oğlu Ebülfazl Ahmet Bey tarafından yenilendiği belirtiliyor. Sonraki yıllarda yangın sonucu harap oluyor, 1584 yılında şehrin tüccarlarından Hacı Emrullah tarafından yeniden onarılıyor.


Caminin, birçok kez açılan cadde nedeniyle yıktırılması düşünülüyor, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından 1945’de onarılıyor, Konya Müzesi’nin l951’de Klasik Eserler bölümü oluyor, l960 yılında yeniden ibadete açılıyor. Günümüzde çevresindeki yol nedeniyle çukurda kalan caminin beden duvarları ile minaresi yükseltiliyor. Eski fotoğraflarda minaresinin oldukça güdük olduğu görülüyor Bugün önceki minareye göre yüksek bir tuğla kaide üzerinde silindirik gövdeli olarak yükseltiliyor. Caminin duvarları kesme taş ve tuğla dizilerinden örülüyor. Duvarlar üzerinde düzenli sıralar halinde pencereler açılarak içerisi iyi bir şekilde aydınlatılıyor. Giriş ile mihrabı birleştiren eksen üzerinde üç sahsın boyunca üç kubbe camiin planına ilginç bir görünüm vermektedir.


Cami içerisinde bulunan orijinal mihrap Anadolu Selçuklu sanatının en eski örneklerindendir. Firuze, mor çinilerin oluşturduğu geometrik kompozisyonlu çerçeve ile çevrili mihrapta firuze, lacivert renkte çinili ve rumi kompozisyonlu ikinci bir çerçeve görülmektedir.

Merhaba Gazetesi, 21.07.2007

CUMALIKIZIK HAYAT BULACAK

 

700 yıllık geçmişiyle yakın tarihimize ışık tutan Cumalıkızık'ta yeni bir projenin startı verildi. '3. Bin Yılda Yaşayan Osmanlı Köyü Cumalızık Projesi', Yıldırım Belediyesi ve Mimarlar Odası işbirliğiyle yürütülecek.


Yıldırım Belediyesi, Bursa İl Özel İdaresi, ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi işbirliği ile geçtiğimiz günlerde imzalanan Cumalıkızık'ı koruma ve yaşatma amaçlı protokol kapsamında oluşturulan çalışma grubu, Belediye Başkanı Özgen Keskin başkanlığında bir araya geldi. Toplantıya İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Ali Altuntaş, Mimarlar Odası Bursa Şube Başkanı Melih Tura, çeşitli üniversitelerden akademisyenler, şehir plancıları odası temsilcileri de katıldı.


Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, 700 yıllık geçmişe sahip Cumalıkızık'ı tarihi ve kültürel değerleriyle canlandırmak amacıyla hayata geçirilen çalışma kapsamında, proje yarışması düzenleneceğini söyledi. Projenin önümüzdeki yıl belirleneceğini açıklayan Keskin, "3. Bin Yılda Yaşayan Osmanlı Köyü Cumalıkızık Projesi"nin ilk ayağı olan yarışma etabının ardından, projenin hayata geçirilmesi için çalışmaların başlayacağını açıkladı. Keskin, projenin 4 yılda bitirilmesinin hedeflendiğini belirterek, "Bu çalışmaların ardından Cumalıkızık, tıpkı Safranbolu evleri gibi röleve ve restorasyondan geçtikten sonra Bursa'nın önemli bir turistik ve kültürel bölgesi haline gelecek" dedi.
Başkan Keskin ve beraberindekiler, Cumalıkızık için yeni bir vizyon çizmek ve bunun yöntemi ve koordinasyonuyla ilgili analizlerde bulunmak amacıyla köyde incelemelerde bulundu. Köylülerle de istişarede bulunan heyetin bu çalışmaları tamamlamasının ardından tüm fikir ve veriler son aşamaya geldiğinde bir sempozyum düzenlenerek konsept proje haline getirilecek.

Bursa Hakimiyet, 21.07.2007

VİKİNG DEFİNESİ ZENGİN ETTİ

 

İingiltere'nin kuzeyinde çiftçilik yapan bir baba-oğul, ayrıca define avcılığına da meraklıydı. 60 yaşındaki David Whelan ve oğlu Andrew, Leeds yakınlarında bir kasabada arazide metal detektörüyle arama yaparken "Biip" sesini duydular. Hemen o bölgeyi kazmaya başladılar. 40 santimetre sonra bir kazan buldular. Kazanın içinden son 150 yılda gün yüzüne çıkartılan en değerli Viking hazinesi çıktı. Hazinenin kazanın içinde günümüze kadar çok iyi korunduğu belirtildi. British Museum, 2 milyon dolar değerinde olduğu belirtilen 10'uncu yüzyıla ait hazineyi satın almak istediğini açıkladı.Son 150 yılda Vikingler'e ilişkin en önemli keşif olduğu belirtilen hazinenin 927 yılında gömüldüğü tahmin ediliyor. 617 gümüş madeni para ve 65 parçadan oluşan hazinedeki madeni paraların İslam'a ilişkin motiflerin yanı sıra Vikingler'in Hıristiyanlık öncesi dini ve Hıristiyanlığa ilişkin öğeler de içerdiği belirtildi. Vikinglere ait en büyük 8500 parçalık hazine 1840 yılında bulunmuştu.

Vatan, 21.07.2007

NİĞDE YAKINLARINDA KAZI ÇALIŞMALARI

 

 

Pek çok medeniyete evsahipliği yapan Anadolu, tarihi eser açısından da dünyanın en zengin bölgelerinden. Bugünlerde Anadolu'nun dört bir yanında yapılan kazı çalışmalarıyla, keşfedilmeyi ve değerlendirilmeyi bekleyen eserler bir bir gün yüzüne çıkarılıyor. Bu çalışmalardan biri de Niğde yakınlarındaki Tyana Antik kentinde yapılıyor.

 

Tyana, eski çağlardan bu yana Anadolu'nun önemli yerleşim merkezlerinden biri... Kapadokya Krallığı döneminde başkentlik de yaptı. Hemen her köşesi, özel yapı ve ören yerleriyle dolu olan kent, İç Anadolu'nun Efes'i olarak kabul ediliyor. Tyana'da 30 bin nüfusa su taşıyabilen, yaklaşık 4 kilometre uzunluğunda su kemerleri bulunuyor. Kazı çalışmalarında hedef, kentin su dağıtım şebekesini de ortaya çıkarmak.

 

İtalya Padova Üniversitesi'nden Profesör Guide Rosada'nın başkanlığında yapılan kazılarda, daha önce ortaya çıkarılan kilisenin tüm üniteleriyle günyüzüne çıkarılması amaçlanıyor. Kazı heyeti, bulunan mozaikleri de restore edecek.

Trt/Haber, 20.07.2007

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI İHALE AÇIYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, 27 Temmuz 2007 tarihinde  Çorum İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nde Çorum Müzesi Onarımı ve Çevre Düzenlemesi, 01 Temmuz 2007 tarihinde de Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü'nde Antalya Korkuteli Sinaneddin Medresesi Bakım Onarım ve Çevre Düzenlemesi için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu Kapsamındaki Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme Projeleri ve Bunların Uygulamaları ile Değerlendirme, Muhafaza, Nakil İşleri ve Kazı Çalışmalarına İlişkin Mal ve Hizmet Alımlarına Dair Yönetmeliğin 23.maddesi uyarınca açık ihale usulüne göre ihaleye çıkıyor. İhaleye konsorsiyumlar teklif veremeyecek.

TAYHaber, 20.07.2007

AKP VE TARİHE SAYGI MESELESİ

 

Konu partilerin seçim kampanyasından açılmışken üzerinde durmak istediğim bir husus daha var:

Seçim dönemi boyunca AKP’nin kamu olanaklarını kullanarak kampanyasını yürüttüğü ile ilgili çok yazı yazıldı, konuşmalar yapıldı ama bu konu kimsenin dikkatini çekmedi.

İstanbul surlarının en görkemli bölümü Ayvansaray’da yer alıyor.

Kara surlarının Haliç ile buluştuğu bölümde AKP tarafından dev bir afiş asılmış.

1400 yıllık surları, parti tanıtım pankartlarının asılacağı bir "billboard" olarak kullanmak, ancak tarihe saygısızlık ve tarihi eserlerin değerini bilmemekle açıklanabilir.

Aynı şekilde Unkapanı’nda restorasyon görmekte olan Zeyrek Sarnıcı’nın önüne de Recep Tayyip Erdoğan’ın dev bir resmi yerleştirilmiş durumda.

Oysa Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun, bu tür uygulamaları engelleyen bir ilke kararı var. Yüksek Kurul’un, 665 numaralı ve 5.11.1999 tarihli kararı, "Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarında her türlü görüntü kirliliğine yol açan müdahaleleri" yasaklıyor.

Diyeceksiniz ki "AKP bu yasakları takar mı?" Haklısınız.

AKP’ye yakın kişilerin sahibi olduğu, yapımı süren bir sitede de AKP’nin dev pankartları var.

Bu sitenin yapıldığı bölge ve civarı üç yıl öncesine kadar sit alanıydı. İçinde Mimar Sinan’a ait bir su kemeri olduğu için!

AKP’nin pankartları o site inşaatına "Mimar Sinan’a nanik yapmak" amacıyla mı asıldı dersiniz?

Hürriyet, Yazı: Mehmet Y. Yılmaz, 20.07.2007

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Tavas İlçesi'nde düzenlenen operasyonda çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Denizli İl Jandarma Alay Komutanlığı'na bağlı ekiplerin sürdürdüğü çalışma neticesinde, Tavas İlçesi'nde İ.U. isimli şahsın elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı tespit edildi. Savcılıktan alınan arama kararına istinaden Kızılcabölük beldesi ve Pınarlık Köyü yol ayırımında yapılan yol kontrolü esnasında, İ.U. isimli şahsın üst ve elindeki poşet içerisindeki aramada Bizans dönemine ait 2 bronz sikke, Osmanlı Dönemi'ne ait 11 bronz sikke, 1 adet pirinç sikke, Avrupa krallıklarına ait 11 sikke, Osmanlı Dönemi'ne ait bir gümüş madalyon, muhtelif dönemlere ait 2 kitapçık ve sayfaları, yeni döneme ait küçük bir vazo, 2 dipçik muhafazası, 5 kolye parçası, ipek elbise ve kumaş parçası ele geçirildi. Yapılan incelemede, ele geçirilen eserlerin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında etütlük mahiyette ve etnoğrafik nitelikte olduğu tespit edildi. Olayla ilgili gözaltına alınan İ.U. ise, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

denizlili.net, 20.07.2007

TARİHİ MEDRESE RESTORE EDİLİYOR

 

Konya’nın Beyşehir İlçesi'ndeki Eşrefoğlu Camisi'nin batısında yeralan ve “Taş Medrese” olarak bilinen tarihi İsmail Ağa Medresesi’nde restorasyon çalışmaları başladı.


407 bin YTL’ye mal olacak çalışmalarla kültürel mirasın yeniden ayağa kaldırılması planlanıyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından açılan ihaleyi üstlenen firmanın sahiplerinden Ferit Ertürk, Temmuz ayının ilk haftasında başlanan çalışmaların sözleşme gereği 300 gün içerisinde bitirilmesi gerektiğini belirterek, “Ancak bizim hedefimiz 150 gün gibi kısa süre içerisinde bu çalışmaları tamamlayıp, medreseyi eski özgün yapısına kavuşturabilmektir” dedi.


Kültür varlığının ayakta kalması ve ziyarete açılması amacıyla Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından açılan ihale sonrasında restorasyon işini üstlendiklerini ifade eden Ertürk, tarihi yapıda tamamen eskinin yapılamayacağını ancak, mekanı eski özgün yapısına kavuşturmanın mümkün olabileceğini belirtti.

Bakım ve onarım çalışmaları sonrasında yeni yapılan yerlerin belli olacağını, ama eski ile yeninin bütünlük arz edeceğini belirten Ertürk, tarihi mekanda halen eyvan ve kemer kaplama çalışmalarının yürütüldüğünü söyledi.

Konya Kent Haber, 20.07.2007

TARİHİ KÖPRÜLERİN RESTORASYONUNA SEÇİM MOLASI

 

Edirne'de tarihi Meriç ve Tunca köprülerinin restorasyonuna, işçilerin seçimde oy kullanacakları yerlere gitmesi nedeniyle ''seçim molası'' verildi.

 

 

Edirne Valisi Nusret Miroğlu, yaptığı açıklamada, tarihi köprülerdeki restorasyonların hızla ilerlediğini, ancak seçim nedeniyle işçilerin oy kullanmak için kayıtlı olduğu illere gittiklerini ifade etti.

Miroğlu, oy kullanmanın bir vatandaşlık görevi olduğunu hatırlatarak, ''Restorasyonda görevli işçiler oy kullanmak için memleketlerine gittiler. Bu yüzden restorasyona 3-4 gün ara vereceğiz. Ama Edirnelilere söz verdiğimiz sürede restorasyonlar tamamlanacak'' dedi.

 

Tunca Köprüsü'nün restorasyonunu üstlenen ÖZ-BA İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi yetkilileri de köprünün onarım sözleşmesinin 22 Haziran 2006 tarihinde yapıldığını anımsattı. Köprünün onarımında çalışan 20 kadar işçinin 22 Temmuz milletvekili seçimlerinde oy kullanmaları için kayıtlı oldukları yerlere gönderildiğini ifade eden yetkililer, onarımın durdurulduğunu bildirdiler.

İşçilerin bir hafta süreyle izinli olacağını söyleyen yetkililer, köprünün yıkılan iki kemerinin aslına uygun yapılabilmesi için Edirne Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan gelen izne göre onarımın yeniden başlayacağını kaydettiler.

Trakya Net Haber, 20.07.2007

EDİRNE'DE BELEDİYEDEN TARİHİ BİNA YIKIMI

 

Edirne Belediye Başkanlığı, Saraçlar Caddesi'nin taşıt trafiğine kapatılması için Selamsız Sokağı'nın trafiğe açılması çalışmaları kapsamında, güzergahtaki tarihi ahşap binayı yıktı.

 

Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, gazetecilere yaptığı açıklamada, eski İstanbul Caddesi'ndeki tarihi binanın yıkılmasıyla ilgili kararın Anıtlar Kurulu'ndan geçtiğini, yeniden inşa edilecek bu binanın benzerinin butik otel olarak kullanılacağını bildirdi.

 

Sedefçi, Selamsız Sokağı'nın, altyapı çalışmaları tamamlanarak yıl sonuna kadar trafiğe açılacağını söyledi. Sokağın trafiğe açılması amacıyla ilk olarak istimlak çalışmaları için 1,5 milyon YTL harcadıklarını kaydeden Sedefçi, ''Altyapıyla birlikte yol çalışması için 1,5 milyon YTL daha harcama yapacağız. 2008 yılında Saraçlar Caddesi'nin taşıt trafiğine kapatılmasıyla burayı yeniden düzenleyeceğiz. İnsanların hoş vakit geçireceği kafelerin bulunduğu bir alan haline gelecek'' dedi.Daha sonra, tarihi bina, belediyeye ait iş makinesiyle yıkıldı.

Trakya Net Haber, 20.07.2007




ANADOLU ATEŞİ ASPENDOS'DA

 

Anadolu Ateşi 21 Temmuz 2007'den itibaren Kasım 2007'ye kadar haftada 3 gün Aspendos antik tiyatroda sahne alacak. Bilindiği gibi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Ocak ayında yapılan bir anlaşma ile 6 aylığına Anadolu Ateşi'ne tahsis edilen Aspendos Antik Tiyatrosu hakkında bu kararın ardından sayısız haber çıkmış, akademisyenler, Koruma Kurulları ve Kültür Bakanlığı arasında sayısız tartışma gerçekleşmişti.

 

Antalya Koruma Kurulu'nun  'etkinlikler zarar veriyor' kararına rağmen antik tiyatroda önce TRT'nin düzenlediği 23 Nisan Uluslararası Çocuk Şenliği gala programı gerçekleştirilmiş, sonra hasar gören yerler gözden geçirilip güçlendirilmiş, daha sonra da Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali başlamıştı. Festivalin ardından sıra Anadolu Ateşi'ne geldi.

 

Haziran ayı başında Aspendos'ta daha büyük ve daha kapsamlı ikinci bir onarım çalışmasına başlatılacağı bilgisini veren İl Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar "Bundan böyle Koruma Kurulu'nun kararlarının uygulanmasında daha hassas olunacak." dediyse de açıklamasında bu onarımın ne zaman yapılacağı belirtilmedi.

 

Bu onarım için Anadolu Ateşi gösterilerinin sona ermesini bekleyeceklerse umuyoruz bu süre içinde şu ya da bu şekilde kimseyi üzecek bir sorun çıkmaz, Anadolu Ateşi Aspendos'u yakmaz...

TAYHaber, Ayşe Didem Bayvas, 20.07.2007

SENDEN ÖNCE ANADOLU

 

 

Çağdaş müzeciliğin Türkiye'deki en önemli temsilcisi olan ve 1997 yılında 68 müze arasından birinci seçilerek Avrupa'da 'Yılın Müzesi' unvanını alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi, son yıllarda birbirinden ilginç eğitim çalışmalarıyla dikkati çekiyor. Bu eğitim çalışmaları çerçevesinde hazırlık çalışmaları bir yıldan fazla süren 'Senden Önce Anadolu Eğitim Projesi' de tamamlandı. 7-12 yaş arası çocukları Anadolu uygarlıkları konusunda bilinçlendirmeyi amaçlayan proje kapsamında ilk aşamada 10 kitap yer alıyor. Yontma Taş Çağı ile başlayan bu kitapların her birinde Anadolu uygarlıkları kronolojik olarak anlatılıyor. Çocukları sıkıcı bilgilerle boğmadan, zaman içinde geriye doğru neşeli yolculuklar yaptırmayı amaçlayan Senden Önce Anadolu Eğitim Projesi kitapları belli bir konsepte göre hazırlandı. Bu kitapları okuyan çocuklar her dönemde, her uygarlıkta yaşıtları olan arkadaşlarıyla tanışacaklar ve onların rehberliğinde Karain mağarasından Gordion ve Milet'e kadar birçok kenti gezecekler. Kitapta yer alan çeşitli etkinliklerle de hem eğlenecek hem de yaratıcılıklarını geliştirecekler. İçerik ve kapsam olarak bir ilke imza atan proje, kollektif bir çalışmanın ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Başkanlığını Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Hikmet Denizli'nin yaptığı projeye altmışın üzerinde müze uzmanı da bilgi ve belge sağladı.

İlk baskısı Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ile Anadolu Medeniyetleri Koruma ve Yaşatma Derneği'nin sponsorluğunda iki bin adet olarak basılan kitapların ilk aşamasında 10 kitap yer alıyor. Yontma Taş Çağı, Yeni Taş Çağı, Bakır Taş Dönemi, Eski Tunç Çağı, Asur Tcaret Kolonileri Dönemi, Hititler, Geç Hititler, Urartular, Frigler ve Batı Anadolu Uygarlıkları'nın anlatıldığı kitaplar, özel hazırlanmış bez çantası içinde kalemlik, boya kalemi, makas ve tutkal gibi malzemelerle birlikte veriliyor. Projenin ikinci aşaması da Hellenistik Dönem, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ile Atatürk ve Cumhuriyet kitaplarının da hazırlanmasıyla tamamlanmış olacak.

Bugün, Haber: İmge Yücetürk, 20.07.2007

1,5 TON TARİHİ ESER TÜRKİYE'YE GERİ DÖNDÜ

 

Türkiye'den kaçırılan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE), bulunan 23 tarihi eser, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın girişimiyle Türkiye'ye getirildi. Bakanlık yetkililerinden alınan bilgiye göre, Türkiye'den 1 Nisan 2007 tarihinde, BAE'ye bağlı Şarika (Sharjah) Emirliği'ne giden bir uçak alana indiğinde kontrole takıldı.

Uçakta, bin 666 kilogram ağırlığında heykel, stel ve lahit parçalarından oluşan 23 adet tarihi eser bulundu. Şarika Arkeoloji Müzesi'nin deposunda koruma altına alınan eserlerin, Müze Müdürü Prof. Dr. Abboud Jasim ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Dubai Kültür ve Tanıtma Ataşesi'nin görüşmesi sonucunda, Türkiye kökenli olduğu öğrenildi. Bunun üzerine, Kültür ve Turizm Bakanlığı eserlerin iadesi için girişim başlattı. Eserler, 10 Temmuz 2007 tarihinde bakanlıkta görevli Hakan Melih Aygün, Özgür Mehmet İrkin ve Mehmet Sönmez Köse nezaretinde, Türk Hava Yolları'na ait tarifeli seferle Türkiye'ye getirildi. Araştırmada, eserlerin Şarika Serbest Bölgesi'ne kayıtlı Magnus şirketince üç ayrı sevkıyatla ithal edilmek istendiği ortaya çıktı. Adalet Bakanlığı'nın şirketlerin araştırılması ve Türkiye'ye giriş-çıkış kayıtlarının tespit edilmesi için İçişleri Bakanlığı ile temasa geçtiği bildirildi. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, eserlerin bakanlığa bağlı herhangi bir müzeden çalınmadığının tespit edildiğini söyledi.

Sabah, 20.07.2007

HEPİMİZ AFRİKALIYIZ

 

 

İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, bugün dünyada yaşayan tüm insan soyunun (homo sapiens sapiens) 55 bin yıl önce Afrika’nın orta ve güney bölgelerinden, özellikle Güney Sahra’dan çıkan tek bir göç dalgasıyla dünyaya yayıldığını ispatladı.

Bilim adamları, bu tespitin daha önce 6 bin kafatası üzerinde yapılmış çalışma sonuçlarıyla uyuştuğunu söylüyorlar. Bu yaklaşım, insanların dünyanın 7 farklı bölgesinde ayrı ayrı ortaya çıktığı teorisini de çürütecek gibi görünüyor.

Anatomik değişikliklere uğramış dünyanın dört bir yanındaki diğer homo sapienslerin de 50 bin yaşlarında olduğu göz önünde bulundurulunca, modern insanın 150 bin yıl boyunca Afrika’da kaldığı kanıtlanmış oluyor. "Homo erectus" ve "neandartal" türlerinin ise Afrika’yı daha önce terk ettikleri, ancak yerleşmiş oldukları yerlere homo sapiensin gelmesiyle beraber soylarının tükendiği biliniyor.

Araştırmacılar, Avustralya ve Güney Amerika yerlilerinin ise en az genetik değişim geçiren topluluklar olduğunu bunun da kafataslarının şekil ve büyüklüklerinden anlaşıldığını belirtiyorlar. Yine de Afrika’dan çıkan homo sapiensle bugün dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan bir insan arasında çok büyük fiziksel farklılıklar bulunuyor.

Hürriyet, 20.07.2007

PORTAKAL MESCİDİ'NDE RESTORASYON BAŞLIYOR

 

İzmit’teki önemli tarihi binalardan biri olan Akçakoca Mahallesi’ndeki Portakal Mescidi’nde Büyükşehir Belediyesi’nin yaptıracağı restorasyon çalışması başlıyor.

 

Büyükşehir Belediyesi, Portakal Mescidi çevresindeki üç binayı da kamulaştırmıştı. Bu binalar yıkıldıktan sonra Portakal Mescidi, Usra İnşaat firması tarafından 142 bin 880 YTL’ye malolacak çalışma ile yenilenecek. Aslına uygun olarak yeniden yapılması hedeflenen Portakal Mescidi, İzmit’in en güzel binalarından biri olacak.

Özgür Kocaeli, 20.07.2007

JAPONYA'YA GİDECEK ESERLER GÜMRÜĞE TAKILDI





Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümü'ne ait 140 parça tarihi eser, Japonya'da "Muhteşem Osmanlı Hanedanı" adı altında sergilenecek. 1 Ağustos'tan başlayarak 11 Şubat 2008'e kadar Tokyo, Kyoto ve Nagoya'da sergilere götürülecek olan eserler Japon ve Türk uzmanlarca seçildi.


Bu eserler arasında altın şehzade beşiği, altın ve değerli taşlarla süslü kılıç, kalkan, kama, sürahi gibi Hazine Bölümü'ne ait çok değerli parçalar ile İslam Eserleri Bölümü'nden elyazması Kuran'lar vardı. Eserler, 26 adet muhafazalı sandığa Topkapı Sarayı uzmanlarınca özenle yerleştirildi.
 

Daha sonra güvenlik önlemleri altında 3 gün önce Atatürk Havalimanı'na (AHL) getirildi. Ancak eserler tam uçağa bindirilecekken, gümrük memurları sandıkların açılmasını istedi. Topkapı Sarayı yetkilileri, sandıkların mühürlü olduğunu ve açılmasının mümkün olmadığını belirterek Bakanlar Kurulu kararını gösterdi. Ancak gümrük memurları prosedür gereği eserleri görmek zorunda oldukları konusunda diretti. Kriz büyüyünce Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Gümrük Müsteşarlığı yetkilileri devreye girdi. Sorun çözüldü, ancak eserleri almak için bekleyen kargo uçağının pilotu rötar yapamayacağını söyledi ve kargoyu almadan havalandı.


AHL Gümrük Müdürü Hüseyin Şanverdi, suçlunun Topkapı Sarayı memurları olduğunu söyledi:
"Eserler sandıklara konurken prosedür gereği bir gümrük memurunun kendilerine eşlik etmesi gerekirdi. Ancak bizden böyle bir talepleri olmadı. Hatta eserler alana getirilene kadar da bize bilgi verilmedi. Son anda eserler uçağın altındayken memur arkadaşımız olaya müdahale etti. Sandıkların açılmasını istemek gibi bir durum söz konusu değil. Ancak geç kalındı. THY da uçağın kalkışından yarım saat önce eserleri kabul etmeyince bu kötü olay yaşandı."


Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri ise şöyle konuştu: "6 Temmuz'da hem Gümrük Müsteşarlığı'na hem de AHL Gümrük Müdürlüğü'ne faksla bildirim yaptık. Bakanlar Kurulu kararını da gönderdik. İstanbul Valiliği'ne eskort temini için yazı yazdık. Valilik eskort gönderdi. Ancak onlar memur göndermedi. Havalimanında da işgüzarlık yaptılar. Ülkemizin prestij kaybına neden olundu. Yeniden işlemleri tamamladık, eserlerimiz Japonya'ya gidiyor."
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 20.07.2007

ÇIMAĞIL MAĞARASI TURİZME AÇILIYOR





Bayburt'a yaklaşık 40 kilometre uzaklıkta bulunan ve doğal güzelliğiyle turizmde gelecek vadeden Çımağıl Mağarası, eylülde turizme açılacak.

Bayburt Valisi Musa Küçükkurt, Aşağı Çımağıl Köyü Taşındibi Mahallesi'nde, deniz seviyesinden 2 bin 450 metre yükseklikte bulunan mağaranın, yol ve içindeki inşaat çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Küçükkurt, 134 bin euroluk projenin Avrupa Birliği tarafından desteklendiğini, çalışmaların ise Köylere Hizmet Götürme Birliği tarafından yürütüldüğünü belirtti.

Küçükkurt, "Çımağıl Mağarası'nın ihalesi 19 Nisan 2007 tarihinde yapıldı. İhaleyi alan firma, mağaraya yapılacak 700 metrelik yolun kaba inşaatını bitirmiş, tesviye ve düzeltme işleri devam ediyor" dedi. Mağara içi yolun tamamlanmasının ardından köyden mağaraya kadar elektrik direklerinin dikileceğini ve hat çekileceğini belirten Vali Küçükkurt, mağara içinin aydınlatılacağını ve gezi yollarının yapımının tamamlanacağını kaydetti.

Vali Küçükkurt, "Bu proje hazırlarken insanlar hayal dahi edemiyorken artık mağaranın içine giriyor ve tüm güzelliğini görüyor olmanın mutluluğu, bu güzellikleri de tüm Türkiye'ye kazandırmanın heyecanı içindeyiz. Çalışmaları tamamlayarak, mağarayı 15 Eylül 2007 tarihinde turizme açmayı planlıyoruz."

Bayburt il merkezine yaklaşık 40 kilometre uzaklıkta bulunan bin 10 metre uzunluğundaki Çımağıl Mağarası'nda, 11 bölüm bulunuyor. Mağarada tavan yüksekliği yaklaşık 15 metre olan büyük bir salon yer alıyor. Bu salona bağlı olan kremalı oda, küçük oda, hayaletler odası ve mavi oda diye adlandırılan bölümlerde, sarkıt ve dikitlerin yanı sıra yer yer su birikintileri bulunuyor.

Bayburt Kent Haber, 17.07.2007


*****


ZONGULDAK'TA 30 MAĞARA TURİZME AÇILABİLİR

 

Sportif ve turistik geziler ile bilimsel araştırmalara yönelik mağara turizminin gelişmesinin hedeflendiği Zonguldak'ta, 30 civarındaki mağara yerli ve yabancı turistlerce keşfedilmeyi bekliyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, mağara yoğunluğu açısından Avrupa ülkeleri arasında ilk sırada yer aldığını bildirdiği Türkiye'de, Zonguldak'ta ekipmanlı normal ve profesyonel ziyaretçilerin girebileceği, turistlik gezilere uygun görsel güzelliği de bulunan çok sayıda mağara bulunuyor. Kentte galeri, sarkıt, dikit, travertenler ve milyonlarca yıllık mercan fosilleri bulunan ve temiz havasıyla stres giderdiği bildirilen 3 bin 250 metre uzunluğundaki Gökgöl Mağarası'nın, turizme açık 875 metresini 2001'den bu yılın 7 ayına kadar 215 bin civarında gezen kişi sayısının artırılması amaçlanıyor.

 

Ereğli İlçesi'ndeki, mitolojide ''yeraltı tanrısı Hades'in ülkesine açılan yollardan biri'' gösterilen Cehennemağzı Mağaraları'nı da yılda 20 bin civarında yerli ve yabancı turist geziyor. Bakanlık tescilli 6 bin 250 metreyle Türkiye'nin ikinci uzun mağarası konumundaki Kızılelma ile Çayırköy'ün yanı sıra Sofular, İnağzı, Cumayanı ve İncivezaltı gibi mağaraları da genellikle bilimsel araştırma yapmak isteyenler ile sporcular ziyaret ediyor. Ekipmanlı normal ziyaretçiler rehber eşliğinde Çayırköy Mağarası'nda, ekipmanlı profesyoneller ise Kızılelma Mağarası'nda yeni keşiflerin heyecanını yaşıyorlar.




Çayırköy Mağarası


Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Karaelmas Üniversitesi, Mağara Araştırma Kulübü, 19.07.2007




Nano-Yorum: Birbirinden güzel oluşumlara sahip tüm bu mağaralar turizme açılmasın demiyoruz, tabii ki açılsın. Ama unutulmaması gereken nokta, bu mağaraların milyonlarca yılda oluştuğu. Mağarada bulunan bir tek sarkıtın 1 cm büyümesi için onlarca yıl gerekiyor. Gökgöl Mağarası'ndaki bazı sarkıtlar ise 4 m uzunluğunda. 6 yılda 215.000 kişi gezip görecek ve kişi başı  5.- YTL giriş ücreti ile 1.075.000.- YTL para kazanılacak diye Gökgöl Mağarası'nın ağzını yıkarak büyütmek, içindeki galerileri betonlamak, sadece 875 m'lik gösteriş için 3.250 m'lik mağaradaki tüm oluşumu durdurmak, sıcak aydınlatma kullanarak mağaranın ısısını değiştirmek ve burada yaşayan binlerce yarasayı göç ettirmek bizlere pek akıllıca gözükmemekte.
Siz ne dersiniz?
Sinirli Mağaracı :(

ZİNCİRLİ HÖYÜK'TE ÇALIŞMALAR BAŞLADI

 

 

İslahiye İlçesi'ne bağlı Zincirli köyü sınırlarında yer alan Zincirli Höyük'te, kazıların ikinci ayağına başlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ABD'deki Chicago Üniversitesi'nin yürüttüğü kazı, Chicago Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. David Schloen başkanlığında 50 kişilik ekip tarafından yapılıyor. Doç. Dr. Schloen, 10 yıl süreli kazı çalışmalarıyla tarihi Zincirli Höyük'te bulunan eserleri ortaya çıkarmayı amaçladıklarını, kazının birinci ayağının ağustos 2006'da başladığını ve 5 hafta sürdüğünü söyledi. Bu yılki çalışmalara 50 kişilik ekiple başladıklarını ifade eden Doç. Dr. Schloen, Alman ve Amerikalı akademisyenlerin yanı sıra birçok ülkedeki üniversiteden doktora öğrencilerinin de ekipte yer aldığını, çalışmaların üç noktada sürdürüldüğünü belirtti.

 

"Tekrar kazıya başlamanın mutluluğunu yaşıyoruz" diyen Schloen, "Bu yıl antik kenti ortaya çıkarmak için 2 ay boyunca çalışacağız. Geçen yıl 5 hafta çalıştıktan sonra tarihi şehrin duvarının yaklaşık 45 metrelik kısmını açmıştık. Bu kısım bize şehrin nasıl inşa edildiğini gösteriyor. Bu bölgenin topoğrafik haritasını çıkarmış olduk. Bu yıl daha büyük bir ekiple daha büyük bir kazı için tekrar başladık. Kazı sonunda evler, saray ve şehir kapıları bulmayı umuyoruz. Kalıntı ve heykellerin bulunma ihtimali de var" şeklinde konuştu.

 

Chicago Üniversitesi'nin l920 yılından itibaren Türkiye'nin değişik yerlerinde ciddi kazılar yaptığını, Zincirli Höyük'ün en büyük projelerinden birisi olduğunu anlatan Doç. Dr. Schloen, kazının bilimsel araştırmanın yanı sıra tarih ve turizm açısından da büyük önem taşıdığını vurguladı. Doç. Dr. Schloen, 5 yıllık bir kazının sonunda Tilmen ve Yesemek gibi bir alanın ortaya çıkarılabileceğini kaydetti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 19.07.2007

KADI CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

 

Gaziantep Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Kilis'teki tarihi Kadı Camii'nin restorasyonuna önümüzdeki hafta başlayacak.

 

Vakıflar Gaziantep Bölge Müdürü İsa Güven ve beraberindeki heyetle Kilis'te restorasyonu devam eden tarihi yerlerde incelemeler yaptı. Önümüzdeki hafta restorasyonuna başlanacak olan Kadı Camii'nde Kilis milletvekili Hasan Kara ve Belediye Başkanı Mehmet Abdi Bulut'la birlikte kontroller yapan Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, çalışmalar hakkında bilgiler verdi. Tarihi camiin altında bulunan işyerlerinin bir süreliğine kapatılacağını belirten İsa Güven, işyerlerinin sahipleriyle görüşmelerde bulundu.

 

Vakıflar Gaziantep Bölge Müdürü İsa Güven, Kilis'te geçen yıl tarihi cami, hamam başta olmak üzere bir çok eserin restorasyonuna başlandığını söyledi. Güven, tarihi Cüneyne Camii restorasyonu için de çalışmaların devam ettiğini kaydetti.

Gaziantep 27 Gazetesi, 19.07.2007

TARİHİ ESAT PAŞA ÇEŞMESİ ONARILIYOR

 

Çanakkale’nin Eceabat İlçesi’ne bağlı Yalova Köyü’nün üç kilometre güneyinde bulunan tarihi Esat Paşa Çeşmesi, ÇEKÜL Vakfı’nın ve Eceabat Kaymakamlığı’nın işbirliğiyle onarılıyor. Tarihi çeşmede hayata geçirilecek onarım çalışmalarını belirlemek için Yalova Köyü’ne giden Eceabat Kaymakamı Muhterem İnce ve ÇEKÜL Vakfı Çanakkale Temsilcisi Mimar İsmail Erten, yapıyı yerinde incelediler.

Köy halkı tarafından hala kullanılan tarihi çeşme, zaman içerisinde çeşitli tahribata uğramış. Çeşmenin kemeri üzerinde yer alan silmeli taçla süslenmiş parçalar ve iki yanında bulunan duvarların üst bölümlerindeki silmeler yıkılmış. Çeşitli dönemlerde yapıya küçük onarımlar şeklinde müdahaleler yapıldığı için, fiziki yapı genel olarak büyük oranda orijinalliğini koruyor. Bu durum da tarihi çeşmenin önemini bir kat daha artırıyor.

Onarım çalışmaları kapsamında, yan duvarlar ve ortadaki yüksek bölümün yıkılan üst kısımları tamamlanacak, ayrıca küçük tamiratlarla eklenen ve orijinalliği bozan kısımlar temizlenecek. Çeşme etrafında çevre düzenlemesi ve peyzaj çalışması yapılacak. Böylelikle çeşme ve etrafının mevcut kullanımını arttırılarak, bölgeye dışarıdan gelen konukların bu kültürel ve doğal alandan yararlanmasına olanak sağlanacak. En önemlisi ise, kültürel miras özelliği taşıyan Esat Paşa Çeşmesi korunarak, gelecek kuşaklara aktarılacak.

Yapı, 19.07.2007

BOĞAZİÇİ'NDE 'TARİHE' OTOPARK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın İstanbul'da "korunması gerekli kültür varlığı" olarak tescil ettiği "tarihi ahşap bina" yıkılarak "açık otoparka" çevrildi. Bakanlığın "izinsiz herhangi bir müdahale varsa ivedilikle durdurulması" talebini içeren resmi yazısı dikkate alınmazken Üsküdar Belediyesi, otoparkın işletilmesi için bakanlığın yazısından 18 gün sonra otopark için "işyeri açma ve çalışma ruhsatı" verdi. AKP'li belediyenin ruhsatı vermeden önce kendisine ulaşan şikayet dilekçesine verdiği, " Şikayet konusu edinilen yerle ilgili otopark yapılmak üzere henüz ruhsat talebinde bulunulmamıştır. Açık otopark olarak yerin hazırlanmasından sonra başvuru olması halinde şikayet dilekçeniz değerlendirilecektir" yanıtı, tarihi yapının göz göre göre yıkılarak otoparka çevrildiğini ortaya koyuyor.
 

İstanbul Beylerbeyi'nde yaşanan olay Beylerbeyliler Dayanışma Derneği'nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul 4 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne yaptığı başvuru üzerine ortaya çıktı. Dernek, Üsküdar Belediyesi'ne gönderdiği şikayet dilekçesini
bakanlığa bağlı müdürlüğe de gönderdi. Dernek başvurusunda, "Beylerbeyi Mahallesi, Arabacılar Sokak, 125 pafta, 755 ada, 24 parseldeki ahşap binanın yıkılarak, parselin otopark olarak düzenlenmeye çalışıldığını" bildirdi.
 

Bakanlığa bağlı müdürlük, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü'ne 1 Haziran 2007'de yazdığı resmi yazıda olayla ilgili önemli tespitlerde bulundu:

  • Korunması gerekli kültür varlığı Parseldeki yapı, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'nun 19.04.1974 gün 7759 sayılı genel kararıyla korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilmiştir.
     

  • Bir dönemin özgün yapısı İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 04.01.2006 gün 1277 sayılı kararında, "... 775 ada, 24 parseldeki bir kısmı çökmüş olan binanın bir dönemin özgün yapısı olması, ayakta olan kısımlarının yıkılmaması, binanın nüfus ve eşyadan arındırılmasına" karar verilmiştir.

Bakanlığa bağlı müdürlük izinsiz herhangi bir müdahale varsa ivedilikle durdurulmasını talep ederken tarihi bina bu süreçte sahibi tarafından yıkıldı. Yılmaz İnşaat'a 19 Haziran 2007'de Üsküdar Belediyesi'nce ruhsat verildi. Yılmaz Otopark, tabelasını cadde üzerindeki ahşap bir binanın üzerine astı.

Cumhuriyet, Haber: Aykut Küçükkaya, 19.07.2007

KARADENİZ'İN İLK ANTİK KENTİ

 

 

Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesindeki Antik Teion Kenti’nde, ağustos ayında kazılara ve arkeolojik su dalışlarına başlanacak. Kazılarda, MÖ 7. yüzyılda kurulan antik kentin mimari yapısının ortaya çıkarılması hedefleniyor. 30 kişilik bir bilimsel ekiple kazı çalışmalarına başlayacaklarını belirten kazı başkanı Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sümer Atasoy, Roma dönemine ait toprak üstü kalıntılardan, liman surları, su kemeri, tiyatro, savunma kulesi ile antik liman ve mendireğin planlarının çıkarıldığını söyledi.

Antik kenti, Ege Bölgesi’ndeki Milet kentinden gelenlerin kurduğunu anlatan Atasoy şu bilgileri verdi: “Türkiye’de Karadeniz sahillerinde ilk defa yapılan kazılar, bölgenin önemli ticaret kenti olduğunu gösteriyor. Burada hiç bilmediğimiz sahil surlarını ortaya çıkardık. Ayrıca, 2 bin kişilik Roma tiyatrosunda heykellere ait mermer ve bronz parçalar bulduk. Karadeniz sahillerimizde ilk defa bir antik kent kazılarak, kalıntılar ortaya çıkarılacaktır. Karadeniz’de, Kastamonu, Sinop, Samsun, Ordu ve Trabzon’da da eski yerleşim alanlarının izleri kayboldu. Ancak Filyos’daki antik kent bu açıdan bozulmamış tek yer konumundadır.”

Bölgede kamulaştırma çalışmalarının başladığını söyleyen Atasoy “Arazilerin çoğu kişilerin mülkiyetinde. Bundan dolayı da vatandaşlar izin verdiği ölçüde kazıları yapabileceğiz. Kentteki antik tiyatroyu tamamen ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. 2 su arkeoloğu dalışlarda bulunacak. Ortaya çok hoş bir kent çıkacak. Eserleri anında turizme kazandıracağız. Hemen broşür çıkartmayı amaçlıyoruz. Bilgi panoları da yapıp, kentin haritalarını çizeceğiz” dedi.

Türkiye Gazetesi, 19.07.2007

ŞANLIURFA'NIN SAKLI TARİHİ TOPRAK ALTINDA

 

Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu, ‘tarihte önemli ve birçok medeniyete ev sahipliği yapması sebebiyle, zengin bir tarihi içinde barındıran Şanlıurfa’da, yapılan 35 arkeolojik kazıya rağmen, halen toprak altında zengin bir tarih yattığını’ söyledi. Şanlıurfa’nın, dünyada kültür ve medeniyet merkezi sayılan ve arkeoloji literatüründe “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan bölgede yer aldığını dile getiren Kürkçüoğlu, şimdiye kadar yapılan 35 arkeolojik kazıya rağmen daha birçok tarihi yapının gün yüzüne çıkarılmayı beklediğini söyledi.

Türkiye Gazetesi, 19.07.2007

BİRSÖZ YENİDEN NEVŞEHİR İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRÜ

 

1995 yılından buyana Nevşehir İl Kültür ve Türizm Müdürü görevini yürükmekte olan ve defalarca görevinden alınan Velettin Birsöz yargı kararı ile yeniden görevine döndü. Daha önce bu bölgeye Bitlis İl Müdürü Hüsnü Işık Gör getirilmişti. Gör de Bitlis’teki görevine iade edildi.

Turizm Gazetesi, 18.07.2007




CENEVİZ SURLARI KURTULUYOR

 

  

 

Taksim-Yenikapı metrosu inşaatını engellediği gerekçesiyle taşınması planlanan 700 yıllık Ceneviz Surları yerinde kalıyor. Tünel, surların 3 metre altından geçecek Taksim-Yenikapı metrosu inşaatını engellediği gerekçesiyle taşınması planlanan 700 yıllık Ceneviz Surları yerinde kalıyor. Tünel, surların 3 metre altından geçecek.

 

İstanbul'un raylı sistemlerinin birleşmesi için en önemli geçişlerden biri olan Taksim- Yenikapı Metrosu'nun tamamlanmasının önündeki en büyük engel olarak görülen Ceneviz Surları'nın taşınma kararı durduruldu. 700 yıllık tarihi Ceneviz Surları parça parça keserek taşımayı düşünen İstanbul Büyükşehir Belediyesi, mimarlar ve tarihi eser uzmanlarının tepki göstermesi üzerine geri adım attı.
 
Tarihçiler, arkeologlar ve mimarların görüşlerini yerinde bulan Büyükşehir Belediyesi, surları taşımaktan vazgeçti. Belediye yeni bir proje yaparak İstanbul 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na gönderdi. Kurula gönderilen projede tarihi Ceneviz Surları yerinde kalıyor. Zemin güçlendirildikten sonra tünel inşaatı surların 3 metre altından geçiriliyor.

Proje şimdi İstanbul 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan onay bekliyor. Kurula çıkması için röportörün rapor yazdığı proje onay alması halinde metro tüneli, yeraltından çıkıp deniz üzerinden yapılacak köprüyle Yenikapı'ya ulaşacak. Böylece yaklaşık bir yıldır duran çalışmalar yeniden başlayacak.

Surların taşınması kararı daha önce de 2. No'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayı ile alınmıştı. Metronun Şişhane'deki tünel çıkışında bulunan surların yaklaşık 40 metrelik bölümünün kesilerek taşınması planlanmıştı.

Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 19.07.2007

ÇORUM KALESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Selçuklular döneminden kalan tarihi Çorum Kalesi restore edilecek. Kale içerisinde evi olan vatandaşlara da TOKİ tarafından konut verilecek. Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Bayazıt ile Çorum Kalesi’nde incelemelerde bulunan AK Parti Milletvekili Agah Kafkas, Çorum Kalesi’nin restorasyon çalışmalarının, hazırlanacak projenin ardından hayata geçirileceğini söyledi. Kafkas restorasyonun ardından tarihi Çorum Kalesi’nin turizme kazandırılacağını ifade etti.

Türkiye Gazetesi, Haber. Erol Süer, Fotoğraf: Çorum Belediyesi, 19.07.2007

KİPTAŞ ORTASINDA TEKKE OLAN LÜKS REZİDANS ARAZİSİNİ SATIYOR

 

Kiptaş, üzerinde Karaağaç Tekkesi'nin kalıntıları bulunan Sütlüce'deki 3.6 bin metrekarelik arsayı satışa çıkardı. İmarı rezidans yapmaya müsait olarak ilan edilen arazinin satışı Alevi derneklerini ayaklandırdı.





İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı gayrimenkul geliştirme şirketi Kiptaş, İstanbul Sütlüce'de Haliç manzaralı 3 bin 632 metrekarelik arsayı satışa çıkarınca Alevi dernekleri ile karşı karşıya geldi. İmar durumu ticaret, otel, konaklama, konut, kültürel ve özel eğitim tesisi yapılmaya müsait olarak duyurulan arazinin bir bölümü üzerinde 16'ncı yüzyıldan kalma Karaağaç Tekkesi bulunuyor. Hafriyat çalışmaları sırasında tekkenin kalıntıları ortaya çıkan arazide 3 tane de yeniçeri mezarlığına rastlandı. Ancak tüm bunlara rağmen önceki gün ihaleye çıkan Kiptaş 3 Ağustos günü arsa taliplerinin tekliflerini alacağını duyurdu.

İhale ilanında Karaağaç Tekkesi'nden söz edilmezken, arsanın 27 Kasım 2006 tasdik tarihli Beyoğlu İlçesi, Sütlüce Mahallesi, 115 pafta, 1 ve 2 parsellere ilişkin 1/5000 ölçekli Tadilat Nazım İmar Planı ve 1/1000 ölçekli tadilat Uygulama İmar Planı'nda serbest yapılaşma koşullarına özel proje alanında bulunduğu belirtildi. Söz konusu alana blok boyut ve şekli serbest bitişik, ayrık, ikiz sıralı blok yapılabileceği belirtilerek, kat sınırı olmadığının da altı çizildi. Konuyla ilgili görüştüğümüz Kiptaş yetkilileri arsa üzerinde tekkenin bulunduğunu doğrulayarak, "İnşaat yapılsa da o bölüm üzerinde bu tekke korunacak" dedi.





Karaağaç Tekkesi'nin bulunduğu kısım demir ağ ile koruma altına alınmış. Bu alan proje sırasında da korunmaya devam edilecek.


Bu arada şantiye alanına gittiğimizde söz konusu alanda sadece tekke değil, şu ana kadar tespit edilen üç yeniçeri mezarının bulunduğu ortaya çıktı. İnşaat sırasında uzun yıllarca bölgede çalışan Pala lakaplı emekli belediye temizlik işçisi Mustafa Cofus'tan mezarların bulunduğu yer hakkında bilgi ve yardım alındığı öğrenildi. Mezarların proje nedeniyle bulunduğu bölgeden kaldırılıp, yine aynı arazi üzerinde yapılaşmanın bulunmadığı alana taşınacağı belirtildi. Arazide başka mezarların da bulunabileceği ve araştırmaların sürdüğü ifade ediliyor. 250 ile 500 yıllık bir tarihi geçmişi olduğu tahmin edilen tekkenin geçmişte en az iki kez inşa edildiği de belirtiliyor.




Arazi üzerinde şu ana kadar 3 yeniçeri mezarı bulunmuş. Bunlardan ikisi net olarak ortada. Üçüncüsü ise halen çıkarılıyor.


Kiptaş'ın ilanlarında Karaağaç Tekkesi'nin de içinde bulunduğu arazi için "özel proje alanı" tanımı kullanılıyor. Kat yüksekliği serbest bırakılan otel, rezidans, iş merkezi gibi tesislerin yapılabileceği arazi Haliç'e bakıyor.

 

Kiptaş ile Alevi derneklerini karşı karşıya bırakan Karaağaç Dergahı ya da Tekkesi'nin tarihi oldukça eski. Alevi Bektaşi Eğitim ve Kültür Vakfı'na göre söz konusu tekke 2'nci Bayezıd tarafından arazi üzerine 3'üncü Sultan Mustafa devrinden sonra Bektaşi Tekkesi olarak yapılmış. Cumhuriyet Dönemi'nde de 'tekke ve zaviyeler'in kaldırılması ile kanun gereği kapatılmış ve bölgeye özel konutlar yapılmış.

Sabah, Haber: Hacer Gemici, 19.07.2007

TARİHE ÖNEM VERİLİYOR

 

Gaziantep'te kentin en önemli tarihi mekanlarından biri olan Bakırcılar Çarşısı'nı onararak yeniden Gaziantep'e kazandıran Büyükşehir Belediyesi, hayata geçirilecek yeni uygulamalar için çalışmaları hızlandırdı.

 

ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ve beraberindekiler, yapılan çalışmalarla ilişkin olarak Gaziantep'i ziyaret ederek, Vali Süleyman Kamçı, Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Şahinbey Belediye Başkanı Ömer Can, Şehitkamil Belediye Başkanı Metin Özkarslı ve ÇEKÜL Vakfı Gaziantep Temsilcisi Zafer Okuducu ile bir araya geldiler. ÇEKÜL Vakfı tarafından, görüşmeler sonrasında yapılan açıklamada, kent merkezinde tarihi ve kültürel mekanların korunmasının yanı sıra Dülük ve Nizip gibi bölgelerde de kent dışı tampon bölgeler yaratılmasının gerekli olduğuna işaret edildi. Halen onarım ve düzenleme çalışmaları devam ettiği Gaziantep Kalesi ve çevresindeki çalışmaların önemine işaret edilen açıklamada, Gaziantep için en önemli projelerden biri olan Mozaik Müzesi'nin de kentin dışında 45 dönümlük bir arazi üzerinde kurulmasının planlanmasının önemine işaret edildi.

Gaziantep 27 Gazetesi, 19.07.2007

ANADOLU'DAKİ TARİHSEL KOMŞULUK

 

Bizans Sempozyumu'ndaki "Selçuklu" bildirileri, dostluğun ve kardeşliğin izlerini yansıttı.

Siyasetin seçim söyleminde "kardeşlik" öne çıktı.

Çünkü Anadolu'nun "birlikte yaşama"ya dayalı "kendine has" toplumsal tarihini kavrayamayanlar, buna yabancı "Batı" nın "azınlık" kavramına sarılmışlar...

O kadar ki "demokrasi" yi bile farklı toplumsal beklentilere dayanan farklı görüşler yerine, sadece "farklı ırk" lara bağlar oldular.

Onlara göre insanların "düşünce" leri ne olursa olsun, demokrasi için asıl önemli olan "etnik köken" leri.. En gerici fikirleri savunanlar bile eğer "azınlık" lardansa, "demokrat" sayılıyorlar.

İşte böylesi "ayrılıkçı" anlayışların "insan hakları" adına "siyasallaştığı" şu seçim ortamında, Anadolu'daki "ortak yaşama kültürü" nün temellerine de değinilen bir etkinlik, 25-28 Haziran 2007'de gerçekleştirildi.

Vehbi Koç Vakfı'nca, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin ev sahipliğinde, Sevgi Gönül anısına düzenlenen, "Uluslararası Bizans Araştırmaları Sempozyumu" nda, bazı bildiriler de "Bizans ile Selçuklu" nun ortak uygarlık değerlerini ele almışlardı.

Örneğin bu birlikteliğin mimarideki yansımalarını "Selçuklular, Bizans malzemesini kendi öz yaratıları ile birlikte, büyük hoşgörü ve uyumla kullanmıştır" diyerek anlatan Gönül Öney şunları vurguluyor: "Selçuklular, İran ve Ortadoğu'nun zengin mirasını bünyelerinde yoğurarak, Anadolu'da Hıristiyan, Bizans ve Ermeni yerleşim bölgelerinde yeniden şekillendirdi. Değişik din, dil ve kültürlerden gelen ustaların tasarımları, eserleri, Anadolu'da yeniden filizlendi..."

Öney'e göre Selçuklu sanatına özgü taş kabartma, sembolik aslan, çift başlı kartal, tavus, balık, ejder, hayat ağacı gibi figürler, "Orta Asya inançlarını Bizans gelenekleriyle harmanlayarak" camileri, medreseleri, hanları, kaleleri, sarayları süslemişlerdi...

Aynı etkilenmenin "sikke" lerdeki izlerini anlatan Adil Özme de şunları söylüyor: "Selçuklu sikkelerinde cepheden tasvir edilmiş yarım portreler, tahtta oturan tasvirler ve ejderle mücadele eden atlı tasvirleri gibi Bizans figürlerinin yer alması dikkat çekicidir..."

Benzer şekilde Tuna Artun 'un "Anadolu'nun Türkleşmesinde Bizans Dünyasının Rolü"; Antony Eastmond 'un "13. yy'da Kültürlerarası Evlilik ve Anadolu Sanatına Etkisi"; Sabahattin Türkoğlu 'nun "Bizans Kıyafetlerinde Türk Etkileri"; Mustafa Daş 'ın "Bizans'ta Türklere Verilen Sıfatlar"; Koray Durak 'ın "Bizans'ta Türklerin Tanımı"; Aynur Durukan 'ın "Bizans, İlk Beylikler ve Selçuklular"; Muradiye Bursalı 'nın "Bizans ve Selçuklu'da Hayat Ağacı Motifi"; Erdoğan Merçil 'in "Sultan Sencer'in Bizans İmparatoruna Mektubu"; Cesim Avcı 'nın "Selahaddin Eyyubi ve Bizans" ile Ayla Ödekan 'ın "Kültürler Arası Etkileşim ve Mukarnas" gibi bildirileri de "Anadolu'daki beraberliklerin ortak mimarları" nı tanıtan diğer bilimsel sunumlar...
 

Ne var ki sempozyumun resmi teması "Onikinci-Onüçüncü Yüzyıllarda Bizans Dünyasında Değişim" olduğundan, günümüzün "Anadolu'ya yabancı kimlik arayışları" na da "ders" verebilecek bu sunumlar, 90 bildiri arasında "önemlerine uygun yoğunlukta" yer alamadılar.

Nitekim Bizans'la ilgili bir sempozyumun "ilk kez" yapılmasını; "Hiçbir zaman bizim bilim alemimiz ciddi Bizans uzmanı yetiştirmedi. Atatürk döneminin dışında böyle bir teşebbüs de olmadı" diyerek sorgulayan İlber Ortaylı da şunları vurguluyordu: "Fakat Bizantinistler dünyası da Türkleri, bir-ikisi dışında Arapları ve İranlıları öğrenemedi ve tanımadı. Şahsen bu sempozyumda bunu gözlemledik, en tanınmış Batılı Bizans uzmanları, imparatorluğun yanı başında yaşayan Selçuklu dünyasını bir öğrenci kadar tanımıyorlardı..." (01 Temmuz 07-Milliyet/Pazar)

Burdur'un Ağlasun ilçesine de adını veren antik Sagalassos kentinde 1999'da bulunan bir insan iskeletinin DNA testi herkesi şaşırtmıştı. Aynı kazıdaki işçilerde de "benzer" DNA değerleri çıkmıştı.

Yaklaşık 3 bin yıla uzanan bu "akrabalık" ilişkisi için dönemin Kültür Müdürü Musa Seyirci demişti ki: "Anadolu Türkleşirken, Türkler de Anadolululaştı... "

Antalya'da 1990'larda düzenlenen "Selçuklu Seminerleri" nin de emektarı olan Seyirci, şimdi nedense yapılmayan o anlamlı Anadolu buluşmalarında hep şunu söylerdi: "Türkler bu topraklardaki kültürleri de sahiplenerek farklı bir uygarlık kimliği yarattılar..."

Gerçekten de Arabistan Müslümanlığı ile Anadolu'daki nasıl farklıysa; Hıristiyanlık, Avrupa ile Anadolu'da nasıl aynı değilse; hatta Irak veya İran Kürtleriyle Anadolu Kürtleri için de geçerli olan bu durum, Orta Asya ile Anadolu Türklerinde de açıkça gözleniyor... Dahası Anadolu'daki Bizans bile İtalya'daki Roma'dan "ayrı kimlik" ler sergilemiyor mu?

İşte bu "harmanlanma" içinde özellikle Selçuklular, kendilerinden "önceki" lere de sahip çıkmasalardı; örneğin Aspendos'u onarıp güçlendirmeselerdi; şimdi "Anadolu Ateşi" gösterilerini tartışmak bir yana, belki de bu antik tiyatrodan da yoksun kalmıştık...

Bizans sempozyumunun 2.'si, İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olacağı 2010'da yapılacak. Umarız bu kez ana teması da "Anadolu'daki Tarihsel Komşuluk" olur... Öyle bir komşuluk ki; "birlikte yaşanan yurdun, birlikte uygarlaştırılması" nı öğretiyor.

İlerleyen çağlarda, aynı kenti, aynı sokağı, aynı bahçeyi paylaşanlar arasında "azınlık ayrımı" nı aklına bile getirmeyen "Anadolu bilgeliği" nin kökenlerini; hatta bu bilgeliğin, Batı'da "karanlık" geçen ortaçağı Anadolu'da nasıl "aydınlık" kıldığını da hem bizimkilere, hem de Avrupalılara anlatmak, 2010'u daha da anlamlı kılmaz mı?

Cumhuriyet, 19.07.2007

AYVALIK'TA ESKİ EVLER TEHLİKE SAÇIYOR

 

Ayvalık'ta bulunan eski evler adeta faciaya davetiye çıkarıyor.


1700 bina içinden en ilginci ise Alibey Adası Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan 150 yıllık eski Rum evi.


Buradan geçenlerin yüreğini ağzına getiren binanın üst katı tamamen yıkılmış durumda.

Binanın sadece üst katında balkon üzerindeki duvarın ise beşik gibi sallanması vatandaşları tedirgin ediyor.

Çevre sakinleri, "Burası çok işlek bir cadde, her an bir tehlike yaşanabilir.

Burada çocuklar oynuyor. Yaşanacak bir felaketin sorumlusu kim olacak? Anıtlar Kurulu bir çivi dahi çakılmasına izin vermiyorsa o zaman tedbir alsın. Güzelim binalar bir bir yok oluyor." şeklinde konuşarak tepkilerini dile getirdiler.

Haber Ekspres, Fotoğraf: turkeyinphotos.com, 19.07.2007

1227 YILLIK KİLİSE 400 BİN DOLARA SATILIK

 

 

Bursa’ya bağlı Trilye’nin (Zeytinbağı) Siyi Köyü’ndeki dünyanın en eski üçüncü kilisesi olarak gösterilen 1227 yıllık Başmelekler Kilisesi, 400 bin dolara satışa çıkarıldı.

Kilisenin sahibi Tekser İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mete Yalçın, yapıyı satın alacak kişinin restore ettirip, Mudanya’ya turist çekecek bir kaynak haline getirmesini istediğini belirtti. Daha önce iki kez el değiştiren kiliseyi 780 yılında İmparator Konstantin Porphyrogennetos, Siyi halkına teşekkür amacıyla yaptırdı. Tirilye-Mudanya karayolu üzerindeki sahil köyü Siyi’de bulunan kilise Baş Melekler adına kuruldu. Akıl hastalarını iyileştirdiği düşünülen kilise 8 bölümden oluşuyor.

Tekser İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mete Yalçın tarafından 400 bin dolara satışa çıkarılan kilisenin satışını Turyap Çengelköy Ofisi gerçekleştiriyor. Başmelekler Kilisesi’nin Hıristiyanlık için önemli kutsal yerlerden biri olduğunu belirten Turyap Çengelköy Temsilcisi Ulvi Özcan kilisenin neden satışa çıkarıldığını şöyle anlattı: "Kilisenin sahibi bu kiliseyi aldığında turist çekebilecek bir yapı haline getirmek istiyordu. Ancak vakit ayıramadı. Kilisenin harabeye dönüşmemesi için 400 bin dolara satışa çıkardı. Bu kilise, sadece Hıristiyanlık için önemli olmamalı. Kiliseyi satın alacak kişinin yapıyı kültür varlıklarımıza sahip çıkmak niyetinde olan bir sanatsever olmasını istiyoruz."

İmparator Konstantin Porphyrogennetos’un 780 yılında kendisini fırtınadan kurtaran köylülere teşekkür etmek için inşa ettirdiği Taksiyarhon Kilisesi olarak da bilinen kilise, 1448 yılında tamir gördü ve 1819 yılında da Sultan II.Mahmut’un izni ile yeniden restore edildi. Akıl hastalarını tedavi etmesiyle tanınan kilise, 1922 yılına kadar gerek Rumlar gerek Türkler tarafından ziyaret edildi ancak Siyi şimdiki adıyla Kumkaya’ya Müslüman halkın yerleşmesiyle, kilise önemini kaybetti. Naos, Narthex, Exo Narthex, Aziz Haralamboş şapeli, Aziz Nikolas şapeli, giriş mekanı, Kuzeydoğuda bir oda ve tedavi hücresi olmak üzere sekiz bölümden oluşan Başmelekler Kilisesi’nde süsleme olarak sütun ve başlıkları ile renkleri seçilemeyecek kadar harap olan freskolar görülüyor. Kemerlerde, ayakta duran, başları haleli iki figür bulunuyor. Ortodoks kilisesi, her yıl Fener-Rum Patriği Barthelemaos tarafından ziyaret ediliyor. Kiborion planlı bir yapı olan Baş Melekler Kilisesi’nin, Hıristiyanlığın ilk yıllarından itibaren mezar binalarında da görülen, dört duvar üzerine oturan beşik tonozlar ve yükselen kubbeden ibaret bir görünüşü bulunuyor. Bu plan tipinin örneklerinden iki tanesi de İstanbul’da bulunuyor.

Hürriyet, Haber: Meltem Kara, 19.07.2007

URARTULARDAN KALMA KANALİZASYON SİSTEMİ

 

Erzincan'ın Üzümlü İlçesi'nde bulunan Altıntepe mevkiinde, 2003 yılından itibaren yürütülen arkeolojik kazılar dahilinde, Urartular dönemine ait tuvalet ve kanalizasyon sistemi ortaya çıkarıldı.

 

Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Karaosmanoğlu nezaretinde yürütülen çalışmalar neticesinde, Urartu dönemine ait tuvalet ve kanalizasyon sisteminin ortaya çıkarıldığı belirtildi. Karaosmanoğlu, ortaya çıkarılan kalıntıların bugüne kadar bulunanların en eskisi olduğunu belirtti. Altıntepe'de, kazılara öğretim elemanları, araştırma görevlileri, öğrenciler ve işçilerden oluşan 35 kişilik bir ekip katılıyor.

Zaman, Haber: Burhan Torunlar, 19.07.2007

MECLİS'TE MİMARİ KATLİAM VAR

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi kampusunda, mimari yapıya uygun andezit kaldırım taşlarının sökülüp, yerlerine bina ve bahçeyle hiç uyumlu olmayan yeni kaldırım taşlarının döşeniyor olması tepkiyle karşılandı.

 

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nden yapılan açıklamada, "Türkiye'nin simgesel değeri yüksek bu yapısında gerçekleştirilecek her ter fiziksel müdahale ve faaliyet, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çerçevesinde yapılmalıdır. Tüm işlemler Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Ku-rulu'nun bilgisi dahilinde gerçekleştirilmelidir. Ortada tam bir kanun ve kural tanımazlık vardır" denildi.

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin açıklamasında şu görüşlere de yer verildi:"Meclis binasının projesi 1938 yılında düzenlenen bir yarışma sonunda ortaya çıktı. Uygulanacak projeyi bizzat Atatürk seçti. Bu bina, Bakanlıklar kompleksinin içindeki en önemli yapıdır. Binanın mimarı Avusturyalı Prof. Clemens Hoizmeister'dir. Söz konusu mimar, yapının yanı sıra bahçe ve kaldırımları da tasarlamıştır. Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak Meclis kampusundaki özgün ve sağlam durumdaki kaldırım taşlarının bu şekilde yenilenmesini onaylamamız mümkün değildir. Yapının ve açık alanlarının özgün şekillenişinin tarihimizden ve toplumsal belleğimizden fiziksel, mimari ve kültürel olarak koparma girişimleri bizi ve geleceğimizi yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle, toplumsal hafızamıza ve tarihimize sahip çıkmak, demokrasi geleneğimizi kökleştirmek için Meclis Başkanlığından yaptığı bu yanlış uygulamaya bir an önce son vermesini, sökülen taşların yerlerine yerleştirilmesini istiyoruz."

Birgün, Haber: Betül Kansu, 19.07.2007

3 BİN YILLIK ATÖLYE SİT ALANI OLDU

 

Akdeniz havzasının tarihteki en büyük açık hava heykel atölyesi Yesemek, birinci derece Arkeolojik sit alanı ilan edildi.

 

Gaziantep'in İslahiye ilçesinde yer alan Yesemek'te yapılan kazılarda, bugüne kadar 300 dolayında heykel gün yüzüne çıkartıldı.

İslahiye ilçesinin Karatepe sırtlarında yeralan Yesemek, yöre halkının deyimiyle bir heykel tarlası... Yaklaşık 3 bin yıl önce Hitit İmparatorluğuna ait heykel ve kabartmaların bulunduğu atölye 110 dönümlük bir alanı kapsıyor.

 

1890 yılında keşfedilen Yesemek, Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararıyla birinci derece arkeolojik sit alanı olarak tescil edilerek koruma altına alındı.

Trt/Haber, 19.07.2007

1800 YILLIK MEZAR BULUNDU

Balıkesir'in Erdek İlçesi yakınlarındaki Kyzikos Antik Kenti'nde sürdürülen kazı çalışmaları sırasında bir zeytin bahçesinde Roma Dönemi'ne ait 1800 yıllık lahit mezar bulundu. Mezarda aynı aileden 6 kişinin kafatasları bulundu.





Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Nurettin Koçhan'ın başkanlığındaki ekip tarafından Kyzikos Antik Kenti'nde yürütülen kazı çalışmaları sırasında lahit aile mezarı ortaya çıkartıldı. Jandarmanın lahit mezarın bulunduğu zeytin ağaçlarının arasındaki bölgede daha önce kaçak kazı yapıldığını belirtmesi üzerine kazılarını bu bölgede yoğunlaştıran kazı ekibi, bir günlük çalışmanın ardından 60 santim derinlikte lahit mezara rastladı. Lahit mezarın tonlarca ağırlıktaki kapağının iş makinası vasıtasıyla kaldırılmasının ardından açılan mezarın içinde aynı aileden kişilere ait 6 kafatası ve o dönemde mezarların içine yerleştirilen ölü eşyaları bulundu.


Bulunan lahit mezarın bölgede bugüne kadar kaçak kazı yapanlar tarafından soyulmamış ve orijinal haliyle duran ilk mezar olduğuna dikkat çeken Kazı Başkanı Nurettin Koçhan, mezarın 2. yüzyıl Roma dönemine ait olduğunu söyledi. Lahit mezarın bulunmasının bölgedeki arkeolojik çalışmalar açısından çok önemli olduğunu belirten Koçhan, "Biz 6 Temmuz'da bu bölgede kazılarımıza başladık. Jandarma ekipleri bize bölgede kaçak kazı yapılacağı ihbarı aldıklarını ve daha öncede zeytin ağaçlarının arasında kaçak kazıcıları yakaladıklarını ilettiler. Bunun üzerine kazılarımızı bu bölgede yoğunlaştırdık. Lahit mezarın olduğu alanda geçen yılda kazı yapmak istemiştik, ancak kaçak kazıcılar biz yaklaşmayalım diye daha önce oraya domuz ölüsü attıkları için kazamamıştık. Burada yaptığımız kazıda toprağın yaklaşık 60 santim altında bir lahit mezar kapağına rastladık. Erdek Belediyesi ve kaymakamlıktan mezar kapağının kaldırılması için bize iş makinası gönderildi. Mezarın kapağını açınca içinden bir aileye ait mezar çıktı. Şu ana kadar mezarda 6 tane kafatası ile seramik ve cam ölü hediyeleri çıktı. O dönemdeki inanışa göre ölen kişilerin mezarına kullandıkları ve sevdikleri eşyalar da konuluyordu. Şu anda kafataslarını çıkardık, toprağın daha alt kısmında başka eşyalarda olabilir. Onları da çıkartacağız. Bu mezarın özelliği bölgede bugüne kadar soyulmamış, talan edilmemiş, orijinal haliyle bulunan ilk lahit mezar olması. Biz daha önceki kazılarımızda 3-4 adet daha lahit mezar bulmuştuk, ancak defineciler kafataslarını bile almışlardı, tamamen boştu. Buradan çıkan kafatasları bölgeye gelecek antropologlar tarafından incelenerek, kesin olarak hangi döneme ait olduğu, ölüm nedenleri, yaşları ve cinsiyetleri tespit edilecek" şeklinde konuştu.

Balıkesir Kent Haber, 19.07.2007

TROIA ANTİK KENTİNDE KAZILAR BAŞLADI

 

Çanakkale'nin merkeze bağlı Tevfikiye Köyü sınırları içerisinde bulunan Troia Antik Kenti'ndeki 2007 yılı arkeolojik kazıları başladı.

Troia antik kentindeki kazı çalışmaları ile ilgili açıklamalarda bulunan kazı heyeti başkanı Almanya'nın Tübingen Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ernst Pernicka, bu seneki çalışmaların 8 hafta süreceğini belirterek, "Bu yılki çalışmalarda özellikle önceki senelerde çok tartışmalara sebep olan aşağı şehir savunma hendeği ve savunma sisteminin sorularını cevaplandırmak için kazı çalışmalarını yapacağız. Diğer yandan da kuzey doğu bölümünde çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bu yılki kazılara çoğu Almanya ve Türkiye'den olmak üzere İngiltere, Avusturya ve İtalya gibi 7 ülkeden 35'e yakın bilim adamı katılacak. Çalışmalar özellikle önümüzdeki yıldan itibaren daha çok önceki çalışmaların değerlendirilmesi ve buluntular üzerinde olacak. 2009 ve 2010'da da 1988 yılında başlayan çalışmaları son yayınıyla tamamlayıp yeni dönem Troia kazılarının son yayınlarını yapacağız. Ancak bu son yayın bizim Troia'daki kazı çalışmalarını bitiriyoruz anlamı taşımıyor. Bundan sonraki kazı çalışmalarımızı da diğer kazı konseptlerimizle birlikte devam ettirmeye çalışacağız" dedi.

Açıklamasında özellikle antik kentin girişinde yapılmasın planlanan Troia Müzesi'ne de temas eden Prof. Dr. Pernicka, "Kazıların yanı sıra buna paralel olarak önceki yıllarda başlatılan Troia Müzesi ile ilgili gelişmelerin de devam etmesini umuyoruz" diye konuştu.

Troia antik kentindeki çalışmalar 5 Eylül tarihinde sona erecek.
Çanakkale Kent Haber, 18.07.2007

DEFİNE ARARKEN SUYU PATLATTILAR

 

Tarihi geçmişi çok eski yıllara dayanan İzmit’te nereyi eşeleseniz pekçok değerli eser çıktığı biliniyor. Tarihi eserlerin araştırılması, bulunması ve sergilenmesi öncelikle Müze Müdürlüğü'nün sorumluluğunda. Bir de toprak altında var olduğu düşünülen definelerle ilgilenenler var. Onların derdi Hellenistik ya da Roma Dönemi'ne ait heykel bulmak değil. Onlar çil çil altın dolu küpler bulmanın peşinde. Kimine göre definecilik bir hobi. Kimine göre de hastalık derecesinde bir tutku.


Körfez Mahallesi Duygulu Sokak'ta şu günlerde çevre sakinlerinin de heyecanla izlediği bir çalışma var. Sokağın ortasında define aranıyor. Hem de yasal izinle. Ahmet Sancar ve Ferhat Uçar adlı kişiler, Duygulu Sokak'ta define olduğuna inanıyorlar. Defineyi bulmak için kazı yapmak isteyen Sancar ve Uçar, Kocaeli Valiliğine başvuru yaparak kazı iznini de aldılar. İki gündür polis nezaretinde kazı yapılan sokakta, dün önemli bir sorun ortaya çıktı. Define kazısı için ilk kazma vurulduğunda sokağın altından geçen içme suyu borusu patlatıldı.


Dün gazetemiz muhabiri define arayan Ahmet Sancar ve Ferhat Uçar ile görüşmek istedi. Ancak Sancar ve Uçar ısrarla görüşmekten kaçınırken, fotoğraflarının çekilmesini de istemediler. İSU ekiplerinin patlayan boruyu onarmasının ardından define kazısının devam edeceği belirtildi.

Özgür Kocaeli, 18.07.2007

BULGARİSTAN'DA ANTİK ALTIN MASKE GÜN IŞIĞINA ÇIKARTILDI

 

Bir Bulgar arkeoloji ekibi, geçmişi MÖ. 4. yüzyıla dayanan altın bir maske ortaya çıkardı.

Trakyalı bir hükümdarı resmettiğine inanılan eşya, Bulgaristan güneydoğusunda, Sofya'nın yaklaşık 290 km doğusundaki Sliven kasabası yakınlarındaki bir mezarda bulundu.

Maske, Bulgaristan'da 150 yıldır bulunan ikinci altın maske oldu.

Arkeologlar ayrıca bir altın yüzük, gümüş ve bronz kaplar ve cenaze hediyeleri de ortaya çıkardılar.

Southeast European Times, 18.07.2007

TARSUS ROMA HAMAMI VE  GÖZLÜKULE KAZILARI BU YIL YAPILMAYACAK

 

Tarsus’ta her yıl kazı çalışmaları yapılan ve tarihi eser aranan mekanlarda bu yıl kazıların yapılmayacak olması üzüntüyle karşılandı. Özellikle Antik Yolda çalışmaların durdurulmasından sonra buranın sponsoru olan Berdan Tarih Vakfı'nın yeni sponsorluğunu Roma hamamının yerindeki kazılara kaydırdığı ve destek verdiği biliniyordu. Ancak buradaki kazılara izin çıkmadı.

Yine bir başka kazı yapılan alan ise Gözlükule Höyüğü idi. Burayada Kültür bakanlığının bu yılki proğramında kazı izni çıkmadığı öğrenildi.


Tarsus için büyük önem arzeden her iki alana kazı izni çıkmaması sonrasında bu yıl ekipler ve öğrenciler buraya gelmedi. Oysa burada yapılan kazılarda hem tarihe ışık tutuluyor, hem arkeoloji öğrencileri stajını uygulamalı olarak görüyor, hemde gelecek için önemli bilgiler elde ediliyordu. Ancak araya seçim çalışmalarının girmesinden dolayı bu yıl Türkiye’nin birçok yerindeki kazılara izin çıkmadı. Bu il ve ilçeler arasında Tarsus’unda olması nedeniyle gerek Gözlükule, gerekse Roma Hamamı gibi bölgelerdeki kazılarada izin verilmedi. Bu nedenle her iki alanda bir faaliyet gözlenmiyor. Bu izin olayının çıkmaması Tarsus için büyük kayıp olarak nitelendiriliyor.

Tarsus Haber, Fotoğraf: TAY Projesi 18.07.2007

KAZILARA SICAK ENGELİ

 

Güneş altında saatlerce çalışmak zorunda kalan arkeoloji grupları, zor şartlar altında da olsa kazı programlarını üniversitelerin tatile girdiği yaz aylarında gerçekleştirmeyi tercih ediyor. Ancak, küresel ısınma olgusuyla birlikte bu yıl tüm dünyada etkili olan yüksek sıcaklık değerleri karşısında çaresiz kalan araştırmacılar, çalışmalarını Eylül-Ekim aylarına ertelemek zorunda kaldılar.

 

 Türkiye’nin önemli antik kentleri arasında gösterilen Adana’nın Kozan İlçesi yakınlarındaki Anavarza ile Karasis Kalesi ve Yumurtalık’taki Ayaş antik kentinde çalışmalar yürüten İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sayar da tarihi eserleri gün yüzüne çıkarmaya eylüle kadar ara vermek zorunda kaldıklarını söyledi.

Türkiye Gazetesi, 18.07.2007

TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ ELAZIĞ'DA TOPLANIYOR

 

Tarihi Kentler Birliği üyesi belediyelerin problemlerine çözüm oluşturmak amacıyla düzenlenen Tarihi Kentler Birliği seminerlerinin bu yılki üçüncü toplantısı, 4-5 Ağustos 2007 tarihlerinde Elazığ Belediyesi’nin ev sahipliğinde yapılacak.

 

Akgün Otel’de, gerçekleştirilecek olan Elazığ Semineri’nde, “Geleneksel Kent Dokularının Yeni Gelişme Alanlarıyla Buluşması” başlıklı konu ele alınacak. Kent gezisi kapsamında ise Keban, Harput, Hüseynik, Palu ve Sivrice’deki doğal ve kültürel miras alanları ziyaret edilecek.

Türkiye Gazetesi, 18.07.2007

İTALYANCA TERCÜME RÖTARI

 

Malatya'daki Arslantepe Höyüğü'ndeki en eski sarayın Açık Hava Müzesi'ne dönüştürülmesi için İtalyanca hazırlanan projenin keşif bedelinin belirlenmesi için Türkçeye çevrilmesi bekleniyor.

Malatya İl Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay'dan alınan bilgiye göre, yaklaşık 5 yıldan beri konuşulan ancak projesi geçtiğimiz ay Anıtlar Yüksek Kurulu'nca onaylanan Arslantepe Açık Hava Müzesi'nin ihaleye çıkartılabilmesi için gereken keşif bedelinin belirlenmesinin İtalyanca olan projeye takıldığı belirtildi.

Özbay, "Arslantepe Höyüğü'nde kazı yapan Roma Üniversitesi ekibini bekliyoruz. İtalyanca hazırlanan proje Türkçe’ye çevrilerek projenin keşif bedeli çıkartılacak" dedi. Arslantepe Höyüğü'nden, şu anda dünyanın bilinen en eski eseri niteliğinde gün yüzüne çıkartılmış olan çok sayıda tarihi eser bulunuyor.

Malatya Haber, 18.07.2007

OLBA'DA KAÇAK KAZILAR ARTTI

 

Mersin'in Silifke İlçesi'nde bulunan Olba (Uğra) ören yerinde, Mersin Üniversitesi (MEÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emel Erten başkanlığındaki ekip tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı izniyle yapılan arkeolojik yüzey araştırmalarının 2007 çalışma dönemi tamamlandı.

 

Araştırmayı değerlendiren Arkeologlar Derneği Mersin Şube Başkanı Tuna Akçay, Olba'da yeni çiftlik evleri ve haç kabartmaları bulunarak kayıt altına alındığını, geçtiğimiz yıla oranla bu yıl Olba'da kaçak kazıların da arttığını söyledi. Şeytanderesi Vadisi'ndeki mağara kilisenin bulunduğu yamaçta yer alan bir kabartmanın alt kısmının delinerek bu deliklere dinamit yerleştirilip patlatıldığına vurgu yapan Akçay, konuyla ilgili olarak Silifke Kaymakamlığı'na ve Silifke İlçe Jandarma Komutanlığı'na gerekli başvurularda bulunduklarını kaydetti.

 

25 Haziran-15 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilen araştırma heyetinde Doç. Dr. Emel Erten başkanlığında, Yrd. Okt. Murat Özyıldırım, Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi ve Tarsus Müze Müdürü Abdülbari Yıldız, MEÜ Jeoloji Bölümü Arş. Gör. Dr. Kıvanç Zorlu, Kimya Yük. Müh. Noyan Dilek, Dr. Sibel Ünalan, Arkeologlar Derneği Mersin Şube Başkanı Tuna Akçay, MEÜ arkeoloji bölümü öğrencisi Hakan Durmaz görev aldı.

 

Olba'da yapılan arkeolojik belgeleme çalışmalarında yüzey araştırmaları sırasında araştırma ekibi tarafından daha önce bilimsel yayını yapılmamış yeni çiftlik evleri (villae rusticae) bulundu. Eski çağda kullanılan bu yapıların bu dönemlere kadar çeşitli şekillerde kullanıldığı belirlendi. Doç. Dr. Emel Erten ve Yük. Müh. Noyan Dilek, Olba'nın su sistemi üzerine araştırmalarını sürdürürken, suyun bu kentin geçmişinde nasıl bir yeri olduğu konusunu da ayrıntılı bir biçimde araştırdı" dedi.

Anayurt Gazetesi, 18.07.2007

BODRUM'DA TARİHİ ESER VE UYUŞTURUCU OPERASYONU

 

Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde, tarihi eser ve uyuşturucu madde ticareti yaptığı iddia edilen 1 kişi yakalandı.

Muğla Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi koordinesinde Bodrum Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Grup Amirliği'ne bağlı ekipler, bir süredir takip ettiği B.K.'nın Turgutreis'de oturduğu evinde hint keneviri yetiştirerek esrar elde ettiğini ve bu esrarı sattığını belirledi. Polis ayrıca aynı kişinin tarihi eser kaçakçılığı yaptığını tespit etti. Eve operasyon düzenleyen polis, B.K. adlı kişiyi yakaladı. B.K.'nın sorgunun ardından adliyeye sevk edileceği öğrenildi.

Evde yapılan aramada, 270 gr esrar, 10 kök keneviri bitkisi, 35 adet otomatik tüfek fişeği, Roma ve Hellenistik döneme ait 2 adet amfora, 1 adet gözyaşı şişesi, bir adet huni ve 1 adet yağdanlık ele geçirildi. Tarihi eserlerin piyasa değerinin 75 bin YTL olduğu öğrenildi.

Muğla Kent Haber, 18.07.2007

YILLARDIR KAYIP OLAN LAL BABA TÜRBESİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde sağır ve dilsiz kişilerin dua ve muska almak için ziyaret ettikleri, adı tarihe 'Lal Baba' olarak geçen veli zatın, Erzurum'da yıllardır kayıp olan mezarı, merhum Doç. Dr. Zeki Başar'ın yerini tespit etmesinin ardından Yakutiye Belediyesi tarafından restore edildi.





Erzurum Yeğenağa Mahallesi'ndeki ziyarethanenin üzerini kapatan metruk yapıları yıkan Yakutiye Belediyesi ekipleri, mezarlık ve çevresini aslına uygun olarak yeniden düzenledi. Konu ile ilgili açıklama yapan Yakutiye Belediye Başkanı Fahrettin Atınç, Erzurum'un manevi ve kültürel değerler açısından büyük bir merkez olduğunu ve şehir merkezinde metruk yapılar altında kalan onlarca mezar, ziyarethane bulunduğunu ifade ederek, bu değerleri gün yüzüne çıkarmak için çalışacaklarını kaydetti. Etrafına bahçe yapılan ve duvar çekilen ziyarethane her gün onlarca kişiyi ağırlıyor.

 

Osmanlı döneminde büyük saygı gören, efsane ve menkıbelerde adı geçen Lal Baba hakkında geniş bir bilgi bulunmuyor. Kaynaklarda kanaat önderi, alim ve hekim olduğu hakkında bilgiler bulunan Lal Baba'nın bir rivayete göre 1840'lı yıllarda diğer bir rivayete göre ise 1200'lü yılarda yaşadığı sanılıyor. Her iki rivayetinde doğru olabileceğini söyleyen Tarihçi-Yazar Muzaffer Taşyürek'e göre ise Osmanlı dönemi menkıbelerinde adı geçtiği için 17. yüzyılda yaşadığı ağır basmakta.

 

Lal Baba'nın kabrini gün yüzüne çıkaran ve yetkililerle ilk görüşmeleri yapan Merhum Doç. Dr. Zeki Başar ziyaret hane hakkında şu notları düşmüştür; "Halen Kınakına Sokağı'ndaki düz dam örtülü küçük bir kulübe halinde olan türbe veya mezar kaldırılmış olup, yerinde şoför Kaya'ya ait tek katlı mütevazı bir ev vardır."

 

Lal Baba Ziyaret hanesi'nde bulunan bir kitabede ise şunlar yazılıyor; "Hulusi kalb ile gel eyle gel can ziyaret. Abdulfettahi El Enisi bulup yaptı anı, hayıresi belirsiz olmuş iken bir nice sal budur hudaya mahsi matlab. Raht binaesi budur nakdi sarfi gayret eden Bolulu Mustafa Ağa himmetesi fehimi geldi tarih lafzı üzre bin ikiyüz altmış ikisi."

Zaman, Haber: Muhammet Hatunoğlu, 17.07.2007

OSMANLI EVLERİ KORUMA ALTINDA

 

Balıkesir'in Edincik beldesindeki Osmanlı döneminden kalan tarihi ahşap 150 ev koruma altına alındı.

Edincik Belediye Başkanı Fevzi İpek, "Tarihi evlere mal sahipleri tamirat yapamıyor.

Anıtlar Kurulu izin vermiyor. Evler Anıtlar Kurulu tarafından koruma altına alındı" dedi.

Haber Ekspres, Fotoğraf: haberler.com, 17.07.2007

VAHDET ÇEŞMESİ HAYATA GEÇTİ


 


Bolu Şehit Kani Caddesi ile Tavil Mehmet Paşa Caddesi’nin kesiştiği noktada bulunan ve yapılışı yüzlerce sene öncesine dayanan tarihi Vahdet Çeşmesi bir süre önce bulunduğu yerden alınarak, Bolu Lisesi yokuşunun karşısındaki daimi yerine taşınmıştı. Bolu Belediyesi, Mimarlar Odası ve Bolu Rotary Kulübü’nün desteğiyle Bolu’da ilk defa yapılan tarihi çeşmenin restorasyonu tamamlanarak yapılan törenle hizmete sunuldu.


Açılış töreninde söz alan Bolu Mimarlar Odası Başkanı Hüseyin Özsoy konuşmasında; “ Daha önce Bolu’da buna benzer tarihi yapılar bir hayli çoktu. Fakat o yıllarda korumacılığın olmamasından dolayı bu eserlerin birçoğu kayboldu. Bolumuzda buna benzer 10 adet çeşmemiz var. Bundan 4 yıl önce başlattığımız bir çalışmayla koruma kapsamındaki bu çeşmelerimizi her birini bir mimar arkadaşımıza çizdirmek suretiyle bu 10 çeşmenin röleve ve restorasyon çalışmasını bitirdik. Bu çeşmelerin daha önceden Koruma Kurulu’nda izinleri alınmıştı. Bu gün açılışını yaptığımız bu çeşmeyi de Belediyemizle beraber ortak çalışma sonucu açıyoruz. Bu çeşmeyi açmaktan son derece mutluyum. Çünkü bu değerlerimizin toplumla beraber yaşatılması gerekmektedir. Emeği geçen herkesi kutluyorum” dedi.


Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz ise konuşmasında; “ Bolu’da tarihi bir eserin şu anda yaşatılmasını görüyoruz. Daha geçen sene çöplük diyebileceğimiz ve basında da sık sık konu olan bu tarihi eseri şu anda alımlı bir şekilde karşınızda görüyorsunuz. 70’li hatta 80’li yıllara baktığımızda Bolu’da tarihi eserler o kadar az ki. Belediye Başkanı olduğum günden itibaren özellikle Mimarlar Odası'yla beraber müşterek çalışarak bunlardan hangisini yaşatabiliriz diye ortak çalışmalarımız oldu. Bu çalışmalarımız da hala devam ediyor. İlki şu anda Mimarlar Odası’nın yoğun çalışması ve sponsorluğu’nun Rotary Kulübü’nün yapması sonucu böyle çok değerli bir çeşmeyi hizmete açıyoruz. Üzerindeki eski kabartma yazıttan da anlaşılacağı üzere çok önemli bir çeşme olduğunu görüyoruz. İnsanın gözleri yaşarıyor. Dolayısıyla ölü bir yapıyı dip diri bir şekle sokarak geleceğe taşımanın heyecanını duyuyorum. Bu çalışmalarımız devam ediyor. Yakında İsmet Oğultürk Çeşmemizi de açacağız. Saraçhane Çeşmelerimizde çalışmalarımız sürüyor. Önümüzdeki günlerde Gülezler Konağı’nı da açacağız. Şu an da Bolumuzda bulunan tarihi dokumuza sahip çıkmak için bütün Sivil Toplum Örgütleriyle beraber el ele çalışmalarımız devam edecek. Buradan Bolu’lu vatandaşlarıma teşekkür ediyorum. El birliğiyle Bolu’yu geleceğe taşıma konusunda gayretli olacağımızı ve bu kadar güzel manzaraları hep birlikte yaşayacağımızı ifade ediyor, çeşmenin restorasyonunda emeği geçen herkesi kutluyor, saygılar sunuyorum” dedi.

Bolu Olay, 17.07.2007

HAMAMDAN KÜLTÜR MERKEZİ'NE





Bursa Osmangazi Belediyesi, bir kısmı yıkılan Ördekli Hamamı'nı restore ediyor. Göz kamaştıran Ördekli Hamamı'nın restorasyonu tamamen bittiğinde Bursa, yeni bir kültür merkezine kavuşmuş olacak. Ördekli Hamamı'nda incelemelerde bulunan Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, "Bugüne kadar pek çok tarihi yapıyı restore ettirdik, fakat Ördekli Hamamı'nın bende ayrı bir yeri var. Çocukluğumda önünde oynadığım bu tarihi yapıyı bugün restore ettirmiş olmak bana büyük mutluluk veriyor" dedi.


Yıldırım Beyazıd döneminde inşaatına başlanan ve 1400'lü yılların başında tamamlanabilen tarihi yapı 1400 metrekarelik bir alana sahip. Planı itibarıyla diğer Bursa hamamlarına benzemeyen Ördekli Hamamı, iç içe geçmiş üç-dört aşamalı odalardan oluşuyor. Erkekler ve kadınlar olmak üzere birbirine benzeyen iki bölümden oluşan hamamın bazı kubbeleri tamamen çökmüş durumda. Yapıldıktan sonra 1496 yılında kiraya verilen, 1620 yılında halvet ve soğukluk bölümleri onarılan Ördekli Hamamı, Cumhuriyet döneminde de onarım geçirdi. Ancak, bir bölümü tamamen yıkılmış olan hamam, bir dönem depo olarak da kullanıldı. Hamam, son 50 yıldır metruk bir vaziyetteydi.

Toplam alanı bin 900 metrekare olan ve bin 400 metrekare kapalı alana sahip olan tarihi yapıda, biri büyük toplam beş salon bulunuyor. Büyük salon dahil toplam 3 salon sergi salonu olarak, biri toplantı salonu, diğeri de çok amaçlı salon olarak düzenlenecek. Hamam içerisindeki hol ve odalar ise hat, ebru, minyatür ve tezhip gibi geleneksel el sanatlarının icra edilebileceği şekilde düzenleniyor.

 

Yapı içerisinde fuaye, depo, arşiv ve büfe gibi aksamlar da bulunacak. Restorasyon kapsamında otopark da yapılacak. Ördekli Kültür Merkezi, BursaRay Doğu Etabı'nın da devreye alınmasıyla çok önemli bir aktivite merkezi haline gelecek. 200 kişilik 2 büyük salon ile tiyatro oyunlarının da sahnelenebileceği oditoryum tarzı bir salonun bulunacağı Ördekli Kültür Merkezi, kafeteryalarıyla Bursalılar'ın kültürle iç içe soluklanabileceği bir mekan olacak.

Bursa Hakimiyet, 17.07.2007

PAŞA CAMİİ ONARIMDA

 

Malatya'da halk arasında "Paşa Camii" olarak da bilinen tarihi Yusuf Ziya Paşa Camii, restore ediliyor.

Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden edinilen bilgiye göre, Malatya Merkez Mücelli Caddesi'nde bulunan ve yapım tarihi 1792 olan Yusuf Ziya Paşa Camii'nin restorasyonuna başlandığı ve çalışmaların 30 Eylül 2007 tarihine kadar bitirileceği belirtildi.

Kesme taştan yapılan caminin yanında birbirine açılan 2 adet tonozlu mezar da bulunuyor. Bu arada, restorasyon bedelinin 295 bin YTL olduğu bildirildi.
Malatya Haber, 17.07.2007

GECEKONDU CAMİSİNE SELÇUKLU TARZI YENİLEME





Çankaya Belediyesi ibadethanelerde uzun süredir devam ettiği temizlik, bakım gibi hizmetlere bir yenisini ekledi. Gecekonduda hizmet veren Hacılar Camii, Selçuklu tarzı bir mimari ile yeniden hayat buluyor.

Ayrım gözetmeksizin tüm ibadethanelerin temizliğini yapan Çankaya Belediyesi, yaptığı düzenlemelere bir yenisini ekledi. Belediye, gecekondu dönüşüm bölgesi olan Mürsel Uluç Mahallesi’nde yıkılan Hacılar Camii’nin yerine yenisini yapıyor.

Mürsel Uluç Mahallesi’nde eski bir gecekonduda hizmet veren Hacılar Camii’nin yenisinin temeli, Çankaya Belediye Başkan Yardımcısı İsa Varlı, Cami Yaptırma Derneği Başkanı Nafi Yüksel, hayırsever mimar Kadir Oral ve semt sakinlerinin katılımıyla atıldı.

Mimar Kadir Oral tarafından Selçuklu mimarisi cami modellerinden esinlenerek hazırlanan proje 600 metrekare kullanım alanında yaklaşık 1000 kişiye hizmet verecek. İşlemleri belediye tarafından gerçekleştirilen caminin temel atma töreninde Çankaya Belediye Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz’ın sevgi ve selamlarını ileten Başkan Yardımcısı Varlı, 130 metreküp betona ihtiyacı olan inşaatın eksiklerine de yardımcı olacaklarını ifade etti.

Yaptığı açıklamada işbaşına geldiği dönemden itibaren, din - mezhep ayrımı yapmaksızın tüm ibadethanelere destek verdiklerini ifade eden Çankaya Belediye Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz, şunları söyledi:

"Nasıl ki, kaderine terkedilmiş, ailelerin desteği ile ayakta durmaya çalışan okullarımız bizim için önemliyse, yurttaşlarımızın katkılarıyla ayakta durmaya çalışan, insanlarımızın bir aradalığına vesile olan ibadethanelerimiz de bizim için ayrı bir önem taşıyor. Üç yıl önce Bahçelievler Merkez Camii’nde ibadethane temizliği kampanyamızı başlattığımızda her kesimden teşekkür aldık, pek çok yerel yönetime örnek olduk. Benzeri çalışmalarımızı olanaklarımız elverdiğince ayrım gözetmeksizin sürdürme gayretinde olacağız."

İlçe sınırları içerisinde bulunan 159 cami, 4 kilise, 1 sinagog ve cemevi’nin temizliklerini üç yıldır periyodik olarak gerçekleştiren iki ekip kurduklarını belirten Eryılmaz, "Üçüncü yılına giren kampanyamız çerçevesinde ibadethanelerimiz yılda dörder kez baştan aşağı temizlenerek insanlarımızın hijyen ortamlarda ibadet etmelerine yardımcı olduk. Kıt kanaat kişisel gayretlerle yaşamsal çevresini düzenlemeye çalışan yurttaşlarımıza destek olarak ibadethanelerin bahçe duvarı, kütüphane, avlu ve bahçe düzenlemesi, bank, ağaç gibi ihtiyaçlarını karşılarken inşaat işlerinde de desteğimizi sunduk, sunmaya devam edeceğiz," şeklinde konuştu
Hürriyet Ankara, 16.07.2007

JANDARMADAN TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Jandarma tarafından başta Niğde olmak üzere 11 ilde tarihi eser kaçakçılarına yönelik düzenlenen "Miras" operasyonunda gözaltına alınan 40 şüpheliden 27'si adliyeye sevk edildi. Operasyonda Yunan ve Roma dönemine ait olduğu belirlenen heykel, sikke ve tarihi paraların da bulunduğu 4 bin 700 parça tarihi eserin ele geçirildiği öğrenildi.


Edinilen bilgiye göre, Jandarma Komutanlığı, Niğde, Konya, İstanbul, Aydın, Antalya, Mersin, Karaman, Yozgat, Isparta, Burdur ve Adana illerinde kaçak kazı yapıldığı, bu kazılardan çıkan eserlerin yurt içi ve yurt dışına pazarlandığı iddiası üzerine çalışma başlattı. Jandarma yaklaşık 7 ay süren takibin ardından, "Miras" adı verilen operasyonda örgüt lideri Mehmet C'nin de aralarında bulunduğu 40 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltındaki 40 şüpheliden 13'ü savcılık tarafından serbest bırakılırken, 27 kişi operasyonun başlatıldığı Çumra İlçesi'nde adliyeye sevk edildi. 15 noktada yapılan kazılarda çıkarılan Yunan ve Roma dönemlerine ait olduğu belirlenen heykel, sikke ve tarihi paraların da aralarında bulunduğu 4 bin 700 parça tarihi eser ele geçirildi. Ayrıca şüphelilerin bu illerde ev ve iş yerlerinde yapılan aramalarda 13 adet dedektör, 3 adet antika av tüfeği, 2 adet otomatik tüfek, 1 adet tabanca, 4 kök kenevir de ele geçirildi. Bu illerde yapılan kazılarda çıkarılan tarihi eserlerin Konya'da toplandığı, buradan İstanbul'a, oradan da yurt içi ve yurt dışına pazarlandığı belirlendi. Ele geçirilen tarihi eserlerin piyasa değerinin 1.5 milyon YTL olduğu tahmin ediliyor.


Öte yandan, operasyon yapıldığı yönünde duyum alan ve elinde tarihi eser bulunan çok sayıda kişinin korkudan bu eserleri müze müdürlüklerine teslim ettiği kaydedildi.
Yeni Yıldız, 16.07.2007

GORDION'DA DOĞAYA UYGUN TESİSLER

 

Başkentin hemen yakınında bulunan Friglerin başkenti Gordion'un turizm cazibe merkezi olması için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Polatlı Belediyesi işbirliğinde çalışmalar yürütülüyor.

 

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, yabancı ziyaretçi açısından 17. sırada yer alan Gordion'un önemli merkezlerden biri olduğunu söyledi. Bölgede bakanlığın koruma amaçlı imar planı bulunduğunu belirten Düzgün, köyün doğal yapısı bozulmadan "turistik cazibe merkezi haline getirileceğini" bildirdi.

 

Gordion'a gelen turistlerin Polatlı'ya hiçbir katkısı olmadığını ve gelir bırakmadan gittiğini anlatan Polatlı Belediye Başkanı Yakup Çelik, uzun vadede yapılacak günübirlik konaklama tesisleri, pansiyonlarla Gordion ve bölge turizminin hızla gelişeceğini vurguladı. Çelik, "Köyün kerpiç evleri, doku bozulmadan, doğaya uygun şekilde pansiyon gibi tesisler haline dönüştürülecek" dedi.

 

Öte yandan, Gordion Tümülüsü hakkında bilgi veren Gordion Kazı Başkanı Prof. Dr. Kenneth Sams, tümülüsün Frigleri anlamak açısından çok önemli olduğunu belirterek, şu bilgileri verdi: "Daima bakıyoruz, dedektör ile ısı ve nemini ölçüyoruz. İşaretler, testler yaptırıyoruz. Durum çok iyi, mikrop var ama az miktarda, zararsız. Çürümüyor ama belki 200 yıl sonra çürüyecek, o kesin değil."





Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün ise konu ile ilgili olarak tümülüste mikroorganizmaların mutlaka bulunacağını söyledi. Önemli olanın, mantarlaşıp çürütmemesi olduğunu belirten Düzgün, tümülüsün ısısının yaz ve kış mevsimlerinde hep 17 derecede tutulduğunu, ağacın titizlikle korunduğunu bildirdi.

Trt/Haber, Fotoğraf: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 16.07.2007

RUMKALE AYDINLATILIYOR

 

Yavuzeli Kaymakamı Yusuf İzzet Karaman, Rum Kale'nin aydınlatma ve içme suyu ihtiyacının giderilmesi için hazırlanan projeye ödenek istediklerini bildirdi.

 

Karaman, Yavuzeli Kaymakamlığı tarafından Rum Kale'nin aydınlatılması, içme suyu çekilmesi ve tuvalet yapılması amacıyla Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun onayının alındığını belirtti. Projenin gerçekleşmesi için İl Özel İdaresinden ödenek talep edildiği anlatan Karaman, kaleyi ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlerin rahatlıkla gezebilmesi için kalenin aydınlatılmasına, ayrıca içme suyuna ve yapılmasına ihtiyaç olduğunu söyledi. Ödenek ayrılması durumunda, kalenin kasaba beldesinden içme suyu çekileceğini, bir büfe de yapılacağını duyurdu. Kaymakam Karaman, Rum Kale'ye şu anda gemilerin yanaşması için iki adet iskelenin bitirilmeye çalışıldığını kaydetti.

Gaziantep 27 Gazetesi, Fotoğraf: rumkale.org, 16.07.2007

TARİHİ BİNAYA TEDAVİ

 

Artık İstanbul'daki tarihi binalara bakan bir laboratuar var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü (KUDEB), Türkiye'nin en büyük tarihi bina inceleme laboratuarını kurdu. İstanbul'un '2010 Avrupa Kültür Başkenti' olarak ilan edilmesinin ardından kentteki tarihi eserlerin restorasyonuna ağırlık veren Büyükşehir Belediyesi, bu amaçla 2007 yılında Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü'nü kurdu. İstanbul'daki tüm tarihi yapıtların yenilenmesi ve korunmasından sorumlu olan müdürlük ilk çalışmasını kentteki tarihi binaların yenileme çalışmalarını yönetecek laboratuar kurarak başladı.

 

Uygulamanın yapıldığı yer İstanbul Büyükşehir belediyesi'nin Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü Süleymaniye'de tarihi bir bina olan Kayserili Ahmet Paşa Konağı'nda hizmet veriyor. Konağın bir bölümünde kurulan bina inceleme laboratuarı tıpkı bir hastane gibi çalışıyor. Kimyagerler önce yenileme yapılacak binalara giderek numuneler alıyor. Tarihi binalarda yapılacak tadilatın türüne alınan numuneleri laboratuar ortamında inceleyerek karar veren kimyagerler, tıpkı bir hastane ortamında çalışır gibi alınan numuneleri testlere tabi tutuyor.

 

Laboratuar aynı zamanda bir enstitü olarak da hizmet verecek. İstanbul'un tarihi envanterini 2008 sonuna kadar çıkarmayı planlayan müdürlük bunun için kütüphane ve140 bin dosyalık kompakt bir arşiv de kurarak kentin tarihi eserler bilgi sistemini oluşturuyor. Eğitim çalışmalarına ağırlık veren KUDEB, kuracağı ahşap atölyesiyle ustalar yetiştirerek bu alanda da çalışmak isteyenlere imkan tanıyacak.

 

Tarihi yapıların onarılması için gerekli prosedürler konusunda bina sahiplerine danışmanlık hizmeti veren Koruma Uygulama ve Denetim Müdürlüğü binaların aslına uygun olarak restore edilip edilmediklerini denetliyor.

 

Tarihi binalarda restorasyon yapmayla ilgili izinler geçmiş dönemlerde 1 yıla yakın sürerken, müdürlük gerekli belgeleri tamamlayan bina sahiplerine en geç bir hafta içinde yenileme izni veriyor.

Müdürlüğün çalışmaları hakkında muhtarlıklara gönderilen yazıda, oturdukları tarihi binaları restore etmek isteyen vatandaşlara sağlanan kolaylıklardan bahsedildi.

 

Şimdiden 45 bina sahibinin başvurduğu onarım izinleri en geç bir hafta içinde veriliyor. Onarım yapmak isteyen vatandaşlardan onarım yapmak istedikleri dilekçeyle birlikte Tapu, Kurul kararı (tescil ve grup kararı içeren yazı), onarım yapılacak binaya ait eski ve güncel fotoğraflar isteniyor.

Yeni Şafak, 16.07.2007

TOPÇUOĞLU CAMİİ ONARILACAK

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü son yıllarda başladığı ve birçok eseri ayağa kaldırdığı restorasyon hamlesine aynen devam ederken, bir yandan da yeni eserlerin restorasyonuna başlanılması için gerekli çalışmaları sürdürüyor.

Vakıflar bu doğrultuda 23 Temmuz’da Topçuoğlu Camii, 24 Temmuz’da ise Devrekani Çayırcık Hamamı restorasyonu için ihaleye çıkacak.

Nasrullah Gazetesi, 16.07.2007

TARİHİ SU KANALI KÖYÜ SUSUZLUKTAN KURTARDI

 

Çorum'un Sungurlu İlçesi'nde uzun yıllardır susuzluk çeken Kalenderoğlu Köyü, tarihi sulama kanalının bulunmasıyla içme suyuna kavuştu.

 

Sungurlu Kaymakamı Ayhan Durmuş, ilçeye 47 kilometre uzaklıkta bulunan Kalenderoğlu Köyü'nün uzun yıllardır içme suyu sıkıntısı çektiklerini, köy halkının yıllarca kuyu suyu ve kilometrelerce uzaklardan tankerlerle taşınan suyu kullandıklarını söyledi. Durmuş, çalışmalar esnasında, tarihi bir sulama kanalına rastladıklarını suyun içilebilir durumda olduğunu tespit ettiklerini ve suyun uzun süre köy halkının ihtiyacını karşılayacak durumda olduğunu belirtti.

Birgün, 15.07.2007

BUZUL ÇAĞINDAN GELEN MİNİK DEV

 

 

Rusya'nın Kuzey Kutbu'ndaki Yamalo-Nenetsk bölgesinde bir Rus avcı, karların arasında önce ren geyiği ölüsü zannettiği bir kalıntıya rastladı. Biraz daha yakından incelediğinde ise, kalıntının buzlar sayesinde çok iyi korunmuş 40.000 yıllık bir yavru mamut olduğu ortaya çıktı. Yavru mamut,  şimdiye kadar bulunan mamut örnekleri arasında en iyi korunmuş olanı. Mamutlar, 1.8 milyon ile 11.500 yıl arası süren Buzul Çağı'nın devleriydiler.

 

50 kilo ve 130 santim uzunluğunda olan yavru mamut, büyükçe bir köpek büyüklüğünde. Bilim adamları yavru mamuta Rus avcının eşinin adı olan "Lyuba" ismini verdiler. Mamut üzerinde DNA çözümlemeleri ve pek çok başka araştırma yapıldıktan sonra, Rusya'nın Kutup bölgesindeki Salekhard kentinde sergilenmesi planlanıyor.

 

Yavru olması nedeni ile postu dışında her şeyi muntazam bir şekilde korunmuş olan fosil, mamut türüne ait DNA çözümlemerinin çok daha sağlıklı yapılabilmesine olanak sağlayıp, türün evrimsel çözümlemesine katkıda bulunacak. Ayrıca yakın bir gelecekte canlı bir mamut görme olasılığını da arttırdığını söylemek çok yanlış olmaz.

National Geographic, Haber: Christine Dell'Amore, Çev., Yüksek Zemin Arayışı, 15.07.2007

MÜZEDE KEŞİF YAPILACAK

 

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun Hazineleri'nin en değerli parçası olan Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesiyle ilgili davada, biri tutuklu 10 kişinin yargılanmasına devam edildi.

 

Uşak Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, tutuklu sanık, eski Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbı-yıkoğlu ile tutuksuz sanıklardan Suat Yenmez, Mehmet Polat, Fehmi İşler, Ahmet Düzyer, Halil Eker, Uğuz Sağlan ve Fuat Ergün katıldı. Tutuksuz yargılanan diğer sanıklar ise duruşmaya katılmadı. Duruşmada tutuklu sanık Kazım Akbıyıkoğlu tahliyesini talep ederken, tutuksuz sanıklar Fehmi İşler ile Suat Yenmez, yurt dışına çıkış yasağının geçici bir süre kaldırılmasını talep etti. Mahkeme heyeti, duruşma sonunda Kazım Akbıyıkoğlu'nun tutukluluk halinin devamına karar verirken, Fehmi işler ve Suat Yenmez'in geçici olarak yurt dışına çıkış yasağının kaldırılması talebini reddetti.

 

Uşak Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, ayrıca müzede yapılacak keşfin tarihinin bir sonraki duruşmada belirlenmesine karar verdi.

 

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Kanatlı Deniz Atı Broşu'nun sahtesiyle değiştirildiği yönündeki ihbar mektubu üzerine başlatılan operasyonda, dönemin Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'nun da aralarında bulunduğu 10 kişiden 8'i tutuklanmış, sonraki duruşmalarda Kazım Akbıyıkoğlu dışındaki sanıklar tahliye edilmişti.

Birgün, 15.07.2007

YİĞİDİN HARMAN OLDUĞU KENT: XANTHOS

 

Latin Amerika ülkelerine bakıldığında, Anadolu'da ciddi bir direniş geleneğinin olmadığı kabul edilir. Hatta bu nedenle solun Türkiye'de dikiş tutturamadığı, 12 Eylül'e direnemediği ve halkı örgütleyemediği bile iddia edilir. Oysa Anadolu'da dünya tarihinin en büyük direnişleri verilmiştir. Tabii bunu görebilmek ve öğrenebilmek için Anadolu'ya bir bütün halinde sahip çıkmak lazım. Ancak böyle bir bakış açısı yaşadığımız topraklara yabancılaşmayı engelleyebilir. Şimdi binlerce yıl öncesinden bir kahramanlık öyküsü anlatacağım sizlere...

 

Likya'nın başkenti Xanthos'tayiz. Likya dilinde Arnna olarak adlandırılan kent, antik dönemde Yunanca'da sarı anlamına gelen Xanthos olarak adlandırılmış. Kendi dili ve yazısı olan Likyalıların Anadolu'nun yerli halklarından olduğu kabul edilir. Herodot, Likyalıların kendilerine Termili (Trmmli) dediklerini belirtir. Tanrılarının Apollon Lykeios adlı bir kurt (lykos) olması nedeniyle Likyalı olarak anıldıkları sanılır.

 

Yunan kentleri birbirine düşmanlık besleyen kent devletlerinden oluşurken, Likyalılarda-ki bir arada yaşama bilinci onları bir millet haline getirmiş. MÖ 167 yılında 23 kentin oy kullanma hakkına sahip olduğu Likya Birliği kurulmuş. Likya birliği ünlü yazar Montesquieu tarafından "Dünyanın ilk birleşik cumhuriyeti" olarak tanımlanır.

 

Likyaların Anadolu'nun kıskanç savunucusu olduğu; bu nedenle Mısırlılara karşı Hititlere, Akhalara karşı Troyalılara yardım ettikleri bilinir. Xanthoslu Sarpedon komutasındaki Likya ordusu Troyalılarm yardımına koşmuş, Sarpedon Troya Prensi Hektor'a şu sözlerle cesaret vermişti:

 

"Ben ta uzaklardan cjeldim yardıma Anajörlu Xanthos'tan cjeldim, uzak Likya'dan Sevgili karımı ve yavrumu bıraktım orada Yoksulların göz dikeceği bir sürü mal mülk bıraktım. Savaşa sürüklüyorum Likyalılar'ı gene de Kendimde en öndeyim işte bak..."

 

Xanthoslular aynı kararlılıkla kendi ülkelerini de savunmuşlardır. Birkaç yüzyıl arayla başkent Xanthos'a saldıran Pers ve Romalılara teslim olmamış, benzeri görülmemiş bir direniş göstermişlerdir. Herodot, Harpagos'un komutasındaki Pers Ordusu tarafından 546 yılında kuşatılan Xanthoslularin kahramanca direndiğini ve teslim olmayarak kenti ateşe verip topluca intihar ettiklerini anlatır. Herodot'a göre o sırada kentte bulunmayan seksen aile dışındaki tüm Xanthoslular ölmüştü.

 

Xanthoslular MÖ 42 yılında kenti kuşatan Brutus komutasındaki Romalılara da teslim olmaz. Romalıların kenti ele geçireceğini anlayınca, beş yüz öncesinde olduğu gibi intihar etmeye kalkıştıkları bilinir.

 

Her iki direnişte tarih kitaplarımızda yer almaz. Ne de olsa bilmediğimiz, tanımadığımız halkların tarihidir 1071 öncesi. Anadolu'yu boydan boya işgal etmeyi başarmış iki büyük orduya karşı Xanthoslularin gösterdiği direniş nasıl görmezden gelinir anlamak güç. Daha büyük ve eski bir direniş var mıdır bilmem? Ama Xanthoslulari hak ettikleri değeri vermediğimiz ortada.

 

Fethiye'ye bağlı Kınık Köyü'ndeki antik yerleşimin kalıntıları Eşen (Xanthos) Çayı'nın sol yakasındadır. Roma ve Bizans döneminde de önemini sürdüren Xanthos'un erken Bizans

döneminde piskoposluk merkezi olduğu, ancak 7.yy'da Araplarca işgal edildikten sonra eski görkemini yitirdiği, 13 .yy'da yaşadığı bir yangın sonucunda terk edildiği kabul edilir. Kentin altında Türklerce Kınık olarak adlandırılan bir köy kurulmuştur.

 

İngiliz Charles Fellows Xanthos'u 1838 yılında yeniden keşfedilmiş. Fellows, pekte güzel keşfetmiş. Zira taşınabilir ne varsa Aslanlı Mezar, Payava Anıtı, Harpyler Anıtı ve Nereidler Anıtı gibi eserler başta olmak üzere toparlayıp British Museum'a götürmüş. Kentten geriye ise temel kalıntıları ve götürülmesi unutulmuş (!) eserler kalmış. Örneğin kabartma ve heykellerle süslü olduğu bilinen ve MÖ 4-yy'a tarihlenen Nereidler Anıtının yalnızca temel kalıntıları günümüze ulaşabilmiştir.

 

Nereidler Anıtı gibi, Pers sanatının izlerinin görüldüğü Harpyler Anıtı'nın da kabartmaları British Museum'a götürülmüş, ancak alçıdan kopyalan yapılarak anıta konulmuş. MÖ 550-540'lara tarihlenen ve Xanthos'taki bilinen en erken tarihli mezar yapısı olan Aslanlı Mezarı'nda yalnızca kaidesi yerinde durmaktadır.

 

Kentin en önemli anıtlarından biride 4,04 m. uzunluğundaki Xanthos Dikilitaş'ıdır. Bilinen en uzun Likya yazıtı olan ve Likçe ve Yunanca olarak iki dilde yazılmış yazıt, Likya dilinin çözümlenmesinde kullanılan en önemli araçlardan biri olmuştur. Bu yazıt, aslında Pers egemenliği döneminde Xanthos'un yerel beylerinden Kherei tarafından yaptırılan ve onun başarıları anlatan yazıtlı bir anıtın kalıntısıdır. Anıtın kabartmalarla taşlarla süslenmiş bir mezar odasının da bulunduğu bilinir.

 

Eğer Anadolu'ya 1071'den sonra geldiğinize inanıyorsanız, çok şey kaybediyorsunuz demektir. Büyük Anadolu uygarlığını gözünüzün önünde durduğu göremeyeceksiniz. Öyle ya ülke topraklarındaki eserlerin çoğuna bizim değil ki deyip yabancı kalacaksınız. Sonrada nasıl olsa gavur yapmış diyerek yok edeceksiniz ya da olmaya bırakacaksınız. Bu satırların Xanthoslularin en azından kültürel mirasçısı olduğuna inanmaktadır. Bu nedenle bu direnişlerini de büyük bir coşkuyla sahiplenmektedir.

 

Umarım bir gün antik kentin girişine şöyle bir yazı astırmak nasip olur: "Atalarımız burada kahramanca savaştılar; öldüler, yenilmediler."

Birgün, Yazı: Ersoy Soydan, Fotoğraf: lycianturkey.com, 13.07.2007


*****


LİKYA UYGARLIĞI KEŞFİNE BAŞLANDI

 

Antalya'nIn Kaş İlçesi'ne bağlı Kınık Beldesi'nde bulunan Xanthos antik kentindeki kazılar başladı. Likya uygarlığının en büyük kenti Xanthos'ta 1950 yılından bu yana yürütülen kazı çalışmalarının bu yılki bölümü, Bordeaux Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümünden Prof. Dr. Jacques Des Courtlis başkanlığında yürütülüyor. Bölgede yaklaşık 20 kişilik Fransız bilim ekibinin çalıştığını vurgulayan Des Courtlis, kazılar için ödeneğin de Fransa Dışişleri Bakanlığı tarafından sağlandığını vurguladı. Des Courtlis, kazıların 3 Ağustos'a kadar devam edeceğini belirtti.

UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Xanthos, Antik Çağ'da Likya'nın başkentiydi. Pek çok tarihi olaylara ve savaşlara sahne olan kentten günümüze ulaşan kalıntılar arasında kaya mezarları, lahit mezarları ve Likya kültürüne özgü dikme mezar anıtları ile Likya akropolü erken dönem eserleri yer alıyor. Antik kentte, tiyatro ve erken Hristiyanlık döneminde yapılan kilise de görülebilecek eserler arasında bulunuyor. Çalışmalar, Prof. Dr. Jacques Des Courtlis başkanlığında yürütülüyor.

Akşam Akdeniz, 15.07.2007

BREZİLYA BU GOLÜ NASIL ATTI?

 

İsviçre’deki New7Wonders Vakfı’nın düzenlediği "Dünyanın Yeni Yedi Harikası" oylaması, 100 milyon insanın katılımıyla 07.07.2007’de sonuçlandı ve seçilen 7 harika, Lizbon’da açıklandı. Ancak sonuçlara yapılan itirazlar bitmedi. En şaşırtıcı sonuç, bu 7 harikanın arasında Brezilya’daki İsa Heykeli’nin de bulunması. 1931’de Rio de Janeiro’da yapılan bu heykel nasıl oldu da bu listeye girebildi?





Çünkü Brezilya’da bunu sağlamak için ciddi bir kampanya yürütüldü. Başkan Lula oy kullanılacak web adresini, telefon numaralarını bizzat halka duyurdu. Ülkedeki telefon şirketleri de oylama için gönderilecek mesaj ve SMS’leri bedava üstlendiler. Böylece Brezilya’dan gelen oylar, İsa Heykeli’ni listeye sokacak kadar arttı.

Aralarında Ayasofya’nın da bulunduğu 21 finalist 2006 başında açıklandığında, yeni 7 harikayı belirlemek için küresel bir oylama çılgınlığı başladı. Ama uzun soluklu oylama süreci, bazı ülkelerde projeye ilginin zamanla azalmasına neden oldu. Örneğin Time Dergisi’nin en etkili kişiler listesinde Atatürk için deli gibi oy kullanan Türkler, bu kampanyaya pek ilgi göstermedi.

Ama bazı ülkeler de eserlerinin listede yer alabilmesi için ciddi kampanyalar düzenledi. Örneğin 2007 başında 21 finalist arasında, listenin ortalarında yer alan Ürdün’deki antik Petra kenti, Ürdün Kraliyet Ailesi’nin kampanyası sayesinde ilk 7’ye girmeyi başardı. Ürdün Kraliçesi Rania, Petra antik kentinde fotoğraf bile çektirdi. Peru hükümeti, Machu Picchu’ya oy verilsin diye kamu alanlarına bilgisayar terminalleri kurdu. Listeye girince törenler düzenlenen Peru’da Turizm Bakanı, "Machu Picchu’nun yeni harikalar arasına girmesi, Peru halkının birleşince neler yapabileceğini gösterdi" dedi. Meksika’da da otobüsler Chichen Itza piramidine oy verin çağrılarıyla donatıldı. Başkan Felipe Calderon bizzat kampanyalara katıldı.

Oylamaya Kurtarıcı İsa Heykeli ile katılan Brezilya’da düzenlenen kampanya ise en etkileyicisi oldu. Kampanyayı bizzat Başkan Lula "İsa’ya oy verin, dünyanın yedi harikasından birine sahip olalım" diyerek başlattı. Oy verilecek web adresini, mesaj yollanacak telefon numaralarını verdi. İsa Heykeli seçilirse, ülkeye yılda yarım milyon ekstra turist, 45 bin kişilik iş imkanı sağlayacağını söyledi.

Brezilya milli futbol takımı, İngiltere ile oynayacağı maç için sahaya Kurtarıcı İsa Heykeli’ne oy verin pankartıyla çıktı. Brezilya’nın kampanya için bulduğu slogan "Vote no Cristo" (İsa’ya oy verin) çok zekice seçilmişti çünkü Brezilyalı olsun olmasın, tüm Hıristiyanlara ulaşıyordu.

Bu milli kampanyaya özel sektör de katıldı. Telefon şirketleri hemen bir promosyon düzenlediler. New7Wonders kampanyasında, internet üzerinden bir kişi sadece bir tek oy atabiliyordu, ancak SMS veya telefonla mesaj yollamada böyle bir sınır yoktu. Parasını veren istediği kadar SMS yollayabiliyordu. Bu para sorununu Brezilya telefon şirketleri, New7Wonders telefon hatlarına atılacak mesajları ücretsiz yaparak ortadan kaldırdı. Sonuçta Brezilya’dan İsa’ya oylar yağdı ve heykel yedi harikadan biri oldu.

Hürriyet Pazar, Haber: Aytaç Fener, 15.07.2007

KERVANSARAY TÜRK-KIRGIZ İŞBİRLİĞİYLE RESTORE EDİLDİ

 

 

Hatay'ın Belen İlçesi'nde Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılan ve günümüze dek ayakta kalmayı başaran tarihi kervansaray, Türkiye-Kırgızistan işbirliğiyle restore edilerek yeniden hizmete girdi.

 

İpekyolu üzerinde bulunan kervansarayda açılan sergi ve kervansarayın işletilmeye başlaması ile ilçede kültürel hareketlilik de artmaya başladı. İşletmeye açılan kervansarayda geleceğin ressamlarını yetiştiren Kırgızistanlı ressam Aslan Kaşkarbaye, Türk kültürünü çok yakından tanıdığı için adeta elçilik görevi yapıyor. Kırgız ressam Kaşkarbaye, "Başta Hatay olmak üzere Türkiye'nin değişik illerinde sergi açtık. Belen bizim için ayrı bir önem taşıyor. Böylesi güzide mekanda bizlere çalışma imkanı sunan herkese teşekkür ediyoruz. Türk halkını ve kültürünü çok yakından tanıyorum. Burada gelen insanlarla birebir görüşüyor ve Türk kültürünü anlatıyoruz. Özellikle Azerbaycan ve diğer Türk Cumhuriyetlerinden gelen dostlarımız bu tarihi mekanı çok beğeniyor." dedi.

 

Kervansarayın işletmeciliğini yürüten Ayşe Barutçu Keklikçi ise, kervansarayda halka kültür hizmeti sunmanın gayreti içerisinde olduklarını belirterek, Belen'den geçen yerli ve yabancı turistlerin serin havada dinlenme fırsatı bulduklarını söyledi.

Zaman, Haber: Mürsel Seher, Fotoğraf: Hatay Gündem, 15.07.2007

DEV MOZAİK ÖDENEKLE GÜN YÜZÜNE ÇIKTI

 

Hatay'ın Harbiye Beldesi'nde MS 3. yüzyıla ait 18 metre uzunluk, 260 santim genişliğinde 4 panodan oluşan ve tiyatro sahnesini canlandıran insan figürlerinin yer aldığı yeni taban mozaiği, 15 yıl sonra sağlanan ödenekle ortaya çıkarıldı. Hatay Müze Müdürlüğü bünyesinde, Arkeologlar Demet Kaya ve Ömer Çelik ile 11 işçinin birlikte yürüttüğü ve 1 ay süren Yukarı Harbiye Mozaik Kurtarma Kazıları'nın bu sezonki çalışmalarının tamamlandığı bildirildi. Arkeolog Çelik, beldedeki bir bahçede 15 yıl önce tespit edilmesine karşın ödeneksizlik nedeniyle çıkarılamayan ve üzerinde tarım yapılmaya devam edilen tarihi mozaiğin, bu yıl gelen 30 bin YTL ödenek sayesinde gün yüzüne çıkarıldığını söyledi.Mozaiğin ilk incelemelerde yıpranmadığını tespit ettiklerini ifade eden Çelik yaptığı açıklamada, “MS 3. yüzyıla ait olduğunu belirlediğimiz taban mozaiği üzerinde çalıştıkça farklı mekanlar çıkıyor. Mozaik 1 metre kadar toprağın altında kaldığı için kalitesi yüksek, renk çeşitliliği zengin ve parlak, cam oranı taş yoğunluğuna yakın. Mozaik yıpranmadığı gibi çok deneyimli bir ustanın elinden çıktığı da anlaşılıyor. Soyluların sayfiye yeri olarak kullandığı sanılıyor” dedi.

Yeni Şafak, 15.07.2007

ALAÇATI'YA 5 MERMER HEYKEL

 

Alaçatı'da belediyenin gerçekleştirdiği ''2007 Alaçatı Uluslararası Heykel Sempozyumu'' sona erdi. Etkinliğe katılan dünyaca ünlü 5 heykeltraş, ustalıklarını sergiledi. Yaptıkları 5 heykel, beldenin meydan ve bulvarları süslemeye başladı. Arkas İcra Kurulu Üyesi Bernard Arkas, Alaçatı Belediyesi yetkilileri ve diğer destekçilerin katılımıyla yapılan törende, sanatçılar bilgi verdi.

Her sanatçı, Alaçatı Port Yolu üzerinde kurulan atölyelerde, 15 tonluk mermer kütleleri yonttu ve eserler 30 günde bitirildi. Heykel sanatını canlandırmak için halka ve basına açık olarak düzenlenen organizasyonda, heykeltraşlar toplam 75 ton mermer yonttu.


Eserlerinde, Alaçatı'yla bütünleşmiş "rüzgar", "toprak", "dalga" gibi temaları işleyen sanatçılar, jest yaptı, heykelleri belediyeye bedelsiz bıraktı. Alaçatı Belediyesi'nin, heykellerin temalarına göre seçtiği sergi alanları; Alaçatı Balıkçı Barınağı, Antika Pazarı ve Sakızlar Caddesi Batarya Tepe olarak belirlendi. Alaçatı Balıkçı Barınağı'na Xavier Gonzalez'in "Ahtapot ve Kalamar"; Yoshin Ogata'nın "Düşünce ve Dalgalar"; Vasily Fedorouk'un "Toprak"; Alaçatı Antikacılar Çarşısı'na Petre Petrov'un "Yaprak"; Sakızlar Caddesi Batarya Tepe'ye de Jiri Kovanic'in "Rüzgar Kapısı" adlı çalışmaları yerleştirildi.

Milliyet Ege, Fotoğraf: Sabah, 15.07.2007

  

ANTANDROS VİLLASINA ÇATILI KORUMA ÖNLEMİ

 

 

Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne bağlı Altınoluk Beldesi'nde sürdürülen Antandros Antik Kenti kazı çalışmaları, 2007 kazı döneminin başlamasıyla yeniden start aldı.

 

Kazı sorumlusu Ege Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Gürcan Polat'ın Antandros Antik Kenti'ndeki Roma Villası'na çatılı koruma yapacaklarını söyledi. Bu yılki kazı çalışmalarına 25 kişilik ekiple başladıklarını belirten kazı sorumlusu Doç. Gürcan Polat, 'Antandros kazılarını geçen yıl 3 sektörde yürütmüştük. Bunların ilki yamaç ev ve isminden de anlaşıldığı gibi Efes'teki yamaç evlere benzer bir konumlamaya sahip duvar resimleri ve mozaiklerle süslü bir Roma villasıdır bu. Buradaki çalışmalarımızda 17 - 16 ve 15 nolu mekanları açığa çıkarttık ve buraların, evin hamam kısmını oluşturduğunu anladık. Bu sayede Roma Villamız yaklaşık 18 mekana sahip oldu. Bunun yanı sıra mozaiklerde ve duvar resimlerinde restorasyon ve konservasyon çalışmalarımız devam etti. Amacımız, Roma Villası'nın tam planını elde ederek kalıcı bir çatı projesiyle tam korumayı sağlamak' diye konuştu. İkinci yöndeki çalışmalarının mezarlık açma olduğunu ifade eden Polat, geçen yılki 3. ve son çalışmalarının antik Antandroslar'ın oturduğu alanda yaptıkları sondaj çalışmaları olduğunu vurguladı.

Akşam Ege, Fotoğraf: Firdevs Sayılan/andandros.org, 15.07.2007

KARS'IN TARİHİ DOKUSU YENİDEN CANLANIYOR





Kars'ta tarihi mekanlarda yürütülen çalışmalarla kente yeniden bir canlılık getirmeyi hedeflediklerini anlatan Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, bu bölgenin Türkiye'nin en gözde mekanları haline getirileceğini söyledi.

 

Kars'ta bugünlerde özellikle tarihi mekanlarda yürütülen çalışmalar dikkatleri çekiyor. Başbakanlık, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Belediye ve Ebul Hasan Harakani Yaptırma ve Yaşatma Derneği'nin katkılarıyla yapılan çalışmalarda birçok tarihi eser asıl amacına ulaşmış olacak. Bunların başında ise Evliya Camii Projesi veya diğer adıyla Şehit Ebul Hasan Harakani Külliyesi geliyor. Kaleiçi Mahallesi'nde bulunan ve Kars'ın manevi önderlerinden olan Hasan Harakani Hazretleri'nin türbesinin bulunduğu Evliya Cami'nin bulunduğu alandan başlayan çalışmalar kalenin dibine kadar devam edecek. Burada Osmanlı'dan kalan ve çürümeye terk edilen Beylerbeyi Sarayı kurtarılacak ve sarayı kapatan Fen Lisesi yıkılacak. Proje kapsamında yapılan kamulaştırma çalışmaları ile külliyenin iskeleti ortaya çıkarıldı. Eski adı 12 Havariler Kilisesi olan Kümbet Camii de bu kapsamda elden geçirilecek. Camilerin de restorasyonunun yapıldığı Kars'ta gecekondulaşmanın da önüne geçiliyor. Tarihi hamamların ve Namık Kemal'in de evinin restore edildiği çalışmaların yanısıra burada bulunan yollar da yeniden düzenlendi.

 

Ebul Hasan Harakani Külliyesi çalışmalarını kapsayan Kaleiçi Osmanlı ve Selçuklu Eserlerini Canlandırma Projesi ile ilgili bilgi veren Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, bu bölgenin Türkiye'nin en gözde mekanları haline getirileceğini söyledi. Proje kapsamında aynı zamanda Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı, Ebul Hasan Harakani Yaptırma ve Yaşatma Derneği ile beraber ortak çalıştıklarını kaydeden Alibeyoğlu, bunun sonucunda bu bölgedeki gecekonduların kamulaştırarak yıkımını sağladıklarını ve bunların yarısını Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün, yarısını da belediye olarak kendilerinin kamulaştırdığını aktardı. "Geçen yıllarda yaptığımız yol çalışmalarını devam ettireceğiz ve burasını güzel bir meydan haline getireceğiz." diyen Alibeyoğlu, "Derneğimiz buradaki çevre duvarlarını yaptırıyor, ayrıca süs havuzlarını da biz yaptıracağız. Vakıflar Genel Müdürlüğümüz de Evliya Cami'nin yanındaki yerlerin kamulaştırmalarını yaptı, onların da yıkım işlemine başladık. Burası son derece mükemmel bir hal alacak. 4 metre genişliğindeki kale burcunu da derneğe tahsis ettik. Burası da bir külliye olacak ve böylelikle burada yıkılmak üzere olan binaları kurtarmış olacağız. Ebul Hasan Harakani Hazretleri'ni anma etkinlikleri bu çalışmalar bittikten sonra derneğimizle birlikte daha da güzel ve anlamlı bir duruma getirilecek. Böylelikle de Evliya Camii layık olduğu yere getirilmiş olacak." diye konuştu.

 

Belediye Başkanı Alibeyoğlu, Kültür Bakanlığı'nın; Ali Ağa, Vaazoğlu ve Kümbet camilerinin restorasyonunu yapacağını ifade ederek, böylelikle 100 yıldır sahipsiz olan Kümbet Camisi'nin bakıma muhtaç utanç durumundan kurtarılmış olacağını belirtti. Restorasyonların Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ihalesi yapıldığını kaydeden Alibeyoğlu, şunları söyledi: "Bu camilerin kurtarılması için restorasyon çalışmaları önümüzdeki günlerde başlayacak. Hükümetimizin bu bölgeye verdiği desteği bu anlamda faydasını göstermiş olacak. Kümbet Camisi'nin arkasındaki Papazın Evi dediğimiz yıkılan o binayı geçen yıl yaptırdık. Bu sene içinin dizayn çalışmaları devam ediyor. Yanındaki büyük hangarları da yıktık. Yanındaki gecekonduyu da yıktık. Bu bölge tamamıyla üzerindeki pisliklerden arındırılıyor. Burası Türkiye'nin en gözde mekanlarından birisi olacak. Kalenin etrafında bulunan ve 100 yıldır giderek çarpık kentleşmenin en bariz örneklerinin yaşandığı ve gecekondulaşmanın yoğun olduğu bu bölgede Kaleçi bölgesinde 351 konutu boşalttık ve bilindiği gibi Digor yolundaki TOKİ'den aldığımız konutlara yerleştirdik. Yine Kültür Bakanlığımız ile birlikte kalenin restorasyonunu yaptırdık. Ayrıca kale arkasında güzel de bir yol yaptırdık. Valilik ile birlikte Fen Lisesi'ni yıkacağız, bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı başka bir bölgede Fen Lisesi yapacak. Bu yıkılacak Fen Lisesi'nin arkasındaki Beylerbeyi Sarayı'nı kültür ve kent müzesi yapacağız. Beylerbeyi Sarayı restore edilecek. Burada kalan bütün gecekonduları da boşaltıyoruz. Bunların yıkımı da gerçekleşecek. Böylelikle Kale, Beylerbeyi Sarayı, Ulu Cami, Kümbet Camisi ve Evliya Camisi'nin bulunduğu bu bölge tamamıyla gecekondudan arındırılmış yeşil ve kültürel mirasın restore edildiği korunduğu bir bölge haline getirilecek. Topçuoğlu Hamamı bilindiği gibi yıkılıyordu onu kamulaştırdık. Burada ayrıca bir değirmen kalıntısı ve birkaç gecekondu vardı onları yıktık. Şimdi ise burada bir anfitiyatro ve çevre düzenlemesi yapıyoruz. Tarihi hamamın bitişiğine zamanında yapılaşmaya izin verilmiş. Oradaki 3 katlı binayı da söküyoruz. Hamamı da restore edip halkımızın hizmetine sunacağız. Namık Kemal'in Evi ve Üçler Mahallesi'ndeki gecekonduların boşaltılmasıyla beraber bu bölgedeki yapılaşmayı gerçekleştiriyoruz."

 

Üçler Mahallesi hakkında da bilgi veren Alibeyoğlu, Üçler Tepesi'nde yaptırdıkları İnsanlık Anıtı'na giden yolun olmadığını ve buraya yeniden yol yaptıklarını anlattı. Alibeyoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: "Binlerce araç taş ve toprak buradan taşındı. Kırıcılarımız bir ay süren çalışmayla bu yolu ancak bitirebildi. Burada doğal taştan geniş bir yol yapacağız. Ayrıca geniş bir otopark yapacağız ve büyük etkinliklerde sıkıntı çekilmesini önleyeceğiz. Vali konutunu da bu bölgeye alacağız. Mahallemizin de durumu kötüydü ama doğal taş yol çalışmasını başlatıyoruz. Bir de park yapacağız."

Zaman, Haber: Musa Kaban, Fotoğraf: Kars İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 14.07.2007

ANTALYA MÜZELERİNE 2.1 MİLYON ZİYARET

 

Antalya ve ilçelerindeki müze ve ören yerlerinden, bu yılın altı aylık bölümünde 2 milyon 127 bin 820 YTL gelir elde edildi.

 

Antalya Kültür ve Turizm Müdürlüğü bilgilerine göre, Antalya ve ilçelerindeki Aspendos, Perge, Phaselis, Noel Baba, Patara, Xanthos, Simena, Myra, Termessos, Karain, Olympos, Arykanda, Limyra, Alanya Kalesi, Ehmedek Kalesi, Alanya Kızıl Kule, Selge, Side Tiyatrosu ören yerleri ile Antalya, Alanya ve Side müzelerini toplam 1 milyon 43 bin 438 yerli ve yabancı turist ziyaret etti. Bu ziyaretlerden 2 milyon 127 bin 820 YTL gelir elde edildi. Geçen yılın aynı döneminde Antalya'daki ören yerleri ve müzeleri 921 bin 849 turist ziyaret etmiş, 2 milyon 292 bin 392 YTL gelir sağlanmıştı.

Turizm Gazetesi, 14.07.2007

AZDAVAY'DAKİ YANIKALİ KONAĞI RESTORE EDİLİYOR

 

Kastamonu`nun Azdavay İlçesi'ne bağlı Başören Köyü'ndeki 200 yıllık tarihi Yanıkali Konağı`nın restorasyon çalışmalarına başlandı.

 

Küre Dağları Eko Turizm Derneği'nce Avrupa Birliği`nden (AB) hibe kredi alınarak restore edilecek Yanıkali Konağı`nın bu yıl sonuna kadar bitirileceği ve ilçeye gelen yerli ve yabancı turistlere hizmet vereceği öğrenildi.

 

Azdavay`da mükemmel bir doğa turizmi potansiyeli olduğunu belirten Küre Dağları Eko Turizm Derneği Başkanı Dr. İsmail Menteş, Yanıkali Konağı`nı onararak Azdavay`da turizmi canlandırmayı hedeflediklerini söyledi.

Kastamonu Postası, Fotoğraf: Azdavay Belediyesi, 13.07.2007




8 - 14 Temmuz 2007

YAZMA ESER SEFERBERLİĞİ

 

Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne önceki gün Akhisar Zeyneldede İlçe Halk Kütüphanesi’nden bin 593 adet matbu eser bağışlandı.

Kütüphaneye ayrıca vatandaşlar tarafından boş bir arazide bulunan Osmanlıca olarak yazılmış İncil teslim edildi. Emniyet mensupları tarafından kütüphaneye teslim edilen İncil’in 1885 yılında Ermenilere ait olduğu sanılan İstanbul Boyaciyan Agop Kütüphanesi’nde basıldığı ortaya çıktı. 122 yıllık Ahdar Cedid İncil-i Şerif kitabı ile Türk el yazması eserler arasında önemli benzerlikler bulunuyor. Yunancadan Osmanlıcaya çevrilen İncil, Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’nde onarılarak, kütüphane arşivine kazandırılacak.


Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin, bugüne kadar 60 yazma eserin Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne taşındığını söyledi. Birçok yerdeki yazma eserlerin devrinin tamamlandığını açıklayan Şahin, şimdi de matbu kitapları almaya başladıklarını söyledi. Daha önce değişik yerlerden matbu kitapların geldiğini aktaran Şahin, “Bu matbu kitaplar 1928 harf inkılabından önce basılmıştır. Bunlar da sıradan kitaplar değil. Hepsi korunmaya bakım gerektiren kitaplardır. Bazı matbu kitaplar var ki; yazma eserlerden daha değerlidir. Bu kitaplar konu itibariyle her türlü konuyu ihtiva etmektedir. Araştırmacılar için birinci dereceden kaynaklardır” dedi.


Manisa Akhisar Zeyneldede İlçe Halk Kütüphanesi Müdür Vekili Şahin Gergin de Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü tarafından matbu eserler için Manisa’daki kütüphanede yer olmayınca Konya Yazma Eserler Kütüphanesi’ne verilmesi kararının çıktığını söyledi. Kitapların Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'ne bağışlanmasından dolayı memnuniyetini ifade eden Gergin, “Yazma eserlerin muhafaza edildiği iki önemli kütüphane var. Bu kütüphanelerden biri de Konya’da. Çeşitli konularda hazırlanmış kitapların buraya verilmesi bizi çok sevindirdi. Bu eserler araştırmacılar önemli birer kaynak olacaktır” diye konuştu.

Merhaba Gazetesi, Haber: İbrahim Büyükeken, 14.07.2007


MARMARAY'DAN HABERLER...

ESKİ DÜNYANIN 'YENİKAPI'SI





İstanbul’un Lang Mevki’inde Roma imparatoru tarafından yaptırılan antik Theodosius Limanı’nın bulunması sürpriz değildi aslında. Gerçek sürpriz Langa Koyu’nun neleri sakladığıydı. Atlas dergisinin temmuz sayısında bu konuda kapsamlı bir dosya var.

MS 4. yüzyıl sonları ile 7. yüzyıl başlarında, kentin deniz ticaret merkeziydi bu büyük liman. Büyük gemilerle İskenderiye’den getirilen tahıl buradaki ambarlarda depolanıyordu. Öyle ki bu ambarlardan biri, limanın önemli bir bölümünün kullanılamaz hale geldiği 10. yüzyılda bile şehirde bahsi geçen tek ambar olarak karşımıza çıkıyor.

Bugün devam eden arkeolojik kazılar, antik limanın daha ziyade merkezini yani eski dönemlerde deniz olan bölümünü kapsıyor. O dönemde Lykos ismiyle anılan Bayrampaşa Deresi’nin bu koya biriktirdiği alüvyon nedeniyle limanın ömrü nispeten kısa oldu.

Kullanılmaz duruma gelen ilk bölge, limanın en işlevsel ve denize karşı en iyi korunan batı bölümüydü. Takip eden dört asır içinde, limanın geri kalan kısmı da tamamiyle doldu. Doğu ucu, sadece düz karinalı (geminin sualtında kalan dış kısmı) küçük ve orta boylu gemileri barındırabilecek sığ bir koy haline dönüştü. 10. yüzyıl sonu veya 11. yüzyıl başlarında limanın hemen tümünün şiddetli bir fırtınayla kum ve mille dolduğu süregelen arkeolojik çalışmalardan anlaşıldı. Kentin Osmanlılara geçmesine kadar sadece ufak tekneler ile balıkçı kayıkları tarafından kullanıldı.

Yenikapı arkeolojik kazıları ilerledikçe batık sayısının daha da artacağı aşikár. İtalya, Fransa, Almanya, Hollanda gibi birçok ülkede de kıyıya yakın inşaat alanları içinde, özellikle de raylı sistem istasyon alanı olarak seçilen bölgelerde antik liman kalıntılarına ve batık gemilere rastlanıyor. İtalya’ın Pisa kentinde San Rossore demiryolu istasyonu için seçilen alan bu örneklerden biri. Çeşitli nedenlerle dolarak denizden 11 kilometre içeride kalan Pisa şehrinin kayıp antik limanı, 1998’teki kazılarda tesadüfen ortaya çıktı. Pisa’daki antik liman, bugüne kadar ortaya çıkarılan en büyük batık grubunu bilim dünyasına armağan etmişti. Ancak Yenikapı’da, Theodosius Limanı’nda ulaşılan 24 batık, Pisa’yı şimdiden çok geride bıraktı.

Hürriyet Pazar, 08.07.2007


*******


MARMARAY'DA BU KEZ TOPLU MEZAR

 

İstanbul Yenikapı'daki Marmaray kazılarında ortaya çıkan Antik Thedossius limanında 11'inci yüzyıla ait toplu mezar bulundu.

 

Bizans dönemine ait bir şapelin içinde öldürülmüş ya da ölümü kabullenmiş 45 insana ait kafatasları üç gün önce Fener Rum Patriği Bartholomeos tarafından da ziyaret edildi. Kazı başkanı ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü İsmail Karamut toplu mezar için şimdilik açıklama yapmanın bilimsel olmayacağını belirterek incelemenin sürdüğünü söyledi. Şapeldeki iskeletleri antropolojik açıdan inceleyen Dr. Murat Görgülü'nün verdiği bilgilere göre, kafatasları 40 yaşlarındaki bir kadın iskeletinin baş ve ayak uçlarında toplanmış. Dikkat çekici nokta ortadaki kadın iskeletinin başının Kudüs'e dönük olması ve sağ kaval kemiğinde 10 santim uzunluğunda, dört buçuk santimetre genişliğinde tömoral bir büyümenin tespit edilmesi. Bu tümoral büyüme, kadının bir hastalık nedeniyle öldüğünü ortaya çıkarabilir. Ahşap bir yatak üzerindeki ve bütünüyle korunmuş bu tek iskelet, büyük ihtimalle üst mertebeli bir rahibeye aitti. Ayak ve başucundaki bebek, erkek ve çoğunlukla kadın kafatasları ise onun yanında çalışan ruhani kişilikler olabilir. Patrikhane Basın Sözcüsü Dositeos, "Eğer hangi kilise olduğu tespit edilirse o zaman konuşmak daha doğru olacak, ancak bizim burayı almak ya da yeniden kilise haline getirmek gibi bir düşüncemiz yok" dedi.

Sabah, Haber: Bedia Ceylan Güzelce, 14.07.2007


POSEIDON'UN BAŞI BULUNDU

 

Denizli’nin 2500 yıllık antik kenti Laodikya’daki kazı çalışmalarında Eski Yunan Deniz Tanrısı Poseidon’un başı bulundu.

Romalılar’ın Neptune adını verdiği Tanrı Poseidon’un başının bulunmasının kazı heyetini heyecanlandırdığını söyleyen Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı ve Laodikya Kazı Heyeti Başkanı Doç. Dr. Celal Şimşek, 2007 yılı kazı çalışmalarının bereketli başladığını kaydetti. 40 günlük kazı çalışmaları sonrası Poseidon’un başının yanı sıra Erken Bizans ve Roma dönemine ait çok sayıda eser de bulunduğunu belirten Şimşek, kazı çalışmalarının 4 bin metrekarelik alanda sürdüğünü söyledi.

Şimşek, "Laodikya’yı ayağa kaldırmaya başladık. Bizans ve Roma imparatorluklarının tarihini aydınlatmayı amaçlıyoruz.  Çalışmalarda çok güzel eserler ortaya çıktı. Nekropol’den pişmiş toprak, sikke ve mermerlerin yanı sıra ikinci su dağıtım terminalinden Denizler Tanrısı Poseidon’un başını bulduk. Tapınaktan da fildişi ikona ve Erken Bizans Dönemi’ne ait rahibe ikonası ve sütunlu kadın başı bulduk. Caddeyi doğuya doğru açmak ve Bizans kulelerine kadar kazı çalışmaları yapmayı amaçlıyoruz. Kentin deprem nedeniyle terk edildiği MS 7. yüzyılın ilk yarısındaki son kullanım halini ayağa kaldırmak istiyoruz. Bunun için Denizlili hayırseverlerin de ekonomik desteğine ihtiyacımız var" dedi.
Hürriyet Ege, Haber: Ferah Işık, 14.07.2007

"OSMANLIYI KÖTÜLEYEREK BİR YERE VARAMAYIZ"





2004 yılında Kültür Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Valiliği ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün girişimleri ile başlatılan “İstanbul Müze – Kent” çalışmaları devam ediyor. “Müze - Kent” projesi kapsamında, ”Tarihi Yarımada”da özellikle Osmanlı mimarisinin örneklerini ve diğer tarihi yapıları yenileyerek çeşitli faaliyet alanları olarak yeniden topluma kazandırmak için de çalışmalara başlandı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Metropoliten Planlama Merkezi tarafından yapılan çalışmalar pilot bölge seçilen Süleymaniye ve Zeyrek ile tüm Tarihi Yarımada’da devam ediyor. Proje koordinatörü Prof.Dr. Cengiz Eruzun “Müze Kent”in çalışmayan bir platform olduğunu ve kendilerine ihale edilmiş bir işi yaptıklarını vurguluyor. “Müze Kent” projesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Metropoliten Planlama Merkezi’nin çalışmaları ile ilgili Prof.Dr. Cengiz Eruzun ve Nergiz Başkaya ile kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.

Gökçe Aras: Süleymaniye projesinden söz eder misiniz? Ne zaman başladı? Hangi aşamaya gelindi?
Cengiz Eruzun: “Müze Kent” çalışmayan bir platform aslında. Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü’nün BİMTAŞ’a ihale ettiği %50’si İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı olan bir çalışma. “Müze Kent” Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, İstanbul Valiliği ve İstanbul Belediye Başkanlığı’nın ortaklaşa oluşturdukları bir kuruluş. Sekreterlik ve danışma kurulu var fakat parası ve statüsü yok. “Müze Kent” dediğimiz zaman saygı duyuluyor fakat aslında hiçbir şey yapmayan bir platform. Biz İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına bir çalışma yapıyoruz. Fakat yaptığımız çalışma sanki Müze Kent’in çalışmasıymış gibi gösteriliyor. Dolayısıyla eleştirenler de “Müze Kent” adına şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar diyorlar. Fakat bunların hepsi yanlış. Biz ihale edilmiş bir işi yapıyoruz. Yanlışımız da yok bize göre. Şu anda “Müze Kent”in ürettiği bir şey yok. “Müze Kent” ismi olan ama varolmayan bir platform.

GA: Burada çalışanlar Süleymaniye Projesi için mi çalışıyorlar? Birimin adı öyle geçiyor da?
CE: Hayır, Tarihi Yarımada’nın bütünü için çalışıyoruz. Bütün Tarihi Yarımada’nın; tarihi, ekonomik, sosyolojik, şehircilik, koruma, mimari ve altyapı analizlerini yapıyoruz. Varolan olumsuzlukların nedenlerini araştırıyoruz. Şu anda % 70 - 80 oranında tamamlandı. Yerinde gözlemler, insanlarla dialoglar ve anketler vasıtasıyla bu araştırmalar yapılıyor. Dolayısıyla insanların eğilimlerini de ölçebiliyoruz.

Şimdi geldiğimiz aşama kentsel tasarım ürünlerine doğru kaymakta. Tarama çalışmalarını uzman yabancı bir firmaya verdik. Bu işi, bilen bir firmaya ihale edersek daha ucuz ve daha kısa zamanda olacağını düşündük. Şimdi hemen hemen bütün Tarihi Yarımada tarandı. Bu makineler bir minübüse bağlı olarak sokaktan geçiyor. Tabi bu arada sokaklar boş olmalı. Bu şekilde taranmış röleveler elde ediliyor. Bu rölevelerin hata payı yok. Sadece kültür varlıkları değil mevcut binalar da taranıyor. Daha sonra taramalar çizgiye dönüştürülüyor. Bu da İstanbul’un genel silüetini kontrol altına alabilmemizi kolaylaştırıyor.

GA: Kentsel tasarım çalışmalarını da siz mi yürütüyorsunuz?
CE: 5366 sayılı yenileme yasası, kültür varlıklarını yenileme ve kullanarak koruma amacını taşıyor. Yasayı yararlı buluyorduk ancak sonuna bir madde konulmuş. Bu maddede, “uluslararası hükümlülükler hariç tutulmak kaydıyla bu yasaya ters düşen hüküm taşıyan yasalar hükümsüzdür” deniyor. Bu yasa böylece çok zararlı hale geldi. Mantıksız işler yapılıyor ve bu bizi rahatsız ediyor. Malesef bunlarla mücadele görevi de bize düşüyor. Şehir ve Bölge Planlamacılar ve Mimarlar Odası da bu yasaya karşı tavır almıyorlar. Bu yasanın yararlı olabilmesi için adı geçen maddenin kaldırılması ya da 2863 sayılı Koruma Yasası hükümlerinin geçerli olduğunun ifade edilmesi gerekiyor. Biz elimizde çeşitli fotoğrafları, belgeleri olan binaları yapmaya çalışıyoruz. Çünkü korumanın o olduğunu düşünüyoruz. Tabi ki ayakta kalabilmiş binalar yıkılmadan onarılacak. Belgelerine ulaşabildiğimiz ama bugün yerinde olmayan kültür varlıkları ise aynı malzeme, aynı plan şeması ve aynı gabarilerle yenilenerek korunacak.

GA: Eleştirilme sebebiniz modern çalışmalar yapmamanız mı?
CE: Modern çalışmalar da yapıyoruz. Fındıkzade’de, Sulukule’de, Ayvansaray’da modern çalışmalar yapılıyor. Bunlar bizim hoşumuza gidiyor. Bazı mecburiyetler var. Örneğin saçak, cumba gibi bölümler olduğu zaman bunlar Osmanlı tarzı olarak görülüyor. Oysa bunlar binanın modern olmasına engel değil. Bunlar taklit anlamına gelmiyor. Örneğin postmodernizmde bir Yunan sütununu uyguladığınızda bu taklit olmuyor ancak kendi mimari öğelerinizi kullandığınızda buna taklit deniliyor. Tarz meselesi en son konuşulması gereken meselelerden biri bence. İstanbul’un tarzı zaten bozuk. Kimse özgün binalar yapmıyor. Korunması gereken bir bina eğer yenilenecekse o binaya yepyeni birşey yapacağıma ve bunu yaparken dergilerden taklit edeceğime karakterini hiç bozmadan binayı aynen yenilemeyi tercih ederim.

GA: KİPTAŞ ve TOKİ ile işbirliği içinde misiniz?
CE: İşbirliği içinde değiliz. Biz ne dersek onu yapıyorlar. KİPTAŞ 8 katlı bina yapmak istiyor, fakat bölgede 3 katın yukarısına çıkılamıyor. Ahşap yapılacaksa ahşap yapılıyor. Tescilsiz binalar ya ahşap yapılıyor ya da çelik yapılıyor, betonarme kullanılmıyor. Betonarme buranın karakterini veren bir malzeme değil. Betonarmeyi spekülatörler işlerine öyle geldiği için işin içine soktular. Biz de bilimsel çalıştığımız için depreme dayanıksız, 60 seneden fazla ömrü olmayan, hatalarla dolu olan binalar yapamayız. Ancak çelik kalıpla yapıldığı zaman betonarmenin hataları engellenebilir. Teknolojide ahşap hala dünyanın en iyi malzemesi olarak görünüyor. Ülkemizde her yer ahşap dolu ama yeterince kullanılmıyor. Ahşap yapı Almanya’da ve İngiltere’de yedi kata kadar serbest. Büyük açıklıklar da ahşapla geçiliyor. Eskiden %80’lerde olan ahşap kullanımı şimdi %3’lere düştü. Çünkü %95’lere varan bir beton kullanımı söz konusu.

Bütün bu tartışmalar İstanbul’un binde üçü kadar olan Tarihi Yarımada için. Tarihi Yarımada’yı yani İstanbul’un binde üçünü yaşatamadığınız zaman, ona yepyeni bir kimlik kazandırdığınız zaman o artık Tarihi Yarımada ve Tarihi İstanbul kimliğinde olamaz. Venedikli, Romalı ne yapıyorsa biz de onu yapacağız. Onlar binanın sıvasının dökülmesine bile engel oluyorlar. Ve bina kullanılacaksa da görünüşüne dokunmadan kullanılıyor. Kullanılmayacaksa da müze yapılıyor. Binaların içinin de değiştirilmesi 1999 yılına kadar yapılabiliyordu. Bir yıllığına ben Ankara’da yüksek kurul üyesi oldum. O süre içinde bütün ilke kararlarını tekrar gözden geçirdik. Kültür varlığı binaların bütün plan şemasının da korunması gerektiğine dair bir karar ekledik.


GA: İMÇ’nin yıkılıp yerine Prestij Konutları adı altında Osmanlı mimarisi ile 50 adet villa yapılması düşünülüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
CE: Burası eskiden konut alanıydı. Çünkü eskiden Eminönü - Fatih ayrımı yoktu. Burada yol da yoktu, arazi yumuşak bir eğimle Haliç’e doğru iniyordu. Tamamen eski haline getirmek mümkün değil. Atatürk Bulvarı’nı şimdiki haliyle ama yayalaştırarak korumak istiyoruz. Henüz yapabilmiş değiliz ama araçları alttan tünelle geçirmeyi amaçlıyoruz. Buraya Prestij Konutları değil de; içinde çarşılar, hizmet yapıları, kültür ve sanat yapıları içeren çok fonksiyonlu bir işlev vermek istiyoruz. Çünkü büyük yaya platformlarını ancak bunlar besleyebiliyorlar. Benim gördüklerim içinde bu konuda en beğendiğim örnek Münih’teki Marianplatz. Burası da çok geniş bir ana cadde. Burada da Marmara Denizi’ni Haliç’e bağlayan hoş bir yaya yolu olmalıdır. Hala üzerinde çalışıyoruz.

Ancak bu 5366 sayılı yasa çıktığı için bizim söylediklerimiz pek de dikkate alınmayabilir. İstanbul, Osmanlı’nın yanı sıra Roma ve Bizans kültürlerinin oluşturduğu bir kimliğe sahip. Roma ve Bizans’ın çoğu toprak altında olan çok sayıda eseri var. Ayasofya ve Aya İrini gibi birçok kilise korunuyor. Kiliselerin karakterleri bozulmadan camiye çevrilmiş. Oysa bizim Balkanlar’da, Bulgaristan’da, Yugoslavya’da bizim camilerimiz yıkılmış. Kiliseye çevirme yöntemine bile gidilmeden ortadan kaldırılmışlar. Kimse bizim yanlış yaptığımızı söyleyemez. Osmanlı’da var olan yerler yıkılmaz. Bizde devlet zihniyeti vardır. Şu anda problemler yaşanmasına rağmen kurumsallık yönünden çok daha ilerideyiz. Bu sorunlar aşılırsa ülkenin sırtı yere gelmez. Saygı duyulmasaydı surlarımız dahil hiçbir şey kalmadığı için tartışılamazdı da. Tarihi eserlere bizde toprak altında bile saygı gösteriliyor. Örneğin aşağıda Bizans varsa onun üzerine bina yapmamak lazım. Ya hiç bina yapılmıyor ya da Osmanlı’da yapıldığı gibi burada ahşap hafif olduğu için temelsiz bina yapılabiliniyor. Böylelikle temel kazıp alt tarafı tahrip etme durumu olmuyor. Ahşabı bu kadar çok kullanma sebeplerimizden biri de bu. Ahşap ayrıca depreme de çok dayanıklı.

Biz hakiki ahşap binalar yaptırıyoruz. Süleymaniye ve Zeyrek gibi ahşabın ağırlıklı olduğu bölgelerde beton olan binaları da ahşaba dönüştüreceğiz. Madem yenileme yapılıyor, doğru yönde olmalı. Yenileme özgün malzemeyle yapılır. Plan şeması da değiştirilmemeli. Mimari sadece cephe değildir. Mimari iç mekanların birbirleriyle ilişkisi demektir. Bunlar yok edildiği zaman koruma yapılmış olmaz. Benim koruma anlayışım bu. Bizim yaptıklarımız uluslararası ilke kararlarına da uygun. İstanbul’un kültür varlığı yapıları çoğunlukla Osmanlı izleri taşınıyor çünkü üst kimlik odur.

Nergiz Başkaya: Ben binalarda modern ya da eski denilerek ayrım yapılmasının mantığını çözemiyorum. Bina fonksiyoneldir ya da değildir diye bir ayrım yapılabilir ama eski – yeni tartışmasını çok gereksiz buluyorum. Bina fonksiyonlarını bugün hala yerine getirebiliyorsa o kullanılmaya devam edilir. Binanın dış görünüşü eski veya çağdaş denilerek konuşuluyor. Bu tartışmanın kökü bile saçma. Bugün beton neden bu kadar tercih ediliyor? Sağlam mıdır, uzun ömürlü müdür, insan sağlığına daha faydalı mıdır? Beton sadece uygulanışı açısından herkesin bildiği ve kullanabildiği bir malzemedir.

İnsanlara belli şeyler empoze ediliyor. Bence gençler düşüncelerini özgür kılmalı. Çağdaş, çağdışı gibi öğretilen tanımlara göre değil de olaylara tarafsız bakmalılar. Eğer Tarihi Yarımada’nın özgün dokusu konut dokusuysa bu düşünülmelidir. Genel geçer kalıplara bağlı kalınmamalıdır. Örneğin bugün Tarihi Yarımada’ya kıyasla Maslak’ta olup bitenler daha ilgi çekici.

CE: Osmanlıyı kötüleyerek biz bir yere varamayız. Çünkü gitmiş Avrupa’nın ortasında 500 yıl kalabilmiş. Daha İstanbul alınmadan Mostar Köprüsü’nü yapmış oralarda. Ve oralarda kalırken gaddarca bir uygulama yapmamış. İnsan ölçüsü dediğimiz zaman Osmanlı mükemmeldir.

GA: Yaptığınız şeyleri pek de paylaşmadığınız için bu kadar eleştiri geliyor herhalde.
CE: Paylaştık biz bunları Mimarlar Odası ile bunları kimse bir şey demiyor. Daha önce İstanbul için bunlar düşünülseydi böyle bir büroya ihtiyaç olmayacaktı. Yabancılar bile, “Dünya’nın hiç bir yerinde bu kadar büyük bir büro yok” diyorlar. İstanbul’un sorunları o kadar birikmiş ki. Ama sürekli planlar yapılmış ve itilmiş. O kadar çok plan yapılmış ki İstanbul’da. Hiçbiri de uygulanmamış ama. Arada da çok doğru raporlar var. Mesela Martin Vagner diyor ki: “İstanbul çevre planı ile kurtulmaz çevresiyle birlikte bölge planı ile kurtulur.” Ve en doğru rapor da oydu. Ama onu da hemen yollamışlar. Le Corbusier 1911’de daha genç bir mimar iken şöyle diyor: “Türkler yeşil kent kurma başarısını göstermişler. Karşılaştırılırsa İstanbul bir yeryüzü cenneti New York ise bir kıyamettir.”

“İstanbul’a çağrıldınızda neden gitmediniz?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor: “O zaman İstanbul o kadar güzel o kadar doğaldı ki ona hiç dokunmamak gerektiğini düşünüyordum. Ama yaptığım hata şuydu; bir imparatorluğu yıkan ve yeni bir cumhuriyet kuran bir liderin dinamizmini hesaplayamadım. Tabi ki o, şehri değiştirmek istiyordu. Çok yanlış yaptığımı düşünüyorum. Çünkü belki onun o dinamizmini dengelerdim ve güzel şeyler yapabilirdim.” Bruno Taut ise bir kitabında şöyle diyor: “Ayasofya bir mühendislik eseri olarak yapılmıştır. Ona asıl estetiği veren Sinan’dır.”

Biz çalışmalarımızı yaparken Bizanstı Osmanlıydı diye ayırt etmiyoruz. Bizans’ı da aynı şekilde koruyoruz. Onun da az müdahele ile korunması gerektiğini söylüyoruz.

NB: Bir yerin ören yeri olupta insanların gezip göreceği bir yer olması da korunmuş olduğu anlamına gelmiyor. Korunabilmesi için o bağlantıların yapılmış olması gerekiyor. Dolayısıyla toprak aslında en iyi koruyuculardan bir tanesi.

 

CE: Her şeyi ortaya çıkarmaya çalışırsak yanlış da yapabiliriz. Bırakalım gelecek nesil nasıl istiyorsa öyle olsun. Zaten 46’dan sonra 50’ler geliyor ve bozulma dönemi başlıyor. Onları da canlandırmadık. Mesela Ayasofya’nın önünde kocaman bir mahkeme binası var onu koymadık. Silüeti perdeliyordu iyi ki yıkmışlar dedik ve canlandırmadık.

Bizim yaptığımız plana göre bölgeden 100.000 kişi çıkmak zorunda. Meğer 100.000 değilmiş çünkü binaların üstünü kestiğimiz gibi arkalarını da kesiyoruz. Mesela 30 metre ise 15 metrede kesiyoruz. Oradaki yoğunluğu da hesaplayınca ve deprem ile ilgili çalışmalar da göz önüne alındığında 200.000 kişi çıkarmamız gerekiyor.

NB: Aslında Eminönü bölgesindeki konut alanları ticaret alanı haline geldiği için Eminönü’nde yer alan konut alanlarının eski haline dönmesi söz konusu olsa böyle bir oynama olmaz. Ama bunu yapamıyorsun yani Eminönü’nde yine ticaret alanları büyük yoğunlukta kalıyor.

CE: Tarihi korumayı yönetmeliklerle yasalarla değil de projelerle geliştirmek lazım. Koruma planlarında kentsel tasarım ölçeği olmadan uygulama yapılmaması gerekir. Birinci ve ikinci derece kentsel sit alanlarında kentsel tasarım projesi olmadan uygulama yapılamaz. Onun için bu büro koruldu. Burada yaptığımız çalışmalar esnek. Mimar onun uygulama projesini yapacak. Biz burada sokağın eski karakterini belirleyen uygun bir takım sembolik diyebileceğimiz çözümler getiriyoruz. Onu %20 - %30 oranında değiştirme hakları var. Tescilli binalar da aynen olacak.

Biz Tarihi Yarımada’da yükseklikleri kısıtlayarak ahşap, taş, tuğla ve çelik kullanıyoruz. 0 – 40 kot arası en fazla 5 kat, 40 – 50 kot arasında en fazla 4 kat, 50 kotunun üstünde ise en fazla 3 kat yapılabiliyor. Böylece tepeler daha doğal haliyle kalmış olacak ve tarihi silüet biraz daha ortaya çıkacak.

Fonksiyonlarda ise tarihi fonksiyonların aynısı olacak. Yapılan araştırmalar da onu gösterdi. Sadece Eminönü’nde konut kullanımını arttırmaya çalışıyoruz. Ama turizm açısından yaklaştığımız zaman da şunu söylüyoruz; turist buraya uyumaya değil yaşamaya gelsin. Dolayısıyla burada büyük otellere yer yok. Ancak butik oteller veya pansiyonlar olabilir. Onun dışında güçlü bir hizmet sunacağız, yeme, içme, eğlence, vs... Bu zaten bizim insanımız için de ihtiyaç. Herkesin kullanabileceği mekanlar yapıyoruz. İstanbul sürekli yaşayan bir şehir. Dünyada böyle şehirler de kalmadı.

NB: Yapı adalarını eski büyük hallerine kavuşturmak mümkün olsa keşke örneğin yeşilin içindeki konak yapılarını. Çok geç dönemde korumaya başlamışız. Tabir-i caizse artık gecekondulaşmaya başlandığı zamanda tescillenmiş yapıları koruyoruz şu anda. Onun öncesindeki yapılar da çok hoş. Korumanın şehircilik açısından algısı bilinmiyor. Batıda olduğu gibi hep tek yapı bazlı korumalar düşünülüyor.

Arkitera, Haber: Gökçe Aras, 13.07.2007

GÖZLERİNİ TREN GARINA DİKTİ

 

Ankara’daki tarihi, kültürel ve doğal varlıkların korunmasıyla ilgili uzmanlarla davalık olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, bu sefer de Ankara Tren Garı’na gözlerini dikti. Gökçek’in Gar Önü Katlı Kavşak Projesi hakkında yürütmeyi durdurma talepli dava açan Peyzaj Mimarları Odası yöneticileri tarafından dün düzenlenen basın toplantısında, Gökçek’e artık yargı kararlarına uyma, kent ve kentli yararına işler yapma çağrısında bulunuldu. Oda Başkanı Ayşegül Oruçkaptan, Gökçek’in Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na gönderdigi projenin yanlış olduğunu dile getirerek, bölgenin, Ankara’nın en önemli tarihi, en değerli kimliği ve özel kent dokularından biri olduğunu ve Ankara ulaşım ağının, Gar önünde yapılacak katlı kavşağa ihtiyacı olmadığını söyledi. Bölgedeki tek hakimin TCDD’nin İnşaat Dairesi Başkanlığı olduğunu belirten Oruçkaptan, TCDD’nin de bu projeye olumsuz görüş verdiğini söyledi. Oruçkaptan, olumsuz görüşe rağmen, belediyenin, “TCDD’nin de olumlu görüş verdiğini” söyleyerek, projeyi onayladığını dile getirdi. Oruçkaptan, belediyenin, “Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 11 Mayıs 2007 tarih ve 2347 sayılı kararı ile Ankara Gar Meydanı’nın yeniden düzenlenerek, motorlu taşıt trafiği için bir yönde kesintisiz trafik sağlamak üzere yeraltı geçişi oluşturacak şekilde bir köprülü kavşak yapılmasına karar verdiğini” hatırlattı. Kararın; hukuka, imar mevzuatına, mimarlık, şehircilik ve trafik mühendisliği, evrensel yaya hakları esaslarına aykırı olduğunu vurgulayan Oruçkaptan, Mimarlar Odası ile birlikte yürütmeyi durdurma talepli bir dava açtıklarını belirtti. Oruçkaptan, “Yörede 90 yıllık tarihi çınarlar bulunmaktadır. Bunlar tescilli değildir ama korunması için illa tescilli mi olması gerek. Tescilsizler diye, onları öldürmek, yok etmek mi gerek?” diye sordu. Gökçek’in söylediği gibi “provokatörlük” değil, yurtseverlik yaptıklarını belirten Oruçkaptan, “Gar binası ve çevresinin tarihsel tanıklığı ve hafızalarımızdaki bağımsızlık mücadelesinin ve kurtuluşun önemli simgesi olan Cumhuriyet dönemi izlerinin algılarımızdan alınmasına izin vermeyeceğiz” dedi.

Evrensel, Foto: Mimarlık Müzesi, 13.07.2007

II. TROAS BÖLGESİ DEĞERLERİ SEMPOZYUMU - V. ERENKÖY BAĞBOZUMU FESTİVALİ





Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü  tarafından 31 Ağustos - 2 Eylül 2007 tarihleri arasında, günümüz İntepe/Erenköy halkının kendi kültürel mirasına sahip çıkarak, antik Troas Bölgesi kültürel değerlerini tanıması, tanıtması ve gelecek kuşaklara aktarmasına yönelik olarak  "II. Troas Bölgesi Değerleri Sempozyumu" düzenlenecek.

 

Özellikle İntepe/Erenköy ve çevresi halkı için önem taşıyan bağcılık ve şarapçılığın yeniden canlandırılmasını sağlamak adına bu yıl düzenlenecek sempozyumun ana konusu ağırlıklı olarak arkeoloji ve kültürel değerler (antik Ophryneion kenti ve buluntuları, geleneksel mimari), İntepe ve çevresi tarihi (Çanakkale savaşları ve sonrası İntepe çevresi), geçmişten günümüze üzüm ve şarap üretimi (tarih öncesi ve antik çağda şarap üretim ve ticareti), tarım ve su ürünleri (bağcılığının geliştirilmesi, şarap üretimi, su ürünleri) ve pazarlama (üzüm, şarap ve su ürünlerinin pazarlanması) gibi çeşitli alt bölümlere ayrıldı.





II. Troas Bölgesi Değerleri Sempozyumu ile birlikte yürütülecek olan "V. Erenköy Bağ Bozumu Festivali" yine İntepe/Erenköy'ün geçmiş ve gelecekle bağlarını güçlendirdiği etkinlikleri içermekte. Bu kapsamda antik Yunan mitolojisi şarap tanrısı Dionysos için sembolik ayin, antik Ophryneion (İntepe/Erenköy) ile özdeş olmuş Troyalı Kahraman Hektor ayini, törensel bağ bozumu ve folklor gösterileri gibi geleneksel etkinlikler gerçekleştirilecek.

 

Sempozyum kapsamındaki bildiri konuları ise Bilim turizmi, İntepe Arkeoloji ve mitolojisi, Geleneksel konut mimarisi, Kültürel değerler, İntepe ve çevresi tarihi ve sosyolojisi, Eskiçağ’da üzüm yetiştiriciliği ve şarapçılık, Bağcılık ve Şarapçılık, Tarım ve su ürünlerinin pazarlanması ve Bağcılık ve şarapçılığın geliştirilmesi olarak belirlendi.

TAYHaber, 13.07.2007

BEYKOZ'DAKİ TARİHİ KIŞLA KÜLTÜR MERKEZİ OLUYOR





İstanbul Büyükşehir Belediyesi Beykoz’daki tarihi Osmanlı Kışlası’nı restore ederek kültür ve kongre merkezi yapıyor. 5 milyon YTL’ye mal olacak proje Nisan 2008’de tamamlanacak.

Beykoz’un Yalıköy Mahallesi’nde, yaklaşık 27 yıldır kaderine terk edilerek metruk halde bırakılan tarihi askeri kışla artık kongre ve kültür merkezi oluyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, tarihi askeri kışlanın restore edilerek kongre ve kültür merkezi olarak kullanılmak üzere Büyükşehir Belediyesi’ne tahsisi ile bu eserin yapımı ve kullanımı için Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a yetki verilmesini oybirliğiyle kabul etti.

Mülkiyeti Beykoz Belediyesi’ne ait yaklaşık 20 bin metrekarelik alana sahip tarihi askeri kışla, İstanbul 3 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylanan projeye göre restore edilecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Projeler Müdürlüğü’nün projesini hazırladığı ve Yapı İşleri Müdürlüğü’nün restorasyonuna başladığı Tarihi Beykoz Kışlası ana işlevi ‘sanat ve halk eğitim merkezi’ olan bir kültür ve kongre merkezine dönüşüyor. Kültür merkezi içinde 3 adet 125 kişilik çok amaçlı salon, kütüphane, sergi ve atölyeler ile avluda 220 kişilik gösteri alanı bulunuyor. 5 milyon YTL’ye mal olacak proje 2008 yılının Nisan ayında tamamlanacak.

Beykoz İlçesi’nin Yalıköy Mahallesi’nin ayrılmaz parçası olan tarihi kışlanın ön cephesinde bir kitabe, Osmanlı tuğrası, kemerli bir giriş kapısı ve kemerlerin oturduğu sütun başlıkları yer alıyor. III. Sultan Selim dönemine kadar hangi amaçla hizmet verdiği tam olarak bilinmeyen kışlanın III. Sultan Selim dönemi ile birlikte Kışla’nın bir sanayi bölgesine dönüşmesi planlandı. III. Sultan Selim bu doğrultuda askeri amaçlı bir çuha fabrikası ile kağıt fabrikasının kurulmasını emretmiş olsa da 1807 ayaklanması sonucunda tahttan indirilerek öldürülmesinin ardından bu proje akamate uğradı ve tahta çıkan II. Sultan Mahmud bu projeyi sürdürmedi. Bu nedenle başlanan inşaat yarım kaldı.

Kışla, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında Yetimler Yurdu (Dar’ül Etyam) olarak hizmet verdi, daha sonra askeriye tarafından kullanılmaya başlandı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Beykoz Çayırı’nda konuşlanan askeri birliklere karargah işlevi gören kışla, 1960’lı yılların ardından Askeri İnzibat Merkezi olarak tayin edildi. Kışla 27 yıldır da kaderine terk edilerek metruk halde bırakılmıştı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 13.07.2007

SANTRALİSTANBUL AÇILDI





İstanbul'un son yıllardaki en ilgi çekici kültür sanat projesi Santralistanbul, önceki akşam kapılarını açtı. Gerçi bu tam bir açılış sayılmazdı, çünkü her şey tamamlanmış değil. Nitekim projenin sahibi Bilgi Üniversitesi de 'ön açılış' demeyi tercih etmiş. Projeyi başından beri yakından izlediğini söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan seçimlerden önce bir açılış yapmak isteyince, bir buçuk ay içinde inşaat tamamlanmış, dünyanın önemli çağdaş sanat kurumlarından gelen yapıtlarla iyi bir sergi hazırlanmış. Böylece, önceki akşam Santraistanbul'un bahçesini dolduran kültür endüstrisi, çağdaş sanat dünyası, basın ve belediye mensupları için etkileyici bir başlangıç yapılabildi. Ve tabii Başbakan halinden memnundu...

 

Santralistanbul, kentin en ilgi çekici projesi, çünkü bir müze olmanın ötesinde eşi benzeri pek olmayan bir kültürel merkez. Bilgi Üniversitesi, 1911'de yapılan ve 1983'ten bu yana kapalı duran Silahtarağa Elektrik Santralı'nı 2004'te devraldı ve inşaata başladı. Çağdaş Sanatlar Müzesi, Enerji Müzesi, üniversite, kütüphane, sanatçı rezidansları ve eğlence alanlarından oluşan bu büyük dönüşüm projesini tamamlamak kolay olmadı. Yola çıktıktan sonra Bilgi Üniversitesi yanına Ciner ve Doğuş gruplarını 'stratejik ortak' olarak aldı, daha sonra onlara üniversitenin ortağı olan Laureate International Universities de katıldı. Kale Grubu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi de sponsor oldu ve proje önemli bir aşama kaydetti.


Enerji santralinin yıkılan iki kazan yapısının yerine yapılan Çağdaş Sanatlar Müzesi tamamlandı. Üniversitenin eğitimini burada sürdürecek olan İletişim ve Fen Edebiyat fakültelerinin kimi bölümleri buraya taşındı bile. Hala ayakta olan kazan daireleri ise büyük bir kütüphaneye ve enerji müzesine dönüşecek. Santralistanbul'un tamamlanmış haliyle açılışı eyülde yapılacak.


İlk bakışta endüstriyel bir yapıdan dönüştürülmüş izlenimi veren müze binası, içinde yer aldığı projeye ve farklı sergilemeler yapmaya son derece uygun, yalınlığı bir iddiaya dönüştüren bir yapı. İçindeki sergi ise başlangıç için bile çok iyi. Kısa sürede hazırlanan bir serginin taşınması kolay bir tür olan video çalışmalarından oluşması hiç de şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan serginin niteliği. Avrupa'nın önde gelen müzelerinin koleksiyonlarından oluşan sergi, binanın üç katına yayılıyor. İlk katta Fransa'nın ünlü müzesi Centre Pompidou'dan (Santralistanbul'a model olan kurumlardan biri) gelen 'Çağdaş Bakış Açıları', bir üst katta Almanya'nın Karlsruhe kentindeki Sanat ve Medya Merkezi ZKM'nin 'Dokun Bana İstanbul' başlığıyla sunduğu 'dijital sanat' çalışmaları, üçüncü kattaysa İspanya'daki MUSAC'ın koleksiyonundan seçilen videolar 'Bireylerarası Bir Yolculuk' başlığıyla sergileniyor. Pompidou'nun sergisi, toplumsal konulara duyarlı, görece genç yedi sanatçının yapıtlarından oluşuyor. İstanbulluları fareyi ele alıp, ekranı tıklamaya davet eden ZKM'nin sergisi ise, interaktif dijital sanatın ulaştığı etkileyici noktayı görmek için gerçekten de 'hap' gibi bir tecrübe vaad ediyor. MUSAC'ın koleksiyonundan seçilen 14 yapıt ise, uluslararası bienallerin gediklisi olan Pipilotti Rist, Shirin Neshat, Tony Oursler, Jasper Just gibi 'star'ların imzasını taşıyor. İstanbul için ancak bienalden bienale görebildiğimiz nitelikte bu sergiyi gezerken, yeni müze binasını da biraz yadırgayarak sanki bir başka kente adım atmış da müze geziyormuş gibi olabilirsiniz. Ama merak etmeyin, Haliç'in sonundaki bu 'merkez'e yakında çok alışacağız.

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 13.07.2007


*******


SIRADAN GÖZLER İÇİN BİLE SIRADIŞI BİR YAPI

 

Elbette her mimari tasarım ürünü olan bina orijinal, tasarlayanına özgü nitelikler taşır. Ama biz sıradan gözler, bunları çoğu zaman göremeyiz. Bina, bina işte, hepsi birbirine benzer. Oysa Emre Arolat Architects tarafından tasarlanan Santralistanbul'daki Çağdaş Sanatlar Müzesi, başka bir şeye benzemiyor, biz sıradan gözlere göre bile. Benzerini Batı'da gördüğünüz böyle bir müze binasını, yaşadığınız ülkede ilk kez görmenin keyfini yaşıyorsunuz Emre Arolat'ın eserine bakarken. Zira burası gerçek anlamda Türkiye'nin ilk Çağdaş Sanatlar Müzesi. Yıllarca Ağa Han Mimarlık Ödülü genel sekreterliği yapmış olan Süha Özkan, "Emre Arolat bu binada gerçekten kendini aşmış" yorumu yapıyormuş bu bina için...


Müze binası dışarıdan bakıldığında farklı olduğunu hemen belli ediyor ama şu ana kadar Türkiye'deki en büyük renovasyon projesi olan Santralistanbul kompleksinden belirgin biçimde ayrılmıyor. Binanın dış cephesinde kurşuni bir renk hakim. Binanın üç cephesinde birinci kat dıştan tamamen çıplak beton, diğer katlar delikli çelik levhalarla kaplı. Bir metre kadar boşluğun arkasında ise cam var. Bu, binanın şeffaf kabuğunu oluşturuyor ve dışarıdan baktığınızda binanın bütün katlarını, katlarda dolaşan insanları görebiliyorsunuz. Aynı şekilde içeriden bakıldığında da dışarıyla iletişim kurabiliyorsunuz.


Bina iki bloktan oluşuyor ama bloklar içeriden birbirine bağlı. Binanın içinde de kurşuni renk hakim, zira sütunlar, tavan çıplak beton; bu haliyle bir fabrikayı andırıyor. Binanın dördüncü, yani arka cephesi ise bir başka ünlü mimar Han Tümertekin tarafından tasarlanan Enerji Müzesi'ne (burası henüz açılmadı), yani bir 19. yüzyıl sanayi yapısına bağlanıyor.


Önceki akşamki açılış töreninde Başbakan Erdoğan, müzeye göstermelik şöyle bir bakıp çıkmadı, içeride yarım saate yakın bir süre kaldı. Belli ki o da etkilenmişti binadan. Prof. İhsan Bilgin, Nevzat Sayın, Emre Arolat ve Han Tümertekin ekibinin eseri Santralistanbul, şimdiden Türk mimarlığının yüzakı olacağını belli etti.

Radikal, Yazı: Erkan Aktuğ, 13.07.2007



BURSA RESTORASYONDA....



BALİBEY HANI GÜN SAYIYOR





Bursa Büyükşehir Belediyesi, şehrin gölgede kalmış tarihi altyapısını da gün ışığına çıkarıyor.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan ilk 3 katlı çarşılarından biri olan Balibey Hanı'nın geçen yıl başlayan restorasyon çalışmalarında son aşamaya gelindi. Tophane surlarında yıllardır metruk bir şekilde duran Balibey Hanı'nın ortaya çıkan ihtişamlı görüntüsü Bursalıları heyecanlandırıyor. Aslına uygun olarak restore edilirken, çalışmalar esnasında yapılan kazılar ile farklı noktalarda gizli kalmış tarihi bölgelerin de ortaya çıkarıldığı Balibey Hanı inşaatının yüzde 90'ının tamamlandığı belirtildi. Hamza Bey'in oğlu Bali Bey tarafından 15. yüzyıl sonunda yaptırılan han gelecek nesillere aktarılacak.


Balibey Hanı'nın restorasyon çalışmalarında incelemelerde bulunan Büyükşehir Belediye Başkanı Hikmet Şahin, Bursa'nın yüzyıllar boyunca farklı kültürlere ev sahipliği yapmış muazzam geçmişe sahip bir kent olduğunu, ancak bu potansiyelinin iyi değerlendirilemediğini belirtti.

 

"Tarihten bize kalan en güzel miras onun uyandırdığı coşkudur. Balibey Hanı'nda yapılan restorasyon çalışmasıyla Bursa'nın toprak altında kalmış gizli hazinelerinden birini daha gün yüzüne çıkarıyoruz" diyen Başkan Şahin, "500 yıllık tarihi geçmişe sahip han, kentin merkezinde yıllarca virane şekilde duruyordu. Bursa'nın hiçbir meselesine ilgisiz kalmadığımız gibi, bu tarihi ve kültürel hazinenin de yok olmasına seyirci kalamazdık. Hanı aslına uygun restore ederek, yeniden bugünle buluşturuyoruz. Bir yıl öncesine kadar harabe görünümünde olan han, bugün küllerinden yeni doğmuş devasa bir tarihi eser olduğu gibi Bursalılar için de yeni turizm cazibe merkezi haline gelecek" şeklinde konuştu.


Zemin dahil toplam dört kattan oluşan hanın restorasyonunun yüzde 90 seviyesine ulaştığını kaydeden Başkan Şahin, projenin ince işçiliklerinin devam ettiğini söyledi.

Bursa Hakimiyet, 13.07.2007


*******


YILDIRIM'A KÜLTÜR MERKEZİ





Bursa'da tarihi mekanları gün yüzüne çıkaran Yıldırım Belediyesi, Molla Yegan Medresesi'ni restore ederek ticaret ve kültür merkezi yaptı.





Yıldırım'ın gizli kalmış tarihi zenginliklerinden biri olan Molla Yegan Medresesi, Yıldırım Belediyesi tarafından 2005 yılında kamulaştırılarak ticaret ve kültür merkezi yapılması kararlaştırıldı. Kısa bir zamanda restorasyonu bitirilerek kültür merkezi olarak hizmet verecek olan Molla Yegan'da kafeteryaların yanı sıra sergi salonu ve el sanatları kurs atölyeleri bulunuyor. Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, ilçedeki tarihi eserleri restore ederek yok olmaktan kurtardıkları gibi, buraları kültür ve sanat yuvaları haline getirdiklerini söyledi.





Bursa Hakimiyet, Fotoğraflar: Yıldırım Belediyesi, 13.07.2007




*******


BÖLGENİN KADERİ DEĞİŞİYOR

 

UÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof Dr. Mustafa Şahin, insanoğlunun ortak mirası şeklinde adlandırdığı çalışmanın amacını şöyle anlatıyor:


"Büyükorhan ilçesi ve çevre ekonomisine bu vesileyle ciddi destek sağlanacak. Ağustos ayında başlanacak çalışmalar için İsviçre'den 12, Uludağ Üniversitesi'nden ise 11 bilim adamı ve asistanı çalışmalar süresinde kazı bölgesi yakınındaki Derecik Köyü'nde kalacak. Bir örneği Paris'te bulunan bazilikanın kazı çalışmaları çeşitli aşamaların ardından 2011 yılında tamamlanacak. Kazı ve restorasyon çalışmalarına 15 milyon avro finansa eden İsviçre hükümeti, protokol geriği çalışma yapılan bölgeyi, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na teslim edilecek. Türkiye ve Bursa için çok önemli olan bu proje, dünya kültür turizminde önemli bir konum oluşturacaktır."






Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanlığı Mozaik Araştırmaları Merkezi'nin 2006 yılında Bursa'da düzenlediği Mozaik Sempozyumu'na 9 ülkeden toplam 22 bilim adamı katılmıştı. Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof Dr. Mustafa Şahin, organizasyon için İsviçre'den gelen Lozan Üniversitesi Arkeoloji Araştırma Bölüm Başkanı Prof. Dr. Michel Fuchs'u, 2001'de ortaya çıkan ancak bölgenin koruma altına alınabilmesi için 75 bin YTL ödenek sağlanamadığı gerekçesiyle kaderine terk edilen Büyükorhan Derecik Köyü'ndeki bazilikaya götürüp buranın kaderini değiştirecek proje için ilk adımın atılmasını sağladı. İsviçreli bilim adamı bazilikanın gün yüzüne çıkarılması için Türkiye ile ortak çalışma yapabileceklerini söyledi. Ardından da Lozan Üniversitesi, Uludağ Üniversitesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Büyükorhan Belediyesi arasında yapılan protokol nisan ayında imzalanıp, kazı ve restorasyon çalışmaları için start verildi.

 

2001 yılında, koruma altına alınabilmesi için gereken 75 bin YTL'lik ödenek bulunamadığı gerekçesiyle kaderine terk edilen ve bir örneği de Paris'te bulunan Bizans genç Roma dönemine ait bazilikanın, kazı ve restore edilerek gün yüzüne çıkarılması için Lozan Üniversitesi devreye girdi.


12'si İsviçre'den, 11'i de Türkiye'den olmak üzere toplam 21 bilim adamı ve asistanlarından oluşan ekip ağustos ayında kazı çalışmalarına başlayacak. 2011 yılında tamamlanacak proje sonunda bölgenin dünya kültür turizmine kazandırılması amaçlanıyor. Büyükorhan Belediyesi, kazı ve restorasyon için bölgede kalacak kazı ekibi için Derecik Köyü'nde 4 ayrı ev hazırlatmış durumda.






Alınan bilgilere göre, ortaya çıkarılan yapı, Roma Dönemi'ne tarihlenen Zeus kültüne ait bir merkezin üzerine kurulmuş, IV.-V. yüzyıllara ait bazilika planlı, üç nefli, zemini tamamen döşeme mozaikleriyle kaplı bir Bizans kilisesi. Döşeme mozaiklerinin tahrip olan bölümünde yapılan sondajlar sonucunda, kilisenin iki ayrı inşaat evresi geçirdiği belirlendi. Aynı yerdeki ilk kilisenin biraz daha küçük olduğu ve zemininin tuğla döşendiği anlaşıldı. V. yüzyılın başlarında bu yapı genişletilmiş ve zengin döşeme mozaikleri ile bugün kalıntıları görülen kilise inşa edilmiş.
İstanbul, İzmit, İznik, Erdek gibi büyük ilkçağ kentlerinde zemini mozaiklerle süslenmiş pek çok kilise bulunmuş olmasına rağmen, Büyükorhan bazilikası Marmara çevresinde bulunan bu tarz mozaiklere sahip tek kilise.

Bursa Hakimiyet, 09.07.2007


*******


"TARİHE SAHİP ÇIKIYORUZ"





Bursa, Osmangazi Belediyesi`nin, Hanlar Bölgesi`nde yürüttüğü önemli projelerden biri daha tamamlandı. Yaklaşık 50 yıldan fazla süredir bakım görmediği için köhne bir durumda kalan Geyve Han, restorasyonun ardından yeni yüzüyle Bursalıları karşıladı. Restorasyon kapsamında tarihi yapının yaklaşık 100 yıl önce kapanan Kuzey kapısı da açıldı. Böylece Geyve Han hem görsel açıdan muhteşem bir görüntüye kavuşturuldu hem de Cumhuriyet Caddesi ile bağlantının kurulduğu kapı açılarak ekonomik canlılık sağlandı.


Geyve Han`ın yeniden Bursa`ya kazandırılması nedeniyle düzenlenen törende konuşan Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Osmangazi Belediyesi`nin çalışmalarını kastederek `Bursa`da tarih yeniden yazılıyor` dedi. Çelik, `Tarihi eserleri ortaya çıkararak geçmişimizle, kültürümüzle buluşturuyoruz. Geçmişiyle, kültürüyle bağlarını koparan milletlerin ayakta durabilmesi mümkün değildir. Bu tarihi miras 600 yıldır buradaydı ama kimse ilgilenmedi. Ama şimdi hepsi ayağa kaldırılıyor. Biz tarihimize, kültürümüze sahip çıkıyoruz, çünkü yok olmak istemiyoruz` diye konuştu.


Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe de, son 3,5 yıl içindeki çalışmalarını anlattı ve Osmangazi`de ciddi bir dönüşüm yaşandığını söyledi. Tarihi kültürel mirası koruma çalışmalarının, genel çalışmalar içinde çok önemli bir yer tuttuğunu ifade eden Altepe, `Çarşı bölgesini karış karış biliyoruz, sorunlarını da, çözümünü de biliyoruz. Bölgede uygulaması biten ve halen devam eden en az 30 projemiz var. Bütün bunlar tamamlanınca kentimizin tarihi kimliği yeniden kazanılmış olacak` dedi.


Geyve Han esnafı, konuşmaların ardından Başkan Altepe`ye Han`ın anahtarı ile bir de plaket verdi. Ardından kurdele kesilerek tarihi yapı yeniden Bursalılar`ın hizmetine sunuldu.
Bursa Olay, Fotoğraf: Bursa Büyükşehir Belediyesi, 08.07.2007




ALLİANOİ'DAN HABERLER...

TARİH KATLİAMI SEÇİM MALZEMESİ

 

İzmir'de düzenlenen basın toplantısıyla, Allianoi Antik Kenti konusunda kamuoyunun ve bölge köylülerinin aldatıldığı belirtildi. DSİ yetkililerinin son günlerde verdikleri 'Yortanlı Barajı'nda ağustosta su tutacağı' yönündeki demeçlerin hukuksuz ve aldatmaca amaçlı olduğunu belirten Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Hilal Küey, "Prof. Dr. Hayat Erkanal başkanlığındaki bilim heyeti, DSİ'nin oluşturduğu Allianoi'nin çevresini bir metre duvarla çevirip sulara bırakmak diye özetlenebilecek projeye onay verdi mi ki Yortanlı Barajı su tutacak" dedi.

 

Bilim Kurulu'ndan net görüş gelmeden, duvar projesinin uygulamaya geçirilemeyeceğini söyleyen Küey, "Açtığımız davaların sonuçlanmasının beklenmesi gibi bir hassasiyeti artık ne DSİ'den, ne de Kültür Bakanlığı'ndan bekliyoruz. Tarihi korumak gibi bir hassasiyetin yetkililerde olmadığını görüyoruz" dedi. Bilim heyeti raporunun beklen-memesinin hukuk devletinde suç oluşturacağını anımsatan Küey, sözlerini şöyle sürdürdü: "İzmir II Numaralı Koruma Kurulu'nun bize yazdığı yazıda 'Koruma Bölge Kurulu'nca değerlendirilmek üzere Müdürlüğe iletilmiş olan bir Bilim Kurulu raporu bulunmadığı' açıklandı. Mevcut Koruma Kurulu'nun, DSİ'nin projesini onaylamayacağı, o nedenle de yine Bakanlığın oluşturduğu Koruma Kurulu'nun değiştirileceği yolunda, ne yasa ile ne de hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayan duyumlar almaktayız. Bu duyumlar doğru çıkarsa ve ortaya DSİ projesine onay verecek yeni bir bilim heyeti çıkarsa bu husus da açıkça suç oluşturur. Kaldı ki Yortanlı Barajı'nın henüz kanaletleri mevcut değil, ihalesi dahi yapılmadı."

 

Küey, ortada eksik bir inşaat olduğunun bilindiğini, buna rağmen 'koca bir tarihin günlük seçim propagandasına feda edilmek istendiğini' belirtti.

 

Küey'in ardından söz alan Allianoi Kazı Heyeti Başkanı Yard. Doç. Dr. Ahmet Yaraş, kendilerine mayısta verilmesi beklenen kazı ruhsatının gelmediğini ve 45 günlük kayıpları olduğunu söyleyerek, kaybedilen her günün çok önemli olduğunu vurguladı. "Kültür Bakanlığı yetkilileri hiçbir zaman yanımızda olmadı. Bugüne kadar Allianoi'den çıkardığımız 12 binden fazla eseri Bergama Arkeoloji Müzesi'ne teslim ettik" diyen Yaraş, DSİ 2. Bölge Müdürü Ayhan Sarıyıldız'ın Allianoi'nin isminin doğru olmadığı konusunda spekülasyon yaptığını ve amacının konuyu saptırmak olduğunu söyledi. Bölge köylülerinin, Allianoi'yi savunanlara karşı kırşkırtıldığına dikkat çeken EGEÇEP Dönem Sözcüsü Arif Ali Cangı ise, "Suçlarını örtbas etmeye çalışarak ucuz oy avcılığı yapıyorlar. Barajda su tutulmasını sağlayanlar bunun hukuki sorumluluğuna ve dünyaya rezil olmaya razı olur. İzmir milletvekili adaylarından Burhan Özfatura bizi 'ideolojik saplantısı olan 10 kişi' olarak tanımladı. Evet, bizim, insanlığın ortak kültürel mirasını koruma amacını taşıyan bir ideolojimiz var" diye konuştu.

Birgün, 10.07.2007


*******


BAKANLIK ALLİANOİ'Yİ GÖZDEN ÇIKARDI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yortanlı Barajı’na su tutulmasıyla birlikte sular altında kalacak olan Allianoi antik kentini kaderine terk etti ve bu yılki "kurtarma kazısı ruhsatı"nı vermedi.

Bu nedenle antik şehri kurtarma çalışmaları başlatılamadı. Karayolları’nın yollara koyduğu "Allianoi" yön tabelaları da kimliği belirsiz kişilerce sprey boyayla kapatıldı. Kentin uzun yıllardır kazı başkanlığını yürüten Trakya Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ahmet Yaraş, ruhsatların genellikle mayıs ayında verilip haziranda kazılara başlandığına dikkat çekti. Yaraş, şunları söyledi:

"Ruhsat eşliğinde kazı yapılır. Biz 2006’nın Aralık ayında başvurumuzu yaptık, ancak halen gelmedi. Elimiz kolumuz bağlandı, hiçbir şey yapamıyoruz. Ne kadar sürede değerlendirilecek, ne olacak bilmiyoruz. Hayır yok vermeyeceğiz de demiyorlar. O zaman zaten kıyamet kopar. Kazı alanı şu anda tamamen kaderine terk edilmiş durumda. 2006 Kasım ayında Çakmaktepe bölgesinde üç mezar define avcıları tarafından açılmıştı. Bölgeye giremediğimiz için ne olduğunu bilemiyoruz ve müdahale edemiyoruz."

Ahmet Yaraş, Allianoi yol tabelalarının sprey boyalarla kapatılmasının AKP İlçe Başkanlığı’nın talimatıyla köylülere yaptırıldığını iddia etti ve şunları söyledi: "Birkaç kendini bilmez köylü yapıyor. AKP’nin ilçe örgütü köylüleri kışkırtıyor. ’Seçim öncesinde birtakım konularda aktif olursanız, barajı yasaya rağmen açarız’ gibi söylemler içerisindeler. Köylülere sprey boyalar verip tabelaları boyuyorlar."

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 13.07.2007


*******


ALLIANOI HEYETİNDEN SUÇ DUYURUSU

 

İzmir’in Bergama İlçesi'nde yapımı tamamlanan, ancak su tutma havzası içinde Allianoi Antik Kenti’nin yer alması nedeniyle durumu tartışmalı olan Yortanlı Barajı’nda gerçekleştirilen eylem, antik kentin kazı heyetinin tepkisine yol açtı.


Baraj kapağının Bergama Ziraat Odası Başkanı Bedri Çakmaklıoğulları ile Bölcek, Göçbeyli, Ayazkent, Yenikent ve Zeytinodağ belde belediye başkanının da hazır bulunduğu çiftçi eylemiyle 10 Temmuz’da kapatılmasının ardından, Bergama İlçe Jandarma Komutanlığı’nca başlatılan soruşturma çalışmalarına, Allianoi Antik Kenti heyetince yapılan suç duyurusu girişimi de eklendi.


Allianoi Antik Kenti Kazı Başkanı Doç. Dr. Ahmet Yaraş, gazetecilere yaptığı açıklamada, barajın kapağını yasal olmayan şekilde kapatanlar hakkında Bergama Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduklarını belirterek, “Elindeki tarihi eserine sahip çıkmayan, kalkıp bir daha Zeus Sunağını istemeye kalkmasın” dedi. Bergama Ziraat Odası Başkanı Bedri Çakmaklıoğulları’nın, tarihi eserlerin bulunduğu yerin Allianoi değil, Paşa Kaplıcası olduğu iddiasını da yanıtlayan Yarış, bu konuda Alman bilim adamı Prof. Dr. Helmut Miller’in “Allianoi Kimliği” başlıklı makalesinin bulunduğunu, tarihi eserlerin bulunduğu yerin burası olduğunu kaydetti.


Yortanlı Barajı’nın su tutmasını isteyen 200 kadar çiftçi, 10 Temmuz’da bölgede yaptıkları eylemde, 45 VAN 4389 plakalı kamyonetle getirilen büyük demir kapağı, jandarmanın uyarısına rağmen baraja yerleştirmişti. Eyleme, Bergama Ziraat Odası Başkanı Bedri Çakmaklıoğulları ile Bölcek, Göçbeyli, Ayazkent, Zeytindağ ve Yenikent belde belediye başkanları da destek vermiş, daha sonra jandarma tarafından bu kişilerin ifadesine başvurulmuştu.

Evrensel, 15.07.2007


3,5 MİLYON YILLIK İNSAN FOSİLİ ÇIKTI

 

ABD'nin Cleveland Üniversitesi'nden bilim adamları, Etiyopya'da, Afar Çölü'nde, en ünlü insan atası fosillerinden "Lucy"nin bulunduğu yere 30 kilometre uzaklıktaki kazılarda, 3.5-3.8 milyon yaşında olduğu tahmin edilen erken insan atası fosili kalıntıları buldu. Fosil kalıntıları arasında birkaç tam çene ve iskelet parçası bulunuyor.


Kazı ekibinin başkanlarından Dr. Yohannes Haile-Selassie, keşiflerinin, hiç bilmedikleri bir zaman çerçevesine ışık tutması açısından önemli olduğunu belirterek, "Etiyopya'da erken insanın evrimi konusunda 6 milyon yıla varan bir kaydımız var, ancak bunlar arasında küçük boşluklar bulunuyor ve bu da bunlardan birisi" diye konuştu.
Milliyet, 13.07.2007

BERTA KÖPRÜSÜ YAKINDA SULAR ALTINDA KALACAK

 

Aartvin'de yapımı devam eden Deriner Barajı'nın suları altında kalacak tarihi Berta Köprüsü, ziyaretçi akınına uğradı. 1878 yılında yapılan köprünün son fotoğraflarını çekebilmek için yerli ve yabancı turistler, düzenlenen Berta turlarına katılıyor.


Artvin- Şavşat Karayolu'nun 40'ıncı kilometresindeki 129 yıl önce Osmanlılar tarafından inşa edilen Berta Köprüsü, Deriner Barajı'nda 2008 başından itibaren su tutulmaya başlanmasıyla metrelerce suyun altında kalacak. Tarihi köprü, 200 metre üzerinde yeniden inşa edilen Artvin- Ardanuç karayolunun güzergah çalışmalarındaki iş makinelerinin yamaçtan yuvarladığı taşlar nedeniyle şimdiden zarar görmeye başladı bile.


Köprüyü son kez fotoğraflayanlar arasında yer alan yazar- çevirmen Erim Bikkul, "Böylesine güzel bir eserin sular altında kalacak olmasına açıkçası üzüldüm. Barajlar kısa vadeli yatırımlar. Belki köprü başka bir nehir üzerine taşınıp kurtarılabilir. Orijinali kadar iyi olmaz, belki ama
suların altında kalıp yok olmasından iyidir'' dedi.


Artvin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Anıtlar Müzeler Genel Müdürlüğü'nden bir heyetin gelip köprüyle ilgili inceleme yaptığını belirterek, bir benzerinin başka yerde yapılması için proje çalışmalarının devam ettiğini açıkladı.


Döşeme uzunluğu 64 metre olan Berta Köprüsü'nün 3 kemer gözü bulunuyor ve düz yollu köprüler sınıfına giriyor. Bu eser günümüze kadar sağlam bir şekilde gelmeyi başardı, Çoruh Nehri'nin azgın sularıyla yıllarca başa çıktı.

haberturk.com, Fotoğraf: Artvin Derneği, 12.07.2007

MÜZELER KOMPLEKSİ İÇİN DÜĞMEYE BASILDI

 

Ulaştırma Bakanı İsmet Yılmaz, Uşak'a sürpriz bir ziyarette bulundu. Ziyaret sırasında Uşak Valiliği ve Uşak Belediyesi'nin Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) işbirliği ile Gar'a yapacakları müzeler kompleksi projensinde yaşanan sıkıtılar dile getirildi. Uşak Valisi Kayhan Kavas, Bakan Yılmaz'a proje ile ilgili bilgi verdi. Uşak Garı'nı yetkililerle birlikte inceleyen Bakan Yılmaz, müzeler kompleksi ile ilgili protokolün hazırlanarak kendisine gönderilmesini ve çözüm yoluna gideceklerini söyledi.

 

Uşak Garı'nda yapılacak olan projenin çevreye hayat katacağını söyleyen Vali Kavas, hayata geçirilecek olan projenin kent hiç olmayan turizm aktivitesine katkılar sağlayacağını ifade etti. Proje ile ilgili son olarak gönderilen protokolün imzalanmasının fiilen imkansız olduğunun altını çizen Vali Kavas şöyle devam etti: "Son olarak bize gönderilen bir protokol taslağı var ve bizim bunu imzalamamız mümkün değil. Protokolün bir maddesi hazineden alınması gereken yeri almamız ve 4 ay içinde onlara devretmemiz. Böyle bir şeyin Türkiye şartlarında 4 ay içinde olması mümkün değil. Buradaki bir alanın bize tahsis edilmesini istiyor ve projeyi hayata geçirmeyi hedefliyoruz. Buraya yapılacak olan bir müze, Uşak Garı'na çok büyük değerler katacaktır".

 

Vali Kavas'ın brifinginin ardından Belediye Başkanı Mesut Apaydın da sıkıntıları dile getirdi. Sıkıntıları dinleyen Ulaştırma Bakanı Yılmaz, " Uşak'a uğramamın gerekçesi de bu gar meselesidir. Bana söylenen protokolün gönderildiği ve herhangi bir sesin çıkmadığıdır. Devlet Demir Yolları herhangi bir şeyi bedava veremez. Buranın kira bedelini siz belirleyin ve en düşüğünü ortaya koyun. Siz protokolün beğenmediğiniz maddelerinin yerine sizce kabul edilebilir noktaları bulun ve biz hakem olalım. Ama mutlaka alternatifli olun. Böyle olursa biz bunu çözeriz" şeklinde konuştu. Daha sonra Uşak Garı'nı yetkililerle birlikte gezen Bakan Yılmaz, "Kültürel eserleri en iyi koruma hangisi ise, bak burası tamirhane ve tamirhane ile tarihi eser korunmaz. Kurulur ve işlenirse en güzel bir şekilde işlenmiş olur. Bununla ilgili protokolü hazırlayacaklar ve bana gönderecekler. Dolayısıyla bunun çözümü için elimizden ne geliyorsa onu yapacağız" diyerek Uşaklılar'a müjdeyi verdi.

Yeni Şafak, 12.07.2007

TAŞLARIN EN GÜZELİ YIKILIYOR

 

Ilısu Barajı ile sular altında kalacak Hasankeyf, 2007 yılına kültür varlıkları açısından şanssız girdi. İsmi güzel taş anlamına gelen, Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesi'nde devam eden kazıyı yürüten Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam, kışın çok ağır geçmesi nedeniyle zarar gören tarihi eserlerin yıkılmaya başladığını söyledi. Uluçam, İmam Abdullah Zaviyesi'nin minaresinin güneybatı köşesinin bu nedenle yıkıldığını, küçük saray bölümünün olduğu gibi durduğunu dile getirdi.





Hasankeyf'in tarihi dokusu ve kültür varlıklarının her geçen gün daha hızlı bir yıkım sürecine girdiğini kaydeden Uluçam, ilçede iki hafta önce de Ulu Cami'nin tonozlarının göçtüğünü, yan duvarlarının ayrıştığını bildirdi.

Süren kazılarda Hasankeyf’te yeni tarihi zenginliklerle karşılaşılıyor. Son olarak 3 bin yıllık ekmek teknesi ve tandır bulunduğu bildirildi. Uluçam, kale başına giden vadide yaptıkları çalışmalarda yaklaşık 3 bin yıl önce burada yaşayan insanların faaliyet mekanlarını ortaya çıkardıklarını söyledi. Kazı ekibi tandır ve ekmek teknesiyle ilk karşılaştığında su deposu olabileceğini düşünmüş. Ancak içinin seramik hamuruyla sıvanmış olması bunun tandır olduğunun kanıtı olarak sayılıyor. Uluçam, “İşin başka ilginç boyutu, bunu tamamlayan hemen yanında ekmek teknesini hatırlatan bir oyma. Buğdayın ezilip belki orada hamur haline getirildiği ve yanındaki tandırda pişirildiği kanaatine vardık. Seramikten yapılan birçok tandır var. Ama tandır taştan oyulmuş ve seramik hamuruyla kaplanmış. Hasankeyf'in en eski kalıntısı diyebileceğimiz tandır ile ekmek teknesi kayalara oyulmuş” dedi.
Uluçam, ayrıca kazılarda Roma döneminde yapılan 42 dükkan tespit ettiklerini bildirdi.

Evrensel, Fotoğraf: Yeni Şafak, 12.07.2007

İÇKALE TURİZMİN SAYILI MERKEZLERİNDEN BİRİ OLACAK

 

Tarihi Diyarbakır surlarının çekirdek kısmını oluşturan, 33 medeniyete ev sahipliği yapmış ve her dönemde yönetim merkezi olmuş İçkale'deki yapılar, tarihin derinliklerinden süzülerek gün ışığına çıkıyor. 2009'da tamamlanması öngörülen ''İçkale Kültür ve Turizm merkezi Projesi'' kapsamında uluslararası kriterlere uygun yapılacak arkeoloji müzesinde yaklaşık 20 bin eser sergilenecek.





Yüzyıllar boyunca Hurri Mitanniler, Asurlar, Urartular, Medler, Romalılar, Sasaniler, Artuklular ve Akkoyunlular gibi 33 medeniyete ev sahipliği yapmış Diyarbakır'ın dünyaca tanınan surlarının çekirdek kısmını oluşturan bölümdeki yapıların bugünle buluşması için sürdürülen ''İçkale Kültür ve Turizm Merkezi Projesi'' aralıksız sürüyor. İl Kültür ve Turizm Müdürü Songül Göksu, yaptığı açıklamada İçkale'nin kültür ve turizm merkezi olarak düzenlendiğini belirterek bu tarihi mekanın Topkapı Sarayı özelliğini taşıyan bir mekan olduğunu, çünkü değişik dönemlere ait bir çok yapıyı barındırdığını söyledi.

İçkale'nin her dönemde yönetim merkezi olduğunu, şehrin buradan yönetildiğini belirten Göksu, İçkale'nin MS 3. yüzyıla ait Saint George Kilisesi, Artuklu Hanı, Cumhuriyet ve Osmanlı dönemi ile Diyarbakır sivil mimari örneğini yansıtan yapılardan oluştuğunu anımsattı. Göksu, 2000 yılında bu alanın projelendirildiğini, 2005 yılında da ''İçkale Kültür ve Turizm Merkezi Projesi'' olarak yapımına başlandığını hatırlatarak, bu alanda yapıların orijinal haline getirildiğini ve tüm eklentilerin söküldüğünü anlattı.

Çalışmalarda yaklaşık 2 bin kamyon hafriyat boşaltıldığını, tüm yapıların çatılarının onarıldığını ve Meryemi Zal Kilisesi müştemilatının restore edilerek, İl Kültür Müdürlüğü binası olarak yaşayan bir mekan haline getirildiğini belirten Göksu, böylece ilk yapının gün ışığına çıkarıldığını söyledi.

Göksu, bu sürede sanat galerisi olarak işlevlendirilen kilisenin orijinal yapısı bozulmadan konservasyon (koruyucu) ağırlıklı restorasyonuna başlandığını, bir dönem cezaevi olarak kullanılan yapının bin kişilik kongre ve kültür merkezi, Diyarbakır'ın mimari yapı özelliğini gösteren 6 yapının da arkeoloji müzesine dönüştürülmesi için restorasyonların sürdürüldüğünü kaydetti.

İçkale projesinde bir çok ilkin gerçekleştiğini, bunun yerelden çıkan bir proje olduğunu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın en büyük projelerinden biri haline geldiğini dile getiren Göksu, şunları söyledi:

''Yerelin düşüncesi de esas alınarak çalışmalar sürdürülüyor. Proje için aralarında İstanbul ve Ankara üniversitelerinin bulunduğu ve müzecilik alanında deneyimli akademisyenlerden oluşan bir bilim heyeti oluşturduk. Bu heyette tasarımcılar da yer alıyor. Amacımız uluslararası boyutta olacak arkeoloji müzesinde tanzim ve teşhirin en uygun nasıl yapılacağını bilim adamları eşliğinde yapmak. Eserler nasıl taşınacak, nasıl korunacak bunun envanter çalışması devam ediyor. Şu an müzemizde ve depolarda 20 binden fazla eser var. Bunların hepsi tek tek gözden geçirilecek. Konservasyonu, bakımı yapılacak. Bu eserlerin hiç bir zarar görmeden taşınması, ambalajlanması gibi en ince detayına kadar bilim heyeti tarafından çıkarılıyor, planlanıyor ve projelendiriliyor. Hedefimiz müzeyi uluslararası sergilere açmaktır. Dünyanın bir çok yerindeki eserleri burada da sergilemek istiyoruz.''

 

Göksu, arkeoloji müzesinin depolarının bile teşhire dönük olacağını, bir çok eserin depolarda kaldığını ve bunların teşhir edilemediğini ifade ederek, teşhir edilmeyecek hiç bir eserin kalmayacağını kaydetti. ''Şu an müzedeki eserlerin ancak üçte biri sergileniyor'' diyen Göksu, şunları kaydetti:

''Antik dönem ve milat öncesine ait bir çok eser depolarda duruyor. Örneğin MÖ 2 bin dönemine ait Mittani mührü depodadır. İnsanlar bir çok yerlerde mağaralarda yaşarken, burada yerleşik düzene geçmişler. Bu kültüre ait bir çok eser var. Ayrıca Avrupa'da çok iyi bilinen Asur medeniyetine ait çok eserimiz var. Bismil çevresinde ve Hasankeyf kurtarma kazılarındaki 9 höyükte çalışmalar sürdürülüyor. Hala çok önemli tarihe ışık tutacak eserler ve buluntular geliyor. Çalışmalardan sonra bunlarda teşhire alınacak. İnsanlar burada insanlık tarihini izleme şansını bulacaklar. Ayrıca inanç turizmi açısından insanların ciddi anlamda ilgisini çekebilecek ve dünyada sadece 5 tane bulunan el yazması Tevrat'lardan bir tanesi şu an bizim depolarımızda. İçkale'de bu eserlerin büyük bir çoğunluğu teşhire açılacak ve eserlerin bir çoğunun dünyada eşi yok.''


Göksu, proje için bugüne kadar yaklaşık 3,5 milyon YTL harcandığını, 2007 yılı için de 450 bin YTL ödenek geldiğini belirterek, projenin 2009'da tamamlanarak turizme açılmasının hedeflendiğini söyledi.

 

Büyük Önder Atatürk, buradaki gezisinin ardından 16 Kasım 1937'de surların korunarak gelecek nesillere aktarılmasıyla ilgili yöneticilere şu direktifi vermişti: ''Diyarbakır'ın tarihi kalesinin orta yerinde büyük bir meydan açılacak ve kaleyi iç ve dış taraftan bir tur yolu çevreleyecektir. Bu meydan aynı zamanda bir park halinde ağaçlandırılacaktır. Burada kale duvarları boyunca uzayan yola muhtelif istikametlerden caddeler açılacak, arasında bölünecek olan kısımlar bugünkü Diyarbakır'ın ana hususiyetlerini üstünde taşıyan avlulu, havuzlu ve bahçeli evlerle donatılacaktır. Yeni Diyarbakır kurulur ve eski Diyarbakır da imar ve tezyin edilirken, tarihi değeri haiz tek bir eser hırpalanmayacak ve en iyi surette muhafaza edilecektir.''

 

Diyarbakır surlarının kuzeydoğu köşesinde yer alan İçkale'nin tarihi muhtemelen ilk yerleşim halkı olan Hurri Mittaniler dönemine kadar uzanıyor. Romalılarca şimdiki şehir surlarının yapılmasıyla özel bir önem kazanan İçkale'yi saran ve şimdiki Artuklu Kemeri'nden geçen ilk surlar daha sonra yıkılmış, Kanuni Sultan Süleyman 16 burç ve 2 yeni kapı ekleterek İçkale'yi genişletmiş.

Sabah, 12.07.2007

SABANCI'DAN OSMANLI MİRASI ÖDÜLÜ

 

Sabancı Üniversitesi ile Washington’da kurulu Brookings Enstitüsü adlı düşünce kuruluşunca birlikte düzenlenen yıllık Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülü yarışmasında, 2008 yılı için araştırma konusu olarak, “Çağdaş Türk Kültürü, Kurumları ve Değerlerinde Osmanlı Mirası” seçildi. Uluslararası bir jüri tarafından yapılacak değerlendirme sonucu birinci seçilecek araştırmacıya 20 bin dolar, ikinciye 10 bin dolar, üçüncüye de 5 bin dolar ödül verilecek. Yarışmaya katılacak eserlerin, yaklaşık 8 bin kelime uzunluğunda olması ve İngilizce yazılması gerekiyor. Son katılım tarihi ise 31 Ocak 2008.

Türkiye Gazetesi, 12.07.2007

KLEOPATRA KUMSALINDA GÜNEŞLENME YASAĞI

 

Muğla İl Kültür ve Turizm Müdürü Osman Murat Süslü, Sedir Adası'ndaki Kleopatra Kumsalı'nda korunması amacıyla güneşlenen turistlerin kum yerine şezlongları kullanmasını sağlayacaklarını söyledi. NTV'nin internet sitesinde yer alan habere göre Süslü, "Kumsala uzanan tatilcilerin mayolarında ve üzerlerinde kumların bir şekilde taşınması söz konusuydu. Bu nedenle kumsalda güneşlenme yerine, şezlonglarda uzanıp güneşlenme alışkanlığını kazandırmak için çalışmalar başlattık" diye konuştu.


Bu amaçla Sedir Adası kumsalından sadece denize girerken geçileceğini bildiren Süslü, "Kumsalın oluşumu çok uzun bir jeolojik süreçte gerçekleşiyor. Bazı iddialara göre bölgedeki su karbonatlı olduğu için buradaki kaya kütleleri eriyip kuma dönüşmüş. Bu kumun insanları rahatlattığı düşünülüyor. Turizmcilerin iddiası ise bu kumsaldaki kumun Mısır kraliçesi Kleopatra tarafından gemilerle buraya getirildiği. Kumsala sahip çıkmak istiyoruz. Buradaki kumların yok olmasını önlemek için güvenlik tedbirleriyle birlikte uyarıcı levhalar asacağız. Yarın itibariyle bu kumsalda güneşlenmek yasaklandı" dedi.

Turizmdebusabah.com, 12.07.2007

SABİRE SULTAN TÜRBESİ TALAN EDİLDİ

 

Kütahya'nın Simav İlçesi'nde, 600 yıllık Sabire Sultan Türbesi'nin talan edilmesine vatandaşlar büyük tepki gösterdi.

Karşıyaka Mahallesi Karşıyaka mevkiinde bulunan ve vatandaşların yıllardır ziyaret ettiği Sabire Sultan (Sarıkız) Türbesi'nin gece kimliği belirsiz kişi veya kişilerce talan edilmesi Simavlıların tepkisine yol açtı. Sabah saatlerinde Sabire Sultan'a gelen vatandaşlar gördükleri manzaraya inanamadı. Türbenin yan tarafında 2 metre genişliğinde ve 2 metre derinliğinde genişçe açılmış bir çukur gören vatandaşlar durumu polis ve zabıta bildirdi. Yetkililer geniş çaplı araştırma başlattı.

Hazreti Muhammed'in 19. göbekten torunu Emir Sultan ilk kez Bursa'ya giderken uğradığı Simav'da, annesi Sabire Sultan'ı kaybetti. Simavlılar, Seyyide Sabire Sultan için Karşıyaka Mahallesi Karşıyaka mevkiinde türbe yaptırdı. 600 yıldan bu yana vatandaşlar Sabire Sultan (Sarı Kız) türbesine giderek dua ediyor.
Kütahya Kent Haber, 12.07.2007

ATATÜRK'ÜN BAŞLATTIĞI ALACAHÖYÜK KAZISI 100. YILDA YENİDEN BAŞLIYOR

 

Atatürk’ün emriyle 1935 yılında kazı çalışmalarına başlanan, ancak Ata’nın ölümünün ardından çalışmaların durduğu ve Ankara Üniversitesi’nin girişimi ve Yüksel İnşaat’ın sponsorluk desteği ile yeniden ivme kazanan Alaca Höyük  kazı çalışmaları 100. yılını kutluyor… Alacahöyük Kazı Çalışmaları’nın 100. yılı, 100. yıl belgeseli ve kitabının yanı sıra “Anadolu’nun Hititleri” konulu konferans ve “Alaca Höyük’te 100 yıl” sempozyumu  gibi bir dizi etkinlikle kutlanacak. Hitit Uygarlığı’na başkentlik yapmış Çorum’un tarihi ören yeri Alaca Höyük’te kazı çalışmalarına 1935 yılında Atatürk’ün emri ile başlandı. Atatürk’ün vefatının ardından yavaşlayan, 1982 yılında tamamen duran kazı çalışmaları, 1996 yılında Prof.Dr.Aykut Çınaroğlu başkanlığındaki arkeoloji grubunun girişimi ile tekrar canlandı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Ankara Üniversitesi’nin desteği ile yeniden başlayan kazı çalışmalarının sponsorluğunu ise Yüksel İnşaat üstleniyor. Yüksel İnşaat, 2007 yılında 100.yılını dolduran Alaca Höyük kazı çalışmalarına sponsorluğunu devam ettiriyor. 2006 yılı sonunda Yüksel İnşaat tarafından, Çorum Valiliği’nin de desteğiyle, Çorum’un Alaca Höyük beldesindeki tarihi kazı alanında, ulusal ve uluslararası basının katıldığı bir tanıtım etkinliği gerçekleştirilmiş ve kazı çalışmalarına dikkat çekilmişti. Kazı çalışmalarını yürüten arkeoloji grubu başkanı Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof.Dr. Aykut Çınaroğlu, Hitit Barajı’nın Anadolu’nun bilinen en eski barajı olduğunun altını çizerek, Yüksel İnşaat’ın katkılarıyla tamamının gün ışığına çıkması sağlanan barajın, orijinaline yakın bir hal aldığını ve kazı çalışmalarının tamamlanmasının ardından içme ve sulama amaçlı olarak yeniden  kullanılabileceğini belirtti.

TürkiyeTurizm.com, 11.07.2007

BİRGİ'DE RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

Aydınoğlu Beyliğine başkentlik eden İzmir'in Ödemiş İlçesi'ne bağlı tarihi Birgi beldesinde restore edilmesi gereken yapıların, Tarihi Kentler Birliği'nin "200 eser 200 proje'' çalışması kapsamında bu yaz sezonunda ele alınacağı bildirildi. Birgi Belediye Başkanı Cumhur Şener, yaptığı açıklamada, yok olmaya yüz tutan kültür hazinelerinin kurtarılması için çaba gösterdiklerini belirterek, bu amaçla temasa geçtikleri İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğünün projelerle ilgili çalışmalara başladığını söyledi. Mimar Sinan Üniversitesi işbirliğiyle konuyu Tarihi Kentler Birliği'ne taşıdıklarını, birliğin danışma kurulu üyesi Prof. Dr. Metin Sözen ile bu çerçevede görüşmelerde bulunduklarını ifade eden Şener, ''Birgi'de ele alınması gereken tarihi yapıların Tarihi Kentler Birliğinin çalışması kapsamında önümüzdeki günlerde restorasyon çalışmalarına başlanacak'' dedi. Bu doğrultuda hazırlanan projelerin İzmir 2 Nolu Kültür Ve Tabiat Varlıkları Kurulu'na sunulduğunu belirten Şener, şöyle devam etti: ''Kuruldan olumlu yanıt aldık. Onaylı projeleri Vakıflar İzmir Bölge Müdürüne teslim ettik. Tarihi eserlerin bir kısmı ihaleye çıkarıldı. Bütün bu çabalar sonucunda Birgi'deki tarihi, kültürel eserlerimizin canlanması sağlanacak.'' Şener, bugüne kadar 140 evin rölövesinin, 76 tarihi ev, 3 cami, 2 konak, 2 medrese ve 3 çeşmenin de restorasyon çalışmalarının tamamlandığını kaydederek, ''Birgi'de ÇEKÜL Vakfının yanında Mimar Sinan Üniversitesi, Tarihi Kentler Birliği ve İzmir Valiliğinin desteği ile önemli çalışmalar gerçekleştirildi'' diye konuştu. Bu arada, tarihi beldedeki tescilli evlerini restore ettirmek isteyenlere, 250 bin YTL'ye kadar hibe kredi verileceği bildirildi.

Selçuk Bölge Haberleri, 11.07.2007

TARİH BELGELERİ ARŞİVLENECEK





Antalya Valisi Alaaddin Yüksel, tarihe tanıklık etme özelliği bulunan belgelerin arşivlenerek saklanması için çalışma başlattı.


Antalya Valisi Alaaddin Yüksel tarafından kamu kurum ve kuruluşlarına konuyla ilgili genelge gönderildi. Geçmiş yıllardaki önemli belgelerin arşivleme, çeviri ve tasnif işlemlerinin yapılmamasının büyük bir kayıp olduğunun vurgulandığı açıklamada, bu durumun değişmesi gerektiğine dikkat çekildi. Genelgede, "Antalya'daki kamu kurum ve kuruluşlarındaki arşivlerin tarihi önem taşıyan bölümünün seçilerek iyi koşullarda muhafaza edilmesi, tasnifi ve araştırmacıların kullanımına sunulması hususu Antalya'nın tarihsel ve kültürel zenginliklerine yapılabilecek en önemli katkıdır" denildi.


Valilik tarafından gönderilen genelgede, Antalya'nın geçmişine ilişkin yerel belgelerin önemli bir bölümünün geçen yıllarda yangın, su baskınları veya değerleri bilinmeyerek kağıt fabrikalarına gönderilmek suretiyle yok edildiğinin yapılan araştırmalarda ortaya çıktığı belirtildi.


Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet dönemine ait Antalya belgelerinin tam olarak tespit edilememesi ve eski yazıyla yazılmış olanların da yeni yazıya dönüştürülmemiş olduğunun görülmesi üzerine Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin harekete geçerek konuyla ilgili Kent Belleği Merkezi'nin kuruluşunun gerçekleştiği ifade edildi. Bu merkezde Antalya hakkında kitap, broşür, makale, rapor ve tezlerin toplanmakta olduğu ve bunların biyografisini hazırlama çalışmalarına başlandığı belirtildi.


Genelgede ilgili kurumların konuya hassasiyetle ve tarih bilinciyle yaklaşmalarını isteyen Vali Yüksel, üst kurumlara gönderilmesi gereken ve hizmet içi tutulması gereken belgelerle gizli ibareli belgelerin dışında kalan belgelerin Kent Belleği Merkezi'ne gönderilmesini istedi.


Genelgede ayrıca, Antalya'nın kültürel geçmişine ışık tutacak kişilerin adres ve diğer bilgileri ile tarihi değeri bulunabilecek arşiv belgelerinin de bu merkeze gönderilmesinin önemine değinildi.

Antalya Kent Haber, 11.07.2007

BEYOĞLU BELEDİYESİ TARİHİ YAPILARIN BASİT ONARIMLARINI HIZLANDIRDI

 

Tarihi binaların küçük onarımlarının daha hızlı yapılması için Beyoğlu Belediyesi tarafından kurulan Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB), Beyoğlu’nun çehresini değiştirecek. Türkiye genelinde KUDEB’i kuran ilk ilçe belediyesi olan Beyoğlu Belediyesi, KUDEB ile bürokratik işlemleri azaltarak, tarihi binaların basit onarımlarını hızlandıracak.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, çıkardığı 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın 10-11 ve 57. maddelerine dayanarak belediyelere ve valiliklere bünyelerinde Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB) kurma yetkisi verdi. Bu kapsamda Beyoğlu Belediyesi bünyesinde kurduğu KUDEB ile Beyoğlu’nun fiziksel, kültürel ve sosyal dönüşümünü için çalışmalarına başladı. Türkiye genelinde KUDEB’i kuran ilk ilçe belediyesi olan Beyoğlu Belediyesi, KUDEB ile bürokratik işlemleri azaltarak, tarihi binaların basit onarımlarının hızlı yapılmasına olanak tanıyor.

 

Konuyla ilgili Büyük Londra Oteli’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen ile bir basın toplantısı düzenleyen Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Beyoğlu’nda Talimhane, Balık Pazarı, İstiklal Caddesi, Galata bölgesi ve Meşrutiyet caddesindeki binalarda yenileme çalışmaları yapıldığı hatırlattı. Beyoğlu’nun güzelleştirmeleri çalışmaları kapsamında 3 bin bina sahibinin binalarının dış görüntüsünü onardığını belirten Demircan, belediyelere verilen yetkilerin bu yenileme çalışmalarını hızlandırdığını söyledi. Sit alanı içinde bulunan binaların sahiplerinin boya, tente gibi basit onarımlarda Anıtlar Kurulu'ndan izin almak zorunda kaldığını anımsatan Demircan, “Artık biz vatandaşa giderek proje desteği veriyoruz. Beyoğlu’nda 3 yıldır ciddi rehabilitasyon var ve bu dönüşünüm sağlanmasında bu binaların ıslahı var” dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen ise, İstanbul, İzmir, Muğla gibi illerde Anıtlar Kurulu’nda 6 yıl bekleyen dosyalar bulunduğuna dikkat çekerek, “Bir tarihi esere zamanında müdahale etmezseniz aldığınız karar dünyanın en iyi kararı olsa da önemini kaybeder” dedi. 2863 sayılı yasa ile belediyelere ve valiliklere, tarihi binaların basit onarımları konusunda 2005 yılında yetki verdiklerini dikkat çeken İsen, 20 olan Anıtlar Kurulu sayısını 28’e çektiklerini ve tarihi binaların büyük onarımları için Anıtlar Kurulu’nda bekleme süresini 15 günde sonuçlandırmak istediklerini ifade etti. Türkiye’de 5’i valilik, 11’i de belediyeler tarafından kurulan KUDEB’ler bulunduğunu işaret eden İsen, belediyelerin KUDEB’i kurmak için çok istekli davranmadığını savundu. KUDEB’in Anıtlar Kurulu’nun yükünü hafifleteceğini belirten İsen, şöyle devam etti: “Binalarını yenilemek isteyen bina sahipleri işin parasından değil, bürokrasisinden kaçıyorlardı. Biz bunu KUDEB ile engelledik. Tarihi binaların değeri artık daha iyi biliniyor. Bu çalışmalar İstanbul markasına katkı sağlayacak. Bütün çalışmalar bittikten sonra 2010 ve sonrasında İstanbul, kendi nüfusu kadar turist kabul edecek.”

Turizm Gazetesi, 11.07.2007

TRALLEIS'TE ÖDENEK SEVİNCİ

 

 

Aydın şehir merkezinde bulunan ve yıllardır değişik sorunlar nedeniyle kazısı istenilen düzeyde yürümeyen Tralleis Antik Kenti kazı tarihinin en yüksek ödeneğine kavuştu. Geçen yıllarda ödenek yetersizliği nedeniyle kazı çalışmalarının çok yavaş ilerlediğini belirten kazı Başkanı Aydın Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Yaylalı yardımlarından dolayı Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ve Aydın Belediyesi'ne teşekkür etti. Şu anda tek sıkıntılarının çıkan malzemeleri saklayacak depolarının olmaması olduğunu belirten Yaylalı'ya bir destek de Aydın Ticaret Odası'ndan geldi. Aydın'ın en önemli tarihi mirasları arasında yer alan Tralleis Antik Kenti'ni gün yüzüne çıkarmak için bu yıl çalışmaların geniş bir kadro ile başladığını kaydeden Prof. Dr. Yaylalı "Bu yıl kazı çalışmaları için 240 bin YTL'lik ödeneğimiz var. Bu yıl yapacağımız çalışmalarla kazı ve restorasyonda ciddi bir mesafe kat edeceğimize inanıyorum. Önceki yıllarda ödenek sıkıntısından dolayı bir şey yapamıyorduk. Ancak bu yıl böyle bir sorunumuz yok" dedi. Müze kazısından Bakanlar Kurulu kazısı statüsü kazanan Tralleis Antik Kenti kazıları için bu yıl 110 bin YTL ödenek, 100 bin YTL ek ödenek olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 210 bin YTL, Aydın Belediyesi'nden de 30 bin YTL değerinde malzeme desteği ile toplam 240 bin YTL ödeneklerinin bulunduğunu hatırlatan Yaylalı "Geçen yıllarda kazı döneminde ancak 25-30 kişi ile çalışabiliyorduk. Ancak bu yıl kazı çalışmalarımızı yaklaşık 80 kişilik bir ekiple yürütüyoruz. Kazının ilk haftasında belli bir yeri açtık. Bize verilen bu imkanların semerelerini almaya başladık. Geçen seneki kazı çalışmalarında Türkiye'nin antik çağlardan kalma bilinen en büyük tuvaleti olan 50 kişilik bir tuvalet bulmuştuk. Bu dönem bu tuvaletin görülebilmesi için restore çalışmalarına başlayacağız. Gelecek yıldan itibaren de yerleşim alanının sembolü olan 'Üç Gözleri' sağlamlaştırma çalışmalarına başlayacağız. Sağlamlaştırma çalışmaları ile ilgili proje hazırlıklarına başladık. Kazılarımıza desteğini esirgemeyen başta Sayın Bakanımız olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlara teşekkür ediyorum" dedi. Bu arada bakanlık ödeneği en çok Tralleis Antik Kenti yakınlarında bulunan köylüleri sevindirdi. Uzun süredir işsiz olan köylüler Tralleis kazıları sayesinde iş bulmanın sevincini yaşıyor.

Aydın Hedef, 11.07.2007

GÜLAĞAÇTA ROMA DÖNEMİNE AİT BİR MEZAR BULUNDU

 

Aksaray'ın Gülağaç İlçesi'ne bağlı Gülpınar beldesinde bir vatandaş, tarlasını temizlerken Roma Dönemi'ne ait mezar, içinde de işlemeli toprak testi ve cam şişe buldu.

 

Gülpınar beldesi Taşarası mevkisinde tarlasını temizleyen Nazif İnce, bir mezarla karşılaştı. Mezarı açtığında işlemeli toprak testi ve cam şişe gören İnce, durumu Müze Müdürlüğü'ne bildirdi. Roma Dönemi'ne ait olduğu belirlenen tarihi eserleri, Müze Müdürü Yücel Kiper teslim aldı. Yücel Kiper, eserlerin Roma Dönemi'ne ait parfüm şişesi (göz yaşı damlası) ve kırmızı astarlı pişmiş toprak testi olduğunu, tarihi eserleri kendilerine teslim eden İnce'ye bunların karşılığında belli bir ücret ödeneceğini söyledi. Bu tür eserleri bulan vatandaşların kendileriyle irtibat kurmaları halinde eserin değeri olan bedelin devlet tarafından ödendiğini ifade eden Kiper, şunları kaydetti: ''Bu eserlerin yurt dışına çıkarılmasına engel olmak gerekiyor. Gülağaç, çok eski bir yerleşim yeri ve her tarafı tarihi eserlerle dolu. Bu durumun bilincinde olan Gülağaç Jandarma Komutanlığı, devamlı gece taraması yapıyor. Son 2 hafta içinde kaçak kazı yapan 2 ekip yakalandı. Jandarmanın bu özverili çalışmalarından çok derece memnunuz.''

Merhaba Gazetesi, 11.07.2007

1644 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Manisa'da, çıkar amaçlı bir suç örgütüne yönelik operasyonda 18 kişi yakalandı. Mahkemeye çıkarılan örgüt üyelerinden 9'u tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Manisa İl Jandarma Komutanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, Manisa merkezi ile Akhisar, Saruhanlı, Turgutlu ilçeleri ve köylerinde izinsiz kazı, kültür ve tabiat varlığı kaçakçılığı yapmak amacıyla B.G. liderliğinde bir suç örgütüne yönelik operasyon düzenlendi. Emniyet ekiplerinin de katıldığı operasyonda, aralarında örgüt lideri B.G.'nin de bulunduğu 18 kişi yakalandı. Şahıslara ait ev iş yeri ve araçlarda yapılan aramalarda, çeşitli dönemlere ait bin 644 adet tarihi eser, 4 tabanca, 3 adet av tüfeği ele geçirildi. Olayla ilgili yakalanan 18 kişiden 9'u adli makamlarca tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Manisa Kent Haber, 11.07.2007

KÜTAHYA'DA ARKEOLOJİK KAZI

 

Kütahya Valisi Şükrü Kocetepe, merkeze bağlı Seyitömer beldesinde, Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Arkeoloji Bölümü tarafından yürütülen kazıları inceledi.

Dumlupınar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nejat Bilgen, Vali Kocetepe'ye bilgi verdi. Bilgen, yapılan arkeolojik kazılar sonucunda höyüğün 5 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğunu tespit ettiklerini ifade ederek, "Frig Devleti'nin çekirdek bölgesinde bulunan Seyitömer Höyüğü surlarla çevrelenmiş olup, dönemini en iyi şekilde karakterize ediyor. Bu dönem sonunda inşa edildiği düşünülen 21 metre uzunlukta merdivenli giriş, Hellenistik dönem yerleşiminde kuleli sur ve teras duvarlar, dikdörtgen planlı yapılar, çok sayıda depolama küpleri yine bu kazı neticesinde ortaya çkarıldı. Roma döneminde ise höyüğün merkezinde Zeus Tapınağı'nın varlığına işaret eden izlere rastlandı" dedi.

Bütün kültür katmanlarında rastlanan sur duvarları, maden atölyelerinin varlığı ve bazı küçük buluntuların benzersiz olması sayesinde Seyitömer Höyüğü'nün Anadolu arkeolojisi içinde çok önemli bir yere sahip olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nejat Bilgen, bu dönemde seramik üretim atölyelerinin varlığını gösteren seramik kalıpların, benzerleri mevcut olmayan önemli eserler arasında olduğunu, mevcut bulgulara göre Kütahya'daki en eski seramik atölyesinin varlığını ispatladığını vurguladı.

Nejat Bilgen başkanlığında çalışmaları yürüten 60 kişilik ekip, 2010 yılına kadar sürdürülecek olan çalışmalarda ortaya çıkacak bulgularda Frig'den Selçuklu dönemine kadar uzanan bir yolda tarihe ışık tutucak. Bilgen, çalışmaların her yıl Mayıs ayında başlatılıp Kasım ayına kadar, öğretim elemanları, öğrenciler ve 60 işçi ile birlikte sürdürüleğini kaydetti.

Kütahya Kent Haber, 11.07.2007

HALİÇ'İN KIYISINDA BİR HAZİNE YATIYOR





Dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden olan Haliç'in kıyısında bir hazine, ziyaret edilmeyi bekliyor. Ganimetler arasında Zonaro'dan Hoca Ali Rıza'ya, İbrahim Çallı'dan Abidin Dino'ya, Cemal Tollu'dan Sabri Berkel'e pek çok önemli ismin eseri var.

 

Haliç kıyısı bir hazineyi ağırlasa da, nicedir o eski palamut bereketinden eser kalmadığından olsa gerek, ziyaret edilmiyor pek. Bunu Kadir Has Üniversitesi-Rezan Has Müzesi'ne gitmek isteyenlerin üst üste kurdukları, 'Oraya nasıl geliriz? Hiç bilmiyoruz.' cümlelerinden anlıyoruz. Kış başına kadar iki önemli sergiyi ağırlayacak müzeyi arayan sanatseverler, eserleri görmeyi çok istediklerini; ama uzaklığın kendilerini korkuttuğunu söylüyor. Oysa müze İstanbul'un orta yerinde, Unkapanı sahilinde. Görülmek istenenler ise Anadolu'nun 8 bin 500 yıllık arkeolojik mirasını anlatan "Anadolu'da Pişen Toprak" ve Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türk resminin önemli isimlerini bir araya getiren "Türk Resim Sanatı'nın Bir Asırlık Öyküsü". Gönül Paksoy'un bin yılların ötesinden toplayarak biriktirdiği objeler, müzenin alt katında Anadolu serüvenini sessizce anlatırken; üst katındaki beyaz duvarlarda Türk resminin öyküsü gelin çeyizi gibi seriliyor. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan Türk resim geleneği içinde Zonaro'nun Ertuğrul Alayı ve Rufai Dervişleri, İbrahim Çallı'nın Saraylı Hanım ve Hizmetkarı, Hoca Ali Rıza'nın Boğaz'da Mehtap'ı ile Süleyman Seyit'in Meyveli Natürmort'unu bir arada görmek mümkün. Müzenin az ilerisindeyse Mehmet Güleryüz'den Neşe Erdok'a, Turan Erol'dan Abidin Dino'ya, Cemal Tollu'dan Nuri İyem'e çağdaş Türk resminin önemli fırçaları var. Bu yakın; ama uzak müze üzerine daha fazla bilgi devşirmek için müdürü Ahu Has'a başvurduk.

 

Rezan Has Müzesi iki geçici sergiyle açıldı. Müzenin sürekli bir koleksiyonu olacak mı? Ya da olması gerekir mi?

Mutlaka. Kalıcı bir sergi elbette olacak. Bunun üzerine düşünüyor, tartışıyor, araştırma toplantıları yapıyoruz. Ama acelemiz yok, biz olmayan bir şeyin peşindeyiz. Diğer müzelerimizin çok güzel koleksiyonları var zaten. Öte yandan pek çok medeniyetin izlerini taşıyan tarihi bir mekandayız. Müzeye girince sizi 16. yy'dan Osmanlı hamam kalıntıları ve 11. yy'dan Bizans su sarnıcı karşılıyor. Bu yönüyle Rezan Has Müzesi aslında kendi başına bir müze-mekan.

 

"Türk Resim Sanatı'nın Bir Asırlık Öyküsü" ve "Anadolu'da Pişen Toprak" çok farklı yerlerde duran sergiler. İkisini aynı zaman aralığına sıkıştırma sebebiniz nedir?

"Anadolu'da Pişen Toprak" ve "Türk Resim Sanatı'nın Bir Asırlık Öyküsü" adlı sergiler iki bağımsız salonda sergileniyor. Her iki sergi de ayrı iki özel koleksiyon. Koleksiyonerlerin bu eserleri gün yüzüne çıkarma kararları çok önemli birer paylaşım. Dünyanın birçok müzesinde birçok farklı koleksiyon aynı zaman aralığında gezilebiliyor ve bu bir tür kültürel ziyafet aslında.

 

Bu iki koleksiyonun ardından hangi sergileri ağırlayacak müze?

Kadir Has Üniversitesi 22 Kasım'dan itibaren, 1700 yabancı akademisyenin de katılacağı uluslararası bir etkinliğe ev sahipliği yapacak. Müze de bu etkinliği destekleyecek ve 3 ay sürecek bir boncuk koleksiyonunu ağırlayacak. Boncukların hemen ardından ise Haliç sergileri başlayacak. Haliç kıyısındaki gelmiş geçmiş medeniyetleri temsil eden sergilerle Haliç kültürlerini tanıtmak ve hatırlatmak istiyoruz. Bu minvalde Haliç'in jeolojik oluşumunu, yer hareketlerini, burada yaşamış kültürleri, dilleri ve gelenekleri araştırıyoruz. Derdimiz önce kendimize, sonra dünyaya kültürümüzü tanıtmak. Viyana Ulusal Kütüphanesi'nde 16. yüzyıldan kalma bir Haliç resmi bulduk mesela, onu da sergilerimize dahil etmek istiyoruz.

 

Müzenin konumu izleyici açısından bir dezavantaj oluşturuyor mu?

Konumun en önemli dezavantajı insanların önyargısı. Aldığımız telefonların birkaçında 'Oraya nasıl gelirim?, Tarif edebilir misiniz?' gibi sorularla karşılaştık. Burayı uzak bir yer zannedenler, daha önce hiç gelmemiş olanlar var; ama aslında ulaşım çok kolay.

 

En kolay tarifi yapabilir misiniz?

Anadolu yakasından gelen biri için bile çok zorluk yok. Eminönü'nden yürüyerek gelinebilir. Taksim'e de çok yakın. Otobüs ve taksiyle 10-15 dakikada ulaşılıyor.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 11.07.2007

HASANKEYF'İN YEDEĞİ YOK

 

Yüzde 80'i Ilısu Barajı altında kalacak olan Hasankeyf, Diyarbakır'da, 'Mühendislik Günleri'nde tartışıldı. Toplantının sonuç bildirgesinde "Enerji üretiminin daima bir alternatifi vardır. Ancak, bir daha geri getirilemeyecek binlerce yıllık tarihi ve kültürel değeri olan Hasankeyf'in alternatifi yok" denildi.

 

Toplantıyı TMMOB, Elektrik Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesi, Dicle Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası düzenledi.

Radikal, 11.07.2007

AKTÜEL ARKEOLOJİ DERGİSİ YAYIN HAYATINA BAŞLADI

 

Arkeoloji bilimini sadece akademik çevrelerle sınırlı tutan yaklaşımın tersine, arkeolojiyi topluma yakınlaştırmak, tarih yazımının önemli bir parçası olan arkeolojiyi, tarih bilimi içerisinde değerlendirerek toplumsal bağlamda ele almayı amaçlayan Aktüel Arkeoloji dergisi Haziran ayında yayına başladı. Anadolu Arkeolojisi üzerine 2 ayda bir yayınlanacak olan dergi tamamen özgün arkeolojik haberler vermeyi hedefliyor. Dergi aynı zamanda internet ortamından da izlenebiliyor.

TAYHaber, 11.07.2007






AMAZON KRALİÇESİ'NE ÖRTÜ

 

Şanlıurfa'da, Haleplibahçe Temalı Park'ın temeli, 14 Mayıs 2005'te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından atıldı. Çalışmalar sırasında, 100 metrekarelik alanda, 4. yüzyıldan kaldığı tahmin edilen Amazon Kraliçesi, Edessa güzeli, Amazon kadınları ile saç bağı, ördek, keklik ve aslan figürlerinin yer aldığı mozaikler bulundu. Bunun üzerine bölgede 32 kişilik bir ekip tarafından arkeolojik kazı başlatıldı.


Nakil sırasında zarar görme ihtimali yüksek olduğu için eserlerin taşınmasının söz konusu olmadığını belirten Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, "Mozaiklerin taşlarının ebatları 1-4 milimetrekare arasında değişiyor. Mozaikler ve çıkabilecek olan diğer kültürel varlıklarımızın değerlendirilmesi amacıyla bir bilimsel danışma kurulu oluşturduk" dedi.
Park projesinde değişikliğe gidilebileceğini söyleyen Düzgün, "Mozaiklerin sergilenmesi burada açık arkeopark ya da kapalı müze ile mümkün. Ancak bu süreçte mozaiklerimizi yağmur, güneş gibi doğal tahribatlara karşı korumak için proje hazırlanacak. Mozaiklerimizin üzeri jeoteks adı verilen özel bir malzeme ile kazı çalışmalarının hızına göre önümüzdeki aylarda veya yıllarda yeniden sergilenmek üzere kapanacak" diye konuştu.

Şanlıurfa'da ortaya çıkarılan ve 'Tek göğüslü efsanevi savaşçılar' olarak da bilinen 'Amazon Kraliçeleri'nden Penthesileia'nın av partisinin resmedildiği mozaik üzerinde keklik, göğsü açıkta av yapan kız, kraliçenin aslanın kalbine mızrağı sapladığı an ve aslanın ağzından akan kanlar ile ceylan ve at resmediliyor.


Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, ortaya çıkarılan mozaiklerin, Fırat Nehri'nden toplanan taşlarla bir araya getirildiğini ve bu özelliği ile Şanlıurfa'da ortaya çıkan mozaiklerin Zeugma'da çıkarılan eserlerden daha önemli olduğu belirterek, "Savaşçı Amazon kraliçelerinin mozaiğe resmedilmiş dünyadaki ilk örneği burada bulundu. Uzmanlar, Haleplibahçe mozaiklerini mozaik tekniği, sanatı ve 4 ile 1 milimetrekare boyutunda Fırat Nehri'nin orijinal taşlarından yapılması ve benzeri özelliklerinden dolayı, dünyanın en değerli mozaiklerinden biri olarak tanımlamaktadırlar" dedi.

 

Mozaiklerde, Amazon kraliçelerinden Penthesieia'nın av partisi var. Keklik, göğsü açıkta av yapan kız, kraliçenin aslanın kalbine mızrağı sapladığı an ve aslanın ağzından akan kanlar ile ceylan ve at resmediliyor.

Milliyet, 11.07.2007

SAZDAN YAPILAN TEKNEYLE ATLANTİK'İ GEÇECEKLER

 

Alman kaşifler, Kuzey Amerika ve Avrupa arasındaki ticaretin Taş Devri'nde bile var olduğunu ispatlamak için, tarih öncesi çağlarda kullanılanlara benzer, sazdan yapılmış bir tekneyle New York'tan yola çıkarak Atlantik'i geçmeye çalışacak.


"Abora 3" isimli ilkel tekneyle bugün yola çıkacak 12 kişilik ekip yolculuklarıyla, "tarih öncesi insanların uygun rüzgar ve akıntıyla Avrupa'dan Amerika'ya gidebilseler bile geri dönemeyecekleri" iddiasını çürütmeyi amaçlıyor.


Alman ekip, Bolivyalı bir Kızılderili kabilesine imal ettirilen tekneyle, 6 ila 9 haftalık bir yolculukla Güney İspanya'ya ulaşmayı hedefliyor. 12 metre uzunluğunda ve 4 metre enindeki "Abora 3"ün bir yardım motoru bile yok. Sadece 11 metre uzunluğunda bir yelken direği ile 60 metrekarelik bir yelkene sahip.
Norveçli kaşif Thor Heyerdahl, yine sazdan yapılmış "Ra 2" adlı tekneyle 1970 yılında Atlantik'i geçmiş ve doğudan batıya kıtalararası seyahatin mümkün olduğunu göstermişti.

Milliyet, 11.07.2007



AZ KALSIN SARAYA GİRİYORDU

 

İtalya’dan aldığı konteynerleri Romanya’ya götüren Cebelitarık bandıralı kuru yük gemisi Beluga Sensation’ın makine dairesinde, dün 06.30 sıralarında İstanbul Boğazı’ndan geçerken Dolmabahçe önlerinde arıza meydana geldi.

Kaptanı demir atarak durmaya çalışırken, 6 bin 613 tonluk yüküyle sürüklenen 135 metre boyunda ve 21.5 metre enindeki 7 bin 606 grostonluk gemi, Dolmabahçe Sarayı’na yaklaşık 40 metre kala durdu. 3 römorkör hız tahlisiye botu aracılığıyla kurtarılan gemi, Ahırkapı açıklarına çekildi. Gemide kılavuz kaptan bulunmadığı belirtildi.

Hürriyet, Haber: Süleyman Kaya, 11.07.2007

'HAYALET MÜZE'YE NİHAYET TADİLAT

 

 

Elektrik donanımındaki arıza nedeniyle altı yıl önce teşhire kapatılan Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Altındağ Belediyesi’nin işbirliği ile tadilat çalışmalarına başlandı. Müze, en geç Kasım ayından itibaren ziyaretçilerini ağırlayabilecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın hazırladığı restorasyon projesinin mali yükünü Altındağ Belediyesi üstlendi. Belediyenin proje için açtığı ihaleyi kazanan Delta İnşaat, bir ay önce müzede tadilatlara başladı.

Yürütülen çalışmalar kapsamında, elektrik tesisatı, havalandırma, kapalı devre kamera sistemi, güvenlik, dış cephe düzenlemesi, yangın sistemi, kalorifer tesisatının yenilenmesi gibi bir çok işlemle müze, baştan aşağı elden geçirilecek. Müzeye yedek su deposu da konulacak ve jeneratör takılacak. Tarihi binanın tadilatının kontrolü ise Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Ankara Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Altındağ Belediyesi kontrolörleri tarafından yapılacak.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdür Vekili Mustafa Atalar, müzenin her yerinin tadilata ihtiyacı olduğunu belirterek, "Bazı yerlerde dış taşlar düşme, balkon yıkılma durumuna gelmişti, içerde yine elektrik, kalorifer tesisatı olsun, büyük tadilat gerektiriyordu" dedi. Ancak tarihi bina olduğu için tadilatların yüklü maliyet getirdiğini, genel müdürlük bütçesi ve DÖSİM kaynaklarının bunun için yeterli olmadığını ifade eden Atalar, bu nedenle zamanında başlanan tadilatların bitirilemediğini dile getirdi.

Mustafa Atalar, emlak vergilerinden yapılan kesintilerin belediyeler ve özel idarelerce kullanıldığını hatırlatarak, binanın tadilatı için Altındağ Belediyesi’nin devreye girdiğini anlattı. Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki de tadilatları Ekim veya Kasım ayında bitirmeyi öngördüklerini söyledi. Ancak tarihi bina olduğu için müzede yeni bir takım onarımların ortaya çıkabileceğini belirten Tiryaki, restorasyon projesinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlandığını, Ankara Valiliği’nin de projeye ciddi destek verdiğini söyledi.

Tiryaki, Türkiye’nin en zengin resim ve heykel müzesinde tabloların sıcak ve nemden etkilendiğini, elektrik ve güvenlik sistemlerinde sorun olduğunu anımsatarak, bu eksikliklerin giderileceğini, ayrıca binanın bir çok bakımdan elden geçirileceğini kaydetti.

Hürriyet Ankara, 11.07.2007

KAPILARIN SERGİSİ

 

Rusya’nın başkenti Moskova’da, antikacılardan toplanan Rus köy evlerinin kapıları sergilendi.

 

Moskova’daki “Winzavod” adlı galeride düzenlenen sergide, 19’uncu yüzyılın sonunda ve 20’nci yüzyılın başlarında yapılan birbirinden ilginç 20 antika kapı ziyaretçilerin beğenisine sunuldu.

 

Sergide, bir zamanlar Rus köy evlerinin girişinde kullanılan kapıların üzerindeki değişik figürler ve resimler dikkat çekti. Organizatörler, “Giriş-Çıkış” adını verdikleri sergi sayesinde ilk defa köy sanatını tanıttıklarını belirterek, “Bu sergi serimizi devam ettireceğiz” dedi.

Türkiye Gazetesi, 11.07.2007

RUSYA'DA DEV SANAT HIRSIZLIĞI

Rusya'da hırsızlar, emekli hakim Kamo Manukyan'ın boş evinde koruduğu milyonlarca dolar değerindeki tabloları çaldı.

 

Manukyan'ın evinden çalınan 13 resim arasında neo-empresyonizmin kurucusu Fransız Georges-Pierre Seurat, Rus ressam İvan Ayvazovski ve Rus Alexej Jawlinski'nin eserleri bulunuyor. Moskova Güzel Sanatlar Koleksiyonerleri Kulübü sekreteri Sofya Chernyak, "Bu bir kabus, bir servet çalındı. Bütün bu resimler milyonlarca dolar değerinde. Sadece Seurat'nın bir tablosu 500 bin dolardan (yaklaşık 650 bin YTL) fazla eder" dedi.

 

Moskova polisi, Manukyan'ın evinde alarm bulundurmamasının şaşırtıcı bir durum olduğunu söyledi.

Radikal, 11.07.2007

YANGIN, TARİH DİNLEMEDİ





İzmir'in Menderes İlçesi'ne bağlı Ahmetbeyli beldesindeki yangın, 12 kilometrelik sahil şeridi boyunca ciddi şekilde hasar meydana getirdi. Yangında mavi tur koylarının yanı sıra binlerce yıllık kültür mirası da yok oldu.


Klaros Kehanet Merkezi ile yanında bulunan MÖ 2. yüzyıldan kalma Notion Antik Kenti'ni de içine alan yangının, 3500 kişilik antik tiyatro ile kaya mezarlarının bulunduğu kısımda büyük zarar meydana getirdiği belirtildi. Ege Üniversitesi Arkeoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Klaros Kazı Başkanı Prof. Dr. Nuran Şahin, yangında Klaros'un zarar gördüğünü, ancak asıl hasarın Notion Antik Kenti'nde meydana geldiğini söyledi.


Klaros'un dünyanın üç büyük kehanet merkezinden biri olduğunu, yanındaki antik kentin adının da Notion olduğunu belirten Şahin, 2001 yılından bu yana Klaros kazısı başkanlığı yaptığını söyledi.

Yangını haber aldığında ilk tepkisinin ağlamak olduğunu belirten Şahin, hemen yardımcısı ve oğluyla birlikte bölgeye hareket ettiğini, makilik alanı sulayarak Klaros'u korumaya çalıştıklarını söyledi.


Alevlerin hızla Notion'un bulunduğu bölgeye ilerlediğini, sahile indiğinde buradaki antik tiyatronun yandığını gördüğünü bildiren Şahin, "Burada güneş batımı seyircilerin oturduğu yere vurur, çok güzel bir manzarası vardı" dedi.


Şahin, şöyle devam etti: "Bir hazine yok oldu. Bu saatten sonra tiyatroyu ne kadar kurtarabiliriz? Taş ve mermer eserler yangında patlayabiliyor, kireç taşına dönüşebiliyor."

Milliyet, 11.07.2007

 

 

Yangın sonrası Klaros



Selçuk Bölge Haberleri, Fotoğraf: Hasan Ali Göksoy, 08.07.2007

MAKEDONYA KÜLTÜR BAKANLIĞI'NDA BASIN TOPLANTISI

 

Makedonya Kültür Bakanlığı'nda düzenlenen basın toplantısında Bakanlığın bütçesiyle gerçekleştirilmeye başlanan ve planlanan projeler hakkında bilgi verildi.

 

Kültür Bakanlığı Devlet Sekreteri Elizabeta Kançevska – Milevska, Eski Tiyatronun inşaat çalışmalarının devam ettiğini, inşaatla ilgili sorunların çözülmesine gayret gösterildiğini ve projenin tam olarak gerçekleşmesi için uluslararsı ihalelerin açıldığını vurguladı.

 

Kültür Bakanlığı'nın programında Konser Salonu, Eski Şehir Sarayı, Rahibe Tereza'nın evi, Müze kompleksi projelerinin yer aldığını belirten Devlet Sekreteri Milevska, tüm bu projeler için de uluslararası ihalelerin açıldığını söyledi.

 

Toplantıda, Üsküp Kalesi kazılarının son aşamada olduğu, önümüzdeki yıl koruma çalışmalarının yapılacağı ve kazıların devam edeceği ifade edildi. Kültür Bakanlığı'nın projeleri arasında Kalkandelen’de Kalkandelen Tiyatrosu ve kütüphanenin açılması yer alıyor. Bu iki milli kuruluşun yanısıra Kalkandelen'de, Alaca Camii yanında bulunan hamamın galeriye dönüştürülmesi projesi de mevcut.

Makedonya Radyo ve Televizyon, 10.07.2007

HAYDARPAŞA DAYANIŞMASI: HAYDARPAŞA'YI YAĞMALAMA GİRİŞİMLERİ DERHAL DURDURULMALI





Toplum Kent ve Çevre için Haydarpaşa Dayanışması, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi'nde düzenlediği basın toplantısı ile AKP hükümetine, TCDD ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimlerine, hukuka ve bilime saygılı olma, ülke kaynaklarını ve kentsel varlıkları yağmalama çabalarından vazgeçme çağrısında bulundu. Haydarpaşa Dayanışması adına Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Eyüp Muhçu ve İstanbul 1 Nolu Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası Başkanı Hasan Bektaş'ın yaptığı basın açıklamasında Haydarpaşa'da dört yılı aşkın süredir yaşanan gelişmeler hatırlatılıyor ve İstanbul 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun aldığı 'Kentsel ve Tarihi Sit' kararının iptali için yapılan girişimler kınanıyor.

Açıklama şöyle:

"Dünya Kültür mirası İstanbul’un demiryolu ve deniz ulaşımı bağlantısını sağlayan; tarih, kültür ve endüstriyel mirasımız Haydarpaşa Garı, Limanı, Kıyı Alanı ile çevresini; her türlü yasayı, yönetmeliği, bilimsel ve etik kuralları hiçe sayarak, önce “Manhattan”, sonra da “Venedik” yapacağız diyerek yüksek yoğunluklu yapılaşmaya açıp, uluslararası haramilere peşkeş çekme gayreti içindeki AKP hükümeti; emrindeki TCDD bürokratları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetimi ile birlikte, bu emelinin gerçekleştirilmesi doğrultusundaki çabalarını yoğun bir şekilde sürdürmeye devam ediyor.

Bu çabaların son örneği; Haydarpaşa Garı ve Liman alanını koruma altına almış bulunan ve bu alan için yapılacak tüm inşai ve fiziki işlemleri Koruma İmar Planları kapsamında ve ilgili kurul kararlarına göre yapılmasını isteyen İstanbul 5 numaralı kültür ve tabiat varlıkları koruma bölge kurulu kararlarına gösterilen tahammülsüzlük ve kurul kararının iptali için dava açma yoluna gidilmesidir.

Oysa, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 63. maddesinde “Devlet tarih ve kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır” denerek; bu madde ile tarih, kültür ve doğal varlıklarımızın korunması ve bu konuda gereken tedbirlerin alınması Devlete bir görev olarak verilmiştir. Tarih, kültür ve tabiat varlıklarını sit alanı olarak tespit edip orijinal değerlerini bozmadan bilim ve sanat kaidelerine uygun bir planlama ile korunmalarını sağlamak bunları gelecek nesillere ulaştırmak devletin asli görevleri arasındadır. Devletin bu görevini yerine getirmek için oluşturmuş olduğu kurumların başında ise TC Kültür Bakanlığı'na bağlı “Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulları” gelmektedir.

 

Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulları bu çok önemli görevlerini bilimin rehberliğinde, meslek onur ve ilkelerine uygun olarak gerçekleştirmeye çalışırken; tarih ve kültür düşmanı rant projelerin uygulanabilmesi için yapılan siyasal baskılara, sürgünlere, atamalara da direnmek veya katlanmak zorunda bırakılmaktadır.

Devletin bir başka kurumunun sorumluluğunu yürüten ve demiryollarımıza ait değerleri koruma altına alan kararları ayakta alkışlaması gereken TCDD yönetimi ise, bunu yapmadığı gibi; kamusal asli görevini unutarak; kamuoyu bilgisi dışında yapılan gizli kapaklı iş dağıtımları ile “dünyanın en özel ve güzel siluetine” tam yedi adet gökdelen tasarlama cüretini dahi göstermiştir.

Bu gayreti, koruma kurulunun aldığı “Kentsel ve Tarihi Sit” kararı ile boşa çıkan TCDD yönetimi, toplumsal, kültürel ve ekonomik değerlerimiz açısından son derece stratejik bir noktada bulunan 1.000.000 m2’lik kamu alanını betonlaştırmak ve pazarlayabilmek için kıyı kanunu değişikliği, 5234 ve 5335 gibi mevcut imar hukukumuzu alt üst eden, evrensel ve ulusal hukuk değerlerine aykırı yasalara sığınmak dahil her yolu denemektedir.

Bir yandan, aylarca kurul kararının ilgili idarelere dağıtımı yapılmamış ve geri aldırılması için yoğun baskılar sürdürülmüş; bir yandan da her olasılığa karşı kurul kararları doğrultusunda İBB Şehir Belediyesi ile koruma imar planı yapımının İMP tarafından yürütülmesi konusunda protokoller imzalanırken “1 milyon m2 arazi bizimdir” koruma imar planı yapım sürecine istediğimiz gibi müdahil olamazsak bu konuda kendimiz hizmet alırız tehdidinde bulunulması da ihmal edilmemiştir.

Bütün bu süreç içinde; hayallerindeki talan projelerinin kamuoyunu ve ilgili kurumları yanıltarak meşrulaştırılması konusunda milyarlarca lira ödeyerek danışmanlık aldıkları Alman Dress_Sommer firmasının önerileri doğrultusunda kamuoyunu yanıltıcı basın toplantıları yapılmış, uluslararası yarışma açma yolu ile meslek odalarını suç ortağı kılma yolu dahi denenmiştir.

Ancak, bütün bu girişimler sonuçsuz kalmış; İstanbul 5 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu, Haydarpaşa Garı ve çevresini “kentsel ve tarihi sit alanı” ilan eden 26 Nisan 2006 tarihli ve 85 sayılı kararının kaldırılması için; yapılan yoğun baskı ve itirazlara karşın iki kez ret kararı vererek aldığı “tarihsel” kararına sahip çıkmıştır.

Yaptıkları ve hedefleriyle demiryollarını geliştirmeyi değil, satmayı ve tasfiye etme misyonunu üstlenmiş gözüken TCDD yönetimi, son olarak 25 Haziran 2007 tarihinde İstanbul 1 No’lu İdare Mahkemesine başvurularak sit kararının iptal edilmesi için girişimde bulunmuştur.

Ayrıca; “Demiryollarının Yeniden Yapılandırılması” adı altında, Dünya Bankası finansmanlı CANAC raporunda yer alan “istasyonları, garları satın, satamıyorsanız da bir daha açılmaması için yıkın” emrini harfiyen uygulamaya çalışan AKP hükümeti ve TCDD yönetiminin, elde ne var ne yok satan ve ülke çapına yayılmış demiryolu ağını ve kamusal alanlarımızı gün be gün daraltan ve yok eden girişimleri sadece Haydarpaşa garı liman ve çevresi ile de sınırlı kalmamaktadır.

İBB yönetimi ile yapılan bir protokolle, Haydarpaşa ve çevresi ile birlikte Söğütlüçeşme, Erenköy, Bostancı, Maltepe, Yunus, Sirkeci, Yedikule, Zeytinburnu, Bakırköy ve Halkalı istasyon ve garları ile birçok kamu alanının daha rant alanına dönüştürülmesi hedeflenmektedir.

Ve böylece TCDD kullanımına emanet edilmiş olan 2 milyon metrekarelik kamu alanı; malum kentsel dönüşüm projeleri kapsamında değerlendirilmek üzere; İBB şirketi BİMTAŞ’a bağlı İstanbul Metropolitan Plan Bürosunun “mahir” ellerine teslim edilmiştir.

Bizler Toplum Kent ve Çevre İçin Haydarpaşa Dayanışması ve duyarlı yurttaşlar olarak, Koruma Kurulunun doğal tarihi ve kültürel değerlerimizin korunması konusundaki anayasal sorumluluğu gereğince aldığı, tarihsel nitelikteki, 26 Nisan 2006 tarihli ve 85 sayılı “Kentsel ve Tarihi Sit Alanı” kararını savunmak için; açılan bu davada kurulun yanında müdahil olarak yerimizi alacağımızı kamuoyuna ilan ediyoruz".

Yapı, 10.07.2007

ŞANLIURFA'DAKİ KORUMA ÇALIŞMALARI HIZLANIYOR





Şanlıurfa’da uzun yıllardır gerçekleştirilen tarihi ve kültürel mirası koruma çalışmaları ÇEKÜL Vakfı’nın girişimi, Şanlıurfa Valiliği ve Şanlıurfa Belediyesi’nin yoğun çabalarıyla hızla devam ediyor. Kentte, bu güne kadar çeşitli uygulamalarla koruma altına alınmış tarihi ve kültürel mirasın yanı sıra hala korunmayı bekleyen yapı ve dokular mevcut. Buralarda hayata geçirilmesi gereken koruma çalışmalarını bir an önce planlamak ve söz konusu alanları yerinde incelemek amacıyla 29 Haziran 2007 tarihinde Şanlıurfa’ya giden ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen ve ekibi, Şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba’yı ziyaret ederek kentin temel sorunlarını gözden geçirdiler.

Şanlıurfa’da uygulanması düşünülen çalışmaların ele alındığı görüşmeye Şanlıurfa Belediye Başkan Yardımcısı İbrahim Güllüoğlu, Şanlıurfa Belediyesi Özel Kalem Müdürü Yavuz Akgül, Mimar Cevher İlhan, Özcan Topsel ve Nüvit Bayar, İl Kültür Turizm Müdürü Selami Yıldız, Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürü Ferhat Karagözlü, ÇEKÜL Vakfı Şanlıurfa Temsilcisi Yrd. Doç. Dr. Cihat Kürkçüoğlu, Arkeolog Hasan Karabulut ve Görkem Kızılkayak da katıldı.

Görüşme sonunda, kentin “doğa-kültür haritası”nın ve kent envanterinin Şanlıurfa Belediyesi tarafından hazırlanması kararı alındı. Kentin iyi bir şekilde algılanması için Şanlıurfa Kalesi’nin yeniden düzenlenmesi, kentin içindeki tarihi mahallelerin canlandırılması gerektiği konusunda görüş birliğine varıldı. Kale ile ilgili çalışmalar tamamlandıktan sonra da, “Kaleli Kentler Birliği”ne üyelik için başvurulması önerildi. Kentin en eski tarihi yapılarından olan Millet Hanı’nın, “Şanlıurfa Kent Müzesi ve Arşivi”, “Geleneksel Sanatlar-Zanaatlar Eğitim Uygulama Merkezi” işleviyle Şanlıurfa’ya ve bölgeye hizmet vermesinin uygun olacağına karar verildi. Böylelikle belediye, “Kentin Soy Kütüğünü Yapıyoruz” sloganıyla bir kampanya başlatacak ve aile sandıklarında bulunan eski fotoğraf, mektup, kartpostal… gibi kent tarihine ışık tutacak belgeleri müzede sergilemek üzere toplayacak.

Şanlıurfa Belediyesi’nin, “çarşı bölgesinin iyileştirilmesi” ve “caddelerin sağlıklaştırılması” çalışmaları da büyük önem taşıyor. Bu nedenle taş bakımından zengin bir potansiyele sahip olan kentin sokaklarında, çarşılarında ve meydanlarında dayanıklılık, tür ve renk uyumu göz önünde bulundurularak, taşlar değişik şekillerde değerlendiriliyor. Örneğin kent yollarının tümünde dokusuna uygun olarak granit parke kullanılmış. Bunun dışında kentteki reklam panoları düzenlenmiş, meydan düzenlemesi tamamlanmış ve yeşillendirme çalışmaları yapılarak kente canlılık kazandırılmış.

Şanlıurfa’da gerçekleştirilen koruma uygulamaları, kentin sosyal ve kültürel yaşamını da olumlu yönde etkilemiş. Gümrük Hanı’nın onarımı, bu bölgede zaten yoğun olan yaşamı daha da yoğunlaştırmış ve anlamlı kılmış. Burası, kentin geleneksel özelliklerinin yaşandığı bir mekan haline gelmiş. Başta kamu yapıları olmak üzere, mezarlıkların güvenlik altına alınması ve bahçe duvarlarının tamamlanması da, kent dokusunun bir bütün olarak değerlendirildiğinin başarılı bir göstergesi. Haleplibahçe’de yaklaşık yüz metrekarelik Amazon mozaiklerinin bulunması, kent için büyük bir şans. Kazı çalışmalarının titizlikle devam ettiği Haleplibahçe’de her geçen gün yeni parçalara ulaşılıyor. Bu çalışmalar da Şanlıurfa’nın önemini ve koruma uygulamalarındaki konumunu daha da artırıyor.

Tarihi Kentler Birliği Encümen Üyesi Ahmet Eşref Fakıbaba, “Eylül ayında yapılacak Tarihi Kentler Birliği Şanlıurfa Buluşması’nda, kentte hayata geçirdiğimiz koruma uygulamalarını ve sağladığımız düzeyli değişimin Türkiye’nin her bölgesinden gelecek olan valilerin, belediye başkanlarının ve uzmanların görmesini istiyoruz.” dedi.

Yapı, 10.07.2007

TARİHİ TOSYA EVLERİ ONARILIYOR

 

 

ÇEKÜL Vakfı’nın girişimi ve Tosya Belediyesi’nin desteğiyle, Kastamonu’nun Tosya İlçesi'nde bulunan tarihi evler onarılıyor, tarihi evlerin bulunduğu sokaklarda ise, sağlıklaştırma çalışmaları yapılıyor.

ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilcileri Faruk Soydemir, Vedat Ağca ve ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilciliği mimarlık öğrenci grubu, 30 Haziran - 01 Temmuz 2007 tarihinde, hem nitelik hem de nicelik bakımından zengin bir tarihi ve kültürel mirasa sahip olan Kastamonu’nun Tosya ilçesini ziyaret ettiler. Soydemir, Ağca ve öğrenciler, bir dönem Bizans ile Osmanlı egemenliğinde kalan, dolayısıyla tarihi ve kültürel doku çeşitliliğine sahip olan Tosya’da yapılacak koruma çalışmalarını planlamak, “yol haritasını” belirlemek amacıyla incelemeler yaptılar.

ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilcileri, ilçede hayata geçirilmesi düşünülen koruma uygulamalarını paylaşmak için Tosya Belediye Başkanı Sait Gülbacı ve İmar Müdürü Erdal İpoğlu ile görüştüler. Bundan sonraki uygulamalar, ÇEKÜL Vakfı ve Tosya Belediyesi’nin işbirliğiyle yürütülecek. İlk olarak tarihi Tosya evlerinin yaşatılması için dört evde onarım çalışması yapılacak. Şu anda dört evin rölöveleri hazırlanıyor. Aynı zamanda iki sokakta da sağlıklaştırma çalışması yapılacak.

Abdurrahman Camii, Dere Çeşmesi, Halim Baba Çeşmesi, Ali Osman Ağa Çeşmesi, Büyük Hamam, Tekke Hamamı ve Çifte Hamam ilçedeki birbirinden önemli tarihi yapılardan birkaçı. Tosya’da 180 civarında sivil mimarlık örneği bulunuyor ve bunlar hala varlığını koruyor. Ancak bu sivil mimarlık örneklerinden sadece 47 yapı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescil edilmiş durumda.

Arkitera, 10.07.2007

PATARA KAZILARI 20 YILI GERİDE BIRAKTI

 

Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nden Prof. Dr. Fahri Işık başkanlığında yürütülen kazılar 20'nci yılını doldurdu. 70 kişilik bilim ekibi ve 29 işçinin çalıştığı kazılara bu yıl, Akdeniz Üniversitesi'nin yanı sıra, Anadolu Üniversitesi, Almanya'nın Hannover Teknik Üniversitesi ve Magdeburg Teknik Yüksekokulu’ndan bilim adamları katıldı. Antik kentte, tepe düzlüğü, liman hamamı, meclis binası, tiyatro, Doğu Roma hamamı ve çömlek işçiliği bölümlerinde kazı çalışmalarının yürütüldüğü bildirildi.

 

Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gül Işın, yaptığı açıklamada, bu yılki kazıların çok geniş bir alanda devam ettiğini ifade etti.


Patara'nın büyük bir uygarlığa başkentlik yaptığını, dünyanın ilk anayasasının burada yazıldığını, Noel Baba'nın da burada doğduğunu belirten Işın, ''Kazılar her yönüyle memnuniyet verici. Kazılarda yeni ortaya çıkarılan buluntular, bilime ve tarihe ışık tutuyor'' dedi. Kazıların bu yılki bölümünün 19 Eylül’de sona ereceği bildirildi.

Bursa Hakimiyet, 10.07.2007

TARİHİ EV ALEV ALEV

 

Bursa'da Karaağaç Mahallesi Bahçe Sokak'ta bulunan ahşap evde, sabaha karşı henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı.

Alevler kısa sürede binayı sararken çevredeki evlerde oturan vatandaşlar tedbir amacıyla sokağa çıktı.

Sakaldöken Caddesi'nde oturan vatandaşların ihbarı üzerine olay yerine gelen Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı ekipleri, sokağın dar olması ve otomobillerin düzensiz park edilmesi nedeniyle yangına müdahale etmekte güçlük çekti.

Bursa Hakimiyet, 10.07.2007

TARİHİ ZAİMAĞA KONAĞI YANDI

 

Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'nde bulunan ve Atatürk'ün 1922 yılında hükümet üyeleriyle toplantı yaptığı Zaimağa Konağı'nda yangın çıktı. Restorasyon çalışmaları sırasında kaynaktan çıkan kıvılcımların yol açtığı yangında 2 katlı ahşap bina kullanılmaz hale geldi.


Müzeye dönüştürülmek üzere restore çalışmalarının sürdüğü konakta, işçilerin çatı saçaklarını kaynak yaptığı sırada sıçrayan kıvılcımlar, ahşap binanın tutuşmasına neden oldu. Kısa sürede büyüyen alevler tüm binayı sardı. Yoğun çalışma sonucu kontrol altına alınan yangın yaklaşık iki saat sonra tamamen söndürüldü.

Milliyet, 10.07.2007

TARİHİ ESERLER İNCELENİYOR

 

Manisa'nın Akhisar İlçesi'nde bir süre önce boşaltılan, 1. derece sit alanı olan eski Devlet Hastanesi binası, Tepe Mezarı olarak bilinen ve dünyanın tarihi önemli 7 kilisesinden biri olan Thyateira ve müze olarak restore edilen Ali Şefik Öğretmenevi'nde inceleme başlatıldı.





Eski Çağ Tarihi Profesörü Hasan Malay, Manisa Müze Müdürü Müyesser Tosunbaş, Kültür Turizm Şube Müdürü Nurettin Piri Atalar tarihi çalışma için Akhisar'da biraraya geldi. "Köşk" diye bilinen tepe üzerindeki eski Devlet Hastahanesi'ndeki incelemede, Devlet Hastahanesi Baş Tabibi Muzaffer Özden Balzoy, yapılan yazışmalar hakkında bilgi verdi.





Heyet daha sonra Akhisar Müzesi olarak belirlenen, restorasyon çalışmaları devam eden eskiden Öğretmenevi olarak kullanılan Alişefik Öğretmenevi'ni gezdiler.





Dünyadaki ilk 7 kiliseden biri olduğu söylenen ve her gün yüzlerce yabancı turistin gezdiği Thyateira'da inceleme yaptılar. Eski Çağ Tarihi Profesörü Hasan Malay, son aylarda Akhisar ve çevresinden bulunan, üzerinde yazılar olan taşları büyük bir titizlikle inceledi ve fotoğraflarını çekti. Prof. Malay, "Yapacağımız araştırmalar sonunda, kesin olarak bu tarihi eserlerin kesin çağlarını belirleyeceğiz" dedi.





İl Genel Meclisi Kültür ve Turizm Komisyonu Başkanı Kefayettin Öz, "Akhisar'ın çağlar öncesi tarihi bir kent olduğunu biliyoruz. Fakat bunu değil dünyaya ülkemize bile tanıtamıyoruz. Bunun adımlarını atıyoruz. Akhisarımıza müze yapılmasını yıllar sonra kabul ettirdik. Müzemizin inşaatı sürüyor. Boşaltılan Devlet Hastahanemizin bulunduğu tepe 1. derece korum alanı. Buranın tarih ve kültür merkezi olması çok yerinde olacaktır. Bizler bununu gerçekleşmesi için çaba sarfederken, başta siyasi partilerimiz, sivil toplum örgütlerimizden de destek bekliyoruz" dedi.




Haber Ekspres, Fotoğraflar: Akhisar Haber Ajansı, 10.07.2007

TARİHİ ESER KAÇAKÇISI YAKALANDI

 

Ankara'da, mali polisin gerçekleştirdiği 2 ayrı operasyonda “tarihi eser kaçakçılığı” yaptıkları belirtilen bir kişi ile cep telefonlarını klonlayarak sattıkları tespit edilen 10 kişi gözaltına alındı.

 

Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü Mali Büro Amirliği ekipleri, çok sayıda tarihi eseri Güney Doğu Anadolu'dan getirip Ankara'da satmaya çalışan bir kişi olduğunu belirlediler. Selahattin A. adındaki şüpheli ile alıcı gibi davranarak irtibata geçen mali polis, pazarlık sırasında söz konusu eserleri görmek istediler. Eserleri gördükten sonra kimliklerini açıklayan mali polis Selahattin A.'yı gözaltına aldı.

 

Operasyonda, Roma ve Bizans Dönemi'ne ait olduğu sanılan 8'i altın 4'ü gümüş 12 sikke ile değişik ebadlarda hayvan figürlerinin yer aldığı 12 bronz heykel ele geçirildi. Emniyette ifadesi alınan Selahattin A. adliyeye sevk edildi.

Hürriyet, 10.07.2007

TARİHİ ESERLER RESTORE EDİLİYOR





Karaman İl Kültür ve Turizm Müdürü Dindar Dilbaz yaptığı açıklamada, kentin büyük bir tarihi zenginliğe sahip olduğunu, bu zenginliği değerlendirmek için özellikle son 23 yıldır tarihi eserlerin restorasyonuna büyük önem verdiklerini söyledi. Son olarak tarihi Çeşmeli Kilise'nin restorasyonunu yaptırdıklarını ifade eden Dilbaz, şunları söyledi: ''Kesme taşlarla inşa edilen bu yapı, Cumhuriyet Dönemi'nden sonra 1980'li yıllara kadar cezaevi olarak kullanılmış. Daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı'na tahsis edilen yapı, restorasyonu için 2005 yılında 400 bin YTL'ye ihaleye çıktı. Ek maliyetlerle birlikte restorasyon 600 bin YTL'ye tamamlandı.''




Çeşmeli Kilise: Onarımdan önce / onarımdan sonra


Çeşmeli Kilise'nin iç ve dış aydınlatmasının, çevre düzenlemesinin yapıldığını, çalışmalar sırasında sıvasının alınmasıyla iç duvarlarda çeşitli figürlerin ortaya çıktığını belirten Dilbaz, ''Kilise, cezaevi olarak kullanıldığı dönemde sıvanmış. Sıvanın alınmasıyla duvarlardaki figürler ortaya çıkarıldı. Ancak yıpranmış olan bu figürlerde, orijinalliğinin bozulmaması için tamamlama yapılmadı'' diye konuştu. Restorasyonu yapılan kilisenin 13 Mayıs'ta ziyarete açıldığını ve kilisenin çok sayıda ziyaretçisi olduğunu belirten Dilbaz, restorasyonun ardından kilisenin sergi ve toplantı salonu olarak değerlendirildiğini, ayrıca müzik dinletileri düzenlendiğini söyledi.




Çeşmeli Kilise: Onarımdan önce / onarımdan sonra


Karaman'da restorasyonu tamamlanarak aynı gün ziyarete açılan Tartan Evi'nin de 18. yüzyıl mimarisinin özelliklerini taşıdığını belirten Dilbaz, 2 katlı kerpiç binanın özellikle duvar süslemeleriyle ilgi çektiğini kaydetti. Dilbaz, İl Özel İdaresi tarafından 2005 yılında restorasyon çalışmalarına başlanan bu binaya ise mülkiyetinin satın alınması ile birlikte 1 milyon YTL harcandığını bildirdi.




Tartan Evi: Onarımdan önce / onarımdan sonra


Kente gelenlerin Tapucak Mahallesi'nde aynı alanda 4 farklı mimariyi görme imkanı bulduklarını belirten Karaman İl Kültür ve Turizm Müdürü Dilbaz, şunları kaydetti: ''Osmanlı mimarisi olan Yeni Hamam da bu alanda bulunuyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce restore edilen hamamın kadınlar kısmı, çalışmalar sırasında ortaya çıkarıldı. Burası, Karaman Valiliği'nce el sanatları üretim ve satış merkezi olarak değerlendirilecek. Bu eserler, aynı zamanda Karaman'ın zengin tarihini ortaya koyuyor. Kente gelenler, Osmanlı mimarisinden Yeni Hamam, Bizans mimarisinden Çeşmeli Kilise, sivil mimariden Tartan Evi, Karamanoğlu mimarisinden Araboğlu Cami'yi bir arada görme imkanı buluyor.''




Yeni Hamam: Onarım sırasında


Son olarak bu binaların restore edilmesiyle kentte Karaman Kalesi'nin dışında restorasyonu yapılmayan tarihi eser kalmadığını bildiren Dilbaz, şöyle devam etti: ''Karaman Kalesi'nin restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 700 bin YTL'lik ödenek geldi. Şu anda burası ihale aşamasında. Kalenin de restore edilmesiyle, kentimizde restorasyonu yapılmayan tarihi eser kalmayacak. O kadar ki yol kenarlarında bulunan, kullanılmayacak hanları bile onarmaya başladık. Karaman'da tarihi, bu derece ayağa kaldırdık.'' dedi.




Karaman Kalesi

Anadolu Manşet, Fotoğraflar: Karaman İl Kültür Müdürlüğü, 09.07.2007

KÖŞKHÖYÜK KAZILARI BAŞLADI

 

Niğde Müze Müdürü Fazlı Açıkgöz, Köşkhöyük kazılarının 2 ay boyunca devam edeceğini belirterek, Neolotik ve Kalkolitik Çağa ışık tutan eserlerin bulunması Niğde’nin Bor İlçesi'ne bağlı Bahçeli Kasabası sınırları içerisinde yer alan Köşkhöyük Ören Yeri’nin 8 bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu, 25 yıldır burada yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkarıldığını söyledi. Açıkgöz "Ayrıca bugüne kadar ortaya çıkarılan 1768’i genel, 17’si özel mezardan üçte ikisinin bebeklere ait olduğu tespit edildi. Bebeklerin ölüm nedenlerinin ise kansızlık ve düşük doğumdan kaynaklandığı belirlendi. Geçen yıl yapılan kazılarda MÖ 6200 yıllarına ait özel olarak gömülmüş kil sıvalı, aşı boyası ile boyanmış 4 adet de kafatası bulunmuştu.1995-2007 yılları arasında Ankara Üniversitesi DTC Fakültesi Öğretim Üyelerinden Antropolog Prof. Dr. Metin Özbek’in bilimsel danışmanlığında 27 kişilik kazı ekibinin yaptığı çalışmaların bu yılki bölümüne de geçtiğimiz günlerde başlandı." dedi. Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız Prof. Dr. Aliye Öztan 1982 yılından bu yana Ankara Üniversitesi DTC Fakültesi Arkeoloji Bölümü Niğde Müzesi Müdürlüğü ile ortaklaşa sürdürülen kazılarda, Köşkhöyük’ün en eski tarım ve hayvancılıkla uğraşan topluluğun bu alana yerleştiğini (MÖ 6200-4911) gösterdiğini söyledi. Beş tabaka halinde yerleşimin ilk dört tabakasının Geç Neolitik Dönem'e ait olduğunu belirten Öztan, “Neolitik Dönem'de gereksinime göre genişletilen çok odalı küçük mekanlardan oluşan bir mimarı mevcuttur. Kalkolitik Dönem'de ise sokakların üzerine sıralanan bitişik düzendeki konutlar belli bir plana göre inşa edilmiştir. Bu dönem insanlarının ölülerini evlerinin tabanlarının altına gömdükleri anlaşılmıştır. Ele geçen mezarların çoğunluğu bebek, diğerleri ise çocuk ve yetişkinlere aittir. Bugüne kadar ortaya çıkarılan 178’i genel, 17!si özel mezarlardan üçte ikisinin bebeklere ait olduğu belirlendi. Mezarlarda başta mama kapları, çeşitli süsü eşyaları, tanrıça figürleri, topraktan yapılmış kapkacaklar bırakılmıştır. Köşkhöyük’ün ölüleri gömme açısından önemi, çoğu yetişkin kille sıvanıp, yüz organlarının belirtilmesi ve aşı boyası ile boyanarak onlara canlılık kazandırılmasıdır” diye konuştu.

Yeni Yıldız, 09.07.2007



AMERİKA'DA İLK TARIM

 

Güney Amerika'da yapılan yeni keşifler, tarımın Yeni Dünya'da 10.000 yıl eskiye gittiğini gösteriyor. Yakın zamana kadar, Yeni Dünya'da tarım teknolojisinin günümüzden 5000 yıl kadar eski olduğu düşünülüyordu.
Böylece, Eski Dünya'da tarımın başlaması ile denk bir tarihe, Yeni Dünya'da da gelinmiş oldu. Afrika, Yeni Gine, Asya ve Amerika kıtasında tarıma geçisin birbirinden bağımsız olarak gerçekleştiği düşünülüyor.
 

Nanchoc Vadisi'nde bulunan bir yerleşimdeki kalıntılardan hareket eden uzmanlar, 25 sene önce kazılarda elde edilen ekin kalıntılarının bugünkü olanaklar ile tarihlendirilmesi sonucunda, tarımın bilinenden daha eskiye gittiğini saptadıklarını belirtiyorlar. 25 yıl önce yapılan kazılarda yerleşme tarihlendirilmiş, fakat ekinlerin hangi dönemde üretildiği kesin olarak saptanamamıştı.

Saptanan ekinlerin, bölgede yabani şekilde bile bulunmaması, üretimi yapılan ekinlerin bir başka bölgeden getirildiklerini göstermekte.

Arkeologlar o dönemde uzak mesafeler arasında özellikle obsidyen (doğal cam) ticareti yapıldığını gösteren bulguların bilindiğini, ekilecek ürünlerin tohumlarının başka yerlerden gelme olasılığının da, mevcut ticari ilişkiyi destekler nitelikte olduğunu ifade ediyorlar. Kullanılan tarım ürünleri arasında; pamuk, yer fıstığı, balkabağı, kuinoa (quinoa, pirinç benzeri bir ürün) gibi ürünlere rastlanmış.

Los Angeles Times, Çev. Yüksek Zemin Arayışı, 09.07.2007

ÇANKAYA MERKEZ CAMİSİ'NDE OLUP BİTENLER





Ankara’nın kent içi camileri arasında nitelikli mimarisi ve modern kimliğiyle öne çıkan ve Hayati Tabanlıoğlu tarafından tasarlandığı söylenen 1961 tarihli Çankaya Merkez Camisi’nin üzerinde son bir senedir kara bulutlar dolaşıyor. Başarılı mimarisiyle kent içindeki nadir camilerden biri olan Çankaya Merkez Cami, imamının “… Cuma ve bayram namazlarında cemaat camiye sığmıyor” bahanesiyle yıkıp yerine daha büyük bir cami yapmak istemesi yüzünden tehlikede.

Konuyla ilgili ilk bilgilendirmeyi yapan ve bir insiyatif oluşuturulması yönünde çeşitli adımlar atan Aslı Özbay ile konuştuk ve geçtiğimiz seneden günümüze yaşananları kendisine sorduk.






Emine Merdim Yılmaz: Çankaya Merkezi Camisi’nin yıkılıp yeniden yapılması ile ilgili geçen seneden beri yaşanan süreçten biraz bahsedebilir misiniz?
Aslı Özbay: Camiyi yıktırmak için, orada 13 yıldır görevli olan imam ve dernek üyeleri yıllardır uğraşıyorlarmış. Sığamamak bahane, ülkedeki hiçbir cami Cumaları yeterli olmuyor ama diğer günler namazda 3-5 kişiden fazlası olmuyor. Asıl amaç, altı dükkanlı ve daha büyük lojmanlı, çok katlı bir cami yaptırmak. İsteklerini gerçekleştirmek de Melih Gökçek’e kısmetmiş… Geçen yaz Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin 18.08.2006/2027 tarihli toplantısında 1/5000 ölçekli nazım planda değişiklik yapmasıyla ortam hareketlendi. Caminin bulunduğu parselin yapılaşma hakkını 7 misli arttırdılar. (%0.20’den %1.50’ye) Bu da demektir ki orada çok katlı bir yapı yapmanın yolu belediye kanalı ile açıldı. Fakat mevzuat gereği Büyükşehir Belediyesi bunu Çankaya Belediyesi’ne göndermek zorunda olduğu için, uygulama imar planlarını yani 1/1000 ölçekli planları yapamıyorlar. Bu arada da, Çankaya Belediyesi plan değişikliğini dava ediyor. Bilirkişi raporunun Haziran ayında Büyükşehir Belediyesi’ne ulaştığı söyleniyor. Dolayısıyla ben de biraz rahatladım, henüz yapının yıkım tehlikesi yok, çünkü dava sürüyor.

Ama bu arada, Çankaya Belediyesi İmar Dairesi de alternatif bir plan hazırlıyor ve %80 emsal veriyorlar ki bu da caminin yıkılması demek! Caminin üstüne oturduğu parselin yanı başında şu anda otopark olarak kullanılan bir parsel daha var. Bu ikisini bir arada değerlendirdikleri zaman çok iri kıyım bir bina yapabilme imkanına kavuşuyorlar ve bu da belli ki “iştah kabartıyor”. Fakat dava sonuçlanmadan Çankaya Belediyesi’ninki de geçerli değil.

EMY: Caminin tescillenmesi için herhangi bir çalışma daha önce yapılmış mı?
AÖ: Tabi. Bu işler yapılabilsin diye öncelikle Koruma Kuruluna müracaat ediliyor ve yapının tescilden düşürülmesi isteniyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden uzman raporları isteniyor. İki kez rapor hazırlanıyor ve her iki rapor da yapının korunmaya değer bir mimari eser olduğunu belgeliyor. Yapının gündeme alındığı iki toplantıda da Ankara Kurulu binanın tescilini koruyor ve aslında konunun bu noktada kapanması gerekiyor. Çünkü bir bina ile ilgili tescil kararı söz konusu olduğunda (Anıtlar Yüksek Kurulu’nun ilke kararları gereği) ikiden fazla toplantı yapmak mümkün değil. Fakat sırf yapıyı yıkabilmek için uğraşmayı sürdürüyorlar ve Yüksek Kurul’a ilke kararını değiştirtiyorlar. (Kurulların siyaseten teslimiyetine bir örnek daha… Büyükşehir Belediyesi ve Kültür Bakanlığı Yüksek Kurul toplantısına baskı yapıyor olmalı.) Dolayısıyla Ankara Bölge Koruma Kurulu’nda konuyu yeniden gündeme aldırıyorlar ve bu kez kurul binanın tescilden düşürülmesi önerisini kabul ediyor. Böylece yapının yıkımını sağlayacak plan değişikliği sürecinin de önü açılmış oluyor.






EMY: Şimdi yapmayı planladığınız şey nedir?
AÖ: Mahkemenin Büyükşehir Planı’nı iptal etmesini umuyoruz. Ama diğer yandan, bir eseri korumanın yegane yolu Koruma Kurulları ve mahkeme salonları olmamalı. Ankara gibi bir kentte birçok farklı duyarlılık oluşturulabilir. Bence öncelikle önemli olan, mahalleliyi bilgilendirmek. 46 yıldır bu camiyle yan yana yaşayan insanların hem durumu bilmeye hem de itiraz etmeye hakları olmalı. Eminim yeşiller içindeki bu biblo gibi yapının yerine, her yerde gördüğümüz çok katlı ucubelerden biriyle yaşamak istemeyeceklerdir. Bir el ilanı hazırladım. Bastırmayı başarınca mahalledekilerin posta kutularına atmak ve olup bitenden haberdar olmalarını sağlamak istiyorum.

Yapılması gereken diğer hamle ise Çankaya Belediyesi’nin o %80 emsalli plan değişikliği kararını geri almasını sağlamak. Bunun çok sorun olacağını sanmıyorum, iş ki belediye başkanına ve planlama dairesindekilere ulaşabilelim. Bir yandan arkadaşlarla bununla uğraşıyoruz.

Örgütlerden pek medet ummuyorum: Çünkü Ankara Oteli’nin dönüşümü sürecinde hem Mimarlar Odası, hem de ilgili dernekler o denli yavaş ve hatalı davrandılar ki, hepimiz büyük hayal kırıklığı yaşadık. O yapı şimdi başka bir şeye dönüştü ve değerinden çok şey yitirdi. Örgütlerimiz dikkatli davranmadığında sorunları yoluna sokmak bir yana, daha da kötüleştirebiliyorlar. Kaldı ki bu yapının yaşamını sürdürmesi sadece mimarların derdi de olmamalı. O nedenle bu işle samimi olarak uğraşmaya gönüllü, duyarlı ve becerikli birkaç kişi çok yeterli ve yararlı olacaktır.

Bu yapının korunarak büyütülmesi mümkün. Bu mimarların işi ve çok da güzel yapılabilir. Eğer belediyecileri, imam ve yandaşlarıyla mahalleliyi ikna etmeyi becerirsek, bu yapıyı hem korur hem de otopark, lojman, dükkan vb ihtiyaçlarını karşılayacak başarılı bir mekan tasarlanmasına önayak olabiliriz. Gayretimiz bu yönde olacak.

EMY: Cami bildiğimiz kadarıyla Hayati Tabanlıoğlu’nun tasarımı değil mi?
AÖ: Öyle olduğu söyleniyor ama bu konuda kesin bir belge bulamadık. Kime ait olduğu çok da önemli değil. Önemli olan onun çok güzel ve korunmaya değer bir dönem yapısı oluşu. Ankara’nın şehir içindeki yegane modern camisi ve çok yeterli bir ölçeği var. Arsada konumlanışı, malzeme kullanımındaki ve detaylardaki incelmişlik, en ufak detaya kadar tasarlandığı belli olan iç mekan elemanları, işçilik kalitesi, bahçesi… her şeyiyle yaşamayı hak eden bir yapı.

Aslında camiyi meşhur eden Süleyman Demirel’miş. Tüm Cuma namazlarını burada kılarmış ama merdivenleri çıkması zorlaştığından beri gelemiyormuş. Minareyi de kardeşi 1970’lerde ilave olarak yaptırtmış. Belki Süleyman Bey’den de yardım alınabilir.

Oraya yapılacak projenin özenli ve yapıya yakışan bir tasarım olması için ona özel bir süreç tanımlanması çok iyi olur. Keşke Çankaya Belediyesi’ni ikna etsek de mesela bir yarışma düzenletebilsek.

EMY: Yerine yapılması planlanan proje ile ilgili bir bilginiz var mı?
AÖ: İstanbullu bir ekibin yaptığı bir taslaktan söz ediliyor. Ben görmedim ve yapanları da tanımıyorum. Ama bildiğim kadarıyla şu anda o taslağın resmi bir geçerliliği yok.

EMY: Konuyla ilgili herhangi bir sivil insiyatif oluşturuldu mu? Mahalleli ya da mimarlar tarafından vb...
AÖ: Henüz internet üzerindeki yazışmalardan öteye gitmedi. Hala uğraşıyorum. Mahalle sakinlerinden bir hanımın duyarlı olduğunu biliyorum. Anlayacağınız “yararlı olacak” birilerine ihtiyaç hala var.

Arkitera, 09.07.2007

RESTORASYONLARA 2 TRİLYON AYRILDI

 

Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından, Niğde’de restore edilen eserler yaklaşık 2 trilyon lira harcama yapıldığını bildirildi.

 

Bölge Müdürlüğü tarafından bu güne kadar Daruzzikir Mescidi, Dışarı Camii ile Dörtayak Camii’nin restorasyonlarının tamamlandığını, İl Kültür Müdürlüğü tarafından yapımı üstlenilen, Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı, Niğde Kalesi ve Bor Bilginler Konağı'nın da son rötuşlarının yapıldığı belirtilerek, yakın zaman içerisinde hizmete açılacağı kaydedildi.


Bu arada, yapılan restorasyon çalışmalarına bu güne kadar 2 trilyona yakın harcama yapıldığı öğrenildi.

Yeni Yıldız, 09.07.2007

DÜNYANIN YENİ HARİKALARINDAN TAC MAHAL 'SARARIYOR'

 

Portekiz'in başkenti Lizbon'da yapılan görkemli törende "dünyanın yeni 7 harikası"ndan biri olarak seçilen Tac Mahal, şöhretinin kurbanı oldu. Uzmanlar; Hindistan’ın kuzeyinde Agra kentinde Timur hanedanının hükümdarı Şah Cihan tarafından, eşi Mümtaz Mahal'in ölümü üzerine 1632-1654 yılları arasında yaptırılan, dünyada aşk için dikilmiş en büyük ve en güzel anıt sayılan Tac Mahal’in mermer duvarlarının, şehirdeki endüstriyel faaliyetler ve ziyarete gelen binlerce turistin geride bıraktıkları yüzünden gittikçe sarardığını söylüyor. Yapılan çalışmalara göre, Tac Mahal’in renk değiştirmesinin sebebi, havada asılı duran ve kirliliğe yol açan büyük tanecikler.

Sit alanı olan bölgede, 10 yıl önce dökümhaneler, tuğla imalathaneleri ve cam ocakları taşınmış ya da kapatılmıştı. Ancak, motorlu araçların anıta yaklaşamaması, en az 2 km uzağına kadar araç park edilememesi gibi tedbirler bile yapının doğasını korumaya yetmedi. Uzmanların yapıyı orijinal rengine dönüştürmek için önerdikleri çözüm ise, sarayın fasadını, dokuyu aşındırmayacak lüle taşı özlü bir katmanla kaplamak.

archimedia.ma, Çev. Işıl Göreci, Yapı, 09.07.2007

35 BİN YILLIK SANAT

 

Bir Amerikalı arkeolog ve Alman meslektaşı Almanya'nın güneybatısında modern dünyada bilinen en eski mamut-fildişi yontusunu buldu. Hala bozulmamış şekilde bulunan yontunun 35 bin yıl öncesine dayandığı belirtiliyor.

 

Tubingen Üniversitesi arkeologu, kıllı mamut heykelciğinin Baden-Wurttemberg platolarında muhtemelen insanoğlunun 35 bin yıl önce yaptığı ilk eser olarak kabul edilebileceğini söylüyor. Arkeolog Nicholas J. Conard Alman Der Spiegel dergisinin internet sitesine yaptığı açıklamada bu yontu 35 bin yıl önce insanoğlunun Swabia'da yaptığı bir ilk fildişi yontusu olduğunu belirtiyor. 1931 yılından beri Arkeolog Gustav Reik'in güneybatı Almanya'da yaptığı kazılardan Buzul Çağı'nda ait toplam 5 mamut-fildişi heykelciği bulundu. Mamut-fildişi heykelciğinin yanı sıra aynı bölgede iyi korunmuş aslan heykelciği, kısmen hasar görmüş mamut heykelciği ve iki adet henüz tanımlanmamış kalıntı bulundu. Bu bulgular Tubingen Üniversitesi'nin web sitesinde "Buzul Çağı'nın en eski ve çok etkileyeci sanat çalışması" olarak sunuluyor.

 

Bulunan kıllı mamut heykelciği ince, 3,7 cm uzunluğunda ve 7,5 gr ağırlığında ve bütün detayları kaybolmamış şekilde korunmuş.

Birgün, Fotoğraf: maximum.com, 09.07.2007

CEVAP VE DÜZELTME

 

11.02.2007 tarihli Radikal gazetesinin 4. sayfasında yayımlanan 'Bırakın Akbük Kilise'si de dağınık kalsın' başlıklı haber tamamen gerçekdışı olup şirketimizin itibarını haksız şekilde sarsan ifadeler içermektedir. Zira Akbük Kilisesi restorasyon uygulaması İzmir Rölöve Müdürlüğü denetiminde, restorasyon kurallarına ve aslına sadık kalınarak şirketimizce gerçekleştirilmektedir.


Zaten 14.2.2007'de Kültür Bakanlığı İzmir Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü teknik elemanlarınca yapılan inceleme neticesinde hazırlanan raporda, yapılan tüm imalatların Aydın Koruma Bölge Kurulu'nun onaylı projesine uygun olarak içtenlik ve özenle yapılmakta olduğu belirtilmektedir.
Oysa haberde; yeni harpuştanın taraklanması, kilisenin balyoz ve keserle tahrip edildiği, çimento içermeyen horasan harçla yapılan sıvamaysa boyama olarak gösterilmiştir. Kilisede bulunanların, şantiye şefimiz O.Ö.'nün evinde yakalandığı belirtilerek adeta tarihi eser kaçakçılığı suçunu işlemeye kalkışmış gibi kamuoyuna duyurulan olayda herhangi bir ev baskını olmadığı gibi O. Ö. hakkında asılsız suç duyurusuyla başlatılan soruşturma Didim Cumhuriyet Başsavcılığı'nca verilen takipsizlik kararıyla sonuçlanmıştır. Adli mercilerce yaptırılan bilirkişi incelemesiyle tarihi eser olduğu iddia edilen materyallerin bu özelliği taşımadığı, yurtiçinde alım-satımının serbest, niteliksiz oldukları tespit olunmuştur.


Şirketimizin ticari ve mesleki itibarını zedeleyen asılsız bu iddialar karşısında cevap hakkımızı kullanmak zarureti doğmuştur. Kamuoyuna saygı ile duyurulur. Anı Anıtsal Yapıları Koruma Değerlendirme ve Yapım Mimarlık Restorasyon Ltd. Şti.

Radikal, 09.07.2007

BİR MARDİN GÖZLEMİ





Eski kentlerin, insanı tarihin derinliklerine taşıyan mimari doku özellikleri, var olanla olmayan arasındaki büyülü ilişkilerin de somut göstergeleridir. Eskilik, burada bizden uzaklaştıkça büyüyen bir efsaneyi canlandırırken bir yandan da çevredeki güncel yaşamı tanıklığa zorlar. Geçmişle şimdi arasında gidip gelirken, mimari, kalıcı ve tanıklığı kışkırtıcı yapısıyla sizi sürekli olarak tarihle yüz yüze getirir.

Anadolu'nun öteki kentlerine oranla Mardin, tarihe yaptığı tanıklığın onurunu hep üzerinde taşıyagelmiş beldeler arasında ilk sıraya yerleşenlerdendir. Ben bu kenti, otuz yılı aşkın bir aradan sonra şu yakınlarda ikinci kez gördüğümde, beni etkileyen eski yapılarının ve her nasılsa korunabilmiş mimari anıtlarının zenginliği karşısında, bir "müze-kent" mitosunun hangi nedenlerden kaynaklanabileceği olgusu üzerinde yeniden düşünme olanağı buldum. Göz alabildiğine uzanan Mezopotamya ovasından kente baktığınızda, bin küsur metre yüksekliğindeki dağın yamacına kurulmuş olan Mardin, eski efsanelerden kalma bir hayal şehir gibi görünür.

İçine girip sokaklarını dolaştıkça, bu hayal şehir yavaş yavaş cisimleşir, ete kemiğe bürünür, beş bin yıl geriye uzanan tarihini size anlatmaya başlar. Ona iyi kulak vermeniz gerekir; aksi halde bağlantıları kronolojik tarihle somutlaştırmanız güçleşir, bir önce gördüğünüz yapıyla bir sonraki yapıyı birbiriyle ilişkilendiren ayrıntıları gözden kaçırırsınız. Ama kent, sizi yöreye özgü fiziki coğrafyanın gerçekleriyle birlikte düşünmeye yönlendirdikçe, Mardin, büyüleyici sessizliğinden kopar, eski çağların diliyle konuşmaya başlar bu kez.

Ben Mardin'i İspanya'nın ortaçağ kenti Toledo'ya benzetirim. Toledo da dar sokakları ve tarihin kucağında yıllanmış gri giysileriyle, tıpkı Mardin gibi unutulmuş bir kent görüntüsü çizer. Orası da yüksek sesle konuşmayı sevmeyen kentler sınıfına girer. Fısıltıyla konuşur yalnızca, eski masalları anlatır dinleyenlere, Mardin gibi.


Ancak Mardin'in yer yer örtme altlarıyla (abbara) bölünmüş, yüksek duvarlarla çevrilmiş yapılarına girdiğinizde, uzaktan uzağa grileşme etkisi uyandıran kent dokusunun aslında yörenin kendine özgü mimarlık malzemesi sarı taşla biçimlendiğini görürsünüz.

Başta en eski Süryani manastırları Deyr-ül Zaferan ve Mor Gabriel olmak üzere, 14 ve 15. yüzyıl Akkoyunlu yapıları Zinciriye ve Kasımiye medreseleri, tepelerine "taht" kurulmuş eski evleri, kapılarını çevreleyen alımlı taş işlemeleriyle hep sarı rengin egemen görüntüsüne tanıklık ederler. Mardin'in hemen yanı başındaki Diyarbakır'ın sert bazalt taşının yanında dekore edilmeye uygun yumuşaklığıyla bu sarı taş, yöre mimarlığına damgasını vurmuştur.

Arami kültüründen manastır yaşamının yoğunlaştığı erken Hıristiyan dönemine, oradan erken Osmanlı dönemine uzanan tarihsel akış, bütün bu kültürlerin kardeşçe bir arada yaşamalarına fırsat veren hoşgörü ortamını ayakta tuttuğundan, bugün Mardin, UNESCO başta olmak üzere uluslararası kurumların desteğini kazanıyor haklı olarak. Savaş ve yıkım görmemiş olmasının da bugünkü korunaklı dokunun oluşumunda etkisi var elbet. Yörede tanınan gümüş ve telkari işçiliğinin mimariye yansıyan payını, kenti gezdikçe sizi karşılayan güzelim yapılarda adım adım izleyebiliyorsunuz.

Ancak birer habis ur gibi bu yapıların aralarına sızmış kötü mimari örnekleri de yok değil. Son yıllarda bu türden yapılar, dışarıdan fazla göç almamış olsa da Mardin'in kent dokusunu çirkinleştiriyor. Oysa ilk planda uygulanması gereken şey, Süryani manastırlarında yapıldığı gibi, tarihsel binaların çevrelerini bu çirkin yapılardan ayıklamak, yeni çevre düzenlemeleri yaparak görünmelerini sağlamak ve bu arada, yerli-yabancı turistlerin haklı tepkilerine yol açan kirliliği önleyecek köklü tedbirler almak.

Mardin'in korunmasına yönelik dış destek, Mardin Vakfı'nın (MAREV) ve yerel yönetimin etkili katkısıyla ileri düzeylere taşınmalı. Mardin kentinin beklentisi de budur.

Cumhuriyet, Yazı: Kaya Özsezgin, 09.07.2007

MİMAR KEMALETTİN BEY'E ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE ANIT MEZAR

 

Mimar Kemaleddin Bey'in Bayezid Camii Haziresi’nde bulunan ve Can Çinici’nin özgün tasarımı ile düzenlenen mezar anıtının açılışı, mimarın ölüm yıldönümü olan 13 Temmuz Cuma günü düzenlenecek anma etkinliği ile gerçekleştirilecek. Tören, saat 10:30'da başlayacak.

Mimar Kemaleddin Bey, Mimarlar Odası'nın 1988 yılından bu yana Mimar Sinan anısına her iki yılda bir gerçekleştirdiği, 2006 yılında X. dönemini / 20. yılını geride bırakan Sergi ve Ödül programı kapsamında düzenlenen 'anma programı'nda anılmaya değer bulunmuştu. Bu program kapsamında mimarın tüm çalışmalarını içeren kapsamlı bir retrospektif niteliğinde kitap, yayın çalışmasının paralelinde retrospektif bir sergi ve sempozyum, mimarın Vakıflar’da bulunan arşivinin düzenlenmesi ve mimarın ayakta olan yapılarına plaket çakılmasına dair çalışmalar, Nisan 2006 tarihinden itibaren Mimarlar Odası çatısı altında Günkut Akın, Afife Batur, Ali Cengizkan, Bülend Tuna, Yıldırım Yavuz’dan oluşan Anma Komitesi tarafından yürütülüyor.





Mimar Kemaleddin Bey (1870–1927)
Osmanlı Hassa Mimarları Ocağı’nın yaklaşık yüz yıllık sükûtundan sonra, 20 yüzyıl başlarında, çağdaş anlamda modern mimarlık mesleğine katkıda bulunmaya başlayan ilk Türk mimarlarındandır. 57 yıllık yaşamına sığdırdığı yüzlere varan önemli mimari yapıtın yanısıra, çok sayıda Osmanlı anıt yapısını ilk kez bilimsel bir yaklaşımla restore ederek ülkemizdeki restorasyon çalışmalarına öncülük etmiş; bu yapıtlar arasında Kudüs’teki Mescid-i Aksa’nın onarımında gösterdiği yetkinlik ve başarı nedeniyle uluslararası bir ün yaparak, İngiliz Kraliyet Mimarları Birliği RIBA’nın ödülünü almış; Osmanlı İmparatorluğu’nun son ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına damgasını vuran ulusçuluk akımına koşut olarak, mimarlıkta Türk ulusçuluğu kuramına öncülük etmiş; İstanbul’da, Sanayi-i Nefise, Hendese-i Mülkiye, Kondüktör Mekteb-i Alisi ve Mühendis Mekteb-i Alisi gibi okullarda yüzlerce öğrenci yetiştirmiş; mimarlık, restorasyon ve Türk mimarlık kuramı konularında yazmış olduğu çok sayıda yazı ile mimarlık yazını konusunda da bir ilki oluşturmuş ve günümüzdeki TMMOB benzeri ilk meslek örgütü olan “Osmanlı Mimar ve Mühendis Cemiyeti”ni kurulmasında öncü rol üstlenmiştir.

 

Hayatı ve eserleri:
Kemaleddin Bey, 1870 yılında, İstanbul’un Acıbadem semtinde orta sınıftan bir Osmanlı ailesinin tek çocuğu olarak doğdu. İlköğretimine, 1875 yılında, İbrahim Ağa İbtidai Mektebi’ne başladı. Ortaöğrenimine, 1881 yılında Girit’te başlayan Kemaleddin Bey, 1882 yılında ailesi ile birlikte İstanbul’a geri döndü. Yüksek eğitimini 1887–1891 yılları arasında Henedese-i Mülkiye’de tamamladı; fakat sanata yatkınlığı nedeniyle daha çok resim ve mimarlık derslerine özen gösterdi ve diplomasını aldıktan sonra hiçbir zaman mühendislikle uğraşmadı. 1891 yılında okulu bitirince Prof. Jachmund’un asistanlığına atandı. Bu görevi dört yıl boyunca yürüten Kemaleddin Bey, bu arada okul dışında özel bürosunu açarak ilk yapıtlarını tasarlamaya başladı. 1895’te mimarlık eğitimini ilerletmek için Devlet eliyle Berlin’e gönderildi. Almanya’daki eğitim yaşamı, mimarın üzerindeki Alman kültürel etkisini pekiştirdi. Berlin’de Charlottenburg Technische Hochschule’de iki yıl mimarlık eğitimi gördükten sonra, iki buçuk yıl da Berlin’de mimarlık bürolarında çalıştı.

1990 Nisan ayında yurda döner dönmez Hendese-i Mülkiye’deki görevine yeniden başladı. 1901 tarihinde Harbiye Nezareti Ebniye-i Askeriye mimarlığına ek görevle atandı. Bu yıllarda Kemaleddin Bey’in, ulusal mimarlık konusundaki düşüncelerini geliştirmeye başladığı biliniyor.

Kemaleddin Bey’in mimarlık açısından en verimli dönemi, 1909–1919 arasındaki 10 yıllık dönemdir. 1909 yılında Evkaf Nezareti’nin başına atanan Kemaleddin Bey’in Vakıflar’daki görevi, kentin önemli eski yapılarının büyük ya da küçük kapsamlı onarımlarını yürütmekti. Bu görevdeki yoğun onarım çalışmaları, kendisinin ulusal mimarlık anlayışını geliştirmesine zemin hazırladı. Vakıflar’ın yaptırmayı düşündüğü bir dizi yeni yapı için Vakıflar bünyesindeki İnşaat ve Tamirat Heyet-i Fenniyesi kadroları genişletildi; örgütün büyük bir mimarlık ve inşaat bürosu biçiminde çalışması sağlandı. “Kemaleddin Okulu” olarak da anılan bu büro, ulusal mimarlık anlayışını ülkenin tüm yörelerinde uygulayan bir dizi mimar, mühendis ve yapı ustasının yetişmesine olanak tanımış; böylece Evkaf Nezareti, İnşaat ve Tamirat Heyet-i Fenniyesi, Birinci Ulusal Mimarlık akımının odak noktasına dönüşmüştür.

Kemaleddin Bey, 1908 yılında kurulan Osmanlı Mimar ve Mühendis Cemiyeti’nin kurucuları arasındadır. Cemiyetin kurulması için görüşmeleri yürütmek üzere Tanin Gazetesi’ne kendi imzası ile çağrı veren de Kemaleddin Bey’dir.

1914 yılında Evkaf Nezareti’ndeki görevine ek olarak İstanbul Şehremaneti Heyet-i Fenniye Müşavirliği’ne atandı. İşgal döneminde, 1919 yılında Nezaret’teki işine son verilen Kemaleddin Bey, bu yıllarda yalnızca Şehremaneti’nde ve özel atölyesinde çalışmalarını sürdürdü. 1919 yılında İngiliz yönetimine geçen Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın onarımı için Müftü tarafından Kudüs’e çağrıldı. Çağrıyı kabul eden Kemaleddin Bey, Mescid-i Aksa Camii’nin onarımında gösterdiği başarıdan dolayı, İngiliz Kraliyet Mimarlar Akademisi’ne (RIBA) şeref üyesi olarak seçildi. 1925’in yaz aylarında Ankara Palas’ın yapımının tamamlanması için Kudüs’ten geri çağırıldı. 1925 yılında Evkaf Müdüriyeti Umumiyesi İnşaat ve Tamirat Müdürlüğü’ne atanan Kemaleddin Bey, Ankara Palas’ın tamamlanması için çalışmalarını sürdürürken, başkentte gerçekleştirilmesi düşünülen bir dizi başka yapıyı da tasarlamaya koyuldu.

1926 yılında Maarif Vekaleti’nce kurulan Sanayi-i Nefise Encümeni üyeliğine, daha sonra aynı kurulun başkanlığına getirildi. 1927 yılı içinde mimarın en önemli uğraşı, Maarif Vekaleti adına tasarladığı Gazi İlk ve Orta Muallim Mektebi oldu. 12 Temmuz 1927 günü, Ankara Palas şantiyesinde kaldığı odada geçirdiği beyin kanaması sonucu 57 yaşında vefat etti. 17 Temmuz günü İstanbul Karacaahmet’te yapılan büyük bir törenle toprağa verildi. Mezarı daha sonra yol geçmesi dolayısıyla kaldırılınca, (kitabesiz olarak) Beyazıd Camii mezarlığına taşındı.

Başlıca yapıtları, kültür varlıklarının onarımına ilişkin çalışmalarından bazıları:
Ahmet Cevad Paşa Türbesi, Fatih-İstanbul (1901)
Filibe Gar Binası, Bulgaristan (1908)
Kemer Hatun Camii, Beyoğlu-İstanbul (1911)
İkinci, Üçüncü, Beşinci Vakıf Hanları, İstanbul (1911 yılında tasarlanmış, bitiş tarihleri belli değil)
Bebek Camii, İstanbul (1913)
Edirne Gar Binası (1914)
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi (1913)
Dördüncü Vakıf Hanı, İstanbul (1926)
Birinci Vakıf Hanı, İstanbul (1918)
Harikzedegan Kat Evleri, Laleli-İstanbul (1922)
Mescid-i Aksa ve Hazreti Ömer Camii Restorasyonu (1925)
Mimar Kemaleddin Okulu, Ankara (1925 sonrası)
Ankara Palas (1927)
Ankara İkinci Vakıf Hanı (1927)
Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüğü, Ankara (1928)
Ankara Gazi İlk Muallim Mektebi (1930)
Sultan Ahmet, Fatih ve Ayasofya Külliyeleri Restorasyonu (tarihi belli değil)

Yapı, 09.07.2007

YENİ '7 HARİKA'YA UNESCO'DAN DESTEK YOK

 

Cep telefonu ve internet oylarıyla belirlenen dünyanın yeni 7 harikası, Portekiz'in başkenti Lizbon'da ilan edildi.





Dünyanın yeni 7 harikası; Ürdün'deki Petra Antik Kenti, Çin Seddi, Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti, Meksika'daki Chichen Itza Piramidi, İtalya'nın Roma kentindeki Colosseum ve Hindistan'daki Tac Mahal Anıt Mezarı şeklinde sıralandı. 21 yeni aday arasında bulunan Ayasofya Müzesi ise yeni 7 harika listesine giremedi. UNESCO, seçilen yeni listeyi desteklemediğini açıkladı.

 

Merkezi İsviçre'de bulunan New7Wonders Vakfı'nın yeni 7 harikayı bulmak için başlattığı yarışmaya 21 finalist eser katıldı. Dünyanın dört bir yanından yaklaşık 100 milyon kişi cep telefonu ve www.new7wonders.com adlı internet sitesinde 6 yıl boyunca oy kullanarak dünyanın yeni 7 harikasını seçti. Adaylar belirlenirken, "2000 yılından önce inşa edilmiş olmak, insan eliyle yapılmış olmak ve belirli bir düzeyde muhafaza edilmiş olmak" şartları arandı.

 

Dünyanın yeni 7 harikası listesine Türkiye'den bir eser giremezken, Tac Mahal Türk izlerinin bulunduğu tek eser oldu. Tac Mahal'in mimarları olan Mimar Sinan'ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi ile yapıdaki yazıları yazan Hattat Serdar Efendi, eserin yapımı için Şah Cihan tarafından İstanbul'dan davet edilmişlerdi. İnşaatta yirmi bin işçinin çalıştırıldığı biliniyor.

 

Merkezi Paris'te bulunan BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), dünyanın yeni 7 harikasını belirlemek amacıyla yapılan oylamayı, yalnızca oylamaya katılanların düşüncesini yansıttığı gerekçesiyle desteklemediğini açıklarken, New7Wonders Vakfı Başkanı Weber, yapılan oylama sonucu elde ettikleri gelirin yüzde 50'sinin tüm dünyadaki eserlerin restorasyonu amacıyla harcanacağını belirtti. Restorasyonu yapılacak eserler arasında, Afganistan'da 2000 yılında Taliban tarafından havaya uçurulan dev Bamiyan Buda heykeli de bulunuyor.

 

Dünyanın 7 harikasının yer aldığı listede şu eserler yer alıyordu: Gize Piramitleri, Babil'in Asma Bahçeleri, Zeus Heykeli, Artemis Tapınağı, Rodos Heykeli, İskenderiye Feneri ve Halikarnas Mozolesi. Akdeniz havzasında yer alan anıtlarla ilgili liste, milattan önce 2. yüzyılda şekillenmişti.

Zaman, 09.07.2007

800'ÜNCÜ DOĞUM GÜNÜ'NDE KONYA'YA MEVLANA TRENİ

 

UNESCO’nun ilan ettiği 2007 Mevlana Yılı, özel bir tren gezisine ilham kaynağı oldu. İstanbul’dan başlayıp, Mevlana’nın yaşadığı Karaman ve Konya’ya uzanacak üç günlük gezide, konserler, konferanslar, söyleşiler düzenlenecek. Tarihi mekanlar gezilecek, törenler izlenecek.

Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin 800. doğum yılı nedeniyle İstanbul’dan Konya’ya "Mevlana Sevgi Treni" kalkıyor. Tren, 28 Eylül cuma akşamı, Haydarpaşa Garı’ndan 160 kişi ile yola çıkacak. Üç günlük tur boyunca Mevlána’nın yaşadığı Karaman ve Konya’daki mekanlar gezilecek. Yaşamı, düşünceleri, eserleri, şiirleri, Mevlevilik tartışılacak.

Tren yolculuğu sırasında sufi müziği, "Ney, Ritim ve Ut" dinletisi, konferans ve söyleşiler gerçekleştirilecek. Karaman’da Mevlana’nın annesine ait Mader-i Mevlana Tekkesi, İbrahim Bey İmareti ve Türbesi, Karaman Kalesi, Hatuniye Medresesi, Ateşbaz Veli Türbesi gezilecek.

Daha sonra Konya’ya geçilip Mevlana konulu söyleşilere devam edilecek. Horozlu Han’da Konya Mevlana Sema Grubu, Mevlevi ritüellerini açıklayan bir gösteri yapacak. Dergahtaki semazenlerin yaşantısı, sema eğitimleri, dergahlarda yemek adabı, semazenlerin sema eğitimi öğrenim aşamaları, çivi tahtası eğitimi ve bir semazenin hocası tarafından kıyafetlerinin dualarla giydirilişi, kıyafetlerin simgesel anlamları hakkında bilgi verilecek. Türk Tasavvuf Musikisi Ekibi’nin eşliğinde 730 yıl önceki Mevlevi dergahlarında yapılan orijinal sema ayini sergilenecek.

Gezi grubu ayrıca Mevlana’nın türbesinde yapılacak anma törenine katılacak. Anma toplantısında Mevlana’nın 22. kuşak torunu Esin Çelebi ve Prof. Dr. Baha Tanman birer konuşma yapacak.

Fest Travel tarafından düzenlenen gezi kapsamında Konya’da Şems-i Tebrizi Camii ve Türbesi, İplikçi Camii, Sahip Ata Hanikáhı ve Camii, Alaaddin Camii, İnce Minareli Medrese, Karatay Medresesi gezilecek. Dönüş yolculuğunda da Mevlana konulu sohbetler yapılacak.

Hürriyet Seyahat, 09.07.2007

TÜRBE VE CAMİLER ONARIMA ALINDI

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Amasya'da bulunan bazı vakıf eserleri 2007 yılı yatırım programı içerisinde onarıma alındı.

 

Amasya'da vakıf eserlerini ve tarihi camilerin onarım çalışmaları içerisinde Şadgeldi Paşa Türbesi, Kadılar Türbesi ve Mehmet Çelebi Camii onarıma alındı. Amasya Emiri Şadgeldi Paşa'nın 1382 tarihinde ölmesinden sonra oğlu Fahrettin Ahmet Bey tarafından yaptırıldığı sanılan tarihi binanın önünde bulunan toprak yığın kaldırılırken, türbenin büyük bir kısmı gün ışığına çıkartıldı.

 

Şadgeldi Paşa Türbesi'nin karşısında bulunan ve 14. yüzyıl eseri olan Kadılar Türbesi de onarıma alınırken, Yavuz Selim Meydanı'nda bulunan Mehmet Çelebi Camii'nin de tamiratına başlandı. Şadgeldi Paşa Türbesi, Kadılar Türbesi ve Mehmet Çelebi Camii'nin onarımları için 164 bin 800 YTL harcanacağı, çalışmaların Aralık ayında biteceği öğrenildi.

Amasya Kent Haber, 09.07.2007

BU KADAR DA OLMAZ Kİ!..

 

 

Biri İstanbul surlarının dibinde Silivrikapı civarında bulunan Osmanlı’dan kalma tarihi çeşme; diğeri Fatih merkezde yer alan Romalılardan kalma Kız Taşı olarak bilinen Markianus Sütunu...Restorasyonu için milyarlar harcanan bu tarihi eserler, adeta karalama duvarına döndü. Fatih Sultan Mehmet Han’ın topçu başı olan Bala Süleyman Ağa tarafından 1463 yılında yaptırılan Bala Tekkesi Sebili’nin duvarları, spreylerle üzerine yazılar yazılarak karartıldı. Bütün güzelliği yok edilmeye çalışılan tarihi sebilin içler acısı hali görenlerin içini burkuyor. Bala Tekkesi Sebili gibi tarih düşmanlarından nasibini alan bir diğer eser de 452 yılında Bizanslılar tarafından dikilen ve mahalleye ismini veren tarihi Kız Taşı... Uzun yıllar süren restorasyonu geçtiğimiz aylarda tamamlanan tarihi Markianus Sütunu, kaidesinde bulunan figürlerden dolayı Osmanlı döneminde Kız Taşı olarak anıldı. Günümüze kadar bütün yalın görüntüsünü koruyarak gelen tarihi esere yapılan çirkin saldırılar yapanların yanlarına kar kalıyor.

Konuyla ilgili görüştüğümüz Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de ‘Her şeyin başı eğitim” diyor. Tarihi yarımadanın büyük bir kısmını oluşturan ve tamamı SİT alanı içinde olan Fatih’te sayısız Osmanlı ve Bizans eseri bulunduğunu anlatan Demir şunları söyledi: “Elbette ki bu yatırımlar, ancak insanlar ona sahip çıktığı, değer verdiği, koruduğu ölçüde anlamlı olabilir. Bin bir emekle, trilyonlarca lira kaynak aktarılarak restore edilen eserleri vandalizmden korumanın tek yolu eğitim. Diliyoruz ki başta gençlerimiz olmak üzere tüm halkımız, yapılan bu yatırımların kendilerinin geleceği için olduğunu bilirler.”

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 08.07.2007

ORTA ASYA'DAKİ TARİHİ ESERLER UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ'NDE

 

Orta Asya'daki tarihi eserler, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim, Kültür ve İletişim Kurumu Teşkilatı (UNESCO) tarafından Dünya Miras Listesi'ne dahil ediliyor.

 

Bu çerçevede Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'taki tarihi Nusay Kalesi, UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine dahil edildi.

UNESCO Dünya Miras Komitesi'nin 21. zirve toplantısında alınan karar Aşkabat'ta memnuniyetle karşılandı.

 

Aşkabat'ta bulunan UNESCO bölge temsilcisi Abdin Salih'i kabul eden Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhamedov, bu konuda memnuniyetini dile getirdi. Devlet Başkanı Berdimuhamedov, söz konusu kale ile ilgili uluslararası bir konferansın organize edilmesi için ilgili bakanlığa talimat verdiğini söyledi.

 

UNESCO daha önce de Türkmenistan'da bulunan Büyük Harzemşahlar'ın başkenti Köhneürgenç'teki tarihi kalıntıları ve Selçukluların başkenti Merv'deki eserleri bu listeye dahil etmişti.

TürkiyeTurizm.com, Fotoğraf: UNESCO, 08.07.2007

KAÇIRILAN ARKEOLOJİK HAZİNENİN BELGELERİ





“Eski eser arayıcısı Wood’un Ayasluğ’da yaptığı kazılardan 51 sandık taş, 2 sandık ve 2 tren vagonu dolusu eski eseri ülkesine naklettiği ve bunlardan hiçbirini devlete bırakmadığı, bunun gibi diğer ecnebi eser arayıcılarının da çıkardıkları eserlerden hiçbir şey alınamadığı; bundan sonra kazı yapacakların yanına bir görevli verilmesi, çıkacak eserlerden tek-çift bakılmaksızın yarısının veyahut üçte birinin, hiç olmazsa dörtte birinin müze için alınması gerektiği…”

Anadolu’daki tarihi eser kaçakçılığını 1868’de gayet acıklı bir biçimde böyle rapor etmiş Müze-i Humayun. Günümüz resmi rakamlarına göre yurtdışına kaçırılmış tarihi eserlerin sayısı 3 bin civarında. ABD ya da örneğin Avrupa’da açılan arkeolojik sergiler, yayınlanan kataloglar veya müzayedeler sırasında tekrar tekrar karşımıza çıkar bu konu; zira sergilenen en gözde parçaların biri Anadolu’dan kaçırılmıştır. Kuşkusuz bu eserleri tekrar kazanma yönünde çalışmalar da sürmekte. 22 yılda geri getirilebilen eser sayısının sadece 26 olması ise bu çalışmaların başarısı hakkında yeterince fikir veriyor sanırım.

Ayasofya Müzesi’nde açılan ve 15 Temmuz’a kadar gezilebilecek ‘Asar-ı Atika/Belgelerle Türkiye’nin Kayıp Arkeolojik Mirası’ sergisi, söz konusu kaçakçılığın nasıl bir ortamda yapıldığını dahası bazı eserlerin kaçırılmadığını, devlet eliyle verildiğini bizzat belgeleriyle gösteriyor. Evet, bu bir belge sergisi, 1857-1920 tarihleri arasında çıkarılan nizamnameleri, raporları ve izin belgelerini kapsıyor. Dönemin arkeolojiye bakış açısını yansıtırken bu alandaki gelişmeleri de kronolojik sırayla aktarıyor.

Anadolu’daki ve vaktiyle Osmanlı sınırları içinde yer alan Irak, Mısır, Suriye ve Filistin’deki arkeolojik eserler, 19. yüzyıldan itibaren yabancı arkeologların dikkatini çeker ve yüzyılın son çeyreğine kadar gerçekleştirilen kazılardan çıkarılan tarihi eserlerin neredeyse tamamı yurtdışına kaçırılır. Osmanlı’da tarihi eserlerle ilgili ilk ‘nizamname’ Müze-i Humayun’un müdürü Dr. Philip Dethier tarafından 1874’te çıkarılır. Fakat eski eserlerin korunmasına yönelik bu ‘Asar-ı Atika Nizamnamesi’nde onların yurtdışına çıkarılmasını engelleyen bir hüküm yoktur. Bu, ancak 1881 yılında, Müze-i Humayun’un Müdürlüğü'ne Osman Hamdi Bey’in getirilmesiyle mümkün olur.

 

Modern anlamda müzeciliğin ve arkeoloji bilincinin ortaya çıkmasını sağlayan, kendisini daha çok ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ resmiyle tanıdığımız Osman Hamdi Bey, başından beri arkeolojik eserlerin yurtdışına çıkarılmasına karşıdır. ‘1874 Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni 1883’te yeniden düzenleyerek Osmanlı topraklarından dışarıya tarihi eser akışını yasaklar. 1883’teki nizamname her ne kadar önemli bir adım olsa da tam anlamıyla bir çözüm sağlamaz. Her alanda krize giren Osmanlı, 2. Abdülhamid sultanlığında ittifak arayışı içindedir. Böyle bir dönemde Osman Hamdi Bey’in tüm duyarlılığına rağmen pek çok tarihi eser Sultan’ın özel izniyle yurtdışına çıkarılır. 1896 tarihli şu belge durumu gösteriyor: “Ayasluğ’da Avusturyalılarca çıkarılan eski eseler Avusturya İmparatoru'na hediye edildiğinden yurtdışına çıkarılmalarında zorluk gösterilmemesi hakkında irade.”

Burada insanın aklına “yurtdışına kaçırılan eserlerin geri gelmesi mümkün mü” sorusu geliyor tabii. Sergiyi düzenleyen Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Budak’a göre bu, muhatap ülkeler arasında gerçekleşecek özel anlaşmalarla mümkün, zira özellikle uzunca bir süre önce yurtdışına kaçırılmış arkeolojik eserlerin durumunu düzenleyen uluslararası bir anlaşma yok.

Akşam Pazar, Haber: Eyüp Tatlıpınar, 08.07.2007

FİLİN DEDESİ MASTADON BURDUR'DA YAŞAMIŞ

 

Burdur’un Kemer İlçesi’ne bağlı Elmacık Köyü yakınlarında sürdürülen kazı çalışmalarında, filin atası sayılan "mastadon" adlı hayvan fosiline ait 3 metre uzunluğunda ve yaklaşık 100 kilogram ağırlığındaki savunma dişi ile kürek kemiği bulundu.

Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç. Dr. Nurfettin Kahraman, geçen yıl da atların atası hipparion, antilop, zürafa, gergedan ve çok sayıda kuş türü bulunduğunu hatırlattı ve 6 ila 10 milyon yıl yaşında olduğu tahmin edilen mastadona ait savunma dişinin, daha önce Çin’de bulunandan yaşlı olması sebebiyle önemli olduğunu belirtti.

Hürriyet, 08.07.2007

NİĞDE'DE BİR TARİH YATIYOR

 

Nevşehir’deki peribacalarından, Kayseri’deki Karpuzbaşı şelalelerine, Niğde’de bulunan Çiftehan Kaplıcaları’ndan Kırşehir Seyfe Gölü Kuş Cenneti’ne kadar tarihi ve turistik yerler, ziyaretçilerin ilgisini bekliyor.


Kayseri’den Niğde’ye, Nevşehir’den Kırşehir’e Anadolu’nun güzellikleri… Tüf kayaların aşınmasıyla oluşan Nevşehir’deki peribacaları, büyüleyici bir güzelliğe davet ediyor. Kayseri’de Aladağlar Milli Parkı içindeki Karpuzbaşı şelaleleri, uzunlukları 20 ile 60 metre arasında değişen 7 ayrı şelaleden oluşuyor. Niğde’deki Çiftehan Kaplıcaları, orta ve dar gelirli aileler için ekonomik seçenekler sunuyor. Sonbaharda yüz binlerce ördek ve leyleğin konaklama alanı olan Kırşehir’deki “Seyfe Gölü Kuş Cenneti”, kuş gözlemcilerinin ilgisini çekiyor.
Niğde’de Aladağlar ve Bolkar Dağları’nda, dağcılık ve yürüyüş sporları açısından oldukça cazip bölgeler bulunuyor. Yılda 300 bin kişiye hizmet veren Çiftehan Kaplıcaları, orta ve dar gelirlilerin de gidebileceği ekonomik seçenekler sunuyor.

Kapadokya yöresinin en güzel ve en sağlam fresklerine sahip Gümüşler Manastırı’nda bulunan “Gülen Meryem Ana” freski, ilgi çekiyor.
Alaaddin Cami ile Hüdavend Hatun Türbesi, Selçuklu döneminden kalma kıymetli eserler arasında… Bahçeli Kasabası’ndaki Roma Havuzu, Kemerhisar’da bulunan Roma Dönemi'nden kalma su kemerleri, Niğde’de görülmeye değer tarihi yerlerden sadece birkaçı.


Niğde’de Kayardı Bağları Mesire Alanı, Fertek Fatih Parkı, Bahçeli Gezi ve Mesire Alanı, Gebere Barajı Mesire Alanı, Gümüşler Barajı Mesire Alanı, Keten Çimen Mesire Alanı, Demirkazık Gezi ve Mesire Alanı ve Darboğaz-Meydan Gezi ve Mesire Alanları gibi çok sayıda günübirlik gidilebilen yer, ziyaretçilerini bekliyor. Eski Niğde şehrinin bulunduğu tepeyi çevreleyen üç surla çevrili kale ise şehrin adeta sembolü olarak meraklılarını selamlıyor.

Yeni Yıldız, 08.07.2007

TARİHİ BİNALAR KORUMA ALTINA ALINDI

 

Manisa'nın Salihli İlçesi'nde, tarihi binalar koruma altına alındı.

 

Aralarında Kaymakamlık, Sol ve Sağ Sahil Sulama birlikleri, Altınordu İlköğretim Okulu, Devlet Demir Yolları binaları ve bir kapının da bulunduğu 18 tarihi bina tescillendi.

 

İzmir 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun tespit ettiği yapılar, Belediye Meclisi'nin kararıyla tescil altına alındı.

Zaman, Fotoğraf: Salihli Belediyesi, 07.07.2007



Salihli Tren İstasyonu

TARİHİ CAMİLERDEN MÜZELERE KALDIRILAN UŞAK HALILARI YENİDEN HAYAT BULACAK

 

Çalınmaması için camilerden müzelere taşınan tarihi Uşak halıları yeniden üretilmeye başlandı. Palmet Halı Yönetim Kurulu Başkanı Esma Kıvrak, ilk etapta Uşaklı bir koleksiyonerin elinde bulunan 150 yıllık seccadenin aynısını dokudu. Kıvrak, Süleymaniye, Selimiye ve Fatih camilerinden müzeye kaldırılan Uşak halılarının imitasyonlarını da yapmak istiyor.

 

Avrupa'da uzunca bir süre prestij eşyası olarak kabul gören Uşak halısının bu popülerliği 1. Dünya Savaşı yıllarına kadar devam etmiş. 1. Dünya Savaşı ve sonrasındaki Kurtuluş Savaşı döneminde Avrupa ile olan ticaretin azalması sebebiyle Uşak halısının Avrupa'da pazarlanma dönemi sona ermiş. Avrupa'daki birçok saray ve şato yanında Osmanlı İmparatorluğu'nun birçok önemli mekanı da Uşak halılarıyla döşenmiş. Süleymaniye, Selimiye, Fatih ve Sultanahmet camileriyle birçok türbeye Uşak halıları alınmış. Çok kıymetli olan bu halı ve seccadeler, hırsızlardan uzak tutulmak amacıyla zamanla camiler yerine müzelerde sergilenmeye başlanmış. Birçok camiyi süsleyen halı ve seccadeler şu anda yoğunluklu olarak İstanbul'daki Türk İslam Eserleri Müzesi'nde sergileniyor. Tarihi camilerdeki Uşak seccadelerinin yerini şu anda makine seccadeleri almış durumda.

 

Uşak merkezli Palmet Halı, bu gidişata dur demek ve Uşak halısını eski günlerine döndürmek için yoğun gayret gösteriyor. Firma, 1997 yılından bu yana birçok tarihi halıyı müzelerden şehir yaşamına soktu. Kısa sürede yurtdışından da talep görmeye başladı. Esma Kıvrak, şu sıralarda tarihi camilerle ilgili bir çalışmaya odaklandı. Kıvrak, ilk etapta Süleymaniye, Selimiye ve Fatih camilerine konulacak orijinal Uşak seccadeleri için desen çalışmalarını tamamlamış durumda. Piyale Paşa Camisi, 2. Selim türbesi, Şeyh Baba Yusuf türbesi, Alaaddin Keykubat türbesi, Mihrimah Sultan Camii ve Sinan Ağa Camii için tarihi seccadelerin imitasyonlarını bir sonraki aşamada elle dokutacak olan Kıvrak, projesinin hız kazanması için cami dernek yönetimleri ve işadamlarından destek bekliyor. Bu konuda herkesin üzerine düşeni yapmasını isteyen Kıvrak, "Uşak halısı, sadece bir yöre halısı olmaktan da öte milletimizin Osmanlı döneminde ortaya koyduğu abidevi bir prestij ürünüdür. Britanya'nın İskoç battaniyeleri, Fransızların goblenleri ve savoneree halıları milli bir marka olarak sürdürülüyor. Firma olarak, bunlardan daha görkemli olan Uşak halısını dünyada Türk kültürünün evrensel markası yapmaya kararlıyız." dedi.

 

Uşak halıları İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Vakıf Halı Müzesi, Konya Mevlana Müzesi, Londra Victorio ve Albert müzeleri, New York Metropolitan Sanat Müzesi, National Galery of Art, Budapeşte El Sanatları Müzesi, Berlin İslami Sanatlar Müzesi, Metropolitan Müzesi ve Louvre Müzesi'nde sergileniyor.

Zaman, Haber: Melik Evren, 07.07.2007

AYIPLARIMIZ

 

1. Efes'te Artemision çevresi “sahra helası” gibi!.. Dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis Tapınağı kalıntılarının bulunduğu ve hergün yüzlerce turistin ziyaret ettiği “İngiliz Çukuru” girişindeki sağlı sollu ağaçlıklar “açıkhava tuvaleti” görünümündedir. 14. yüzyıldan kalma Aydınoğulları eseri “3 No.lu türbe” ile girişin solundaki aynı döneme ait daha küçük eski yapının çevresi insan pislikleriyle doludur. Ve burası, kazı yeri şantiyesine 30, Jandarma Merkezi’ne elli metre mesafededir…




21.06.2007


2. BU ESERLERDEN HANGİ KURUM SORUMLU?.. Kültür Bakanlığı mı, Vakıflar Genel Müdürlüğü mü?.. Selçuk, 2 No.lu Türbe



04.07.2007



4. Selçuk İsabey Camii ile St.Jean Kilisesi arasındaki park, yüzler karası bir durumdadır. İki dine de saygısı olmayan insanlık dışı yaratıkların açıkhava meyhanesidir burası. Ne yazık ki bu hale “yeter!” diyecek yetkili de yoktur!..




 

12.07.2007

Selçuk Bölge Haberleri, Haber ve Fotoğraflar: Hasan Ali Göksoy





1 - 7 Temmuz 2007

İŞTE DÜNYANIN YENİ 7 HARİKASI

 

Ürdün'deki Petra Antik Kenti, Çin Seddi, Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli, Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti, Meksika'daki Chichen Itza Piramidi, İtalya'nın Roma kentindeki Kolezyum ve Hindistan'daki Taç Mahal anıt mezarı olarak açıklandı. 21 yapıtın yer aldığı finalistler arasında bulunan Ayasofya, yeni 7 harika arasına giremedi.

Dünyanın 7 harikasının açıklandığı törene ABD'li sinema sanatçısı Hillary Swank, Hintli sinema sanatçısı Bipasha, Basu ve İngiliz sinema sanatçısı Ben Kingsley katılırken, ünlü ABD'li şarkıcı Jennifer Lopez ve ünlü opera sanatçısı Jose Carreras, seslendirdikleri parçalarla törene renk kattı.

Dünyanın 7 harikası, başkanlığını İsviçreli Bernard Weber'in yaptığı merkezi İsviçre'de bulunan New7Wonders Vakfı tarafından, 100 milyondan fazla kişinin internetten veya cep telefonu mesajlarıyla 6 yıl içinde new7wonders.com internet sitesine verdikleri oylarla belirlendi.

 

Merkezi Paris'te bulunan BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), dünyanın yeni 7 harikasını belirlemek amacıyla yapılan oylamayı, yalnızca oylamaya katılanların düşüncesini yansıttığı gerekçesiyle desteklemediğini açıklarken, New7Wonders Vakfı Başkanı Weber, oylama sonucu elde ettikleri gelirin yüzde 50'sinin tüm dünyadaki eserlerin restorasyonu amacıyla harcanacağını belirtti. Restorasyonu yapılacak eserler arasında, Afganistan'da 2000 yılında Taliban tarafından havaya uçurulan dev Bamiyan Buda heykeli de bulunuyor.




Petra (MÖ 9–MS 40) Petra, Ürdün

Arab Çölünün bir ucunda bulunan Petra, Kral IV. Aretas’ın (MÖ 9 - MS 40) imparatorluğu Nabataean’ın muhteşem başkenti idi. Su teknolojisi konusunda uzman olan Nabateanslılar şehirlerini büyük su kanalları ve su hazneleriyle donatmışlardır. Greko-Roman örneklerine uygun olarak tasarlanmış bir amfiteatr 4000 kişiyi ağırlayacak kapasitededir. Bugün Petra’nın Mezar Sarayı, 42 metrelik Helen sitili El-Deir Manastırının tapınak duvarıyla Orta Doğu kültürünün göz kamaştıran bir örneğidir.





Çin Seddi (MÖ 220 ve MS 1368-1644) Çin

Büyük Çin Seddi mevcut surları birleştirilmiş bir savunma sistemi şeklinde birbirine bağlamak ve Çin’i Moğol saldırılarından korumaya için yapılmıştır. İnsan eliyle bugüne dek yapılmış en büyük ve uzaydan görülebilen tek abidedir. Bu anıtın yapımında binlerce kişi hayatını kaybetmiş olmalıdır.





Kurtarıcı İsa Heykeli (1931) Rio de Janeiro, Brezilya

Bu İsa heykeli 38 metre yüksekliğindedir ve Rio de Janeiro şehrine tepeden bakan Corcovado Tepesinin üzerine yerleştirilmiştir. Brezilyalı Heito da Silva Costa tarafından tasarlanan ve Fransız heykeltıraş Paul Landowski tarafından gerçekleştirilen bu anıt dünyanın en çok tanınan anıtlarından biridir. Heykelin yapımı beş yıl sürmüştür ve Ekim 1931’de açılışı yapılmıştır. Ziyaretçileri kollarını açarak karşılayan heykel şehrin ve Brezilya halkının sıcaklığının sembolü haline gelmiştir.





Machu Picchu (1460-1470) Machu Picchu, Peru

Inka İmparatoru Pachacutec 15. yüzyılda Manchu Picchu (Eski Dağ) olarak bilinen dağda bulutlar içinde bir şehir inşa ettirmiştir. Bu muhteşem yerleşim merkezi And platosundan başlayarak balta girmemiş Amazon ormanlarının Urubamba Nehrine kadar uzanmaktadır. İnkalar tarafından çiçek hastalığı salgınından dolayı terkedilmiştir. İspanyolların İnka İmparatorluğunu ele geçirmelerinden sonra şehir üç yüz yıl boyunca “kayıp” olarak kalmış ve 1911 yılında Hiram Bingham tarafından tekrar bulunmuştur.





Chichen Itza piramidi (MÖ 800 öncesi) Yucatan Yarımadası, Meksika

Chichen Itza, Maya medeniyetinin ekonomik ve politik merkezi olarak hizmet vermiş en meşhur Maya tapınak sitesidir. Değişik yapıları –Kukulkan piramidi, Chac Mol Tapınağı, Bin Kolonlar Geçidi, Tutukluların Oyun Sahası – bugün dahi harikulade bir mimari alan ve mekân düzenleme göstergesi olarak kendini göstermektedir. Piramidin kendisi Maya tapınaklarının en sonuncusu hiç şüphesiz en büyüğüdür.





Roma Coliseum’u (MS 70-82) Roma, İtalya

Roma şehrinin merkezinde bulunan bu muhteşem amfiteatr başarılı lejyonerlerin ve Roma İmparatorluğunun onuruna inşa edilmiştir. Dizayn tasarımı bugün dahi geçerli olan bir anıttır ve yapılışından 2000 yıl sonra modern stadyumlar Coliseum’un orijinal tasarımından etkilenmektedirler. Bugün, filmler ve tarih kitapları vasıtasıyla bu arenada seyircilerin beğenisine sunulan acımasız dövüşler ve oyunlar hakkında daha fazla bilgi sahibiyiz.





Tac Mahal (MS 1630) Agra, Hindistan

Bu çok büyük anıt cami beşinci Müslüman Moğol İmparatoru, Jahan Şahın emir üzerine, vefat eden çok sevdiği karısının hatırasına ve onuruna inşa edilmiştir. Beyaz mermerden yapılan saray duvarlarla çevrili bahçelerin içinde yer almaktadır. Tac Mahal Hindistan’da Müslüman sanatının en mükemmel bir mücevheri olarak kabul edilmektedir. Daha sonra İmparatorun burada hapsedildiği ve Tac Mahal’i koğuşunun sadece küçük bir penceresinden gördüğü söylenmektedir.

Hürriyet, 08.07.2007


ILISU, HASANKEYF'TEN NE HABER?


ÇEVRECİ KORKUSUYLA BANKAYI GİZLİYORLAR





Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında yapılması planlanan barajlar içinde en büyüğü olan ve tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakacağı gerekçesiyle eleştirilen Ilısu Barajı, geçen ay ortasında ortaya çıkan kredi sorununu atlattı. Projeye kredi sağlayan İsviçre bankası Zurich Kanton Bank (ZKB) çevrecilerin baskısına dayanamayıp geri çekilince durma noktasına gelen baraj inşaatı, kısa sürede bir Alman bankasının devreye girmesiyle start aldı. Konsorsiyumun lideri Nurol İnşaat yetkilileri birkaç gün içinde baraj gövdesinin inşaatına başlanacağını söyledi.

Yaşanan süreci SABAH'a değerlendiren Nurol İnşaat'ın Ilısu Barajı Proje Koordinatörü Yunus Bayraktar, "Nedenini tam olarak bilemiyoruz ama 14 Haziran günü ZKB projeden çekildi. 15 Haziran günü sırada bekleyen 10 bankayla görüşmeye başladık. Bir Alman bankası devreye girdi ve sorun çözüldü" dedi. İsviçre bankasının yerine projeye kredi vermeyi kabul eden Alman bankasının ismini çevreciler baskı yapar diye açıklamak istemeyen Bayraktar, "3-4 gün içinde işi başlatıyoruz" dedi. Çalışmalar başlayınca, projeye destek veren tüm bankaların ismi de açıklanacak. Ilısu projesi 2001 yılında da gündeme gelmiş ve İngiliz Balfour Beatty'nin önderliğindeki firmaların kredi garantisi alamaması nedeniyle iptal olmuştu. Ilısu projesinin eski halinin çevre ve kültürel varlıkların korunması için yeterli olmadığını itiraf eden Yunus Bayraktar, yeni projenin ise AB ve Dünya Bankası'nın kriterlerine uygun olduğunu savundu.

Bayraktar şöyle devam etti: "2001'de proje krize girdiğinde ortada AB ve Dünya Bankası kriterlerinde gerçek anlamda bir ÇED Raporu, Kültürel Varlıklar Raporu ve Yeniden Yerleşim Raporu yoktu. Şimdi bu kadar önemli çevresel sorunların halledildiği ve bu yüzden de dünyanın en gelişmiş 3 ülkesinden kredi garantisi alabilen bir proje yaptık. İtiraf için söylüyorum, 2001 yılında bu muhteşem projeler yoktu."

 

Konsorsiyuma kültürel varlıkların korunması için 25 milyon Euro ayrıldı. Şirket yetkilileri, koruma ve kurtarma işlerinde 20'ye yakın yerli ve yabancı uzmanın proje yürütme kurulunda çalışacağını ve sular altında kalmayan bölümlerindeki yapıların da güçlendirileceğini söylüyor. Projeye itiraz eden çevre kuruluşlarından biri olan Doğa Derneği'nden Nuri Özbağdatlıoğlu ise projenin ulusal standartlara uymadığını savunarak "İsviçre Bankası çekildiyse bir nedeni vardır" diyor.

 

Hasankeyf'i sular altında bırakacak olan Ilısu projesi, ilk olarak 2001'de gündeme gelmiş ve İngiliz Balfour Beatty'nin önderliğindeki firmalar barajın yapımını üstlenmişti. Ancak Londra'daki çevreci ve Kürt grupların ortak çalışmaları sonunda dönemin Başbakanı Tony Blair, projeye verdiği kredi garantisini geri çekince inşaat başlamamıştı. Daha sonra yeniden ihaleye çıkan projeyi Nurol İnşaat öncülüğündeki bir konsorsiyum üstlendi ve Almanya, Avusturya ile İsviçre hükümetlerinden kredi garantisi sağlandı. Geçen yıl Başbakan Erdoğan'ın temelini attığı barajın toplam 1.2 milyar Euro'luk finansmanının tümü dış kaynaklarca sağlanıyor. 7 yıl sürecek inşaatın yaklaşık 50 bin kişiyi evinden edeceği belirtiliyor.

Sabah, Haber. Özgür Gürbüz, 02.07.2007


*****


ILISU BARAJI ALTINDA KALACAK ESERLERİN KURTARILMASI İÇİN 9 EKİP İZİN ALDI

 

Diyarbakır'ın Bismil İlçesi'nde Ilısu Baraj Gölü altında kalacak yerlerdeki kazı çalışmaları için 4'ü yabancı 9 ekip izin aldı.

 

Kültür ve Turizm Müdürü Songül Göksü, yaptığı açıklamada, Ilısu Baraj Gölü altında kalacak eserlerin kurtarılması için 7 yıl önce başlayan kazı çalışmalarının bu yıl da süreceğini bildirdi. İlçede geçen yıl kazı çalışması yürüten 4'ü yabancı 9 ekibin aynı yerlerdeki kazılarını sürdürmek için onay aldığını ifade eden Göksu, şöyle dedi:

 

''Prof. Dr. Vecihi Özkaya ekibiyle Körtiktepe'de, Yrd. Doç. Dr. Eyüp Ay ekibiyle Müslümantepe'de bugün çalışmalarına başladılar. Doç. Dr. Halil Tekin ekibiyle Hakemi Use'de, Doç. Dr. Tuba Ökse ekibiyle Yukarısalat'ta, Doç. Dr. Gülriz Kozbe ekibiyle Kavuşantepe'de çalışmak için onay aldı.  

Yabancılardan ABD'li Bradley Parker Kenantepe'de, İtalyan Nicola Laineri Hırbimerdan'da, ABD'li Timothy Mathney Ziyarettepe'de ve Japon Yutaka Miyake ise ekibiyle Aşağısalat'taki kazılarına önümüzdeki günlerde başlayacaklar.''

 

Göksu, bu yıl Çayönü'ndeki Hilar Mağaraları'nın turizme açılmasına yönelik olarak Diyarbakır Arkeoloji Müzesi'nce özel idareden sağlanan ödenekle temizlik çalışması başlatıldığını da sözlerine ekledi.

       

Ilısu Barajı inşaatının başlaması durumunda Hasankeyf'in yanı sıra su altında kalacak Diyarbakır'ın Bismil ilçesindeki bazı höyüklerde tarihi kültür varlıklarının kurtarılması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Devlet Su İşleri (DSİ) arasında protokol imzalanarak, 2000 yılında kazılara başlanmıştı.

Turizm Gazetesi, 03.07.2007


*****


HASANKEYF'İN 'ÖLÜM MUTABAKATI' AÇIKLANDI

 

Batman'ın tarihi Hasankeyf İlçesi'nin yüzde 80'ini sular altında bırakacak olan ve uluslararası alanda tartışılan Ilısu Barajı'na kredi veren Avusturya, Almanya ve İsviçre'deki üç kredi kuruluşu, kredinin koşullarını 175 sayfalık mutabakat zaptıyla garanti altına aldı.


Kredi kuruluşlarının koşulları arasında, kültürel varlıklarla ilgili işlerde çalışan işçilerin en az yarısının barajdan etkilinen kişilerden oluşması, su altında kalan köy ve evlerde yaşayanların geçmişlerini unutmaması için fotoğraflar çekilmesi, mülkiyet adaletsizliğinin giderilmesi ve herkese eşit arazi verilmesi, kıyıdaş ülke olan Irak ve Suriye elçiliklerinin bilgilendirilmesi yer alıyor.

Baraja kredi verecek olan Avusturya'dan Oestterreichische Kontrollbank, Almanya'dan Euler Hermes, İsviçre'den Exportrisikogarantie adlı kuruluşları ile DSİ Genel Müdürlüğü arasında 6 Ekim 2006'da imzalanan nihai değerlendirme toplantısı mutabakat zaptının Türkçesi, baraja karşı çıkan sivil toplum örgütlerinin ısrarları sonucu, bu kuruluşlarının internet sitelerinde yayımlandı.
 

DSİ Genel Müdürlüğü Barajlar Dairesi Ekip lideri Ali Haydar Şahin ile DSİ Genel Müdür Yardımcısı Haydar Kocaker'in imzaladığı 175 sayfalık mutabakat metninde Kültürel Varlıklar Komitesi'nin Hasankeyf'teki tarihi yapıların başka yere taşınması ve Dicle havzasındaki, bilinen veya bilinmeyen, ilgili bulgular üzerinde arkeolojik çalışma yapmaktan sorumlu olduğu belirtildi.


Kültürel Varlıklar alt komitesinde, iki uluslararası kabul görmüş bağımsız bilirkişi, iki bağımsız milli bilirkişi, bir Kültür ve Müzeler Genel Müdürlüğü Temsilcisi, Kültür ve Müzeler Genel Müdürlüğü uzmanları ve temsilcilerinin yanı sıra çağdaş tarih, tarih öncesi, yontma taş devri arkeolojisinde mastır yapmış bilirkişiler, bir makine mühendisi, bir mimar veya bir mimari tarihçinin yer alması isteniyor.

Milliyet, Haber: Ferit Aslan, Radikal, 07.07.2007


*****


"HASANKEYF'DE HERŞEY BİTMİŞ DEĞİL"

Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Baraj Projesi, 1 milyar 200 milyon avroluk kredinin tekrar bulunmasıyla yine gündemde. Barajın yapılacağı yörede, dört köyün istimlak çalışmaları neredeyse bitti. Raman Dağı eteklerindeki 'yeni Hasankeyf'in inşaatı başladı. Batman'a 35 kilometre uzaklıktaki ilçe merkezinde, baraj inşaatının bugün yarın başlayacağı konuşuluyor.

Tarihi 12 bin yıl öncesine dayanan, Sümerler, Asurlar, Eyyubiler, Romalılar da dahil onlarca medeniyete ev sahipliği yapan Hasankeyf'in korunmasını isteyenlerse öfkeli: "Bu iş oldubitti demeye getiriyorlar. Ama Hasankeyf için henüz her şey bitmiş değil."


GAP kapsamında planlanan Ilısu Barajı ve hidroelektrik santralı, Hasankeyf'in tarihi önemi nedeniyle uluslararası kamuoyunda da tartışma yaratmış, kredi veren yabancı kaynaklardan biri çekilince inşaat askıda kalmıştı.

Ancak Ilısu Konsorsiyumu'nu oluşturan Avusturya, Almanya ve İsviçreli firmaların 1 milyar 200 milyon avroluk krediyi buldukları yolundaki haberlerle durum yeniden değişti. Ardından kredi şartlarıyla ilgili 175 safyalık bir 'mutabakat zaptı' ortaya çıktı.


Sular altında kalacak evlerin, o evlerde yaşayanların 'bellek kaybı' yaşanmaması için tek tek fotoğraflanmasından, Hasankeyf'teki kazılarda yöre halkının çalıştırılmasına kadar pek çok maddesi bulunan 'mutabakat'ın şartlarından biri de 'Hasankeyf'teki tarihi eserlerin taşınarak korunması'ydı.

 

"Hasankeyf bir olgu, bir tarih, bir kültür" diyen Doğa Derneği Yerel Teşkilatlanma Koordinatörü Nuri Özbağdatlı'ya göre finansörlerin kredi verme şartı olarak öne sürdüğü bu maddenin karşılanmasına imkân yok. Çünkü, bölgedeki eserler toprak ve tuğladan. Dokunursan dağılacak bu eserleri taş eserler gibi kesip biçip taşımak olanaksız.

Ilısu Barajı inşaatının 'güya' geçen yıl 5 Ağustos'ta bizzat Başbakan Erdoğan'ın katıldığı bir törenle başladığını hatırlatan Özbağdatlı tepkili: "Bu iş artık bitti deniliyor. Böyle bir şey yok. Geçen yıl 5 Ağustos'ta da sadece balon uçurulmuştu. Daha önce kredi sağlayacağını açıklayan İsviçre bankasının neden çekildiği belli değil. Neden çekildiği net olarak bilinirse bu diğer kredi sağlayacağını açıklayan bankalar için de bağlayıcı olabilir."


Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi Koordinatörü Diren Özkan'sa baraj inşaatı konusunda daha 'kötümser' ama aynı zamanda daha 'kararlı'. Birkaç güne kadar baraj inşaatının başlayacağı bilgisini edindiklerini söyleyen Özkan, "Baraj inşaatının yapılacağı köylerde kamulaştırma çalışmaları başladı" dedi, "Mücadelemiz her zaman devam edecek. İmza mektupları hazırladık. Halkın imzaladığı mektupları kredi sağlayan ülkelerin büyükelçiliklerine göndereceğiz. Halkın içinden seçilen temsilciler de büyükelçiliklere iltica talebinde bulunacak. Amaç, 'Siz bizim tarihi yerlerimizin yok edilmesi için kredi sağlıyorsunuz, biz de sizin tarihi bölgelerinize yerleşmek istiyoruz' demek. Ağustos ayında bu başvurularımızı yapacağız."

Bölgede bunlar konuşuluyor, ama bir yandan da hazırlıklar sürüyor. Hasankeyf'i Yaşatma Derneği Başkanı, 'Çoban Ahmet' lakaplı Ahmet Akdeniz, barajın gövdesinin ve şantiyenin kurulacağı dört köyün (Ilısu, Ömerli, Karabayır ve Temelli) kamulaştırma çalışmalarının tamamlandığını anlattı:
"Susuz tarımın yapıldığı topraklar dönümü ortalama 3 bin YTL'den satın alındı. Sulu tarım yapılan yerlerde DSİ ile köylüler mahkemelik. Toprağını satan köylü kimseyle konuşmuyor. Hasankeyf'in taşınacağı Raman Dağları'nın eteklerinde mahalleler belirleniyor."

Hasankeyf'le ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki (AİHM) davaya müdahil olan Atlas Dergisi Genel Yönetmeni Özcan Yüksek'e göre Ilısu Barajı, DSİ'nin bir damla su veremeyen barajlarından biri olabilir: "Baraj tamamlansa bile barajı açamazlar. Kamuoyu bilinciyle alakalı bir durum. DSİ bir damla su akmayan barajlar yaptı. 'Konya'da Eşmekaya Barajı neden durdu' diye sormak gerekiyor. Hasankeyf'in sular altında kalması tarihi ve doğal bir felaketle sonuçlanır" (Çevrecilerin tüm itirazlarına rağmen Konya'daki doğal Eşmekaya sazlıklarının üzerine kurulmaya çalışılan baraj, trilyonlar harcandıktan sonra, sulak alan kuruduğu için öylece bırakıldı).

Hasankeyf'le ilgili tartışmalara Sezen Aksu da resmi sitesinde yayımladığı yazıyla katıldı. Herkesi Hasankeyf konusunda duyarlı davranmaya çağıran Aksu yazısında şöyle dedi: "Hepimizin kökleri yatıyor Hasankeyf'te. İnsan olmanın ayrıcalığı var ise eğer, bu ayrıcalığın hakkını vereceğimiz zaman, bu zaman. Bunun farkına varmış toplumların temsilcileri, Hasankeyf katliamında rol almamak için çoktan geri çekildiler; çevre birliklerinin ve kendi kamuoylarının duyarlılığına seyirci kalmadılar. Bu insanlık suçuna dahil olmayalım lütfen."

Radikal, 08.07.2007


DİNLERİN MERKEZİ TARSUS, İNANÇ TURİZMİ İLE DÜNYAYA AÇILIYOR

Mersin Valisi Hüseyin Aksoy, “Tarsus inanç turizmi açısından önemli bir yere sahip. Burada değerli çalışmalar yapılmış fakat yeterli değil. Tarsus’un inanç turizminden hak ettiğini alması için ne yapılması gerekiyorsa yapacağız. Buraları dünya turizmine kazandırmalıyız.” dedi.

 

Mersin Valisi Hüseyin Aksoy, Kaymakam Abdülhamit Erguvan ve Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz ile birlikte St. Paul Kuyusu ve tarihi Tarsus evlerinde yaptığı incelemede bu eserlerin mutlaka turizme kazandırılması gerektiğini söyledi.

 

Tarihi evlerin restorasyonunu yapan firmanın temsilcisinden bilgi alan Aksoy “Tarsus inanç turizmi açısından önemli bir yere sahip. Burada değerli çalışmalar yapılmış fakat yeterli değil.  Kaymakamımız ve Belediye Başkanımız ile yerinde bir inceleme yaptık. Gördüğüm kadarıyla çalışmaların mutlaka hızlandırılması gerekiyor. Belediyenin de projelerine destek vereceğiz. Restorasyon çalışmaları eksik kalan evler tamamlanacak. Tarsus’un inanç turizminden hak ettiğini alması için ne yapılması gerekiyorsa yapacağız. Buraları dünya turizmine kazandırmalıyız.” dedi.

TürkiyeTurizm.com, 07.07.2007

ZEUGMA ARKEOPARK OLUYOR

 

 

Zeugma Antik Kenti'nde bu yıl gerçekleştirilecek bilimsel kazı ve çalışmalara önümüzdeki hafta içinde başlanacağı bildirildi. Kazı Başkanı Doç. Dr. Kutalmış Görkay, antik kentte bu yıl yapmayı planladıkları bilimsel çalışmaları 25 kişilik bir ekiple yapacaklarını söyledi. Zeugma'yı arkeopark yaparak bölge ve ülke turizmine önemli katkı sağlayan bir turizm merkezi haline getirmeyi amaçladıklarını belirten Görkay, ''Ancak, her zaman belirttiğimiz gibi önceliğimiz Zeugma'nın en iyi biçimde korunmasını sağlamak olacak'' dedi. Antik kentte bu yıl yürütecekleri çalışmaya İsviçre'deki Mavors Enstitüsü'nden 2 bilim adamının da katılacağını ifade eden Görkay, şunları anlattı: ''Arkeopark yapmayı amaçladığımız Zeugma Antik Kentinde, bu yıl 25 kişilik ekiple ekim ayına kadar çalışacağız. Antik kentte 4 ayrı bilimsel çalışma gerçekleştireceğiz. Gün ışığına çıkan villaların korunması amacıyla üzerlerinin çatıyla örtülmesi için yürüttüğümüz çalışmayı devam ettireceğiz. Önceki yıllarda yaptığımız kazılarda ulaştığımız bazı kamu yapılarını bütünüyle ortaya çıkarmak için kazı yapacağız. Kazılarda gün ışığına çıkan eserlerin konservasyonu ve restorasyonuna ilişkin çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Ayrıca, Zeugma'nın yerleşim alanında jeofizik ve yüzey araştırmaları da yapacağız.''. Görkay, Zeugma'daki kazı ve bilimsel çalışmalara Bakanlar Kurulu Kararı çerçevesinde 2005 yılında başladıklarını anımsattı. Gaziantep'in Nizip İlçesi'nde Birecik Barajı Gölü kıyısında bulunan Zeugma'nın hala büyük bölümünün yerin altında olduğunu vurgulayan Görkay, antik kentin bir bütün olarak gün ışığına çıkarılması, koruma kaygısı ön planda düşünülerek arkeopark haline getirilmesinin uzun yıllar alacak bir çalışma olduğuna dikkati çekti.

Gaziantep Hakimiyet, 07.07.2007

PARİS'TE SAHAFLARDA BULUNAN BİR BELGE 90 YILLIK YELKEN YARIŞINA HAYAT VERDİ





İstanbul Boğazı, 90 yıl önce 10 teknenin katılımıyla gerçekleştirilen tarihî yelken yarışına bir kez daha ev sahipliği yaptı. İşin ilginç yanı, 1917'deki yelken yarışının belgeleri, tesadüf eseri Paris'te ortaya çıktı. Belge, savaş ortasında İstanbul'da yelken yarışları yapıldığını göstermesi bakımından ilginç.

 

19. yüzyıldan bu yana birçok yarışa sahne olan Marmara Denizi Anadolu Sahili, bu yıl ilk defa düzenlenen ‘UBS Cup İstanbul Nostalji 1917&Kabotaj Kupası Yat Yarışları'na sahne oldu. 1800'lü yıllarda yelken sporu genellikle Büyükada, Moda ve Yeşilköy'de oturan Levanten aileler tarafından yapılıyordu. 1910'lara gelindiğinde Türk sporcuları da bu spora ilgi duymaya ve yarışlara katılmaya başladı. 1917'de 10-12 yatın iştirakiyle ilk büyük organizasyonlu yarış düzenlendi. Günümüze kadar yarışlar bir daha tekrarlanmazken, Fransa'da eski bir kitapçıda ortaya çıkan Osmanlıca yazılmış yarış rotasına benzer bir kitapçık, yelken yarışlarıyla ilgili yeni bir sayfa açılmasını sağladı.

 

İstanbul Yelken Kulübü'nün komodoru Dr. Seyhun Binzet, Paris'te sahafları gezerken bulduğu Osmanlıca yazılı kart ve belgeleri, çevirisinin yapılması için Donanma Komutanı Oramiral Metin Ataç'a getirdi. Ataç da yazılı belgeleri önce Latin harflerine daha sonra da günümüz Türkçesine kazandırdı. Binzet de, Türkçe belgeleri İngilizceye çevirerek arşivin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Binzet ayrıca, tarihi belgeleri 47 sayfalık bir kitapçıkta topladı.

 

Zamanın denizcilik bakanlığı tarafından hazırlanan kitapçığa göre ilk yarış, 24 Ağustos 1917 Cuma günü Bahriye Nazırı Vekili Enver Paşa başkanlığında gerçekleştirildi. Yarışlardan elde edilen tüm gelir de Osmanlı Donanma Cemiyeti ile Tersane-i Amire Amelesi Sosyal Güvenlik Sandığı'na verildi. Yarış Komitesi; Yarbay Mahmud Bey (Liman Reisi), Yarbay Remzi Bey (Komodor), Ziya Bey (Donanma Cemiyeti Genel Müdürü), Şükrü Bey (Donanma Cemiyeti Azası) ve Kıdemli Yüzbaşı Ferit Efendi'den (Çarkçı Bahriye Mektebi Müdürü) oluştu. Hakem heyetinde de Albay Enver Bey (Donanma Kurbay Başkanı), Yarbay Hamdi Bey (Üçüncü Daire Reisi), Binbaşı Lorey Bey (Filotilla Komodoru), Binbaşı Fuad Bey (İclaliye Süvarisi), Binbaşı Cevad Bey (Güverte Bahriye Mektebi Müdürü) ve Yüzbaşı Faik Efendi (Bahriye Mektebi'nde memur) yer aldı.

Yarışlar; özel mevkilerde yemek dahil en az 5 liradan seyredildi. Diğer mevkilerde de Şirket-i Hayriye ve Seyr-i Sefain özel vapurları 40, Mektep arkasındaki sette kadın ve erkeklere ait yerler 20, Mektep önündeki dalkıran civarı ve set arkasındaki manastır civarı 5, sandal ve kayıklar 20, Pazar kayıkları 40, istimbot ve kotralar 300, römorkörler de 1.000 liradan ücretlendirildi. Yarış günü saat 07.00'de Sarıyer'den hareket eden Şirket-i Hayriyye'nin 68 numaralı vapuru, Beykoz, Yeniköy, Boyacıköyü, Kanlıca, Rumeli Hisarı, Anadolu Hisarı, Arnavutköy, Beylerbeyi, Beşiktaş ve Üsküdar'a uğrayarak Heybeli'deki yarış mekanına ulaştı. Aynı şekilde Seyr-i Sefain İdaresi'nin Burgaz Vapuru da saat 08.00'de Köprü'den hareket ederek Haydarpaşa, Kadıköy, Caddebostanı, Maltepe ve Büyükada'ya uğrayarak yarış rotasını izledi.

 

90 yıl önce düzenlenen yarış belgelerinin bulunması, Binzet ve arkadaşlarını çok heyecanlandırmış. Yarışı yeniden canlandırıp yelken yarışının çok eskilere dayanan tarihçesi olduğunu göstermek amacıyla harekete geçen Binzet ve ekibi, organizasyon için yoğun bir çalışma içine girmiş. Büyük bir özveride bulunarak geceli gündüzlü çalışmanın sonunda, donanmanın verdiği desteğin yanı sıra UBS Bankası, Swiss Airlines, Swiss Otel, Peri Yatçılık ve Audemar Piguet saatlerinin katkılarıyla büyük bir rüya gerçeğe dönüşmüş.

 

Yıllar sonra aynı rotaya ve kurallara sadık kalınarak geçen pazar 65 teknenin katılımıyla gerçekleştirilen UBS Cup Nostalji Yelken Yarışı'nın ilk şampiyonu Orient Ekspres V oldu. İkinciliği Oğuzhan Too kazanırken, Provezza teknesi üçüncü oldu. Dereceye girenlere, ‘kristal yarış resmi' hediye edildi. Ayrıca, organizasyonun daha geniş kitlelere hitap etmesi amacıyla ‘destek sınıfında' da yarış organize edildi. 11 teknenin katıldığı bu yarışlarda İstanbul Yelken Kulübü'nün 'Birgen' adlı teknesi birinci oldu. Heybeliada'dan başlayan yarış, Kalamış Koyu'na doğru devam ederek Deniz Lisesi Komutanlığı önünde sona erdi.

 

Geçen hafta sonu gerçekleştirilen yarışlarla ilgili, "Sınıflar, kurallar değişti; ama rotaya mümkün olduğu kadar sadık kaldık." diyen Binzet, dünya harbinin en acımasız yıllarında İstanbul halkına moral vermek için büyük fedakarlıklarla gerçekleştirilen yarışın, aynı zamanda İstanbul'un gerçek tarihi sporunun da yelken olduğuna kanıt gösterilebileceğini ifade ediyor. Binzet, İstanbul'un bir deniz şehri olduğunu ve yelkenlerin de bu denizin en güzel süsü olduğuna dikkat çekerek, "Bu 90 sene önce de, çok daha gerilerde de böyleydi, ileride de böyle devam edecek." diye konuşuyor.

Zaman Cumaertesi, Haber: Mustfa Gün, 07.07.2007

SANTRAL İSTANBUL AÇILIYOR

 

Santral İstanbul 11 Temmuz'da açılıyor. 'Ön açılış' olarak duyurulan ilk etkinlik ünlü sanat kurumlarıyla yapılan işbirliklerinin de ilki olacak. Centre Pompidou'dan 'Çağdaş Bakış Açıları', ZKM'den 'Dokun Bana İstanbul' ve Musac'tan 'Bireylerarası Bir Yolculuk' başlıklı üç sergi Santral'ın sergi salonlarının ilk konukları olacak. Sergiler, çeşitli video-performans çalışmalarından oluşuyor. 11 Temmuz Çarşamba saat 20.30'da gerçekleşecek açılışa Başbakan'ın da katılması bekleniyor.


Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk enerji tesisi olan Silahtarağa Elektrik Santralı, Santral İstanbul adıyla bir kültür sanat merkezine dönüştürüldü. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin, Ciner ve Doğuş gruplarının kurucu ortaklığında yürüttüğü proje Bilgi Üniversitesi'nin yaratıcı bölümlerini, çağdaş sanatlar ve enerji müzelerini ve çeşitli sergi, konser alanlarını kapsıyor. Santral İstanbul'un esas açılışı İstanbul Bienali sırasında, Türk sanatına ilişkin bir büyük sergiyle yapılacak.

Radikal, 07.07.2007

İSTANBUL, LİSTEDE KALDI

 

Birleşmiş Milletler’in Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) Dünya Mirasını Koruma Komitesi, tarihî dokunun tahrip edildiği ve eserlerin yağmalandığını öne sürerek ‘Tehdit Altındaki Dünya Kültür Mirası Listesi’ne almakla uyardığı İstanbul, şimdilik tehlikeyi atlattı. İstanbul’da son zamanlarda yapılan çalışmaları olumlu bulan komite, 2008 yılına kadar tarihî eserlere yönelik yapılan çalışmaların kesintiye uğramaması halinde İstanbul üzerindeki tehlike uyarılarının kaldırılacağını açıkladı. Yeni Zelanda’da bir araya gelen 22 kişilik komitenin aldığı kararla, 2010 yılı için Avrupa Kültür Başkentliği unvanını alan İstanbul için seferber olan Türkiye, istediği sonucu aldı.

İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı başkanlığında Dışişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan oluşan 6 kişilik heyet, İstanbul’un liste dışında kalmaması için azami çaba gösterdi. Taşbaşı, Yeni Zelenda’da bir hafta süren toplantılar sırasında İstanbul için yapılan çalışmaların da ele alındığını açıkladı. 3 yıldır mercek altında tutulan İstanbul’un aldığı tedbirlerle göz doldurduğu belirtilerek, tarihî yarımada ve özellikle tüp geçit kazıları sırasında çıkarılan eserlerin sergilenmesi konusundaki tavırların takdir topladığı kaydedildi. UNESCO’nun listesinde halen 130 ülkeden 830 kültür varlığı, insanlığın ortak mirası olarak yer alıyor. Türkiye’den ise şu ana kadar 9 kültürel varlık listeye eklendi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Osman Sağırlı, 07.07.2007

ASIRLIK VAPUR HİZMETİNİN ÖYKÜSÜ

 

İDO, Boğaziçi'nde yaklaşık bir asırdır hizmet veren vapurların öyküsünü, geçmişe ışık tutan tüm belgeleriyle sergiliyor.

 

Karaköy Vapur İskelesi'nde açılan "Boğaziçi'nde Asırlık Seyahat: Belgelerle Şirket-i Hayriye Sergisi" 20 Temmuz'a kadar İstanbulluların ziyaretine açık olacak. Sergiyle, dönemin padişah fermanları, şirketin mali yapısı, tarifeler, biletler gibi tarihe düşülen izler, ilk kez gün yüzüne çıkmış oluyor.

Sabah, 07.07.2007

HEM HANLAR KURTARILACAK, HEM KEMERALTI KAZANACAK

 

İzmir'de tarihi Kemeraltı Çarşısı'nda bulunan çok sayıdaki han, yeniden hayata dönmeyi bekliyor. Konak Belediyesi de bu değerleri eski görkemine kavuşturmak için birbiri ardına projeler hazırlıyor. İlk etapta, 19'uncu yüzyılda yapılan ve halen büyük bölümü depoyla işyeri olarak kullanılan Mirkelam Han'la projesi İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Başak İpekoğlu tarafından çizilen Çakaloğlu Han restore edilecek. Sonra sıra Vezir, Demir, Piyaleoğlu ve Arap hanlarına gelecek.

Gerek yetkililer gerek çarşı esnafı, hanların kurtuluş projesinin gerçekleşmesinin Kemeraltı'nı yeniden ticaret ve turizm merkezine dönüştüreceğini söylüyor. Şu görüş dile getiriliyor: ''Kızlarağası ve Abacıoğlu hanlarının restore edilip tekrar eski parlak günlerine dönmesi çarşıya büyük hareket getirdi. Buralara her gün yüzlerce turist geliyor. Hem dinleniyor hem de alışveriş yapıyor. Diğer hanların da restore edilmesiyle çarşı, İpekyolu dönemindeki o eski parlak günlerine kavuşacak.''

Milliyet Ege, Haber: Mustafa Oğuz, 07.07.2007

OKUL BİNALARI TARİHİ, EĞİTİM MODERN

 

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından alınan karar ile yeni okullar Osmanlı, Selçuklu ve Hitit dönemlerine ait mimari özellikler taşıyacak. Antalya'da Osmanlı mimarisine uygun bir okul yaptırıldı.

 

Öğrenciler bundan sonra görüntüsü tarihi, içi modern binalarda eğitim görecek. Bakanlığın okul binalarına yönelik başlattığı çalışma kapsamında Antalya'da yaptırılan Levent Aydın Anadolu Lisesi, dıştan bakılınca Osmanlı mimarisi özelliklerini taşıyor. Estetik yapısı ile dikkat çeken okulun içi ise modern araç gereçlerle donatılmış. 7 önce yapımına başlanan okul bu eğitim yılının başında hizmete açılacak. 24 derslikten oluşan okulda bilgisayar, fizik-kimya, yabancı, sosyal bilgiler derslerinin işlenebileceği laboratuarlar bulunuyor. 180 öğrencinin okuyacağı okulda ayrıca 146 kişilik konferans salonu, proje hazırlama alanları da yer alıyor. Okulda, akıllı tahta olarak adlandırılan elektronik panolar da ihmal edilmemiş. Öğrenciler akıllı tahtalarda ders işlemenin yanı sıra animasyon da hazırlayabilecek.

 

Binanın Antalya'da Osmanlı mimarisi ile yapılan ilk okul olma özelliği taşıdığını anlatan Milli Eğitim İl Müdürü Osman Nuri Gülay, "Artık okullar yapılırken, kullanış kolaylığının yanında estetik de dikkate alınacak." dedi. Gülay, MEB'in yeni okullarda Osmanlı, Selçuklu ve Hitit mimarisinin kullanılması şartı getirdiğini hatırlattı.

Zaman, Haber: Kenan Baş, 06.07.2007



Nano Yorum:

Tabii canım, orijinalleri yıkalım, yok edelim,  yeni enerji kaynakları üretemediğimiz için geçici çözümler olarak 30-40 yıllık barajlar için harcayalım, ama okullarda Osmanlı, Selçuklu ve Hitit mimarisinin kullanılması şartına uyalım. Yeter mi, yetmez.... Yepyeni Neo-Allianoi Spa Merkezi ve Neo-Hasankeyf Ortaçağ Esintili Site'ler yapalım... Gidip niye taş görelim, kışın gitmek zor, yazın gitmek zor... Onun yerine uzanırız modern divanlara, yaptırırız spa'mızı, sonra da gider, doğal görünümlü yapay taşlardan yapılmış bir Ortaçağ esintili sitemizde, yapay Dicle kenarı, yepyeni Zeynelbey Kümbeti'ne karşı bir 'drink' alırız. Çocuklarımız da Divriği Ulu Camii kapısındaki süslemelerle donatılmış okullarından geldiğinde birlikte Osmanlı sokağına gider, leblebi tozu ile horoz şekeri alırız.... Sonra akşam ailecek yapay Aspendos tiyatromuzda Hitit Ateşi seyretmeye gideriz...

REKOR SATIŞ

 

 

Rönesans döneminin en ünlü ressamlarından Rafael’in bir portresi, rekor bir fiyatla, 18.5 milyon pounda (37,3 milyon dolar) satıldı.

 

Ünlü müzayede evi Christie’s yaptığı açıklamada, Rafael’in yaptığı Lorenzo de Medici’nin portresini, adı açıklanmayan özel bir koleksiyoncunun satın alındığını belirtti. Portreyi satan ünlü koleksiyonculardan ve galeri sahibi Ira Spanierman, eseri 1968’de sadece 325 dolara satın almış ve sadece 3 yıl sonra portrenin Rafael tarafından yapıldığı kesinlik kazanmıştı.

 

Lorenzo de Medici, 14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar Floransa’yı yöneten ünlü Medici ailesindendi ve 1513’den öldüğü 1519’a kadar kenti yönetmişti. Asıl adı Raffaello Sanzio olan ve “prenslerin ressamı” olarak adlandırılan Rafael, 1483’de Urbino’da doğdu. 11 yaşında yetim kalan Rafael, 1504’de Floransa’ya göçetti, 4 yıl yaşadığı Floransa’da dönemin büyük ustaları Leonardo da Vinci ve Michelangelo’dan etkilendi. Rafael, o kadar yetenekli bir ressamdı ki, Papa 2. Julius 1508’de kendisini Roma’ya çağırdı ve o tarihten sonra 1520’de ölene kadar Roma’da yaşadı.

Kuzey Kıbrıs Vatan, Fotoğraf: telegraph, co.uk, 06.07.2007

MAĞARALARA HARİTA

 

Gümüşhane İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Temel Yalçın, il sınırları içerisinde bulunan 25 mağarayı gösteren kapsamlı bir harita oluşturduklarını belirterek, “Haritayı Türkiye'deki Dağcılık Federasyonu ve dağcılık kulüplerine gönderdik.” dedi.

 

Müdür Vekili Temel Yalçın, yaptığı açıklamada Gümüşhane sınırları içerisinde bulunan 25 mağara için kapsamlı bir harita oluşturduklarını belirterek, “Gümüşhane il sınırları içerisinde bulunan ve M.T.A Genel Müdürlüğünce tespiti yapılan ve çalışılan 25 adet Gümüşhane Mağaralarının Müdürlüğümüzce "Mağaralar Haritası" yaptırılmıştır. "Gümüşhane Mağaraları Haritası" macera turizmi meraklıları ile buluşturulmak üzere Dağcılık Federasyonu'na ve Dağcılık Kulüplerine, Doğa Sporları Ekiplerine ve Üniversitelerin Dağcılık Kulüplerine dağıtımı yapılmıştır.

"Gümüşhane Mağaraları Haritası"nın ön yüzünde 25 adet mağaranın bulunduğu yerleşim birimi ve mağara isimlerinin yanında mağara resimleri ve "Gümüşhane Mağaralarının" tanıtım metni bulunmaktadır. Mağaralar Haritasını arka sayfasında ise 25 adet mağaranın ulaşımı, oluşum özelliği ile mağaraların şekli ve mağaraların iç planlarının bulunduğu çalışmalar yer almaktadır. Sayın Valimizin tavsiyeleri ile yapılan bu çalışma turizm sektörünün hizmetine sunulmuştur” dedi.

Gümüşhane Kent Haber, 06.07.2007

KELENDERİS MOZAİĞİ ANTİK KENTİN ANAHTARI OLDU





Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Selçuk Üniversitesi'nin (SÜ) ortak projesi olarak 1987'den bu yana yürütülen Mersin'in Aydıncık İlçesi Kelenderis Antik Kenti'ndeki kazılara, yörede 18 yıl önce bulunmasına karşılık yeni sergilenen ''Kelenderis Mozaiği'' ışık tutuyor.
 

MS 5'inci yüzyıl sonlarında yapıldığı tahmin edilen mozaik, bulunduğu arsanın sahibi ile itilaflar nedeniyle yıllar sonra sergilenebilirken, üzerindeki manzara nedeniyle ise dünyada eşinin bulunmadığı bildirildi. SÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve kazı başkanı Levent Zoroğlu, 1987 yılından itibaren yürütülen Kelenderis Antik Kenti'ndeki kazılarda, bugüne kadar Akropol, Agora ve tiyatro gibi kalıntıların ortaya çıkarıldığını, alandaki en önemli bulgunun ise 1989'da ortaya çıkarılan Kelenderis Mozaiği olduğunu söyledi.

Mozaiğin bulunmasının ardından 4 yıl süreyle onarımının sürdüğünü anlatan Zoroğlu, arsa sahibi ile yaşanan itilaflar nedeniyle sergilenmesinin ise ancak 14 yıl sonra yapılabildiğini kaydetti. Mozaiğin üzerinde Kelenderis Antik Kenti'nin resmedildiğini ve dünyada bir eşinin daha bulunmadığını anlatan Zoroğlu, ''Mozaiğin, bin 500 yıl önce yapıldığını tahmin ediyoruz. Han yıkığı diye adlandırılan Kelenderis Mozaiği dünyanın en önemli mozaikleri arasında bulunuyor. Çünkü mozaiğin üzerinde bugüne kadar bulunan mozaiklerde olmayan manzara var. Bu resmin, Aydıncık'taki antik kent olduğunu savunuyoruz'' dedi.

Yaklaşık 12 metre uzunluğunda, 3.20 metre genişliğindeki zemin mozaiğinin 3x3 metrelik panosunda, Kelenderis'in kent manzarası ile içinde iki yelkenlinin bulunduğu limanın betimlemesi bulunduğunu vurgulayan Zoroğlu, panoda ayrıca Roma hamamı, çeşitli antrepolar, limana bakan tarafında ise başka yapıların yer aldığını söyledi.Mozaiğin diğer kalıntıların ortaya çıkarılmasında da kılavuzluk yaptığını belirten Zoroğlu, ''Mozaik üzerinde bulunan resimlerden yola çıkarak, limanın bulunduğu yerde bir yarım ada, bir tersane kalıntısı ve bir de kemerli yapı bulduk. Mozaiği inceleyerek, antik kentteki kalıntıları ortaya çıkarmaya çalışıyoruz'' dedi.

Kazılar neticesinde yörede 5 bin yıl öncesine dair yaşam izlerinin bulunduğunu anlatan Zoroğlu, mozaik üzerinde bulunan tersanenin ise Anadolu'daki en eski tersanesi olduğunu belirlediklerini söyledi. Osmanlılar döneminde Kelenderis'ten türetilmiş, ''Gilindire'' olarak adlandırılan ve Kıbrıs'a kapı olan kentin, zamanın en işlek liman şehri olduğuna dikkati çeken Zoroğlu, yapılan çalışmalarla ilgili olarak bir kitap, 30'a yakın makale yayınladıklarını, ayrıca yurt içi ve dışında çok sayıda konferanslar düzenlediklerini söyledi. Zoroğlu, Kelenderis Mozaiği'nin bakanlıktan alınan ödenekle üzerinin ahşap korumayla kapatıldığını ve bir bekçi nezaretinde Aydıncık Limanında sergilenmeye başladığını kaydetti.

Zoroğlu, kentin tamamıyla gün yüzüne çıkması, kamulaştırma işlemlerinin tamamlanması ve çevre düzenlemesinin yapılmasıyla Doğu Akdeniz'in turizmine önemli katkı sağlayacağını belirterek, bu yılki çalışmaların ise önümüzdeki günlerde başlayacağını ifade etti. Çalışmaların daha kapsamlı yürütülebilmesi için sponsor desteği beklediklerini de kaydeden Zoroğlu, çalışmalara katılacak 50 kişilik ekipte, ODTÜ ve Doğu Akdeniz Üniversitesinden su altı araştırma gruplarının bulunduğunu da sözlerine ekledi.
Sabah, 06.07.2007

DİYARBAKIR TURİZMDE İDDİALI





Diyarbakır, artık tarihi dokusu ve güzellikleriyle anılıyor. Dünyanın 7 harikasından biri olan ve Çin Seddi'nden sonra ikinci büyük sura sahip olan Diyarbakır'ın tarihi surlarını, yılda 100 bin turist ziyaret ediyor.

Turizm İl Müdürü Songül Göksü, kente gelen turist sayısında yüzde 140'lık bir artış olduğunu belirterek, "10 yıl önceki turist sayısıyla günümüzdeki turist sayısını kıyasladığımız zaman, çok büyük bir düşüş var. Bunun nedenlerini çok büyük etkenlere bağlayabiliriz. Turistler güvenli, rahat ve altyapının sağlandığı bir ortama gelmeyi tercih ediyor. Tarihi mekanları gezmeye gelen insanlar, Diyarbakır'a muhakkak gelecektir. Ama güvenli bir ortam bulamadığı zaman bunu erteleyecektir" dedi.

Diyarbakır Turizm ve Tanıtma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve Class Otel Genel Müdür Nedim Çizmeci ise, kentin dünyanın her yerinde internet üzerinden canlı izlenebildiğini belirterek, "Diyarbakır'ın iki ayrı kısmına Sanat Sokağı ve Class Otel'in üstüne kamera koyduk. İsteyenler www.diyarbakirturizm.org adresine girerek 24 saat canlı olarak Diyarbakır'ı izleyebilirler. Kısmet olursa 19 Ekim'de Diyarbakır'da milli piyangonun çekilişi yapılacak. Canlı yayın yapacağız. Çeşitli sanatçılarımız gelecek.

Diyarbakır-Almanya uçak seferleri başladı. Fakat havaalanından Kaynaklanan bir problem nedeniyle, Almanya'dan direkt Diyarbakır'a gelen uçaklar Gaziantep'e indiriliyor. En kısa zamanda bu olumsuzlukta giderildiği zaman Diyarbakır'dan Almanya'ya uçak seferleri düzenlenecek. Diyarbakır, bu seferle artık AB'ye bağlanmış oldu" diye konuştu.

Kentin tanıtımı konusunda büyük eksiklikler yaşandığını ve bu müthiş kültürü insanlara tanıtmak ve anlatmak için herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini söyleyen Çizmeci, "Diyarbakır surları içerisinde yer alan 82 tane burç vardır. 82 tane burcun Diyarbakır'da olduğunu, Türkiye'nin yüzde 90'ı bilmiyor. Çünkü anlatamamışız. Biz bu burçların tanıtımı için 82 ülkeye bu burçların biblolarını göndereceğiz. İngiltere, Fransa, Almanya, Kadana, Irak, Suriye gibi ülkelere gönderme çabasındayız. Burcumuzu alan ülke gelecek, burcu restore edecek. Kendi bayrağını dikecek ve kendi medeniyeti ile o burca sahip çıkacak. Bununla birlikte Diyarbakır dünya kenti olacaktır" şeklinde konuştu.

Kristal Otel'in sahibi ve işletmecisi Fuat Arslan da, büyük bir turizm potansiyeline sahip olan ile gelen turist sayısında önemli bir artış olduğunu söyledi. Huzur ortamının sağlanmasıyla birlikte artan bu sayının muhtemel bir sınır ötesi operasyonu ile tekrar düşebileceğini dile getiren Arslan, "Çünkü dünyada hiçbir turist savaş olan bölgeye gelmez. Diyarbakır'da bir huzur ortamı olduğu için turist sayısını yüzde 30 artırmış bulunmaktayız. Sınır ötesi bir hareket olursa ister istemez müşterilerimizin yüzde 70'ı huzursuz olacaktır. Rezervasyon iptalleri olacaktır" dedi.

Haber Diyarbakır, 06.07.2007

ROMA DÖNEMİ'NE AİT FORUMUN KALINTILARI BULUNDU

 

İtalya'nın Palermo kentinden CİSS Örgütü tarafınca toplam 40.000 Avro değerinde  maddi destekle, Stobi Arkeolji Lokalitesi'nde kazı sonucu elde edilen artefaktların sergileneceği yeni müze inşaa ediecek.

 

Makedonya Cumhuriyeti'nin  gözde Arkeoloji Lokalitesi Stobi'de, Roma dönemine ait Forumun bulunduğu mekanda gerçekleştirilen  kazımalar sonucu görkemli yapının tüm güzelliği ve muhteşemliği gün ışığına çıkarılmıştır. Tarihi geçmişi günümüze yansıtan bu gibi değerler, sadece Makedonya vatandaşlarına değil, yabancı türistlerin de ilgi ve beğenisine sunulacak. Forumu görkemli ve muhteşem kılan özelliklerinden bir tanesi 5,5 metre yüksekliğinde olan duvarlardır. Bu özelliği ile Makedonya devletin sınırları içerisinde şimdiye kadar  benzeri rastlanmayan tarihi, mimari ve kültür sanat değeri olan yapıyı teşkil etmektedir. 2005 yılında yine İtalya'nın Palermo kentinden CİSS Örgütü'nün maddi desteğiyle kısmen yapılan kazımalar sonucunda, Foruma ait olan bazı artefaktlar bulunmuştu. Makedonya Müzesi'ndeki  Arkeologlar, daha kazımlar yapılmadan önce o yörede böylesi görkemli bir yapının mevcut olduğu tahmin ediliyordu, kazımlar tamamlanınca tahminler  doğrulanmış oldu. Forumun batı cephesinde ana giriş kapısı bulunduğu kesinleşti. Batı cephede daha üç görkemli arka ortaya çıktı.





2007 yılın Mayıs ayında başlayan Arkeolojik kazımalar sonucunda bu güne kadar en büyük değeri olan artefakt olduğu bildiriliyor. Makedon ve İtalyan uzmanların ortaklaşa girişiminde  gerçekleştirilen sözkonusu projebu yıl sadece İtalya'nın Palermo kentinden CİSS Örgütü'nün  maddi desteği ile çalışmalar devam etmektedir. Makedonya Kültür Bakanlığı tarafınca bu proje çalışmaları için herhangi bir maddi destek temin edilmemiştir. Proje çalışmaları Ağustos ayın ikinci  yarısında da devam edeceği bildiriliyor.

 

CİSS Örgütü'nün temsilcisi Cuzepe Kamarata'nın konuyla ilgili kamuoyuna yapmış olduğu  açıklamasında, Makedonya Kültür Bakanlığı ile yapılacak olan anlaşmaya göre, çalışmaların  devam ettirilmesi için daha 6 ay müddet tanınması talebinde bulunacaklarını belirtti.

 

Konuşmasının devamında Kamarata, İtalya Dışişleri Bakanlığı tarafınca bu amaç için daha 30.000 Avro  maddi destek temin ettiğini söyledi. ''Stobi Turizm ve Arkeoloji Lokalitesi'' başlığı altında gerçekleştirilen  sözkonusu proje kapsamında yeni müzenin inşaatı da öngörülmüştür.Öngörülen yeni müzenin inşaatı için İtalya'dan temin edilen 40.000 Avroyu Makedon tarafı ne zaman kullanacaklarına dair, henüz kesin  plan ve program hazırlamadıklarından şikayetşi olan dönatör taraf, yıl içerisinde proje tamamlanmazsa,  donasyonun geri çekilmesi ihtimalini de gözardı etmememleri uyarısında bulundu. Müzenin inşaatı için ilk önce Makedonya Kültür Bakanlığı ve Kültür Mirasını Koruma Müdürlüğü tarafınca onarım izni gereklidir. Aradan uzun bir dönem  geçmesine rağmen, sözkonusu işlemler yapılmamıştır, dolayısıyla paraların İtalya'ya geri çekilmesi ihtimali mevcuttur. Proje sorumlusu Mila Şurbanovska'nın sözlerine göre Forumun merkezinde ve Batı cephesinde, kazı sonucu Geç Roma Nekropolunda 20 kadar mezar  açılmış 32 bronz para, bir başka mezarda ise meftanın yanıbaşında bir çıkıda daha 10 bronz para bulunmuştur. Bulunan tüm artefaktların foto dokumentasyonu hazırlanmış, inşaa edilen müzede sergilenmekle yerli ve yabancı turistlerin dikkatine sunulacak.

Yeni Balkan, Fotoğraf: cybermacedonia.com, 06.07.2007

Editörün Notu: Metnin orijinal dili korunmuştur.

MEVLANA MÜZESİ'NİN SIVALARI BAKIMSIZLIKTAN DÖKÜLÜYOR

 

Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından ilan edilen "2007 Mevlana Yılı" etkinlikleri dünyanın değişik ülkelerinde devam ediyor.

 

Turistler de Mevlana'nın fikirlerini ve adına yapılan müzeyi daha yakından tanımak için Konya'ya akın ediyor. Ancak müzeyi gören turistler ilgisizlik ve bakımsızlık sonucu oluşan manzara karşısında hayal kırıklığına uğruyor. Tahrip olan çiniler, müze avlusunda yerinden çıkan mermerler, bozulan bilgisayar sistemi, sık sık arızalanan turnikeler, akmaya başlayan kubbe ziyaretçilerin dikkatinden kaçmıyor.

 

Konya Valisi Osman Aydın, müzenin restorasyon programına alındığını açıklarken, dökülen sıvaların ve sökülen mermerlerin yenileneceğini söyledi.

Zaman, 06.07.2007

BOĞAZKALE DE BEL-DES SAYESİNDE KALKINACAK

 

Vali Mustafa Toprak, dün Boğazkale İlçesi’ne giderek incelemelerde bulundu. Vali Toprak, nüfusu 10 binin altındaki yerleşim birimleri için Çorum geneline 26 milyon YTL’lik kaynak ayrıldığını bu kaynağın 3.5 milyon YTL’sinin Boğazkale ve bağlı beldelerinde kullanılacağını kaydetti.

 

Vali Toprak, Vali Yardımcısı Murat Soylu ve İl Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru ile dün Boğazkale’ye gitti. İlçe’de Kaymakam Fırat Çelik, Belediye Başkanı Ali Rıza Soysat ve diğer yöneticiler tarafından karşılanan Vali Mustafa Toprak, nüfuslarının düşük olması nedeniyle İller Bankası’ndan çok düşük pay aldıklarını, bu nedenle de Bel-Des uygulamasının devreye alındığını dile getirdi. Küçük yerleşim birimlerinde ilk hedeflerinin yol ve su sorununun çözümlenmesi olduğunu kaydeden Vali Toprak, Boğazkale’nin de Bel-Des kaynakları ile kalkınacağını vurguladı.

Çorum Haber, 06.07.2007

ZEUGMA MÜZESİ YERİNE ALIŞVERİŞ MERKEZİ


Gaziantep’te şu günlerde en fazla konuşulan yeni bir Zeugma Müzesi’nin yapımına geleceğim.

Belediye Başkanı Asım Güzelbey, çıkarılan ve depolarda bekletilen Zeugma mozaikleri nedeniyle nicedir yeni bir müze yapma peşinde.

Hatta en son görüşmemizde böyle bir müzenin dünya çapında ses getirmesi için uluslararası yarışma açmasını önermiştim.

Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’ni yapan Frank Gehry’nin ya da dünyaca ünlü başka bir mimarla çalışıldığı Gaziantep’in yıldızının parlayacağını söylemiştim.

Güzelbey bu fikre pek sıcak bakmadı. Kafasında olan bir mimara projeyi çizdirip, bir jüriye sunmayı planladığını söyledi.

Her neyse, yeni bir Zeugma Müzesi için şehrin en güzel yerinde bulunan, şimdiki müzenin karşısında, tarihi kaleye 500 metre uzaklıktaki "Fuar Alanı"nın seçildiğini bizzat kendisinden duydum.

Şimdi öğrendiğime göre, Gazianteplilerin gözbebeği "Fuar Alanı"nın dörtte üçü (yaklaşık 40 dönüm) Türkiye’nin her ilinde alışveriş merkezleri yapan Multi Turkmall’a satılmış.

Geri kalan bölümü ise Akfen’e 30 yıllığına kiralanmış. Akfen’in yapacağı Accor Oteli’nin temeli 19 Temmuz’da atılıyor. Multi Turkmall da alışveriş merkezi için hazırlıklarını tamamlamak üzere. Gelen telefonlardan, fakslardan anlıyorum ki Gaziantepliler özellikle alışveriş merkezinin tarihi dokuyu bozacağı endişesi içerisinde.

Güzelbey, vaat ettiği "Zeugma Müzesi" şehrin dışındaki İpek Yolu üzerindeki eski Tekel binasının yerine yapmayı planlıyor. Müzeden şehre bir metro hattı kurmayı düşünüyor.

Eski müzesinin karşısında, tarihi kalenin hemen dibi dururken şehre yeni bir soluk getirmesi beklenen müzeyi merkezden uzaklara yapmak mantıklı mı?

Hürriyet, Yazı: Gila Benmayor, 06.07.2007

BİRAZ GEÇ KALDINIZ, PRENS 300 YIL ÖNCE SARAYDAN AYRILDI

 

UNESCO, 1996 yılını 'Dimitri Kantemir Yılı' ilan etmişti. 1995’te, dönemin Romanya Cumhurbaşkanı Ion Iliescu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den, İstanbul’un Fener semtinde bulunan Dimitri Kantemir sarayının restore edilerek müzeye dönüştürülmesi için desteklerini rica etti. Dönemin İstanbul Valisi, kültür işlerinden sorumlu yardımcısını yanına çağırıp derhal harekete geçilmesini istedi.





Vali yardımcısı, ertesi gün, Dimitri Kantemir’in harabeye dönmüş sarayının kapısını çaldı. O sırada sarayı Milli Emlak’tan kiralamış olan eski muhtar kapıyı açtı. Vali yardımcısı, "Dimitri Bey’le görüşmek istemiştik, kendileri burada mı?" diye sordu. "Biraz geç kaldınız" dedi kiracı gülerek, "Yaklaşık üç yüzyıl önce prens saraydan ayrıldı..."

Dimitri Kantemir, Osmanlı’ya başkaldırarak bağımsızlık sürecini başlattığı için Romanya ve Moldova’nın en önemli milli kahramanı. Ayrıca kültüre, tarihe, klasik müziğe yaptığı katkılarından ve buluşlarından dolayı UNESCO tarafından, yeryüzünün önemli kültür ve bilim adamlarından biri olarak tanınıyor. Kantemir sarayının restorasyon projesi Sadettin Tantan’ın belediye başkanı olduğu dönemde yapıldı. Daha sonra yönetime gelen belediye başkanı projeyi askıya aldı. Son seçimde Fatih Belediye Başkanı olan Mustafa Demir, başa geçer geçmez projeyi ele aldı. Avrupa Birliği fonlarının desteğiyle onarılan Kantemir sarayının üst katı Romanya Kültür Merkezi tarafından müzeye, alt katı ise semt sakinlerinin hizmetine sunulmak üzere sosyal merkeze dönüştürüldü. Resmi açılışı 25 Haziran’da Romanya Cumhurbaşkanı Traian Basescu’nun katılımıyla yapıldı. Açılış töreninde konuşan Demir, "Kimi solmaya yüz tutmuş bu eserler, İstanbul’un siluetinden bir yıldız gibi kayıp gitmesinler ve başımızın üstünde parlamaya devam etsinler diye tüm imkánlarımızı seferber ediyoruz" dedi. Resmi açılış yapıldı ama düzenleme çalışmaları önümüzdeki ekimde bitecek. Romanya Kültür Merkezi, müzede Dimitri Kantemir’e ait eserlerin toplanacağı bir kütüphane yapacak. Romanya’daki müzedeki orijinallerine sadık kalınarak yapılmış, prensin İstanbul’da kullandığı kişisel eşyaları, notaların tıpkıbasımları burada toplanacak. Kantemir belgeseli de müzeyi gezenler tarafından izlenebilecek. Besteleri ve onun kayıt altına aldığı 17. yüzyıldan kalma eserler seslendirilecek.


Batı dünyasının Dimitrie Cantemir, Osmanlılar’ın Dimitri Kantemiroğlu diye andığı bu ilginç adam, 26 Ekim 1673’te, bugünkü Romanya’nın sınırları içinde yer alan Felciu’da (Silişteni) doğdu. Silişteni, eski Boğdan sınırları içinde yer alan küçük bir kasabaydı. Bölgenin ahalisi, voyvodalarını yani prenslerini, Babıali tarafından onaylanmak koşuluyla kendileri seçiyordu. Kantemiroğlu’nun babası Konstantin Kantemiroğlu, orta halli bir toprak sahibiydi. Soylu bir aileden gelen annesi okuma yazma bilirdi fakat babası sadece imza atabilecek kadar eğitimliydi. Zeki, dengeli, tecrübeli ve cesur bir komutan olarak Osmanlılar’ın gözüne girmeyi başarmıştı. Yerli boyarlar (soylular), 1687’de Konstantin Kantemiroğlu’nu voyvoda olarak seçtiklerinde Osmanlı hiç tereddüt etmeden onay verdi.

Eflak ve Boğdan’a voyvoda seçilenler oğullarından birini İstanbul’a rehine olarak gönderirlerdi. Sultana karşı herhangi bir itaatsizlik ya da isyana kalkışmaları durumunda bu çocuklar kellelerini kaybederdi. Babası voyvoda seçildiğinde Dimitri henüz 12 yaşında olduğundan büyük abisi Antiyoh’u İstanbul’a gönderdiler. Üç sene sonra Antiyoh Boğdan’a dönerek yerini Dimitri’ye bıraktı. Fener’de Boğdan prensliğinin sarayına yerleşen genç adam, tam 22 yıl boyunca İstanbul’da ikamet etti.

Şimdiki adı Fener Rum Lisesi olan Patrikhane Akademisi’nde eğitimine başladı. Burada Antik Yunan ve Latin kültürüyle, Bizans ağırlıklı Ortodoks kültürünü, Enderun’da ise Osmanlıca, Farsça, Arapça dillerini ve matematiği öğrendi. Babası Konstantin çok iyi flüt çaldığından, küçük yaştan itibaren müziğe ilgisi vardı. Bu ilgi İstanbul’da da devam etti. Kemani Edirneli Ahmet Çelebi’den müziğe ait bilgiler aldı, Tamburi Angeliki’den ise tambur öğrendi, ayrıca ney üflemeye, besteler yapmaya başladı.

Bu arada batı nota sistemini araştırmaya koyuldu. Kantemiroğlu’na kadar Osmanlılar, nota bilmedikleri için müzik eserlerini kayıt altına alamıyor, kuşaklar arasında kulaktan kulağa aktarılarak korumaya çalışıyorlardı. Dimitri, bu duruma son vermek ve Türk musikisi eserlerini binlerce yıl ötesine taşımak için "ebcet notası" adını verdiği bir sistem geliştirdi. Sayılarla yapılan bu sistemle aralarında kendi bestelerinin de yer aldığı tam 349 eseri notalara geçirmeyi başardı. Aralarında felsefe ve müzik eserleri de bulunan çok sayıda kitap yazdı.

1693’te babasının yerine Boğdan beyliğine seçildi. Ama hakkındaki şüpheler üzerine prensliğine ancak 1710’da kavuşabildi. Ülkesine döndükten sonra yaptığı ilk iş, Boğdan Prensliğini süresiz olarak kendisi ve sonra da evlatları için Rus Çarı’ndan istemek oldu. Çar Büyük Petro bu teklifi kabul etti. Dimitri Kantemiroğlu bir kısım boyarla beraber Osmanlı yönetimine isyan bayrağı açtı. Aynı yıl çıkan Osmanlı-Rus Savaşında Büyük Petro yenilince Kantemiroğlu Boğdan beyliğinden azledildi. Canını kurtarmak için Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı. Hayatının kalan kısmını Rusya’da geçirdi. Rusya’dayken Osmanlı tarihi hakkında yazdığı bir eseri ve diğer kitapları sayesinde Rus edebiyatının başlangıcına sebep olduğu ileri sürülmüştür. Dimitri Kantemiroğlu, 1723 yılında bugünkü Ukrayna’nın Harkov kentinde öldü. Naaşı 200 yıl sonra 1935 yılında ülkesi Romanya’ya gönderilerek Yaş kentinde tekrar toprağa verildi.

Hürriyet Cuma, Haber: Ersin Kalkan, 06.07.2007


*****


KANTEMİR'İN EVİ MÜZE OLABİLECEK Mİ?

 

Büyük müzik adamı Dimitri Kantemir'in Balat'taki evi restore ediliyor. Restorasyon sonrası ziyaretçilerini ne isimle karşılayacağı ise belli değil; kimi müze diyor kimi sosyal merkez.

Osmanlı döneminin büyük musiki adamı Dimitri Kantemir'in Balat'taki evi, pek çok emsali gibi, kaderine terk edilmiş bir harabeydi. Patrikhane'nin hemen arka tarafında kalan, her tarafını otların kapladığı iki katlı evin sakinleri tinerci çocuklardı. Avrupa Birliği'nin yürüttüğü Fener-Balat Rehabilitasyon Programı kapsamında Kantemir'in evi de baştan aşağı yenilendi. Ancak ziyaretçilerini hangi sıfatla karşılayacağı hâlâ netleşmiş değil.

 

Restorasyonu halen süren evi geçen günlerde Karadeniz Ekonomik İşbirliği Zirvesi'ne gelen Romanya cumhurbaşkanı ziyaret etti. Gazetelere yansıyan ziyaret haberinde Kantemir'in evinden 'müze' olarak söz ediliyordu. Rehabilitasyon programının yürütücüleri ise Kantemir'in evinin, projede sosyal merkez olarak yer aldığını söylüyor. Nitekim evin girişinde de bu ifade var. Amaç, semt halkını bilinçlendirecek faaliyetler için bir alan oluşturmak. Ancak böyle bir alandan söz etmek de çok mümkün değil. Zira Romanya'nın bakanlık nezdindeki talebiyle evin üst katı, müze olarak kullanılmak üzere Romanya'ya tahsis edilmiş. Bu kattaki iki odada şu an için camekân içinde sergilenen Kantemir hakkındaki kitaplar ve bazı nota örnekleri var. Romen yetkililer, ikinci katı kapsayan bu 'müze'nin tümüyle işler hale gelmesi ve buraya bir görevli atamak için restorasyonun tamamlanmasını bekliyor. Alt katta ise maalesef sadece bir tane küçük oda var. Bunun dışında biri küçük biri büyük, iki bahçesi var evin. Burada yapılabilecekleri ise Restorasyon Proje ve Uygulama Yöneticisi Burçin Altınsay, "Halka park yapacağız. Çocuklar gösteri yapabilir, oynayabilir. Mahalleli gelebilir." diye sıralıyor. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de alt kattaki odada sosyal faaliyetlerin belediye tarafından yürütüleceğini belirtiyor. Demir, "Burada kentlilik bilincini oluşturmaya yönelik faaliyetler, kurslar belediye tarafından yürütülecek. Sosyal merkez olarak tasarlanan ve restorasyonu süren bir başka binamız daha var. Asıl merkez orası olacak şekilde, iki mekânda da faaliyetler gerçekleştirilecek." diye konuşuyor. Demir'e göre, alt kattaki oda, bahçeyle birlikte değerlendirildiğinde mekân, yeterli gelecek.

 

Kendisi gibi müzikle ilgilenen babası tarafından, 14 yaşındayken müzik eğitimi almak üzere İstanbul'a gönderilen Dimitri Kantemir'in İstanbul'da Ortaköy ve Balat'ta kaldığı biliniyor. Balat'taki ev, bir sosyal merkez aranırken son anda fark edilmiş. Aslında çok da büyük bir mekân olmaması bir yana, harap halinden bugünkü güzel görünümüne kavuşturan restorasyon ekibinin yöneticisi Altınsay, "Burası, sosyal merkez olarak kullanılmak üzere zar zor bulunmuş bir yerdi. Üst katın Romanya'ya tahsis edilmesine bozulduk tabii." diye konuşuyor. Altınsay ve ekibinin, mümkün mertebe orijinal halini muhafaza ederek restorasyonuna devam ettikleri evin, Kudüs Patrikhanesi'ne bağlı kilisenin müştemilatından olduğu tahmin ediliyor. Zira hemen bitişiğinde aynı kiliseye bağlı okul ve diğer yapılar var. Ev, çevredeki binalardan iki yüzyıl daha yaşlı; yani 17. yüzyılda yapılmış. Daha önce de restorasyon geçiren evin toplam alanı 600 metrekare. Şu anki kullanıma göre bu alanın içindeki 265 metrekarelik bahçe ve 46 metrekarelik kapalı alan, Fatih Belediyesi'ne ait. Restorasyonun, en geç eylül sonunda bitmesi planlanıyor.

Zaman, Haber: Elif Tunca, 07.07.2007

8 BİN 500 YILLIK TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

İzmir Ticaret Odası'nın (İZTO) desteğiyle kazı çalışmaları sürdürülen kentin ilk yerleşim yeri Smyrna (Tepekule) tanıtıldı. Geziye; Vali Cahit Kıraç, İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş, meclis üyeleri, yabancı misyon temsilcileri katıldı. Kazı Başkanı Prof. Meral Akurgal, MÖ 3 bin yılından 4'üncü yüzyıla kadar olan yerleşim kalıntılarını kapsayan Smyrna'nın 20 dönümlük alanının günışığına çıkarıldığını söyledi.


İZTO Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş da çalışmalar için 2005'ten bu yana 470 bin YTL destek sağladıklarını belirtti. Burada İzmir'in binlerce yıllık tarihinin bulunduğunu kaydeden Demirtaş, ''Bu tarihi hakkıyla günışığına çıkarmak hepimizin boynunun borcudur. Bayraklı Ören Yeri'ni yerli-yabancı turistler tarafından sürekli gezilebilen bir arkeolojik park haline getirmek'' istiyoruz dedi.

Milliyet Ege, 06.07.2007

KONURALP MÜZESİ MÜDÜRÜNÜ BEKLİYOR

 

Yıllardır Maliye Bakanlığı tarafından müdür atamasının gerçekleşmemesi nedeniyle personel görevlendirilmesinin de yapılamadığı Konuralp Müzesi için siyasiler yıllardır söz verdiler. Yaklaşık 4,5 yıldır iktidarda olan AKP iktidarinda gerek milletvekilleri, gerek il ve ilçe başkanları müze müdürlüğü için “Görüşmelerimiz olumlu geçti. Maliye Bakanımız Müdürlük kadrosu için söz verdi. Müdür ataması kısa sürede yapılacak ve müze artık Bolu’ya bağımlı olmaktan kurtulacak”dediler.

 

Müstakil Müdür kadrosu bulunmadığı için bu güne kadar görevlendirmelerle ve kısıtlı imkanlarıyla bölgeye hizmet vermeye çalışan Konuralp müzesinde çeşitli dönemlere ait eserler bulunuyor. Müze Müdürlüğü kadrosu bulunmdağı için yeni bulunan tarihi eserler ya Bolu’ya yada çevre müzelere gönderiliyor.

 

'Konuralp Müzesi Müdürlük Kadrosu' için sadece milletvekilleri değil Kültür Bakanları da söz verenler arasında. Geçtiğimiz aylarda Düzce’yi ziyaret eden Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç kendisine bu konuda yöneltilen soru üzerine "Müdürlük kadrosu kolay. Hemen Maliye Bakanımla görüşüp konuyu çözecegim. Düzcelilere bu konuda müjde verebilirim” demişti.

 

Seçim sürecinin hızla yaşandığı şu günlerde Düzceliler umutlarını Düzce’yi ziyaret edecek olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a bağlamış durumda. Başbakan Erdoğan’ın vereceği bir talimatla Müdürlük kadrosunu hemen açabileceğini söyleyen vatandaşlar bu konuda siyasilerin Başbakanı bilgilendirmelerini istediler.

Düzce Damla, 05.07.2007

TAŞKIŞLA SAPASAĞLAM AYAKTA





Bir süredir Karayolları Genel Müdürlüğü’nün Avrupa yakasında gerçekleştirdiği yol yapım ve tünel çalışmaları yoğun bir şekilde sürüyor. Yapılan tünel çalışmalarının bir ayağı da İstanbul Teknik Üniversitesi’nin uzun yıllardır Mimarlık Fakültesi’ni barındıran tarihi Taşkışla binasının oldukça yakınından geçiyor. Bu çalışmaların meydana geldiği dönemde tarihi Taşkışla binasında çeşitli çatlaklar meydana gelmesi ise endişe yarattı. Karayolları’nın tünel çalışmaları sonrasında Taşkışla Binası’nda meydana genel hasar, binanın tehlike altında olup olmadığı ve gerçekleşen süreçle ilgili İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç.Dr. Sinan Mert Şener’in görüşlerine başvurduk.

Sinan Mert Şener’in yaptığı açıklamaya göre Karayolları’nın projesi kapsamında Taşkışla Binası’nın yakınından geçen tünel çalışmaları esnasında ve sonrasında binada çeşitli çatlaklar meydana geldi. Bu çatlaklar sonrasında ise hem çatlaklar incelemeye alındı hem de tünel çalışmasını yürüten firma yetkilileri binanın zemin etütlerini gerçekleştirdi.

Şener, “Yapılan incelemeler sonucunda binada gerçekleşen çatlakların sıva çatlağı olduğu ve taşıyıcı sisteme zarar veren bir durum olmadığının belli olduğunu fakat bu çatlakların oluşmasına neyin sebep olduğu tam olarak saptanamadı. Binanın zemin çalışmalarıyla ilgili yapılan etütlerde ise herhangi bir olumsuzluğa rastlanmadı. Zemin ve temelde hiçbir sorun tespit edilmeyen binanın zemin ölçümlerini ve toprakla ilgili değişimleri ölçmek için açılan iki kuyu ise hala gözetim altında tutuluyor,” dedi.

Taşkışla binasının aşağısında yer alan yeşil alanda çeşitli toprak hareketleri ve toprak kaymalarının tespit edildiğini fakat Taşkışla Binası’nda bu tür hareketlere rastlanmadığını belirten Şener, tarihi binanın zemininin oldukça sağlam olduğunu belirtti.

Taşkışla’yı şu anda tünel inşaatı tehdit etmiyorsa da bakımsızlığın tehdit ettiğini söyleyen Şener, yakın zaman içerisinde çeşitli girişimlerde bulunarak binanın dış cephesini restore etmek istediklerini, ne kadar iç mekan duvarlarının restorasyonu tamamlansa da dış duvarlarda henüz böyle bir girişimin olmadığını söyledi.

Arkitera, Haber: Melis Göker, Fotoğraf: Sedat Bayrak, 05.07.2007

TAŞLICA KÖYÜ ÖZGÜN DOKUSUNA KAVUŞUYOR





Kızılcahamam’ın, efsaneleri ve kayalarıyla ünlü Taşlıca Köyü, Kızılcahamam Kaymakamlığı, Kızılcahamam Belediyesi, ÇEKÜL Vakfı ve Taşlıca Köyü Güzelleştirme Yardımlaşma ve Kalkındırma Derneği’nin işbirliğiyle özgün dokusuna kavuşuyor.

Taşlıca Köyü’nde bulunan eski taş, ahşap ve kerpiç yapılar onarılarak yeniden işlevlendiriliyor. Köy çevresindeki türbeler ve her biri ayrı bir efsaneye sahip olan kayalar da, düzenleme çalışmalarıyla birlikte gerçek kimliğini buluyor.

Hayata geçirilecek onarım ve çevre düzenleme uygulamaları kapsamında 20 Haziran 2007 tarihinde Taşlıca Köyü’nü ziyaret eden Kızılcahamam Kaymakamı Bilal Çelik, Kızılcahamam Belediye Başkanı Adem Özbekler, ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen, ÇEKÜL Vakfı Ankara Temsilcileri Faruk Soydemir ve Vedat Ağca, köy muhtarı Celal Erşahin’in öncülüğünde burada birtakım incelemelerde bulundular. Buna göre; eskiden okul olarak kullanılan yapı, onarım çalışmaları tamamlandıktan sonra “Taşlıca ve Çevresi Araştırmaları Merkezi” adı altında faaliyet gösterecek. Okulun karşısında bulunan ve Taşlıca köylülerinin önerdiği yapı ise, mülkiyet işlemleri tamamlanır tamamlanmaz onarılarak “Taşlıca Köyü Geleneksel Kültürünü Yaşatma Merkezi” olarak işlevlendirilecek. Köy girişinde bulunan eski yapı da tamamen onarılıp, çevresiyle birlikte düzenlenerek “Çevre Kültür Evi” olarak hizmet verecek. Böylece köyü ziyarete gelenler, merak ettikleri ve ihtiyaç duydukları bilgilere ilk buradan ulaşacaklar.

Taşlıca Köyü’nde hayata geçirilecek olan diğer çalışmalar şu şekilde sıralanabilir: Köydeki diğer yapıların sokak iyileştirilmesi projesi kapsamında rölöve ve restorasyon projelerinin hazırlanması, köyün kültürel değerlerinin belgelenerek bir rapor haline getirilmesi, köydeki mevcut geçim kaynaklarının araştırılarak bir rapor haline getirilmesi ve yeni olanakların araştırılması, el sanatlarının canlandırılması için ahşap ve demircilik atölyelerinin kurulması, sokakların zeminlerinin Arnavut taşı ile kaplanması, köy koruma imar planının yapılması, köyün ağaçlandırılması…

Taşlıca Köyü, Ankara’nın Kızılcahamam ilçesine bağlı olup, “Anadolu” isminin bu topraklara verildiği yer olarak anılır. Her yıl binlerce yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Taşlıca Köyü, Kırmızı Ebe ve oğlu Oruç Gazi tarafından kurulmuş. Anadolu’nun Türk ülkesi haline gelmesinde büyük emeği geçen Horasan erenlerinden Oruç Gazi ve Kırmızı Ebe, Türk ordularından önce gelerek Diyar-ı Rum olarak bilinen bu topraklara yerleşmişler. Taşlıca Köyü’nde her yıl ziyaretçi akınına uğrayan Oruç Gazi ve Kırmızı Ebe türbelerinin yanı sıra Yalak Taşı ve Gelin Kayası bulunuyor. Köyün en önemli özelliklerinden biri ise, burada bulunan her kaya ve taşın bin yılları aşan bir hikayesinin olması.

Yapı, 05.07.2007

RESTORASYON ÇALIŞMALARI SÜRÜYOR

 

Son olarak Çeşmeli Kilise ve Tartan Evi'nin restore edilip turizme kazandırıldığı Karaman'da, ihale aşamasında olan Karaman Kalesi'nde de çalışmaların başlamasıyla restorasyonu yapılmayan tarihi eser kalmayacak.





Karaman İl Kültür ve Turizm Müdürü Dindar Dilbaz, kentin büyük bir tarihi zenginliğe sahip olduğunu, bu zenginliği değerlendirmek için özellikle son 2-3 yıldır tarihi eserlerin restorasyonuna büyük önem verdiklerini söyledi.

Son olarak tarihi Çeşmeli Kilise'nin restorasyonunu yaptırdıklarını ifade eden Dilbaz, şunları söyledi: ''Kesme taşlarla inşa edilen bu yapı, Cumhuriyet Dönemi'nden sonra 1980'li yıllara kadar cezaevi olarak kullanılmış. Daha sonra Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilen yapı, restorasyonu için 2005 yılında 400 bin YTL'ye ihaleye çıktı. Ek maliyetlerle birlikte restorasyon 600 bin YTL'ye tamamlandı.''

Çeşmeli Kilise'nin iç ve dış aydınlatmasının, çevre düzenlemesinin yapıldığını, çalışmalar sırasında sıvasının alınmasıyla iç duvarlarda çeşitli figürlerin ortaya çıktığını belirten Dilbaz, ''Kilise, cezaevi olarak kullanıldığı dönemde sıvanmış. Sıvanın alınmasıyla duvarlardaki figürler ortaya çıkarıldı. Ancak yıpranmış olan bu figürlerde, orijinalliğinin bozulmaması için tamamlama yapılmadı'' diye konuştu.

Restorasyonu yapılan kilisenin 13 Mayısta ziyarete açıldığını ve kilisenin çok sayıda ziyaretçisi olduğunu belirten Dilbaz, restorasyonun ardından kilisenin sergi ve toplantı salonu olarak değerlendirildiğini, ayrıca müzik dinletileri düzenlendiğini söyledi.

Karaman'da restorasyonu tamamlanarak aynı gün ziyarete açılan Tartan Evi'nin de 18. yüzyıl mimarisinin özelliklerini taşıdığını belirten Dilbaz, 2 katlı kerpiç binanın özellikle duvar süslemeleriyle ilgi çektiğini kaydetti. Dilbaz, İl Özel İdaresi tarafından 2005 yılında restorasyon çalışmalarına başlanan bu binaya ise mülkiyetinin satın alınması ile birlikte 1 milyon YTL harcandığını bildirdi.

 

Kente gelenlerin Tapucak Mahallesi'nde aynı alanda 4 farklı mimariyi görme imkanı bulduklarını belirten Karaman İl Kültür ve Turizm Müdürü Dilbaz, şunları kaydetti:

''Osmanlı mimarisi olan Yeni Hamam da bu alanda bulunuyor. Vakıflar Bölge Müdürlüğünce restore edilen hamamın kadınlar kısmı, çalışmalar sırasında ortaya çıkarıldı. Burası, Karaman Valiliğince el sanatları üretim ve satış merkezi olarak değerlendirilecek. Bu eserler, aynı zamanda Karaman'ın zengin tarihini ortaya koyuyor. Kente gelenler, Osmanlı mimarisinden Yeni Hamam, Bizans mimarisinden Çeşmeli Kilise, sivil mimariden Tartan Evi, Karamanoğlu mimarisinden Araboğlu Cami'yi bir arada görme imkanı buluyor.''

Son olarak bu binaların restore edilmesiyle kentte Karaman Kalesi'nin dışında restorasyonu yapılmayan tarihi eser kalmadığını bildiren Dilbaz, şöyle devam etti:

''Karaman Kalesi'nin restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığından 700 bin YTL'lik ödenek geldi. Şu anda burası ihale aşamasında. Kalenin de restore edilmesiyle, kentimizde restorasyonu yapılmayan tarihi eser kalmayacak. O kadar ki yol kenarlarında bulunan, kullanılmayacak hanları bile onarmaya başladık. Karaman'da tarihi, bu derece ayağa kaldırdık.''

Konya Hakimiyet, 05.07.2007

TARİH ARTIK "MAİL-İ İNHİDAM" DEĞİL

 

Kültür varlığı yapıların yaşatılmasında "yıkarak yenileme"nin yerine "yıkmadan onarma"nın önemini yıllardır anlatamadık. Tarihin derinliklerinden gelen becerileri, sözde "aslı gibi (!) taklit" etmenin, "aklın yaratıcılığı"na saygısızlık olduğunu da.

Gerçek bir "mimari restorasyon"da, yani geçmişten kalanların sağlamlaştırıldığı, eksilen kısımların özgün tekniği ve estetiğiyle tamamlandığı onarımlarda, tarihten "ders alınacak birikimler"in de korunduğu ise yeni kavranabildi. Bu ders, 2005'te İstanbul'da Mimarlar Odası'nın ev sahipliğinde gerçekleşen Dünya Mimarlık Kongresi'ndeki "koruma" bildirilerinde şöyle vurgulanmıştı; "Mimarlık mirası, atalarımızın bugünden çok daha geri ekonomik ve teknik olanaklarla, ama binyılların deneyimlerine dayanarak, bugünden daha insancıl, zarif, uyumlu ve yaşamla bütünleşen mekanlar yaratabildiklerini kanıtlıyor..."

İşte bu bir daha ele geçmeyecek "deneyimler hazinesi"nin kuşaktan kuşağa esin kaynağı olabilmesi için, restorasyonların "geçmişteki yaratıcılıkları silmeden" gerçekleşmesi, neyse ki artık önemseniyor; ne çare ki onca değerimizi yitirdikten sonra.

Tarihi yapıların özgünlükleriyle değil, "dekor" olarak korunmalarını yeterli gören kültür "yoksun"u anlayış, öteden beri yasal gerekçesini "mail-i inhidam" raporlarına dayandırır. Anlamı "yıkılmaya meyilli" olan bu raporlarda, kültür varlıklarımızın "tehlikeli durumda; çökmek üzere" oldukları saptanır. Böylece, "hemen yıkmazsak mala, cana zarar gelecek" denip apar topar ortadan kaldırılmalarına "bilimsel (!) bahane" uydurulmuş olur.

Uygarlık değerlerimizin yitirilmesini değil de korunmasını "sorun" eden anlayış aynı raporlara o denli sevdalıdır ki koruma kurullarının "mail-i inhidam"lı konuları "ivedi"likle görüşmeleri bir aralar bakanlık talimatına bile bağlanmıştı.

Asıl amaç "dayanıksızlığı kanıtlamak" olduğu için genelde inşaat mühendisi imzasıyla hazırlanan bu raporlarla yok edilen kültürel "varlık"larımız, rant yapılaşmasına kurban edilenlere yakındır. Var olanı sağlamlaştırarak onarmak yerine, tümüyle yeniden inşa edilen eski yapılarda, gelecek kuşaklara verilen ders ise ne yazık ki sadece "taklit"çilik.

Doğan Kuban 1990'lardaki bir koruma kurulu toplantımızda, yolu daraltan ahşap bir Üsküdar evini "eskimiş" gerekçesiyle yıkmak isteyen belediyeciye; "Eski eser, yaşı ve tabiatı gereği mail-i inhidamdır, tersi zaten olamaz..." demişti. Bunun, yok etmeye değil onarmaya gerekçe olabileceğini anlatmakta bile epey zorluk çekmişti...

İşte bütün bunlar sürerken, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin son bülteni (S. 89) yüreklerimize su serpti.

İTÜ Mimarlık Fakültesi Yapı Statiği ve Betonarme Birimi'nden Öğr. Gör. Haluk Sesigör, Doç. Dr. Oğuz Cem Çelik, Prof. Dr. Feridun Çılı tarafından kaleme alınan "Tarihi Yapılarda Taşıyıcı Bileşenler, Hasar Biçimleri, Onarım ve Güçlendirme" başlıklı kapsamlı makale, YAPI dergisinin 2007/Şubat-303. sayısında da yayımlanmıştı.

Bu konunun ayrıntılı ve düzeyli bir araştırmayla "inşaat mühendisleri"mizin yayın organında yer alması çok anlamlıdır. Çünkü Türkiye'de bu meslek adeta "betonarme mühendisliği"ne dönüştü. "Uygarlıklar ülkesi"nin temel gereksinimi olan "geleneksel yapı sistemleri"nin "çağdaş katkılarla geliştirilmesi" yıllardır önemsenmedi.

Kültürel mirasın, üstelik onca depreme rağmen ayakta durabilmelerini "kutsamak" yerine, çatlayan her duvara, yıpranan her ahşaba, "artık mukavemeti kalmamış..." demek mühendislik sanıldı.

Ömrünü mühendislere "tarih"i de kavratmaya adayan Prof. Müfit Yorulmaz'ın emektar "anı"sına yayımlanan makale, işte bu "yabancılaşma"yı gidermeye çalışan mücadelesiyle de umarız ki etkili olur.

Giriş bölümünde, bizdeki mühendislik eğitiminin restorasyona duyarsızlığını anımsatan makalede, tarihi yapıların onarımında tek ölçütün "depreme dayanıklılık" olamayacağı, özgünlüğün gözetilmesi gerektiği vurgulanıyor. Buna göre de yapısal elemanların "ömürlerini uzatacak" çözümler öneriliyor.

Restorasyonun evrensel belgelerinden 1964 tarihli Venedik Tüzüğü'nde yer alan, "Çağdaş yöntemler ancak geleneksel yöntemler yetersiz kaldığında tercih edilebilir" ilkesi de anımsatılan makale, onarımlarda "en az müdahale" yi savunuyor.

Çalışmanın ayrıntılarında ise tarihsel mimarideki sütunlar, duvarlar, payandalar, tonozlar, kemerler, kubbeler, gergiler, ağırlık kuleleri gibi başlıca yapı öğeleri irdelendikten sonra, bunlardaki "ezilme"lerin, "deformasyon"ların, "dönme"lerin, "oturma"ların, "çatlak"ların ve "hasar"ların nasıl giderilerek yapının sağlamlaştırılacağı anlatılmış.

Benzer şekilde taşıyıcı sistemlerdeki yıpranmaların da ele alınmasıyla birlikte, temelden çatıya onarımlardaki "geçmişe saygılı yöntemler", güçlendirmeler ve uygulama teknikleri resimlerle, çizimlerle açıklanıyor.

Dileğimiz, restorasyonlarda inşaat mühendisliğinin "tarihsel sorumluluğunu" da anımsatan bu makalenin, öncelikle yine şu mail-i inhidam raporlarını yazanlarca okunması. Koruma kurulları da aynı raporlara bu makaleyle birlikte bakarlarsa, kültür varlıklarımızı "yok ederek koruma" (!) sürecini belki durdurabiliriz.

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 05.07.2007

İRLANDA ULUSAL MÜZESİ'NİN MERDİVENİ ÇÖKTÜ, ÇOK SAYIDA YARALI VAR

 

İrlanda'nın başkenti Dublin'de Ulusal Müze'nin merdivenlerinin çökmesi sonucu çok sayıda turistin yaralandığı bildirildi. Polis ve müze yetkilileri, Keltler döneminden tarihi ve mimari eserlerin sergilendiği müzedeki olayın ardından binanın boşaltıldığını kaydetti.

 

Kentin merkezindeki parlamento binasının bitişiğinde bulunan müzenin ziyaretçilere kapatıldığını belirten yetkililer, yaralıların sayı ve sağlık durumları konusunda kesin bilgi bulunmadığını bildirdi.
Turizmdebusabah.com, 05.07.2007

'VATANSEVERLER' DE KAZI YAPMIŞ

 

Genelkurmay Başkanlığı Askeri Başsavcılığı, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi'ne (VKGBH) yönelik Girdap Operasyonu'nda tutuklanan zanlıların bazı üst rütbeli askerlerle bağlantılı olduklarının ortaya çıkması üzerine soruşturma dosyasını istedi. Soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Savcısı Alp Arslan, dün görevsizlik kararı vererek dosyayı terör ve çete suçlarına bakmakla görevli Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği'ne gönderdi.


14 ay süreyle telefonları dinlenen ve 12'si tutuklanan zanlıların emekli bazı paşaların yanı sıra hala görevde olan üst rütbeli bazı subaylarla da bağlantılı oldukları ortaya çıkmıştı. Bir şehit eşini dolandırdığı iddia edilen zanlıların emekli Tümgeneral Hasan Kundakçı, bazı hakim, savcı ve polislerle yaptığı görüşmeler de dinlemeye alınmıştı. Dernek başkanı Taner Ünal'ın bilgisayarında çocuk ve hayvan pornosu resimleri bulunmuş zanlılara 40 ayrı suçlama yöneltilmişti. Bu suçlamalardan bazılarıysa darbe planlamak, ihaleye fesat karştırmak, resmi belgede sahtecilik, tehdit, yasadışı yoldan bağış toplamak ve tarihi eser kaçakçılığı. Zanlıların, Mersin ve Ankara Bala ilçesinde yaptıkları kazılara bazı askerlerin de katıldığı öğrenildi.


Operasyon kapsamında tutuklanan zanlıların kendi aralarında yaptıkları telefon görüşmelerinde sıkça bahsettikleri '1 numara'nın İstanbul'da yaşayan emekli bir general olduğu iddia edildi. Çete üyeleriyle bağlantılı askerlere ilişkin dosyaysa Genelkurmay Başkanlığı'yla Jandarma Genel Komutanlığı'na gönderildi. İddialar, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Başsavcılığı'nı da harekete geçirdi. Askeri Başsavcılık, basında çıkan haberleri ihbar kabul ederek soruşturmayı yürüten birimlerden dosyayı istedi. Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Adalet Bakanlığı'nın, zanlılarla bağlantısı saptanan personelleri hakkında adli ve idari işlem başlatması bekleniyor.

Radikal, Haber: Soner Arıkanoğlu, 05.07.2007

RHODIAPOLİS'TE KAZILAR BAŞLADI

 

Antalya'nın Kumluca İlçesi'ndeki Rhodiapolis Antik Kenti'nde 2007 yılı kazı çalışmaları başladı.

 

İlk kez 2006 yılında günışığına çıkarılmaya başlanan Rhodiapolis'te, ikinci kazı döneminin başlangıcı için tören düzenlendi.

Geçen yıl önemli bulguların elde edildiği Rhodiapolis, Kumluca bölgesinde bugüne kadar üzerinde çalışılan en önemli ören yeri...

 

Rhodiapoliss Antik kentinde 2007 yılı kazı çalışmaları, Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Profesör Nevzat Çevik başkanlığında yürütülüyor. Çalışmaların iki ay sürmesi bekleniyor.

Trt/Haber, 05.07.2007

ATA'NIN HARF DEVRİMİ NOTLARINA 10 BİN YTL

 

İngiltere'nin başkenti Londra'daki ünlü müzayede salonu Christie's'de açık artırmaya çıkan Atatürk'ün Harf Devrimi'ne ait 1927 tarihinde tuttuğu notlar 3 bin 840 sterline (yaklaşık 10 bin YTL) satıldı. Adı açıklanmayan özel bir koleksiyoncu tarafından satın alınan notlar için 1000 sterlin taban fiyat belirlenmişti.

 


Atatürk'ün İsviçreli antropolog Eugene Pittard'a gönderdiği, Latin alfabesine ilişkin heceleme ve telaffuz notlarında Ulu Önder'in yaptığı çizimler de yer alıyordu. Christie's, katalogda Atatürk'ün notlarını tanımlarken, yeni Türk alfabesinin doğuşu ve Türk dili hakkında da geniş bilgi verdi. Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında nüfusun yüzde 80'inin okur-yazar olmadığı belirtilerek, Türk Harf Devrimi'nden övgüyle bahsedildi.

1927'de eşiyle birlikte Ankara'da Atatürk'ün konuğu olan Pittard, alfabe reformundan çok etkilendiğini belirterek, "Le visage nouveau de la Turquie" (1931) adlı eserinde Türkiye'deki harf devrimini, tarihin en büyük sosyal devrimlerinden biri olarak değerlendirmişti. Aynı açık artırmada Winston Churchill, Isaac Newton, Çar Deli Petro, Aleksandr Puşkin ve Kraliçe 1. Elizabeth'e ait çok değerli mektuplar, 30 bin ila 114 bin sterlinlik açılış fiyatlarından satışa sunuldu.
Milliyet, Haber: Nevsal Elevli, 05.07.2007

NAPOLYON'UN ÖZRÜ PAHALI

 

Fransa'nın asker imparatoru Napolyon Bonaparte'ın sevgilisi Josephine'e yazdığı mektup, Britanya'daki Christie's Müzayede Evi'nde 3.8 milyon sterline (yaklaşık 10 milyon YTL) satıldı.

 

Napolyon'un Josephine'le evlenmeden önceki üç aylık ilişkileri süresince yazılan mektupların bugüne kalan tek örneğinde, Napolyon şiddetli bir kavgadan sonra sevgilisinden özür diliyor.

 

Mektup Isaac Newton, Winston Churchill, Çar Deli Petro, Aleksandr Puşkin, John Donne ve Kraliçe 1. Elizabeth'e ait çok değerli mektupların içinde bulunduğu nadir bir koleksiyon için de ilham kaynağı oldu.

Radikal, 05.07.2007

KUDÜS KAZILARI SON BULDU

 

İsrail, Kudüs'te sürdürdüğü ve İslam aleminin büyük tepkisini çeken kazılara son verdi. İsrail'in Kudüs'te yapmak istediği yol, İslam ülkelerinin tepkisi üzerine kazı çalışmalarına son veridiği bildirildi. Harem-üş Şerif ve Doğu Kudüs'teki tartışmalı kazılar ve inşaat işlerinin son bulduğu belirtildi. Şehir konseyi şimdi daha küçük bir köprü alternatifi üzerinde duruyor. Önceki kazılar Müslümanların şiddetli tepkisine yol açmış, İsrail ve Filistinliler arasında gerginlik yaratmıştı. Daha önce 1996 yılında açılan bir tünel çatışmalara sebep oldu ve 80 kişinin ölümüne yol açtı. 2000 yılındaki kazı girişimi ikinci Filistin direnişi ve ayaklanmasına neden oldu. İsrail'in o zaman ki muhalefet lideri Ariel Şaron'un Mescid'i Aksa'yı ziyareti de Müslümanların büyük tepkisine neden olmuştu.

Yeni Şafak, 05.07.2007


KÜLTÜR VE TURİZM'DE YENİ "ALİ DİBO"...

TÜRBELERİ BİLE RANT KAPISI YAPTILAR

 

120 türbenin ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan ve yılda 1 milyon 300 YTL bağış toplayan Türbeleri Koruma ve Yaşatma Derneği, müfettiş raporlarına göre, bu parayı türbelerin giderleri için kullanmadı. Bunun üzerine İstanbul Valiliği yeni bir dernek kurdu. İncelemeler sürerken bir türbeden 33 çini karo çalındı, başka bir türbede yangın çıktı. Pek çok değerli eserin de kayıp olduğu belirlendi.





Türbeleri Koruma ve Yaşatma Derneği, türbelerin ihtiyacını karşılamak amacıyla 1979 yılında kuruldu. İki yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı adına derneği denetleyen ve kısa süre Teftiş Kurulu Başkanlığı yapan Ramazan Yağız, emekli olduktan sonra da denetlediği derneğe başkan oldu. Derneğin yıllık makbuzlu bağış geliri 1 milyon 300 bin YTL... Ancak bu bağışların türbelerin giderlerinde kullanılmadığı, bakanlık müfettişlerince tespit edildi.


Bunun üzerine İstanbul Valiliği ile İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, dernek yönetimine el koymaya kalktı. Başarılı olamayınca da Türbeler Çeşmeler ve Taşınır Taşınmaz Kültür Varlıklarını Koruma ve Yaşatma Derneği ismiyle 6 ay önce yeni bir dernek kuruldu. İstanbul Valiliği, eski derneğin bağış toplamasını yasakladı.


Yeni derneğin yönetim kurulu İstanbul Vali yardımcıları Cumhur Güven Taşbaşı, Necati Şentürk, Mehmet Ali Ulutaş, Abdullah Selim Parlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Muammer Erol, eski İl Kültür ve Turizm Müdürü Ahmet Emre Bilgili ve Vakıflar Bölge Müdürü Adnan Ertem'den oluşturuldu. Derneğin başkanlığına da Vali Yardımcısı Necati Şentürk getirildi. Yeni dernek, 5 ayda 400 bin YTL bağış topladı.

Gelişmeler üzerine komisyon, türbelerin tamamında eserleri araştırmaya başladı. El yazmaları, halılar, şamdan ve Kabe örtüsü gibi değerli pek çok eserin kayıp olduğu belirlendi.
Ardından 1982 yılından beri girilmediği anlaşılan Türbeler ve Müzeler Müdürlüğü'nün Sultanahmet'teki ana deposuna da giden komisyon üyeleri, ilk girişlerinde bitlenince çalışmaya ara verdi. Depo belediye tarafından ilaçlanırken, komisyon ara raporunu hazırlamaya başladı.

Komisyon raporunu teslim edemeden, Sirkeci'deki I. Abdülhamit Türbesi'nde yangın çıktı. Elektrik kontağından çıktığı belirtilen yangını itfaiye kısa sürede söndürdü. Ancak türbedeki yüzlerce eserin henüz sayılmamış olması, yangının ahşap bölüme yakın yerde çıkması ve Hz. Muhammed'e ait eserlerin de burada bulunması soru işaretlerini artırdı. İstanbul Valiliği de tüm bu gelişmeler üzerine soruşturmayı derinleştirdi.

İstanbul Türbeler ve Müzeler Müdürlüğü'ne bağlı 120 türbe bulunuyor. Aralarında en çok gelir getirenler ise Eyüp Sultan, Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri, Kanuni Sultan Süleyman ve Fatih Sultan Mehmet türbeleri.

Dernek yönetimi, türbe depolarının uzun yıllardır sayılmadığını ve eserlerin pek çoğunun çürüdüğünü fark ederek Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yardım istedi. Bakanlığın görevlendirdiği müfettiş, Topkapı Sarayı uzmanlarından oluşan bir komisyonu eser sayımı için türbelere gönderdi.
İşte tam bu sırada Eminönü'ndeki Hatice Turhan Valide Sultan Türbesi'nde hırsızlık olduğu ortaya çıktı. Gece gündüz bekçisi olan türbede 33 İznik çini karo çalındı. Servi ağacı motifli çinilerin, türbenin pencere içinden özenle söküldüğü anlaşıldı. Hem bakanlık hem İstanbul polisinin çabalarına rağmen çiniler hala bulanamadı.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 05.07.2007


*****


BÜYÜK SORUŞTURMA

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Milliyet'in "Türbelerde inanç soygunu" manşetiyle ilgili olarak, "Soruşturmanın derinleştirilerek sürdürüldüğünü" söyledi.


Milliyet, dün manşetten duyurduğu haberde, Türbeleri Koruma ve Yaşatma Derneği'nin, türbelerin bakım ve onarımı için topladığı bağışları amaç dışı kullandığı iddiasına yer vermişti. Müfettişler, soruşturmayı sürdürürken, bir türbeden 33 karo çalınmış, bir başka türbede de şüpheli bir yangın çıkmıştı. Konuyla ilgili olarak açıklama yapan Koç şöyle konuştu:


"Maalesef bu durumun farkına ilk biz vardık. Hemen bakanlık müfettişlerini harekete geçirdik. Gördük ki, insanların inançları sömürülüyor, istismar ediliyor. İstismar, kullanmak demektir. İnsanların manevi duyguları kullanılıyor. Ortada ahlaki bir durum var. Ahlaki bir yapının kurulmasından yanayım. Bu tüm kurumlar için geçerli. Adı türbe olsun, cami olsun, müze olsun fark etmez. Ahlaki durumu tesis etmek de sadece Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görevi değil. Bu hepimizin, her kurumun görevi."

Türbeleri derneklerin elinden kurtarmak için yeni bir çalışma başlattıklarını kaydeden Koç şunları söyledi: "İstanbul Valiliği ile işbirliğine girdik. Soruşturmayı derinleştirerek sürdürüyoruz. Hırsızlık olayları, yangın olayı, müze depolarındaki eserlerin sayımı hızla devam ediyor. Bunun yanı sıra yıllardır bütçe olmadığından türbelerin bakımı derneklere bırakılmış. Bunları onların elinden alacağım. Vali bey ile görüşüyoruz, türbeleri ya bakanlığımın DÖSİM (Döner Sermaye İşletmeleri) kurumuna ya da İstanbul İl Özel İdare'ye bağlayacağız. Böylelikle türbeler, manevi duyguların sömürüldüğü mekanlar olmaktan çıkacak."


İstanbul Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı da türbelerde çıkan yangın ve kayıp eserlerle ilgili olarak soruşturmanın sürdürüldüğünü bildirdi.
Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 06.07.2007





Mini-Nano Yorum:


Neyse ki günü kalmadı, yolcu yolunda gerek ;-))

BİNGÖL'ÜN TEK TARİHİ CAMİSİ RESTORE EDİLİYOR

 

Bingöl'ün eski yerleşim yeri olan Aşağı Çarşı'da bulunun Bingöl'ün tek tarihi camisi İsfahan Bey Camii, Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore ediliyor.





Bölgede meydana gelen birçok büyük depreme meydan okuyan ancak Bingöl'de 1 Mayıs 2003'te meydana gelen 6,4 büyüklüğündeki depremde hasar gören ve ibadete kapanan tarihi İsfahan Bey Camii, tarihi dokusuna uygun olarak yeniden restore ediliyor.

 

Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce 9 Mart 2007 tarihinde 415 milyara ihale edilen Bingöl İsfahan Bey Camii ve Minaresi restorasyon işi hızla devam ediyor. Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nce kontrollüğü yapılan cami yenileme işinin 9 Ağustos 2007'de tamamlanması bekleniyor. Depremde büyük oranda hasar gören caminin taş duvarları güçlendirilerek yeniden inşa edildi. Tamamen yıkılan minare ve bazı duvarlar ise yeniden örüldü. Duvarın içinden tünel şeklinde minbere çıkan merdivenin bozulmadığı ve aslına uygun olarak güçlendirildiği belirtildi. İç kısmı modern bir şekilde yeniden döşenecek caminin asma katının ise önceki yapısına uyularak ahşaptan yapılacağı bildirildi.

 

İsfahan Bey Camisi'nin, Çapakçur Beyi İsfahan Bey tarafından 1500'lü yıllarda inşa edildiği rivayet ediliyor. Bingöl kent merkezinde bulunan tek tarihi eser niteliğindeki cami yığma taş usulü ile yapılmış. Cami, çok sayıda deprem geçirdiği için yapılan onarımlarda orijinalliğini kaybetmiş. İsfahan Bey Camii, Bingöl'de 1 Mayıs 2003 tarihinde meydana gelen deprem hasar görmüş, minaresi de yıkılmıştı. Cami hala ibadete kapalı bulunuyor.

Zaman, Haber: İ. Halil Özemiş, Fotoğraf: bingolx.com, 04.07.2007

15 YIL SÜREN LİMAN KENT KAZISINDA BİN 500 ESER GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI





Hatay'ın Dörtyol İlçesi Yeşil Kasabası'nda bulunan 5 bin yıllık Kinet Höyüğü'nde kazısında liman kent ortaya çıkartıldı.

 

Liman Kent'te yürütülen 15 yıllık kazıda ise bin 500 eserin gün yüzüne çıkartıldığı bildirildi. Bu yılkı kazının start aldığı arazide kazı ekibini ziyaret eden Dörtyol Kaymakamı Hayri Sandıkçı çalışmalarla ilgili bilgi aldı. Kaymakam Sandıkçı, kazılarda gün yüzüne çıkartılan eserlerin Hatay müzesinde sergileneceğini söyledi.

 

İssos Ovası üzerinde 3.3 hektar alandan daha büyük yerleşim alanına kurulu olan Kinet'in merkezi konumundaki, 20 yerleşme katmanını içeren ve 26 metre yükseklikte bulunan höyük içinde yürütülen kazıya başkanlık eden Bilkent Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Marie Henriette Gates'e göre ne arasanız var. Doç. Dr. Marie Henriette Gates 5 bin yıl önce kurulmuş antik liman kenti Kinet'te, bu güne kadar ilk ve son Tunç dönemine ait çanak-çömlek, mühür, hayvan kalıntıları, ağırlık ölçüleri ve hatta dokuma tezgahı olmak üzere bin 500'ün üzerinde eserin gün ışığına çıkartıldığını söyledi.

 

Kazı çalışmalarını 10'u Türk 18 arkeologun katılımıyla gerçekleştirdiklerini aktaran Doç. Dr. Gates, Kinet Höyüğü'nün Büyük İskender'in MÖ 333 yılında Pers Kralı Dariusu'yu yenmesiyle ünlendiğini hatırlattı. 15 yıldan buyana Kinet Höyüğü'nün kazı başkanlığı görevini sürdürdüğünü dile getiren Doç. Dr. Gates, şöyle konuştu; "Her sezon farklı uygarlıklar ve eserler bularak, buradaki sosyal yaşamı, kültürü, ticari ilişkileri, ekonomik yapıyı gün yüzüne çıkartıyoruz. 5 bin yıl önce kurulmuş antik liman kenti Kinet'te artık bilinmeyen bir şey kalmadı. Her şey gün yüzüne çıkartıldı. Kazı çalışmalarında dokuma tezgahı bile bulduk. Pers ve Hellenistik dönemde ortaçağda kullanılan kalelere de rastlanıldı. Ancak, yangın, deprem ve diğer doğal afetlerden dolayı, yaptığımız sondaj ve jeomorfolojik çalışmalarda, 2 antik limanın ve kentteki yerleşim birimlerinin Deliçay Nehri'nin ağzında bulunması nedeniyle 2.5 kilometre güneye kaydığını, erozyon yaşadığını saptadık.''

Zaman, Haber: Mehmet Dener, Foto: Dörtyol Kaymakamlığı, 04.07.2007

POMPEIOPOLIS KAZILARI 24 TEMMUZ'DA BAŞLAYACAK

 

Kastamonu'nun Taşköprü İlçesi'nde, geçen yıl uluslararası kazı ekibi tarafından gün yüzüne çıkarılmaya başlanan Pompeiopolis Antik Kenti'nde, bul yıl kazı çalışmalarının 24 Temmuzda başlayacağı bildirildi.

 

Kazı başkanı Münih Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Latife Summerer, yaptığı açıklamada, uzmanların ve arkeologların Efes Antik Kenti'nin ve Gaziantep Zeugma'nın bir benzeri olarak nitelendirdikleri Pompeiopolis Antik Kenti'nde kazı çalışmalarının bu yıl da devam edeceğini söyledi. Çalışmaların bu yıl 24 Temmuzda başlanacağını bildiren Summerer, geçen yıl olduğu gibi kazı başkanlığını kendisinin yürüteceğini belirtti.

 

Münih, Zürih ve Basel üniversitelerinden seçkin öğretim elemanları ve arkeologların katılacağı bu yılki kazı ekibinin 22 Temmuzda Taşköprü'ye geleceğini bildiren Summerer, şunları kaydetti:''İlk etapta 14 kişiden oluşacak ekip çalışmalara başlayacak. Yaklaşık 65 gün sürmesi beklenen kazı çalışmalarına 40 uzmanın katılması bekleniyor. Zımbıllı Tepesi'nde 6 kilometre karelik bir alanı kapsayacak şekilde kazı çalışması yaptık ve geçen yılki kazılarda kısa sürede geç Roma dönemine ait villa kalıntısına ulaştık. Buradan büyük bir Roma hamamı, antik bir köprü, antik tiyatro ve mabet kalıntılarına ulaşmayı hedefliyoruz.''

 

Taşköprü Belediye Başkanı Mustafa Günay da yıllardır hayalini kurdukları kazı çalışmalarında ikinci yıla gelmenin mutluluğunu yaşadıklarını ifade ederek, ''Bu çalışmanın Karadeniz Bölgesi'nin eksik pay aldığı turizm pastasından gerektiği payı almasına ön ayak olacağını inanıyorum. Kazı ekibine elimizden gelen desteği vermeye hazırız'' diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 04.07.2007

FATİH'İN YENİLENMESİNDE TARİHİ MÜLK SAHİPLERİNE BELEDİYEDEN ÜÇLÜ ÖNERİ

 

İstanbul Fatih'te 280 bin metrekarelik alanda gerçekleşecek yenileme çalışmalarına ilişkin avam proje 2 ay sonra tamamlanıyor. Belediye, projenin uygulama sürecinde yenileme alanında yer alan tescilli 230 tarihi eserin sahibine, üçlü öneri paketi götürecek. Projede kalmak isteyenlere, mülkünün büyüklüğünün en fazla yüzde 70'ine denk gelen büyüklükte mülk verilecek. Mülk sahipleri eş değer yeni bir ev isterse fark kadar para ödeyecek veya kamulaştırma bedelini alıp projeden çıkacak.

Toplam 280 bin metrekarelik alanda yer alan tarihi binaları yenileyecek olan Fatih Belediyesi, Fener-Ayvansaray Sahil Kesimi Yenileme Alanı projesi kapsamındaki tarihi bina sahiplerine üçlü öneri götürecek. Ayvansaray'dan başlayarak Fener iskelesine kadar olan sahil bölgesini kapsayan yenilenecek alanda gayrimenkulü bulunanlar mülklerinin karşılığında yeni projeden belli oranda pay alabilecek, eğer tarihi mülküne eş büyüklükte bir ev almak isterse üste para verecek. Örneğin 150 metrekarelik tarihi bir binaya sahip olanlara, ev sahil kısmında ise yüzde 70'i oranında yani 100 metrekarelik ev önerilecek. Ancak ev daha iç kısımlarda kalıyorsa 50 metrekarelik bir ev alabilecek. Yenileme projesinde kendi evinin büyüklüğünde bir ev sahibi olmak için ısrar edenlerin, aradaki fark kadar belediyeye ödeme yapması gerekecek. 5366 sayılı yenileme yasasına göre mülk sahiplerinin bu önerileri kabul etmemesi halinde, kamulaştırma bedelleri üzerinden evinin değerini tahsil ederek projeden ayrılması da mümkün. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, hak sahiplerinin yeni yasaya göre bu üç öneriden birini kabul etmek zorunda olduğunu söyledi. Demir, "Eskiden bir proje sahibi mahkemeye gitse proje kilitleniyordu. Ancak yeni yasa bu tür sıkıntıların önüne geçiyor" dedi.

Tescilli 230 tarihi binayı ilgilendiren yenileme çalışmalarına ilişkin avam proje 2 ay sonra tamamlanıyor. Avam projenin tamamlanması ile birlikte ihalesini 18 Nisan'da Çalık Grubu'na ait GAP İnşaat'ın kazandığı 200 milyon dolarlık yenileme işinde uygulama projelerine geçilecek. Binaların dış cephelerinin korunarak iç kısmının güçlendirilip modernize edileceği ve çoğu terk edilmiş durumdaki 2-3 katlı binaların sahipleri ile görüşecek olan Fatih Belediyesi, yaklaşık 800 hak sahibine önce yeni projeyi anlatarak onları projeye entegre edecek. Belediye Başkanı Demir Türkiye'nin en büyük yenileme alanı projesinin 909 parselden oluştuğunu ve ilk kazmanın 1,5 yıl içinde vurulabileceğini söyledi.

Fatih'de bu yenileme projesinin yanı sıra Avrupa Birliği (AB) fonları tarafından desteklenen bir başka proje daha bulunuyor. Fener Balat taraflarındaki 126 yapının restorasyonunu ilgilendiren Fener Balat rehabilitasyon projesi eylül ayında tamamlanacak. Proje kapsamında tarihi mimari yönü ön planda olan, kendini muhafaza eden tescilli binalar restore edilecek. Çocukların ve kadınların gelirlerine katkıda bulunmayı amaçlayan sosyal yönü de olan bu proje için AB'den 7 milyon euro kaynak sağlandı.

Fatih'te sürdürülen her iki proje nedeniyle özellikle Fener-Balat gibi Haliç manzarası ve tarihi dokusu olan yerlerde gayrimenkul satıcıları yüksek fiyat istemeye başladı. Turyap Fatih Temsilcisi Serdar Bıdak, yapılan projelerin ilçenin çehresini değiştireceğini, bu nedenle şimdiden proje kapsamındaki yerlerdeki mülklere fahiş fiyatlar istendiğini söyledi. Bıdak, "Balat'ta bize 80 metrekarelik ara sokakta eski bir eve 400 bin YTL fiyat istediler. Oysa binaya üç kişi çıksanız hemen çökecek gibi ama yine de bu fiyatları isteyebiliyorlar" dedi.

Mavi Gayrimenkul yetkilisi Ceyhan Demirlikan da Fener Balat'ta evlerin 170 bin YTL'den başlayıp 300 bin euroya kadar satışa sunulduğunu söyledi. Demirlikan, "50'şer metrekareli 3-4 katlı binalar şu anda 170 bin YTL'ye satışa sunuluyorsa, bu projeler başlamadan önce bunlara en fazla 100 bin YTL isteniyordu. Piyasa her yerde olduğu gibi şu an bizde de durgun. Ama bu tür binalar meraklıları ve gelecekte prim yapacağını düşünenler alıp restore ederek kullanıyorlar" dedi.
Nur Ticaret'ten Nurettin Özkaya fiyatların yüksek olduğu bölgede yeni binalarda 120 metrekare dairelere 500 bin YTL bedel istendiğini söyledi. Özkaya, Balipaşa'da 130 metrekarelik bir yerin 480 bin YTL'ye satıldığını anlattı.

Tarihi yarımadayla ilgili olarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 2005 yılında aldığı karar ile Büyükşehir Belediyesi ve İçişleri Bakanlığı'nın kararlarına göre, otogalerileri ve tamirhaneler yarımadadan çıkartılacak. Millet Caddesi'nde olan otogalerilerini bu kapsamda çıkartmaya çalışan Fatih Belediyesi, galeri ve tamirhanelere son olarak 2007 yılı sonuna kadar süre tanıdı. Genelde büyük binaların alt katlarında yer alan galerilerin kesin gideceğini anlatan Belediye Başkanı Mustafa Demir onların yerine nelerin konumlanacağı konusunda bir sıkıntıları olduğunu söyledi. Demir, "Büyük jean mağazaları ile ilgili bir çalışma başlattık. Roman'la konuştuk, onlara gelin dedik. Buralar çok önemli yerler, prestij cadde haline dönüştüreceğiz. Hangi büyük markalar davetimizi kabul edip gelir bilemeyiz ama kesinlikle galerici ve tamirciler olmayacak" dedi.

Referans, Haber: Selma Şenol, 04.07.2007

KÜLLİYE CANLANIYOR

 

Mimar Sinan'ın yapıtı Valide-i Atik Külliyesi'nde bu yaz tarihle iç içe geçecek bir yaz akademisi düzenlenecek. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından düzenlenecek 1. MÜGSF Uluslararası Yaz Akademisi'nde her biri alanlarının en yetkin isimlerinden oluşan sekiz akademisyen öğrencilere ders verecek, bilgi birikimlerini aktaracak.


Hikmet Barutçugil'in 'Ebru Yapımı', Ernst Hesse'nin 'Fragmanlar, Uzay ve Hareketler', Ergin İnan'ın 'Düşüncenin Görselliğe Dönüşümü', Hüsamettin Koçan'ın 'Nesneyi Anlamak ve Yorumlamak', Eva Mösenender'in 'İntaglio Baskı', Erkan Özdilek'in 'Kağıtla Düşlemek', Sefer Öztürk'ün 'Keçe' ve Özcan Uzkur'un 'Geleneksel Yazma Sanatı (Tahta Kalıp Baskı)' konulu dersleri külliyede yapılacak. Derslere yurtdışından öğrencilerin yanı sıra Türkiye'deki güzel sanatlar fakültelerinde okuyan öğrenciler ve güzel sanatlara ilgi duyan herkes katılabilecek. 27-31 Ağustos arası düzenlenecek ve başvuruların 15 Temmuz tarihine kadar yapılabileceği Akademi'ye katılım ücreti ise 500 YTL.

Radikal, 04.07.2007

DÜNYANIN İLK TARIM ANITI İLGİ BEKLİYOR

 

Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden biri olan Konya’daki Mevlana Müzesi, her yıl turist sayısında rekorlar kırarken, şehre sadece iki saat mesafedeki Ereğli İlçesi'nde Hititler’den kalma “Dünyanın ilk Tarım Anıtı” tanıtım yetersizliği sebebiyle ziyaretçi bekliyor. Tarihi anıt İvriz Kabartmaları olarak biliniyor. Oymalı Yer Altı Şehirleri, Koçak Kilisesi, Aziz Yahya Kuyusu gibi çok sayıda tarihi değerin de bulunduğu Ereğli’de, en önemli yapı MÖ 8. yüzyıldan günümüze ulaşan İvriz Kaya Anıtı.

Üzerindeki kabartmalarda figürün bir elinde üzüm salkımı, diğer elinde ise buğday başağının bulunduğu anıt, dünyadaki ilk tarım anıtı olma özelliği taşıyor. Ereğli Müze Müdürü Ziyaettin Taşçı “Böyle bir eserin dünyada örneği yok, ancak tanıtımımız çok yetersiz. En azından Mevlana Müzesi’ni ziyaret eden turistler, Ereğli’ye yönlendirilerek İvriz Kaya Anıtı’nı görmeleri mutlaka sağlanmalı. Bu çalışma, ülke turizmi için önemli bir kazanım olacaktır” diyerek herkesi bu ender eseri görmeye çağırdı.

Türkiye Gazetesi, Foto: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 04.07.2007

TARİH AYAKLAR ALTINDA

 

Adana Merkez Yüreğir İlçesi'ne bağlı Camili Köyü'nde, “Adana’daki ilk Türk izleri” kabul edilen bin 300’lü yıllara ait ‘Üçok’ damgalı tarihi mezar taşları, ilgisizlikten toprağa gömüldü. 10’u ‘Üçok’ damgalı olan mezar taşlarının çoğu, korunamadığı için talan edildi. İlgi bekleyen taşların durumu görenlerin içini sızlatıyor. Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Gözde Ramazanoğlu, bölgede yaptığı araştırmada söz konusu mezar taşlarının Türk tarihi açısından son derece önemli rolü olduğuna işaret ederek, höyük alanının en kısa sürede koruma altına alınması, hatta turizme kazandırılması gerektiğini kaydetti. Ramazanoğlu, bin 300’lü yıllara ait mezar taşlarının, Türklerin henüz Adana’ya yerleşmeden önce buraya gelip konakladıklarını gösterdiğini vurgulayarak, şunları kaydetti: “Höyükteki mezarlarda bulunan işaretler (ok-yay kompozisyonu) farklı biçimlerde işlenmiş. Mezar taşlarının üzerindeki ‘Üçok’ damgaları, Türk tarihi açısından son derece önemli. Fakat ne yazık ki son zamanlarda bazı kişiler oraya gömü için kazı yapmaya başlamış. Bu da tarihin yok olmasına sebep oluyor. Üstelik başka yerde köyün kendi mezarlığı var. Mevcut 700 yıllık taşların üzerine kendi isimlerini yazıyorlar. Bu kadar önemli bir kültür mirası, atalarımızın yadigarının yok olmaması için Adana Valiliğinden bu mezarlığa sahip çıkılmasını istedik.” İl Kültür ve Turizm Müdürü Osman Arık da bölgede tarihi yerleri tespit edip, turizme kazandırma çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Arık, bu kapsamda Camili köyündeki tarihi höyüğün birinci derecede sit alanı olarak ilan edildiğini belirterek, höyükteki tahribatı önlemek, güzel bir görünüm kazandırmak amacıyla girişimde bulunduklarını ifade etti.

Türkiye Gazetesi, Foto: Eskişehir Sakarya Gazetesi, 04.07.2007



Mahatma Gandhi'nin bir dergi için
kaleme aldığı mektup, daha önce
24 bin dolara alıcı bulmuştu.

GANDHI'NİN SON MEKTUBU SATIŞTAN SON ANDA ÇEKİLDİ

 

Mahatma Gandhi'nin 30 Ocak 1948'de öldürülmesinden 19 gün önce yazdığı ve Britanya'daki müzayede evi Christie's'teki açık artırmada satılması planlanan mektubun satıştan çekilerek Hindistan hükümetine teslim edilmesine karar verildi.

 

Christie's'in açıklamasına göre, mektubun sahibi olan İsviçreli koleksiyoncu Albin Schram'ın mirasçıları, elyazması mektubu, Hindistan tarafından istenebileceği ihtimaline karşılık geri çekti. Bağımsızlık hareketi lideri Gandhi, yedi sayfalık mektubunda Müslüman ya da başka inanıştan insanların duygularının rencide edilmesinin yanlış olduğunu söyleyerek, bağımsızlığını yeni kazanmış olan Hindistan'da dini konularda uyum sağlanması gerektiği çağrısını yapıyor.

Radikal, Fotoğraf: AFP, 04.07.2007

AMASYA'DA HARŞENA DAĞI KAZISI BAŞLADI

 

Amasya'da bu yıl yapılması planlanan kurtarma ve arkeolojik kazılardan ilki Harşena Dağı'nda başladı.

Amasya Müze Müdürlüğü'nün gözetiminde 20 kişilik bir ekiple başlayan Harşena Dağı'ndaki kazılar, Müze Müdür Vekili Celal Özdemir başkanlığında, arkeolog Ali Sinan Özbey ve araştırmacı Muzaffer Doğanbaş tarafından yürütülüyor.

 

Harşena Kalesi'ndeki bayrak direğinin bulunduğu alandaki kazılarda Osmanlı, Selçuklu, Bizans, Roma ve Hitit dönemine ait araştırma yapılacağını belirten Müze Müdür Vekili Özdemir, kazıların bu yılki bölümünün 3 ay olarak planlandığını söyledi.

 

Kazı için 75 bin YTL'lik bir ödenek sağlandığını anlatan Özdemir, kazıların bundan sonraki bölümlerinin ise her yıl periyodik olarak yapılmasının planlandığını kaydetti. Özdemir, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Amasya Valiliği, İstanbul Üniversitesi ve Amerikan The Chicago Üniversity Oriental Institute ile Danimarka Arkcologie Enstitute tarafından şehrin 5 farklı bölgesinde yapılacak kazı çalışmasına ise önümüzdeki günlerde başlanacağını bildirdi.

Turizm Gazetesi, 04.07.2007

DRAKULA'NIN ŞATOSU 135 MİLYON DOLAR

 

Hayatı önce bir romana, daha sonra da birçok filme konu olan Drakula’nın Romanya’daki şatosu, Habsburg Kraliyet ailesi tarafından satışa çıkarıldı.

Sivri kuleleri ve ıssız çevresiyle ünlenen şato için en az 135 milyon dolar isteniyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Romanya’nın komünist rejime geçmesiyle şatoyu kaybeden Habsburg Ailesi, uzun süren bir hukuk mücadelesinin ardından şatoyu devletten geri alabilmişti. Romanya devleti, kraliyet ailesinden müze olarak kullandığı şatoyu üç yıl kiralamaştı. Ancak sözleşme yakında sona erecek. Geçen yıl şatonun satışı için 80 milyon dolarlık br teklif sunulmuş, ancak kabul edilmemişti. Her yıl 450 bin turistin geldiği Braşov’daki ünlü şatonun yeni sahibinin kim olacağı merakla bekleniyor.

Hürriyet, 04.07.2007

ÇİN'İN İLK İMPARATORUNA AİT YERALTI MEZARINDA PİRAMİT ODA BULUNDU





Çinli bilim adamları Çin'in ilk imparatoruna ait yeraltı mezarında piramit şeklinde bir oda bulduklarını açıkladı. Resmi Xinhua Ajansı'nın haberine göre, Çinli bilim adamları, ülkenin kuzeyindeki tarihi başkentlerden Xian'da ilk imparator Çin Şıhuang (Qin Shihuang)'ın dev mezarının bulunduğu yerde kazı yaparken, imparatorun ruhunun geçiş yolu olarak yaptırdığı tahmin edilen piramit şeklindeki bir bölüm keşfetti.





Bilim adamları henüz gün yüzüne çıkarmadıkları ve uzaktan kumandalı özel araçlarda yaptıkları ölçümlerde odanın yüksekliğinin yaklaşık 31 metre olduğunu kaydetti. bilim adamları 2002'de başladıkları odanın ölçümlerinin 5 yıl sürdüğünü ve çok hassas aletlerde bu ölçümü yaptıklarını ifade etti. Çin Sosyal Bilimler Akademisi'nden arkeolog Liu Qingzhu, buldukları odanın şu ana kadar bulunan Çin mezarlarından çok farklı olduğunu söyledi. Liu, imparator Qin'in sıradan biri olmadığı ve mezarının da çok sıradan olmayışının garip olmayacağını dile getirdi. Arkeologlar, odanın Qin'in anıtkabirinin üstüne yapıldığını ve görünüşte merdivene benzeyen basamakların imparatorun ruhunun geçmesini sağlama amacıyla yapıldığı fikrine vardıklarını açıkladı.

 

İmparator Qin, MÖ 221-210 yıllarında Çin Seddi'nin yapımını başlatmış ve mezarını korumaları için meşhur savaşçı toprak askerleri yaptırmıştır. Bu askerler 20 yıl önce bir çiftçinin yaptığı kuyu kazısında ilk defa keşfedilmişti. Aradan binlerce yıl geçtikten sonra Çinli arkeologlar, 1949 yılından sonra İmparator Qin Shihuang'ın mezarına yönelik keşif araştırmalarına başlamıştı.

 

 

İmparator Qin, 13 yaşında tahta geçtiği günden itibaren Lishan Dağı'nın eteğinde mezar inşa ettirmeye başladı, Çin'i birleştirdikten sonra da ülkenin her yerinden 100 binden fazla insanı mezar şantiyesinde çalıştırdı. Mezar inşaatı, Qin'in 50 yaşında ölünceye kadar toplam 37 yıl sürdü. Tarih kayıtlarına göre mezar, yeraltı sularının altında yer alıyor. Kendini sonsuzlaştırmak isteyen imparatorun isteğine göre, eritilmiş bakırla sağlamlaştırılan mezarın yeraltı sarayı kısmında çok sayıda bina ve kabul salonları inşa edildi. İçlerine sayısız değerli eşya ve mücevher konuldu. Soygunları önlemek için mezarın birçok noktasında ok fırlatan mekanizmalar tesis edildi.

 

Yeraltı sarayının tavanına gökyüzü ve yıldızları simgeleyen değerli taş ve inciler yerleştirildi. Yeraltı sarayının tabanında da Çin'in haritasını simgeleyen düzenlemeler yapıldı. Tabanda açılan kanal ve çukurlara mekanik yön temlerle civa doldurularak ırmaklar ve deniz canlandırıldı, üzerlerine altından yapılan yabani tavuk heykelcikleri bırakıldı. Yeraltı sarayına balina yağıyla yapılan "sönmez lambalar" da yerleştirildi. Mezarın etrafında ise pişmiş topraktan yapılan büyük bir "heykel ordusu" konuşlandırıldı. Mezarın tasarımı aynı zamanda Qin'in sonsuz yetkileri ve otoritesini yansıtıyor. Qin'in ölümünden iki ay sonra cesedi, Xianyang'a getirilerek büyük törenle mezara yerleştirildi. Qin'in sarayında hizmet eden tüm kadınlar ve mezarın inşasına katılan bütün zanaatkar ve köylüler, Qin hanedanının ikinci imparatoru Hu Hai'nin emriyle Qin Shihuang'ın cesediyle birlikte mezara canlı olarak gömüldü.

TürkiyeTurizm.com, 03.07.2007

NAMAZGAH DA RESTORE EDİLECEK

 

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'ndeki tarihi Namazga'ın onarımı için Vakıflar Genel Müdürlüğü, eserin projesini ihaleye çıkarttı.

Malatya Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden alınan bilgiye göre, Battalgazi İlçe girişindeki 1243 yılında yapılan Selçuklu dönemi eserlerinden Namazgah'ın restorasyon projesinin 11 Temmuz 2007 tarihinde ihale edileceği belirtildi.

Bir duvar ve minberi bulunan, camilerin sadece kıbledeki kesitlerini şekil olarak alan ve diğer kısımları açık olan Namazgah kesme taş ile yapılmış ve üzerinde Selçuklu tarzı bir mihrap ile baş basamaklı minber bulunuyor. 1474 yılında da Memluklular döneminde onarımı yapılan Namazgah'ın bölgede açık sahada namaz kılabilmek için yapılmış olan tek eser olduğu belirtildi.

Namazgahın restorasyon projesini tamamlanmasının ardından onarım ihalesini yapılacağı bildirildi.

Malatya Haber, 03.07.2007

ELİKESİKHAN RESTORE EDİLİYOR

 

 

Derbent Belediye Başkanı Hamdi Acar, Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne yaptıkları başvuru doğrultusunda Elikesikhan’ın onarımını başlandığını belirtti.

 

Derbent’in tarihi ve kültürel varlıklarının korunmasının önemli olduğunu ifade eden Derbent Belediye Başkanı Hamdi Acar, “Vakıflar Bölge Müdürlüğüne yaptığı başvurular sonucunda Derbent İlçe sınırları içerisinde yer alan Elikesik han’da restore çalışmaları başladı” dedi.

Konu hakkında yazılı bir açıklamada bulunan Derbent Belediye Başkanı Hamdi Acar, yazılı açıklamasında şu sözlere yer verdi. “Derbent İlçe sınırları içerisinde ve Güney Köy çıkışında yer alan Elikesinhan, Selçuklu devri eserlerinden olup yaklaşık 700- 800 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu tarihi eser yıllardır atıl bir durumdaydı. Vakıflar Bölge Müdürlüğümüze yaptığımız başvurular sonuç verdi ve Vakıflar Bölge Müdürlüğümüz Elikesik han’da onarım ve restore çalışmalarını başlattı.” dedi.

Konya Hakimiyet, 03.07.2007

İSTANBULLUOĞLU KONAĞI RESTORE EDİLECEK

 

Malatya İl Genel Meclisi, Malatya İl Özel İdaresi'ne ait Küçük Hüseyinbey Mahallesi Azizler Sokak'taki İstanbulluoğlu Konağı'nın restore edilmesi için Malatya Belediyesi'ne devredilmesi konusunu karara bağladı.

Görüşmede ortak proje ile restore edilecek olan tarihi konağın belediyeye devredilmesi konusunda yapılacak işlemlerde Vali Halil İbrahim Daşöz'e yetki verilmesi teklifi kabul edildi.

İstanbulluoğlu Konağı, geçtiğimiz yıl 48 bin YTL'ye Özel İdare tarafından satın alınmıştı.

Malatya Haber, 03.07.2007

SULTANAHMET MEYDANI VE TARİHİ YARIMADA'DA TURİSTİK FAYTON SEFASI

 

 

Sultanahmet Meydanı'nda bulunan faytonlar, yerli ve yabancı turistlere nostaljik dakikalar yaşatıyor. Bekleme yerleri Ayasofya önü olan faytonlar, Topkapı Sarayı, Arkeoloji Müzesi, Gülhane Parkı, Sarayburnu gibi tarihi yerleri turistlere gezdiriyor. Bu seneden itibaren yaz-kış hizmet verecek olan faytonlar, turistlere keyifli dakikalar yaşatıyor. Bir zamanların vazgeçilmez ulaşım aracı olan faytonlar, şimdilerde ise yerli ve yabancı turistlere hizmet veriyor. Geçtiğimiz sene başlayan turlarda, her yıl yenilikler düşünülüyor. Yeniliklerin başında da faytoncuların kıyafetlerinin, modacı Cemil İpekçi tarafından tasarlanacak olması. Bir diğer düşünülen yenilik ise faytonlara gezilen yerleri her dilde anlatabilen CD'ler takılacak. Böylece bir yandan sefa yapılırken diğer yandan gezilen yerler hakkında bilgi edinilebilecek. Fayton sefasında ilk durak Topkapı Sarayı. Buradan Arkeoloji Müzesine yönelen atlar, insanı eski zamanlara götürüyor. Buradan da Gülhane Parkına giriliyor. Sarayburnu'ndan dönen atlar, tramvay hattını takip ederek Sultanahmet Meydanı'nda tur atarak, sefa yine başladığı yerde, Ayasofya önünde son buluyor. Bu gezinin ücreti 30 YTL. Bunun yanında alternatif parkurlar düşünülmüş. Topkapı Sarayı'na gidiş dönüş, ya da Sultanahmet Meydanı'nda gezi 20 YTL.

TürkiyeTurizm.com, 03.07.2007

SABA MELİKESİ'NİN TAPINAĞINA CANLI BOMBA

 

Yemen dün İspanyol turistlere yönelik korkunç bir intihar saldırısıyla sarsıldı. Ülkenin kuzeydoğusundaki Mareb bölgesinde bulunan Saba Melikesi Belkıs’ın tapınağına bomba yüklü aracını süren intihar saldırganı 7’si İspanyol 2’si Yemenli olmak üzere 9 kişinin ölümüne yol açtı.

Mareb kentindeki saldırıda yedi İspanyol turist de yaralandı. Görgü tanıkları, bir aracın patlamadan önce tapınağa açılan kapıya hızla ilerlediğini belirtti. Tapınak 3 bin yıl önce hüküm süren Saba Melikesi Belkıs döneminde yapılmıştı. Saldırıyı üstlenen olmazken, bölge yetkilileri, saldırının bir terör eylemi olduğunu ve arkasında El Kaide’nin olabileceğini söylediler. Usame Bin Ladin’in "atayurdu" olarak bilinen Yemen, El Kaide’nin etkin varlığı olan bir ülke.

Hürriyet, 03.07.2007

ÇİRKİNLİK ABİDESİ KÖPRÜ YIKILACAK

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Büyükçekmece’deki Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü’nün siluetini bozduğu gerekçesiyle Koruma Kurulu’nun inşaatını durdurduğu Mimar Sinan Köprülü Kavşağı’nın kaldırılacağını söyledi. Topbaş, "Sit bölgesinde olmadığı için yapılan projeler kurula gönderilmiyordu. Ama kurul daha sonra yaptığı değerlendirmede yapının, tarihi köprüyü etkilediğini, kavşağın burada yapılamayacağını belirtti. Köprüyü istimlak yaparak, başka bir noktaya taşıyacağız. Daha büyük bir yatırım yapılacak. Bu taraftaki yapılar kaldırılacak" dedi. Köprülü kavşak, istimlak yapılarak, tarihi köprüyü etkilemeyecek bir noktaya taşınacak. Mart ayında kurulun inşaatını durdurduğu kavşak için 1,9 milyon YTL harcanmıştı.

Hürriyet, Haber: Hasan Ay, 03.07.2007

TEKNOLOJİK VİKİNG GEMİSİ DENİZE İNDİ

 

Vikinglerin 11. yüzyılda kullandığı gemilere bakılarak aynen inşa edilen gemi, bin yıl aradan sonra Danimarka'nın Roskilde limanından demir aldı.

 

30 metre uzunluğunda, 3.8 metre genişliğindeki 25 tonluk gemide uydu anteni, radar ve diğer seyir aletleri de mevcut. Yaşları 16-64 arasında değişen 20'si kadın 65 kişilik mürettebatın görev aldığı geminin 14 Ağustos'ta İrlanda Cumhuriyeti'nin başkenti Dublin'de olması bekleniyor.

Milliyet, 03.07.2007

DİDİM'İN TARİHİ VE KÜLTÜRÜ BEYAZPERDEYE AKTARILACAK

 

Didim Belediye Başkanı Mümin Kamacı Didim'i Televole kültürü ile değil sanat ve barış ile tanıtmak istediklerini söyledi. Anadolu'nun renklerini yansıtan ve yayın hayatına yeni başlayan ulusal yayın kanalı Su Tv, Didim Belgeseli çekecek. Belgesel çekimleri için Didim'e gelen ekip ilk olarak Didim Belediye Başkanı Mümin Kamacı'yı makamında ziyaret etti.


Yapacakları bu çalışmadaki amaçlarının Didim'i tanıtmakla birlikte ilçenin tarihi güzelliklerini ve turizm açısından sağlıklı bir ortam olduğunu duyurmak olduğunu belirten Su Tv Editörü Sinan Karahan, Didim'in sahip olduğu potansiyeli gün yüzüne çıkaracaklarını söyledi. Değişik nedenlerden dolayı Didim'in Bodrum ve Marmaris gibi meşhur olamadığını belirten Belediye Başkanı Mümin Kamacı "Didim 1924 yılından önce Aydın'ın en ücra köyü idi. Didim'in yerli halkı 1924 yılında Lozan Mübadelesi ile Didim' e yerleşen halk Yani 100 yıl öncesinin tarihi yok burada. 1925 yılından sonra başlayan yerleşim ve 70'li yıllarda yerleşen arsa ve sahil bilinci ile Didim gelişmeye başladı ve yatırıma açıldı. Bizler de Didim'i televole kültürü ile değil sanatla, barışla ve edebiyatla tanıtmak istiyoruz. Bunun için çalışmalarımız yoğun bir şekilde sürüyor. Barış Şenlikleri, Edebiyat ve Kitap Günleri ile ilçemizin adını daha etkin şekilde duyurmak için çalışıyoruz" dedi.

Aydın Hedef, 02.07.2007

EN YAŞLI OTOMOBİL SATILIK

 

Buharla çalışan ve 1884'de Fransa'da imal edilen "dünyanın en yaşlı otomobili" ağustos ayında görücüye çıkıyor.

 

Amerika'nın Kaliforniya eyaletindeki açık artırmada, halen çalışan araca 1.5 ila iki milyon dolar arasında değer biçilmesi bekleniyor. "La Marquise" olarak bilinen dört tekerlekli otomobil, Fransız kontu De Dion için yapılmıştı. Gooding& Company müzayede evi, saatte 60 kilometre hız yapabilen "La Marquise"in bugüne kadar sadece iki sahip değiştirdiğini belirtti.

Sabah, 02.07.2007

BUNDAN 9 BİN YIL ÖNCE 'ÇATAL'DA BALIK VARMIŞ

Türkiye'nin en önemli kazı alanlarından Çatalhöyük'te çalışmalar ilerledikçe yeni bulgulara ulaşılıyor. Kazı başkanı İngiliz Prof. Ian Hodder daha önce, Çatalhöyük insanının tahıl gibi kuru gıdalarla beslendiğini tahmin ettiklerini ancak her yeni bulgunun, kendilerine bu konuda yeni bilgiler verdiğini söyledi.


Prof. Hodder, "Geçen yılki kazılardan çıkan buluntu örneklerini incelediğimizde Çatalhöyük insanının beslenme şekli konusunda bilmediğimiz ayrıntılara ulaştık. Daha önce bu insanların sulak olmayan bir yerde yaşadıklarını, beslenme şekillerinin de buna bağlı olduğunu düşünüyorduk. Ancak son kazılarda en çok tükettikleri besin maddesinin balık olduğunu tespit ettik. Muhtemelen balıkları o dönemde çevredeki akarsulardan yakalıyorlardı" dedi.


Konya'nın Çumra İlçesi'ndeki Neolitik Dönem yerleşim yeri olan Çatalhöyük'teki çalışmalar, geçen hafta yeniden başlayan kazıyla 15'inci yılına girdi. Prof. Hodder, Türkiye'de Göbeklitepe'den sonra en eski yerleşim biriminin Çatalhöyük olduğunu, burada yaklaşık 8 bin kişinin yerleşik hayata geçerek bir kent kurduğunu söyledi.

Prof. Hodder, Çatalhöyük'ün Neolitik Çağ yerleşim birimlerinden en büyük farkının, duvar resmi, sembol ve heykelcik gibi sanat eserlerine bol miktarda rastlanması olduğunu anlattı: "Evlerde insan iskeletleri de dahil çok fazla buluntu var. Bazı duvar resimlerinde, avcıların üstünde basit şekilde çizilmiş leopar desenli kıyafetler görüyoruz. Leoparlar çok güçlü ve tehlikeli hayvanlardır. Leoparı avlayan kişilerin, bu hayvandan daha güçlü olduğunu göstermek istediklerini sanıyoruz.". Prof. Hodder, Çatalhöyük'ün bir özelliğinin de yönetici anlamında bir başkanın olmaması ve tüm bireylerin eşit statüde bulunması olduğunun altını çizdi.

Radikal, 02.07.2007

TOPKAPI SARAYI'NDA BİLİM TARİHİ MÜZESİ AÇILIYOR

 

Geçtiğimiz yıl Topkapı Sarayı'nda sergilenen İslam bilginlerinin icatları için sarayın 'Has Ahırlar'ında müze kuruldu. 9 Temmuz'da 'İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi' adıyla açılacak müze, 3 bina içinde, 3 bin 550 metrekareyi kapsıyor.

 

Müzede 8 ile 16. yüzyıl arasında Müslüman bilginlerin icat ve keşiflerinin yeniden yapılan kopya örnekleri sergilenecek. Bu eserler ise tarihi yazma eser kitaplardan çıkarıldı. Astronomi, coğrafya, deniz bilimleri, saat teknolojisi, geometri, optik, tababet, kimya, maden, fizik ve mekanik, savaş teknolojisi ve mimarlık dallarındaki eserlerin/aletlerin sergileneceği müzede, Bilimler Tarihi Kütüphanesi de bulunuyor. Müzenin teşhir ve tanzim çalışmalarını Frankfurt Üniversitesi Arap-İslam Bilimleri Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Fuat Sezgin gerçekleştirdi. Müze, Kültür ve Turizm Bakanlığının işletme kullanımında olmakla beraber, TÜBİTAK, TÜBA, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Frankfurt Üniversitesi ve Prof. Dr. Fuat Sezgin'in katkılarıyla açılıyor.

Zaman, 02.07.2007

"AKM'Yİ YIKMAYIN" DİYE YAZDIM AMA...

 

Cuma ve cumartesi akşamı İstanbullu müzikseverler, AKM’de (Atatürk Kültür Merkezi) olağanüstü bir müzik şöleni yaşadılar.

İKSV’nin düzenlediği Uluslararası Müzik Festivali’nde Mariss Jansons yönetiminde Kraliyet Concertgebouw Orkestrası’nı ve piyanist Mitsuko Uchida’yı dinledik.

AKM’nin yıkılıp yeniden yapılması gündeme geldiğinde, yıkılmasını istemeyenlerden yana oyumu kullanmıştım.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sakarya Üniversitesi’nden aldığı raporun bir nüshasını bana göndermişti. Raporda, binanın yıkılması önerilmiyordu, ancak depreme karşı dayanıksızlığı, eskimişliği belirtiliyordu.

İki gece üst üste birinci sıradan konseri dinlerken, her an kayıp düşme tehlikesi yaşadım. Koltukların eğimi öylesine artmış ki, herkes kayıyor, ikide bir geriye çekilme hareketi yapma mecburiyetinde kalıyordu.

Yıkılsın diyemiyorum, çünkü onun yerine kullanılacak sahne yok, eğer Kültür ve Turizm Bakanlığı bir yer bulursa o zaman belki yıkıcılara katılabilirim.

Sahnenin döşemesi dahi eskimiş, çünkü iskemlelerin demir ayaklarının lastikleri kopmuş, tahtaları kazıyor.

İKSV, burada konser verilmeden önce havalandırma sistemini her yıl onartıyor, iki gün dayanıyor. Buna rağmen salonun soğutulması yetersizdi. Onarımı yapan kişi, artık bu yıl son kez tamir edilebileceğini, gelecek yıl bu sistemin iflasını ilan edeceğini söylemiş.

Eğer AKM’de ısrar edilecekse, içinin boşaltılması, dış cephenin -önemliyse- korunması, ama binanın her tarafının yeniden yapılması şart.
Hürriyet, Yazı: Doğan Hızlan, 02.07.2007

SANATIN GOOGLE'INI YAPAN TÜRK

 

Dünyanın tanınmış ressam, heykeltıraş ve fotoğrafçılarıyla ilgili internet portalı oluşturan Hale Haifawi Yamakoğlu, ilk sanal sanat eseri satış, tanıtım ve sergi yeri olan (www.unitedcreators.com) adlı sitesini de açmış oldu.

 

Halen 500'den fazla sanatçı ile 7 binden fazla eserin yer aldığı portaldaki eserler bin dolar gibi mütevazı fiyata satılanlardan, değeri açık artırma ile belirlenenlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. İnternational Hospital'ın kurucusu Said Haifawi'nin kızı olan Yamakoğlu, sanata ilgisi yüzünden böyle bir alan seçtiğini belirtiyor. Sanat sevgisi, onu dünyanın en büyük sanatçı çevresinin yer aldığı New York'ta yeni projeler üretmeye yöneltmiş. 2004 yılında başladığı bu arayış geçen yıl 'United Creators'u kurmasıyla neticelenmiş. Yamakoğlu, "Yaptığımız iş marketing. Sanatçıya hem buluşma yeri sağlıyoruz, hem de eserlerini hedef kitleye ulaştırıcı bir ağ oluşturuyoruz. Eserleri için en iyi galerileri seçiyoruz ve dünyaya arz ediyoruz." diyor.

 

Dubai, Paris, Frankfurt'taki ajanslarla kurduğu ağ ile sanatçıları tanıtma şansı bulduğunu söyleyen Yamakoğlu, resim, heykel mix medya, resim, fotograf reklamı alanında boşluk olduğunu belirtiyor. Yamakoğlu, Almanya'da kurduğu Digital Brodcasting şirketiyle de sahip olduğu eserler için farklı bir mecra oluşturmuş. Buna göre, dünyanın ünlü otelleri, restoranları ve New York taksilerinde sanatçıların tabloları sergilenebilecek. Halihazırda 250 zincirlik bir otel, ünlü bir restoran zinciri ve New York taksileriyle anlaşma yapılmış. Dünya çapında tanınmış sanatçı jürisine de sahip olan 'United Creators'u satın almak için birçok yatırım şirketi teklif getirmiş. Yamakoğlu, işin ekonomik değerinin yeni projesiyle birlikte 2008 yılında anlaşılacağını söylüyor.

Zaman, Haber: Fikri Türker, 02.07.2007

İŞ İÇERİSİNDE EĞİTİM

 

Mudurnu’ya gelen 8 üniversite Öğrencisi, bir caminin kubbesinde nakkaşlık ve hattatlık hünerlerini sergiliyorlar.

 

Yaz aylarını bu şekilde geçirmekten dolayı büyük bir mutluluk duyduklarının altını çizen öğrenciler pedagogların önerdiği “iş içeriinde eğitim” sistemini bu sayede yaşama geçirdiklerini belirttiler.

Bolu Olay, 01.07.2007

TARİHİ SİLLE HAMAMI TURİSTİK GEZİLERE AÇILIYOR

 

Selçuklu Belediyesi tarihi Sille Hamamı'nı restore etti. Kısa sürede tamamlanan restore çalışmalarıyla hamam aslına uygun hale getirildi. Çevre düzenlemesi yapılan Sille Hamamı'nda Sille'de geçmişte kullanılan eşyalar sergilenecek. Sille'nin turizme kazandırılması ve Sille rehabilitasyon çalışmaları kapsamında yapılan restorasyon 400 bin YTL (400 milyar TL)'ye mal oldu. Selçuklu Belediyesi daha önce de Sille'de tarihi okulu restore ederek Sille Kültür Evi olarak hizmete açmıştı. Selçuklu Belediyesi tarafından yapılan Sille Dere Islahı ve Mağaralarda yapılan kazı çalışmaları da halen devam ediyor. Ayrıca Sille de bulunan Tarihi Karataş Camii de restore edilecek. İhalesi yapılan Karataş Cami restorasyonu Sille Hamamı'nın açılışından sonra başlayacak. Tarihi Hamam'da yapılan restore çalışmaları ile ilgili açıklama yapan Selçuklu Belediye Başkanı Doç. Dr. Adem Esen şunları söyledi. "Sille medeniyete beşiklik etmiş bir yerleşim yeridir. Burada iki tane hamamın olması bunun bir göstergesidir. Atalarımızın bıraktığı bu eserleri koruyacağız ve bizden sonraki kuşaklara aktaracağız. Sille'nin tarihi mekanlarının gün yüzüne çıkması ve turizme kazandırılması için çaba harcıyoruz. Bu hamamı aslına uygun olarak restore ettik. Çalışmalar tamamlandı hamam turistik amaçlı olarak hizmete açılacak. Hamamın restore edilmesinde yaklaşık maliyetimiz 400 bin YTL civarındadır. Bu çalışmalarla geçmişe olan vefa borcumuzu ödüyoruz. Hamamın açılışını gerçekleştirdikten sonra yine Sille de bulunan ve ihalesi yapılan Sille Karataş Camii'nin de restorasyonu çalışmalarına başlanacak.

Yeni Şafak, 01.07.2007

HİCAZ DEMİRYOLU



Sultan Abdülhamid Han’ın, Arap Yarımadası’nda Osmanlı’nın siyasi hakimiyetini pekiştirmek ve mukaddes toprakları ziyaret etmek isteyen Müslümanları tehlikelerden korumak için hazırlattığı Hicaz Demiryolu’yla bir rüya gerçekleştirilmişti. 1900 yılında temelleri atılan Hicaz Demiryolu, açılışından ardından ancak bir asır geçmesine rağmen, unutuldu. Şimdi çölde yolunu kaybeden bedevilere rehber olan demir yolunun Müslümanlar için manevi değeri çok büyük olmasına rağmen, atıl halde olan rayları ve istasyon kalıntıları görenlerin içini sızlatıyor. Biz de bu sebeple Osmanlı yadigarı eserin hafızalardan silinmemesi için Doç. Dr. Said Öztürk’ten hikayesini bir defa daha dinledik:

Sultan Abdülhamid Han, Hicaz Demiryolu’nun yapımını stratejik açıdan çok önemli bulur ve bu projeyi sonuna kadar titizlikle değerlendirir. Ancak bütün devlet erkanı ve ihtisas sahibi insanlar böyle büyük bir yatırımın teknik imkansızlıklarla yapılamayacağını, 4 milyon lira maliyetinin de karşılanamayacağını düşünür. Sultan II. Abdülhamid Han ise ellerini açıp; “Cenab-ı Hakkın avn-u inayeti ve Resul-i Ekrem Efendimiz Hazretleri’nin imdad-ı ruhaniyetine mesteniden hatt-ı mezkurun inşaası içün” (yani Peygamber Efendimiz’den bu projenin gerçekleşmesi için) yardım isteyerek inşa emrini verir. Emrin ardından, Fas Emirliği'nden İran’a, Amerika’dan Çin’e, Singapur’dan Afrika’ya, Almanya’dan Bosna’ya kadar dünyanın dört bir tarafından yardımlar yağmaya başlar... Osmanlı neferleri ile Mühendislik Mektebi öğrencileri de kolları sıvar.

Hicaz Demiryolu’nun inşasının en önemli amacı haccın kolaylaştırılmasıdır. Mukaddes topraklara gitmek isteyen Müslümanların aylar süren hac yolculuğu dikkate alındığında bu proje, ayrı bir önem taşımaktadır. Zira, hac için Şam’dan çıkan biri yaklaşık 40 günde Medine-i Münevvere’ye, 50 günde de Mekke-i Mükerreme’ye ancak varabilmektedir. Tabii bu yorucu ve uzun yolculuğu; bulaşıcı hastalık riski, kum fırtınaları, susuzluk ve bedevi saldırıları ile seyahat için harcanan paralar da iyice güçleştirmektedir... İşte Hicaz Demiryolu bu olumsuzlukları ortadan kaldıracak, hac yolculuğunu gidişli-dönüşlü 8 güne indirecek, masrafları azalacaktır. Yani, Hicaz Demiryolu bir nevi Süveyş Kanalı görevini yürütecektir. Cidde’de kurulacak bir hat ile deniz yoluyla dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen hacı adaylarının Mekke ve Medine’ye taşınmaları daha kolay olacaktır.

Bu arada devletin Arap Yarımadası’nda gücünü devam ettirebilmesi için Hicaz Demiryolu son derece önemli bir plandır. Bunun farkında olan İngilizler, bölgeye yerleşmek için her türlü yollara başvurur ve aşiretleri Osmanlıya karşı isyan ettirir. Çöller resmen ajan kaynamaktadır. Ünlü ajan Lawrence de ray ve lokomotiflerin tahrip edilmesi için bedevilere sabotaj ve saldırı düzenletir.

1 Eylül 1900 tarihinde Şam’da yapılan resmi bir törenle Hicaz Demiryolu’nun temelleri atılır. Kısa sürede Osmanlı neferleri rayları yüzlerce kilometre döşer. Hicaz Demiryolu hizmete açıldıktan sonra Şam-Medine arasında karşılıklı seferler yapılmaya başlanır. Yalnız hac dönemine mahsus olmak kaydı ile gidiş geliş için tek bilet alınır. Daha önce Şam ve Medine arası 40 gün iken Hicaz Demiryolu’nun inşası ile bu mesafe 3 güne inmiş üstelik hareket saatleri namaz vakitlerine uygun şekilde tanzim edilmiştir. 1918 senesinde ise demir yolu hattı 1900 kilometreye ulaşır.

Birinci Dünya Savaşından sonra Arap Yarımadası’nda meydana gelen karışıklık ve isyanlardan sonra Osmanlı’nın aldığı bütün tedbirler hattın güvenliği için yeterli olmaz. Ve Hicaz Demiryolu sivil ulaşıma, sonra da hac seferlerine kapatılır. Artık 26 Mart 1918 tarihinde posta treninden sonra Medine’ye başka bir tren gelmeyecektir. Ekim 1918’de Medine dışındaki bütün Arap toprakları düşmanların eline geçer. Mondros Mütarekesi’nin ardından da Osmanlı Devleti’nin Hicaz Demiryolu ve Arabistan toprakları ile irtibatı kesilir.

Cennetmekan Sultan II. Abdülhamid Han Hicaz Demiryolu’nun inşasında Medine-i Münevvere’nin 20 km’lik yakınına gelindiğinde Peygamber Efendimiz rahatsız olmasın diye Medine’nin merkezine kadar raylara keçe döşetmiş ve trenin raylar üzerinden geçmesi ile çıkacak sesleri engelletmişti. İşte Sultan Abdülhamid Han’ın böyle bir aşk ile binbir zorluklar içinde yaptırdığı Hicaz Demiryolu inşaatında 2666 kagir köprü ve menfez, yedi demir köprü, dokuz tünel, 96 istasyon, yedi gölet, 37 su deposu, iki hastane ve üç atölye yapılmıştı. Hicaz Demiryolu şimdi görenlerin içini sızlatıyor. Ama tek sevindirici nokta ise geçtiğimiz senelerde bir harabe görünümü veren Medine Tren İstasyonu’nun restore edilmesi oldu.

Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 01.07.2007

İZMİR'E MÜZE GEMİLER

 

Ege Fırkateyni ve Piri Reis Denizaltısı, Deniz Müzesi olarak İnciraltı'nda hizmet vermeye başladı.

 

Türk bayrağını yurtiçi ve yurtdışı tatbikatlarda yıllarca dalgalandıran Ege Fırkateyni ve Piri Reis Denizaltısı, artık denizciliği sevdirmek ve tanıtmak için hizmet veriyor.

 

İki gemi, Güney Deniz Saha Komutanlığı ve Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile müzeye dönüştürüldü.

 

Ege Fırkateyni ve Piri Reis Denizaltısı'nda, donanma gemilerindeki yaşam koşulları çağdaş müzecilik anlaşıyla sergileniyor.

Ziyaretçiler, savaş harekat merkezinden seyir odasına pek çok farklı noktayı görme imkanı buluyor.

 

Gemiler, denizcilik ve deniz tarihi hakkında araştırma yapmak isteyenlere de ışık tutacak.

Trt/Haber, 01.07.2007

AVRUPA'NIN EN ESKİ DİŞ FOSİLİ

 

İspanyol araştırmacılar, 1 milyon yıllık bir insan dişi buldu. Dişin 1.2 milyon yıllık olduğunu tahmin eden araştırmacılar, İspanya'nın Atapuerca Sıradağları'nda bulunan fosil dişin, Batı Avrupa'da bulunan en eski insan fosil kalıntısı olduğunu tahmin ediyor. Atapuerca Kurumu yetkilileri, "Diş Batı Avrupa'nın en eski insan fosil kalıntısını temsil ediyor. Şimdi, elimizde 1 milyon yıldan önce yaşayan ve aletleri geliştiren insanlara ait bir kanıt var. İzole bir fosil kalıntısı olduğu için, bu durumda hangi Homo türüne ait bir diş olduğunu belirlememiz imkansız. Fakat ilk incelemeler bu dişin, Homo antecessor'un (öncü) atasına ait bir azı dişi olduğu yönünde" dedi. 1994'te Atapuerca'ya yakın olan Gran Dolina bölgesinde pek çok Homo antecessor fosili ortaya çıkarılmıştı. İnsanların 800 bin yıl önce Avrupa'ya geldiğini gösteren bu fosiller, kıtaya 500 bin yıl öncesinde yerleşildiğine inanan bilim insanlarını şaşırtmıştı. Atapuerca'da Avrupa'nın ilk insanlarına ait pek çok fosil ve aletlerin bulunduğu mağaralar yer alıyor.
Azı dişi, daha önce bizon, ayı, geyik gibi memeli ve kuş ve fare fosillerinin de ortaya çıkarıldığı Sima del Elefante (Fil çukuru) bölgesinde keşfedildi. Dişin, 20-25 yaşları arasındaki genç birine ait olduğu tahmin ediliyor. Uzmanlar henüz hangi tür olduğu konusunda net olmadıklarını ama azıdişinin bulunduğu yerin jeolojik durumundan dolayı keşfedilen en eski Avrupalıya ait olduğuna emin olduklarını söyledi. Sıradağlarda, geçen yıl, Bronz Çağı'nda yaşayan insanlara ait kalıntılar bulunmuştu.

Radikal, 01.07.2007

SOBESOS GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

 

Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'ne bağlı Şahinefendi Köyü'ndeki Sobesos Antik Kenti'nde yaklaşık bir ay önce başlayan kazı çalışmalarının Eylül ayında tamamlanacağı bildirildi. Nevşehir Müze Müdürü Halis Yenipınar, yaptığı açıklamada, 4. yüzyıl Roma Dönemi'ne ait Sobesos Antik Kenti'nde bugüne dek yapılan kazılarda çeşitli kalıntılar ortaya çıkarıldığını söyledi.

Antik kentteki kazı çalışmalarının 20 kişilik bir uzman ekiple sürdürüldüğünü belirten Yenipınar, kazı çalışmalarında bugüne kadar bulunan Roma hamamı ile toplantı salonunun arasındaki bölümde, hangi mimarı yapıların yer aldığını, çalışmaların ilerleyen günlerinde belirleyeceklerini bildirdi.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmeleri Merkez Müdürlüğü'nden sağlanan 35 bin YTL kaynak ile başlanılan Sobesos Antik Kenti'ndeki kazı çalışmalarının 6 yıldır yapıldığını ifade eden Yenipınar, bu yılki çalışmaların Eylül ayında tamamlanmasının planlandığını kaydetti.

Sabah, 30.06.2007

BİR ORASI KALMIŞTI!

 

 

Define arayıcılarının son "operasyonu", yaklaşık 60 yıldır arkeolojik kazı yapılan Arslantepe Höyüğü'ne oldu!..

Malatya'nın Orduzu Kasabası'nda bulunan ve dünyanın en eski kentlerinden biri olan Arslantepe Höyüğü'ne giren 3 kişinin, kazı alanında 2.5 metre derinliğinde kuyu kazarak define aradığı belirlendi.

Yaklaşık 60 yıldır arkeolojik kazı yapılan, İtalyan Kazı Heyeti'nin her yıl belirli dönemlerde kazılarını sürdürdüğü, dünyanın en eski sarayı, en eski kral mezarı, dünyada ilk kullanılan kılıç gibi önemli eserlerin çıkartıldığı Arslantepe Höyüğü'nün kuzey doğu noktasında kuytu alanda 1 metre genişliğinde 2.5 metre derinliğinde eşilen kuyudan herhangi bir bulgunun çıkartılamadığı belirtildi.

Arslantepe Höyüğü'ndeki görevli bekçilerin höyük alanı içerisinde 40 yaşındaki A.Ş. adlı şahsı yakalayıp polise teslim ettiği, M.Z.D. ve B.G. adlı şahısların ise arandığı bildirildi.

Saat 17.00 sıralarındaki olayla ilgili olarak Polis Vukuat Raporu'nda da şu bilgi verildi:

"Olayla ilgili belirtilen adreste bekçi olarak görev yapan Y.K.P. ve M.K.’nin alınan ifadesinde, tel örgü tamiri yaptıkları sırada bahçe içerisinde gördükleri M.Z.D. ve B.G.’ye ne yaptıklarını sorduklarında, şahısların gezdiklerini söylemeleri üzerine kimlik kontrollerini yaparak gönderdiklerini, daha sonradan höyüğün diğer tarafında 2,5 Metre derinliğinde bir çukur gördüklerini ve kazıyı şüpheli şahısların yapmış olabileceğini düşünerek Polise ve Turizm Müdürlüğüne bilgi verdiklerini ayrıca olay yerinde 34 .. plaka sayılı bir aracında olduğunu beyan etmeleri üzerine, görevlilerimizce yapılan çalışma neticesi bahse konu oto park halinde bulunmuş ve araç sahibi olduğu tespit edilen A.Ş.’nin alınan ifadesinde, arkadaşları olan firari şüpheliler ile olay yerine gittiğini ancak arkadaşlarının burada yanından ayrıldığını ve kendisinin olayla bir ilgisinin olmadığını beyan etmiş olup, tahkikata devam edilmektedir."

Malatya Haber, 30.06.2007

DÖRTBİN YILLIK TARİHİ KALENİN ÇATLAKLARI ONARILIYOR

 

Sinop Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından başlatılan çalışma kapsamında yerinden oynayan ve düşmek üzere olan kale ve surlarına ait taşlar tekrar eski haline getiriliyor. Konuyla ilgili bilgi veren Sinop Kültür ve Turizm Müdürü Hikmet Tosun, aciliyet arz eden önemli noktaların onarıldığını, ilerleyen süreçte topyekun bir tadilat yapılacağını söyledi. Tosun, "Amacımız 3 bin 200 metre uzunluğundaki Sinop Kalesi'nin taamının onarılması. Kale ve surların tamamının röleve ve restorasyonlarının projeleri


yapıldı. Ödenek geldiği anda tamamını onarmayı düşünüyoruz. Kalelerin tamamı için 600 bin YTL'lik bir ödenek bekliyoruz. Konuyla ilgili çalışmalar bakanlığımız tarafından yürütülüyor" dedi.

Şu an yürütülen çalışmanın pazarlık usulü yapıldığını kaydeden Tosun, "Kaledeki taşlar zamanla yıpranmış, aradaki derzleri dökülmüştü. Bazı bölümlerde de çatlama meydana gelmişti. Trabzon Röleve Müdürlüğü'ne yaptırdığımız keşifle beraber müze denetimimizde can ve mal güvenliğini tehdit eden bu çöküntüleri onarmaya çalışıyoruz. 9 bin YTL'lik bir keşif yapıldı ve pazarlık usulü usta çalıştırmak sureti ile ihale yapmadık" diye konuştu.
TCHaber, 30.06.2007



SATILMAK İSTENİRKEN...

 

Malatya'nın Darende İlçesi'nde tarihi oldukları belirlenen 10 adet para ile 1 adet yüzük ele geçirildi.

Edinilen bilgiye göre zanlı H.D. (37), Darende Emniyet Müdürlüğü ekiplerince sürdürülen çalışma sonucu 10 adet tarihi madeni para ile 1 adet yüzüğü pazarlamaya çalışırken yakalandı.


H.D.'nin aracında yapılan aramada ele geçirilen Hitit, Bizans ve Roma dönemlerine ait olduğu sanılan 10 adet madeni para ile 1 adet yüzük, incelenmek üzere Malatya Müze Müdürlüğü'ne gönderildi.

Zanlı H.D.'nin gözaltına alındığı olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü bildirildi.

Malatya Haber, 29.06.2007

NURİ İYEM RESİM ÖDÜLÜ SONUÇLANDI

 

Türk resim sanatının büyük ustalarından Nuri İyem'i anmak için Evin Sanat Galerisi tarafından düzenlenen "Nuri İyem Resim Ödülü Yarışması" sonuçlandı.

 

13 Haziran'da aralarında Prof. Rahmi Aksungur ve Ümit İyem'in de bulunduğu bir seçici kurul tarafından birincilik ödülü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversite'sinde yüksek lisansına devam eden Hakan Cingöz'e verilirken, beş sanatçı da özel ödüle değer görüldü. Hakan Cingöz, 3 Temmuz'da Evin Sanat Galerisi'nde gerçekleştirilecek ödül töreninde Prof. Rahmi Aksungur tarafından özel olarak hazırlanan heykeli Doğan Hızlan'ın elinden alacak.    

Milliyet, 27.06.2007





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi