Haberler logo Mart '07 Arşivi

25 - 31 Mart 2007
DOSYA



Haçsız bir Surp Haç Ermeni Kilisesi Anıt Müzesi:


AKDAMAR, AHDAMAR, AĞTAMAR ya da "AKDUMUR"...

AKDAMAR KİLİSESİ AÇILDI

 

Türkiye ile Ermenistan arasındaki diyalog arayışlarının bir parçası olarak Haziran 2005'de restorasyonuna başlanan Akdamar Kilisesi 29 Mart 2007 tarihinde 'Anıt Müze' statüsünde açıldı.

 

Recep Tayyip Erdoğan, restorasyon çalışmaları başlamadan önce Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’a verdiği talimatla, kilisenin restorasyonuna kimsenin itiraz etmemesi için, Ermeni bir mimarın çalıştırılmasını istemişti. Bunun üzerine Kültür Bakanlığı, Akdamar Kilisesi’nin restorasyon projesine Ermeni asıllı Türk mimar Zakarya Mildanoğlu’nu dahil etti.





Van'a 55 km uzakta, Gevaş İlçesi yakınlarında bulunan ve Vaspurakan hanedanınca, Kral 1. Gakik tarafından 915-921 yılları arasında Keşiş Manuel'e "Kutsal Haç" adına yaptırılan Akdamar Kilisesi'nin restorasyonuna yurt içinden ve dışından çok sayıda bilimadamı destek verdi. Restorasyon çerçevesinde kilise dışındaki figürler ortaya çıkarıldı, çatılar temizlendi, freskler ortaya çıkarıldı, zemin döşendi, pencere takıldı, jamaton kısmı düzeltildi. Restorasyon sırasında kilisedeki din adamlarına ait 34 oda da bulundu ancak sadece araştırma hafriyatı yapıldı, projede bulunmadığı için odalara dokunulmadı. Adada çevre düzenlemesi yapıldı, iskeleler yenilendi, yürüme yolları yapıldı. Ayrıca adaya geliş ücretli olacağından bilet satış gişeleri, bekçi kulübeleri, tuvaletler ve hediyelik eşya satış yerleri yapıldı. Akdamar Kilisesi'nin restorasyonu 15 ay sürdü ve 2 milyon 600 bin YTL'ye mal oldu.

 

Önce 2006 Kasım ayı başında açılması planlanırken, açılış olumsuz hava koşulları gerekçe gösterilerek Nisan ayına ertelendi. Bakanlığın açılış için belirlediği yeni tarih olan 24 Nisan ise 'sözde Ermeni soykırımını anma günü' olması nedeniyle eleştirilere uğrayınca açılış tarihi 11 Nisan'a alındı. Ama bu da beraberinde bir başka tartışmayı getirdi. Hrant Dink, son makalesinde 11 Nisan'ı 'tarihin cilvesi' olarak değerlendirip şunları yazmıştı: "1915'in 11 Nisanı'yla, bugünün 24 Nisanı aynı takvime ve aynı güne denk düşüyor. Zaten 24 Nisan Ermeni literatürüne sonradan, yeni takvimle geçmiş bir tarih. O tarihin aslı diğer bir deyişle Ermeni aydınlarının ve önderlerinin toplatılıp bilinmezliğe gönderilişlerinin tarihi aslında 11 Nisan 1915."

 

Bu son yazının ve Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından bakanlık, açılış için 'son kararını' 15 Nisan 2007 olarak açıkladı ancak, "soykırım gölgesinden tamamen çıkartmak" için, açılışı 29 Mart'a çekme kararı aldı.

 

Tarih tartışmalarının ardından, kilisenin adı (Akdamar - Ağtamar, Akdamar Ermeni Kilisesi - Ahtamar Surp Haç Kilisesi), tepesinde haç var mıydı yok muydu, ayin yapılsın mı yapılmasın mı, açılışta Patrik tarafından kutsansın mı kutsanmasın mı tartışmaları başladı. Sonunda "Ermeni Patrikliği'ne bağlı düzenli ayin yapılacak bir kilise" olmayacağı için tarihi kilise, müze statüsünde tutulacak ve Akdamar Adası içinde halka açık bir ziyaret mekanı olduğu açıklandı.


Bakan Atilla Koç'un Ermenistan Kültür Bakanı Pogosyan'a gönderdiği davetiyede, "Akdamar Kilisesi'nin tarihi eser niteliğinde müze olarak açılış törenine davetlisiniz" ifadesi kullanılırken, Van Valiliği'nin gönderdiği davetiyelerde de "Akdamar Kilisesi Müzesi" ifadesi yer aldı.

 

Ancak Pogosyan, Beyaz Rusya'daki "Ermeni Günleri"ni gerekçe göstererek daveti reddetti ve açılışa yardımcısı Gagit Gürcyan'ı göndereceğini bildirdi. Dünya Ermenilerinin ruhani lideri sayılan Ermeni Patriği Katolikos 2. Karekin de Türkiye'nin Tiflis Büyükelçiliği üzerinden kendisine iletilen davetiyeye olumsuz yanıt verdi. Karekin'in kilisenin tepesine haç konmaması ve davetin Van Valiliği'nce yapılmasından rahatsız olduğu öne sürüldü. Ermeni Patrikhanesi kaynakları da törene ABD Patriği Hajak Barsamyan'ın katılacağını bildirdi.

 

Bunlar yetmedi, Ermenistan tarafındaki tartışmalara bir yenisi eklendi. Ermenistan'ın törende resmen temsil edilecek olması Erivan'da tepkiye yol açtı. "Ermeni Soykırımı" Enstitüsü Müdürü Hayk Demoyan, restorasyon çalışmaları nedeniyle Türkiye'ye teşekkür etmenin "ahlaksızlık" olduğunu öne sürdü.

 

Türkiye'de ise Akdamar Kilisesi'ne haç takılması için Kültür Bakanlığı'na bir rica mektubu gönderen Türk Ermenileri Patriği Mesrob II'ye Diyanet'ten destek geldi. "Minaresiz cami olmadığı gibi haçsız da kilise olmaz" diyen Mesrob II'ye Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi Prof. Dr. Saim Yeprem destek verdi. Prof. Dr. Yeprem, "Akdamar'ın özel bir durumu olabilir ama minare nasıl camilerin simgesiyse, haç da kilisenin simgesidir" dedi. Akdamar Kilisesi'ne kendilerinin hazırladığı bir haçın takılmasını talep eden Mesrob II'nin mektubu görüş alınmak üzere Dışişleri Bakanlığı'na gönderilmişti.





İşte, 1086 yaşındaki Akdamar Kilisesi, bütün bu tartışmalar içinde açıldı. Açılış, Kültür Bakanı Atilla Koç, Ermenistan Kültür Bakan Yardımcısı Gagik Gyurjyan ve Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II tarafından yapıldı. Tören için adaya feribotlarla getirilen konuklar arasında 20'si Ermenistan heyeti olmak üzere Suriye, Filistin, Avustralya, ABD, Kanada, Fransa, Almanya, Brezilya, Gürcistan, İngiltere, İsrail, Kanada, Lübnan, Romanya ve Rusya'dan gelen cemaat liderlerinin de bulunduğu 277 davetli yer aldı. Türkiye tarafından yapılan davete rağmen Ermeni diasporasından törene gelen olmadı.

 

Koç ve Van Valisi Özdemir Çakacak, konuşmalarında ada için "Akdamar", kilise için "Akdamar Kilisesi Anıt Müzesi" ifadelerini kullanırken, Mesrob II Ermenice söylenişiyle "Ağtamar" ifadesini yeğledi. Mesrob II, kilise için de "müze" yerine "Surp Haç Ermeni Kilisesi" ifadesini tercih etti.

 

Törende konuşan Mesrob II, restorasyonun, Anadolu'nun tarihi mirasını ayrım gözetmeksizin sahiplenen ve onu korumayı görev sayan anlayışın ürünü olduğunu belirtti. Mesrob II, "Bu anlayışı işleve dönüştürerek, çeşitli kesimlerden gelen sert eleştirileri cesaretle göğüsleyen hükümete teşekkür etti" ve şöyle konuştu: "Tarihi bir kilisede veya inanç merkezinde icra edilecek bir dua, insanların anılarında güzel duyguların uyanmasına vesile olur. Burası önemli bir inanç turizmi merkezi olabilir. İbadethane olarak inşa edilmiş bu yapı herkesin bildiği gibi kilisedir. Geleneklerimize göre, kilise binalarının özel günlerinde, kiliseye hizmet vermiş hayırseverler, dualarla anılır. Yılda bir kez düzenlenecek bir ayin ve ona bağlı Akdamar Festivali, kilisede dua etmek isteyen dünyanın dört bir yanından insanları adaya çekecektir. Bu Türk ve Ermeni toplumları arasında bir türlü başarılamayan diyalog ortamının oluşmasını da sağlayacaktır."

 

Patrik, haç konmaması konusunda kendisine yöneltilen soruya "Devletimizin takdiri, ne dememi istiyorsunuz" yanıtını verdi. Bakan Koç ise, aynı soruya, "Bilim kurulu haçlı diye karar verirse bunu zevkle yaparız, gocunmayız" dedi.

 

Açılış töreninden sonra Ermeni konuklardan bazı kadınların kilise içine girip kısa süreli mum yakarak dua ettikleri görüldü.

 

Açılış bitti ama eleştiriler bitmedi. Independent Gazetesi Türkiye'nin Ermenilerle ilişkileri geliştirmek istemesine rağmen Akdamar Kilisesi'ne haç takılmamasını eleştirdi. Gazetede "Kilisenin restorasyonu dünyaya, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri'ne Türkiye'nin Ermenilerle ilişkilerini yoluna koymak istediğinin bir kanıtı olarak gösterildi. Ancak restorasyon projesinin başında bulunan Ermeni mimarın protestolarına karşın kiliseye haç konulmadı." denildi.

Bu eleştiriye Türk Tarih Vakfı'nın başkanı Yusuf Halacoğlu ise, "Kilise müze olarak açılıyor, dolayısıyla haça da ihtiyacı yok" diye yanıt verdi.

 

Anlaşılan bu tartışmalar bir süre daha devam edecek. Ancak gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta, yeryüzündeki kültür varlıklarından birinin, sebebi ne olursa olsun, gelecek kuşaklara intikal etmesidir. Bunu unutmayalım.


 


TAYHaber, Sabah, Hürriyet, Milliyet, Bugün, Radikal, Vatan, 27-31 Mart 2007

Fotoğraflar: TürkiyeTurizm.com, 30.03.2007

 

 

 

AKDAMAR İSMİ NEREDEN GELİYOR?

 

Akdamar adının nereden geldiğine dair birçok varsayım vardır. Bunlardan birine göre; zamanında bu adada yaşayan başkeşişin güzelliği dillere destan çok güzel Tamara adında bir kızı vardır. Adanın çevresindeki köylerde çobanlık yapan Müslüman bir genç bu kıza aşık olur. Bu genç Tamara'yla buluşmak için her gece adaya yüzer. Tamara ise ona gece karanlığında yerini belli etmek için onu bir fenerle beklermiş. Bundan haberdar olan kızın babası, fırtınalı bir gecede elinde fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzüp, gücünü yitirmesine neden olur. Yüzmekten gücünü yitirip, yorulan genç çoban gölün içinde boğulur ve boğulmadan önce son nefesiyle "Ah Tamara!" diye haykırır. Bunu duyan kız da hemen ardından kendini gölün sularına bırakarak boğulur. Ah Tamara! isminin dönüşerek zamanla Ahtamar ve Akdamar biçimini aldığı varsayılır.

 

AKDAMAR KİLİSESİ

 

915-921 yılları arasında Kral I. Gagik tarafından, o zamanlar adada bulunan saray için yaptırılan Akdamar Kilisesi'nin mimarı olarak Keşiş Manuel gösterile de kralın da bizzat planlara karıştığı söylenir. Adanın güney doğusuna kurulmuş olan kilise, pek çok yönüyle dikkat çekici bir yapıdır. Yapımında kullanılan andezit taşları, mevsimlere ve günün saatine göre sarı, kırmızı veya gri renklerde bir görünüm sunar. Haç planlı kilisenin bir diğer özelliği de, dış cephenin çok zengin bitki ve hayvan motifleriyle İncil ve Tevrat'tan alınma sahneleri betimlemesidir. Kilisenin kuzeydoğusundaki şapel 1296-1336 tarihlerinde; batısındaki jamaton 1793 tarihinde; güneyindeki çan kulesi 18. yüzyıl sonlarında ilave edilmiştir. Kuzeyindeki şapelin ise tarihi bilinmemektedir. 1116 - 1895 yılları arasında Ermeni Katolikliği´nin merkezliğini yapmış, 1915 yılında Osmanlı Devleti tarafından yapılan Ermeni Tehciri'nden sonra adada kalan son rahiplerin de kiliseden ayrılması ile kilise kaderine terk edilmişti. Nisan 2005'de ihalesi yapılarak restorasyonuna başlandı.

TAYHaber, 31.03.2007


"TARİHİ ESERLERİMİZE SAHİP ÇIKMIYORUZ"

 

Aydın Eski Eserleri Sevenler Derneği Başkanı Havva Çetintürk, Aydın'daki tarihi eserlerin yeterince tanıtılmadığını ve sahiplenilmediğini belirterek, ''Bir çok tarihi eserimiz yıkılmaya yüz tutmuştur'' dedi.





Çetintürk, yaptığı açıklamada, Aydın'ın tarihi ve kültürel mirası, eşsiz tabiat varlıkları ile Türkiye'nin en zengin illerinden biri olduğunu bu değerlere sahip çıkmak, tanıtmak, korumak ve gelecek nesillere aktarmanın kendilerine düşen önemli sorumluluk olarak gördüklerini belirtti.


Dünya görüşü, siyasi düşüncesi ne olursa olsun tüm Aydınlıların, tarihsel ve kentsel mirasın korunması, ulusal ve uluslar arası düzlemlerde temsil edilmesi ve insanlık yararına sunulmasını kapsayacak proje ve çalışmalarda görev alması gerektiğinin altını çizen Çetintürk, bu bilincin geçmişini bilen bir toplumun geleceğini kurgulamasında önemli bir nokta olacağını belirtti.

Aydın'ın tarihsel zenginliğinin korunması için herkese görev düştüğünü ifade eden Çetintürk, kendisinin bu konuda öncülük yapmaya çalıştığını bildirdi.


Aydın'da Cihanoğlu Camisi ve Külliyesi, Nasuhpaşa Külliyesi başta olmak üzere, Ramazan Paşa Cami, Bey Cami, Eski Yeni Cami, Üveys Paşa Cami'nin önemli tarihsel güzellikler olduğunu belirten Çetintürk, dernek olarak bu eserlerin korunması için ellerinden gelen çabayı mevcut olanaklar içinde yerine getirmeye çalıştıklarını bildirdi.


Cihanoğlu Camii ve Külliyesi'nin Müderris Cihanoğlu Abdülaziz tarafından 1756 yılında yaptırıldığını belirten Çetintürk, yerin 18. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı mimarisine egemen olan 'barok' üslubunda yapıldığını ifade etti. Çetintürk, 1. Dünya Savaşı sırasında depo olarak kullanılan Külliyenin Yunan işgali sırasında zarar gördüğünü ve en son 1950 ve 1967 yıllarında onarıldığını söyledi.


Nasuhpaşa Külliyesi'nin de Aydınlı Nasuh Paşa tarafından 1708'de küçük bir mescit, medrese, han ve hamamdan oluşan bir külliye konumunda yaptırıldığını anımsatan Çetintürk, külliyede bulunan medrese içinde, orijinalinde 27 hücre olmasına rağmen günümüzde sadece 17 tanesinin ayakta kalabildiğini anlattı.


Çetintürk, şöyle konuştu: ''Aydın Eski Eserleri Sevenler Derneği olarak, Aydın'daki han, hamam, külliye, cami, türbe ile Osmanlı ve Türk evlerinin durumlarını inceledik. Bu incelemeler sonucunda, ne yazık ki bugüne kadar tarihi eserlerin korunmasında yeterli özenin gösterilmediğini gördük. Eserlerimiz yeterli tanıtılmamış, tanıtılmadığı için de sahip çıkılmamıştır. Bir çok tarihi eserimiz yıkılmaya yüz tutmuştur.''

Aydın Eski Eserleri Sevenler Derneği olarak, Cumhuriyetimizin 100. yılında 'Aydın Tarih ve Kültür Kenti Olacaktır' sloganı ile tarihi eserlerin korunması ve ayağa kaldırılması amacıyla çalışmalara başladıklarını dile getiren Çetintürk, ''Şahıslara ve devlete ait olan tarihi eserlerde yapılan restorasyonların takipçisi olacağız. Durumu iyi olmayan tarihi eserlerin korunması için gerekli kurum ve kuruluşlara başvuracağız'' diye konuştu.


Aydın İl Kültür ve Turizm Müdürü Nuri Aktakka, Aydın'daki tarihi eserlerin bazılarının özel mülkiyette, bazıların da Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne ait olduğunu söyledi. Aktakka, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın özel mülkiyette olan tarihi eserler için yaptırımı bulunmadığını ifade ederek, şöyle konuştu: ''Aydın'daki özel mülkiyetteki tarihi eserlerin sahiplerinden dolayı iyi durumda olmadığı doğru. Bakanlığımız bu konuda hazırlanacak projelere maddi olarak destek vermektedir. Ayrıca şu anda Aydın, Karacasu, Söke, Kuşadası, Geyre ve Koçarlı Belediyelerinin Kültür ve Turizm Bakanlığının destekleri ile bir çok yerde restorasyon çalışmaları yapılmaktadır. Özel İdare'nin de katkısıyla Aydın'da büyük onarım atağına geçtik.''

Aydın Denge, 31.03.2007

TARİHİ PARALAR MÜZEYE

Bursa İl Jandarma Komutanlığı ekipleri Kestel`de bir araçta yaptığı aramada, 117 adet bronz sikke ele geçirdi. Araç sürücüsü Y.D. ise gözaltına alındı.

Büyükorhan İlçesi'nde de bir evde yapılan aramada 1 adet ruhsatsız av tüfeği, 2 adet gümüş ve bakır sikke bulundu. Gözaltına alınan R.T`nin verdiği bilgi doğrultusunda M.O. ve M.B. isimli kişilerin evlerinde yapılan aramada da 282 adet bakır para ele geçirildi. Sikke ve paralar müzeye teslim edilirken, gözaltındaki 3 kişi ise adliyeye gönderildi.

Bursa Olay, 31.03.2007

KİLİSE BİNASI ÖNCE DİNGO'UN AHIRI, SONRA PERFORMANS MERKEZİ OLDU

 

Beyoğlu’ndaki 131 yıllık Ermeni Katolik Kilisesi’ne ait iki bina, "The Hall" adıyla yaratıcı etkinliklere ev sahipliği yapacak bir mekana dönüştürüldü. Yıllarca ayakkabı fabrikası ve matbaa olarak kullanılan yapılar, Yeşilçam’ın parlak dönemlerinde "Dingo’nun Ahırı" adıyla Türk sinemasına dekor olarak hizmet vermişti.





Ağa Camii’nin yanındaki Sakızağacı Caddesi’nde bulunan tarihi Surp Asdvazaziz Kilisesi, sadece dini ritüeller için değil artık sıradışı etkinlikler için de bir uğrak noktası olacak. Kilise kompleksinin içindeki iki bina, geçen hafta büyük bir partiyle kapılarını açtı. The Hall, modadan yemek sanatına, partilerden sergilere yaratıcı tüm etkinliklere evsahipliği yapacak.

Kiliseyi, İstanbullu Mısırlıyan Ailesi’ne mensup üç hayırsever kız kardeş, 1876’da inşa ettirmiş. Kiliseye gelir sağlamak üzere, çevresine müştemilatlar yaptırılmış. Ermeni Vakfı’na ait binalar, zaman içinde pek çok farklı amaç için kullanılmış. 30 yıl önce ayakkabı fabrikası ve matbaa, sonra da film stüdyosu olmuş.

On senedir harap halde boş duran binaların kaderini değiştiren kişi, Kanadalı uluslararası müzik prodüktörü Alan Cattanach. Dört yıl önce İstanbul’da benzeri olmayan bir mekan yaratmak isteğiyle yola çıkan Cattanach, şehrin gece hayatını inceledi. Mevcut mekanların genelde tek tür etkinliğe izin verdiğini görüp konserleri, moda şovlarını, sergileri, sanat atölyelerini, özel partileri, kurumsal toplantıları ve her türlü yaratıcı etkinliği düzenleyebileceği bir mekan arayışına girdi. Beyoğlu’nu keşif turunda Surp Asdvazaziz Kilisesi kompleksi içindeki iki harap bina gözüne çarptı. Kilisenin apsisinin bulunduğu bir koridorla birleştiklerini, kapılarının iki ayrı sokağa açıldığını gördü. Aradığı mekanı bulmuştu.

"Aradaki bağlantı koridoru sayesinde, hem aynı anda bağlantılı iki ayrı etkinliği gerçekleştirebileceğim hem de ayrı girişler nedeniyle iki farklı etkinliğe aynı anda kapılarını açabileceğim bir mekandı. Tarihi özellik taşımasını da çok sevdim" diyor Cattanach. Binayı her gün açık gece kulübü değil, yaratıcı etkinliklere yönelik performans merkezine dönüştürmek istediğini belirtip Ermeni Vakfı’nı ikna etmiş, 49 yıllığına kiralamış.

Hazırlığın dört yıl sürmesinin nedeni, Anıtlar Kurulu’ndan beklenen izinler ile artan restorasyon maliyeti nedeniyle yeni ortak arayışı. Beş ay önce Pozcu Grubu’nun katılmasıyla çalışmalar hızlanmış. Restorasyon projesinin mimarı Yavuz Çelenk, binaları önce güçlendirdiklerini, elektrik, su, kanalizasyon gibi altyapı problemlerini çözdüklerini söylüyor.

Restorasyon projesi vakıftan alınan belgeler ve binanın mimarisi doğrultusunda hazırlandı. Yapının karakteristik özellikleri ön plana çıkarıldı. Duvarlardaki sıvalar temizlendi, tuğlalar ortaya çıkarıldı. Zarar gören tuğla, taş ve kemerler, tavanın ahşap bölümleri aslına uygun onarıldı. Restorasyon sırasında yapı içinde pek çok kuyu ve sarnıçla karşılaşıldı. Bunlardan en ilginçleri, kilise ile iki bina arasında bulunan ve zaman içinde değişikliğe uğrayarak sonradan kapatılan geçitlerdi. 5 ay süren restorasyon ve iç tasarım çalışmaları 1 milyon dolara yakın maliyetle tamamlandı.

Mekanın tasarımcısı Şirin İskit, "The Hall"u mümkün olduğunca tarihi dokuyu ortaya çıkaracak sekilde kurgulamış. Üç ana bölümden oluşan mekanın yüksek tavanlı ön bölümüne bir asma kat yapıldı. Demir konstrüksiyon kullanılan iç mekanda, dengelemek için sıcak görünümlü bir malzeme olan bakıra çokça yer verildi. Taş duvarlara zarar vermemek için sıvaların üzerinden geçirilen elektrik hatları bakır borularla kaplandı. Mekanın "akciğeri" vazifesi gören, iki yapıyı birbirine bağlayan avluya "taşların arasında bir yaşam" olması için yuka ve aralya japonika ağaçları, bambu, sarmaşık yerleştirildi.

The Hall’un en önemli özelliği, etkinliğe göre görünüm değiştirebilmesi. İskit, "Tüm mekanı mümkün olduğunca nötr ve modüler düşündüm ki, çok amaçlı kullanımlara uygun olsun. Tüm mobilya ve aksesuvarlar düzenlenen etkinliğe göre tamamen kaldırılabiliyor ya da yer değiştirebiliyor" diyor. Taşınabilir sahne, bölünebilir bar bu yaklaşımın sonucu.

Kokteyller, yemekli toplantılar için avluya bağlı bir hazırlık mutfağı yaratılmış. Önemli şefler gösteri amacıyla geldiğinde, seyyar mutfak tercihe göre üç farklı noktadan birine monte edilebiliyor. İki binanın ses, ışık düzenini birlikte ya da ayrı kullanmak mümkün. Sonuçta iki ana bölümden oluşan, ayakta izleyici kapasitesi ön sahnede 600, arka sahnede 400 kişi olan 650 metrekarelik modüler bir mekan ortaya çıkmış.
Hürriyet Cumartesi, Haber. Aslı Sözbilir, 31.03.2007

KONFERANS: RESİMDE MÜZİK ALIMLAMASI

 

Sanat Tarihi Derneği'nin Nisan ayı konferansının konusu, 'Resimde Müzik Alımlaması" olarak belirlendi. Nazan İpşiroğlu tarafından verilecek ve "Yaklaşık bir yüzyıl önce sanatta ağırlıklı yer almaya başlayan müzik etkileri, nasıl bir gelişme gösterdi? Sanatların iç içe girdiği günümüz sanatında nasıl? Hala etkiden söz edilebilir mi?” gibi soruların irdeleneceği konferans 7 Nisan 2007 Cumartesi günü, saat 15.00'de Caddebostan Kültür Merkezi, 3. Kat, A Salonu'nda gerçekleşecek. Nazan İpşiroğlu, İstanbul Üniversitesi'nde felsefe ve sanat tarihi okudu. İstanbul Belediye Konservatuarı'nda piyano, Freiburg Yüksek Müzik Okulu'nda çembalo ve oda müzigi eğitimi gördü. Eşi Prof.Dr. Mazhar İpşiroğlu ile birlikte sürdürdüğ sanat tarihi çalışmalarının yanısıra, 1970'li yıllarda bizde daha pek tanınmayan bir çalgı olan çembaloyu ve barok müziğini tanıtma amacıyla kendisinin de kurucuları arasında bulunduğu "İstanbul Barok Müzik Topluluğu" ile yirmi yılı aşkın bir süre oda müziği konserleri verdi.İpşiroğlu, son yıllarda çağımızın önemli sorunlarından biri olan sanatların sınırlararasılığı ve sanatlararası etkileşim, özellikle resim-müzik etkileşimi üzerinde çalışıyor.

TAYHaber, 30.03.2007

SAMSUN'DAKİ KAZILARDA ORTAYA ÇIKAN TÜMÜLÜSLER İLGİ ÇEKİYOR

 

Samsun'un Haciismail Mahallesi'nde bulunan ve MÖ 1. yüzyıl Hellenistik döneme ait olan tümülüsler, büyüklüğü ve farklılıklarıyla Türkiye'de tek olma açısından araştırılıyor.

 

Samsun Müze Müdürlüğü'nde görevli kazı çalışmalarını yürüten Arkeolog Serdar Ünan, yaklaşık 3 haftadır çalışmaların sürdüğünü ve bugüne kadar yapılan çalışmalarda bir tane ana mezar odası, 25 metre uzunluğunda 2 bölmeli Dromos (Koridor), üç defin işlemli bir mezar odasının ortaya çıkarıldığını söyledi. Arkeolog Ünan, "Mimari yapısına göre tarihimizden 2 bin 100 yıl öncesinde yapılan büyük bir tümülüs. Bu zamana kadar Samsun'da yaptığımız kazılarda gerek mimari yapısı ve gerekse de kullanılan teknik bakımından bulunan en büyük tümülüs. Araştırmalarımızı sürdürüyoruz. Belki de yapılacak araştırmaların sonunda bulduğumuz tümülüs, Türkiye'de en büyük ve özellik bakımından farklı olacak." diye konuştu.

 

Kazı çalışmalarına katkıda bulunan Canik Belediye Başkanı Osman Genç de yapılan kazıları yerinde inceleyerek, Arkeolog Serdar Ünan'dan kazı hakkında bilgi aldı. Samsun'un tarihi bir mekan olduğuna dikkat çeken Başkan Osman Genç, Canik Belediyesi olarak tarihin gün yüzüne çıkması için her türlü desteği verdiklerini ve vermeye de devam edeceklerini söyledi. Toptepe mevkiinde ve Haciismail Mahallesi'nde tümülüslerin olduğunun bilindiğini ama bu zamana kadar buralarda kazı çalışmalarının yapılmadığına dikkat çeken Başkan Genç, "Bu tümülüs tahmin edilenden de büyük. Canik Belediyesi olarak Müze Müdürlüğü ekiplerinin kazı çalışmalarında katkıda bulunuyoruz. Dündartepe olarak nitelendirilen bu alanda kazı çalışmaları tamamlandıktan sonra, burası Samsunlular'ın hizmetine sunulacak. Beldemizde böyle bir tarihi eserin çıkması turizm açısından önemli." dedi.

 

"Tarihin gün yüzüne çıkartılması çok önemli" diyen Başkan Genç; "Beldemizin stratejik planını hazırlarken, Canik'in turizm beldesi olacağını söylemiştik. Bu tümülüsün de çıkması bizim bu konudaki haklılığımızı bir kez daha gözler önüne sermiştir." açıklamalarında bulundu.

Zaman, Haber: Mehmet Köse, 30.03.2007

AŞAĞI HAMAM RESTORE EDİLECEK

 

Sivas'ın Divriği İlçesi'nde bulunan 5 asırlık hamam, yapılacak restorasyon çalışması ile ayağa kaldırılacak. İlçede bulunan 500 yıllık Aşağıhamam’ın ihalesini alan firma önümüzdeki hafta restorasyon çalışmalarına başlayacak.

 

15. yüzyılın sonunda yapılan ve halk arasında Kayaoğlu Hamamı olarak da bilinen Aşağıhamam daha önce kapsamı bilinmeyen pek çok onarım geçirmişti. Yapı, Çukurova Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mustafa Yeğin’in hazırladığı proje ile yeni bir görünüm kazanacak. Hamamın batısında ve kuzeyinde yükselmiş olan toprak kotu düşürülerek kapı ve pencereler açığa çıkarılacak.

Restorasyonla, hamam şehre gelen yerli ve yabancı turistlere ve yöre halkına karşı bir prestij mekanı haline getirilecek. 4 kısımdan oluşan hamamda soyunmalık, sıcaklık, ılıklık ve külhan mekanları günümüz ihtiyaçlarına göre düzenlenerek, ısıtma aydınlatma ve su tesisatı yenilenerek uygun hale getirilecek. Restorasyon çalışmasının 3 ayda bitmesi planlanıyor.

700 yıllık Bekir Çavuş Hamamı’nın projesi ise Yrd. Doç. Dr. Mustafa Yeğin tarafından hazırlanarak kurula gönderildi. Ahmed Şah-Turan Melek Külliyesi’nin bir öğesi olarak inşa edilen Bekir Çavuş Hamamı’nın projesi de hazırlandı. 19. yüzyıl sonlarına değin çalışan hamamı Ahmedşah suyunun beslediği biliniyor. 1910 yılına kadar kullanıldığı belirtilen hamam insan ve doğa tahribatı sonucu tamamen harabeye dönüşmüş durumda. Bekir Çavuş Hamamı da ayağa kaldırılarak turizme kazandırılacak.

Sivas Hürdoğan, 30.03.2007

AMANOS DAĞLARI'NDA YENİ BİR MAĞARA KEŞFİ

 

Amanos Dağları'ndaki keşifler devam ediyor. İki yıl önce Dev Ayma Mağarası'nın bulunmasından sonra geçen hafta da Kuzuculu beldesinin Çat Köyü yakınlarında yeni bir mağara daha keşfedildi. Keşfedilen yeni mağaraya "Kara Mağara" adı verildi.

 

Yeni buldukları mağaranın, yeterli malzeme olmadığı için henüz uzunluğunu belirleyemediklerini ifade eden Hatay'ın Dörtyol İlçesi'nde faaliyet gösteren Amanoslar Çevre Koruma ve Dayanışma Derneği (AÇED) Başkanı Nazım Sönmez, "Geçen hafta sonu, Çat köyü yakınlarında keşfettiğimiz mağaraya 5 kişi girdik. Ancak mağara içinde bulunan yarasalar ve kirpiler bizi çok rahatsız etti. Oldukça uzun olduğu anlaşılan mağarada koridorlar ve odacıkların çokluğu dikkati çekiyor, İçerdeki traverten, sütun, sarkıt ve dikitler karardığı için mağaraya "Kara Mağara" adını verdik. Ancak su akıntısı görülen yerlerde hala beyaz doku gözleniyor. Burada, farklı mekanlar ortaya çıkartılabilir. Mustafa Kemal Üniversitesi görevlileriyle bilimsel çalışmalar yapmak için girişimde bulunacağız" dedi.

Birgün, 30.03.2007

"MİMAR SİNAN ESERLERİ TRAKYA GEZİ HARİTASI" YAYINLANIYOR



Sultan Süleyman (Silivri) Köprüsü


ÇEKÜL Vakfı’nın “Sinan’a Saygı” projesi kapsamında sürdürdüğü “Mimar Sinan Eserleri Gezi Haritaları” serisinin ikincisi olan “Mimar Sinan Eserleri Trakya Gezi Haritası”, Atlas Dergisi’nin nisan sayısıyla birlikte dağıtılıyor. Trakya Gezi Haritası’nda, Mimar Sinan’ın ayakta kalmayı başarmış 21 eseri yer alıyor.

ÇEKÜL Vakfı yıllardan beri, çalışanları ve gönüllüleriyle beraber, Mimar Sinan ve onun yarattıklarının tanıtılması için çalışıyor. Bunun temel nedeni; sevmenin ve korumanın ön koşulunun tanımak olması. Tanımanın en basit yolu ise, elimizde ne kaldı sorusunun cevabını bulmak, yani bir envanter çalışması. ÇEKÜL Vakfı, 50 yıllık birikimini kullanarak yaklaşık 10 yıldır Sinan eserlerinin envanterinin çıkarılması için çaba gösteriyor. Bu çabalar 2007 yılında meyvelerini vermeye başladı. 2007 Şubat ayında “Mimar Sinan Eserleri İstanbul Gezi Haritası” yayımlandı. Harita, Türkiye genelinde 70 bin kişiye ulaştı.

Serinin ikinci gezi haritası ise, Sinan’ın Trakya’daki eserlerini tanıtıyor. 21 eserin yer aldığı haritada sadece 3 eser 16. yüzyıl özelliklerini kaybetmiş durumda. Bu harita da, İstanbul Gezi Haritası’nda olduğu gibi, ÇEKÜL Vakfı ve Atlas Dergisi’nin işbirliğiyle hayata geçirildi.

Gezi haritaları serisi, 2007 yılı içinde yayımlanacak olan “Mimar Sinan Eserleri Anadolu Gezi Haritası” ile devam edecek. 2008 yılında ise Balkanlar ve Ortadoğu haritalarının tamamlanması planlanıyor.

“Mimar Sinan Eserleri Trakya Gezi Haritası”nda yer alan eserler;
1- (Semiz) Ali Paşa Kervansarayı (Çarşısı) - Edirne
2- Damat Ferhat Paşa Camii - Çatalca, İstanbul
3- Defterdar Mustafa Paşa Camii - Edirne
4- Hüsrev Kethüda (Belediye) Hamamı - Çatalca, İstanbul
5- Kapuağası (Haramidere) Köprüsü - Beylikdüzü, İstanbul
6- Rüstem Paşa Kervansarayı - Edirne
7- Rüstem Paşa Külliyesi - Tekirdağ
8- Semiz (Cedit) Ali Paşa Camii - Babaeski, Kırklareli
9- Semiz Ali Paşa Camii - Marmara Ereğlisi, Tekirdağ
10- Sokullu Mehmet Paşa Hamamı - Edirne
11- Sokullu Mehmet Paşa (Alpullu) Köprüsü - Alpullu, Kırklareli
12- Sokullu Mehmet Paşa (Çorlu) Köprüsü - Çorlu, Tekirdağ
13- Sokullu Mehmet Paşa (Lüleburgaz) Köprüsü - Lüleburgaz, Kırklareli
14- Sokullu Mehmet Paşa (Kasım Paşa) Külliyesi - Havsa, Edirne
15- Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi - Lüleburgaz, Kırklareli
16- Sokullu Mehmet Paşa (Sokullu) Mescidi - Büyükçekmece, İstanbul
17- Sultan Selim (Selimiye) Külliyesi - Edirne
18- Sultan Süleyman (Süleymaniye) Kervansarayı, Büyükçekmece, İstanbul
19- Sultan Süleyman (Büyükçekmece) Köprüsü - Büyükçekmece, İstanbul
20- Sultan Süleyman (Silivri) Köprüsü - Silivri, İstanbul
21- Taşlık Mahmut Paşa Camii - Edirne

Arkitera, 30.03.2007

TARİHİN SESSİZ TANIKLARI GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

Dolmabahçe Sarayı’nın tozlu raflarında senelerdir bekleyen Osmanlı Sarayı’nın bugüne kadar görülmemiş yüze yakın fotoğrafı ilk defa bu sergi sayesinde sanatseverlerin beğenisine sunulacak.





IC, İbrahım Çeçen Vakfı bir ilke imza atarak, Dolmabahçe Saray arşivlerinden derlenen yüz fotoğrafı TBMM ve Milli Saraylar Daire Başkanlığı’nın katkılarıyla Ankaralı’larla buluşturuyor. Dolmabahçe Sarayı’nın 150. yıl etkinlikleri çerçevesinde düzenlenecek sergide, hanedan mensupları ile sivil bürokratlar ve yüksek rütbeli askerlerin fotoğrafları, hem sosyoekonomik hem de sosyokültürel açıdan batılılaşım sürecini yansıtıyor.

Ankara’da üç yıldır faaliyet gösteren İbrahim Çeçen Vakfı, 11 Nisan’da vakfa ait IC Sanat Galerisi’nde TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın açılışını yapacağı "Osmanlı Sarayı Fotoğraf Albümleri"ni Ankaralı’larla buluşturacak. Büyükelçiler, bürokratlar, milletvekilleri ve iş adamlarının konuk olacağı açılışta misafirlere Osmanlı mutfağından lezzetler sunulacak.

IC Sanat Galerisi’nde 12 Nisan-3 Mayıs tarihleri arasında sergilenecek olan fotoğrafların Türk tarihine ait izleri aynen yansıtması açısından büyük önem taşıdığı belirtiliyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ile Cumhuriyetin ilk yıllarına ait ve hepsi birer belge niteliği taşıyan fotoğraflar için Vakıf yetkilileri, "Geçmişin tanığı olan bu eserleri günümüz insanıyla buluşturmaktan dolayı kıvanç duyuyoruz. Toplam yüz eseri büyük bir titizlikle ve dikkatle izleyenlerin beğenisine sunuyoruz" dediler.

Fotoğrafların bir başka özelliği ise Ermeni ve Rum asıllı fotoğrafçılar tarafından çekilmiş olmaları. Sergilenecek Osmanlı resimlerinin tamamı yabancı fotoğrafçılara ait. Sergide bulunan fotoğrafların bir çoğuysa, sarayın özel fotoğrafçıları olarak seçilen Ermeni asıllı üç fotoğrafçı kardeşe ait.

Değişik sanatsal, kültürel etkinlikler düzenleyen İbrahim Çeçen Vakfı’nın önemli tarihsel gerçekleri fotoğraf sanatıyla halka sunmayı hedefleyen sergisinin önemli bir diğer özelliği de İstanbul dışına ilk defa çıkıyor olması.

Öte yandan, sergi süresince Osmanlı Sarayı dönemine ait tüm fotoğrafların bulunduğu özel bir kitap ve kartpostallar da satışa sunulacak. Elde edilecek gelir ile Türkiye’nin dört bir yanında okuyan ihtiyaç sahibi beş yüz üniversite ve yüksek lisans öğrencisinin eğitim masraflarına katkı sağlanması hedefleniyor.

Hürriyet Ankara, Haber: Merve Erdil, 30.03.2007

TARLABAŞI BİRLEŞEREK KURTULACAK

 

İstanbul'un Beyoğlu İlçesi'nin Tarlabaşı semti kentsel dönüşüm projesiyle estetik bir görünüm kazanacak.


Kentsel dönüşüm projesiyle Tarlabaşı'nda büyüklükleri 50 ile 100 metrekare olan küçük tarihi evler 5'er ve 10'ar gruplar halinde birleştirilip tek blok haline getirilecek. Bloklar oluşturulurken, binaların dış cepheleri korunacak. Görüntü kirliliği yaratan klima ve tabelalar da kaldırılacak.
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Tarlabaşı'nın kentsel dönüşüm ihalesinde en iyi teklifi Çalık Holding'in verdiğini açıkladı.


İhalede parasal değerlerin konuşulmadığını belirten Demircan, "Para ihalesi değil, 'Ne teklif ediyorsun?' ihalesi yaptık. Vatandaşın lehine yüzde 40'ın altındaki teklifleri kabul etmeyeceğimizi söylemiştik. Çalık Holding, orada mevcut bulunan metrekarelerin yüzde 42'sini arsa sahibine vereceğini belirterek en iyi teklifi verdi. Her binanın altına otopark yapılacak" dedi.






Çalık Holding'in ihaleye 278 binanın tamamının dış cephe rölövelerini çizip getirdiğini anlatan Demircan, şöyle devam etti: "Projeler üç ay içinde Anıtlar Kurulu'na takdim edilecek. Anıtlar Kurulu'nun onayından sonra vatandaşımız, yatırımcı ve belediye olarak masaya oturacağız. Kime, nereyi, nasıl teklif ettiklerini konuşacağız ve vatandaşımızla anlaşacağız. İş başladıktan sonra iki yıl içinde tamamlanacak."


İhaleye konu olan bölge, sit alanı olduğu için buradaki yapılanmaya ve inşaat sürecinde hangi imari projenin uygulanacağına Anıtlar Kurulu'nun karar verdiğini belirten Demircan, "Biz sadece süreci organize etmiş bir kamu kuruluşuyuz. Vatandaşın hakkını muhafaza ederek yatırımcı gelmesini sağladık ve vatandaşımızı orada yaşamaya devam ettirecek bir modeli uyguluyoruz" dedi.


Daha önce Tarlabaşı'nın kentsel dönüşüm projesinde butik oteller ve alışveriş merkezlerinin de yer alacağına ilişkin haberler çıktığının hatırlatılması üzerine Demircan, "Biz yetkilerimizin ötesinde bir şey düşünmüyoruz. Bunlar vatandaş ve yatırımcının birlikte karar vereceği konular" diye konuştu.






Demircan, Beyoğlu'nun otopark sorunu olmadığını da iddia etti. Demircan, "Bence Beyoğlu'nun otopark sorunu yok. Ama bu bir şey yapmadığımız anlamına gelmiyor. Talimhane'nin hemen altına bir otopark yapılacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin birkaç noktada hazırlıkları var. Buraya günde 1 milyon insan geliyor. Bu kadar insanı özel araçla taşımak mümkün değil, metro ve toplu taşımayla buraya gelmeliler."
Milliyet, Haber: Nevin Donat, 30.03.2007

CUMHURİYET TARİHİNİN EN PAHALI EVİ

 

Yeniköy'teki tarihi Erbilgin Yalısı satılıyor. Biçilen fiyat inanılmaz bir rekor: Tam 100 milyon dolar! 3 yabancı firma ve 1 Arap şeyhinin talip olduğu yalı bu fiyata satılırsa, en pahalı gayrimenkul olacak.





Dolmabahçe'den sonra Boğaz'daki en büyük yalılardan biri olan Erbilgin Yalısı 100 milyon dolar fiyatla satışa çıkarıldı. Şu anda iki tane yabancı firma, bir Arap şeyhi ve bir yabancı banka talip.

Görüşmelerin sürdüğünü ve fiyat konusunda anlaştıkları takdirde yalının her an satılabileceğini belirten Müfit Erbilgin, 100 milyon doların altında bir fiyata yalıyı kesinlikle vermeyeceğini söyledi. Yalının değerinin 60 milyon dolar olarak belirlenmesiyle ilgili ne düşündüğünü sorduğumuz Erbilgin, "Ancak Boğaz'daki gecekondular 60 milyon dolar eder. Bu, Boğaz'ın en büyük yalılarından biri. Bence 100 milyon dolar eder. Sabancı ailesi de yalı için bana 90 milyon dolar önerdi, kabul etmedim" dedi.

Dört katlı, toplam 3 bin metrekarelik alanı bulunan ve 64 odalı yalı; 20 seneden beri Erg İnşaat'ın sahibi Müfit Erbilgin'e ait. 1985 yılında Mısırlı sahiplerinden yalıyı satın alan Erbilgin ailesi, yaklaşık 10 yıl süren restorasyonun ardından yalıyı eski haline getirdi.

Şu anda Ankara'da yaşayan Erbilgin ailesi yalıyı yılın belli zamanlarında ve özellikle tatillerde kullanıyordu. Son zamanlarda yakın dostlarına artık yaşlandığını ve yalının bakımının zor gelmeye başladığını söyleyen Erbilgin, 20 yıldır sahibi olduğu tarihi yalıyı satışa çıkardı.

1880'lerde yaptırılan Şehzade Burhanettin Efendi Yalısı'nın ilk sahibi dönemin ünlü sarraflarından Varki Vartaks'tı. Vartaks ölünce 1887'de yalıyı Teşkilat - ı Umumiye Nazırı Ahmet Münir Paşa aldı. 1911'de 2. Abdülhamit tarafından oğlu Şehzade Burhanettin'e satın alındı. Şehzade'nin boşandığı eşi Aliye Hanım, daha sonra 10 yıl daha yalıda oturdu. Osmanlılar göçünce 1923'te Mısırlı Ahmet İhsan Bey'e geçen yalı, 'Mısırlılar Yalısı' olarak da bilinir. 1946'da Ahmet İhsan Bey'in çocuklarına miras kalan yalıyı 1985'te Erbilginler 500 milyon liraya aldı.

Ahşap karkas yalı, bodrumla birlikte dört katlı inşa edilmiş. Yalının deniz cephesinin iki yanında ikinci katlardan dışarı taşan çıkıntılı cumbalar bulunuyor. Yalının duvarlarında, yapıldığı dönemden günümüze ulaşan Rokoko üslubu işlemeler var. Misafirhanesi ile birlikte toplam 64 odası olan yalının alanı yaklaşık 3 bin metrekareye ulaşıyor, ayrıca bir yüzme havuzu ve bir Türk hamamı da bulunuyor. Denize 60 metre rıhtımı olan yalı, Kıbrıslı Yalısı'ndan sonra Boğaziçi'nin en uzun rıhtıma sahip yalısı.
Vatan, 30.03.2007

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Bursa'da bir ihbarı değerlendiren Yenice Jandarma Karakol Komutanlığı ekipleri, Esenköy`de Ahmet Z. isimli şahsın evinde yaptıkları aramada, evin koruluğunda Roma dönemine ait mermer sütun başlığı ile bir adet yazı hokkası ve bir de şamdanlık ele geçirdi.

Aramayı derinleştiren ekipler, evin çeşitli bölümlerinde 2 adet pompalı av tüfeği, bir adet `kesme` olarak bilinen namlusu kısa av tüfeği ile 43 adet tabanca mermisi buldu. Tarihi eserler ile av tüfeği ve mermilere el koyan jandarma, Ahmet Z.`yi gözaltına aldı.

Bursa Olay, 30.03.2007

KUTSAL EMANETLER TEK BİR SERGİDE

 

Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında "Bir Kul, Bir Resul" adıyla açılacak sergi, Hz. Muhammed'i konu alacak. Hz. Muhammed'in gömleği, sandaleti gibi kişisel eşyalarının yanı sıra Kabe anahtarı, Kabe süpürgesi ile din ilimleri, edebiyat ve hat sanatı açısından paha biçilemeyecek değerde eserler ilk kez tek bir sergide sunulacak.


Türk Kadınları Kültür Derneği (TÜRKKAD) tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle 1-15 Nisan tarihleri arasında Türk - İslam Eserleri Müzesi'nde gerçekleştirilecek olan sergide yer alacak eserlerin önemli bir bölümünü müzelerde korunan ancak teşhir edilemeyen eserler oluşturuyor.


Sergi için Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi, Konya Müzesi, İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü koleksiyonları, Süleymaniye Kütüphanesi ile İstanbul Hırka-i Şerif Camii Hizmet Vakfı'ndan seçilen 130 eser bir araya getirildi.






Hz. Muhammed'in gömleği, sandaleti, sakal-ı şeriflerinin yanı sıra, Kur'an-ı Kerim'lerin 8.-19. yüzyıla ait örnekleri ve hat levhalarının yer alacağı sergide, bugüne kadar sergilenmemiş olan Hz. Muhammed'in hadislerinin Müslimi, Tahavi, Buhari ve Tırmizi'nin kaleme aldığı Hadis şerhlerinin 14.-15. yüzyıla ait örnekleri gün ışığına çıkacak.


Sergiyle ilgili bilgi veren TÜRKKAD İstanbul Şubesi Başkanı Cemalnur Sargut, "Günümüzde yanlış algılanan İslam anlayışının ve yanlış tanınan İslam peygamberinin kendi hakiki şahsiyetiyle hatırlanabilmesi için bu sergiyi düzenliyoruz" dedi.


Serginin Hz. Muhammed'e ait tüm eserlerin bir araya getirilmesi açısından Türkiye'de bir ilk olduğunu söyleyen Sargut, bazı eserlerin de müzelerin arşiv depolarından ilk kez çıkarıldığını söyledi. Sargut, tüm eserlerin sigortalandığını ve özel bir güvenlik şirketi tarafından korunacağını anlattı.


1966 yılında Türk Ev Kadınları Derneği adı altında faaliyetlerine başlayan dernek 1970 yılında kamu yararına dernekler arasına alındı. 1973 yılında da Türk Kadınları Kültür Derneği olarak bugüne kadar geldi. Derneğin merkezi Ankara'da olmak üzere İstanbul, Manisa, Isparta ve Kütahya'da temsilcilikleri bulunuyor.






Hangi eserler nereden geldi
Mekke toprağı: Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Mahfazalar: Topkapı Müzesi
Resulullah Gömlek: Hırka-i Şerif Camii Hizmet Vakfı
Sandalı Şerif: Hırka-i Şerif Camii Hizmet Vakfı
Hz. Hüseyin'in Destarı: Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Kabe Anahtarı: Türk Hırka-i Şerif Camii vakfı
Kabe Süpürgesi: Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Kabir mumu: Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Kabir süngeri: Hırka-i Şerif Camii Vakfı
Kabir toprağı: Hırka-i Şerif Camii Vakfı
Veysel Karani Hırka parçası: Hırka-i Şerif Camii Vakfı
Medine Mührü: Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Eserlerin geldiği diğer müzeler ise şöyle: İstanbul Türbeler Müzesi, Konya Müzesi, Süleymaniye Kütüphanesi, Köprülü Kütüphanesi ve Topkapı Müzesi Hırkai Şerif Camii Hizmet Vakfı.





Milliyet, Haber: Şükran Pakkan, 30.03.2007

ÇİRKİN KÖPRÜNÜN YIKIM KARARI POSTAYA TAKILDI

 

İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 500 yıllık Mimar Sinan yapımı Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü’nün siluetini bozduğu gerekçesiyle 1 Şubat’ta inşaatını durdurduğu Mimarsinan Köprülü Kavşağı’nın kaldırılmasına karar verdi.

8 Mart tarihli Koruma Kurulu kararı, 14 gün sonra 22 Mart’ta, Eminönü’nden İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Fatih’teki Planlama Müdürlüğü’ne gönderilmek üzere postaya verildi. Köprünün kaldırılması kararı, aralarındaki mesafe en fazla 2-3 kilometre olan Eminönü’ndeki 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’ndan Saraçhane’deki Planlama Müdürlüğü’ne 7 gündür ulaşamadı.

Belediye, yıkım kararının eline ulaşmasının ardından yarım kalan köprülü kavşağı kaldıracak ya da yıkım kararının iptali için İdare Mahkeme’de dava açacak.

Hürriyet, Haber: Hasan Ay, 30.03.2007

PROF. DR. CEYLAN KONFERANS VERDİ

 

Atatürk Üniversitesi Ağrı Eğitim Fakültesi'nde 'Ağrı Bölgesi'nin İlkçağ Tarihinin Bir Değerlendirmesi' konulu konferans yapıldı.

 

Ağrı Eğitim Fakültesi Mavi Salon'da düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katılan Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alpaslan Ceylan, Ağrı ilinin tarihi yapısı ve kültürel değerleri ile ilgili bilgiler verdi. Ağrı'nın bir çok tarihi mekana ev sahipliği yaptığını belirten Ceylan, "Tarihte Ağrı'nın yerini hiç bir şekilde tartışamayız. Erzurum Müzesi gibi Türkiye'nin farklı kentlerinde bulunan müzeleri Ağrı ili ve ilçelerinden gelen tarihi eserler süslemektedir. Ne yazık ki mevcut müzelerimizde bulunan eserlerden daha fazlasını tarihi eser kaçakçıları sayesinde Amerika, Japonya, Almanya'da bulunan müzelerde görebiliyoruz. Bunlara bir şekilde müdahale etmemiz gerekiyor. Bunların yanısıra yaptığımız araştırmalar bizlere millet olarak tarihe ve tarihi esere saygı duymadığımızı, gördüğümüz her tarihi eseri tahrip edip altından ya da içinden altın veya benzeri değerli bir şeyler aradığımızı gösteriyor. Bunlara 'Dur' diyebilmek için herkesi sağduyuya davet ediyorum" dedi.

Erzurum Gazetesi, 29.03.2007

"YENİ MİMARLIK POLİTİKASI HAYATA GEÇİYOR"

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin, Nevşehir'in Ürgüp İlçesi'nde düzenlediği ve "Yeni Mimarlık Politikası Hayata Geçiyor" kampanyasını başlattığı Danışma Kurulu Toplantısı'nın atölye çalışmalarının sonuç bildirgesi açıklandı.

 

Ürgüp'te üç gün süren ve 10 atölye çalışmasının yapıldığı toplantının sonuç bildirgesinde, hayata geçirilmeye çalışılan prestij yapıların, mega projelerin ve ticaret merkezlerinin, kentlerin sürdürebilirliğini baltalamakta olduğu vurgulandı. Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı, ODTÜ Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi öğretim üyesi Nimet Özgönül'ün yayınladığı bildirgede, şu görüşler yer aldı: "Toprakların uluslararası sermayeye açılması, kenüeri olumsuz olarak dönüşüme zorluyor. İstanbul ve Ankara'da yaşama geçirilmeye çalışılan 'Prestij Yapılar' 'Mega projeler', Ticaret Merkezleri', kenüerin sürdürülebilirliğini baltalıyor, kent topraklarının metalaşmasına ve kar amaçlı dönüşmelerine neden oluyor. Çoğunlukla kent merkezlerinde yaşam bulmaya çalışan bu anlayış, altyapıdan yoksun plansız kentleşme içinde yoğunluklu yapı üretimini amaçlıyor ve kentin yaşamını kaosa sürüklüyor."

 

Bildirgede, Haydarpaşa gibi tarihi ve kültürel geçmişi olan kent mekanlarının ticari yapılaşmaya açılmasının, kenüerin kültürel değerlerini tahrip ettiği, sürdürülebilir kent anlayışına ve kenüerin kamusal kullanımına darbe indirdiği kaydedildi. 'Eski Kent' dokularının değişmesi söylemiyle konut ve eğitim yapılarının bulunduğu bölgelerin ticari merkezlere dönüştürülmesinin, kentlerin üretim üzerine değil aksine tüketimi körükleyen ve zaman içinde bozulacak birer makine olarak değerlendirildiğinin göstergesi olduğu kaydedildi. Bildirgede, kentte hapsolan, zaman içindeki çarpık yasal süreçlerle yasallaşmış gecekonduların sahiplerinin, "kentsel dönüşüm projeleri" adı altında yapılan anlaşma ve sözleşmelerle kent dışına sürüldükleri de ifade edildi.

Birgün, 29.03.2007

YER KAPI'YA İLK HARÇ





Bursa'da Osmangazi Belediyesi tarafından projesi tamamlanan tarihi surların restorasyon çalışmaları kapsamında 'Yer Kapı'ya da ilk taş ve harç düzenlenen törenle konuldu.

 

Yer Kapı'da restorasyon çalışmalarının startının verildiği törende konuşan Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, Yer Kapı surları restorasyonunun, kentin gerçek kimliğini kazanmasında önemli adımlardan biri olduğunu söyledi. 1326 yılındaki fetihten önce Bursa'nın bu surların içinde kurulu olduğunu anlatan Altepe, 2 bin 700 yıllık geçmişe sahip surların ayağa kaldırılması noktasında önemli aşamalar kaydedildiğini belirtti. Altepe, "Bu eserler çeşitli kişi ve kurumların desteği ile birer birer ortaya çıkıyor. Yer Kapı ve surlar da, diğer kapılar gibi kentin ziynetleri arasına katılacak. Restorasyon çalışmaları büyük bir özenle gerçekleştiriliyor" dedi.

 

Osmangazi Belediyesi'nin yürüttüğü tarihi mirası koruma çalışmalarının Bursa sınırlarını aştığını bildiren Altepe, Tarihi Kentler Birliği'nin önümüzdeki günlerde Trabzon'da düzenleyeceği toplantıda üye belediyelere, Osmangazi'nin bu çalışmalarının örnek olarak anlatılacağını kaydetti.
 

Hisar'ın 5 kapısından biri olan Yer Kapı'da ilk planda, iç ve dış sur duvarları restore edilecek. Dış surların yüksekliği 8 metre, iç surların yüksekliği ise 10 metre olacak. Surlarla birlikte iki kulenin de restore edileceği çalışmalar kapsamında, kaybolan taş kaplamalar yenilenecek. Surların temellerinin kaybolduğu noktalarda da bu temeller bulunup onarılacak. Surların piramit şeklindeki üst bölümleri de seyirlik olarak düzenlenecek.  Surların tarihini oluşturan her türlü yapı ve görüntü korunacak. Yeniden yapılan duvarlar, Bursa Surları taş örgü tekniğine uygun olarak ve Horasan harcı kullanılarak yapılacak.

 

Osmangazi Belediyesi'ne yaklaşık 1.8 milyon YTL'ye mal olması beklenen restorasyon çalışmalarını Mersan İnşaat firması üstlendi. 2008 yılı başında tamamlanması hedeflenen çalışmalar kapsamında, kulelerin iç bölümlerinde yer alan kazamatlar da (depo, askerlerin kullandığı korunma amaçlı oda) orijinaline uygun olarak yeniden düzenlenecek. Proje tamamlandığında, restore edilen surlar ve burçlarla birlikte büyük bir meydan ortaya çıkacak. İki sur arasında yer alan yaklaşık 3 dönümlük alan, çeşitli sosyal ve kültürel etkinliklere mekan olacak. Çalışmaların ikinci etabında Yer Kapı ile Fetih Kapı yürüyüş yolu ile birbirine bağlanacak.


Osmangazi Belediyesi, restorasyon öncesi bölgede uzun süreli bir arkeolojik kazı yaptırmıştı. Restorasyona başlanmadan önce bölgedeki bir fabrika binası da kamulaştırılarak sur duvarları ve kuleler ortaya çıkarılmıştı. Yaklaşık 2 bin 700 yıllık geçmişe sahip Bursa surlarının 5 ana kapısından biri olan Yer Kapı ve devamındaki surlar, 1900'lü yıllara kadar ayakta kalabilmiş olmasına rağmen, Cumhuriyetin ilk yıllarında yol yapma amacıyla yıkılmıştı.

Bursa Hakimiyet, 29.03.2007

TİREBOLU KALESİ'NE RESTORASYON

 

 

Giresun'un Tirebolu İlçesi'nde, denizle iç içe olan ve üzerinde bulunduğu yarımada sit alanı ilan edilen Tirebolu Kalesi'nin turizme kazandırılması için çalışma başlatıldı. Tirebolu Kaymakamı Fahrettin Göncü, yaptığı açıklamada, Tirebolu Kalesi'nin, Doğu Karadeniz'e tur düzenleyen acentelerin gözdesi bir tarihi mekan olduğunu belirtti. Kaleyi yeni turizm sezonuna hazır hale getirmek için çalıştıklarını ifade eden Göncü, ''Kalenin gerçek siluetini ortaya çıkaracak bu çalışmaları Mayıs ayının ilk haftasına kadar bitirmeyi planlıyoruz. İlçedeki en önemli tarihi eserlerden biri olan Tirebolu Kalesi'nin turizme açılması, yörede turizmin gelişmesine büyük katkı sağlayacaktır'' dedi. Kaledeki görüntü kirliliği oluşturan televizyon vericileri, çanak antenler ve telsiz direklerinin kaldırılacağını anlatan Göncü, şunları söyledi: ''Tarihi bir mekandaki bu görüntüler hiç de hoş değil. Bu şekilde buranın turizme açılması ve turist beklenmesi doğru değil. Bunun için Belediye başkanıyla görüştüm, buradaki televizyon vericileri, çanak antenler ve telsiz direklerinin uygun bir yere taşınmasını kararlaştırdık. Bunun yanı sıra kaledeki çay ocağı ve seyir için yapılan ahşap teraslar kaldırılacak. Böylece kalenin tamamen doğal haline kavuşması sağlanacak.'' Göncü, kalenin bulunduğu yarım adanın sit alanı ilan edilerek koruma altına alındığını, buradaki tarihi evlerin restorasyonu için çalışmalara başlandığını da kaydetti. Kültür Bakanlığı'nın verilerine göre, kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte Tirebolu Kalesi'nin, MÖ 15. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kaleye, güneyden oldukça dik bir merdivenle çıkılıyor. Surları ve gözetleme kuleleri, düzgün olmayan kesme taşlardan örülmüş olan kalenin tek giriş kapısı bulunuyor. İçerisinde bazı binalara ait temeller bulunan kalede, güney duvarı içerisine oyularak yapılmış bir mescit mihrabı ve bu mescide ait duvar temelleri bulunuyor.

Giresun Işık Online, 29.03.2007

GÜMRÜK HANI HAYAT BULACAK

 

Erzurum'da Yeğenağa Mahallesi'nde bulunan tarihi “Gümrük Hanı” bir projeyle hayat bulacak. Yakutiye Belediyesi tarafından hazırlanan “Mefruşat Eğitimi” adlı proje, maddi destek sağlanması için Japon Hükümeti'ne sunuldu.

 


Proje hakkında bilgi veren Belediye Başkanı Fahrettin Atınç, “Genç kızlarımızın, sosyal ve ekonomik yapıdan müteşekkil sebeplerden dolayı eğitim alamamış olanları, çeşitli el becerilerine sahip olmamaları, sosyal etkinliklerde ve ekonomik alanlarda söz sahibi olmamaları önemli sorun. Yaptığımız projeyle 50 ev kızımızı mesleki eğitime alacağız, ardından uzmanlaşan kursiyerlerimizle mefruşata dönük seri üretime başlayacağız” dedi.

Atınç, “Herhangi bir el becerisine sahip olmayan, eğitim alamamış, ailesine ekonomik katkıda bulunamadığından dolayı, özgürlüğünün kısıtlandığını varsayan, 50 kişilik bir kitle hedefledik. Projeye kaynak temininden sonra düz dikiş makinesi, piko makinesi, dantel ve pike örtü dikimi makinesi, overlog makinesi, refley makinesi, biçki masası sağlayacağız. Kurs başlangıcında mahalle muhtarlıkları aracılığıyla, el ilanları diğer iletişim araçları duyurumuzu yapacağız. Eğitime alacağımız kişilerden herhangi bir katkı beklemiyoruz. Projenin faaliyete başlamasıyla birlikte hizmet vereceğimiz kesim ekonomik ve sosyal açıdan az gelişmiş bölgeyi kapsayacak ve eğitim, üretim ve sosyal etkinliğin artması ve sonuç olarak toplumsal bir iyileşmenin sağlanmasını hedefliyoruz. Proje tutarı10 milyon Japon Yeni” şeklinde konuştu.

Öte yandan proje sahası olarak seçilen mekan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde gümrük işlemlerinin yürütüldüğü tarihi özelliğe sahip bir bina ve 18. yüzyılda inşa edilmiş. Tarihi ve kültürel özellikleri bulunan bina günümüzde atıl durumda. Projenin faaliyete başlamasıyla insanlarının faydalanacağı bir mekan haline gelecek. Vakıflar Bölge Müdürlüğü idaresindeki bina, yapılan bir protokolle Yakutiye Belediyesi'ne kiralık olarak devredildi.

Vatan, Haber: Doğanay Aydemir, 29.03.2007

KONFERANS: YENİKAPI BATIKLARI VE KORUMA SORUNLARI

 

Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, 2 Nisan 2007 Saat 19.00'da Pak İş Merkezi'nde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıklarını Koruma Ve Onarım Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Ufuk Kocabaş'ın sunacağı " Yenikapı Batıkları Ve Koruma Sorunları" konulu konferansa evsahipliği yapıyor.

 

Konferans öncesi Vakfın aranarak rezervasyon yapılması gerekiyor.
TAYHaber, 30.03.2007

ASKER SARAYDAN ÇEKİLİYOR

 

TBMM Başkanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında yürütülen görüşmeler sonucu İstanbul'daki kasırların ve sarayların korunması görevi askerden polise devredildi. Edinilen bilgilere göre, 3 ay önce TBMM Başkanı Bülent Arınç, kutlama için Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ı ziyaret ettiğinde konuyu gündeme getirdi. Orgeneral Büyükanıt öneriye sıcak bakınca iki kurum arasında resmi yazışmalar başladı. Genelkurmay ilk adımı 1 Mart'ta attı. Yıldız-Şale ve Maslak kasırlarındaki birlikler karargahlara çekildi. Dolmabahçe Sarayı'ndaki birlikler ise çekilmeyecek.

Sabah, Haber: Ergun Aksoy, 29.03.2007




ROMUS İLE ROMULUS TOPRAĞINA DÖNÜYOR

 

Romalılar’ın türeyiş efsanesinin sembolü olan ve bir dişi kurdun emzirdiği Romus ve Romulus kardeşlerin Türkiye’den kaçırılan heykelciği, 316 parça eserle birlikte Avusturya’dan Türkiye’ye iade ediliyor.

Avusturya A-13 otoyolunda geçen yıl yapılan gümrük kontrolünde, bir Türk yolcu otobüsünde çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Roma ve Bizans dönemine ait altın ve gümüş sikkeler, kurşun mühür baskılar, tunç çağına ait idoller, altın yüzükler, bronz iğne başları, cam şişe ve kaseler, altın kaplama kilise süsleme parçalarından oluşan 316 parça kültür varlığının nereden kaçırıldığına dair araştırma yapan Avusturya makamları, Türkiye ile temas kurdu. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden uzman bir heyet eserleri inceledi ve Anadolu menşeili olduklarını tespit etti. Kültür Bakalnığı’ndan bir heyet, nisan ayında avusturya’ya yapacağı ziyarette, Inssburck’ta gümrükte muhafaza edilen eserleri teslim alacak

Kaçak kazılar sonucu çıkarılıp yurtdışına kaçırıldığı tahmin edilen eserler arasında en büyük dikkati, mermerden yapılmış Romus-Romulus heykelciği çekti. Bir uzman, "Çok nadir rastlanan, heyecan verici bir eser" yorumunu yaptı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, iki ülke arasındaki iyi niyetli görüşmeler sonunda 316 parça kültür varlığının nisan ayı ortalarında Türkiye’ye geri döneceğini bildirdi.

Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 29.03.2007

800 YILLIK CAMİNİN RESTORASYONU BİTTİ FAKAT ABDEST ALMA YERİ UNUTULDU

 

Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından geçen yıl restorasyonu tamamlanan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılışı yapılan 800 yıllık tarihi Mardin, Şehidiye Camii'nde abdest alma yerinin yapılmadığı ortaya çıktı.

 

 

1214 tarihinde Artuklu hükümdarı Melik Mansur Nasrettin Artuk Aslan tarafından yaptırılan Şehidiye Camii restorasyonunun aslına uygun olarak yapılmadığı da belirtildi.

 

Camide abdest alacak yer olmadığı için avlusuna 2 tonluk su deposu yaptırıldı. Sacdan yapılan su deposunun, caminin tarihi yapısına uygun olmadığını dile getiren vatandaşlar yetkilileri göreve çağırdı. Mardin Mimarlar Odası Başkanı Yılmaz Altındağ, Mardin'de yapılan bir çok tarihi eserin aslına göre restore edilmediğini belirterek, Şehidiye Camii'nin de aynı durumda olduğunu söyledi. İslam tarihinde hiç bir caminin abdest alma yeri olmadan yapılmadığını kaydeden Altındağ, "Her caminin mutlaka abdest alma yeri ve tuvaleti bulunmaktadır. Ama maalesef Artuklu İmparatorluğu hükümdarı Melik Mansur Nasrettin Artuk Aslan tarafından 800 yıl önce yaptırılan camide bugün ne tuvalet ne de abdest alma yeri yapıldı. Proje kapsamında olan camide bunların unutulması tarihi değerlere ne kadar önem gösterildiğinin bir göstergesidir. Bu bir ihmaldir." şeklinde konuştu.

Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 29.03.2007

"BU MOTİF VAN GÖLÜ CANAVARINI DOĞRULUYOR"

 

Denizli'de Sivil Savunma Müdürlüğü’nde Arama Kurtarma Teknisyeni olan dalgıç Ümit Şıracı, 2 yıl önce Van Gölü’nde eğitimi sırasında ’Van Gölü Canavarı’nı gördüğünü iddia etti.

 

Şıracı, gölün 20 metre altındayken, belirsiz bir cismin suyun derinliklerinden geçtiğini, cismin büyüklüğü nedeniyle oluşan akıntıya kapılmaktan son anda kurtulduklarını öne sürdü. Şıracı “Olayı kimse inanmaz, benimle dalga geçerler diye anlatmadım. Suya tekrar girdik, ancak çok korktum. Akdamar Adası’ndaki restorasyonu yapılan Ermeniler’den kalan kilisede bulunan bir motif, canavarın yaşadığını doğrular nitelikte. Van Gölü’nün derinliğinin 400 metreye kadar ulaştığını söyleniyor. Halkın çoğu da canavarı gördüğünü iddia ediyor. Van Gölü’nde bir şeyler var, bilim adamları enine boyuna araştırmalı” dedi.

Van’daki kilisede bulunan motifte, büyük bir balığa kurban edilen insan resmedilmiş.

Vatan, 29.03.2007

AŞIKLI HÖYÜK KAZILARINA İL GENEL MECLİSİ'NDEN DESTEK

 

Aksaray’ın Gülağaç İlçesi Aşıklıhöyük mevkiinde yaz dönemlerinde İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mihriban Özbaşaran ve ekibinin yaptığı kazı çalışmalarına İl Genel Meclisinden destek kararı çıktı.


İl merkezine 25 kilometre uzaklıktaki Kızılkaya Köyünde 10 yılı aşkın süredir devam eden kazılarda kentin düzenli çöp depoları ve biri beyin ameliyatı diğeri ise otopsi izi taşıyan iki kafatası bulundu. 10 bin yıl önce bakırı hem soğuk hem de sıcak olarak işleyen bir uygarlığa ev sahipliği yapan höyükte kazıların devamı için 21 bin 808 YTL maddi destek verme kararı alındığını söyleyen İl Genel Meclisi Basın Sözcüsü Volkan Eroğlu, paranın Köylere Hizmet Götürme Birliğine aktarılacağını söyledi. Eroğlu, “Meclisimiz Aksaray'ın turizmden yeterli payı alması için önemli çalışmalara imza atıyor. Bir çok yeraltı şehrinin temizlenmesi için meclisimizin de desteği ile çalışmalar başlatıldı. Aşıklıhöyük'ün de önümüzdeki yıllarda turizme kazandırılması hedefleniyor. Tarihin tüm gerçekleriyle gün yüzüne çıkması ve Aksaray turizmine bu tür bölgelerin kazandırılması için meclisimizin desteği devam edecek" dedi.

Merhaba Gazetesi, 29.03.2007

İSKENDER LAHDİ RENKLENDİRİLDİ

 

İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin en nadide eserlerinden biri olan İskender Lahdi'nin renklendirilmiş bir kopyası, yarından itibaren orijinalinin yanında sergilenecek.

 

Antik dönem heykel ve yapılarının renkli olduğu uzun zamandır biliniyordu. Son yıllarda farklı renklere boyanan yüzeylerin yıpranmasının da farklı olduğunun keşfedilmesi, eserlerin gerçek renginin saptanmasına olanak tanıdı. Lahdin gerçek renkleri, Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün katkılarıyla tespit edildi.

Sabah, Haber: Sadık Güleç, 29.03.2007

KÜLTÜR VARLIKLARI BÖLGE KURULU ÇALIŞMAYA BAŞLADI

 

Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu resmen oluştu ve çalışmaya başladı.

 

Tarihi eserler, sit alanları ve kültür varlıkları ile dolu Kocaeli'nde tarihi yapı ve bölgelerle ilgili en basit karar için bile Bursa’da uğraşmak gerekiyordu. Bu kurulun oluşturulması yolundaki çabalar sonucu, restore edilen tarihi Gar binasının ikinci katı, oluşturulan Kocaeli Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’na tahsis edildi. Kurul, Kocaeli ile birlikte Sakarya ili hakkında da karar verecek. Kurul, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile YÖK’ün atadığı üyelerden oluşturuldu.

 

Kocaeli'ne Muğla’dan atanan Erdal Korkmaz, Kurulun kurucu müdürlüğünü üstlendi. Bölge Kurulu'nda Kocaeli Üniversitesi’nden Şehir Plancısı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Küçükmehmetoğlu, Mimar Müjgan Kurtgil, Sanat Tarihçisi Volkan Şenel, Arkeolog Mustafa Çakır, Yrd.Doç. Dr., Şehir Plancısı Hülya Yakar, Yrd.Doç. Dr.Mimar Gül Köksal, Hukukçu Prof. Dr. Mustafa Koçak görev yapacaklar.

Özgür Kocaeli, 28.03.2007

PİRAMİTİN GİZLİ KAPILARI AÇILIYOR





Mısır Eski Eserler Yüksek Konseyi Şefi Dr. Zahi Hawass Giza’da bulunan Büyük Piramit’in kapıları yakın bir zamanda sırlarından birisini açığa çıkartacağını açıkladı. Dünyanın önde gelen Mısırbilimcilerinden birisi olan Hawass, 4500 yıllık bu firavun mozolesinin kapılarından birisinin ardındaki sırları bu yılın sonunda açıklayacaklarını bildirdi. Söylediğine göre “Sonunda insanlar güney şaftındaki ikinci kapı ile kuzey şaftındaki üçüncü kapının ardında neler olduğunu öğrenebilecekler”.

 

MÖ 2550 yılında, Keops olarak da bilinen firavun Khufu için inşa edilen piramit, Kahire’nin dışında, Giza’da bulunan piramitlerin en büyüğü. Yaklaşık 150 m yüksekliğindeki bu piramit 3.4 milyon metreküp taş ile inşa edilmiş. Temeli yaklaşık 52 dönüm. Bu ölçü, içine Floransa ve Milano katedralleri ile, Londra’daki St.Paul ve Roma’daki St. Peter katedrallerini aldıktan sonra hala yer kalması demek.

 

Mezarın, gizli odalara açılan galeri uzun bir zamandır konuşulmakta idi. Öte yandan, piramitin içinde bulunan dört dar tünel 1872 yılında bulunduğunda bu yana arkeologların kafalarını meşgul ediyordu. "Firavun Odası” ismi verilen yerden yukarı doğru uzanan iki şaft, açık havaya açılmakta idi. Fakat “Kraliçe Odası” denilen yerden güney ve kuzeye doğru, aşağıya uzanan diğer iki şaft piramitin derinliklerinde yokolup esrarı arttırıyordu.

 

Firavunun ölüm sonrası ruhunun yeni bir yaşama geçmesini sağlandığına inanılan, 20x20 cm genişliğindeki bu galeriler 1993 yılına kadar araştırılmadı. Bu tarihte Alman mühendis Rudolf Gantenbrink güney şaftına bir robot soktu. Piramitin kalbine doğru yapılan 63 m lik bir tırmanıştan sonra robot, iki bakır kolu olan kireçtaşı bir kapının önünde durmak zorunda kaldı. Dokuz yıl sonra Hawass bir canlı yayında bu kapıya yeni bir robot yardımı ile delik açtırdı. Tüm dünyanın nefesini tutarak izlediği bu keşif yeni bir kapı ile sona erdi. Ertesi gün Hawass robotu bu defa kuzey şaftına yönlendirdi. Yine 60 m. Lik bir yolculuktan sonra robotun karşısına başka bir kapı çıktı. Bu kapıda da diğerine benzer bakır kuplar vardı.

 

Bu yılın sonunda bu iki kapı da aşılacak. Kapıların arkasında neler olduğuna dair spekülasyonlar sürmekte; bir papirüs stoğu, Khufu’nun bir heykeli, hatta gerçek mezarı...

Discovery News, Haber: Rossella Lorenzi, 28.03.2007

"KÜLTÜREL MİRASIN DEĞERİNİ BİLMELİYİZ"

 

ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre Madran, Gaziantep'te düzenlenen "Tarihi ve Kültürel Mirasın Korunması" panelinde ilginç tespitler yaptı...

 

"Turistin ilgisini çeksin diye yapılar yapıyoruz. Ancak, istemeyerek de olsa, görsel kirlilik yaratıyoruz" diyen Madran, "Gaziantep kimlikli bir şehirdir. Koruma adına yapılacak çalışmaların insan yararına yapıldığı unutulmamalıdır" şeklinde konuştu.

Madran Türkiye'de hala çok doğru olmamakla birlikte tarihi ve kültürel mirasın neden korunması gerektiğinin tartışıldığını söyledi. Gelişmiş ülkelerin bu tartışmayı geride bırakıp, tarihi ve kültürel mirası koruma teknikleri belirlediklerine dikkati çeken Madran, "Sahip olduğumuz tarihi ve kültürel mirası korumalıyız, korumak zorundayız. Bir defa sahibi olduğumuz tarihi ve kültürel mirası koruma ya da korumama kararını vermeye hakkımız yok. Bu miras yalnızca bizim değil tüm toplumların ortak kültür mirası. Gaziantep'teki Naip Hamamı üzerinde, bizim olduğu kadar başka ülkelerin insanları da hak sahibi. Bizim de başka ülkelerdeki eserler üzerinde hakkımız var" dedi.

 

Kültürel mirasın insanların geçmişi olduğunu kaydeden Madran, çok önemli bir yaşam kültürüne sahip olması ve yaşam kültürü mekana yansımasından ötürü Türkiye'nin, tarihi ve kültürel miras açısından çok zengin bir ülke olduğunu bildirdi. Madran, ''Bize düşen tarihi ve kültürel mirası korumak, iyi değerlendirerek gelecek nesillere taşımak. Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'ni bu alanda yaptığı önemli çalışmalar nedeniyle kutluyorum'' dedi.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey ise, sahip olunan tarihi ve kültürel mirasın değerlendirmenin teşvik kapsamına alınmadan daha önemli olduğunu söyledi. "Gaziantep denilince akla kebap, lahmacun, baklava geliyordu" diyen Güzelbey, "1980'li yıllarda başlayan sanayileşme süreciyle birlikte Gaziantep'ten, bu kez de sanayi merkezi olarak söz edilmeye başladı. Ama bu şehir 5 bin yıllık tarihi geçmişine ait zengin bir kültürel mirasa da sahip bulunuyor. Gaziantep 5084 sayılı teşvik kanunu kapsamına alınmadı. Teşvik kapsamına alınmaması nedeniyle Gaziantep'in önemli ekonomik kayıplara uğradığından bahsediliyor. Ben, sahip olduğumuz tarihi ve kültürel mirası iyi değerlendirmemizin teşvik kapsamına alınmamızdan daha önemli olduğuna inanıyorum" şeklinde konuştu.

 

Güzelbey, Gaziantep'in sahip olduğu tarihi ve kültürel mirasa ilişkin bir tespit çalışması yaptıklarını ve kentte 528 tane özel mülkiyete konu tarihi yapı belirlediklerini söyledi. Yürüttükleri çalışmalar tamamlandığında Gaziantep'e gelen yerli ve yabancı konukların ''bu şehrin neresini gezebilirim'' diye sormayacaklarını söyleyen Güzelbey, ''Elbette çalışma yaptığımız bu alanları gezecekler, yemeklerini burada yiyecekler, çaylarını burada içecekler, burada alışveriş yapacaklar ve konaklayacaklar. Hiçbir turist 50 metrelik caddelerin ve modern binaların bulunduğu İbrahimli'yi gezmek, görmek istemez'' dedi.

Gaziantep 27, 28.03.2007

SAKAL-I ŞERİF CAMİ AYAKKABILIĞINDAN ÇIKTI

 

Antalya'da tarihi Müsellim Camii'nde çalındığı sanılan Sakal-ı Şerif, caminin ayakkabılığında bulundu.

 

Edinilen bilgiye göre, kimliği belirsiz kişi ya da kişiler, dün sabah saatlerinde Antalya merkezde bulunan tarihi caminin kilidini kırarak içeri girdi. Öğlen namazı için camiye gelen imam Murat Gürdal, kilidin kırıldığını ve Sakal-ı Şerif'in yerinde olmadığını tespit etti. Yapılan aramalarda Sakal-ı Şerif'in caminin ayakkabılığına bıraktığı ortaya çıktı. Gürdal, şahısların para çalmak amacıyla camiye girmiş olabileceğini söyledi.

Zaman, 28.03.2007

ÇORUM'DA HİTİT HÜZNÜ

 

Ankara Üniversitesi'nin logo olarak kullandığı Hitit Güneş Kursu'na marka tescili yaptırmak için Türk Patent Enstitüsü'ne başvurması, Çorumluları üzdü.

 

Çorum Sanayici ve İşadamları Derneği'nden sonra Çorum Barosu Başkanı Uğur Küçük rektör Prof. Dr. Nusret Aras'a bir mektup yazarak "Girişiminiz Çorumluları üzdü, incitti" dedi.

 

Hitit Güneşi dense de Hattilerden beri kullanılan gizemli sembolün en güzel örnekleri, Çorum Alacahöyük kazılarında çıkarılmıştı.

Radikal, 29.03.2007

GÜZELBEY KENDİ İMKANLARIYLA ANTEP EVİ RESTORE ETTİRİYOR

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, tarihi yapılara sahip çıkmak için kendi imkanlarıyla tarihi Antep evini restore ediyor.

 

Gaziantep'in Tepebaşı Mahallesinde bulunan tarihi yapının gelecek nesillere aktarılması için kolları sıvayan Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, çalışmaları yakından takip ediyor. Gaziantep'in sahip olduğu tarihi ve kültürel varlığıyla bölgenin en önemli merkezlerinden birisi olduğunu belirten Başkan Güzelbey, "İlimizde bulunan tarihi yapıların gelecek nesillere aktarılması için böyle bir çalışma yapıyoruz. Gaziantep'in tarihi yapısını yansıtan bu evi kendi imkanlarımızla onarıyoruz. Biz bu çalışmaya başladıktan sonra Gaziantepliler, tarihe sahip çıkarak onlarda tarihi yapıları onarmak için harekete geçtiler" dedi. Onarımı devam eden tarihi evin nasıl kullanılacağına dair henüz bir karar da vermediğini belirten Başkan Güzelbey, onarım bittikten sonra bu konuyu düşüneceklerini ifade etti. Belediye olarak da kültür ve turizm projelerine ağırlık verdiklerini ifade eden Başkan Güzelbey, "Kentimiz tarihi eserler ve kültürel miras açısından çok zengin. Gaziantep'i cazibe merkezi haline getirmek için çalışmalarımızı sürdüreceğiz" dedi.

 

Gaziantep 27, 28.03.2007

TARİHİ MEZARLARA FİLMLİ TANITIM

 

Muğla Yatağan'da 7 yıl önce bulunan, aralarında "Truva" filmine konu olan Akhilleus'un da bulunduğu 7 gladyatörün mezar steli, Muğla Müzesi'nde Truva ve Gladyatör filmlerinin görüntüleri eşliğinde sergilenmeye başladı

Muğla Müze Müdürü Şevki Bardakçı, 7 yıl önce Yatağan'da bulunan kömür havzalarındaki kazı çalışmaları sırasında Roma Dönemi'ne ait 7 gladyatör mezar stelinin tesadüfen bulunduğunu hatırlatarak "Gladyatörlere ait mezar stellerinin, ünlü savaşçıların yaşadıkları dönem canlandırılarak sergilenmesi için yaklaşık bir yıldır devam eden çalışmalar tamamlandı" dedi.

Bardakçı, müzede özel olarak hazırlanan 60 metrekarelik salonda, Roma Dönemi'nde ün yapmış Khrysos, Vitalius, Khrysopteros, Amarios, Eumolos, Droseros ve Akhilleus'un mezar stellerinin Truva ve Gladyatör filmlerinin görüntüleri eşliğinde sergilenmeye başladığını belirterek, "Muğla Valiliği, Mermerciler Derneği ve Muğla Müzesi'nin katkılarıyla hazırlanan 'Gladyatör Salonu' nun duvarları da o dönemin savaşlarını gösteren dev tablolarla süslendi. Özel olarak ışıklandırılan salonda, gladyatörlerin dövüşlerini, yaşamlarını ve yaşadıkları heyecanlı sahneleri, ziyaretçilere o çağın atmosferi içinde sunmaya başladık. Ziyaretçiler salonun duvarında yer alan plazma televizyonda Truva ve Gladyatör filmlerinden sahneleri izliyor ve duvarlarda yer alan resim ve tarihi bilgiler sayesinde bir süreliğine de olsa o dönemin atmosferini yaşama şansını yakalıyorlar" diye konuştu.

Mezar stelleri sergilenen gladyatörler arasında Truva filmine konu olan Akhilleus'un da bulunduğuna dikkat çeken Bardakçı, "Okuduğumuz Grekçe yazılardan Akhilleus'un adının yarı tanrı, yarı kahraman olarak ölümsüzleştiğini öğreniyoruz. Akhilleus'un adı, 2 bin yıl öncesine kadar biliniyor" dedi.


Salonda kılıçla başından yaralanarak öldürülen bir gladyatöre ait iskelet de sergileniyor. Steller ilk olarak 2006 yılında sergilenmeye başlanmıştı.

Haber Ekspres, 28.03.2007

"DAHA SERGİLENEMEYEN ÇOK ESER VAR"

 

Dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Gaziantep , Gaziantep Arkeoloji Müzesi'ni ünyanın en büyük mozaik müzesi haline getirmek için çalışma yapılıyor...

 

"Avrupa'da Yılın Müzesi Ödülü"nü almak için başvuru yapan Müze'de ödenek miktarını artırarak daha çok eseri günyüzüne çıkarma planları yapılıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nin, dünyanın sayılı mozaik müzeleri arasında yer aldığını belirtti. Müzede 550 metre kare mozaik sergilendiğini ancak depolarda 800-900 metre kare civarında mozaikler daha bulunduğunu kaydeden Düzgün, "Müzemizi genişletmek suretiyle onları da sergilemek ve müzemizi dünyanın en büyük mozaik müzesi haline getirmek istiyoruz'' dedi. Ödenek miktarını artırarak daha çok eseri günyüzüne çıkarmaya çalıştıklarını ifade eden Düzgün, bölgedeki ''kamulaştırma'' ihtiyacının en büyük sorun olduğunu söyledi. Düzgün, kazılar için kamulaştırılması gereken yeni yerleri yıl içinde ele alacaklarını bildirdi.

Zeugma Antik Kenti kazı çalışmaları, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Ankara Üniversitesi adına Doç. Dr. Kutalmış Görkay başkanlığında yapılıyor. Bu yıl yapılacak çalışmalar şöyle: Danae ve Dionysos Evlerinin restorasyon, konservasyon ve koruma amaçlı çatı örtüsü çalışmaları yapılacak. İskele Altı-Kafeterya Mekanı yanında kazı çalışmaları yürütülecek. Belkıstepe Tapınağı için kazı ve arkeolojik araştırma, kent içi yüzey araştırmaları ve jeofizik ile mimari ve topografik ölçüm, eser, analiz ve yayın çalışmaları gerçekleştirilecek. Çalışmalar için ödeneğin, Bakanlık bütçe imkanları doğrultusunda oluşturulacağı belirtildi.

Gaziantep 27, 28.03.2007

MÜZEYİ ASLANLAR KORUYOR

 

Sinop Arkeoloji Müzesi'nde 37 yıldır sergilenen Roma Dönemi'ne ait binlerce yıllık aslan heykelleri, büyük ilgi görüyor. 

1970 yılına kadar Konak Meydanı sahilinde, ardından da Sinop Arkeoloji Müzesi'nin açılması ile müze bahçesinde sergilenmeye başlanan ve boyları 2 metreyi bulan tarihi iki aslan heykeli, yerli ve yabancı ziyaretçilerin büyük ilgisini çekiyor. Aslan heykellerinin Roma Dönemi'nde kral mezarlarının üzerlerine konulduğu biliniyor. Heykeller hakkında bilgi veren Müze Müdürü Musa Özcan, aslanların Roma Dönemi'ne ait olduğunu hatırlatarak, değeri biçilemeyen heykellerinin büyük bir tarihi miras olduğunu söyledi. 

Özcan, "Müze bahçemizde sergilenen ve büyük ilgi gören aslan heykelleri, müzemizin en nadide eserlerinin başında geliyor. Gelen ziyaretçilerimiz tarafından bu heykeller hayretle inceleniyor. Birçok ziyaretçi de heykellerle birlikte fotoğraf çektiriyor. Binlerce yıllık bu aslan heykelleri Sinop Arkeoloji Müzesi'ni adeta koruyan birer simge görünümünde. İnsanlar üzerinde de güvenlik açısından psikolojik etki yapıyor" dedi.

Sinop Kent Haber, 28.03.2007

SARKIS, LOUVRE MÜZESİ'NDE SERGİ AÇTI





Louvre Müzesi çağdaş sanatçıları davet ederek, tarihi eserlerle karşı karşıya getiriyor. Bu, Fransız müzelerinde son zamanlarda yeşeren sanat tarihi ile cağdaş sanatı birleştirme arzusunu ortaya koyuyor. 'Kronolojik' olmaktansa 'sorunsallaştırıcı' veya 'sanatsal' diye adlandırılabilecek bu bakış açısı sanat tarihçisi Aby Warburg'un 'Bellek Atlası' adlı yaklaşımına dayanıyor. Louvre müzesinin çağdaş sanatçılara ayrılan salonu şu sıralar Paris'te oturan çağdaş sanatçımız Sarkis'e verilmiş durumda. Sarkis'ten, daha önce aynı salonda sergi açan Mike Kelley veya Jean-Luc Moulene'un yaptığı gibi, müzenin koleksiyonundaki sanat tarihi eserleriyle kendi eserlerini kaynaştırması isteniyor. Sarkis, zaten tarihi eserlerle kendi eserini yan yana getiren bir sanatçı. Bu kez de Sarkis'in 'Eserini' etkileyen Munch, Uccello, Grünewald ve Beuys'a ait dört eserle, sanatçının Warburg'cu bakışını karşı karşıya getiren bir sergi ortaya çıkıyor. Sarkis bu dört sanatçının her birisinin eserlerinden biriyle çok saygıdeğer bir hesaplaşmaya girişiyor.

Sarkis'in eserleri, biri Louvre dört farklı müzedeki dört yapıtın görüntüleriyle birlikte sergileniyor ve bize sansasyon dolu bir ilişki sunuyor. Sarkis'in eserinde yüzey, derinliği reddederek, dil ve şeyler arasında bir yere oturuyor. Tarihi eserleri gösteren monitörlerin yüzeyiyle naklen yayın içindeki diğer müzelerin o anı görüntüleyen video projeksiyonunun yüzeyi kesişiyor; Sarkis'in eserlerinin yapılmış 'an'larına nazaran diğerlerinin 'zaman süresi' şimdiki zamana oturuyor. Çünkü tamamlanmış eserin zamanının, naklen zamanın önüne geçme olasılığı yok; ancak burada, Sarkis'in bütün tarihselliği ters yüz eden hareketi başlıyor. Kendi eserlerinin yapılma anı ile naklen yayınla gösterilen diğer eserlerin şimdiye ait zamanını tersyüz ediyor. Biri Louvre'da, üçü farklı müzede olan Sarkis için önemli dört yapıt, sanatçının kendi yapıtlarıyla birlikte sergiye taşınıyor.


Paolo Uccello'nun 'San Romana Savaşı' tablosu (1456) Louvre'dan naklen yayımlanan görüntüsüyle sergide. Sarkis bu tablonun karşısına bir tabut gibi yerleştirdiği altın rengi tahta kutunun içerisine mızrakları andıran kırık neonları, manyetik bantları, transformatör ve pembe neon ışıkla yazılan kendi kelimesini-leidschatz- yerleştirmiş. Mathias Grünewald'ın Strasbourg, Colmar'daki Unterlinden Müzesi'nde sergilenen 'İssenhaim Mihrabı' tablosuyla (1512-1516) 'Başlangıçta Dokunma' adlı yerleştirme birlikte yer alıyor. Haç şeklinde yerleştirilen altı monitörden oluşan bu konstrüksiyonda, İsa'nın başında, çivilenmiş ellerinde ve ayaklarında Sarkis'in ovuşturduğu Grünewald'ın İsa'sını görüyoruz. Sarkis'in eli İsa'nin vücudunu sıvazlarken parmakları sarı sulu boyayla İsa'nın yaralarına dokunuyor ve tarih-aşırı, şamanik bir iyileştirme eylemini bize düşündürüyor. Yaralar sanatla iyileştirilebilir mi? sorusu, video eserde, tarihi bir yer kaplamaya başlıyor.

Almanya'daki Darmstadt Müzesi'nden, Beuys'un 1970 ile 1986 yılları arasında gerçekleştirdiği Werkkomplex adlı eserinin bulunduğu salonun görüntüsü Louvre'a taşınıyor. Louvre'daki salonda ise Sarkis'in 2002 yılına ait, tahta bir konstrüksiyon üzerine yerleştirilmiş beş renkten oluşan keçeler ve üzerine konulmuş çandan oluşan, 'Renklendirilmiş terk edilen uyku' adlı eseri yer alıyor. Şu anda tamiratta olan Oslo, Milli Sanat Mimari ve Tasarım Müzesi'ndeki Munch'un Çığlık (1893) tablosuysa bir fotoğrafıyla Sarkis'in video çalışmasının yanına yerleşiyor. Sarkis'in Istanbul Modern'de şu anda sergilediği 'Başlangıçta Munch'un Gözü (2006) adlı yapıtı zamanlar aralığındaki bir başka katmana yerleşiyor ve geçmişi temsil ediyor. Bu, belki de, Sarkis'in sanata başladığı zaman dilimine ait olarak sanatçının geçmişini oluşturuyor.


Bunların yanında Louvre'un Sanat Objeleri Bölümü'nden alınmış 14. yüzyıla ait bir bronz İskandinav atlı savaşçı heykeli; 10. yüzyıl, Konstantiniye'den getirtilmiş bir madalyon; 12. yüzyıla ait Altıncı Emir'i taşıyan dore bronz bir melek heykeli; Halep'in güneyinden Louvre'a getirilmiş Maaretel-Naman Kilisesi'nden 9. ve 11. yüzyıla ait bir Revetement ile yine şimdiki zamana bağlanan Sarkis'in öğrencisinin, Patrick Neu'nun şarap bardağına Uccello'nun tablosunu, isin üzerine ince ince çizdiği eseri de, diğer eserlerle birlikte yer alıyor.


Salon bize bir mabet görüntüsü veriyor ama tamamen seküler, teknolojik. Oysa birbirini izleyen naklen görüntüler tamamen teolojik, ama hepsi tarihsel; tamamen açık gibi duruyor, ama Sarkis tarafından tamamen sorunsallaştırılmış. Küratörlüğünü Marie Laure Bernadec'in yaptığı çok güzel ve düşündürücü bu sergi, 21 Mayıs'a kadar sürüyor.
 

Sarkis'in eserleri bugünlerde Paris'te Louvre dışında iki ayrı mekanda daha sergileniyor. Bourdelle Müzesi, Sarkis'in 'Inclihaison' (Eğilim) başlıklı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Tarihi müzede Sarkis'in mekanla ilişkiye giren yapıtları yer alıyor. Sergi, 3 Temmuz'a kadar açık. Sanatçının eserleri ayrıca Paris'in banliyölerinden Montreuil'deki Mira Phalaina Sanat Merkezi'ndeki karma sergide de yer alıyor. 'L'homme Nu' (Çıplak İnsan) adlı sergi 7 Nisan'a kadar açık kalacak.

Radikal, Haber: Ali Akay, 28.03.2007

ÇIRAĞAN PALACE KEMPINSKY'NİN SARAY BÖLÜMÜ YENİLENDİ

 

Çırağan Palace Kempinski'nin saray bölümü yenilendi. Çırağan Palace Kempinski'den yapılan açıklamada, restorasyonu 1991'de tamamlanan Çırağan Sarayı'nın, 2007 yılı itibarıyla eski görkemine yakışır şekilde yenilendiği ifade edildi.

 

Açıklamada, Ocak ayında başlayan Çırağan Sarayı yenileme projesi kapsamında davet mekanlarının, saray ihtişamında dekore edilmiş özel odalar ve davet salonları ile yenilendiği ifade edildi.

 

Yaklaşık 5 milyon dolar harcanan yenileme projesinin tasarımının, Saray Mimarı Hande Tözün tarafından, Osmanlı Sanatı Uzmanı Prof. Dr. Nurhan Atasoy'un desteğiyle gerçekleştirildiği kaydedildi. Çırağan Palace Kempinski'nin, yenilenen dekorasyonu ve modern teknolojik altyapısıyla Nisan ayında tekrar kapılarını açacağı bildirildi.

Turizm Gazetesi, 28.03.2007

DOSYA



Vaka-i AKM III:


BU DOSYA KAPANMAZ...

İSEN: AKM'NİN YIKILMASI İÇİN ÖZEL KANUN HAZIRLIYORUZ





Kültür ve Turizm Bakanlığı Müstaşarı Prof.Dr. Mustafa İsen ve mimar Murat Tabanlıoğlu, 21 Mart 2007 akşamı cnbc-e’nin Son Baskı programında Murat Birsel’in konuğu oldular. Tartışma konusu, uzun zamandır Kültür Bakanlığı’nın, mimarların ve kamuoyunun gündeminde bulunan, Taksim Meydanı’nda önemli bir simgesel varlık olan Atatürk Kültür Merkezi binasının yıkım kararıydı.

Son Baskı programına, söz alan ilk konuk olarak telefonla katılan Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Mustafa İsen’in yaptığı açıklamalar, bakanlığın, binanın Türkiye’nin ilk modern yapılarından olduğunu, yıkılması değil, restorasyon ve renovasyonlarla korunarak günümüze kazandırılmasını savunan sanatseverler, mimarlar ve kamuoyu ile uzlaşmaya gitmeyeceğinin kesin ifadelerini taşıyordu.

Program yöneticisi Murat Birsel’in “Mevcut binanın kusurları nelerdir? Tamir etmek daha mı masraflı olacak? Modern mimari örneği olarak korunması gerekmez mi?” gibi sorularına şöyle yanıt veriyordu.

Müsteşar Mustafa İsen: Türkiye’nin daha büyük, daha çağdaş imkanlar çerçevesi içinde faaliyet gösterebilecek olan bir kültür ve kongre merkezine ihtiyacı var. Bakanlığın bu konudaki beklentisi; yan tarafındaki otoparkı da bu işin içine dahil ederek, aşağı yukarı, bu binanın iki katı kadar bir alan yaratmak ve bu büyük alanda Atatürk Kültür Merkezi’ni yeniden ihya etmektir. En kestirme şekliyle bundan ibarettir.

Murat Birsel: Peki, Sayın Müsteşar’ım başka bir yer yok mu? Ben “yapılmasın” demiyorum, kimsenin öyle bir görüşü yok ama siz de biliyorsunuz, İstanbul’da bir çok yer var. Büyük binalar ortaya çıkıyor. Bugün ihaleler yapılıyor. Yani başka bir yerde, tıpkı Sabancı’nın Tarabya’daki müzeyle yaptığı gibi olağanüstü bir şey olamaz mı? Bana deseniz ki, “Bina çöküyor Murat, bunu muhafaza edemiyoruz. Bu bina bir deprem olduğunda olduğu gibi aşağıya inecek, bu nedenle binayı yıkmak zorundayız”, böyle bir mimari zorunluluk var mı?

Mİ: Murat (Tabanlıoğlu) Bey yanınızda, aynı soruyu Murat Bey’e de sorabilirsiniz. Binanın çok acil olarak bir güçlendirme projesine, makina tesisatının yenilenmesine ve daha da önemlisi elektrik, ışık sistemlerinin yenilenmesine ihtiyaç var. Bunlarla ilgili maliyet çıkarıldı, bu maliyet binanın yenilenmesine neredeyse denk düşen bir maliyettir. Sizin baktığınız gibi nostaljik açısından bakarsanız, o zaman bunun restore edilerek de yenilenmesi ve hizmete sunulması mümkündür. Ama bizim yaptığımız hesaplara göre restorasyon faaliyetiyle, daha da büyük bir alanı da içine alacak şekilde yeniden yapılması arasında büyük bir fark yok. Üstelik de yapıldığı taktirde verebileceği hizmet de diğeriyle mukayese edilmeyecek kadar fazla imkan sunmaktadır.

MB: Bu iş ne kadar sürecek? Yani diyelim ki yıkıldı, tekrar ne zaman yeni hali ortaya çıkacak?

Mİ: Bu işle ilgili olarak tamamlanması gereken süreçler var. Bir kere bu bina tescilli bir bina, tescilinin kaldırılması gerekiyor, bununla ilgili işlemler yürüyor.

Arkasından, şu anda orada devam etmekte olan çok sayıdaki opera, bale, senfoni ve korolarımızın yürüttükleri faliyetler var. Bu faliyetler için biz Maslak’taki kongre ve kültür merkezini hazırlayacağız.

Problemleri biliyorsunuz, 10 yıldan beri orası terkedilmiş vaziyetteydi. Bu problemler çözüldü, Nisan ayının 15’ine kadar burasının ihale işlemleri tamamlanacak. Bir yıllık bir süreç bekliyoruz burada. Merkezin belli ölçüler içinde hizmete alınması lazım ve AKM’deki hizmet alanlarını buraya aktarmamız gerekiyor. Bunların en süratli şekilde yapılabilmesi için önümüzdeki günlerde, yani bir hafta, on gün içinde meclise bir kanun tasarısı sunulacak ve tamamen özel bir kanunla, bütün ödenekler buraya sevk edilerek bir buçuk yıl içinde, projeleri bittikten sonra, eğer her şey yolunda giderse tamamlanması düşünülüyor.

MB: Sayın Müsteşar’ım çok teşekkür ederim. Sayın Bakan Koç’la da, sizinle de, her zaman bunu önümüzdeki günlerde gündeme getirmeye açığız.

Mİ: Teşekkür ederim.






Murat Birsel: Evet, Murat Bey, şimdi denilen şu: ”Biz bunu aynı paraya yapacağız, yıkacağız...” Ben de hiç yıkılması taraftarı değilim, çünkü nostaljik bakıyorum, Türkiye’nin bir değeri olarak görüyorum açıkçası. Siz ne diyorsunuz? Sizin benden daha az duygusal olmanızı rica edeceğim, sizin babanızın bir eseri olsa da.

Murat Tabanlıoğlu: İlk önce şununla başlamak istiyorum, Sayın Müsteşar’ıma katılmıyorum. Kendisini senelerdir çok iyi tanıyorum. Ben çok üzüldüm açıklamalarına çünkü Türkmenistan’daki olaylar dışında acaba bir opera binası dünyada yıkıldı mı? Bence ilk önce bunu sormak lazım. Yani, Türkiye’de senelerce uğraşıyla bu binayı yapılıyor ve bu bina yanmıyor, yakılıyor. Sonra tekrar aynı mimar; babam tarafından yapılıyor ve şimdi bu bina yıkılmak isteniyor.

MB: Yakılır mı? O zaman cadı kazanında demir perde diyebilirim ben...

MT: O zamanlar için, Türkiye’de terörizmin malesef çok revaçta olduğu zamanlar diyebiliriz. Yakıldığı konusunda da şüpheler var, yani bir şekilde sabotaj da söz konusu. Şu andaki en büyük problem binanın işletilemiyor olması. Bence en önemli sorun, Türkiye’de opera ve bale işletme modelinin olup olmaması, onu konuşmak lazım. Türkiye’ye geçenlerde Bolşoy geldiğinde burada sahne alamadı, niye alamadı acaba bu kadar büyük bir sahnede? Demek ki zaten elimizdekini kullanamıyoruz, ki yeni bir binayı biz nasıl inşa edebiliriz? Diyelim ki, en iyi mimarlar bulundu, bunun önce işletme modelinin yapılması lazım. Şu sıralar Londra’da Royal Opera House’da yeni bir renovasyona gidiliyor...

MB: Yani burası işletiliyordu da, işletilmemeye mi başlandı?

MT: Hiçbir zaman doğru dürüst işletilmedi açıkçası. Çünkü Türkiye’deki opera ve bale kavramı, maalesef yurt dışında olduğu gibi değil. Buna Moskova çok iyi bir örnektir. O zamanlar kominist bir ülke olmasına rağmen çok iyi işletilmiştir. Bizde opera ve bale sevilmez zaten...

MB: Bana şöyle anlatır mısınız; mesela bir araba gibi düşünelim, bu arabayı yapmış babanız, sahneler dönüyor, hareket ediyor, bunu biz yağlamamış mıyız, hiç mi kullanmamışız? Yani yurt dışından biri gelip o da mı kullanmadı? Yani buraya Ferrari pilotu geldi, yarıştı pistte sonuç olarak... Olunca oluyor...

MT: Yarım olarak kullanıldı. Bundan yaklaşık bir sene önce Royal Opera House’u yapan, renöve eden kişilerle burayı gezdim. Ve hepsi buradaki cihazların İsviçre’den Almanya’dan gelmiş, o zamanın en iyi cihazları olduğunu, yani ‘backhouse’ dediğimiz arka kısmın, belli bir renovasyonla bugünkü teknolojiye getirilebileceğini söyledi. Sökmeden renöve etmek yeterli oluyor. Yalnız İstanbul’daki her binanın olduğu gibi, o tarihlerde yapılmış tüm binaların güçlendirilmeye ihtiyacı var. Her türlü binada bu ihtiyaç var; apartmanda da var, bir tiyatro binasında da. Mekanik, elektrik, bunları yapmak lazım.

MB: Şunu da söylemek istiyorum ben; Sayın İsen’i siz de iyi tanıyorsunuz, ben de son derece düzgün bir insan olarak tanıyorum. Belki onun kalbinden de başka geçiyordur. Gerçi onun adına konuşmuş gibi olmak istemiyorum. Ben de bu binanın yıkılmasını istemiyorum ama siz de diyorsunuz ki mimar olarak; “Bu binanın hakikaten kuvvetlendirilmesi lazım.” Şöyle bir açılım olamaz mı; biz, sanatseverler, bu binayı, kültür merkezini sevenler, sahip çıkanlar yıkımı en gelleyemez miyiz? Taksim’e cami yapılacak dendiğinde de, herkes ayağa kalkmıştı. O zaman pamuk eller cebe; “Her şey devletten değil, ben sanatıma sahip çıkıyorum!” demek lazım. Yurtdışında adamlar gidiyor operanın, balenin sezonluk biletini parayı basıp alıyor, gitse de gitmese de. Bunun gibi bir sivil toplum girişimi ve benzerleri olmazsa tabii ki yara alır.

MT: Babam, vefat ettikten bir sene sonra, doksanlı yıllarda biz orada bir gece düzenledik. O zamanlar Kültür Bakanı İstemihan Talay’dı. Yaklaşık 600 kişiyi davet ettik. Büyük üst lobide hem bakanımız konuştu, hem diğer önemli şahsiyetler vardı, Metin Sözen gibi. Ve ben; “Bu hareketi başlatmak için ben bir mimar olarak, hiçbir şey istemeden buraya gereken teknik yardımı yapacağım” diye bir söz verdim. Orada 600 tane hakikaten önemli işadamı vardı ama ondan sonra tabii ki değişiklikler oldu. Kabinede değişiklikler oldu, bu devam etmedi.

Şimdi bir şey hatırlatmak istiyorum, turizmden başladı konuşmaya müsteşarım. Mesela geçen sene Wallpaper İstanbul’u yılın şehri seçti. İlk sayfasını açalım, arkada Atatürk Kültür Merkezi’nin resmi var. Veya ondan bir sene önce İstanbul’u yayınladı, Atatürk Light diye Atatürk Kültür Merkezi’nin resmini koydu. Şehirdeki imajlar çok önemlidir.

MB: Buradan Venedik’e gelirsiniz hiç sormadan, yani...

MT: Tabii ki. Modern mimarinin iyi örneklerinden biri. Bazıları sevmiyor olabilir ama burası Türkmenistan değil, burası İstanbul ve kültürü çok kuvvetli bir şehir. Bu da 60’lı, 70’li yılların mimarisini simgeleyen bir yapı. Burada 1500 kişilik bir salon var.

Oslo’da şu anda yeni bir opera binası yapılıyor 1500 kişilik, opera sahne şeması aynı. Yani aslında opera şemasında senelerden bu yana değişen bir şey yok. Londra’ya gidin, 1700’lü yıllarda yapılmış opera binasında da şema aynı. Bu demektir ki, yenisini yapsak da, sadece etrafındaki kılıf değişir, yani maskesi değişir binanın. O yüzden, ben bir de ben şunu soruyorum; burada yaklaşık 30,000m2’lik bir bina var, bunun yerine yüksek bir gökdelen falan mı yapılmak isteniyor? Ben onu da anlıyamıyorum. Yanındaki binaya gelince, o doğru, orada depolar var. Örneğin Londra’da da o depoları şehir dışına almışlar ve oraya yeni imkanlar yapmışlar. Buraya da yapılabilir mesela...

MB: Her 30 yıllık binayı yıkacak mıyız yani? Mesela Paris’te de, Bastille’de yeni opera var ama opera binası duruyor. Onun bir şekilde bakılıyor olması gerekir ama sonuçta başka açılımlar da olabilir. Mesela biz arkadaşlarımızla da konuşuyoruz; koskoca bir Boğaz manzarasının keyfini de çıkartmak bana nasip olmadı o binada. Ya da yolu var bilmiyorum.

MT: Binanın bence problemi o. Biz, bundan iki sene önce, bu yıkılma senaryoları kurulmadan önce, bir renovasyon projesi önerdik. Bir model söyledik, dedik ki “Bu binanın içinde öyle yerler var ki, bunlar özelleştirilebilir, belirli bazı yerler özel sektöre açılabilir. Opera binasına gidecek kalitede lokantalarla, kafelerle, dizayn dükkanlarıyla, çeşitli kütüphanelerle, mesela Centre Pompidou’da olduğu gibi bir çocuk sinemasıyla, buradaki sanat galerisinin çok daha popüler hale getirilmesi mümkün. Binanın mimarisi değişmeden, bu kılıfın içinde yaklaşık 10,000 m2’lik bir alanı yeniden değerlendirilebilir olarak görmüştük. Hatta önündeki meydanı bile. Yani bence teknik açıdan burada bu binayı restore etmek lazım.

MB: Binanın sahibi kim? Mesela isteseler satabilirler mi?

MT: Bu binanın sahibi Türk Devleti’dir ve Kültür Bakanlığı’na aittir burası. Burası devlet operasına verilmiş bir binadır. Binada bizim, seyircinin baktığı kısımla, opera ve balecilerin soyunmalarının olduğu, teknik hacimlerin olduğu kısımlar var. Bunların bir şekilde kaynaşması lazım.

MB: Bir de o sahne muazzam derin bir sahne bildiğim kadarıyla...

MT: Şu anda biraz önce bahsettiğiniz Boğaz’a bakan yerlerde, prova salonları, kantinler var. Onlar çok rahat farklı bir konuma getirilebilir. Bu dünyada da yapılan bir şey zaten.

MB: Peki, şimdi siz Kültür Bakanlığı’na iş yapmışsınız, Mustafa İsen’i tanıyorsunuz, Sayın Bakanı da biliyorsunuz; sizin hissiyatınız nedir? Benim anladığım kadarıyla, hele bugün İsen’i de dinledikten sonra, bu iş bitmiş, yani bakanın kafasında bu artık geri dönülemez bir noktaya gelmiş.

MT: Onlar, tabii ki buradaki tek engelin, bu binanın anıtsal bir bina olması olarak görüyorlar ve anıtlar kurulundan geçirmekle engellerin kalkacağını düşünüyorlar. Ama bence burası hepimizin binası. Yani bence hepimiz karşı çıkmalıyız. Buraya yeni yapılacak bir bina en aşağı 2012 - 2013’de bitirilebilir ve büyük maliyetlere mal olabilir. Bense, bu binanın yenilenerek 2010 yılında açılacağını ve bu bölgenin en önemli binası olacağına inanıyorum. Tabii ki Ayazağa’daki binayı da bitirsinler ama 10 senedir para varsa niye o bitmedi diye de düşünüyorum.

MB: Ben bugün belediye başkanını görebilirsem hakikaten tebrik edeceğim. “Dubai Towers’ın gelirini İstanbul’un trafiğini düzeltmede kullanacağım” demiş. Çok iyi bir fikir bence, çünkü bunların hepsi İstanbul trafiğinin işini çok zorlaştıracak anladığım kadarıyla. Peki orasının yıkılması ve yapılmasıyla, Taksim’de ayrı bir trafik problemi karşımıza çıkacak mı?

MT: Yeni bir binanın gelmesiyle mi? Yeni bir bina olarak tekrar bir kültür merkezini tarif ediyorlar. Kapasitesi artacaktır böyle bir girişimin. Ona göre, bütün İstanbul’da olduğu gibi, yeni trafik düzenlerinin oluşturulması lazım. Meydan’ın ona göre düzenlenmesi lazım.

MB: Murat Bey çok teşekkür ediyorum geldiğiniz için, bu konuyu biraz daha takip edeceğiz belki ve daha sonra birlikte sonucunu göreceğiz.

Arkitera, Kaynak: CNBCE, Yazı: Yıldız Uçak, 26.03.2007

 

 

 

"SİYASİ DEĞİL, ÇÖZÜMCÜ YAKLAŞMAK GEREKİYOR"




Kaynak: Atatürk Kültür Merkezi Kitabı, Fotoğraf: Adil Arıkan


Bakanlık binanın ekonomik ömrünü tamamladığını belirtmiş ve teknik ve malzeme yönünden yaşlanmış olmasını yıkım nedeni olarak göstermiştir. Ancak devamlılık arz eden ilke kararı var, 1999 kararı tescil ilkeleri geçerli, dolayısıyla tescil buna engel. Binanın teknik olarak eskimiş veya yetersiz kalmış olması tescilin kalkmasına yeterli değil. Ayrıca Mayıs 1964’de İkinci Uluslararası Tarihi Anıtlar Mimar ve Teknisyenleri Kongresi’nde imzalanan “Tarihi Anıtların ve Yerleşmenin Korunması Onarımı için Uluslararası Tüzük”te (Venedik Tüzüğü) yeralan maddelerde de vurgulandığı gibi “önemli bir gelişmenin, tarihi bir olayın tanıklığını yapan kentsel ya da kırsal bir yerleşme” olması yapının korunmasını öngörür. Bu bağlamda Atatürk Kültür Merkezi salt bina değil bir simge yapıdır. Cumhuriyet dönemi Türkiye mimarisine örnek ve bir Türk mimarın tasarımı olan az sayıda yapıdan biri olmasının yanı sıra döneminde Avrupa’da inşa edilen yapıların sahip olduğu alt yapı ve donanıma sahiptir. Örneğin aluminyum giydirme cephesi Türkiye’deki ilk uygulamadır.

AKM’nin yapımına 1946’da başlanmış 1969’da tamamlanabilmiş, 1970 yangınından sonra tekrar hizmete girmesi yine 7 yıl almış, 1977’de ikinci açılışı gerçekleşebilmiştir. Opera ve konser salonları mimari ve inşaat açısından pahalı yatırımlardır; manevi nedenlerin yanı sıra AKM binasının şu anki haliyle taşıdığı maddi değeri yıkılmaması için önemli bir gerekçedir. Mali kaynak yaratılabilse dahi, bu gibi işlevleri barındıran bir yapının yeniden inşa edilmesi uzun yıllar sürecektir, ki sadece yıkım masrafı bile oldukca büyüktür.

Dünyada sürdürülebilirlik çizgisinde, varolan değerleri yenileme uygulamaları neredeyse bir zaruret olarak desteklenirken yıkıp yeniden yapmak yerine işlevlerin yeniden değerlendirildiği, statik ve teknik altyapının güçlendirildiği bir renovasyon çalışması mümkün ve akılcı olan çözümdür. Örneğin Fransa’da iki yıllık bir yenileme sürecinden sonra ziyaretçileri ile tekrar 2000 yılı başında buluşan Pompidou Merkezi de AKM’nin ikinci açılışı ile aynı yılda 1977’de tamamlanmış bir binadır, ve başarılı bir yenileme uygulaması ile güncellenlenmiştir.



  

Kaynak: Atatürk Kültür Merkezi Kitabı, Fotoğraf: Reha Günay



Biz Tabanlıoğlu olarak 1999’da “Yeniden AKM” sloganıyla bugünün şartlarına uygun bir konsept çalışması yapmıştık, konunun teknik uzmanlarına danışmayı sürdürüyoruz. Bu kültür yapısının ana fonksiyonları opera ve baledir, bu anlamda alt yapı güncellenmeli ulusal ve uluslararası gösterilerin sahnelenmesine uygun, saygın bir mekan düzeyine getirilmelidir, bununla eş zamanlı olarak bu sanat dallarına karşı duyarlılık ve ilgiyi arttıracak bilinçlendirme kampanyaları sürdürülmeli ve bu faaliyetlerle binanın canlı, etkin kalması sağlanmalıdır.

Opera şemaları sabittir, binanın aslı / kalbi, ana sahne, yan sahneler ve arka sahnesi ile bütün dünyada aynı formdadır. Akustik nedenler ve seyirci sayıları ile dünya standardı 1500 kişilik salonlardır. Bunun en yeni başarılı örneklerinden biri, 1500 kişilik Oslo Operası’dır. Sahne arkası, soyunma ve tesisat odaları gibi teknik birimlerin yenilenmesi ve adaptasyonu sağlanmalıdır.

Ek mekanlar yeniden ele alınmalı, örneğin büyük dekor ve malzepe depoları tüm dünyada olduğu şekliyle şehir dışında bir binaya nakledilmeli, bundan tasarruf edilen kıymetli alan; tiyatro, sinema, müze, sergi salonu, galeriler, design shoplar, cafeler gibi sosyal kültürel amaçlı alanlar olarak değerlendirilmelidir. 10.000 metre kadar olan bu alanda işletmeyi destekleyen gelir getiren birimler oluşturulmalıdır. Örneğin Londra Royal Opera binasında bu uygulanmış ve yerine yeni işlevler üstlenen mekanlar kazanılmıştır.





Kaynak: Atatürk Kültür Merkezi Kitabı, Fotoğraf: Reha Günay


Çok büyük olan fuayelerde çok maksatlı dönüşebilir bölmeler elde etmeye elverişli sistemler uygulanmalı, gerektiğinde bir opera gösterisi sürerken dahi, meydana bakan bölümde bağımsız toplantı salonları olarak kullanılabilmelidir.

Dünyadaki ilk örneklerden olan “Curtain wall”, giydirme cephenin arkasındaki tek cam daha kullanışlı, teknolojik bir cam ile değiştirilmeli, aynıca bu cephede bir sanatçı ile birlikte çalışılarak bir ışık animasyonu sağlanmalıdır.

Binanın içinde elde edilen yeni standardı bütünleyecek şekilde ön meydan girişinde çok maksatlı kullanım alt yapısı sağlanarak açık hava sergileri açılabilecek bir düzenleme getirilmelidir.

AKM’nin mimari Dr. Hayati Tabanlıoğlu’ndan alıntı ile “Binanın sürekli olarak hizmete hazır tutulabilmesi için işletme ve bakım örgütünün her aşamada, gerekli yetenekte eğitilmiş ve yeter sayıda elemanların sağlanmasıyla birlikte, tesislerin gerektirdiği yedek malzeme bulundurulmalı, uzmanlar kotrolünde periyodik bakım ve onarımlar yapılmalıdır”.

Konuya siyasi değil çözümcü yaklaşmak gerekir, biz konuyu mimari olarak ele alırken kültürel mirasımıza sahip çıkmak gerektiğini de savunuyoruz.

Arkitera, Yazı: Murat Tabanlıoğlu, 27.03.2007



VE SAYIN BAKAN DEDİ Kİ...

"KOMUNİSTLER AKM'Yİ YAKMIŞ"

Kültür Bakanı Atilla Koç, "Biz, yıkmamız gerektiğinde yıkarız, ama yapmak için yıkarız. AKM'yi 1970'de o günün anarşist komünistleri, burada burjuvalar eğleniyor diye sabote ettiler ve yaktılar" dedi. Oysa AKM 1970'de elektrik kontağından çıkan yangında yanmış, olayda sabotaj izine rastlanmamıştı.


Ankara Yenileme Alanı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Atilla Koç, AKM'nin 1949'da temelinin atıldığını belirterek, "Ancak maalesef o günün anarşist komünistleri, (bunu da söylüyorum, sanatın dostu kim, sanatın içine tüküren kim, sanatı yakan kim, sanatı yapan kim bilsinler diye) burada burjuvalar eğleniyor diye sabote ettiler ve yaktılar" dedi. AKM'nin şimdi 50 bin metrekare alanda hizmet verdiğini ifade eden. Koç, sözlerini şöyle sürdürdü:


"AKM, kışın ısıtılamıyor, yazın soğutulamıyor. İncelemelerini yaptırdık, tamirine 120 trilyon para gerekiyor. Şimdi yaptığımız iş bu 50 bin metrekare kapalı alanı olan, yanında bizim arazimiz var ve belediye de kullanıyor o araziyi. Onu da dahil edip 110 bin metrekarelik kapalı alanlı bir dev AKM kuralım diyoruz. Bu mu yıkıcılık? Kendi başarısızlıklarını bizim sırtımızdan oynamaya kimse kalkmasın. Ben efeyim, iyi zeybek oynarım. Bunun ötesinde çıktılar efendim buraya cami yapacaklar. Orada bir sürü cami var, cami eksikliği yok ki cami yapayım. Ben AKM yapacağım. Bunlar da yetmiyor. 'Efendim biz bu iki sene içinde sanat yapmayacak mıyız?' Valla bu mazeretleri benim çok hoşuma gitti. Ne kadar da düşkünlermiş sanat yapmaya, onun için diziden vakit bulup da yapmıyorlar ya."

Bakan Koç'un, 'anarşist komünist sabotaj' diye nitelendirdiği olayın aslı şöyle: AKM, 27 Kasım 1970'te Arthur Miller'ın 'Cadı Kazanı' adlı oyunu oynanırken çıkan bir yangında büyük ölçüde tahrip oldu. Yangının ardından olayın 'kundaklama olduğu' iddiası ortaya atıldı ve dönemin bazı sol görüşlü aydınları zan altında bırakıldı. Ancak yapılan incelemelerde herhangi bir kundaklama ya da sabotaj izine rastlanmadı ve resmi açıklamayla yangının elektrik kontağından çıktığı belirtildi.

Radikal, 28.03.2007


TOPKAPI SARAYI'NDAKİ KUTSAL EMANETLER HASODASI BAKIMA ALINDI

 

Topkapı Sarayı içerisinde yer alan ve Hz. Muhammed'in hırkası, mührü, ayak izi, sakal-ı şerifleri ile Kabe'nin anahtarı ve Kur'an-ı Kerim'in yer aldığı "Hasoda", İstanbul İl Özel İdaresi tarafından restore edilmeye başlandı.

 

İstanbul İl Özel İdaresi bütçesinden karşılanmak üzere çalışmalarına başlanan "Kutsal Emanetler Hasodası"nın restorasyon işlemleri için 4 milyon 654 bin YTL harcanacak. İstanbul İl Özel İdaresi'nden yapılan yazılı açıklamada, projenin denetimini Anıtlar Müdürlüğü ve İstanbul Rölöve'nin üstleneceği belirtildi. İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği hasodanın restorasyonunun kısa sürede tamamlanacağını ve yeniden ziyaretçilere açılacağını belirtti. Hasoda'nın restorasyonunun eylül ayında tamamlanması bekleniyor.

 

Yaklaşık 6 ay sürecek restorasyon çalışmaları çerçevesinde, iç ve dış cephe onarımları, çini ve mermerlerin temizlenmesi, kalem işi ve altın varak süslemeleri, yer döşemelerinin onarılması, ahşap cephe ve pencerelerin onarımı ve boyanması gibi işler yapılacak.

 

Topkapı Sarayı'nın III. avlusunda yer alan hasodada sergilenen eşyalar arasında, Hazreti Muhammed'in hırkası, kılıçları, mührü, sakal-ı şerifleri, ayak izlerinin yanı sıra ilk elyazması Kur'an-ı Kerim ve Kabe anahtarları da yer alıyor.

 

Kutsal Emanetler Hasodası'nda başlayan çalışmalarla ilgili bilgi veren İstanbul İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sabri Kaya, İstanbul'daki tarihi yapıların restorasyon ve onarımlarının yapılması için seferberlik başlattıklarını dile getirdi. Her yıl yerli ve yabancı milyonlarca kişinin ziyaret ettiği hasodanın da restorasyonu için çalışmalara hızlı bir şekilde başladıklarını belirten Kaya, "İstanbul'daki kültürel ve tarihi değerlerimize sahip çıkmaya devam edeceğiz.'' dedi.

Zaman, 27.03.2007

1120 ADET TARİHİ SİKKE ELE GEÇİRİLDİ

 

Ordu'da elinde bulunan tarihi sikkeleri satmak isteyen bir kişi yakalandı.

Fatsa İlçesi'nden gelerek Ordu il merkezinde elinde bulunan bin 120 adet tarihi sikkeyi satmak için müşteri arayan C.Ö., Asayiş Şube ekipleri tarafından yakalandı. Aynı şahsın evinde de tarihi eser olabileceği ihtimali üzerine Fatsa Cumhuriyet Savcılığı'ndan arama kararı çıkarıldı. Arama kararının ardından C.Ö.'nün evinde yapılan aramada ise 30 gram kubar esrar bulundu.

Olayla ilgili soruşturma sürüyor.
Ordu Kent Haber, 27.03.2007

BURSA EVLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

 

Tarihi mirasa yönelik projeleriyle dikkat çeken Osmangazi Belediyesi, sivil mimarlık örneği olan Bursa Evleri`ni günyüzüne çıkartmak için kolları sıvadı. Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ile işbirliği yapan Osmangazi Belediyesi, öğretim üyeleri ve öğrenciler tarafından hazırlanacak olan restorasyon projelerini hayata geçirecek.

 

Osmangazi Belediyesi`nin daveti üzerine Osmangazi İlçesi`ni, Rölöve-Restorasyon yüksek lisans programına alan Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Bursa`ya adeta çıkartma yaptı. Çok sayıda öğretim üyesi ve yüksek lisans öğrencisi Osmangazi`deki ahşap sivil mimarisinin araştırma ve belgelenmesi ile ilgili çalışmalara başladı. YTÜ Restorasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Prof Dr. İsmet Ağaryılmaz`ın başkanlık ettiği ekip, 7 ayrı noktada 10 günlük bir çalışma yapacak. Kısa sürede hazırlanması beklenen rölöve projeleri Osmangazi Belediyesi`ne teslim edilecek.

 

YTÜ Restorasyon Anabilim Dalı tarafından yürütülmekte olan çalışmalara katılan öğretim üye ve yardımcıları ile yüksek lisans proje grubu şu isimlerden oluşuyor. Prof. İsmet Ağaryılmaz, Prof. Dr. Füsun Alioğlu, Doç. Dr. Can Binan, Doç. Dr. Cengiz Can, Yrd. Doç. Dr. Faruk Tuncer, Yrd. Doç. Dr. Gül Ünal, Yrd. Doç. Dr. Ayten Erdem, Dr. Uzay Yergün, Dr. Aynur Çiftçi, Ar. Gör. Ebru Omay Polat, Ar. Gör. Banu Çelebioğlu, Ar. Gör. Senem Doyduk, Ar. Gör. Elif Çelebi, Mimar Melike Didem Anık, Mimar Esma Atmaca, Mimar Ebru Bilgiç, Mimar Seval Buz, Mimar Özden Coşkun, Mimar Elgün Poçan ve Mimar Ahmet Faruk Yavuz.

Bursa Olay, 27.03.2007

ZEUGMA'DA BULUNAN MARS HEYKELİ PASLANDI

 

Zeugma Antik Kenti'nden çıkarılan ve Gaziantep Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen savaş tanrısı Mars heykeli, uygun iklim şartlarında teşhir edilmeyince omuz ve kollarında oksitlenmeye (demirin oksijenle birleşip paslanması) bağlı bozulmalar oluştu.

 

Olayı doğrulayan Gaziantep Müzesi Müdür Vekili Arkeolog Dr. Mehmet Önal ise her metalin zaman içerisinde havayla birleştiğinde oksitlenmeye maruz kalabileceğini söyledi. Önal, soruna kalıcı çözüm için ayrıntılı bir rapor hazırlanacağını belirtti. Müdür Önal, küflenmeye karşı Mars heykelini, cam bir fanus içine alacaklarını ve iklimlendirme cihazıyla içerideki havayı sürekli aynı şartlarda tutacaklarını bildirdi.

Zaman, Haber: Serkan Canbaz, 27.03.2007

200 YILLIK CAMİYİ YAKTILAR

 

Sakarya'nın Akyazı İlçesi İnönü Mahallesi'nde Osmanlı İmparatorluğu döneminde Medrese olarak kullanıldıktan sonra Cumhuriyet'in ilan edilmesiyle cami olarak kullanılan, daha sonra boşaltılan 200 yıllık ahşap cami, madde bağımlısı çocukların yaktığı ateş sonucu kullanılamaz hale geldi.

Bir süre önce Bursa Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından da incelemeye alınarak koruma kararı verilen camide saat 13.00 sıralarında yangın çıktı. İtfaiyenin müdahalesine rağmen tarihi yapı alevlere yenik düştü.

Akyazı Belediye Başkanı Yaşar Yazıcı, söndürme çalışmalarını takip ederken itfaiye erlerinin yaptığı incelemede yangının birkaç noktadan birden çıktığı belirlendi. Çevre sakinleri tarihi caminin son dönemde madde bağımlısı çocukların barındığı yer haline geldiğini anlatırken, polis soruşturmayı sürdürüyor.

Sakarya Kent Haber, 27.03.2007

KUTSAL EMANET'TE DEKOLTEYE ÖNLEM

 

Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Bölümü'ne turistlerin şortla, terlikle, göbeklerini açık bırakan kıyafetlerle girmesi ve izin verilmemesine rağmen fotoğraf çekilmesi Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı'yı isyan ettirdi.

 

Ortaylı, dünyanın hiçbir yerinde kutsal mekanlara bu tür kıyafetlerle girilemediğine dikkat çekerek, "Böyle giderse önlem almak zorunda kalacağım" dedi. Bu duruma Müslümanların yanısıra Hıristiyan ve Musevi dünyasından çok sayıda kişinin tepki gösterdiğini ifade eden Ortaylı şunları söyledi: "Ne Vatikan'a ne Roma'daki kiliselere ne de Kudüs'e böyle kıyafetlerle girilmesine izin verilir. Ama buradaterlik, şort, başları açık giriyorlar. Yasak olmasına rağmen fotoğraf makineleriyle resim çekiyorlar. Hatta geçtiğimiz günlerde bu nedenle bir grup ziyaretçi ile güvenlik arasında kavga yaşandı." Ortaylı geçen yıl fotoğraf çeken bir Alman turistle güvenlik görevlisinin kavga ettiğini ve olayın mahkemeye taşındığını söyledi.






Yaz dönemiyle birlikte sarayı ziyaret edenlerin sayısının daha da artacağını vurgulayan Ortaylı, "Böyle devam ederse bir dizi önlemler alacağım. Başta bu bölümün kapısına İngilizce ve Türkçe uyarı levhaları koyacağım. Burada Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler için çok önemli olan Vaftizci Yahya'nın iskeletinin kalıntıları da bulunuyor. Gerçi bu bölüme gelenlerin çoğu içeride ne olduğunu bilmiyor. Girmiş olmak için giriyorlar. Bakanla görüşeceğim ve çok kısa zamanda mutlaka bir önlem alınmasını sağlayacağız" diyor.

 

Ortaylı'nın isyanına Ayasofya Müzesi ve Türk İslam Eserleri Müzesi eski müdürü Erdem Yücel de destek verdi. Yücel, "Dünyanın bir çok yerinde kutsal yerlere girilirken giyime özen gösterilir. Bu Meryem Ana'da da böyledir. Gelenlerin çoğu özen gösteriyor. Uymayanlar ikaz edilebilir. Fotoğraf çekmek de dünyanın her yerinde yasaktır.Tarihi eserlerin üzerine flaş ışığı gelmemeli" dedi.





Ortaylı'ya hak veren İstanbul Müftüsü Prof. Mustafa Çağrıcı, "Dünyanın bir çok yerinde bunun böyle olduğunu gördüm. Özellikle İsrail'de erkekler başlarına kippa takar kadınlar başını örter. Bu emanetlerin bulunduğu ülkenin insanın inancına da saygıdır" dedi.


 


Mevlana Müzesi Müdürü Erdoğan Erol, isimlerinde müze ibaresi olduğu için uygunsuz giyinenlere karışamadıklarını vurgulayarak şunları söyledi: "Kapıda giymek için etek de var başörtüsü de. Yabancılar, turist rehberi ikaz ederse uyguluyor. Buralarda özenli giyinmek lazım."

Sabah, Haber: Hasan Erşan, 27.03.2007

 

 

ÜÇ DİNİN KUTSALLARI

 

Topkapı Sarayı'ndaki Kutsal Emanetler, Yavuz Selim'in 1517'de Mısır seferinden sonra getirdikleri, yüzyıllar boyunca gelen hediyelerden oluşuyor. En önemli parçalar ise Medine Müdafii Fahreddin Paşa'nın 1918'de Medine'yi terk ederken getirdiklerinden oluşuyor. Kutsal Emanetler'den bir bölümünün sergilendiği Taht Odası'nda Hz. Muhammed'in kılıçları, yayı ve değerli bir kutu içinde muhafaza edilen hırkası koleksiyonun en önemli parçaları.

 

Bunların yanı sıra Vaftizci Yahya'nın iskelet kalıntıları, Hazreti Musa'nın asası da Kutsal Emanetler arasında. Kutsal Emanetler'den bazıları Hırka-i Saadet, Sancak-ı Şerif, Kuran-ı Kerim'den ilk nüshalar, Hz. Muhammed'in mektupları, Na'leyn-i Saadet, Kadehi Şerif, Sakal-ı Şerifler, Dendan-ı Saadet, Hz. Muhammed'in yayı, Hz. Musa'nın asası, Hz. İbrahim'in tenceresi, Hz. Yusuf'un sarığı, Hz. Yahya'nın kol ve kafatası kemikleri, Kabe kilit ve anahtarları, Hacerü'l Esved mahfazaları, Tevbe Kapısı ve Kanadı, Kabe olukları, Hz. Muhammed'in kabir toprağı, Hz. Fatıma'nın gömleği, hırkası, seccadesi, duvağı, sandığı; Hz. Hüseyin'in hırkası, Veysel Karani'nin külahı, İmam-ı Azam'ın cüppesi, Hz. Mevlana'nın tasları, Hz. Osman, Hz. Davud, Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Ömer'in kılıçları; zemzem sürahileri...

Sabah, 27.03.2007

 

 

DÜNYADAKİ KURALLAR NE?

 

Fransa : Tahrik edici olmayacak
Fransa muhabirimiz Belkıs Kılıçkaya'nın verdiği bilgiye göre; kilise ya da kutsal kimliği olan yerlere girişte bir sınırlandırma yok ancak ziyaretçilerin çok "tahrik edici" biçimde giyinmemeleri gerekiyor. Paris'teki kiliseler ve kutsal yerlerin yönetiminden bir yetkili, kadınların çok aşırı dekolte giysilerle, örneğin göğüslerini sergileyecek şekilde, kadın ve erkeklerin de çok kısa şortla girmelerinin yasak olduğunu söyledi. Giyim konusunda, 1960'lara kadar çok daha ciddi kısıtlamaların geçerli olduğu Fransa'da bugün artık çok "tahrik edici kılıklar" hariç kıyafet serbestisi var.

İsrail : Dini kurallar geçerli
Dini eserlerin sergilendiği müzelerde dini kurallara uygun olarak erkeklerin kippa, kadınlarınsa baş örtüsü takması gerekmiyor. Sadece soykırım müzesi Yad Vaşem'de Holocaust kurbanlarının anıldığı özel bölümde dua etme geleneği olduğu için kippa takma geleneği var.

Rusya : Önceden uyarı yapılıyor
St. Petersburg'da kilise ve dini hüviyeti olan yerlere, müzelere girişte kıyafete ilişkin kurallar son derece katı. Ziyaretçiler önceden uyarılıyor, mesela kadınların omuzlarının açık olmaması gerekiyor.

İtalya : Kolsuz bluz ve şort yasak
İtalya muhabirimiz Yasemin Taşkın kutsal emanetlerin sergilendiği yerlerde zorunlu bir "kapanma" talebinin olmadığını bildirdi. Ancak uygulama biraz da kutsal emanetlerin nerede sergilendiğine bağlı. Floransa'daki büyük katedral ya da Roma'da San Pietro Katedrali'nin girişinde resimli tabelalarla ziyaretçilere iletiliyor. Tüm İtalya'da kiliselere şort, mini etek ve kolsuz bluz ile girmek yasak. Mini etek dışında, şort ve atlet yasağı erkekler için de geçerli. Bunun mantığı da ibadet yerine uygun giyinmek. Ancak, doğrudan kutsal emanetlerle bir ilişkisi yok.

Sabah, 27.03.2007

 

 

ANITKABİR ÇARŞAF DIŞINDA SERBEST

 

Anıtkabir'e girişte yasak olan tek kıyafet kara çarşaf. Anıtkabir'e girişte resmi kıyafet zorunluluğu ya da herhangi bir kısıtlama uygulanmıyor. Çevreyi rahatsız etmeyen ve genel giyim-kuşam kurallarına uygun her tür kıyafetle Anıtkabir'e ziyaretçi kabul ediliyor. Kabul edilmeyen tek kıyafet ise kara çarşaf. Kara çarşafla Anıtkabir'e gelenler turist de olsa içeri alınmıyor. Sakal ve saçla ilgili de bir sınırlama yok.

Sabah, 27.03.2007

 

 

KUTSAL EMANETLER İÇİN DİYANETTEN TAM DESTEK

 

Topkapı Sarayı Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın "Kutsal Emanetler odasına şortla, baş, göbek açık giriyorlar. Önlem alacağız" sözlerine Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan tam destek geldi. Din İşleri Yüksek Kurulu'ndan yapılan açıklamada, şöyle denildi: "Hz. Peygamber ve arkadaşları ile daha önceki bazı peygamberlere ait bu eşyalar, toplum ruhu ile inançlarımız ve tarihimiz arasında bağın diri tutulmasında katkıda bulunur. Dini ve kültürel açıdan ayrıcalıklı bir yeri olan Kutsal Emanetler konusunda duyarlı ve saygılı olmak hem toplumun değer yargılarına hem de bu emanetlerin ait olduğu büyük şahsiyetlerin anısına saygı göstermek olacaktır. Kutsal Emanetler'in korunduğu mekanlara buraların manevi ve ruhani havası ile örtüşen kıyafetlerle girilmesi uygun olur."

 

İlahiyatçıların görüşleri de şöyle:
* Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz: Peygamberimizden kalan hatıralar var. Bunların anısı bizim açımızdan çok önemli. Açık kıyafetlerle gitmek saygısızlık. Ortaylı'nın önerisi doğru.
* İlahiyatçı Prof. Dr. Hayrettin Kahraman: Mücamele (karşılıklı güzel geçinme) esasına göre davranmak ve o dine inananlara saygı göstermek için kıyafetlere özen gösterilmeli. Göbek açık, şortla girilmemeli, kadınlar başları açık girebilir.
* Anadolu Sanat Tarihçileri Derneği Başkanı Mücahit Türköne: "Böyle yerlere belli bir disiplin içinde gitmek lazım. Vatikan'a mini etekle giremezsiniz. Biz ise kendi malımız gibi gördüğümüz için rahat olabiliyoruz. Girenler ateist de olabilir, ancak o dine inananları rencide etmeyecek kılık kıyafette olmaları gerekir.

Sabah, Haber: Nergis Demirkaya, 28.03.2007

'İSTANBUL UZMANLARI' GELİYOR

 

İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İstanbul Araştırmaları Anabilim dalında okuyan öğrenciler, Avrupa Birliği tarafından "2010 Avrupa Kültür Başkenti" seçilen İstanbul'un tarihinden ekonomisine, kültüründen idari yapısına kadar herşeyini bilen "İstanbul Uzmanları" olmak için eğitim görüyor.

İstanbul üniversitelerinde ilk kez açılan programda, "İstanbul Ticaret Tarihi, İstanbul'da Nüfus Konut Yerleşim Politikaları, İstanbul Merkezli Para Sermaye Finans Hareketleri, İstanbul'da Mimarlık ve Sanat, Türk Dilinin Gelişmesinde İstanbul'un Önemi" gibi dersler bulunuyor.


İstanbul Araştırmaları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Kala, yaptığı açıklamada, "İstanbul hep problemleri ile gündeme geliyor. Oysa cazibeleri de olan bir şehir. Biz burada dünyanın da yakından takip ettiği İstanbul'un uzmanlarını yetiştirmek istiyoruz" dedi. Kala, 2006-2007 eğitim sezonunu ile birlikte açılan bölümde şu anda 9 öğrencinin öğrenim gördüğünü belirterek, "İstanbul Araştırmaları"nda okumak için herhangi bir lisans programını bitirmenin yeterli olduğunu ifade etti.

Kala, ABD ve Avrupa ülkelerinde bir kentin tüm özellikleri üzerine eğitim veren bölümlerin bulunduğunu, ancak İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü çatısı altında kurulan "İstanbul Araştırmaları Ana Bilimdalı"nın Türkiye'de bir ilk olduğunu kaydetti. Kala, programın en büyük farklılığının İstanbul'a ilişkin çokdisiplinli konuların birarada ele alınması olduğunu belirtti.

Programdan mezun olanların İstanbul'daki sosyal alanlarla ilgili üniversiteler, belediyeler, tüm kamu kurumları, özel şirketler ve kurumlarda İstanbul üzerine danışmanlık yapabileceğini ifade eden Kala, toplam 3.5 yıllık eğitim süresi bulunan bölümü zaman içinde bir enstitü haline getirmeyi planladıklarını dile getirdi. Kala, bunun ilk adımı olarak gelecek yıl doktora programı da açacaklarını söyledi.

Sabah, 27.03.2007

1 MİLYAR DOLARLIK HAZİNE ÇIKARILACAK

 

 

Cebelitarık Boğazı’nda 1694 yılında batarak Avrupa tarihinin değişmesine yol açan "HMS Sussex" adlı savaş gemisindeki 1 milyar dolarlık altın ve gümüşün çıkarılması için İngiltere, İspanya ve Endülüs yönetimi anlaştı. Profesyonel hazine avcılarının rüyalarını süsleyen Sussex batığında 10 ton altın ve gümüş olduğu tahmin ediliyor.

İngiliz amiral gemisi olan Sussex, gizli bir görevle beraberindeki 80 gemiyle birlikte, Fransa Kralı 14. Louis’ye karşı savaşan Savoy Dükü’ne yardım götürüyordu. Gemi, Cebelitarık Boğazı’nı geçtikten hemen sonra fırtına yüzünden kayalıklara bindirerek sulara gömüldü. Amiral Francis Wheeler ve içindeki 560 denizci de yaşamını yitirdi.

Bölgede 10 yıldır arama çalışmaları yapan Florida merkezli Odyssey Denizcilik Keşif Şirketi, Sussex’i 760 metre derinlikteki karanlık sularda buldu. Robot denizaltı, 80 toplu savaş gemisini net bir şekilde görüntüledi. Robot denizaltı, Sussex’in yanı sıra, bazısı 2 bin yıllık olduğu tahmin edilen birkaç batık daha bulundu.

İngiliz hükümetiyle çalışan Odyssey şirketi, önceleri batığın karasularında bulunduğu İspanyol makamlarından izin alamadı. Ancak görüşmeler sonucu, hem İspanya’dan, hem de Endülüs yönetiminden izin koparıldı. Anlaşmaya göre, hazinenin yarısı bulanın, yarısı da geminin ait olduğu ülke hükümetinin olacak. İspanya, "çıkartılacak olan batığın Sussex olması halinde", hazinenin İngiltere ile bulan şirket arasında paylaşılmasına razı oldu. Eğer bulunan batık Sussex değilse, İspanya çıkacak hazinenin yarısını talep edecek.

Sussex, yıllardır birçok hazine avcısının hayalini süslüyor, fakat denizin 765 metre derinliğine güneş ışığı ulaşamıyor ve suyun basıncı çok büyük. Böyle bir ortamda arama çalışması da büyük sermaye gerektiriyor.

Hürriyet, 27.03.2007

PAZARKÖY'DE MÜZE ÇALIŞMALARI

 

Bolu'nun Mengen İlçesi'ne bağlı Pazarköy’de Rafet Yeler adlı vatandaşın köy evi, görenleri büyülüyor.

 

A.İ.B.Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Rektör Yardımcısı Prof. Alemdar Yalçın, Rafet Yeler'in kendi gayretleri ile hazırlamış olduğu köy evine ziyarette bulundu. Ziyaret esnasında hayranlığını gizleyemeyen Yalçın, yapmış olduğu incelemeler neticesinde, köy evinin kültürel öğelerle ve kültürümüzü en iyi şekilde açıkladığını, bulunan tarihi ve yazılı belgelerin de detaylı bir şekilde incelenip korunması gerektiğini söyledi.


Daha sonra Pazarköy sakinleriyle yapılan sohbet toplantısına, Belediye Başkanı Ramazan Albaş, Muhtarlar Derneği Başkanı Yılmaz Arslan, Yaşar Güler, Mengen İ.B.Ü.Y.O sekreteri Adnan Sönmez, Cumhuriyet İ.Ö.O Müdür yardımcısı Hikmet Hazan ile çok sayıda belde sakinleri katıldı.
Toplantı sonucunda Rafet Yeler'in hazırlamış olduğu eserlerin, Pazarköy'de kurulması kararlaştırılan bir müzede sergilenmesine karar verildi. Kurulacak olan bu müze için Alemdar Yalçın, A.İ.B.Ü. olarak, her türlü plan- proje çalışmalarında, imkanlar ölçüsünde maddi yardımın yapılabileceğini söyledi. Belediye Başkanı Ramazan Albaş ise belediyeye ait bir yerin bulunduğunu, yapılacak inceleme neticesinde uygun görülürse her türlü maddi ve iş gücü ile ilgili çalışmaları belediye tarafından karşılamaya hazır olduğunu belirtti.

Bolu Olay, 26.03.2007

MERSİN'DE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI OPERASYONU

 

Mersin'de 30 parça tarihi eser ele geçirildi.

Alınan bilgiye göre, İl Jandarma Komutanlığı ekipleri ihbar üzerine, Erdemli İlçesi Tartar Köyü'nde C.D. ve A.S'nin ev ve iş yerlerinde arama yaptı. Aramada, aralarında Sümer Su Tanrısı heykel başı, 14 sikke, şamdan ve 2 hançerin de bulunduğu 30 parça tarihi eser bulundu.


Gözaltına alınan C.D. ve A.S, çıkarıldıkları mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Vatan, 26.03.2007

İZNİK'E RESTORASYON

 

Kaymakam Hüseyin Avcı ile birlikte tarihi eserleri gezen Kültür ve Turizm İl Müdürü Ahmet Gedik, İznik'in bugün tarihi eserlerin şantiye yeri haline geldiğini belirterek, "Her yerde çalışma görebilirsiniz. Bu da ilçenin turizmdeki geleceğini parlak kılacaktır. Önümüzdeki günlerde kültürel faaliyetlerimiz de olacak. Bunlar 15-22 Nisan Turizm Haftası, 26 Nisan Kütüphane Haftası, 6 Mayıs Hıdrellez Kültür ve Bahar Bayramı, 18-20 Mayıs Müzeler Haftası olarak kutlanacak. Bunların bir gününü İznik'te icra etmeyi düşünüyoruz. Çok hoş olacağına inanıyorum" dedi.
Ahmet Gedik, tarihi I. Murat Hamamı'nda faaliyet gösteren Firuze Sanat Galerisi'ni gezerek yapılan çinilere övgüler yağdırdı. İznik'in hak ettiği güzellik ve değerlerin bir bir ortaya çıkmaya başladığını vurgulayan Gedik, "İznik'teki tarihi insanlığa tanıtmak açısından mesafe kat ettik. Kısacası İznik'e hizmette henüz başlangıç noktasındayız. Bu arada bu hizmetlerin İznik çinisini tekrar canlandırdığı son yıllar da aşikardır. Tarihi eserlerimizin yeniden yükselmesiyle birlikte İznik çinisi de gün geçtikçe kalıbına oturmakta. Bu hizmetlerin yapılışında başta sayın kaymakamımıza ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Medeniyetlerin beşiği İznik'i dünya şehri yapmak için çalışmalara aralıksız devam edilecek" diye konuştu.

Bursa Hakimiyet, 26.03.2007

AKHİSAR'DA MÜZE KURULUYOR

 

Manisa'nın Akhisar İlçesi'ndeki Ali Şefik Öğretmenevi binasının müzeye dönüştürülmesi çalışmalarının Mayıs ayında tamamlanması, yıl sonunda da müzenin hizmete açılmasının beklendiği bildirildi.

Alınan bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı İzmir Rölöve ve Anıtlar Yüksek Kurulundan 3 uzman, Akhisar'a gelerek, incelemelerde bulundu. İlk olarak Akhisar Belediye Başkanı Salih Hızlı'yı ziyaret eden uzman ekip, projeyi yerinde inceleyerek, Akhisar Belediyesi İmar İşleri Müdürü Rezzan Akay ile görüştü. Uzman ekipte görevli inşaat mühendisi Muammer Dalgıç, öğretmenevi olarak kullanılan yapı üzerinde Akhisar Belediyesi teknik elemanlarıyla yaklaşık etüt maliyeti çıkardıklarını, burada sergilenecek objeler ve güvenlik sistemiyle ilgili görüşmelerde bulunduklarını kaydetti.

Manisa İl Genel Meclisi Kültür ve Turizm Komisyonu Başkanı Kefayettin Öz de Akhisar Müzesi'nin eksik kalan 1.2 milyon YTL civarındaki ödeneğinin 19 Mart 2007 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca tamamlandığını bildirdi. Mayıs ayı ortasında binanın onarımının tamamlanacağını ve obje kabulüne başlanacağını, yıl sonunda da müzenin açılacağını belirten Öz, şunları söyledi: 'Değerli halkımıza bu konuda çok iş düşmektedir. Etnografik ve arkeolojik objeleri ne kadar çabuk bize bildirirlerse müzenin açılması o kadar çabuk olacaktır. Elinde bu tür eserleri bulunanların, bunu Akhisar Belediyesinin 0236 413 5720 numaralı telefonuna bildirmelerini rica ediyoruz.'


Öz, bu eserlerin taşınması konusunda İl Genel Meclisi'nin her türlü yardımda bulunacağını belirtti.

Vatan, 26.03.2007

DÜNYA HAYRAN, BİZ OYUYORUZ

 

Mimar Sinan’ın ünlü Rüstem Paşa Camii büyük bir cehaletin kurbanı olmak üzere. Caminin altında bulunan dükkanlara kaçak bodrum katı yapılıyor. Özel mülkiyet olduğu için de müdahale edilemiyor

Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından 1561 yılında Mimar Sinan’a yaptırılan çinileriyle ünlü cami, alt tarafta bulunan dükkan sahiplerinin vurdum duymazlığı nedeniyle yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Ünlü haber dergisi Newsweek tarafından bir süre önce ‘Avrupa’nın en güzel camii’ ilan edilen Eminönü’ndeki Rüstem Paşa Camii’nin altındaki dükkanlara yapılan kaçak bodrum katları tarihi yapının temellerine zarar veriyor.






Çuvalcı, nikah şekercisi, baharatçı, hırdavatçı, süpürgeci gibi meslek gruplarının yerleşkesi haline gelen cami dükkanlarında tarihi yapının orjinal yapısını bozacak birçok değişiklik yapılmış. Kimi dükkan sahibi yapıya demir kazıklarla tutturduğu ilan tabelasını dükkanının girişine asarken, kimi de ısınmak için yaktığı ateş nedeniyle caminin tarihi taşlarının kararmasına neden olmuş. Dükkanlar arasında bulunan bir lokanta ise üst katında müşterilerine hizmet verirken alt katta bulunan fayanslarla döşediği mutfağında ise satışa sunduğu yemekleri hazırlıyor. Tarihi yapıların bakım ve onarımıyla görevli olan Vakıflar Genel Müdürlüğü Müdürü Ahmet Tanyol, Rüstem Paşa Camii’nde bulunan dükkanlardan yalnızca iki tanesinin vakıflara ait olduğunu, diğer dükkanların özel kişilerin mülkiyetinde bulunduğu için görev alanlarının dışında olduğunu söyledi. Tanyolaç, “Vakıflar bu dükkanlara yasal olarak karışmıyor” diye konuştu.





Rüstem Paşa Cami’ine iki yandan merdivenle çıkılıyor. Cami çinileriyle ünlü. Zaman zaman hırsızların da iştahını kabartan bu çiniler görenleri büyülüyor. Kubbenin eteklerine kadar her tarafı 24 çeşit çinilerle kaplı olan olan camide yaklaşık olarak 2 bin 300 parça çini bulunuyor.

Akşam, Haber: Erdinç Akkoyunlu, 26.03.2007

ŞARKİKARAAĞAÇ'TA KAÇAK KAZI OPERASYONU

 

Isparta'nın Şarkikaraağaç İlçesi'nde, kaçak kazı yaptıkları iddia edilen 3 kişinin yakalandığı bildirildi.

Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Jandarma ekipleri, Göksöğüt beldesi Gürnüt mevkisi sit alanında iş makinesiyle kaçak kazı yaptığı iddia edilen T.Ö'yü yakaladı. Soruşturmada kepçe operatörü T.Ö'nün verdiği bilgi ve ifade üzerine T.Y ve F.S. de göz altına alındı. Soruşturma sonrası mahkemeye çıkarılan T.Ö tutuklandı.


T.Y ve F.S ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Vatan, 26.03.2007

KASTAMONU'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Kastamonu'da tarihi eser kaçakçılığı yapan 1 kişi tutuklandı.

Alınan bilgiye göre, ilde tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı ihbarını alan polis ekipleri M.N. ve Ş.Ş. isimli kişileri takibe aldı. Taşköprü İlçesi'nde M.N, Ş.Ş. ve H.O. isimli kişilerin bulunduğu otomobilde yapılan aramada tarihi eserlerin yerlerini gösteren harita ve belgeler bulundu. Soruşturmanın kapsamını genişleten polis ekipleri, M.K'nın evinde yaptığı soruşturmada bir adet 7,65 mm çapında tabanca, bir adet şarjör, 72 adet fişek, üç adet topraktan yapılmış heykel ve tarihi eserlerin bulunabileceği yerleri
gösteren belgeleri ele geçirdi.


Gözaltına alınanlardan Ş.Ş'nin tutuklandığı bildirildi.

Vatan, 26.03.2007

60 GÜNDE ANTİK ALEM

 

Bilinen en eski deniz batığı olan Uluburun projesini gerçekleştiren 360 Derece Araştırma Grubu, bu kez de antik Phokaia'dan (Eski Foça) Fransa'nın Marsilya kentine 'gemi yolculuğu' düzenlemeyi planlıyor.


"Eski Foça-Marsilya Tarihe Yolculuk Projesi"nde 2 bin 600 yıl öncesinin dönem özelliklerini yansıtan ve arkeolojik verilere dayanarak yeniden inşa edilen gemiler kullanılacak. 2008 yılının nisan ayında Eski Foça'dan yola çıkacak olan gemiler, 2 ay süren yolculuktan sonra Marsilya'ya ulaşacak.






Gemiler, MÖ 600 yılında olduğu gibi Foçalıların Ege ve Akdeniz kıyıları boyunca koloniler kurduğu Molyvoz, Ithaka, Elea, Syracuse, Alalia limanlarına uğrayacak. Son limanın Marsilya oluşunun nedeni ise, bir Phokaia kolonisi olan bu şehrin 2 bin 600 yıl önce Phokaialılar tarafından kurulması.


Yelkenli ve kürekli olarak düşünülen iki antik geminin yapımına İzmir Urla'da bu ay sonunda başlanıyor. 14 kişilik yelkenli ticaret gemisi 15 metre boyunda, 5 metre eninde olacak. Kürekli savaş gemisi ise 19 metre boyunda, 4 metre eninde yapılacak.


Projenin bilimsel danışmanlığını Foça Arkeolojileri Bilimsel Kazı Başkanı Prof. Dr. Ömer Özyiğit, Araştırma Grubu'nun proje sorumlululuğunu ise Osman Erkurt üstlendi. Erkurt, "Marsilya Belediyesi ile görüşmelerimizi yaptık. Projeyi sonuna kadar desteklediklerini söylediler. Gelecek yıl Marsilya Türk bayrağıyla bol bol karşılaşacak" dedi.

 

PROJEDE NELER VAR?

  • Foça'da uluslararası bir sempozyum yapılacak. Bilim adamları sempozyumda Foça kolonileri üzerine hazırladıkları bildirileri sunacak.

  • Marsilya'daki eski limanda Foça gemilerinin de sergileneceği bir tarih sergisi açılacak.

  • İzmir ve Marsilya'nın kardeş şehir olması için çalışmalar yapılacak.

  • Gemilerin yolculuğu filme alınarak bir belgesel hazırlanacak.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 26.03.2007

BOYABAT EVLERİ SİMGE OLDU

 

Sinop'un Boyabat İlçesi'ndeki eski tarihi evler, yörenin simgesi oldu. İlçenin tuğla fabrikalarından sonra en önemli geçim kaynaklarından biri olan çeltik ve tarihi Boyabat evleri, Boyabat Belediyesi tarafından bir süre önce şehir merkezine yaptırılan maketler ile simgeleştirildi. 

Şehrin tam göbeğine konulan maketler, ilçeye gelen yerli ve yabancı turistlerin de ilgi odağı oluyor. İlçe halkı tarafından ileride belli bir alt yapının oluşturulması halinde, evlerin Safranbolu evleriyle yarışabileceği belirtildi. 

Bu arada tarihi Boyabat evlerinin tekrar ayağa kaldırılmasına yönelik çalışmalarda devam ediyor.
Sinop Kent Haber, 26.03.2007

TÜRK KÜLTÜRÜ 'MÜZE SOKAK'TA YAŞATILACAK

 

Bartın'da 250 bin YTL'ye restore edilen tarihi konakta oluşturulan Kent Müzesi'nin yer aldığı sokaktaki evlerde başlatılacak ahşap mimari örneklerinin turizme kazandırılması projesiyle kentin cehresinin değiştirilmesi hedefleniyor.

 

Alınan bilgiye göre, Tazminat Fermanı'nın getirdiği sanat akımlarındaki mimarideki yansıması olduğu bildirilen Bartın ahşap evlerinin turizme kazandırılmasına yönelik projeler geliştiriliyor.
Karabük'ün Safranbolu ilçesindeki gibi bir bütün olarak korunamamasına karşın tavan süslemeleri, bitkisel desenler, sarı çiçek ve hayvan figürlerine ağırlık veren 'art nouveau' ve 'barok' sanatlarını yansıtan 216 tescilli binanın restore edilerek, bölgeye gelen yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açılması amaçlanıyor.


Bartın Belediyesi'nin tarihi evlerini turizme kazandırılması amacıyla geliştirdiği projeler kapsamında, 3 katlı Kemal Samancıoğlu konağının çevre düzenlemesiyle birlikte 250 bin YTL'ye restore edilmesinden sonra kent müzesi oluşturulması çalışmaları yürütülüyor. Vatandaşlara evlerindeki tarihi eser ve kültürel değer niteliğindeki ürünlerinin belediyeye bağışlaması çağrısı yapılarak, bölgedeki el sanatları eserlerinin de yer alacağı müzenin, bu yılın mayıs ayında açılmasına çalışılıyor. Müzenin yer aldığı Kemal Samancıoğlu Sokağı'nın iyileştirilmesini de hedefleyen belediye, 5 tarihi konağın yanı sıra tuğla örgülü evleri ahşap cephe giydirme projesiyle tarihi zenginliği yansıtacak şekilde restore etmeyi planlıyor.

Bartın Belediye Başkanı Rıza Yalçınkaya, yaptığı açıklamada, yer aldığı tarihi konağını mimari özellikleriyle Türk kent kültürünün önemli yapı taşlarından birini yansıtan kent müzelerinin, bölgedeki el sanatları ürünlerinin sergilenmesi açısından da önem arz ettiğini söyledi. Kentte 17. yüzyıldan günümüze kadar devam geleneksel el sanatı tel kırma ürünlerinin de müzede yer alacağını anlatan Yalçınkaya, şöyle konuştu:


'Müze binasının restore edilmesinin ardından bulunduğu sokağın da turizme kazandırılmasını kararlaştırdık. Hazırladığımız sokak iyileştirme projesi kapsamında burada tek tip bahçe duvarları, aydınlatma ve binalara ahşap cephe giydirme yapacağız. Öncelikle 450 bin YTL ile başlayacak proje ile 216 tescilli ahşap binamız Safranbolu gibi turizmin gözdesi olacak. Sokağın tarihi özelliklerini öne çıkartacağımız çalışmanın yıl sonuna kadar tamamlanmasını hedefliyoruz. Bölgedeki evlerin diğer yerlere oranla bir arada bulunması dolayısıyla projeye buradan başladık. Kültür ve Turizm Bakanlığından da destek alacağız. Böylece, kentimizin çehresi değişecektir.'


Yalçınkaya, Safranbolu, Bartın ve Amasra ilçeleri üçgeninde turizmin çeşitlenmesine yönelik çalışmalarını sürdürdüklerini belirterek, 'Bartın evleri de mimari açıdan çok zengin mirasa sahiptir. Tanıtımını da iyi yaparak, çok daha fazla yerli ve yabancı turisti bölgeye çekeceğimize inanıyoruz. Tarihi nitelikteki ahşap yapıların tamamını turizmin hizmetine sunacağız' dedi.

Vatan, 26.03.2007

70 MİLYON YILLIK TARİH İÇİN SPONSOR ARANIYOR

 

Ege Üniversitesi (EÜ) Tabiat Tarihi Müzesi'nin, 70 milyon yıl önce yaşamış 2 dinozorun iskeletini yurt dışından getirtmek için sponsor aradığı öğrenildi.

 

EÜ Tabiat Tarihi Müzesi Müdürü Prof. Dr. Tanju Kaya, yaptığı açıklamada, 70 milyon önce yaşamış 2 dinozorun iskeletini müzeye almak için çalışmalarının devam ettiğini, ancak bu konuda sponsora ihtiyaçları olduğunu söyledi. EÜ Tabiat Tarihi Müzesi'nin, Türkiye'de üniversite bünyesindeki tek tabiat tarihi müzesi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Kaya, dinozorların, müzelerin 'olmazsa olmaz'larının başında geldiğini ifade etti.


Prof. Dr. Kaya, özellikle ilköğretim düzeyindeki çocukların gezdiği müzeyi, 20 bin civarında kişinin ziyaret ettiğini bildirdi. Çocukların müzeye geldiklerinde ilk görmek istedikleri şeyin dinozor iskeleti olduğunu ifade eden Prof. Dr. Kaya, şunları kaydetti: 'Bilimi, doğayı toplumla paylaşmaya çalışıyoruz. Müzemizin amacı, doğayı topluma sunmaktır. Bu amaç çerçevesinde yurt dışından boyları 5 ile 7 metre arasında değişen 2 dinozor iskeleti almak istiyoruz. Dinozorların yaşadığı zamanlarda Anadolu sular altında olduğundan, dinozor iskeletlerini dışardan getirtiyoruz. Dinozorlar müzelerin vazgeçilmezlerindendir. Biz de bu eksikliğimizi gidermek istiyoruz.'


Prof. Dr. Kaya, sponsorluk konusunda yardım istemek için İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Ticaret Odası ile görüşeceklerini, İzmirli hayırsever iş adamı Salih İşgören'den de yardım isteyeceklerini bildirdi. Müzenin, yurt dışından 2 dinozor iskeletinin yanı sıra dinozorlara ait yumurta ve embriyo da getirteceği bildirildi.

Vatan, 26.03.2007

ARKEOLOGLAR DÜNYANIN EN ESKİ PARFÜMLERİNİ KOKLUYOR

 

Daily Telegraph’ın yazdığına göre, arkeologlar Kıbrıs’ta sürdürülen kazılarda lavanta, çam, biberiye ve sümbülden oluşan ve 4000 yıl önce yapılmış, dünyanın en eski parfümünü buldular.

 

Kazıyı sürdüren İtalyan ekibinin bildirdiğine göre, keşif adanın güneyinde bulunan Pyrgos yakınlarında, yaklaşık 15 dönüm büyüklüğünde ve büyük bir parfüm imalathanesi olduğu tahmin edilen kazı alanında gerçekleşti. 

 

MÖ 1850 yıllarında gerçekleşen bir deprem sonrası terk edilen bu alanda yapılan kazılarda imbikler, karıştırma kapları ve alabaster parfum amforlaarı bulundu. Arkeolog Maria Rosa Belgiorno, “Sahanın büyüklüğü karşısında şaşkınız. Herhalde parfümler endüstriyel ölçülerde imal ediliyorlardı” dedi.

 

Buluntuların bir kısmının Roma’da Capitoline Müzesi’nde sergilendiği kazı sonrası İtalyan ekibi parfümlerden dört tanesini Yaşlı Pliny’nin kitabında verdiği tariflerin de yardımı ile imal etmeye hazırlanıyor. Bu tarif “Bahartaları karıştırdıktan sonra su ve yağ ekleyip, daha sonra küçük, ince boyunlu kaplarla, ısıtılmış bir çukurda 12 saat saklamak” şeklinde tarif edilmiş. Sonuçlar oldukça başarılı. Müzenin bir bayan ziyaretçisi parfümü “güzel, fakat çok kuvvetli” olarak tanımlamakta. Bir diğeri ise “çam kokusunun çok belirgin” olduğunu söylemekte.

theregister.co.uk, Haber: Lester Haines, 21.03.2007

MISIR'IN FİRAVUN VADİSİ'NDE TAHLİYE PAZARLIĞI

 

Mısır'ın ve dünyanın en önemli arkeolojik hazinelerinden birisinin üzerinde bulunan Gurna Köyü'nün sakinleri, hükümetin her aileye birer konut karşılığında tahliye talebine karşı direniyor.

 

Son derece ilkel koşullarda yaşayan Gurnalılar, yüzlerce yıllık mezarların üzerine kanalizasyon akıtan evlerini boşaltma emrine, hükümetten daha fazlasını koparmak için karşı geliyor. Mısır hükümetinin, arkeolojik hazinenin üzerindeki Gurna'da yaşayan 80 aileye Yeni Gurna adlı yakınlardaki bir yerleşim biriminde son derece modern 80 yeni müstakil ev vermesine karşılık, köylüler her erkek evlada da bir ev verilmesi için bastırıyor. Gurna'da sert önlemlere başvurmaktan kaçınan Kahire ise köylülerle anlaşabilmek için, sosyologlar aracılığıyla, evlerini boşaltarak Yeni Gurna'ya gitmeleri durumunda, Gurna-hlara ücretsiz eğitim, ucuz gıda ve garantili iş sağlanması güvencesi veriyor.

Birgün, 25.03.2007

İZMİR'İN YAKIN TARİHİ GÜN IŞIĞINA ÇIKIYOR

 

Başbakanlık Devlet Arşivi Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı'nda bulunan İzmir'e ilişkin, içinde ulaşımdan, haberleşmeye, kentsel altyapıdan, yatırımların oluşumuna kadar birçok konuya ilişkin konuların olduğu 25 bin belge kente kazandırılıyor. Belgelerin İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Priştina Kent Arşivi ve Müzesi'ne devredilmesine ilişkin protokolün, önümüzdeki günlerde imzalanması bekleniyor.


Geçtiğimiz aralık ayında Başbakanlık Arşivi'nde araştırma yapan, aralarında Kent Arşivi yetkililerinin de bulunduğu 7 kişilik bir ekip, "7 bine yakın belgenin kopyalarını" İzmir'e getirerek kent tarihine ilişkin önemli bilgilere ulaşmıştı.

İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Arşivi ve Müzesi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Oktay Gökdemir, bu gelişmenin İzmir'deki araştırmacıları sürekli olarak İstanbul'a gitmekten kurtaracağını belirtti. Gökdemir, böylesine önemli ve büyük miktardaki belgenin teslim edilecek olmasının Başbakanlık Devlet Arşivi yetkililerinin İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Arşivi ve Müzesi'ne duyduğu güveni göstermesi açısından da sevindirici olduğunu dile getirdi.

Yeni Asır, 25.03.2007


DOSYA



PERŞEMBENİN GELİŞİ ÇARŞAMBADAN BELLİ OLDU...

SU KONGRESİ'NDE GİZLİ ILISU ZİRVESİ

 

Antalya'da yapılan Uluslararası Nehir Havzaları Yönetimi Kongresi, Türkiye, Suriye ve Irak'ın gizli su görüşmesine ev sahipliği yaptı.

 

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Irak Su Bakanı Abdüllatif Cemal Reşid ve Suriye Sulama Bakanı Nader al Buddini, önceki gün üçlü toplantıda bir araya geldi. Sınır aşan sular sorununun (Fırat ve Dicle) ele alındığı toplantıda ülkeler arası teknik bir komisyon kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca Fırat üzerinde kurulacak olan Türkiye'nin ikinci büyük barajı Ilısu konusunda da konuk bakanlara bilgi verildi. 22 Mart 2009'da İstanbul'da yapılacak olan 5. Dünya Su Forumu'na hazırlık amacıyla Antalya'da gerçekleştirilen Nehir Havzaları Yönetimi toplantısı çerçevesinde bir araya gelen üç bakanın, Fırat ve Dicle nehirlerinin kullanımıyla ilgili ortaya çıkan durumu masaya yatırdıkları öğrenildi. Görüşme gizli tutuldu. Başka bir otelde kalan Suriyeli bakan, görüşme için kongrenin yapıldığı Gloria Golf Resort Otel'e geldi. Ancak kongrenin yapıldığı salona hiç uğramadı. Üç bakan, oteldeki başka bir salonda bir araya geldi.

 

Alınan bilgilere göre Güler, konuk meslektaşlarına Türkiye'nin ihtiyaçlarına göre su verme politikasının devamı konusunda güvence verdi. Konuk bakanlar ise özellikle Dicle'den daha fazla su bırakılmasını istedi. Ülkeler arasında teknik uzmanlardan oluşan ve ilgili bakanlıklara rapor verecek 'Su Komisyonu' kurulması kararlaştırıldı.

 

Ele alınan diğer konu da Fırat Nehri üzerinde yapılacak olan Ilısu Barajı oldu. Barajı inşa edecek olan Türkiye, Avusturya, Almanya ve İsviçreli firmalardan oluşan konsorsiyumun önümüzdeki hafta 1,2 milyar Euro kredi sağlandığına dair açıklama yapacağı öğrenildi. Iraklı bakana, barajdan bu ülkenin ihtiyacı olan suyun yüzde 50 fazlasının kesintisiz olarak bırakılacağı teminatı verildi. 'Teröre büyük ölçüde darbe vuracağı belirtilen baraja, komşu ülkelerin sıcak baktığı ifade ediliyor. Proje inşaatının üç hafta içinde başlayacağı da konuşuldu.

 

Zaman'a görüşme hakkında bilgi veren Iraklı Bakan Cemal Reşid, Antalya'ya Türkiye ve Suriyeli meslektaşlarıyla görüşmek için geldiğini belirtti. Iraklı bakan, "Üçlü toplantı çok güzel bir havada geçti. Ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin ve kardeşliğin ilerlemesi için bir araya geldik. Ben su savaşları konusundaki komplo teorilerine inanmıyorum. Her şey, karşılıklı işbirliğinin geliştirilmesiyle çözülecektir." şeklinde konuştu.

 

Hafta başında İstanbul'da düzenlenen Irak Yeniden İmar Fonu Donörler Komitesi toplantısına katılan Irak Su Kaynakları Bakanı Reşid, Zaman'a yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki baraj projeleri hakkında tatmin edici derecede bilgilendirilmek ve koordinasyon halinde kalmak istediklerini belirtmişti.

Zaman, Haber: Gürhan Savgı - Çağrı Çobanoğlu, 25.03.2007

 

 

HASANKEYF'E BİR DARBE DE ALMANYA'DAN

 

Almanya ve Avusturya hükümetleri 12 bin yıllık tarihi Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Baraj Projesi'ne 'evet' diyerek tarihi suça ortak oldu.

 

Almanya hükümeti de dün açıkladığı bir kararla Ilısu Baraj ve Hidroelektrik Santralı Projesi'ne kredi teminatını onayladı. Avusturya hükümeti de 8 Mart'ta aynı yönde karar almış ve kredi onayı imzası için kararı Maliye Bakanlığı'na göndermişti.

 

Şimdi gözler Ilısu Baraj Projesi'nin üçüncü ayağını oluşturan İsviçre hükümetine çevrildi. Ama tahminler Almanya ve Avusturya'dan sonra İsviçre hükümetinin de onay vereceği yönünde. Dolayısıyla Hasankeyf'i sular altında bırakacak baraj projesinin kredi sorununun önündeki engeller kalkmış olacak.

 

Ancak barajı yapan hükümet kadar krediyi veren Almanya, Avusturya ve İsviçre hükümetleri de bu tarih katliamından sorumlu olacak. Avrupalı şirketler ve hükümetler olmaksızın gerçekleşmesi mümkün olmayan Ilısu Barajı, 12 bin yıllık bir kültürel mirası, eşi ve benzeri olmayan Dicle Vadisi ekosistemi ve yereldeki insanların sosyal yapısı yok edecek. Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi, yaptığı açıklamada Avrupalı hükümetlerin aldıkları kararı şiddetle protesto etti.

 

Açıklamada "Ilısu Baraj Projesi alınacak bazı önlemlerle düzeltilecek bir proje değil, baştan sona yanlış bir projedir. Bu 3 Avrupa hükümeti kendi kendine kredi teminatı konusunda belirledikleri kriter ve yaklaşımları ihlal ederek, ikiyüzlü davranış sergilemiş, aslında ekonomik çıkarların birinci kriter olduğunu maalesef ortaya koymuşlardır. O çok duyduğumuz Avrupa'nın çağdaş kriter ve değer yargıların nerede olduğunu sormak istiyoruz herkese? Ancak kredi onayı ile birlikte tarih, kültür, çevre dostu herkesi yeni bir mücadele süreci bekliyor. Bu mücadelemizin bir yanı Türkiye, AİHM olurken, diğer yanı bu krediyi onaylayan söz konusu ülkeler olacak. Dolayısıyla Avrupa'nın her yeri Hasankeyf'i yaşatmak için bir mücadele alanı olacak. Bu kredi onaylansa bile inşaat başlamayacak, inşaat başlasa bile bitirilemeyecek, bitirilse bile su tutulmayacak şiarıyla tüm tarih, kültür ve doğa dostlarını dayanışmaya çağırıyoruz. Almanya, Avusturya ve İsviçre hükümetleri açısından sorulması gereken soru, ne zamana kadar bu suça ortak olacaksınız. Kendi geleceğimizi kendimiz belirlemek istiyoruz. Kültür mirası, çevre ve sosyal yapıda kayıplar olmadan bölgesel kalkınman gerçekleşeceği bir gelecek istiyoruz" denildi.

Birgün, 27.03.2007

 

 

VE TABİİ ARKASINDAN....

 

 

HASANKEYF'E BİR DARBE DE MECLİS KOMİSYONU'NDAN

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi İçişleri Komisyonu'nda, Batman'ın Hasankeyf İlçesi'nin Merkezinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı kabul edildi. AKP Tekirdağ Milletvekili Ziyaeddin Akbulut başkanlığında toplanan komisyonda, llısu Barajı'nın yapılması halinde su altında kalması beklenen Hasankeyf İlçesi'nin yerleşim merkezinin taşınmasına ilişkin tasarı ele alındı.

 

AKP Ankara Milletvekili Nur Doğan Topaloğlu, llısu Barajı'nın tamamlanması halinde ilçe merkezinin yüzde 80'inin su altında kalmayacağını ifade ederek, "İlçe merkezi taşındıktan sonra burası, tarihi yer olarak kullanılacak" dedi. Topaloğlu, baraj yapımından vazgeçilmesi halinde bile mevcut yerin yerleşim yeri özelliğini kaybettiğini savundu.

 

CHP İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü, DSİ'nin verdiği bilgiye göre yerleşim yerinin yüzde 80'inin baraj suyu altında kalmayacağını, kazı heyetinin raporuna göre ise yerleşim yerinin yüzde 90'ının su altında kalacağını söyledi. llısu Barajı'ndan yılda 3.8 milyar kilovatsaat elektrik üretilmesinin planlandığını belirten Ülkü, kaçak ve kayıp elektrik miktarının 12 milyar kilovat/saat olduğunu; yeni baraj yapımı yerine kaçak ve kayıp elektriğin önlenmesi gerektiğini ifade etti.

 

Komisyonda benimsenen tasarıya göre, Hasankeyf ilçe merkezi, Hamduni ve Kutu sırtlarının güney yamaçları, Gelepür sırtının batı yamaçları, Aşintepe sırtı ve Birke Tepesinin doğu yamaçları, Kesmeköprü ve Kuru Mahallesinin kuzeyi ile çevrilmiş alana nakledilecek.

Hasankeyf İlçesi, yeni yerleşim yerine nakline kadar geçecek sürede, halen bulunduğu yerde hukuki varlığını sürdürecek. Hasankeyf Belediyesi, yeni yerleşim alanının imar planları ve altyapı çalışmalarını yürütmekte görev ve yetkisini kullanabilecek.

 

İlçe merkezi yeni yerleşim alanına hukuken taşındıktan sonra, Hasankeyf İlçe Merkezi Belediyesi hukuki varlığını yeni yerleşim yerinde sürdürecek ve belediyenin eski yerdeki hukuki varlığı sona erecek.

Birgün, 28.03.2007

 

 

OYSA DÜNYADA...

 

 

BARAJ YAPMANIN SUYU ÇIKTI





Dünyanın önde gelen birçok ülkesi kendi halklarından gelen yoğun tepkiler üzerine, birçok baraj ve elektrik santralları inşaatını durdurdu. Çevre ile ilgili olarak önemli çalışmalar yürüten WRI'nın (Worldwatch Institute) yayımladığı, barajlar ve elektrik santrallarının insan hayatına olumsuz etkileri konulu raporu oldukça dikkat çekici bulgulara sahip. İşte rapordan bazı başlıklar:

- Afrika'da bulunan Viktoria Gölü'nde, baraj ve santrallardan kaynaklanan problemler yüzünden balık türlerinin yüzde 60'ı yok oldu.

- Şili'de bulunan Biobio Nehri üzerinde inşa edilen Pangue Barajı çeşitli eleştirilere maruz kalıyor. Yöredeki sivil toplum örgütleri, barajın büyük zararlara yol açabileceğini ileri sürüyorlar.

- Çin'de, Yangtsey Nehri üzerinde inşa edilen Sanxia Barajı da sert eleştirilere uğrayan projelerden biri. Çin hükümetinin verilerine göre yaklaşık 1.8 milyon insan baraj bölgesinden göç etmek zorunda kalacak. Binlerce köy ve 104 küçük şehir baraj suları altında kalacak.

- Amerika'nın Kaliforniya bölgesindeki sulama, baraj inşasından önce başlatıldı. 1910 yılında, 200 bin hektarlık bir alanın sulanmaya başlatılması toprak tuzlanmasına neden oldu. Baraj inşalarından sonra problemler artarak büyüdü. Sadece Kaliforniya'da irili ufaklı 27 baraj inşa edildi. Ne var ki doğa, yaşanan gelişmelere karşı cevabını suyun tuzlanması ile verdi. Zarar sadece bununla da kalmadı ve Colorado Nehri yoluyla Meksika'ya kadar yayıldı. Amerika, Meksika'ya birkaç yüz milyon dolar harcama yapmak zorunda kaldı.

- Mısır'ın cenneti olacağı propagandası ile inşa edilen Assuan Barajı, plan ve programlardan kaynaklanan yanlışlıklar sebebi ile çok geçmeden olumsuz sonuçlar vermeye başladı: Çölleşme, toprak tuzlanması, bazı hastalıkları artırdı.

Cumhuriyet, 27.03.2007


OSMANLI DÖNEMİNE AİT MEZAR TAŞLARI KORUMA ALTINA ALINDI

 

Balıkesir'in Burhaniye İlçesi'ndeki tarihi türbeden çıkan mezar taşları belediyede korumaya alındı.

 

Muhiddin-i Rumi'nin türbesindeki restorasyon çalışmaları sırasında çıkan Osmanlı dönemine ait mezar taşları, incelenmek üzere belediye tarafından koruma altına alındı. Taşların, üzerindeki Osmanlıca yazılar tercüme edildikten sonra gerekli yerlere teslim edileceğini belirten Burhaniye Belediye Başkanı Fikret Akova, "Türbenin yenileme çalışmaları sırasında bulunan taşları incelemek için belediyemize getirttik. Arkadaşlarımız üzerlerindeki yazıları inceledikten ve hangi döneme ait olduğu ortaya çıktıktan sonra gerekli yerlere teslim edeceğiz." dedi. Belediyenin giriş bölümünde duran taşlar ilgi odağı olurken vatandaşlar, "Burhaniye tarihi bir yer. Her taşın altından mutlaka tarih çıkar." dedi.

Zaman, 25.03.2007

FATİH CAMİİ'NİN ZEMİNİNE RAYLI SİSTEM





Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Fatih Camii muhtemel bir depremde yıkılma riskine karşı ilginç bir yöntemle korunacak. Mimar Sinan'ın, Edirne'deki Selimiye ve İstanbul'daki Süleymaniye Camii'nde hayata geçirdiği raylı sistem Fatih Camii'nde de uygulanacak.

Cami tamamen kaldırılarak altına izolasyon yapılıp sismik aletler yerleştirilerek yüzer tablo haline getirilecek. Böylece cami, deprem anında tablo üzerinde gidip gelerek yıkılmaktan kurtulacak. 25 milyon dolara mal olacak proje için Anıtlar Kurulu'ndan gerekli izin 2 yıl sonra çıktı. Projenin ihalesi önümüzdeki aylarda yapılacak.

 

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethettikten sonra 1470 yılında inşa ettirdiği ve adını koyduğu cami, biri kilise olmak üzere iki büyük yapıda kullanılan raylı sistem ile korunacak. Üç büyük depremde yıkılıp yeniden inşa edilen, 17 Ağustos 1999'daki 7,4 büyüklüğündeki depremde ise ayakta kalmayı zor başaran beş asırlık cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün çalışmaları sayesinde yeniden hayat bulacak. Tarihi caminin 6 santim kayan zeminini fora kazık çakarak sağlamlaştırmaya çalıştıklarını ifade eden Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, burayı külliyeleri, avlusu, sebili, şadırvanı ve kütüphanesiyle bir bütün olarak ele aldıklarını kaydetti. Beyazıt, "Caminin zemininde ciddi problemler var. Cami, Vatan Caddesi'ne doğru 6 santim kaymış. Vatan Caddesi'nde yaşanan 5,0 büyüklüğündeki deprem camiyi 7,0 büyüklüğünde etkiliyor." dedi.

 

Caminin altına izolasyon yaparak ve sismik aletler yerleştirerek yüzer tablo haline getirileceğini anlatan Beyazıt, eserin tamamının deprem anında tablo üzerinde gidip gelerek yıkılmaktan kurtulacağına dikkat çekti. Bu yöntemin Yeni Zelanda ve Amerika'da yapıldığını, şimdi ise Türkiye'de ilk kez bir camide uygulanacağını dile getiren Beyazıt, eserin yüksek şiddetteki depreme karşı da dayanıklı olacağını vurguladı. Eserin deprem güçlendirmesiyle ilgili olarak Boğaziçi Üniversitesi'nin bir araştırma yaptığını ve onarım çalışmaları için Anıtlar Kurulu'ndan 2 yıl sonra kararın çıktığını hatırlatan Beyazıt, proje ihalelerine haziran-temmuz aylarında başlanabileceğini söyledi.

 

Beyazıt, Yenikapı Mevlevihanesi, Süleymaniye ve Nuru Osmaniye camilerinin projelerinin de 2 yıl sonra Anıtlar Kurulu'ndan geçtiğini belirtti.

Zaman, Haber: Habibe Demircan, 25.03.2007

ÇANAKKALE'YE HEYKEL TARLASI

 

Çanakkale savaşlarının yaşandığı Gelibolu Yarımadası, OPET'in başlattığı 5 milyon dolar bütçeli Tarihe Saygı Projesi'yle restore edilecek. Yarımada uluslararası bir yarışmaya da ev sahipliği yapacak. OPET Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk, "Heykel Tarlası ismiyle uluslararası bir yarışma düzenlemeyi planlıyoruz. Barışa yönelik olacak bu yarışmaya dünyadan pek çok sanatçı heykel tasarımlarıyla katılabilecek" diye konuştu. Öztürk, yarışma sonunda ödül alan heykelin bölgeye dikileceğini kaydetti.


Eceabat Meydanı'na "barış anıtı" koymayı düşündüklerini, anıtla ilgili olarak mimari çalışmaların devam ettiğini kaydeden Öztürk, şunları söyledi: "Şu anda Prof. Dr. Tankut Öktem'in üzerinde çalıştığı bir anıt projemiz var. Bu anıtla, denizden geçenlerin nereye geldiğini hissetmesini istedik. Eceabat, yarımadaya giriş yeri. Denizden görünümü çok kötü durumdaydı. Ücretsiz dış cephe boyaları verdik. 80 öğrencinin kalabileceği bir gençlik merkezi ve tuvalet yapılıyor. Estetik duygusunu aşılamaya çalıştık. Bayraktepe'deki bayrağı yeniliyoruz. Dünyanın en korkunç savaşının yaşandığı bu topraklarda, insanımızın daha huzurlu yaşamaya ihtiyacı var. Türk vatandaşı ve Türk şirketi olarak, el birliğiyle bir barış çağrısı yapmak ve savaşmanın değil, barışın önemini kavratmak istiyoruz. Amacımız, ülkemizi gurur duyacağı şeylere kavuşturmak."

Milliyet, Haber: Eylem Türk, 25.03.2007

KORUNANI DA ÇALDILAR!





Eminönü Yeni Cami'nin arkasında yer alan, 4 Osmanlı padişahının mezarlarının da bulunduğu Hatice Turhan Sultan Türbesi'ne ait selvi motifli 33 tarihi İznik çinisi çalındı. 24 saat koruma altında bulunan türbedeki hırsızlık tesadüfen ortaya çıktı. Türbeler ve Müzeler Müdürü Erman Güven, türbeyi gezerken pencere içindeki çinilerin eksik olduğunu fark etti. Güven, durumu bakanlığa, emniyete ve cumhuriyet savcılığına bildirdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı soruşturma başlattı.


Hırsızlık, Paris'te açık artırmaya çıkarılan çinilerle ilgili yapılan araştırmada ortaya çıktı. Bu ay yapılan Christie's müzayedesinde tanesi 75 bin, 60 bin ve 46 bin euro fiyatlarla alıcı bulan çinilerin, Topkapı Has Oda ile Eyüp Sultan Camii ve türbesine ait olduğu belirtilmişti. Harekete geçen Kültür ve Turizm Bakanlığı çinilerin hangi türbelere ait olduğunu tespit etmek amacıyla Türbeler ve Müzeler Müdürü Güven'i görevlendirdi.
 

Güven, elindeki envanter ve müzayede kataloğu ile tek tek türbeleri dolaşırken Hatice Turhan Sultan Türbesi'nin girişinde sol tarafta bulunan pencere içlerindeki selvili İznik çinisi panonun yerinden söküldüğünü fark etti. Envanter kayıtlarında görünen ancak duvarda bulunmayan çinilerin çalındığı da böylelikle ortaya çıktı.


Hırsızlığı ortaya çıkaran Erman Güven, içeriden yardım alınmadan soygunun yapılamayacağını belirterek şöyle konuştu: "Türbenin iç tarafında, pencere içindeki kısımdan 33 İznik çinisi gitmiş. Öyle profesyonelce yapılmış ki, alaşılmasın diye pencerenin kapağı kadar kısmı sökülmüş. Pencere kapağı açıldığında çinilerin üzerine geliyor. Böylelikle eksik çinileri göremiyorsunuz. İçeriden yardım alındığı kesin. 2 bekçisi var, ama bize kimse haber vermedi. Restorasyon da yeni yapılmıştı. Bir yıl önce rölövesi alınmış. Yani bir yıl içinde olduğu kesin."

Hatice Turhan Sultan Türbesi Eminönü Meydanı'ndaki Yeni Cami Külliyesi'ne dahil. 1663 yılında tamamlanan türbenin mimarı Yeni Cami'nin de mimarı olan Mustafa Ağa. Türbe, külliyenin Mısır Çarşısı yönünde, Hünkar Kasrı'nın karşısında bulunuyor. Bu türbe, içinde gömülü beş padişah ve çok sayıda hanedan mensubuyla Osmanlı Hanedanı'nın en büyük kabristanlarından sayılıyor. Türbede Sultan IV. Mehmed ve annesi Hatice Turhan Sultan'ın yanı sıra Sultan III. Osman, Sultan II. Mustafa, Sultan III. Ahmed ve Sultan I. Mahmud'un mezarları yer alıyor. İç mekan, pencere içleri ve türbenin kapı girişindeki dış revakların altları tamamen İznik çinileriyle süslü bulunuyor. Çinileriyle ünlü türbe geçen yıl restore edilmişti.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 25.03.2007

BEYAZDAMAR KİLİSESİ VE DİĞERLERİ

Ecevit, 2001'de, memleketteki belde adları ile ilgili, sonradan geri çekilen bir genelge çıkarmıştı. Genelge, beldelerin bugünkü adlarının yerine eskiden var olan Türkçe adlarının kullanılmasını öneriyordu.

O vakitler, hayretler içerisinde, bakalım hangi kentlerin eski adı Türkçe imiş diye araştırmış ve epeyi eğlenmiştim. Ecevit'e de benzer bir uyarı gelmiş olmalı ki genelgesini alelacele geri çekmişti. Bugünlerde "beyazdamar kilisesi"ni, "hatıra harabeleri"ni ve ballı İtalyan mimarları işitince eski çalışmayı çekip çıkardım arşivden.

Anadolu kent adları yolculuğuna Meydan Larousse (İstanbul 1972) ve Dr.Reinhardt Stewig'in"Batı Anadolu'nun Kültürel Gelişimi" (İstanbul, 1973) kaynaklarından çıkmıştım. Ben çocukken TRT'de Anadolu'nun "anne dolu"dan geldiğini anlatan bir masal vardı. Anadolu: Anatolia ve Rumca "güneşin doğduğu taraf" ve bazı dilbilimcilerce Rumca'dan da eski bir kökeni olduğu iddia edilen bir sözcük. Her halükarda, Türkçe kökenli değil.

İstanbul'dan başlayalım: 1970'lerde bazı aklıevveller İslambol'dan geldiği hurafesini gündeme getirmişlerdi Stinpolis'in (Rumca "kente doğru" demek), dünyanın en kozmopolit kentinin adının.

Yolumuza devam edelim: Denizi olmayan Denizli, Diopolis Rhoas'tan uydura uydura Donguzlu, Donuzlu, Tonguzluk, Dengizli ve nihayet Denizli olmuş.

Ne balığı ne de esiri olan Balıkesir, gene Rumca Palaio Kastro'dan; Sakarya Rumca "çakal" demek olan Sangaria'dan; Bilecik Rumca Belokomme'den; Bitlis Büyük İskender'in kumandanlarından Batlis'ten; Bodrum Latince Petronium'dan; onu görmeyenin bahtı kara Ankara ya Hititçe Ankuwa, ya Farsça "üzüm" demek olan Engür'den ya da Rumca "koruk" demek olan Aghurida'dan; Ordu Rumca Kotyora'dan; ciharşembe yani Farsça dördüncü güne benzetilerek uydurulmuş Çarşamba kasabası Rumca Themiskyra'dan (yani iki kez uydurma); kadılar kenti Kadıköy, Rumca bugün 'Kurbağalıdere' veya 'Bokludere' denen Calchedon'dan; yeni vilayetlerimizden Aksaray, Rumca Archelais'den; yeri dar Darıca Rumca Dacidyza'dan; çanların kırıldığı Çankırı, Rumca Gangra-Kangiri'den; dosdoğru Eğridir, Rumca Agrea'dan; Gaziantep Ermenice Anthaph'dan; saçları lüle lüle Lüleburgaz Rumca Lulebergus'dan; Kütahya Rumca Kotyaion'dan; Kandıra Rumca Candra'dan; Kırklareli Rumca Saranta Ekklesies yani Kırk Kilise'den; en dindar kentimiz Konya Frigce Kawania, sonra Latince Iconium'dan geliyor... Yolculuk yorucu, yaratıcılık muazzam değil mi?

Ama biz yolumuza devam edelim. Adana Rumca ve Yunan mitolojisinde göklerin hakimi, Zeus'un ağababası Uranus'un oğlu Adanus'dan, Afyon Rumca Opion'dan, Alanya Arapça Alaiye'den, Anamur Latince Anemurium'dan, Tokat Ermenice Togayit'ten, Silifke Büyük İskender'in kumandanlarından Selefkos'tan, Amasya Rumca Amaseia'dan, Amasra Rumca Amastris'ten, Antalya Bergama Kralı İkinci Attalos'tan, Zonguldak Fransızca Zone Guldag yani Güldağı Bölgesi adlandırmasından, Kastamonu Komnen Kalesi anlamına gelen Kastra Komneni'den, Bergama Rumca Pergamon, Lapseki Rumca Lampsakos, Balat Latince Palatium, Maraş Asurca Markasi, Mardin Süryanice Marde'den, Muğla Rumca Mobella'dan, Milas Rumca Mylassa'dan, Nusaybin Rumca Nisibis'den. Yaban kirazı demekmiş...

Rize'den girelim bu sefer: Rize Rumca Rizea'dan, Samsun-Amisos, Zile-Zela, Sivas Sebastia, Sinop-Sinope, Trabzon-Trapezus, Siirt Keldanice kent anlamına gelen Keert, Polathane-Platanea, Malazgirt-Mantzikert, Silivri-Selymbria, Erdek-Artaki, Tirebolu-Tripolis, Gördes-Kordus, Manisa-Magnesia, İzmir-Smyrna, İznik-Nikaia, Bolu-Polis, Bursa-Prusa, Gelibolu-Gallipolis, Edirne-Hadrianopolis, Edremit-Adramytteion, bütün Ereğli'ler Herakleia, Giresun-Kerasus veya Ceresia yani yabankirazı, hoş değil mi? Gönen Konane'den, Kars Karis'ten, Kayseri ise Caesarea yani "Sezar kenti"nden.

Geriye kalıyor Çanakkale, Eskişehir, Gümüşhane, Tunceli, belki Kırşehir, Nevşehir ('nev'i Farsça, 'şehr'i Arapça), Bingöl (eski adı Ermenice Çapakçur), Tunceli (eski adı Kürtçe Dersim), Ağrı (Ararat), Adıyaman, Adapazarı ve Alaşehir...

Ecevit'in genelgesi ilk açıklandığında, bana 1980'lerin ortasında komşunun çökmekte olan rejimini ve topluma yeni bir hedef göstermekten aciz Bulgar Komünist Partisi Genel Sekreteri Todor Jivkov'un Bulgar Türkleriyle Müslüman Pomakların adlarını Slavlaştırma kampanyasını anımsattı. Daha yakın bir tarihte ise Sırp Çetniklerin Boşnak'tan arındırdıkları köylerin hemen hemen hepsine, yaratıcılık özürlü olduklarından Sırbınje adını takmalarını. Ürkütücüydü açıkçası.

Her ne kadar bu ülkedeki 'mozayik' çoktan aforoz edildiyse de, o hoş sentezin 'sen'i gitmiş, tek tezi kalmışsa da biz gene umut edelim yukarıda sıraladığımız adlar o genelgeleri kaleme alan zihniyete kurban gitmesin. Bu amaçla tüm Anadolu tanrılarını imdadımıza çağırıyorum.
Agos, Yazı. Cengiz Aktar, 23.03.2007




18 - 24 Mart 2007

DEFİNE AVCILARI LANETE RAĞMEN MEZAR AÇIYOR

 

Dünyada hiçbir ülkenin sahip olmadığı açık hava müzeleri ve antik kentlerle dolu olan Türkiye, tarihine sahip çıkamıyor. Üzerinde “Mezarın içinden bir şey alan lanetlenir” uyarısı bulunan Çanakçı Kaya Mezarları, define avcıları tarafından tahrip edildi.





Mersin'in Erdemli İlçesi'ne bağlı Ayaş beldesi Kanlı Divane Antik Kenti yakınlarındaki Çanakçı Kaya Mezarları’nın, define arayanlar tarafından kırılarak tahrip edildiği ileri sürüldü. Mersin Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ümit Aydınoğlu, alınan tüm önlemlere rağmen define bulma hayaliyle yapılan kaçak kazıların önüne geçilememesinin, Türkiye'nin tarihi geçmişine büyük zarar verdiğini söyledi. Aydınoğlu Çanakçı Kaya Mezarları’nın define arayanlar tarafından kırılarak tahrip edildiğini belirtti.

 

Çok sayıda uygarlığın yerleşim merkezi olarak kullanılan Kanlıdivane Antik Kenti, MÖ 11’nci yüzyıl sonlarında kuruldu. Antik kentin batı kısmındaki yeni adıyla ''Çanakçı'', eski adıyla ''Nekropol'' kayalıklara, dönemin kralı Hekataios Xerakseos tarafından, torunları ve herhangi bir varisi tarafından kullanılmaması için mezarlar yaptırdı. Ayrıca, mezarın üstüne de emirler yazarak ''mezarın içinden hiçbir şey alınmamalı, başka gömü konulmamalıdır. Buraya sadece Hekataios ve karısı Tatatos gömülmelidir. Bu kuralları çiğneyecek biri çıkarsa işte o inançsızdır (Tanrısızdır) O, Zeus, Selene ve Helios'un her birinin kutsal alanına 600 kutsal drahmi ödemelidir. 1000 drahmi de baş rahibe ödemelidir. Kuralları hiçe sayan olur da mezarlara başkası gömülürse ve mezarlar gömü için aranırsa, arayan kişiler mezarlar tarafından lanetlenecektir'' uyarısı yer alıyor.

Bugün, 24.03.2007

BERLİN'DEKİ ZEUS SUNAĞI'NA ZİYARETÇİ AKINI

 

 

Uygarlıkların beşiği Anadolu’nun eşsiz tarih hazinelerinin en önemlilerinden olan Bergama Zeus Sunağı, anayurdundan binlerce kilometre uzakta, Almanya’nın Başkenti Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde ziyaretçi akınına uğruyor.

‘’Müzeler Adası’’ndaki beş önemli müzeden biri olan Pergamon’da, 1865 yılında Carl Humman başkanlığında başlatılan kazılarda ortaya çıkarılan arkeolojik eserler sergileniyor. 1930’da tamamlanan müzede sergilenen farklı dönemlere ait hazine niteliğindeki arkeolojik eserler arasında en değerli parça olarak gösterilen Bergama (Zeus) Sunağı (MÖ 165), Almanya’nın yanı sıra çeşitli ülkelerden gelen turistlerin en çok ilgi gösterdikleri eserler arasında yer alıyor. Anadolu’dan götürülen nadide parçalarla kurulan Pergamon Müzesi’ni ziyaret edenlerin, giriş ücreti ve müzede satılan hediyelik eşyalar için yılda yaklaşık 30 milyon euro ödedikleri öğrenildi.

Müzede, Anadolu başta olmak üzere, çeşitli bölgelerden toplanan parçalarla oluşturulan İslam Sanatları Müzesi de ilgi çeken bölümlerin başında geliyor. Carl Humman’ın 1864’te bir yol inşaatı dolayısıyla Bergama’ya geldiği ve yol çalışmaları sırasında tesadüfen ortaya çıkan eserlerle yakından ilgilendiği belirtiliyor. Uygarlık tarihinin en eski yerleşimlerinden biri olarak öne çıkan Bergama ya da antik söylemiyle Pergamon, bu tarihten sonra başlatılan kazılarla gün ışığına çıkarılıyor. Zeus Sunağı’nı Almanya’ya götüren Akropol’deki kazıların öncüsü Carl Humman’ın mezarı, vasiyeti üzerine Bergama’daki Akropol’de bulunuyor.

Bugün, 24.03.2007

125 YILLIK ERMENİ KİLİSESİ BAR OLDU

 

İstanbul Beyoğlu'ndaki tarihi bir kilise, bundan sonra farklı bir amaca hizmet edecek. Büyükbayram sokakta bulunan 125 yıllık Ermeni kilisesini artık ibadet etmek isteyenler değil, eğlenmek isteyenler dolduracak. Kiliseyi Ermeni Vakfı'ndan 50 yıllığına kiralayan şirket, yeniden dekore edip "The Hall" adını verdiği mekânda müzik ve eğlence dünyasına yeni bir soluk vermeye çalışacak.

Açılışı önceki gece yapılan mekânın kilise yapılmadan önce 10 yıldır kullanılmadığını söyleyen proje sorumlusu Ahmet Buğdaycı, "Burası sadece bir bar ya da kulüp olarak hizmet vermeyecek. The Hall her türden organizasyona açık bir mekân olacak. Çağdaş sanat, tasarım, moda, kültürel etkinlikler ve performans merkezi olarak faaliyet gösteren bir yer olacak" dedi. Açılış gecesinde garsonların keşişler gibi giyinmesi dikkat çekti.

Sabah, Haber: Öner Öngün, 24.03.2007

XI. ORTAÇAĞ-TÜRK DÖNEMİ KAZILARI VE SANAT TARİHİ ARAŞTIRMA SEMPOZYUMU "PROF.DR. RAHMİ HÜSEYİN ÜNAL'A ARMAĞAN"

 

"Ortaçağ-Türk Dönemi Kazı Sonuçları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu"nun onbirincisi, 17-19 Ekim 2007 tarihleri arasında Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü tarafından İzmir’de düzenlenecek.

 

"XI. Ortaçağ-Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu", yaptığı çok sayıda bilimsel çalışma ve etkinlikle Sanat Tarihi araştırmalarına önemli katkılar sağlayan, çok sayıda bilim adamının yetişmesinde emeği bulunan, ayrıca “Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları Sempozyumu”nun öncülüğünü yapan, Ege Üniversitesi'nde Sanat Tarihi Bölümü'nün kurucusu Prof. Dr. Rahmi Hüseyin Ünal’a armağan olarak düzenlenecek ve bildiriler bir kitapta toplanacak. Programa katılım için son başvuru tarihi 31 Mart 2007 olarak belirlenmiş.

TAYHaber, 24.03.2007

ULUSLARARASI SİLVAN TARİHİ SEMPOZYUMU

 

16-18 Kasım-2007 tarihleri arasında Silvan Kaymakamlığı, Silvan Belediyesi ve Şarkiyat Araştırmaları Derneği işbirliğiyle Uluslararası Silvan Tarihi Sempozyumu düzenleneceği açıklandı.

 

Amacı, Silvan İlçesi'nin tanıtımını sağlamakla birlikte, bu maksatla Silvan’a hakim devletleri ve onların Silvan’da miras olarak bıraktıkları mimari yapıları, kültürel, ilmi ve edebi zenginlikleri daha fazla tanınmasını sağlamak, tarih boyunca ilçede yetişmiş önemli simalardan, alimlerden halkı haberdar etmekle birlikte imkanların el verdiği ölçüde tarım, hayvancılık vb. diğer birçok alanda bilimsel tebliğler sunmak, Silvan’la ilgili ister şimdi ister daha önce yapılmış ilmi çalışmaları tespit edip ilim dünyasına sunmak ve bu sempozyum sayesinde başta Üniversitedeki idarecilerin dikkatlerini Silvan’a çekerek Silvan’da en azından bir Yüksek Okul'un açılmasına sebep olmak olarak açıklanan Sempozyum'a son bildiri özeti gönderme tarihi 30 Mayıs 2007 olarak belirlenmiş.

TAYHaber, 24.03.2007

"SELÇUKLU MİMARİSİNDE FORM BELİRLEYEN ETMENLER"

 

İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Araştırma Merkezi tarafından "Sanat Tarihi Konferansları" dizisi çerçevesinde düzenlenen konferanslar serisi Prof. Dr. Oluş Arık ile devam ediyor. "Selçuklu Mimarisinde Form Belirleyen Etmenler" konulu konferans 3 Nisan 2007 tarihinde saat 15.00'de İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Kurul Odası'nda gerçekleşştirilecek.

TAYHaber, 23.03.2007

BÜYÜKŞEHİR TARİHE SAHİP ÇIKTI

 

Erzurum'da, Cumhuriyet Parkı'nda bulunan Şehitler ve Gaziler Anıtı'ndaki Osmanlı-Rus Savaşları'nda bölgede gösterilen kahramanlığı sembolize eden heykelin çalınan kılıcının yenisi yapıldı.

 

Erzurum Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri İrfan Salın, yaptığı açıklamada, bir ay önceki heykelin elinde bulunan kılıcın sökülme olayının tarihe yapılan bir yanlış olduğunu ifade ederek, Erzurum gibi tarihi bir şehirde böyle bir olayın gerçekleşmesinin, Erzurum ve Erzurum tarihi açısından üzücü bir olay olduğunu söyledi.

 

Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından tescillenen anıtın, kurul kontrolünde kılıcın yeniden yaptırıldığını anlatan Salın, ''Tarihe sahip çıkmak sadece bizim değil tüm vatandaşlarımızın görevidir'' dedi.

Erzururm Gazetesi, 23.03.2007

TARİHİ HARRAN EVLERİNDEN 100 TANE KALDI, 99'U AHIR

 

Dünyanın en eski yerleşim birimlerinden biri olan Şanlıurfa'nın Harran İlçesi, 'beton bina' salgınına direnemiyor. 5 bin yıllık geçmişe sahip 'Harran evleri' hızla yok oluyor.





Bölgenin sit kapsamına alındığı 1979 yılında 960 olan tarihi evlerin sayısı, her sene azalarak 100'e kadar düştü. Konik kubbeli toprak yapılar için kilometrelerce uzaklıktan gelen yerli ve yabancı turistler, gördükleri manzara karşısında hayal kırıklığına uğruyor. Çünkü ilçede turizme açık sadece bir ev var. Geriye kalanlar yöre halkı tarafından ahır, samanlık ve depo olarak kullanılıyor. Bunun sebebi araştırıldığında ise acı bir gerçek ortaya çıkıyor. Tarihi yapılar bugünkü ihtiyacı karşılamadığı için kimse bu evlerde oturmak istemiyor. Halk, bunları yıkıp yerine betonarme bina dikmeye çalışıyor. Devlet de bölgeyi 'sit alanı' ilan etmekle yetiniyor. 4,5 kilometrelik sahada kimse çivi bile çakamıyor; ama bakım yapılmadığı için Harran evleri bir bir toprak oluyor. Külah tipindeki evler için 'modası geçti' diyen yöre halkı ise kendisini şöyle savunuyor: "5 bin yıl önceki insanlar gibi yaşamak zorunda mıyız?"

 

İlçedeki birçok vatandaş sit alanına betonarme bina yaptığı için mahkemelik. Bu yüzden vatandaşlarla tarih meraklısı turistlerin ortak bir dileği var: "Sit alanında tapusu bulunanlara devlet yeni ev yapmaları için arsa versin. Evi olanlara da TOKİ vasıtası ile ev yapılsın ve bu tarihi güzelliklerin tamamı turizme kazandırılsın."

 

Harran eski kaymakamlarından İbrahim Halil Akşit'in gayreti ile kurularak turizme kazandırılan bu konik evlerden birini işleten Reşat Özyavuz, elinde 3 arsanın tapusunun bulunduğunu; ancak buraya hiçbir şekilde bina inşa edemediğini söylüyor. Özyavuz, "Biz de istiyoruz buranın tarihi yapısı korunsun. Ancak 5 bin yıl öncekilerin yaşadığı gibi yaşamak zorunda mıyız? Tapulu arsalarımıza modern binalar dikmek bizim de hakkımız; ama buna izin verilmiyor." diye konuşuyor. Harran'daki tarihi yapıları görmek için Mersin'den gelen öğretmen Ali Akın, konik kubbeli evlerin samanlık veya ahır olarak kullanıldığını gördüğünde çok üzüldüğünü söylüyor. Eşi ve çocuğu ile bölgeye gelen Meryem Tüker de, "Tarihi mirasın yok olmasına göz yumulmamalı." diyor. Harran Belediye Başkanı İbrahim Özyavuz ise evlerin boşaltılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na proje sunduklarını ve ev sakinlerinin ikamet edebilmeleri için Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ) bünyesinde 500 konutun yapılmasını istediklerini aktarıyor. Şanlıurfa İl Kültür ve Turizm Müdürü Selami Yıldız, bölgenin tarihi dokusunun korunması için sonradan yapılan 189 evin yıkımına karar verildiğini kaydediyor. Boşatılan sit alanının tamamının koruma altına alınarak butik otel amaçlı kullanılacağını ifade eden Yıldız, TOKİ tarım kent projesi kapsamında bölgeye 200 evin yapılacağının müjdesini veriyor. Selami Yıldız, sit alanının içerisindeki özel mülkiyetli evlerin bakanlık imkanları ile kamulaştırılmasının planlandığını, ödenek gelir gelmez bu projenin de hayata geçirileceğini aktarıyor.

 

Konik kubbeli Harran evleri, taşların üst üste bindirilmesi tekniği ile inşa ediliyor. İnşaattan sonra balçık harçla kubbe ve duvarlar sıvanıyor. İklimine uyumlu evler, yazın serin, kışın sıcak oluyor. Bu evlerde tavukların çok yumurtladığı; at, inek gibi bazı hayvanların daha uysal olduğu, kuru soğanların çabuk filizlendiği biliniyor. Kültür Bakanlığı, restore etmek ve kültürel fonksiyon vermek üzere evlerden 4 adedini satın aldı. Diğer evlerin tapusu halkta.

Zaman, Haber: H. İbrahim Kaffar, 23.03.2007

GAZİ SANAT MÜZESİ YENİDEN AÇILDI

 

Gazi Üniversitesinin tarihi Mimar Kemaleddin Binası içinde bulunan Resim Heykel Müzesi, yapılandırılmasının ardından kapılarını Ankaralı resim meraklılarına açtı.


Temelleri 1970'lerde atılan müze, Ankara'daki ilk ve Türkiye'de kurulan ikinci üniversite sanat müzesi olarak biliniyor. Müze, kuruluşundan itibaren belli dönemlerde tadilatlar geçirdi ve Resim Bölümü'nün kurulduğu 1932 yılından başlayarak Gazi bünyesinde toplanan eserlerle koleksiyona yeni eserler eklenerek gelişme gösterdi. Böylelikle Türk sanatında önemli yere sahip erken dönem ve Cumhuriyet dönemi ilk kuşak sanatçıların eserlerinden, günümüz sanatçılarının eserlerine kadar uzanan koleksiyonu zenginleşti. Müzede bu koleksiyondan seçilen yapıtlar sergileniyor.


Müzenin geçici sergi salonunda açılan ilk kişisel sergiyse Turan Erol'a ait. Turan Erol'un 'Seçki' adlı sergisi ay sonuna kadar görülebilir.

Radikal, 23.03.2007

İSA İLE İLGİLİ YAZIT

 

 

Oded Golan isimli bir şahıs, İsrail’de sürmekte olan bir davada bir kemik muhafaza kutusunun üzerinde bulunan “Yaaqov bar Josef” yazıtının arkasına “Jeshua’nın (İsa) kardeşi” ibarelerini sonradan eklemekle suçlanıyordu.

Archaeonews’de 21 Ocak 2007 de, Robert Deutsch imzası ile çıkan bir habere göre, mahkeme bilirkişisi Profesör Yuval Goren “Jeshua” ibaresindeki en az iki harfin patinasının orijinal olduğunu bildirdi.

Bu durumda yazıtın orijinal olduğu kesinlik kazanmış oluyor. İsrail Antikalar Müdürlüğü, yazıttaki son kısmın kutunun değerinin arttırmak için eklendiğini düşünerek dava açmıştı.

Minerva Magazine, Haber: Jerome M. Eisenberg, Mart / Nisan 2007

PERU ENVANTERLENDİ

 

Eski eser kaçakçılığının engellenebilmesi için Peru, UNESCO ve Uluslararası Müzeler Komitesi (ICOM) tarafından belirlenmiş standartlar ışığında, korunmakta ve aranmakta olan ulusal miras envanterini hazırladı ve bu listeyi yapan ilk Güney Amerika ülkesi oldu.

 

Sanat dünyasını çalınmış eserler konusunda bilgilendirmek amacı ile daha önce bu envanter Afganistan ve Irak tarafından da hazırlanmıştı. Peru’da sadece 2006 yılında 12 antik yerleşim soyuldu ve 26 evden de eski eser çalındı. Polis kayıtlarına göre toplam çalınan eski eser sayısı 4.870. Geçtiğimiz beş yıl içinde Peru hükümeti, dokuz Güney Amerika ülkesi dışında Mısır, Türkiye, İsviçre ve A.B.D. ile çalıntı sanat eserlerinin karşılıklı iadesi anlaşması imzaladı.

Minerva Magazine, Haber: Jerome M. Eisenberg, Mart / Nisan 2007

JANDARMA ROMA DÖNEMİ PARASI YAKALADI

 

Kocaeli İl Jandarma ekipleri önceki gün yaptıkları operasyonda Roma ve Bizans döneminden kaldığı belirlenen 29 adet sikke ele geçirdi.

 

Jandarma’dan verilen bilgiye göre, İzmit’te iki kişi, ellerindeki tarihi sikkeler için müşteri arıyordu. Alıcı kimliğinde ilişki kuran jandarma yetkilileri, Anıtpark mevkiinde iki tarihi eser kaçakçısı ile buluştu. Üzerlerinde 29 adet tarihi sikke bulunan H.H. ve N.G. isimli sanıklar gözaltına alındı.

Özgür Kocaeli, 23.03.2007

HİTİTLERİN BAŞKENTİ HATTUŞA'DA BİN TANRININ İZLERİ

 

Hattuşa, MÖ 1650 ile 1200 yılları arasında Anadolu’nun büyük bir bölümüne hakim olan Hititlilerin başkenti. Bugün ise Çorum’un Boğazkale ilçesi sınırları içerisinde yer alıyor. Bir asırı aşkın süredir kazı çalışmalarının yapıldığı şehirde, geçtiğimiz hafta dünya tarihine geçecek bir proje gerçekleşti.

Şehrin surlarının yüzde biri, orjinaline yakın olarak tekrar JTI sponsorluğunda inşa edildi. Yapımı yaklaşık üç yıl süren suru ve Anadolu tarihinin en eski uygarlığının kültürel dokusunu anlamak isteyenler için Hattuşa’yı kazı başkanı Andreas Schachner ile birlikte dolaştık.

Dünyanın en eski yerleşim merkezlerinden birisi Hattuşa. Günümüzden 5 bin yıl öncesine ait kültürel verilerin bulunduğu kent, Hititlilerin başkenti olarak tarihteki yerini alıyor. Bin tanrılı kent olarak da bilinen şehir, tarih meraklıları için tüm gizemlerini sergiliyor.

Venedik, Toledo, Kudüs Şam, Roma, Kartaca, Lübeck, Versay, Teotihuacan ve Machu Picchu gibi kentlerle beraber UNESCO Kültür Mirası listesine girerek de adından söz ettiriyor. Boğazkale ilçesi sınırları içerisindeki buram buram tarih kokan Hattuşa, Ankara’ya sadece 200 kilometre uzaklıkta. Çorum’un Sungurlu ilçesi ile arasındaki mesafe ise 30 kilometre.

Hattuşa’da ilk kazı çalışmaları 1893 yılında başladı. Uzun yıllar boyunca buradaki kazıları Alman Arkeoloji Enstitüsü üstlendi. Alman arkeolog Dr.Jürgen Seeher, Türk eşi Ayşe Seeher ile birlikte son bir yıla kadar buradaki kazı başkanlığını yürüten isim oldu. Geçirdiği bir rahatsızlık sonrasında buradaki görevini bırakmak zorunda kalan alman bilim Adamı, yerini kendi vatandaşı arkeolog Andreas Schachner’e bıraktı. Hattuşa bölgesine kazı başkanlığı yapan Schacner ve Ayşe Seeher ile Hititliler’in gizemli dünyasında bir yolculuğa çıkıyoruz.






Surlarla çevrili olan şehre giriş ise anıtsal kapılarla sağlanıyor. Bu kapıların en önemlileri ise Aslanlı, kral ve Yer kapı. Aslanlı Kapı, Hattuşa’nın büyük imparatorluk çağına tarihlenen güney surunun iki görkemli yapısından birisi. Diğeri ise Kral kapı olarak biliniyor. Alman bilim adamı buranın araba geçişleri için kullanıldığını belirtiyor.

Kapı adını dışta pervaz bloklarına işlenmiş iki aslan heykelinden alıyor. Aslanlarda taş işçiliğinin inceliğinin incelebildiğini ifade eden Schachner, sol aslanın başının eskiçağda kırıldığının altını çiziyor: "Güneş ışığının uygun olması durumunda başın hemen sol üsttünde bazı hiyoroglif yazılar ortaya çıkıyor. Bu yazılar tümüyle okunamadı. Alttaki işaret, ’kapı’ anlamına geldiğinden, buraya kapının adı verildi."

Kral kapının en önemli özelliği ise şehrin sembolü haline gelmiş olan bir savaşçının kabartmasının bulunması. Savaşçı zengin bezemeli, kısa bir etek giyiyor. Geniş kemerinde kabzası hilal biçimli, ucu yukarı dönük kısa bir kılıç takılı. Elinde ise görkemli bir balta, başında sorguçlu bir miğfer mevcut. Seeher ise, savaşçının gerçek kimliğinin belirlenemediğini aktarıyor. Hafirlerin onun bir kral olduğunu düşünerek kapıya Kral Kapı adını verdiğini belirterek şunları aktarıyor:

"Fakat miğferdeki boynuzlar tanrı göstergesi olduğu için, kabartma bir tanrı figürü olarak kabul ediliyor. Hava Tanrısı Teşub ile Güneş Tanrıçası Hebat’ın oğlu, Büyük kral IV. Tudhaliya’nın koruyucu tanrısı Şarrumma olabilir."

Kentin güney ucundaki Yer Kapı’nın da özel bir rolü var. Burada 30 metre yüksekliğinde, 80 metre genişliğinde bir toprak set oluşturulmuştur. Bu set üzerinden geçen kent surunun ortalarında Sfenksli Kapı yer alıyor. Tam bu kapının altında, Hattuşa’nın bugün içinden geçilebilen tek gizli yer altı geçiti (potern) var. 71 metre uzunluğunda ve 3 metre yüksekliğindeki poternden geçilerek sur dışına çıkılıyor.

Eski Hitit Çağı Tahıl Deposu, kızlar kaya, sarıkale, tapınaklar, suların depolandığı havuzlar ve sfenksli kapı da şehir de görülebilecek diğer önemli eserler arasında yer alıyor.

Seher yolculuğa en son projeleri ile başlıyor. Arkeoloji ekibi şehri çevreleyen 6.5 kilometrelik Hitit surunun 65 metresini orjinaline yakın bir şekilde tamamen kerpiçten inşa etti. Projenin tamamlanmasıyla anıtsal kerpiç bir yapı dünyada ilk kez gerçek boyutlarında, yeniden, yerinde ayağa kaldırılmış oldu.

Hattuşa kazıları, JTI Türkiye tarafından destekleniyor. Firma bu proje kapsamında da 400 bin dolarlık bir harcama yaptı. JTI Türkiye Genel Müdürü Bilgehan Anlaş, Türkiye’de yalnızca ekonomik olarak değil, toplumsal ve kültürel yaşama da katkıda bulunmaya çalıştıklarını söylüyor. Seeher ise rekonstrüksiyonda tıpkı o dönemdeki gibi surlarda taş, kerpiç, tuğla ve ahşap yapı malzemeleri kullandıklarını aktarıyor. Deneysel arkeoloji adına dünya çapında bir ilki yaptıklarının da altını çiziyor:

"Toprak, su ve saman karıştırarak 64 bin kerpiç ürettik. Bunun için 2 bin 400 ton kerpiç toprağı, 100 ton saman ve 1500 ton su kullandık. Vinç gibi hiç teknolojik alet kullanmadık ve surların ayağa kaldırılması çalışmaları sırasında Hititlerin kullandıkları yöntemlere sadık kaldık."

Surların ardından Hattuşaş’ın en büyük ve etkileyici kutsal mekanı, şehrin 1.5 kilometre kuzeydoğusunda yeralan, yüksek kayalar arasında saklanmış Yazılıkaya Kaya Tapınağı’na gidiliyor. Schachner, Tapınak’ta 90’dan fazla tanrı, tanrıça, hayvan ve hayal ürününün olduğunu vurguluyor.

Yazılıkaya "Yeni yıl şenlikleri evi" olarak tanımlanıyor. Hitit kült metinlerine göre yeni yıl ve ilkbahar törenlerinde bir araya gelen tüm tanrılar ’’Hava Tanrısı’nın Evi’nde’’ toplanıyorlar. Bu şenlikte kentin diğer tüm tapınaklarından tanrı heykellerinin törensel bir alayla Yazılıkaya’ya taşınmış olabileceği düşünülüyor.

Yazılıkaya iki odadan oluşuyor. A Odası’ndaki sol kaya yüzeyinde yalnız tanrılar, sağ tarafta da yalnız tanrıçalar betimleniyor. Ana sahnede Hava Tanrısı ile eşi Güneş tanrıçası ve ortak çocuklarının karşılaşması tasvir ediliyor. Schachner, bu kayalıklara günün her saatine göre farklı şekilde güneş ışınlarının yansığıdını dile getiriyor. Bu nedenlede figürlerin günün bölümlerine gözlemlenebilme durumunun değiştiğini aktarıyor. B odasında ise kılıç taşıyan On İki Tanrı ve "Kılıç Tanrısı" Nergal’in figürleri bulunuyor. 

Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 22.03.2007

KRALIN TACINI SATACAKLARDI

 

Manisa’da, alıcı görünümündeki polislere, M.S. 1’nci Yüzyıl’a ait defne yapraklarıyla süslü altın kral tacını satmaya çalıştıkları ileri sürülen T.Ç. liderliğindeki tarihi eser kaçakçıları K.S., S.T., A.N.Ö. ve İ.Ç. gözaltına alındı.

Zanlıların üzerlerinde yapılan aramalarda, Bergama Krallığı Dönemi’nden kalma olduğu sanılan kolye, küpe ve vazo da ele geçirdi.

Hürriyet Ege, Haber: Ertan Korkmaz, 23.03.2007

ZİNCİRİYE MEDRESESİ RESTORE EDİLİYOR

 

Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından "Restore et, işlet, devret" modeliyle restorasyonu ihale edilen tarihi Zinciriye Medresesi'nde çalışmalar aslına uygun olarak sürüyor. Zinciriye Medresesi'nin restorasyon ihalesini alan firma, medresenin restorasyonunu aslına uygun bir şekilde yapıyor. Restore çalışmalarının yapıldığı tarihi medresede onarım için kullanılan taşlar ve harç, medresenin orijinalinde kullanılan taş ve harçla aynı özelliği taşıyor. Restorasyon çalışmalarında kullanılan harca yumurta akı da ilave ediliyor.

Merhaba Gazetesi, 22.03.2007

İLYAS BEY CAMİİ RESTORE EDİLECEK

 

Didim’de, Türk sanat eserleri arasında orijinal ve nadide bir örnek olarak göze çarpan İlyas Bey Camii'nin restorasyon çalışmalarının başlaması için Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulundan izin bekleniyor.


Didim'in Ak Yeniköy beldesine bağlı Balat köyü sınırları içinde yer alan ve 1404 yılında Menteşoğulları Beyliği döneminde yaptırılan İlyas Bey Camii'nin restorasyonu için özel bir firmayla protokol imzalandı.


Ak Yeniköy Belediye Başkanı Yılmaz Öz, yaptığı açıklamada, caminin yıkılmak üzere olduğunu, caminin kubbesinden çıkan 2 metre boyundaki ağacın, caminin çatısını tehdit ettiğini, söyledi.

Şimdiye kadar hiç bir yetkilinin caminin durumuyla yakından ilgilenmediğini belirten Öz, CHP Aydın milletvekili Özlem Çerçioğlu'nun caminin restorasyonuyla ilgili TBMM'ye soru önergesi verdiğini ifade etti.


Caminin bir an önce kurtarılması için çalışmaların başlaması gerektiğini söyleyen Öz, şöyle konuştu: ''AB projelerine bakıyorsunuz bu kültürlerle ilgili kaynaklardan bir kilise veya benzeri şeylere anında ödenek çıkıyor, ancak bizim tarihi değerlerimize sahip çıkılmıyor. Biz caminin bir an önce bu kötü görünümden kurtulmasını istiyoruz.''


Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri de dikdörtgen planlı, düz ahşap tabanlı caminin restorasyonu için özel bir firmayla protokol yapıldığını belirttiler. Yetkililer, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan bölgede yapılacak çalışma için izin beklendiğini kaydettiler.

Aydın Denge, 22.03.2007

KERVANSARAY'IN RESTORASYON İHALESİ YAPILDI

 

Malatya'nın Battalgazi İlçesi'ndeki 17. yüzyıl Osmanlı eseri olan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı'nın restorasyon ihalesi yapıldı.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde yapılan ihaleye, 14 firma katıldı. İhalenin önümüzdeki on gün içerisinde sonuçlanacağı belirtildi. Malatya'nın önemli tarihi eserlerinden biri olan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı kamulaştırma işlemlerinin ardından restore edilecek.

Zaman, Haber: Emrah Karakütük, 22.03.2007

KALE KAZISINDA ÜÇ TARİHİ SARNIÇ BULUNDU

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ve İl Özel İdaresi tarafından restorasyon çalışmaları devam eden Gaziantep Kalesi'nde, Bizans dönemine ait olan 3 su sarnıcı ortaya çıkartıldı.

 

Kale çevresinde, iş makinelerinin de kullanıldığı çevre düzenleme çalışmaları kapsamında, bahçe olarak düzenlenen alanda çalışma yapan ekipler, birbirine yakın 3 su sarnıcını ortaya çıkarttı.

Kazı ekibi, kayadan oyma çok iyi korunmuş olan su sarnıçlarının etrafını çitlerle çevirerek, kazı çalışmalarını olası yeni buluntulara rastlanması ihtimalini göz önünde bulundurarak daha dikkatli bir şekilde yapmaya başladı.

 

Gaziantep Arkeoloji Müzesi Müdür Vekili Arkeolog Dr. Mehmet Önal yaptığı açıklamada, Gaziantep Kalesi'ndeki restorasyon ve çevre düzenleme çalışmaları sırasında ortaya çıkartılan 3 su sarnıcının ana kayaya oyulduğunu ve 4-6 metre derinliğe sahip olduğunu belirtti. Önal, su sarnıçlarının MS 5. yüzyıl Bizans dönemine ait olduğunu ve 1900'lü yıllara kadar içme suyu saklamak amacıyla kullanıldığını ve günümüze kadar çok iyi korunarak geldiğinin anlaşıldığını bildirdi. Önal, şunları söyledi: "Gaziantep Kalesi'nin eteğinde bulunan alan, çevre düzenlemeleri tamamlanarak park halinde düzenlenecek. Ocak 2006 yılında başlayan bu çalışmanın, 2007 yılı sonuna doğru tamamlanması hedefleniyor. Park alanı, ağaçlandırma ve yeşil alan çalışmaları ile birlikte, bölgenin daha güzel bir görünüm kazanmasına imkan sağlayacak."

Zaman, 22.03.2007

KAŞ'TA YAYLA VE TARİHİ MEKANLAR TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Antalya'nın Kaş ilçesinde yayla ve tarihi yerlerin turizme kazandırılması planlanıyor.

 

'Kaş-Kalkan-Patara Havzası, Turizm Haftası Kutlama Programı' toplantısı Kaymakam Hikmet Aydın başkanlığında yapıldı. Kaş-Kalkan-Patara'da turizmi geliştirmeyi hedeflediklerini söyleyen Aydın, "Bu yıl turizmi daha güzel nasıl yapabiliriz diye düşünmek ve bu doğrultuda sizlerin de düşüncelerinizi almak için bir araya geldik." dedi. Aydın, turizm haftasında geçen yıllardan farklı olarak Gömbe Beldesi, Saklıkent ve Dirgenler Köyü'nde de etkinlikler yapmayı planladıklarını açıkladı. Aydın, bu doğrultuda Kaş'a alternatif turizm olarak yayla ve tarihi yerleri kazandırmayı düşündüklerini söyledi. Turizm haftası etkinlikleri 13 Nisan Cuma günü Kaş ve Kalkan beldesinde yapılacak açılış yürüyüşüyle başlayacak, yürüyüşler ve kır pikniği etkinlikleri ile devam edecek.

Zaman, Haber: Cevat Çoşkun, 22.03.2007

RAMİ KIŞLASI KÜTÜPHANE OLACAK, BÖLGE ESNAFI TEDİRGİN

 

Büyükşehir Belediyesi, Rami Kışlası binasının kütüphane yapılmasını kararlaştırdı. Ancak kışlanın yanındaki Rami esnafı, kışlanın ne olacağı konusunda bilgi sahibi olmamaktan ve kararsızlıktan şikayetçi.

 

Sultan 3. Mustafa döneminde inşa edilen ve 1980 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne devredilen Rami Kışlası'na, Türkiye'nin en büyük kütüphanesi yapılacak. Yaklaşık 250 yıllık tarihi bulunan kışlanın yanındaki Rami Gıda Toptancıları Çarşısı'nın esnafı ise belirsizliklerden dolayı tedirgin. Yetkililerin kendilerine hiçbir açıklama yapmadığını belirten esnaf, kütüphane projesinin hayata geçmesi halinde gıda halinin taşınmasının gündeme geleceğini düşünüyor.

 

İstanbul'un tarihi mekanlarından Rami Kışlası'na Mısır'daki İskenderiye Kütüphanesi'nin bir benzeri inşa edilecek. Bir kısmı gıda toptancıları tarafından kullanılan 220 bin metrekarelik araziye kurulacak kütüphane, Türkiye'nin en büyük kütüphanesi olacak. 2010 yılına yetiştirilmesi planlanan İstanbul Kütüphanesi'nde sanal müze, konferans ve sergi salonları, dinlenme alanları, kitabevleri, laboratuvar ve teknoloji bölümleri bulunacak. Rami Gıda Toptancıları Çarşısı'nın esnafı ise kütüphane yatırımını tedirginlikle karşıladı. Bedrettin Dalan döneminde, yetkililerin ifadesiyle üç yıllığına Rami'ye taşındıklarını belirten esnaf, aradan 20 yıl geçmesine rağmen aynı yerde durduklarını ve belirsizlik halinin hiç bitmediğini kaydetti.

 

İstanbul Gıda Toptancı Tüccarları Derneği Başkanı Günay Kotil, tarihi eser hüviyetindeki bu arazinin en güzel şekliyle değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, "Biz bu projeye sonuna kadar destek veriyoruz. Fakat çarşı hakkında uzun süredir devam eden bir belirsizlik hali var. Kimse başka bir yere taşınıp taşınmayacağımızı söylemiyor. Bu bizi zor durumda bırakıyor." şeklinde konuştu. Çarşıda 2 binden fazla dükkan bulunduğunu ifade eden Kotil şunları söyledi: "Buraya kendimiz gelmedik. Üç yıllığına taşınacağımızı söylediler. 20 yıl geçti; ama hiçbir şey kesinleşmedi. Zaman zaman hastane ve spor kompleksi yapılacağı, çarşının taşınacağı söylendi; ama değişen bir şey olmadı. Belediye ile bir anlaşmazlığımız yok. Kadir Topbaş, bize 'Sizi mağdur edecek hiçbir girişime girmem' demişti. Ama buradaki esnafın hepsi tedirgin. Avrupa standartlarına uygun bir gıda sitesi yapılırsa hemen taşınırız."

 

Çarşıda hizmet veren Ocak Gıda Pazarlama firmasının yetkilisi Yusuf Ocak ise, "Hiçbir şey duymadık. Kütüphane yapılırsa da bize pek faydası olmaz. O zaman bize uygun bir yer gösterirlerse taşınabiliriz. Zaten burada sürekli kan kaybediyoruz." şeklinde konuştu. Doğu Ticaret firmasının sahibi Kadir Yılmaz da gıda halinde belirsizliğin yanında bilgisizliğin de olduğunu vurguladı. Esnafın, Rami ile ilgili gelişmeleri herkesten sonra duyduğunu aktaran Yılmaz, "Burası eninde sonunda taşınacak. Herkes tedirginlik içinde bekliyor. Rami ile ilgili projeler bir türlü kesinleşmiyor. Bizi sürekli oyalıyorlar." dedi.

Zaman, Haber: Mühenna Kahveci, 22.03.2007

"DEFİNECİLER TARİHİ MEZARLARI TAHRİP EDİYOR"

 

Amanos Çevre Koruma ve Dayanışma Derneği Başkanı Nazım Sönmez, Amanos Dağları'ndaki tarihi mezarların, bazı defineciler tarafından yapılan kaçak kazılarla talan edildiğini belirtti.

 

Nazım Sönmez yaptığı açıklamada, Amanoslar'da çeşitli medeniyetlere ait çok sayıda yerleşim birimi bulunduğunu ve dağınık alanda toplu mezarların yer aldığını vurgulayarak, şunları kaydetti: "Yaptığımız incelemelerde, özellikle Dörtyol İlçesi'ne yakın yerleşim bölgelerinde bulunan tarihi mezarların açılarak iskeletlerin ve kafataslarının etrafa yayıldığını tespit ettik. Tarihi ve kültürel değerlerin bilinçsizce yok olmasına neden olan definecilerle olanaklarımız ölçüsünde mücadele ediyoruz."

Zaman, 22.03.2007

TIP MEDRESESİ MÜZESİ HIZLA İLERLİYOR

 

Trakya Üniversitesi tarafından II. Bayezit Külliyesi içinde bulunan “Sağlık Müzesi'nin” ardından, yaşayan müze haline getirilmesi için çalışmalara başlanan “Tıp Medresesi Müzesi” çalışmaları da hızla ilerliyor. Sağlık Müzesi'nin başarılarının ardından ikinci bir müzeyle Edirne'nin kültür hayatına katkı sağlamayı amaçlayan Trakya Üniversitesi'nin projesi kapsamında, müzede dönemi yansıtacak.

Mankenler ve bunların yerleşimlerini gösteren çizimler de tamamlandı. Bu çizimlerin kabul görmesiyle birlikte ise mankenlerin yapımına ve müzenin dekore edilmesine başlanılacağı öğrenildi.

II. Bayezit Külliyesi içinde yer alan ve dönemin 'Tıp Fakültesi' olarak hizmet veren Tıp Medresesi'nin 'yaşayan müze' olarak hayata geçirilmesi projesinde sona yaklaşılıyor. Trakya Üniversitesi tarafından geçtiğimiz yıllarda tamamlanan ve dünya çapında büyük başarılara imza atan Sağlık Müzesinin ardından Osmanlı'da tıp eğitimini ziyaretçilere aktarması düşünülen “Tıp Medresesi Müzesi” için kullanılacak olan mankenlerin çizimleri ve müzenin yerleşim planları da hazırlandı.

Edirne'nin eğitim ve ekonomik alanlarına katkıda bulunan Trakya Üniversitesi'nin kültürel anlamda katkı sağlamak amacıyla yola çıktığı ve kısa zamanda hayli yol aldığı “Tıp Medresesi Müzesi” projesinin, dünyaca üne sahip olan Sağlık Müzesi'ni tamamlamasını ve Edirne'nin turizm potansiyelini arttırması planlanıyor.

Trakya Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Beyhan Karamanlıoğlu başkanlığında kurulan Tıp Medresesi Müze Komitesi, sürdürdüğü çalışmalar kapsamında Topkapı Müzesi Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı ile Sağlık Müzesi'nin mankenlerini yapan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Sanat Tasarımcısı Türkan Kafadar'ı medresede konuk ederek müze hakkında fikir alış verişinde bulunulmuştu.

Komisyon tarafından yapılan görüşmeler sonrasında müzede Osmanlı döneminin tıp eğitimini mankenlerle canlandırmak ve müzenin dekorasyonu için yaklaşık 350 bin YTL gerektiği ifade edilmişti. Müzeye konulacak mankenlerin çizimleri tamamlanırken, kabul görmesi halinde önümüzdeki günlerde çalışmalara başlanacağı öğrenildi.

Edirne Internet Gazetesi, 22.03.2007

BRANDA AÇILDI, SAAT KULESİ ORTAYA ÇIKTI

 

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, aylar süren onarım ve restorasyon çalışmalarının ardından turuncu branda açıldı ve İzmit’in sembolü, tarihi Saat Kulesi, yeni siluetiyle gözüktü.

 

 

Uzun yıllar onarılmayan Saat Kulesi, Büyükşehir Belediyesi’nin açtığı ihaleyle aylar önce onarıma alınmış; titiz, biraz da uzayan bir çalışma sürecinden geçmişti. Onarım sırasında Saat Kulesi’nin çalışmayan saati de tamir edildi, yeniden işler hale getirildi.

 

Osmanlı dönemini yansıtan eserlerin başında gelen İzmit Saat Kulesi’nin onarımı sırasında dış cephesi de boyandı, yenilendi. Yeni haliyle onarıldığı fark edilen, adeta pırıl pırıl gözüken İzmit Saat Kulesi’nin bu güzelliğinin yıllar boyu sürmesi, saatlerinin hep çalışır solması herkesin ortak dileği.

Özgür Kocaeli, 22.03.2007

ÜNYE HAMAMI YENİLENİYOR

 

 

Ordu'nun Ünye İlçesi Cumhuriyet Meydanı'ndaki tarihi Eski Hamam'ın içi, hamamcılarıyla meşhur Tokatlı bir işletmeci tarafından baştan sona yenilenerek modern hale getiriliyor.

 

Ünye tarihinde derin izleri bulunan, ancak bir süre önce kapanıp hizmet dışı kalan tarihi Eski Hamam yenilenerek yeniden hizmete giriyor. Daha sağlıklı şartlarda kaliteli ve modern hizmet vermesi için başta sauna olmak üzere bir çok yeniliğin gerçekleştirildiği Eski Hamam'ın yeni yüzüyle bu ay sonuna kadar hizmete gireceği öğrenildi.

 

"Yapılan sürpriz değişikliklerle en yakın zamanda müşterilerimize hizmet vermek arzusu içindeyiz" diyen Tokatlı hamam işletmecisi ve masaj ustası Ali Uçar, hamamın vereceği hizmetle bölge çapında ün yapacağına inandıklarını belirtti. İşletmeci Uçar şunları söyledi: "Hamamı, Soysal ailesinden kiraladık. Binanın tarihi dokusuna bağlı kalmak suretiyle iç dizaynında yaptığımız çağdaş yeniliklerden ilki saunadır. Hamam içinde bir oda sauna olarak düzenlendi. Yeni duş alanları oluşturduk. Haman girişinde, altlı ve üstlü toplam 21 adet özel soyunma ve dinlenme odasını günümüz şartlarında ağaçtan yaptık. Tüm bunların yanında her türlü sosyal hizmetin sunulacağı tarihi Ünye Eski Hamamı'nı 31 Mart 2007 tarihine kadar tamamlayıp, halkımızın hizmetine sunacağız."

TürkiyeTurizm.com, 21.03.2007

MERKEZ TABLO ZENGİNİ

 

Merkez Bankası Abidin Dino, Fikret Mualla, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve İbrahim Çallı'nın da aralarında bulunduğu ünlü ressamların 800 tablosuna sahip. Her birinin değeri en az 1 milyon dolar...


Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Banka'nın koleksiyonunda birbirinden değerli 800 tablo bulunduğunu bildirdi. Yılmaz, gazetecilerin, "Merkez Bankası rezervlerini artırmak için bu tabloları satmayı düşünür müsünüz?" sorusuna, "Bunlar baba yadigarı. Gerçek sahibi biz değil, gelecek nesillerimiz. Hiç babanın tesbihi satılıp döner alınır mı?" cevabını verdi. "Banka Sanat Koleksiyonu’ndan Seçkilerle 75. Yılın İzi" konulu resim sergisi düzenleyen Merkez Bankası yönetimi, bankaya ait 116 tabloyu sanat severlerin beğenisine sundu.

Serginin açılışına katılan Merkez Bankası BaşkanıYılmaz, "Resme ilgi duyuyorum ve anlamaya çalışıyorum" dedi. Başkan Yılmaz, Merkez Bankası'nın zengin bir koleksiyona sahip olduğunu açıklarken, "Burada 116'sını sergiledik. Ancak paha biçilmez 800 tabloya sahibiz" dedi. Durmuş Yılmaz, koleksiyonun toplam değerini öğrenmek isteyen gazetecilere, "Elimizdeki servetin değerini biliyoruz. Ancak açıklayamayız. Bu sergiden 5 tane resim beğenin, 5'inin değeri en az 5 milyon dolardır. Van Gogh'un 'Ayçiçeği' tablosu ne kadar eder, bir tahminde bulunun" dedi. Gazetecilerin, "Ederini bilmiyoruz. 2 milyon dolar mı?" cevabı üzerine, espriyle "Ohoo, siz çağın çok gerisinde kalmışsınız" karşılığını verdi. Yılmaz, "Koleksiyonu satıp, döviz rezervinizi yükseltmeyi düşünüyor musunuz?" sorusuna da, "Biz sanata ve sanatçıya destek vermek adına koleksiyon yapıyoruz. Hiçbirini satamayız" cevabını verdi.

Bugün, Haber: Erdoğan Süzer, 21.03.2007

CHOPIN'IN 4. PİYANOSU BULUNDU

 

Frederic Chopin'in dördüncü piyanosu İngiltere'de gün ışığına çıkarıldı.Müzik tarihinin gelmiş geçmiş en iyi piyano müziği bestecisi olarak kabul edilen Polonya asıllı Chopin'in (1810-1849) İngiltere'de verdiği son konserde kullandığı kuyruklu piyano, İngiliz koleksiyoncu Alec Cobbe'un 20 yıl önce aldığı bu eşsiz çalgı üzerindeki çabası ile Chopin uzmanı İsviçreli Prof. Dr. Jean-Jacques Eigeldinger'ın çabalarının birleşmesi sonucunda ortaya çıktı.

Fransız piyano yapımcısı Camille Pleyel'in kayıtları ve İngiliz koleksiyoncu Cobbe ile Prof. Eideldinger'in ortak çalışması, bu kuyruklu piyanonun Chopin'in 1848'de İngiltere'de verdiği son resitalde kullandığını gösterdi.

 

Cobbe, piyanoyu 20 yıl önce alarak bu büyük keşfe bugün ulaştığı için Reuters ajansına, "Tam manasıyla hiç umulmadık çok büyük sürpriz oldu. Batı müziğinin dünya şaheseri araçlarından birini elimizde tuttuğumuzu yeni anlamış bulunuyoruz" dedi.

 

Chopin, ölümünden az önce piyanoyu Lady Trotter'a satmış. Piyano, gün yüzüne çıktığı yer olan Cobbe koleksiyonunun bulunduğu İngiltere'nin güneyinde Hatchlands'de, İngiliz Ulusal Vakfı tarafından muhafaza edildi. Piyanoyu Chopin'den alan Lady Trotter, hazineyi vasiyetle vakfa vermiş.

Chopin'in bugüne dek bilinen üç piyanosu, Varşova, Mayorka ve Paris'te korunuyor.

Hürriyet, 21.03.2007

EDİRNE'DE KÖPRÜLER RESTORE EDİLİYOR

 

Edirne Valisi Nusret Miroğlu, tarihi köprülerin eski görünümüne kavuşturulması çalışmalarının hızla sürdüğünü belirterek, “Ekmekçizade Ahmet Paşa Köprüsü’nde (Tunca Köprüsü) restorasyon çalışmasına başlandı” dedi. Edirne Valiliği, Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla geçen yıl da Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin yapıldığı Sarayiçi mevkisinde, Tunca Nehri üzerindeki Kanuni ve Fatih köprülerinde restorasyon yapmıştı.


Edirneli araştırmacı yazar Oral Onur da Tunca Nehri üzerine köprünün 1608-1615 yılında mimar Sedefkar Mehmet Ağa tarafından 11 ayak ve 10 kemer üzerine inşa edildiğini ve 1947 yılında buz kütlelerinin çarpması sonucu yıkılan iki kemerin daha sonradan yeniden yapıldığını söyledi.


Vali Miroğlu, Ekmekçizade Ahmet Paşa Köprüsü’nde ilgili firmanın restorasyon öncesi köprünün çevresini temizleme çalışmasına başladığını söyledi. Köprünün, nehrin her iki yakasındaki toprak altından kanat duvarlarının çıkarıldığını ifade eden Miroğlu, köprü araç trafiğine kapatıldığında Karaağaç Mahallesi ile Yunanistan’ın açılan Pazarkule Sınır Kapısı’na ulaşımın başka bir güzergahtan yapılacağını belirtti.

Türkiye Gazetesi, 21.03.2007

PARİS'TE PALEONTOLOJİK MÜZAYEDE

 

Paris'te Nisan ayında ilk kez düzenlenecek "paleontolojik" müzayedede, mamut ve tüylü gergedan gibi soyu tükenmiş türlere ait fosiller satışa sunulacak.

 

Müzayede 16 Nisanda Christie's salonunda yapılacak. Açık artırmada, eksiksiz bir Sibirya mamutunun iskeleti satışa çıkarılacaklar arasında. 3,8 metre yüksekliğinde, 4,8 metre boyundaki iskeletin 150 bin ila 180 bin avroya alıcı bulması bekleniyor.

 

Satış listesinde, 10 bin yıl önce yok olan tüylü gergedan da bulunuyor. Gergedan iskeletinin 50 bin ila 65 bin avroya satılacağı tahmin ediliyor.

Satılacak fosiller arasında bulunan 50 milyon yıllık bir balığın ise 50 bin ila 80 bin avroya alıcı bulması bekleniyor.

 

400 milyon yıl önce okyanusları şenlendiren minik omurgalılar ve 150 kiloluk bir meteor da satış listesinde yer alıyor.

Trt/Haber, 21.03.2007

"BÜTÜN SİNAGOGLARI BİRLİKTE KURTARALIM"

 

İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Mordehai Amihai’ya, kentteki sinagogların restorasyonu için birlikte çalışmayı önerdi.

Amihai, İZTO Başkanı Ekrem Demirtaş’ı ziyaret etti. Ziyarette konuşan Demirtaş, İzmir’deki sinagogların restorasyonu için proje hazırlattıklarını ancak mülkiyet meselesi nedeniyle projeyi hayata geçiremediklerini vurguladı. Demirtaş, "Bakanlık, sinagogların kendisine ait olduğunu söylüyor. Cemaat ise bizim diyor. Ortak bir noktada buluşup sorunu çözemedik. İsrailliler olarak bunu hükümet meselesi yaparsanız, bu sinagoglar yıkılmaktan kurtulur" dedi.

Demirtaş, İsrailliler’e sinagogların kurtarılması için ortak proje üretme teklifinde bulunarak, "Celin Dion, Barbara Stresiand gibi Musevi sanatçıların İzmir’de konser vermesini sağlayarak, konserlerden sağlanacak gelirlerle sinagogların restorasyonunu için kaynak yaratabiliriz" diye konuştu.

Hürriyet Ege, 21.03.2007

MEDRESEYE ÜNÜNE UYGUN RESTORASYON

 

Mimar Sinan'ın en güzel eserleri arasında yer alan ve dönemin en üst düzey eğitiminin verildiği İstanbul Süleymaniye Külliyesi içindeki Rabi Medresesi aslına uygun olarak yenileniyor. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından ele alınan Rabi Medresesi restorasyondan sonra tekrar kültürün hizmetine girecek.

 

Süleymaniye Külliyesi'nin Haliç yamacında yer alan ikiz medreselerden biri olan Rabi Medresesi'nin restorasyonu yapının çatı bölümünden başladı. Medreseye 1950 ve 60'lı yıllarda bilinçsizce yapılmış olan beton tabaka söküldü. Kubbe ve pandantif örgülerinin hasarlı bölümleri özel üretilen tuğla ve horasan harcıyla tamir edildi. Kurşun kaplamanın yapılacağı tüm yüzeyler kaplandı. Kurşun levhaların döşenmesi işine geçildi.

Sabah, Haber: Hasan Erşan, 21.03.2007

SABANCI MÜZESİYLE LOUVRE İŞBİRLİĞİ

 

 

Fransa’nın dünyaca ünlü Louvre Müzesi, Sakıp Sabancı Müzesi’yle protokol imzaladı. Buna göre, Louvre’un bazı eserleri İstanbul’da Sabancı Müzesi’nde sergilenecek. Sabancı Üniversitesi doktora öğrencileri de, çeşitli projeler üzerinde çalışmak üzere Paris’e davet edilecek.

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, bilgi birikimini dünyaya açabilmek ve uluslararası alandaki ilişkilerini güçlendirmek amacıyla, Fransa’nın ünlü Louvre Müzesi’yle 5 yıllık "Kültürel ve Bilimsel İşbirliği" protokolü imzaladı. Bu protokol gereğince, 2008 Şubat-Mayıs ayları arasında Louvre Müzesi’nin İslam sanatları eserlerinden İstanbul-İsfahan-Delhi ve 15-18’inci Yüzyıl İslam İmparatorlukları sergisi Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenecek.

İki kurum, eserlerin muhafazası, teknik analiz ve restorasyonu, ziyaretçilerin kabulü ve staj, seminer, konferans ve profesyonel eğitim gibi konularda işbirliği yapacaklar. Bilimsel alanda ise Sabancı Üniversitesi doktora öğrencileri, Louvre Müzesi’nin İslam sanatları, antik doğu sanatları ile antik Yunan, Etrüsk, Roma sanatları bölümündeki projeler üzerinde çalışmak için Paris’e davet edilecek. Sabancı Müzesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, "Bu işbirliğinden büyük heyecan duyuyorum. Gelecekteki 5 yıllık işbirliği bize çok şey kazandıracak. 2008’deki sergi bu kazançlardan ilki olacak ve Sabancı Üniversitesi ile Ecole du Louvre arasındaki öğrenci ile araştırmacı değişimi, iki kurum arasında bilgi değiş tokuşu açısından çok iyi olacak" dedi.

Hürriyet, Haber: Muammer Elveren, 21.03.2007

YAZMA ESERLER KORUMA ALTINDA

 

Erzurum İl Halk Kütüphanesi müdürü  Ahmet Ruşen, yazma eserler ile ilgili çalışmalar başlattıklarını belirterek, “ Kütüphanemizde bulunan en eski eser 1600'lü yıllara ait,  zengin bir yazma ve basma eseri bölümümüz bulunuyor. Bu bölümde yaklaşık 9 bin 776 eser bulunuyor. Yazma ve basma eserler bölümünde arşivleme çalışmalarını yoğunlaştırdık” dedi.

 

Erzurum İl Halk Kütüphanesi Müdürü Ahmet Ruşen ”Teknolojik gelişmeleri de yakından takip ediyoruz amaç kütüphanecilikteki vizyonumuzu büyüterek, çağdaş hizmet sunabilmek. Bu amaçla birçok yeni çalışmaya imza attık. Kütüphanemizde kış aylarında günde yaklaşık 500 okuyucuya hizmet veriyoruz.” dedi.

 

Yazma ve basma eserlerin CD ortamına aktardıkların belirten Ruşen, “ Kütüphanemizde bulunan en eski eser bin 600 lü yıllara ait,  zengin bir yazma ve basma eseri bölümümüz bulunuyor. Bu bölümde yaklaşık 9 bin 776 eser bulunuyor. Yazma ve basma eserler bölümünde arşivleme çalışmalarını yoğunlaştırdık.. Yazma ve basma eserleri CD ortamına aktarıyoruz. Kitapların korunması ve kalıcılığı açısından bu durum son derece önemli. Ayrıca bu bölümde nem ve ısı ölçme aracı, nem aracı ve klima sistemlerini hayata geçirerek, kitapların korunmasın sağlıyoruz.  Kamera ve güvenlik sistemleriyle eserlerin korunmasını amaçlıyoruz” diye konuştu.

Erzurum Gazetesi, 21.03.2007

ADALET KASRI İÇİN BAKANLIKTAN DESTEK SÖZÜ

 

Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Başkanı Ender Bilar, Adalet Kasrı'nın müzeye dönüştürülmesi konusunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen'den destek sözü aldıklarını söyledi.

Bilar, Müsteşar İsen'e yaptıkları ziyarette, Edirne'de gerçekleştirmeyi planladıkları projeler hakkında bilgi verdiklerini söyledi. Ziyaretin çok olumlu geçtiğini kaydeden Bilar, şunları kaydetti: ''Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri'nin yapıldığı Sarayiçi Er Meydanı mevkisinde yer alan Adalet Kasrı, Osmanlı dönemindeki adalet sistemini yansıtıyor. Mustafa İsen'den Adalet Kasrı'nın müzeye dönüştürülmesi için destek sözü aldık. Ayrıca burada bir takım yeni düzenlemeler yapılacak.''

Edirne Internet Gazetesi, 21.03.2007

GÜNEŞ TUTULMASI SİMGESİ SİDE'NİN APOLLO TAPINAĞI'NA TURİST AKINI





Antalya'nın Manavgat İlçesi Side beldesine gelen turistler geçen yıl güneş tutulmasında gördükleri Men, Baküs, Athena ve Apollo Tapınağı'nda hatıra fotoğrafı çektiriyor. Turistler Apollo ve Athena Tapınağı'nda fotoğraf çektirmek için sabah, öğle ve gün batımını tercih ediyor.


   


Tapınaklar ve antik tiyatronun tanıtımı NASA, Tokyo Ulusal Rasathanesi, Norveç Oslo Üniversitesi Astronomi Bölümü ve Almanya Nümberg Üniversitesi'nin 29 Mart 2006 tarihinde saat 13.54'te 4 dakikalık güneş tutulma anını Side Antik Tiyatro, Athena ve Apollo Tapınağı'ndan Prof. Dr. Knut Jorgen Odegoard tarafından yapılan televizyon yayınları ile dünya gündemine taşınmıştı.





Side-Manavgat Turizm İşletmeleri Derneği (Side-TUDER) Manavgat Ticaret ve Sanayi Odası (MATSO) ve Manavgat Turizm Altyapı Birliği (MATAB) katkıları ile 14 Şubat'ta Almanya'nın Berlin şehri halk otobüslerine Side'nin tanıtımı için verilen reklamlarda güneş tutulması anında çekilen fotoğraflarda yer aldı.





Güneş tutulmasından NASA'nın Side'den yaptığı 4 dakikalık yayının Side Antik Tiyatro, Athena ve Apollo (Güneş Tanrısı) tanınmasına katkısı olduğunu bildiren Quinta Vip Travel Turizm Acentası Turist rehberi İlkay Özen, şehrin antik çağda MÖ 5'inci yüzyılda Pamfilya Metropolisi'nin Piskoposluk merkezi olduğunu söyledi. Geçen yıl 29 Mart'tan önce Avrupalı tarihçi ve arkeologun dünyada en güzel şekilde güneşin doğuş ve batışının izlenin yerin Side Apollon Tapınağı olduğunu ifade eden Özen, Amerika, Rusya, İskandinav ve Avrupa ülkelerinde gelen tarih ve doğa düşkünü turistlerin tutkuları arasında gün doğumu, gün ortası ve gün batımında tapınaklarda fotoğraf çektirmek olduğunu kaydetti.

TürkiyeTurizm.com, 20.03.2007

'TARİH TURU' PROJESİ

 

Kocaeli'nin Saraybahçe Belediyesince, yerli ve yabancı turiste kentteki tarihi mekanların tanıtılması amacıyla "Tarih Turu" projesi başlatıldı. Projeyle, İstanbul'a gelen turistlerin Kocaeli'ni de ziyaret etmesinin hedeflendiği bildirildi. Saraybahçe Belediye Başkanı Halil Vehbi Yenice, projenin tanıtımı için düzenlediği basın toplantısında, belde sınırlarında hiç hazırlık yapmadan bir turisti gezdirebilecekleri en az 20 tarihi mekan bulunduğunu bildirdi. Yenice, Kocaeli'nin bu güne kadar ülke ekonomisinin lokomotifi olarak anıldığını ifade etti.

Haber Ekspres, 20.03.2007

TÜMÜLÜSTE KAZI ÇALIŞMASI

 

Samsun'un Canin beldesinde ortaya çıkarılan ve bölgede bugüne kadar bulunan en büyük tümülüs olduğu belirtilen mezar odalarında, kazı ve temizleme çalışmalarına başlandı. Geçen hafta ortaya çıkarılan MÖ 200'lü yıllara ait olduğu tahmin edilen Hellenistik dönemine ait 2 mezar odasında, Samsun Arkeoloji Müzesi'nde görevli Arkeolog Serdar Ünan'ın başkanlığında kazı çalışması yürütülüyor. Ünan, antik çağda kral mezarı olduğu tahmin edilen buluntunun bugüne kadar bölgede ortaya çıkarılan en büyük tümülüs olduğunu belirtti.

Haber Ekspres, 20.03.2007

DOSYA



Tartışmalı Açılıyor:


"BUNU DA ELİMİZE YÜZÜMÜZE..."

Van'daki tarihi Akdamar Kilisesi'nin açılışına katılacak olan Ermenistan heyeti, Türkiye-Ermenistan sınırı kapalı olduğu için Gürcistan üzerinden 15 saatlik karayolu yolculuğuyla Van'a ulaşacak. Tepesine haç ve çan konulmadan "Müze" statüsüyle açılacak olan kilise için düzenlenecek törene Ermenistan Kültür Bakanı Hasmik Pogosyan ile Ermenilerin dini lideri Katolikos 2. Karekin de katılmayacak.


Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un davet ettiği Pogosyan, Beyaz Rusya'daki "Ermeni Günleri"ni gerekçe göstererek daveti reddetti ve açılışa yardımcısı Gagit Gürcyan'ı göndereceğini bildirdi.

 

Gürcyan'ın başkanlık edeceği mimar ve tarihçilerden oluşan 10 kişilik uzmanlar grubu ile beş gazetecinin yer alacağı Ermenistan heyeti, Türkiye-Ermenistan sınırı kapalı olduğu için Gürcistan üzerinden Türkiye'ye giriş yapacak. Ermeni heyetinin törenden bir gün önce 28 Mart akşamı Van'a ulaşması bekleniyor.


Ermeni heyetinin Van'a nasıl ulaşacağı konusu bir süre önce Dışişleri Bakanlığı'nda Genelkurmay Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ile Van Valiliği yetkililerinin katılımıyla yapılan toplantıda tartışılmıştı. Toplantıda Genelkurmay'ın askeri bölge statüsündeki sınırın açılmaması yönündeki görüşü benimsendi. Erivan-Van uçuşuna izin verilmesi gündeme gelmiş, Dışişleri, bir karar alınmadığını, çalışmaların sürdüğünü bildirmişti.


Türkiye tutumunu değiştirmeyince Ermeni heyetinin Erivan-İstanbul uçuşunda tek gün olan pazartesi gelmek yerine törenden bir gün önce çarşamba günü karayoluyla gelmeyi tercih ettiği öğrenildi.


Dünya Ermenilerinin ruhani lideri sayılan Ermeni Patriği Katolikos 2. Karekin de Türkiye'nin Tiflis Büyükelçiliği üzerinden kendisine iletilen davetiyeye olumsuz yanıt verdi. Karekin'in kilisenin tepesine haç konmaması ve davetin Van Valiliği'nce yapılmasından rahatsız olduğu öne sürüldü. Ermeni Patrikhanesi kaynakları da törene ABD Patriği Hajak Barsamyan'ın katılacağını bildirdi.


Ermeni Patriği Mesrob II de, "Tepesinde haç olmayan kilise olur mu? Açılışta ayin de yapılmayacak. Eğer bir din adamı olarak benim orada rolüm olmayacaksa açılışa gitmem de anlamsız. Başbakan'dan haç takılmasını ve bölgede yılda bir kez uluslararası festival yapılmasına izin verilmesini rica ettim. Cevap gelmedi" açıklamasını yapmıştı.


Dışişleri yetkilileri, "Ermenistan açık yakalama gayretinde. Organizasyon valiliğe ait olduğu için davet de onlara ait. Katolikos'a Türkiye'nin devlet geleneklerine uygun biçimde çağrı yapıldı" değerlendirmesini yaptı. Dışişleri kaynakları, Türkiye'nin yapıcı olduğunu şöyle anlattı: "Restorasyonda Patrikhane'nin görüşü alındı. Patriğin isteği üzerine açılış marta çekildi. Davetliler Patrik'in tavsiyesine göre oluşturuldu. TRT canlı yayın yapacak. Van'a gelenler için bir otel ayrıldı."

Milliyet, Haber: Utku Çakırözer, 24.03.2007



*****



DAVET MÜZE AÇILIŞI DİYE

 

"Ermeni Patrikliği'ne bağlı düzenli ayin yapılacak bir kilise" olmayacağı için tarihi kilise, müze statüsünde tutulacak ve Akdamar Adası içinde halka açık bir ziyaret mekânı olacak.
Bakan Atilla Koç'un Ermenistan Kültür Bakanı Pogosyan'a gönderdiği davetiyede, "Akdamar Kilisesi'nin tarihi eser niteliğinde müze olarak açılış törenine davetlisiniz" ifadesi kullanılırken, Van Valiliği'nin gönderdiği davetiyelerde de "Akdamar Kilisesi Müzesi" ifadesi yer aldı.


Ermeni cemaati temsilcileri, Koç'a gönderdikleri mektupta, kilisenin "Ahtamar Surp Haç Kilisesi" olan orijinal ismiyle anılması ve kiliseye haç ve çan konulması talebini iletmişlerdi. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, kilisenin eski fotoğraflarıyla mimari tarihi üzerine yaptırdıkları inceleme sonucunda orijinal yapıda haç olup olmadığının ortaya çıkacağını söyledi.
Düzgün, "Bu inceleme açılışa yetişemeyecek. Orijinalinde haç olduğu uzmanlarca belirtilirse Koruma Bölge Kurulu'nun onayıyla kiliseye haç konulur" dedi.

Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi Başkanı Kaan Soyak, Türkiye'nin açılış töreni konusunda bugüne kadar izlediği tutumun Ermenilerin törene katılımını teşvik etmediğini belirterek, Ermeniler üzerinde etki sağlanabilmesi için hükümete ilettiği önerileri şöyle sıraladı:


"Akdamar tüm Ermenilerin ölmeden görmek istedikleri bir yer. Ermenistan halkının kolay katılımı için ya sınır 1-2 günlüğüne açılmalı ya da Erivan-Van uçuşuna izin verilmeliydi. Dini liderlere özel davetiye gönderilmeliydi. Kilisenin tepesine haç konulmaması yanlış." Soyak, "Bu şekilde Ermenistan, diaspora ve ABD üzerinde arzulanan etki yaratılamaz. Böyle açmaktansa töreni ertelemek daha faydalı olabilir" dedi.

Milliyet, Haber: yıldız Yazıcıoğlu, 24.03.2007

 



*****

 

AKDAMAR'A HAÇSIZ AÇILIŞ





Kültür ve Turizm Bakanlığı, restorasyon çalışmaları tamamlanan Akdamar Kilisesi’nin en üst noktasına Hıristiyanlığın sembolü olan haç konulup konulmayacağı tartışmasını zamana bıraktı. Van’daki tarihi Akdamar Kilisesi, 29 Mart’ta Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç tarafından haçsız ve çansız olarak açılacak. Akdamar Adası’ndaki tarihi Ermeni Kilisesi, haçsız ve çan kulesi olmadan açılacak.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, kilisenin eski fotoğrafları ve mimari tarihi üzerine inceleme yaptırdıklarını belirterek, bu inceleme sonucunda orijinal yapıda haç ve çan kulesi olup olmadığının ortaya çıkacağını söyledi. Bu incelemenin sonucunun açılışa yetişemeyeceğinin altını çizen Düzgün, “İnceleme sonucu geldiğinde orijinalinde haç olduğu uzmanlarca belirtilirse bunu Koruma Kurulu’na restorasyon projesi değişikliği olarak sunacağız. Kurul onayından geçtiğinde eğer varsa orijinal biçimiyle kiliseye haç konulur” dedi.

Türkiye’de yaşayan Ermeniler de Bakan Koç’a mektup yazarak, kiliseye haç ve çan konulmasını, kilisenin adının Ahtamar Surp Haç Kilisesi olarak anılmasını ve açılışla aynı gün yapılacak dini bir törenle kilisenin Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob 2 tarafından kutsanmasını istedi. Kutsanma olmazsa Ermenilerin törene beklenen katılımı yapmayabileceğinin altı çizildi. Ermeni cemaati, mektupta kilisenin mülkiyetinin kendilerine verilebileceğini, kullanma hakkının ise devlette olabileceğini kaydetti. Cemaat ayrıca yılda bir kez Ermenilerin Surp Haç yortusunda bu kilisede ayin yapmalarına izin verilmesini istedi.

Akşam, Haber: Volkan Yanardağ, 22.03.2007

 



*****

 

 

ERMENİ AYDINLAR HAÇ VE ÇAN İSTEDİ

 

Kültür Bakanı Koç'a mektup yazan bir grup Ermeni vatandaş, Akdamar Kilisesi'nin adının Ahtamar olarak değiştirilmesini, açılışının ayinle yapılmasını, haç ve çan kulesinin yerine konmasını talep etti.

 

Van Gölü içindeki Akdamar Adası'nda bulunan Akdamar Ermeni Kilisesi'nin 29 Mart'taki açılışına kısa süre kala, bir grup Ermeni sanatçı ve aydın Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'a ortak bir mektup yazdı.

 

Arman Artuç ve Murat Bebir'in yanı sıra Rafi Bilal, Aret Çiçekeker, Ari Demircioğlu, Selin Evrem, Aram Kalenderoğlu, Hosrof Köletavitoğlu, Sibil Pektorosoğlu ve Nadya Uygun'un da imzasının bulunduğu mektupta, aydınlar restorasyon nedeniyle duydukları memnuniyetini ifade etti. Adanın isminin Akdamar değil, Ahtamar olduğuna da yer verilen mektupta, "Biz Ermeniler Ağtamar diyoruz. ‘Yumuşak g’nin Türkçe söylenmesindeki zorluk ve batı dillerinde bulunmaması nedeniyle Ahtamar denmesi de normaldir" ifadelerine yer verildi. Adadaki kilisenin isminin de "Ahtamar Surp Haç Kilisesi" olduğunu ve adını da her yıl Eylül ayının ikinci pazarına denk gelen "Surp Haç" yortusundan aldığına vurgu yapan aydınlar, "Bu, Ermeniler için önemli bir gün ve önemli bir yortudur. O kilisenin varlık nedeni de budur. Bu nedenle adanın ismi gibi kilisenin isminin de dinsel ve tarihsel ismine uygun olarak değiştirilmesinin yerinde olacağı kanaatindeyiz" dedi.

 

Aydınlar, Bakan Koç'tan kilisenin Ermeni cemaatine devredilmesini de istedi. Mektupta, şu istekler yer aldı: "İstenirse kilisenin kuru mülkiyeti cemaate, kullanma hakkı ilgili devlet kuruluşuna verilebilir. Ancak, eğer burası aynı zamanda bir kilise olacaksa, kutsanması ve duayla açılması gerekir. Aksi takdirde o bina 'kilise' olmaz 'müzeye dönüştürülen eski bir kilise' olur. Bu durumda bu bina din adamlarınca kutsanamayacağı için onarılan kilise sayılmaz ve keza açılışın ismi de 'kilise açılışı' olmaz. Tabii bu durum diaspora ve bütün Ermeniler'de hayal kırıklığı oluşturur ve güzel amaca gölge düşürür." Mektupta ayrıca, kilisenin orijinalinde bulunan haç ve çan kulesinin yerine konmadığı da belirterek, müze olarak kullanılsa dahi onarımın bütünlüğü yönünden bu eksikliğin de giderilmesi gerektiğine işaret edildi.

Bugün, Haber: Seda Şimşek, 20.03.2007


ZONGULDAK'TA MAĞARA TURİZMİNİN GELİŞMESİ İÇİN RAPOR HAZIRLANDI

 

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Doğa Turizmi Komitesi Başkanı Engin Zaman, Türkiye'deki mağaraların korunması ve turizme açılmasıyla ilgili rapor hazırladı.

Engin Zaman'ın hazırladığı rapor, TÜRSAB yönetim kurulu tarafından incelendikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunulacak.

Zonguldak'taki mağaraları da inceleyen, Türkiye'deki mağaraların korunması ve turizme açılmasıyla ilgili rapor hazırlayan TÜRSAB Doğa Turizmi Komitesi Başkanı Engin Zaman, amaçlarının uygulama hatalarını ortaya çıkararak, doğru gelişimi sağlamak olduğunu vurguladı.

Engin Zaman, "Rapor TÜRSAB yönetim kurulu tarafından inceledikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı'na sunulacak. Raporda mağaraların ekonomik getirisi, turizme açılması için kriterler, ülkemizdeki mağaraların durumu bulunmakta. Amacımız mağara turizminin mevcut uygulama hatalarını ortaya çıkarmak, doğru geliştirmek, doğru yönlendirmektir" dedi.

Turizm Gazetesi, 20.03.2007

DİVRİĞİ ULU CAMİİ İÇİN ACİL ÖNLEMLER PAKETİ DEVREYE GİRİYOR

 

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın restorasyonu amacıyla geçtiğimiz yıllarda yapılan ihalelerin bir çoğunun sonuçsuz kalması nedeniyle tarihi yapı için hiçbir çalışma yapılamazken, 2006 yılında Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun tarihi eserin küçük onarımı amacıyla hazırlanan Acil Önlemler paketi için bu ay ihaleye çıkılıyor.

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın restorasyonu ve onarımını üstlenecek kimsenin bulunamaması nedeniyle bir türlü restorasyonuna yönelik somut bir adım atılamazken, 2006 yılının Haziran ayında kurul tarafından kabul edilen Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın korunmasına yönelik Acil Önlemler projesi kapsamında küçük onarım için ihale çalışmaları hız kazandı.

Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nın korunmasına yönelik hazırlanan Acil Önlemler paketi kapsamında tarihi yapının rölöve, restorasyon, restitüsyon projeleri, sokak sağlıklaştırma, çevre düzenleme projeleri ile nakil ve kazı çalışmalarına ilişkin ihaleye çıkılırken, bu işe ait ihale 27 Mart günü saat 09.30’da Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nde yapılacak.

 

Edindiğimiz bilgilere göre Acil Önlemler onarım işi kapsamında camiinin çatı kısımlarında ortaya çıkan akıntıların önüne geçebilmek amacıyla çalışma yapılacak olurken, ayrıca çatı sarkıtlarındaki oluklar yenilenecek ve caminin yan tarafında bulunan ve camiiye doğru kayan toprak yığını da temizlenecek. Yapılacak çalışmalar tarihi yapının içerisine akan suların önüne geçilecek olurken, büyük onarım işi için de Vakıflar Genel Müdürlüğü üniversitelerle işbirliği yaparak tarihi eser içi proje hazırlığına girdi.

Sivas Hürdoğan, 20.03.2007

ASPENDOS'TA YÜKSEK SES TARTIŞMASI

 

Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy, kültür varlıklarının yıpranmasına izin vermelerinin söz konusu olamayacağını ifade ederek, koruma ve kullanma dengesinin turizmde çok önemli olduğunu bildirdi. Ulusoy, yaptığı açıklamada, Anadolu Ateşi’nin Aspendos’ta yaptığı gösterilerde tarihi mekanın zarar gördüğü iddialarının doğru olmadığını kaydetti.


Anadolu Ateşi’nin Aspendos Antik Tiyatro’da yaptığı gösterilere ilişkin TÜRSAB’la yaptığı işbirliğinin sürdüğünü hatırlatan Ulusoy, “Çalışmalarımız devam edecek. Aspendos’ta çatlaklar oluştuğu iddiaları doğru değil. TÜRSAB, kültür varlıklarının yıpranmasına izin vermez. Denetimler, kontroller yapıldı. Gösteriler için incelemelerden sonra izin alındı” dedi. Aspendos Antik Tiyatro’nun çok özel bir tarihi mekan olduğunu vurgulayan Ulusoy, bu tip yerlerin turizmin geleceği olduğunu, bu nedenle de kazançlarını turizmden elde edenlerin kültür alanlarına zarar vermelerinin söz konusu olamayacağını bildirdi. Ulusoy, mekanı korumaya büyük özen gösterildiğini ifade ederek, “Ses düzeninde verilen izin ne ise o desibele uyuluyor” dedi.

“Efes’te böyle bir etkinliğe karşı çıkardım. Koruma ve kullanma dengesi turizmde çok önemli” diyen Ulusoy, Efes’in yapısı gereği sadece turist gruplarının gezi ve incelenmesine açık olması gerektiğini, Efes’te kullanmadan korumanın yerinde olacağını anlattı. Ulusoy, Anadolu Ateşi ile imzaladıkları protokolle, yaz dönemi boyunca Aspendos Antik Tiyatrosu’nda sahnelenecek gösterileriyle, “14. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali”nin biletlerinin TÜRSAB tarafından Türkiye’ye gelecek turistlere uçak biletleriyle birlikte verileceğini hatırlattı. Anadolu Ateşi grubu yetkilileri de, gösterilerinde tarihi mekana zarar vermemek için bütün tedbirlerin alındığını, ses düzeyinin 70-76 desibel üzerine çıkmadığını açıkladılar. Öte yandan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Türer, Aspendos’ta yapının doğal rezonansı (titreşim) ile ses dalgasının bütünleşmesi durumunda çatlakların oluşabileceğini açıklamıştı. Türer, Aspendos’ta hassas aletlerle ölçümler yaptıklarını ve tarihi yapının rezonans frekanslarını elde ettiklerini bildirmişti. Anadolu Ateşi, 2000 yıllık Aspendos Antik Tiyatrosu’nda, 2007 yaz döneminde 14. Aspendos Opera ve Bale Festivali’nin organizasyonunu yapacak ve Fire Of Anatolia ve Troya gösterileri ile sahne alacak.

Türkiye Gazetesi, 20.03.2007

KAZIDA ALTIN NÖBETİ

 

Edirne Belediyesi tarafından yağmur suyu toplama kanalı pompaj istasyonu yapımı sırasında, çıkarılan toprağın içinde bulunan altının ardından, inşaat çalışmalarında görev yapan işçiler iş makinesinin kazısı sırasında dikkatli gözlerle harfiyatı inceliyor.

İller Bankası finansmanıyla Kirişhane semtinde müteahhit firma tarafından sürdürülen çalışmalarda çıkarılan toprağın içinde bulunan tarihi altın sikkelerin ardından kazıya devam ediliyor. Yağmur suyu toplama kanalı pompaj istasyonunda, iş makinesinin toprağı kazdığı noktayı isçiler dikkatle izlerken, belediye görevlileri de gün içinde sık sık kazı alanını, gelişmelerden haber almak için ziyaret ediyor. Kirişhane semtindeki çalışmalar sırasında çıkan tarihi altın sikkelerin ardından mahalle halkı da gün içinde kazı alanını sık sık ziyaret ediyor. İş makinesi kazı için çalışmaya başladığında inşaatta çalışan işçiler pür dikkat toprağın kazıldığı noktayı inceliyor.

Edirne Belediyesi tarafından İller Bankası finansmanıyla sürdürülen yağmur suyu toplama kanalı pompaj istasyonu inşaatı kazısı sırasında alınan toprağın içinden çıkar altın sikkelerin ardından, dün de kazı alanında bulunan bir kuyu heyecan yarattı. Kirişhane semti sakinlerinin anlattığına göre, kuyuyu gören görevliler inceledikten sonra içini toprakla kapatarak çalışmalarına devam etti.

Edirne Internet Gazetesi, 21.03.2007

 

 

SEDEFÇİ ALTINLARIN YARISINI İSTİYOR

 

Kanalizasyon kazısında ele geçirilen Osmanlı ve Avrupa'nın değişik ülkelerine ait olduğu belirlenen 33 altın sikke resmi kurumlara teslim edildi. İnşaat işçileri bir küp altının çalınmış olabileceğini söylerken, altınlarla ilgili olarak soruşturma devam ediyor. Araştırmacı Yazar Oral Onur, altınların büyük olasılıkla Rumlara ait olduğunu, 1970'ler de Rumlara ait bir evde de bir tüp altın bulunduğunu anımsattı.

Edirne son yollarda altınla yatıp altınla kalkıyor. Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, Meriç Belediye Başkanı Erol Dübek'in de aralarında bulunduğu 6 kişinin 2 yıl önce altın aramaya başlamasıyla, gözlerin çevrildiği Edirne'de en sonunda altın bulundu. Kirişhane semtinde kanalizasyon kazısı sırasında bulunan altının büyük kısmının talikalı vatandaşlar tarafından çalınmış olabileceği üzerinde durulurken, Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi de, belediyenin çalışmaları sırasında bulunan altının yüzde 50'sinin belediyeye verilmesi gerektiğini ifade etti.

Sedefçi, İller Bankası'nın finansmanıyla Kirişhane Mahallesi'nde Edirne Merkez Yağmur Suyu Toplama ve Kanalizasyon İnşaatının yapıldığını ve bu alanda kazı çalışmaları sırasında tarihi eser niteliğindeki altınların bulunduğunu hatırlattı. Sedefçi, bu bölgede bir küp altının gömülü olduğu iddiasının kendisine ulaştığını da hatırlatarak, kazılar sırasında 33 altın paranın bulunduğunu da sözlerine ekledi. Sedefçi, bölgede daha fazla altın olduğuna inandığını, altının bulunduğu alanda daha detaylı bir arama yapılması gerektiğini söyledi.

Başkan Sedefçi, altınların belediyeye ait alanda bulunduğunu hatırlatarak, “Bulunan altınların değerinin yüzde 50'si belediyeye verilmeli. Sürekli hacizlerle boğuşan bir belediye olarak bu bizim için büyük bir şans. Daha önce de define bulmak amacıyla Edirne Belediyesi Temizlik İşleri Müdürlüğü bahçesinde kazı çalışması yapmıştık. Fakat biz yanlış yerde kazı yapmışız. Burada bulunan altınlar bizi mutlu etti. Sonuçta belediyenin mülkiyeti olan bir yerde altın bulundu, bunun belediyeye kazancı var. Bildiğim kadarıyla yüzde 50 oranında altını belediyeye vermeleri gerekiyor.” diye konuştu.

Geçen yılki define kazısının sürüp sürmeyeceğinin sorulması üzerine de Sedefçi, 'Bundan sonra altın aramayacağım. Ama diğer arkadaşlarım ne düşünür ne yapar bilmiyorum. Ama bizden bu kadar altın araması yeter diye düşünüyorum” diye konuştu.

Kazı alanında bulunan 33 adet altın incelenmek üzere Edirne Müze Müdürlüğü'ne teslim edildi.

Edirneli Araştırmacı Yazar Oral Onur ise, 1800-1900'lü yıllarda Kirişhane Mahallesi'nde Rum, Bulgar ve Türlerin birlikte yaşadığını, bulunan altınların Rum'lara ait olabileceğini savundu. Onur, Rum ve Bulgarların, 1924-1927 yılları arasında mübadele sonucu Edirne'yi terk ettiklerini ve altınlarını toprağa gömmüş olabileceklerini, altın sikkelerin kilise yakınında bulunmasının da bu iddiasını güçlendirdiğini öne sürerek şöyle dedi.

“Bence kilisenin yanına gömülmesi yerinin belirlenmesinde kolaylık olsun diye olabilir. 1973 yıllarında da Kaleiçi semtinde bir küp altın bulunmuştu. Altın bir Rum evinde çıkmıştı. Yıkılmak üzeri olan Rum evinde oynayan küçük çocuklar yıkılan duvarın içinde bir küp altın bulmuş ve çocukların aileleri bu altınları almıştı.”

Edirne Internet Gazetesi, 19.03.2007

MÜZEYİ GÜPEGÜNDÜZ SOYDULAR

 

Japonya'nın orta kesiminde sakin bir şehir olan Takayama'da değerli taşların sergilendiği müzeyi hırsızlar güpegündüz soydu. Maskeli 3 kişi, ziyaretçilerin dokunmasına izin verilen 1.71 milyon dolar değerindeki 100 kiloluk altın külçeyi çalmayı başardı.


Ağzı açık bir muhafazanın içinde sergilenen külçeyi çalarken, duyduğu sesler üzerine kata gelen müze görevlisini etkisiz hale getiren hırsızlar, müzede çalışan diğer işbirlikçiyle kaçtı. Polis sözcüsü, "Kamera donanımı olmasına rağmen alarm çalmadı" dedi.

Milliyet, 19.03.2007

PADİŞAHLARIN HARCAMA BELGELERİ
DEVLET ARŞİVLERİNE DEVROLUYOR

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı, TBMM'ye bağlı Milli Sarayların deposunda tesadüfen bulunan Osmanlı'ya ait Hazine-i Hassa (Osmanlı padişahlarının şahsi gelir ve giderleri) belgelerinin Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'ne devredilmesini kararlaştırdı.

 

3 bin 200 zarf içindeki belgeler tasnif edilerek, araştırmacıların incelemesine açılacak.

Hürriyet, Haber: Nuray Babacan, 20.03.2007

YUNANİSTAN
KARAGÖZ'E PATENT ALIYOR

 

Yunanistan, imambayıldı, baklava gibi yiyeceklerin ardından şimdi de geleneksel gölge oyunumuz Karagöz ve Hacivat’ı sahiplenmeye çalışıyor.

Yunanistan, Avrupa Birliği’ne başvurup gölge oyununun patentini almak için harekete geçti. Yaratıcı Çocuklar Derneği İzmir Şube Başkanı Arzu Yıldırım, yeterli önemi vermediğimiz kültürümüze başka ülkelerin sahip çıktığını belirterek "Bugün Yunanlı gösteri grupları başka ülkelerde Karagöz turneleri düzenliyor. Geleneksel gölge oyunumuzun kültürümüzde yeri çok büyük. Karagöz’ü kaptırmamak için harekete geçmeliyiz" dedi.

Hürriyet, Haber: Mustafa Oğuz, 19.03.2007

TARİHİ ESERLERE SEVGİ BÜYÜK TEHLİKEYMİŞ

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın danışmanı ve Su Vakfı Yönetim Kurulu üyesi İnş. Yük. Müh. Selami Oğuz, Zeugma ve Hasankeyf’i kastederek "Baraj yapımına karşı Türkiye’de çok büyük bir tehlike gelişti. Bu tehlike, tarihi eserlere olan sevgi. Çok tanrılı bir kültürü ayağa kaldırmak gibi bir kültürel davranışın altında kalırsak, biz bu barajları yapamayız" dedi.

Selami Oğuz, "İklim Değişikliğinin Türkiye Su Kaynaklarına Etkisi ve Alınması Gereken Tedbirler" başlıklı toplantıda "Bilecik Barajı inşa edildi. Tarihi eser yüzünden 2 sene geç su tuttu. Gidiniz, bakınız Zeugma bir Roma medeniyetidir. Roma kültürü var orada. Bu kültürleri ayağa kaldırmak suyun üretimine mani olmamalıdır."

Hürriyet, Haber: Selçuk Yaşar, 19.03.2007

AVRUPA'DAN ALLIANOI MEKTUBU

 

Avrupa Kültürel Miras Federasyonu (Europa Nostra), Avrupa Arkeologlar Birliği (EAA) ve Uluslararası Anıtlar ve Sit Alanları Kurumu (ICOMOS), Başbakan Tayyip Erdoğan'a bir mektup göndererek, Allianoi antik kentinin korunmasını istedi.


İzmir Bergama'daki antik kentin, acil önlem alınmazsa yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı'nın suları altında kalacağı belirtilen mektupta, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca geçen yıl oluşturulan bilim heyetinin önerilerinin yeterince dikkate alınmadığı belirtildi. Mektupta Allianoi antik kentinin hem Türkiye hem de Avrupa için önemli bir alan olduğu vurgulanarak, Erdoğan'a şöyle seslenildi: "Hükümet, Allianoi'nin bir sağlık turizmi ve kültürel sit alanı olarak geliştirilmesinin toplumsal, kültürel ve ekonomik yararlarını esaslı biçimde araştıracak bir komisyon kurulmasına önayak olmalıdır."

Radikal, 24.03.2007





SU PERİSİ KURBAN OLMUYOR

 

İzmir 1’inci İdare Mahkemesi, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nün Yortanlı Barajı’nda su tutulmasını engelleyen İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nun kararının iptali istemiyle açtığı davayı reddetti. Allianoi kazıları sırasında çıkarılan Su Perisi "Nymphe" heykeli, tüm dünyada büyük yankı yaratmıştı.

Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans Gert Pöttering’in Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, İzmir’in Bergama İlçesi’nde DSİ tarafından yapımı tamamlanan Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan antik Allianoi kentinin kurtarılması için mektup göndermesinin ardından, konuyla ilgili bir sevindirici haber de İzmir 1’inci İdare Mahkemesi’nden geldi. İdare mahkemesi, DSİ’nin, İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun, Allianoi’nin su altında kalmasını önleyecek proje üretilene kadar Yortanlı Barajı’nda su tutulmasını engelleyen kararının iptali için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na karşı açtığı davayı reddetti.

DSİ’nin istemini oy birliği ile reddeden mahkeme heyeti, kararında "DSİ tarafından hazırlanan korumaya ilişkin yöntemlerin çağdaş olmadığı, yeterli olmadığı, bu nedenle de 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun verdiği kararın iptal edilmesi için hukuki bir dayanak bulunmadığına" hükmetti.

Hürriyet, Haber: Turan Gültekin, 19.03.2007

ÇAĞDAŞ RESİM VE HEYKEL MÜZESİ

 

Edirne Valiliği tarafından restore edilmekte olan İlhan Koman evine, içinde İlhan Koman’ın eserlerinin kopyalarının da bulunduğu Trakya Üniversitesi Çağdaş Resim ve Heykel Müzesi'nin taşınması düşünülüyor. Edirneli sanatseverler, Koman ailesinin yıllardır, ‘İlhan Koman Müzesi’ yapılması için uğraş verdiği binaya, “İlhan Koman Çağdaş Resim ve Heykel Müzesi” adının ve kimliğinin çok yakışacağını belirtiyor.

Bilindiği gibi II. Bayezit Külliyesi Tıp Medresesinde bulunan Çağdaş Resim ve Heykel Müzesi halen bulunduğu alanın Tıp Medresesi Müzesi'ne dönüştürülmesi nedeniyle önümüzdeki günlerde bulunduğu yerden taşınacak. Edirne’de sanatla uğraşanlar ve sanatseverler, bu müzenin en çok bu İlhan Koman Evi’ne yakışacağını ve İlhan Koman’la bütünleşeceğini belirterek ilgili tüm kurumları bu konuya destek vermeye çağırıyor.

Edirne'de doğan ve doğduğu ev halen restore edilmekte olan dünyaca ünlü heykeltraş İlhan Koman’ın yakınları da yıllardır, İlhan Koman Konağı ve adının sanatla özdeş olarak yaşatılması ve adına yakışır bir kimlikle kullanılması için mücadele veriyor.

Edirneli İlhan Koman için Ressam Abidin Dino'nun bir yazısında: "İlhan Koman'la kıyaslanmayacak yontucular üstüne tepeleme kitaplar basılmıştır her ülkede. Hani Koman'ı anlatan kitaplar? Hani heykellerini diyar diyar gezdiren sergiler? Hani Koman'lı kent alanları, boyuna posuna göre? Çağımızın dev simgeleri nerede, Neden bu istek, bu devinim yok ortada?" sözleriyle adeta haykırarak anlatmaya çalışıyor büyük yontu ustası İlhan Koman’ı.


İlhan Koman (1923-1986) Edirne'de Kaleiçi'nde dünyaya gelmiştir. Babası Doktor olan Koman, anne tarafından Trakya Paşaeli Cemiyeti kurucularından, Misak-ı Milli'yi meclis kürsüsünde okuyan eski Edirne Milletvekili ve gazeteci Mehmet Şerefin de torunudur. Soyut yapıtlarındaki özgün yorumları ile tanınmıştır.

İlhan Koman, orta öğrenimini Edirne’de tamamladı. 1941’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne girdi; 1942’de Heykel Bölümü'ne geçerek Rudolph Belling’in öğrencisi oldu. Akademiyi bitirdiği 1946’da Avrupa sınavını kazanarak bursla Paris’e gitti ve orada beş yıl heykel çalıştı. 1948'de Realités Nouvelles (Yeni Gerçekler) sergisine katıldı. 1951'de Türkiye'ye döndü ve akademinin Heykel Bölümü'nde asistan oldu. 1951-1958 arasında heykel çalışmalarını sürdürdü.

Ayrıca Şadi Çalık ve Sadi Öziş’le birlikte metal mobilya üretimine yönelik “T Galeri” adlı atölyeyi kurdu. 1955’te mimar Tarık Carım ve Hadi Bara ile "Grup Espas"ın kuruluşuna katıldı. 1957’de akademide metal atölyesi öğretmenliğine getirildi. Bu yıllarda Zühtü Müritoğlu ile birlikte Anıtkabir'in doğu kanadındaki kabartmaları yaptı. Bu dönem yapıtlarından bazıları 1956 Venedik ve 1957 Sao Paulo Bienallerinde sergilendi. 1959'da akademideki görevinden ayrılarak İsveç’e gitti. 1967’de Stockholm Uygulamalı Sanatlar Yüksekokulunda öğretim üyesi oldu ve ölümüne kadar bu görevi sürdürdü. Yine 1967'de Sundsvall'daki meydan düzenlemesi yarışmasında birincilik kazandı ve projesi 1971'de uygulandı.

1970’te “Leonardo Anıtı” adlı yapıtı Örebro Belediye Binası'nın önüne konacak heykel yarışmasında birincilik ödüllerinden birine (mimar Çetin Kanra ile) değer görüldü ve sonradan İsveç hükümetince satın alınarak Stockholm Mimarlık Yüksekokulu'nun önüne kondu.

1981’de Sedat Simavi Vakfı Görsel sanatlar Ödülünü ressam Yüksel Arslan ile birlikte kazandı. 1986’da Danimarka'daki Grönningen Grubu’nun sergisine konuk sanatçı olarak katıldı. Evrensel sanatçı kişiliği ile çağdaş sanata önemli katkıları olan Koman, daha öğrenci iken yeni arayışlara yöneldi. Fransa’dayken çağdaş sanat akımlarını yakından inceleyerek geometriksoyut anlayışı benimsedi. 1963-64 yıllarında dışavurumcu soyut çalışmalar yaptı.


1965’ten sonra ise yapıtlarında liriksoyut bir anlatım görülmeye başladı. Taş, demir, çelik, bakır gibi malzemeyi büyük bir beceri ile biçimlendiren Koman, 1970’lerin başında, geometrik biçimler üzerinde deneysel çalışmalar yaptı. Tümüyle geometriksoyut heykellerin yanı sıra figüratif ve geometrik biçimlerin bir bileşimi olan “sonsuz” adlı bir dizi heykel gerçekleştirdi. Bu yapıtlarında sarmal bir düzenleme ile dinamik bir kurgu oluşturdu. 1980’de metal çubukları birbirlerine vidalayarak, antik Nike heykellerini anımsatan bir dizi anıtsal heykel yaptı. Bunlardan 4 tonluk “Akdeniz” (Halk Sigorta Binası, İstanbul) 12 mm kalınlığında, 112 metal levhanın yan yana getirilmesiyle oluşturulmuştur.

Batı sanat çevrelerinde de kendine önemli bir yer edinen Koman’ın yapıtları dünyanın önemli modern sanat müzelerinde sergilenmektedir.

Edirne Internet Gazetesi, 19.03.2007

AFGAN HAZİNELERİ SÜRGÜNDEN DÖNDÜ

 

Afganistan'daki iç savaş sırasında, yağmadan korunması amacıyla İsviçre'ye getirilen birbirinden değerli tarihi eserler yeniden Afganistan'a döndü.

 

Kültürel varlıkların ülkelerine geri dönüşü açısından son 70 yılın bu en büyük olayında, en eskisinin yapılış tarihi 3500 yıl öncesine kadar uzanan 1400'den fazla eser Afganistan Ulusal Müzesi'ne iade edilmek üzere ülkeye verildi. 1999'dan beri Basel yakınlarındaki Bubendorf'da tutulan eserler arasında en değerlisiyse Büyük İskender'in kullandığı iddia edilen penis şeklindeki tarihi objeydi. UNESCO Genel Direktörü Koiçiro Matsuura, eserlerin iadesiyle Afganistan'a belleğinin bir bölümünün geri verilmesinin amaçlandığını, ülkenin kimliğini yeniden inşa etmesi için buna ihtiyacı olduğunu kaydetti. 1930'da kurulan Afganistan Ulusal Müzesi, Taliban rejimi döneminde yağmalanmıştı.

Radikal, 19.03.2007

İSVİÇRE İLE HASANKEYF KRİZİ

 

 

Türkiye ile İsviçre arasında, Ilısu Barajı nedeniyle kriz baş gösterdi. Türkiye, Hasankeyf’i sular altında bırakacağı için tepki çeken Ilısu Barajı’na finansman sağlayacak ülkelerden birisi olan İsviçre’ye 30 Mart’a kadar süre tanıdı.

Edinilen bilgiye göre Türkiye, İsviçre hükümeti gereken finansman desteğini sağlamadığı takdirde sözleşmeyi feshedeceği sinyalini verdi. İsviçre ise "barajın yapımı nedeniyle boşaltılacak bölgede yaşayanların yerleşimi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin ne şekilde karşılanacağı" konularında Türkiye’den garanti istiyor. İsviçre’nin bu talebinin hükümete ulaşmasının hemen ardından TBMM’ye Hasankeyf İlçesi'nin taşınmasını düzenleyen bir yasa tasarısı gönderildi. Tasarı, ilçenin yeni yerleşim yerine ilişkin esasları düzenlerken, tarihi eserlerin de taşınmasını öngörüyor. TBMM İçişleri Komisyonu geçen hafta tasarıyı ele aldı. Komisyon Başkanı’nın "Bir an önce yasalaştıralım" ısrarına rağmen, üyeler konuyla ilgili taraflardan ayrıntılı brifing almak için görüşmeleri bu haftaya erteletti.

Hürriyet, Haber: Uğur Ergan, 19.03.2007

KAÇAK KAZI YAPANLARI SİGARA DUMANI YAKALATTI

 

Kayseri'nin Sarıoğlan İlçesi'nin Üzerlik Köyü'nde bir höyüğe girmek için 15 metrelik tünel kazan 2 kişi, jandarma ekiplerinin yaptığı operasyonla yakalandı.

 

İhbar üzerine höyük etrafında ve tünel girişinde nöbet tutmaya başlayan jandarma, uzun bir aradan sonra tünelden sigara dumanının çıktığını fark etti. Bunun üzerine tünelde olduğu anlaşılan üçüncü kişi de yakalandı. Jandarma ekiplerinin olayla ilgili sürdürdüğü soruşturmada, kaçak kazı yapan şebekenin üyeleri olduğu belirlenen Kadir G, Ali Ö, Ali A, İsmail G, Necati K, Özgür A, Mustafa Ö, Yusuf Y, Yunus T, Ahmet G, Dursun K. ve Selim T. gözaltına alındı.

Vatan, 19.03.2007

KİLİS'TE 292 TAŞINMAZ KÜLTÜR VARLIĞI BULUNUYOR

 

Kilis Kültür ve Turizm İl Müdürü Raif Toker, Kilis'te 292 adet taşınmaz kültür varlığı bulunduğunu bildirdi.

 

Kilis'te bulunan 292 adet taşınmaz kültür varlığının restorasyonunun yapılmadığını belirten Kültür ve Turizm Müdürü Raif Toker, "Sokak sağlıklaştırması projesi kapsamına alınması için önerilen Salih Efendi Sokağı, Hacı Ömer Ağa, Abidin Ağa Caddesi, Akcurun Caddesi projelerine Kültür Varlıklarına Yardım Komisyonu'nu tarafından katkı sağlanmıştır. Hazırlanan 8 projeden 5 tanesi Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nca kabul edilmiş, diğer üçünün proje çalışmaları sürmektedir" dedi.

Toker, Kilis'te bulunan Atatürk Evi’nin restorasyonun yapılması için çalışma yaptıklarını belirterek, "Mustafa Kemal Atatürk, tümgeneral rütbesinde Suriye cephe komutanı olarak, Kilis'e 27 Ekim 1918 günü gelerek, Kaymakam İbrahim Bey'in konuğu olarak evde bir gece kalmıştır. Mustafa Kemal Atatürk kaymakam, belediye başkanı ve yöredeki İngiliz işgaline karşı savaşı yürüten halk önderleriyle görüştükten sonra düşüncelerini: "İlk ayak bastığım Türk şehrindeki bu uyanıklığa cidden hayran kaldım ve bir daha iman ettim ki; bu millet asla ölmeyecektir! Var olun aziz Kilisliler. Kahraman Kilislilerin gösterdikleri şecaat her zaman iftiharımızdır." sözleriyle açıklamıştır. 28 Ekim 1918 günü Katma'ya gitmek üzere Kilis'ten ayrılmıştır. Kentte "Atatürk Evi" olarak bilinen eski kaymakam konağının restorasyonun yapılması için çalışma başlattık" diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 19.03.2007

"İSTANBUL MÜZESİ'Nİ GİZLİ BİR EL ENGELLİYOR"

 

Tarih Vakfı, tahliye edilmek istendiği tarihi Darphane-i Amire binaları için mücadelesini yeni bir davayla sürdürmeye hazırlanıyor. 49 yıllığına kullanım hakkı Tarih Vakfı'nda olan binalar Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın hazırladığı ve binaların çökme riski olduğunu belirten bir rapora dayalı olarak 6 Mart'ta tahliye edilmek istenmiş, ancak mahkeme tahliye işlemiyle ilgili yürütmeyi durdurma kararı almıştı. Ancak bu kez de kararın resmi tebligatı yapılmadığı gerekçesiyse binalar mühürlenmişti. Vakıf yetkilileri, tebligatın yapıldığı halde yaklaşık iki haftalık süre içinde mühürlerin kaldırılmamasıyla ilgili olarak idari görevliler hakkında suç duyurusunda bulunacak.

Tarih Vakfı, Darphane binaları ve İstanbul Müzesi projesiyle ilgili son gelişmeleri aktarmak için dün basın toplantısı düzenledi. Vakıf Başkanı Halim Bulutoğlu, yürütmeyi durdurma kararının ilgili makamlara tebliğ edilmediği gerekçesiyle binaların 6 Mart'ta mühürlendiğini, ancak 7 Mart'ta kararın resmen tebliğ edildiğini, buna rağmen mühürlerin kaldırılmamasının hukuka aykırı bir durum olduğunu savundu. Bulutoğlu, pazartesi akşamına kadar mühürler sökülmediği takdirde mahkeme kararını uygulamayan idari görevliler hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.


Darphane binalarının kendilerine İstanbul Müzesi kurulması amacıyla verildiğini ancak bu imkanın bir türlü tanınmadığını belirten Bulutoğlu, 2006'dan bu yana İstanbul Müzesi'nin çok uygun olduğu halde Darphahe'de kurulamayacağını anladıklarını ve başka bir mekan için Bakanlık'la yeni bir yer üzerinde mutabakat sağladıklarını hatırlattı. Ancak bu kez de hukuk dışı bir saldırıyla karşı karşıya kaldıklarını belirten Bulutoğlu, "Son olarak 17 Şubat 2007'de Vakıf ile Bakanlık arasında yeni bir protokol için çalışılmaya başlandı ancak bu defa da tahliye kararı yürürlüğe sokuldu" diye konuştu. Gelişmelere anlam veremediklerini belirten Bulutoğlu "Sanki gizli bir el bu işi sabote etmek için sürekli uğraşıyor" dedi.


Binaların Tarih Vakfı'na verildiği 1995'te Kültür Bakanı olan Ercan Karakaş da toplantıya katılarak tüm bu sorunların 'Türkiye'de siyasetin adam kayırmacılık üzerine kurulu olmasından ve bugünkü iktidarın da her alanda olduğu gibi kültür alanında da sadece yandaşlarıyla çalışmak istemesinden kaynaklı olduğunu' ifade etti.

Radikal, Haber: Mahmut Hamsici, 19.03.2007

TOKAT'TA 182 PARÇA TARİHİ ESER ELE GEÇİRİLDİ

 

Niksar İlçesi'nde düzenlenen operasyonda, Hellenistik döneme ait olduğu bildirilen 182 parça tarihi eser ele geçirildi. Bir ihbarı değerlendiren jandarma ekipleri, Serenli beldesinde iki kişinin tarihi eser bulundurduklarını belirledi. Düzenlenen operasyonda, M.S. ve D.Ş, satmak istedikleri 182 parça tarihi eserle birlikte yakalandı. Yapılan incelemede, 2'si insan,1'i hayvan figürlü 3 heykel ile 179 parça bronz sikkeden oluşan tarihi eserlerin Hellenistik döneme ait olduğu belirlenirken, olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Birgün, 18.03.2007

YUNANİSTAN'DA EZİLMİŞ ANTİK ÜZÜM BULUNDU

 

Antik Yunanlılar ya üzüm suyunu seviyorlardı veya yaklaşık 6500 yıl önce şarap yapmaktaydılar. Eğer bulunan 2460 üzüm çekirdeği ve 300 üzüm kabuğu, uzmanların tahmin ettiği gibi, bir şarap imalatının belirtileri ise bu bilinen en eski ikinci şarap imalatı olacak. Şu ana dek bulunmuş en eski şarap kalıntısı İran’a ait ve MÖ 6. bine tarihlenmekte.

 

  

 

Yunanlıların Romalıları, Romalıların ise kültürel olarak tüm Avrupa’yı etkilediği düşünülürse doğu Makedonya’daki bu mütavazi evde imal edilen bu içkinin tüm dünya şaraplarına kaynak olduğu düşünülebilir.

 

Selanik Aristo Üniversitesi arkeoloji bölümü görevlisi Tania Valamoti “Neolitik veya Bronz Çağları’nda Pazar veya Pazar ekonomisi olduğuna dair henüz bir buluntu yok. Üretimin ev ihtiyacı için veya komünal olduğunu düşünebiliriz” diyor.

 

Valamoti ve ekibi Dikilitaş denilen bölgedeki 4 neolitik ev kazısı sırasında üzüm çekirdekleri ve kabuklar bulunca taze ve kurutulmuş üzümler ile üzüm sıkma tesislerinde incelemeler yapmışlar. Kalıntıların kesinlikle şarap imalatı kaynaklı olduğunu, buluntuların taze üzümün kurumuş durumu ile morfolojik hiçbir benzerliği olmadığını belirtmekteler. Üzüm kabuk ve çekirdeklerinde yapılan çalışmalar, bunların ya çok eski bir tür veya yabani olduklarını göstermekte. Kazı sonuçları Antiquities dergisinin son sayısında da yayınlandı.

 

Kazı sırasında ayrıca, şarap fermantasyonu ve saklaması için kullanıldığı tahmin edilen çift kulplu kaplarla büyük çömlekler de bulundu. Üzüm kabuk ve çekirdeklerinin yanında bulunan kurumuş incirlerin de bir tesadüf olmadığı düşünülüyor. Antik çağlarda fermantasyon öncesi üzüm şırasının içine taze incir ve bal konması uzun zamandır bilinen bir uygulama.

Discovery News, Haber: Jennifer Viegas, 16.03.2007






ANGKOR'U İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ YOK ETTİ

 

 

Kamboçya’nın antik şehri Angkor’un terkedilmesinin en önemli sebeplerinden birisinin iklim değişikliği olabileceği Avustralya’lı arkeologlar tarafından açıklandı. MS 900 yılından itibaren Khmer İmparatorluğu’nun başkenti olan ve 700.000 kişinin yaşadığı bu şehir 500 yıl önce esrarengiz bir şekilde terk edilmişti. Uzun bir zamandır Thai ordusunun yağmalamasından sonra şehrin terk edildiği düşünülüyordu. Fakat, Sydney Üniversitesi arkeologlarının yaptıkları araştırmalar sonunda, Angkor’un terk edilmesinin en önemli sebebinin su krizi olduğu anlaşıldı. Üniversite tarafından açıklanan rapora, şehir göre ortaçağ başlarındaki ılık dönemden küçük buz çağına geçilirken terkedilmiş. Arkeoloji profesörü Roland Fletcher!in açıklamasına göre Khmer’ler Angkor’a 700.000 kişi için yeterli olabilecek bir su sistemi inşa etmişler. Fakat su sistemini kontrol eden yapılarda görüldüğü gibi, son dönemlerde su sistemi çökmeye başlamış. Profesör Fletcher, son keşiflerin değişen mevsimsel koşulların etkilediği musonların şehri yaşanmaz hale getirdiği konusunda keşifler yaptıklarını vurgulamakta.

AAP, theage.com.au, 14.03.2007

TARİHİ ESER ONARIMINDA BÜYÜK BAŞARI SAĞLANDI

 

Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, müdürlük olarak 3 yılda sorumlulukları altındaki 183 tarihi eserin onarım ve restorasyonu ile 91'inin projesini tamamlayarak büyük bir başarıya imza attıklarını söyledi. İbrahim Genç, ''Müdürlük olarak 3 yılda mülkiyetimiz altındaki 183 tarihi eserin onarım ve restorasyonu ile 91 adedinin projesini gerçekleştirerek büyük bir başarıya imza attık” diye konuştu.

Konya Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, müdürlük olarak 3 yılda sorumlulukları altındaki 183 tarihi eserin onarım ve restorasyonu ile 91'inin projesini tamamlayarak büyük bir başarıya imza attıklarını söyledi.


Genç, Vakıflar Bölge Müdürlüğü mülkiyetinde 400 tarihi eser bulunduğunu, bölgedeki tarihi dokunun korunması için ellerinden geleni yaptıklarını belirtti.


Son yıllarda Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt'ın kendilerine sağladığı imkanlar ve verdiği yetkiler sayesinde birçok projeyi hayata geçirdiklerini ifade eden Genç, şunları kaydetti: ''Müdürlük olarak 3 yılda mülkiyetimiz altındaki 183 tarihi eserin onarım ve restorasyonu ile 91 adedinin projesini gerçekleştirerek büyük bir başarıya imza attık. Restore edilerek korunan, kuvvetlendirilen tarihi eserler arasında, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinden kalma Konya'daki Alaaddin Camii, Şerafettin Camii, İplikçi Camii, Sultan Selim Camii ve Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camii de yer bulunuyor. 2007 yılında da çalışmalarımız artarak devam edecek. Restorasyon ve onarım çalışmaları için 2004 yılında 1 milyon 766 bin, 2005'de 4 milyon 218 bin, 2006 yılında da 8 milyon 232 bin YTL harcama yaptık.''


Tarihi eserler arasındaki Sahibata Hangahı'nın restorasyonunu tamamlayarak tarihinde ilk defa bu yıl müze olarak ziyarete açtıklarını vurgulayan Genç, 2007 yılında da Aksaray Cıncıklı Camii, Karaman Çelebi Cami, Karapınar Sultan Selim Hamamı gibi önemli tarihi eserlerin restorasyonunu tamamlayacaklarını bildirdi.

2007 yılında da tarihi eserlerin restorasyon ve onarım çalışmaları için 20 milyon YTL'ye yakın harcama yapacaklarını belirten Genç, ''Hedefimiz Konya, Karaman ve Aksaray'da restore edilmemiş tarihi eser bırakmamak. Bu çerçevede, 2007 yılı için de 86 eski eserin onarım ve restorasyonu ile 27 eserin projesini yapacağız'' diye konuştu.


Vakıflar müdürlüklerinin sahip olduğu gayrimenkuller nedeniyle oldukça fazla gelire sahip olduğu gibi yanlış bir düşüncenin hakim olduğunu ifade eden Genç, şöyle devam etti: ''Müdürlüğümüzün gelirleri zannedildiği gibi giderlerinden fazla değil. 2007 yılı için tahmini gelirimiz 2 milyon 500 bin YTL olmasına karşın 25 milyon YTL harcamamız olacak. Biz, her yıl Konya, Karaman ve Aksaray'da yardıma muhtaç toplam 2 bin 250 kişinin evine sıcak yemek götürüyoruz. Bunun dışında 39 ilçeye, yoksullara dağıtılmak üzere her ay 3 bin 550 adet kuru gıda paketi gönderiyoruz. 110 muhtaç ve yoksula maaş veriyoruz. Sadece bu yardımların her birinin masrafı bile ayrı ayrı 2 milyon YTL'yi buluyor. Yani gelirimizin tamamı bu yardımların sadece bir tanesine gidiyor.''

Merhaba Gazetesi, 18.03.2007

MARS'TA MAĞARA BULUNDU

 

Mars'ta keşiflerine her gün bir yenisini ekleyen bilim adamları, bu kez Kızıl Gezegen'in yüzeyinde yer altı mağarası olduğunu düşündükleri yedi giriş tespit etti.

 

Bulgularını, ABD'nin Houston kentindeki Ay ve Gezegen Bilimleri Konferansı'nda açıklayan bilimciler, Mars'taki mağaraların ilkel yaşam biçimlerini göktaşı çarpmaları, ultraviyole radyasyonu, güneş patlamaları ve gezegenin yüzeyini bombardıman eden yüksek enerji parçacıklarından koruyabilecek tek yer olabileceğini düşündüklerini bildirdi.

Zaman, 18.03.2007

BOZCAADA'DAKİ RUM ORTODOKS KİLİSESİ'NİN ONARIMI

 

Devlet Bakanı Beşir Atalay ile Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Bozcaada'da onarımı süren Rum Ortodoks Kilisesi'nde incelemelerde bulundular.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte geldikleri Bozcaada'da Kimisis Teodokus Kilisesi'nde incelemelerde bulunan Beşir Atalay, kilisenin onarımı için Başbakanlık Tanıtma Fonu'ndan kaynak aktarıldığını hatırlattı. Kilisenin onarımı için bugüne dek 230 milyar lira ayrıldığını kaydeden Atalay, "İbadet yerleri bizim için çok önemli. Başka ülkelerin de bunları görmesini istiyorum" dedi.

Haber Ekspres, 18.03.2007

TARİHİ MEKANDA RESTORASYON

 

Aksaray’ın Güzelyurt İlçesi'nde bulunan Yüksek Kilisesi’nin (Analipsis Kilisesi) restorasyon çalışmalarına bu yıl başlanacağı bildirildi.

 

Aksaray Valisi Sebati Buyuran, tapu tahsisi, İl Özel İdaresine yapılan Yüksek Kilise’nin restorasyon çalışmaları, bu yıl İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi'nce başlatılacağını söyledi. Yüksek Kilise’nin inanç turizmi açısından çok önemli olduğunu ifade eden Buyuran, şöyle konuştu: “Türkiye’nin önemli turizm merkezleri arasında yer alan Güzelyurt ilçemize her yıl binlerce turist geliyor. Ortodoks mezhebinin kurucularından ve zamanında Hristiyanlık inancını yayan önemli isimler bu bölgede yaşamıştır. Bu nedenle Güzelyurt’un inanç turizmi açısından ayrı bir yeri ve önemi vardır.”

 

İl Kültür ve Turizm Müdürü Hamza Zengin de, restorasyon çalışmalarının İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İsmet Ağıryılmaz tarafından yürütüleceğini bildirdi. Çalışmalara, mevsim şartları uygun hale geldiğinde başlayacağını ifade eden Zengin, şunları kaydetti: “Önemli sayıda ziyaretçisi bulunan bu kilise, 1895 yılında zamanın Başrahibi İoannes Ieimonidis tarafından yörede yaşayan halktan toplanan paralarla, 15 metre yükseklikte dik kayalar üzerinde inşa edilen bir yapıdır. Kızlar manastırı olarak da bilinen kilise, 2 bölümden oluşmaktadır. Fener Rum Partiğinin de her yıl içinde ayin yaptığı, Hasan Dağı’na bakan hakim bir tepe üzerine kurulan kilise, restorasyonu en kısa süre içinde tamamlanarak turizmin hizmetine sunulacak” Zengin, kilisenin yolu Aksaray İl Özel İdaresi'nce ayrılan ödenekle yeniden düzenlenerek asfaltlandığını belirtti.

Merhaba Gazetesi, 18.03.2007

DOSYA



Vaka-i AKM II:


"YIKIP YENİDEN YAPMAK AHMAKLIKTIR"...

AKM DOSYASI

 

 

MİMARİ KORUMA DİYE BİR DİSİPLİN NİYE VAR?

 

AKM gibi bir yapıyı yıkıp yıkmama sorununun öncelikle bir tarihsel korumacılık sorunu olmadığını kabul etmek zorundayız. AKM bir başyapıt değil. 20. yüzyıl Türkiye mimarlık tarihinin en önemli ürünlerinden biri de değil. O zaman neden yıkılmaması gerekiyor? Yanıt basit: Aynı niteliklere sahip bir yapıyı yapıp işletmeyi başarmak mevcut bir kültür kompleksini işler halde tutmaktan çok daha zor da ondan. Dolayısıyla, Kültür Bakanlığı'nın yaptığı açıklama inandırıcılıktan uzak. Mimarlıktan ve kültür amaçlı yatırımlardan haberli hiç kimse, "Bu yapıyı onarmaktansa, yıkıp yenisini yapmak daha ucuz diyemez."


Bu ifadenin gerçekleri yansıtmadığı şuradan belli ki, yenisini yapmak bu kadar ucuzsa, neden aynı bakanlık Maslak'ta elde projesi hazır ve yapımına da başlanmış bulunan konser salonunu tamamlamıyor? Üstelik, bir konser salonu yapmak, bir opera salonu yapmaktan teknik açıdan daha ucuz olduğu halde...


Kamu kaynaklarını böyle saçacak kadar varlıklı bir ülke değiliz. Bu denli kapsamlı teknik donatıya ve bileşene sahip bir kompleksi, daha kullanıma girmesinin üzerinden yarım yüzyıl geçmeden yıkıp yeniden yapacak kadar varlıklı ve açık söyleyeyim- 'ahmak' bir ülke de yok. Bu tür kültür kompleksleri sürekli yenilenerek, bakım görerek, kısmi işlev değişiklikleri de geçirip yüzyıllarca kullanılırlar. Napoli Operası 18. yüzyıldan, Moskova'da Bolşoy erken 19. yüzyıldan beri aynı yapıda hizmet veriyor. Her ikisi de mimari başyapıt değil, ama yıkmayı önerene rastlanmadı. Her yapı eskir. Ama eskiyen her yapı gözden çıkarılmaz, bakıma alınır.


Yıkım için hukuki olanak doğması amacıyla yapının koruma tescilini kaldırması gündemde olan Koruma Kurulu üyelerine de bir çift sözüm var: Eskidiği için sorunlu yapıları yıkmak diye bir seçenek olsaydı, koruma kurulu kurmaya ve saygıdeğer üyeler atamaya ne gerek vardı? Eskime, bir yapıyı korumamak için yetseydi, yeryüzünde korunmaya değer tek bir yapı bile kalmazdı. Neden mi? Her eski yapı teknik açıdan eskir, yıpranır, sorun yaratır da ondan. Onlara onun için 'tarihsel yapı' deniyor. Onun için, mimari koruma disiplini diye bir çalışma alanı var.

Bunları bir yana bırakıp şunu vurgulamakla yetineyim: AKM'yi yıkıp da yenisini yapmaya kalkarlarsa, daha en az 20 yıl bir AKM'miz olmayacaktır. Kentin çok önemli bir kültür donatısından yoksun kalacağız. Bir hatırlatma: Şu yıkmak ve yeniden yapmak için 'nedense' çok hevesli olunan 'eski, köhne' AKM'yi Türkiye Cumhuriyeti tam 50 yılda inşa edebildi. Efektif çalıştırmayı 20 yılda öğrenemedi. Acelemiz yok, daha bir 70 yıl bekleriz; vaktimiz bol. Yenisini yapacağız ya!

Uğur Tanyeli: Prof. Dr. YTÜ Mimarlık Fakültesi

 

*****

 

Korhan Gümüş : Sorun Yönetimde

 

Paris'teki Beaubourg Kültür Merkezi'nin kongre merkezine dönüştürülmesine herhalde ilk önce turizmciler itiraz ederdi. Bu merkez tek başına İstanbul'dan fazla turist çekiyor. Sorunu binada görmek yerine kamunun yönetim biçiminde görmek lazım. Üyesi olmayı planladığımız AB ülkelerinde kamu kültür sayesinde ayakta kalıyor. Kültür ideolojik devlet yapısını yeniden üretme değil, dönüştürme işlevini yerine getiriyor. Kültür merkezleri, müzeler yaratıcılık yoluyla dönüştürücü bir işlev görüyorlar.


Kültür ve turizm bakanlıkları birleşince, turizm, kültürü emen bir karadeliğe dönüştü. Kültür merkezlerinin kongre merkezlerine dönüşmesi bunun en somut göstergesi. Turizm nasıl yatırımcıları, çıkar sahiplerini ilgilendiren bir işse, kültürün de öyle olması amaçlanıyor.

Radikal, 19.03.2007

 

 

 

*****

 



YIKILSIN MI, ONARILSIN MI?

 

AKM'nin yıkılarak yerine başka bir binanın yapılmak istenmesinde aslında şaşılacak bir durum yok. Ne de olsa siyasetin imar faaliyetleri ile ilişkisi Demirel'den, belki de Menderes'ten beri temel atma gösterişi üzerine kurulmuş bir gelenek. Biliyoruz ki bu ülkede sahipsiz fabrikalar, işletmesi olmayan kültür merkezleri, uçak inişine elverişsiz havalimanları için haddinden fazla para harcadık... İmar faaliyetlerine bu kadar beceriksizce para saçan başka çok az ulus vardır herhalde.


Çok bellidir ki, AKM'nin sorunu yapısal bir sorun değil, işletme sorunudur. AKM'nin yerine yeni bir yapı yapılması, zamanla bu yapının yine işletmeden kaynaklanan nedenlerle özelleştirilip bir opera ve tiyatro binasından salt bir kongre merkezine dönüşmesi tehlikesi mevcut. Ama esas tehlike bu değil. Şayet Anıtlar Kurulu zamanında tescillenmiş AKM'nin üzerindeki tescil kararını sırf merkezi hükümet istedi diye kaldırırsa AKM'nin yıkımından daha büyük bir olayla karşı karşıya kalırız.


Anıtlar Kurulu'nun AKM'nin (veya tescilli herhangi bir yapının) tescilini kaldırdığında veya değiştirdiğinde, kendisinin iktidara göre şekil ve anlayış değiştiren bir kamu kurumu olduğunu tescil etmiş olacaktır. Diyelim ki Atilla Koç, tüm azmi ve şevkiyle AKM'yi yıktırdı ve yerine Türkiye'nin en mükemmel opera binası yapıldı. Kurul kararları dönemsel olarak değiştirilebiliyorsa, aynı akıbet bundan 30 sene sonra o yapının da başına gelmeyecek mi? Mimari kültürün sürekliliği bu şekilde nasıl sağlanacak?


AKM tartışması bizi başka bir sorunla baş başa bırakıyor: mimari mirasın korunması için yetkili merci olan Anıtlar Kurulları'nın sürekliliği. Bu kurullar, yarı zamanlı çalışan, yarısı merkezi hükümetin kadrolarınca diğer yarısı ise pasif akademisyenlerce doldurulan ve üç-dört senede bir değiştirilen kurumlar olmamalı. Bir ülke büyüklüğündeki İstanbul'da kurul kararlarını bekleyen yüzlerce proje ve binlerce yıllık mimari mirasın zaman içinde yok olma tehlikesi varken, İstanbul'daki Anıtlar Kurulları'nın tamamı hükümetten bağımsız kişilerden oluşan kadrolara sahip olmalı. Yoksa sadece AKM değil, İstanbul Manifaturacılar Çarşı'ndan Eldem'in SSK binalarına ve Arkan'ın Florya Köşkü'ne dek her yapı tehlike altında kalır.


Peki AKM binası için ne yapılabilir? Mevcut binanın mimari ve strüktür sorunlarından öte öncelikle bir işletme problemi yaşadığını kabul etmek gerek. AKM binası özünde bir opera ve tiyatro binasıdır, dolayısıyla gün içinde halk tarafından hemen hemen hiç kullanılmaz. Ancak Taksim gibi canlı bir düğüm noktasında manzaraya açılabilecek tek boşluğu da kapatır. Şayet ufak mimari müdahalelerle gün içinde de AKM'nin işletilmesini sağlayacak önlemler alınabilirse (arkada manzaraya açık bir ufak kafe, gün içinde çocukları ve gençleri bina içine çekebilecek etkinlikler, daha cazip sergi salonları vb.) binanın sanılandan çok daha kullanışlı ve değerli bir bina olduğunu herkes anlayacaktır.

 

Mimarlar Odası : Kabul edilemez

Cumhuriyet dönemi mimarisinin önemli eserlerinden ve aynı zamanda Taksim Meydanı'nın simgesel yapılarından biri olan AKM'nin yıkımını öngören bir sürecin başlatılmasını kabul edilemez buluyoruz. Böylesi kültürel ve simgesel bir yapının gerektirdiği güçlendirme ve iyileştirme bedelinin karşılanamaz olduğunu düşünmüyoruz. Türkiye'nin 1970'li yıllarda, kültürel etkinliklerin en yoğun olduğu kentinde, toplumun kültürel gereksinmelerinin karşılanması için tasarlanan bir yapı olan AKM, fiziki olarak İstanbul kentinin belleğinin bir parçasıdır. AKM ayrıca sadece İstanbul kent sakinlerinin değil, tüm ülke insanlarının belleğinde olan, şu veya bu nedenle tüm toplum katmanları tarafından kullanılan ve bilinen bir yapıdır. AKM, yapıldığı dönemin tasarım, mimari ve teknoloji anlayışını yansıtması açısından mimari değere sahiptir.

 

Hilmi Şenalp: Yeniden inşa edilmeli

AKM binası, diğer cepheleri tamamen ihmal edilerek Taksim Meydanı'na dönük planlanmış bir 'façade' mimarisidir. Ön cephesi itibarıyla döneminin öncü ve güzel binalarındandır. Ancak bir kültür merkezi olarak eksik fonksiyonlu, alan kaybı fazla, çok çabuk eskimiş, 'modernite demodesi' bir bina haline gelmiştir. Özellikle Boğaziçi'ne hakim bir parselde bulunmasına rağmen, Boğaz'dan salonların üstünü örten sıradan bir blok görünümündedir. Yandaki otoparkla birlikte düşünülerek bugünkü blok yapı anlayışından farklı ve kesinlikle parçalı bir anlayışta yeniden inşa edilmelidir. İç mekanda yenileme yapıldığı takdirde, rasyonel bir maliyet analizinde, yeniden inşanın daha ucuz olabileceği ve İstanbul'un gerçek bir kültür-kongre merkezi kazanabileceği kanaatindeyim. Boğaz'dan siluet tesiri dahil, yeni tasarım parametreleriyle yeni bir planlama şarttır. İstanbul'un, özellikle Batılı manada tek meydanı olan Taksim'in buna ihtiyacı vardır.

 

Han Tümertekin: Yıkmak basit çözüm

Binaya mimarca baktığımızda görebiliyoruz ki, bu yapının şu ya da bu şekilde kabul görmüş ya da gerçek olarak karşımızda duran fiziksel verilerini pekala dönüştürerek günümüz için kullanışlı hale getirebiliriz. Ben hep sorunu kullanışlı kılmakla ilgiliyim. Bu konuyu Taksim'in dönüştürülmesi için kullanmak... Burada sorunun yalnızca o binada olmadığı, o binanın Taksim'le kurduğu ya da kuramadığı ilişkinin üzerine gidilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.


O binanın camı şöyleydi, ısıtma, soğutma gideri yüksekmiş gibi çok rahatça teknik bakımdan aşılabilecek sorunlara dayandırmak yanlış. Zaten hemen çürütülür bu tezleriniz. AKM'yi yıkmak akla gelebilecek en basit, yaratıcılıktan uzak çözüm olur.

Radikal, Yazı: Ömer Kanıpak, 18.03.2007


BİR KÖY DEFİNE AVCILARINA KARŞI MEZARLIK NÖBETİNDE

 

Muhtar Pirağa Kavcı, dokuz definecinin altın bulma umuduyla kazma vurduğu tarihi mezarın başında kara kara düşünüyor: "Biz ölümüzü altın dişiyle de gömemeyecek miyiz?"


Dereseki Köyü, muhtarları Kavcı gibi, adı 'içinde 80 kilo altın gömülü Rum mezarlığına çıkan' mezarlarının çevresinde pür dikkat yaşıyor. Muhtar Kavcı'ya göre, ta Sultan Yıldırım Beyazıt'tan bu yana kurulu bu köyde göçüp giden gayrimüslimlerin bir yerlere altın gömdüğü rivayetleri anlatılırmış. Kavcı, "Ben de duyardım oldum olası ya, hiç inanmadım" diyor. Kavcı'nın pek kulak asmadığı bu hikaye, Beykoz'daki çevre köylerde yaşayan, Tokatlılı, Ortaçeşmeli ve Gümüşsuyulu definecileri umutlandırmış.


Definecilerin bu umudu 7 Mart gecesi nüksetmiş. Ellerinde harita ve dedektör olan dokuz kişi, jandarma tarafından anayolun solunda ve köyün girişindeki mezarlıkta kıskıvrak yakalanmış. Bu kişiler daha sonra serbest bırakılmış ama jandarmanın ertesi gün bölgede dedökterle çalışma yapması durumu daha da kötüleştirmiş. Muhtar Kavcı şöyle konuşuyor: "Gazetecilerin de bulunduğu çalışma sırasında detektör alarm vermiş, jandarma gazetecilere bu sinyalin yüksek değerli altını işaret ettiğini söylemiş."


Deresekililerin tadı, bu açıklamadan sonra tümüyle kaçmış. Mezarlığa bitişik bir kolejin bekçisi ve evi mezarlığa bakan aza gün boyu burayı kolaçan ediyor. Kavcı ve köylüler fırsat buldukça mezarlığa bakınıyor: "Burası Rumlara ait değil kardeşim, bir Müslüman mezarlığı... Mezar kıbleye dönük. Benim annem, babam, babaannem burada yatıyor. Altın olduğunu söylüyorlar. Olacak şey değil. Biz bunlarla mı uğraşacağız!"


Engin Bozkurt, babası İshak'ın mezarının başında, "Mezarımıza dadanırlar mı" sorusuna yanıt arıyor, "Devlet buna el atsın, varsa alsın götürsün, biz de artık kurtulalım" diyor.

Bu, çoğu Giresun, Trabzon ve Rize'den göçmüş, 1600 nüfuslu Dereseki, şimdi definecileri nasıl savuşturacaklarını, mezarlarını nasıl koruyacaklarını düşünüyor. Şimdi bütün Dereseki, Kavcı'nın Beykoz Kaymakamlığı'na gönderdiği dilekçeye gelecek acele yanıtı bekliyor: "...Bu haberlerden sonra define arayıcılarının mezarlığa akın edecekleri ve (onu) talan edecekleri şüphemiz vardır. Bu sebeple altın varsa devlet tarafından kazılıp alınması, bu işlemlerin bir an evvel yapılması, hudutlarımızdaki olayın büyümemesi, huzurun bozulmaması için gereğinin..."

Radikal, 18.03.2007

300 YILIN AMELİYATI

 

Bahçelievler Belediye Başkanlığı Park ve Bahçeler Müdürlüğü, Kocasinan'daki üç asırlık hasta sakız ağacını kurtarmak için cerrahi operasyon düzenledi. Anavatanı Avustralya olan Sakız ağacını hayata döndürme operasyonu, Orman Mühendisi Abdullah Aykut ve ekibi tarafından yönetildi.

Yer yer çürüyen ve öz odunu tahrip olan ağacın, böceklerin yuva yaptığı, mantarlaşan dokusu temizlendi. Böcek ve mantarların yeniden üremesini engellemek için ağaç ilaçlandı. Ağacın esnek yapısını bozmamak için boşalan bölüm bir dolgu maddesiyle doldurulmak yerine "Yalancı dolgu" tercih edildi. Gövde üzerinde açılan deliğin çevresi paslanmaz çelik desteklerle donatılıp, üzeri tahtayla kaplandı. Tahtanın üzeri de ağaç macunu ile izole edildi. Böylelikle hem ağacın esnek yapısı bozulmadı hem de boşalan bölümün hava alması, iç ve dış rutubetin dengelenmesi sağlandı. Bu sayede, içeride mantarların üreyeceği rutubetli ortamın oluşması da engellendi. Ağaç kabuğunun hasar gördüğü, gövdede yaralar açıldığı kısımlara da, enfekte olmaması için ağaç katranı sürüldü. Ağacın beslenmesine yardımcı olmak için serbest kök toprağında eksilen makro ve mikro element takviyesi yapıldı. Orman Mühendisi Abdullah Aykut, "Artık bir asır daha yaşayabilir" dedi. Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu da, "Yeşili daha da güçlendireceğiz. Bölgemizdeki 20'yi aşkın Sakız ağacını titizlikle koruyoruz" dedi.

Hürriyet, 18.03.2007

ARKEOLOGLAR KADRO İSTİYOR

 

Selçuk Üniversitesi Arkeoloji bölümünde okuyan öğrenciler gelecekten çok da umutlu değil. Sektör yeni arkeologlara ihtiyaç duyarken kadro açılmaması nedeniyle pek çok arkeolog işsiz Konuyla ilgili açıklamada bulunan Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, her yıl 400 civarında öğrencinin Arkeoloji Bölümü'nden mezun olduğunu, bunların birçoğunun işsiz kaldığını belirterek, "Müzelerde yeterli eleman yok. Turizm Şirketleri para kazandıkları arkeoloji sektörüne destek vermiyor. Maliye Bakanlığı maddi sıkıntılar nedeniyle kadro açmıyor. Bunların sonucunda da öğrencilerimiz işsiz kalıyor." dedi.

Şirketlerin turizme otelcilik olarak baktığını ve faydalandığı sektöre destek çıkmadığını vurgulayan Tırpan, "Bu şirketlerin en çok para kazandıkları arkeoloji sektörüne sahip çıkmaları ve maddi destek sağlamaları gerekir. Destek çıkarlarsa, tarihi yapılar daha bakımlı olduğu gibi her yıl mezun olup da iş bulamayan öğrencilerimiz de iş bulur. Ancak ülkemizde bu anlayış yok. Yurtdışında turizm şirketleri ve birçok kuruluş arkeolojiye maddi anlamda destek veriyor." diye konuştu.

Mezun olan 400 civarında öğrencinin müze, kazıların yapıldığı ören yerleri, turizm şirketleri, Kültür Bakanlığı'na bağlı birimlerde iş bulma şanslarının olduğunu ancak Maliye Bakanlığı'nın yeterli ”destek vermemesi nedeniyle kadro açılmadığını ifade eden Tırpan, şunları söyledi: "Yurtdışında birçok ülkede Arkeoloji Enstitüsü var. Bu Enstitüler maddi kaynak sağlayarak araştırma ve kazılara kaynak sağlıyor. Türkiye'de ise Arkeoloji Enstitüsü yok. Bu büyük bir eksiklik. Maddi destek olmayınca da hiçbir iş yürümüyor. Turizm cenneti olan ülkemize biran önce Arkeoloji Enstitüsü'nün kurulması gerekir."

Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Topluluğu üyeleri, Kültür Bakanlığı'na gönderecekleri bir imza kampanyası başlattı. Bir hafta süren kampanya sonrasında topladıkları imzaları Kültür Bakanlığı'na faks çekeceklerini belirten Topluluk Başkanı Berkan Ağır, "Devlet yeterli ödenek ayırmadığı için ülkemizdeki kazılara katılamıyoruz. Yılda 10-20 kişiye istihdam sağlanıyor. Bunun dışında kalan arkadaşlarımızın çoğu ya farklı alanlarda iş buluyor yada hiç iş bulamıyor. Geçen yıl Kültür Bakanlığı 10 arkeologa kadro verdi, 70 kişiyi de sözleşmeli olarak işe aldı. Bu sayının artırılmasını istiyoruz. Ses getireceğine inandığımız kampanyaya destek bekliyoruz." dedi.

Konya Hakimiyet, 17.03.2007

ERZİNCAN MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ'NÜN 21 YILDIR NE MÜZESİ NE DE MÜDÜRÜ VAR

 

Erzincan'da 1986 yılında Kültür ve Turizm Müdürlüğü bünyesinde kurulan Müze Müdürlüğü'nün 21 yıldır ne müzesi ne de müdürü bulunmuyor.

 

Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün girişimleri sonucunda 1986 yılında Erzincan'da kurulan Müze Müdürlüğü'nün üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen, ne müze açılabildi, ne de müdür ataması yapıldı. Fiziki mekanları tamam olan Müze Müdürlüğü'nün, yeterli teknik personeli olmaması sebebiyle müzesi açılamıyor. Bu sebeple Erzincan'da gün ışığına çıkarılan taşınabilir tarihi eserler, müzenin açılamaması nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Erzurum Müze Müdürlüğü'nde tutuluyor.

 

Müze Müdürlüğü'nün kurulması ile birlikte İl Kültür Müdürlüğü Merkez binası içerisinde müze ile ilgili bölümler yapılarak hizmete hazır hale getirildiğini açıklayan İl Kültür Müdürü Metin Çankaya, içerisinde açık hava müzesi, kapalı teşhir salonu, depolar, laboratuvarlar, idari bölümlerin tamamlandığını ve artık müzenin açılmasını beklediklerini söyledi. 21 yıl önce kurulan Müze Müdürlüğü'ne hiç müdür atanmadığını ve Müze Müdürlüğü'nün işlemlerinin yürütülmesi için Şube Müdürü Osman Ballı'nın vekaleten görevlendirildiğini açıklayan Çankaya, "Şube Müdürümüz Osman Ballı yaklaşık 10 yıldır Müze Müdürlüğü'nün işleri ile ilgileniyor. Şimdiye kadar hiç müdür atanmadı. Erzincan Müze Müdürlüğü'nün kadrosunda 1 arkeoloğumuz var. Bekir Tuluğ ismindeki arkeoloğumuzda yaklaşık 3 yıldır İstanbul Arkeoloji müzesinde geçici görevlendirme ile çalışmaktadır. 1 adet de geçici işçi statüsünde Arkeoloğumuz vardır. Hüseyin Toprak isimli arkadaşımız 1 yıldır görev yapıyor." diye konuştu.

 

Fiziki mekanlarının tamam olduğu Müze Müdürlüğü'nün, Bakanlık tarafından yeterli teknik ve uzman personel atanmaması sebebiyle açılamadığını vurgulayan Kültür Müdürü Metin Çankaya, "Her yıl düzenli olarak Müze'nin açıklaması için Bakanlığa yazılarımızı yazıyoruz. Ancak Bakanlık tarafından gerekli personel ataması yapılamadığından müzeyi açamıyoruz." şeklinde konuştu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın mevcut müzelerin işletilmesinde sıkıntı yaşadığı için yeni müzelerin açılmasına sıcak bakmadığı öğrenilirken, Erzincan'a müze açılması yönünde yeterli tarihi eser potansiyelinin olduğu belirtildi.

 

Taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları içerisinde Erzincan'da 203 adet tescilli ve koruma altına alınan tarihi varlık olduğunu açıklayan Şube Müdürü Osman Ballı ise, taşınır kültür varlıklarından, arkeolojik, etnografik ve sikke olarak envanterlerinin mevcut olduğunu, bunlarında envanter defterine yazılarak koruma altına alındığını belirtti. Erzincan'da önceki yıllarda çeşitli yollarla getirilen tarihi eserlerin, Erzurum Müze Müdürlüğü'ne gönderilerek emanete alındığını, Erzincan'da müze açılması durumunda bu eserlerin geri alınacağını ifade eden Osman Ballı, "Erzincan'da bulunan açık müze bölümünde, Urartu dönemine ait küpler, Selçuklu, Osmanlı ve Roma dönemine ait mezar taşları, Akkoyunlu kültürünü simgeleyen, koyun heykelleri ve mezar taşları bulunuyor. Bu koyun heykellerinin diğer benzerlerine ise Orta Asya'da rastlanmaktadır. Mevcut tarihi eserlere ise herhangi bir komisyonun Erzincan'da faaliyet göstermemesi sebebiyle değer konulamamaktadır." şeklinde konuştu.

 

Erzincan Kültür Müdürlüğü Merkez binasında bulunan açık hava müze bölümünde, çeşitli dönemlere ait arkeolojik ve etnografik kültür varlıklarının bulunduğunu ifade eden Şube Müdürü Osman Ballı, kapalı müze bölümünde ise Erzincan'a özgü, eski bakır ürünleri ile çeşitli etnografik eserlerin sergilendiğini kaydetti.

 

Erzincan'da 1986 yılında kurulan Müze Müdürlüğü'ne henüz bir müdür atanmaması ve müzenin açılamaması nedeniyle tarihi eserler Erzurum Müze Müdürlüğü emanet bölümünde bekletiliyor. Erzincan Müzesi açılması durumunda, Erzurum'da bulunan eserler Erzincan'a geri getirilecek. Öte yandan Erzincan'ı çevreleyen Trabzon, Erzurum, Sivas ve Elazığ illerinde Müze Müdürlüğü bulunurken, Gümüşhane, Bayburt ve Tunceli illerinde ise müze bulunmadığı öğrenildi.

TürkiyeTurizm.com, 16.03.2007

VAN GÖLÜ'NDE 500.000 YILLIK İKLİM TARİHİ

 

Türkiye’de bulunan Van Gölü’nün dibinde yüzlerce metre kalınlığında bir çamur tabakası mevcut. İklimbilimciler için bu çamur inanılmaz değerli, binlerce yıldır her yaz polenler bu çamurla birlikte gölün zeminine çökelmiş. Polenlerin incelenmesi sonucunda uzmanlar her yılın iklim değişikliklerini tesbit edebiliyorlar ve bu olanak yaklaşık yarım milyon yıl kadar geriye uzanabiliyor. Bu buluntularla herhangi bir yıla ait iklim durumu açıkça belirlenebilmekte. Bonn Üniversitesi başkanlığında bir grup uluslararası bilim adamının yaptığı öncü nitelikli araştırmalar son derece başarılı oldu; araştırmacılar ortalama sıcaklık değerlerinin zaman zaman 10-20 yıl gibi çok kısa sürelerde büyük değişimler gösterdiğini buldular.





Her yaz yaklaşık 0,5 mm kalınlığında bir kalsiyum karbonat çökeltisi Van Gölü’nün dibinde, eski çökeltilerin üzerinde yerini almakta. Milyonlarca polen de bu çökelti ile birlikte dibe inmekte. Bu kalsiyum karbonat yığını açık renk. Öte yandan, kış aylarında kar ve çamur karışarak koyu kahve renkli başka bir çökelti yaratmakta. Hiçbir hava koşulunun rahatsız etmediği 400 m derinlikte bu işlem yüzbinlerce yıldır sürmekte. Paleontoloji profesörü Thomas Litt “Bazı kısımlarda çökelti 400 m kalınlığında. Her 10 metre yaklaşık 20.000 yıl demekse Van Gölü’nün bazı kısımlarının 800.000 yıllık bir polen ve iklim tarihi içerdiğini söyleyebiliriz. Bu inanılmaz kıymetli bir bilgi yığını. En azından 500.000 yılı incelemek niyetindeyiz.” demekte.

 

Uluslararası bilimadamları konsorsiyumunun sözcüsü olan Prof. Litt’in ciddi bir sorunu da var: Yüzen bir platform üstünden, Van Gölü’nün dibindeki çökeltide yaklaşık 10 cm çapında sonda ile 250 m kalınlığında örnek almak. Bu işlem ise suyun yaklaşık 400 m derinliğinde yapılacak. Bu iş için fon bulmak üzere Uluslararası Kıtasal Delgi Programı’na (ICDP) başvurmuşlar. 2004 yılında yapılan ön araştırmanın verimli sonuçları da başvuruya eklenince ICDP Yönetim Kurulu projeyi çok başarılı bulmuş. Alman Araştırma Konseyi’nin (Deutsche Forschungsgemeinschaft, DFG) finansal desteği ile proje yürürlük aşamasında.

Çökeltiler birçok farklı alanda heyecanlı ve verimli sonuçlar verebilecek. Bir örnek vermek gerekirse, volkanologlar göl civarındaki yanardağların ne zaman patladığını kesin olarak bilebilecekler. Bu, normal çökeltilerin arasındaki kül birikintisinden anlaşılmakta. Prof. Litt “Biz sadece geçen 20.000 yıl için 15 patlama tesbit ettik. Hatta külün içeriği hangi yanardağdan geldiğini bile gösterebilmekte.” dedi. Öte yandan, jeolojik olarak çok hareketli olan bu bölgede depremler bile bu arşivde yerlerini almaktalar.
alphagalileo.org,
Universtat Bonn, Rheinische Friedrich Wilhelms Universitat, 14.03.2007





11 - 17 Mart 2007

F. CLARK HOWELL
YAŞAMA GÖZLERİNİ YUMDU



Kaliforniya Berkeley Üniversitesi emekli profesörlerinden ve Ulusal Bilim ve Çevre Konseyi destekçisi olan F. Clark Howell, 10 Mart 2007’de Berkeley’deki evinde yaşama gözlerini yumdu.

 

27 Kasım 1925’te Kansas’ta doğan Howell, lisans, yüksek lisans ve doktorasını Chicago Üniversitesi’nde yaptı. 1955’ten 1970’e kadar antropoloji eğitimi verdiği Chicago Üniversitesi’ne dönmeden önce, Washington Üniversitesi’nde anatomi dersleri verdi. 1970 yılında Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’ne geçen Howell, 1991 yılında emekli olana kadar çalışmalarına burada devam etti. Araştırma ve yayınlarındaki aktifliğini ölümüne kadar sürdürdü.

 

20. yüzyılın ikinci yarısında, Paleoantropolijinin bir bilim olarak gelişmesinde önemli rol oynadı. Afrika, Avrupa ve Asya’da, insan evrimi, arkeoloji ve paleontoloji alanında kapsamlı arazi çalışmaları yürüttü. Araştırma ekiplerinde, farklı disiplinlerden bilim insanlarının beraber çalışması konusunda bir öncüydü; insan evriminin fosil kayıtlarının değişik perspektiflerden incelenmesi için jeologları, paleontologları, biyologları, arkeologları ve fiziki antropologları biraraya getirdi. Howell, Ulusal Bilimler Akademisi’nin ve daha birçok başka bilimsel topluluğun üyesiydi. Amerikan Fiziki Antropologlar Birliği tarafından kendisine, “Fiziki Antropolojide Ömür Boyu Başarı - Charles Darwin Ödülü” verilmişti.

 

Howell, ünün bir kısmını da, yaptığı arazi çalışmalarıyla kazanmıştı. 1966 yılında düzenlediği Omo Araştırma Gezisi’ne başkanlık etmiş ve Güney Etiyopya’aki Omo Havzası’nda, Pliosen ve Pleistosen fosil tabakaları üzerinde çalışmıştır. Bu kazıların sonucunda ele geçen diş ve çene parçaları, australopithecoid atalarımızın 4 milyon yıl önce yaşamış olduğunu ortaya koymuştur. Howell, İspanya’daki Ambrona ve Torralba ile Tanzanya’daki Isimila yerleşmelerinde de çalışmalar yapmıştır. 1988-90 yılları arasında, Prof.Dr. Güven Arsebük başkanlığında sürdürülen, İstanbul-Yarımburgaz Mağarası kazılarına da katılmış ve fauna buluntuları üzerinde çalışmalar yürütmüştür.

 

Howell, yaptığı araştırmalar ve verdiği eğitimlerin yanı sıra, insan evrimi ve fosil kayıtları hakkında kamuyu bilgilendirme konusuna da oldukça önem vermiştir. Uzun yıllar, L.S.B. Leakey Vakfı’nın Bilim ve Burs Komitesi başkanlığı yapmış ve liselerde insan evrimi müfredatındaki “Taşlar ve Kemikler” gibi programları desteklemiştir. Fosil kayıtları ile ilgili olarak belgesellere ve müze sergilerine danışmanlık yapmıştır.

 TAYHaber, 17.03.2007







EFSANE BİTTİ


 

BAŞKAN'IN BULAMADIĞI ALTINLARI ROMANLAR ÇÖP TOPLARKEN BULDU

 

Edirne Belediye Başkanı Sedefçi ve oğlunun 100 bin YTL harcadığı halde bulamadığı altınlar, kanalizasyon inşaatında çıktı. Bir küp altını, inşaatta kazılan toprağın atıldığı yerde çöp toplayan Romanlar, tesadüfen buldu.





Edirne Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi’nin oğlu Hakan Sedefçi ile Meriç Belediye Başkanı Erol Dübek ’in 2 yıl önce iş makineleriyle aradığı, ancak bulamayınca yöre halkının alay konusu yaptığı altınlar gerçekten varmış! Altınların ortaya çıkması ise tam bir tesadüf eseri oldu. Kirişhane Mahallesi’nde Bulgar Sveti Konstantin Elena Kilesi’nin yanındaki boş alanda başlayan yağmur suyu pompaj istasyonu inşaatında kazılan topraklar, dolgu malzemesi olarak kullanılmak üzere kamyonlarla Kapıkule yolu üzerindeki Gazimihal Mahallesi yakınlarına götürülerek döküldü.

 

Toprağın döküldüğü benzin istasyonu inşaatının sahibi Kemal Aydın’ın iddiasına göre bir erkek, bir kadın ve bir çocuktan oluşan 3 Roman vatandaş, önceki gün akşam saatlerinde çevredeki demir çubuk atıklarını toplamaya başladı. Romanlar’ın toprakların döküldüğü bölgede kendi aralarında heyecanla tartıştığını gören Aydın yanlarına gitti. Romanların, kırık bir küpten dökülen altınları topladığını görünce müdahale etmek istedi. Ancak 3 kişi at arabasına atlayarak kaçtı. Olay yerinde kendisi de 3 altın bulan Kemal Aydın, polise giderek durumu bildirdi.

 

Edirne Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarlar Şube Müdürlüğü ekipleri, hemen benzinlik inşaatını yapan müteahhit Mesut Yeşilyurt ile araziyi kiraya verdiği belirtilen İbrahim Yıldırım’ı gözaltına aldı. Bu kişiler aldıklarını söyledikleri 12 altını polise teslim etti. Benzin istasyonu inşaatının sahibinin aldığı 3 altınla da toplam 15 altın bulunmuş oldu. Altınların çoğunu alarak at arabasıyla kaçan 3 Roman vatandaşın ise aranmasına başlandı. Edirne Cumhuriyet Savcısı Sami Kerpiççi, dün sabah saatlerinde deşarj istasyonu inşaat sahası ile benzinlik inşaat sahasına gelerek inceleme yaptı. İnşaatta çalışan işçilerin tek tek bilgisine başvuran Savcı Kerpiççi, polise teslim edilen 15 altını Müze Müdürlüğü’ne göndererek incelenmesi talimatını verdi.

 

‘Altın bulundu’ haberi yayılınca birçok meraklı Kirişhane ve Gazimihal Mahallesi’ne geldi. Halkın altınlara hücum etmesini önlemek için inşaat alanı dikenli telle çevrildi. Mahallede oturanlar, “Defineciler hep kilisenin içini aradı. Meğerse altınlar 10 adım ötedeymiş” diye espri yaptı.

Altınlar, Başkan ve oğlunun yasal izinle aradığı yerin sadece 200 metre uzağında bulundu. VATAN’a konuşan Başkan Sedefçi ve oğlu çok üzgündü: “Bulgaristan’da müzede saklanan bir harita var. Bu haritada, Bulgar Kilisesi’nin bulunduğu çevrede gömülü altınların yeri gösteriliyor. Haritayı gören biri, o bölgede altın olduğunu söyledi. Harita elimizde olsaydı tam yerini tespit ederdik. Biraz daha sabretsek, bulurmuşuz. Ama nasip olmadı. Altını ararken herkes bize gülüyordu. Ama bakın haklı çıktık. Yasal izinle aradığımız için altınların yüzde 40’ı bize kalacaktı. Zengin olurduk.”

 

Yetkililer, kazıdan çıkan altınların Osmanlı ve Hollanda Kraliyet’ine ait olduğunu tespit etti. Müze Müdürlüğü altınları inceleyerek hangi döneme ait olduklarını da belirleyecek. Başkan Serdefçi ile Meriç Belediye Başkanı Erol Dübek ise, 8 Haziran 2005 günü başlatılan kazı çalışmalarında, Kazıklı Voyvoda’ya ait olduğu iddia edilen 30 ton altını aradıklarını söylemişti.





Bundan 323 yıl önce Meksika’nın Vera Cruz limanından yola çıkan El Cazador adlı gemi, o zamanlar İspanyol kolonisi olan bugünkü ABD’nin Lousiana kentine 450 bin adet gümüş para taşıyordu. Amaç, Lousiana’nın ekonomisini güçlendirmekti. Ancak 1784’te yola çıkan gemi hiçbir zaman limana varamadı. El Cazador, bir fırtınada battı. İspanya, Avrupa’daki savaşta Fransız lider Napolyon’a yenilince Lousiana da Fransa’nın kontrolüne girdi. Fransızlar da kenti belli bir para karşılığında yeni kurulan Birleşik Devletler’e sattı. ABD, böylece toprağını iki katına çıkardı. Ve bugünlere geldi. El Cazador’un kargosu, 1993’ün yılında dalgıçlar tarafından çıkarıldı. Her biri 8 real yani o zaman yaklaşık 1 dolar olan gümüş paraların 360 bini teker teker temizlendi. Franklin Mint şirketi, belki de ABD’nin var olmasını sağlayan paraları şimdi satışa çıkarıyor. 4 para, 200 dolardan (280 YTL) ABD, Almanya ve Japonya’da yayınlanan QVC alışveriş kanalında satılacak.

Vatan, Foto: Hürriyet-Vatan, 17.03.2007

YOL ÇALIŞMASINDA TARİHİ MEZAR BULUNDU

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde belediye tarafından yürütülmekte olan yol açma çalışmaları sırasında 2300 yıllık mezar bulundu. Emek Mahallesi'nde yol açma çalışmaları sırasında operatör, tarihi bir yapıya rastladı. Operatörün durumu bildirdiği belediye görevlileri, Milas Müzesi yetkililerine haber verdi ve müze ekibi polis eşliğinde mezarı açtı. Ekipler, mezar içerisinde bir erkek ve bir kadına ait olduğu tahmin edilen kemikler, 'KYX' olarak adlandırılan bir adet ölülere sunulan hediye ve bir adet testi buldu. Mahalle sakinleri kurtarma kazısını meraklı gözlerle izlerken, polis ekipleri de herhangi bir olumsuzluk yaşanmaması için çalışmalar sırasında bölgede hazır bulundu. Kazı dün akşam saatlerinde tamamlanarak, mezarın üzeri kapatıldı. Kurtarma kazılarına bizzat katılan Milas Müze Müdürü Erol Özen, mezarın Helenistik Dönem'e ait 2300 yıllık olduğunun tahmin edildiğini, mezarın kendi döneminde soyguna uğradığını ifade etti. Bir mezarda iki iskeletin sık görülen bir durum olduğunu belirten Özen, mezarla ilgili önümüzdeki günlerde detaylı bilgilerin verileceğini söyledi.

Haber Ekspres, 17.03.2007

136 YILLIK CAMİDE YIKILMA TEHLİKESİ

 

Rize'nin Fındıklı İlçesi'nde, Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca koruma altına alınan 136 yıllık ahşap cami, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya

Rize'nin Fındıklı Kaymakamı Erkan Kılıç, Meyveli Köyü'ne bağlı Orta Mahalle'de, 1871 yılında yapılan camide, yıkılma tehlikesi olduğunu belirtti. Caminin yaklaşık 15 yıldır kullanılmadığını ifade eden Kılıç, ''Daha önce kullanılan cami, imam ataması yapılmadığı için bu süreden beri kullanılmıyor. Bakımsız kaldığı için de hızla zarar görmeye başlamış'' dedi.

 

Rize Valiliği ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile caminin restore edilmesi amacıyla gerekli yazışmaların yapıldığını anlatan Kılıç, şunları söyledi: ''Yaptığımız girişimler sonucunda cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından bu yıl restorasyon programına alındı. İlk etapta caminin restorasyon projesinin hazırlanması gerekiyor. Cami orijinal haline uygun olarak restore edilecek. Oyma işlemeleriyle dikkat çeken cami restore edildiği takdirde hem tarihi bir eser kurtarılmış olacak hem de yöre turizmine fayda sağlanacak.

Bugün, 17.03.2007

MÜZEYE TARİHİ ESER BAĞIŞI

 

 

İnegöl'de, yıllarca belediye binası, daha sonra BOSKİ Müdürlüğü olarak hizmet veren binanın Kent Müzesi olarak hizmete açılması için çalışmalar sürerken, müzede sergilenecek eserlerin toplanmasına devam ediliyor.


Vatandaşların ellerindeki çeşitli tarihi belge, fotoğraf, eşyaları bağışlamaları ile günden güne zenginleşen Kent Müzesi'ne dün de Mal Müdürlüğü'nce İnegöl'de 1915 ile 1960 tarihleri arasında emeklilere, dul ve yetimler ile şehit ailelerine ödenen maaşların kayıtlı olduğu defterler bağışlandı. Mal Müdürü Ahmet Turgut, 32 adet defter ile 50 yıllık bir adet Facit marka kollu hesap makinesi ve 1808 yılına ait bir adet el yapımı tüfek ile 1960 yılına ait 2 adet radyoyu müzeye bağışladıklarını, bunun, İnegöl'ün yaklaşık 100 yıllık geçmişine yararlı olacağına inandıklarını söyledi.


İnegöl Kent Müzesi Koordinatörü Kütüphane Müdürü Kenan Kahraman, bağışladığı tarihi eserler için Turgut'a teşekkür etti. Kahraman, Kent Müzesi için herkesten destek beklediklerini kaydetti.

Bursa Hakimiyet, 17.03.2007

TARİHİ KENTLER BULUŞMASI

 

Geçmişin mirasını taşıyan Viyana, Paris, Chicago, ve Kyoto gibi tarihi kentler arasında yer alan Konya, üye olduğu Dünya Tarihi Kentler Birliği'nin 2007 Genel Kurulu'na Ağustos'ta ev sahipliği yapacak. Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Dünya Tarihi Kentler Birliği'ne Türkiye'den sadece İstanbul ve Konya'nın üye olduğunu söyledi.


Birliğin mevcut başkanlığını Kyoto Belediye Başkanı'nın yürüttüğünü ifade eden Akyürek, birlikte yer alan üye ülkelerin tarih açısından her birinin ayrı bir başkent olduğunu bildirdi.

Haber Ekspres, 17.03.2007


DOSYA



Vaka-i AKM I:


YIKARIMMM, AKM'Yİ DE YIKARIMM...

AKM ÜZERİNE GÖRÜŞLER

 

 

MİMAR GÖRÜŞÜ: KORUMAK ESAS

 

Kültür Bakanlığı, AKM'yi yıkıp yeniden yapmak istiyor. Eskiyen her şeyi yıkmak mı gerekir? AKM'yi mimarlara sorduk. Türkiye'de modern mimarinin simge yapısı olarak gördükleri AKM'nin yıkılmasına kesin bir dille karşı çıkan mimarlara göre AKM'yi yenilemek yeterli.

 

İlk bombayı geçen yıl ağustos ayında Kültür Bakanı Atilla Koç patlatmıştı: "AKM'yi yıkıp yeniden yapacağız." Bakan Koç, AKM'nin masraflarını yıkıma gerekçe gösteriyordu. AKM'nin aylık masrafı yaklaşık 800 bin YTL'ydi, buna karşın kışın doğru dürüst ısınmıyor, yazın da soğumuyordu. Aradan 18 ay geçti ve Bakan Koç, açıklamalarıyla AKM'yi yeniden gündeme taşıdı. Bakana göre AKM'nin yenileme maliyeti 110 milyon doları aşıyordu, yenilemeye bu kadar para harcamaktansa yeni bina yapmak daha mantıklıydı. Ancak bu noktada 'küçük' bir sorun vardı. AKM, eski bakan İstemihan Talay döneminde tarihi eser olarak tescillenmişti, o tescilin kaldırılması gerekiyordu. Gerekçe hazırdı: AKM olası bir depremde yıkılabilir.


Anlaşılan, AKM'nin 'kültür varlığı' olmadığı görüşünde birleştikleri yönünde haberler basına yansıyan Mete Tapan başkanlığında, Hale Çıracı, Sait Karabulut, Ömer Korman ve Habibe Silahtar'dan kurulu Koruma Kurulu, deprem raporu geldiği an, AKM'nin tescilini kaldıracak.
Bir bina yapılırken, ki bu bina dev bir kültür merkezi olacaksa önce mimarlarla yola çıkılması gerekiyorsa, -uygar dünya bunu gerektirir zira- bir binayı yıkma kararı alırken de, hele ki bu bina İstanbul'un, hatta Türkiye'nin simgesel kültür merkezlerinden, mimari yapılarından biri siyse Atatürk Kültür Merkezi'yse önce mimarlara danışmak gerekmez mi? Peki mimarlara soran var mı? Pek sanmıyoruz. Çünkü, biz sorduk, Türkiye'nin önde gelen mimarları, Kültür Bakanlığı'nın AKM'yi yıkıp yerine başka bir kültür merkezi yapma girişimlerine şiddetle karşı çıkıyor.
Bakan Koç, 17 Şubat 2007'de Milliyet'te Şakir Aydın imzasıyla yayımlanan haberde AKM'nin yıkılmasına ilişkin eleştiriler için şöyle diyor: "Bir şey yaptırmak istemeyen gericilere ayıracak vaktim yok." Sayın Koç'un bakışına göre Türkiye'deki mimarların tamamına yakını geri kafalı. Mimarlara AKM'nin Türk mimarlığı ve toplumsal bellek açısından önemini ve Kültür Bakanlığı'nın AKM'yle ilgili tutumunu nasıl değerlendirdiklerini sorduk. İşte yanıtlar...

 

Emre Arolat: Önce şöyle bir iliştiğini düşünürüm yapının inşa edildiği yere. Çoğu iliştiğiyle de kalır zaten. O her şeyi birbirine yaklaştıran, sivrilikleri törpüleyen zaman bile yardımcı olmaz yerini benimsemesine. Karşılıklı ilişkidir bu herhalde, benimsenmez biçare de bir türlü. Yok olsa ansızın, kimse umursamaz, arkasını sormaz.


Yapı vardır, ilişmekle kalmaz, sıkıca yapışır yerine. Giderek oranın malı, parçası, tozu, hatta peyzajı olur. Önüyle, arkasıyla, bedeniyle, gölgesiyle. Varlığı o denli önemlidir ki, yok olmadıkça orada durduğunu kimse ayrımsamaz. Güzelliği, çirkinliği değildir artık konu olan. İşini eskisi gibi yapamaması da ne gam; tıpkı bir babaanne gibi benimsenir zira. Nasılsa başka bir yerlerde, başka birisi daha yeni ve daha güncel işleri beceriyordur. Yaşlandı diye kimse gözden çıkarmaz onu. Varlığı önemlidir. Olsa olsa eskimenin nasıl yavaşlatılacağı konuşulur daha gençler arasında. Dişleri, saçları, kalbi... Pek de belli edilmez ona. Muayeneye alınır, tedavi edilir. Yaşlı bedenin olabildiğince sağlıklı tutulması önemlidir diğerleri için. Hafıza önemlidir. O bedenin varlığından alınan keyif, ona hâlâ dokunabiliyor olmanın, koluna girip birlikte yürümenin, bunca yıl olanı biteni hatırlamanın tadı... Babaannemi hiç görmedim. Ben doğmadan göçüp gitmiş. Çocukluğum boyunca özendim babaannesi olan arkadaşlarıma. Hiçbirinin şikâyet ettiğini duymadım onların döküntülüğünden, eskisi kadar pırıltılı olmamasından. Zamansız ölümdü esas vahim olan...

 

Tülin Hadi-Cem İlhan:  Tartışma, yapının mimarisini beğenip beğenmemenin ötesinde bir boyut taşıyor. AKM kentlinin hafızasında Taksim Meydanı ile özdeş imge haline gelmiştir. Biliyoruz ki, Türkiye hafıza silmek ve unutmak konusunda oldukça başarılı bir ülke... Oysa Türkiye'de üretilen mimarlığın tarihsel gelişimi içinde inşa edilmiş belli nitelikte yapıları korumak zorundayız. Dönemsel referanslarımızı ancak bu şekilde değerlendirip ileriye aktarabiliriz.


Bizde ise korumacılıktan anlanan şey, ancak 19. yüzyıl Osmanlı yapılarına kadar gelip dayanan, ötesini görmeyen bir yavan anlayışı sergiler. Kent yönetimleri her 10-15 yılda bir sil baştan bir tutum içinde, toplu yık-yap davranışını bir alışkanlık haline getirmiş durumdadır. Son dönem icraatlarından birkaç tanesini saymak durumun vahametini yeterince anlatacaktır. Yeni iskelelere, trafo rezilliklerine ve Türk-İslam sentezi tip okul projelerine bakmak yeterli sanırım.
Sonuç: AKM titiz bir yenileme projesi ile 50 yıl daha hizmet edebilecek mekanlara sahiptir. Cephesini elden geçirip dekorasyonuna eğilmek yeterli olacaktır.

 

Doğan Hasol: Türkiye'de modern mimarlık örnekleri kentsel değerlere duyarsız taşra kafasıyla hoyratça yok ediliyor. Sıra şimdi AKM'ye gelmiş görünüyor. AKM, Modern mimarlığımızın korunması gerekli önemli örneklerinden biridir. Zaten ilgili Koruma Kurulu da 1999'da yapıyı korunması gereken 'kültür varlığı' olarak tescil etti.


İstanbul'un kentsel belleğinde yerini almış olan yapı, şimdi bazı bahaneler ileri sürülerek tescilden düşürülmek ve yıkılmak isteniyor. Asıl amaç, arsasından yararlanmak... Büyük olasılıkla, arsayı ayrıcalıklı bir müteahhide, tatlı imar olanaklarıyla vererek, kat karşılığı yoluyla paylaşıma gitmek...
İstanbul'da merkezde arsa kalmadıkça ve toplumsal tepki gelişmedikçe zamanla bunun başka örneklerine de tanık olacağız. Toplum Sinan'ın yapıtları ile haklı olarak övünüyor; ancak bugünün mimarlık değerlerine aynı özeni göstermiyor. Yaptıklarımızı kendi ellerimizle yok edersek geleceğe bugünden ne bırakabiliriz? AKM olayı bir kara mizah örneğidir. İstanbul 2010'da Avrupa Kültür Başkenti olacak. Hazırlıklara, mevcut tek kültür merkezini yıkarak başlıyoruz; üstelik adı da Atatürk Kültür Merkezi.

 

Haydar Karabey: Teknolojik olarak eskimişmiş, tehlikeliymiş. O zaman bakımcıları veya bakım bütçesini düzenleyenleri hakkında suç duyurusu gerekir.


Mimari olarak yakışmıyormuş... Çok tartışmalı bir durum, kimin için yakışıksız.
Nedenini bilmiyoruz, ben de bir mimar olarak anlayamıyorum. Yerine ne, nasıl yapılacak... "Hele bir yıkalım da sonra buluruz bir çaresini" ise kesinlikle hayır.


Yerine yapılması önerilenleri de görelim önce. Daha doğrusu alternatifler üretilsin, sergilensin, tartışılsın, bakalım kentli ve kullanıcılar tarafından beğenilecek, benimsenecek, onaylanacak mı? Bütçesi bunca kıyamete, şantiyelere, kullanılmama günlerine vb. değecek mi? Şeffaflık, katılımcılık istiyorum, bir kentli olarak. Bütçeniz vardıysa, neden Ayazağa'da yıllardır çürüyen kültür merkezini bitirmeye çalışmazsınız?


Son söz: Hiçbir şey 30 yıldan fazla dayanamayacak mı bize, başka işimiz mi yok? Her şeyi her gün yıkıp yeniden mi yapacağız?

 

AKM'NİN dili olsa da konuşsa...

 

AKM'nin hikâyesi 1938-1949 yılları arasında İstanbul Belediye Reisi olan Dr. Lütfi Kırdar'la başlıyor. Kırdar, Batı türü sanat etkinlikleri için İstanbul'da tek bir mekân olmadığını söyleyerek, İl Genel Meclisi'nden Taksim'de bir opera binası için karar çıkarır. Hemen ünlü mimarlarla temasa geçilir. Ama uluslararası yarışmada kazanan proje, savaş nedeniyle uygulanamaz. Fakat bu proje daha sonra mimar Rükneddin Güney tarafından küçültülerek 29 Mayıs 1946'da AKM'nin temeli atılır.


Belediye para bulamayınca inşaat aksar, proje Bayındırlık Bakanlığı'na devredilir. 1953'te dünyaca ünlü mimarlar Prof. Bonatz ve Prof. Holzmeister İstanbul'a davet edilerek görüşleri alınır. 1956'da AKM için özel bir büro kurulur, başına o dönem Bayındırlık Bakanlığı'nda görevli mimar Hayati Tabanlıoğlu getirilir. Almanya'da tiyatro yapıları üzerinde doktora yapan Tabanlıoğlu, yapının projelerini inceler ve yeni bir proje hazırlar.


Başlangıçta opera binası olarak düşünülen yapı yeni projede büyük bir kültür merkezi niteliği kazanır. Proje tiyatro yapıları konusunda ün yapmış ünlü Alman mimar Prof. Gerhard Graubner'in de onayından geçer. (Tabanlıoğlu hazırladığı AKM albümünde eski projeye göre yapılan seyirci bölümü kaba inşaatının yeni projeyi kısıtlayıcı yönde etkilendiğini not düşecektir.) 12 Nisan 1969'da İstanbul Kültür Sarayı adıyla hizmete açılan yapı, birbirinden bağımsız kuruluşlar olan Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları'na verilir. 27 Kasım 1970'te çıkan yangında bina büyük oranda hasara uğrar. Binanın yeniden yapımı yedi yıl sürer ve Atatürk Kültür Merkezi adıyla 1977 başlarında yeniden açılır.


1.300 kişilik büyük salon, 500 kişilik konser salonu ve 250 kişilik sinema, 200 kişilik oda tiyatrosu bulunan AKM'nin büyük sahnesi 40 metre yüksekliğindedir. Büyük sahne bütünüyle inip çıkabiliyor, tabanı mekanik olarak dalgalanabiliyor.

Radikal, Haber: Erkan Aktuğ, 17.03.2007

 

 

AKM SALT BİR BİNA DEĞİL; BİR SİMGE YAPIDIR

 

AKM'nin opera ve konser salonları mimari ve inşaat açısından pahalı yatırımlardır. Manevi nedenlerin yanı sıra AKM binasının şu anki haliyle taşıdığı maddi değeri yıkılmaması için önemli bir gerekçedir.

 

Bakanlık binanın ekonomik ömrünü tamamladığını belirtmiş, teknik ve malzeme yönünden yaşlanmış olmasını yıkım nedeni olarak göstermiştir. Ancak devamlılık arz eden ilke kararı var, 1999 kararı tescil ilkeleri geçerli, dolayısıyla tescil buna engel, binanın teknik olarak eskimiş veya yetersiz kalmış olması tescilin kalkmasına yeterli değil. Ayrıca Mayıs 1964'de İkinci Uluslararası Tarihi Anıtlar Mimar ve Teknisyenleri Kongresi'nde imzalanan Venedik Tüzüğü'nde yer alan maddelerde de vurgulandığı gibi 'Önemli bir gelişmenin, tarihi bir olayın tanıklığını yapan kentsel ya da kırsal bir yerleşme' olması yapının korunmasını öngörür. Bu bağlamda AKM salt bina değil bir simge yapıdır. Cumhuriyet dönemi Türkiye mimarisine örnek ve bir Türk mimarın tasarımı olan az sayıda yapıdan biri olmasının yanı sıra döneminde Avrupa'da inşa edilen yapıların sahip olduğu altyapı ve donanıma sahiptir. Örneğin alüminyum giydirme cephesi Türkiye'deki ilk uygulamadır.
AKM'nin opera ve konser salonları mimari ve inşaat açısından pahalı yatırımlardır; manevi nedenlerin yanı sıra AKM binasının şu anki haliyle taşıdığı maddi değeri yıkılmaması için önemli bir gerekçedir. Mali kaynak yaratılabilse dahi, bu gibi işlevleri barındıran bir yapının yeniden inşa edilmesi uzun yıllar sürecektir, ki sadece yıkım masrafı bile oldukça büyüktür.


Dünyada sürdürülebilirlik çizgisinde, var olan değerleri yenileme uygulamaları neredeyse bir zaruret olarak desteklenirken yıkıp yeniden yapmak yerine işlevlerin yeniden değerlendirildiği, statik ve teknik altyapının güçlendirildiği bir renovasyon çalışması mümkün ve akılcı olan çözümdür. Örneğin Fransa'da iki yıllık bir yenileme sürecinden sonra 2000'de yeniden açılan Pompidou da AKM'nin ikinci açılışıyla aynı yılda 1977'de tamamlanmış bir binadır, ve başarılı bir yenileme uygulamasıyla güncellenmiştir.


Biz Tabanlıoğlu olarak 1999'da 'Yeniden AKM' sloganıyla bugünün şartlarına uygun bir konsept çalışması yapmıştık, konunun teknik uzmanlarına danışmayı sürdürüyoruz. Bu kültür yapısının ana fonksiyonları opera ve baledir, bu anlamda altyapı güncellenmeli ulusal ve uluslararası gösterilerin sahnelenmesine uygun, saygın bir mekân düzeyine getirilmelidir, bununla eşzamanlı olarak bu sanat dallarına karşı duyarlılık ve ilgiyi artıracak bilinçlendirme kampanyaları sürdürülmeli ve bu faaliyetlerle binanın canlı, etkin kalması sağlanmalıdır.


Opera şemaları sabittir, binanın aslı/kalbi, ana sahne, yan sahneler ve arka sahnesiyle bütün dünyada aynı formdadır. Akustik nedenler ve seyirci sayısı açısından dünya standardı 1500 kişilik salonlardır. Bunun en yeni başarılı örneklerinden biri, 1500 kişilik Oslo Operası'dır. Sahne arkası, soyunma ve tesisat odaları gibi teknik birimlerin yenilenmesi sağlanmalıdır.


Ek mekânlar yeniden ele alınmalı, örneğin büyük dekor ve malzeme depoları tüm dünyada olduğu şekliyle şehir dışında bir binaya nakledilmeli, bundan tasarruf edilen kıymetli alan tiyatro, sinema, müze, sergi salonu, galeriler, 'design shop'lar, kafeler gibi sosyal kültürel amaçlı alanlar olarak değerlendirilmelidir. 10 bin metre kadar olan bu alanda işletmeyi destekleyen gelir getiren birimler oluşturulmalıdır. Örneğin Londra Royal Opera'da bu uygulanmış ve yerine yeni işlevler üstlenen mekânlar kazanılmıştır. Çok büyük olan fuayelerde çok maksatlı dönüşebilir bölmeler elde etmeye elverişli sistemler uygulanmalı, gerektiğinde bir opera gösterisi sürerken dahi, meydana bakan bölümde bağımsız toplantı salonları olarak kullanılabilmeli. Dünyadaki ilk örneklerden olan 'Curtain wall', giydirme cephenin arkasındaki tek cam daha kullanışlı, teknolojik bir camla değiştirilmeli.


AKM'nin mimarı Dr. Hayati Tabanlıoğlu'ndan alıntı ile "Binanın sürekli hizmete hazır tutulabilmesi için işletme ve bakım örgütünün her aşamada, eğitilmiş elemanların sağlanmasıyla birlikte, tesislerin gerektirdiği yedek malzeme bulundurmalı, uzmanlar kotrolünde periyodik bakım ve onarımlar yapılmalıdır" konuya siyasi değil çözümcü yaklaşmak gerekir, biz konuyu mimari olarak ele alırken kültürel mirasımıza sahip çıkmak gerektiğini de savunuyoruz.

Radikal, Yazı: Murat Tabanlıoğlu, 17.03.2007

 

 

ESKİ FOTOĞRAFLARA BAKIP İÇ ÇEKMEKTEN BAŞKA NE YAPIYORUZ?

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Atatürk Kültür Merkezi'ni (AKM) yıkmaya kararlı görünüyor. Hayır yıkıp yerine otopark yapmayacak, ya da camii. Daha büyük, daha gelişmiş belki daha canlı ve işlevsel yeni bir kültür yapısı tasarlıyorlar. Atilla Koç, bunu her fırsatta dile getiriyor; AKP'li siyasetçilerin tartışmalı konularda hep yaptığı gibi konuyu sık sık ısıtıp gündeme getirmenin bir yolunu buluyor.


Belli ki Koç, bunu bir prestij projesi olarak görüyor. AKM şu anda köhne bulunan koşullarıyla bile Türkiye'nin en gelişmiş sahnesine sahip. Opera, bale, dans tiyatrosu gösterileri için, büyük tiyatro prodüksiyonları için ondan daha yüksek, daha derin, asansörleriyle, ışığıyla daha çok imkân sunan bir başka sahnemiz yok.


Bakanlık, AKM yeniden yapılırken doğacak boşluğu Ayazağa Kültür ve Kongre Merkezi'yle tamamlamak istiyor. 80 milyon dolarlık bir yatırım bekleyen Ayazağa için bir ihale açılmış durumda. AKM'nin yenilenmesi için 100 milyon dolarlık bir harcamadan söz ediliyor ve Bakanlık bu paraya yeni bir kültür merkezi yapmaktan yana. 100 bin metrekarelik devasa bir kültür merkezi bu paraya yapılır mı? Çok şüpheli. Diyelim Bakanlık bu kaynağı buldu ve yapacak. Ama o arada, Ayazağa'yı kurtaracak bir yatırımcının çıkması ve bir iki yıl içinde o kültür merkezini açması gerekiyor; oysa yatırımcıların oraya soğuk baktıkları biliniyor.


Tabii Ayazağa'daki konser ve kongre için tasarlanan 2 bin 500 kişilik büyük salonun nasıl bir sahnesi olacağını bilmiyoruz; bu da ayrı bir mesele. Yani iki sene sonra 'dünya kenti İstanbul'u Lütfi Kırdar'ın kongre salonuna mahkum olmuş görürseniz şaşmayın.


AKM'ye dair tartışma konusu olan mesele ise yapının korumaya değer olup olmadığı. Mimari mirası neden koruruz, korunacak yapıları neye göre seçeriz? Eğer bu iş göz kararı yapılıyorsa AKM'nin hiç şansı yok. Kahverengi cephesi, koca bir diktörtgen prizmasından ibaret gövdesiyle bugünün İstanbulluları için Sovyet mimarisini çağrıştıran tuhaf bir yapı o...


Eğer koruma, mimarlık tarihine bakılarak yapılıyorsa durum değişir. AKM'nin uzun projelendirme ve inşaat süreci tamamlandığında Türkiye, işlevsel mimari anlayışın anıtsal yapılarından birine sahip olmuştu. Antresi ve fuayesi yalın bir üslupla tasarlanmış bu binanın tek süsü havada asılıymışçasına inen yan merdivenleridir. O da modernist anlayışın mütevazı bir uygulamasından ibarettir. Hayati Tabanlıoğlu'nun projesi zamanında İstanbul'un gurur duyduğu yapılardan biriydi. Onu yıktığımız zaman, temsil ettiği mimari anlayışın hangi başka örneğini koruyacağız, buna karar vermek gerekiyor.


19. yüzyıldan kalma fotoğraflara bakıp nasıl da koruyamamışız diye iç çeke çeke, kültürel mirasa da farkında olmadan tuhaf bir zaman limiti koyduğumuzun farkında değiliz. Türkiye'de 19. yüzyıldan sonraki hiçbir yapı korunmaya değer bulunmuyor. Belki biraz 20. yüzyıl başındaki Milli dönemin yapıları... Onları da önümüzdeki onlu yıllarda nasıl bir akıbetin beklediği belirsiz. 30'ların sivil mimarisinin tipik örnekleri olan apartmanlarla dolu Taksim'in Talimhane bölgesi, 2000'lerin tipik otelleri için şekil değiştiriyor.


20 yıl sonra böyle bir mimari dokuyu görmek mümkün olmayacak. 50'lerin o burun kıvırdığımız işlevsel, modernist yapılarından da gelecek nesillere sadece fotoğraflar kalacak gibi gözüküyor. Bunu önlemek için AKM'nin yıkılması ya da daha pahalıya mal olacaksa bile onarılıp korunması arasında karar verirken Atilla Koç'un 'kemiksiz et' söyleminin dışına çıkıp iyi düşünmek gerek.

Radikal, Yazı: Cem Erciyes, 17.03.2007

 

 

"AKM DEĞİL BU ZİHNİYET YIKILMALI"

 

Avrupa Kültür Başkenti seçilen bir kent olarak İstanbul'un, AKM gibi kurumları yıkmak yerine geliştirmek ve yönetmek için, karma bütçeli bağımsız kültür kurumları oluşturması zorunlu.

Atatürk Kültür Merkezi ile ilgili kararın gerekçeleri Atilla Koç tarafından şöyle açıklanıyor: "Hesapladık, eski binanın onarılması yeni bir binanın yapılmasından pahalı. Bu nedenle AKM'yi yıkacağız ve yerine, yanındaki otoparkı da kullanarak iki misli büyüklükte yeni bir bina yapacağız. Bu projeye karşı çıkmak, AKM yıkılmasın demek, açıkça söyleyeyim, gericiliktir." Bakan haklı. Böyle konular karar verildikten sonra tartışılmaz. Bu açıdan açıklamada iki çelişki var: Bunlardan birincisi sorunun AKM'nin fiziksel varlığı üzerinden tartışılmakla birlikte, aslında başka bir soruna, yönetim sorununa işaret etmesi.

İkincisi mimarlık gibi yaratıcı bir uğraşa kamunun tanıdığı rolle ilgili. Bakan "oturduk hesapladık, yeni bir inşaat daha ucuz" diyor. Oysa ilgili herkes bilir ki, başta kültür merkezleri olmak üzere, yarışmaya açılan simgesel yapıların inşaat maliyetleri proje elde edilmeden hesaplanamaz. Kültür merkezleri ya da başka bu tür önemli binaların maliyetini mimari proje elde edilmeden kestirmek imkansızdır. İnşaatın maliyetini önceden bildiğini iddia etmek, yarışma fikrini baştan ciddiye almamak demektir. Söz gelimi Jorn Utzon'un Sidney'de yelkenli gemiye benzetilen ve kentin simgesi haline gelmiş olan binası sıradan bir yapının en az beş misline mal olabilir. Şimdi herkes şunu merak ediyor: Sayın Bakan bu projeyi rüyasında mı gördü de maliyetini hesapladı? Avan projesi bile olmayan bir binanın maliyeti nasıl hesaplanır? Bir kültür merkezi askeri lojman inşaatı mıdır ki maliyeti önceden hesaplanabilsin?

"Mevcut bina zaten ekonomik ömrünü tamamladı, onun için yıkılması gerekli" savı da bu açıdan çelişkili: Nasıl projenin elde edilmesi için yarışma açılması gerekiyorsa, mevcut bir yapının ne olacağının ya da nasıl dönüşebileceğinin ortaya konması için de mimari çabaya ihtiyaç olmalı. Yeni bina yapılması için nasıl mimari bir çalışmaya başvurulması gerekiyorsa, mevcut önemli bir tarihi yapıyla ilgili kararın da gene profesyonel bir yöntemle alınması beklenmeli. Sonuçta bu çaptaki önemli bir binanın mimari niteliklerinin yeniden değerlendirilmesi için de mimari bir çabaya ihtiyaç var. Hele hele bu yapı AKM gibi modern mimarlık tarihinin önemli yapılarından biriyse. Bu sözleri duyunca insanın aklına şunları söylemek geliyor: İstanbul'da ille de hiç tartışılmadan yıkılması veya yeniden yapılması gereken bina aranıyorsa, o AKM değil, bu tür yönetim hataları yüzünden yıllardır sürünen kültür merkezlerinin enkazları olmalı. Elbette ki AKM'nin aynen korunması, yıkılması da dahil olmak üzere, yenilenmesi, onarımı, değiştirme-ekleme yapılması gibi bütün yaklaşımlar tartışılabilir, görüşülebilir. Uygulama tekelini elinde bulunduran kişilerin bazı görüşleri daha baştan gericilik ya da ilericilik yaftasıyla sunmaları, bir görüşe, yaklaşıma önceden ipotek koymaları doğru olmaz. Çünkü AKM'nin nasıl dönüştürüleceği, nasıl yapılandırılacağı meselesi, kentte kültürün nasıl yönetileceği, kamunun nasıl bir rol oynayacağı ile ilgili hayati bir konu...

Bugün herkes biliyor ki AKM'nin sorunu, binanın değil, yönetim modelinin köhnemiş olması. Sütlüce'de, Ayazağa'da bugün yapıldığı anda enkaza dönüşen kültür merkezlerinin durumu bu sorunu ortaya koyan iki önemli örnek oluşturuyor. (Keza bir modern sanatlar müzesi haline dönüşmekteyken fuarcılık ve el sanatları çarşısı haline gelen Eyüp'teki Feshane binası da.) Kültürün kentlerin dönüşümünde en önemli unsur olarak görüldüğü bir dönemde, bu sorunun Türkiye'de yalnızca özelleştirme optiğinden ele alınması büyük bir çelişki olarak görülmeli. Kamu elindekini bir an önce özelleştirip, kültüre para yatırmak yerine gelir elde etmeyi hedefliyor. Değişimin bir inşaat projesi olarak görülmesinin nedeni de bu.

Özel sektör hizmet üretebilir, kültür merkezlerini işletebilir, destekleyebilir ama parasal getirisi olmayan yaratıcı işlere, kentin ufkunu geliştirecek uğraşlara her zaman yeterince uzanamaz. Bu tür mekanları bir fuarcılık ve kongre merkezi gibi işletip kar etmeyi amaçlayabilir. Mevcut bir binayı yıkıp başka tür bir programa elverişli hale getirmeye çalışabilir. Arkeolojik kültür mirasında dahi -zaman zaman karşılaştığımız gibi kar amaçlı dar bir perspektiften- amaçlananlar kent açısından bir felaket olabilir. Kamu ise kar beklentisi olmadan, kültürel dönüşüm meselesine başka açılardan yaklaşabilir. Kimi zaman bir kültür mirasını ya da mimari bir eseri korumak için zarar etmeyi göze alabilir. İstanbul'da birçok sanatçı etkinlik gerçekleştirecek imkanlar ve mekanlar bulamazken, kentin en önemli kamusal mekanlarının bugün otopark, iş merkezi, kongre ve fuarcılık alanı olarak değerlendirilmesi kent açısından bir sorun olarak görülmelidir. Kentin dönüşümünde çıkar gruplarının etkili olması, kültür ve sanatın arka planda kalması önemli bir sorundur. Bu sorunun bedelini ise yalnızca kültür kurumları değil, bütün kent öder. Kültür açlığı karın açlığı gibi kolayca hissedilmez, ama en az onun kadar etkiler. Bir düşünelim, Paris'teki Pompidou Kültür Merkezi'nin basit bir ticari işleve indirgenmesi, örneğin bir kongre merkezi yapılması, kente verilebilecek en büyük zarar olmaz mıydı?

Demek ki AKM 'yıkılsın mı, yıkılmasın mı' tartışmasının su yüzüne çıkardığı önemli bir sorun var. Bu sorunu tartışmak zorundayız. Kamu, kültür merkezlerini, müzeleri yönetemiyor ve her konuda olduğu gibi, özel sektörün bu alanlara yatırım yapmasını amaçlıyor. Oysa Avrupa Kültür Başkenti seçilen ve seçilmeyen diğer kentlerde olduğu gibi İstanbul'un da bu tür kurumları geliştirmek ve yönetmek için karma bütçeli bağımsız kültür kurumları oluşturması zorunlu. Eğer bu konuda bir gelişme sağlanması isteniyorsa, kamu kar amaçlı kuruluşlara gitmeden önce bağımsız kültür kurumları ile ilişki kurmalı ve AKM, müzeler ve kentteki kültürel faaliyetleri kültürün profesyonel dünyasına açmalı.

Radikal, Yazı: Korhan Gümüş, 13.03.2007



KURUKAFA SIRRA KADEM BASTI





Radikal'in Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün bahçesinde bulduğu kurukafa kayboldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen, bahçeye 'başka bir yerden' geldiğini iddia ettiği kurukafanın 'başka bir yere' gönderildiğini söyledi. Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası Başkanı Kemal Sevgisunar ise "Kurukafayı nereye gömdülerse bulup çıkarsınlar" diye konuştu.


Mustafa İsen, Radikal'in bulduğu ve 15 Mart'ta haberleştirdiği 'kimliği meçhul' kurukafanın sit alanı olan bahçeden kazı sonucu çıkmadığını ileri sürdü. Mustafa İsen, Radikal'in sorusu üzerine, "Bahçeye başka yerden gelen toprağın içinden çıkmış. Büyütecek bir şey yok" dedi. İsen, kurukafanın akıbeti ile ilgili soruya, "Herhalde alıp başka bir yere koydular" yanıtını verirken, 'başka yer'in neresi olduğu hakkında bilgi vermedi.

 

Kemal Sevgisunar ise Bakanlığın konuyu örtbas etmeye çalıştığını ileri sürdü. Kurukafanın, kaybolduğunu belirten Sevgisunar, "Kurukafa bahane oldu. Bakanlıkta cadı avı başlattılar. Olayı basına yansıtan 'ihbarcıyı' arıyorlar. Olayı aydınlatmak Bakanlığın boynunun borcu. Kurukafayı nereye gömdülerse bulup çıkarsınlar" diye konuştu. Sevgisunar, "konuyu bir kurukafaya indirgemenin doğru olmayacağına" dikkat çekerken, "Bahçe sit alanı. Yapılan kazı sırasında başka iskeletler de çıkmış. Ama hepsi sır oldu" iddiasında bulundu.

Radikal, Haber: Tarık Işık, 17.03.2007

 

 

"KORKMAYIN, O BAKANLIĞI KURUKAFASI!"





Belki bir Bizans zengini, belki de Cumhuriyet'in ilk yıllarında cinayete kurban gitmiş biri; bunu, kimse bilmiyor. Ama bildiğimiz, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün Ulus'taki binasının bahçesinde bir kurukafa olarak hala varlığını sürdürdüğü! Kurukafa, yaklaşık bir aydır bahçede 'oradan oraya' dolaşıp duruyor. Kimi zaman ağaçta asılı, kimi zaman çimlerin üstünde... Çalışanlar arasında espri konusu bile olmuş ama bahçedeki kurukafadan bir tek kurum yöneticilerinin haberi yok!


Radikal'e gelen bir 'ihbar' üzerine Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün bahçesine, 'kurukafa aramaya' gittik. Bize gelen bilgiye göre daha önce bir ağacın dalına iliştirilmiş halde rastlanan kurukafa daha sonra yerde görülmüştü. Son görüldüğü yerde kurukafanın izine rastlayamadık.. Ancak bahçedeki kısa süreli aramada onu toprak zeminin üzerinde bulduk.

Peki, alt çenesi ve arka kısmı bulunmayan ancak bir insana ait olduğu anlaşılan bu kurukafa neyin nesiydi, nereden çıkmıştı? Genel müdürlüğün ilgilenmediği bu konuya el atıp bir araştırma yaptık. İşte sonucu: Kurukafanın bulunduğu ve sit alanı olduğu için izinsiz çivi bile çakılamayan bahçede yaklaşık bir ay önce çevre düzenlemesi yapılır. Bahçe işçiler tarafından büyük oranda kazılır. Bunun öncesinde Bölge Kurulu'ndan izin de alınır. Koruma Kurulu da çalışmalara nezaret etmesi bir 'uzman' görevlendirir. Depo yapmak için açılan bir çukurda bazı iskeletler bulunur. Durumun idareye bildirilmesi halinde bürokratik işlemler ve incelemeler nedeniyle inşaatın durması, hatta iptal edilmesi ihtimalinden endişe eden müteahhit şirket, 'sorun çıkmasın diye' iskeletleri sessiz sedasız gömer. Ancak bir kurukafa gözden kaçar...

İddiaya göre, bahçenin bulunduğu bölge Bizans döneminde mezarlık olarak kullanıldı. Bahçenin, 200 metre ilerisinin Ankara'nın ilk dönemlerinde mezarlık olduğu ve buranın Cumhuriyet kuruluncaya kadar hizmet verdiği de biliniyor. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Radikal'in bu konudaki sorularını yanıtlamaktan kaçınırken, Genel Müdür Yardımcısı Abdullah Kocapınar, "İlk kez sizden duyuyoruz" demekle yetindi. Genel Müdürlük, Radikal'in sorusu üzerine inceleme de başlattı. Ancak, Genel Müdürlük yine de kafatasının varlığını kabul etmedi.


KESK'e bağlı Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası'nın Başkanı Kemal Sevgisunar ise bakanlığı, 'ciddiyetsizlikle' suçladı: "Özel alanda bu kadar oynamak doğru değil. Sadece bu olay bile Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda yaşanan sorunların ne kadar ciddi boyutta olduğunu gösteriyor. Düşünün ki bu kadar arkeoloji mezunu bulunan bir ülkede Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü bile arkeolog kökenli değil."

Radikal, Haber ve Fotoğraf: Tarık Işık, 15.03.2007

DÜNYAYA KAZIK ÇAKMAK BUDUR





Kızılırmak Deltası'nın yumuşak toprağı üzerinde yükselen Gökmedrese onarılıyor. Görkemli Selçuklu yapısındaki çalışmaya temelden başlayan ekip, 736 yıllık bir sırla karşılaştı: Ardıç ağacından kazıklar. Bataklık toprağının üstünde bunca yıl boyunca ayakta kalan medresedeki ardıç kazıkların bir kısmının, medreseden de eski, 900-930 yıllık olduğu belirlendi.


Onarım çalışmalarını yürüten firmanın yetkilisi inşaat yüksek mühendisi, Coşkun Kahraman, Gökmedrese'nin temelinde günümüzden 736 yıl önce yapılan teknik çalışmaları görünce, "Ecdadımızla gurur duydum" dedi.

 

Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahreddin, yedi asır sonra doğacak torunlarının 17 Ağustos depreminde un kurabiyesi gibi dağılan binalarda oturacağından habersiz, Sivas'a kalıcı bir eser bırakmak için Konyalı mimar Kaluyan'a başvurdu. Kaluyan, mavi çinileriyle göz kamaştıran Gökmedrese'yi 1271 yılında bitirdi.


736 yıl boyunca zamana direnen medrese sonunda onarıma alındı. İnşaat yüksek mühendisi Coşkun Kahraman, temelde bir kısmı 900-930 yaşında ardıç ağacından kazıklarla karşılaştı.
Daha önce Tokat ve Erzurum'da Gökmedrese benzeri binaların restorasyonunda çalıştığını, ancak ilk kez böyle bir teknik gördüğünü belirten Kahraman şaşkındı: "Yapının tabanı yumuşak zemin. Ardıç, suyun içine bıraktığınız zaman hiçbir özelliğini kaybetmiyor. Ardıçlar, zeminin gerilme katsayısını artırarak, zeminin taşıma gücünü yükseltmiş. Mühendislikte şu an 'fore kazık', yani betonarme kazık sistemi uygulanıyor. O günün şartlarında en uygun teknoloji olarak ardıcı uygun görmüş ecdadımız. Kızılırmak Havzası'nda olan medresenin zemininin bataklık olduğu kesin. Yatay ve dikey kullanılan ardıç kazıkları sıra sıra çakıp zemini güçlendirmişler. Bu işi bilen bir ecdadın torunu olmaktan gurur duyuyorum."

 

Temelden çıkarılan 900-930 yıllık ardıç kazıkların Sivas'a kurulacak arkeoloji müzesinde sergileneceğini belirten Kahraman, Gökmedrese'nin altında, 8.5 metre yüksekliğinde, yani neredeyse medresenin kendisi kadar bir temel çalışması olduğunu vurguladı.


Gökmedrese'de temel takviyesi çalışmaları büyük oranda tamamlandı. Binayı korumak için üzerine çelikten geçici çatı örtüsü kuruldu. Onarımda kullanılacak taşlar belirlendi. Sonraki aşamada taş ustalarıyla çalışma sürecek. Dökülen çinilerin yerine Kütahya ve İznik'ten çini getirilecek.

Radikal, Fotoğraf: İsa Sansar/AA, 17.03.2007

BEBEK MUMYANIN SIRLARI

 

Annesi Avrupalıydı ve büyük ihtimal varlıklı bir aileden geliyordu, fakat nerede yaşadığı ve neden öldüğü hâlâ sır. ABD'deki Saint Louis Bilim Merkezi'nde önceki gün sergilenmeye başlanan bebek mumyayı, araştırmacılar bir yıldır inceliyordu. Müze görevlileri, bu çalışmanın mumyada yapılan en geniş kapsamlı araştırma olduğunu söylüyor.


Washington Üniversitesi'nden radyolog ve genetik uzmanlarının oluşturduğu ekip, mumyanın kemik, kafatası ve dişinden alınan taramaların üç boyutlu görüntülerinin incelenmesi sonucunda, bebek mumyanın Mısır'ın Roma İmparatorluğu'na bağlı olduğu dönemde (Mark Antonius ve Kleopatra dönemi) yaşadığını ve yedi-sekiz aylıkken öldüğünü buldu.

Radikal, Fotoğraf: AP, 17.03.2007

HACI PAŞA SAAT KULESİ TARİHİ ESER KAPSAMINA ALINDI

 

Mersin'in Silifke İlçesi'ne bağlı Taşucu beldesindeki Hacı Paşa Saat Kulesi, Taşucu Eğitim ve Doğal Hayatı Koruma (TEDHK) Vakfı'nın girişimleriyle tarihi eser kapsamına alındı.

 

1896 yılında Hacı Paşa tarafından yaptırılan un fabrikasından kalan fabrika bacası, Hacı Paşa'nın torunu Şahin Dölek'in finansörlüğünde, Taşucu Belediyesi'nin ve TEDHK Vakfı'nın gözetiminde restorasyonu yapılarak saat kulesi olarak hizmete açıldı.

 

Vakıf Başkanı Arslan Eyce, saat kulesinin tarihi eser kapsamına alınması için 11 Ağustos 2006 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı, Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne başvuruda bulundu. Eyce'nin başvurusunu gündeme alan Kurul Müdürlüğü, 27 Şubat 2007 tarihli toplantısında Hacı Paşa Saat Kulesi'ni tarihi eser kapsamına alarak, kararını Mersin Valiliği, Silifke Kaymakamlığı ve Taşucu Belediye Başkanlığı'na bildirdi. Eyce, Hacı Paşa Saat Kulesi'nin tarihi eser kapsamına alınması konusundaki karardan mutlu olduğunu söyledi.

 

Un fabrikası, 1896 yılında Hacı Paşa tarafından kuruldu. Cumhuriyet'in ilk yıllarında Hacı Paşa varislerine ait olan İntibah-ı Milliye şirketi bünyesinde yer alan fabrika, 1928'de yıllık 134 ton un üretti. 1898-1902 yıllarında Taşucu Belediye Başkanlığı da yapan Hacı Paşa, hayırseverliğinin yanında, o dönemde Hacı Mehmet Vakfı'nı kurdu. Bolacalı ve Taşucu taş köprüleri ile Reşadiye Mahallesi'ndeki Hacı Mehmet Camii'ni ve Taşucu İlköğretim Okulu'nu yaptırdı. 1925 ve 1926 yıllarında Taşucu'na gelen Atatürk, Hacı Paşa Konağı'nda konuk edildi.

 

Yörenin ve İç Anadolu Bölgesi'nin ürünlerini deniz yoluyla Beyrut'a pazarlayan Hacı Paşa, Bağdat Demiryolu Hattı yapımına yardımlarından dolayı zamanın padişahı II. Abdülhamit tarafından "Paşalık" unvanı ile ödüllendirildi.

Turizm Gazetesi, 16.03.2007

AYASOFYA VE KARİYE TEKLİFİNE YİNE İADE

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Ayasofya ve Kariye Müzeleri'nin, imar planlarında "cami alanı"na çevrilmesini öngören teklifleri dün yine karara bağlayamadı. 2 yıl içinde üç kez Büyükşehir Belediye Meclisi'ne gelen teklifle ilgili rapor, Planlama Müdürlüğü'ne iade edildi.

 

Sürekli Vakıflar, Tarihi Eserler ve Çevreye Hizmet Derneği, 15 Haziran 2005'te belediyeye başvurarak, 1/5 bin ölçekli Tarihi Yarımada Koruma Amaçlı Nazım İmar Planları'nda müze alanı olan Ayasofya ve Kariye Müzeleri'nin, Paris Notre Dame Kilise-Müze örneğinde olduğu gibi "cami ve müze alan"ına alınmasını talep etmişti. Vakıflar Genel Müdürlüğü ise, Ayasofya ve Kariye müzelerinin, müze fonksiyonun kaldırılarak, planlara cami şeklinde yazılmasını istemiş, bazı vatandaşlar da benzer taleplerde bulunmuştu.

 

Ayasofya ve Kariye Müzeleri'nin planlara cami olarak işlenmesini öngören bu başvurular, 13 Ekim 2005'ten bu yana üç kez Büyükşehir Belediye Meclisi'nin gündemine geldi. Her seferinde müdürlüğüne iade edilen itirazlar, meclisin dünkü oturumunda tekrar görüşüldü ve yine müdürlüğe iade edildi.

Yeni Şafak, 16.03.2007

TARİHİ EVLER YAZLIK OLDU

 

Mudurnu tarihi evleriyle turizm yolunda adım adım ilerlerken ilçe dışında ikamet edip de maddi durumu iyi olan Mudurnulular evlerini sadece yazlık olarak kullanıyor. Milyarlarca lira harcanarak tadilat gören bu evlerin pansiyon veya otel şeklinde kullanılması halinde Mudurnu’da bulunan yatak kapasitesinin artmasını sağlayacak. Mudurnu’da 2001 yılından bu yana yapılan turizm çalışmalarında halkın ve kurum amirlerinin yeterince Mudurnu’ya ilgi göstermediğini belirten Mudurnu Hacı Abdullahlar Konağı sahibi Osman Uslupat, Mudurnu turizmi için bir turizm birliği kurulmasının gerektiğini ifade etti. Uslupat, Mudurnu’da hazır bulunan evlerin turizme kazandırılması gerektiğini belirterek, “Bu konu ile ilgili birlik ve beraberliğe ihtiyaç var. Bunu da gerek Bolu Valimiz gerekse ilde turizm ile  sorumlu birim amirlerinin ilgilenmesi gerekmekte” ifadelerine yer verdi. Uslupat, “Ben ilçeme milyarlar yatırarak bir tarih canlandırdım. Başkaları gibi evimi tamir ettirip yazlık niyetine kullanıma açmadım” dedi. Hafta sonlarında doluluk yaşadıklarını belirten Uslupat, aynı doluluğu turizm işi yapan kişi ve kurumlarla birlik ve beraberlik  içinde yapıldığı takdirde Mudurnu’nun hafta içinde turist çekebileceğini belirtti.

Bolu'nun Sesi, 16.03.2007

TARİHİ BİNALAR KAFESE ALINDI

 

izmir'de Konak Belediyesi, Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu'nun Kemeraltı Çarşısı 2. Beyler 838 Sokak'ta 23 numaralı tescilli yapının can ve mal güvenliği açısından koruma altına alınması talebi üzerine kafes uygulaması başlattı.


Konak Belediye Başkanı Ali Muzaffer Tunçağ, ilk defa Kemeraltı'nda yaptıkları binaları demir kafesle kaplama uygulamasının Eşrefpaşa 484 Sokak'ta 23 numaralı bina, Alsancak 1451 Sokak'ta 15 numaralı bina, Altıntaş 384 Sokak'ta 22 numaralı bina, Varyant 411 Sokak'ta 6 ve 8 numaralı binalarda da devam ettirildiğini söyledi.

Haber Ekspres, 16.03.2007

GILGAMIŞ'A İNCELEME

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından, Diyarbakır'ın Kayapınar beldesindeki Ayşe Nur Zarakolu Kadın Özgürlük Parkı'na konulması düşünülen ancak kadınların 'Eşini dövmüş, destanı da çok erkeksi' diye karşı çıktığı 'Gılgamış Destanı'nı anlatan rölyefle ilgili İçişleri Bakanlığı inceleme başlattı. İranlı heykeltıraş Babek Sobhi, 120 metre uzunluğunda altı metre yüksekliğindeki 50 tonluk seramik rölyefi 150 bin YTL maliyetle hazırlamıştı.

Radikal, Fotoğraf: DHA, 16.03.2007

KÜLTÜR VE TURİZM UZMAN YARDIMCIĞI KADROLARINA SINAVLA ELEMAN ALINACAK

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca, Merkez teşkilatında Genel İdare Hizmetleri Sınıfında boş bulunan 60 adet 9 uncu derecede Kültür ve Turizm Uzman Yardımcısı kadrosuna, atama yapılmak üzere, Yarışma Sınavı yapılacağı bildirildi.

 

Açıklanan listede 5 Sanat Tarihçi 5 de arkeolog alınacağı bildirilen Yarışma Sınavı'na katılım şartları Kültür ve Turizm bakanlığı'nın internet sayfasından öğrenilebilir.

TAYHaber, 15.03.2007

BÜYÜKÇEKMECE'DEKİ KAVŞAKTA ANITLAR KURULU KARARI UYGULANACAK

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “Büyükçekmece’deki Mimar Sinan Köprülü Kavşağı konusunda Anıtlar Kurulu’nun vereceği karar doğrultusunda gerekeni yapacağız, yıkılması öngörülüyorsa yıkacağız” dedi.

Büyükçekmece’de Tarihi Mimar Sinan Köprüsü’nü etkilediği ifade edilen köprülü kavşakla ilgili Anıtlar Kurulu’ndan Büyükşehir Belediyesi’ne ulaşmış bir karar bulunmadığını belirten Başkan Kadir Topbaş, köprüde yıkımın başlamadığını açıkladı. “Dün yüklenici firma beton kalıplarını söktüğü için onu görenler yıkılıyor şeklinde ifadeler kullanmışlar” diyen Kadir Topbaş, şöyle konuştu;

“Bu bölge SİT alanı değil. SİT alanı olan yerlerde yapılacak her türlü yapının Anıtlar Kurulu’nun görüşü alınarak veya bilgisi doğrultusunda yapılması gerekmektedir. Bu iş, bölge SİT alanında olmadığı için İstanbul’a yapmakta olduğumuz tüm yol ve kavşaklardan birisi olarak düşünülmüş ve ihalesi yapılmış. Yüklenici firma da çalışmaya başlamış. Burada Mimar Sinan ve Çatalca’nın giriş çıkışını sağlayan kavşak yeterli değil, ciddi problem var. Hatta bu nedenle E-5’den itibaren Çatalca’ya kadar yolu genişletme çalışması yapıyoruz. Bu düzenleme çalışması çerçevesinde mevcut köprü ve kavşağın genişletilmesinin hem zaman açısından hem de istimlakler sonucunda ciddi bir maliyet getireceği düşünülerek Büyükçekmece’ye yakın bir noktada bir kavşakla Çatalca ve Mimar Sinan girişi düşünülmüş. Bir şikayet üzerine de Kurul bu konuda teknik bilgi ve projeleri istedi. Bu projeler şu anda Anıtlar Kurulu’nda ve bunu değerlendirecekler. Tabii ki anıtsal yapılar kültürel miras çok önemli. Bunları etkileyecek alanlara mutlaka dikkat edilmesi lazım. Bir gerçek de var envanter çıkarıp bu tür yapılar çerçevesini mutlaka SİT alanı diye ilan etmek lazım. Çünkü belediye birimleri kurumlar veya şahıslar böyle bir sorumluluk hissetmezler mesafe uzak olduğu için.”

“Burada 1. Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun vereceği karar bize resmi olarak ulaştığında, verilen karar doğrultusunda biz de gerekeni yaparız. Yıkılmasını öngörüyorsa yıkılır tabii ki” diyen Başkan Topbaş, “Ancak o zaman orada böyle bir kavşak yapmak mümkün olmaz. Yukarıdaki kavşağın genişletilmesi uzun zaman alacak belki ve çevresini istimlak edip biraz daha fazla pahalı bir yöntemle bu kavşağı genişletip yapmak gerekiyor” şeklinde konuştu.

Başkan Kadir Topbaş, Samandıra’da temeli İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından atılan Hizmet Binasına ilişkin sözleşmeyi yüklenici firmanın “Hatalı imalat yaparak idarenin aldatılmak istendiği, temel demir donatısı kontrol edilmeden temel betonunun döküldüğü, bir kısım taşıyıcı kirişlerin iptal edildiği” gerekçesiyle iptal ettiklerini de sözlerine ekledi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 15.03.2007

 

 

'SİNAN'A SAYGI' YIKIMINA DEVAM





Anıtlar Kurulu'nun aldığı kararla durdurulan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Mimarsinan'da yaptırdığı ve 1.9 milyon YTL harcanan köprülü kavşak inşaatının yıkımı dün de devam etti. Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, kendilerine köprülü kavşak ile ilgili bir karar ulaşmadığını ancak karar yıkılmasını öngörüyorsa yıkacaklarını söyledi. Büyükçekmece Belediye Başkanı Hasan Akgün de yıkımın "fiilen başladığını" açıkladı. Köprülü kavşak inşaatı, Anıtlar Kurulu'nun 2 Şubat'ta aldığı kararla durdurulmuştu. Anıtlar Kurulu gerekçe olarak da, yeni yapılan köprünün, 1565 yılında yapılan Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nün siluetini bozması olarak göstermişti. 1.9 milyon YTL harcanan köprülü kavşağın yıkım çalışmaları dün yağmura rağmen sürerken, çalışmaların önümüzdeki günlerde tamamlanacağı belirtildi. Kadir Topbaş ise bölgenin SİT alanı olmadığını ancak karar kendilerine ulaştığında gerekeni yapacaklarını belirterek şöyle konuştu: "Kurulun kararı bize resmi olarak ulaştığında biz de gerekeni yaparız. Yıkılmasını öngörüyorsa yıkılır."

Sabah, Haber: Müslim Sarıyar - Serdar Canipek, 14.03.2007

 

 

SİNAN'A SAYGI: KÖPRÜYÜ YIKIN





Anıtlar Kurulu tarafından Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nün siluetini bozduğu gerekçesiyle durdurulan Mimarsinan Köprülü Kavşağı inşaatı yıkılıyor.

Anıtlar Kurulu'nun tarihi Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nün siluetini bozduğu gerekçesiyle aldığı kararla durdurulan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Mimarsinan'da yaptırdığı köprülü kavşak inşaatının yıkımına başlandı. Anıtlar Kurulu'nun aldığı karara rağmen devam eden köprü çalışması SABAH'ta haber olmuştu. Bir hafta içinde tamamen kaldırılacağı öğrenilen köprü inşaatına bugüne kadar 1.9 milyon YTL harcandığı belirtildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Mimarsinan'da yaptırdığı köprü inşaatı ile ilgili olarak, Büyükçekmece'de bulunan sivil toplum kuruluşları temsilcileri inşaatın tarihi köprünün siluetini bozduğu gerekçesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'na şikayette bulunmuştu. İnşaatın yapıldığı yerde inceleme yapan Anıtlar Kurulu da 2 Şubat tarihinde aldığı kararla yapımı durdurmuştu. Anıtlar Kurulu gerekçe olarak da, yeni yapılan köprünün, 1565 yılında yapılan Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü'nün siluetini bozmasını göstermişti.

'D-100 Karayolu, Mimarsinan kavşağı, Mustafa Kemal Bulvarı ve Marmara Caddesi kavşak yol düzenleme inşaatı' adı altında yürütülen kavşak inşaatı ile ilgili geçen hafta Bahçeşehir'de katıldığı bir etkinlikte açıklama yapan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul'da yüzlerce kavşak inşaatı yapıldığını ve hepsinden haberinin olmasının mümkün olmadığını belirterek, şöyle demişti: "Köprüden haberim yoktu. İstanbul'da yüzlerce kavşak yapılıyor. Hepsini kontrol etmek mümkün değil. Eğer yıkılması gerekiyorsa yıkılacak." Topbaş'ın açıklamasının ardından dün köprülü kavşak inşaatının yıkımına başlandı. Bugüne kadarki süreçte inşaat için harcanan 1.9 milyon YTL ise çöpe gitti.

Sabah, Haber: Müslim Sarıyar, 13.03.2007

ÇANAKKALE SERAMİKLERİ KOLOKYUMU

 

Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ile Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü tarafından düzenlenen "Çanakkale Seramikleri Kolokyumu" 2 Nisan 2007, Pazartesi günü saat 09:30'da AKMED Konferans Salonu'nda gerçekleştirilecek.

TAYHaber, 15.03.2007

ÖĞRENCİLERDEN ALLIANOI'YE DESTEK

 

Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğrencileri, Yortanlı Barajı inşaatı nedeniyle sular altında kalacak olan Allianoi Antik Kenti'nin koruma altına alınmasını istedi. EÜ Edebiyat Fakültesi önünde basın açıklaması yapan öğrencilere, Arkeoloji Bölümü öğretim üyeleri de destek verdi. İnşaatın durdurulması için açılan davayı desteklediklerini ifade eden öğrenciler, inşaatın durdurulması kararının alınması gerektiğini bildirdi.

 

Basın açıklamasında, İzmir 2 nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan Allianoi Antik Kaplıcası çevresine set duvarlar çekilmesi ve kaplıcanın üzerinin alüvyonla örtülmesi kararı anımsatılarak, "Bilimsel dayanağı olmayan, uluslararası antlaşmalara aykırı ve ortak kültürel mirasımıza karşı açık bir sorumsuzluk örneği" denildi.

 

Eyleme destek veren Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Özyiğit, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası'nın 17'nci maddesine göre, bir alanın sit alanı ilan edilmesi ile o alandaki her türlü inşaat faaliyetlerinin duracağını hatırlattı. Özyiğit, "Ancak Allianoi Antik Kenti'nde bu uygulama gerçekleşmedi. Baraj inşaatı illegal olarak bugüne kadar sürdü" dedi.

Birgün, 15.03.2007

KÜLTÜR BAKANLIĞI İZİN VERDİ: ASPENDOS'TA GÖSTERİYE DEVAM

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı çökme tehlikelerine karşı gösterilere kapatılan Aspendos Tiyatrosu üzerindeki kararı ilginç bir gerekçeyle kaldırdı.

 

Bakanlık, 'tiyatro gösteriye kapatılsın' diyen raporun 17 yıl öncesine dayandığını ve bilimsel dayanağının olmadığını ileri sürerek gösterilere devam kararı aldı. Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, üç gün önce Aspendos Antik Tiyatrosu'nda acil önlemler alınmadığı takdirde, tiyatronun ziyaretçi dışında her türlü gösterime kapatılmasının uygun olacağına karar vermişti. Kurul Başkanı Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu açıkladıkları raporun eski değil yeni raporlar olduğunu savundu. Abbasoğlu, "Bu kadar yoğun ve gaddarca kullanılırsa daha büyük sorunlar çıkabilir. Oturma ve sahne binasında çökmeler olabilir." uyarısında bulundu. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Vekili Yalçın Kurt, "Yapının gösterilere kapatılmasını gerektirecek herhangi bir durum söz konusu değil. Tiyatro dünyadaki en sağlam eserlerden birisidir. Ayrıca orada bir kontrol ekibimiz var. Ses ve benzeri standartları aşan gösterilere zaten izin vermiyoruz. Anadolu Ateşi Gösteri Grubu gösterilerine devam edecek."dedi.

Zaman, Haber: Mesut Mercan, 17.03.2007

 

 

BAKANLIK, ASPENDOS'LA İLGİLİ KORUMA KURULUNUN VERDİĞİ  RAPORU İNCELİYOR

 

Antalya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun Aspendos Antik Tiyatrosu'nda yapıya zarar verdiği gerekçesiyle gösterilere izin verilmemesi yönündeki raporu, gözleri bakanlıkla bir süre önce anlaşma yapan Anadolu Ateşi Gösteri Grubu'na çevirdi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Müsteşar Yardımcısı Hikmet Kaçdıoğlu "Şu an için bir şey söyleyemeyeceğim. Kurulun aldığı kararlar bizim için esastır. Ancak, burada kurul kararları tekrar irdelenerek ona göre tekrar bir karar verilecektir." dedi.
 

Antalya'da uzun bir süredir Aspendos Antik Tiyatrosu'nda çeşitli gösterilere izin verilmesinin yapıya zarar verip vermediği tartışılıyor. En son Antalya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu tarihi Aspendos Tiyatrosu'nda verilen konser ve benzeri etkinliklerin yapıya zarar verdiğini bu konuda alınması gereken tedbirleri bir rapor halinde Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bildirdi. Kurul, daha önce çeşitli tarihlerde alınan kurul kararlarına da atıfta bulunarak, seyirci sınırlaması getirilmesi, konser ve çeşitli etkinliklerde kullanılmaması gibi konulara uyulmadığını hatırlattı. Kültür ve Turizm Bakanı Müsteşar Yardımcısı Hikmet Kaçdıoğlu antik tiyatronun kullanıp kullanılmayacağı konusunda net bir açıklamada bulunmadı. Kaçdıoğlu, "Şu an için bir şey söyleyemeyeceğim. Kurulun aldığı kararlar bizim için esastır. Ancak, burada kurul kararları tekrar irdelenerek ona göre tekrar bir karar verilecektir." dedi.

 

Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu başkanlığındaki Antalya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu, 5 bin olan izleyici sayısının 2 bin 500 ile sınırlandırılmasını, ayrıca antik tiyatronun ziyaretçi dışında her türlü etkinliğe kapatılmasını görüşünü benimsedi. Tiyatronun gösteriler için kullanılmasının kültür varlıklarına zarar verdiği belirtilen kurul kararında antik mekanların bu tür kullanımlardan, aşınmanın çok ötesinde bir yıpranmanın söz konusu olduğu bildirildi.





Kurul Başkanı Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu, Aspendos Antik Tiyatrosu'nun kullanımı ile ilgili olarak şimdiye kadar üç defa karar aldıklarını belirterek, Aspendos Antik Tiyatrosu'nda gözle görülmeyen ufak tefek çatlaklar olduğunu, oturma gruplarında da göçükler bulunduğunu belirtti. Bazı onarımların ivedilikle yapılması gerektiğini ifade eden Abbasoğlu, ''Aspendos'un gösterilere kapatılıp restorasyona alınması yararlı olur. Restorasyon yapılırken turistler de tiyatroyu ziyaret edebilir." dedi.

 

Aspendos'ta en büyük tehlikenin sadece yüksek desibelli müzik olmadığını, kullanım hatalarından da kaynaklanan tahribatlar da olduğunu söyledi. Abbasoğlu, "Antik Tiyatroların gösterim için kullanılmasının kültür varlıklarına verdiği zararlar tüm dünya tarafından tartışmasız kabul edilen bir gerçektir. Aspendos Tiyatrosu tümüyle ayakta duran bir yapıt gibi görünmesine karşın, Selçuklu döneminde dahi bir takım tamiratlardan geçirilmiştir." diye konuştu.

 

Bakan Koç, AKM ile ilgili olarak “Her yiğidin bir yoğurt yiyiş tarzı vardır. Benim yoğurt yeme tarzım da bu” derken, Aspendos için de konu kapanmıştır” diyor.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Anıtlar ve Koruma Kurullarının uyarılarına karşın İstanbul Taksim’deki AKM binasını yıkma, Side Aspendos Tiyatrosu'nu da risk oluşturan yüksek sesli gösterilere açma kararında ısrar ediyor.

 

Antalya Side’deki antik Aspendos Tiyatrosu’nu Anadolu Ateşi adlı grubun gösterileri için bir firmaya tahsis eden bakanlığın bu tasarrufu ile ilgili olarak, Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, yaptığı incelemede Aspendos’un acilen bakıma alınması gerektiğini açıklarken, Bakan Atilla Koç’un yıkılacağını söylediği İstanbul Taksim’deki AKM binası ile ilgili olarak da mimarlar binanın Cumhuriyet dönemi mimarlık örneği olduğu için yıkımına itiraz ediyor.

 

Ancak Bakan Atilla Koç, her iki konuda da bildiklerini okuyacaklarını söylüyor. Bakan Koç, önceki gün İstanbul’da bazı incelemelerde bulunurken gazetecilerin konuyu kendisine anımsatması üzerine, “Her yiğidin bir yoğurt yiyiş tarzı vardır. Benim yoğurt yeme tarzım tenkide uğradı. Atatürk Kültür Merkezi'ndeki değişikliği yapmaktaki kararlılığımız devam etmektedir'' dedi.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, AKM ile ilgili çalışmaların ne durumda olduğuna ilişkin bir soru üzerine ise, şunları söyledi: ''Bir meselede kararlı olmak, o meselenin her türlü detayı üzerinde çalışmak demektir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır, benim tarzım da bu.”

 

Bu arada Bakanlığın bir şirkete tahsis etti Antalya Side’deki antik Aspendos tiyatrosunun yüksek sesli gösteriler ve yoğun trafik oluşturan etkinliklere tahsis edilmesinin tarihi binaya zarar vereceği belirtilmesine karşın, Bakan Koç bu işin kapandığını söylüyor.

 

Konuyla ilgili olarak yaptıkları inceleme sonuçlarını açıklayan Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Aspendos Antik Tiyatrosu'nda acil önlemler alınmadığı takdirde, tiyatronun ziyaretçi dışında her türlü gösterime kapatılmasının uygun olacağına karar verdi.

 

Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu başkanlığında, Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Havva Işık, Doç. Dr. Gül Asatekin, Avukat Mesut Akar, Yüksek Mimar Feridun Uyar, Dr. Zekeriya Şimşir, Belkıs Belediye Başkanı Hümmet Mert ile Antalya Müze Müdürü Selahattin F. Aksu'nun katılımıyla toplanan kurul, Aspendos Antik Tiyatrosu'nun gösterimlere açılıp açılmamasını ele aldı.

 

Toplantı sonrası alınan kararda, Koruma Bölge Kurulu'nun daha önceki yıllarda Aspendos Antik Tiyatrosu'nda ciddi yapısal sorunlar bulunduğu, yapısal sorunlara ve kullanıma yönelik gerekli önlemlerin alınmadığı, buna rağmen tiyatroda izleyici sayısının artırılmasına yönelik taleplerde bulunulduğu anımsatıldı. Açıklamanın devamında şöyle denildi:

 

“Konunun gerek kamuoyunda gerekse görsel basında dile getirilmesi kurulumuzca üzüntüyle karşılandı. Tiyatronun kullanımına yönelik yapılan tahsislerde yukarıda açıklanan uzman raporları ve kurul kararlarında belirtilen acil güvenlik önlemleri ile tiyatronun esaslı onarımına yönelik projelendirme çalışmasının yapılarak acilen kurulumuza getirilmesine, bu çalışmalar yapılmadığı takdirde, tiyatronun ziyaretçi dışında her türlü gösterime kapatılmasının daha uygun olacağına karar verildi.''

 

Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu Başkanı Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu, Aspendos'un gösterilere kapatılıp restorasyona alınmasının yararlı olacağını söyledi.

 

Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu, Aspendos Antik Tiyatrosu'nun kullanımı ile ilgili 1995 ve 2005 yılları ile 9 Mart 2007 tarihlerinde kararlar aldıklarını, Aspendos Antik Tiyatrosu'nda gözle görülmeyen ufak tefek çatlaklar olduğunu, oturma gruplarında da göçükler bulunduğunu belirtti. Antik tiyatroda bazı onarımların ivedilikle yapılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Abbasoğlu, ''Aspendos'un gösterilere kapatılıp restorasyona alınması yararlı olur. Restorasyon yapılırken turistler de tiyatroyu ziyaret edebilir'' dedi.

 

Prof. Dr. Abbasoğlu, Aspendos'ta en büyük tehlikenin yüksek desibelli müzik olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi: ''Aldığımız kararla Aspendos'ta yüksek desibelli müzik yapılmaması, 2 bin 500 kişiden fazla seyirci alınmaması ve yoğun gösteri yapılmaması yer alıyor. Yüksek desibelli müzik, 2 bin 500 kişiden fazla seyirci ve yoğun gösteri yapılması, Aspendos'a zarar verir. Aspendos, dünyada ayakta kalmış en iyi antik tiyatrolardan biridir. Bu nedenle burada, koruma ve kullanma dengesini çok iyi ayarlamak gerekli. Bu eserin korunması gerektiğine inanıyorum. Burada kurallara uyulması ve az sayıda gösteri yapılması lazım.''

 

Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu, kurulun, Aspendos Antik Tiyatrosu ile ilgili uyulması gereken kararları aldığını, gösterilere kapatılıp kapatılmamasına ilişkin son kararın Kültür ve Turizm Bakanlığına ait olduğunu bildirdi. Prof. Dr. Abbasoğlu, şöyle dedi: ''Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarını, bakanlık kurdu. Biz karar aldık. Aldığımız kararın uygulaması, Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir. Sorumluluk bakanlığındır. Eğer bizim aldığımız kararları uygulamazlarsa o zaman bölge kurullarının görevi nedir? Uygulanmazsa yanlış iş yapılıyor demektir.''

TürkiyeTurizm.com, 15.03.2007

 

 

ANTALYA KORUMA KURULU ASPENDOS'UN KAPATILMASINI İSTEDİ





Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu, Aspendos Antik Tiyatrosu'nda acil önlemler alınmadığı takdirde, tiyatronun ziyaretçi dışında her türlü gösterime kapatılmasının uygun olacağına karar verdi.

 

Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu başkanlığında, Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Havva Işık, Doç. Dr. Gül Asatekin, Avukat Mesut Akar, Yüksek Mimar Feridun Uyar, Dr. Zekeriya Şimşir, Belkıs Belediye Başkanı Hümmet Mert ile Antalya Müze Müdürü Selahattin F. Aksu'nun katılımıyla toplanan kurul, Aspendos Antik Tiyatrosu'nun gösterimlere açılıp açılmamasını ele aldı.

 

Toplantı sonrası alınan kararda, Koruma Bölge Kurulunun daha önceki yıllarda Aspendos Antik Tiyatrosu'nda ciddi yapısal sorunlar bulunduğu, yapısal sorunlara ve kullanıma yönelik gerekli önlemlerin alınmadığı, buna rağmen tiyatroda izleyici sayısının artırılmasına yönelik taleplerde bulunulduğu anımsatıldı.

 

Antalya Koruma Kurulunun 6 Haziran 1995 yılı 2541 sayılı kararında izleyici sayısının Antalya Müze Müdürlüğü ve Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü uzman raporları doğrultusunda 5 bin kişi olarak belirlendiği kaydedilen raporda, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünün 8 Mart 2007 tarihli yazısı, Antalya Müze Müdürlüğünün 8 Mart 2007 tarihli uzman raporu ve Antalya Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğünün 6 Mart 2007 gün ve 250 sayılı yazısı eki uzman raporlarında, tiyatronun ciddi yapısal sorunlarının bulunduğu, alt caveanın alacağı maksimum sayının 2 bin 500 kişi ile sınırlarındırılmasına, üst caveanın da ciddi yapısal sorunlarının bulunmasından dolayı kullanılmamasına işaret edildiği bildirildi.

 

Kararda, daha önce açıklanan kararlardan günümüze kadar geçen süreç içinde, tiyatronun esaslı onarımına yönelik hiçbir projelendirme ve uygulama çalışmasının yapılmadığı ve halen tiyatronun yüksek frekanslı faaliyetlerde kullanıldığına dikkat çekildi.

 

Antik tiyatronun gösteriler için kullanılmasının kültür varlıklarına verdiği zararların artık tüm dünya tarafından tartışmasız kabul edilen bir gerçek olduğu ifade edilen kararda, antik mekanların bu tür kullanımlardan salt yapı malzemelerini aşındırmasının çok ötesinde etkilendiğinin bilindiği vurgulandı.

 

Antalya Anıtlar ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından alınan kararda şu görüşlere yer verildi: ''Bu tür kullanımlarla gelen araçların neden olduğu titreşim, hava  kirliliği, insan yoğunluğunun önemli bozulmalara neden olduğu,

 

Bu faaliyetlere gelen kişi sayısının yalnızca kullanım sorunu değil, yapıya yüklediği hareketli ve sabit yük ile kasıtlı tahribat (grafiti, kırma-parçalanma vb) gibi ciddi fiziksel bozulmalara neden olduğu,

 

Bu kullanımlarla ses dalgalarının frekanslarının yükseldiği ve ritmik ses ve eylemlerin neden olduğu rezonansın tüm strüktürel sisteme ve malzemenin mekanik, fiziksel ve kimyasal niteliklerine zarar verdiği

 

Aspendos Tiyatrosu tümüyle ayakta duran bir yapıt gibi görünmesine karşın, Selçuklu döneminde dahi strüktürel sorunlarının olduğu o dönemde yapılan onarımlarla da belgelendiği,

Konunun gerek kamuoyunda gerekse görsel basında dile getirilmesinin kurulumuzca üzüntüyle karşılandığı, tiyatronun kullanımına yönelik yapılan tahsislerde yukarıda açıklanan uzman raporları ve kurul kararlarında belirtilen acil güvenlik önlemleri ile tiyatronun esaslı onarımına yönelik projelendirme çalışmasının yapılarak acilen kurulumuza getirilmesine,

 

Bu çalışmalar yapılmadığı takdirde, tiyatronun ziyaretçi dışında her türlü gösterime kapatılmasının daha uygun olacağına karar verildi.''

TürkiyeTurizm.com, 14.03.2007

YIKILACAK DENİLEN BİNA KULLANILIYOR

 

Çanakkale İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne ait Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde, 'oturulamaz' raporuna rağmen sergiler düzenlenmeye devam ediliyor.





Dış kısmında çatlamalar ve dökülmeler olan kordonboyundaki tarihi binanın halini görenler, faciaya davetiye çıkardığını dile getiriyor. Yıkılma tehlikesini kabul etmeyen Vali Orhan Kırlı ise binanın tadilatını çabuklaştırmak için abartılı bir üslup kullanıldığını savunuyor. İnşaat Mühendislerinden oluşan komisyonun "Can ve mal sağlığı açısından tahliye edilmesi uygun olacağı kanaatine varılmıştır" yazılı raporuna rağmen, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün burada sergiler düzenlemeye devam ettiği kaydedildi.

 

Çanakkale'nin en işlek caddesindeki iki katlı tarihi bina, 1890 yılında inşa edilmiş. Zamana yenik düşüp yıpranan fakat tarihi olduğu için izinsiz tamir edilemeyen binanın yıkılma tehlikesi taşıdığı, uzman raporuyla da tesbit edilmiş. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, sanatseverlerin tepkileri üzerine İl Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü'nden, binanın zemin etüdünün yapılmasını istemiş. Müdürlüğün görevlendirdiği, iki mühendis ve bir inşaat teknikerinden oluşan komisyon, binayı inceleyerek geçen ay teknik bir rapor hazırlamış. Raporda, "Binanın tescilli olması dolayısıyla çok ayrıntılı bir röleve projesi çıkarılarak, can ve mal sağlığı açısından tahliye edilmesinin uygun olacağı kanaatine varılmıştır." deniyor. Buna rağmen binada sergiler düzenlendiği belirtiliyor. Son olarak Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi ve Çan Meslek Yüksekokulu öğretim elemanları tarafından bir sergi açıldı. Çok sayıda sanatseverin katıldığı sergide ÇOMÜ Rektörü Ramazan Aydın, İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Kansız ve onlarca sanatsever bulundu. Çökme tehlikesi belgelenen binanın neden kullanıldığını sorduğumuz İl Kültür ve Turizm Müdürü İsmail Kansız, Trabzon İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne tayininin çıktığını, bu yüzden açıklama yapamayacağını söyledi. Çanakkale Valisi Orhan Kırlı ise konuyu incelediğini belirterek şunları kaydetti: "Binanın tadilata ihtiyacı olduğu kesin. Müdürlüğün bu durumu Ankara'ya bildirdiği yazıya eklenen raporda, tadilatın çabuklaştırılması için ağır bir uslüp kullanılmış. Bürokratik yazışmalarda böyle durumlar olur. O binanın tadilata ihtiyacı olduğu gerçek fakat yıkılması sözkonusu değil. Zaten ben de yeni bir teknik ekip oluşturdum ve sergi salonunun taban kısmının gerekiyorsa güçlendirilmesini istedim. Vatandaşlarımızın can güvenliği, sergilerden ve diğer etkinliklerden daha önemli."

Zaman, Haber: Muzaffer Altunay, 15.03.2007

BAKANLIK, BODRUM'DA MÜZECİLİK EĞİTİM SEMİNERİ DÜZENLEDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Muğla'nın Bodrum İlçesi'nde, müzecilik eğitim semineri düzenlendi.

 

Karia Princess Otel'de gerçekleştirilen ve 4 gün sürecek olan seminere, Türkiye'nin değişik bölgelerindeki müzelerden çok sayıda personel katıldı. Seminerin açılış konuşmasını yapan Kültür Varlıkları ve Müze Genel Müdürü Orhan Düzgün, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ABD Büyükelçiliği arasında imzalanan Niğde Eser Envanterleme Projesi ile kapsamında eğitim programı hazırladıklarını belirterek, "Türkiye'deki müzeciler de bu eğitim seminerine dahil edildi. Seminerde Kültür ve Turizm Bakanlığı personeli ile ABD'den gelen akademisyenler, müzecilikle ilgili konular hakkında bilgi verecekler" dedi.


Dünyanın en eski eserlerinin Anadolu'da bulunduğunu söyleyen Düzgün, "Bu eserleri koruma ve gelecek kuşaklara aktarma görevini Kültür ve Turizm Bakanlığı ile müzeler üstlenmiş durumda. Bu seminerle müzelerimizde bulunan uzmanlarımıza restorasyon, koruma, sponsorluk ve sponsor bulma yöntemleri, müzecilikte başarıya nasıl ulaşılır, müzelerde depolama faaliyetleri, müze çevre ve iletişim, müzelerde fon yaratma teknikleri gibi konularda bilgiler vereceğiz. Burada aktarılan bilgiler, seminere katılan uzmanlar tarafından müzelerde görev yapan diğer personele de aktarılacak" diye konuştu. Bodrum'un tarihi hakkında bilgi veren Bodrum Kaymakamı Abdullah Kalkan ise, "Türkiye müzecilikte geniş kapsamlı bir çalışma içine girdi" dedi.

Turizm Gazetesi, 15.03.2007

HASANKEYF'İN TAŞINMASI KONUSU BİR HAFTA SONRA ELE ALINACAK

 

TBMM İçişleri Komisyonu, Hasankeyf ilçe merkezinin değiştirilmesine ilişkin kanun tasarısının görüşmelerini, DSİ ile Kültür ve Turizm Bakanlığından bilgi almak amacıyla bir hafta erteledi.

 

Komisyon bugünkü toplantısında ilk olarak Batman'ın Hasankeyf ilçe merkezinin değiştirilmesine ilişkin kanun tasarısını ele aldı. CHP İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü, Hasankeyf'teki eserlerin dünya mirası sayıldığını hatırlatarak, orada bulunan binlerce yıllık tarihi eserlerin korunması gerektiğini söyledi. Hasankeyf'in AB gündemine kadar taşındığını anlatan Ülkü, ''Gözümüz gibi korumamız gereken bir kenti, bir çırpıda yok etmeyelim'' dedi. Ülkü, tasarının alt komisyonda ele alınmasını önerdi. Komisyon Başkanı Ziyaeddin Akbulut da bölgede bulunan tarihi eserlerle ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığının çalışma yürüttüğünü bildirerek, ''Bu işin komisyonumuzu ilgilendiren yönü bir idari birimin taşınmasıdır. Biz ilçe merkezinin idari bir birim olarak taşınmasını öngören bir tasarıyı ele alıyoruz'' diye konuştu.

 

İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürü Ahmet Altıparmak da milletvekillerinin sorularını yanıtlarken, konunun bakanlığını ilgilendiren yönünün ilçenin idari merkezinin değiştirilmesi olduğunu ifade ederek, kültür varlıklarının taşınmasının kendilerinin ilgi alanına girmediğini söyledi.

 

AKP Sivas Milletvekili Selami Uzun, Hasankeyf'in herkesi ilgilendiren bir konu olduğuna dikkati çekerek, ''Hasankeyf hakkında karar verecek olan herkes gidip Hasankeyf'i görmelidir. Oradaki tarihi eserleri görmeden kimse ahkam kesmesin'' dedi.

 

CHP Kırklareli Milletvekili Mehmet Kesimoğlu da bölgedeki tarihi eserlerin kurtarılması gerektiğini belirterek, ''Eserlerin korunması için gereken tüm tedbirler alınmalı gerekirse barajın yeri değiştirilmeli'' diye konuştu. Komisyon Başkanı Akbulut, milletvekillerine tarihi eserlerin korunmasının İçişleri Komisyonunun yetki alanına girmediğini hatırlatarak, tasarının bir ilçe merkezinin yerinin kademeli olarak değiştirilmesini öngördüğünü ve bunun idari birimle ilgili olduğunu anlattı. Akbulut, ayrıca Ilısu Barajının ihale edildiğini ve yapım çalışmalarının sürdüğünü anımsattı.

 

CHP İstanbul Milletvekili Nurettin Sözen de dünya mirası listesine girmiş tarihi eserlerin korunması gerektiğini kaydetti. Sözen, ''Komisyonumuz bu konudaki tarihi sorumluluğu paylaşmak istemiyor'' dedi.

 

AKP Kahramanmaraş Milletvekili Ali Sezal da bölgedeki tarihi varlıkların önemine dikkat çekerek, DSİ ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin dinlenmesi için tasarının görüşmelerine bir hafta ara verilmesini istedi. Komisyon Başkanı Akbulut, bölgedeki yerel yönetimlerin planlama yapabilmesi için bu tasarının bir an önce yasalaşması gerektiğini ifade etti. Taşınmanın bir süreç içerdiğine dikkati çeken Akbulut, Sezal'ın önerisine karşı çıktı.

 

Bunun üzerine Komisyon Başkanı Akbulut ile AKP'li Sezal arasında kısa süreli tartışma yaşanırken, Sezal, ''Hasankeyf 10 bin yıllık şehir. Bir hafta beklesek kafamıza taş mı düşer?'' diye sordu. Meclis komisyonlarının görevinin gelen her tasarıyı onaylamak olmadığını kaydeden Sezal, ''Hasankeyf 10 bin yıllık, barajın ömrü 30 yıl... Bir hafta beklesek bir şey olmaz'' dedi. Yapılan tartışmalardan sonra Komisyon Başkanı Akbulut, DSİ ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin dinlenmesi için tasarının görüşmelerini bir hafta ertelediklerini söyledi.

Turizm Gazetesi, 15.03.2007

BEŞİR AĞA MEDRESESİ HAYATA DÖNÜYOR

 

Tarih eserlerin yenilenmesi çalışmalarına hız veren İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Osmanlı Dönemi’nin 12 Daru’l-Hadisi arasında yer alan Eyüp’teki Beşir Ağa Medresesi’nin restorasyonuna başladı.

Ocak ayında başlayan restorasyon çalışmalarla medrese aslına uygun şekilde yenilenecek. Kasım ayında tamamlanması planlanan restorasyon çalışması için yaklaşık 800 bin YTL kaynak ayrıldı.






Hacı Beşirağa Medresesi, Dar’üs-sa’ade Ağası (haremağası) Beşir Ağa veya Büyük Beşir Ağa olarak bilinen Hacı Beşir Ağa’nın yadigarı. 1717’de Dar’üs-Sa’ade Ağası olan Hacı Beşir Ağa, 13 yıl bu görevi yürüttü ve I. Mahmut’un tahta geçmesinden sonra da görevini sürdürdü. Zenci Dar’üs-Sa’ade ağaları içinde en fazla kitaba sahip olan ve adına kütüphaneler kurduran Hacı Beşir Ağa olarak biliniyor. Bahariye’deki yalısında 1746’da ölen Hacı Beşir Ağa, Eyüp Camii'nin şadırvan avlusunu iç avluya bağlayan büyük kapının sol tarafındaki türbesine defnedildi. Eyüp, Beşir Ağa Medresesi Kütüphanesi'nde bulunan 219 cilt kitap, Süleymaniye Kütüphanesi’nde Hacı Beşir Ağa’nın adı ile anılan bölümde muhafaza ediliyor. Medrese, restorasyon çalışması tamamlanınca Özürlü Çocuklar İçin Eğitim Merkezi olarak kullanılacak.

Bugün, Haber: Ali Kuş, 15.03.2007

TARİH CANLANACAK

 

789 yıllık Taşhan aslına uygun olarak yeniden restore edilip turizme açılıyor. Selçuklu mimarisinin en gözde eserlerinden biri olan Hekimhan'daki kervansaray bölge ekonomisine canlılık getirecek

Malatya'nın Hekimhan İlçesi'nde 789 yıl önce Selçuklu döneminde 1. İzzettin Keykavus tarafından yaptırılan tarihi Taşhan Kervansarayı'nın alışveriş merkezi olarak kullanılması için çalışmalara başlandığı bildirildi. Hekimhan Belediye Başkanı Vahit Mutlu, yaptığı açıklamada, tarihi kervansarayın restorasyon çalışmalarının devam ettiğini belirtti. Kervansarayın tarihi dokusuna zarar vermeden iş merkezine dönüştürüleceğini ifade eden Mutlu, kervansarayın bu şekilde kullanılmasının iç ve dış turizme katkısının büyük olacağını savundu.






Mutlu, bu yıl içinde restorasyon ve istimlakın tamamlanacağını belirttiği kervansarayın 2008 yılında yapılan çevre düzenlemesinin ardından ihale edileceğini kaydetti. Mutlu, şöyle konuştu: ''Taş Han'ın onarımı bu yıl içinde bitirilerek çevresindeki istimlak yapılacak. 2008 yılında çevre düzenlemesi yapıldıktan sonra Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihalesi gerçekleştirilecek. İhalenin belediye tarafından alınmasını bekliyoruz. İhale alındıktan sonra gerek kervansaray içindeki iş yerlerine gerekse diğer kapalı alanlara yönelik belediye meclisinden oranın niteliklerini kültür ve tabiat varlıkları kanunu ihlal etmeden meslek gruplarından kuyumcu, manifatura, kamu hizmeti yapılması doğrultusunda karar alacak. Alınan meclis kararı doğrultusunda orayı turizme de taşıyacak iç ve dış turizme tanıtacak nitelikte bir çalışma yapmayı planlıyoruz.''

 

Malatya-Sivas kara yolu üzerinde bulunan kervansaray 1218 tarihinde 1. İzzettin Keykavus tarafından Ebu Salim bin Ebul Hasan'a yaptırıldı. Selçuklu Sultan hanlarının geleneklerini devam ettiren yapı, önde revaklı kare avlu, avluyu takiben de hol kısmından oluşuyor. Avlunun çevresi, ölçüleri birbirini tutmayan odalarla sarılmış. Odaların üstü beşik tonozlarla örtülü ve içinde birer ocak bulunuyor.

Bugün, 15.03.2007

106 YILLIK BALIKESİR KÜTÜPHANESİ YENİ YERİNDE HİZMET VERECEK

 

Geçmişi 106 yıla uzanan Balıkesir İl Halk Kütüphanesi, ilk defa kendi yerine kavuştu. 72 bin cilt kitapla Türkiye'nin en zengin kütüphaneleri arasında bulunan İl Halk Kütüphanesi'nin yeni binası nisan ayında hizmete girecek. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un açması beklenen kütüphane, 13 yıldır alışveriş merkezi olarak yapılan bir binada faaliyet gösteriyordu.

 

İl Halk Kütüphanesi Müdürü Ercan Tığ ve personeli, Dinkçiler Mahallesi Soma Caddesinde bulunan eski Tekel Tütün deposuna taşınma işlemini gerçekleştiriyor. Tekel'in özelleştirilmesinin ardından depo olarak kullanılan boş binaya taşınacak olan kütüphanede yer sıkıntısı nedeniyle sergilenemeyen ve depolarda saklanan hepsi orijinal bin 451 tarihi el yazması eserde sergilenme fırsatı bulacak. Tekel'e ait eski tütün binası, Kültür Bakanlığınca çıkarılan 52 bin YTL ödenekle yenilenmişti. İl Halk Kütüphanesi'nin boşalttığı binayı ise BALGAZ'ın kullanacağı öğrenildi.

 

Ankara Adnan Ötüken Kütüphanesinin ardından Türkiye'nin en çok kitabına sahip kütüphaneyi bünyesinde barındıran Balıkesir'de bir ayıp ortadan kalkıyor. 1901 yılında Padişah 2. Abdülhamid adına kurulan ve Hamidiye Kütüphanesi adı verilen tarihi kütüphane 106 yıllık tarihinde kendine ait bir yer bulamamıştı. 13 yıldır Bahçelievler Mahallesi'nde alışveriş merkezi olarak yapılan bir binada faaliyet gösteren İl Halk Kütüphanesi Dinkçiler Mahallesi Soma Caddesinde bulunan eski Tekel Tütün deposuna taşınma işlemlerine başlandı. İl Halk Kütüphanesi'ndeki bürolar yeni binaya taşınırken, büyük salondaki kitapların ise önümüzdeki hafta nakledileceği öğrenildi. Huzurevi'ndeki eski el yazması eserler yeni kütüphaneye taşınıp, dijital ortamda korumaya alındı. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç'un da katılımıyla hizmete açılması planlanıyor. Yıllardır yer sıkıntısı nedeniyle çoğu depolarda duran kitaplar yeni kütüphaneyle birlikte gün yüzüne çıkacak. 52 bin YTL'ye malolacak kütüphanede içerisinde 100-150 yıllık eserlerin olduğu tarihi kitaplara dijital ortamlardan da ulaşılabilecek. Dijital ortama aktarılan kitapların yanı sıra çoğu raflarda kendine yer bulamayan 75 bin eserin tamamı okuyucularıyla buluşacak. Ayrıca Balıkesir Kültür Müdürlüğü 50 bin YTL değerinde 618 çeşitten oluşan 8 bin 137 yeni kitabı daha bünyesine kazandırdı.

 

Balıkesir İl Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Çaltı, Türkiye'nin en eski kütüphanelerinden olan Balıkesir Kütüphanesinin kendi yerine taşınmasıyla bir büyük eksikliğin giderileceğini söyledi. Müdür Çaltı, "Yeni yerinde çok daha iyi hizmet verecek. Çok eski el yazması eserler var. Dijital ortama aktarımı tamamlanan bu eserleri de güvence altına almış olduk. Böylelikle hem o eserler yıpranmamış olacak hem de kitapları incelemek isteyenler dijital ortamda birebir orijinal kopyaları üzerinde incelemeler yapabilecek. Şu anda taşınma işlemleri devam ediyor. Yaklaşık 72 bin kitabı olan kütüphanemizi daha da geliştirmek istiyoruz." dedi.

 

Balıkesir Kütüphanesi, kurulduğu günden bu yana 4 kez yer değiştirdi. 1901 yılında Hacı Ali Camii yanında hizmete giren kütüphane sırasıyla 1938 yılında Anafartalar Caddesi üzerindeki Vatan Kütüphanesi binası, 1988 yılında Özel İdare binası, 1993 yılı sonunda ise alışveriş merkezi olarak yapılan binaya taşındı.

TürkiyeTurizm.com, 15.03.2007

"SAAT KULESİ ONARILSIN"

 

Edirneli araştırmacı-yazar Oral Onur, Roma dönemine ait Makedonya Kulesi’nin kent için son derece önemli olduğunu belirterek, “Makedonya Kulesi onarılarak halkın kullanımına sunulmalı” dedi. MS II. yüzyılda, Roma İmparatoru Hadrianus tarafından Edirne kalesinin yaptırıldığını, sonradan bu kalenin burçlarının Bizanslılar tarafından onarıldığını söyleyen Onur, Edirne kalesinin dört büyük burcundan biri olan, Üç Şerefeli Cami’nin yakınındaki Makedonya Kulesi adı verilen burç üzerine sonradan “Saat Kulesi”nin inşa edildiğini söyledi.


“Yangın Kulesi”, “Saatli Kule”, “Memleket Saati” gibi isimlerle anılan kulenin, Vali Hacı İzzet Paşa tarafından 1885’de ahşap olarak yaptırıldığını ifade eden Onur, kulenin o dönemde 400 lira tutan yapım masrafının belediye bütçesinden karşılandığını belirtti.


Halk arasında “Saat Kulesi” olarak bilinen kulenin aslında Makedonya Kulesi olduğunu belirten Onur, değişik dönemlerde restore edilmesine rağmen yine onarıma ihtiyacının olduğunu bildirdi. Onur, “Kule onarılarak halkın kullanımına sunulabilir. Burası restoran, kafeterya, şehri gözetleme veya sanat merkezi olarak kullanılabilir. Kulenin onarımı için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da desteğini bekliyoruz” diye konuştu.

Türkiye Gazetesi, 15.03.2007

MEKTUP



Merhaba,

Ben İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümü mezunlarındanım. Yani teorik olarak bir arkeologum. Teorik olarak diyorum, çünkü tahmin edebileceğiniz gibi işsizim. Fakat ben de en az diğer meslekdaşlarım kadar mesleğimi seviyor ve bu mesleği yapmak istiyorum.

Bu amaçla devletin açtığı Kamu Personeli Seçme Sınavı'na (KPSS) girdim ve 78 puan aldım. Artık tek iş Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın açacağı kadroları görmeye kalmıştı. Atilla Koç da umutlarımızı artıracak şekilde, ''Ben bu sene 400 kadrolu arkeolog alacağım'' demişti (internet arama motorlarında 400 arkeolog yazarak sordurursanız bunu teyit edebilirsiniz).

Dedi demesine de, KPSS'ye ilişkin kadrolar açıklandığında gördük ki aldıkları yalnızca 8 arkeolog! Uğradığımız şoku tahmin edebilir misiniz bilmem. Bu kadrolar açıklanmadan yalnızca iki hafta önce ise, Döner Sermaye İşletmeleri Merkez Müdürlüğü (DÖSİMM) marifetiyle, tirajı yüksek olmayan bir gazeteye ve kurum kapısına asılan ilanla duyurulan bir mülakat yapılarak, muhtelif iddialara göre 200-300 arasında arkeolog-sanat tarihçi, geçici işçi sıfatıyla istihdam edilmiş. Bu mülakata girenlerle konuştuğumuzda ise, sorulan soruların (lütfen buraya dikkat) İSİM, SOYİSİM ve REFERANS'tan ibaret olduğunu öğrendik. Yani günlük tabirle torpil, iltimas, adam kayırma vs. ile kendi yandaşlarını müzelere doldurmuşlar. KPSS’de, benim puanımın üstünde alan nice arkadaşlar da açıkta kaldı.

O bahsedilen 400 arkeolog kadrosunu bakanlığa sorduğumuzda, Maliye Bakanlığı'nın kadro vermemesi nedeniyle gerçekleşmediği cevabını aldık.

Maliye Bakanlığı ise öğretmenlere, sağlıkçılara, imam hatip mezunlarına vs. onbinlerle ifade edilebilecek sayıları onaylarken, bizim arkeolog ve sanat tarihçiden oluşan 400 kişilik kadroyu onaylamaya bile gerek görmedi.

Şimdi bunları size neden anlattığımı merak ediyor olabilirsiniz.

Tüm bu anlattıklarımı sizden önce birkaç gazete ve köşe yazarına da bildirdik. Fakat kulis yapma gücümüz ve/veya ismimizin önünde herhangi bir akademik ünvan vs. olmadığı için sesimizi duyuramadık. Ankara'da bakanlık önünde eylem yapma planlarımız ise ekonomik engellere takıldı. İsmi var, cismi yok olan Arkeologlar Derneği ise gönderdiğimiz postalara cevap vermeye dahi tenezzül etmedi. Açıkçası ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız. Geçtiğimiz yıllar içinde onbinlerce imam-hatip’li öğretmen, polis, mühendis, mimar istihdam edilirken arkeologlara layık görülen kadro sayısı toplam 23 kişiden ibarettir.

Sizlerden nacizane dileğim, aydınlar ve arkeologlar olarak, bu adaletsiz durumu en azından bir açıklamayla protesto etmenizdir. Ben inanıyorum ki, sizlerin yapacağı ve imza koyacağı bir açıklama, mutlaka ülkenin duyarlı insanlarının ve medyasının dikkatini çekecektir. Şunu özellikle söylemeliyim ki; biz sadaka değil, yalnızca adaletli istihdam bekliyoruz. Lütfen cüretimi bağışlayın, ama bu konuda sizlerin de, bizi eğiten hocalarımızın da en azından vicdani sorumluluğunun bulunduğunu düşünüyoruz. Reva görülen bu davranış, kanımca bize olduğu kadar ülkemizdeki arkeoloji bilimine ve mesleklerimize de hakarettir.

Ama biliyoruz ki biz "kral çıplak" diyen çocuklarız. Torpilin olmadığı, usulsüzlüklerin yapılmadığı, daha yaşanılası bir dünya istiyoruz. Biz işimizi yapmak istiyoruz.

Saygılarımla
(Yüzlerce işsiz arkeologdan biri)



Nano-Yorum:


Üstte okuduğunuz mektup gerçektir. İsmi bizde saklı olan genç bir arkeolog tarafından kaleme alındı. Bu aslında bir mektup değil, bir çığlık, bir imdat çağrısı...

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, 8 Temmuz 2006 tarihinde Burdur Müzesi Ek Binası'nı açarken Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'le yaptıkları görüşme sonucu, müzelere 400 arkeolog ve sanat tarihçisi alınacağını duyurdu. KPSS sınavına giren 4 bine yakın arkeolog ve sanat tarihçisi sınav sonuçlarını beklerken Bakanlık farklı bir uygulamayı hayata geçirdi ve kimsenin okumadığı bir gazetede verilen ilan ile DÖSİM'e geçici statüde eleman alacağını duyurdu. DÖSİM'in kendi internet sitesinde bile yer almayan bu ilana ancak 1500 kadar kişi başvurabildi. Onlar da bu mevcudun arasından muhtemelen canlarının istediği 200 kişiyi işe aldılar. Bu sınava girenler zaten 5 saat bekledikleri halde içeride 5 dakika bile kalmadıklarından sadece göstermelik bir sınav olduğu açık. Alınanların kriterleri hakkında bilgi yok ama pek çok yüksek lisans derecelinin, doktora yapanların ya da KPSS'de yüksek not almış olanların alınmadığını biliyoruz.

 

Müzeciliği hala gelişmekte olan, kültür varlıklarını koruma politikaları olmayan, kaçırılan tarihi eserlerini geri alma yöntemleri gelişmemiş, kaçırılanlara hakim olamayan, bırakın potansiyel kazılara ödenek sağlamayı, mevcut kazılara bile yeterli ödenek sağlayamayan bir ülkede yaşıyoruz. Maliye Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı ödenekler konusunda anlaşamıyor. Mevcut eğitimli kişilere uygun istihdam sağlanamıyor. Ama öte yandan ÖSS sınavında bu bölümlere çok sayıda kadro veriliyor.

 

Beyler, önce elinizdekini değerlendirin, mevcut eğitimli işsiz veya sevmediği ya da sadece bulduğu işi yapmaya zorlanan arkeolog ve sanat tarihçilere, müzecilik eğitimi almış olanlara yazık ettiğiniz gibi, gelecek kuşaklara da yazık etmeyin. Eğitimin en önemli prensibini yok saymayın yani tutamayacağınız sözler verip gençleri umutlandırmayın, bir söz verirseniz de tutun. "Nerde kaldı devletin gerçekliği?" dedirtmeyin insana...

Ayşe Didem Bayvas


MİMAR SİNAN'IN DOĞDUĞU EV TURİZME AÇILIYOR

 

Kayseri'nin Ağırnas beldesindeki Mimar Sinan'ın doğduğu ev, gelecek ay turizme açılıyor.

 

Restorasyonu tamamlanan ev, müze olarak hizmet verecek. Ağırnas Belediye Başkanı Mehmet Osmanbaşoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkılarıyla restore edilen tarihi evin, İl Özel İdaresi tarafından kendilerine tahsis edildiğini ifade ederek, "Tarihi evin üst bölümü 1930 yılında Mimar Sinan'ın 7. kuşak torunu Ahmet Öztaş tarafından dönemin mimarisine uygun olarak yöremizdeki taşlar kullanılarak yaptırılmış. Tarihi evin bu bölümünü misafirhane olarak düzenledik. Mimar Sinan'ın doğduğu ve yaşadığı alt bölümde ise döküm potası, döküm kalıpları, taştan yapılmış tahıl ambarları, demirci körüğü gibi orijinal yapılar evin restorasyonu sırasında ortaya çıktı. Mimar Sinan'ın doğduğu evin bu bölümü müze olarak düzenleniyor. Müzenin açılışını 9 Nisan'da yapacağız" diye konuştu.

 

Başkan Osmanbaşoğlu, müzede ayrıca etnoğrafik eserlerin yanı sıra Mimar Sinan'ın eserlerine ait resim ve fotoğrafların da sergileneceğini dile getirerek, "Müzede Mimar Sinan ile ilgili her türlü doküman ve kitaplar da bulunacak. Mimar Sinan ile ilgili bilimsel araştırma yapmak isteyenler üst kattaki misafirhanemizde de kalabilecek" diye konuştu.

Zaman, Haber: Ersan Demirel, 15.03.2007

YAZILIKAYA ELDEN GİDİYOR

 

Dünyada bir eşi daha bulunmayan Yazılıkaya bakımsızlık, ilgisizlik ve dış tehditlerden dolayı yok olma noktasına geldi. Özelikle bölgedeki taş ocakları Yazılıkaya’daki çatlakların her geçen gün büyümesine neden oluyor.
 

Frigya Bölgesi’ndeki en önemli yapıtlardan birisi olan Yazılıkaya yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Yetkililer bakımı konusunda bir çaba göstermezken, hayvan ve doğa erozyonu gibi dış etkenlerin yanı sıra, son dönemlerde denetimsiz taş ocaklarının da kullandığı patlayıcı maddeler anıta zarar veriyor. Zira anıttaki çatlaklar her geçen gün büyüyor. İlerde turizme açılması gereken bölgenin koruma altına alınması gerekiyor.

Eskişehir Sakarya, 15.03.2007

UNESCO'NUN HAREMUSŞERIF RAPORU: İSRAİL KAZILARA DERHAL SON VERMELİ

 

Haremüşşerif'te incelemelerde bulunan UNESCO heyeti, İsrail'in kazıları durdurmasını istedi. Zaman'ın ulaştığı raporda çalışmanın sınıra dayandığı ve geçidi onarmak için 'yeterli' olduğuna dikkat çekiliyor.





Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), İsrail'den, Haremüşşerif'te yürüttüğü hafriyat çalışmalarını durdurmasını istedi. Mescid-i Aksa'ya zarar verdiği gerekçesiyle Müslümanların tepkisine yol açan çalışmaları yerinde incelemek üzere Şubat ayında Kudüs'e giden UNESCO heyeti, şimdiye kadar yapılan çalışmalarının Haremüşşerif'e çıkan geçidi onarmak için "yeterli" olduğunu bildirerek İsrail'i "arkeolojik kazılara derhal son vermeye" çağırdı.

 

Heyetin, UNESCO Genel Müdürü Koichiro Matsuura'ya sunduğu raporda, İsrail'in müdahalesinin sınırlarını belirleyen bir hareket planı olmamasından endişe duyulduğu ifade ediliyor. Bu durumun, "daha geniş ve gerek duyulmayan kazılara yol açtığı" belirtiliyor. Zaman'ın ulaştığı ve bugün kamuoyuna açıklanması beklenen altı sayfalık raporda, İsrail'in sitenin tarihi karakterini bozmayacak şekilde sadece Mağrib Kapısı'ndaki rampanın onarılmasını öngören açık bir plan belirlemesini isteyen UNESCO, çalışmaların Müslümanlarla diyalog halinde yapılmasını talep ediyor. Özellikle, Haremüşşerif üzerindeki denetim statüsü İsrail devleti tarafından da resmi olarak tanınan Ürdün'ün çalışmalara katılımının çözüm açısından önemli olduğu ve BM örgütünün bu konuda inisiyatif üstlenebileceği belirtiliyor. Ürdün, 26 Ekim 1994 tarihinde İsrail'le bir barış anlaşması imzalamıştı. İsrail'den, hazırlayacağı planı en kısa zamanda UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi'ne göndermesi talep edilen raporda, geçidin onarımıyla ilgili sürecin UNESCO Başkanlığı tarafından koordine edilecek, arkeoloji ve inşaat mühendislerinin de katılacağı uluslararası bir ekip tarafından denetlenmesi isteniyor. Bunun, rampanın inşasıyla ilgili "en uygun çözüm olacağı" belirtiliyor. UNESCO, çalışmalar başlamadan önce ısrarla İsrail'den inşaat planını Paris'e göndermesini istemiş; fakat İsrailliler göndermemişti.

 

UNESCO'nun raporunda İsrail tarafının eleştirildiği noktaların başında Haremüşşerif'in idarecisi İslam Vakfı ile diyalog kurulmaması geliyor. 1994'teki anlaşmaya göre bölgede bir kazı faaliyeti yapılabilmesi için tarafların diyalog kurması gerekiyor. İsrail, hafriyat çalışmalarına başlamadan önce Müslüman yetkililerle temasa geçmediği gibi İslam Vakfı'nın, 'gerekli çalışmaları biz yapalım' teklifine de cevap vermemiş. Kültürel Değerleri Koruma ve Düzenleme Çalışmaları Merkezi (ICCROM) Müdürü Mounir Bouchenaki, Dünya Kültür Mirasi Müdürü Francesco Bandarin ve Uluslararası Anıtlar-Sitler Konseyi (ICOMOS) Başkanı Michael Petzet'in de yer aldığı heyetin raporunda, kazılar başladıktan sonra Müslüman kurumun çağrılarına rağmen İsrail'in, İslam Vakfı'yla işbirliği yapmadığı da vurgulanıyor. Vakıf bunun üzerine UNESCO'ya başvururak kazıların durdurulmasını talep etmişti. 27 Şubat-2 Mart tarihleri arasında bölgede incelemelerde bulunan heyetin, Haremüşşerif içerisinde yürütülen hiçbir çalışmaya rastlamadığı da dile getiriliyor. İsrail'in kazılarının bu yüzden "Mescid-i Aksa'ya bir tehdit olarak değerlendirilemeyeceği" belirtiliyor. Dünya Kültür Mirası Listesi'nde olan Mağrib Kapısı'nın girişinin, öneminin sadece arkeolojik değeriyle sınırlandırılamayacağına işaret edilen raporda, bölgenin taraflar için dini, kültürel ve sembolik bir önemi haiz olduğu, bu yüzden yapılan çalışmalarda bunların göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekiliyor. UNESCO konuyu ele almak üzere ilgili temsilcileri 19 Mart'ta toplantıya çağırdı.

 

Öte yandan, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Levent Bilman, bölgede inceleme yapacak olan Türk heyetinin gidiş tarihinin netleşmediğini bildirdi. Türk heyeti fikrinin İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in şubat ayı ortasındaki Ankara ziyaretinde karara bağlanmış olmasına rağmen, Kudüs'e gidecek uzmanlar hala açıklanmış değil.

Zaman, Haber: Ali İhsan Aydın, 15.03.2007

GÖLMARMARA'NIN TARİHİ YENİLENİYOR

 

Manisa'nın Gölmarmara İlçesi'ndeki tarihi yapıların turizme kazandırılması için çalışma yürütüldüğü bildirildi. Gölmarmara Belediye Başkanı Nihat Ağaçdiken, ilçede, geçen yıllarda İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restorasyonu yapılan Halime Hatun Camii ve Külliyesinin, hem tarihin güzelliklerini yaşattığını, hem de yerli-yabancı turistlerce ilgi çekmeye başladığını belirtti. İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün, bu yıl ilçede bulunan ikinci önemli yapı olan Şahuban Hatun Camii, Medresesi, İmareti ve Hamamı'nda restorasyon çalışmalarına başlanması için proje hazırladığını kaydeden Ağaçdiken, ilçenin "otantik yapısını korumaya gayret gösterdiklerini" söyledi.

Haber Ekspres, 15.03.2007

ANADOLU'NUN TARİHİ BOĞULUYOR





Allianoi’nin sular altında kalmasını engellemek için Arkeoloji bölümü öğrencileri Mersin ve Edirne’de, ortak açıklama yaptılar.

 
Binlerce yıldır birçok uygarlığa beşiklik eden Anadolu’nun üç antik kenti, aynı ortak kadere karşı direniyor. 1999 yılında su tutmaya başlayan Birecik Barajı’nın suları altında kalan Zeugma harabeleri, son bilimsel çalışmalara göre geri dönülmez biçimde tahrip olmuşken aynı tahribat, Hasankeyf ve Allianoi antik kentleri için de çok uzakta görünmüyor.


Yortanlı Barajı’nın suları altında kalma tehdidiyle karşı karşıya olan Allianoi antik kenti ile ilgili tartışmalar, uzun zamandır internet ortamında devam ediyor. Genelde arkeoloji öğrencilerinin oluşturduğu tartışma forumlarında Allianoi ile ilgili yaşanan hukuki süreç ve diğer gelişmeler yakından izleniyor. İnternette Allianoi ile ilgili süren bu tartışmalar, antik kentin sulara gömülmesi kararının iyice gündemleştiği, bunun için “kentin etrafına duvar örülmesi” gibi bilim insanları tarafından “göz boyama çabası” olarak yorumlanan önerilerin, bilim kurullarında kabul edildiği bir dönemde, “artık bir şeyler yapmalı” boyutuna sıçradı.

Allianoi’nin sular altında kalmaması için Edirne’deki Trakya Üniversitesi Sabancı Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen basın açıklamasına, Üniversite Rektörü Prof. Dr. Enver Duran, Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sümer Atasoy, Üniversite Dekanı Prof. Dr. Nihat Ataç ve öğrenciler katıldı. Arkeoloji öğrencileri adına diğer üniversitelerde de okunan ortak metni, Arkeoloji Yüksek Lisans 1. sınıf öğrencisi Özden Şen okudu. Açıklamada, “Tarihimizi, bir dünya mirasını göz göre göre boğamayız, boğmamalıyız” denildi.


Etkinlikte bir konuşma yapan Rektör Prof. Dr. Enver Duran, ülkemizin sahip olduğu tarihsel değerlerin önemine dikkat çekerek bunların mutlaka korunması gerektiğini söyledi. Kültürel mirasa sahip çıkılmasının bir görev olduğunu dile getiren Duran, “Baraj tekrar yapılır ama Allianoi’yi bir daha yapamayız” diye konuştu.

Mersin Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğrencileri de, Allianoi’un yok olmasına karşı duyarlılıklarını göstermek için “Allianoi İçin Bir Gün” başlıklı bir etkinlik düzenlediler. ME. Ü. Arkeoloji Bölümü 2. sınıf öğrencilerinden Arzu Yağuçmen’in “Allianoi’un Arkeolojik Önemi” ve Emin Sarıiz’in “Allianoi’un Korumacılık Sorunları” konularında hazırladıkları sunumlarla katıldığı etkinlikte ayrıca Yard. Doç. Dr Ahmet Yaraş’ın yolladığı Allianoi konulu kısa film izleyicilere gösterildi.


Dinleyiciler arasında Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Serra Durugönül, Doç. Dr. Emel Erten, Doç. Dr. Ayşe Aydın, Würzburg Üniv. Arkeoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Winfred Held, Dr. Sibel Ünalan, Öğr. Gör. Ceyhun Dora, Okt. Murat Özyıldırım, Ar. Gör. Ercan Aşkın, Ar. Gör. Erkan Alkaç, Ar. Gör. Deniz Kaplan, Arkeologlar Derneği Mersin Şubesi Başkanı Tuna Akçay ve arkeoloji bölümü öğrencileri yer aldı.


Program sonunda Prof. Dr. Serra Durugönül kısa bir konuşma yaparak Allianoi konusunda etkinlik için öğrencilere teşekkür etti.


Öte yandan Allianoi ile ilgili tartışmaların en yoğun yapıldığı arkeoloji sitelerinden www.arkeoloji.web.tr sitesi de basın açıklamalarının yapıldığı gün sitesine, “Bu site Allianoi antik yerleşiminin sular altında kalmaması için 1 günlüğüne kapatılmıştır” yazısını yerleştirerek eyleme, siteyi 1 günlüğüne kapatarak destek verdi. İzmir’deki arkeoloji bölümü öğrencileri ise Allianoi ile ilgili basın açıklamasını bugün yapacaklarını söylediler.

 

Doç. Dr. Ahmet Yaraş*
Türkiye’de toplam 12 üniversitenin Arkeoloji Kulübü öğrencileri, aynı anda ve saatte üniversitelerin salonlarında ‘Allianoi Boğulmasın’ adlı kaleme aldıkları bildiriyi okudular. Bu duyarlılık, son derece olumlu bir örnek. Gençlerin kültür varlıklarına sahip çıkması, gelecek için biz arkeologları umutlandırıyor. Şu an Allianoi’nin kaderi akademisyenlerde. İzmir 2 numaralı KTVK Kurulu, Allianoi için Ankara’daki bilimsel heyetten ayrıntılı rapor istedi. Bakalım akademisyenler bu işin ne kadar bilincinde. Böyle bir duyarlılık oluşmuşken öğrencilerine korunması veya korunmaması yönünde nasıl örnek olacaklar? Bence Allianoi özelinde kültür mirası bir milat yaşıyor. Ya çağdaş değerlere saygılı korumacı bir tavır sergileyeceğiz ya da Osmanlı’dan bu yana bir adım daha ileri gitmediğimizi, dünya aleme göstereceğiz. Söz ve karar bugün. Ama alınacak her türlü karar, geleceğin işareti olacak.

Evrensel, 14.03.2007

DOLMABAHÇE SARAYI'NDA DÜĞÜN YAPMANIN FATURASI 100 BİN YTL.

 

Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı saray ve kasırların bahçeleri 2 yıldır nişan ve düğün törenlerine ev sahipliği yapıyor. Saraylardaki düğünün masrafı 100 bin YTL'ye kadar çıkarken, başkanlık bu sayede şimdiye kadar toplam 1 milyon 330 bin YTL gelir elde etti. Dolmabahçe Sarayı Hasbahçe'de evlenmek isteyenler hafta içi 80 bin YTL, hafta sonu 100 bin YTL'yi gözden çıkarıyor. Beylerbeyi Sarayı Harem Bahçe'de bir düğünün masrafı 40 bin YTL'ye varırken, Küçüksu Kasrı Rıhtım'da düğün ve nişan törenleri 25 bin YTL'ye, Ahır Köşk'te 20 bin YTL, Ihlamur Kasrı'nda 15 bin YTL, Maslak Kasırları ön bahçede 5 bin YTL'ye mal oluyor. Ihlamur Kasrı'nda basın toplantısı düzenleyen Milli Saraylar Daire Başkanı Cemal Öztaş, 2004 yılında alınan kararla Milli Saraylar'a bağlı açık alanların düğün, nişan gibi etkinlikler için vatandaşların kullanımına açıldığını söyledi. Hizmete açılan 25 mekanda gerçekleşen etkinliklerden 2005 yılında 830 bin YTL, 2006 yılında ise 500 bin YTL gelir sağlandığını aktaran Öztaş, 2007 yılı için 66 kişinin müracaatta bulunduğunu; ancak bu sayıyı artırmak istediklerini belirtti. Saray ve kasırlardan sağlanan gelirlerin özel ödenek hesabına aktarılarak tarihi yapıların onarım ve bakımında kullanıldığını anlatan Öztaş, halka açılan yerler arasında 5 yıldızlı otel fiyatlarına denk mekanların olduğuna dikkat çekti. Öztaş, gelir seviyesi yüksek ve yurtdışında ilişkiler içinde olan kişilerin tarihi mekanları kullanmasının, ülkenin tanıtımında da faydalı olacağına işaret etti.

Zaman, Haber: Habibe Demircan, 14.03.2007

HAREM-İ ŞERİF HEYETİ İÇİN KONUŞMA YASAĞI

 

İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Haremüşşerif'e Türk heyeti gönderilmesi konusunda uzlaşmasının ardından belirlenen heyet 19 Mart'ta Kudüs'e gidiyor. Teknik kadrodan ve Türkiye'nin Tel Aviv büyükelçiliği yetkililerinden oluşacak olan heyetin incelemelerde bulunduktan sonra herhangi bir açıklama yapmaması kararlaştırıldı. Heyet, daha sonra Erdoğan'a gizli bir rapor sunacak.

Kaynaklar, Haremüşşerif heyetinin herhangi bir açıklamada bulunması halinde Türkiye-İsrail veya Türkiye-İslam dünyası ilişkilerini olumsuz etkileyeceğini söyledi. İsrail'in Müslümanlarca kutsal kabul edilen Haremüşşerif'te "geçidi yenilemek" gerekçesiyle başlattığı kazı Arap dünyasını ayağa kaldırmış, Erdoğan, Olmert'e heyet gönderilmesini önermişti.

Sabah, Haber: Evren Mesci, 14.03.2007

BİRİ İSTANBUL'U GÖZETLİYOR

 

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Deniz Incedayı, "İstanbul'un, Tehlikede Olan Dünya Mirası Listesi'ne girmemesi için Şubat 2008'e kadar Alan Yönetimi Planı'nın hazırlanması gerekir" dedi.

 

Pera Müzesi'nde, UNESCO İzleme Komitesince düzenlenen 'Tarihi Yarımada Alan Yönetimi' konulu panelde konuşan İncedayı, 1985'te UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne giren İstanbul'un, eşsiz kültür mirası varlıklarının evrensel niteliğinin uluslararası düzeyde benimsendiğini hatırlatarak, bu alandaki koruma ve yenileme çalışmalarının uluslararası platformda desteklendiğini söyledi.

 

İncedayı, UNESCO'nun konuyla ilgili çalışmaları kapsamında geçen yıl nisan ayında yetkili bir heyetin inceleme yapmak üzere İstanbul'a geldiğini ve kentin korunması için çeşitli öneriler içeren bir rapor hazırladığını ifade ederek, şunları kaydetti:"İlgili raporda, tarihi kent alanında gerçekleştirilecek çalışmalar için bir Alan Yönetimi Planı hazırlanması söz konusu edilmektedir. UNESCO Dünya Mirası Komitesi'nin 30. dönem toplantısında İstanbul'un tarihi alanları için gözlem altında iki yıllık süre verilerek yapılan çalışmaların komite tarafından denetienmesi kararı alınmış ve böylelikle İstanbul için iki yılı kapsayacak bir izleme süreci başlatılmıştır. İstanbul'un, Tehlikede Olan Dünya Mirası Listesi'ne girmemesi için Şubat 2008'e kadar Alan Yönetimi Planı'nın hazırlanması gerekir."

 

Bu konunun, 2010 Avrupa Kültür Başkenti hazırlıkları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini dile getiren İncedayı, "Kültür varlıklarına karşı getirilen çağdaş düşünce ve bilimsel tavır, uluslararası platformda ülkemizin önemli bir temsil fırsatı olarak görülmelidir" dedi.

Oxford Brooks Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Aylin Orbaşlı ise binlerce yıllık bir tarihi birikime sahip İstanbul'un nüfusu, yerleşim alanı ve karmaşası ile her geçen gün büyüyen bir dünya kenti olduğunu belirterek, Alan Yönetim Planı'nın yerel ve merkezi yönetim birimleri, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve meslek örgütierinin birlikte hareket edeceği bir yönetim sistemiyle gerçekleştirilebileceğini kaydetti.

 

Orbaşlı, İstanbul'un tarihi mirasının kentin yaşamını zenginleştirecek bir yaklaşımla korunması gerektiğine inandığını ifade ederek, alan yönetimi konusunda dünyada başarılı uygulamalara Roma ve Liverpool kentlerini örnek gösterdi.

 

Alan Yönetim Uzmanı-Mimar Tanju Verda Akan da İstanbul için alan yönetiminin mutlaka oluşturulması gerektiğini belirterek, hazırlanacak planda, kentin belirli bölgelerinin parça parça değil, birbirleriyle ilişkilendirilerek bir bütünlük anlayışıyla ele alınması gerektiğini kaydetti.

Birgün, 14.03.2007

ANKARA'DA BİRİ YOK, İSLAMABAD'DA İKİNCİSİ AÇILIYOR

 

Modern Türkiye'nin başkentinde bir sanat müzesi kurulamazken, Pakistan'ın başkenti İslamabad'da ikinci ulusal sanat galerisi açılıyor. Mart sonunda Pakistan lideri Pervez Müşerref'in açacağı galeri, İslami köktendincilikle anılan ülkenin çağdaş yüzünü dünyaya göstermeyi amaçlıyor. 7.6 milyon dolara mal olan dört katlı modern mekanda ferah galeriler, 400 kişilik bir oditoryum, açık hava tiyatrosu ve bir kafeterya bulunuyor. Pakistan Kültür Bakanlığı'nın yaptığı açıklamaya göre galerinin en önemli amaçlarından biri de Pakistan ve diğer Müslüman ülkelerin sanat ortamlarıyla dünyadaki sanat ortamları arasında bağlantı kurmak olacak. Galeriyi kuran takıma göreyse mekanın en önemli özelliklerinden biri bağımsızlığı olacak. Pakistan Ulusal Sanat Konseyi görsel direktörü Musarrat Nahid imam da bu konuda net konuşuyor: "Küratörlere eksiksiz bir özgürlük verdik". Galeride ağırlıklı olarak Pakistanlı sanatçıların eserleri yer alacak. Kısa süre sonra ise Hollandalı enstelasyon sanatçısı Sophie Ernst'in de eserleri galeride sergilenecek.

Radikal, 14.03.2007

TOPKAPI SARAYI JAPONYA YOLCUSU

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Japonya’nın Tokyo, Kyoto ve Nagoya şehirlerinde “Topkapı Sarayı’nın Hazineleri-Muhteşem Osmanlı Hanedanlığı Sergisi” açacak. Sergi; 1 Ağustos-24 Eylül tarihleri arasında Tokyo Metropolitan Sanat Müzesi’nde, 6 Ekim-2 Aralık arasında Kyoto Müzesi’nde, 11 Aralık-11 Şubat 2008 tarihleri arasında da Nagoya Şehir Müzesi’nde açılacak.

 

Sergide, Topkapı Sarayı Müzesi’nden 111, Türk İslam Eserleri Müzesi koleksiyonundan da 29 parça olmak üzere toplam 140 parça sunulacak. Buna göre, Topkapı Sarayı Müzesi’nden kahve ibriği, çorba tası, sini, kase gibi mutfak eşyaları, Türk İslam Eserleri Müzesi’den de Hürrem Sultan Vakfiyesi, Sultan I. Mahmud’a ait Tuğralı Mülkname, Sultan IV. Mehmet’e ait Tuğralı Ferman ve Sultan III. Selim’e ait Tuğralı Temlikname gibi belge niteliğindeki 29 önemli eser izlenime sunulacak.

Türkiye Gazetesi, 15.03.2007

DÜELLODA ÖLEN PUŞKİN İÇİN KENDİ MÜZESİNDE DÜELLO SERGİSİ AÇILDI

 

Rus edebiyatının büyüklerinden Aleksander Puşkin, ölümünün 170. yıldönümünde Moskova’daki Puşkin Müzesi'nde ilginç bir sergiyle anılıyor.

Müzede yazarın edebi eserlerinden ziyade yaşam tarzı ve ölüm biçimini tanıtacak nitelikte bir sergi açıldı: Rusya’da düello tarihi. Sergi sadece Puşkin’in 27 Ocak 1837’de Fransız George Dantes ile yaptığı düelloyu değil, 18. ve 19. yüzyıl boyunca çılgın Rus ruhunun düellolara olan merakını da geniş biçimde işliyor. Puşkin ile Dantes arasındaki düelloda kullanılan tabancalar da Fransa’daki bir müzeden getirildi. Puşkin ile Dantes düello yerine geldiklerinde Puşkin’in Fransız rakibine dönerek "Siz Fransızlar çok kültürlü geçiniyorsunuz. Ancak iş düelloya geldiğinde erkekçe altışar adımlık mesafe yerine otuz adıma çekiliyorsunuz. Biz Ruslar ödlek değiliz, rakibin gözünün içine bakarak ateş etmeyi tercih ederiz" sözleri aktarılıyor. 170 yıl önce bir Alman usta tarafından hazırlanmış tek dolgulu iki tabanca patladığında Puşkin düello alanından ağır yaralı ayrılıyor. İki ay boyunca acılar çeken yazar en verimli çağı olan 38 yaşında hayata veda ediyor.

Hürriyet, Haber: Nerdun Hacıoğlu, 14.03.2007

TARİHİ ÇARŞILARDA PAZAR MESAİSİ VAR

 

2010’da Avrupa’nın Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un tarihi çarşıları artık pazar günleri de alışverişe açık tutulacak. Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı ve Sahaflar, 8 Nisan’dan itibaren yerli ve yabancı ziyaretçileri ile müşterilerine pazarları da hizmet verecek.

İstanbul’da yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgi gösterdiği tarihi Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı ve Sahaflar Çarşısı’nın, Paskalya Bayramı’na rastlayan 8 Nisan tarihinden itibaren pazar günleri açık tutulması kararlaştırıldı. Vali Muammer Güler başkanlığında geçenlerde yapılan toplantıda gündeme gelen konu, dün kesinlik kazandı. İstanbul Ticaret Odası’nda Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er’in başkanlığında düzenlenen ve Kapalıçarşı Esnafları Derneği, Mısır Çarşısı Esnafları Derneği, İstanbul Kuyumcular Odası ile ilgili kurumların temsilcilerinin katıldığı toplantıda, çarşılarda pazar mesaisi ele alındı.

Toplantıda özellikle Kapalıçarşı’da kuyumcu esnafının yüzde 50’sinin azınlık olması nedeniyle bazı kuyumcuların kepenk açmayabileceği belirtildi. Başkan Nevzat Er de "Pazar günleri en çok perakende satışlar olur. Azınlık kuyumcular nöbetçi elemanlarla bu soruna bir çözüm bulabilirler. Biz bütün esnafın açmasını istiyoruz" görüşünü yineledi. Daha sonra Eminönü ve İstanbul genelindeki turizmin gelişmesine yapacağı katkı nedeniyle sözkonusu çarşıların pazar günleri kapalı tutulması uygulamasına son verilmesi kararlaştırıldı.

Alınan karara göre, çarşılar 08.00-20.00 saatleri arasında açık olacak. Paskalya nedeniyle ilk uygulama için mesainin 10.00-17.00 saatleri arasında olması düşünülüyor. Turistlerin yoğun olduğu dönemlerde kapanış saati 21.00’e kadar uzatılacak. Nevzat Er, toplantıdan sonra Hürriyet Gazetesi muhabirinin "Dükkanlarını açmayan esnafa yönelik herhangi bir yaptırım öngörüyor musunuz?" sorusu üzerine "Nasıl bir ceza uygulayacağımızı şimdilik söylemek istemiyorum. Bakacağız, hukuki olmak kaydıyla gerekirse ceza da uygulayacağız" diye konuştu.

Hürriyet, Haber: Muharrem Aydın, 14.03.2007

PADİŞAH TÜRBELERİNDEKİ ESKİ VE YIPRANMIŞ ÖRTÜLER YENİLENİYOR

 

İstanbul'un kültür başkenti seçilmesi, tarihi mekanların restorasyonu ve bakımı çalışmalarını hızlandırdı. İstanbul'u ziyarete gelenlerin büyük ilgisini çeken türbeler de bu kapsamda yenilenecek.

 

Türbelerdeki eskiyen ve yıpranan sanduka örtülerinin yerine yeni işlemeler konulacak. İstanbul'daki 120 türbe ve 300 müzeden sorumlu İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü, yaptığı incelemeler sonucunda birçok padişah türbesinde örtülerin yıpranarak parçalandığını, bazılarında ise hiç örtü olmadığını belirledi. Bunun ardından padişah sandukalarının üzerinde bulunan yıpranmış tarihi puşideleri (sanduka örtülerini) yok olmalarını engellemek amacıyla depolara kaldırdı. Boş kalan sanduka üstleri için arayışa giren müdürlük, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları (İSMEK) ile anlaşmaya vardı. Bu bağlamda İSMEK bünyesinde sekiz kişilik bir ekip oluşturularak çalışmalara başlandı. İlk olarak Kanuni Sultan Süleyman, II. Süleyman ve II. Ahmet'in puşideleri yenilenecek.

 

Osmanlı padişahlarının türbelerindeki örtülerin eski ve yıpranmış olduğuna dikkat çeken İstanbul Türbeler Müzesi Müdürü Erman Güven, Padişah Puşideleri Projesi'ne Kanuni Sultan Süleyman ile başlamayı uygun gördüklerini kaydetti. 25 yıldır tarihi mezarlıklarla sadece Kültür Bakanlığı'nın ilgilendiğini ve eldeki bütçeyle yılda ancak bir ya da iki türbenin onarım çalışmasının yapılabildiğini söyleyen Güven, "Kültür başkenti seçilen İstanbul'daki tarihi yerlerin bakımına büyük önem veriyoruz. Bu kapsamda 60 civarında türbenin tüm örtülerini aslına uygun şekilde yenileyeceğiz." dedi.

 

Proje kapsamında, Fatih İSMEK'te yürütülen puşide işlemeleri aralıksız sürüyor. Kasım ayından beri yürütülen ekip çalışmasında, sekiz kişi görev alıyor. En az 22 metre kumaşın kullanıldığı bir örtünün yapımı yaklaşık bir ay sürüyor. İpek kadife üzerine, taban derisinin dolgu malzemesi olarak kullanıldığı puşidelerde "Maraş İşi" adı verilen özel bir dokuma tekniği kullanılıyor. Kanuni Sultan Süleyman'ın sandukasına örtülecek puşidenin süslemelerinde 26 bin 400 metre simli iplik kullanılacak.

Zaman, 14.03.2007

BAŞKAN: KULE'Yİ BİTİRİN

 

Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, pazartesi günkü Özgür Kocaeli Gazetesi'nde “Unutulan Sembol” başlığı ile gündeme getirilen İzmit Saat Kulesi’ndeki ihmale el koydu. Karaosmanoğlu, yetkilileri ve işin müteahhidini çağırdı, Saat Kulesi’ndeki restorasyon ve temizlenme işleminin, saatlerin onarımının biran önce tamamlanmasını istedi.

 

Büyükşehir Belediye Başkanı Karaosmanoğlu, Saat Kulesi’nin İzmit’in en önemli sembolü olduğunu, binanın durumuyla her zaman ilgilendiğini de belirterek şunları söyledi: ”Azerbaycan seyahati dönüşünde gazetenizin manşet haberini okudum. İlgilileri çağırdım. Herhangi bir ihmal söz konusu değil. Para sorunu da yok. Ancak bu tür önemli tarihi eserlerin restorasyonu, temizlenmesi çok titizlikle yapılıyor ve katı kuralları var. Her işlemden önce mutlaka Anıtlar Yüksek Kurulu’na soruluyor, izin isteniyor. Bu da süreyi uzatıyor.”

 

Başkan Karaosmanoğlu, İzmit’in sembolü Saat Kulesi’nin ve çevresinin en kısa süre içinde tarihi önemine yakışır şekilde düzenleneceğini, saatlerin sürekli çalışır hale getirileceğini belirtti, “Ben de bu konuyu yakından takip edeceğim” dedi. Saat Kulesi çevresinde asayiş ve güvenlik konusunda da Valilik ve Emniyet’in hassasiyet göstermesi gerekiyor.

 

İzmit’in sembolü Saat Kulesi konusunda tam bir sorumsuzluk, ilgisizlik yaşanıyor. Büyükşehir Belediyesi aylar önce Kule’nin onarım, temizlik işini 80 bin YTL’ye ihale etti. Geçen yılın sonunda bitmesi gereken iş hala bitmedi. Bu konuda önceki gün gazetemizde çıkan haber üzerine bazı İzmitli müteahhitler aradı. Şöyle söylediler: “ Büyükşehir Belediyesi bu işi 80 bin YTL’ye verdi. Oysa bu iş 20 bin YTL’ye yapılırdı ve şimdiye kadar çoktan biterdi. Biz zaman zaman oradan geçip, bakıyoruz. Baştan savma iş yapıyorlar. Bu ihalede daha düşük teklifler olmasına rağmen Büyükşehir bu firmayı tercih etti.”

Özgür Kocaeli, 14.03.2007

 

 

UNUTULAN SEMBOL





İzmit’te kentin en önemli sembolü Saat Kulesi’nin haline bakınca aslında bizim kentimizdeki başka hiçbir şeyi, trafik sorununu, alt yapı işlerini, battı-çıktıları, Seka Park’ları falan bile konuşmanın anlamı kalmıyor. Bir kent düşünün ki, bütün amblemlerinde sembol olarak kullandığı, kent büyüklerini ziyarete gelen her önemli konuğa maketini hediye ettiği en değerli sembolünü unutmuş, aylardır ilgilenmiyor.

 

İzmit’in tartışmasız en zarif binası, en değerli tarihi eseri Saat Kulesi’dir. Uzun yıllar bakımsız, sahipsiz kalan Saat Kulesi, yıpranmış, kirlenmişti. Bakımı ve restorasyonu gerekiyordu. Büyükşehir Belediyesi bu işi üstlendi. Ama belki de keşke hiç üstlenmeseydi. Çünkü restorasyon işi başladı, unutuldu. Saat Kulesi’nin üzeri aylarca büyük bir branda ile kapalı kaldı. Sonra branda kaldırıldı ama Kule binasına çakılı inşaat iskeleleri aylardır duruyor.

 

Saat Kulesi’nin restorasyon işini bu işlerden çok iyi anladığı, pekçok tarihi binanın restorasyonunu yaptığı öne sürülen Afa Tur İnşaat isimli bir firma aldı. Kule’nin önündeki tabelaya göre restorasyon işi geçen ekim ayında başladı. Yine tabelaya göre 30 Aralık 2006 tarihinde bitecekti. Ama işin bitimi için verilen tarihin üzerinden üç ay geçti. Saat Kulesi’nde hala inşaat iskeleleri var ve ne zaman işin biteceği de bilinmiyor.

 

Kentin en önemli sembolü Saat Kulesi’nin restorasyon işinin neden bitmediğini, neden bu kadar yavaş gittiğini de kimse bilmiyor. Günlerdir çalışan falan yok. Ne Büyükşehir Belediyesi, ne Saraybahçe Belediyesi yetkilileri bu sembolle zerre kadar ilgilenmiyorlar... Kule’nin saatleri de bozuk, aylardır çalışmıyor. Kule restore edilirken saatleri de onarmak kimsenin aklına da gelmiyor. Üstelik İzmit’in bu bölgesi, tam anlamıyla serseri, madde bağımlısı insanların mekanı haline geldi. Artık Saat Kulesi’nin yanından İzmitliler geçmeye korkuyor. Bu konuda da Emniyet’in, Valiliğin en küçük bir çabası bile yok.

 

Daha önce İzmit’i yöneten CHP’li kadrolar da Saat Kulesi ile hiç ilgilenmedi. Bozuk saatlerini yaptırmadılar, durunca kurmayı unuttular. AKP’liler geldi, onlar da aynı şekilde Kule’ye ve saatlerine duyarsız kaldılar. Saat Kulesi’nin saatleri de aylardır çalışmıyor. Hep durdukları için günde iki kez doğru zamanı gösteriyor. Bu kadar büyük ayıp, kenti yönetenlerin hiç yüzünü kızartmıyor.

Özgür Kocaeli, 12.03.2007

LOUVRE'UN SANATI: PAHA BİÇİLMEZ,


LOUVRE'UN İSMİ: PAHALI




Fransız mimar Jean Nouvel tarafından tasarlanan Louvre Abu Dabi’nin 3 boyutlu tasarımı . Binanın inşaat maliyetinin yaklaşık 108 milyon Dolar olması bekleniyor, ve İslam sanatı da dahil olmak üzere tüm dönemlerden ve bölgelerden sanata yer verilecek.

 

 

İyi bir ismin fiyatı nedir?
Şık bir 520 milyon Dolar nasıl?

Bu, Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’nin Salı günü 2012 yılında açılması ümit edilen bir müzeye Louvre’un ismini ekleyebilmek için ödemeyi kabul ettiği miktar. Ve daha fazlası da var: sanat eserleri, özel sergiler ve idari danışmanlık karşılığında Abu Dhabi Fransa’ya ek bir 747 milyon Dolar daha ödeyecek.

Louvre Abu Dabi üzerindeki fikir ayrılıkları, son 3 aydır Fransa’da eleştirmenlerin Fransız Hükümetini müzelerini “satmak”la suçlamasıyla dönüp duruyor. Fakat, ancak şimdi 1,3 milyar Dolar’lık paketin tüm detayları açıklanıyor.

Abu Dabi için, bu anlaşma, şehrin karşısındaki Saadiyat Adası üzerinde 27 milyar Dolar’a inşa edilmesi planlanan turist ve kültürel gelişim planı yönünde önemli bir adım. Projenin kültürel parçaları arasında Louvre Abu Dabi kadar, bir Guggenheim Abu Dabi Deniz Müzesi ve Sahne Sanatları Merkezi de bulunuyor.

Fransa için bu anlaşma kültürünü politik ve ekonomik uçlar için kullanma istekliliğinin sinyallerini veriyor. Bu duruma özel olarak, ayrıca bir geri ödeme anlamına da geliyor: son on yıl içerisinde Birleşik Arap Emirliği Fransa’dan 40 Airbus 380 uçağı ısmarladı ve 10,4 milyar Dolar değerinde silah satın aldı.

Anlaşma, Fransa Kültür Bakanı Renaud Donnedieu de Vabres ve Abu Dabi Turizm Otoritesi Başkanı Seikh Sultan bin Tahnoon al-Nahayan tarafından Salı günü imzalandı. Louvre Başkanı Henri Loyrette imza törenine katılan çok sayıdaki üst düzey Fransız müze yetkilisinin arasındaydı.

Fransız mimar Jean Nouvel tarafından tasarlanan 79.248 m2’lik uçan daire benzeri bir çatıyla örtülecek olan Louvre Abu Dabi müze kompleksinin 108 milyon Dolar’a inşa edilmesi bekleniyor. Evrensel bir müze olarak planlanan müze tüm bölge ve dönemlerden sanat eserlerine olduğu kadar, İslami sanatlara da yer verecek.

Proje, aralarında Musée d’Orsay, Georges Pompidou Center, Musée Guimet, Chateau de Versailles, Musée Rodin, Musée du Quai Branly ve Louvre’un üyeleri arasında bulunduğu yeni Uluslararası Fransız Müzeleri Ajansı tarafından yönetilecek. Bu ajansın, gelecek yıllarda kendisine yeni uluslararası ortaklar araması da bekleniyor.

Yine de, Louvre’un isminin kiralanmasının ilginin odağında olması kaçınılmazdı. Aralarında , Internet üzerinde bir itiraz dilekçesinin altına imza atan 4.700 kişinin de bulunduğu pek çok Fransız gelenekçiyi de üzen buydu. Ama aynı zamanda, Abu Dabi’nin Saadiyat Adası planına prestij sağlamak için en çok arzu ettiği de Louvre markasının kendisiydi.

Loyrette, Abu Dabi’de, Agence-France Presse’e “ismin kullanım hakkı için makul bir ücret,” diye açıklamada bulundu. “Bu vasi rolü bir ödülü hak ediyor. Bu normal.”

Louvre ismini, bir ay içinde 195 milyon Dolar ödemek üzere, 30 yıllığına kullanmak adına 520 milyon Dolar ödemenin dışında, Abu Dabi, Pavillon de Flore’in bir kanadında, uluslararası sanatın sergilenmesi için yenileme yapılması için Louvre’a doğrudan 32,5 milyon Dolar tutarında bir bağış yapmayı da kabul etti.

2010 yılına hazır olacak bu galeri, Birleşik Arap Emirliği’ni kuran ve uzun süre yönetip, 2004 yılında ölen Sheik Zayed bin Sultan al-Nahayan’nın ismini taşıyacak.

Abu Dabi ayrıca Fransa’da bulunan sanat araştırma merkezini finansal olarak destekleyecek ve yeni devlet başkanı Sheik Khalifa bin Zayed al-Nahayan’ın adını taşıyacak olan Chateau de Fontainebleau Tiyatrosu’nun da restoasyonu için ödeme yapacak.

Fransa’da devletin sahibi olduğu bir kültürel enstitünün bir ortağın veya bağış verenin ismini taşıması da bir ilk ve burada bazı kaşları kaldıracağa benziyor.

Fransa bu anlaşmadan çok şık bir şekilde kazançlı çıkacak: 10 yıllık zaman içerisinde 247 milyon Dolar karşılığında Louvre Abu Dabi, 200 ve 300 sanat eserinin rotasyonunu yapacak; 20 yıl süresince yeni müzeler ajansı vasıtasıyla idari uzmanlık hizmeti için 214,5 milyon Dolar alacak; ve 253,5 milyon Dolar karşılığında 15 yıl boyunca her yıl dört geçici sergi sağlayacak.

Emirliğin turizm otoritesi başkan yardımcısı, Mubarak Al-Muhairi ile yapılan bir telefon söyleşisinde, yeni müzenin, Fransa’dan ödünç veya sergi olarak, çıplaklık gibi unsurları sergileyen veya Hiristiyan dini sanatına özgü eserleri reddedeceğine dair söylentileri geçiştirdi. “Prensip olarak, hiç bir kısıtlama yok, fakat her iki taraf da neyin sergilendiği konusunda anlaşacak” dedi.





2012’de açılması planlanan Louvre Abu Dabi’den bir görünüş.


Otorite’nin, Louvre Abu Dabi ve Frank Gehry tarafından tasarlanan Guggenheim Abu Dabi ve ardından kültürel merkezin diğer kısımlarının 2012’de veya kısa bir süre sonrasında açılmasını umduğunu belirtti.

Abu Dabi’nin gelecek 10 yıl içerisinde kendi sanat holdinglerini oluşturmak için yaklaşık 520 milyon Dolar harcamasının beklendiğini ekledi, “amacımız koleksiyonu zaman içerisinde oluşturarak pazarı sarsmamak.” Bu konuda, Fransız Müzeler Ajansı’nın danışmanlık rolünü üstlenmesi bekleniyor.

Bir açıklamasında, Sheikh Khalifa bin Zayed al Nahayan, bu anlaşmanın Abu Dabi’nin “küresel kültürlere köprü olmakta dünya düzeyinde bir adres” olma öngörüsünü güçlendirdiğini belirtti.

Salı günü yapılan törende okunan bir mesajda, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, bu düzenlemenin “dünyanın en çok ziyaret edilen ve en iyi bilinen müzesiyle bir ortaklığı mühürlediğini” belirtti.

Arkitera, Kaynak: New York Times, Haber: Alan Riding, Çev. Yıldız Uçak, 13.03.2007

AKSARAY'DA PAHA BİÇİLEMEYEN YAKUT GÖZLÜ BAYKUŞ HEYKELİ ELE GEÇİRİLDİ

 

Aksaray'da Roma dönemine ait gözleri yakut olan baykuş heykelciği ele geçirdi.

 

Edinilen bilgiye göre, jandarma ekipleri, define avcıları konusundaki hassasiyet nedeniyle mevkisi tam olarak belirtilmeyen Gülağaç ilçesinde bir höyükte, kaçak kazı yapıldığı ihbarını aldı. Takibe aldığı şüphelilere önceki gece höyükte kaçak kazı yaparken baskın düzenleyen jandarma ekipleri, 4 kişiyi kıskıvrak yakaladı. Dedektör ve kazıda kullandıkları kazma kürek gibi eşyalarına el konulan şüpheliler Ersoy K, (26), Bayram Ali A. (42), Erim İ. (36) ve Sait İ. (31), gözaltına alındı. Şüpheliler, jandarma karakolunda ifadelerinin alınmasının ardından adli makamlara sevk edildi.

 

Jandarma ekipleri, kaçak kazı baskını sonrası yaptığı çalışmada, şüphelilerin gösterdiği bir evde, geç Roma dönemine ait olduğu sanılan ve daha önce bölgede benzerine rastlanmayan çift yüzlü ve yakut gözlü bir baykuş heykelciği ele geçirdi. Aksaray Müze Müdürü Yücel Kiper, heykelciğin güvenlik güçleri tarafından müzeye teslim edilerek korumaya alındığını söyledi. Az rastlanan bir figür olduğu için baykuş heykelinin arkeolojik değerinin büyük olduğunu bildiren Kiper, "Yakut olduğunu tahmin ettiğimiz gözler, baykuş biçimindeki heykelciğin belki de en önemli özelliği. Ancak uzmanları bu eser üzerinde henüz inceleme yapmadığı için, gözlerde kullanılan kırmızı taşın yakut olup olmadığı henüz kesin değil. Yakut çıkması durumunda heykelciğin değeri bir kat daha artacak. 4 gözden birinin taşları yerinde yok. Düşmüş ya da incelenmek için çıkarılmış olabilir" diye konuştu. Kiper, heykelciğin çıkarıldığı yerin tam olarak bilinmediğini, ancak eserin bir ana kütleden koparıldığını düşündüklerini, çıkarıldığı yerde bunun diğer parçalarına da ulaşılabileceğini dile getirdi. Bu tür kaçak kazıların paha biçilemez arkeolojik değere sahip eserlerin zarar görmesine neden olduğunu ifade eden Kiper, kaçak kazı yapanların ülkelerine büyük zarar verdiklerini kaydetti.

Zaman, 13.03.2007

KORUMA ALTINDAKİ 19 VAN EVİNDEN 17'Sİ YIKILDI

 

1990'lı yıllarda sayısı 19 olan tarihi Van evlerinden 17'sinin koruma amaçlı imar planı yapılmadığı için yıkıldığını söyleyen Van Mimarlar Odası Başkanı Sahabettin Öztürk, evlerle ilgili yaptıkları kapsamlı çalışmayla 1994'te 19 ev belirleyip, proje hazırladıklarını söyledi. Projenin, Van'ın ilk imar planı yapıldığı dönemde koruma amaçlı imar planının yapılmaması nedeniyle şimdiye kadar uygulanamadığını vurgulayan Öztürk, 19 Van evinden yalnızca Mustafa Dilaver Evi'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1989'da tescilli olduğunu kaydederek, geleneksel Van evi dokusunda 1900'lü yılların başında inşa edilen evin, hak sahiplerinin içerisinden çıkmasıyla büyük tahribata uğradığını ifade etti.

Birgün, 13.03.2007

AMASYA VE ÇORUM'DA TURİZM HİTİTLERLE CANLANACAK

 

Çorum Valiliği, Hitit Uygarlığı'ndan günümüze kadar gelen tarihi eserlerin turizme kazandırılması için çalışma başlattı . 2,5 milyon Euro'luk 'Hitit Uygarlığı Arkeolojik Yüzey Araştırmaları ve Tanıtımı Projesi' hazırlandığını söyleyen Çorum Valisi Hüseyin Poroy, projeyle Yeşilırmak Havzası Kalkınma Birliği tarafından Hitit Medeniyeti'nin tanıtımı, bölgenin turizm açısından kalkınması ve tarihi eser kaçakçılığının önlenmesini amaçladıklarını söyledi. 'Hitit Uygarlığı Arkeolojik Yüzey Araştırmaları ve Tanıtımı Projesi Amasya-Çorum' olarak adlandırılan çalışma ile Çorum ve Amasya'da üniversite çatısı altında arkeoloji bölümü kurulmasını planladıklarını belirten Vali Hüseyin Poroy, projenin ilgili bakanlıklara sunulduğunu ifade etti. Değerlendirme sürecindeki projenin toplam maliyetinin 2,5 milyon Euro olduğunu dile getiren Çorum Valisi Poroy, çalışmaların Çorum ve Amasya İl Özel İdareleri ile Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliğinde yürütüleceğini sözlerine ekledi. Projeyle Hitit Uygarlığı'nın tanıtılarak bölgenin turizm potansiyelinin güçlendirilmesi amaçlanıyor. Ayrıca bölge çiftçisinin turizmde oluşacak talep artışı ile hizmet sektörüne geçişinin sağlanması planlanıyor. Bununla birlikte sürdürülebilir turizm kalkınmasında Hitit Enstitüsü, gerek arşivleme ve envanter oluşturulmasında gerekse bilimsel altyapı düzenlemesinde önemli çalışmalara imza atacak. İnsan kaynaklarının gelişiminde bölgesel kalkınmaya katkı sağlamak amacıyla hazırlanan projenin sonucunun bu yıl içerisinde açıklanması hedefleniyor.

Zaman, Haber: B. Selçuk Dokgöz, 13.03.2007

SİVRİHİSAR EVLERİ YAŞATMA PROJESİ HAZIRLANDI

 

Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'ndeki 20 tarihi evin ilçenin mimari yapısına ve kültürel dokusuna uygun olarak restore edilmesini sağlayacak Sivrihisar Evleri Yaşatma Projesi hazırlandı.

 

Sivrihisar Belediye Başkanı Yaşar Yurtdaş, Sivrihisar Evleri Yaşatma Projesi kapsamında ilçedeki evlerin iyileştirilmesi yönünde çalışma yapıldığını belirterek, ilk etapta Eskişehir Odunpazarı alt kademe belediyesince belirlenen 10 evin restore edileceğini kaydetti.

 

Proje kapsamında 2007 yılında 20 evin çehresinin değiştirileceğini ifade eden Yurtdaş, şöyle konuştu: ''Projenin 2007 ilk uygulamalarının ilk etabında Odunpazarı Belediyesince Yoğurt Pazarı bölgesinde 5 ev, İl Özel İdaresi'nce 1 ev, Sivrihisar Eğitim Vakfı'nca 1 ev iyileştirilecek. Kalan 13 ev, taşınmaz kültür varlıklarının korunması için ayrılan katkı payı çerçevesinde ele alınacak. Belediye olarak, ilçenin mimari yapısına ve kültürel dokusuna uygun olarak iyileştirilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile çalışmalarımız sürüyor.''

 

Belediye Başkanı Yurtdaş, tarihin ilk çağlarından beri pekçok medeniyete ev sahipliği yapan Sivrihisar'ın kuruluşunun Etilere kadar dayandığını belirterek, ilçenin Frig, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin izlerini taşıdığını bildirdi. Sivrihisar'ın 13 mahallesinden 9'unun sit alanı ilan edildiğini ifade eden Yurtdaş, şöyle devam etti:

 

''Sivrihisar'da pek çok tescilli anıtsal yapı ve sivil mimari örnekleri bulunuyor. Sivrihisar tarihi Frig şehri Pessinus, Sivrihisar Kalesi, Saat Kulesi, Ulu Cami, Alemşah Kümbeti, Hamamkarahisar Camisi ve kaplıcaları, Balıkdamı, Zaimağa Konağı, Nasreddin Hoca'nın doğduğu ev, kilise ve daha pek çok eseri ile önemli bir ilçedir. Sivrihisar, yaşayan tarihi, kültürü ve gelenekleriyle çok önemli turizm potansiyeline sahiptir. Tarihi Kentler Birliği üyesiyiz. Kültür turizmine açılmak istiyoruz. Turizm ilçenin geleceğidir. Bu alanda marka şehir olan Beypazarı, Safranbolu ve Odunpazarı'nı örnek alıyoruz. Sivrihisar, yeraltı ve üstü zenginlikleriyle saklı bir hazinedir.''

Turizm Gazetesi, 13.03.2007

ANKARA ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ YARIM KALINCA HAYVAN BARINAĞINA DÖNDÜ

 

Almanlar tarafından trenlerin bakım ve onarımı için 1892 yılında yapılan ve eski kültür bakanı İstemihan Talay'ın Çağdaş Sanatlar Müzesi (ÇSM) olması için tahsis ettiği tarihi cer atölyesi, ödenek verilmediği için yarım kaldı. ÇSM'de bugün, insanlar yerine köpekler geziyor, 'tinerci çocuklar' barınıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ise sorular karşısında sessiz...


1990 yılında yapımına başlanan müzenin bir an önce bitirilmesi için uğraşan Çağdaş Sanat Vakfı (ÇAĞSAV) ne sponsorlardan ne Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan, yeterli desteği alamamaktan şikayetçi. Proje için ayrılan alanın bir kısmında, bugünlerde Ankara Adalet Sarayı'na, avukatlar için yapılan ek inşaat tüm hızıyla devam ediyor.






ÇSM, çürümeye terk edilmesi nedeniyle tinercilerin ve onlarca köpeğin barınağı haline geldi. İki bekçiyle korunan alanda, ne bir iş makinesi var ne de bir çalışma. Binalar çürümeye terk edilmiş izlenimi verirken, yetkililer ödenek verildiğinde beş-altı ayda müzenin açılabileceğini söylediler. ÇAĞSAV yetkilileri binanın tamamlanması için 6 milyon YTL'ye ihtiyaç duyulduğunu, inşaat bitince 8 milyon YTL daha harcanarak hizmete girebileceğini söyledi. Restorasyonu biten, ilave inşaatlarla yüzde 77'si tamamlanan binada, birçok eksik var. Döşeme kaplamaları, ince ve elektrik işleri ile mekanik işlerin birçoğu duruyor. Binada uzun süredir çalışma olmadığı için çeşitli hırsızlıklar oluyor ve çatılarından sular sızıyor. Ayrıca paslanmalar da başlamış durumda.
Müze inşaatının yüzde 68'i sponsorların katkılarıyla tamamlanmış durumda. ÇAĞSAV gerekli kaynağın bulunabilmesi için Bakan Atilla Koç ve eski bakan Erkan Mumcu'dan söz almalarına rağmen bir gelişme olmadığını kaydediyor.


Proje için ayrılan alan, Adalet Bakanlığı ve Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin de iştahını kabartıyor. 'Atatürk Kültür Merkezi' olarak adlandırılan alan, içinde yapılması tasarlanan CSO Konser Salonu, sergi salonları ve kültür merkezinin aleyhine küçültülme tehdidi altında. Adalet Bakanlığı, ÇSM'nin inşaatı için ayrılan alanda, Ankara Adliye Sarayı'nın ek binalarının yapımı için kültür merkezi alanına 2 bin metrekareden fazla taşıp buraya binalar dikmeye başlamış durumda.
ÇSM tamamlanabilirse, yıllardır kapalı olan Ankara Resim Heykel Müzesi'nin koleksiyonundaki eserlerin bir kısmı burada sergilenecek.

Radikal, Haber ve Fotoğraf: Behzat Miser, 13.03.2007

TARİH GÜNDELİK YAŞAMLA BULUŞACAK





Bölgemizde geliştirilerek sayıları git gide artan restorasyon projeleri, kaderine terk edilmiş görüntülerine alıştığımız metruk eserleri yakın zaman içerisinde gündelik yaşamımız ile buluşturacak.

 

Kültüre yönelik ihtiyaçların öneminin giderek arttığı ve her toplumun kendi kültür potansiyeline yönelik düzenlemelere giriştiği yüzyılımızda, ne yazık ki İstanbul bu açıdan en talihsiz kentlere örnek teşkil ediyor. Tarihsel süreçleri geçmişle geleceğin diyalogu olarak gören bilgi toplumunun var oluş ve gelişim süreçleri, yapısı itibariyle kültürel gelişimin sağlanması ve kültürel mirasın korunması yönünde oluşurken, aldığı göçler, siyasi ve ekonomik tutarsızlıklar altında ezilen kentimiz bu konuda bir çok eserini mucizevi diyebileceğimiz bir “kaderine terkedilmişlik” boyutunda günümüze taşımıştır. Kültürel mirasın korunması konusunda evrensel sorumlulukları en yüksek olan ülkelerden biri olmamıza rağmen, bu konudaki geç kalınmışlığın bedelini farklı açılardan ödemeye hala devam ediyoruz. Coğrafyasında 2.425 adet arkeolojik, 269 adet doğal, 146 adet kentsel ve 17 adet tarihi olmak üzere toplam 2.857 adet sit alanı ile 44.406 adet korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı barındıran ülkemizdeki birçok eser bugün bile risk altında.

 

Hızlı büyüme sonrası İstanbul’un tarihsel kent dokularında ve tarihsel kent merkezleri üzerinde ortaya çıkan önlenemez çaptaki deformasyonlar, bugün çöküntü bölgesi olarak adlandırdığımız birçok tarihi alanı kuşatırken geç kalınmış bazı girişimler şimdilerde azda olsa umutlanmamızı sağlıyor.

 

Yeni sponsorluk yasası ve anıtlar kurulunun biraz olsun kolaylaşan yeni uygulamaları sayesinde, tarihi yarımadamızda onlarca yıldır metrukluklarına alıştığımız eserlerin bazıları için artık yeni yaşam sinyalleri geliyor. Beyazıt’ın orta yerinde artık yıkılacağı günü beklemeye başladığımız Patrona Halil Hamamı şimdilerde hummalı bir çalışma altında. Cağaloğlu merkezinde bulunan ve senelerdir yarısı çökmüş biçimde son cephe duvarlarının da çökmesini beklediğimiz Hadım Hasan Paşa Medresesi’nin etrafı da bir süredir koruma panelleri ile çevrili. Kadırgada küçük çaplı benzer projeler başlatılıyor. Kumkapı’da Ermeni Patrikhanesine bağlı olan Papaz Evleri Sivil girişimlerin bölgemizdeki en güzel örneklerinden birisi olarak, yeniden hayata döneceği güne hızla hazırlanıyor. Diğer taraftan, depremde büyük hasar gören Küçük Ayasofya’nın tartışmalı restorasyonu ise hala bitmiş değil. Aynı biçimde Çemberlitaş da hala bekletiliyor, ondan sonra başlayan birçok proje sonlanmış olmasına rağmen, bu eşsiz Roma sütunu ne yazık ki gün ışığına çıkamadı.

 

Bazıları kurumsal, bazıları kişisel ya da örgütsel olan tüm bu yeni girişimler tarihi bölgenin sülliyetini büyük oranda etkileyecek. Restorasyon çalışmalarının hız kazanması, özellikle gelecek turizm sezonu için çok daha yaşanabilir bir Sultanahmet anlamına geliyor ki, buda her açıdan bölgenin yararına olacak. Sıkı denetimler altında aslına uygun olarak gerçekleştirilmesi beklenen bu projelerin sonunda, onlarca yıldır özlem duyduğumuz ve hızla yaşama dönmelerini umut ettiğimiz bu eserlerin son durumlarını yine gündeme taşıyacağız. 

 

Tarihi Yarımadamızda, senelerdir kapılarına vurulan asma kilitlerle belleğimizde yer eden, çöküntü durumundaki bir çok tarihi yapı şimdilerde yeniden hayata dönmeye hazırlanıyor. Büyük emek, ciddi bilgi birikimi ve önemli paralarla bu çalışmalar sürdürüldüğü bilindiği halde, nedense binalara kaçak kat çıkılmasını olağan bir iş olarak kabul eder duruma gelindi. Ancak son yıllarda yasalara göre sadece kazma kürekle küçük inşaatların yapılabildiği tamamı sit alanı olan Eminönü’nde gün geçmiyor ki, yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi koca iş makinalarıyla pervasızca temel inşaatları yapılırken tarihe kepçe vuruluyor. Böylece, her temel inşaatıyla tarihin yok edildiği gibi, ilçede bilinçsizce geleceğimiz katlediliyor.   

        

Patrona Halil Hamamı

500 yılı aşkın bir süredir ayakta durmaya çalışan, harap durumdaki 2. Beyazıd Hamamı (Patrona Halil Hamamı), İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Valiliği’nin çalışmalarıyla restore edilerek sergi ve konferans salonlarından oluşan bir kültür merkezine dönüştürülecek.

 

Sultan II. Bayezid tarafından 1501 – 1506 yılları arasında yaptırılan yapı, döneminin benzer yapıları arasında en gösterişlisi olmasından dolayı uzunca süre, “Hamam-ı Kebir” olarak adlandırıldı. 1930’lu yıllarda işlevini yitiren ve o günden beri harap durumdaki ahşap perdeler arkasında çöplük görevi gören tarihi hamam ve zeminindeki Roma dönemi rölyefleri geçtiğimiz haftalarda metal perdelerle koruma altına alındı. 16. yüzyılda başlattığı ayaklanmayla Lale Devri’ne son veren Patrona Halil’in tellaklığını yaptığı ve bugün onun adıyla anılan hamam, 2001 yılında İÜ Rektörlüğü’ne devredilmişti. Temelinde, 1600 yıl önce bu alanda bulunan Doğu Roma’nın Theodosius Forumu’nun rölyeflerini de barındıran yapı, İstanbul’un kültür hayatına kazandırılmak üzere şimdilerde hummalı bir çalışmaya ev sahipliği yapıyor. Devasa kubbesi derin bir çatlakla yıkılmak üzere olan hamamın restorasyonun, 2007 Ağustos’unda tamamlanması planlanıyor. İstanbul İl Genel Meclisi tarafından 3.5 milyon YTL ödenek sağlanan restorasyon girişimi, Osmanlı’nın bölgedeki ilk eserlerinden biri olan ve yıkılma durumundaki hamamın gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlayacak. Restorasyon projesi kapsamında çevre düzenlemesinin de yapılması öngörülen yapı bölgedeki kültürel faaliyetlerin gelişmesi açısından da büyük önem taşıyacak.

 

Küçük Ayasofya

Bizans döneminin İstanbul’da ki en eski kiliselerinden olan ve 16. yüzyıldan bu yana cami olarak kullanılan Küçük Ayasofya’nın restorasyonu, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün izni ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından başlatılmıştı.

 

İstanbul’un kullanılabilir en eski tapınak yapısı olan Küçük Ayasofya, M.S. 527-536 yılları arasında St. Sergius ve Bacchus kilisesi adıyla Kral Jüstinyen tarafından inşa ettirilir. Yaklaşık 1000 yıla yakın bir süre kilise olarak hizmet veren yapı İstanbul’un fethinden sonra 1504’te II. Bayezid devrinde Kapu Ağası Hüseyin Ağa tarafından camiye çevrilir. O günden buyana camii olarak hizmet veren yapı, 17 Ağustos depreminde büyük hasar görerek yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, restorasyon işini devraldıktan sonra gerekli olan 4,5 trilyon liralık bütçeyi ayırarak Yapı İşleri Müdürlüğü’nce açtığı ve 12 firmanın katıldığı restorasyon ihalesini Abide İnşaat A.Ş’ye vermişti. Gerekli akademik ve bilimsel çalışmalarında tamamlandığı 2 aylık ön hazırlık sonrası, 10 aylık bir süre içinde tamamlanacağı belirtilen restorasyon girişimi üzerinden 20 ayı aşkın bir süre geçmesine rağmen hala tümü ile bitmiş değil. Restorasyon sürecinde yapının Bizans dönemi karakterine ilişkin bazı unsurların yok edildiği yönünde gündeme taşınan iddialar ve

UNESCO heyetinin yapıya yönelik operasyon niteliğindeki ani denetimi birçok yeni tartışmaya neden olmuştu. Bu eşsiz eserin kapılarının açıldığı gün, spekülasyonların ne kadar doğru olup olmadığını hep birlikte göreceğiz.

 

Hadım Hasan Paşa Medresesi

Cağaloğlu merkezinde uzunca süredir yarısı yıkılmış vaziyette içler acısı bir görünüm sergileyen Hadım Hasan Paşa Medresesi de restorasyon girişimlerinden nasibini aldı. İstanbul’da özellikle Cağaloğlu’nda mescit, medrese, çeşme ve sebil yaptıran Hadım Hasan Paşa’nın kendisi de bu bölgede defnedilmiştir. Konumu ve mimarisi itibarı ile oldukça özel bir örnek olan medrese bölgede kalan son metruk yapılardandı.

 

Çemberlitaş

İstanbul’un ayakta kalan en görkemli Roma sütunu olan Çemberlitaş’ın restorasyonu ne yazık ki uzun süredir tamamlanamıyor. 1700 senedir ayakta kalmayı başaran Çemberlitaş, kentin özellikle Roma dönemi eserleri arasında en karakteristik olanıdır.

Sultanahmet News, Yazı:  Tayfun Serbaş - Antropolog, 13.03.2007

EDİRNE'DE RESTORASYON İHALELERİ

 

Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü Edirne Merkez Saray Hamamı ile Bedesten Çarşısı'nın restorasyonunu yaptıracak.

Edirne Merkez Saray Hamamı'nın onarım ihalesi, 3 Nisan 2007 tarihinde saat 10.30'da, Bedesten Çarşısı'nın onarımı ihalesi ise 2 Nisan 2007 tarihinde saat 10.30'da Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nde ''açık ihale usulü'' ile yapılacak.

Saray Hamamı'nın onarımı işi yer tesliminden itibaren toplam 500, Bedesten Çarşısı'nın onarımı işi ise yer tesliminden itibaren toplam 150 günlük süreyi kapsayacak. İhalelere katılmak isteyenler teknik şartnameyi her iş için ayrı bedel ödeyerek müdürlükten temin edebilecekler. Sadece yerli firmaların katılabileceği ihalelerin teklif mektupları, belirtilen ihale tarihlerine ihale saatine kadar anahtar teslimi götürü bedel üzerinden komisyona verilecek. Firmalar teklif ettikleri bedelin yüzde 3'ünden az olmamak üzere kendi belirleyecekleri tutarda geçici teminat verecekler.

Edirne Internet Gazetesi, 13.03.2007

"SULTAN BIN TAHNOON EL NAHYAN'DAN ÖZÜR DİLERİM!"

 

Abu Dabi Kültür ve Miras İdaresi Başkanı Sultan bin Tahnoon el Nahyan'a (bir anlamda Birleşik Arap Emirlikleri'nin kültür bakanı olur kendisi) bir özür borcum var. Haksızlık etmişim, sayın el Nahyan'a.


Şimdi filmi başa saralım ve özrün nedenini anlatalım. Dolmabahçe Sarayı'nın 150. yılı vesilesiyle kasım ayı başında BAE'nin başkenti Abu Dabi'de açılan 'Osmanlı Saray Koleksiyonundan' sergisi için Abu Dabi'ye gitmiştim. Bilindiği gibi BAE zengin bir ülke, petrol sayesinde baş döndürücü bir hızla Batılı metropollere dönüşen Dubai ve başkent Abu Dabi çölde birer vaha gibi... Her yer görkemli binalarla dolu ama Abu Dabi'de büyük sergilere ev sahipliği yapacak modern bir müze ya da sergi salonu yoktu. Bizim serginin açıldığı mekan da daha çok bir spor salonunu andırıyordu.
Açılışta emirlik tahtının varislerinden Sultan bin Tahnoon el Nahyan'a, bu kadar zengin bir ülkenin başkentinde neden modern donanımlı bir müze olmadığını sormuştum. Son üç-beş yılda İstanbul'da İstanbul Modern, Sabancı ve Pera Müzesi gibi çağdaş kurumlar oluşmuştu ya, biraz büyüklenmeye başlamıştık.


Sultan Tahnoon "Haklısınız" deyip Guggenheim ve Louvre gibi sanat kurumlarıyla görüştüklerini, kararlı olduklarını anlatmıştı. Meğer Sultan ciddiymiş, aradan geçen dört ayda Abu Dabi'de kurulacak dev kültür kopmleksiyle ilgili yabancı ajanslardan pek çok haber düştü. Kompleksi yıldız mimarlar tasarladı, Louvre Müzesi'yle Abu Dabi'de şube açması için anlaşma imzalandı.


Anadolu'daki maçlarda sık tekrarlanan bir tezahürattır: 'İstanbul basını bunu da yazın.'
Bizimki de o hesap. Doğru dürüst bir müzesi yok diye Abu Dabi'yi küçümserken kendi başkentimizi hiç hesaba katmamışım. Yüzü Batı'ya dönük bir Cumhuriyet olmakla övünen Türkiye'nin başkentinde, içinde dünya standartlarına uygun modern sergi salonlarının yer aldığı, büyük çaplı süreli ve süresiz sergilerin izlenebileceği, Ankara'nın toplumsal belleğinin oluşmasına katkıda buluşacak bir müze yok. Hatta iyi kötü hiçbir sanat müzesi yok! Kurulmaya çalışılan Çağdaş Sanat Müzesi'nin hali de ortada (daha doğrusu üstte). Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet dönemi Türk resminin belli başlı örneklerinin yer aldığı iyi bir koleksiyonu olan Ankara Resim Heykel Müzesi ise 2000'li yıllardan beri kapalı. Neden kapalı? Çatısı akıyordur, restorasyona ihtiyacı vardır, ödenek yoktur... Kimin umurunda? Geriye sergi mekanı olarak Çankaya Belediyesi'nin Çağdaş Sanatlar Merkezi kalıyor, ama müze başka bir şey. Peki başkentin bu durumuyla ilgili sayın Kültür Bakanı ne düşünüyor?


Deveyi alan çölü geçti ama İstanbul basını olarak bunları da yazayım istedim.

Radikal, Yazı: Erkan Aktuğ, 13.03.2007

İLBER ORTAYLI: TOPKAPI DÜNYANIN EN GÜZEL SARAYI

 

Topkapı Müzesi Müdürü ve tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, dünyanın en güzel sarayının Topkapı Sarayı olduğunu, bu sarayın diğer saraylarla mukayese edilemeyeceğini belirtti.

 

Ortaylı, Almanya’nın Köln kentiyle İstanbul’un kardeş kent ilan edilmelerinin 10. yılı dolayısıyla Köln’de düzenlenen ve İstanbul’un geçmişiyle bugününün değerlendirildiği bir konferansta yaptığı konuşmada, başta Topkapı Sarayı olmak üzere İstanbul’daki tarihi eserleri anlattı.

 

Prof. Dr. Ortaylı, "Son 100 yılda yapılan düzensiz yapılar İstanbul’daki tarihi yapıyı kuşattı. O yapıların ortadan kaldırılması gerek. Ancak bunları ortadan kaldırabilmek için eski krallar kadar güçlü olmaya ihtiyaç var. İnşallah Marmaray projesi sürer de, daha birçok tarihi kalıntılar buluruz" dedi.

 

Köln Büyükşehir Belediyesi'nde düzenlenen konferansta konuşmasını Almanca yapan Ortaylı, dünyanın en güzel sarayının Topkapı Sarayı olduğunu, bu sarayın diğer saraylarla mukayese edilemeyeceğini belirtti.

 

Topkapı Sarayının bir insanlık mirası olduğunu kaydeden Ortaylı, Sarayın Müslümanlığın, Hristiyanlığın ve bazı peygamberlerin değerli eşyalarını barındırdığını sözlerine ekledi. Ortaylı, Topkapı Sarayını her gün binlerce kişinin ziyaret ettiğini, ziyaretçi sayısının artmakta olduğunu, buna bir sınırlama getirilmesi gerektiğini söyledi.

 

İstanbul’un yüzyıllarca uygarlığın merkezi olduğuna da dikkati çeken Ortaylı, İstanbul’a Yunan, Türk, Rus, Hristiyan, Müslüman olsun herkesin sahip olmak istediğini belirtti. Ortaylı, Ayasofya’nın yüzyıllarca benzeri yapılamayan bir mucize olduğunu ifade etti.

 

Konferansta bir konuşma yapan Alman arkeolog Stefan Neu da, her yıl İstanbul’a bir ya da iki kez araştırma gezisi düzenlediklerini, karşılıklı sanat ve kültür etkinliklerinde bulunduklarını bildirdi. Neu, "Ben Köln’de çalıştım ve burada yaşıyorum. Burası da güzel, ancak Ortaylı’yı kıskanıyorum, boğazın kenarında dünyanın en güzel yerlerinden birinde o güzel sarayda ve en önemlisi boğazın yanı başında çalışıyor" dedi. İstanbul’da cami ve kiliselerin yan yana olduğuna işaret eden Neu, "İstanbul’da çok değişik yapılar çok güzel bir uyumla bir aradadır" diye konuştu.

Turizm Habercisi, 13.03.2007



CUMHURİYET TARİHİNDE İLK KEZ KİLİSE MÜHÜRLENDİ

 

 

Şişli'deki Bulgar Ortodoks Kilisesi Hz. İsa ve azizlerin tasvir edildiği dini motifli tarihi resimler olan ikonaların izinsiz sökülerek yerine yenileri takıldığı iddiasıyla iki hafta önce mühürlendi. Bir ihbar üzerine kiliseye giden Şişli Belediyesi ekipleri, arka bölümde ibadethane olarak kullanılan tek katlı ilave bölüm içinde izin alınmadan ikonaların söküldüğünü, yeni ikonaların takıldığını ve yine ibadethanede boya yapıldığını tespit edip, kiliseyi dış kapısından mühürledi. Böylece yakın zamanda açılan ve izinsiz faaliyet gösteren bazı kiliseler dışında, Cumhuriyet tarihinde ilk kez tarihi bir kilise, mühürlenmiş oldu.

Kapı mühürlü olduğu için içeriye giremeyen cemaatin ayin için pencereden içeriye alındıkları öğrenildi. İddiaya göre kilise yönetimi mührü sökerek ayin için gelen cemaati kapıdan aldı. Kilisede yıkım faaliyetlerine devam edildi. Bunun üzerine kilise yönetimi hakkında yasaya muhalefetin yanı sıra 'mührü fekki'nden de soruşturma açıldı. Tarihi eserlerin sökülmesi konusunda soruşturmanın tamamlanmasının ardından yönetim hakkında dava açılabilecek.

 

Sabah, Haber: Ali Oktay, 13.03.2007

HOMOSAPIENS AKDENİZ'E DAHA ERKEN GELMİŞ

 

Homosapiensin sanılandan çok daha önce Akdeniz'in güney kıyılarına geldiği ortaya çıktı. 1968'de Fas'ta bulunan homosapiens çocuk fosilini inceleyen araştırmacılar, çocuğun 160 bin yıl önce yaşadığını belirledi. Almanya'daki Max Planck Enstüsü'nden antropolog Tanya Smith başkanlığındaki araştırmacılar, her türlü yapıyı ayrıntılı incelemeye yarayan 'senkrotron mikrotomografi' tekniğini kullanarak fosilin diş gelişimini araştırdı.


Bilim insanları incelemeden sonra, Fas'taki Cebel İrhud bölgesinde bulunan ve 'irhud 3' olarak adlandırılan fosilin yaklaşık üç yaşındaki bir çocuğa ait olduğu sonucuna ulaştı. Fosilin diş gelişimi aynı yaştaki modern insanla aynı özellikleri gösteriyordu.


Homosapiensin ilk kez nasıl ortaya çıktığı konusunda hala kesin bir şey söylenemiyor. Bugüne kadar, homosapiensin Akdeniz'in güney kıyılarına 125 bin yıl önce geldiği düşünülüyordu. En eski Homosapiens fosilleri, 1967'de Etiyopya'da bulunmuştu. Araştırmacılar Etiyopya'da bulunan kafataslarıyla ilgili olarak, büyük ihtimalle anatomik olarak modern insanın çok yakın atababasını temsil ettiklerini açıklamıştı. İlk homo sapiensin 400 bin yıl önce yaşadığı, Avrupa'ya gelişinin ise 45 bin yıl önce olduğu tahmin ediliyor.

Radikal, 13.03.2007

"DA VINCI KİMSEYE ÖDÜNÇ VERİLMEMELİ"

 

İtalya'da bir senatör, Leonardo da Vinci'nin Uffizi Müzesi'ndeki "Annunciation" adlı eserinin bir Japon müzesine ödünç verilmesini protesto için kendisini müze kapısına zincirledi. Senatör, İtalyan kültürünü ve ürünlerini tanıtmak amacıyla Japon Milli Müzesi'nde sergilenecek paha biçilmez tablonun ödünç verilmesinin büyük bir risk oluşturacağını ve ticari bir organizasyonda kullanılmasının eserin değerini düşüreceğini öne sürdü. Japonya'ya bugün gönderilmesi beklenen tablo 20 Mart-17 Haziran arasında sergilenecek.
Milliyet, 13.03.2007




KAROUINE CAMİİ'NDE 300'DEN FAZLA ARKEOLOJİK BULUNTU

 

Arkeolog Ahmet Tahiri’nin açıklamasına göre Tunus'un Fez şehrinde bulunan, 9. yüzyıldan kalma Karaouine Camii'nin restorasyonu sırasında 12. yüzyıldan kalma kalıntılar bulundu.

Zeminin tamiratı sırasında yerinden kaldırılan 172 metrekarelik ahşap kaplamaların altından yapı kalıntıları ve eski eserler çıktı. Tahiri’nin açıklamalrına göre buluntular 1100 ila 859 yılları arasında değişen tarihlere sahip. Açıklamaya göre, Fas’ın erken dönemlerinde yönetimde bulunan Almoravid Devleti’nin yaptırdığı eserler çoğu daha sonra kurulan Almohad’lar tarafından elden geçirildi veya yenilendi. Bu sebepten bugün Almoravidler tarafından yapılan ve sağlam olarak günümüze ulaşan eserler son derece az.

Buluntular bu açıdan büyük önem taşımakta. Haziran 2006 da başlayan restorasyon çalışmalarının ortaya çıkan buluntular dolayısıyla yavaşlamayacağını söyleyen yetkililer caminin gelecek Ramazan’a yetişeceğini düşünüyorlar.

 

Fez şehrinin eski çarşısında bulunan cami 859 yılında Tunus’un Kairouan bölgesinden zengin bir tüccarın kızı olan Fatima Fihria tarafından yaptırılmış. 7.800 metrekare alanı ile yaklaşık 10.000 kişilik kapasitesi olan bu camii ve okul bir zamanlar İslam dünyasının en önemli eğitim merkezlerinden birisi idi ve tıp, felsefe, edebiyat, din bilimleri alanlarındaki çalışmaları ile ünlenmişti.

Magharebia, Haber: Hassan Benmehdi, 12.03.2007

KAPADOKYA'DA GÖRÜNTÜ KİRLİLİĞİ YARATAN İŞYERLERİ YIKILACAK

 

Nevşehir'in Avanos İlçesi'nde bulunan ve peri bacalarının yoğun olduğu Zelve ve Paşabağı ören yerlerinde devam eden çevre düzenleme çalışmalarını inceleyen Nevşehir Valisi M. Asım Hacımustafaoğlu, bölgede yer alan ve çirkin görüntüye neden olan iş yerlerinin yıkılıp, yerine modern ve taştan yapılmış iş yerlerinin yapılacağını söyledi. Bölgeye yeni seyir tepeleri yapımının sürdüğünü, yeni yürüyüş parkurlarının da bitmek üzere olduğunu kaydeden Vali Hacımustafaoğlu, proje kapsamında ilk olarak bölgede turistik eşya satıcılarının kullandıkları ve görüntü kirliliğine neden olan bazı barakaların yıkıldığını belirtti. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan 200 bin ve KÖYDES Projesi'nden de 400 bin YTL kaynak aktarıldığını bildiren Vali Hacımustafaoğlu, proje kapsamında peri bacalarının yoğunlukta bulunduğu ören yerinden geçen asfalt yolun kaldırılacağını ve bölgeye yeni bir otoparkın yapılacağını söyledi.

Turizm Gazetesi, 12.03.2007

KAPADOKYA'DA MÜZE VE ÖREN YERLERİNDEKİ PERSONEL TEK TİP KIYAFET GİYECEK

 

Nevşehir Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından, Kapadokya Bölgesi'nde ören yeri ve müzelerde görev yapan personele tep tik kıyafet uygulaması başlatıldı. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bünyesindeki toplam 150 personelin, ören yerleri ve müzelerde görev yapan 80'ine yeni tek tip kıyafetleri, Göreme Açık Hava Müzesi'nde gerçekleştirilen törenle dağıtıldı.

 

Çok sayıda daire müdürü ile müze ve ören yerlerinde görevli personelin katıldığı törende İl Kültür ve Turizm Müdürü Hüsnü Işıkgör, müze ve ören yerlerinde çalışanların farklı elbiseler giydiklerinden dolayı ziyaretçiler tarafından fark edilmediklerini, bu nedenle tek tip kıyafet uygulamasını başlattıklarını ifade etti.

 

Işıkgör, "Nevşehir dünyanın en önemli kültür ve turizm yörelerinden olan Kapadokya'nın beşiğidir. Göreme Açık Hava Müzesi'ni 2006 yılı itibariyle gezen yerli ve yabancı turist sayısı 406 bindir. 2007 yılının ilk 2 ayında ise 46 bin turist gezdi. Bu rakam 2007 yılının çok iyi bir sezon olacağını da gösteriyor. Böyle bir bölgede müze ve ören yerlerine görev yapan personeli, gelen ziyaretçiler muhakkak tanımalıdır. Tanınmaları için hem tek tip kıyafet uygulamasını getirdik hem de yaka kartları düzenledik" dedi.

 

Nevşehir Valisi M. Asım Hacımustafaoğlu ise Kapadokya'nın gerçekten dünyanın en güzel yörelerinden biri olduğunu belirtti. Müze ve ören yerlerinde görev yapan personelin Türkiye'yi temsilen üzerlerine düşen görevleri en iyi şekilde yapmaları gerektiğini kaydeden Vali Hacımustafaoğlu, bundan böyle turizm personelinin yeni tek tip pırıl pırıl kıyafetleri ile turistlerin karşılarına çıkacaklarını ifade etti.


Vali Hacımustafaoğlu, "Nevşehir'de çok güzel şeyler yaptık. Alt yapı sorunları neredeyse bitti. Bu ay içinde üniversite sorunlarını çözersek artık biz de gerçek işimize, kültür ve turizm çalışmalarımıza daha fazla ağırlık vereceğiz" dedi. Daha sonra ise müze ve ören yerlerinde görevli 80 personele, Eren Holding sponsorluğunda alınan tek tip kıyafetleri Vali Hacımustafaoğlu ve törene katılan daire müdürleri tarafından dağıtıldı.

Turizm Gazetesi, 12.03.2007

TARİHİ SEYİT HARUN CAMİİ RESTORASYONU SÜRÜYOR

 

Konya'nın Seydişehir İlçesi'ndeki tarihi Seyit Harun Camii'nin restorasyonunun devam ettiği bildirildi.

AKP Konya Milletvekili Harun Tüfekçi yaptığı açıklamada, caminin 220 bin YTL'ye restore edileceğini belirtti. Geçen yıl Eylül ayında çalışmaların başladığını ifade eden Tüfekçi, şunları kaydetti: '' Bu eserlere sahip çıkmak hepimizin görevi. Özellikle devletimiz bu konuda tarihi eserlere sahip çıkıyor. Seydişehir'de gerek Seyit Harun camisi ve külliyesinde, gerek hamamın restoresi ile beraber bütün tarihi eserlerimize sahip çıkmayı planlıyoruz.''

Merhaba Gazetesi, 12.03.2007

"DARPHANE ÇÖPLÜKKEN AKLINIZ NERDEYDİ?"

 

Yılan hikayesine dönen Darphane-i Amire binaları geleceği üzerine tartışmalar sürüyor. Binaların sarayın kullanımına verilmesini isteyen Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın, “Rant için kondular” açıklaması ve Sabah gazetesi yazarı Murat Bardakçı’nın dünkü köşesinde “Darphane-i Amire, Danshane-i Amire’ye döndü” diyerek Tarih Vakfı’nı, ‘sırtını devlete dayamakla’ eleştirmesi Vakıf Başkanı Halim Bulutoğlu’nu çileden çıkardı. Bulutoğlu, “Ortaylı ve Bardakçı’nın doğruyu söylemedikleri 12 yıllık süreçte ortada. Darphane binaları 28 yıldır çöplük içindeyken aklınız neredeydi? Binaları kütüphane, atölye yapmak cinayettir” dedi.

Akşam, Haber: Emre Kulcanay, 13.03.2007

DÜNYANIN EN ÜNLÜ TARİH HIRSIZLIĞI NASIL GERÇEKLEŞTİ?

 

Alman tarih dergisi P.M. Truva hazinelerinin Türkiye’den kaçırılışının nefes kesen öyküsünü araştırdı. Dergi, 98 sayfalık son sayısını tarihi fotoğraflarla tamamiyle Truva’ya ayırdı.

Dergi, bir hazine avcısı olan mültimilyoner Alman Heinrich Schliemann’ın ünlü Kral Priamos Hazinesi’ni Türkiye’den kaçırmasını "dünyanın en ünlü tarih hırsızlığı" olarak nitelendirdi. Derginin "Truva’da Altın Avı" başlıklı yazısı, Truva üzerine birbirinden ilginç fotoğraf ve tablolarla anlatıldı.

 

Alman SAT-1 televizyon kanalı da 19 ve 20 Mart tarihlerinde "Gizem Dolu Truva Hazineleri" adlı film dizisini yayımlayacak. P.M’deki yazının ve belgeselin Truva’ya turist akınına yol açacağı belirtildi.

Hürriyet, Haber: Celal Özcan, 12.03.2007

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI KOÇ, GİRESUN KALESİ RESTORASYON PROJESİNİ İNCELEDİ

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Giresun Kalesi'nde yapılacak olan restorasyon projesini yerinde inceledi. Giresun'da bir dizi temel atma törenlerine katılan Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç Etbaşoğlu Spor Tesisleri, Giresun Evi ve Etnografya Müzesi ile yeni kütüphane açılışlarını yaptı.

 

Kütüphane açılışında Bakan Koç, kapalı durumdaki yüzlerce kütüphaneyi açtıklarını, personel yönünden de iyileştirme yaptıklarını, bir yıl içerisinde 600 bin kitap satın alarak kütüphanelere dağıttıklarını söyledi. Valilerin ve İl Genel Meclisi'nin bu konuda çok alicenap davrandığını belirten Bakan Koç, birçok ilde olduğu gibi Giresun'da da kampanya ile yeni bir kütüphane kurularak 6 bine yakın kitap temin edilmesinin sevindirici olduğunu sözlerine ekledi. Kütüphanelerin çağdaş olmadığını da vurgulayan Bakan Koç "Eğer yeni çıkan kitaplar bir iki ay gibi kısa bir zamanda kütüphaneye geliyorsa, engelli kişiler de internet aracılığı ile kütüphanelerde bilgi sahibi olabiliyorsa bu kütüphane çağdaştır." dedi. Bakan Koç ve beraberindekiler açılışı yapılan 125. Yıl Halk Kütüphanesi'ni gezerek incelemelerde bulundu.

 

Kütüphane açılışının ardından Kale'ye giden Bakan Koç restorasyon projesi hakkında ilgililerden bilgi aldı. Bakan Koç, belediyenin yapmış olduğu projeye imkanlar ölçüsünde destek vereceğini kaydetti.

 

Giresun Evi ve Etnografya Müzesinin açılışını da yapan Bakan Koç, Giresun'un zengin kültüre sahip olduğunu belirterek, yetkililerin Giresun kültürünü yansıtan eserleri temin etme konusunda gerekli gayreti göstermelerini istedi.

TürkiyeTurizm.com, 12.03.2007

PASARGADAE YAKINLARINDA 10 KM.LİK ANTİK DUVAR BULUNDU

 

İran ve Japon arkeologların Pasargadae yakınlarında Bolaghi Vadisi’nde yaptıkları çalışmalar sırasında Akamenid Dönemi’ne (MÖ 550-330) ait 10 km uzunluğunda duvar kalıntısı bulundu.

Varlığı daha önce bilinmeyen bu duvarların keşfi, Akamenid saraylarının korunması konusundaki güvenlik tedbirleri göstermekte. İran – Japon kazı ekibinin başkanı Mohsen Zeidi “Bolaghi Vadisi’ni Pasargadae’ye bağlayan yol ve patikaların araştırılması sırasında, en uzunu 10 km olan parça parça taş duvarlar keşfedildi.” dedi. Zeidi bu duvarların Pasargadae saraylarının korunması amacı ile inşa edildiğini düşünmekte. Zaman içinde büyük kısmı tahrip olan duvarların sadece temelleri mevcut. Bolaghi Vadisi’nde daha önce bulunan benzer duvarlarla bağlantılı olarak bunların da Akamenid Dönemi’ne ait olduğu düşünülüyor. Zeidi’nin açıklamasına göre, civarda bulunan ve Part Dönemi’ne (MÖ 248 - MS 224) ait olduğu tahmin edilen 200 mezarın taşlarının da bu duvarlardan geldiği belirlendi. Son buluntular ışığında, UNESCO da Dünya Mirası Listesi’nde bulunan Pasargadae’nin tescil edilen sınırlarını genişletmeyi onayladı.

CHN, Haber: Soudabeh Sadigh, 12.03.2007

PAPAYI ŞAŞIRTAN HAZİNE RESTORE EDİLİP AÇILACAK

 

Ayasofya Müzesi’ni ziyareti sırasında Papa 16. Benedikt’i şaşırtan I. Mahmut’un kütüphanesi, restore edilerek sergi amaçlı ziyarete açılacak.

Ayasofya Müzesi Başkanı Dr. Haluk Dursun’un "Ayasofya’nın gizli hazinesi" dediği kütüphanede 16, 17 ve 18. yüzyıllara ait çiniler ile ahşap sanatının en güzel örnekleri rahleler, sedir ve kitaplıklar görülebilecek.

 

Kütüphanenin I. Mahmut döneminde toplanan ve aralarında yabancı devlet konuklarının hediyeleri de bulunan 5 bin 123 kitabı ise 1968’den beri Süleymaniye Kütüphanesi’nde korunuyor. Ayasofya gezisinde, şadırvan, türbeler, imarethane ve kütüphane dahil olmak üzere tüm külliyeyi gören Papa, "Cami ve kilise olan bu yapıda, kütüphane olduğunu bilmiyordum" diyerek şaşırmıştı. Müze Müdürü Dr. Dursun, Türkiye’de de bir çok kişinin bu tarihi yapının varlığından haberi olmadığına dikkat çekti.

Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 12.03.2007

SİKKE HIRSIZLIĞI ÇETE İŞİ Mİ?

 

Manisa Müzesi'nden 2001'de çalınan 1700 sikkeden 7'sinin 2003'te İzmir Arkeoloji Müzesi'ne satıldığı ihbarından sonra çok sayıda müze personeli takibe alındı. Müzeye sikkeleri satan müze müdürünün eşi, 7 sikkenin oğlunun sünnetinde takıldığını söylemişti. Ancak sünnet ile satış arasında 2 yıl var. Bu yüzden soruşturma tekrar açılacak.





Ege bölgesindeki müzelerden 2000 yılından sonra çalınan sikkelerin dikkat çekici boyuta ulaşması ve "2001'de Manisa Müzesi'nden çalınan 1700 sikkeden 2. Mahmut dönemine ait 7'sinin 2003 yılında İzmir Arkeoloji Müzesi'ne satıldığı" ihbarı üzerine jandarma ve polis ekipleri harekete geçti. Emniyet güçleri içlerinde çok sayıda müze personelinin de bulunduğu birçok kişiyi takibe aldı ve önemli ipuçlarına ulaştı. Manisa, Milet, Tire ve en son Afrodisias Müzesi'nden toplam iki binden fazla sikke çalınmıştı.


Manisa Müzesi'nde 2001 yılında yaşanan büyük soygunla ilgili olarak, emniyet güçleri hala şüphelilere ulaşamadı. İnterpolün de aradığı sikkelerle ilgili olarak, güvenlik güçlerine bir ihbar yapıldı. İhbarcılar, 1700 sikkeden 7'sinin İzmir Müzesi'ne satıldığını iddia etti.

 

Bunun üzerine İzmir Emniyet Müdürlüğü Hırsızlık Bürosu ile Jandarma Kaçakçılık Şubesi sikke çetesinin peşine düştü. Ege bölgesindeki sikke hırsızlıklarının büyük bir çetenin işi olduğunu düşünen emniyet güçleri, aralarında müze çalışanlarının da olduğu kişileri takibe aldı. Önemli ipuçlarına ulaşıldığı bildirilirken, soruşturma hala sürüyor.


Bu arada İzmir Müzesi'ne satıldığı ihbarı yapılan çalıntı 7 sikkeyle ilgili olarak Milliyet 22 Haziran 2005'te bir haber yayımlamıştı. Haberde, 7 adet 2. Mahmut sikkesinin Müze Müdür Yardımcısı Mahir Atıcı'nın eşi Emine Atıcı tarafından müzeye satıldığını duyurmuştuk. Konuyla ilgili olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı müfettişi Aydın Yerçi soruşturma yapmış ancak Atıcı'nın 'Bu sikkeler oğlumun sünnet düğününde takıldı' ifadesi doğrultusunda soruşturma kapatılmıştı.

 

Bu konuyu da soruşturma kapsamına alan emniyet birimleri ise, Atıcı'nın oğlunun sünnet düğününün 2001 yılında olduğunu, eserlerin müzeye satışının ise 2003 Aralık ayında yapıldığını tespit etti. 2863 sayılı yasanın 4. maddesine göre, elinde eski eser bulunanların en geç üç gün içinde en yakın müzeye bu eserleri teslim etmesi gerekiyor. Bu nedenle Atıcı'nın, eserleri 2 yıl elinde bulundurmasının suç kapsamında olduğu belirlendi. Şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığı daha önce kapatılan soruşturmayı yeniden açarak Manisa Müzesi'nden çalınan sikkeler ile İzmir Müzesi'ne Atıcı tarafından satılan 2. Mahmut sikkelerinin aynı olup olmadığını araştıracak.

Sikke uzmanlarına göre, İzmir Müzesi'ne satılan 2. Mahmut sikkeleri, eğer Manisa Müzesi'nden çalındıysa envanter bilgilerine bakılarak tespit edilebilir. Uzmanlar şöyle konuştu: "Sikkenin üzerindeki şekil ve yazılar kalıplar içinde üzerine darbeyle yapılır. Ancak bu kalıbın zamanla eskimesinden her zaman aynı simetri de olmaz. Kenardaki boşluklar eşit değildir. Gramlarında, çaplarında farklılıklar olabilir. Basıldıkları darphaneler farklı olabileceği gibi aynı dönemin farklı yıllarına ait sikkeler olma ihtimali de vardır."


EGE'DEKİ SİKKE HIRSIZLIKLARI

Müze

Yıl

Çalınan eser

Manisa Müzesi

2001

1700 sikke

Milet Müzesi (Aydın Didim)

2001

20'si altın sikke 66 eser

İzmir Tire Müzesi

2003

52 Midilli ile 90 adet Pers Gümüş sikke

Uşak Müzesi

2005

1 elektron sikke

Afrodisias Müzesi (Aydın)

2006

141 sikke


Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 12.03.2007

AP'DEN ALLIANOI KORUNSUN MEKTUBU

 

Avrupa Parlamentosu Başkanı Pottering, Başbakan Erdoğan'a yazdığı mektupta, "Allianoi'yi sular altında bırakarak sonsuza kadar kaybetmemiz anlamına gelecek su tutulması işlemine başlanmak üzere. Bu nedenle, Avrupa kültürel mirasının bir parçası olan bu arkeolojik alanın korunması için AP'nin ricasını tekrar iletiyorum" dedi.

 

Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Hans-Gert Pottering, Yortanlı Barajı'nın suları altında kalma tehdidiyle karşı karşıya bulunan Allianoi Antik Kenti'nin korunması için Başbakan Erdoğan'a 7 Mart'ta bir mektup yazdı. Pottering, mektubunda Allianoi'nin tarihi önemi üzerinde durdu.

Allianoi'nin insanlığın ortak kültür mirası olduğunu ve yurt içinde olduğu kadar yurtdışında da alanın korunması için kişi ve kurumlara görev düştüğünü kaydeden Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü Oya Otyıldız'on yaptığı açıklamaya göre, mektupta şu ifadelere yer verildi:

 

"AP, muhtelif vesileler ile (bazı kararlar, komisyona yöneltilen bazı sorular gibi) madencilik, sulama, baraj inşaatları gibi çalışmalar nedeniyle Türkiye'de doğal çevre ve tarihi öneme sahip alanların, Alliano-i dahil olmak üzere zarar görmesinden endişe duyduğunu açıklamıştır. Selefim, Allianoi için 15 Kasım 2005'te planlanan su tutulması işleminin durdurulmasını 11 Kasım 2005'te özel olarak sizden rica etmişti.

 

AP, katılım görüşmelerine başlamış olduğu bir ülkenin ekonomik kalkınmasını engellemek gibi bir niyet içinde değildir. İstenen, bu gibi projelerde AB'nin çevre standartlarına uyulmasıdır. Bugüne kadar bu alanın korunması için belli adımlar atılmış olmasına karşılık, görünüşe göre yetkililer, projenin tamamlanması için son aşamayı tamamlamaya ve Allianoi'yi sular altında bırakarak sonsuza kadar kaybetmemiz anlamına gelecek su tutulması işlemine başlamak üzeredirler. Bu nedenle, Avrupa kültürel mirasının bir parçası olan bu arkeolojik alanın korunması için AP'nin ricasını tekrar iletiyorum."

Birgün, 11.03.2007

GİZLİ TARİH İLGİ BEKLİYOR

 

Edirne'nin kuzeyinde 2 bin 200 nüfuslu küçücük bir ilçe Lalapaşa... Edirne'nin en yoksul ilçesi. Trakya Üniversitesi, ilçeye 'renk katsın' diye yüksekokul açmış fakat öğrencisi de bölümü de oldukça az. Edirne'ye 27 km. uzakta bulunan Lalapaşa, şehrin kaderine terk edilmiş ilçelerinden. Bu durum, ilçenin tarihine yakışmıyor. Zira yüzyıllar öncesinde, Edirne'nin en gözde ilçelerindenmiş Lalapaşa. Osmanlı Devleti döneminde padişahların dinlenme ve avlanma mekanıymış. İlçe bugün, turizmcilere kapılarını sonuna kadar açıyor.


Lalapaşa İlçesi, tarihi kalıntılarının çokluğu ile 17 bin yıllık bir tarihi sinesinde barındırmaktadır. Tarihi eserlerinden Dolmenler, Türkiye'de sadece Kars'ta ve Lalapaşa'da bulunmaktadır. Kalıntılar, Lalapaşa’da 5-6 bin yıl öncesinde de yaşam olduğunu gösteriyor.

Evrensel, 12.03.2007

MUDURNU KALESİ'NDE KURTULUŞ ÜMİDİ

 

Tarihi çok eski yıllara dayanan Mudurnu isminin oluşmasını sağlayan Mudurnu Kalesi'ne yıllar sonra Kültür Turizm Bakanlığı el attı. Geçtiğimiz günlerde Turizm Bakanlığı’nın görevlendirdiği bir ekip kale çevresinde araştırma yaptı.


Kültür Turizm Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nden Mudurnu Kalesi için gelen heyet incelemelerde bulundu. İnceleme sonunda oluşturulacak rapor ile birlikte Mudurnu Kalesi için Bakanlık tarafından nasıl bir işlem yapılacağı merakla bekleniyor.


Bizans Tekfuru'nun kızı için yaptırdığı Mudurnu Kalesi'nden ünlü gezgin Evliya Çelebi’nin seyahatnamelerinde de bahsediliyor. Tekfurun, kızı Modrena için yaptırdığı kale zamanla adını çeşitli evreler geçirdikten sonra şimdiki Mudurnu’ya adını verdi ve çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yaptı.


Kalenin Mudurnu'ya bakan kısmında halen kale surlarından kalıntıların gayet sağlam olduğunu belirten heyet buranın kurtarılarak Mudurnu'ya kazandırılması yönünde rapor tutacaklarını belirttiler.

Bolu Olay, 12.03.2007

KAKLIK MAĞARASI'NDA ÇÖKME TEHLİKESİ

 

Honaz Kaymakamı Atilla Kantay, 7 Martta Denizli Valisi Hasan Canpolat'a yaptığı ziyarette, Kaklık Mağarası'ndaki çökme tehlikesine karşı teknik analiz yapılması ve yeniden yapılandırılması gerektiğini söyledi.


Bunun üzerine Denizli Kültür ve Turizm Müdürlüğü, araştırma yapılması için Pamukkale Üniversitesine (PAÜ) başvurdu. Denizli Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz, PAÜ Mühendislik Fakültesi İnşaat ve Jeoloji bölümlerinin mağarada inceleme yapacağını, sonuca göre ne yapılması gerektiğine karar verileceğini kaydetti.

PAÜ Mühendislik Fakültesi Jeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Erdal Akyol ise kendisinin de görev aldığı araştırma ekibinin bu ay ya da nisan ayında çalışmalara başlayacağını belirtti.
Riskin ne olduğu, nasıl bir önlem alınması gerektiğinin detaylı bir çalışma sonucunda ortaya konulabileceğini kaydeden Akyol, şunları söyledi:


"Mağaralar doğal bir boşluktur. Dolayısıyla çökme tehlikesinden söz edilebilir. Kaklık Mağarası yüzeye yakın olduğundan bir tehlike söz konusu olabilir. Tavanın durumunu ve çevresel diğer etkenleri gözden geçirip bir rapor hazırlayacağız."


Damlataş, sarkıt ve dikitlerle süslü olan Kaklık Mağarası, çevre düzenlemesi yapılıp içinde gezi bandı oluşturularak, 2002'de turizme açıldı. Mağarada, UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesi'ndeki Pamukkale'dekine benzer travertenler bulunduğundan, yer altındaki Pamukkale olarak biliniyor. Mağarada bol miktarda termal su bulunuyor. Berrak, renksiz ve kükürt kokulu olan suyun bazı cilt hastalıklarına iyi geldiği ifade ediliyor.

Haber Ekspres, 11.03.2007

SÜTUNDA DEFİNE AVINA 5 YIL CEZA İSTEMİ

 

Aksaray Muratpaşa Camii'nin mermer sütunlarında altın ararken yakalanarak haklarında dava açılan 4 kişi için mütalaa veren savcı, define arama suçunun teşebbüs halinde kaldığını belirterek sanıkların 1 yıldan 5 yıla kadar hapisle cezalandırılmalarını istedi. Muratpaşa Camii'nin avlusunda bulunan mermer sütunlarda 3 yıl önce kaçak define aramak için dört kişiden Kemel Gül yaşamını yitirince, İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya tutuksuz sanıklar Seyfettin Yıldız., Efer Çakır, Ziver Yılmaz katıldı. Savcı iddiaları reddeden sanıklar hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na Muhalefet suçundan 1 yıldan 5 yıla kadar hapis istedi.

Sabah, Haber: Ali Oktay, 11.03.2007

HEYKEL DEĞİL, YAPBOZ

 

 

Çanakkale'nin Kilitbahir Köyü'ndeki Mecidiye Tabyası'na geçen yıl dikilen Çanakkale Savaşı kahramanı "Topçu Seyit Onbaşı" heykeli yeniden değiştiriliyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, geçen yıl heykeltıraş Hüseyin Anka Özkan'a ait olan ve 10 yıl boyunca Mecidiye Tabyası'nda yer alan heykeli "tarihi hata olduğu" gerekçesiyle yenisiyle değiştirmişti. Seyit Onbaşı'nın heykelinin, 250 kilo ağırlığındaki top mermesini kucağında taşımasına askeri yetkililer itiraz ediyordu. Topçunun mermiyi kucağında değil sırtında taşıdığını ve Seyit Onbaşı'nın da fotoğraflarında mermiyi sırtında taşıdığı belirtilerek yeni yapılan heykelde mermi sırta alınmıştı. Geçen yıl heykeltıraş Eray Okkan'a 15 günde 21 bin YTL'ye yaptırılan "sırtında top mermisi taşıyan Seyit Onbaşı" heykeli de sert eleştirilere neden oldu. Heykelin beğenilmemesi üzerine Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü yeni bir heykel yapımı için bu kez heykeltraş Murat Daşkın ile anlaştı. Ancak bu sırada Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'nde müfettiş soruşturması başladı. Bu arada "heykellerin 'ihalesiz ve ısmarlama yöntemiyle alınmasını' içeren İhale Yasası'nın 22-b maddesi uyarınca yapılması"nın usulsüzlüğe neden olduğu müfettişlerce ileri sürülünce genel müdürlük yeni yaptırdığı heykelin arkasında durmadı. Çünkü heykeltıraş Daşkın'a resmi bir talepte bulunulmamış, sadece sözlü talimat verilmişti.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 11.03.2007

BİLECİK'TE KURAN OPERASYONU

 

Bilecik'te üçünün dış kapakları altın işlemeli olan 12 eski Kuran ele geçirildi. Bazı kişilerin yurtdışından Türkiye'ye kaçak yollarla eski ve altın işlemeli Kuran getirdikleri yönündeki ihbarı değerlendiren Bilecik İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Pazaryeri ilçesinde alıcı gibi davranarak bu kişilerle pazarlık yaptı. Sivil jandarma ekiplerine Kuran'ları satmak isteyen ve Eskişehir'deki Yunus Emre Devlet Hastanesi'nde memur olarak çalıştığı belirlenen R.D. ile yanında bulunan arkadaşları M.K., H.S., C.T., N.K. ile M.Y. gözaltına alındı. Sanıkların yanlarında bulunan 12 adet Kuran'a el konuldu. Zanlılar, "Tarihi eser kaçakçılığı" suçundan adliyeye sevk edilecek.

Milliyet, Haber: Tuncay Çankaya, 11.03.2007

İSTANBUL MÜZESİ NİHAYET GELİYOR





İstanbul nihayet bir kent müzesine kavuşacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin öncülüğünde, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Tarih Vakfı ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Girişim Grubu’nun işbirliğiyle yapılacak müzenin yeri konusunda üç farklı öneri var.

Tarih Vakfı, Topkapı Sarayı Müzesi’nin dış bahçesindeki Darphane-i Amire binasını önermişti. Büyükşehir ise Sirkeci Garı ile Rami Kışlası’nda iki ayrı müze kurmayı hedefliyor: İstanbul Kent Müzesi, İstanbul Medeniyetler Müzesi. İstanbul 2010 ise Sirkeci Garı’nın müze için en uygun yer olduğunu savunuyor. Büyükşehir, müzenin yerini önümüzdeki hafta kesinleştirecek.

Müzenin yeri üzerine farklı düşünen bu kurumlar şekli ve içeriği üzerine anlaşmış durumda. 10 Ekim 2005’te Kültür Bakanlığı, Büyükşehir ve Tarih Vakfı yöneticilerinin altına imza attığı bir protokolde müze üzerine şu ortak noktaların altı çizilmiş: "Bakanlık, Belediye ve Tarih Vakfı, İstanbul Müzesi’ni, bu şehirde yaşayan 10-12 milyon kişinin, bulundukları kentin tarihini daha yakından ve derinlemesine tanıma ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde, İstanbul’u ziyaret eden milyonlarca yabancı turist için bir oryantasyon merkezi, tüm İstanbulseverler için bir bilimsel araştırma-tartışma platformu, sivil toplum kuruluşlarının İstanbul’a ilişkin çalışmaları bakımından buluşma yeri, kısaca bir iletişim, üretim ve eğitim merkezi olarak değerlendirmektedir."

Bu protokolde, müzenin yeri olarak Darphane-i Amire binası belirlenmişti. Osmanlı döneminde paraların basıldığı yer olan Darphane’deki makine ve teçhizatın olduğu gibi korunarak, yapı topluluğunun bir kısmının, Arkeoloji Müzesi ve bakanlıklardan gelecek sikkelerle zenginleştirilerek bir müzeye dönüştürülmesi hedefleniyordu.

 

İstanbul Müzesi, objelerin vitrinlerde sergilendiği, ziyaretçilerin önünden geçtiği, mesai saatleriyle sınırlı müzecilik anlayışından uzak, dünyada son 20 yılda ortaya çıkan çağdaş yaklaşımla kurulacak. Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu, yeni müzenin çerçevesini şöyle çiziyor: "İstanbul’un Kentsel Gelişmesi, İstanbul’da Özel Yaşam, İstanbul’da Kamusal Yaşam, Çocukların İstanbul’u ana bölümleriyle birlikte Darphane-i Amire Müzesi, müzik seksiyonu gibi özel uzmanlık bölümlerinden, geçici sergi, eğitim-üretim mekanlarından oluşacak."

2010 Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ise Sirkeci Garı’nın yeni müze için en uygun yer olduğu görüşünde. Çünkü, Marmaray’dan sonra tren hattının başlangıç istasyonu Kazlıçeşme’ye taşınacak. Tarihi Yarımada içindeki raylar sökülecek. Böylece, 1872’de parçalanarak, denizle, kıyıdaki yapı topluluğuyla bağı koparılan Topkapı Sarayı yeniden birleştirilecek. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Marmara kıyısındaki semtleri ve havaalanını Eminönü’ne bağlayan Sahil Yolu’nun yeraltına çekileceğini ve böylece sarayın denize kadar ineceğini açıklamıştı. Kültür Bakanlığı’nın geçen ay içinde bu projeye verdiği destekten sonra Sirkeci Garı’nın akıbeti üzerine çeşitli fikirler ortaya atıldı.

Müzenin boşaltılacak gar binasında kurulması önerisi de işte o günlerde ortaya çıktı. Nuri Çolakoğlu, "Garın Topkapı Sarayı’nı da bünyesine alan Sur-u Sultani’yle bitişik olması büyük bir avantaj" diyor.

 

Çolakoğlu başkanlığındaki İstanbul 2010’un hazırladığı taslak projeye göre İstanbul Müzesi, gar binasının bulunduğu yerden başlayıp eski peron yapıları, tamir ve bakım atölyeleri, şu anda bir şahsa ait benzin istasyonu, idare binası ve trenlerin feribot iskelesine kadar uzanacak. Peronlardaki raylar sökülmeyecek, üzeri camla kaplanarak bir meydana dönüştürülecek. Peron dışında kalan ray hatlarından biri korunacak. Bu hatta çalışacak buharlı tren, İstanbul Müzesi’ni Topkapı Sarayı, İncili Köşk, Yeraltı Kilisesi ve Çatladıkapı’daki Bukaleon olarak adlandırılan Bizans Yazlık Sarayı’na bağlayacak.

Büyükşehir Belediye Bakanı Kadir Topbaş da Nuri Çolakoğlu’nun projesine yakın duruyor. Ama Topbaş’ın planında İstanbul Medeniyetler Müzesi ile İstanbul Kent Müzesi başlığı altında iki ayrı müze yer alıyor. Sirkeci’nin Marmaray’ın tamamen bitmesinden sonra boşaltılacağını söyleyen Topbaş, Kent Müzesi’nin 2010’a hazır olması için şimdiden çalışmaya başlanması gerektiğini savunarak, "Bunun için alternatif olarak Rami Kışlası’nı düşünüyoruz. Sirkeci, boşaltıldığında ise orada bir İstanbul Medeniyetler Müzesi kuracağız" diyor.

Topbaş, kent müzesinin bugüne kadar kurulamamasının büyük eksiklik olduğunu söylüyor: "İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olacağı 2010’u kent müzesiz karşılamak, Türkiye için tam bir skandala dönüşür. O yıl İstanbul’u ziyaret edecek milyonlarca misafir, öncelikle kentin geçmişten günümüze serüvenini merak edecek. Kadınlar eskiden bu şehirde nasıl yaşardı, işçilerin sosyal hayatı nasıldı, çocuklar hangi oyuncaklarla oynarlardı, İstanbullu nasıl eğlenir, hangi müzik aletlerinden, ne tür müzik dinlerlerdi, gibi sorulara da cevap verecek geniş kapsamlı bir müzeden söz ediyoruz. 2010’a varmadan açmayı hedefliyoruz."

Vakıf da müze bünyesinde Müzik Galerisi ve Çocukların İstanbul’u adlı iki bölüm tasarlamış. Bu arada, Kültür Bakanlığı, Üsküdar’daki eski Tekel binalarında İstanbul Müzik Müzesi’ni kurma hazırlığında. Kent Müzesi bünyesinde yer alacak müzik seksiyonunda ise, Bizans ve Osmanlı döneminde kullanılan müzik aletleri sergilenecek. Bizans ve Osmanlı müzik eserlerinin seslendirildiği CD’ler ziyaretçilere sunulacak, müzenin ortasındaki salonda klasik müzik konserleri yapılacak. Çocuk Müzesi’nde, başta Eyüp oyuncakları olmak üzere, İstanbul çocuklarının eski Roma’dan günümüze kadar, tarih boyunca oynadıkları, rüyalarını süsleyen oyuncaklar sergilenecek. Benzerleri üretilen bu oyuncaklar da satışa sunulacak. Karagöz, ibiş, ortaoyunu gibi sahne ve perde sanatlarından örnekler İngilizce ve Türkçe sahnelenecek. İstanbul Müzesi’nin bu bölümü, aktif, şen şakrak, deli dolu bir yer olacak.

 

Kadir Topbaş, İstanbul Müzesi’ni kurma şerefinin İstanbul’un sahibi olan belediyeye ait olması gerektiğini savunuyor. Topbaş, Büyükşehir’in müzeyi kuracak olanaklara sahip olduğunu belirterek Tarih Vakfı’nın da bir rol üstleneceğini vurguluyor. Ama iş müzeyi kurmakla bitmiyor. Yeni müzecilik anlayışıyla, müze işletmesinin ehil ellere teslim edilmesi çok önemli. İstanbul Müzesi, Feshane girişiminde olduğu gibi, binbir emek ve zahmet vererek açılıp bir müddet sonra kapanan bir müze olmamalı. 2005’te Bakanlık, Büyükşehir ve Vakıf yöneticilerinin imzaladığı protokole göre, İstanbul Müzesi’ni Tarih Vakfı işletecek. Vakıf, özel sektör kuruluşlarının ve belli başlı bankaların projeye sponsor olması için girişimde bulunacak, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Milli Piyango İdaresi, Odalar ve Borsalar Birliği ile UNESCO, Dünya Anıtlar Fonu, ICOMOS, ICOM, Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi gibi kuruluşların fonlarından yararlanmak için gerekli projeleri ve başvuruları yapacak.

Hürriyet Pazar, Haber: Ersin Kalkan, 11.03.2007

BİN YILLIK ŞEHİTLİK ÇÖPLÜK HALİNE GELDİ

 

 

Selçuklu İmparatorluğu döneminde Mardin'in fethedilmesi sırasında düşmanla yapılan savaşta şehit düşen askerlerin defnedildiği Ulu Camii şehitliği bakımsızlıktan ve ilgisizlikten dolayı adeta çöplük haline geldi. Mezar taşlarının bile ortadan kaybolduğu şehitlik mezarlığı, geceleri sarhoşların ve tinercilerin adeta yuvası haline geldi.

Ulu Cami Mahallesi'nde bulunan ve Selçuklular tarafından 1099 yılında yaptırılan Ulu Cami avlusunda gömülü bulunan şehitlik mezarının çöplüğü dönüşmesi yüzünden vatandaşlar büyük tepki gösterdi.

Ulu Camii Mahallesi'nde yaşayan 55 yaşındaki Mahmut Düzgün, yıllardan beri caminin avlusunda bulunan ve Selçuklu İmparatorluğu'na ait olan şehitlik mezarlığın adeta çöplüğe dönüştürüldüğünü belirterek, yetkililerin bir an önce mezarlığa sahip çıkmalarını istedi.

Küçüklüğünde mezarlığın her tarafının temiz ve korunaklı olduğunu ifade eden Düzgün, "Maalesef ilgisizlik ve bakımsızlıktan dolayı zamanla şehitlik mezarlığı adeta çöplüğe döndü. Neredeyse yıkılmak üzere olan mezarlık geceleri sarhoş ve tinercilerin mekanı haline geldi. Oysa Mardin'in fethi için canını hiç düşünmeden şehit olan aziz şehitlerimizin yattığı yerleri görünce vicdan azabı çekiyoruz. Sahabelerin ve şehitlerin mekanı olan Mardin'e yeterince ilgi gösterilmiyor." dedi

Mardin Mimarlar Odası Başkanı Yılmaz Altındağ ise şehitliğin bu kadar bakımsız olmasının Mardin'e hiç yakışmadığını söyledi. Altındağ, "7 bin yıllık tarihi geçmişi bulunan ve birçok medeniyetlere ev sahipliği yapan Mardin'in şehitliğine sahip çıkmaması bizleri üzmüştür. Umarım yetkililer bunu görerek bir an önce mezarlığa sahip çıkar ve aziz şehitlerimizin ruhu için buraları güzel bir mezarlık haline dönüştürürler." şeklinde konuştu.
Mardin Kent Haber, 10.03.2007

ANTİK TEPEDE ROMA KALINTILARI BULUNDU

 

Arkeologlar Wiltshire’da, Neolitik bir tepede Roma yerleşimi buldular. Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce insanlar tarafından toprak yığılarak yapılmış olan bu tepe Avrupa’nın en büyük tarih öncesi yapılarından birisi olarak kabul edilmekte. Tepeyi korumak üzere sürdürülen bir projede çalışan uzmanlar, yapının aynı zamanda kutsal bir ziyaret mekanı olabileceğini düşünüyorlar.

 

İngiliz Mirası jeofizikçisi Dr Neil Linford “Bu keşiften dolayı çok heyecanlıyız, çünkü Silbury Tepesi’ne bu kadar yakın bir yerde bir Roma yerleşiminin olabileceğini hiç ummuyorduk” demekte. Keşif, insan faaliyetleri sonucu topraktaki manyetik alan değişimlerini ölçen caesium manyetometresi kullanılarak yapıldı. Dr. Bob Bewley, bu yeni bulunan Roma yerleşiminin insanların Londra’dan Bath’e giderken gece konaklayıp at değiştirdikleri küçük bir yol kenarı köy olabileceğini, ama aynı zamanda yığma tepeyi de içeren bir kutsal mekan yerleşimi olmasının ihtimal dahilinde olduğunu vurgulamakta.
BBC, 10.03.2007



SU DEĞİRMENLERİ ZAMANA DİRENİYOR

 

Sayıları oldukça azaldığı için artık bir kültür varlığı haline gelen, küresel ısınmanın beraberinde getirdiği sera etkisiyle kuruyan su kaynaklarının taş dibeklerini artık çalışmaz hale getirdiği su değirmenleri gelişen teknolojiye rağmen zamana direniyor. 

Ordu'nun tüm ilçelerinde özellikle yüksek kesimlerde su değirmenleri hala kullanılıyor. Tarlasında mısır ve buğday yetiştirenler, soluğu yine eskisi gibi su değirmenlerinde alıyor. Mısır ve buğdaylarını su değirmenlerinde öğüterek un haline getiren vatandaşlar, bunlardan ekmek yaparak ev ekonomisine katkıda bulunuyorlar. 

Ordu Kültür ve Turizm Müdürü Muzaffer Günay, bugünün orta yaşlılarının çocukluğunun en güzel hatıraları arasında yer alan su değirmenlerinin zamana direndiğini, hala bir çok köyde su değirmenlerinin revaçta olduğunu söyledi. 

Günay, "Bir yerlerden kopup gelen kaynak sularının yamaçlardan döküldüğü yerlerde yapılmış ve suyun akış hızından yararlanarak işletilmesi sağlanmış su değirmenleri zamana direniyor. Ordu'nun yüksek kesimlerinde su değirmenleri önemini koruyor. Bir zamanlar un ve mısır öğütmek için gidilen su değirmenlerinin çarkları gelişen teknolojiye rağmen dönmeye devam ediyor. Bu değirmeni işleten yaşlı amcalar 'değirmencibaşı' ya da 'değirmenci dayı' unvanını taşımayı sürdürüyor. Su değirmenleri her ne kadar kültür varlığı haline gelmişlerse de Doğu Karadeniz Bölgesi'nde varlıklarını sürdürüyor" diye konuştu.

Ordu Kent Haber, 09.03.2007

TRIPOLIS TURİZME KAZANDIRILACAK

 

Vali Hasan Canpolat ilçeleri tanıma ve inceleme turlarını tamamladı. Diğer 16 ilçenin yanı sıra Güney ve Buldan ilçelerinde incelemelerde bulunan Vali Canpolat inceleme ve tanıma gezilerini tamamladı. Tripolis antik kentinde de incelemelerde bulunan heyet antik kent ve daha önce yapılan kazı çalışmaları girişimleri hakkında bilgi aldı. Henüz tam bir kazı çalışmasının başlatılmadığı ve gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen kent oldukça geniş bir alana yayılıyor. Bir kazı heyeti oluşturulması konusunda ilgili birimlere talimat veren Vali Canpolat, Tripolis’in gün yüzüne çıkarılması ve turizmin hizmetine sunulmasının çok önemli olduğunu belirterek, Jeotermal turizm bölgesi ilan edilen Yenicekent’in, antik şehrin de ortaya çıkarılması ile tam bir turizm merkezi haline geleceğini söyledi.

Denizlili.net, 09.03.2007

SCHILLER'IN DOĞDUĞU EVDEN EDEBİYAT MÜZESİ'NE

 

Domusweb'de geçtiğimiz günlerde "The temple of literature" başlığıyla yayımlanan yazıda, değerli kitapların ve aynı zamanda da Schiller’in Arşivi’nin önemli bir kısmının bulunduğu edebiyat müzesine dikkat çekilmişti.





Yayımlanan yazının çevirisi şöyle:

Friedrich Schiller’in arşivleri Almanya’da Marbach am Neckar’da korunuyor. Almanya’nın bu bölgesi, 18. yüzyıl şairlerinin korunmuş el yazmalarına, tarihçilere ve oyun yazarlarına ve bununla birlikte de nadiren Kafka’nın el yazmaları gibi diğer örneklere de ev sahipliği yaptı.






Geçtiğimiz haziranda ise, Schiller’in doğduğu evde David Chipperfield tarafından tasarlanan yeni bir edebiyat müzesi açıldı.

Değerli kitapların ve aynı zamanda Schiller’in Arşivi’nin önemli bir parçasının bulunduğu bu evin çevresinin doğal peyzajı halk ile yapılan söyleşilerle araştırılıyor.






Bina, şehrin en iyi topografisini yapmak için farklı derecelerde tasarlandı ve teras hafif eğimli bir biçimde yapıldı.

En yüksek noktadaki ana giriş, cam ve klasik tapınak yaklaşımını gösteren ince sütunlar ile basitce tasarlanmış beton pavyondan oluşuyor.
Yapı, Derleyen: Filiz Yavuz, 08.03.2007

ŞEHİR DUVARINDA TANRIÇA HERA'NIN ANTİK HEYKELİ BULUNDU

 

Arkeologların açıkladıklarına göre Selanik’in 70 km güneybatısında, Olimpos Dağı’nın dibinde yer alan antik Dion şehrinin yakınlarında bir sur duvarında 2200 yıllık başsız bir Hera heykeli bulundu.

 

Arkeolog Dimitris Pantermalis’in açıkladığına göre heykel ilk Hristiyanlar tarafından Dion şehrinin etrafındaki savunma duvarı inşasında kullanılmış. Belirttiğine göre MÖ 2. yüzyıldan kalma heykel büyük olasılıkla 2003 yılında kazılan Dion Zeus Tapınağı’nda bulunmakta imiş. Bu şehri 30 yıldan uzun bir süredir kazan Pantermalis’in söylediğine göre tahtta oturan bir kadını tasvir eden heykel, geçen yıl tapınakta bulunan Zeus heykeli ile aynı mermerden ve aynı tarzda yapılmış. Eğer Pantermalis’in teorisi doğru ise, burası Yunanistan’da ilk defa bir tapınakta iki ayrı tanrı ve tanrıça heykelinin bir arada bulunduğu yer olacak.

 

Dion şehri antik Makedonlar için sürekli olarak kutsal bir mekan kabul edilmiş. MÖ 4. yüzyılda Büyük İskender’in Pers Seferi’ne çıkmadan önce burada adaklar sunduğu biliniyor. Şehirde bugüne dek yapılan kazılarda tapınaklar, tiyatrolar, stadyum, şehir duvarları, bir otel, hamamlar ve kanalizasyon sistemli caddeler açığa çıktı.

AP, 05.03.2007

ATİNA'DA BULUNAN KALINTILAR ANTİK PAZAR YERİ OLABİLİR

 

Arkeologların, Atina şehrinin güney ucunda, dükkanları ve dini merkezi ile birlikte MÖ 4. veya 5. yüzyıldan kalma büyük bir agoranın kalıntılarını buldukları Yunanistan Kültür Bakanlığı tarafından açıklandı. Bakan “Bu çok büyük bir yapı, burasının finansal ve dini faaliyetler için kullanıldığına bakılarak bir agora olduğunu söylemek yanlış olmaz.” dedi. Agoralar, dükkanları, açık hava mekanları ve yönetim binaları ile antik Yunan hayatının finans, politik ve sosyal merkezleri idiler. Arkeologlar yapının Atina’yı çevreleyen belediye yönetimlerinin en büyüğü olan Aexonides Halai’ye ait olabileceğini düşünüyorlar. Ortasında kayaya oyulmuş bir sarnıcı da bulunan ana yapı 12 dükkanı, küçük bir tapınağı ve bir sunağı içermekte. Kazılar sırasında büyük miktarda çanak çömlek, sikkeler ve terazi ağırlıkları da bulundu. Arkeologlar geçen ay da Atina’nın kuzey batısında, Menidi bölgesinde bir tiyatrto bulmuşlardı.

AP,  03.03.2007




4 - 10 Mart 2007

SELATİN CAMİLERİ RESTORASYONA ALINIYOR

 

İstanbul Vakıflar Bölge Müdür Vekili Adnan Ertem, padişahlar, hanım sultanlar ve şehzadeler tarafından yaptırılan ve 'selatin camileri' olarak adlandırılan camilere yönelik restorasyon çalışmalarına başlanacağını bildirdi.

 

Ertem, özellikle Fatih, Süleymaniye, Sultanahmet ve Beyazıt camilerinin restorasyonlarına büyük önem verdiklerini belirterek, "Fatih Camii ile ilgili kurul kararı 14 Şubat'ta çıktı. Mart ayında restorasyon ihalesini yapacağız. Yakın bir gelecekte de restorasyona başlayacağız." dedi. 1999 Marmara Depremi'nden sonra çatlamaların oluştuğu Fatih Camii'nin son cemaat avlusunun kapatıldığını kaydeden Ertem, caminin tamamının ele alınacağı restorasyon çalışmalarında, üst yapının güçlendirilmesinin de amaçlandığını söyledi. Ertem, Fatih Camii restorasyonu maliyetinin 5 milyon YTL civarında, deprem güçlendirmesi maliyetinin ise 20 milyon dolar civarında olacağını tahmin ettiklerini bildirdi.

 

"Süleymaniye Camii de, bu yıl içinde restorasyonu yapılacak eski eserlerin içerisinde. 8-10 milyon YTL'yi bulacak kadar bir restorasyon maliyeti çıkar diye düşünüyorum.'' diyen Ertem, Anıtlar Kurulu'nun, Süleymaniye Camii projesini onayladığını, ancak medrese, darüşşifa ve imaret gibi cami külliyesinin yapıları hakkında henüz karar vermediğini kaydetti. Sultanahmet Camii'nde de kapsamlı çalışma yapmayı düşündüklerini vurgulayan Ertem, ancak Sultanahmet Camii proje ihalesini yaptıkları halde, ihaleye teklif veren çıkmadığını söyleyerek şunları kaydetti: "(Bu kadar büyük bir projeyi gerçekleştiremeyiz) düşüncesinden olsa gerek, kimse teklif veremedi. Orada başka bir formül bulmamız gerekiyor. Tahmin ediyorum, bu sene içerisinde ona bir çözüm bulacağız. Mart ayı içinde yeniden proje ihalesine çıkacağız. Beyazıt Camii de aynı şekilde. Oranın da projeleri henüz hazırlanıyor, biraz gerideyiz."

 

'Selatin camileri' dışındaki restorasyon çalışmaları hakkında da bilgi veren Ertem, bu kapsamda Sultanahmet Ayasofya İmareti restorasyonunun tamamlandığını ve imaretin Halıcılık Müzesi olarak hizmet vermeye başlayacağını sözlerine ekledi.

Zaman, 10.03.2007

TAŞ DEVRİNDE BİLE YUVARLAK HATLI KADIN GÖZDEYMİŞ

 

Polonya Bilim Akademisi'nin taş devrinden kalan 15 bin yıllık kadın heykeller üzerinde yapılan bir araştırmada erkeklerin, o zamanda da dolgun kalçalı, yuvarlak hatlı kadınları beğendikleri ortaya çıktı.

 

Yaklaşık 100 heykeli inceleyen arkeologlar, bazı sanatçıların kadınların suratlarını bile çizmeye gerek görmediğini ancak dolgun kalçaları unutmadıklarını belirtti. Erkekler o zamanlarda zayıf kadınları yadsıyor, büyük kalçalı kadınlar için kavga ediyordu. Davranış bilimcilere göre erkekler genetik olarak dolgun kalçalı kadını, sağlıklı ve doğurgan olarak görüyor.

Vatan, 10.03.2007

DOSYA



Kültür varlıkları hiçbir dönemde bu kadar sahipsiz kalmamıştı:


TAHRİBAT, TALAN, HIRSIZLIK, YAĞMA...





Nano-Yorum:

  • Her hafta sizlere, kaçak kazılar, tahribat ve tarihi eser kaçakçılığı ile ilgili çeşitli haberler derlemekteyiz. Aşağıdaki blokta okuyacağınız haberler ise, 4-10 Mart tarihleri arasındaki, yalnızca 1 haftalık süreci kapsamaktadır.

  • TAY Haber Arşivi veri tabanına baktığınızda ise durum çok farklı değil: Son 2-3 yıldır, Türkiye'de kültür varlıkları tahribatı, gerek ekonomik çöküntü, gerek şov yapmak dışında geçmişle hiçbir ilişkisi olmayan -hatta ondan nefret eden-; tarihten, arkeolojiden, kültür varlıklarının korunmasından bihaber beceriksiz yöneticiler, gerekse yoğun güvensizlik / asayişsizlik / belirsizlik ortamı nedeniyle doruğa ulaşmıştır.

  • Birtakım yerlere göbeğinden bağlı ilgisiz "ilgili"ler ise, ne yazık ki, küçük dükkanlarını koruyabilmek icin, kış uykusunda ya da sus ve de pus vaziyette "yanak-alık"larını sürdürmekte; paranın ve çıkarın geçmişle değiştirildiği, kültür varlıklarının hızla talan edildiği bu ülkeyi ööyle seyretmektedirler.

  • Başlıkta da söylediğimiz gibi "Kültür varlıkları -siz ülke okuyun- hiçbir dönem bu kadar sahipsiz kalmamıştı."
    Ey ahali! Alacakaranlıktan zifiri karanlığa dönüşün işaretleri bunlar... Benden söylemesi. Nokta.

S.B. Sinirli


DEFİNE AVCILARINA SUÇÜSTÜ

 

Eski bir Rum mezarlığında kaçak kazı yaparak altın arayan 9 kişi suçüstü yakalandı.

 

 

İstanbul İl Jandarma Komutanlığı ekipleri, Beykoz Akbaba Köyü Mezarlığı’nda kaçak define kazısı yapıldığı ihbarı üzerine önceki gece saat 03.00 sıralarında operasyon düzenledi. Olay yerine gelen jandarma ekipleri mezarlık içindeki eski bir Rum mezarında dedektörle tesbit ettikleri noktada kazı yapan ve çevreyi gözetleyen 9 kişi yakaladı. Define arayanların, rahat çalışabilmek için kazı bölgesindeki sokak lambalarını gündüz havalı tüfekle kırdığı öğrenildi.

Mezarlıkta define arayan kişilerin olay yerini, yaşlı bir Rum kadınından aldıkları haritayla buldukları belirtildi. Jandarma define arayan 9 kişiyi gözaltına alırken bu kişilerin kullandığı dedektör, havalı tüfek, bıçak, altın arama çubukları ve kazıda kullanılan aletlere el koydu. Jandarma’nın el konulan dedektörle yaptığı incelemede ise kazılan mezarlıkta altın olduğu yönünde bulgulara rastlandı. Define olduğu sanılan mezarla ilgili alınacak kazı iznine kadar jandarmanın çevrede güvenlik önlemi alacağı belirtildi.

Vatan, Haber: Bülent Aydoğdu, 09.03.2007

TARİHİ ESER DİYE TAŞ SATMAK İSTEDİLER

 

Adana'da maddi değeri olmayan taşları "tarihi eser" diye alıcı kimliğindeki polise satmak isteyen 2 kişi yakalandı. Edinilen bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü'ne bağlı Mali Büro Amirliği ekipleri, ellerindeki tarihi eserlere müşteri aradıkları bildirilen 2 kişiyle alıcı kimliğinde irtibat kurdu. Polis ekipleri, Gürpınar Mahallesi'ndeki bir evde buluştukları S.U. (53) ve H.İ. (61) adlı kişileri gözaltına alırken, satmak istedikleri 10 parça taşa el koydu. Yapılan incelemede taşların maddi değerinin bulunmadığı anlaşıldı. İfadeleri alındıktan sonra serbest bırakılan şahısların, daha önce de aynı taşları alıcı kimliğindeki jandarma ekiplerine satmak istediği öğrenildi.

Adana Kent Haber, 09.03.2007

SİKKELERİ SATARKEN YAKALANDI

 

Manisa İl Jandarma Komutanlığı Kaçakçılık Şubesi ekipleri bir ihbarı değerlendirdi ve Salihli’nin Sart Beldesi’nde oturan A.E.’nin (24) tarlasında kazı yaparak bulduğu tarihi eserleri satmak istediğini belirledi.

Yapılan operasyonda şüpheli gözaltına alındı, üzerinde poşet içinde Roma, Bizans ve çeşitli dönemlere ait 161 adet gümüş sikke, üç mühür, 10 ok ucu ve 10 adet obje bulundu.

Hürriyet, Haber: Mehmet Hakkı Özbayır, 09.03.2007

DENİZLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Denizli'de polisin düzenlediği operasyonda çeşitli dönemlere ait 39 parça tarihi eser ele geçirilirken, olayla ilgili 3 kişi gözaltına alındı.


Edinilen bilgiye göre, 3 şahsın Denizli'ye tarihi eser ve silah getireceği yönündeki bilgiler üzerine harekete geçen Denizli Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, önceki gün akşam saatlerinde yol güzergahı üzerinde yapılan kontroller sonucunda bahse konu aracı durdurarak içindeki şahıslarla birlikte Emniyet Müdürlüğü'ne götürdü. Mahkeme kararına istinaden araçta yapılan aramada, 5226 ve 3386 sayılı yasalar ile 2683 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 23. maddesine göre tescil ve tesnife tabi yurtiçi ve yurtdışı alım satımı yasak olan müzelik değerde ve müzede korunması gereken eserler ele geçirildi.

 

Ele geçirilen eserler arasında 1 adet Erken Roma Dönemi'ne ait köşe kısmında boğa başı olan ve uzun kenar bölümünde başı örtülü cepheden bir kadın büstü, kısa kenarda boğa başından itibaren başka bir kabartma izi bulunan ve 3'te birlik bölümü mevcut olan mermer ostetik, 17 adet Hellenistik Dönem'e ait Grekçe lejantlı, önyüzlerinde tanrı ve yönetici başı, arka yüzlerinde mitolojik betimler bulunan orijinal bronz sikke, 8 adet Roma İmparatorluğu dönemine ait ön yüzlerinde imparator başı, arka yüzlerinde mitolojik tanrıça ve betimler bulunan orijinal bronz sikke, 1 adet Bizans Dönemi'ne ait ön yüzünde imparator başı, arka yüzünde haç ve yazı bulunan orijinal altın sikke, 1 adet Geç Roma ve Erken Bizans Dönemi'ne ait kaş yuvasında oval lacivert taş bulunan orijinal altın yüzük, 1 adet Geç Roma ve Erken Bizans Dönemi'ne ait yuvarlak ana çerçeve içi telkari haç süslemeli, kulak memesi için altın kancası bulunan orijinal altın küpe, 1 adet Geç Roma Dönemi'ne ait tutamağı yüksek ve tutamağa bağlı kapağı bulunan kaideli, kaide ortasında bir zıvana deliği, yağ haznesinin ortasında ise iç desteği mevcut, alev deliği yuvarlak, yan tarafında başka bir delik bulunan orijinal bronz kandil, 1 adet Geç Osmanlı Dönemi'ne ait kırmızı taşlı, yüzeyi kazıma süslemeli etnoğrafik bronz barutluk, 4 adet orijinal ancak okunaksız bronz sikke, 1 adet herhangi bir orijini heykelden imitasyon olarak yapılmış demir döküm tanrıça heykelciği ve 1 adet Avrupa kökenli yeni olduğu anlaşılan bronz prens heykel bulunduğu belirtildi.
 

Olayla ilgili olarak gözaltına alınan 3 kişi, adli makamlara sevk edildi.

Haber Ekspres, 08.03.2007

ZONGULDAK'TA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

 

Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi'nde gerçekleştirilen operasyonda tarihi değeri bulunan 183 adet sikke ve çeşitli eserler ele geçirilirken, 3 kişi yakalanarak gözaltına alındı.

 

Edinilen bilgiye göre, Zonguldak Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi ekipleri, M.Ö, H.Y. ve S.A. isimli şahısların tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları ihbarı üzerine çalışma başlattı. Müşteri kılığına giren polisler, şahıslarla irtibat kurarak, Liman Caddesi'ndeki bir işyerine operasyon düzenledi. Operasyonda 183 adet Grek, Roma ve Osmanlı dönemine ait sikke, 8 adet çan, haç gibi değişik ebat ve boyutlarda, yakın döneme ait etnografik eserler ile 1 adet bakır ok ucu ele geçirildi.

 

Şahısların tarihi eserleri Çaycuma ilçesi'nde bulunan bir tarihi mezarı kazarak ele geçirdiklerini söyledikleri öğrenilirken, polis olayla ilgili geniş çaplı araştırma başlattı.

Değişim Medya, 07.03.2007

ARKEOLOJİK TAHRİBAT ÖNLENEMİYOR

 

Türkiye Arkeologlar Derneği Mersin Şube Başkanı Tuna Akçay, kırsal kesimdeki jandarma karakollarının kapanmasıyla, bölgedeki tarihi mekanların defineciler tarafından hızla tahribata uğratıldığını söyledi.


Akçay, yaptığı açıklamada, Silifke İlçesi'ndeki dünyaca ünlü Uzuncaburç beldesinde bulunan Olba Antik Kenti'nde define avcılarının tarihi eserleri, kıymetli metal parçası bulmak amacıyla pervasızca tahrip ettiklerini bildirdi. Son iki yıldır tahribatın boyutunun hızla arttığına dikkati çeken Akçay, kaçak kazıların Uzuncaburç'taki Jandarma Karakolu'nun 2005 yılında kapanmasının ardından arttığını kaydetti. Akçay, "Kırsal kesimdeki jandarma karakollarının kapanmasıyla defineciler tarihi mekanlarda hızla tahribata başladı. Definecilerin antik kentte 1 yılda 40'ın üzerinde kazı gerçekleştirdiği belirlendi" dedi.


Kazı ekibi başkanı Doç. Dr. Erten ile belde belediye başkanı İsak Yılmaz ve çevre köylerdeki halkın Jandarma Genel Komutanlığı'na resmi başvurularda bulunduğunu ifade eden Akçay, şunları kaydetti: "Gelen yanıtta yurt genelinde küçük ve asayiş olaylarının az olduğu yerleşimlerdeki jandarma karakollarında böyle uygulamaya gidilmesi nedeniyle Uzuncaburç'taki karakolun yeniden açılamayacağı bildirildi. Yurdun birçok yerinde olduğu gibi Olba'daki kaçak kazılar, Uzuncaburç Jandarma Karakolu kapatılmadan önce de vardı. Ancak hem defineci tahribatının sayısı hem de tahribatın boyutları bu kadar büyük değildi. Şimdilerde dünyaca ünlü Uzuncaburç Olba Antik Kenti'nde definecilerin kıymetli metal arama bahanesiyle kültürel varlıkları tahrip etmesi önlenemiyor."


Olba'da, özellikle Akropolis'te kaçak kazıların bazılarının 6 metre derinliğe, 2-3 metre genişliğe ulaşacak kadar büyüdüğünü vurgulayan Akçay, "Örneklerini çevrede daha önce görmediğimiz büyüklükteki bu çukurların uzun süreli çalışmalarla oluşturulduğu açık" diye konuştu. Akçay, define aramada kullanılan ve son yıllarda iyice öne çıkan detektörlerin, arkeolojik tahribata yol açmanın ilk basamağını oluşturduğunu vurguladı. Yalan yanlış veri değerlendirmesiyle aletin işaret ettiği yerin hunharca kazıldığını ifade eden Akçay, "Sadece maden bulma ümidiyle arkeolojik değeri olan ne var ne yoksa tahrip ediliyor. Her yerde detektör reklamıyla karşılaşmak mümkün. Bu reklamlar zaman geçirilmeden durdurulmalı" dedi.


Akçay, kısa vadede Olba'da arkeolojik tahribatın önlenmesi ve korumacılık açısından Uzuncaburç Jandarma Karakolu'nun yeniden faaliyete geçirilmesi gerektiğini belirtti. Olba ve çevresindeki okullarda bilgilendirme sunumları yapılmasının önemli olduğunu dile getiren Akçay, şöyle devam etti: "Bölgenin genel tarihi üzerine bilgilerle birlikte çocukların yaşadıkları yerin arkeolojik önemini anlayarak korumacılık bilincine ulaşmaları sağlanmalı. Gazete, TV, internette define kazısını özendirici yayınlar ve definecilik amaçlı detektör satışı durdurulmalı. Bir saplantı halinde insanları kendine esir eden defineciliğin psikolojik sorun olduğunu ilgili bilim dalları ortaya koymalı ve bu konu halkımıza daha iyi açıklanmalı."

Haber Ekspres, 08.03.2007

BATMAN'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Batman Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, gerçekleştirdiği operasyonda tarihi eser olduğu değerlendirilen çok sayıda metal obje ele geçirdi.

 

Olayla ilgili yakalanan bir kişi adli mercilere sevk edildi. M.T.Ç isimli şahsın ikametinde, tarihi eser olduğu ve bu eserleri satmak için müşteri aradığı yönünde bir bilgiye ulaşan polis, gerçekleştirdiği operasyonda M.T.Ç isimli şahsı yakaladı. Şahsın ikametinde yapılan aramada, tarihi eser olduğu değerlendirilen, 9 adet çeşitli dönemlere ait sikke, 2 adet 3,5 cm boyunda üzerinde insan figürü bulunan obje, 1 adet metal heykelcik,  8 parça iç kısmından perçinlenmiş süslemeli kemer olduğu sanılan saç levha, 3 parça metal obje ele geçirildi. Olayla ilgili yakalanan M.T.Ç hakkında "2863 sayılı kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanununa muhalefet" suçundan düzenlenen tahkikat evrakı ile birlikte adli mercilere sevk edildi.

Batman Gazetesi, 07.03.2007

MUHSİN ERTUĞRUL SAHNESİ YIKILMAK İSTENİYOR, TİYATRONUN HABERİ YOK

 

Atatürk Kültür Merkezi'nin (AKM) yıkılması ve yerine kongre merkezi yapılmasıyla ilgili söylentiler devam ederken tiyatrocular dün Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yıkılmasıyla ilgili bir haberle sarsıldı.





İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Yönetim Kurulu böyle bir şeyden haberdar değildi. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yıkılması ve Açıkhava Tiyatrosu'nun üzerinin kapatılarak alanın kongre vadisine dönüştürülmesi bugüne dek tiyatronun üzerinde kara bulut gibi dolaşan söylentilerden ibaretti.

 

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy, Zaman'da dün yayınlanan Fikri Türkel imzalı haberde, Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nun üstünün kapatılacağını, Radyo Evi'nin müze haline getirileceğini ve Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yıkılıp daha modern bir binaya çevrileceğini açıklayan kongre vadisi projesinden söz ediyordu. Üstelik Ulusoy, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan destek gördüğünü ve çalışmalara 4 ay içinde başlanacağını ifade ediyordu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen, bu konuda bir bilgisinin olmadığını; ama Ulusoy'un bakanla bizzat görüşmüş olabileceğini söylüyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Nurullah Tuncer ise binalarını birkaç ay içinde boşaltmaları gerektiğini Zaman'ın dünkü "Muhsin Ertuğrul Sahnesi kongre merkezi yapılacak; ilk toplantı IMF'nin" başlıklı haberden öğrendi. Bu konuda uzun zamandır söylentiler olduğunu; fakat kimsenin kendilerini bilgilendirmediğini söyleyen Tuncer, "Binamız yıkılacak; ama bizim haberimiz yok. Üstelik yerine yeni bir tiyatro binası değil, kongre merkezi yapılacak. Çok ayıp. Tiyatroya ne kadar saygı duyulduğunu anlamış oluyoruz." diyor. İBB Şehir Tiyatrosu yönetmen ve yönetim kurulu üyelerinden Orhan Alkaya ise "Böyle söylentiler uzun zamandır vardı. Ama sorduğumuzda kimse duruma bir açıklık getirmiyordu. Şimdi ilk defa resmen açığa çıktı. Yıllardır gözleri vardı bu binada. Başaran Ulusoy bunu deşifre etti. Acaba şimdi de kaçamak cevap verebilecekler mi?" diyor.

 

Bu proje üzerinde 8 yıldır çalıştığını söyleyen Başaran Ulusoy, Kongre Vadisi Projesi'ne en geç 4 ay içinde başlanacağını, toplam 130 milyon dolarlık bir yatırımla gerçekleştirilecek çalışma tamamlandığında, 17 bin kişinin aynı anda vadide ağırlanabileceğini söylüyor. Durumun Ulusoy'un 'ileri geri konuşmasından' ibaret kalmasını uman Orhan Alkaya, "İstanbul şehrinin yöneticileri umarım Ulusoy gibi sadece paraya önem veren kimseler değillerdir. Başaran, inşallah başarısız olur." diyor. Tiyatronun yerine yapılacak kongre merkezindeki ilk toplantıyı IMF'nin yapmasının planlandığını hatırlatan Alkaya, "Mesleğimize ve Muhsin Ertuğrul ustamıza bundan daha büyük bir hakaret yapılamazdı." cümleleriyle üzüntüsünü dillendiriyor. Nurullah Tuncer ise 93 yaşındaki bir kurumun merkezi binasının ve en önemli sahnesinin yıkılıp yerine kongre merkezi inşa edilmesini ve ilk toplantının IMF için düşünülmesini "Allah yardımcımız olsun." cümlesiyle tamamlıyor.

Zaman, Haber: Jülide Karahan, 08.03.2007

İLAHİYATÇIDAN DEFİNE SİTESİ

 

İlahiyatçı Hüseyin Aydın, emekli olduktan sonra uzun zamandır hobi olarak yaptığı defineciliği internet sitesine taşıdı. İstanbul'da hizmet veren bir dedektör firmasının İç Anadolu bölge bayiliğini yürüten Aydın, hem definecilikte kullanılan dedektörlerin satılması hem de define meraklılarına yönelik site kurdu. Sitede; işaretler, define gömü noktaları, definecilikte başarının yolları, kullanılan cihazlar hakkında teknolojik bilgiler, arazide gözlem, arkeoloji sözlüğü, Türkiye'deki antik sit alanları ve ören yerleri ile Bizans, Roma ve Grek sikkelerinin tanıtımı ve uluslararası müzayede fiyatlarına yer veriliyor. İnternet sitesini kurmaktaki amacının "biraz hobi, biraz ticaret" olduğunu söyleyen Aydın, aslında ilahiyatçı olduğunu, ancak tarih ve arkeolojiye meraklı olduğunu belirtiyor. Siteyle, definecilik yapmak isteyen insanları "biraz tahrik ettikleri"ni ifade eden Aydın, şunları söylüyor: "Biz define işiyle ilgilenen insanlara define yoluyla zengin olabileceklerini söylüyoruz. Ancak bunu akıllıca, teknolojiyi ve bilgiyi kullanarak yapmaları gerektiğine sitede yer veriyoruz. 'İnsanların ekonomisi düzelsin', yani 'Yeraltında duracağına insanımızın cebine girsin, ekonomimize katkımız olsun' diyoruz. Çünkü bu gömüleri bulan definecilere, eğer kurul tarafından değer görülürse yüzde 50 pay veriliyor."

Milliyet, Haber: Burcu Devrez, 06.03.2007

ATA HEYKELİNE SAYGISIZLIK

 

Eyüp Alibeyköy Çırçır Mahallesi’nde bulunan Şelale Çay Bahçesi’nin içindeki Atatürk heykelinin durumu içler acısı. Şaha kalkmış atının üzerinde bulunan Ata heykelinin tamamı dökülüyor. Çatlaklar içindeki heykelde Atatürk’ün ufku gösteren parmağı kopmuş, atın sağ arka ayağı kırılmış durumda.

CHP Eyüp İlçe Başkanı Lütfü Gündoğdu ile çay bahçesinin sahibi Talat Demirbağ, Eyüp Belediyesi ve Eyüp Kaymakamlığı’na başvuru yaparak bakımsız kalan heykelin onarılmasını istedi. Ancak her iki kurum da teknik imkanlarının yeterli olmadığını belirterek, İBB’ye yazı yazdı.
Akşam, Haber: Nebahat Koç, 08.03.2007

KAZDIKLARI TÜNELDE YAKALANDILAR

 

Ankara'nın Polatlı İlçesi Gençali Köyü'nde tarihi eser ve define aramak amacıyla kazı yapan 5 kişi jandarmanın sıkı takibi sonucu kazdıkları 10 metrelik tünelde yakalandı.

İ.T. ve M.Ü. gözcülük yaparken, diğer M.K., Z.Y. ve R.Ş. ise tünel kazarken gözaltına alındı. 10 metrelik tünel kazdıkları belirlenen zanlılar, sevk edildikleri adliyede tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, kazı işlemlerinde kullandıkları ekipmana el konuldu.

Milliyet, Haber: Metin Özdemir, 06.03.2007

KOCAELİ'NDE EL YAZMASI 550 YILLIK KUR'AN-I KERİM ELE GEÇİRİLDİ

 

Kocaeli'nin Körfez İlçesi'nde el yazması 550 yıllık Kur'an-ı Kerim ele geçirildi.

 

Alınan bilgiye göre, Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekipleri, Van'dan getirdikleri tarihi değere sahip el yazması Kur'an-ı Kerim'i Kocaeli'de satmak isteyen K.Y. ve M.A ile alıcı gibi davranarak, 600 bin YTL karşılığında anlaştılar. Buluşma yeri olarak belirlenen Körfez ilçesinin Esentepe Mahallesi'nde önlem alan ekipler, K.Y. ve M.A'yı yanlarında getirdikleri Kur'an-ı Kerim ile birlikte yakaladılar.


Yapılan incelemede 15x9 santimetre ebatındaki el yazması Kur'an-ı Kerim'in 550 yıllık olduğu anlaşıldı. Gözaltına alınan zanlıların Savcılık tarafından serbest bırakıldığı bildirildi.


Kur'an-ı Kerim, Kocaeli Müze Müdürlüğüne teslim edildi.

Vatan, 05.03.2007

MERMER SÜTUNDA DEFİNE ARADILAR

 

İstanbul Aksaray Muratpaşa Camii'nin avlusunda bulunan mermer sütunlarda 3 yıl önce kaçak define aramak için bir araya gelen Seyfettin Yıldız, Efer Çakır, Ziver Yılmaz ve Kemal Gül, gece yarısı cami avlusuna girdi. Sütunun üst kısmında kurşunla kaplanmış kesik taş bölümde define olduğunu sanan kişiler 3 metre yüksekliğindeki yekpare taş sütunun kurşunla kaynatılan kısmını eritip çıkarmak isterken caminin müezzini Rahmi Aydın'a yakalandı. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından defineciler hakkında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefet suçundan 1 yıldan 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 3 yıldır süren davada sanıklardan Kemal Gül, yargılandığı sırada vefat etmişti.

Sabah, Haber: Ali Oktay, 05.03.2007

KİBELE HEYKELİ İLE YAKALANANLAR SERBEST BIRAKILDI

 

Kayseri’de 3 bin yıllık olduğu tahmin edilen bronz Bereket Tanrıçası Kibele heykeli ile Roma ve Bizans dönemine ait 6 sikke ile yakalanan iki kişi, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

 

Melikgazi İlçesi Gesi Beldesi Jandarma ekipleri tarafından yakalanan, 28 yaşındaki Mehmet Suna ve 27 yaşındaki Hakan Ağca, sorgularının ardından Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet iddiasıyla mahkemeye gönderildi. Sanıklar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ele geçirilen Kibele tanrıçacı heykeli, 6 sikke ve bir dedektör de Cumhuriyet Savcılığına teslim edildi. Heykel ve sikkelerin, soruşturmanın ardından Müze Müdürlüğüne verileceği bildirildi.

Jandarma ekipleri, İldem Fatih Mahallesi girişinde durdurdukları 38 HF 341 plakalı minibüste yaptıkları aramada, Antik Anadolu dönemine ait olduğu tahmin edilen 3 bin yıllık bronz Bereket Tanrıçası Kibele heykeli ile Roma ve Bizans dönemine ait 6 sikke ile define aramada kullanılan bir dedektör ele geçirmişti. Olayla ilgili Mehmet Suna ve Hakan Ağca gözaltına alınmıştı.

Vatan, 05.03.2007

TÜNELDE DEFİNE YERİNE JANDARMAYI BULDULAR

 

Polatlı'nın Gençali Köyü’nde tarihi eser ve define aramak amacıyla kazı yapan beş kişi, jandarmanın sıkı takibi sonucu kazdıkları tünelde kıskıvrak yakalandılar. Köyde 10 metrelik tünel kazan defineciler, bir anda jandarmayı karşılarında görünce şok yaşadı.

Polatlı’ya 50 kilometre mesafede bulunan Gençali Köyü’nün Özsazlar mevkiinde define arayan beş kişi, kazı aletleri ile birlikte ele geçirildi. İ.T. ve M.Ü. adlı şahısların gözcülük yaparken, diğer 3 kişi M.K., Z.Y. ve R.Ş. isimli şahıslar da Hilti ile tünel kazıyorlardı. Polatlı Jandarma ekipleri, kaçak kazı yapan beş kişiyi günlerce takibe aldı. Kazı çalışmaları yapılırken suçüstü yakalanan kaçak define avcıları, alet ve edavatları ile birlikte kıskıvrak yakalandılar.

10 metrelik tünel kazdıkları görülen defineciler, aradıkları defineye ulaşamadılar. Jandarmada ifadeleri alınan kaçak defineciler, sevkedildikleri adliyede tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, kazı işlemlerinde kullanılan ekipmanlara ise el konuldu.

Hürriyet Ege, Haber: Metin Özdemir, 05.03.2007

ROMA DÖNEMİNE AİT HEYKEL ELE GEÇTİ

 

Gölbaşı İlçesi'nde kaçak kazı yapan ve kazıda Roma dönemine ait kartal figürü bulan kaçak kazıcıların ele geçirdiği heykele jandarma ekipleri el koydu. 

Edinilen bilgiye göre, jandarma ekipleri Gölbaşı İlçesi Harmanlı Beldesi'nde kaçak kazı yaptıkları ve tarihi eser buldukları ihbarını alarak şahısların peşine düştü. Kazıyı yapan A.K. ve Ü.S.'nin peşine düşen jandarma ekipleri, Roma dönemine ait kartal figürünü ele geçirdi. 

Şahıslar gözaltına alınırken, olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Adıyaman Kent Haber, 02.03.2007


"TARİHİ YARIMADA'NIN ALAN YÖNETİMİ" TOPLANTISI

 

UNESCO İzleme Komitesi'nin düzenlediği "İstanbul'un UNESCO Dünya Mirası Sorumluluğu Toplantıları I" adlı toplantının konusu "Tarihi Yarımada'nın Alan Yönetimi" olarak bildirildi.

Oxford Brooks Üniversitesi, ICOMOS İngiltere'den Dr. Aylin Orbaşlı, İstanbul Tarihi Yarımada Alan Yönetimi Başkanı İhsan Sarı, mimar-alan yönetimi uzmanı Tanju Akan ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'den moderatör Doç. Dr. Deniz İncedayı'nın konuşmacı olarak katılacakları toplantı 13 Mart Salı günü saat 18.30'da Pera Müzesi Konferans Salonu'nda gerçekleştirilecek.

TAYHaber, 09.03.2007

D-100'ÜN ALTINDAN ROMA MEZARLIĞI ÇIKTI

 

Tarihte birçok medeniyete başkentlik yaptığı bilinen İzmit’te, mevcut D-100 Karayolu’nun altından Roma mezarlığı çıktı. D-100’ün kent içi geçişinde Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Battı-çıktı’ olarak da adlandırılan altgeçit inşaatı da, mezar lahitlerine rastlanması nedeniyle kısmen durduruldu.

Yaklaşık 2 bin yıllık geçmişi olan ve o dönemlerde İskenderiye, Antakya ve Roma’dan sonra dünyanın en büyük liman kenti olduğu tarihi kayıtlardan anlaşılan İzmit, Nikomedya Krallığı’nın yanı sıra Roma İmparatorluğu’na da M.S. 284 yılında da İmparator Diokletionus döneminde imparatorluk başkenti yapıldığı biliniyor.

Halen Orhan Mahallesi’ndeki konutların altında İzmit Körfezi’ne hakim büyük bir antik tiyatronun bulunduğu da belirlenen İzmit’te, kazılan hemen her yerden tarih fışkırıyor. Bunun son örneği de, Büyşükşehir Belediyesi’nin D-100’ün kent içi geçişinde yaptırmakta olduğu altgeçiş inşaatında rastlandı. ‘Battı-çıktı’ olarak da adlandırılan altgeçit için yapılan kazı çalışmaları sırasında yaklaşık 10 metre derinde Roma dönemine ait lahitler çıktı. Durumun Müze Müdürlüğü’ne bildirilmesi üzerine çalışmalar durduruldu.

İzmit Müze Müdürü İlksen Özbay, burada şu anda iki adet içi daha önce boşaltılmış lahit mezar bulunduğunu belirterek, bu bölümdeki çalışmaları durdurduklarını, bölgede daha geniş araştırma başlattıklarını belirtti. İlksen Özbay, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun konuyu incelediğini ve verilecek karara göre hareket edileceğini bildirdi.


İzmit’in çeşitli bölgelerinden çıkan ve aralarında ‘Herkül’ olarak da bilinen Herakles’e ait başı eksik dev heykelin de bulunduğu eserler, Av Karsı, Müze Müdürlüğü ve yeniden restore edilen eski Gar binası bahçesinde muhafaza ediliyor.

Hürriyet, Haber: Ergün Ayaz, 09.03.2007

GÜLBAHAR HATUN KÜLLİYESİ'NE RESTORASYON

 

Tokat'ta, Gülbahar Hatun Külliyesi'nde restorasyon çalışmaları başlatıldı. 

Sultan II. Beyazıt'ın annesi Gülbahar Hatun için 1484 yılında cami, medrese, imaret olarak yaptırdığı eserler arasında bulunan külliye, yıllardır ilgisizlik ve bakımsızlıktan yıkılmak üzereydi. Bugüne kadar birçok vatandaş tarafından ismi dahi bilinmeyen tarihi eserin, restorasyon çalışmalarının tamamlanması ile hak ettiği yeri bulması bekleniyor. 

916 bin YTL ihale bedeli üzerinden imzalanan sözleşmeye göre restorasyonun 12 Ağustos 2007 tarihine kadar tamamlanması hedefleniyor. Onarım sonrasında ise tarihi mekanın bir kısmının kafeterya olarak işletilmek üzere kiraya verileceği kaydedildi.

Tokat Kent Haber, 09.03.2007

OSMANLI BANKERİ YORGO ZARİFİ'NİN KÖŞKÜ İTO'YA SOSYAL TESİS OLUYOR

 

Osmanlı döneminde imparatorluğa borç veren en ünlü bankerler arasında anılan Rum Yorgo Zarifi’nin İstanbul Tarabya'daki köşkü İstanbul Ticaret Odası (İTO) üyelerinin sosyal tesisi oluyor. İTO yönetimi, üyelerinden gelen talep doğrultusunda Kandilli’deki Cemile Sultan Korusu’nda bulunan sosyal tesislerine ek olarak 14 dönümlük arazi üzerinde kurulu Yorgo Zarifi Köşkü’nü de restore ederek üyelerine açmaya karar verdi. İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, Milli Emlak’tan 14 Şubat’ta bir yıllık ön izin alındığını belirterek köşkün restorasyonu için proje hazırlanacağını açıkladı. Arazide yıkılacak hale gelmiş iki bina bulunduğunu vurgulayan Murat Yalçıntaş, “Bu binaların restorasyonu için bir proje hazırlanacak. Bu projenin kabul edilmesi halinde tesis 49 yıllığına odamızın olacak” dedi. İTO’nun sosyal tesis olarak kullanmayı planladığı Yorgo Zarifi Köşkü, Yorgo Zarifi’nin ölümünden sonra varislerine geçti, varisleri köşkü bir şirkete sattı ancak alan şirket, borçlarını ödemeyediği için köşk Milli Emlak’a geçti.

 

Galata’da sözü geçen Rum bankerlerin en ünlüsü olan Yorgo Zarifi, Sultan 2’nci Abdülhamit’in danışmanlığını yapacak kadar Osmanlı’ya yakındı. Hazine’ye kalan gayrimenkul varlığı Tarabya’daki 15 dönümlük arazi ile sınırlı değil. Yine Tarabya’da beş dönümlük arsa, bir ev ve konak sahibi olan Zarifi, kendisi adına Yeniköy’de bir de kilise yaptırmıştı. İstanbul’u çok seven Yorgo Zarifi, 27 Mart 1884’te öldükten sonra, kalbi çıkartılarak yaptırdığı kilisenin duvarında özel bir bölüme yerleştirildi. Üzerine de isminin baş harfleri olan bir arma yapıldı. Zarifi, Büyükada ile Burgazada da çok sayıda arsa ve ev sahibiydi.

Referans, 09.03.2007

EL YAZMASI ESERLER DİJİTAL ORTAMDA

 

Amasya Bayezid Halk Kütüphanesi'nde bulunan çeşitli tür ve konulardaki 2 bin 340 adet nadir el yazması eser dijital ortama aktarıldı. 

Amasya Valiliği'nden verilen bilgiye göre, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü'nün başlattığı ve Türkiye genelinde 6 ili kapsayan proje kapsamında Amasya Bayezid Halk Kütüphanesi'nde 4 aydır süren çalışma sonrasında aralarında altın işlemeli eserlerinde bulunduğu 2 bin 340 adet el yazması eser dijital ortama aktarıldı. 

Eserlerin dijital ortama aktarılması çalışmaları ile birlikte araştırmacıların Amasya'ya gelmelerine gerek kalmadan internet ortamında ve basılı malzemelerden edindikleri bilgiler doğrultusunda istedikleri kitapların CD'lerinin posta aracılığıyla kütüphaneden talep edebilecekleri, böylece hem eserlerin okuma ve araştırma esnasındaki kurallara uyulmamasından dolayı doğan tahribat önlenmiş hem de okuyucu ve araştırmacıların kitaplara daha kolay eriş imkanı sağlanmış olacak.

Amasya Kent Haber, 09.03.2007

BİTMEYEN KAVGALAR-1

ALLIANOI'DE DUVAR TEKLİFİ İNCELENECEK

 

İzmir'in Bergama İlçesi'ndeki Yortanlı Barajı alanında bulunan Allianoi antik şehrinin su altında kalmaktan kurtarılması için hazırlanan 770 metre uzunluğunda ve 1.5 metre kalınlığındaki taş duvar projesini bilirkişi inceleyecek. Bugüne kadar 53 milyon YTL harcanan ve su tutma aşamasına gelen barajda İzmir 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, su tutulmasını durdurmuştu. Bu karar sonrası alternatif proje geliştiren Devlet Su İşleri (DSİ) 2. Bölge Müdürlüğü, Allianoi'yi 1.5 metre kalınlığında taş duvarla koruma altına almayı teklif etti.


Önceki gün bir araya gelen kurul üyeleri, bilim heyeti başkanı Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hayat Erkanal ile DSİ 2. Bölge Müdürü Ayhan Sarıyıldız'ı dinledi. DSİ 2. Bölge Müdürü Sarıyıldız, Allianoi'nin 770 metre uzunluğunda ve 1.5 metre kalınlığındaki kagir duvar ile çevrilerek korunmasını öngören projeyi anlattıklarını söyledi. Bu sayede kalıntıların sular altında kalmasına karşın yamaçlardan gelecek birikimlerden de korunmuş olacağını aktaran Sarıyıldız, toplantı sırasında köylülerin kendilerine destek verdiğini hatırlattı.


Dünya genelinde hızla küresel ısınma oranının arttığına dikkat çeken Sarıyıldız, "Dünkü toplantıda koruma Kurulu, Bilimsel Heyet Başkanını dinledi. İlke kararları kapsamında DSİ'nin hazırladığı projeyi kurul olumlu buldu. Ayrıca bilimsel heyet tarafından uygun olup olmadığının tespit edilmesini istedi. Bilimsel Heyet Başkanı yazılı rapor hazırlayacak. Rapor geldikten sonra kurul kararını verecek. Bu baraj için 53 milyon YTL yatırım yaptık, 3.5 milyon YTL de koruma için verdik. Artık kararı bekliyoruz. Karar sanırım Mart sonundaki toplantıda açıklanacak. Duvar için 1 milyon YTL daha harcamayı düşünüyoruz. Köylülerin eylemine gelince geç bile kaldılar. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nden bir Profösör iptal edilsin diye konuşuyor, Yunan milletvekillleri iptal edilsin diyordu. Bu sudan faydalanacak olan halk hep sustu. Şimdi halk konuşuyor, çünkü kuraklık kapıda" dedi.

Haber Ekspres, 09.03.2007


*********


ALLIANOI'YE 'UTANÇ' DUVARLI SALDIRI

 

Prof. Dr. İlyas Yılmazer Bergama'da Yortanlı Barajı'nın tehdit ettiği Allianoi antik kentinin bir "koruma duvarı" yla korunması önerisine "Bu bir mühendislik projesi değil, tam anlamıyla katliam projesi" sözleriyle karşı çıktı.

 

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim-Enerji-Deprem-Ulaştırma (EDU) Ulusal Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. İlyas Yılmazer , Bergama'da Yortanlı Barajı'nın tehdit ettiği Allianoi antik kentinin bir "koruma duvarı" yla korunması önerisine "Bu bir mühendislik projesi değil, tam anlamıyla katliam projesi" sözleriyle karşı çıktı. Dağdan akan suların önce "koruma duvarı" denilen duvarın içine hapsedilen Allianoi'yi örteceğine, sonra duvarı aşıp baraja ulaşabileceğine dikkat çeken Yılmazer, 2000 yıllık tarihi kentin tamamen yok olacağını vurguladı.

Bilindiği gibi, dünyada ilk ameliyatın yapıldığı yer olarak bilinen Allianoi antik kenti ve etrafındaki ovalar Yortanlı sulama barajının suları altında yok edilmek üzere... Bir süre önce duyarlı çevre ve bilim insanlarının girişimleriyle Allianoi'nin kurtulduğu gazetelerde yayımlandı.

Cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan girişimler sonuç vermiş, 26 Aralık 2006 tarihinde sonsuza dek korunmak üzere Allianoi ve çevresi Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devredilmiş, bu karar Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmişti.

Ancak İzmir 2. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumu Kurulu, Devlet Su İşleri'nin (DSİ) hazırladığı "koruma duvarı" projesini olumlu bularak uygulamaya karar verdiğini Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ilgili birimlerine iletti.

Bölgeyi bilmeyen herkes için tarihi kent kurtulmuştu. Gerçekten öyle miydi? Prof. Dr. İlyas Yılmazer'e göre, "Kesinlikle hayır..."

"Suyun baraja ulaşması için önce Allianoi'yi gömmesi gerekir. Sonra da duvarın üzerinden taşıp baraja gider" diyen Yılmazer, "Zihinsel özürlü insanlar bile bunu yapmaz. Böyle bir ihanette bulunamaz" sözleriyle projeye sert tepki gösteriyor. Projenin yanlış olduğunu vurgulayan Yılmazer, "Hiçbir geçerliliği olmayan ihanet projesi... Koruma duvarı değil, tersine daha çabuk yok etme duvarı. Çünkü su yukarıdan doğru geliyor, dağdan doğru geliyor. Bu bir mühendislik projesi değil, tam bir katliam projesidir. Bu haliyle mühendislik ilkeleriyle bağdaşır yanı yoktur" diyor. "Para için vatanını satan pek çok insanla karşılaştık" diyen Yılmazer, taşınması uygun görülen parçaların Bergama Müzesi'ne kaldırılmak istenmesini de eleştirerek "Müzeye kaldırılan her bir parça, yapılan katliamın canlı birer belgesidir. O eserler ancak ve ancak yerinde anlamlı ve değerlidir. Dört duvarın arasında değil" diye konuştu.

Yortanlı Barajı'nın ilk planlandığında şu anki yerinden 15 kilometre yukarıda, Yortanlı Köyü yakınında olduğunu anlatan Prof. İlyas Yılmazer, ancak Allianoi'ye zarar varmeyen bu projeden sonra vazgeçilerek baraj yerinin adeta "Allianoi'yi yok etmek için" Aşağı Paşaköy yakınına taşındığını belirtti. "Bunlar vatan haini, bunlar insanlık düşmanı" sözleriyle tepkilerini dile getiren Yılmazer'in hem Allianoi'yi hem de çevredeki tarım arazilerini kurtaracak, ayrıca 20 bin dönümlük birinci sınıf bahçe tarım alanını ortaya çıkaracak projesi de hazır. Doğa ve insanın öncelikli olduğu projede çözüm, "Seldağınık-Toriçelli sisteminin Yortanlı ve Çınarlı Çayı havzalarında uygulanması" ndan geçiyor: "Benim önerim, o bölgede 3 önemli ana havza var. Yortanlı, Çınarlı ve İlyas havzası. Dolayısıyla bu önerim her üç havzada da uygulanabilir. 1908 yılından beri de bu seldağınık, yani yeraltına depolama sistemi bütün dünyada kullanılıyor. Dağın başından itibaren başlanıyor. Ama yerin altında, kimse görmüyor. Bu bizim mesleğimizle ilgili, depoluyorsunuz suyu dağın içine, bunun yöntemleri var. Bu yöntemle, hem de doğayla barış halinde, daha fazla su ve tarım alanı kazanabilirsiniz. Mesela suyu bin koduna depoladınız. Aşağı çıplak yamaçlardan borularla baraja doğru taşırken yer yer 8 metre koduna kadar çıkacaksınız. Vanalar koyabilir, suyu akıttığınızda buralar sulanabilir istenirse. Kışın depoluyorsunuz, yazın da kullanıyorsunuz. Doğayla barışık halde. Doğaya ve çevreye zarar vermeden. Bunlar mühendisliğin ulaştığı harika projeler. Doğaya zarar verdiğiniz zaman mühendislik projesi olamaz, katliam projesidir. Doğa, tarih ve kültür katliam projesidir.

Yeraltı depolama sistemiyle şu kazanımlar da sağlanacaktır:
1- Daha fazla su sağlanacaktır,
2- Kamulaştırmaya gereksinim yoktur,
3- Çevre kıyımı olmayacaktır,
4- Erozyon sıfırlanacaktır,
5- 20 bin dönüm birinci sınıf bahçe tarım alanı ortaya çıkarılabilecektir. Bu da öneri projemizi uygulamak için harcanacak paranın en az 10 katı değerinde tarım alanı demektir,
6- Projenin uygulanması, ilgili köy ve kasabada yaşayan kişilerce yaşama geçirilebilecektir,
7- Yasal düzenleme yapılarak projemizle birlikte elde edilecek tarım alanlarının ilgili yerel idare veya ortaklıklara bırakılması durumunda, sıfır harcama yapılmış olacaktır."

Projeden özellikle para istemediğini vurgulayan ve uzun soluklu bir proje olduğuna dikkat çeken Prof. Yılmazer, çaresizce "Bizi dinlemiyorlar bile" diyerek bir önemli konuya daha parmak basıyor:

"Faaliyete geçirilmek istenen baraj, başlangıçta 70 milyon metreküp ve giderek azalan oranda su sağlayacak. Yaklaşık 40 yıl sonra da işlevini yitirmiş olacak. Kamulaştırma, ovaların ulusal servet değeri, yapım masrafları ve diğer giderler göz önünde tutulduğunda barajın 40 yıl sonraki getirisi, götürüsünün ancak yüzde 41'i kadardır. Allianoi uygarlık anıtlarının bedeline ise paha biçilemez. Ayrıca asırlardır hizmet veren yerısı (jeotermal) gizilgücünün değeri barajın getirisinden daha da fazladır."

Bergama Kuzey Ege, 09.03.2007


*********


BERGAMA'DA ALLIANOI VE YORTANLI BARAJI MASAYA YATIRILDI

 

“Yortanlı barajı su mu tutmalı? Yoksa Allianoi su altından kurtarılarak barajdan vaz mı geçilmeli” konulu bir toplantı düzenlenerek her iki sorun masaya yatırılarak tartışıldı.

 

İlçe Ziraat Odası Başkanı Bedri Çakmaklıoğulları’nın Başkanlığında Yortanlı Barajı Girişim Grubu'nun düzenlediği geniş katılımlı toplantıya sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, Siyasi Partilerin ilçe Başkanları, belde belediye Başkanlarıyla DSİ İl Başkanı Ayhan Sarıyılmaz, İzmir Ziraat Odası Başkanı Sedat Köse katıldı.

Yapılan toplantı tüm konuşmacılar Yortanlı barajının bir an önce su tutması isteyerek bölgede bundan yararlanacak 7 bin ailenin fayda sağlayacağını ifade ettiler. Allianoi mi yoksa Barajı mı konusunun ele alındığı geniş katılımlı acil eylem planları yapılması konusunda görüş birliğine varılarak Allianoi Bilim Kurulu'nun olaya biraz da çiftçi ve susuzluk açısında bakmalarını sağlayacak bir dizi etkinlik ve eylemler yapılması istedi.

İlçe Ziraat Odası Başkanı Bedri Çakmaklıoğulları, “Bakırçay Çiftçisi için can simidi olan Yortanlı Barajı, Allianoi Girişim Grubu tarafından onlarca dava açılarak engellendi” diyerek “Oysa bu grubun içinden Bergama’yı temsil eden sadece 2 kişi vardır. Girişimin içinde olan diğer kişilerin hepsi de ilçe dışından kişilerdir. Burada toplanan halk ise gerçek Bergamalılar ve çiftçilerimizi destekleyen insanlardır. Biz barajımızı istiyoruz ve Allianoi gibi bir yerde kabul etmiyoruz” dedi.

İl Ziraat Odası Başkanı Sedat Köse İse açıklamasın da “ Bizler millet olarak he zaman üreten. çiftçimizin yanında yer almalıyız. Üretenimize sahip çıkmalıyız. Çünkü üretmek ve emek vermek kutsaldır. Yortanlı Barajı'nı yapmamak çiftçimize sahip çıkmamak çiftçimize yapılmış en büyük saygısızlıktır” dedi.

Toplantı da söz alarak barajın son durumu hakkında bilgi veren DSİ İl Müdürü Ayhan Sarıyılmaz, konuşmasında Yortanlı Barajı'nın tamamıyla bittiğini ifade ederek “Tek sorunumuz Allianoi Girişim Grubu tarafından açılan davalar ve son oluşturulan Bilim Kurulu'nun son kez önümüzdeki Çarşamba günü İzmir de yapacağı toplantıda vereceği karardır. Bu barajdan vazgeçilemez. Bu zamana kadar biz DSİ olarak kurtarma kazılarına 3.3 trilyon lira masraf etmiş bulunuyoruz. Tek çözüm yolu buradaki tarihi eserlerin üzerinin kille kapatılarak tarih koruma altına alınmasıdır." dedi.

Toplantıda söz alan siyasi partilerin İlçe Başkanları ile sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de küresel ısınmanın yaşandığı dünyamızda yeraltı sularının her gün giderek azaldığını, göletlerin kuruduğunu ve barajlara aşırı derecede ihtiyaç duyulduğunu ifade ederek "Yortanlı Barajı acilen yapılmalıdır. Üreten çiftçimizin yanındayız." diyerek baraj yapımnı desteklediklerini ifade ettiler.

Bergama Kuzey Ege, Haber: Turgay Tuna, 09.03.2007


*********


ALLIANOI İÇİN FARKLI SESLER

 

Bergama’da Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak olan Allianoi Antik Kenti’nin kurtarılması için hükümete açık mektup gönderildi.

Mektupta, kazı alanının üstü örtülerek terk edilmesi seçeneğinin, bazı yerel politikacıların baskılarıyla Allianoi için oluşturulan bilim kurulunun isteği gibi yorumlanıp baraj çalışmalarının başlatılmasının geri dönülmez bir yanlış olacağı öne sürüldü.

Mektupta, Allianoi’nin korunup turizme açılmasıyla sağlanabilecek kazanç olanaklarının yok sayılmasının kabul edilemez hesap hatası olduğu da vurgulanarak, "Allianoi’deki kazıların en dar çerçevede tamamlanması bile beş yıllık bir süreyi gerektirirken, sanki bu alandan sağlanabilecek veri ve bilgiler toplanmış gibi hareket edilmesini, bilime ve kültüre yönelik ağır bir değer bilmezlik olarak değerlendiriyoruz" denildi.

Allianoi Girişim Grubu’na karşılık yöredeki çiftçiler de barajda su tutulmasını sağlamak amacıyla "Yortanlı Barajı Girişim Grubu" oluşturdu. Grubun ilk toplantısına DSİ 2. Bölge Müdürü Ayhan Sarıyıldız, İzmir Ziraat Odası Başkanı Sedat Köse, baraj suyundan yararlanacak olan beldelerin belediye başkanları, ziraat odaları başkanları, siyasi parti temsilcileri ve bazı çiftçi temsilcileri katıldı. Bergama Ziraat Odası Başkanı Bedri Çakmaklıoğulları, barajın yöredeki 40 bin kişinin yaşamını etkilediğini, tarımın çeşitlenmesi ve sürdürülebilmesi için su tutulmasının çok önemli olduğunun altını çizdi. Çakmaklıoğulları, "İzmir 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, 7 Mart’ta toplantı yapacak, DSİ’nin son projesi görüşülecek. Hep birlik olalım ve bu toplantının yapıldığı yerin önünde pankartlarımızla eylem yapıp suyun bizim için ne kadar gerekli olduğunu anlatalım" dedi. Çakmaklıoğulları’nın bu önerisi toplantıya katılanlar tarafından kabul edildi.

Hürriyet Ege, Haber: Turan Gültekin - Tahsin Tuna, 05.03.2007

EN ÇOK TURİST ÇEKEN MÜZELER

 

2006'da Türkiye genelindeki 313 müze ve ören yerini 16 milyon 86 bin kişi ziyaret etti. En çok ziyaretçiyi ise Topkapı Sarayı Müzesi, Ayasofya Müzesi ve Efes Ören Yeri topladı.

 

Topkapı Sarayı'nı toplam 1 milyon 803 bin 951, Ayasofya Müzesi'ni 1 milyon 647 bin 570 ve Efes Ören Yeri'ni 1 milyon 215 bin 929 kişi ziyaret etti. Mevlana Müzesi ise 1 milyon 14 bin 925 yerli ziyaretçi ile en çok yerli turisti çekti. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, geçen yıl Türkiye genelindeki 313 müze ve ören yerini yaklaşık 16 milyon 86 bin kişinin ziyaret ettiğini belirterek, 64 milyon 833 bin 410 YTL gelir elde edildiğini kaydetti.

İnsanların sadece çok bilinen müzeleri ziyaret ettiğine dikkat çeken Düzgün, "Kamuoyunda birçok insanın bilip de ziyaret ettiği medyatik ören yerlerinin dışında, hala sadece o yöre insanlarının ve Bakanlığın bildiği nadide yerlerin bulunduğunu" anlattı. Düzgün, "Örneğin, Kayseri Güpgüp Konağı Müzesi, Konya Sırçalı Medresesi Mezar Anıt Müzesi, Tokat'ta Sebastapolis Ören Yeri gibi yüzlerce tarihi yer fark edilmeyi bekliyor" dedi.

Milliyet, 09.03.2007

HONAZ KAYMAKAMLIĞI MAĞARADAKİ ÇÖKME TEHLİKESİNİ ARAŞTIRACAK

 

Denizli'nin Honaz İlçesi'ne bağlı Kaklık beldesinde bulunan ve "yerin altındaki Pamukkale" olarak anılan Kaklık Mağarası'ndaki çökme tehlikesine dikkat çekilen haberin ardından Honaz Kaymakamlığı harekete geçti.

 

Kaymakam Atila Kantay, mağarada çökme tehlikesi olup olmadığının araştırılması için Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne yazı yazıldığını söyledi.

 

Kaymakam Kantay, "Burası çok turist çeken, önemli bir mağaramız. Çökme tehlikesiyle ilgili haber sonrası acilen araştırma yapılması için İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne resmi yazı yazdık." dedi. Kantay, gerçekten bir tehlike olması halinde tedbir alacaklarını belirterek, "Durum çok tehlikeliyse, gerekirse mağarayı kapatmak için başvuracağız." şeklinde konuştu. Zaman'ın 4 Şubat 2007 tarihli nüshasında yayımlanan haberde, Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğü Karst ve Mağara Araştırmaları Birim Yöneticisi Dr. Lütfi Nazik, mağaranın karstik özelliği gereği kurumalar sebebiyle çökme tehlikesi bulunduğunu söylemişti.

Zaman, Haber: Resul Cengiz, 08.03.2007

KÜLTÜR VARLIKLARI 37 MİLYON YTL İLE HAYAT BULACAK

 

 

Valilik, 2010 yılında kültür başkenti olmaya hazırlanan İstanbul'da taşınmaz varlıklar için 37 milyon YTL harcayacak. Ayrılan bu kaynakla bin 200 eser yeniden yaşatılacak. İstanbul 2010 yılında Avrupa kültür başkenti olmaya hazırlanırken, taşınmaz kültür varlıkları da bir bir ayağa kaldırılıyor. İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi, belediyelerin aldığı emlak vergilerinden kesilen yüzde 10'luk paydan oluşan 'Kültür Varlıklarını Koruma Fonu'nda biriken 45 milyon YTL'nin 37 milyon YTL'sini kültür varlıklarının hayat bulması için geliştirilen projelere aktardı. Aktarılan kaynakla bin 200 tarihi eserin kurtarılması için adımlar atılacak. Kurtarılacak kültür varlıkları arasında Mimar Sinan'a ait Silivri'de bulunan köprü, Galata Kulesi ve çevresi, Süreyya Sineması, Süleymaniye yenileme alanı, Rumeli feneri ve surları, Bayrampaşa'da bulunan Çevik Kuvvet binaları ile çevresi, Tophane ve çevresi yenileme alanı, Şile Deniz Feneri, Harp Akademileri bünyesinde bulunan tarihi savaş araç gereçlerinin sergileneceği bir bina ve Adile Sultan Kasrı'nın restorasyonu projeleri de bulunuyor. Ayrıca 2006 yılında başlayıp ve devam eden 22 proje için Beşiktaş, Eminönü, Fatih, Kadıköy ve Sarıyer belediyelerinin geliştirdiği projelere 12 milyon 848 bin 808 YTL'lik ödenek ayrılması kararlaştırıldı. Bu ödenek içerisinde en fazla kaynak, 8 milyon 736 bin YTL ile Kadıköy Belediyesi'nin projesini sürdürdüğü Süreyya Sineması'yla ilgili projeye ayrıldı.

Sabah, Haber: Ercan Sarıkaya, 08.03.2007

TEMEL KAZISI TARİHİ GÜNYÜZÜNE ÇIKARTTI

 

 

Muğla'nın Milas İlçesi'nde, bir inşaatın temel kazısı sırasında ilk belirlemelere göre üretim yeri olarak kullanıldığı tahmin edilen Geç Roma-Erken Bizans Dönemi'ne ait ‘işlik’ bulundu.

Şevketiye Mahallesi'nde Milas Müze Müdürlüğü Ekipleri'nin de hazır bulunduğu bir temel kazısı sırasında tarihi buluntulara rastlandı. Müze Müdürlüğü kazı ekibi, bir hafta önce kazı çalışması başlattı. Bir haftadan bu yana sürdürülen çalışmalarda, duvarlarla çevrilmiş bir yapıda, su künkleri ve değirmen taşları bulundu. Kazılar esnasında, zaman zaman insan kemiklerine de rastlandı. Hellenistik Dönem yapılarının mimari parçaları da kullanılarak, devşirme olarak yapılan yapının Geç-Roma dönemine ait olduğu tahmin ediliyor.

Milas Müze Müdürü Erol Özen, kazı çalışma alanında incelemelerde bulunarak kalıntılar hakkında bilgiler verdi. Özen, yapıdaki en önemli özelliğin değirmen taşlarının ve su künklerinin bulunması olduğunu belirterek, “Çalışmalar, şu an parselin tam ortasında kalan harçlı, düzensiz yapıda sürüyor. Muhtemelen kendi döneminde üretim yeri olarak kullanılan bu tarihi kalıntılar işlevi tamamlandıktan sonra terkedilmiş. Kazı ekibimiz ve işçilerimiz çalışmalarını sürdürüyor. Kazı devam ettikçe daha aydınlatıcı ve sağlam bilgilere ulaşacağız. Şimdiden kesin bir şey söylemek için çok erken” diye konuştu.

Muğla Kent Haber, 07.03.2007

KAPADOKYA'NIN GAZİEMİR KÖYÜ'NDEKİ YERALTI ŞEHRİ MAYIS'TA AÇILIYOR

 

 

Kapadokya'nın en önemli turizm merkezlerinden olan Aksaray'ın Güzelyurt İlçesi'ne bağlı Gaziemir Köyü'nde ortaya çıkarılan, benzerlerinden daha büyük olduğu belirlenen yeraltı kenti Mayıs'ta turizme açılıyor. Kazı Başkanı Güzin Karaköy, iki ay önce 25 kişilik kazı ekibiyle birlikte yeraltı şehrine açıldığını düşündükleri dört mağara girişinde çalışma başlattıklarını ve burada sel sularının doldurduğu çamurları temizlemeye başladıklarını, çalışmalarda kendilerini şaşırtan bir yeraltı şehriyle karşılaştıklarını anlattı. Yeraltı şehrine dolan çamur ve toprakları temizledikçe yeni bölümlere ulaştıklarını bildiren Karaköy "Birkaç girişi olduğunu tespit ettiğimiz yeraltı şehri Aksaray'daki benzerlerine oranla çok büyük. Hamam bölümü, iki kilisesi, erzak depoları, hayvan barınakları, büyük ve küçük ocaklar ile yaşam mekanlarını ortaya çıkardık. Halen temizlenecek çok bölüm var. Bildik yeraltı şehirlerinden bölümlerinin çok geniş olması özelliğiyle ayrılıyor." dedi. Karaköy, diğer yeraltı şehirlerinin normal bir insanın yürüyebileceği yükseklikteyken bu yeraltı şehrinin tavanının daha yüksek olduğunu, kazı çalışmalarında deve kemikleri bulmalarının yapının neden büyük olduğu konusunu açıkladığını söyledi. Aksaray Valisi Sebati Buyuran ise çalışmaların tamamlanması için yoğun çaba harcandığını, yeraltı şehrini Mayıs ayında turizme açabileceklerini söyledi.

TürkiyeTurizm.com, 07.03.2007

EDİRNE'DE RESTORASYON ÇALIŞMALARI

 

Edirne Valisi Nusret Miroğlu, kentin tarihi güzelliklerini gün yüzüne çıkarmak için çalışmaların sürdüğünü, bu kapsamda 2006 yılında eserlerin restorasyonu ve korunması için bir milyon 18 bin YTL harcandığını bildirdi.

Vali Miroğlu, Edirne'nin 92 yıl Osmanlı devletine başkentlik yaptığını, bu nedenle bünyesinde çeşitli tarihi eserleri barındırdığını söyledi.

Bunun yanı sıra kentte ünlü isimlerin de yaşadığını ifade eden Miroğlu, heykeltıraş İlhan Koman'ın yaşadığı ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu hizmet binası olarak kullanılan evin restorasyonuna 2006 yılının Mayıs ayında 644 bin YTL bedelle başlandığını, çalışmaların bu yıl sona ereceğini belirtti.

Vali Miroğlu, 1999 yılından bu yana sürdürülen Edirne Yeni Saray kazısında, 2006 yılında arz odası kalıntılarını arama çalışmalarına devam edildiğini bildirerek, şunları kaydetti:

''Arz odasının batı tarafının temel kalıntıları açığa çıkarıldı. Kazı çalışmalarına, 2007 yılında da devam edilecek. 2006 yılındaki kazı çalışmaları için yaklaşık 77 bin YTL harcandı. Bu alandaki çalışmaların zamanında bitirilmesi için, Kültür ve Turizm Bakanlığında olan tahsisin kaldırılarak, Vakıflar Genel Müdürlüğüne devri talep edildi. 2005 yılında yapımına başlanan Yeni Saray Mutfakları restorasyon projeleri, 2006 yılında tamamlanarak Koruma Kurulunca onaylandı. Projeler için 71 bin YTL harcama yapıldı. Sarayın tüm proje çalışmaları tamamlandıktan sonra, ödenek talep edilerek restorasyon çalışmalarına başlanacak. Yeni Saray Cihannüma Kasrı'nın projelerini hazırlanması işi ise 55 bin YTL bedelle ihale edildi ve Aralık ayında işe başlandı.''

Türk İslam Eserleri Müzesi'nin restorasyonu projelerini hazırlanma işinin 61 bin YTL bedelle ihale edildiğini ifade eden Miroğlu, 2006 yılı Aralık ayında çalışmalara başlandığını söyledi. Miroğlu, Arkeoloji müzesinin güvenlik sisteminin İl Özel İdaresince sağlanan 66 bin YTL ödenekle kurulduğunu, 2006 yılında tarihi eserlerin restorasyonu ve korunması için bir milyon 18 bin YTL harcandığını belirtti.

 

Edirne Valisi Nusret Miroğlu, ilin tanıtımında kullanılmak üzere 2005 yılında 10 adet bastırılan broşürlerin 2006 yılında Türkçe ve İngilizce olarak 8 bin adet daha bastırıldığını kaydetti. Tanıtım föylerinden de 92 bin 500 adet bastırıldığını ifade eden Miroğlu, broşür ve tanıtım föylerinin basımı için 30 bin YTL harcandığını söyledi. Miroğlu, kentin tanıtımı amacıyla çeşitli fuarlara katıldıklarını, 2006 yılında stand, araç ve personel gibi giderler için yaklaşık 8 bin YTL harcandığını kaydetti.

Edirne Internet Gazetesi, 07.03.2007

2010 İSTANBUL KÜLTÜR BAŞKENTİ PROJESİ TÜRK USULÜ GİDİYOR

 

İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olmasına üç yıl kaldı. Beklenen organizasyon yapısı kurulmadığı gibi tüm aktörler birbirini suçluyor. Sanatçılardan proje yürütücülerine kadar herkesin kafasında bir sürü soru işareti var.

 

Kültür birikiminin vatandaşla paylaşılması ve sadece sergi, konser gibi etkinliklerle 2010'un temsil edilemeyeceği anlaşmaya varılabilen tek nokta. Sanatçılara göre proje doğrudan sanat ve sanatçı ortamını ilgilendirdiği halde kendilerinin süreçte hiçbir etkisi yok. İKSV Başkan Danışmanı ve 2010 Yürütme Kurulu Başkan Yardımcısı Esra Nilgün Mirze ise her şeyin olması gerektiği gibi işlediği görüşünde. Taraflarla ve daha önceki yıllardaki Avrupa Kültür Başkenti yöneticileriyle sorunları, neler yapılabileceğini, en iyi ve en kötü senaryoları konuştuk.

 

İstanbul'un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmasıyla ilgili AB'nin kesin kararı 13 Kasım 2006'da açıklandı. Organizasyonun geciktiğini söyleyen küratör ve sanat eleştirmeni Beral Madra, yapının bürokratik bir hal almasından şikayetçi. Sanatçı ve kültür aktörlerinin proje yapmalarına yönelik bir koordinasyon bürosu beklenirken bu işin sorumluluğunun bir grup insana verilmesine tepki duyan Madra, "Projelerin kabulü, diğerleriyle birleştirilmesi ve para dağıtımı gibi konular son derece merkezi bir yapı tarafından idare ediliyor." diyor. 2010 Yönetim Kurulu Üyesi Mimar Korhan Gümüş ise herkesin kendi 2010'u olduğundan, ama istop oyunundaki gibi yukarıya iş atılınca kimse kalmadığından dert yanıyor. "Belediye kendi işini, bakanlık kendi işini yapıyor." diyen Gümüş, 2010'dan sorumlu bağımsız bir örgüt kurulması gerekliliği üzerinde duruyor. "Birilerine görev verildi, onlar da yapıyor gibi bir şey yok." diyen Esra Nilgün Mirze, seyrin normal olduğunu, 2007'nin koordinasyon, 2008'in projelere yönelme, 2009'un son hazırlıkları yapma, 2010'un ise dünyayla iletişime geçme yılı olarak planlandığını söylüyor. "Önemli olan projenin kendisi. Ancak yönetilmeye o kadar alışmışız ki, durumdan vazife çıkarmayı bilemiyoruz." diyen Mirze, sürecin başında sivil toplum kuruluşlarından yeterli ilgi görmediklerini hatırlatıyor.

 

2010 Bürosu Mali ve İdari Koordinatörü Ahmet Çakaloz, resmi kurumların olaya dahil olması için kapılarında yatılan günleri hatırlatıyor ve ekliyor: "Sorumluluk tek elden yürütülmediği sürece tartışmalar sürecek." 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Yürütme Kurulu üyelerinden Asu Aksoy ise sanatçıların en himayesiz taraf olduğu görüşünde. "En azından tartışıyoruz." diyen Aksoy, ortak kararların alınabildiği bir organizasyon yapısına ihtiyaç olduğunu söylüyor.

Beral Madra, "Paraları dağıtacak kişilere güvenmemiz gerekli." derken mimar Cengiz Bektaş, "Birtakım insanlar kültür politikasından nasıl para çıkarırız diye düşünüp inşaata yöneliyor. Deli kızın çeyizi gibi elektrikle köprü süslüyorlar." şeklinde konuşuyor. Prof. Doğan Kuban ise süreci, "Dertleri kültür değil, para. Geçenlerde bu paranın ucu göründü. Surları restore edelim dediler. Parayı çarçur etmeyin diye uyardım." şeklinde eleştiriyor. Esra Nilgün Mirze'nin bu eleştirilere cevabı, "Henüz ortada para yok. Devlet bütçesine koyulması için bir yasa teklifi oldu." şeklinde. Avrupa Birliği, kültür başkentlerine standart olarak 500 bin Euro katkıda bulunuyor. Ayrıca Avrupa Birliği Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Olli Rehn, 1,5 milyon Euro katkıda bulunma sözü verdi. Mirze, çok uluslu şirketlere, bankalara, ticaret ve sanayi odalarına sponsorluk çağrısı yapacaklarını söylüyor ve ekliyor: "Denetleme diye bir şey var. Kimse 500 bin Euro'yu verip de arkasını dönüp gitmez."

 

1987 Amsterdam Avrupa Kültür Başkenti Sanat Yönetmeni Steve Austen, eski başkentlerde sanatçıların sorumluluk aldığını ve sürecin bir elden yönetildiğini; İstanbul'da ise en büyük sorunun statüko olduğunu söylüyor. 1988 Berlin Avrupa Kültür Başkenti Sanat Yönetmeni Nele Hertling, "Kültür başkentliğini bir araç olarak kullandık ve çok güzel sonuçlar aldık." cümleleriyle kendi durumlarını özetliyor ve İstanbul için tavsiyelerini şöyle sıralıyor: "Hedef kitle belirlenmeli ve bir an önce diyalog kurulmalı." 2002 Brugge Avrupa Kültür Başkenti Sanat Yönetmeni Hugo de Greef, tüm yatırımların kente geri döndüğünü hatırlatarak şehir sakinlerinin sürece katılmasının önemine değiniyor. 2004 Lille Avrupa Kültür Başkenti yöneticilerinden Didier Fusillier, kendi ekonomilerinin bu sayede yüzde 20 büyüdüğünü söylüyor ve ekliyor: "Şehirde yaşayan herkes mutlaka sürece katılmalı."

 

Beral Madra: Sanatçılara gereken önem verilmeli
2010 topyekün bir kalkınma projesi olarak algılanmalı. İş sadece binaların yapılması değil. Asıl sorun bir grup insanın bütün sorumluluğu yüklenmesi. İsimleri sıralayıp yanlarına da nerede çalıştıklarını yazarsanız bu yapının ne olduğu ortaya çıkar. Eski Avrupa Kültür Başkenti yöneticileri, 'Biz sanatçıları bu işin içine katmadık, siz aynı hataya düşmeyin.' demişlerdi.

 

Doğan Kuban: Tarihi kimliğimiz öne çıkarılmalı
Türkiye'de yatırımların çoğu inşaata gider. İnsanların cebine üç beş kuruş girer çünkü. Kapalı kapılar arkasında bir sürü kurum... İletişimsizlik ve küçük gruplar arasında dönen paralar... Kocaman şeyler peşinde koşmaya gerek yok; örneğin Süleymaniye'nin, Fatih'in, Sultan Selim'in etrafı otoparklardan, tezgahlardan arındırılsa... Bir de insanların oralara kolayca ulaşımı sağlansa...

 

Korhan Gümüş: Yönetim felsefemiz değiştirilmeli
Bir koordinatöre ihtiyacımız var. Her kurum laf üretiyor; ama uygulamaya gelince herkes bildiğini okuyor. 2010 yönetim felsefemizdeki değişimi simgelemeli. Belediyenin bütçesi işin içine girmeli; ama eşe dosta dağıtma şeklinde değil. Sanatçılar küstürüldüyse bunun sebebi aranmalı.

 

Esra Nilgün Mirze: Herkes 'kente ne katabilirim' demeli
Muhtarıyla, öğrencisiyle, gönüllüleriyle, polisiyle, askeriyle, her şeyden önce sanatçısıyla, bütün toplum bu süreç içinde 'kentime ne katabilirim' diye düşünmeli. Girişim, yürütme, danışma kurulları... Bunlar sadece mekanizmalar. Amacımız şehre makyaj yapıp turist çekmek değil, hayat standardını yükseltmek.

 

Ahmet Emre Bilgili: Pratik yararları gözetmeliyiz
2010'u kutsal hale getirmeden pratik yararlarını gözetmek gerekli. Bu şekilde şehrin temel sorunları makul düzeye indirilmiş, uluslararası düzeyde birçok kültürel ve sanatsal etkinlik, yeni müzeler ve sergi mekanları kazanılmış olacak. Şu anda 2010 kendini inşa etme aşamasında. Bu süreçte halkın katılımını esas alacak bir yapılanma öngörülüyor. Hiçbir şehir dışarıdan gelenlerle ayakta kalamaz.

Zaman, 07.03.2007

BİTMEYEN KAVGALAR-2

TARİH VAKFI MÜHRÜ AÇTIRDI, İÇERİ GİREMEDİ





Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün ‘can güvenliği yok’ raporuyla, Darphane-i Amire binalarından çıkarılmak istenen Tarih Vakfı, mahkeme kararıyla tahliyeyi durdurdu. Tahliye işlemi için gelen belediye ekipleri, İstanbul 4. Asliye Mahkemesi’nin ‘bilirkişi heyetinden rapor alındıktan sonra karar verilinceye kadar tahliyenin durdurulması’ yönündeki kararıyla geri döndü. 27 Mart’ta sonuçlanacak olan bilirkişi raporu öncesinde vakıf çalışanlarına yönelik kısıtlamalar dün de sürdü. Binaya gelen vakıf çalışanları, içeriye alınmadılar. Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu, binanın çökme tehlikesi olduğu gerekçesiyle kendilerinin içeri alınmadığını ancak Bakanlığın ve Damga Matbaası görevlilerinin içeri alındığını söyledi.

Akşam, Haber: Süleyman Arıoğlu, 08.03.2007


*********


TARİH VAKFI: DURUM VAHİM





Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı arasında anlaşmazlığa neden olan Darphane- i Amire binaları yıkılma tehlikesi bulunduğu gerekçesiyle dün mühürlendi.


1995'te İstanbul Müzesi kurulması amacıyla 49 yıllığına Tarih Vakfı'na kiralanan Darphane-i Amire binası uzun süre Vakıfla Kültür Bakanlığı arasında anlaşmazlıklara neden oldu. Son olarak geçen yıl İstanbul Anıtlar Müdürlüğü tarafından hazırlanan rapor sonucu binaların çökmek üzere olduğu belirtilerek tahliyesine karar verildi. Bunun üzerine İstanbul Valiliği de vakfa bir yazı gönderererek binaların 23 Şubat tarihine kadar boşaltılmasını istedi. Vakıf ise İstanbul 4. İdare Mahkemesi'ne yürütmeyi durdurma amacıyla dava açtı. Mahkeme bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verdi ancak bilirkişi incelemesinin sonuçları mahkemeye henüz ulaşmadı.


Dün sabah, İstanbul Anıtlar Müdürlüğü, İstanbul Valiliği ve Eminönü Belediyesi'ne bağlı yetkililerle belediyeye bağlı zabıta ekipleri ve güvenlik güçleri tahliye için binaya geldiğinde vakıf yetkilileri de yürütmenin durdurulması yönünde ara karar istemiyle İstanbul 4. İdare Mahkemesi'ne başvurdu. Mahkeme, dilekçeye jet hızıyla verdiği ara kararla yanıt verdi. Mahkeme, bilirkişi raporunun kendilerine ulaştırılıp karar verilinceye kadar tahliye işlemlerinin durdurulmasına karar verdi.
Durdurma kararının gösterilmesi üzerine zabıta ekipleri binadan ayrıldı. Ancak aradan birkaç saat geçmeden bu kez daha fazla zabıta ve güvenlik görevlisi yeniden Darphane'ye geldi. Ekipler binayı tahliye etmedi ama, kararın kendilerine yazılı olarak iletilmediği gerekçesiyle binaları mühürledi.
Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er de tahliye kararını, 25 Aralık 2006'da vakfa tebliğ ettiklerini ve sergileme alanındaki aksesuvarların binaya zarar vermeden sökülebilmesi için 60 günlük bir süre verdiklerini belirterek, "Şu noktada binadaki eşyaları boşaltmadık. Yürütmeyi durduma kararı elmize ulaşınca gerekeni yaparız" dedi.



*********


TARİH VAKFI: KARAR VAHİM

KOÇ: RESTORE EDECEĞİZ

 

Tarih Vakfı Başkanı Halim Bulutoğlu: "İlla 'burada kalalım' demiyoruz. İstanbul'un kültürel yaşamı için çok önemli bir projenin çözümünü istiyoruz. Darphane binaları 1995 yılında ilgili bakanlıktan 49 yıllığına kiralandı. İstanbul Müzesi çalışmalarına başlayacakken 1996'da müze çalışmalarının ancak Kültür Bakanlığı tarafından yapılacağı kararı verildi. Binaların restorasyonu 1995'ten beri bu süreç yüzünden yapılamadı. Müzenin gerçekleştirilmesi için bakanlıktan yeni bir yer istedik, sonuçsuz kaldı. Geçen yıl İstanbul Anıtlar Müdürlüğü'nce hazırlanan raporla binaların tahliyesi kararı alındı. Bu karar için yürütmeyi durdurma davası açtık, binaların sağlam olduğuna ilişkin bir raporu da mahkemeye sunduk. Ama gördük ki mahkemenin verdiği karar bile yetmiyor. Vahim bir durum.
Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç: "Yıkılmaya yüz tutması demek, yıkılması demek değil. Onu restore edeceksin, ayağa kaldıracaksın, kuvvetlendireceksin. Aşama aşama ne yapacağımızı takip edeceksiniz. 10 gün sonra orada yaptığımız şeyi vatandaşımıza da göstereceğiz. Kanunlar dahilinde bütün bu bölge, Topkapı'nın içinde olan, Topkapı'nın içinde mütalaa edilecektir."
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı: Bakanlığımızdan aldığım cesaretle söylüyorum, bakanlığımız kararlıdır. Topkapı Sarayı'nın Darphane'ye doğru genişletilmesi söz konusu değil. Darphane binaları rastgele herhangi bir sivil toplum kuruluşuna verilecek yer değildir. Darphane'de şehir müzesi kurmak isteyenler samimi olamazlar. Bu kadar küçük bir yerde... 12 yıldır oyalamaktadırlar. İyi niyetli olduklarına inanmıyorum. Darphane ileride restore edilecek ve sarayın bir bölümü olarak hayatına devam edecektir."

Radikal, Haber: Mahmut Hamsici, Fotoğraf: Salih Zeki Fazlıoğlu/AA, 07.03.2007

TARİHİ ANTEP EVLERİNİN RESTORASYONUNA YÖNELİK PROJE YARDIMI SÜRÜYOR

 

 

Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nden yapılan açıklamada, ilki geçen yıl gerçekleştirilen ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca düzenlenen 'tescilli' yapılara yönelik proje yardımının 2007 yılında devam ettiği bildirildi. Tarihi Antep evleri gibi tescilli yapıların röleve, restorasyon ve restitüsyon projelerinin Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nce projelendirildiğinin belirtildiği açıklamada, şunlar kaydedildi: "Geçen yıl 1.sini gerçekleştirdiğimiz, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın düzenlediği ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nin önderliğinde 'tescilli yapılara yönelik proje yardımı' kampanyası, 2007 yılında Mart ayı içerisinde başlamıştır. Bu çalışmalarla tescilli yapıların röleve, restorasyon ve restitüsyon projeleri hazırlanacaktır. Proje yardımı almak isteyen vatandaşlarımızın, Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığı'na başvurmaları gerekmektedir. Mart ayında başlayan başvurulara son müraacat tarihi 9 Mart 2007'dir. İlk olarak 2005 yılında yine Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'nin gayretleriyle 15 tescilli yapı ile başvuruda bulunulmuş ve 15 yapının 15'ninin de proje yardımından faydalanması sağlanmıştır. Ayrıca Bakanlık uygun gördüğü projelere uygulama yardımı da yapmıştır. 2006 yılında 4 yapı, proje yardımı alarak projeleri hazırlanmıştır."

TürkiyeTurizm.com, 07.03.2007

TARİHİ VE KÜLTÜREL DEĞERLERİ İLE MARDİN'İN TARİHİ KİTAP OLARAK BASILDI






Sahip olduğu tarihi ve kültürel değerleri ile Türkiye ve dünyada bir çok araştırmacıya konu olan Mardin'in tarihi, Avrupa Birliği'nin (AB) desteklediği Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi çerçevesinde kitap haline getirilerek basıldı.

 

Mardin Valiliği tarafından hazırlanan ve proje koordinatörlüğünü Dr. İbrahim Özcoşar'ın yaptığı Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi, 28 Temmuz 2005 tarihinden itibaren bugüne kadar 16'sı Osmanlıca, Arapça ve Süryanice'den tercüme olmak üzere 22 kitabın basımı gerçekleştirilerek Mardin tarihinin gün yüzüne çıkmasına yardımcı oldu.

 

Yürüttükleri proje hakkında bilgi veren Dr. İbrahim Özcoşar, Mardin tarihini araştırmak için bugüne kadar bu şekilde geniş kapsamlı bir araştırmanın hiç yapılmadığını belirterek, yaptıkları araştırmalar sonucunda, Mardin'in tarihi değerinin sadece taşlardan ve tarihi kalıntılardan ibaret olmadığını, bu taşlar ve kalıntılar arasında 'yaşanmış hikayelerin' de en az onlar kadar ilginç ve kayda değer olduğunu ortaya koyduklarını söyledi.

 

Proje kapsamında yaptıkları çalışmalarla Mardin'i ülke geneli ve dış ülkelerde tanıttıklarını ifade eden Dr. Özcoşar, "Mardin'de tarih boyunca değişik din ve dilde insanların uyumlu bir şekilde nasıl yaşadıklarını ortaya çıkardık. Mardin'in yaşanmış tarihini turizm potansiyeli için kullanılabilir hale getirdik. Mardin tarihi ile ilgili olarak bastığımız eserlerle kültürel ve tarihi bilinci artırarak Mardin'in tarihi değerlerine sahip çıkılmasını sağladık." dedi.

 

İhtisas Kütüphanesi ile Mardin tarihi ile ilgili bütün kaynakların bir araya toplandığını ve araştırmacıların hizmetine verildiğini anlatan Dr.Özcoşar, "Kütüphanede, Mardin ve çevresinin tarihiyle ilgili doğrudan veya dolaylı ilgisi olan tüm eserler, Mardin tarihine ait yazma eserler, Osmanlı dönemi Mardin mahkeme kayıtları, Mardin vakfiyeleri, Mardin'e ait tapu-tahrir kayıtları ve benzer diğer kaynak eserlerin bir arada toplanmasını sağladık. Proje ile 10 adet Osmanlı dönemi mahkeme defterini, 3 adet Arapça kaynağı ile 3 adet Süryanice eserin tercümesini yaparak kitap olarak basımını gerçekleştirdik. Son kitaplarla birlikte Avrupa Birliği'nin GAP Bölgesi'ndeki Kültürel Mirası Koruma Programı Çerçevesi'nde aldığımız hibe ile hayata geçirdiğimiz Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesi kapsamında 22 kitabın basımın gerçekleştirerek Mardin tarihini ölümsüzleştirdik." şeklinde konuştu.

TürkiyeTurizm.com, 07.03.2007

MİLLİ MENSUCAT FABRİKASI ORHAN KEMAL MÜZESİ'NE DÖNÜŞECEK

 

Adana İl Kültür ve Turizm Müdürü Zeki Yılmaz, ünlü yazar Orhan Kemal'in romanlarına konu olan ve "Kültür Varlığı Endüstri Mirası" olarak tescillenen Milli Mensucat Fabrikası'nın önümüzdeki yıllarda "Orhan Kemal Müzesi"ne dönüştürülebileceğini söyledi.

 

Yılmaz, yaptığı açıklamada, 1 asırlık geçmişe sahip fabrikanın kurucularından Mustafa Özgür'ün torunu Fatih Özgür'ün yoğun çabaları sonucunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun aldığı kararla fabrikanın yıkılmaktan kurtarıldığını söyledi. Kurul'a yapılan başvurunun değerlendirmesinde, Milli Mensucat Fabrikası'nın ''Kültür varlığı endüstri mirası'' olarak tescillendiğini belirten Yılmaz, bu karar gereğince, söz konusu fabrikada her türlü inşai ve fiziki müdahale öncesi kuruldan izin alınması zorunluluğu getirildiğini kaydetti.
 

Döşeme Mahallesi'nde bulunan ve şu anda mülkiyeti Adana Sigorta İl Müdürlüğü'ne ait olan Milli Mensucat Fabrikası'nın ünlü yazar Orhan Kemal'in birçok romanına esin kaynağı olduğunu hatırlatan Yılmaz, "Bu fabrikada Orhan Kemal de uzun yıllar çalışmıştı. Fabrikanın, önümüzdeki yıllarda "Orhan Kemal Müzesi" olarak kente kazandırılması için Adana Büyükşehir Belediyesi'nden imar değişikliği yapması bekleniyor" dedi.
 

Milli Mensucat Fabrikası, 1907'de Ermeni Simyonoğlu evlatlarından Aristidi Kozma tarafından "Simyonoğlu Fabrikası" adıyla kuruldu. Diğer azınlıklarla birlikte Kozma, şehri terk edince hazineye geçen fabrikanın adı, İttihat ve Terakki yönetimi tarafından 'Milli Fabrika' olarak değiştirildi. Fransızlar şehri işgal edince, fabrika eski sahiplerine geçti. Atatürk'ten Adana'daki sahipsiz fabrikaları yeniden canlandırma buyruğunu alan Kayserili tüccar ve Adana milletvekili Nuh Naci Yazgan, 1924'te milletvekilliğinden istifa ederek Adana'daki sanayi hamlesinin öncülüğünü üstlendi. Yazgan, 1927'de dönemin diğer işadamları Mustafa Özgür, Nuri Has, Seyit Tekin ile birlikte fabrikayı hazineden satın aldı. Adı yeniden 'Milli Mensucat' olan fabrikada üretilen 'Aslan' marka vater ve ekstra iplikler, ülkede büyük talep gördü. Fabrika, 1978 yılında bu kez biriken borçları nedeniyle tekrar hazineye geçti ve üretimine ara verildi. 1983'te Turgut Özal'ın direktifiyle Gaziantepli işadamı Mehmet Özüzümcü'ye 49 yıllığına kiraya verilen fabrikanın adı 'Milsan Mensucat' olarak değiştirildi.

Turizm Gazetesi, 06.03.2007

AHLAT'TAKİ MAĞARA EVLERİN TURİZME AÇILMASI İSTENİYOR

 

Bitlis'in Ahlat İlçesi Belediye Başkanı Mevlüt Gülmez, ilçedeki mağara evlerin turizmin hizmetine sunulması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan destek beklediklerini söyledi. 500’ün üzerinde olan mağara evlerin aslına uygun olarak restore edilmesini istedi.

 

Gülmez, gazetecilere yaptığı açıklamada, ilçede yaklaşık 500 mağara ev tespit edildiğini, bunların önemli bir kısmının turizme kazındırılması yönünde çalışmalarının olduğunu söyledi. Anadolu’daki ilk Budist mabedinin de içinde bulunduğu mağara evlerin aslına uygun bir şekilde restore edilmesi gerektiğini anlatan Gülmez, şöyle konuştu:

 

“Geçtiğimiz yıl Ahlat Harabeşehir Mahallesi’nde Anadolu’nun ilk Budist tapınağı bulundu. Son zamanlarda Budist mabedinin de burada bulunmasının ardından mağara evler yerli ve yabancı turistin akınına uğradı. Bu mağara evlerin bir kısmı yıkılmış, bir kısmı mağara şeklinden uzaklaşmış. Fakat 100'den fazla fevkalade güzellikteki mağara ev ilçemizde mevcut. Burada 25 metrekarelik mağara evlerden, 100 metre karelik mağara evlere kadar tek, iki ve üç katlı mağara evler var. Yakın zamana kadar buralarda yaşayan insanlar vardı.”

 

Gülmez, medeniyetlere ışık tutmuş, birçok dine ev sahipliği yapmış mağara evlerin bakımını, onarımını, çevre düzenlemesini yapmak, bu doğa harikası yapıları yerli ve yabancı turistlerin hizmetine sunmak istediklerini söyledi. Bunun için devlet büyüklerinden özellikle Kültür ve Turizm Bakanlığından destek beklediklerini kaydeden Gülmez, “Mağara evlerin ülke ekonomisine çok önemli katkı sağlayacağını vurgulamak istiyorum. Bu evlerin bakım ve onarımı yapıldığında Kapadokya, Ürgüp peri bacaları örneği olacaktır. Hatta daha güzel olacağına inanıyorum” diye konuştu.

Turizm Gazetesi, 06.03.2007

BİTMEYEN KAVGALAR-3

ASPENDOS'TA 90 DESIBEL TARTIŞMA

 

Antalya Sanatçılar Derneği Başkanı Cahit Cakcil, Aspendos Antik Tiyatrosu'nun yüksek sesli gösterilere açılmasının, tiyatroya zarar vereceğini öne sürdü. ANSAN Başkanı Cakcil düzenlediği basın toplantısında, iki bin yıllık Aspendos Tiyatrosu'nun tüccar zihniyetiyle pazarlanmasına karşı çıtaklarını bildirdi.

 

Aspendos Antik Tiyatrosu'nun yüksek sesli gösterilere açılmasının tiyatroya zarar vereceğini belirten Cakcil, 'Anadolu Ateşi' gibi gösterilerin sıkça ve kontrolsüz yapılması durumunda, yakın gelecekte Aspendos Antik Tiyatrosu'nda büyük bir facia yaşanılmasının kaçınılmaz olduğunu savundu. Cakcil, "ANSAN, bu tür bilinçsizce yapılan gösterilerin bizden sonraki nesillere, kültürümüzü ifade edecek olan tarihimizi tüccar zihniyetiyle pazarlayanlara tepki veriyor" dedi. Anadolu Ate-şi'nin Aspendos Antik Tiyatrosu'nun tüm kullanım haklarını 1 Mayıs - 1 Kasım 2007 tarihleri arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan aldığını ifade eden Cakcil, ayrıca bu tarihler arasında yapılacak opera ve bale festivallerini de düzenleyecek olan Anadolu Ateşi'nin tiyatroyu üçüncü kişilere de kiralayabileceğine dikkati çekti. Cakcil, şöyle devam etti: "ANSAN'ın ne Anadolu Ateşi ile ne de Mustafa Erdoğan ile alıp veremediği yok. Derdimiz, Aspendos Artik Tiyatrosu'nun korunmasıyla, yani tarihi değerlerimize sahip çıkmakla ilgilidir. Anadolu Ateşi Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan, geçtiğimiz yıllarda Aspendos Antik Tiyatrosu'nda yaptıkları rekor denemesi nedeniyle eleştirildiklerini belirterek 'Başarımızı gölgelemek isteyenlerle mücadele ediyoruz' demiş. Sayın Erdoğan, altmış dansçısının 218 metronomla halk danslarımızı sunması harika bir şey. Göğsümüz kabarır. Hele hele bunu gençlerimizle başarmış olması ayrı bir gurur kaynağımız olur. Peki rekor denemesi için niye Aspendos?" Aspendos Antik Tiyatrosu'nun iki bin yıllık bir tarih olduğunu vurgulayan Cakcil, "Biz fizikçi değiliz, ama fizikçiler, matematikçiler hesabını yapsın" diye konuştu.

Birgün, 06.03.2007


*********


ASPENDOS'TA YÜKSEK SES TARTIŞMASI BİTMİYOR

 

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Türer, Aspendos'ta yapının doğal rezonansı (titreşim) ile ses dalgasının bütünleşmesi durumunda çatlakların oluşabileceğini söyledi. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Türer, Aspendos'ta hassas aletlerle ölçümler yaptıklarını ve tarihi yapının rezonans frekanslarını elde ettiklerini bildirdi.

Aspendos'un 3 boyutlu modelini oluşturduklarını ve model üzerinde, deprem olması veya yüksek ses durumunda neler olabileceğini gözlemlediklerini belirten Türer, 'Deneylerimize göre, depremde Aspendos'ta kısmi zarar oluşur. Konserlerde müziğin ritm frekansı ile tiyatronun doğal frekansının çatışma ihtimali var. Bu da tehlikelidir' dedi. Davul sesi ve Tarkan'ın 'Şıkıdım' gibi müzik parçalarının tarihi mekanda baskılar oluşturabileceğine işaret eden Türer, şunları söyledi:

'Konserlerde çok kuvvetli ses olursa duvarları titreşime sokabilir. Varsayımlara göre 115 desibelden yukarı ses dalgaları deprem etkisi yapar. Ayrıca Aspendos'un sönüm oranı (titreşimin başlayıp sona erme süresi) çok düşük. Bu tehlikeli.'

Aspendos'ta ses düzeyini ölçen iki dijital cihaz bulunduğunu da belirten Türer, şöyle devam etti: 'Bu aletler konserlerde çalışıyor. Ancak ölçümler seyircinin arasından yapılıyor. Yani 25 metre uzaklıkta. 25 metre uzaklıkta 90 desibel ölçülüyorsa bu gerçekte 145 desibeldir. Yani deprem etkisi yapabilecek bir ses düzeyidir. Anadolu Ateşi de ölçümü 25 metre uzaklıktan yapıyor. Bu tip ölçümler gerçeği yansıtmaz. Aspendos'ta olası bir deprem veya deprem etkisi yapabilecek titreşimlerde yapının zarar görebileceğini belirledik. '

Antalya Kültür ve Turizm Müdürü İbrahim Acar ise Aspendos'ta çatlak olduğuna dair kendilerine herhangi bir bulgunun gelmediğini bildirdi. Aspendos'ta yüksek frekansla ilgili bir sorun bulunmadığını kaydeden Acar, 'Aspendos'ta ses düzeyini ölçen iki cihaz var. Bunlar konserlerde sürekli çalışıyor. Konserde müziğin sesi 90 desibeli geçerse konser durduruluyor. Anadolu Ateşi'nin yaptığı gösterilerde böyle bir tehlike söz konusu değil' diye konuştu. Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) sponsorluğunda Aspendos'ta çalışmalar yaptıklarını ifade eden Acar, çalışmanın proje safhasında olduğunu, yapılan çalışmalar sonunda Aspendos'ta bir sıkıntı bulunup, bulunmadığının anlaşılacağını kaydetti.

Aspendos ile ilgili Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun verdiği kararlara uyduklarını hatırlatan Acar, şöyle devam etti: 'Kurul, Aspendos'ta 5 binden fazla seyirci alınmamasını ve tiyatronun üst bölümüne seyircinin sokulmamasını istiyor. Ancak organizatörler alt kısma 5 bin kişinin sığmadığını iddia ediyorlar. Bu nedenle Aspendos'un kullanımı ile ilgili Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'ndan kararın yeniden değerlendirilmesini istedik. Biz kurulun vereceği karara aynen uyarız. Bizim görevimiz burayı korumak ve emniyetli bir şekilde gelecek nesillere aktarmaktır.'

Anadolu Ateşi Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan, Aspendos Antik Tiyatrosu'nda yıllardır değişik etkinlikler düzenlendiğini, Anadolu Ateşi'nin 2002 yılından bu yana Aspendos'ta gösteriler yaptığını ve buranın korunması için gereken bütün tedbirleri aldığını belirtti. Erdoğan, şöyle konuştu: 'Anadolu Ateşi gösterilerinde tarihi mekana zarar vermemek için bütün tedbirler alınıyor. Tarihi mekanlara gereken hassasiyet gösteriliyor. Yaptığım ölçümlerde Anadolu Ateşi'nin gösterisinde ses düzeyinin 70-76 desibel üzerine çıkmadığını belirledim. Anadolu Ateşi, 2000 yıllık Aspendos Antik Tiyatrosu'nda, 2007 yaz döneminde 14. Aspendos Opera ve Bale Festivali'nin organizasyonunu yapacak ve Fire Of Anatolia ve Troya gösterileri ile sahne alacak.'

İnşaat Mühendisleri Odası Antalya Şube Başkanı Cem Oğuz da Aspendos Antik Tiyatrosu'nda konserlere izin verilmemesi gerektiğini, 2000 yıllık tarihi mekanın yalnızca, yapıya zarar vermeyecek etkinliklere tahsis edilmesini istedi.






Akşam, 05.03.2007


*********


ASPENDOS YIKILINCA BU TARTIŞMA BİTER

 

Belli ki bu tartışma Aspendos yıkılmadan bitmeyecek.

Dünyanın ayakta kalan en önemli anfi tiyatrolarından olan Aspendos’ta konser/gösteri yapılsın mı yapılmasın mı yıllardır tartışılır.

Uzmanlar Anadolu Ateşi’nin bu yaz yapacağı gösterilere itiraz edince tartışma yeniden alevlendi.

Sorun Anadolu Ateşi değil ki...

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, 13 yıldır aynı mekanda etkinlik yapıyor.

Adı "Aspendos Opera ve Bale Festivali".

Bu yıl 14’üncüsünü, haziran ayında yapacak.

Sadece operaya baleye, Anadolu Ateşi’ne değil, konsere de açtık Aspendos’u, hatta televizyon programına da...

Hatırlayın Almanlar Shakira’lı, Paris Hilton’lu, Mustafa Sandal’lı Watten Dass’ı Aspendos’ta canlı çektiler.

Geçen yıl sadece Anadolu Ateşi 25 gösteri yaptı.

Milattan sonra 138-164 yıllarında yapılmış Aspendos.

Yani tam 1843 yıllık.

Bizim yaptığımız 43 yıllık evler ayakta zor duruyor, Romalıların 1843 yıllık tiyatrosunu dayanıklılık testinden geçiriyoruz.

Ses düzeyi sürekli ölçülüyor, uzmanların kontrolü altında, gösterilerden etkilenmiyor açıklamalarını geçiniz efendim...

Kaldı ki uzmanlar söylüyor, "Burada gösteri yapmayın" diye.

Dinleyen yok!

Her yıl onlarca gösteri.

Her birine binlerce seyirci girip çıkacak, ses düzenleri kurulup sökülecek, dekorlar takılıp çıkarılacak, bangır bangır müzik olacak ve tüm bunlardan 1843 yıllık yapı zarar görmeyecek.

Aklınız alıyor mu?

Taş olsa dayanmaz derler ya, Aspendos’un taşları bile dayanmaz bu kadar aktiviteye.

Yılda bir-iki önemli gösteri yapılmasına, dünya çapında sanatçıların buraya gelip konser vermesine itirazım yok.

O zaman sanatçılar için de Aspendos’ta sahne almak kıymetli bir şey olur.

Düşünün Ruslana bile konser verdi Aspendos’ta. Bir çıkmayan ben kaldım.

Kültür Bakanlığı, Opera ve Bale Festivali dahil olmak üzere Aspendos’taki tüm etkinlikleri yasaklamalı.

Antalya Belediyesi bunlar için başka bir yer göstersin, yoksa da yapsın.

Aspendos dünya kültürü için üzerine titrenecek kadar kıymetli bir mücevherdir.

Yıkıldıktan sonra bir daha yerine koyamazsınız.

Hürriyet Kelebek, Yazı: Cengiz Semercioğlu, 05.03.2007

MERSİN'DE VAFTİZ HAVUZU BULUNDU

 

 

Mersin'in Erdemli İlçesi'nde, 6. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılan Yanıkhan Kilisesi'nin kuzey kısmında, "vaftiz havuzu" bulunduğu bildirildi. Mersin Üniversitesi (MEÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Aydın, MEÜ Arkeoloji Topluluğu (MART) öğrencileri ile Sandal Köyü yakınlarında Hellenistik dönemde yapıldığı anlaşılan kilisede incelemelerde bulunduklarını belirtti. Yaptıkları incelemelerde, kilisenin yanında bulunan 3 metre enindeki doğal kaya kütlesinin içine haç şeklinde vaftiz havuzu yapıldığını tespit ettiklerini ifade eden Doç. Dr. Aydın, şöyle devam etti: "Kilisenin doğusundaki koridorun sona erdiği alanda özel şekil verilmiş vaftiz havuzu bulunması, buranın önemini artırmaktadır. Benzeri bir havuz, Mut İlçesi'ndeki Alahan Manastırı'nda da yer almaktadır. Kilise çevresinde, yaz döneminde başlayacak araştırmalarda ilginç yapıların ortaya çıkarılmasını ümit ediyoruz." Doç. Dr. Aydın, kültürel değerlerin korunması için kiliseler çevresindeki yerleşim birimlerindeki köylülerin de eserlere sahip çıkması ve kaçak kazı yapmak isteyenlere karşı duyarlı olması gerektiğini ifade etti.

Trt/Haber, 06.03.2007

"TÜRK MİMARİSİ YOZLAŞIYOR"

 

TMMOB'a bağlı Mimarlar Odası Ankara Şubesi (MMO) 2. Başkanı Güven Arif Sargın, mimarlıkla ideoloji arasındaki ilişkiye dikkati çekerek, "Milli Eğitim Bakanlığı ile başlayan, Adalet ve İçişleri Bakanlığı'nca desteklenen bir anlayışla karşı karşıyayız. Geçmişin mimarisi kamu yapılarında yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Bunun, mimarın özgür iradesini disipline etmeye çalışan bir anlayış olduğunu düşünüyoruz" dedi.

 

Sargın, MMO Ankara Şubesi'nde düzenlediği basın toplantısında, böylesi bir mimari uygulamanın demokratik olmadığını vurgulayarak, "Siyasi erkin, son dönem Türkiye mimarlığını, sahte ancak bir o kadar da yoz bir üretimin içerisine adeta hapsettiğini görüyoruz. Selçuklu kervansaraylarına benzemeye çalışan ilköğretim okullarını, Osmanlı mimari öğelerini barındıran kaymakamlık binalarını ve İslami bezemeler taşıyan seçmeci adalet sarayı yapılarını, ideolojik temsiliyetin somutlaşmış araçları olarak değerlendiriyoruz" diye konuştu. Söz konusu durumun sadece fiziki çevrelerin dönüşümünde değil, mimarlık ve kent kültürünün biçimlenişinde de olumsuz bir çizgi izlediğini ifade eden Mimarlar Odası Ankara Şubesi (MMO) 2. Başkanı Güven Arif Sargın şunları kaydetti:

 

"Merkezi otoritenin Türkleştirmeyi ön plana taşıyan ya da Selçuklu veya Osmanlı mimari üslupları aracılığıyla, geçmişin temsili araçlarını görünür kılmaya çabalayan bu uğraşların, 'yereli yaşatalım' veya 'kimlikli bölgesel mimarlık üretelim' söyleminde Cumhuriyet'in 'çağdaş' mimarlık üretimi süreç ve yöntemleriyle biçim ve temsiliyetlerine, bir tür başkaldırı söz konusu." Saygın, gerek mimarlık gerekse toplumsal anlamda tehlikeli bu serüvene karşı, aydınların, meslek örgütlerinin ve öğretim kurumlarının dikkatini çekmek istediklerini kaydetti.

Birgün, Haber: Özlem Zorcan, 06.03.2007

TABİAT TARİHİ MÜZESİ ÇÖKME TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA

 

Ankara Tabiat Tarihi Müzesi, binanın standartlara uygun yapılmaması yüzünden çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. İnşaat Mühendisi Bayram Erdoğan, Maden Tetkik Arama Enstitüsü bünyesindeki müzeyle ilgili hazırladığı raporda, "Yağmur suları terastan bina içine akıyor. Bu nedenle binanın alçı panoları zarar gördü. Bu panolar binadaki görevlilerin ve ziyaretçilerin can güvenliğini tehdit ediyor" dedi.

 

Erdoğan, bina çevresinde yeterli drenaj sistemi yapılmamış olduğunu, bu nedenle bina temelinin devamlı olarak yer altı sularından etkilenerek kaymaya başladığını, bina içindeki ara bölge duvarlarında da çatlamalar oluştuğunu bildirdi. Bayram Erdoğan'ın raporunda şu ifadeler de yer aldı:

"Teras sularının bina içerisine akması sonucu, elektrik ile çalışan tüm sistemlerin zarar görebileceği, bu zararın zaman içerisinde mevcut sistemleri çalışamaz konuma getirebileceği düşünülmektedir. Binadaki hatalar, ileriki zamanlarda müzedeki materyallerin geleceğini tehlikeye sokabilecek nitelikte bulunmaktadır."

 

Bu arada, Avukat Nurten Yetik de, Maden Tetkik Arama Enstitüsü'ne başvurarak, müzenin içinde paha biçilmez tarihi eserler olduğunu hatırlattı, gerekli önlemlerin en kısa zamanda alınmasını istedi. Avukat Yetik, müze binasının standartlara uygun olmamasının bağışlanmayacak bir hata olduğunu ifade etti, bu durumun derhal düzeltilmesi gerektiğini vurguladı.

Birgün, 06.03.2007

KONURALP PRUIASS AD HYPIUM ANTİK KENTİ TANITILIYOR

 

Düzce Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından Konuralp Müzesi'ne ilgiyi artırmak için her ay bir gün "Halk Günü" etkinliği düzenliyor.

 

Düzce Valiliği, Basın ve Halka İlişkiler Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamaya göre Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından Konuralp Müzesi'nde bu aydan itibaren, her ayın bir günü “Halk Günü” etkinliği yapacak. Etkinlikler çerçevesinde müze saat 08.00'de açılarak, müze uzmanları eşliğinde ziyaretçilere gezdirilecek. Saat 14.00'de Müzeyi ve Konuralp Pruiass Ad Hypium Antik Kenti'ni tanıtan slayt gösterisi yapılacak. 2007 yılında 5 Mart, 2 Nisan, 7 Mayıs, 4 Haziran, 2 Temmuz, 6 Ağustos, 3 Eylül, 1 Ekim, 5 Kasım ve 3 Aralık tarihlerinde halk günleri kapsamında Konuralp Müzesi ücretsiz gezilebilecek.

Düzce Damla, 06.03.2007

BAĞDAT KÖŞKÜ'NE RESTORASYON

 

İstanbul'da kentin kimliği sayılan tarihi yapılar birer birer onarılıyor.

 

Topkapı Sarayı içinde bulunan ve çini sanatının en güzel örneklerinin bulunduğu Bağdat Köşkü'nün restorasyonuna başlandı. 1639 yılında Sultan 4'ncü Murat tarafından Bağdat'ın fethi anısına yaptırılan Bağdat Köşkü'nün iç ve dış cephesi yeniden ele alınacak.

 

8 cephesi, 3 kapısı ve 22 penceresi olan Bağdat Köşkü'nün, kapıları, pencereleri ve dolapları fildişi ve sedeflerle, duvarlar ve kemerler ise eşsiz İznik çinileri ile süslü.

 

Köşkün restorasyonunun Eylül ayında tamamlanması bekleniyor.

Trt/Haber, 07.03.2007

NUH'UN GEMİSİ ŞIRNAK'TA MI?

 

"Nuh'un gemisinin kalıntıları Şırnak'ta mı?" Bu soruyu gündeme taşıyan Cudi Dağı'nda bulunan fosilleşmiş tahıllar oldu.

 

Cudi Dağı'nın kuzey yamacında hangi döneme ait olduğu belirlenemeyen, buğday, arpa ve nohut kalıntıları bulundu. Fosilleşmiş tahıllar, Şırnak Valiliği'nde koruma altına alındı.

 

Şırnak Valisi Selahattin Aparı, "Tahıl ambarı olarak kullanılan dağda çeşitli bitki tohumlarının saklandığı böyle bir fosil dağı bulundu. Konuyu araştırmak üzere paleontologa ihtiyaç var. Bu konuda inceleme yapmak için çeşitli üniversitelerle yazışma yaparak inceleme yapmalarını talep ettik." dedi.

 

Bazı uzmanlar Nuh'un Gemisi'nin de Cizre ilçesi yakınlarındaki Cudi Dağı'nda olduğunu iddia ediyor. Bu iddialar, bulunan kalıntıların önemini artırıyor.

Trt/Haber, 06.03.2007

EDİRNE'DE TARİHİ KÖPRÜLER ARAÇ TRAFİĞİNE KAPATILACAK

 

Edirne ile Karaağaç Mahallesi arasında ulaşımı sağlayan tarihi Meriç ve Tunca köprülerinden araç geçişine izin verilmeyecek.

Edirne Valisi Nusret Miroğlu, en kısa zamanda Tunca ve Meriç köprülerinin araç trafiğine kapatılacağını söyledi. Araç trafiğine kapatılacak olan her 2 köprüye alternatif köprü olarak Süvari Köprüsü'nün kullanılacağını söyleyen Vali Miroğlu, "Yılların yükünü daha fazla taşımakta zorlanan tarihi köprüleri bu defa araç trafiğine kapatmakta kararlıyız. Alternatif köprü olmadığı için tarihi köprüleri araç trafiğine kapatamıyorduk." dedi. Vali Miroğlu, şunları söyledi: "Tarihi köprüleri trafiğe kapatmak için ulaşımı sağlayacak alternatif köprü olması gerekiyordu. İlk iş olarak Süvari köprüsüne giden 6 kilometrelik yolu kısa sürede yapmayı ve araç trafiğini buraya yönlendirmeyi düşünüyoruz. Zaten tarihi köprülerden 3 tonun üzerinde ağırlığı olan araçların geçmesi kesinlikle yasak."

Zaman, 05.03.2007

VAN'DAKİ PERİ BACALARI TURİST BEKLİYOR

 

Kapadokya Bölgesi'ndeki gibi peri bacaları bulunan Van'ın Başkale İlçesi'ne bağlı Yavuzlar Köyü, turizme açılmayı bekliyor. 17 bin peri bacası bulunan ve 'Vanadokya' olarak anılan bölgenin geleceğin önemli turizm merkezi olacağı belirtiliyor. Peribacalarının, yarısı İran'da yarısı Türkiye'de bulunan Yiğit Dağı volkanının ürettiği püskürtme kayaçlarının aşınmaları sonucu ortaya çıktığı belirtiliyor. Bölge halkı buranın doğal park ilan edilerek koruma altına alınmasını talep ediyor. Kaymakam Ali Arslantaş, Yavuzlar Köyü'nde 20 kilometrekarelik alan üzerinde bulunan peribacalarının turizm için önemli olduğunu ifade ederek, turistlerin ilgisini çekmek için köy yolunun asfaltlama çalışmasını bitirdiklerini söyledi. Yavuzlar Köyü Muhtarı Emin Özdemir ve köy halkı peribacalarına olan ilgisizlikten yakınırken, "Yabancı turist köyümüzü gezmeye geliyor. Dinlenme tesisi bulunmadığı için turistlerin konaklayacağı yer yok. Köyümüze gelen yerli ve yabancı turistlere çay ve ayran ikramında bulunuyoruz. Konaklayacak yerleri olmayan turistler aynı gün geri dönüyorlar. Köyümüze tesis yapılmasını istiyoruz.” dedi. Köylerinde 17 bin peribacası, 35 mağara, 12 de oyma kaya evi bulunduğunu anlatan Özdemir, köylerinin Van'a 120 km uzaklıkta olmasının dezavantajını yaşadıklarını kaydetti.

Turizm Gazetesi, 05.03.2007

40 YILLIK BİRİKİM MÜZE OLDU

 

2000 parçalık bir koleksiyon oluşturan turizmci Urkay çifti, Marmaris yakınında müze kurdu.

 

Ahmet Urkay'ın antika merakı gençlik yıllarında başladı. Sonra eşi Fatma Urkay da, kendisine destek verdi. Urkay çifti, gezip gördükleri yerlerde yıllarca antika değeri bulunan eserleri topladı.

40 yılın sonunda ise, halı, tabanca, tüfek, giysi gibi etnografik eserlerle arkeolojik eserlerden oluşan 2 bin parçalık bir koleksiyon ortaya çıktı. Ancak tescili yapılan koleksiyonu saklamak hiç de kolay olmadı.

 

Ahmet Urkay, çareyi müze oluşturmakta buldu. Koleksiyon artık, Marmaris Taşhan mevkiindeki "Ahmet Urkay Müzesi"nde sergileniyor. Müze, arkeloji ve etnogfraya bölümleriyle halı ve kilimlerin yer aldığı 3 ayrı bölümden oluşuyor.

Trt/Haber, 05.03.2007

SAFRANBOLU KONAKLARINA RESTORASYON

 

Karabük'ün Safranbolu İlçesi'ndeki tarihi 18 konağın, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından restore ettirileceği bildirildi.

 

Safranbolu Belediye Başkanı Nihat Cebeci, yaptığı açıklamada, kurumun vefat eden kurucusu Çelik Gülersoy'un adını taşıyan caddedeki 18 konağın, hazırlanan projenin Anıtlar Yüksek Kurulunda onaylanmasının ardından,
restorasyonuna başlanacağını söyledi.

Kurumun geçmiş yıllarda da ilçedeki konakların onarımına önemli katkılar sağladığına dikkati çeken Cebeci, şöyle konuştu: ''Herhangi mimari plana dayanmaksızın inşa edilmiş konaklarımız, çok sayıda yerli ve yabacı turistin ilgisini çekiyor. Tarihi evlerin korunmasına ve restorasyonuna çok önem veriyoruz. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumunun hazırlattığı proje doğrultusunda gerçekleştirilecek çalışmalarla evler turizme kazandırılacak. Kurum, hiçbir karşılık beklemeden evlerin aslına uygun restorasyonunu yaptıracak. Projenin onaylanmasının ardından da çalışmalara kısa sürede başlanacaktır.'


Cebeci, Safranbolu'da 18, 19. ve 20. yüzyıldan kalma konaklara her geçen gün turist ilgisinin arttığını, korumacılık konusundaki bilincin de örnek alınması gerektiğini kaydetti.

Vatan, 05.03.2007

ERZURUM'UN TARİHİ KİMLİĞİ KORUMA ALTINDA

 

Kültür ve Turizm İl Müdürü Fikret Öztürk, Erzurum’da tarihi eserlerin onarımı ile ilgili çalışmalar ağırlık verdiklerini belirterek, 2007 yılı içersinde kale çevresindeki surların onarımının ve arkeolojik kazılarının devam edeceğini ifade etti.

 

Tarihi yapı ve turizmin entegrasyonu ile kentin gelişebileceğini belirten Öztürk, “Erzurum’un turizmin açısından gelişmesi için tarihi dokunun korunması hayati önem taşıyor. 2007 yılı içersinde tarihi eserlerin onarımı ile ilgili çalışmalara ağırlık vereceğiz. Amacımız kentin turizm açısından hak ettiği konuma gelmesidir. Turizm yatırımları devam edecek, kale surları ve kaledeki arkeolojik kazılar devam edecek” dedi.

Erzurum Gazetesi, 05.03.2007

BİR HAZİNE GİBİ

 

1. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’daki 120 ayrı kütüphanede dağınık halde bulunan ve Süleymaniye Külliyesi içindeki medresede toplanan Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma 80 binden fazla el yazması eser, 90 yıldır Süleymaniye Kütüphanesi'nde korunuyor. Süleymaniye Kütüphanesi Müdürü Emir Eş, Osmanlı’nın kitaba meraklı, çok okuyan bir toplum olduğunu ve ayrı bir kütüphane binasının yapılmasına gerek duyulmadığını ifade ederek, “Tüm eserlerin Süleymaniye Kütüphanesinde toplanmasından önce de 1 milyonluk İstanbul’un 200 kütüphanesi vardı. Çok okuyan bir toplumdan bahsediyoruz. Bu 200 kütüphane cami, tekke, dergah, mevlevihane, vakıf, muallimhane, türbe, özel şahısların ellerinde ya da kurumlarda, saraylardaydı. Yani kitaplar hayatın içine öyle girmiş ki ayrı kütüphane binası yapılmasına gerek duyulmamıştı” dedi.


İstanbul’un çeşitli yerlerdeki 200 kütüphanenin 120 tanesinin şu anda Süleymaniye Kütüphanesi içerisinde olduğunu ifade eden Eş, değerli el yazmalarının yüzlerce yıl öteden günümüze kadar gelmelerinin Osmanlı’nın kitaba olan saygısından kaynaklandığını vurguladı. Eş, devletin en zayıf döneminde Sultan Abdülhamid’in İstanbul kütüphanelerinin fihristlerini çıkarttırdığını, bugün halen aynı kayıtların kullanıldığını anlattı. Süleymaniye Kütüphanesi, dünyanın “büyük kütüphaneleri” arasında yer alıyor ve dünyanın en kıymetli yazma eser kütüphanesi olma özelliğine sahip.

Bizzat padişaha sunulan eserler, padişah divanları, zafernamelerinden oluşan saray kütüphanesinden, şeyhülislam kütüphanesi gibi toplam 120 kütüphanenin birleşiminden oluşan kütüphane, Osmanlı medreselerinde tıp, astronomi, matematik, din bilimleri, filoloji ve hukuk üzerine çalışmalar yapan mutasavvıfların eserlerini barındırıyor.


Kütüphanede, en eski eser 1300 yıl öncesine ait. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine kadar bilim dünyasına yön vermiş pek çok eserin yer aldığı kütüphanede, sadece Fuzuli’nin “Leyla ve Mecnun” mesnevisinin 25 adet el yazması nüshası bulunuyor. Burada Katip Çelebi’nin “Keşfi Zünun” adlı eserine, Evliya Çelebi’nin “Seyahatnamesine”, Piri Reis’in “Şifa” isimli bilimsel çalışmaları da görmek mümkün. El yazmalarının korunması hiçbir riski bulunmayan metodlarla yapılıyor, zaman zaman kontrol edilerek gerekli görülen yerleri onarılıyor. Emir Eş, Süleymaniye Kütüphanesinde 2001 yılından bu yana yürütülen dev bir proje ile tüm el yazmalarının büyük bir titizlikle dijital ortama aktarıldığını ifade etti.





120 kütüphanenin birleşiminden oluşan Süleymaniye Kütüphanesi, 80 bin adet çok kıymetli el yazması eserin yanı sıra, Osmanlı medreselerinde okutulan, tıp, astronomi, matematik, filoloji ve hukuk üzerine çalışmalar yapan mutasavvıfların eserlerini de barındırıyor.

Türkiye Gazetesi, 05.03.2007

ABU DABİ 'ÇÖLDE LOUVRE' İÇİN KESENİN AĞZINI AÇTI

 

Abu Dabi'de açılacak Louvre Müzesi için anlaşma imzalanıyor. Tüm tartışmalara rağmen Fransız Kültür Bakanı Renaud Donnedieu de Vabres'nin salı günü Abu Dabi'de Louvre'un şubesini kurmak için Birleşik Arap Emirlikleri'yle anlaşma imzalayacağı açıklandı.


Yetkililer konuyla ilgili bir açıklama yapmaktan kaçınsa da Le Monde'a göre bu anlaşma Fransız hükümetine 700 milyon avro (1 milyar 260 milyon YTL) kazandıracak. Şimdiden 'Louvre'un yeni uydusu' ya da 'Çöl Louvre'u' olarak anılmaya başlanan müze, Fransız mimar Jean Nouvel tarafından tasarlandı. Sadiyat Adası'nda kurulacak kültürel kompleksin beş yapısından biri olması planlanan müzenin 2012'de açılması tasarlanıyor. Projenin Abu Dabi sahillerinde milyarlarca dolarlık bir turizm merkezi olması tasarlanıyor.






Anlaşmaya göre, Fransızlara yılda dört sergi için 150 milyon avro ödenecek. 10 yıl boyunca bu sergiler başta Louvre olmak üzere çeşitli Fransız müzelerinden derlenecek. Bu süre içerisinde Abu Dabi, 40 milyon avro harcayıp kendi koleksiyonunun oluşturacak. Le Monde'un haberine göre, müzenin sevk ve idaresi, uzun vadeli ödünç vermeler ve Louvre markasını kullanmak gibi çeşitli 'hizmetler' karşılığında Abu Dabi yönetimi Fransızlara ayrıca 200 ile 400 milyon euro arası ödeme yapacak.


New York'taki Guggenheim Müzesi'nin öncülüğünü yaptığı bu 'şube' uygulaması Fransa'da pek hoş karşılanmamış, aralarında pek çok uzman ve sanatçının bulunduğu 4 bin 600 kişilik bir protesto mektubu bile yayımlanmıştı. Kimileri Louvre'un ruhunu satıp üzerindeki ilgiyi kaybedeceğini savunurken, hükümet bunun 'Fransız kültürünü yaygınlaştırmak' için iyi olduğunu söylüyor.


Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dabi ise, çölün ortasında son derece modern ve zengin bir metropol olmasına rağmen tek bir müze ve gelişmiş sergi salonuna dahi sahip olmamanın ezikliğini bu projeyle üzerinden atmaya kararlı.

Radikal, 05.03.2007

DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ KURULACAK

 

 

Divriği'de bulunan ve UNESCO tarafından dünyanın yedi harikası içerisinde yer alan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nın restorasyon ve onarımı için geçtiğimiz yıllarda yapılan çalışmalar olumlu sonuç vermezken, bu yıl atılan adımlar Divriği'deki bu eserin ayağa kaldırılması açısından son derece önemli bir yer tutuyor. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası için Araştırma Enstitüsü kurulması için çalışmalar başlatılırken, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullatif Şener'in girişimleri sonucunda Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası Araştırma Enstitüsü kurulması için ilk adım atıldı.

Edinilen bilgilere göre Ankara'da düzenlenen Divriğililer Toplantısı'nda açıklamalarda bulunan Divriği Vakfı Başkanı Arif Atay da Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası Araştırma Enstitüsü'nün kurulması durumunda tarihi mekanın rölöve, restorasyon ve restitüsyon projeleri yapım sistemlerini üstlenrme sözü verdi. Buna göre Cumhuriyet Üniversitesi tarafından Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası için bir Araştırma Enstitüsü kurularak çalışmalar koordinasyonlu bir şekilde yürütülecek olurken, şuana kadar Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası için ilk somut adım da böylece atılmış oldu.

Memleket Sivas, 05.03.2007

KARASAKALIN GEMİSİ BULUNDU

 

ABD'nin doğu kıyılarında bulunan bir gemi enkazının 18. yüzyılda denizlere korku salan korsan Karasakal'ın gemisi olduğu belirtildi. Arkeolog Steve Claggett, "Gemi, 1718'de karaya oturmuştu. Köle gemisiydi ve Karasakal, 1717'de Fransızlardan ele geçirip adını da 'Kraliçe Ann'ın İntikamı' diye değiştirmişti" dedi.

Asıl adı "Edward Teach" ya da "Thatch" olduğu sanılan Karasakal, 1718 yılında Kraliyet donanmasına bağlı gönüllüler tarafından öldürülmüştü. Öldürüldükten beş ay sonra da "Kraliçe Ann'ın İntikamı" isimli gemisi batmıştı.

Hürriyet, 04.03.2007

CUMHURİYET İLKOKULU KENT MÜZESİ OLACAK

 

Akşehir'deki tarihi Cumhuriyet İlkokulu "Kent Müzesi" olarak hizmet verecek. Restorasyon projesinin tamamlanmasının ardından ihalesi yapılan okul binasının müzeye dönüştürüleceğini belirten yetkililer, çalışmaların Temmuz ayında bitirileceğini kaydetti. Akşehir Kent Müzesi olarak hizmet verecek binanın Nasreddin Hoca şenliklerinin başlangıcında törenle açılacağı öğrenildi. Müzede ilçenin tarih ve kültürünün yansıtılması bekleniyor.

Merhaba Gazetesi, 04.03.2007

ROCKWELL'İN ÇALINAN TABLOSU BULUNDU

 

Ressam Norman Rockwell'in 34 yıl önce çalınan "Russian Schoolroom" adlı tablosu Amerikalı ünlü yönetmen Steven Spielberg'in koleksiyonunda bulundu. Amerikan Federal Soruşturma Bürosu tarafından yapılan açıklamada, Spielberg'in, Rockwell'in 1973 yılında St. Louis sanat galerisinden çalınan tabloyu 1989 yılında yetkili bir satıcıdan yasal yollardan edindiği belirtildi. Spielberg'in, Rockwell'in 700 bin dolar değer biçilen tablosunun çalıntı olduğunu FBI'ın bir internet sitesinde tablonun fotoğrafını yayımlaması ve tarifini yapması üzerine öğrendiği kaydedildi. FBI'ın Sanat Suçları Bürosu'nun yaptığı inceleme sonucunda da Spielberg'deki tablonun orijinal olduğu anlaşıldı. Spielberg'in tabloyu alış sürecinde herhangi bir yasa dışı yola başvurmadığını açıklayan FBİ, yetkililerle tam işbirliği yapan ünlü yönetmenin, yasal hak sahipleri belirlenene kadar tabloyu elinde bulundurmaya devam edeceğini kaydetti. Rockwell'in 40,5x94 santimetre boyutlarındaki "Russian Schoolroom" adlı tablosunda Lenin büstünün olduğu bir sınıftaki Rus öğrenciler tasvir ediliyor.

Trt/Haber, 04.03.2007

1600 YILLIK AYASOFYA YAPILDIĞI ORİJİNAL RENGİNE BOYANACAK





Dünyanın en önemli mimari eserlerinden biri sayılan ve yaklaşık 1600 yıllık geçmişiyle hem İslam, hem de Hristiyan dünyası açısından ayrı bir öneme sahip Ayasofya Müzesi'nde restorasyon çalışmaları devam ediyor. Yapının dış cephesinin inşa edildiği günkü haline dönüştürülmesi ve yaklaşık 27 yıldır içeride kurulu bulunan iskelenin kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapılıyor.

 

Ayasofya Müzesi Başkanı Haluk Dursun, müzede, şu anda üç alanda restorasyon çalışması bulunduğunu belirterek, bunların iç ve dış mekanlar ile müzeye bağlı medrese ve türbelerde yapılan çalışmalar olduğunu kaydetti.

 

''Ayasofya'nın dış cephesinde derzin ortaya çıkartılması ve derz sonrası korumaya yönelik çalışmalar yapılıyor'' diyen Dursun, bu çalışmaların bir kısmının bittiğini ve bir kısmının da halen devam ettiğini söyledi.

 

Dursun, derz açılan bölümlerde izleme çalışmasının yapıldığını ifade ederek, ''Derz açıldıktan sonra dış etkenlere karşı nasıl korunacak, herhangi bir risk oluşturacak mı, o izleniyor. Bu etap bittikten sonra estetik olarak tarihsel orijinalitesi uygun mu, otantik haline dönüştü mü, dönüşmedi mi, buna bakılacak. Bunları Ayasofya Müzesi'nin konu uzmanlarından oluşan bilimsel kurulu izliyor ve belli aralıklarla toplantılar yapıyor. Toplantılar sonucunda restorasyon çalışmaları yönlendiriliyor'' dedi. Ayasofya'nın dış cephesinin orijinal halinin ''taş ve tuğla karışımından oluşan bir duvar'' olduğunu dile getiren Dursun, bu duvarın üzerine farklı zamanlarda sıva ve badana yapıldığını, bunun koruyucu amaçlı olduğunun iddia edildiğini kaydetti.

 

Haluk Dursun, bu konuda farklı görüşlerin de olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: ''(Orijinal görüntüsünün, yani duvar hali yüzyıllardan bugüne geldiğine göre koruyucu olduğu) görüşü de var. Önce bu iki görüş arasındaki sonucun ortaya çıkması lazım. Derz yapılan bölümleri şu anda izliyoruz. Bir bölümü ortaya çıktı. Bu derz üzerine doğal şapkanın nasıl bir etkide bulunacağına bakıyoruz. Eğer derz olarak kalmasında binanın korunması açısından bir mahsur varsa ve 'derz tek başına binayı koruyamayacaksa, tekrar sıva ve badana ile korumak gerekir' görüşü hakim olursa, o andan itibaren boyanın rengi söz konusu olur.

 

Daha o aşamaya gelinmedi ama bugüne kadar denenen boyalar var. Biri sarı boya, biri sarı şerit ve son olarak da bugünkü kırmızı ton olmuştur. Ayasofya'nın en doğru, en iyi korunan haline dönmesi için çalışmalar ve arayışlar içindeyiz. Gönül ister ki orijinal haliyle binanın zarar görmeyeceği bir uzun dönem olsun ve biz bunu otantik haliyle meraklılarına ve sanat alemine göstermeye devam edelim.''

 

Dursun, Ayasofya'da yapılan her yeni çalışmanın, hem iç, hem de dış kamuoyu tarafından dikkatle takip edildiğine işaret ederek, sadece dini inanışlar açısından değil, sanat tarihi ve estetik kaygılar nedeniyle de özel bir ilginin var olduğunu vurguladı.

 

Dursun, ''Bilinmesi gereken bir diğer nokta da Ayasofya'nın üniversitelerin sanat, mimarlık ve deprem alanlarından uzmanlarla oluşturulan bilimsel kurulunda, yabancı profesörler de var, Ayasofya akademik ve bilimsel bir şekilde izleniyor, korunuyor'' dedi.

 

Ayasofya'nın Hristiyan ve batı dünyasındaki öneminin de göz önünde tutulduğunu dile getiren Dursun, ''Zaten Hristiyan aleminin en yetkin kurumu olan Vatikan'ın Ayasofya'ya yapmış olduğu ziyaret sırasında böyle bir olumsuzluk bize bildirilmedi. Tam tersine Papa, bu tür tarihi binaların çok zor korunduğunu, Vatikan'ın bunu en iyi bilen kurum olduğunu ve Ayasofya'nın da hem içi, hem dışındaki restorasyon ve koruma çalışmalarından mutluluk duyduğunu en yetkin şahıs olarak ifade etti. Bu bizim için bir güvence oldu'' dedi

 

Dış cephede kırmızı rengin hakim olduğu bölümün binanın orijinal hali olduğunu kaydeden Dursun, şöyle devam etti: ''Yan tarafında görünen bölümler binayı korumak için dışarıdan yapılan sıvalar ve kısmen dökülen badanalı halidir. Ayasofya'nın içerisinde ve dışarısında koruma tedbirleri alınıyor. Dışarıdaki sorun sadece boyayla ilgili değil. Kubbede kurşun kaplama olan bölümle ilgili zamanla yıpranmalardan dolayı su sızmaları olmuştu. Bunu ortadan kaldırmak için bütün kurşun kaplamaları değişiyor. Dışarıdan su ve rutubetten gelecek olan zararlar asgariye indirilmiş oluyor. Bu önemli bir başarı olacak. Bunu başardığımız zaman içeriden meydana gelen kabarma ve dökülmeler restorasyon çalışmalarıyla giderilecek. Ayasofya, şu anda tüm binası ve kubbesi, denilebilir ki Türkiye'nin en iyi izlenen yerlerinden bir tanesi. Ne yapılması gerekiyorsa bu şekilde Ayasofya korunuyor. Ayasofya Milattan sonra 537 tarihinden itibaren büyük depremler gördü. Böyle bir dayanıklılığı var. Ayasofa'nın bütün bölümleri açıktır, ama depo olarak kullanılan bölümler var.''

 

Ayasofya gibi abide yapılarda restorasyon çalışmalarının hiçbir zaman bitmediğini vurgulayan Dursun, bu tür yapılara gelindiğinde herhangi bir iskele görülmemesinin tedirginlik nedeni olması gerektiğini anlattı. Dursun, Ayasofya'da bu tür çalışmaların yapılmasının, iyi korunduğunun göstergesi olduğunu belirterek, ''Ayasofya'nın içinde kubbeye kadar uzanan büyük iskelenin kaldırılmasına yönelik bir çalışmamız var. Bu çalışma da sonuçlanmak üzere. Bu açıdan olumlu bir gelişme, ama bu iskelenin kurulması şart olan başka bölümler var. Yani oradan kalkacak, ama başka yerlerde yine iskele olacak, olması da gerekiyor'' diye konuştu.

 

Papa 16. Benediktus'un ziyaretinden sonra, Ayasofya'ya olan ilginin arttığını da bildiren Dursun, sözlerini şöyle tamamladı: ''Papanın ziyaretinden sonra çok ilginçtir, yerli ziyaretçi çoğaldı. İstanbul'u ziyaret edenlerin gittiği yerler arasında Topkapı Sarayı Müzesi birincidir, hemen arkasından Ayasofya gelir. Yılda 2 milyona yakın ziyaretçisi olan bir yerdir. Son zamanlarda yerli turistin ilgisini daha çok çekmeye başladı. Çünkü Papa'nın ziyaretiyle beraber, Ayasofya'nın sadece bir ana kilise bina olmadığını, medrese, türbe ve diğer binalarıyla bir kompleks olduğunu yerli ziyaretçilere anlatmış olduk.''

Türkiye Turizm.com, 04.03.2007

DİVRİĞİ KALE CAMİİ ONARIMA ALINACAK

 

Divriği'de bulunan ve Türkler tarafından Anadolu'da yapılan birkaç camiden biri olan tarihi Divriği Kale Camii'nin restorasyon ve onarımı için hazırlanan projenin Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nda görüşülerek kararara bağlanmasının  ardından eserin onarımı için ihaleye çıkıldı.

1180-1181 yıllarında Mengücekliler tarafından yaptırılan ve günümüze kadar ulaşan tarihi Divriği Kale Camii bakımsızlık nedeniyle harap bir şekilde bulunurken, eserin minaresi yıkılırken, ayrıca eserin beden duvarlarında, tonozlarında ve mihrabında da yıkılmalar mevcut.

Çukurova Üniversitesi tarafından hazırlanan Rölöve ve Restorasyon projesi Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'nun onayından çıkarken, Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü 12 Mart'ta yapacağı ihale ile Divriği Kale Camii onarım işini, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamındaki Kültür Varlıklarının Rölöve, Restorasyon, Restitüsyon Projeleri, Sokak Sağlıklaştırma, Çevre Düzenleme projeleri ihale kapsamında yaptırılacak.

Divriği'de Türkler tarafından Anadolu'da yapılan birkaç camiiden biri olma özelliğini taşıyan Divriği Kale Camii'nin daha fazla zarar görmeden en kısa süre içerisinde onarılarak ileriki kuşaklara aktarılması gerekiyor. Yapılan ihalenin ardından tarihi Divriği Kale Camii'nin onarımına bu yıl başlanması hedeflenirken, Divriği'de zarar görmüş olan bir tarihi yapımız daha korunmuş olacak.

Memleket Sivas, 03.03.2007





.. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
34345 Kuruçeşme İstanbul
Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
e.posta: info@tayproject.org

Copyright©1998 TAY Projesi