Haberler logo Ekim '07 Arşivi


28 Ekim - 3 Kasım 2007

AKM'NİN YIKILMASINDA GERİ SAYIM





Geçen yasama döneminden bu yana Meclis gündeminde olan ve tartışmalara yol açan İstanbul'daki Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılmasına imkan veren tasarı, bu hafta Meclis Genel Kurul gündeminin birinci sırasında bulunuyor. Tasarının Çarşamba günü görüşülerek kabul edilmesi durumunda, AKM'nin yıkılması için geri sayım başlayacak.

"İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti" hakkında kanun tasarısı içine konulan bir hükümle, AKM'nin yıkılması ve yerine çevresindeki belediye ve hazine arazilerinin de katılarak büyük bir kültür kompleksi yapılmasını öngörülüyor.

CHP'lilerin, AKP'nin opera ve baleyle hesaplaşma içinde olduğu ve bu kompleksin bir bölümünün de alışveriş merkezine dönüştürüleceği iddiasıyla karşı çıktıkları tasarının, Genel Kurul'da kabul edilmesi bekleniyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise, AKM'nin yerine alışveriş merkezi yapılmayacağı sözü verdi.

Tasarı kabul edildiği takdirde, AKM'nin yıkılması önünde yasal bir engel kalmayacak. Bakan Günay, AKM'nin yıkılması konusunda karar verirken uyacakları kriteri de tasarının komisyondaki görüşmeleri sırasında açıkladı.

Günay, bu tasarıyla İstanbul'u 2010 yılına en iyi şekilde hazırlamayı hedeflediklerini belirterek, AKM'nin yıkılarak yerine yapılacak yeni bir kültür merkezinin 2010 yılına yetişmeyeceğini görmeleri durumunda, AKM'nin hemen yıkılmayacağını söyledi. Günay, ancak Ayazağa'daki yapının tamamlanarak, 2010 yılına kadar komple bir kültür merkezine dönüşecek olması durumunda AKM'nin yıkılacağını söylemişti.

Tasarıya göre, "2010 İstanbul" projesi kapsamındaki mal ve hizmet alımlarıyla, yapım işleri, satım ve kira işlemleriyle birlikte, AKM'nin yerine yapılacak yapı için Sayıştay denetimi ve Devlet İhale Kanunu hükümleri uygulanmayacak. Günay, bunun proje için yapılacak çalışmaların yetişmesi için gerekli olduğunu, aksi halde çalışmalarını 2010'a yetiştiremeyeceklerini bildirmişti.

Sabah, 28.10.2007


*******


AKM KURTULDU





Kamuoyunda tartışma yaratan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) geleceği konusunda, iktidar ve muhalefet, TBMM’de uzlaştı. Beyoğlu’ndaki merkezin yıkılmasına ilişkin hüküm, AKP, CHP ve MHP’lilerin ortak önergesinin kabul edilmesiyle yasadan çıkartıldı.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkında Yasa Tasarısı, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı. Yasaya göre, "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi" kapsamında, İstanbul’u "2010 Yılı Avrupa Kültür Başkenti" olarak hazırlamak, 2010’da yapılacak etkinlikleri planlamak, yönetmek, kamu kurum ve kuruluşlarının bu amaçla yapacakları çalışmalarda koordinasyonu sağlamak üzere, "İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı" kurulacak. İstanbul’da kurulacak bu ajans, özel hukuk hükümlerine tabi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilişkili tüzel kişiliğe sahip olacak.

Yasa TBMM’de tartışılırken geçtiğimiz yıllarda büyük tartışmalara neden olan AKM’nin yıkılıp yerine yeni bir merkez yapılması konusu da gündeme geldi. Beyoğlu’ndaki merkezin yıkılmasına ilişkin hüküm, AKP, CHP ve MHP’lilerin ortak önergesinin kabul edilmesiyle yasadan çıkartıldı. Bu değişiklikle, AKM’nin bulunduğu parsel ile İstanbul Büyükşehir Belediyesine ait parsel ve eklenebilecek diğer belediye ve Hazine arazilerinden oluşacak alanda yeni bir AKM bina ve eklentilerinin proje ve inşaatının yapım işlerinin, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu karar ve görüşleri doğrultusunda yapılması kararlaştırıldı.

AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli’nin kabul edilen önergesiyle de Ayazağa’da İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından yapımına başlanan, ancak tamamlanamayan kültür merkezinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilerek 2010 yılına kadar tamamlanması öngörüldü. Yine İstanbul’un Eyüp ilçesindeki Rami Kışlası da İstanbul Kütüphanesi olarak düzenlenecek.

Bu arada Meclis’te önceki gece 12 saat süren sert tartışmaların ardından kabul edilen "İstanbul 2010 Kültür Başkenti Yasası"yla, İstanbul’un çehresini değiştirecek altyapı yatırımları ile dev kültür ve sanat projeleri başlayacak. "Kültür Başkenti" unvanıyla birlikte 100 değişik proje kapsamında 400 ile 600 arasında uluslararası kültür ve sanat etkinliğine sahne olacak İstanbul’un, 7 ile 10 milyon arasında yeni turisti çekmesi bekleniyor.

Hürriyet, Haber. Turan Tılmaz, 03.11.2007

BİTLİS KALESİ'NDE KAZILARDA ÇOK SAYIDA TARİHİ ESER BULUNDU

 

Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölüm Başkanı ve Bitlis'teki arkeolojik kazı ekibi başkanı Doç. Dr. Kadir Pektaş, bu yıl yapılan kazılarda geçen yıllarda olduğu gibi çok sayıda sikke, seramik parçası ve tütün lülelerine rastladıklarını söyledi.

 

Doç. Dr. Pektaş, yaptığı açıklamada, büyük oranda Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı DÖSİM tarafından finanse edilen kazı çalışmalarına, Bitlis Valiliği ve TÜBİTAK'ın da maddi destek sağladığını söyledi.

 

Bu yıl, daha önceki yıllarda ortaya çıkardıkları hamamın doğu yönünde, doğu surlardaki burcun kenarında ve İç Kale'de (Saray) çalışmalara devam ettiklerini ifade eden Doç. Dr. Pektaş, şöyle konuştu: ''Bu yıl üç noktada çalışma sürdürdük. Hamamın doğu yönündeki çalışmalarda, temel seviyesine inilen dikdörtgen planlı mekanları gün yüzüne çıkardık. 18 ve 19. yüzyıldan kaldıklarını düşündüğümüz bu yapı kalıntılarında ortaya çıkarılan tandırlar, mutfak ve hamama işaret eden buluntular, kalıntıların ev olarak kullanılan mekanlar olduğunu düşündürmekte.''

 

Doğu duvarındaki burcun bitişiğinde yapılan kazıda, düzgün bir plan göstermeyen mekânın ortaya çıkarıldığını belirten Doç. Dr. Pektaş, ''Bunun iç mekânında ve kuzey duvarının kenarında ele geçen değirmen taşları ve mutfak kapları, bu kısmın da benzer amaçlı olduğunu, yani ev olarak kullanılan yapının bir bölümü olduğunu göstermekte'' diye konuştu.

 

İç Kale'de de benzer yapılar ortaya çıkardıklarını belirten Pektaş, muhtemelen 18-19. yüzyıla ait yapıların alt bölümünde, farklı duvar tekniğine sahip yapı kalıntıları bulduklarını söyledi. Pektaş, ''Bu yapıların daha erken tarihlerden olabileceği düşünüyoruz. Buradaki kazılarda ortaya çıkarılan 15. yüzyılın sonlarına tarihlenen Akkoyunlu sikkeleri, yapının 15. yüzyılda inşa edildiğini akla getiriyor'' dedi.

 

Geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da sırlı ve sırsız seramik kap parçalarına, tütün lülelerine ve Roma, Bizans, beylikler ve çoğunluğu Osmanlı dönemine ait sikkeler ortaya çıkardıklarını kaydeden Pektaş, şöyle dedi: ''Bu eserlerin tamamı, bakımları yapılıp katalogları çıkarıldıktan sonra Bitlis Etnoğrafya Müzesi'ne teslim edildi. Bu yılki çalışmalarda ortaya çıkarılan duvarların geçici onarımı; kaleye çıkılan merdivenlerde düzenleme yapıldı. Çıkan toprağın, çevrede yaşayan vatandaşları rahatsız etmeden kalenin dışına çıkarılabilmesi için, bu yıl ilk defa kapalı boru  sistemi kuruldu.''

 

Gelecek yıl kazıları da yine aynı mekanda yürütmeyi planladıklarını belirten Pektaş, 2008'de hamamın doğu yönündeki açmaları surlara kadar genişleteceklerini, böylece alanın aynı seviyede tamamen ortaya çıkarılacağını kaydetti.

 

Pektaş, ''Yine doğu burçtaki açma alanı genişletilerek, buradaki mutfağın muhtemelen ait olduğu ev tümüyle kazılmış olacak. İç Kale'deki çalışmalarımızda, 15. yüzyıl katmanında çalışmalarımızı sürdürerek buradaki yerleşimle ilgili daha fazla ipucu elde edilmeye çalışılacak'' dedi.

Turizm Gazetesi, 02.11.2007

TARİHİ ESERİN RESTORASYONUNDA YÖRE TAŞI KULLANILMAMASI TARTIŞMALARA YOL AÇTI

 

Isparta'da, tarihi 'Bedesten'in restorasyonunda kullanılan kesme taşın cinsi tartışma konusu oldu. Ispartalılar, restorasyonda yöreye ait 'kövke taşı'nın kullanılmaması nedeniyle tamiratının durdurulmasını istedi.

 

Taş meselesi yüzünden duvarları iki defa tamirat yapılıp yıkılan 500 yıllık eser, için üçüncü kez tamir ediliyor, ancak ona da itirazlar sürüyor.

 

Antalya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Antalya Koruma Kurulu'nu binanın taş kaplama ile restorasyonuna karar vermesi üzerine geçtiğimiz yıl proje hazırlanarak restorsyon için ihaleye çıkıldı. Ancak tamiratta kullanılacak kesme taş, Isparta'da bulunamayınca Afyonkarahisar'dan temin edilerek çalışmalara başlandı. Bunun üzerine Ispartalılar, daha önceki tamiratlarda bedestenin etrafındaki tarihi binalarla uyum sağlaması için kendi yörelerine ait olan kövke taşı kullanıldığını ileri sürerek tamiratın durdurulmasını istedi. Bunun üzerine Antalya Koruma Kurulu itirazı kabul ederek tamiratı durdu. Kurul, bu sefer de duvarların Horasan Harcı denen özel karışımlı derzle doldurulmasına karar verdi. Bunun üzerine taş kaplama yapılan duvarlar sökülerek, derzle tamirata başlandı. Bunun üzerine Isparta Müze Müdürlüğü elemanları bir rapor hazırlayarak Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne tekrar itirazda bulundu. Raporda, kövke taşının kullanılmasının gerekçeleri anlatıldı.

 

Antalya Vakıflar Bölge Müdürü Mustafa Emek, basit bir tamirat işinin bir taş yüzünden karmaşık hale geldiğini kaydetti. 2006 yılında projesini hazırlayarak ihalesini yaptıkları binanın restorasyonun 4 ay önce başladığını ifade eden Emek, "Antalya Koruma Kurulu bedestenin yanı başında bulunan şelale ve havuzdan duvara su sızmasından dolayı bunların kaldırılmasını istedi. Duvarların yarısı taş kaplamaydı ve çatlaklar meydana gelmişti. Biz de proje hazırladık, kurul da kabul etti. Ancak, Isparta yöresine ait yerel taş kullanılmadığından itirazlar geldi. Bunun üzerine tamirat durdu." dedi.

 

Bölge Müdürü Emek, taş kaplama duvarların yıkılarak derz yapılmasının istendiğini kaydederek şunları söyledi: "Biz ilk projemizde Isparta yöresinden taş bulamadığımız için Afyonkarahisar taşını kullanmak zorunda kaldık. Kurulun kararından sonra şimdi derzle taşların arası doldurularak çatlaklar gideriliyor. Ancak bu haline de itirazlar var. Bizim yaptığımız iş duvarları sağlamlaştırmak. Kurul, sonra kaplama yapın derse kesme taşla tekrar kaplanacak."

 

Isparta İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdullah Kılıç ise, daha önceki tamiratlarda kövke taşı kullanıldığını, ancak son tamiratta taşla kaplama yapılmak istendiğini kaydetti. Kılıç, Isparta Müze Müdürlüğü tarafından hazırlanan bir raporda taş kaplamanın etraftaki tarihi binalarla uyum sağlamadığı bu yüzden kövke taşı kullanılması gerektiğinin belirtildiğini kaydederek, "Bu rapor valiliğe sunularak kurula itirazda bulunuldu. Şimdi ise derzle kapatılması kararı verildi. Sonrasında Isparta yöresine ait taşla kaplama yapılıp yapılmayacağı belli değil." dedi.

Zaman, Haber: Mesut Mercan, 02.11.2007

LAHİT VE MOZAİKLER İLGİ BEKLİYOR

 

 

Gaziantep'in Araban İlçesi'nde arazisindeki taşları temizlemeye çalışan bir vatandaşın iş makinasına takılan lahit ve mozaikler kurtarılmayı bekliyor.

 

İlçeye bağlı Karacaören Köyü'nde Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından tarihi ören yeri olarak belirlenen bölgedeki arazisinde taş temizliği yapan bir köylü vatandaşın taş temizleme makinasına bir lahit ve mozaik takıldı. 5. yüzyıl Geç Roma Dönemi'ne ait olduğu tahmin edilen eserlerin Müze yetkilileri tarafından çıkarılmasını isteyen vatandaşlar, bölgede başka tarihi eserlerin de bulunabileceğini kaydettiler.

 

Vatandaşlar, yaklaşık 7 yıl önce Gaziantep Arkeoloji Müzesi arkeologlarından Mehmet Önal tarafından tarihi ören yeri olarak belirlenen bölgede, bugüne kadar herhangi bir çalışma yapılmadığını ve zaman geçirilmeden bölgede bulunan tarihi eserlerin gün yüzüne çıkarılması gerektiğini ifade ettiler.

Gaziantep Kent Haber, 02.11.2007

TARİHİ YARIMADA SEMPOZYUMU

 

 

TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından "Tarihi Yarımada Sempozyumu" düzenleniyor.

 

15-16 Kasım 2007 tarihlerinde Taşkışla'da bulunan İTÜ Mimarlık Fakültesi, Salon 109'da gerçekleştirilecek sempozyumda Tarihi Yarımada’nın Dünya Kültür Mirasındaki Yeri ve Gelişmeler, Tarihi Yarımada Yönetim Planı, Tarihi Yarımada Koruma Sürecinde UNESCO Önerileri, Tarihi Yarımada’nın planlama ve koruma tarihi, Tarihi Yarımada’da “Modernleşme Dinamikleri- Koruma” İkilemi, Kentsel Arkeolojik Sit Alanında Planlama Konuları, Uluslararası Koruma Ölçütleri Çerçevesinde Tarihi Yarımada Koruma sorunsalı, 1860’dan 1960’a Tarihi Yarımada ve Arkeoloji, 1960’dan 2007’ye Tarihi Yarımada ve Arkeoloji, Marmaray ve Metro Kazıları Sonuçlarının Değerlendirilmesi, Suriçi’nin Sit İlanı Çerçevesinde Planlama Sürecinin Değerlendirilmesi, Koruma Planı Kapsamında Proje Çalışmaları, Tarihi Kentlerin Korunması ve Yeniden Düzenlenmesinde Sorumluluk ve Yeterlilik Sorunları,  Tarihi Yarımada Konulu Belge ve Çalışmaların Değerlendirilmesi, Fener Balat Rehabilitasyon Programı, Kara surları ve çevresi koruma sorunları ve Tarihi Yarımada’da restorasyonla yapılan tahribatlar konulu tebliğler sunulacak.

TAYHaber, 02.11.2007

TARİHİ BİNALAR ÇÖKÜYOR

 

 

Çanakkale'de çürümeye terk edilen ve çökme aşamasına gelen tarihi binalar önlerinden geçen vatandaşlar için tehlikeli arz ediyor.

Çanakkale'nin çeşitli bölgelerinde bulunan asırlık binaların bakımsızlıktan çökmeye yüz tuttuğunu belirten vatandaşlar, bu binaların bir kısmının önlerinde gerekli tedbir alınmaması sebebiyle çevreye de tehlike saçtığını söyledi. Çanakkale Belediyesi'nin tescilli olup bakım ve onarımı yapılmayan binalar hakkında kanunların verdiği yetkiye dayanarak geçtiğimiz yıl kamulaştırma kararı aldığını hatırlatan vatandaşlar, bu konuda halen bir gelişmenin olmadığını ve binaların aynı şekilde durduğunu ifade etti. 

Çanakkale Belediyesi yetkilileri, İmar ve Şehircilik Müdürlüğü bünyesinde bulunan "Koruma, Uygulama ve Denetim Bürosu" (KUDEB) tarafından 2002 yılından bu yana atıl ve metruk durumda bulunan yapıların tespit edilerek, 40 adet binanın mülk sahibine gerekli tedbirleri almaları için tebligat yapıldığını belirterek, "Bu tebligatın ardından tarihi binalardan yaklaşık yüzde 60'nın restore edilmesi sağlandı. Bu konuda örnek olması amacıyla, belediyemizce de atıl ve metruk durumda bulunan bazı binalar satın alınarak, kamu hizmetlerinde kullanılmak üzere restorasyonuna başlandı. 2006 yılı içerisinde çıkan kanun ve yönetmelikler çerçevesinde; kanunun belirlediği bakım ve onarım sorumluluklarını yerine getirmeyen mülk sahiplerinin taşınmazları, kanunların verdiği yetkiye dayanılarak belediyemizce kamulaştırılacak. Bu konuda da tescilli binaların sahiplerine gerekli tebligatı yaptık. Binaların önlerinde tedbir alınmamışsa belediye olarak bu tedbiri biz alıp bu konuda ayılan harcamanın fazlasını o kişiden tahsil ediyoruz" dediler.

Çanakkale Kent haber, 02.11.2007

ASYA'DAN AMERİKA'YA GÖÇLE İLGİLİ YENİ FİKİRLER

 

İnsanların Asya’dan Amerika’ya göçleri ile ilgili sorular onyıllar boyunca antropologları uğraştırdı, senaryolar değişirken sorular değişmedi. Amerikan yerlilerinin ataları, Asya’dan Bering kara köprüsü ile bu topraklara göç eden küçük bir grup mu idi? Bu göç nasıl oldu ve iklimsel değişimlerin etkisi ne idi? Neden bu kadar uzun sürdü?

 

Illinois Üniversitesi’nden genetik uzmanı Ripan Malhi başkanlığında 21 araştırmacının bu konuda yeni fikirleri var. Çarpıcı olan fikir ise, ilk öncü yerleşim ve sonrasında, eskiden tahmin edilenden çok daha büyük bir genetik çeşitlilik olduğu. Yazarlar “Yeni mitokondriyal genom analizlerimiz birçok farklı sonuca yol açmakta. Öncelikle, Amerika’ya yayılmadan önce Bering civarına yerleşen atalarımız burada, Asya’daki kardeş gruplarından mitokondriyal DNA farklılığı sağlayacak derecede uzun bir süre kalmışlar” demekte.

 

Bu yorumu daha açık ifade etmek gerekirse; yaklaşık 30.000 yıl önce daha iyi bir yerleşim için Sibirya’yı terk eden Amerikan yerlilerinin ataları Beringia (Son buzul çağında Sibirya kuzeydoğusu ile Alaska arasında oluşan kara parçası) bölgesinde çok uzun bir süre, hemen hemen 15.000 yıl kalmışlar. Aynı DNA çalışması, belirli bir süreçte Kuzey Amerika’dan Asya’ya geri-göç ve gen akışı olduğunu da ispatlamakta.

Science Daily, 29.10.2007

TARİHİ GÜNEŞ SAATİ FARKEDİLMİYOR

 

 

Konya Valilik binasının güneybatısında, Kayalıpark civarında bulunan ve Karamanoğulları devrinde Kadı Mürsel tarafından yaptırılan Osmanlı döneminde Hacı Hasan tarafından yenilenen ve 1907 yılında Hacı Halil Ağa tarafından onarılan bir cami. Önünden her gün binlerce kişinin geçtiği bu caminin güney cephe duvarında belkide birçok kişinin farkına bile varmadığı bir güneş saati bulunuyor.
 

Güneş saatinin temel çalışma prensibi bir yüzey üzerine çizilmiş olan saat çizgileri ve bir çubuğun bu saat çizgilerinin üzerinde oluşturduğu gölgesi yardımıyla zamanın belirlenmesidir. Bilinen en eski güneş saatleri MÖ 1500 yılında Mısırlılar tarafından kullanılmıştır. Yunanlılar güneş saatini geliştirerek konik güneş saatleri yapmışlardır.
 

Müslümanların saate verdikleri önem Müslüman Araplar, güneş saatine çok önem vererek yatay, düşey ve eğik düzlemli çok değişik türlerini geliştirmişlerdir. Müslümanların saate verdikleri önem, namaz vakitlerinden kaynaklanmaktaydı. Birçok çeşidi olan güneş saatinin Hacı Hasan Camii duvarındaki güneş saati yarım daire şeklinde. Dairenin ortasına, çapının dörtte biri kadar uzun, dik bir çubuk bulunuyor. Bu çubuğun gölgesi, sabah vakti, dairenin dışına kadar uzanıyor ve batı tarafında kalıyor. Güneş yükseldikçe, gölge kısalır. Gölgenin ucunun, daireye girdiği noktaya işaret konur. Güneş gün ortasına gelince, gölgenin boyu en küçük olup, sonra tekrar uzamaya başlar ve doğu tarafından dışarı çıkar. Çıktığı noktaya da işaret konur. Bu işaretlenen noktalar arasındaki daire yayının ortası ile merkez arasına düz bir çizgi çizilir. Bu çizgi, oranın (gün ortası) çizgisi olur. Gölge ucu bu çizgiye gelirse gün ortası olur. Gölge bu hattan ayrıldığında öğle namazı vakti başlar. Çubuğun gölgesi, çubuğun boyunun bir veya iki katı kadar daha uzayınca ikindi vakti başlar. Tarihte Rönesansla birlikte güneş saati yaygınlaşmıştır. Ancak 19. yüzyıldan itibaren süs olmaktan ileri gitmemiş ve yeterince ilgi görmemiştir

Manşet Gazetesi, 02.11.2007

BİR MÜZE ZİYARETÇİ BEKLİYOR

 

 

Tekke Camii bitişiğinde, 1636 yılında yaptırılarak vakfedilen 1926 yılında tekkevğe zaviyelerin kapanmasıyla kapatılan Gaziantep Mevlevihanesi, 2006 yılında yapılan restorasyonla hayata döndü. Restorasyon sonrası Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından vakıf müzesi olarak kullanılmasına karar verilen yapı ziyaretçi bekliyor.

 

Kapatılmadan önce Mevlevi Semahanesi olarak kullanılan bugünkü Tekke Camii’nin yanında bulunan ve Mevlevihane’nin sosyal işlerinde kullanılan ve müzeye dönüştürülen yapıda 114 eser teşhir ediliyor. Mayıs ayından bu yana ziyaretçilere açık tutulan ve ücretsiz olarak gezilebilen Gaziantep Mevlevihanesi Vakıf Müzesi, henüz tanıtımı yapılamadığı için yeterli ziyaretçi sayısına ulaşamıyor.

 

Müzenin ana salonunda maketlerle Mevlevi dervişlerinin ayini canlandırılırken, el yazması kitaplar, hat sanatının nadide örnekleri sergileniyor.

 

Müze sorumlusu olarak görev yapan müze araştırmacısı Leyla Başboğa, müzede Mevlevilik kültürü, maden eserleri, hat sanatı örnekleri ile Osmanlı dönemine ait kilim ve halıların teşhir edildiğini söyleyerek, henüz bekledikleri kadar ziyaretçi çekemediklerini söyledi. Gaziantep Mevlevihanesi’nin bölgenin en büyük Mevlevihanesi olma özelliğini taşıdığını ifade eden Başboğa, “Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü Mevlevihane’nin yönetimini almış, semahane ve selamlık bölümleri cami ve ilkokul olarak kullanılmıştır. Bundan sonra çeşitli onarımlar gören yapı topluluğunun bazı bölümleri ise ortadan kalkmıştır” şeklinde konuştu. Mekanın küçük ve yetersiz olmasından yakınan Leyla Başboğa, yer darlığı nedeniyle ancak 114 eserin sergilenebildiğini bu rakamın iki katı kadar da depoda eser bulunduğunu söyledi.

Gaziantep Hakimiyet, 02.11.2007

"ATATÜRK'E BENZEMEYEN HEYKEL, ATATÜRK GİBİ ORADA DURUYOR"

 

"Ören yerleri ve arkeolojik kazılar çok önemli ama yakın tarihimize de tam bir içtenlikle sahip çıkmak, Cumhuriyet istismarı yerine Cumhuriyet eserlerine sahip çıkan yeni bir bakış açısı geliştirmek niyetindeyiz" diyen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Atatürk heykelleri meselesine el attı. Bakan Günay, "Ne yazık ki bazı yerlerde Atatürk'ün adına yakışmayacak çapta Atatürk anıtları var. Atatürk anıtları konusunda bir dikkat geliştireceğiz" dedi. Günay, kötü heykellere örnek de verdi: "Çok çirkin anıtlar var, mesela biri Ankara'nın göbeğinde, Mithatpaşa Caddesi'ndeki SSK Genel Müdürlüğü'nün önünde. 1990'larda yapıldı, katiyen Atatürk'e benzemeyen bir heykel, Atatürk gibi orada duruyor." Bakanlık, Kurtuluş Savaşı'na tanıklık eden önemli mekanları da yenileyecek.





Bütçesi sınırlı bakanlığını 'kanaat oluşturma bakanlığı' olarak nitelendiren Bakan Günay'a göre, işe kamu eliyle yapılmış çarpık yapılaşmayla başlanmalı:


"Türk Hava Kurumu ile Ulus'taki tarihi İş Bankası'nın tepesinde de kaçak çatı katları var. Bu, topluma, tarihe, doğaya karşı suçtur. Bir yurttaş herhangi bir trafik kuralını çiğnediği zaman onun yakasına yapışılıyor ama, kamu veya varlıklı bir özel kesim insanlığın gözüne sokacak şekilde bir çirkinlik yapıyorsa, üzerine gitmemiz gerekiyor. Bu kanaat önderliği bakanlığının bence görevlerinden birisi."
 

Kültür Bakanı'nın gündemindeki konulardan biri de Birinci Meclis Binası'nın çevresinin parka dönüşmesi: "Cumhuriyet'in kurulduğu Birinci Meclis Binası'nın Ulus'ta olduğunu pek çok kimse bilmez. Onun etrafını temizleyelim, orada bir tabela kirliliği var. Kendi tabelamızı kaldırdık. O tabelaların sahiplerinden de rica ediyorum, Meclis yapısının dibindeki koca koca tabelaları kaldırsınlar, bir büfe var hemen dibinde, onu başka yere götürelim. Meclis binasının çevresi bir parka dönüşsün, karşısında bir çarşı var. Katiyen o mekanın tarihsel dokusuyla bağdaşmıyor. O yapının özelliğini, mütevazılığını anladığımız zaman Cumhuriyet'in büyüklüğünü de anlamış olacağız."


Türkiye'de Cumhuriyet konusunda duyarlılığın yükseldiğini, ancak bu tür şeylerin tarih bilincine dayanmazsa konjonktürel kalacağını belirten Günay, Kurtuluş Savaşı mücadelesiyle özdeşleşmiş mekanları da yenileyecek.
 

Bakan Günay, geçen dönem Başbakan Erdoğan tarafından başlatılan kendisinin de ısrarla sahiplendiği çalışmada yapılanları ve hedeflerini şöyle sıraladı:


"Aslına uygun olarak yeniden yapılan Amasya Genelgesi'nin imzalandığı bina biriki ay içinde açılacak. Samsun'da Atatürk'ün çıktığı iskelenin çevresi yeniden düzenlenip rölyeflerle Kurtuluş Savaşı'nı anlatan prestij yolu haline getirilecek. Erzurum Kongresi binası ve çevresi sil baştan elden geçirilecek.


Sivas'taki kongre binasına Kongre Anıtı düşünülüyor. Kurtuluş Savaşı'na katkı yapmış devlet adamları, sivil önderler ile kahramanların anıtları da yaşadıkları mekanlara dikilecek".

Radikal, Fotoğraf: Tolga Adanalı/AA, 02.11.2007

KAZI BİTTİ MEZAR ODASI BULUNDU

 

Beypazarı’nda Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Hikmet Denizli başkanlığında, Acısu köyü çevresinde yapılan kazı çalışmaları sona erdi.

Kazı çalışmaları ekibinin şefi arkeolog Mehmet Sevim, bölgede bulunan 7 adet tümülüsden birinin tamamen ortaya çıkarıldığını söyledi.

Söz konusu tümülüs içinde ayrı bir duvarla çevrili Roma dönemine ait olduğu belirlenen bir mezar odası ortaya çıkarıldığını anlatan Sevim, diğer tümülüslerde de aynı şekilde mezarlar olabileceğini kaydetti.

Çalışmaların 45 gün sürdüğünü anlatan Sevim, bölgenin artık tamamen korunması gerektiğini vurgulayarak, "Kaçak kazı çalışmaları sonucunda birçok tarihi değerler tahrip edilmekte. Gelecekte bölgenin önemli derece turist çekmesini bekliyoruz" dedi.

Sevim, bölgede güvenlik güçlerinin tümülüslerin güvenliği için sürekli devriye görevinde bulunduğunu belirterek, çalışmaların önümüzdeki yıllarda da devam edeceğini sözlerine ekledi.

Acısu köyü muhtarı Mustafa Sürücü ise ortaya çıkarılan tarihi eserlerin kendilerini memnun ettiğini bildirerek, "Tümülüsler şimdiden yoğun ilgi var" dedi.

Hürriyet Ankara, 02.11.2007

ÇİVİ YAZILI TABLET KAYSERİ'DE

 

Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından Kiçikapı Meydanı'na dünyanın en büyük çivi yazılı kil tablet anıtı dikildi.

 

 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi ve Kültepe Kazısı Başkanı Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu, 4 bin yıl önce Asurlu tüccarların kullandığı çivi yazılı kil tabletlerin bir kopyasını dev boyutta yaptırarak Kayseri'nin en önemli meydanlarından birine dikmesinden büyük mutluluk duyduğunu söyledi. Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki de Kültepe kazı alanından çıkartılan tarihi eserlere büyük önem verdiklerini, kazı alanının rahat gezilebilmesi için belediye olarak bir dizi çalışma başlattıklarını söyledi. Tabletin aslına uygun kopyasını 3.30x2.20 metre ebadında hazırladıklarını kaydeden Özhaseki, anıtın alt tarafına da Türkçe okunuşunun yazıldığını belirtti.

Zaman, 02.11.2007

YANLIŞ KORUMA TARİHİ MOZAİKLERİ YOK ETTİ

 

Uşak'ın Banaz İlçesi'nde naylon altında korunan ve bu nedenle mıcıra dönüşen paha biçilmez mozaiklerin üçte biri ancak kurtarılabildi.





Antik Akmonia Kenti'nin 240 metrakare büyüklüğündeki paha biçilmez mozaiklerin üçte ikisi kazı çalışmaları sırasında uygulanan yanlış yöntemler ve yıllardır üzerinin naylonla kapatılması yüzünden yok oldu. 3 işçi ile onarım çalışmasını gerçekleştiren 6 uzman, kazı çalışmalarında beton harç ve kireç tabakasını temizlemek için de porçöz kullanıldığı için tarihi mozaiklerin özelliğini kaybettiğini ortaya çıkardı. Konya Arkeoloji Müzesi'nden görevlendirilen arkeolog-restoratör Kazım Mertek, mozaiklerle ilgili çalışmalardaki yanlışları şöyle sıraladı: "Naylon altında bekletilmiş, Horasan harcı yerine beton kullanılmış, tesseraların (mozaikte kullanılan mermer veya cam küplerden her biri) üzerindeki kireç tabakasını temizlemek için porçöz dökülmüş."

 

Zaman, Akmonia'daki yanlışlıkları, 7 Şubat 2007'de 'Antik kentin mozaikleri naylon altında mıcır oldu' başlığı ile gündeme getirdi. Haber üzerine Kültür Bakanlığı bölgeye uzman göndererek araştırma yaptırdı. Uzman raporlarında, bozulan mozaiklerin bakımının yapılması önerildi. Raporlar üzerine bakanlık, Uşak Valiliği'ne onarım harcamalarının karşılanması için para gönderdi. Daha sonra mozaiklerin restorasyon çalışmaları için Konya Arkeoloji Müzesi'nden arkeolog-restoratör Kazım Mertek başkanlığındaki ekip 10 güne yakın mozaikleri kurtarma çalışması yaptı. Ancak ortaya iç açıcı bir sonuç çıkmadı. Çünkü geçmişte uygulanan yanlış yöntemler yüzünden tarihi mozaiklerin özelliği tamamen bozulmuştu. Tüm çabalara rağmen eski özelliği geri kazandırılamadı. 2000 yılında gün yüzüne çıkarılan 240 metrekarelik mozaiğin sadece üçte biri kurtarılabildi. Kazım Mertek yaptıkları onarım çalışmalarını şöyle anlattı: "Bizim mozaik restorasyonunda beton hiçbir zaman olmaz. Bizim orijinal harcımız 'horasan'dır. Bunun kendi harcı da horasan. Kireç, kum ve tuğla kırığının karışımıdır. Biz bunu uyguladık. Şu anda tesseralarımız tamamen sağlam duruma geldi. Daha sonra jeotekstil bezi ve pozana taşı ile üzerini kapatacağız. Rutubet almaması için üzerinin çatıyla kapatılması lazım."

 

2000 yılında dönemin müze müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'nun burada mozaik alanı bulduğunu hatırlatan Mertek, şöyle devam etti: "Mozaiği bulduktan sonra bir uzmana veya bir restoratöre danışmamış. Kazı bittikten sonra mozaiğin üzerini naylonla örtmüş. Bu naylon 7 sene bu mozaiğin üzerinde kalmış. 7 sene kaldığı için mozaiğin üzerinde bir sera etkisi yaratmış. Sera etkisi yaratınca mozaiğin tesseraları, horasandan tamamen olmasa da kısmen kurtulmaya başlamış. Bir de bitkiler oluşmuş. Bitkiler tesseraları yerinden sökmüş. Biz geldiğimiz zaman çok berbat bir durumdaydı mozaik."

 

Akmonia Antik Kenti, dünyanın ilk darphanesinin kurulduğu ve ilk voleybol müsabakalarının yapıldığı kent olarak biliniyor. Akmonia Antik Kenti'ni gün yüzüne çıkarmayı amaçlayan kazılar, 2000 yılında başladı. Kazılarda, her yıl bereket ve güç tanrıçası Tykhe adına olimpiyat oyunları düzenlenen bölüm bulundu. Daha sonra Tykhe tasvirinin olduğu taban mozaiği ortaya çıkarıldı. Ancak mozaiğin bir kısmı, sergilenmek üzere bırakıldığı kazı alanından 31 Temmuz 2000'de çalındı. Dönemin Kültür Bakanı İstemihan Talay, tarihi eserlerin, ortaya çıkarılıp perişan olacağına toprak altında kalmasının daha uygun olduğunu açıkladı. Bunun üzerine Tykhe mozaiğinin çalınmayan bölümleri naylonla kapatıldı. Ancak mozaikler, uzun süre naylon altında kalınca deforme oldu. Arkeologların incelemeleri sırasında naylonlar açıldı.

Zaman, Haber: Melik Evren, 02.11.2007

MEDRESE ÇEVRESİNDE YIKIM BAŞLADI

 

Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde, İnanç Parkı Projesi kapsamında restorasyon çalışmaları devam eden Kırmızı Medrese'nin çevresindeki evlerin yıkımına başlandı.

 

İnanç Parkı Proje Koordinatörü ve Özel İdare Müdürü Faruk Özervarlı, Kırmızı Medrese'nin etrafındaki niteliksiz evlerin ortadan kaldırılarak medresenin görünürlüğünü sağlamak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce kamulaştırma çalışmaları tamamlanan 5 evin yıkımına başlandığını söyledi.

 

Medrese koruma alanı içerisinde kalan diğer 3 evin kamulaştırma işlemlerinin de devam ettiğini kaydeden Özervarlı, "En kısa sürede bu evler de yıkılarak, yaklaşık 3 bin metrekarelik alanın çevre düzenlemesine başlanacaktır. Kamulaştırma çalışmalarında, şu ana kadar 5 ev için 1.5 milyon YTL ödedik. Kamulaştırma çalışmaları, toplam 2 milyon 300 bin YTL'ye mal olacak." dedi.

Şırnak Kent Haber, 02.11.2007

ADANA SİRKELİ HÖYÜK KAZI ÇALIŞMALARI SONA ERDİ





Sirkeli Höyük'te, Eberhard Karls Tübingen ve Çanakkale Onsekiz Mart üniversitelerince ortaklaşa yürütülen yeni dönem kazılarında, Hitit imparatorluk çağına ait (MÖ 1300'ler) görkemli bir savunma sisteminin kalıntılarına rastlandı.





Kilikya bölgesindeki en büyük yerleşimlerden biri olan Sirkeli Höyük'ün ilk olarak burada bulunan kaya kabartmalardan dolayı kamuoyuna yansıdığını belirten kazı başkan yardımcısı ÇOMÜ Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Dr. Ekin Kozal, "Yapılan kazı çalışmalarında bugüne kadar ortaya çıkarılan ve daha iyi durumda olan kabartmada, Suriye'de, Kadeş Savaşı'nda Mısır firavunu 2. Ramses'e karşı savaşan Hitit kralı 2. Muwatalli'nin (yaklaşık MÖ 1290-1272) tasvir edildiği görülüyor. 2. Muwatalli'nin bu tasviri Anadolu'daki en eski Hitit kabartmalarından birisi özelliğini de taşıyor. Bu kabartma ile bağlantılı olarak inşa edilen yapı ve törenlerde sunu yapmak için kaya üzerine açılmış oyuklar, kültle ilgili faaliyetlere işaret ediyor. Ludwig-Maximilians-Münih Üniversitesi'nin 1992 ile 1996 yılları arasında Barthel Hrouda başkanlığında yürüttüğü kazılar, 1997 yılında Innsbruck Üniversitesi'nden Horst Ehringhaus tarafından devam ettirildi. 2006 yılında ise Tübingen ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversiteleri yeniden kazı çalışmalarına başladı. Proje, Tübingen'de Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Bölümü tarafından, Prehistorya ve Klasik Arkeoloji Bölümleri işbirliğiyle, Çanakkale'de ise Prehistorya, Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi ile Klasik Arkeoloji dallarını barındıran Arkeoloji Bölümü tarafından, ilk kazı çalışmalarını gerçekleştiren Bavyera Bilimler Akademisi'nin himayesinde yürütülüyor. Ortak kazı çalışmaları, iki üniversitenin rektörleri tarafından 2007 yılı şubat ayında imzalanan işbirliği anlaşmasına bağlı olarak devam ediyor" dedi.





Dr. Ekin Kozal, kazı çalışmalarının son döneminde ilginç buluntulara rastladıklarını da belirterek, "2006 ve 2007 yılı çalışmalarında, güçlü bir savunma sisteminin bir parçası olan, taştan örülmüş kuzeybatı kulesi ortaya çıkarıldı. Buluntular, surun Geç Tunç Çağı'nda (MÖ 1500-1200) inşa edildiğini ve Demir Çağı'nda da (MÖ 1200-600) eklemeler yaparak kullanıldığını gösteriyor. Demir Çağı'ndan sonra Hellenistik dönemde de (MÖ 1. yüzyıla kadar) burada yerleşimin devam ettiği açıkça görülebiliyor.





Çeşitli buluntulara dayanarak, yerleşimin MÖ 2. ve 1. bin yıllarda Kıbrıs, Ege, Levant ve Anadolu'nun farklı bölgeleri ile ilişki içinde olduğu gözlemlendi. Sirkeli Höyük, büyük bir ihtimalle tarihi kaynaklardan bilinen bir ticaret ve kült kenti olan Lawazantiya'dır. Lawazantiya, aynı zamanda Hitit kralı 3. Hattusili'nin (yaklaşık MÖ 1265-1240) eşi kraliçe Puduhepa'nın da kenti" dedi.

haberler.com, 01.11.2007

OTSO TARİHİ HAMAMA SAHİP ÇIKTI

 

Oltu'da bulunan 4 asırlık tarihi hamamın restoresi için Oltu Ticaret ve Sanayi Odası (OTSO) harekete geçti. OTSO Başkanı Baki Karaca, yaptığı açıklamada, 1664 yılında Arslan Mehmed Paşa tarafından yaptırılan Arslan Paşa Cami ve Külliyesi'ne ait olan tarihi hamamın restorasyonunun yapılması için gerekli girişimlere başladıklarını söyledi.

 

Hamamın 1962 yılına kadar faal durumda olduğunu ancak daha sonra özel mülkiyete geçtiğini anımsatan Karaca, şunları kaydetti: ''Öncelikle hamamın özel mülkiyetten çıkarılmasını sağlamaya çalıştık. Hamamın sahibi, şu an kullanılmayan tarihi eserin odamıza devrinde gerekli kolaylığı gösterdi. Şahıs mülkiyetinde bulunan hamamı devraldık. Onarılıp, yaşatılması için Vakıflar Bölge Müdürlüğü'ne devretmeye hazırız.''

 

Karaca, amaçlarının tarihe sahip çıkmak olduğunu belirterek, Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü ve Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hamza Gündoğdu'ya konuyu ilettiklerini söyledi. Hamamın mülkiyetini elinde bulunduran vatandaşın duyarlılığının kendilerini sevindirdiğini ifade eden Karaca, ''Gücümüz nispetinde tarihi varlıklara sahip çıkmaya çalışıyoruz. Umarım bu tarihi varlık restore edilerek hak ettiği saygıya kavuşturulur'' diye konuştu.

 

A.Ü Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü ve Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hamza Gündoğdu ise söz konusu hamamın Arslan Paşa Külliyesi'nden sayıldığını belirterek restorasyonunda eski bulgulara göre hareket edileceğini söyledi.

 

Konudan haberdar olduklarını ancak Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileriyle henüz bir araya gelmediklerini ifade eden Gündoğdu, ''Vakıflar Bölge Müdürlüğü o eserlerin hamisi durumunda. Vakıflar'a tavsiye niteliğinde gerekli beyanımızı yapacağız. Şu an üç tarafı yapılarla çevrili hamamın restoresi için hukuki kurallar dahilinde hareket edilecektir'' diye konuştu.

 

Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri de şu ana kadar kendilerine her hangi bir resmi başvurunun bulunmadığını belirterek başvuru olduğu takdirde gereken incelemenin ardından, çalışmalara hemen başlanabileceğini ifade ettiler.

 

Oltu'da Sancakbeyliği yapan Arslan Mehmed Paşa, 1664 yılında bir külliye inşa ettirir. Bu külliyenin yapıları cami, medrese, mektep, hamam, çarşı, han, saray ve değirmenden oluşur. Bir minaresi bulunan, tamamen kesme taştan yapılan cami halen ibadete açık. Külliyede yer alan hamam, vakıflar ve belediye tarafından 1962 yılında arsa haline getirilerek şahıslara satılır. Han, saray, mektep ve dükkanlar ise tarihe karışmış, Oltu Çayı kıyısında bulunan değirmen de zamanla yıkılmış.

 

Bu arada, bir rivayete göre hamamın kapısı üzerindeki, ''Bab-ı Hamameyn'' (Hamamların Kapısı) yazısı, Padişaha, ''Bab-ı Hümayun'' (Devlet Kapısı) şeklinde ulaştırılarak, padişahın Arslan Mehmed Paşa'nın ölüm fermanını çıkarmasına sebep olunduğu da ileri sürülür.

Erzurum Gazetesi, 01.11.2007

ŞADIRVANDAN SICAK SU AKACAK

 

Edirne'nin kapısıyla ünlü Üç Şerefeli Cami'deki onarım işi, Kavallı ve camiye adını veren Üç Şerefeli minaresi ve çevresinde sürüyor.

Kente damgasını vuran eserlerden biri olan Üç Şerefeli Cami, 2008 yılı Ramazan ayına kadar tamamlanarak kapılarını yeni haliyle ibadete açmış olacak. Edirne'de ilk defa ibadete gelen cemaatin abdest alması için sıcak su da ilk kez Üç Şerefeli Cami'de akıtacak. Sökülen Kavallı Minaresi'nin yapımına geçen Yılmaz Yapı Taahhüt Ticaret Limited Şirketi'nin elemanları 5 ay süren Üç Şerefeli Minare'deki çökmüş basamakların tamirinden sonra şimdi de dıştakı çatlak onarımına geçti.

Yaklaşık 20 yıldır şantiye görünümünde olan Üç Şerefeli Camisi'nde Yılmaz Yapı Şirketi'nin aralarında taş ustalarının da bulunduğu 30 kalifiye elemanın hummalı mesaisi sürüyor. Yaklaşık bir ay kadar önce caminin kubbe kurşunları seviyesinde sökümü yapılan yaklaşık 40 metre yüksekliğindeki Kavallı Minaresi'nin orjinal projesine uygun olarak yapımına başlandı. Şu anda taş ustaları tarafından taş işlemesi gerçekleştiren Kavallı Minare'de aslına uygun onarım sürerken, camiye adını veren minarenin de dış cephesindeki çatlakların onarımına geçildi.

Kavallı Minare'nin onarımı, hava şartlarının da iyi gitmesi halinde önümüzdeki yıl bahar aylarına kadar tamamlanacak. Bu arada caminin Üç Şerefeli minaresindeki çökmüş yaklaşık 50 kadar minarenin basamağı da yeniden yapıldı. Beş aydır minarenin içinde çalışan taş ustaları çalışmalarını minare dışında çatlakların onarımı için sürdürüyor. Şadırvanı, minarelerin onarımı ve sağlamlaştırılması, avlu kubbeleri, dış avlu ve cami çevresi olmak üzere caminin her şeyiyle restorasyon işinin önümüzdeki yıl tamamlanıp Ramazan ayında kapılarını ibadet ve ziyarete açması hedefleniyor.

Çok sayıda yerli ve yabancı turistin ilgi odağı olan Üç Şerefeli Camii'nin kapalı bölümündeki tuvaletten ve şadırvanından kışın sıcak su akacak. Edirne'de ilk defa sıcak su uygulamasının gerçekleştirildiği camiye ibadet için gelen cemaat soğuk kış günlerinde sıcak suyla abdest alma imkanına da kavuşmuş olacak.
Edirne Internet Gazetesi, 01.11.2007

YETKİSİZ BAŞKANLAR

 

Türkiye’deki müzelere getirilen başkanlık sistemi için hala bir mevzuat çıkmaması Türk-İslam Eserleri Müzesi Başkanı Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç'ı isyan ettirdi. Kılıç, “Müzelerde devlet memuru mantığı hakim” dedi.





Avrupa ve Amerika'da uygulanan sistemler gibi Türkiye'de de 2 yıl önce müzelere getirilen başkanlık sistemi için hala mevzuat çıkmadı. Müzelerin iyileştirilmesi, özel sorunlarına değinilmesi için oluşturulan başkanlık sisteminde ilk başkan olarak Topkapı Sarayı'na İlber Ortaylı getirildi. Ardından ikinci başkan olarak Türkİslam Eserleri Müzesi'ne getirilen Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, başkanlık sistemiyle ilgili mevzuatın çıkmamasına isyan etti.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Kürsüsü Bölüm Başkanı ve uzmanlık alanı Sufizm olan Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç, İslam eserleri müzesinde doktora tezi olduğu için ve Osmanlıca, Farsça, Arapça dillerini bildiğinden Türk-İslam Eserleri Müzesi başkanlığına getirildiğini belirtti. Müzedeki eserleri de yakından tanıyan Kılıç, "Avrupa ve Amerika'daki müzelerde olduğu gibi, Türkiye'de de başkanlık sistemi uygulanıyor. Bize 'Türkiye'de 20'yi aşkın ulusal müze var. Bunların her birinin başına başkan atanacak' dendi. Konuları birbirine yakın müzeler tek bir başkanlık altında bulunacak. Göreve geldiğimiz 10 gün içinde de bize mevzuatın çıkacağını söylediler ama aradan 2 yıl geçti. Hala ortada başkanlık için bir mevzuat yok. 2 yıl önce büyük bir şevk ve aşkla başladık. Projeler ürettik. Ama konuyla ilgili mevzuat çıkmadığı için imza yetkimiz de yok. Birçok şeyi uygulayamıyoruz. Eski havamız yok. Müdür bile bizi dinlemiyor. Kanunsuz olduğumuz için bir web sitesi bile yaptıramadım" diye konuştu.

Batı’da müzelerin şirket mantığıyla işletildiğini belirten Kılıç, müzelerin bir şeyler üreterek kendi kendine idare ettiğini, para kazanıldığını ve bu paranın müzeler için harcandığını söyledi. "Türkiye'de ise konuyu bilmiyorlar ve devlet memuru mantığı hakim. Müzedeki objelerle duygusal bir ilişkiye giremiyorlar. Dolayısıyla 'sabah geleyim de bir an önce akşam olsun gideyim' mantığı var" diyen Kılıç, zimmet kaygısı olduğundan dolayı, eserlerin başına bir şey gelecek korkusuyla kimseye gösterilmek istenmediğinden yakındı. Kılıç, müzelere sadece arkeolog alınmasının saçma olduğunun altını çizerek, asıl uzmanlık alanına bakılması gerektiğini söyledi. Kılıç, "Topkapı Sarayı'nın müzesinde bir tane uzman yok. Gidip araştırma yapmak istesek, size randevu verecek bir eleman yok. Benim müzem de aynı. Bir kitap üzerinde çalışacak olan kişinin Allah yardımcısı olsun. Sanat tarihte himayeyle büyümüştür ve nazlı bir gelin olarak görülmüştür. İltifat görürse gelir, görmezse kaçar. Sanat bizden kaçıyor. Kültürümüz açısından üvey evlat muamelesi gördüğümüz kanaatindeyim. Olaya bürokratik bir işmiş gibi bakmamak lazım. Müzelerin spesifik sorunlarına hiçbiri inmiyor" dedi.

Bugün, Haber: İmge Yücetürk, 01.11.2007

AY'DA ESKİ UYGARLIK KALINTISI VARMIŞ

 

 

Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) uzmanı Ken Johnston, ABD’nin Ay’ın büyük sırrını gizlediğini iddia etti.

NASA’ya yıllarını vermiş Ay programının kıdemli fotoğraf laboratuvarı uzmanı Ken Johnston, sansasyonel bir açıklama yaparak Ay’ın sanıldığı gibi ıssız bir yer olmadığını, Ay’a ayak basan ilk astronotların eski bir uygarlığın izlerini bulduğunu iddia etti.

Rus RIA ajansının aktardığına göre, dünyaya dönen astronotların oradaki kalıntıların resimlerini de getirdiklerini belirten Johnston, "ABD Yönetimi’nden direkt olarak gelen emirle tüm kanıtların yok edilmesi istendi. Fotoğraflar imha edildi, ancak benim elimde birkaç negatif kaldı. Yakında bunları Amerikan kamuoyuna açıklayabilirim. NASA, uzay ve Ay çalışmalarıyla ilgili olarak halkını bilgilendirmiyor" dedi.

Geçtiğimiz hafta yazdığı "Black Mission" kitabını yayınlaması sonrasında NASA tarafından işine son verilen laboratuvar uzmanı Johnston, NASA’nın sivil bir organizasyon olmadığını, yapılan çalışmaların yüzde 90’nın Pentagon tarafından yürütüldüğünü de öne sürdü. Öte yandan 40 yıldan beri rafa kaldırılan Ay’ın keşfi konusu günümüzde tekrar alevlenmiş durumda. Başta ABD, Rusya, Çin ve Hindistan olmak üzere birçok ülke Ay’a yeni uzay aracı göndermek için kolları sıvadı.

Hürriyet, Haber. Nerdun Hacıoğlu, 01.11.2007

MİRALAY AHMET BEY CAMİİ RESTORE EDİLDİ

Tarsus’ta 1850’li yıllarda yaptırılan tarihi Miralay Ahmet Bey Camii’nde restorasyon çalışmaları tamamlandı. Aziz Paulus Kuyusu’nun yanında yıkılmaya yüz tutmuşken Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca bakıma alınan tarihi cami, aslına uygun olarak restore ettirildi.
 

Restorasyonu gerçekleştiren Apaydın firmasının yetkilileri, tarihi dokuyu bozmadan, zedelemeden 6 ay boyunca çalışmaları titizlikle sürdürdüklerini ifade ederek, “Caminin çatısı komple yenilendi. Duvarlar tek tek dolduruldu. Çevre düzenlemesi ile birlikte güzel bir çalışma ortaya çıktı” dediler.

 

Restorasyonu tamamlanan Miralay Ahmet Bey Camii’nin açılışı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildikten sonra resmi törenle yapılacak.

Tarsus Haber, 01.11.2007

MÜZELERE İLGİ ARTIYOR

 

Erzurum Müze Müdürü Mustafa Erkmen, Erzurum'da bulunan müzelere ziyaretçi sayısının her geçen gün arttığını belirterek, müzelerin tarihi geçmişi ile ilgili bilgi verdi. Erkmen, tarihi duyarlılığa sahip her vatandaşın müze ziyaret etme alışkanlığının gelişmesini isteyerek özellikle genç nesile bu önemli duygunun aşılanması gerektiğini vurguladı.

 

Müzeler ile ilgili bilgiler veren Erkmen, ''Tarihi bilince sahip her vatandaşımızın müzelerimiz ziyaret etmesini istiyoruz. 4 ayrı birimimiz var. Bunlar, Atatürk Evi, Arkeoloji Müzesi, Yakutiye Medresesi Türk İslam Eserleri Müzesi, ve ören yeri olarak da Erzurum Kalesi'dir. Atatürk Evi, Milli Mücadele’nin temellerinin atıldığı bir mekandır. Hem Atatürk'ün hayatı hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atılması açısından hayati öneme sahip bir mekan. Atatürk Evi'nin, o dönemi yansıtan, o günkü dizayna göre teşrif tanzimi yapılmıştır. Ayrıca binada birtakım resim, fotoğraf ve harita gibi eşyalar da teşhir edilmektedir Yine aynı şekilde kongre kararının alınması çalışmaları da o binada yapılmıştır. Türkiye'nin cumhuriyetle yönetileceğini ilk defa o mekanda telaffuz etmiştir. Bu anlamda önemli olayların yaşandığı bir mekan ve burasını herkesin tanıması gerektiğini düşünüyorum''.''diye konuştu. 


Erzurum'un önemli müzelerinden birisinin de Arkeoloji Müzesi olduğunu vurgulayan Erkmen, arkeoloji müzesinde sergilenen eserlerden en önemlisinin, 5-6 bin yıl önceye dayanan Karaz kültürüne ait eserler olduğunu söyledi.


Karaz kültürünün dışında Trans Kafkas kültürüne ait eserlerin de sergilendiğini belirten Erkmen,:'Müzemizde Urartu dönemine ait zengin eserler de yer almaktadır. Arkeoloji müzemizde yaklaşık 20 bin eser sergilenmekte. Bunun 8 bini sikke, 3-4 bin civarı etnografik eser, diğer kalanları da arkeolojik eserlerdir. Diğer bir müzemiz Yakutiye Türk İslam Eserleri Müzesi'nde ise 750-800 eser teşhir edilmektedir. 1310 yılında İlhanlı döneminden kalan anıtsal bir eser olan yapıda Selçuklu döneminden Osmanlı'ya kadar giyim, takı, el yazması, muska gibi etnografik eserlerin teşhiri yapılmaktadır."diye konuştu.

Eruzrum Gazetesi, 01.11.2007

ESKİ ÇEKYATTAN BİR SERVET ÇIKTI

 

Almanya'da bir üniversite öğrencisinin bitpazarından aldığı çekyattan 17. yüzyıldan kalma, çok değerli bir tablo çıktı.

 

22 yaşındaki Ulrike Eisenhardt, 150 avroluk çekyatından çıkan Venedikli bir ressama ait tablo, müzayedede 19 bin 200 avroya (33 bin YTL) satılınca mutluluktan havaya uçtu. Eski bezlere sarılı tabloyla ilgili önce internette arama yapan Alman öğrenci, daha sonra dedesini, bu alanda uzman bir televizyon programı aracılığıyla gerçek değerini bulması için görevlendirdi. Fiyatı başta 5-7 bin avro tahmin edilen 'Mısır'dan Kaçışa Hazırlık' adlı tablo Hamburg'daki müzayedede kat kat fazlasına satılınca, şanslı öğrenci bir sevinç daha yaşadı. Satış gelirinin yarısını alacak Eisenhardt, parayı ekonomi eğitiminde kullanacak.

Radikal, 01.11.2007

BİR YANARDAĞ PATLAMASI YAZ AYLARINI NASIL YOK ETTİ

 

İnsanlık atrihinde kaydedilmiş en büyük yanardağ patlaması yaklaşık 200 yıl kadar önce Endonezya’da, Sumbawa Adası’nda oldu. Rhode Island Üniversitesi’nden volkanbilimci

Haraldur Sigurdsson’a göre Tambora Yanardağı patlması kayıtlı tarihte en çok gözardı edilen olaylardan biri. Tambora’nın patlaması Krakatoa’dan 10, Vezüv veya St.Helens’den 100 defa daha büyüktü. Dağın gölgesinde yaşayan yaklaşık 100.000 kişi bu patlamada can verdi.





Sigurdsson’un açıkladığına göre, patlamanın ardından gökyüzüne yükselen kül bulutu 43 km irtifaya erişti. Bu ise, yaklaşık 100 km kare büyüklük ile dünyada bilinen en büyük püskürme hacmi.

 

400 milyon tonluk bir gazın açığa çıkması ise dünyada yaz ayları olmayan bir yıl yarattı. Atmosfere erişen bu tabaka, güneş ışıklarını geri yansıtarak dünyaya ulaşan ısıyı azalttı ve global bir soğumaya yol açtı. 10 yıl kadar önce Grönland buzullarında araştırma yapan bilim adamları inanılmaz bir keşif yaptılar: Buza çok derin bir delik açılarak her yıla ait katmanlar tabakalar halinde incelenmekteydi ve 1816 yılının buz katmanlarında inanılmaz yoğunlukta sülfürik asit vardı. Bu, Tambora Yanardağı’nın patladığı yıl idi ve etkisi bu denli uzaklara kadar ulaşmıştı.





Tufts Üniversitesi’nden Patrick Webb’in araştırmasına göre 1816 yılında Avrupa ve Amerika’da mahsül o denli az idi ki, kıtlık ve açlık sonunda salgın hastalıkları da beraberinde getirmişti. O yıl Kuzey Amerika’da, yaz aylarında hala kar yağdığına dair tutulmuş kayıtlar var. 1816 yılında şarap bile kötüydü, Fransa’da Bordeaux’daki en eski bağların sahibi Alain Vauthier her yılın mahsülünden belirli bir stok saklamakta, koleksiyonu 19. yüzyıl başına kadar uzanıyor ve 1816 yılına ait birkaç şişesi var. Vauthier “Berbat bir yıl, berbat bir hava, berbat bir mahsüldü” demekte.





Yaklaşık 20 yıldır volkanbilimci Sigurdsson, Sumbawa Adası’nda çalışıyor. Kazılar sırasında ortaya çıkan, patlamaya ait tabakaların Pompeii ve Herculaneum’dakilere çok benzediğini, yalnız burada insan kalıntılarının çok daha fazla, hemen hemen tümü ile karbonlaştığını söylemekte. Patlamanın camı eritecek ısıda olduğu tahmin ediliyor ve oldukça ani bir şekilde gerçekleşmiş. Şimdiye dek yapılan kazılarda birçok ev eşyası ve insan kalıntısı bulundu.

NPR, Haber: Michael Sullivan, 22.10.2007

84. YILDA MÜZE AYIBI





Cumhuriyetin kuruluşunun 84’üncü yılının tüm yurtta coşkuyla kutlandığı şu günlerde Ankara’da bir müze ayıbı ortaya çıktı.

Kurtuluş Savaşı yıllarında bağımsızlık mücadelesinin karargahı 1. Meclis ve daha sonra yetersiz kaldığı için hemen yanına yaptırılan 2. Meclis binası bakımsızlığıyla dikkat çekerken, Atatürk’ün yıpranan giysilerinin onarılmadığı görüldü.

Müze olarak hizmet veren tarihi Türkiye Büyük Millet Meclisi binası, bakımsızlıktan ve yıllarca süren ancak bitmeyen tadilatlardan dolayı verdiği kötü görüntüyle Cumhuriyet’in 84’üncü yılını burada kutlamak isteyen vatandaşların tepkisine neden oldu.

Kurtuluş Savaşı yıllarında bağımsızlık mücadelesinin karargahı olan 1. Meclis ve daha sonra yetersiz kaldığı için hemen yanına yaptırılan 2. Meclis binası müze olarak hizmet vermesine karşın, bakımsızlık ve ilgisizlikten unutulmaya yüz tutmuş durumda.

Arka bölümü, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü olarak kullanılan 2. TBMM Binası’nın ön bölümü, 1981’de Cumhuriyet Müzesi olarak ziyarete açılmıştı. 2001’de tadilat çalışmaları nedeniyle ziyarete kapatılan müzenin sadece "Genel Kurul Salonu" açık tutuluyor.

Yetkililerden alınan bilgiye göre, 6 yıldır sürdüğü söylenen tadilatın önümüzdeki yıl tamamlanması planlanıyor.

Tarihi binada, ziyarete açık Genel Kurul Salonu’nda, aralarında Atatürk’ün de bulunduğu balmumu heykellere giydirilen kıyafetlerin toz içinde olduğu, bazı heykellerin kaidelerinden ayrıldığı, bazılarının da eğilerek birbirlerine yaslandığı görüldü.

Birinci TBMM Binası’nda sergilenen dönemin milletvekillerine ait kişisel eşyalar arasında, Atatürk’ün bazı kıyafetleri de bulunuyor. Camekan içine yerleştirilen Atatürk’e ait bir süveterin ise, yırtılmış ve yıpranmış biçimde sergilendiği görüldü. Süveterde açılan delikleri gören bazı ziyaretçilerin, eşyaların bakımsız bırakılmasını eleştirdiği, "bu süveteri güve mi yemiş" dediği gözlendi.

Cumhuriyet’in sembollerinden olan bu binalardaki bakımsızlık ve ilgisizliğin yanı sıra, ziyarete açık olan bölümler için tek bir rehber bulunmaması dikkat çekti. Görevliler, Meclis’i sınıfça ziyaret eden ilköğretim öğrencilerine binayı tanıtmaya çalışan ve rehber isteyen öğretmenlere, "rehberimiz yok" yanıtını verdi. Öğrencilerin 2. Meclis’i ziyareti yaklaşık 10 dakika sürdü.

Cumhuriyet’in sembollerinden olan bu binalardaki bakımsızlık ve ilgisizliğin yanı sıra, ziyaretlerini ölümsüzleştirmek için fotoğraf ve kamera çekimi de yasak. Fotoğraf makinası ve kamera ile gelenler ise müzeye alınmıyor. Müzede açık olan bölümler için tek rehber bulunmaması dikkat çekti.

Hürriyet Ankara, 01.11.2007

DÜNYANIN EN ESKİ TAPINAĞI

 

Dünyanın bilinen en eski insan heykeli ve tapınağı, Şanlıurfa yakınlarındaki Göbekli Tepe'de yapılan arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarıldı. Uzmanlar, ilkellikten uygarlığa gelişim sürecinin Anadolu'da yapılan kazı ve araştırmaların sonucunda belirlenebildiğini belirtti.

İlk tapınak örnekleri, ilk taş mimari, ilk taş yontu sanatı örnekleri de bu kazılar sonucunda ortaya çıkarıldı. Bu verilere dayanarak, yerleşik yaşama geçişte ekonomik ya da çevresel değil, kalabalık ve dinsel törenlerin rol oynamış olabileceği düşüncesi artık daha ağır basmaya başladı. Bu da uygarlığın sanıldığı gibi, Mezopotamya'da (Filistin, İsrail, Ürdün) değil, Anadolu'da başladığını gösteriyor.

Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu'nda ekim ayı içinde " Arkeoloji Söyleşileri " kapsamında konuşmacı olarak söyleşiye katılan Prof. Dr. Klaus Schmidt , 1995 yılından beri kazı çalışmalarını yürüttüğü Göbekli Tepe hakkında bilgi verdi. Şanlıurfa'ya 25 dakikalık uzaklıktaki Göbekli Tepe'nin yerleşme yeri olmadığının üzerinde duran Schmidt, " Göbekli Tepe normal bir yer değil. Stratejik önemi var, bölgeyi havadan gören bir yerde. Ama burada su yok, çok yüksekte. Günlük yaşamın geçebileceği bir yer değil. Büyük ihtimalle cenaze işlemlerinin gerçekleştirildiği dini bir merkez; bu özelliği de onu, dünyada bulunan merkezler arasında benzersiz kılmaya yeter " dedi.

Bilinen en eski insan heykelinin de Göbekli Tepe'de bulunduğuna değinen Schmidt, yüzü olmayan, cinsiyetsiz, dev heykellerin insanüstü şeylerin sembolleri olabileceğini söyledi.

Cumhuriyet, Haber: Tolga Suna, 31.10.2007

TCDD 'TARİHİNİ' SEVMİYOR

 

Tarihi dokuları sadece kentlerde değil, kasabalarımızda bile yitirdik. "Ora" sı denecek özgün yapıları kalmadığından, "nere" si olduğu ancak isim tabelalarından anlaşılanlar çoğunluktalar...

Ne var ki "demiryolu" güzergahındakilerin eski "istasyon" binaları da duruyordur... O kimlikli istasyonlar, kuş uçmaz, kervan geçmez ama "Cumhuriyet treni" nin geçtiği kasabalarımızın "çağdaş uygarlık anıtları" gibidir...

Örneğin aklıma Sarıoğlan geliyor... Kayseri 'nin doğusunda bir Türkmen kasabası; ozanlarıyla ünlü "Burunviran" köyünün ilçe merkezi.

Oğuzların Bozok koluna bağlı Avşar ve Bayat boylarından olduklarını söyleyen Burunviranlılar için bile anıları yaşatan tek yapı Sarıoğlan İstasyon Binası. Betonlaşan kasabanın artık gözbebeği...

Cumhuriyetin kazanımlarına da göz diken "karşıdevrim" in imar balyozlarından kurtulabilenlerin başında işte bu istasyonlarımız geliyor.

Buna karşın, örneğin Kars 'taki o muhteşem gar binasını yıkarak, "modernleşme" adına kimliksiz betonarmeyi dikenler ise vaktiyle "övgü" ler alırken, şimdi artık "sövgü" yle anılıyorlar...

Başlarına bu gibi talihsizlikler gelmeyen tüm eski istasyonlarımız, "oto-yolcuların şımarıklığı" karşısında o görmüş geçirmiş "demiryolcu bilgeliği" nin de belgeseli gibidirler...

Mimarlar Odası, Anadolu insanının kuşaktan kuşağa yoldaşı olmuş Haydarpaşa'ya bile göz dikebilen şu "ilkel özelleştirme" den diğer istasyon binalarını da kurtarabilmek için kolları sıvadı...

Ülkenin tüm tarihi demiryolu yapılarının "kültür mirası" olarak korumaya alınması, her bölgedeki koruma kurullarından talep ediliyor.

Çünkü AKP'nin, "kamu mallarını pazarlayarak kaynak yaratma" politikasının ürünü olan 21 Nisan 2005 tarih ve 5335 sayılı "torba" kanun; "TCDD mülkiyetindeki işletmecilik fazlası taşınmazların satılması" nı öngörüyor. (bkz: 32. md.)

Böylece tarihi istasyonlar da "işletmecilik fazlası" sayılarak "rant arsaları" na dönüştürülecek. İşte bu "soykırım" ı önlemenin ilk yolu, onların da "soylu yapılar" olduklarının tescil edilmesi...

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay 'ın bu büyük "ulusal onur kampanyası" için ne düşündüğünü merak ederken, bakanlık bünyesindeki duyarlı kadroların sevinçle karşıladıklarını biliyoruz.

Peki, mimarlar böylesine bir zenginliğimizi kurtarmak isterlerken, acaba Ulaştırma Bakanlığı ne yapıyor? Aslında "kendi tarihi" ne gösterilen bu "duyarlı" lığa teşekkür etmesi gerekirken, tutup aynı amaçlı SİT kararlarına iptal davası açmasın mı? (Hürriyet-14 Ekim 2007)

Oysa TCDD, başında kim olursa olsun bizler için "Cumhuriyet mirası" gibidir; "çağdaşlaşma tarihi" mizi simgeler. Ne var ki Haydarpaşa'yı "SİT" sayarak ulusal onurumuzu kurtaran kararı "Mülkiyet bizim, buradan para kazanacağız" diyerek mahkemeye vermişler.

O mülkiyetin TCDD yöneticilerine değil, hepimize ve gelecek kuşaklarımıza ait olduğu unutulurken, aynı SİT'e imza atan Prof. Dr. Cengiz Eruzun 'u da Kültür ve Turizm Bakanlığı görevden aldı...

Çünkü MARMARAY'a kaynak yaratma bahanesiyle Bostancı, Erenköy gibi tarihi istasyonlar bile satış listesinde... Kentin "banliyö anıları" nı da simgeleyen mimari değerlerini "metroya komşu rant tesisleri" için yok edecek projelere "koruma kurulu engeli" istenmiyor olmalı...

Ya böylesi bir İstanbul düşmanlığına, kenti emanet ettiğimiz mimar Kadir Topbaş 'ın sürekli "sessiz" kalmasına ne demeli?


Cumhuriyet mirasının "harcanma" sına aldırmamak, görkemli Cumhuriyet Bayramı gösterilerini de yazık ki "göstermelik" kılıyor...

Boğaziçi'nde "Foti International Fireworks" şirketince üstlenilen ışık oyunları, fener alayları falan 2.5 milyon YTL'ye mal olmuş. Bu parayla kim bilir kaç eski istasyon binamızı, örneğin metro güzergahında herkesin kolayca ulaşabileceği "Cumhuriyet galerileri" yapardık...

Ama "göz boyayan" gösteriler "oy" sağlıyor; "aydınlanma projeleri" değil...

Sözün özü, Mimarlar Odası'nın girişimi hepimiz adına bir onur mücadelesidir. Destekleyenler ulusa ve insanlığa; engelleyenler ve hatta önemsemeyenler ise sömürgeciliğe hizmet etmiş olacaklardır.

Cumhuriyet, Yazı: Oktay Ekinci, 31.10.2007


Haydaa!

YİNE BİRİSİ KUYUYA TAŞ ATTI...

KUTSAL HAZİNE ÇEMBERLİTAŞ'IN ALTINDA GİZLİ





İstanbul'un simgelerinden biri olan Çemberlitaş'ta yapılan restorasyon çalışmaları, yıllardır saklı kalan bilgileri de gün ışığına çıkardı. Pek çok tarihi kaynakta, İmparator Konstantin'in annesi Helena tarafından Kudüs'ten getirilen çok sayıda kutsal emanetin ve Hz. İsa'nın çarmıha gerildiği haçın Çemberlitaş'ın altında yer alan odaya koydurduğu belirtiliyordu. Konuyla ilgili oluşturulan uzman bir heyet tarafından yapılan arkeolojik tetkikler ve radyo dalgaları sonucunda elde edilen grafikler sayesinde, çemberlitaş altında bulunan odaların resmi çizildi.

 

5 nolu Anıtlar Yüksek Kurulu Başkan Yardımcısı, 'İstanbul'un İlkleri ve Enleri' adlı kitabın yazarı İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Öğretim Üyesi Doç. Dr. Faruk Göncüoğlu, 'Hristiyanlığa ait kutsal bazı eşyalar'ın Çemberlitaş'ın altında olduğuna inandığını söyledi. Kutsal Kase'nin bir efsane olduğunu, ancak bu isim altında Hristiyanlığa ait kutsal sayılan bazı emanetlerin kastedildiğini belirten Göncüoğlu, "Hz. İsa'ya ait bazı eşyaların ve çarmıha gerildiği haçın Çemberlitaş'ın altında olduğu, sadece Osmanlı kaynaklarında değil, daha eskiye ait Roma ve Bizans kaynaklarında da var. Çemberlitaş, aslında bu özelliğiyle Hıristiyanlar için Vatikan'dan daha kutsal bir yapı. Çünkü Vatikan sadece Katolik mezhebinin saydığı bir yer ancak Çemberlitaş tüm Hıristiyanların peygamber kabul ettiği Hz. İsa'nın kutsal emanetlerinin saklı olduğu yer" dedi.

 

Çemberlitaş'ın altındaki odalarla ilgili pek çok efsane dinlediğini belirten Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, bu tür büyük anıtların altında mutlaka kutsal bazı figürler saklandığını ifade etti. Nevzat Er, "İstanbullular çok fazla bilmese de, burası Hıristiyanlar için Kutsal Emanetlerin bulunduğu bir ziyaret yeri. Çemberlitaş'ın tepesindeki Apollon heykelinin fırtınada yok olmasından sonra buraya haç yerleştirilmesi de anıtın dini yönden hayli önemli kabul edildiğini gösteriyor. Bu tür büyük anıtların altında mutlaka kutsal bazı figürler saklandığına tarihte çok tanık olunmuştur. Büyük bir ihtimalle Çekmberlitaş'ın altında da Kudüs'ten getirilen Hırıstiyanlığa ait emanetler bulunuyor. Bu müthiş bir abide. Osmanlı tarihçisi Hezarfen Hüseyin Çelebi'nin yazdığı ve diğer tarihi kaynaklarda 17. asırda Hz. İsa'ya ait bazı şeylerin buraya getirildiğine dair önemli bilgiler var" dedi.

 

Çemberlitaş'ın altında bazı kesimlere açılan sarnıçların bulunduğunu kaydeden Er, "1. Dünya Savaşı'ndan sonra hazine avcılarının, buranın altına girmek için tünel kazdıklarını biliyorum. Neyi aradıklarını bilemem, ama önemli bir şeyin peşinde oldukları kesin. Osmanlı da her yerden özel kabul edip buranın önemini kavramış, sahip çıkmış ve korumuştur" diye konuştu.

Vatikan İstanbul Temsilcisi Georges Marovitch de konuyla ilgili daha önce verdiği demeçte: "Roma'da ve Kudüs'te de Kutsal Haç Kilisesi vardır ve bu haçın bazı parçaları da burada sergilenir. Haç'ın parçalarının İstanbul'a getirilip, Çemberlitaş'ın altına gömüldüğüne de inanırız. Ancak biz Kutsal Kase'ye inanmıyoruz. Bize göre Kutsal Kase palavradır" şeklinde konuşmuştu.

1919'da İstanbul'un işgal yılları sırasında, Çemberlitaş'ın altına girmek için yakındaki bir kahvehaneden yapılan kaçak kazı girişimi, Müslüman halkın müdahalesi ile önlendi. 1929'da Danimarkalı Teosof (Dini Hatıralar Araştırıcısı) C. Vett, İstanbul tarihi üzerine çalışan E. Mamboury'nin yardımıyla benzer bir girişimde bulundu. Bu çaba da Müslüman halkın infiali sonunda durdu.

 

Bazı kaynaklara göre Haçlılar'ın İstanbul'u kuşatma sebeplerinden biri de Çemberlitaş altında yer alan Kutsal emanetlerdir. Osmanlı tarihçisi Hezarfen Hüseyin Çelebi, 17. Asır'da yazdığı 'Tarih-i Devlet-i Rumiye' adlı eserinde konuyu şöyle anlatıyor: " Validesi, Helena nam hatun Kudüs-i Şerif ziyaretine varıp Kamame nam kiliseyi bina eyledikte, Hristiyanların itikadınca Yahudilerin Hazreti İsa'yı üzerine gerdikleri salibi (haçı) ve eline ayağına vurdukları mıhları (çivileri) ve bazı mucizelere ait eserleri Yahudilerden alup, oğlu Konstantin'e hediye getürdü. Ol dahi, tazim ile alup hazinesinde sakladı. Sonra zaman ile hatırına geldi ki, bizden sonra gelen melikler, caiz ki, bu mübarek eserlerin kadrini bilmeyüp saygıda kusur ideler, ya da saklamayup yabana atalar. Büyük günah ola. Emreyledi ki: Yerin altında taştan ve metin bir hücre bina edüp, ol hücrenin içine mezkur eserleri koyup saklayalar. Sonra üzerine halen mevcut olan kırmızı amudu alamet için koydu" Bizans tarihçisi A.A. Vasiliev ise 'Bizans İmparatorluğu Tarihi' adlı eserinde Konstantin'in annesi Helena'nın Filistin'e gittiğini ve orada Hz. İsa'nın gerildiği haçın parçalarını ve haç çivilerini alıp getirdiği yazmıştı.

 

MS 330'da Başkentin Roma'dan İstanbul'a nakledilen Çemberlitaş, şehrin ikinci tepesindeki büyük oval meydanın ortasına, Konstantin'in şerefine dikilmişti. Form Konstantin diye bilinen meydan sütunlu galerilerle çevriliydi. Çemberlitaş dönem dönem gördüğü zararlar yüzünden orijinalinden daha kısa olarak günümüze gelebilmiştir. İlk dikildiğinde üstünde Büyük Konstantin'in heykeli bulunurdu. Daha sonra doğal afetlerde zarar gören sütunu dönemin İmparatoru Manuel Kommennos onardı. Sütunun porfir blokları zamanla ve yangınlardan çatladığı için demir çemberlerle çevrilmiştir.

Yeni Şafak, Haber: Abdullah Yıldırım, 31.10.2007



******


HAZİNE TALAN EDİLMİŞ OLABİLİR





Restorasyon sırasında, radyo dalgalarıyla çizimi yapılan Çemberlitaş'ın altındaki odalarda, Hz. İsa'ya ait kutsal eşyaların saklanıyor olabileceğine ilişkin haberimiz yeni bir tartışmayı başlattı. İddiaya göre, MS 330'da, Doğu Roma İmparatorluğu'nun ayrı bir devlet olarak ortaya çıkmasıyla birlikte, İmparator Konstantin'in kendi adını verdiği 'Konstantinopolis' başkent olmuş, Çemberlitaş, şehrin ikinci tepesindeki büyük oval meydanın ortasına Konstantin'in şerefine dikilen ilk anıtlardan biri olmuştu. Üzerinde İmparator'un heykeli bulunan Çemberlitaş, Konstantin'in annesi Helena'nın, Kudüs'ten getirdiği Hz. İsa'ya ait kutsal eşyaların konulduğu odaların üzerine dikilmişti.

 

Araştırmacılar yaptıkları açıklamalarda Çemberlitaş'ın altında çizimi yapılan odalarda Hıristiyan dünyası için kutsal sayılan onlarca eşyanın olabilme ihtimalini doğruladı. Fener Rum Ortadoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Peder Dositheos Anagnostopulos, Yeni Şafak'ta yayınlanan çizim ve grafikleri ilginç bulduğunu belirterek, eğer iddia edildiği gibi böyle bir oda var ise gerekli kazıların bir an önce yapılıp kutsal emanetler olup olmadığı konusunun aydınlığa kavuşturulması gerektiğini söyledi. Arkeolog ve sanat tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice ise eğer odalarda böyle bir hazine var ise Haçlı seferleri sırasında yağmalanmış olabilme ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Bizans Sanatı Bölümü'nden Doç. Dr. Asu Bilban Yalçın da, Çemberlitaş restorasyonu sürecinde, varsa odalara girmek ve gözlemlemek istediklerini ama gerekli resmi izni alamadıklarını açıkladı.

 

Çemberlitaş, UNESCO tarafından 1985'te Dünya Kültür Mirası listesine alındı. Çemberlitaş'taki restorasyon çalışmalarına, 2001'de başlandı. Bu sürede sadece üst mermer başlığı temizlenen ve kılcal çatlakların enjeksiyonu tamamlanan tarihi sütundaki restore çalışmaları hala tamamlanamadı.

 

Arkeolog ve sanat tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice: Çemberlitaş anıtının kaidesinin bir odası vardır. Ayrıca anıtın altında eski bir mezarlık vardı. Yine anıtın 7 - 8 metre altında mezarlıklar var. İstanbul'un ilk surları bu civarda olduğu için mezarlık ve çeşitli bina kalıntılarına rastlamak mümkün. Yine o anıtın altında oval biçimli bir meydan olduğu da biliniyor. 1203 - 1204 yıllarında Haçlı Seferleri zamanında şövalyeler İstanbul'a girerek yağmalayıp, şehri tahrip etti. Eğer odalar var ise o zaman eşyalar yağmalanmış olabilir.

 

Araştırmacı - yazar Aytunç Altundal: Türkler için bir "Kızıl elma" ya da "Turan" ideali ne ise "kutsal kase" de Hıristiyanlar için odur. Kutsal kase yoksa da Sultanahmet'ten Balat'a kadar, yeraltında dehlizler, odalar olduğu biliniyor. Hatta bu bölgede yeraltında bir su akarı var. Bu akarın sonunda da bir oda ve odada 12 oturak olduğu rivayet ediliyor. Ancak Çemberlitaş'ın altındaki odalarda, Helena'ya ait olduğu iddia edilen "Kutsal haç" parçasının olduğu iddiası var.

 

İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Bizans Sanatı Bölümü'nden Doç. Dr. Asu Bilban Yalçın: Çemberlitaş restorasyonu sürecinde, varsa odalara girmek ve gözlemlemek istedik ama izin alamadık. Çemberlitaş sütununun yakın çevresinde şapel olduğunu biliyoruz. Bu şapelin, ibadetten çok, 'rölik'lerin (kutsal emanetler) adlarının ve hatıralarının sembolik olarak orada yaşatılması için yapılmıştır.

 

Fener Rum Ortadoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Peder Dositheos Anagnostopulos: Kutsal kase, batıdan gelme bir efsanedir. İsa efendimizin son gece içtiği varsayılan kadehin Çemberlitaş'ın altında bulunduğu iddialarına, Ortadoks kliseleri inanmaz. Eğer iddia edildiği gibi böyle bir oda var ise gerekli kazıların bir an önce yapılıp araştırılması ve kutsal emanetler olup olmadığı aydınlığa kavuşturulmalı. Bu çalışmanın yapılımasının sakıncası olmadığını düşünüyorum. 1204 yılında 4'üncü Haçlı seferi sırasında İstanbul talan edilmiş. Eğer bu sırada bu eşyalar alınmamışsa yerinde duruyordur. Çünkü 1453'te Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethedince, şehre zarar vermemek için orada kazı yapılmamıştır.

 

İTÜ'den Doç. Dr. Faruk Göncüoğlu: Roma İmparatoru Konstantin'in annesi Helena'nın Kudüs'ten İstanbul'a getirerek Çemberlitaş'ın altındaki odalarda Hz. İsa'ya ait onlarca kutsal eşyayı sakladığına inanılıyor.

Yeni Şafak, Haber: Şamil Kucur - Gökhan Yılmaz - Orhan Turan, 01.11.2007


HOCAZADE KONAĞI KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK

 

Balıkesir Valisi Selahattin Hatipoğlu, Havran İlçesi'nde bulunan 100 yıllık ve 3 katlı Hocazade Konağı'nda incelemeler yaptı. Konağın, restore edilerek kültür merkezine dönüştürülebilmesi için Vali Hatipoğlu'dan ödenek sözü geldi. İlçenin tarihi mirasları arasında yer alan "Hocazade Konağı" Havran Kaymakamlığı tarafından restore edilecek. Edremit Körfezi'ne ve ilçeye önemli hayır hizmetlerinde bulunan ve Edremit'te oğlu Salih Korkut Budaras anısına bir lise yaptıran Fatma Özgönül Budaras, şimdi de Havran'daki 100 yıllık üç katlı konağını kültür merkezi yapılması için devlete bağışladı.

 

8 ay önce Havran'da göreve başlayan Kaymakam Fatih Genel, Fatma Özgönül Budaras'ı ilk haftalarında ziyaret etti ve projeyi kendisine sundu. Projeyi beğenen Budaras, hemen tadilat işlemlerine başlanılmasını istedi. Konağı gezerek incelemelerde bulunan Vali Hatipoğlu ve beraberindeki heyet, tarihi yapının mutlaka muhafaza altına alınması gerektiğini savundu. Binanın bahçesini ve mimari yapısını çok beğenen Vali Hatipoğlu, "Bu tür yapılar, kentlerin tarihi yapısını ön plana çıkartan tek kalıntılardır. Bu konağı da muhafaza altına alıp, tarihi kalıntılarını yok etmeden gelecek nesillere taşımamız gerekir. Bu 100 yıllık tarihi konağın restore edilip, kaymakamımız Fatih Genel'in projelendirdiği gibi kültür merkezine dönüştürülebilmesi için kaynak araştırıp kısa sürede ödenek gönderme yoluna gideceğiz. Bu tür binalar için her gecen gün bir kayıptır. Zaman geçtikçe tarihi izler silinir. İnşallah kısa zamanda Havran'ın tarihi bir kültür merkezi bunası olacaktır." dedi.

Yeni Şafak, 31.10.2007

VİYANA'DA 400 TÜRKÇE EL YAZMASI VAR

 

Avusturya Milli Kütüphanesi’nde bulunan “Türkçe El Yazmaları”na ait katalog toplantıda tanıtıldı. Toplantıya, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Kemal Fahir Genç, Avusturya’nın Ankara Büyükelçisi Heidemaria Gürer, Macaristan ve Slovenya’nın Ankara Büyükelçileri ile Milli Kütüphane Başkanı Acar ve Avusturya Milli Kütüphanesi Genel Müdürü Johanna Rachinger katıldı. Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar, “el yazması eserlerin, içerik ve özgünlük açısından bulundukları ülkenin değerli bilgi araçları arasında olduğunu” söyledi.


Milli Kütüphane’de yürütülen güncel çalışmalara temas eden Acar, 2004-2006 yıllarını kapsayan bir proje çerçevesinde, 25 bin 94 cilt yazma eserin dijital ortama aktarıldığını söyledi. Avusturya Milli Kütüphane Genel Müdürü Johanna Rachinger ise “Türkçe El Yazmaları”nın, Viyana Saray Kütüphanesi’nin Arapça ve Farsça el yazmalarının da aralarında bulunduğu “3 büyük el yazması” bölümünden biri olduğuna dikkat çekti. Kütüphanelerindeki 400 adet “Türkçe El Yazması” eserin, “Kuran ilimleri”, “Hadis ve Sünnet”, “İlmihal”, “Felsefe”, “Matematik”, “Coğrafya”, “Tarih”, “Devlet Politikaları” gibi 27 konu başlığından oluştuğunu belirten Rachinger, bu eserlerin Türk ve Bosnalı yazarlarca kaleme alındığını söyledi.

Türkiye Gazetesi, 31.10.2007


Tarihi Eser Kaçakçılığı Doruğa Çıktı (Neden Acaba???)


"HEEER YEEERDE SOYGUN VAAAR..."

BALIKESİR'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

 

Balıkesir'de polisin gerçekleştirdiği bir operasyonda, tarihi eser kaçakçılığı ve izinsiz kazı yaptıkları ileri sürülen 2 kişi yakalandı. Adli makamlara sevk edilen şahıslar tutuklandı.

Balıkesir Emniyet Müdürlüğü'nden verilen bilgiye göre, bir istihbaratı değerlendiren Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekipleri, Dursunbey ilçesindeki köylerde kaçak kazı yapan 2 kişiyi tespit etti. Kaçak kazıdan elde ettikleri tarihi eser değeri taşıyan buluntuları Balıkesir'e götüren şahıslar, daha önceden tedbir alan Kaçakçılık ve Organize Suçla Mücadele Şubesi ekiplerince yakalandı. Şüphelilerin üzerinde yapılan aramalarda, Bizans ve Roma dönemlerine ait olduğu belirtilen 47 adet bronz sikke, 2 adet bronz yüzük, 1 adet bronz kurşun ağırlık ele geçirildiği öğrenildi. "Tarihi eser nitelikli malzeme bulundurmak ve izinsiz kazı yapmak" suçundan adli mercilere teslim edilen A.Ç. ve H.T. isimli şahısların tutuklanarak Balıkesir Cezaevi'ne gönderildiği bildirildi.

Bu arada, ele geçirilen tarihi eser niteliğindeki sikke, yüzük ve kurşun ağırlığın Balıkesir Kuva-i Milliye Müzesi'ne teslim edildiği ifade edildi.

haberler.com, 02.11.2007

MÜCEVHER KUTUSUNDAN TARİHİ ESER ÇIKTI

 

Bir ihbarı değerlendiren İst anbul Mali Suçlarla Mücadele ekipleri Eminönü Kapalıçarşı'da antika dükkanlarına girip çıkan Yaşar G'nin üzerindeki mücevherat kutularına gizlenmiş, piyasa değeri 20 bin doları bulan Yunan, Roma ve Bizans dönemine ait tarihi eserler bulundu.

Uzmanlar Yunan Mitolojisi'nde “Deniz Tanrısı” adlı tarihi eserin çok değerli olduğunu söyledi. Zanlı Yaşar G. "Eserleri Tokat'a bağılı ilçelerde yaşayan köylülerden aldım" dedi.

Bugün, Haber: Mehmet Köpüklü, 02.11.2007

DEFİNE Mİ VAR?

 

Akfen firması tarafından Gaziantep fuar alanında yürütülen inşaat çalışmasında tüm girişlerin kapatılması ve alanın paravanlarla çevrilmesi halk arasında çeşitli dedikoduların yayılmasına neden oldu.

 

Fuar alanının Paleolitik Çağ'a tarihlenen Gaziantep Kale Höyüğü'nün etrafında bulunması ve inşaat kazılarının başlamasından bir süre sonra alanın etrafının kazılması, gece de çalışma yapılması halk arasında bu bölgede define arandığı söylentisinin dolaşmasına neden oldu.

 

Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini yaşayan ve yapılan çeşitli kazılarda bu dönemlere ait sikke ve vazo gibi eserlerin bulunduğu Gaziantep Kalesi’nin etrafında yer alan Fuar alanının altında da nekropolis denen antik dönem şehir mezarlığının bulunduğu ve bu mezarlarda define çıktığı halk arasında dolaşan söylentiler arasında. Şirket yetkililerinin alanın görüntülenmesi veya gezilmesi girişimlerine sert karşılık vermesi ve girişleri engellemesi bu söylentilerin güçlenmesine neden oluyor.

 

Öte yandan, İstanbul’daki metro inşaatı kazılarında da Bizans dönemine ait çok değerli eserler bulunmuş ve kazılar bu nedenle müze yetkilileri gözetiminde yürütülmeye başlanmıştı.

Gaziantep Hakimiyet, 02.11.2007

TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Sakarya'nın Taraklı ilçe merkeziyle 8 köyde gerçekleştirilen operasyonda, çok sayıda silah, mühimmat ve tarihi eser ele geçirildi. 

Sakarya İl Jandarma Komutanlığı Asayiş ve Kaçakçılık Timleri tarafından gerçekleştirilen ve "Hazan" adı verilen operasyonda, Taraklı ilçe merkezi ile Poydular, Hark, Uğurlu, Kemaller, Yeniköy, Duman, Çamtepe ve Akçapınar köylerinde eş zamanlı operasyon yapıldı. 

Operasyonda, izinsiz kazı ve tarihi eser ticareti yaptıkları belirlenen 7 kişi gözaltına alındı. Şahısların ev ve müştemilatlarında yapılan aramalarda ise, bin 150 gram altın tozu olduğu belirtilen toprak, 1 adet adet metal sarı renkli eski döneme ait olduğu belirtilen kemer, 15 adet kırık küp parçası, 7 adet tarihi eser ile ilgili bilgi notu, 1 adet define arama haritası, 1 adet kılıç, 1 adet Roma döneminden kalma anfora küp, 9 adet av tüfeği ve buna ait 100 adet fişek, 2 adet tabanca ve buna ait 36 adet fişek, 1 adet smitwesson toplu tabanca, 13 adet bixi fişeği, 11 adet cold marka tabanca fişeği ele geçirildi. 

Olayla ilgili İ.P. (36), E.K. (64), Ş.A. (39), M.Ç. (53), N.A. (37), V.V. (57) ve A.Ö. (35) gözaltına alındı. Şahıslar, sevk edildikleri adli makamlarca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Sakarya Kent Haber, 02.11.2007

MARMARİS'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

 

Marmaris İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince düzenlenen operasyonda, jandarma ekiplerine tarihi eser satmak istediği iddia edilen zanlı R.A. (37), gözaltına alındı.
Operasyonda, farklı dönemlere ait 29 adet gümüş sikke, 26 adet el yazması eski kitap, 3 adet tarihi heykel ele geçirildi. Ele geçirilen tarihi eserler, incelenmek üzere Marmaris Müze Müdürlüğüne götürülecek. Zanlının ,ifadesinin alınmasının ardından adliyeye sevk edileceği bildirildi.

Haber Ekspres, 30.10.2007

TARİHİ ESER OPERASYONU DÜZENLENDİ

 

Antalya'nın Korkuteli İlçesi'nde, jandarmaya tarihi eser satmak isteyen bir kişi suçüstü yakalandı.

 

Korkuteli Jandarma Komutanlığı ekipleri, Kozağacı köyünde M.Ş. (47) isimli kişiden tarihi eser almak için pazarlığa başladı. Yapılan operasyonda M.Ş. gözaltına alındı. Operasyonda şahsın elinde bulunan at ve insan kabartmalı 2 bin yıllık "Kakaspos" isimli tarihi esere el konuldu.

 

Jandarma Komutanlığı tarafından yapılan araştırmada, tarihi eserin maddi değerinin 5-9 bin YTL olduğu belirlendi. Operasyonda M.Ş.'nin oğlu N.Ş. de gözaltına alındı.

Antalya Kent Haber, 31.10.2007

KARUN DAVASINA DEVAM EDİLDİ

 

Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun Hazineleri'nin en değerli parçası olarak kabul edilen Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilmesiyle ilgili davanın duruşması bugün Uşak Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.

 

Uşak Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki bugünkü duruşmaya tutuklu sanık eski Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu ile tutuksuz sanıklar Suat Yenmez, Mehmet Polat, Fehmi İşler, Ahmet Düzyer, Fuat Ergün, Uğuz Sağlan ve Halil Eker katıldı.


Duruşmada tutuklu sanık Kazım Akbıyıkoğlu tahliyesini talep ederken tutuksuz sanık Suat Yenmez ise ticari işleri ve ailevi nedenlerden dolayı yurt dışı yasağının kaldırılmasını talep etti.


Davanın tek tutuklu sanığı Eski Müze Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu, 17 aydan beri tutuklu bulunduğunu belirterek tahliyesini talep etti. Tutuklu bulunduğu süre içerisinde lehine olabilecek bir takım belge ve şahitlere ulaşmaya çalıştığını iddia eden Akbıyıkoğlu, şöyle konuştu:

"Davayla ilgili lehime olabilecek bazı delil ve şahitlere ulaşmaya çalıştım. Belgeler birdenbire ortadan kayboldu. Şahitleri ise ya beni tanımazlıktan geldi ya da bildiklerini unuttuklarını söyledi. Tutuklu olduğum sırada Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından eksik demirbaşlarla ilgili inceleme başlatıldı. Müzeden kaybolan su hortumu, yangın merdiveni, halı gibi bir çok malzemeyi ödeyip ödeyemeyeceğim soruldu. Bende ödemeyi kabul ettim. Herhalde bunları cezaevinden tünel kazıp ben çaldım. Beni bir hortuma bile muhtaç gibi gösterdiler. Biraz insaf etsinler"

 

Mahkeme heyeti duruşma sonunda Kazım Akbıyıkoğlu'nun tutukluluk halinin devamına karar verirken, Suat Yenmez'in de geçici olarak yurt dışına çıkış talebini kabul etmedi. Mahkeme ayrıca halen müzede sergilenen ve sahte olduğu iddia edilen broşun orijinal olup olmadığı yönündeki tespit için yapılacak keşfin 23 Kasım 2007'de yapılmasını karara bağladı. Davayla ilgili bir sonraki duruşma ise 28 Kasım 2007 tarihine ertelendi.

Turizm Gazetesi, 31.10.2007

DEFİNE ARARKEN CANLARINDAN OLDULAR

 

Sinop'un Erfelek İlçesi'ndeki kaçak define kazısı yaptıkları ileri sürülen biri bayan iki kişi, meydana gelen göçük nedeniyle hayatını kaybetti.

 

Edinilen bilgiye göre, ilçe merkezi Göktaş mevkiinde kaçak olarak define kazısı yaptıkları ileri sürülen Huriye Karataş (44) ve Hikmet Gedik (50) yaklaşık 5 metre derinliğindeki kazı alanının göçmesi üzerine toprak altında kalarak olay yerinde hayatını kaybetti.

 

Durumun polise haber verilmesi üzerine cesetler göçükten çıkartılırken, olaya karıştığı belirtilen 2 kişi de göz altına alındı. Soruşturma sürüyor.

Sinop Kent Haber, 28.10.2007

KAYA MEZARLARINA SOYGUNCU TAHRİBATI

 

 

Hatay'ın İskenderun İlçesi Arsuz beldesinde, kaçak kazıyla Roma dönemine ait 2 kaya mezarının ortaya çıkarıldığı ve içinin boşaltıldığı bildirildi. Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürü Faruk Kılınç, Kurtbağı Köyü'nde, İsa Tanrısever'in arazisinde kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine harekete geçtiklerini, yaptıkları ilk incelemede kaya mezarı kalıntısına rastladıklarını belirtti.

 

Kılınç, bakanlığa durumu bildirdiklerini ve 10 görevliyle kazı çalışmalarına başladıklarını ifade ederek, ''Mezarlıkta 3 testi, bir kandil, kırık cam şişe, bir bronz sikke bulduk. Üzülerek söylemek gerekirse kaçakçılar mezarları tamamen boşaltmış'' dedi. Kazı Sorumlusu Arkeolog Ömer Çelik, tarihi eser kaçakçılarının kaya mezarlarını talan ettiklerini belirterek, çevrede yaptıkları sondaj çalışmalarında başka mezara rastlamadıklarını ifade etti.

 

Mezarların erken Roma dönemine ait olduğunu vurgulayan Çelik, ''Dağlık yerde bulunan her mezarın, merdivenlerle inilen 3 ayrı odası var. Şayet, tarihi eser kaçakçılardan önce kaya mezarlara biz ulaşsaydık, sanıyorum daha farklı ve zengin eserlerle karşılaşacaktık'' dedi.

Hatay Gazetesi, 26.10.2007


GELİBOLU CAMİLERİ RESTORE EDİLİYOR

 

Çanakkale'nin Gelibolu İlçesi'nde, 5 asır önce inşa edilen tarihi camiler, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore ediliyor.


Cerrah Hüseyin tarafından 1567 yılında yaptırılan Cerrah Hüseyin Cami ile Buhari Kadı Zade Mehmet tarafından 1559'de yaptırılan Kadı İskelesi Cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü Balıkesir Bölge Müdürlüğü'nce restore ediliyor.


Restorasyon kapsamında, camilerin çatısı, minaresi onarılacak, çevre düzenlemesi yapılacak, şadırvan, tuvalet ve alemleri yenilenecek. Restorasyon işlemleri tamamlanıncaya kadar camiler ibadete kapalı kalacak.

Haber Ekspres, 31.10.2007

TOKAT VE SİVAS MÜZELERİ SANAL ORTAMDA

 

Kelkit Havzası Kalkınma Birliği tarafından uygulamaya konulan “Sanal Müzeler” projesi kapsamında Tokat ve Sivas müzeleri sanal ortama aktarıldı. Tokat’ta, Kelkit Havzası Kalkınma Birliği ekim ayı genel kurul toplantısı, Tokat, Sivas, Giresun ve Gümüşhane valilerinin katılımı ile gerçekleşti. Toplantıda konuşan Tokat Valisi Recai Akyel, “Sanal Müzeler Projesi” kapsamında Tokat ve Sivas müzelerinin görüntüleri ve müzelerin 360 derece video turlarının sanal ortama aktarıldığını söyledi. Akyel, havzadaki tüm illerin tanıtımının yapılacağını kaydetti. Tokat ve Sivas Müzelerine sanal ortamdan da ulaşabileceği bildirildi.

Türkiye Gazetesi, Haber: Nurhan İçmez, 31.10.2007


Bitimsiz Rezalet: Sümela Bişeyi...

"2110 AVRUPA BAŞKENTİ TRABZON" OLAYINA YETİŞİR İNŞALLAH!

SÜMELA YOK EDİLİYOR





Trabzon'un Maçka İlçesi'ndeki tarihi Sümela Manastırı'nda yapılan restorasyon çalışmaları tepki çekiyor. Maçka Belediye Başkanı, TURSAB yetkilileri ve bazı turistler, restorasyonun tarihi yapının dokusuna zarar verdiği savunuyor.


Maçka Belediye Başkanı Ertuğrul Genç, manastırın Osmanlı mimarisinin örneği gibi restore edildiğini belirtirken, turistler de 'mistik havasını kaybettiğini' öne sürdü. Trabzon Müzeler Müdürü Nilgün Salih Yılmazer ise eleştirilerin haksız olduğunu belirtti.


Sümela Manastırı'nın 15 yıldır devam eden aktif restorasyon çalışmalarının son kısmına 1 milyon 100 bin YTL harcandı. 13'üncü yüzyılda Altındere Köyü sınırları içinde, Karadağ'ın eteklerinde sarp bir kayalık üzerine kurulan manastırın restorasyon çalışmaları 40 yılı aşkın süredir devam ediyor. Manastırın çatısının tamamen kapatılarak doğa şartlarından etkilenmesinin önüne geçildiği belirtilirken, bu yıl kat döşemeleri, detay çalışması, yolda iyileştirme, çevre düzenlemesi, aydınlatma ve güvenlik çalışmaları yapıldı. Ancak, çalışmalar ilerledikçe, eleştiriler de arttı.





Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Karadeniz Teknik Üniversitesi'nin hazırladığı proje kapsamındaki son dönem restorasyon çalışmalarında kullanılan Ankara ve Bayburt taşı ile sıva malzemesi, kapı ve çerçeveler, tavan kaplamasında kullanılan kiremitler eleştirilerin odak noktası oldu.
Bu malzemelerin manastırın tarihi yapısından çok günümüz mimarisine uygun olması, birçok çevre tarafından tepkiyle karşılandı.


Maçka Belediye Başkanı Genç, tarihi dokusunu kaybetme tehlikesi yaşayan manastırın restorasyonunun aslına uygun olarak yapılması gerektiğini savunarak şunları söyledi:
"Kullanılan taş, manastırın olduğu doğada bile bulunmuyor. Restorasyon ve yer döşemelerinde Ankara andezit taşı kullanıldı. Taş seçimi yanlış. Manastır, Osmanlı mimarisinin örneği gibi restore ediliyor. Manastır eskiden bir değerdi ama yapılan hatalardan dolayı bu özeliğini yitiriyor."
TÜRSAB Karadeniz Bölgesi Yürütme Kurulu Başkanı Suat Gürkök "Bu, restorasyon değil onarımdır" diyerek şunları kaydetti: "Böylesine önemli bir mirasın bozulması bir tarih katliamıdır. Bu restorasyonları yapanlar bir gün gelip utanacaklar."


Trabzon Mimarlar Odası Başkanı Salih Ayüz, "Ankara taşı kullanılması yanlış bir uygulama. Burası gibi muazzam bir yapı onarılırken daha dikkatli olunması gerekirdi" diye konuştu.
Manastırı gezen turistler de manastırın restorasyondan sonra çok bozulduğunu, tarihi ve mistik havasının gittiğini belirttiler.

Milliyet, Haber: Osman Şişko, 31.10.2007


*****


SÜMELA MANASTIRI YENİDEN RESTORE EDİLECEK





Restorasyonu tartışma konusu olan Sümela Manastırı için Kültür ve Turizm Bakanlığı, 5 kişiden oluşan bilim kurulu oluşturdu. 9 Kasım 2007 tarihinde toplanacak olan kurul, manastırın restorasyonundaki yanlışları ortaya çıkaracak.

 

Atatürk Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden mimar, sanat tarihi ve restorasyon uzmanlarının yer aldığı bilim kurulu, manastırın yeniden restore edilmesini sağlayacak.

 

Restorasyon projesinin yaklaşık 8 yıl öncesine ait olduğunu ve oluşturulan projenin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından onaylandığını belirten Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, kuruldan geçmeden hiçbir projenin hayata geçirilmediğini söyledi. Kuruldan geçmesine rağmen, yanlış uygulamaların yapıldığını restorasyon bittikten sonra gördüklerini anlatan Düzgün, 3 ay önce Sümela Manastırı için bilim kurulu oluşturduklarını ifade etti.

 

Düzgün, yıllarca ödenek olmadığı için restore edilemeyen Sümela Manastırı'nın aslına uygun olması için bilim kurulunun incelemelerde bulunarak, düzeltilebilecek yanlışları tespit edeceğini kaydetti. Düzgün, Sümela'da oradaki mevcut dokuya uygun olmayan taşların kullanıldığını; ancak onarım işlemlerinin devam ettirileceğini aktardı. Bilim kurulu, Sümela için 9 Kasım'da masaya oturacak.

 

Sümela'da mevcut proje uyarınca şimdiye kadar; 3 aşamada konservasyon yapıldı. Orijinal renk ve dokusuna zarar verilmeden temizlenmesi için yumuşak toz fırçaları, pamuklar kullanıldı. Duvarlardaki resimler böylece belirginleştirildi. Çatlak yerler hazırlanan hamurun enjekte edilmesi ile dolduruldu. 2 kat reçine sürülerek boya tabakasının, resimlerin sağlamlaştırılması sağlandı.

 

Ayrıca, manastırın aydınlatma çalışmaları da yakında bitirilecek. Aydınlatma için Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) sponsor firma oldu. Sümela'nın restorasyon çalışmalarının yanlış olduğu iddialarını da TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy gündeme getirmişti.

 

Öte yandan Düzgün, Trabzon'daki Kuştul ve Vazelon manastırlarının da önümüzdeki günlerde restorasyon çalışmalarına başlanacağını bildirdi. Düzgün, TÜRSAB'la Kuştul ve Vazelon için de işbirliği yapılacağını aktardı.

 

Sümela Manastırı, Trabzon'un Maçka İlçesi'nin Altındere sınırları içinde yer alan Meryemana (Panagia) deresinin batı yamaçlarında Mela tepesi üzerinde. Tam adı 'Panagia Sumela' veya 'Theotokos Sumela'. Rivayete göre Bizans İmparatoru I. Theodosius zamanında (375-395) Atina'dan gelen Barnabas ve Sophronios adlı iki rahip kurdu. Sümela'nın şimdiki durumuyla varlığını 13. yüzyıldan itibaren sürdürdüğü biliniyor. 19. yüzyılda genişletilerek en parlak dönemini yaşadı. 1916-1918 yıllarındaki Rus işgali sırasında manastıra el konuldu. Sümela, 1923 yılından sonra tamamen boşaltıldı.

Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 01.11.2007


AKHİSAR OVASI ARKEOLOJİK ARAŞTIRMASI





Adnan Menderes Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Engin Akdeniz’in başkanlığında Arkeologlar Cennet Pişkin, Umut Bilen ve Emre Erdan’ dan oluşan bir araştırma ekibi Eylül ayında 21 gün süreyle Manisa ili ve ilçelerinde prehistorik-protohistorik dönemlere ilişkin bir yüzey araştırması gerçekleştirdi. TÜBİTAK tarafından desteklenen, “Manisa İli ve İlçeleri’nde Prehistorik-Protohistorik Kültürlerin Tespiti” başlıklı yüzey araştırması Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden alınan izinle Eskişehir Müzesi Müdürlüğü elemanı arkeolog Gülsüm Baykal’ın denetiminde yürütüldü.

Araştırma projesinin 2007 yılı kısmı hakkında yeni bilgiler veren proje başkanı Doç. Dr. Engin Akdeniz, araştırmalarımız esnasında Manisa Valisi, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Müze Müdürlüğü, Alaşehir ve özellikle Akhisar Belediyesi katkı sağlamışlardır. Akhisar Belediyesi’nin katkılarına ayrıca dikkat çekerek, “Akhisar Belediyesi’nin katkıları Türkiye’deki diğer arkeolojik çalışmalara örnek olacak niteliktedir. Pek çok konuda kendilerinin yardımına başvurulmuş ve her türlü sorunumuz Belediye personeli tarafından en kısa zamanda çözülmüştür. Araştırmalarımızın başarıya ulaşmasında Tübitak’tan sonraki en büyük pay Akhisar Belediyesi’ne aittir” dedi.





TÜBİTAK tarafından 3 senelik bir proje olarak kabul edilen araştırmanın bu seneki kısmının Manisa İl merkezi ve çevresi ile Saruhanlı, Gölmarmara, Turgutlu, Kula, Alaşehir özellikle de Akhisar İlçelerinde sürdürüldüğünü belirten Akdeniz, “Akhisar’ın bulunduğu stratejik konum sebebiyle araştırmalarda en yoğun incelenen arazi olduğunu, bu sene tamamlanamayan kısımları önümüzdeki sene yapacakları çalışmalarla tamamlamayı planladıklarını, sonraki yıllarda ise bilimsel açıdan uygun görülecek bir yerleşimde Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan izin alınabilmesi durumunda kazı yapılmasının planlandığını” söyledi.

Engin Akdeniz, Akhisar ve çevresindeki Prehistorik-protohistorik yerleşimler hakkında şunları söyledi “Akhisar’da 1950’li yılların sonu ve 1960’lı yılların başında İngiliz arkeolog D.H.French tarafından yüzey araştırmaları yapılmış ve bu sırada bazı yerleşimler tespit edilmiştir. Ancak geçen zaman zarfında bu yerleşimlerin bir kısmının yeri bile bilinmez hale gelmiştir. Araştırmalarımızın bir bölümü bu yerleşim yerlerinin yeniden aranmasına ayrılmış ve hemen tamamının yeri tespit edilmiştir. Ayrıca French tarafından verilen bazı yerleşim isimlerin yanlış olduğu anlaşılmış, doğrusuyla değiştirilmiştir. Daha önce hiçbir bilim adamı tarafından bilinmeyen yeni bazı merkezler de ilk defa arkeoloji dünyasına tanıtılmıştır. “Çalışmalar sırasında yöre halkının yardımlarının kendileri için çok önemli olduğunu” belirten Akdeniz, Kaybolmuş birçok yerleşimin yerini ancak yaşlı köy sakinlerinin yardımları sayesinde bulabildiklerini söyledi. Ayrıca Manisa İl Genel Meclisi Üyesi Kefayettin Öz’ün de bu konuda kendilerine büyük katkı sağladığını anlattı.





Engin Akdeniz’in verdiği diğer bilgiler özetle şu şekilde; Daha önce Rafet Dinç tarafından incelenen Kulaksızlar’da yapılan yeni araştırmalarda Kalkolitik Çağ’da önemli bir mermer-taş idol-kap üretim merkezi olduğu anlaşılmış, hatta günümüzde de işletilen Harmandalı mermer yatağından güneye Akselendi’ye doğru uzanan jeolojik yükseltinin eteklerinde de bu şekilde buluntuların devam ettiği anlaşılmıştır. Kulaksızlara yakın bir coğrafyada Akçeşme Köyü’nün 1 km. kuzeybatısındaki “Üyücek Tepe” höyüğünde Kulaksızlar buluntularına benzer eserler ele geçmiştir.

Moralılar köyü yakınlarındaki “Moralılar Höyüğü”nde Neolitik Çağ’a kadar uzanan bölgenin ve hatta bütün Ege Bölgesi’nin en erken buluntu merkezlerinden biridir. Buradaki yerleşim MÖ 7. binyıla kadar inmektedir. Dolayısıyla bölgedeki en erken yerleşimdir. Boyutları itibariyle oldukça geniş bir alanı kaplayan höyükte Akhisar yöresinin ilk çiftçi-çoban halklarının basit evlerde yaşadıkları ve pişmiş topraktan çanak çömlek ürettikleri anlaşılmıştır. Bu arazinin yerleşim yeri seçilmesindeki en önemli sebep jeomorfolojik yapının günümüzdekinden biraz farklı olması, çevrede birbirine yakın göllerin ve farklı ekosistemlerin bulunuyor olmasıdır”

Akhisar’ın güneybatısında, İzmir karayolu ve ona paralel uzanan demiryolu yakınındaki “Dağdeviren Çiftliği Höyüğü” bölgenin en önemli Kalkolitik ve İlk Tunç merkezlerinden biridir. Tepenin üzerindeki kalıntılar antik Çağlarda da yerleşimin devam ettiğini belgelemektedir.





Akhisar’ın 4 km. güneyindeki “Akhisar Höyük’te” de İlk Tunç Çağı’na kadar inen buluntulara rastlanmıştır. Pınarcık (Kennez ) Köyü yakınlarındaki Kennez Höyüğü ile Kızlaralanı Köyü yolu üzerindeki “Kızlaralanı” Höyüğü Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı buluntusu veren merkezlerdendir.

Çamönü (Karasonya) Köyü yakınlarındaki “Çamönü Höyüğü” bulunduğu coğrafya itibariyle Akhisar çevresindeki höyükler arasında en ilginç konumda olanıdır. Son derece yoğun ve kaliteli İlk Tunç Çağı buluntularıyla dikkat çekmektedir.

Akhisar Haber, Haber: Barış Gezici, 30.10.2007

PRADO MÜZESİ'NE MAKYAJ

 

 

Dünyanın en önemli müzelerinden biri olan İspanya'daki Prado Müzesi, 22 bin metre kare genişletildi. El Greco, Goya ve Velazquez gibi ünlü İspanyol ressamların eserlerinin sergilendiği, 1819 yılında kurulan Prado Müzesi'nin genişletilmesi projesi 1994 yılında hazırlandı. Projenin hayata geçirilmesine öngörülenden 2 yıl sonra, 2002 yılında başlandı.

Müzeyi genişletme çalışmaları yaklaşık 5,5 yıl sürdü ve tahmin edilenden  3 katı fazlasına, 152 milyon avroya mal oldu.

Proje sayesinde müzeye 40 salon eklendi, 1500'e yakın yeni tablonun  sergilenmesine olanak sağlandı.

Prado Müzesi'nde 1000 tablo sergileniyor. Müzeye ait 3500 tablo  İspanya'daki diğer müzelerde sergileniyor, 3500 tablo da depoda  tutuluyor.

Yılda 2 milyon kişinin ziyaret ettiği Prado Müzesi'nde açılan yeni  salonlarda ilk olarak 19. yüzyılın büyük İspanyol ressamların eserleri  sergilenmeye başlandı.

200. yaşını kutlamaya hazırlanan müzenin genişleme çalışmalarından sonra  düzenlenen açılışına, İspanya Kraliyet Ailesi ve Başbakan Jose Luis  Rodriguez Zapatero'nun aralarında bulunduğu 600 seçkin davetli katıldı.

Müzeye giriş 31 Ekim-4 Kasım arasında ücretsiz olacak.

Hürriyet, Fotoğraf: Museo Nacional del Prado, 30.10.2007

ASLANTEPE HÖYÜĞÜ'NDE KAZI ÇALIŞMALARI TAMAMLANDI

 

Malatya'daki Arslantepe Höyüğü'nde bu yıl yapılan kazı çalışmaları tamamlanarak hazırlanan rapor bakanlığa sunuldu.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi Gülay Şahin tarafından hazırlanan raporda, bu yılki kazı çalışmalarında, geçen yıl bulunan evin avlu tabanının açığa çıkarıldığı belirtildi. Taban üzerinde ağaç deliklerine rastlanıldığı, bu evlerin çobanlara ait evler olduğunun düşünülmekte olduğunun kaydedildiği raporda, şu görüşlere yer verildi:

“Geçen sene açığa çıkarılan evin doğusunda yanmış direk kalıntıları ve yanmış taban açığa çıkarıldı. Bu alan yangın geçirmiştir. Taban üzerinde çok sayıda yanmış seramik parçaları ele geçirildi. Çamur içerisinde insan ve hayvan kemikleri parçalar halinde ele geçirildi. En az 9 kişiye ait kafatası parçalarına rastlanıldı. Kazı başkanı tarafından kurban töreni olabileceği düşünülmekle birlikte, kesin bir görüş yoktur. Antrpolojik çalışmalar sonucunda birşey söylemek mümkün olacaktır. Daha önceki yıllarda açığa çıkarılan kral mezarı ile aynı döneme tarihlenmektedir."

Turizm Gazetesi, 30.10.2007

ANTİK YOLDA BİR SEMT PAZARI

 

İzmir'in Eşrefpaşa semtinde SİT alanı üzerine kurulan pazar, 'uygun yer bulunamadığı' için kaldırılamıyor. Roma döneminde 'Altın Yol' olarak kullanılan alanda kurulan Eşrefpaşa pazarının "uygun yer bulunamadığı" gerekçesiyle kaldırılamadığı açıklandı.

 

Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, bölgenin, tarihi açıdan son derece "kıymedi" olduğunu ve 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun, alanı 22 Ekim 1991 yılında 3234 sayılı karar ile 1. derece arkeolojik SİT alanı olarak belirlediğini söylüyor. Roma döneminde doğu-batı doğrultusunda uzanan iki önemli yoldan birinin Eşrefpaşa Öğretmenevi arkasından geçtiğini ifade eden Tunçağ, "İri taşlarla döşeli bu yolun genişliğinin 10 metre olduğu biliniyor. O dönemde yolun denize bakan cephesinde, üstü kapalı, sütunlu bir bölüm olduğu ve bu bölümün yayaları yağmur ve güneşten koruduğu, yakın çevresinde ise stoa ve tapınakları yer alıyormuş" diye konuşuyor. İzmir tarihi araştırmacısı ve yazar Yaşar Aksoy ise, Altın Yol'un, MÖ 333 yılı ile MS 450 yılları arasında kullanıldığını ve Ege Bölgesi ile İzmir'i bağlayan bir yol olduğunu vurguluyor.

Birgün, 30.10.2007

HEP AYNI HİKAYE

 

Geçtiğimiz hafta Cehennemağzı Mağaraları' nın yollarına döşenen taşların, sağanak yağmur nedeniyle ve zemininin sağlamlaştırılmaması nedeniyle yerle bir olduğunu söylemiştik.

 

Bu haberimizden sonra yetkililer sökülen taşları yeniden onarmak için yoğun bir çalışma başlatmışlardı. Fakat görüldü ki yine gerektiği gibi sağlam bir zemine oturtulmayan taşlar, yine yağmurla beraber eski haline döndü.

 

Her yağmur yağdığında bu taşlar yenilenecekse, yetkililerin kalıcı önlemler alması gerekiyor. Mahalle sakinleri; “Burası şehrimiz açısından tarihi ve turistik bir mekan. Sırf bu yüzden evimizin yolunu değiştirdik. Her yağmur yağışında bu kadar masraf yapmak yerine, ya kalıcı çözüm bulsunlar, ya da tamamen yolu asfaltlasınlar. Hem biz evimize daha kısa zamanda ulaşalım, hem de harcanan paralar boşa gitmesin” dediler.

 

Şimdi tüm yetkilileri bu bölgeye göreve çağırıyoruz…

Değişim Medya, 30.10.2007




HAFTANIN HABERİ



PENİSİNİ ÇALDILAR!

 

 

Mısır firavunlarından Tutankamon'un mumyasının soyulduğu ve boynundaki mücevher ile penisinin çalındığı ortaya çıktı.

Hazine avcılarının defalarca yağmasına maruz kalan Mısır piramitleri büyük tahribata uğradı. Hakkında fazla bilgi bulunmayan ancek Mısır firavunları arasında en ünlülerinden birisi olan Tutankamon da bu yağmalardan nasibini aldı. MÖ bin 400'lerde 18 yaşında ölen firavun Tutankamon'un Kahire'deki mumyasının 2'nci Dünya Savaşı sırasında soyulduğu ortaya çıktı. 1926'da bulunan Tutankamon'un boynundaki mücevher ile penisinin çalındığı anlaşıldı.

 

Mezarındaki inanılmaz zenginlik bulunduğu halde Tutankamon (MÖ 1361-1352) hala hakkında en az bilgi bulunan firavundur. Tahta çıkma hakkını, ünlü kral Akhenaton (MÖ 1379-1362) ile kraliçe Nefertiti’nin kızı Prenses Ankhesenpaaten’le evlenerek elde etmişti. Tutankamon’un ebeveyninin kimler olduğu konusunda, bazı uzmanlar bu firavunun, ”Akhennaton’un Nefertiti dışında bir kadından olan oğlu” tezini ileri sürüyorlar. Bazı uzmanlara göre de Tutankamon, Akhenaton’un babası III. Amenofis’in (MÖ.1417-1379) birinci karısı Tiy’den doğmuştur. Kesin olan, Tutankamon’un III.Amenofis ve Akhenaton’şa akraba ve soylu olduğudur. Dokuz yaşında tahta çıkan ve adı 12 yaşına kadar “tutankaten” olan Tutankamon (Güneş tanrısı Amon’un yaşayan temsilcisi) krallar arası savaşlarını en yoğun olduğu dönemde doğmuştu.

Hürriyet, 30.10.2007

TARİHİ ESERLERİN ÜZERİNDE OT BİTTİ

 

 

17 Ağustos 1999 depremi sonrasında Çukurbağ Mahallesi Bahariye Caddesi'ndeki bir evin yıkımının ardından yeni bina temel kazısı yapılırken, Roma dönemine ait çok önemli tarihi eserlere rastlanmıştı. Müze Müdürlüğü bir süre sonra bu bölgede kazı başlattı ve eserlerin önemli bölümü gün ışığına çıkarıldı. Daha sonra kazıya son verilerek alanın girişi demir parmaklıklarla çevrildi.
Bahariye Sokak'ta ortaya çıkarılan tarihi eserleri görmek için çok sayıda yabancı konuk da bölgeye gelmişti. Ancak aynı duyarlılığı Müze Müdürlüğü göstermeyince paha biçilmez tarihi eserlerin üzerinde yeniden ot bitmeye, eserler yavaş yavaş toprağa karışmaya başladı. Geceleri definecilerin de akınına uğrayan, mevcut eserlerin tahrip edildiği alanda bundan böyle ne yapılacağı merak ediliyor. Eğer burası turizme kazandırılacaksa kapsamlı bir kazı ve düzenleme yapılması gerekiyor. Yok eğer bu yapılmayacaksa bari eserleri alıp müzenin bahçesine götürmekte yarar var.

Özgür Kocaeli, 30.10.2007

MODERN SANAT 50'LERDE Mİ BAŞLADI?

 

Her türlü eleştiriden önce Santralistanbul'u ve bu projeyi destekleyenleri kutlamak gerek.

Türkiye'nin özel olarak tasarlanmış ilk müze binasını inşa etmek başlı başına bir sorumluluk.
Açılış etkinliği olarak hazırlanan 'Modern ve Ötesi' sergisi ise, kendi içinde tutarlı ve emek verilmiş bir çalışma.


Benim işaret etmek istediğim birkaç sorun var: İlki sergi küratörlerinin de vurguladıkları gibi henüz doğru düzgün kaleme alınmamış modernlik tartışması. 'Modern ve Ötesi'nin, Türkiye sınırları içinde gelişen modern sanatın başlangıç tarihini 1950'ler olarak göstermesi ne kadar doğru? Sergi ilk giriş panosunda da belirtildiği gibi, modernlik sorunsalı Ali Avni Çelebi ve Zeki Kocamemi'nin 1927 yılında düzenlenen 11. Galatasaray Sergisi'nde yer alan kübik-konstrüktivist çalışmalarıyla başlıyorsa, aradan geçen 25 yıllık sürede Türkiye'de modernliğe dönük hiç mi yapıt üretilmedi? Aradaki 25 yılı atlayarak nasıl bir modernlik tarifi çıkarılabilir? Ayrıca iki sanatçının sadece desenlerini sergileyerek bu fikri temellendirmek ne kadar mümkün? D Grubu'nu, Yurt Gezilerini, İnkilap Sergilerini ve aradaki tüm kübizm tartışmasının modernliğe katkılarını dışlamak ne kadar mümkün? Bunu birkaç kere farklı yerlerde vurgulamıştım: Tarihi kesip biçmeyi seven sanat tarihçiler için 1950'lerde beliren soyut resim anlayışı modernliğin aynı zamanda soyut sanat olarak algılandığını gösteriyor. Oysa modernlik soyut veya figüratif resim yapma süreciyle ilişkili değil. Toplumsal, ekonomik ve kültürel bir dönüşümün bütünü. Özellikle bizim gibi modernliğe geç kavuşmuş ülkelerde bu süreci iyi tahlil etmek gerek. Aksi takdirde sorun biçimsel bir çözümleme olarak algılanıyor ki, modernlik tam da tersi anlama yönelik bir sonuçtur.


Serginin neredeyse yüzde 90'ı Santralistanbul dışındaki koleksiyonlardan seçilebildiğine göre, niye daha nitelikli ve sanatçıları gerçek anlamda temsil eden yapıtlara ulaşılamadı? Örneğin Orhan Peker, İhsan Cemal Karaburçak, Bedri Rahmi gibi sanatçılar gerçekten de bu yapıtlarla mı sanat tarihindeki yerlerini aldılar? Bu sanatçıların kimileri için ciddi retrospektif çalışmalar yapıldı. Sırf onlara bakarak daha iyi yapıtlar ve koleksiyonerlerini tespit etmek mümkün. Buna karşılık Abidin Dino için bir oda kurulunca ister istemez bir dengesizlik çıkıyor, sanki bir hiyerarşi varmış gibi algılanıyor. Dino, bir müze salonu ve kronolojik akan bir tarih içinde kullandığı malzeme ve tercih ettiği dil açısından gerçekten de tarih dışı duruyor. Dino'yu modernin bu sürecine oturtmak yanlış referanslar doğurmuyor mu? Ya da diğer sanatçılara haksızlık olmuyor mu?


İnsan Modern ve Ötesi'nde Eşref Üren'in, Nevhiz'in, Ergin İnan'ın, Leyla Gamsız'ın, Tiraje'nin, Naile Akıncı'nın niye olmadığını merak ediyor. Bir diğer önemli sorun ise, Sami Baydar ve Deniz Bilgin'in sergideki varlığı. Her ikisi de biçim dili ve anlam sorunsalı olarak kendine dönük sanatçılar. Sergide yer almaları, modernlik tartışmasında çözmemiz gereken bir sorunu gösteriyor: Modern sanatçı aynı zamanda çevresini, kendisinden sonrayı etkileyen bir kimliğe mi sahip olmalı? Yoksa her iki sanatçı örneğinde olduğu gibi kendisine özgü bir sanat sorunsalını içe kapalı olarak mı sürdürmeli? Bu tartışmanın cevabı sanırım Tomur Atagök, Yusuf Taktak, İsmet Doğan, Fatma Tülin, Murat Morova, Arzu Başaran, Canan Beykal, Mustafa Horasan, Temür Köran, İrfan Önürmen gibi sanatçıların bu seçkide niçin yer almadığını da ortaya koyacak.

Radikal, Yazı: Levent Çalıkoğlu, 30.10.2007

SAHTE ESERLER GERÇEK YAPITLARDAN GÜZEL

 

Takvimlere göre sonbahara girdik. Yaşam trafiği güneyden kuzeye dönüşünü tamamladı. Sayfiyeden şehirlere akımı Broadway üstündeki tiyatro ve vizyona yeni giren filmleri gösteren sinema önlerinde uzayan kuyruklar, pop konserleri biletlerinin karaborsaya düşmesinden anlamak mümkün. Hediyelik eşya dükkanları, dev müzik mağazaları da yabancı turistlerin işgali altında.
 

Müzelere gösterilen ilgi de yabana atılacak gibi değil. New York'un iki dev müzesi Metropolitan (MET) ekspresyonistler, (MOMA) Modern Afrika sanatı sergileriyle bir diğeriyle yarış halinde. MOMA'da Yunan-Roma mitolojisinin aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit-Venüs, serginin baş köşesinde kömür karası bir heykel. Artistik değerini tartışmak bize düşmez ama soran olursa güzellik tanrıçasının beyazını tercih ettiğimi söyleyebilirim.

Dünyanın önde gelen müzelerinden MET hakkında yayımlanan bir kitap sanat çevrelerinde piyasaya çıkmadan heyecan yarattı. ''Metropolitan Sanat Müzesi'nin Perde Arkası'' başlıklı kitapta depolarda muhafaza edilen ünlü resim ve heykeller hakkında bilinmeyenler açıklanıyor. Müzenin yönetim kurulu üyeleri ile Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika sanatları bölüm uzmanlarıyla görüşmelerini 304 sayfalık kitabında toplayan Danny Danziger'in en ilginç buluşlarından biri Amerika'nın General George Washington'un 25 Aralık 1776'da İngiliz'lere karşı özgürlük harbini resmeden Emanuel Leutze'nin tablosundaki yanlışlıkları içeriyor. ''George Washington'ın Delaware Nehri'ni Geçişi'' isimli tablo müzenin en ünlü yapıtlarından biri. Danziger, ressam Leutze'nin 1851'de yaptığı dev tabloyu şöyle eleştiriyor : ''Nehir geçişinde teknenin rotası yanlış. Mevsim kış idi oysa nehirde buz yığınları yoktu. Teknede bir askerin dalgalandırdığı bayrak onlarca yıl sonra hazırlandı. Atlar nehir geçişine katılmadılar. General Washington teknede asla ayakta değildi, şiddetli rüzgar ve yüksek dalgalı havada nehri teknede oturarak geçti.''

 

Sanat yazarı Danziger paha biçilmez değerdeki tablonun tarihi gerçeklerle bağdaşmadığını bildirdikten sonra MET yöneticileri ve özel resim-heykel koleksiyonları sahipleriyle yaptığı röportajlarda müzedeki tarihi eserlerin bakımsızlıktan bozulduğunu, boyaların eriyerek renk değiştirdiklerini söylüyor. Müzenin mütevelli heyeti üyesi, önemli sanat koleksiyoncusu, banker Michel David-Weill, ''MET'teki eserlerin çoğu abartıldığı gibi değerli değil.  19'uncu yüzyıl Amerikan tabloları, Rus ve Mısır koleksiyonları da ikinci sınıf.'' diyor.'' Kitapta açıklananlar, David-Weill gibi özel koleksiyoncuların şikayetleri sanat aleminde skandal yaratacak türden.

Ama sanatta abartma, sahtecilik ve değer şişirtme girişimleri yalnızca müzelere has değil. Sanayi, bankacılık ve finans sektörlerinde servet yapan özel koleksiyoncuların müzayede evlerinde klasik ve modern eser alışverişlerinde 'sahtecilik' yıllardır süregeliyor. Zenginler aslından ayırtedilmesi güç olan tablo ve heykeltraşlara milyonlarca dolar para ödüyorlar. Yetenekli 'sahte' ressamlar Picasso, Dali, Chagall, Monet, Gaugin gibi dev sanatçıların yapıtlarını taklit ederek aracılarla koleksiyonculara ve müzelere satmayı başarıyorlar. Arizona'da bir güzel sanatlar galerisinden Avrupa ülkeleri ile Japonya ve Güney Asya'daki koleksiyonculara milyonlarca dolar karşılığında pazarlanan Rönesans sanatçısı Renoir'un heykel yapıtlarına Reonir ailesi, ''Bunların hepsi sahte. Asıl eserler Paris'te 'Susse Foundry (dökümhane) sinde mahfuz. Taklitçi kurumlara karşı yasal hakkımızı arayacağız.'' şeklinde tepki gösterdi.

 

Sahteciliği önlemek üzere galeri ve müzelerin görevlendirdiği sanat detektifleri Londra'da Tate Gallery, Victoria ve Albert müzelerinde çok sayıda  aslından farkedilmeyecek taklit eserlerin sergilendiğini söyledikten sonra son yıllarda resim ve heykel yapıtların İnternet aracılığıyla satışa sürüldüğünü ifade ederek ''Milyonlarca doların el değiştirdiği bir sanat hırsızlığı yapılıyor. Zengin koleksiyoncuların bir kısmı sahte olduğunu bile bile ünlülerin imzasını taşıyan tablo ve heykelleri satın alıyorlar. Bazı sahte yapıtlar aslından daha güzel, uzmanlar dahi kolayca taklit olduklarını anlamakta zorlanıyorlar.''diye konuşuyorlar.

Hürriyet, Haber: Doğan Uluç, 30.10.2007

SURİÇİ'NİN KORUNMASI TARTIŞILDI

 

Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi tarafından düzenlenen “Kentsel SİT Alanlarında Dönüşüm” panelinde planlamacılar, mimarlar ve restorasyon uzmanlarıyla birlikte tarihi sur içi bölgesinin korunmasına ilişkin yapılan çalışmalar tartışıldı.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’ndaki panele Vali Yardımcısı Mehmet Yeşilbaş, AKP Milletvekili Kutbettin Arzu, Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili İhsan Uğur, Bağlar Belediye Başkanı Yurdusev Özsökmenler, Sur eski Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş ile akademisyenler ve mimarlar katıldı.

Panelde açılış konuşmalarını yapan Mimarlar Odası Diyarbakır Şube Başkanı Ramazan Karaşin kültürel mirasın korunmasındaki önemin yalnızca geçmiş değerlerin geleceğe aktarmak olarak algılanamaması gerektiğini belirterek, “amaç, geçmiş birikimlerin yani sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal deneyimlerin geleceğin oluşturulmasında önemli kaynak teşkil etmesindendir” dedi. Diyarbakır’da 1980 sonrası mimarlık ve kentleşmede kültürel ve tarihsel değerleri dikkate almadan gerçekleştirilen modern yapıların toplumda yabancılaşmayı hızlandırdığını söyleyen Karaşin, yanlış imar politikalarının da bu yabancılaşmaya ve kültür kaybına katkı sağladığını belirtti. Bölgede yaşanan güvenlik gerekçeli köy boşaltmalar sonucunda kentli bilinci olmayan, zorunlu göç nüfusunun eklendiğini böylece kentin var olan sorunlarının artarak, gecekondulaşma ve tahribatın ivme kazandığını söyleyen Karaşin “Bu göç olgusu kentin sosyal hayatını etkilemiş, kırdan kente göç ve barınma sorunları özellikle sur içi bölgesinde etkisini göstermiştir.” diye konuştu. Karaşin ayrıca son günlerde yaşanan çatışmalara değinerek insanları, kentleri ve kültürleri çürüten, yok eden bu gelişmeler karşısında barışın, kardeşliğin kültürlerin ve insanın uygarca yaşamanın ön plana çıktığı bir demokratik toplumun ortaya çıkması temel sorumluluklarımız arasında olmalıdır” dedi.

Mimarlar Odası Genel Başkanı Bülend Tuna, kültürel miras kavramının içerisinde tehlikeli bir anlam da taşıdığına dikkat çekerek “Miras, sıkıştığınızda paraya çevirebileceğiniz bir değer olarak da algılanabilir. Oysa kültürel miras kapsamında değerlendirilmesini istediğimiz yapıların, gelecek kuşaklara devredilmesi gereken, bize emanet edilmiş bir kültür varlığı olarak görmemiz gerekir.” dedi. Koruma sektöründeki yatırımların daha çok kamu sektörü tarafından gerçekleştirildiğini bildiren Tuna; özel sektörün, bu konuya karlı olması ve yatırımın ivedilikle geri dönmesi koşuluyla girdiğini söyleyerek “İtici gücün turizm ve eğlence olduğu bu tür girişimler, geleneksel yapı stokunun korunması ve değerlendirilmesinde etkili bir çözüm oluşturamamaktadır” dedi.

Değişik nitelikteki yasal düzenlemelerin, özellikle yerel yönetimlere bu konuda yeni sorumluluklar yüklediğini belirten Tuna “Korumanın giderek yerelleşmesi, hizmetlerin daha çabuk ve etkin verilebilmesini ve koruma olgusunun başta kültür ve tabiat varlığı malikleri olmak üzere, tüm toplum tarafından benimsenmesini sağlamaktadır.” diye konuştu. Kentsel sit alanlarının müzecilik anlayışıyla korunmasının mümkün olmadığını ifade eden Tuna, “Böyle bir dokunun korunması ancak içindeki hayatın sürmesiyle mümkün olabilir” şeklinde konuştu.

Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili İhsan Uğur da yerel yönetimlere geldikleri günden itibaren tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkmayı ilke edindiklerini söyleyerek “Coğrafyamızın yaşadığı sosyo ekonomik sorunlar en fazla tarihi değerlerimizde tahribat yarattı. Surlarımızın etrafı 1999 öncesinde ticari mekanlar ve gecekondular tarafından örtülmüştü. Siz bilim insanlarından aldığımız destek ve projelerle hiçbir sosyal sorun yaşamadan tüm surların etrafını açarak bir ilke imza attık” dedi. Gazi Caddesi projesi, Melikahmet, Yenikapı ve Dağkapı projeleri ile çalışmaları devam eden Balıkçılarbaşı- Mardinkapı projeleri ile suriçini açık hava müzesi haline getirme hedeflerinin kilometre taşı olduğunu ifade eden Başkan Vekili Uğur şöyle konuştu: “Sur içindeki tescilli yapıların korunarak kullanılmasına yönelik başlattığımız Cemilpaşa Konağı restorasyonu, Mimarlar Odası’nın yarattığı Dengbej Evi, Dicle-Fırat Kültür Merkezi, Yerel Gündem 21 Evi, Ortadoğu Tarih Akademisi ve Esma Ocak Evi yarattığımız ve sahiplendiğimiz değerlerdir” dedi. Bu çabalarının olumlu ama cılız olduğunu bildiren Uğur, Kültür Bakanlığı, Valilik, belediyeler ve sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek yaratacağı sinerjinin önemli bir merhale olacağını belirten Uğur “Gelin hep beraber yeni bir hamleyle sur içini açık hava müzesine dönüştürelim” diye sözlerini tamamladı.
Haber Diyarbakır, 29.10.2007

SON YEMEK DİJİTAL ORTAMDA

 

Leonardo Da Vinci'nin en önemli eserlerinden 'Son Akşam Yemeği' (Last Supper), artık internetten yüksek çözünürlüklü olarak doya doya izlenebilecek. Yetkililer resmin 16 milyar piksellik dijital versiyonunu online olarak yayımlamaya başladı. Online versiyon böylece 10 milyon pikselli sıradan dijital fotoğraf makinelerinin çektiklerinden 1600 kat daha güçlü bir görüntü sağlıyor.


Yüksek çözünürlük ayrıca uzmanların 15'inci yüzyıldan kalma bir duvar resmi olan eserin ayrıntılarını, örneğin Leonardo'nun resmi yapmadan önce bıraktığı çizim izlerini inceleyebilmesini sağlayacak. Küratör Alberto Artioli "Bu sayede Leonardo'nun kupaları şeffaf yaptığını görebiliyorsunuz, normalde bu fark edilmez. Tablonun aşınma oranını da belirleyebilirsiniz" diyor.
Dijital resim tablonun 2007'de nasıl göründüğü üzerine bir tarihi belge niteliği de taşıyor. Milano'da Santa Maria delle Grazie Kilisesi'nde sergilenen ve 1999'da başlayan projeyle yenilenen tablo, bombalamalara maruz kalmış, Napolyon tarafından tezgah olarak kullanılmış. Tabloyu yılda 250 bin kişi görebiliyor; eserin toza, kirletici maddeye maruz kalmasını azaltmak için, yanına yaklaşanlar filtre sisteminden geçiriliyor.

Radikal, 29.10.2007

EN AZ 9 KİŞİYE AİT KAFATASI PARÇASI

 

 

Malatya'daki Arslantepe Höyüğü'nde bu yıl yapılan kazı çalışmaları tamamlanarak hazırlanan rapor bakanlığa sunuldu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Temsilcisi Gülay Şahin tarafından hazırlanan bu yılki kazı çalışmaları raporunda, bu yılki kazı çalışmalarında, geçen yıl bulunan evin avlu tabanının açığa çıkarıldığı belirtildi. Taban üzerinde ağaç deliklerine rastlanıldığı, bu evlerin çobanlara ait evler olduğunun düşünülmekte olduğunun kaydedildiği raporda, şu görüşlere yer verildi:

“Geçen sene açığa çıkarılan evin doğusunda yanmış direk kalıntıları ve yanmış taban açığa çıkarıldı. Bu alan yangın geçirmiştir. Taban üzerinde çok sayıda yanmış seramik parçaları ele geçirildi. Çamur içerisinde insan ve hayvan kemikleri parçalar halinde ele geçirildi. En az 9 kişiye ait kafatası parçalarına rastlanıldı. Kazı başkanı tarafından kurban töreni olabilecği düşünülmekle birlikte, kesin bir görüş yoktur. Antrpolojik çalışmalar sonucunda birşey söylemek mümkün olacaktır. Daha önceki yıllarda açığa çıkarılan kral mezarı ile aynı döneme tarihlenmektedir."

Raporda, 1961 yılında başlanılan kazı çalışmalarıyla ilgili ise şu bilgilere yer verildi:
“Arslantepe Höyüğü, yoğunlukla MÖ 1900-1200 yılları arasında yaşanmış bir Hitit yerleşim yeridir. Atatürk'ün emriyle Cumhuriyet döneminde kazılara başlandı, ancak ciddi kazılar 1961 yılından itibaren yapıldı. Bugüne kadar yapılan kazılarda İlk Tunç, Hitit İmparatorluk, Hellenistik, Roma ve Bizans kültür tabakalarına rastlandı. Hitit ve Asur hükümdarlıklarına ait saray kalıntıları, kabartmalar, aslan heykeller ve süslü vazolar bulunarak bir kısmı Ankara Arkeoloji Müzesi'ne götürüldü. Eserlerin büyük kısmı da Malatya Müzesi'nde sergilenmektedir."

Malatya Haber, 29.10.2007

KARS KALESİ ASLINA UYGUN OLARAK RESTORE EDİLECEK

 

Tarihi Kars Kalesi'nde yapılan restorasyon çalışmaları hakkında bilgi veren Vali Mehmet Ufuk Erden, "İmkanlarımız ölçüsünde Kars Kalesi'ni orijinal konumuna uygun olarak restore edeceğiz." dedi.

 

Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, Vali Yardımcısı Doğan Demirdaş, İl Kültür ve Turizm Müdürü Kenan Bekis, İl Bayındırlık ve İskan Müdürü Osman Demir, Defterdar Hanifi Eraslan, Müze Müdürü Necmettin Alp ve ilgili kurum temsilcileriyle biraraya gelen Vali Mehmet Ufuk Erden, kale hakkında detaylı bilgi aldı.

 

Müze Müdürü Necmettin Alp tarafından Kars Kalesi'nin tarihi, mimari yapısı ve kalede düzenlenmesi gereken alanlarla ilgili bilgilerin verildiği bir slayt sunum yapılmasının ardından konuşan Vali Mehmet Ufuk Erden, Kars Kalesi'nin türkülere, şarkılara ve şiirlere konu olduğunu ifade ederek, kalenin doğu bölgesinde yüzyıllar boyunca savunma amacı ile kullanılan tarihi bir yer oluğunu aktardı. Belediye Başkanı ile birlikte kale ve tabyalarda yaptıkları incelemelerde buraların gerçekten çok değerli hazineler olduğunu yakından gördüklerini anlatan Erden, "Kalemizde bugüne kadar onarım çalışmaları yapılmış. Ama kalede yapılması gereken daha çok çalışma var. Yapılacak çalışmalarla alakalı ilgili kurumların önerilerini alarak kalenin tamamı için yapabileceklerimizi tespit etmek, ayrıca bir mastır plan çerçevesinde yapılacakları projelendirerek bu projelerin hayata geçirilmesini sağlamalıyız. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun da onayını aldıktan sonra etap etap imkanlarımız ölçüsünde Kars Kalesi'ni orijinal konumuna uygun olarak restore edeceğiz. Kalemizde yapılacak restorasyon çalışmaları sayesinde turizme daha çok hizmet sunmuş olacağız. Yapılacak çalışmaların ilimize gelen misafirlerimizin de beğenisini kazanacağını umuyorum. Kalemizde yapılacak yenileme çalışmalarını kısa zamanda gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Bundan sonra yapılacak çalışmalarla gerçekten güzel şeyler ortaya konulacağına inanıyorum." şeklinde konuştu.

 

Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu da konuşmasında, "Sayın Valimizin öncülüğünde, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteği ile Kars Kalesi'nde yenileme çalışmaları yaparak orada bulunan mekanları daha işlevsel hale getireceğiz. Kalede insanların konaklayabileceği kafe, restoran gibi yerler yapmayı, konserler ve etkinlikler için canlandırma ve ışıklandırma yapmayı hedefliyoruz. Kalemiz, Türkiye'nin en gözde kalelerinden biridir. İlimiz de kalesiyle sembolleşmiştir. Kalemiz yapılan çalışmalarla daha işlevsel hale getirilerek turizme daha çok katkı sağlayacaktır." dedi.

Zaman, Haber: Murat Kaban, Fotoğraf: Yeni Şafak, 29.10.2007

TOPKAPI SARAYI TİNERCİ ŞOKUNDA





Topkapı Sarayı Müzesi'ne bir gece elini kolunu sallayarak giren tinerci, müzenin alarma geçmesine neden oldu. Tinerciyi karşılarında gören güvenlik görevlileri şoke olurken, görevliler olayın kamuoyuna yansımaması için polisi sıkı sıkı tembihledi. Tinercinin yangın gibi büyük bir felaket çıkarmadan yakalanması şans olarak nitelendirildi.


Saraya 13 Ağustos 2007'de gece 23.00 sıralarında tiner koklamış biri geldi. Müze yetkililerinin verdiği bilgiye göre, Konyalı Restoran'ın bulunduğu yerin alt tarafından sur duvarlarını tırmanarak saraya giren tinerci, nöbet tutan askerlere görünmeden 3. avluya kadar ulaştı. Güvenlik kamerası da bulunmayan sur duvarlarını hiç kimseye görünmeden aşan tinerci, tesadüfen üçüncü avluda güvenlik görevlilerine yakalandı.


Tinerci önce güvenlik görevlileri tarafından saraya nasıl girdiği yönünde sorgulandı. Ancak bunları anlatacak kadar şuuru yerinde olmadığından Eminönü Asayiş Şube Müdürlüğü ekiplerine teslim edildi.


Her yıl 2 milyona yakın kişinin ziyaret ettiği ve yaklaşık 11 milyon YTL gelir elde edilen Topkapı Sarayı Müzesi'nde güvenlik bir türlü istenilen seviyede sağlanamıyor. Daha önce 2 hırsızlık olayı yaşanan sarayda güvenliğin yetersizliği İstanbul Emniyet Müdürlüğü Özel Güvenlik Şubesi'nin 9 Mayıs 2006 tarihli raporuyla da ortaya kondu.

 

İstanbul Valiliği bu rapora dayanarak sorunların 60 gün içerisinde giderilmesi, güvenlik sistemlerinin acilen ihale edilerek uygulamaya geçirilmesini istedi. İhale şartnamesi hazırlandı, Koruma Kurulu'ndan izin alındı. Hırsız alarm sistemi için 148 bin YTL, Kapalı Devre Kamera sistemi için ise 1 milyon 215 bin YTL ihtiyaç olduğu belirlendi. Ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı bir türlü ihaleye çıkmadı. Valiliğin belirlediği sürenin üzerinden 1,5 yıl geçti, sarayın güvenlik sistemi hala eskisi gibi.


Bakanlık, yaşanan olayı doğrulayarak, Milliyet'e şu açıklamayı yaptı: "Topkapı Sarayı Müze Müdürlüğü'nde 13 Ağustos 2007 günü saat 23.00 dolayında mevcut güvenlik sistemi ve güvenlik görevlilerinin titiz çalışmaları yardımıyla müze bahçesinde yakalanan şahıs, müzede gerekli tutanakların tutulmasından ardından aynı gece saat 02.00 sıralarında Eminönü Asayiş Büro Amirliği ekiplerine teslim edilmiştir. Müze güvenliğinin tüm çevresi ile birlikte en üst seviyede ve en son teknoloji ile sağlanmasına yönelik çalışmalar DÖSİM ile koordineli olarak yürütülmektedir."






Bakanlık, Topkapı Sarayı'nın güvenliğine ilişkin ise şu değerlendirmede bulundu:
"Müzeyi çevreleyen tüm tel örgüler yenilendi. Hazine Koğuşu, Emanet Koğuşu ve Has Ahırlar bölümlerine kapalı devre TV sistemi kuruldu. Dijital kayıt sistemi, kartlı geçiş kontrol sistemleri yapıldı. Haziran 2006'da başlatılan uygulama ile 84 özel güvenlik görevlisi ve 32 bekçi görev yapıyor."

Müze yetkilileri bir dolap kilidi bile almak için defalarca yazı yazmaktan bıkmış durumda. Müzenin tek kuruş harcama yetkisi yok. Bu nedenle en ufak bir ihtiyacı giderebilmek için dahi Döner Sermaye İşletmesi'ne yazı yazılıyor. Bu durum müze yetkililerinin elini kolunu bağlıyor. Küçük de olsa bir bütçeninmüzenin kullanımına verilmesi isteniyor.

 

Milliyet, 2000'de Topkapı Sarayı'nın güvenliğinin yetersiz olduğunu göstermek için fotoğraf çekerek hiçbir güvenlik önlemine takılmadan saraydan içeri girmişti. "Saray Allah'a emanet" başlığıyla manşetten duyurulan habere, iki hırsızlığı ve aradan geçen 7 yıla rağmen hiçbir şeyin değişmediği, son olarak tinercinin farklı bir yoldan da olsa rahatlıkla içeri girmesiyle ortaya çıktı.

Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 28.10.2007



*****


SARAYDAKİ HIRSIZLIĞI KÖPEKLER ENGELLEMİŞ

 

Topkapı Sarayı'nda muhtemel bir hırsızlık olayını bekçi köpeklerinin engellediği ortaya çıktı. Gece yarısı tel örgüleri aşıp 8 devriye görevlisini atlatarak Topkapı Sarayı'na giren 19 yaşındaki Suat B. hakkında 'hırsızlığa teşebbüs' suçundan 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı. Saray avlusunda köpeklerden kaçmaya çalışırken yakalanan Suat B., kendisini kovalayan bıçaklı bir tinerciden kaçarken tel örgüden atlayarak girdiği yerin Topkapı Sarayı olduğunu yakalanınca öğrendiğini, amacının hırsızlık olmadığını iddia etti. Hırsızlıktan sabıkası bulunan Suat B. tutuksuz yargılanacak.

Sabah, 02.11.2007

'EN BÜYÜK AMFORA KOLEKSİYONU' İÇİN MÜZE





Çeşitli kaynaklara göre "dünyanın en büyük amfora koleksiyonuna sahip olan" milli dalgıç ve sualtı araştırmacısı Mustafa Aydemir, hazırladığı Sualtı-Deniz ve Amfora Müzesi Projesi ile 2 bin 600 yıllık bir süreci kapsayan tarihi, herkesle paylaşmayı hedefliyor.


Projeyi sahiplenecek kişileri ve kurumları beklediklerini belirten Aydemir, hepsi İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne kayıtlı olan koleksiyonunu 1976 ile 2006 arasında yaklaşık 30 yılı kapsayan bir sürede oluşturmuş. 700 parçadan meydana gelen koleksiyon, Adalar-Yunan-Ege ve Anadolu dönemi, Roma-Mısır ve Kuzey Afrika dönemi, Karadeniz Bölgesi ile Bizans dönemi amforalarından oluşan ve tüm dönemleri içine alan bir yapıya sahip.


Aydemir ayrıca denizden çıkan ve çeşitli dönemlere ait Zeus heykelleri, yemek kapları, kadehler, şarap testileri gibi antik döneme ait ev ve gemici eşyalarını koleksiyonuna katmış. Amforalar konusunda dünyaca tanınmış bir uzman olan ve II. Dünya Savaşı'nda batırılan Paris 2 adlı batığı ortaya çıkaran Aydemir, Türk Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul'un anılarını, savaşı ve insanlığı anlatan "Ben Bir Türk Zabitiyim" adlı kitabın da yazarı.


Denizle ilgili eşyalar toplayan koleksiyoncuların da müze fikrine çok olumlu baktıklarını anlatan Aydemir, "Koleksiyoncular bu müzeye eserlerini vermeye hazır" dedi. Aydemir ile birlikte projeyi hazırlayan Girit Tanıtım Hizmetleri Şirketi'nin sahibi Hakan Girit, "Bu proje ile ülkemize, ulusal ve uluslararası alanda prestij sağlayacak, bulunduğu bölgeye katma değer yaratacak kültürel bir eser kazandırmayı amaçlıyoruz" diyor:

"Ayrıca amaçlarımız arasında, 2 bin 600 yıllık bir süreci kapsayan dünyanın en büyük özel amfora koleksiyonu ile, denizcilik tarihine ait belgeleri, bilgileri ve eserleri tüm dünyaya sunmak; ziyaretçileri, eski Anadolu, Antik Yunan, Roma ve Bizans dünyalarının tarih galerilerinde dolaştırırken, o dönemin sokak mizansenleri ile eğitmek ve bilgilendirmek; antik çağların denizcilik kültürünü, deniz ticaretini amforaların serüvenlerini ait oldukları çağların önemli kişi ve olaylarını tanıtarak, nesillere aktarmak var. Sualtı Deniz ve Amfora Müzesi'ne gelecek ziyaretçiler, MÖ 600 yılından başlayarak MS 1300 yıllarını da kapsayan bir tarihsel yolculuğa çıkacak; Anadolu, Yunan, Roma ve Bizans uygarlıklarına gidecekler."





Müzede neler olacak?

Müzede Mısır-Roma-Yunan uygarlıklarının kültürel anlatımlarına, Ege, Akdeniz, Karadeniz ve Anadolu topraklarındaki amfora ticaretine, deniz savaşlarına, göçlerle oluşan etkileşimlere de yer verilecek.
 

  • Gemicilik kültürü: Bu bölümde gemi yapımları ve modelleri, seyrüsefer-seyir kullanımları, denizciler anlatılacak.
     

  • Ticaret kültürü: Burada alışveriş belgeleri, fiyatlar, ticaret limanları ve merkezleri, ithalat ve ihracat limanları, deniz ticaret yolları ve haritalar yer alacak.
     

  • Sosyal yaşam kültürü: Yeme-içme, giyim kuşam ve günlük yaşam anlatılacak.
     

  • Dönemin önemli insanları: Önemli olaylar, filozof-asker-sanatçıların hayatları ele alınacak.
     

  • Bağcılık-şarapçılık kültürü: Bağcılık, amfora yapımı ve teknikleri, şarap türleri ve yapımı konularına yer verilecek.

  • Milliyet, Haber: Önay Yılmaz, 28.10.2007

    HİLAR'DA TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKIYOR

     

    Diyarbakır'ın Ergani İlçesi'nde bulunan, yaklaşık 7 bin 500 yıllık geçmişiyle çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş Hilar mağaralarının tarihi gün yüzüne çıkarılıyor.

     

    Tarihte tarımın ilk kez yapıldığı ve bazı hayvanların evcilleştirildiği yer olma özelliğine sahip Hilar mağaralarında  Diyarbakır Arkeoloji Müdürlüğü ekipleri yeniden kazı çalışmalarına başladı.

    Haber Diyarbakır, 28.10.2007

    GÜNAY: İSTANBUL'U KÜLTÜRE AÇARAK YENİDEN FETHEDECEĞİZ

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul'da bir "hemşehri" bilincinin bulunmadığını ve şehrin hor kullanıldığını söyledi. 2010 Avrupa Kültür Başkenti çalışmalarının şehri tekrar gerçek kimliğine kavuşturacağına dikkat çeken Günay, "İstanbul'da yaşayanlar, bulundukları şehrin farkına varacak." dedi.

     

    Bir dizi program için İstanbul'a gelen Günay, MÜSİAD Genel Merkezi'nde "İstanbul'un taşı toprağı kültür" konulu sempozyuma katıldı. Günay, "2010 Yılı Kültür Başkenti" seçilen şehrin yapılacak çalışmalarla adeta yeniden fethedileceğini ve kültüre açılacağını ifade etti. "Deryanın içindeyiz, ancak sudan haberimiz yok." diyen Bakan Günay, "Allah az millete böyle bir şehir nasip etmiştir. İstanbul'a verilen 2010 Avrupa Kültür Başkenti unvanını ne itibar, ne de iltifat sayıyorum. Sadece fırsat sayıyorum." şeklinde konuştu.

     

    İstanbul'un kültür ve sanat başkenti olduğunu vurgulayan Günay, "Maalesef uzun yıllardan beri bir işçi başkenti haline getirmeye çalışıyoruz. Şehrin ruhunu öldürmeye teşebbüs ettik." dedi. Millet olarak zamanı iyi kullanamayan bir yapıya sahip olduğumuza işaret eden Günay, "2010 bizim önümüze bir takvim koyuyor. Şimdi biz 2010 için önümüze konan hedefleri yerine getirmek zorundayız. Kendimizi ve şartları zorlayacağız." ifadelerini kullandı. Bakan Günay, 2010 Avrupa Kültür Başkenti yasasının önümüzdeki hafta çıkacağını belirterek bir yandan kamudan, öbür yandan özel kuruluşlardan alacakları kaynaklarla projeyi gerçekleştireceklerini söyledi. İstanbul'u "çok hoyratça kullanılmış ve tahrip edilmiş bir şehir" olarak tanımlayan Günay "Ancak güzelliklerini hala yitirmemiş bir kent. Biz de elimizden gelen gayretle tarihi ve kültürü dengesiz ve çirkin yapılardan arındıracağız." dedi.

     

    Ertuğrul Günay, yapılması gerekenler konusunda öncelikli alanların bulunduğunu ifade ederek, Topkapı Sarayı Müzesi'nin içinde mekana yakışmayan barakalar ile Zührevi Hastalıklar Hastanesi gibi yapıları kaldırmak için ilgili yerlere başvurduklarını bildirdi. Süleymaniye'nin dünya çapında bir anıt olduğunu ifade eden Günay, bu bölgenin şu anki üzücü durumunun görülmesi gerektiğini söyledi. Bakan Günay, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bölgede önemli çalışmalar başlattığını, kendilerinin de UNESCO'nun dikkate aldığı konulara hassaslık göstereceğini anlattı.

    Zaman, Haber: Burak Kılıç, 28.10.2007

    SELÇUK İSTASYON MEYDANI TARİHİ DOKUSUNA DÖNÜYOR

     

    Selçuk İstasyon Meydanı, yıllar önce inşasına izin verilen binalar nedeniyle yitirdiği özgün görüntüsüne yeniden kavuşuyor. Belediye, doğal dokuyu bozan ve tarihi su kemerlerinin görülmesini engelleyen iki binanın yıkım çalışmalarını sürdürüyor. Garaj içindeki, çirkin görüntü oluşturan büfelerle hastane kavşağındaki çöpşiş dükkanları ise yıkıldı.


    Başkan Vefa Ülgür, İstasyon Meydanı'nın yeniden havasına kavuşacağını dile getirdi, şöyle konuştu: ''Garaj alanında yeni bir düzenlemeye gidilecek. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının bilincindeyiz. Ancak bu şehre reva görülen çirkinliklere "dur" denilmesi gerekiyor. Kentler çarpık yapılaşmaya teslim oluyor. Selçuk bu gidişe direnen ender yerleşimlerden biri. Düzenlemelerin ardından, meydan, turizm açısından yeni bir cazibe merkezi haline gelecek.''

    Milliyet Ege, 28.10.2007

    HACI ŞEREF CAMİİ RESTORE EDİLİYOR

     

    Muş'ta bulunan önemli tarihli eserlerin başında gelen Hacı Şeref Camii, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılıyor.


    Muş'ta 1318 yılında Osmanlı Padişahı Sultan Abdulhamid Han tarafından yaptırılan Hacı Şeref Camii, geniş kapsamlı onarımdan geçiriliyor. Tarihi eser statüsünde bulunduğu için onarımı gelişigüzel yapılmayan ve mülkiyeti Vakfılar Genel Müdürlüğü'ne ait olan tarihi cami, uzun yıllara rağmen ihtişamlı bir şekilde ayakta durmayı başardı.

     

    Uzun zamandan beri onarımı yapılmadığı için tahrip olan caminin geniş kapsamlı tadilattan geçirileceği bildirildi. Mimari özelliklerine bakıldığında 17. yüzyılla tarihlenen Hacı Şeref Camii'nin, yaklaşık 250 bin YTL harcama ile çatısında bulunan kurşunların tamamen yenilenip içinin onarılarak bir ay içerisinde yeniden ibadete açılacağı kaydedildi.

    Muş Kent Haber, 26.10.2007




    21 - 27 Ekim 2007


    KAZI KAZAN:

    Sayın Krinzinger, bir de öpseydiniz bari!..



    EFES ELDEN GİDİYOR





    Efes antik kentinde 1895'ten beri kazı çalışması sürdüren Avusturya'nın Sayıştay Kurumu, buradaki çalışmayı mali ve idari yönden incelemeye alınca korkunç bir gerçek ortaya çıktı. Konuyla ilgili olarak Haziran 2007'de bir rapor hazırlayan Avusturya Sayıştay Kurumu, kazı başkanı Prof.Dr. Fritz Krinzinger'in ören yerinde gayrimenkuller elde ederek bunları Avusturya hükümetine kiraya verdiğini ve hülle yoluyla Osmanlı döneminde verilen arazileri üzerine geçirdiğini belirledi.

    Krinzinger'in Selçuk'ta da kazı bölgesi civarında arazi aradığı, çok sayıda araziyi de dikkat çekmemek için Türk vatandaşları üzerinden aldığı iddia edildi. Bütün bu gelişmelerden Türk Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın haberinin olmadığı ortaya çıktı.

    Geçen yıl Avusturya Cumhuriyeti Sayıştay Kurumu (Österreichisches Rechnungshof), Efes kazılarını da içine alan Avusturya Eğitim, Bilim ve Sanat Bakanlığı'na bağlı Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nde soruşturma başlattı. Türk makamlarından gizli yürütülen soruşturmayı bir yıl boyunca takip eden Milliyet, Avusturya Sayıştayı'nın hazırladığı 204 sayfalık raporu da ele geçirdi.

    Avusturya Sayıştay Başkanı Dr. Josef Moser tarafından geçen haziran ayında imzalanan rapor sonucunda Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Müdürü ve aynı zamanda Efes Arkeoloji Kazıları Başkanı olan Prof.Dr. Fritz Krinzinger görevinden alındı. Ancak kazı başkanlığına bu yılın sonuna kadar devam etmesine izin verildi. Raporda 1995 yılında enstitü müdürü, 1998 yılında da kazı başkanı olan Krinzinger'in devleti sadece Yamaç Evler projesinden 7 milyon 630 bin euro (yaklaşık 13 milyon YTL), kazı evine kaçak ek bina yaptırarak da 570 bin euro (yaklaşık 1 milyon YTL) zarara uğrattığı belirlendi.

    Raporun 197. sayfasında 17.1 başlıklı paragrafta şu ifadelere yer verildi: "Avusturya Arkeoloji Enstitüsü ve Efes'i Sevenler Derneği'nin Başkan Yardımcısı, 2002 yılında Efes Vakfı'nı kurmuşlardır. Bu özel vakfın mülkünü ise 1897'den beri Efes'teki Avusturya kazılarını başlatan Alman asıllı Prof.Dr. Otto Benndorf'un varislerinin maliki olduğu Efes kazı bölgesindeki gayrimenkuller oluşturmaktadır. Söz konusu mirasçılar hediye etme yoluyla Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nün Müdürü'nü (Krinzinger) bu arazilerin sahibi yapmışlardır.

    Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Müdürü 2003 yılının mart ayında Efes Vakfı ile özel bir anlaşma yaparak kendi mülkiyetinde bulunan arazilerin kullanma hakkını devretme karşılığında Avusturya Arkeoloji Enstitüsü'nden yılda 6 bin euro almıştır. Ancak bakanlık ile Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Müdürü arasında herhangi bir anlaşma yapılmamıştır. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Müdürü burayı sahiplenmesini Türk yasalarına dayandırmaktadır."

    Raporun 198. sayfasının 18.2 konulu başlıkta ise "2004 yılında Avusturya Arkeoloji Enstitüsü bir Türk üzerinden kazı alanına sınırı olan bir arsayı satın alıp Efes'i Sevenler Derneği'ne hediye etmiştir. Derneğin başkan yardımcısı da bu araziyi Efes Vakfı'na hediye etmiştir" denildi.

    Raporun 199. sayfasında 19.1 başlıklı paragrafta ise "2002'den 2004'e kadar Efes kazı evinin genişletilmesi için tadilat inşaatı yapılmış, bu faaliyetin maliyeti 360 bin euro yerine 570 bin euro'yu bulmuştur. Kazı evinin tadil edilen bölümleri inşaat izni olmadan yapılmış olduğundan ilgili Türk kurumu 2005 yılı mart ayında yazılı bir başvuru ile yapının usulüne uygun yapılmadığını ve yıkılması gerektiğini belirtmiştir. Hem bakanlık hem de enstitü bu belgeyi görmezden gelmişlerdir" ifadeleri yer aldı.

    Rapordan habersiz olan Türk Kültür ve Turizm Bakanlığı ise kazı alanı içinde kalan arazilerin şahıs üzerine geçmesini sadece seyretti. Efes Vakfı'nın ve Krinzinger'in üzerindeki arazilerin miktarını ve yerlerini öğrenmek için görüştüğümüz Selçuk Kaymakamı Aziz İnci, "özel mülkiyet hakkı olduğunu ve bu nedenle araziler hakkında mahkeme kararı olmadan bilgi veremeyeceğini" savundu.

    Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği Başkanı Prof.Dr. Ahmet Tırpan, konuyla ilgili olarak şöyle konuştu: "Türk arkeologları olarak biz paramız olmadığı için arazi sihbiyle takas yoluna gidiyoruz. Kendisine Hazine arazisinden yer veriyoruz. Yabancı kazılarda ise Kültür Bakanlığı para vermemek için kazı başkanlarına 'Siz alın' diyor. Onlar da kendi üzerlerine araziyi alıyorlar. Yasaya, 'Yabancı kazılarda satın alınan 1. derece sitler Hazine'ye kalır' şeklinde yeni bir madde eklenmeli. Yoksa yabancıların kazdığı antik kentlerin tümü onların eline geçer ve hiçbir hak iddia edemez duruma geliriz."

    Türkiye'yi bekleyen tehlikeler

    - Özel mülkiyet alanı içinde mülkiyet sahibi izin vermediği sürece kazı yapılmasına imkan yok. Devlet bu durumda kamulaştırma yoluna gidiyor. Ancak mülkiyet sahibi kamulaştırmaya da itiraz edip mahkemeye başvurabiliyor. Bu durumda da mahkeme bazen yıllar sürüyor. Bu geçen süre içinde de kazı yapılamıyor.
    - Özel mülkiyetinde olan antik kent içindeki arazileri isterse tel örgü ile çevirebilir. Buraya bir gişe koyup ziyareti paralı hale getirebilir.
    - Koleksiyoner belgesi alıp özel müze yapabilir.

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 22.10.2007



    ******


    BAKANLIK EFES'TEKİ SKANDALI DOĞRULADI

     

    Milliyet'in "Efes elden gidiyor" başlığıyla duyurduğu habere, Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan açıklama geldi. Bakanlık, kazı evinin kaçak olduğunu, kazı Başkanı Prof. Fritz Krinzinger'in arazi satın aldığını ve ilk kazı başkanı Otto Bendorf üzerine kayıtlı arazilerin de Krinzinger'in üzerine tapulandığını doğruladı.


    Bakanlık, Milliyet'in ele geçirdiği Avusturya sayıştayının Efes kazılarıyla ilgili raporundaki iddialara ilişkin olarak şu açıklamayı yaptı: "Artemis tapınağı ve kazı evi çevresindeki arsalar 1895'teki kazı başkanı Bendorf adına alınmış, son yıllarda bu durum düzeltilmek istenmiştir. Ancak veraset yolu ile TC yasalarına göre Efes Vakfı'na intikali yapılamadığından, Krinzinger'e tapulanmıştır. Kazı başkanına bu taşınmazların enstitüye ait olduğunu belirten taahhütname verilmiştir.

    Son yıllarda alınan kazı evi çevresindeki arsalardan kuzeyde bulunan 3 parsel halinde 750 metrekarelik arsa da Kallinger adına tapulanmış olup henüz yapılaşma mevcut değildir. Diğerleri Krinzinger adına alınmıştır."

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 27.10.2007


    YAZMA ESERLER DİJİTAL ORTAMDA

     

    Kültür mirasının önemli ürünleri olan el yazması eserler, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından elektronik ortama aktarılıyor. Şu ana kadar 147 bin 206 yazma eserin kopyası, sanal ortamda e-kitap meraklılarına sunuldu.

     

    Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Doç. Dr. Ahmet Arı, el yazması eserlerin, tarih, din, dil, felsefe, coğrafya, astroloji, fen bilimleri gibi konularda, yazıldığı dönem ve yere ait temel bilgileri bünyesinde toplayan, bilim ve sanat dünyasının ilk elden kaynaklarını oluşturduğunu vurguladı.

     

    Türkiye'de en eskileri 10. yüzyıla kadar uzanan eserlerin, yaklaşık 900 yıllık bir tarihin sayfalarını gözler önüne serdiğini ifade eden Arı, yazmalarda, Osmanlı İmparatorluğunun, Asya'nın iç kesimlerinden Orta Avrupa'ya, Kuzey Afrika ve Arap yarımadasının en güney uçlarından Ural dağlarına kadar uzanan geniş coğrafyada kullanılan dillerin etkilerinin görüldüğünü söyledi.

     

    Arı, günümüz yayıncılığının artık sadece basılı kitap formatıyla sınırlı kalmadığını, teknolojik gelişmeler ve özellikle internetin yaygınlaşması sonucunda, çeşitli ülkelerde örnekleri görülen elektronik kitap uygulamasının gündeme geldiğini hatırlattı.

     

    Alt yapı çalışmaları 2004 yılında başlatılan e-kitap projesini bir yıl gibi bir sürede hayata geçirdiklerini ifade eden Arı, şunları kaydetti: ''Öncelikle telifi bakanlığımıza ait 34 eseri web sitemizde okurun hizmetine sunduk. Eski telif yönetmeliğinde elektronik yayınlarla ilgili hükümler bulunmadığından bu konuda yasal düzenleme yapılması gerekiyordu. Bakanlığımız inisiyatifi ile hazırlanan ''Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Ödenecek Telif ve İşlenme Ücretleri Hakkında Yönetmelik''te elektronik yayınlarla ilgili gerekli düzenlemelerin yapılması ve elektronik yayınlara telif ücreti ödenmesinin yasal hale getirilmesiyle e-kitap çalışmalarımız daha da hızlandı.''

     

    Arı, ''ekitap.kulturturizm.gov.tr'' adlı internet sitesinden yayımlanan eserlerin sanat, edebiyat, kültür, arkeoloji, tarih, halk bilimi ve kültürel miras gibi temel alanlardan seçildiğini bildirdi.

    Turizm Gazetesi, 27.10.2007

    İNGİLİZLERİN TARTIŞTIĞI MEKTUP OSMANLI ARŞİVİNDEN ÇIKTI





    İngiliz bir parlamenterin 'Osmanlı'nın İngilizlere yaptığı yardım tarih kitaplarına girsin' teklifi üzerine Ada'da tartışmaya yol açan mektup, Osmanlı arşivinden çıktı.

     

    İspanyol donanmasından korkan İngiltere Kraliçesi Elizabeth'in Osmanlı sultanından yardım isteğinde bulunduğuna ilişkin mektup ortaya çıkarılınca geçtiğimiz haftalarda İngiltere Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Trevor Philips, bu bilginin resmi tarihlerine eklenmesi gerektiğini öne sürmüştü. Birçok İngiliz gazetesi öneriyi tartışmaya açtı. Bunun üzerine Başbakanlık, mektubu Osmanlı Arşivleri'nden araştırttı.

     

    Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç. Dr. Yusuf Sarınay'ın talimatıyla Sultan 3. Murad'ın, Kraliçe Elizabeth'e yazdığı bir mektup bulundu ve çevirisi yapıldı. 3. Murad'ın İngiltere'ye gönderdiği mektupta, "Eskiden Osmanlı padişahları ile dostluk edenler nasıl saygı görüp himaye edilmişlerse İngiltere kraliçesine de o şekilde muamele edilecek." deniliyor. Elizabeth'in elçisi vasıtasıyla ilettiği donanmaya dair isteğin anlaşıldığını belirten 3. Murad yazdığı mektupta ilkbaharda büyük bir donanmanın çıkartılacağını iletiyor. Sultan Murad İngiltere'nin dostluğunun devam etmesi halinde Osmanlı Devleti'nin himayesinin de sürekli olacağını vurguluyor.

     

    1580 ve 1590'lı yıllarda İngiltere ile İspanya arasında soğuk rüzgarlar esiyordu. Osmanlı Akdeniz politikası gereği İspanyolların karşısında, İngilizlerin de yanındaydı. Katoliklere karşı Protestanlığı öne çıkarma politikası izleyen Osmanlı o günlerde en güçlü dönemlerini yaşıyordu.

     

    Elizabeth'le Osmanlı Sultanı 3. Murad arasındaki yazışmalar başladı. Şu ana kadar Osmanlı Arşivleri'nin çıkarttığı belgeler arasında 3. Murad ve Elizabeth arasında sadece 25 Ekim 1593'e ait bir mektup bulunuyor. Elizabeth, Sultan Murad'a hitaben yazdığı mektupta, İspanya kralının dinî muhalefet ve kadîm düşmanlıkla karadan ve denizden ülkelerine saldırdığından söz ediliyor. Elizabeth mektubunda ayrıca İspanyolların, İslam memleketlerinde ticaret yapan tüccarlara zarar vererek Osmanlı ülkesine gidip gelen gemilerin yollarını kestiğini iddia ediyor. Kendilerinin İspanya'da esir olan Müslümanların çoğunu para karşılığında kurtarmaya çalıştığını, bu hizmet ve dostluklarına mukabil, Osmanlı ülkesindeki İngiliz tüccarlarına saygı gösterilerek emniyet içinde ticaret yapmalarının sağlanmasını talep ediyor.

     

    Sultan Üçüncü Murad'ın Elizabeth'e yazdığı cevabî mektupta şu ifadeler yer alıyor: "İki ülke arasındaki dostluk ve ahitname-i hümayun gereğince dost ve düşmana karşı birlikte hareket edilecek. Ahitname şartlarına uyulduğu takdirde İngiliz tüccarlarına kimsenin zulüm etmek ihtimali olmaz. Eskiden Osmanlı padişahları ile dostluk edenler nasıl saygı görüp himaye edilmişlerse size de o şekilde muamele edilecek. İspanya'da esir olan Müslümanların İngiltere tarafından kurtarılması sadakat ve bağlılığınızın göstergesi. Elçinizle göndermiş olduğunuz mektubunuzda Osmanlı donanmasına ilişkin söyledikleriniz hususunda hepsiyle ilgili malumum olmuştur. İlkbaharda büyük bir donanma gönderilmesi kararlaştırıldı. Allah'ü Teala donanmayı zafere ulaştırsın."

    Zaman, Haber: Erdal Şen, 27.10.2007

    'ÜÇ DÖNEM AYASOFYA' LOUVRE YOLCUSU

     

    Ressam Metin Asağ’ın geçtiğimiz günlerde Ayasofya Müzesi’nde açtığı “Üç Dönem Ayasofya” sergisi yoğun ilgi görüyor. Osmanlı filgürleri, padişah suretleri, kaftan, ferman, çini, minyatür, İstanbul, Ayasofya, Bizans eserleri ve cami iç mimarisi konularını işleyen eserler, bu sefer de Fransız’daki ünlü Louvre Müzesi’nde sergilenmeye hazırlanıyor. Orijinal sanat eserlerini kendi geliştirdiği tarzla yorumlayan Metin Asağ, eserlerinin sergilenmesi için yurt içi ve yurt dışından birçok teklif geldiğini söyledi. Ayrıca İskeçe Belediyesi’nin organizasiyonuyla Yunanistan’ın muhtelif vilayetlerinde sergiler düzenlemesi için teklifler alan Asağ, bunların hepsini değerlendireceğini ve Osmanlı İmparatorluğu’nu dünyada tanıtmak için bir elçi olacağını ifade etti. Metin Asağ, eserlerini Dolmabahçe Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Türk İslam Eserleri Müzesi ve Yerebatan Sarnıcı’nda da sanatseverlerle buluşturacağını anlattı. Sergi, 12 Kasıma kadar açık kalacak.

    Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 27.10.2007

    5 YIL SONRA YIKIM

     

     

    Ayvansaray’da Haliç surları bitişiğinde bulunan kafeye dönüştürülmüş tarihi Sıbyan Mektebi’nin üzerindeki kaçak eklentiler için 5 yıl önce alınan yıkım kararı uygulandı. Bina üzerindeki eklenti, zabıta ekipleri tarafından yerle bir edildi.

    2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilen İstanbul’daki tarihi eserlerin bakım ve onarım çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından sürdürülüyor. Çalışmalar kapsamında tarihi yapılara yapılan kaçak eklentiler teker teker belirlenip yasal işlem yapılıyor. Yıkım ekipleri dün Ayvansaray Caddesi üzerinde bulunan Muhammet El Ensari Türbesi ile Haliç Surları arasında kalan tarihi Sıbyan Mektebi’nin içler acısı haline son verdi. "Cafe Antik" adı verilen ve izbe bir mekan haline getirilen tarihi eserin üzerindeki eklenti kat, zabıtalarca yıkıldı. 2002 yılında mekteple ilgili yapılan bir gazete haberi üzerine harekete geçen Fatih Belediyesi ’Yapı Tatil Tutanağı’ düzenledi. Daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Müdürlüğü gerekli yazışmaları yaptı. Fatih Belediyesi Encümeni 24.12.2002 tarihinde yıkım kararı aldı. 5 yıl sonra ise yıkım işlemi gerçekleş-tirildi.

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde 1 yıl önce kurulan Koruma ve Uygulama Denetim Müdürlüğü yıkımdan sonraki çalışmaları yakından takip ediyor. Birimin başında Şimşek Deniz bulunuyor. Deniz, "İstanbul’da 40 bine yakın tarihi eser var. Bu eserlerin bir bölümü ise işgal altında. UNESCO ile yapılan toplantıda yabancılar İstanbul’daki bu işgale dikkat çekiyor. Yıkım işleminin ardından tayin edilecek bir ekip burasının nasıl kullanılacağı konusunda bir fikir verecek. Onarım ve restorasyonun ardından eser İstanbullulara kazandırılacak" dedi.

    Hürriyet, Haber: Ömer Erdem, 27.10.2007

    REZAN HAS MÜZESİ ARKEOLOJİ KONFERANSI

     

    Rezan Has Müzesi konferanslar serisine devam ediyor. 3 Kasım 2007 tarihinde Haliç Salonu'nda düzenlenecek olan konferansın ara başlıkları; Arkeoloji ve Koleksiyonerlik, Arkeoloji ve Kültürel Varlıkların Talanı ile Arkeoloji ve Devlet Politikaları olarak belirlendi. Klütür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın da katılacağı panellerde Mali Suçlarla Mücadele Birimi Şube Müdürü Cahit Gök, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Haluk Perk, Prof.Dr. Haluk Abbasoğlu, Prof. Dr. Ali Dinçol, Prof. Dr. Mehmet Özdoğan gibi uzmanlar da yer alacak.

     

    Konferans programı 09.00 - 19.00 arasında gerçekleştirilecek.

    TAYHaber, 22.10.2007

    KATKI



    HEDEFE YÖNELİK KONFERANSLAR...


    Ben sürekli konferanslara, özellikle de arkeoloji, sanat tarihi konferanslarına gitmeyi çok severim.

    Etrafta bolca olduğu için de hiçbirini kaçırmam. Benim gibi meraklı birkaç amatör arkeolog, 10 kadar profesyonel konferans dinleyicisi, 20 kadar yoklama zorunlusu öğrenci ve 7. dakikada başları 90 derece öne düşen, kapılara en yakın koltukları kapan “Sayın Bakanım”cı, “Sayın Valim”ci akademik ve resmi zevat dışında, bu konferans ve panellere ne yazık ki halkımız ilgi görmez. Bunu ülkemizin kültür seviyesine bağlamak çok da yanlış olmaz.

    Konferans konferans, panel panel dolaşan bu alanların uzmanlarını, değerli hocalarımı dinlemek hep bana bir şeyler katmıştır. Uzun bilimsel hazırlıklar yaparak geldiklerine emin olduğum bu manalı etkinliklerde, bir de bakmışsınız, Türkiye Arkeolojisi üzerine birçok mühim sorun şıp diye çözülüvermiş. Ayrıca bu toplantılardan çıkışta da insanın içini tatlı bir huzur kaplar. Amerikalıların dediği gibi “enlightened” oluveririm.

    Hele hele devlet erkanının bulunduğu konferansların tadından geçilmez. Bir de yepisyeni bir kültür bakanı filan o toplantıda olunca, coffee brake’lerde etrafında dön de dur... E bi tanışmak lazım değil mi? Projeleri nelerdir, neler yapmayı arzular, kimlerle çalışmak ister (mesela ben çeşitli konularda danışmanlık yapabilirim)... Hele bir de, yemekte, yakınlarında bir yerlerde bir sandalye kapabilirsen... (Tabii hocalar –yılların getirdiği deneyim nedeniyle- bizden her zaman daha hızlı davranıyorlar bu konuda). Ben ise fevkalade beceriksizimdir bu minvalde: Geçen seneki Troya konferansında olduğu gibi, bazen şansım yaver gidip de, Sayın Bakanımın (Atilla Bey) yanında yer kapmış olsam bile, Sayın Bakanımın kafası sağ omuzumda horul horul uyuması hasebiyle, sayın hafirin dediklerinden bir tek kelime anlamamıştım.

    Ama Kim olursa olsun ve de ne olursa olsun, yakın olmak lazım iktidar(lar)a... Yani Amerikalıların dediği gibi “empowered” bilemedin “embedded” olmak...

    Velhasılı kelam, ben sürekli konferanslara, panellere gitmeyi severim. Siz de hiçbirini kaçırmayın derim...

    S.B. Sinirli

    KENT TARİHİ KONUSUNDA ÖNEMLİ KARARLAR ALINDI

     

    Kocaeli Büyükşehir Belediyesi kentin tarihi mekânlarını yaşatmak ve sahip çıkmak için yerinde tespit çalışması yaptı. Tarihi mekânları ile adeta geçmişin mirası olan beldelere yapılan ziyaretten önemli kararlar çıktı. Genel Sekreter Münir Karaloğlu Büyükşehir Belediyesi’nin Kocaeli’nin tarihi ve kültürel mirasına sahip çıkmaya devam edeceğini söyledi.


    Tarihi dokusunu halen kaybetmemiş beldelerimizin özgün niteliğinin yaşatılabilmesi için neler yapılabileceği konusunda değerlendirmelerde bulunmak ve durumu yerinde görmek amacıyla gerçekleştirilen inceleme gezisine Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Münir Karaloğlu, Genel Sekreter Yardımcısı Mustafa Soydabaş, Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı M. Sait Karaçorlu, Fen İşleri Daire Başkanı Tahir Akman, Emlak ve İstimlak Daire Başkanı Yalçın Özön, İmar ve Şehircilik Daire Başkanı ve belde belediye başkanları katıldı. Gezide tarihi binaların onarılması konusu gündeme geldi. Büyükşehir Belediyesi’nin bu konuda vatandaşlara yardımcı olacağının altı çizilirken, konu ile ilgili izlenecek yöntem hakkında vatandaşların bilgilendirilmesine karar verildi.


    Bunun dışında, tarihi binaların cephelerinde yer alan ve görüntü kirliliğine yol açan anten, kablo, tabela gibi unsurların kaldırılması için projelerin geliştirilmesi onaylandı. Tarihi yapıların bulunduğu sokak, meydan gibi yerlerde düzenleme projeleri uygulanması gerektiği üzerinde duruldu.


    Öte yandan Büyükşehir Belediyesi önümüzdeki yıl üyesi olduğu Tarihi Kentler Birliği’nin olağan meclis toplantısına evsahipliği yapacak. Toplantının organizasyon görevini Kocaeli Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanlığına bağlı Tarihi Mekanlar ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü yürütecek. Toplantı 2008 yılı Kasım ayında gerçekleştirilecek.

    Özgür Kocaeli, 27.10.2007

    BAKAN GÜNAY ŞÜPHELİ KEPÇEYİ SATTIRMADI

     

    İngiltere'deki bir müzayede salonunda satışa sunulacak Anadolu kökenli olduğu düşünülen ve 'Karun Hazinesi'nin bir parçası olan gümüş "kyathos"un (kepçe) satışının engellendiği bildirildi.

     

    Bakanlık'tan yapılan açıklamada, Londra'daki Bonham Müzayede Salonu'nda dün yapılması planlanan müzayedede Anadolu kökenli olduğu düşünülen gümüş bir kepçenin satışa çıkarılacağı belirtildi. Açıklamada, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın talimatları doğrultusunda, Londra Kültür ve Tanıtma Müşavirliği'nin, İnterpol ve salonun yetkilileriyle yürüttüğü yoğun görüşmeler sonucu, eserin müzayededen çıkarıldığı kaydedildi.

    Milliyet, 27.10.2007

    DİYANET, CAMİLERDEKİ ELYAZMASI ESERLERİ KÜTÜPHANEDE TOPLUYOR

     

    Diyanet İşleri Başkanlığı, cami ve müftülüklerde bulunan elyazması, taş baskı nadir eserleri bir araya toplayacak.

     

    Bunların dışında kalan ve herhangi bir özelliği olmayan kullanılmaz duruma gelen eserler ise imha edilecek. Diyanet İşleri Başkanlığı, yayımladığı genelge ile müftülüklerde bulunan elyazması ve taş baskı nadir eserlerin Diyanet kütüphanesinde toplanmasını istedi. Diyanet, camilerdeki tarihi eser ve el yazması kitapları da Diyanet Kütüphanesi'nde toplayacak. Başkanlık, kütüphane için yeni bir bina hazırlayacak. Tarihî önemi bulunan nadide eserlerin fotoğrafları dijital ortama da aktarılacak. Genelgede, bunun dışındaki bazı kitapların, mülki amirden onay alınıp, terkin komisyonu kurarak terkin ve imha edileceği bildirildi. Elyazması ya da taş baskı nadide eserler değil, yıpranmış, başı sonu belli olmayan, başka nüshası bulunan Arapça ve Osmanlıca kitaplar imha edilecek. Cami görevlileri genelge ile camilerdeki yüzlerce imha edilmesi gereken kitaplardan kurtulacaklarını belirtirken, camilerin eskimiş Kur'an-ı Kerim, Arapça ve Osmanlıca eserlerin terk edildiği mekanlar haline geldiğini ifade etti.

    Zaman, Haber. Mükremin Albayrak, 27.10.2007

    BAKAN GÜNAY'IN AZARLAMA GÜNÜ

     

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bürokratları ile birlikte, dün Ankara Ulus’ta tarihi alanları ve binaları yürüyerek dolaştı.

    Tarihi Hacı Bayram Camii’nde cuma namazı kılan Günay, incelemelerine Augustus Tapınağı ile başladı. Günay, sırasıyla eski Ankara Valiliği binasını ve bahçesindeki kalıntıları, Julianus sütununu, eski Sümer Holding ve Tekel binasını ve restorasyonu devam eden Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ni gezdi. Günay, Julianus Sütunu karşısında tarihi yapılar arasında yeni yapılan binaya çok sinirlenerek, "Bu bir cinayettir. Ben bu binanın buraya nasıl yapıldığını çok merak ediyorum. Kültür Bakanı olarak bütün detaylarını öğreneceğim. Hepiniz de öğreneceksiniz" dedi. Binanın yapımına onay veren koruma kurulu üyelerini tespit edip binanın önünde teşhir edeceğini söyleyen Günay, Devlet Resim Heykel Müzesi’nde de onarımı süren salondaki eşyaların üzerlerinin özentisiz örtülmesine sinirlenerek müze müdürünü azarladı. Günay, şöyle dedi: "Ankara, 1940’dan sonra yenilenirken, yeni bir başkent kurma hayali yok olmuş ve bir rant kavgasının içerisinde kalmış. Kimliksiz kişiliksiz yapılarının nereye ait olduğu belli olmayan bir kente dönüşmüş. Bir miktar nefes alabileceğimiz alan varsa hepsi Atatürk’ten kalma."

    Hürriyet, 27.10.2007

    ETİYOPYA GERİ ALDIĞI TAŞI ESKİ YERİNE DİKİYOR

     

    İtalya tarafından bu ülkeden alındıktan 70 yıl sonra iade edilen Axum Dikilitaşı Etiyopya’da yerine dikilmeye hazırlanıyor.

    Çalışmaları yürüten UNESCO yetkilileri tarafından yapılan açıklamaya göre, 1.700 yıllık dikilitaşın dikileceği yerin hazırlanması tamamlandı.

    UNESCO yetkilisi Sumeko Ohinata “Şu anda dikilitaş üç parça halinde, birleştirilip dikilecek.

    Fakat yerine yerleştirilmeden önce etrafında bulunan diğer taşların güvenliğinin de sağlanması lazım” demekte.

    24 m yüksekliğinde ve 150 ton ağırlığındaki dikilitaş MÖ 3. yüzyılda yapılmış.

    70 yıl önce, Benito Mussolini’nin Etiyopya’yı işgali sırasında bir ganimet olarak İtalyan askerleri tarafından yerinden sökülüp Roma’ya taşınmıştı.

    AFP, 24.10.2007

    PEMBE KÖŞK ZİYARETE AÇILDI

     

    Türkiye'nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve eşi Mevhibe İnönü'nün yaşadığı Pembe Köşk Müze Evi, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla düzenlenen "Cumhuriyetin Kalkınma Mucizesi (1923-1950)" isimli fotoğraf sergisiyle ziyarete açıldı.


    İnönü'nün kızı ve İnönü Vakfı Başkanı Özden Toker, İnönü ailesinin eşyalarının bulunduğu evin yılda iki defa ziyarete açıldığını belirterek, "Bu seneki temamız ise cumhuriyetin kazanımları olan demiryolları ve fabrikalar gibi tesislerin konu edildiği fotoğraf sergisi" dedi. Toker, babası İsmet İnönü'nün 1909'da akademiden mezun olurken giydiği kıyafetle annesinin ilk cumhuriyet balosunda giydiği ve sonradan tayyör olarak kullandığı kıyafetin de ilk kez sergilendiğini kaydetti.

    Milliyet, Haber: Sertaç Koç, 27.10.2007

    AFGANİSTAN ESKİ MİNARELERİNİ KURTARMA ÇABASINDA

     

    Afganistan’ın Herat şehrinde bulunan bir grup ortaçağ minaresi, bu yapıları tehdit eden işlek bir yol sayesinde kurtuluyor. Her birisi 30 m'den yüksek bu minareler bir zamanlar olağanüstü şekilde dekore edilmiş bir Islam kültürü eğitim merkezine aittiler. Neredeyse yüzyıl kadar önce Herat’ta, tümü bu 15. yüzyıl medrese-cami kompleksine ait bir düzineden fazla minare ayaktaydı. Tümü, kiremit üstüne mavi, yeşil, beyaz ve siyah mozaiklerle kaplı olan bu minarelerin çoğu ihmal ve savaşlar dolayısıyla yıkıldılar.

     

     

    Uzmanlar 2001 yılında Taliban rejiminin yıkılması ile geri kalan minarelerin kurtarılabileceğini düşünüyorlardı. Fakat şehrin yeni kavuştuğu göreceli refah, sadece minarelere yönelik tehdidi arttırdı. Türkmenistan ve İran ile ticaret yollarının kesişme noktasında bulunan bu şehirde yaşanan yoğun kamyon ve araç trafiği minareler için çok daha büyük bir tehdit oluşturmakta.

     

    UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde “geçici” statüsü ile yer alan Herat’ın bu özgün yapılarını korumak için önce minarelerin yanından geçen yol kamyonlara yasaklandı, ardından yeni ve farklı bir yol yapılmasına karar verildi.

    Reuters, yahoonews.com, Haber: Sayed Salahuddin, 18.10.2007

    TARİHİ RAMİ ASKERİ KIŞLASI RESTİTÜSYON VE RESTORASYON ÇALIŞMALARI

     

    Tarihi Rami Askeri Kışlası Restitüsyon ve Restorasyon çalışmalarına istinaden, Tarihi Askeri Kışla çevresine yapılmış bulunan işyerlerinin Askeri Kışladan 5 metre uzaklaştırılmasına yönelik yıkım işlemlerine başlandı.

    Tarihi Rami Askeri Kışlası Restitüsyon ve Restorasyon çalışmalarına istinaden,Tarihi Askeri Kışla çevresine yapılmış bulunan işyerlerinin Askeri Kışladan 5 metre uzaklaştırılmasına yönelik işyeri ilgilileri ile Rami Kuru Gıda Derneği yetkililerine mevcut işgallerin kaldırılması yönünde gerekli tebligatlar yapılarak, tebligat hitamında Tarihi Kışla çevresinde bulunan dükkanlar içerisindeki malzemeler tahliye edildi.

    Büyükşehir Belediye Başkanlığı Zabıta ekipleri ile Emniyet ekiplerinin desteğinde, 5/10/2007 Perşembe günü yıkım işlemlerine başlandı. Sözkonusu işyerlerini kışladan 5 metre uzaklaştırmak için başlayan yıkım işlemi takip eden günlerde de devam edecek.

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 26.10.2007

    TARİHİ KALEDİBİ HAMAMI ONARIM BEKLİYOR

     

    Erzurum'un Oltu İlçesi'nde bulunan ve Anadolu'da bilinen en eski Türk hamamı olan tarihi Kaledibi Hamamı, mülkiyeti özel olması nedeniyle bakımı yapılmadığı için harabe bir durum sergiliyor.

     

    Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Temel Eğitim Bilimleri Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Ali Aktemur, yaptığı açıklamada, söz konusu tarihi hamamın bakımı yapılması için birçok kez girişimlerde bulunduklarını, ancak bir sonuç alamadıklarını söyledi.

     

    Yapılış tarihi kesin olarak bilinmeyen hamamın, mimari özelliğiyle Anadolu'da Türk tarihi açısından büyük önem taşıdığını dile getiren Aktemur, mevcut haliyle doğu-batı doğrultusunda, dikdörtgen planlı ve çift fonksiyonlu bir hamam özelliği taşıyan Kaledibi Hamamı'nın, harap bir durum sergilediğini ifade etti.

     

    Hamamın kurulu olduğu arazinin tapusunun Ali Doğasan isimli şahsın üzerine kayıtlı olduğunu belirten Aktemur, ''Arazisi özel mülkiyet olduğu için tarihi hamamın şimdiye kadar bakımı yapılmadı. Son zamanlarda define avcılarının da kazı yaparak hamama zarar verdiğini tespit ettik. Değerli eserimiz her geçen gün yok olmaktadır'' dedi.

     

    Üzerinde düzgün kesme taş söveli ve dikdörtgen formlu küçük bir pencerenin yer aldığı girişten geçtikten sonra ulaşılan kare planlı hamamın üzerinin, tromp geçişli tuğla kubbeyle örtülü olduğuna dikkati çeken Aktemur, şöyle dedi: ''Tromplar arasındaki yüzeysel inişlerin ve trompların sivri kemerleri, Anadolu öncesi Türkler diye bilinen Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu mimarisindeki tudor kemer formunda uygulanmıştır. Türk mimarisinin tromp, pandantif ve Türk üçgeninden oluşan üç temel geçiş sisteminin üçü de kullanılmıştır. Bu açıdan üç geçiş sisteminin bir arada uygulandığı ender örneklerden biri özelliğine de sahiptir. Bu mimari özelliği Anadolu'da başka hiçbir eserde bulamazsınız. Dolayısıyla bu eserin Anadolu'da en eski Türk hamamı olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Bu kadar değerli olan bir tarihi eserin harabe durumda olması büyük bir ayıptır.''

     

    Aktemur, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın başka medeniyetlere ait eserleri restore ettiğini belirterek, ''Yabancı medeniyetlere ait eserlerin korunmasında gösterilen duyarlılığın çok değerli bulduğumuz Kaledibi Hamamı için de gösterilmesini bekliyoruz'' dedi.

     

    Erzurum Kültür ve Turizm Müdürü Fikret Öztürk, özel mülkiyet olan tarihi varlıkların korunması için her yıl kaynak ayrıldığını, ancak bu kaynağın kullanılabilmesi için özel mülkiyet olan tarihi eserin sahibinin proje hazırlaması gerektiğini söyledi.

     

    Kaledibi Hamamı'nın restore edilmesi için şimdiye kadar proje hazırlanmadığını bildiren Öztürk, ''Proje hazırlanması durumunda bu hamamın da restorasyonunu yaptırabiliriz. Ancak hamamın kurulu olduğu arazinin sahibi şimdiye kadar bizden bu konuda yardım talebinde bulunmadı'' dedi. 

    Erzurum Gazetesi, 26.10.2007

    YÜRÜYEN KÖŞK BAKIMA ALINDI

     

    Atatürk'ün Cumhuriyet'in ilk yıllarında sık sık dinlenmek için kullandığı tarihi Yürüyen Köşk onarılıyor.

    Deniz suyunun etkisi ile bir hayli yıpranan 80 yıllık ahşap bina, Atatürk'ün çevreci yanının en büyük delili olma özelliğini koruyor.


    Atatürk'ün bir ağaç dalının kesilmemesi için raylar üzerinde kaydırdığı bina Yalova Belediyesi tarafından bakıma alındı. Önceki yıllarda halka açılan Yürüyen Köşk bugüne kadar 3 kez aslına uygun olarak restore edilmişti. Dış cephe boyalarının dökülmeye başlaması üzerine köşkü halka kapatarak onarıma alan belediye, tamir işleminin tamamlanmasının ardından köşkü tekrar ziyarete açacak.

    Yalova Kent Haber, 26.10.2007

    KOV KALESİ RESTORE EDİLDİ

    Gümüşhane Valisi Enver Salihoğlu, Kov Kalesi'nin restorasyonunun tamamlandığını belirterek, kalenin turizme açılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredileceğini söyledi.

     

    Gümüşhane’nin Esenyurt Köyü'nde bulunan Kov Kalesi'nin restorasyon, bakımı ve onarımı ihale teknik şartnamesindeki işlere uygun olarak tamamlanarak teslim alındığını belirten Vali Salihoğlu, restorasyonun 270 bin YTL’ ye yapıldığını kaydetti. Kov Kalesi'nin Doğu Karadeniz’in en görkemli kaleleri arasında bulunduğunu dile getiren Vali Salihoğlu, “Kalenin 1361 yılında 3. Aleksios tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Kale'nin Selçuklular döneminde kullanıldığı belirtiliyor. Kale ve civarı aynı zamanda arkeolojik SİT alanıdır. 130 metre yüksekliğinde bir ana kaya üzerine kuruludur. Dikdörtgen planlı ve burçlarla destekli bir yapıdadır. Kalede kare planlı iç kale görünümünde bir yapı da yer almaktadır. Tüm kale birimleri ana kaya ile bütünleştirilmiştir. En yüksek noktası 1760 metredir. Doğu-batı uzantısı ise 70 metredir” dedi.

     

    Vali Salihoğlu, restorasyonu tamamlanan Kov Kalesi'nin Hazine adına kayıtlı olduğunu, il turizmine kazandırılması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredileceğini ifade etti. Salihoğlu, merkeze bağlı Kale köyündeki Keçikale’nin de restorasyonunu tamamlanmak üzere olduğunu belirtti.

    Gümüşhane Kent Haber, 26.10.2007

    AMASYA'DA KAZILAR DEVAM EDECEK

     

    Amasya Müzesi Müdürü Celal Özdemir, Amasya çevresinde yapılan kazılar ve ileride yapılacak kazılar hakkında açıklamalarda bulundu.

     

    Özdemir; “Önümüzdeki 20 günlük bir programın ardından bu hafta itibariyle Ovasaray’da 15 kişilik bir ekiple birlikte kazılarımız yapılmaktadır. Ayrıca Tümülüs'de de kazı çalışmaları yapmayı planlıyoruz. Yeni yaptığımız kazı ve bulgularla Amasya’mıza tarihi zenginlikler katmaya devam edeceğiz dedi.

    Amasya Haber, 26.10.2007

    HARRAN'DA TARİH GÜN IŞIĞINA ÇIKARILIYOR

     

    Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan, Harran İlçesi'nde devam eden kazı çalışmalarını inceledi ve Harran Kazıları Bilimsel Başkanı Dr. Nurettin Yardımcı’dan çalışmalar ile ilgili bilgiler aldı. Yavaşcan, Nurettin Yardımcı’ya Şanlıurfa halkı adına teşekkür ederek, katkılarından dolayı şükranlarını sunduğunu belirtti.

     

    Harran Kazıları Bilimsel Başkanı Dr. Nurettin Yardımcı da ilgisinden dolayı Vali Yavaşcan'a teşekkür etti ve kazı ile ilgli açıklamalarda bulundu. "Biz bu sene Yeni Babil tabakasına ulaştık, bu döneme ait mimari kalıntılar elde edildi. Her sene olduğu gibi ve kazı alanlarının genel temizliği yapıldı. Bu sene kale içine, etrafına tel örgü çekip orayı korumla altına alacağız" dedi.

     

    Tarihi Harran kentinin ortasında yer alan höyük 22 metre yüksekliğinde olup geniş bir alana yayılmıştır. Höyükte ilk kazılara 1951 yılında D.S. Rice tarafından başlanılmış ve bu kazılara aralıklarla 1956 yılına kadar devam edilmiştir. Bu kazılarda, Emevi dönemine ait Harran Ulu Camii (744-750) avlusu içerisinde ters yatırılarak döşeme taşı olarak kullanılmış, Babil dönemine ait çivi yazılı bazalt steller, kale içerisinde Selçuklu dönemine tarihlenen çok değerli bakır kaplar (bunların bir kısmı Ankara Etnografya Müzesi'nde, bir kısmı da Şanlıurfa Müzesi'ndedir) bulunmuş ve kalenin doğuya bakan kapısı, bu kapının Harran'da emirlik kurmuş Numeyroğulları'na ait h. 451 (m. 1059) tarihli kitabesi ile kapının sağında ve solunda yer alan, boyunlarından zincirle bağlanmış bir çift köpek kabartmaları ortaya çıkarılmıştır.1956 yılından bu yana arkeologların gözünden uzak olan Harran Höyüğü'nde, 1983 yılında Kültür Bakanlığı adına Dr. Nurettin Yardımcı başkanlığında araştırma ve kazılara yeniden başlanıldı. Kazı çalışmaları hem höyükte hem de Ulu Cami'de sürdürüldü. Ulu Cami'nin doğu duvarı restore edilmiş, merdivensiz olan minarenin ahşap merdivenleri yukarıya kadar orijinaline uygun olarak yeniden yapılmıştır. Caminin mihrap bölümü, avlu girişleri, şadırvan ve revakları tümüyle ortaya çıkarılmış ve döşeme temizlenerek cami planına netlik kazandırılmıştır. Höyüğün üst kısmında Eyyubiler dönemine ait bir yerleşme, sokakları, evleri, meydanları, bulgur dövme atölyeleri, zahire anbarları, kuyu ve sarnıçlarıyla ortaya çıkarılmış, ayrıca bu tabakada İslami sikkeler, pişmiş topraktan yapılmış üstü yazılı ve sırlı kaplar bulunmuştur. Höyüğün MÖ 3000-2000 tarihleri arasına ait tabakalarında pişmiş topraktan yapılmış figürinler, kalıplar, taş ağırşaklar, havan eli, ezgi taşı, kemik objeler, bronz eserler, çivi yazılı tablet parçalarına rastlanmıştır. 1985 yılı kazılarında ortaya çıkarılan ve MÖ 6. yüzyıla tarihlenen ve üzerinde 16 satırlık çivi yazısı bulunan Babil Kralı Nabunaid'e ait oval bir tablet parçası ile Harran'daki Sin Tapınağı'ndan bahseden yine aynı krala ait dört satırlık çivi yazılı pişmiş toprak tablet parçası Harran Höyüğü'nün en önemli buluntularını oluşturuyor.

    Güneydoğu Medya, 26.10.2007

    TUZ PAZARI HANI RESTORE EDİLECEK

     

    Adana'da, 1497'de Ramazanoğlu Halil Bey tarafından yaptırılan "Tuz Pazarı Hanı"nın restorasyon çalışmalarına başlandı.

     


    Adana Vakıflar Bölge Müdürü Osman Yayla, yaptığı açıklamada, Ramazanoğlu Beyliği'nin kışlık yönetim merkezi olarak kullandığı, şehrin ilk yerleşim yeri ve bölgenin bilinen ilk ticaret merkezi tarihi Tuz Pazarı Hanı'nın yeniden restore edilerek eski haline dönüştürüleceğini söyledi. Yayla, Adana'nın ilk yerleşim yeri ve bölgenin ticaret merkezi olarak bilinen "Tuz Pazarı Hanı"nın çevresindeki Ulucami, Medrese, Külliye, Mescit, Hamam ve Konağın hala ayakta olduğunu belirtti.
     

    Sülüsle yazılmış kitabesinden 1497'de Ramazanoğlu Halil Bey tarafından selamlık olarak yaptırıldığı ve daha sonraları develerle getirilen tuzların burada satılmasından dolayı halk arasında "Tuz Pazarı Hanı" ismini aldığını belirten Yayla, 1970 yılında yaptırılan yaklaşık 100'e yakın iş yerinin yıkıldığını söyledi.

    Ulucami Mahallesi'nde bulunan tarihi Tuz Pazarı Hanı'nın tarihi dokusuna sadık kalınarak restore edileceğini kaydeden Yayla, "Tuz Pazarı Hanı'nda, Müze Müdürlüğü denetiminde kazı çalışmaları yapılacak. Ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı olan Kültür ve Tabiatı Koruma Kurulu'nda projeler görüşülüp onayı alındıktan sonra restorasyona başlayacak. 5-6 ay gibi bir sürede restorasyonu bitirmeyi planlıyoruz" dedi.
     

    "Tuz Pazarı Hanı"nı yeniden restore ederek ticari bir fonksiyona kavuşturmak istediklerini vurgulayan Yayla, "Elimizde kalan bu tarihi dokuları ortaya çıkarmak istiyoruz. Bunları da kaybedersek tarihle olan irtibatımız kalmayacak" diye konuştu.

    Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Adana Kent Haber, 26.10.2007

    İTALYAN POLİSİ ÖZEL BİR 'MÜZE' BULDU

     

    İtalyan polisi, özel müzesine sahip bir pansiyon sahibini geçen hafta Venedik’te tutukladı. Koleksiyoncunun evinde, vitrinler içerisinde ve açılmamış kutularda 12.000 eser arasında Bronz Çağı'ndan kalma takılar, silahlar da ele geçirildi.

     

    İtalyan yasalarına göre antik eser bulan kişilerin, buldukları eserler ile ilgili olarak devlete bilgi vermesi gerekiyor. İtalyan polisi el altından satılan antik eşyalar için sürekli olarak baskınlar düzenliyor.

     

    Polis, yakalanan adamın defineci mi, yoksa sadece zengin bir koleksiyoner mi olduğunun henüz belirlenemediğini ve bulunan eserlerin değerinin milyarlarca euro olduğunu açıkladı.

    abcnews.go.com, Haber: Robin Pomeroy, 22.10.2007

    ÇAĞDAŞ USTALAR İSTANBUL'A GELDİ

     

    Dünyanın en önemli sanat koleksiyonlarından birine sahip olan ve 50'yi aşkın ülkede faaliyet gösteren JPMorgan Chase koleksiyonundan derlenen 70 resim "Çağdaş Ustalardan Seçmeler-Collected Visions" adı altında İstanbul Pera Müzesi'nde sergilenmeye başlandı.

     

    Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi Genel Müdürü Özalp Birol, "Sanatı ofise taşıyan bir koleksiyonu sanatseverlerle buluşturduğumuz için mutluyuz" dedi.

     

    6 Ocak 2008'e kadar açık kalacak sergide, Andy Warhol'un Marilyn Monroe eseri büyük ilgi görüyor.

    Bugün, Haber: Neslihan Kuran, 26.10.2007

    RESİM HEYKEL, ALLAH'A EMANET TARTIŞMASI

     

    Tadilatlarıyla, çalınan eserleriyle gündemden düşmeyen ve adı ’Hayalet Müze’ye çıkan Ankara Resim Heykel Müzesi’nde şimdi de "Restorasyon Allah’a emanet yapılıyor" tartışması başladı.

     

    Restorasyonunu Altındağ Belediyesi’nin yürüttüğü çalışma kapsamında müzenin sigortalanmadığı ortaya çıktı. Altındağ Belediyesi yetkilileri, Ankara Hürriyet’e yaptıkları açıklamada restorasyon kapsamında herhangi bir sigortalama işlemine gitmediklerini açıklarken, Güzel Sanatlar Genel Müdürü Mustafa Atalar da bu bilgiyi doğruladı. Atalar, "Müze şu an belediyenin sorumluluğunda, yaptığımız anlaşma gereği nasıl teslim ettiysek bize öyle bırakmak zorundalar. O yüzden sigorta yapma gereği duymadık" dedi.

    Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (GESAM) Başkanı Osman Altıntaş, Genel Müdür Atalar’ın açıklamalarına tepki gösterirken "Burası yüzlerce tarihi eseri barındıran bir milli hazinedir. Nasıl sigorta yapma gereği duymazlar? Eserlere zarar gelirse bunu kim karşılayacak, sorumluluğunu kim alacak? Restorasyon Allah’a emanet yapılıyor" dedi.

    Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Tansel Türkdoğan ise, müze sigortalama işleminin Türkiye’de çok yaygın olmadığını belirtirken, "Ancak Resim Heykel Müzesi çok değerli bir müzedir ve içinde çok kıymetli eserler barındırmaktadır. Mutlaka sigortalanması gerekirdi" dedi.
    Hürriyet Ankara, 26.10.2007

    5 BİN YILLIK TARİH GÜN YÜZÜNE ÇIKARILDI

     

     

    Gaziantep’in İslahiye İlçesi'nde 5 bin yıllık tarihi bulunan Tilmen Höyük'ün bir bölümü 2 aylık restorasyon çalışmalarının turizme açıldı.


    İslahiye İlçesi'nin 10 kilometre doğusunda bulunan ve bölgenin en büyük höyüklerinden biri olan Tilmen Höyük'te düzenlenen törene Vali Süleyman Kamçı, İtalyan Ankara Büyükelçiliği Temsilcisi Simon Carta, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Türk-İtalyan arkeolojik kazı ekibi başkanı Doç. Dr. Nicola Marchetti, bölgede daha önceden kazı çalışmaları yürüten Prof. Refik Duru'nun yanı sıra çok sayıda davetli katıldı.


    Türk-İtalyan Arkeolojik Kazı Ekibi Başkanı Doç. Dr. Nicola Marchetti, Tilmen Höyük'ün büyük bir alana yayıldığını belirterek, "İlk yapıldığı dönemlerde 24 metre yükseklikte bulunan bu tarihi bölgede çalışmak bizleri çok mutlu etmiştir. Türk-İtalyan ilişkileri bu ve bu gibi çalışmalar sayesinde her gün biraz daha sağlamlaştırılmaktadır. Burada yaptığımız çalışmalar sayesinde kısa bir sürede kaybolmaya yüz tutmuş bir tarihi gün yüzüne çıkarmış bulunuyoruz. Daha önceleri bu bölgede yapılan çeşitli kazılarda buranın MÖ 3 bin yılının son döneminde büyük bir şehir olduğu ortaya çıkmıştır. Şehir iç ve dış kaleden oluşmaktadır. Kalenin surları büyük ve düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. Biz buradaki çalışmaları çok hassas bir şekilde yaparak turizme kazandırdık" diye konuştu.


    Vali Süleyman Kamçı, Gaziantep'te bulunan tarihi yapılan gün yüzüne çıkarılması için yapılan bütün çalışmalara her konuda destek olmaya çalıştıklarını belirterek, "Tarih fışkıran kentimizde bu gibi çalışmaların yapılması bölgeye gelecek olan turist sayısını da büyük ölçüde etkilemektedir. Sonuç olarak kentimize fayda sağlayacak bütün çalışmalara destek vermeye çalışıyoruz" dedi.


    Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, Türkiye genelinde tarihin gün yüzüne çıkarılması için ödeneklerin imkanlar dahilinde çıkarılarak gerekli bölgelere aktırıldığını söyledi.

    Gaziantep Kent Haber, 25.10.2007

    ARKEOLOGLAR MORAVIA'DA 7.000 YILLIK BİR HEYKEL BULDU

     

    Çek arkeologlar Güney Moravia’da, Masovice’de bulunan 7.000 yıllık bir heykeli “yüzyılın keşfi” olarak nitelendirmekteler. Her ne kadar sadece alt kısmı bulunsa da, uzmanlar heykelin Avrupa kültür tarihi açısından çok özel bir keşif olduğunu düşünüyorlar.

     

    Geçen hafta Masovice’de yapılan bir kurtarma kazısı sırasında bir açmadan seramik kadın heykeli parçaları gelmeye başladı. 7.000 yılına tabakalanan bu açmada çalışan arkeolog Zdenek Cizmar buluntunun önemini şöyle açıklamakta:

     

    “En önemli özelliği büyüklüğü: bulunan parça 30 cm yüksekliğinde. Demek ki tümü yaklaşık 55 ila 60 cm yüksekliğinde imiş. Bu da, bu eserin şimdiye dek bulunmuş en büyük Moravia Boyalı Çömleği olması demek.”

     

     

    Moravia Boyalı Çömlek kültürünü yaratan insanlar Orta Avrupa’da MÖ 4000 ila 5000 yılları arasında varolan Neolitik uygarlığın bir parçası. Sadece çömlek işçiliğinde değil, figürin yapımında da usta oldukları biliniyor. Slovakya, Macaristan ve Avusturya’da bu kültüre ait birçok figürin bulundu. Fakat yeni bulunan heykel başka bir açıdan da bu figürinlerden farklı; içi boş. Heykelin içinin boş olmasının kuruma ve pişmesi açısından daha verimli olması dolayısıyla yapılmış olabileceği gibi, ritüellerde kap olarak kullanılma olasılığı da düşünülüyor.

    Radio Praha, Haber: Jan Richter, 19.10.2007

    TARİHİ MEDRESE BAKIMA ALINDI

    Antalya’nın Korkuteli İlçesi'nde Hamidoğullarından El Emin Sinaneddin Calis tarafından 1319 yılında yaptırılan Sinaneddin Medresesi restore edilerek turizme kazandırılacak.

     

    Korkuteli Alaaddin Mahallesi'nde Alaaddin Camisi yakınında bulunan Hamidoğulları'ndan El Emin Sinaneddin Calis tarafından 1319’da yaptırılan Sinaneddin Medresesi’ne gün ışığı doğdu. Hamidoğulları Beyliği dönemde yaptırılan tarihi medrese, Antalya İl Özel İdaresi tarafından ihale edilen tarihi medresede çalışmalar başladı.

    Antalya Kent Haber, 25.10.2007

    ÇÖPTEKİ TABLO ZENGİN EDECEK

     

    New York'ta bir kadının çöpte bulduğu tablonun açık artırmada 1 milyon dolara alıcı bulması bekleniyor.

     

    Elizabeth Gibson adlı kadın, Meksikalı ressam Rufino Tamayo'nun başyapıtı sayılan "Tres Personajes" (Üç Kişi) adlı eserini, 4 yıl önce yolda yürürken, toplanmayı bekleyen çöplerin arasında bulmuştu.

    Sabah, Fotoğraf: yahoo.com, 25.10.2007

    BAKIMSIZLIKTAN YIKILAN EVLERE DEVLET SAHİP ÇIKIYOR

     

    Burdur'un en eski yerleşim yerleri arasında bulunan Hükümet Caddesi'ndeki evler, devlet tarafından restore ediliyor. Kültür va Turizm eski bakanı Atilla Koç'un kentte gezisinde de destek verdiği restore çalışması ile 15 eski ev yıkılmaktan kurtulacak.

    Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Burdur Valiliği ve Burdur İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği, 'sokak sağlıklaştırma' çalışması başlattı. 351 bin 500 YTL'ye ihale edilen çalışma kapsamında 15 ev restore edilerek eski görünümüne kavuşturulacak. Bakımsızlıktan dolayı yıkılmak üzere olan Hükümet Caddesi üzerindeki evler, 2 ay sonra örnek hale gelecek. Kültür ve Turizm eski bakanı Atilla Koç'un Burdur'a yaptığı bir gezi sırasında incelediği evler restore edildikten sonra Hükümet Caddesi'ne renk gelecek. Sağlıklaştırma çalışmaları sayesinde sadece evler değil, cadde de güzelleşecek. Çalışmalar hakkında bilgi veren proje koordinatörü Ömer Kandemir, hava şartlarının müsaadesi ölçüsünde çalışmayı en kısa sürede bitirmeye çalışacaklarını söyledi. Kandemir, 10 kişilik ekip ile evlerin çatılarını onarıp, dış cephelerin sağlıklaştırılması görevini yürüttüklerini dile getirdi.

    Restore çalışması yapılan evlerden birinin sahibi Şenay Aydın, 200 yıllık binayı restore ettirme imkanı bulamadığını söyledi. Devletin yaptığı çalışma sayesinde evinin dış cephesinin artık daha güzel ve sağlam olacağından dolayı mutlu olduğunu aktaran Aydın, "Ancak çalışmalar yüzünden evin içindeki sıvalarda dökülmeler oluyor." şeklinde şikayette bulundu.

    Zaman, Haber: M. Ali Bülbül, 25.10.2007

    PICASSO'NUN BİLİNMEYEN ESERLERİ

     

    Resim sanatının ustalarından Pablo Picasso'nun daha önce bilinmeyen yüzlerce yapıtı satışa sunuluyor.

     

    Picasso'nun evinde uzun süre çalışan Ines Sassier adlı kadının koleksiyonuda bulunan resimlerin çoğunu Picasso henüz ünlü bir ressam olmadan önce yapmış.

    Satışa sunulacak olan parçalar arasında Picasso'nun el yazmaları da bulunuyor.

     

    Hürriyet, 25.10.2007

    FATİH PORTRESİNE 1.15 MİLYON YTL

     

    Fatih Sultan Mehmed'in, Venedikli ressam Gentile Bellini tarafından 15 yüzyılda İstanbul'da yapılan portresi, dün Londra'daki Sotheby's müzayede salonunda 468 bin 500 sterline (yaklaşık 1 milyon 150 bin YTL) satıldı.

     

     'İslam Sanatı' isimli müzayedede tablonun, beklenenin iki misline satılarak en yüksek fiyatı alan 3'üncü eser olduğu kaydedildi.

    Milliyet, Haber: Nevsal Elevli, 25.10.2007

    TÜRKİYE'NİN SİNAGOGLARI SERGİSİ

     

    ABD'nin New York kentinde "Türkiye'nin Tarihi Sinagogları Sergisi" açıldı.





    Musevi Tarihi Merkezinde (Center for Jewish History) Amerikan Sefarad Federasyonu (ASF) tarafından açılan sergide, Osmanlı İmparatorluğu zamanından kalan ve modern Türkiye Cumhuriyeti'nde varlığını devam ettiren tarihi sinagoglarının fotoğrafları bulunuyor.

     

    ASF yönetim kurulu üyesi Norman Belmonte serginin açılışı dolayısıyla Türkiye'ye teşekkür etmek istediklerini belirterek, Musevi ve Müslümanların bir arada barışçıl şekilde yaşamalarının kanıtı olan fotoğraflardaki sinagogların "bir Müslüman ülkede bulunan en geniş Musevi topluluğuna ait olduğunu" vurguladı.

     

    Sergiyi düzenleyen Joel A. Zack da yaptığı konuşmada, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Musevilere kucak açıldığını ve Musevilerin güven içinde bu topraklarda yaşadıklarını anlattı. Sinagogların Musevilerin kimlikleri açısından çok önemli olduğunu belirten Zack, sergiyi İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda açmak için çalışmaların sürdüğünü söyledi.

     

    New York Başkonsolosu Mehmet Samsar da yaptığı konuşmada, Türkiye ile Museviler arasında güçlü ve uzun zamandır devam eden iyi ilişkiler bulunduğunu hatırlattı.

     

    Osmanlı İmparatorluğu'nun İspanyol Engizisyonu'ndan kaçan Musevilere 1492 yılında kucak açtığını anımsatan Samsar, 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun Musevileri Osmanlı topraklarına göç etmeleri için cesaretlendirdiğini, Musevilerin Osmanlı'nın kültürel zenginliğini çeşitlendirdiğini ve ülkedeki refaha katkıda bulunduklarını dile getirdi.

     

    Türkler ve Museviler arasındaki iyi ilişkilerin İkinci Dünya Savaşı'nda da kendini gösterdiğini kaydeden Samsar, Türkiye'de Musevilerin güven içinde yaşadıklarını ve başta Türkiye'nin eski Rodos Başkonsolosu Selahattin Ülkümen olmak üzere Türk diplomatların Musevileri Nazilerin elinden kurtardığını belirtti.

     

    Samsar, modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün de yine 1933 yılında Musevi profesörlerinin Nazi Almanyası'ndan çıkıp Türkiye'ye gelmelerini istediklerini ve Türkiye'ye gelen bu akademisyen ve bilim adamlarının yüksek öğrenimin gelişmesine büyük katkıda bulunduklarını anlattı.

     

    Türkiye'de şu an 26 bin civarında Musevi'nin bulunduğunu söyleyen Samsar, bu nüfusun çoğunluğunun İstanbul ve İzmir'de yaşadığını kaydetti. İstanbul'da şu an kullanılan 16 sinagog olduğunu da ifade eden Samsar, "Bu serginin açılışı, dayanışma, işbirliği ve derin tarihi ilişkiler temelinde gelişen Türkler ve Museviler arasındaki güçlü bağların bir başkayansımasıdır, bu ilişkiler önümüzdeki dönemde giderek daha da gelişecektir" diye konuştu.

     

    Samsar, serginin Topkapı Sarayı'nda açılması için ellerinden geleni yapacağını sözlerine ekledi.

    New York'ta yıl sonuna dek açık kalacak serginin, Washington'da, Türkiye'de ve İsrail'de de açılması bekleniyor.

    Trt/Haber, Fotoğraf: Center for Jewish History, 25.10.2007

    BU ANIT AĞACI KURTARIN, GALATASARAY'A BU YAKIŞIR

     

    TOKİ’nin Galatasaray için Seyrantepe’de inşa edeceği 52 bin kişilik stada ulaşımı sağlamak üzere planlanan kavşak ve bağlantı yolu, yaklaşık 300 yıllık olduğu tahmin edilen tescilli bir anıt ağacın üzerinden geçiyor.

    İSKİ’nin Cendere Pompa İstasyonu içindeki 933 numaralı anıt ağacın etkilenmemesi için planlara yaptığı itiraz, 10 Ekim’de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde oybirliğiyle reddedildi. Konuyu inceleyen İstanbul 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, bölgede planlanan 30 metrelik yolun anıt ağaca ve tarihi pompa istasyonuna müdahale etmeden geçirilmesi kararını aldı. İSKİ, Koruma Kurulu’nun kararıyla yeniden belediyeye başvurarak, anıt ağacın koruyacak şekilde düzenleme yapılmasını istedi. İSKİ’nin talebini inceleyen İmar Komisyonu yetkililerinin, talebi yerinde gördü. Önümüzdeki günlerde Meclis’e gelecek konunun Koruma Kurulu’nun kararı doğrultusunda düzeltilmesi bekleniyor.

    Hürriyet, Haber: Hasan Ay, 25.10.2007

    ATA YADİGARLARI SAHİPSİZ





    1478’den 1912 yılına kadar 534 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinde kalan Arnavutluk’ta Osmanlı’ya ait eserler bir bir yok oluyor. Ülkede yaklaşık 1000 Osmanlı eserinin bulunduğu belirtiliyor. Ancak günümüze kadar çok az sayıda eser ayakta kalabilmiş. Minare ve duvarları yıkılan, temelleri harabe haline gelen camiler, külliyeler, çeşmeler, kaleler ve surlar, Arnavutluk’taki tarihi eser kıyımını gözler önüne seriyor. Özellikle 1944 yılında başlayan ve 11 Nisan 1985 yılına kadar devam eden Komünist Enver Hoca’nın yönetimi döneminde birçok ecdad yadigarı yerle bir edilmiş.

    Kurşunlu Camii, Fatih Camii, Murat Bey Camii, Nazareşa Camii, Ethembey Camii, İşkodra Kalesi, Akçahisar Kalesi Camii günümüze ulaşabilen eserlerden bazıları... Ancak onlar da yıkılmaya yüz tutmuş. İşkodra’da bulunan Kurşunlu Camii, 15. yüzyılda inşa edilmiş. Minaresi Komünist Enver hoca döneminde yıkılan cami, bütün sahipsizliğine rağmen ayakta kalabilmenin mücadelesini veriyor. Her tarafı budanmış; sadece yıkık bir minare ile ve harabe görüntüsüyle cuma namazlarında hizmet veriyor.


    Bir zamanlar ezan seslerinin yükseldiği bu cami, şimdi sesini beş vakit İşkodra Ovasına duyuramasa da ‘ben buradayım’ diye haykırmaya devam ediyor. Kurşunlu Camii, kendisini Osmanlı’nın mirasçısı olarak gören Türkiye’nin yardımını bekliyor. Bir dönem eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Kurşunlu Camii ziyaretinde bulunmuş ve caminin restore edilmesi sözünü vermiş. Ancak bu tarihten sonra Türkiye’den ne gelen olmuş ne de giden. 500 yıllık Osmanlı tarihine şahitlik eden bu cami kendi haline terkedilmiş durumda.


    Adına türkülerin yakıldığı, uğruna yüz yıllardır mücadele verilen bir yer İşkodra. Drin Nehri’nin bir ahtapot gibi kolları arasına aldığı düz ovalar, yeşilin her tonunu bağrında saklıyor. Bu bereketli topraklar, Drin Nehri’yle hayat buluyor. Drin Nehri belki hayat vermeye devam ediyor ama tarihe sadakatsizliği, Osmanlı’ya yapılan vefasızlığı gizleyemiyor. Belki de bu durumun vermiş olduğu bir mahcubiyetle içini Adriyatik Denizi’ne döküyor. İşkodra Kalesi (Rozafa) içindeki Fatih Sultan Mehmed Camii de bülbül gibi şakıdığı ezan sesleriyle İşkodra’ya hayat verdiği o günlerini arıyor. Minaresinin üstü yıkılan caminin duvarları da dökülüyor. Tarihi kale de burçlarının ve surlarının birçoğunu yitirmiş. Ancak bir restore ile kurtarılabilecek ve tarihe kazandırılabilecek vaziyette.

    Fatih Sultan Mehmet Han döneminde yapılan ikinci sefer sonucu geri alınabilen Akçahisar Kalesi’nden ise günümüze sadece Fatih Camii’nin yıkıntıları ve bir de etnografya müzesi kalmış. Bu caminin yanı sıra Osmanlı Çarşısı’nın hemen yanı başında bulunan Murat Bey Camii de bakımsız bir vaziyette. Yolun altında kalan caminin toprak tarafında kalan iç duvarı yıllardır rutubete maruz kaldığından üzerine defalarca yapılan kireci bile tutamaz halde bulunuyor. Tiran’daki Ethembey, Durres’teki Fatih ve Elbasan’daki Nazareşa camilerinin durumu da Arnavutluk’ta görmeye alışılan manzaradan pek farklı değil. Osmanlı tarafından yapılan Elbasan Kalesi ve kalenin içerisinde yer alan 1492 yılında yapılmış Kral Camii Arnavutluk’ta ayakta kalabilen nadir eserler arasında yer alıyor.

    Osmanlı’dan sonra bir türlü rahat yüzü göremeyen ve kendi köklerinden koparılmaya çalışılan Arnavutların tarihi eserler bir yana kendi kimliklerini bile tek başlarına tamir edecek takati yok. Arnavutluk’taki Osmanlı eserlerinin geri kazandırılması ve yeniden ibadete açılabilmesi için Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları çeşitli çalışmalar yürütüyor. Arnavutlara yönelik çeşitli yardım projeleri yürüten İHH İnsani Yardım Vakfı; her biri eşsiz güzellikte olan tarihi cami, külliye ve çeşmelerin kurtarılması için başta Kültür Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere ilgili kurumlardan destek istiyor.

    Türkiye Gazetesi, 25.10.2007

    UFUK URAS'TAN GÜNAY'A ALLIANOI TEPKİSİ

     

    DP Genel Başkanı Ufuk Uras, Bergama Allianoi'de yürütülen kazı çalışmalarının Kültür Bakanlığı tarafından durdurulmasına tepki gösterdi. Ufuk Uras, "Allianoi, Yortanlı Barajı'nın göleti altında kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu nedenle kurtarma kazılarının yapılmasında zorunluluk vardır. Kültür Bakanlığı'nın daha önce verdiği kazı ruhsatlarını 2007 yılında vermemesi, evrensel bir kültür mirasının yok olmasına neden olabilir" dedi. ÖDP lideri, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın yanıtlaması istemiyle Meclis Başkanlığı'na verdiği soru önergesinde de aynı konuya değindi ve "Allianoi'yi kurtarma kazılarına daha önce verdiğiniz kazı ruhsatını bu yıl neden vermediniz" diye sordu.

     

    Uras, soru önergesinde ayrıca Günay'dan şu soruların da yanıtını istedi: "Bakanlık kendisini, evrensel kültür mirası olan Allianoi'u korumakla yükümlü hissetmiyor mu? Bakanlığınız, Allianoi'a 1994 yılından bu yana verdiği kurtarma kazı ruhsatını bu kez neden vermedi? DSİ'nin ileri sürdüğü, üzerinin mille kapatılması önerisi için kaç komisyon kuruldu? Birinci ve ikinci bilim komisyonları mil ile kapatılmasının mümkün olmadığını ortaya koydukları halde, üçüncü komisyon kurma gereği neden duyuldu? Kil ile kapatılması konusunda bilim komisyonlarının raporları neden kamuoyundan saklandı? Kil ile kapatılma raporu alınana kadar bu komisyonları değiştirmeyi mi düşünüyorsunuz? Dünyada daha önce koruma uygulaması olarak böyle bir uygulama yaşandı mı? Sivil toplum kuruluşlarının alternatif projeleri neden göz ardı ediliyor? Kazı için Türk-Avrupa Delegasyonu'ndan yardım teklifi geldi mi? Geldi ise neden geri çevrildi?"

    Birgün, Haber: Zehra Şahindokuyucu, 25.10.2007

    TARİHİ ESER OPERASYONU

    Aydın'da jandarma tarafından gerçekleştirilen operasyonda çok miktarda tarihi eser ele geçirildi. Olayla ilgili gözaltına alınan 3 kişinin sorgusunun devam ettiği bildirildi. Ele geçirilen 40 adet tarihi eser Müze Müdürlüğü'ne teslim edilmek üzere alıkonuldu. 

    Olay dün akşam saatlerinde meydana geldi. Kuşadası'na bir araçile tarihi eser nakli yapılacağı yolunda ihbar alan jandarma ekipleri Söke-Kuşadası yolu üzerinde düzenledikleri operasyon ile 09 FD 193 plakalı aracı durdurarak arama yaptı. Araçta yapılan aramada 40 adet kiremit üstü insan figürlü tiyatro bileti, 1 adet Bizans dönemine ait kurşun dirhem, 16 adet nazar boncuğu, 1 adet altın yonca, 1 adet altın kemer tokası, 1 adet istavroz altın, değişik türlerde çok miktarda tarihi eser niteliğinde değerli maden ele geçirildi. 

    Olayla ilgili gözaltına alınan A.B, Ü.A, ve E.A gözaltına alındı soruşturmanın çok yönlü olarak sürdürüldüğü bildirildi.

    Aydın Kent Haber, 25.10.2007

    4 BİN 500 YILLIK ÇİVİ YAZISI

     

    Suriye'nin doğusundaki Mari arkeolojik alanında, MÖ 2500 yılına ait çivi yazısı metinleri bulunduğu açıklandı. Kazı çalışmalarını yürüten Fransız Pascal Butterlin, metinlerin bu medeniyeti daha iyi anlamaya ışık tutacağını ve Mari'deki tanrı adlarının daha iyi bilinmesine olanak sağlayacağını belirtti. Antik Mari kentindeki büyük tapınağın ayaklarında kırık bir heykelcik ile üç heykelin bulunduğunu kaydeden Butterlin, heykelciğin büyük olasılıkla Mari'nin sonu olan MÖ 1760 yılında kırıldığını açıklandı. Kazı alanında geçen yıl, içinde altın takılar bulunan bir mezar bulunmuştu.

    Birgün, 25.10.2007

    DÜNYANIN EN ESKİ AŞIKLARI GERÇEKTEN TÜRKİYE'DE Mİ?

     

    Arkeologların söylediğine göre, Türkiye’de bir mezarda birbirlerinin kollarında bulunan iki antik iskelet dünyanın en eski aşıkları olabilirmiş. Erkeğin 30’lu, kadının ise 20’li yaşlarda olduğu tahmin eden iki iskelet, geçen hafta Diyarbakır yakınlarında Bismil, Hakemi Use’de yapılan kazıda bulunmuştu.





    Ankara, Hacettepe Üniversitesi’nden Halil Tekin’in söylediğine göre arkeologlar iskeletleri MÖ 6100 yılına tarihlemişlerdi. Tekin, çiftin bugünkü kuzey Irak bölgesinden yayılan ve antik bir kültür olan Hassunan’ın üyeleri olduğunu da belirtti. Eğer bu tarihleme doğru ise, bu Türk çift, İtalya, Verona’da bulunan çiftten yaklaşık 3000 yıl daha eski olmalı.

     

    “Gömülme şekilleri sevgili olduklarını belirtiyor” diyen Tekin, devletin resmi organı olan Anadolu Haber Ajansı’na verdiği demeçte “Ölüm sebepleri bir hastalık veya aşk cinayeti olabilir” diye ilave ediyor.

     

    Hakemi Use yerleşimi, Dicle Nehri’nin kenarında ve Ilısu Baraji yapıldıktan sonra sular altında kalacak. Tekin, bu yerleşimdeki kazıları 2001 den bu yana sürdürmekte. Daha önceki kazı sezonlarında, o güne dek sadece kuzey Mezopotamya’ya kadar uzandığı zannedilen Hassunan kültürüne ait çanak çömlek kalıntıları bulunmuştu.

     

    Antiquity Dergisi’ne Mart 2005 de yazdığı makalede Tekin; “Hakemi Use, Hassunan/Samarra çanak çömleğinin şu ana dek ulaştığı en kuzey nokta” demekte idi. Ve, eğer, Tekin’in ekibinin inandığı gibi, yeni bulunan bu sevgililer 8.000 yıl önce burada iseler, bu Hassuan’lar bölgeyi istila ederken burada yaşadıklarını göstermekte. Fakat, birçok uzman bu yeni iddiayı ciddi olarak tartışmakta.

     

    Harvard Üniversitesi, Peabody Arkeoloji ve Etnoloji Müzesi’nden C.C. Lamberg-Karlovsky “Bu, tek bir fotoğraf çiftlerin birbirlerine sarıldıklarını bile belirtmiyor” derken, Kudüs Musevi Üniversitesi, Arkeoloji Enstitüsü’nden Yossi Garfinkel “Arka arkaya ve bir yanlarına doğru yatıyorlar, “sarılma” kelimesi bu duruma uymuyor. Belki aynı gün ölüp birlikte gömülen iki insan, ya da bir veba salgınında ölüp beraber gömülmüş bir ağabey ve kızkardeş” diyerek şüphesini belitmekte.

    National Geographic News, Haber: Mati Milstein, 17.10.2007

    SAMSUN'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Samsun'da, polisin düzenlediği operasyonda gözaltına alınan 4 kişi ile birlikte Roma ve Bizans dönemine ait sikke, pişirilmiş topraktan yapılmış eşya ve yüzük ele geçirildi.

    Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatları doğrultusunda 5 ayrı adrese operasyon düzenleyen Samsun Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Şube Büro Amirliği ekipleri, Roma ve Bizans dönemine ait 40 adet sikke, 2 adet yüzük, 72 parça pişirilmiş toprak mamulü eşya ile 2 adet eski harfle yazılı kitap ele geçirildi. Olayla ilgili Salih Enver K., Bedir Y., Cemal A. ve Nedim G. gözaltına alındı. 40 adet sikkeden 16'sı ile 2 yüzük ve 72 parça topraktan yapılmış eşyanın 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Vardıklarını Koruma Kanunu kapsamına girdiği öğrenildi. Gözaltına alınan 4 kişi, ifadelerinin alınmasının ardından bugün Samsun Adliyesi'ne sevk edildi. Salih Enver K., Bedir Y., Cemal A. ve Nedim G., savcı tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest kaldı.

    haberler.com, 24.10.2007

    ERZURUM'UN TARİHİ YAPISI AZERBAYCAN'DA GÖRÜCÜYE ÇIKIYOR

     

    Kasım ayında Azerbaycan'da düzenlenecek Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı'nda Erzurum'un tarihi dokusu ele alınacak.

     

    Yakutiye Belediye Başkanı Fahrettin Atınç'ın davetlisi olarak Erzurum'a gelen Azerbaycan eski milletvekili ve emekli elçi Vagif Kasımoğlu, Türkiye Mühendisler Birliği Genel Başkanı ve Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı Başkanı İlyas Demirci, Keçiören Belediye Başkan Yardımcısı ve Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı Başkan Yardımcısı İbrahim Terzioğlu, bu yıl düzenlenecek Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı'nda gündeme alınacak Erzurum'un kültür eserlerini gezip incelemelerde bulundular.

     

    Kasım ayında Azerbaycan'da düzenlenecek Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı'nda Erzurum'un tarihi dokusunun işleneceği, bu nedenle Erzurum'un kültür mirasını incelediklerini belirten Türkiye Mühendisler Birliği Genel Başkanı ve Kurultay Başkanı İlyas Demirci, "Çifte Minareli Medrese, Üç Kümbetler Türk tarihi ve kültürü açısından ender eserler. Türk kültürü ve estetiğinin ince işçiliğini bu eserlerde görebiliyoruz. Bu yıl düzenlenecek Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik kurultayında Erzurum şehri de işlenecek. Kurultay öncesi eserleri görmek istedik. Yakutiye Belediye Başkanı Fahrettin Atınç'ın ilgisiyle eserleri birbir gördük. Aziziye Tabyası, Erzurum Kalesi de örnek eserler arasında. Bu mirasın mutlaka yaşatılması gerekiyor." dedi.

     

    Azerbaycanlı emekli elçi ve milletvekili Vagif Kasımoğlu ise Erzurum'un kültür dokusu ve ağız özelliği açısından Azerbaycan'ın Şeki şehriyle örtüştüğünü görmekten memnuniyet duyduğunu söyledi. Üç Kübbetleri ziyaret sonrası Sultan Melik Mahallesi'nde halkla konuşan Kasımoğlu, "Şeki'de de aynı Erzurum ağzı kullanılmaktadır. 'Gelirem-gidirem' bana hiç yabancı gelmedi. İki şehrin aynı kültür coğrafyasında olması dikkat çekici. Erzurum'u görmeyi çok arzuluyordum. Belediye Başkanımız Fahrettin Atınç bize konaklık etti. Minnettarlık duyuyorum." diye konuştu.

    Keçiören Belediye Başkan Yardımcısı İbrahim Terzioğlu da Erzurum'un kültür mirasının daha hassas korunmasının şart olduğunu söyledi. Eserler hakkında heyete Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nden Doç. Dr. Cengiz Alyılmaz rehberlik etti. Yakutiye Belediye Başkanı Fahrettin Atınç ise Erzurum'un Türk Dünyası Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı'na konu olmasının kendileri için de mutluluk olduğunu belirterek, gelen heyeti misafir etmekten mutluluk duyduğunu söyledi.

    Zaman, Haber: Mahir İnanç, 24.10.2007

    SURLARI OYUP DURAK YAPTILAR

     

     

    Sur-u Sultani" olarak bilinen Cankurtaran'daki surların altının oyularak taksi durağı haline getirildiği belirlendi. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunan İstanbul 4 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun 18 Eylül 2007 tarihli kararında, olayın Sirkeci Polis Amirliği'nde görevli polislerce tutanakla tespit edildiği belirtildi. Durumun, Eminönü Belediye Başkanlığı İmar Müdürlüğü Yapı Denetim Bürosu elemanlarınca da belirlendiği ifade edilen kararda, 1.derecede arkeolojik sit alanını oluşturan ve 1. grup taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen "Sur-u Sultani"nin bir parçası olan surların altının oyularak ve demir kapı takılarak taksi durağı haline getirildiğinin anlaşıldığı ifade edildi. Kararda, surun projelendirilerek kapatılmasına ve surun altını oyanlar hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verildiği belirtildi. Savcılık konuyla ilgili soruşturma başlatırken, sorumlular hakkında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'na muhalefetten 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılabilecek.

     

    Taksi durağı haline getirilen yerde çay ocağı işleten Halil İbrahim Güngör 1980'den beri burada olduğunu belirterek "Geldiğimde burada gasp olayları yaşanıyordu. Fuhuş yapılıyordu. Tinercilerin mekanıydı. Buraları hep bunlardan temizledim. 6 yıldır burayı çay ocağı olarak işletiyorum. Taksicilere çay veriyorum. Kapının olduğu yer zaten açıktı. Ben bir demir kapı taktım bir de duvardaki deliği ince bir tuğlayla kapattım. Bizanslıların yaptığı suru delecek kadar deli miyim? Yıllardır belediyeden gelip boşalt diyorlar. Ben de her geldiklerinde boşaltıyor, her defasında tekrar giriyorum. Ben buradan ekmek yiyiyorum" diye konuştu.

     

    Fatih Sultan Mehmet'ten Sultan Abdülmecid'e kadar Osmanlı padişahlarının oturduğu Topkapı Sarayı şehrin birinci tepesinde Zeytinlik adlı bölgede kurulmuştu. Saray 1478 yılında yaptırılan 1400 metrelik bir surla çevriliydi. Haliç ve Marmara kıyılarında, şehri çeviren Bizans çağı kıyı surlarıyla birleşen bu tahkimata "Sur-u Sultani" adı verilirdi.

    Sabah, Haber: Orhan Yurtsever, 24.10.2007



    Rüstem Paşa Bedesteni

    TARİHİ BEDESTEN YENİDEN CANLANDIRILACAK

     

    Tekirdağ'da bulunan tarihi bedesten restore edilerek canlandırılacak. Tekirdağ Belediyesi tarafından projelendirilmesi yapılan bedestenin restorasyonuna 2008'in Ocak ayında başlanacak.

    Belediye tarafından geçen yıl hazırlanarak Anıtlar Kurulu'ndan onay alınan proje için çalışmalar hızlandırıldı. Bedesten esnafıyla bir toplantı yapan Belediye Başkanı Ahmet Aygün, kiracılardan bedesten etrafındaki dükkanları 2008 Ocak ayına kadar boşaltmalarını istedi. Başkan Aygün, "Yeni yaptığımız yerin daha fazla canlı tutulabilmesi için elektrik, telefon ve su tahsilat vezneleri açacağız. Bedestenin önünü açarak Tekirdağ'a güzel bir görünüm kazandıracağız." dedi.

    Zaman, Haber: Ferhat Akgün, Fotoğraf: Tekirdağ Kent Haber, 24.10.2007

    MÜZE GEZENE SATRANÇ TAKIMI HEDİYE

     

    Konak Belediyesi ile Turizm Rehberleri Odası'nın ortaklaşa düzenledikleri ve bugüne kadar binlerce öğrencinin yararlandığı Müze ve Kültür Sanat gezileri, yeni öğretim yılıyla birlikte yeniden başlatıldı. Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, gezinin ilk gününde sürpriz ziyarette bulunarak, geziye katılan öğrencilere satranç takımı hediye etti. Öğrenim yılı süresince geziye katılacak olan tüm öğrencilere satranç takımı hediye etmeyi sürdüreceklerini belirten Başkan Tunçağ, yılın ilk gezisine katılan Ömer Lütfi Akad İlköğretim okulu öğrencilerine hediyelerini verdi.Tunçağ, geziye katılan öğrencilere "Atatürk'ü Anlamak" adlı şiir kitabını da hediye etti. Tunçağ, satrancın çocukların kendi güç ve yeteneklerini daha iyi ortaya koyacakları bir akıl oyunu olduğunu, hızlı ve doğru düşünebilme yeteneğini artırdığını söyledi.

    Haber Ekspres, 24.10.2007

    TARİHİ ESER OPERASYONU

    Karabük'ün Yenice İlçesi'ne bağlı Şirinköy'de jandarmaya tarihi eser satmaya çalışan bir kişi yakalandı.

     

    Şirinköy'de S.T (32) isimli kişinin tarihi eser satmaya çalıştığı ihbarını alan Karabük İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şubesi ekipleri, alıcı kılığında pazarlık yaptıkları şahsı suçüstü yakaladı.

     

    Operasyonda, Osmanlı dönemine ait 172 adet gümüş para, gümüş yapımı alınlık, kemer, küpe, işlemeli bilezik, bronz madalya, çakmak, yüzük, düğme, bir adet kuş figürlü pirinç, bir adet bakır broş ve bir adet pirinç tepsi ele geçirildi.

    Karabük Kent Haber, 24.10.2007

    KAYIP HAZİNELER





    Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan "Kayıp Eserler Müzesi" adlı kitap sanatın 'suç dünyası'na göz atıyor. Simon Houpt'un yazdığı kitabın önsözü Kayıp Sanat Eserleri Kayıt Bürosu Yönetim Kurulu Başkanı Julian Radcliffe'e ait. Kayıp sanat eserlerinin tüm dünyada izini süren Kayıp Sanat Eserleri Sanat Bürosu, 1991'de kuruldu. 200 binden fazla kayıp ya da mülkiyeti tartışmalı eserleri içeren bir veritabanına sahip. Kayıp sanat eseri deyip geçmemek gerek. Bu konu oldukça çetrefilli. FBI bir yılda çalınan eserlerin ortalama değerinin 6 milyar dolar olduğunu açıklıyor. Interpol'ün 2006 yılı verilerine göre ise şimdiye kadar çalınan eserlerin yalnızca yüzde 10'u ele geçirilebildi. Radcliffe konuya dair şöyle bir çözüm öneriyor:

     

    "Çok para söz konusu, organize suçlarla bağlantılar mevcut, kaybettiğimiz kültürel mirasımız yeri doldurulamaz. İtalya dışındaki ülkelerde sanat eseri hırsızlığı öncelik taşımıyor. Çözüm, en azından teoride, çalınmış sanat eserleri için uluslararası bir veritabanı oluşturmakta yatıyor."

    Kitap bir yandan sanat hırsızlığına karşı neler yapılabileceğini anlatırken bir yandan da sanat hırsızlığının türlerini örnekliyor. Tarihin önemli hırsızlıklarına da değiniliyor. Mesela 1911 yılında "Mona Lisa"nın, 2004'te Munch'ın "Madonna" ve "Çığlık" tablolarının, Goya'nın, Turner'ın, Manet'nin, Caravaggio'nun, Matisse'in çalınan tablolarının öykülerini anlatıyor.





    Türkiye'de ise bakıldığına çok vahim derecede sanat hırsızlığı durumu söz konusu değil otoritelere göre. Öte yandan pek çok hırsızlık olayı yaşanmıyor da değil. En büyük sorun ise Türk resminde bir envanter olmayışı. Bu nedenle pek çok kayıp resmin izi sürülemiyor. Üzücü olansa çalınan sanat eserlerinin birçoğunun hala bulunamamış olması!

     

  • 25 Mayıs 2003 tarihinde Arda Sanat Galerisi'nden 22 tablo çalındı. Bu tabloların arasında Şefik Bursalı, Bedri Rahmi, Zeki Faik İzer, Fevzi Karakoç gibi ressamların eserleri yer alıyordu.

  • Gözde Sanat Galerisi'nde 2003'teki soygunda aralarında Hayati Misman, Hanefi Yeter gibi ressamların eserlerinin olduğu 11 tablo çalındı.

  • Ressam Nevhiz Tanyeli'nin kaybolan resimlerinin hikayesi şaşırtıcı. 2003'te bir akıl hastası sanatçının evinin önünden 234 resmini çaldı. Hırsız, resimleri Cihangir'dekilere dağıttı. Resimleri alanlar ise hepsini çöpe attı. Tanyeli'nin tam 234 resmi çöpe gitti.

  • 2005'te Resim Heykel Müzesi'ndeki Hoca Ali Rıza'nın tablosunun çalınmış olduğu, yerinde de kötü bir taklidinin bulunduğu ortaya çıktı. Ayrıca 1983'te Kenan Evren'in müzeyi ziyareti sırasında bir Fikret Mualla bir de İlya Repin tabloları çalındı.

  • 2006'da Adnan Turani'nin İlayda Sanat Galerisi'nde sergilenen bir tablosu çalındı.

  • 4 Nisan 2007'de Birgün gazetesinde yayımlanan habere göre ise sanat hırsızlığı Ankara Kara Harp Okulu'na uzanıyor. Kara Harp Okulu'na ait müzede Sami Yetik'in tablosu çalındı. Tablo sonra bulundu ve müzeye getirildi.

  • İrlanda'dan çalınan Gabriel Metsu'nun bir tablosu Türkiye'de bulundu ve Resim Heykel Müzesi'ne yediemin olarak teslim edildi. Yıl 1983. İrlanda ile sanat eserinin iadesine dair herhangi bir anlaşma yapılmamış olmasına rağmen müze yetkilileri tabloyu iade ettiler.

  • Maria Kılıçoğlu'nun 3 heykeli yaklaşık 3 yıl önce çalındı.

  • Urart Sanat'ta 1989'da yapılan Rafet Ekiz sergisinde sanatçının bir tablosu çalındı.

  • Teku Sanat Galerisi'nden yaklaşık 2,5 yıl önce adeta bir kamyon dolusu tablo çalındı. Birçok eserin arasından özellikle Komet, Adnan Turani gibi ünlü ressamların tabloları seçildi. 200 tablo hala kayıp.

  • 3-4 yıl önce modacı Vural Gökçaylı'nın evinden Orhan Peker tablosu çalındı.

  • Milliyet, Haber: Yasemin Bay, 24.10.2007

    TARİHİ YILDIZ OTEL YENİDEN PARLAYACAK

     

    Ödemiş'te geçmişte ekonominin ve siyasetin nabzının tutulduğu 90 yıllık Yıldız Otel'de restorasyon çalışmaları başlatılacak. Belediye Başkanı Mahmut Badem, Yıldız Çarşısı'ndaki otel ve hanı eski görkemli günlerine döndürmek için çalışmaya başladıklarını söyledi.


    Badem, ''Bu amaçla Çevre ve Kültür Varlıklarını Koruma Vakfı Başkanı Prof.Dr. Metin Sözen'in desteğiyle hazırlanan proje hayata geçirilecek'' diye konuştu. Eski binaların yeniden kazandırılması kapsamında, daha önce tarihi Arasta Çarşısı ayağa kaldırılmıştı.
    Milliyet Ege, 24.10.2007

    MÜZE ŞEHİR EDİRNE

     

    Osmanlı Devleti’ne uzun yıllar başkentlik yapmış olan şerhat şehri Edirne, artık müzelerinin zenginliğiyle de anılacak. Edirne Valisi Nusret Miroğlu, kente yeni müzeler kazandırmak istediklerini söyledi. Yeni Edirne Sarayı’ndaki tarihi mutfak binası “Mum ve Mutfak Müzesi”, Sarayiçi’ndeki Adalet Kasrı’nın “Adalet Müzesi” olarak düzenleneceğini ifade eden Edirne Valisi Nusret Miroğlu, kentte halen İslam Eserleri, Arkeoloji ve Etnografya, Selimiye Vakıf, Şükrü Paşa Anıtı ile Sağlık müzelerinin faaliyette olduğunu belirtti. Eski Elektrik Fabrikası’nın da bulunduğu kazı alanına mezar taşlarıyla “Osmanlı Taş Eserleri Müzesi” fonksiyonu verileceğini ifade eden Miroğlu, Trakya Üniversites'nin, Tıp Müzesi Oluşturma ve Kırkpınar Evi’ni de müzeye dönüştürme girişimlerinin olduğunu bildirdi. Gazimihal semtindeki tarihi hamamın da “Hamam Müzesi” olarak kullanılmak üzere restore edileceğini belirten Miroğlu, “Edirne’nin müzeler şehri olmasını istiyoruz. Bunu da başaracağız” dedi.

    Türkiye Gazetesi, 24.10.2007

    TESCİLLİ ESERLERE YARDIM ÖDENEĞİ

    Gümüşhane Kültür ve Turizm Müdür Vekili Temel Yalçın, tescilli eserlere ayni ve nakdi şekilde yardım ödeneği verileceğini söyledi.





    Müdür Vekili Yalçın konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerekli tescilli kültür ve tabiat varlıklarımızın restorasyon bakım ve onarımı için Bakanlığımızca, proje hazırlanması ve uygulanmasında parasal yardımın yanında nakdi ve ayni yardım da yapılmaktadır. Geçmişteki yaşamın değişik yönlerini ortaya koyan, insanların yaşayışını, inanışını, düşüncelerini bize aktaran, geçmişle günümüzün buluşmasına şahitlik eden ve kültürel değerlerimizden olan, bu tarihi mekanların restore ettirilerek ömrünü uzatmak, gelecek kuşaklara sağlıklı bir biçimde aktarmak vatandaşlık görevlerimizden biri olduğu kadar, Gümüşhane’nin kültür mirası için de bir o kadar önemlidir.

     

    Bu nedenle mülkiyetinde tescilli kültür varlıkları bulunan gerçek ve tüzel kişiler restorasyon, bakım ve onarım için yardım başvurularını İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne yapacaklardır. Müdürlüğümüzde, başvuru dosyasının ilk değerlendirmesi ve incelemesi yapıldıktan sonra Bakanlığımızda oluşturulan “Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Onarımına Yardım Komisyonu’na” gönderilecek, Bakanlığımız da, 2008 yılında yapılacak olan Komisyon toplantısında değerlendirmek üzere vatandaşlarımız tarafından yapılacak olan yardım başvurularının, 10.01.2008 tarihine kadar Müdürlüğümüze teslim etmeleri gerekmektedir.”

    Gümüşhane Kent Haber, 24.10.2007

    KUR'AN-I KERİM 2.3 MİLYON DOLARA SATILDI

     

    İngiltere'de düzenlenen açık artırmada, 13. yüzyıldan kalma bir Kuran-ı Kerim 2,3 milyon dolara (yaklaşık 2,8 milyon YTL) alıcı buldu.

    Christie's Müzayede Evi'nde yapılan açık artırmada, Kuran-ı Kerimi satın alan kişinin adı açıklanmadı.

    Yaklaşık 500 bin dolara satılması planlanan Kuran-ı Kerim'in, 1203 yılından kalma ve tamamen altın yazma olduğu belirtildi. Müzayede evine göre, yaklaşık 12 milyon dolarlık İslam ve Hint eserinin satıldığı açık artırmada rekor fiyata alıcı bulan bu Kuran-ı Kerim, dünyada en pahalıya satılan Kuran-ı Kerim oldu.

    Sabah, 24.10.2007

    RUSYA'DA 35 BİN YILLIK MAMUT

     

    Rusya'nın Yamal bölgesinde eriyen buzlar arasında bulunan mamut yavrusunu inceleyen bilim adamları, yaşının 37 bin yıl olduğuna karar verdi.





    Buzlar arasında kalarak iyi bir şekilde korunan ve Lyuba ismi verilen mamut yavrusunu Rusya'nın Sankt-Petersburg, Moskova ve Yekatirenburg ile Japon ve Fransız bilim adamlarından oluşan grup inceledi.

     

    Lyuba bu yılın Mayıs ayı sonlarında bir çoban tarafından eriyen buzların altında bulunmuştu. Yaklaşık 50 kilo ağırlığındaki Lyuba'nın hortumunun, gözlerinin, ve bedenindeki deri parçalarının soğukta çok iyi korunduğu bildirildi. Mamut yavrusunun donduğu zaman yaşının bir yıl veya daha az olduğu ve boyutunun 90-130 santimetre olduğu açıklandı. Lyuba, Salehard şehir müzesinin özel soğutucularla donatılmış bölmesinde 7 derece soğukta muhafaza ediliyor.

     

    Lyuba, Aralık ayında Sank Petersburg'a, 1977 yılında Rusya'nın Magadan bölgesinde bulunmuş Dmitri isimli başka bir mamut yavrusunun yanına gönderilecek. Bilim adamları ise 2008 Haziran ayında Lyuba'nın bulunduğu bölgeyi incelemek için keşif seferi düzenleyeceklerini açıkladılar.

    Yeni Şafak, 24.10.2007

    CİHAT BURAK HAKKINDA HERŞEY

     

    İstanbul Modern, Türk sanatının en önemli isimlerine ayırdığı retrospektifler dizisinin üçüncü sergisinde Süreli Sergiler Salonu'na 'Cihat Burak Retrospektifi'ni konuk ediyor. Yapıtlarında yozlaşan değerlere eleştiri ve mizah duygusuyla yaklaşan, günlük yaşam sahnelerini anılara bağlayarak gerçekleri fantastik bir bağlam içinde ele alan ve bilinen, tanıdık nesneleri bir düş dünyasının yaratıklarına dönüştüren Cihat Burak için hazırlanan sergi Burak'ın hem sanatını hem de yaşamını bir arada ve tüm yönleriyle sunan ilk retrospektif sergi olma özelliği taşıyor.


    Sergide Burak'ın yapıtlarının yanı sıra eskizleri, öyküleri, sanatçı üzerine yazılmış makaleler, sanatçının dostlarından toplanan ve Ara Güler'in objektifinden çıkan fotoğraflar da yer alıyor. Küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu'nun üstlendiği sergi 12 Aralık'ta açılacak ve 28 Şubat'a kadar devam edecek. Sergiyle eşzamanlı olarak çocuklara Burak'ın yapıtlarını tanıtacak bir de eğitim programı gerçekleştirilecek.

    Radikal, 24.10.2007



    Sergide Burak'ın 'Kediler Mediler'

    adlı yaptı da var.

    YIKILDI YIKILACAK

     

    Ereğli Yalı Caddesi’nde Ali Onsekiz sokakta bulunan 100 yüzyıllık bir geçmişe sahip olduğu belirtilen ahşap binanın yanındaki binadan 15-20 santimetre ayrılması ise tehlikeye davetiye çıkartıyor.

     

    İçinde Roman vatandaşların yaşadığı tarihi binanın günden güne dökülmesi yanında yandaki binadan ayrılarak sağa doğru yattığını gören mahalle sakinleri, bölgedeki esnaflar ve söz konusu yolu kullanan araç sahipleri Değişim Muhabirlerine konu ile ilgili şunları söyledi;

    “Tarihi bir ev olduğu söylenen bu ahşap binada oturan çingeneler var ama evin her tarafı dökülüyor. Üstelikte bu yıl yan yattı. Yoldan geçen insanların ve araçların üstüne düşmesi içten bile değil. Tehlike resmen geliyorum diyor, kimse kılını kıpırdatmıyor”

     

    Kdz. Ereğli Belediyesi’nin de bu sorunu bir an önce çözerek mahalle sakinlerini ve esnafları bu sıkıntıdan kurtarması bekleniyor. Öte yandan aynı caddede bulunan tarihi bir bina yıkılarak eski sistemine göre yeniden yapılıyor.

    Değişim Medya, 24.10.2007

    TARİHİ NAİB HAMAMI HİZMETE GİRDİ

     

    Gaziantep'te tarihi Naib Hamamı, Avrupa Birliği'nden (AB) sağlanan finansal destekle restore edilerek hizmete açıldı.

    Naib Hamamı'nın hizmete açılması sebebiyle düzenlenen törene Vali Süleyman Kamçı, Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürü Orhan Gündüz ve davetliler katıldı.

     

    Müzeler Genel Müdürü Orhan Gündüz, Türkiye'de tarihi ve kültürel varlıklara sahip çıkılması konusunda restorasyon seferberliği yaşandığını belirtti. Gündüz, "Kültürel varlıklara sahip çıkma adına önemli yatırımlar ve çalışmalar yapılıyor. Biz de Bakanlık olarak Gaziantep'teki bu tür çalışmalara destek olduk, bundan sonra da destek olmaya devam edeceğiz. Zeugma'dan başlamak üzere Karkamış antik kentini de kültür turizmine kazandırmayı planlıyoruz" dedi.

    Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey de GAP Bölgesi Kültürel Mirası Geliştirme Programı çerçevesinde "Gaziantep Kalesi ve Çevresi Koruma, Düzenleme, Turizm Geliştirme Projesi'nin tamamlandığı kaydetti. Proje kapsamında, Naib Hamamı, Tarihi Kahvenin Restorasyonu ve Geleneksel Binanın Butik Otel Renovasyonu çalışmalarının sonuçlandırıldığını ifade eden Güzelbey, şunları söyledi:

    "Bu projeler öncelikle kültür varlıklarının korunması ve yaşatılmasında önemli katkı sağlamıştır. AB desteği ile gerçekleştirilen projelerle, Gaziantep'in simgesi haline gelmiş yapılar, birer sanat eserine dönüştürülmüş ve yeni nesillere, hem sosyal hem de kültürel değerler olarak büyük bir miras kazandırılmıştır. Belediye olarak Gaziantep'te sahip çıkılmayan tarihi ve kültürel dokuya sahip çıktık. Gaziantep'in kaderini değiştirecek projeler yürütüyoruz. Gaziantep'te sanayi dışında yeni bir gelir kapısı daha olacak."

    Konuşmaların ardından AB'den sağlanan finans desteği ile restorasyonu tamamlanan tarihi Naib Hamamı'nın açılış kurdelesi kesilerek hizmete sokuldu.

    haberler.com, 24.10.2007

    KAYIP KENT 'ERZEN' BULUNDU





    Batman ikinci bir antik kente kavuşuyor. Batman'ın Kozluk İlçesi, Oyuktaş Köyü, Yeşilyurt mezrasında bulunan ören yerinde yüzey araştırması yapan tarihçiler, Hasankeyf ile ayni döneme ait antik kent Erzen’in kalıntılarına ulaştı.

     

    Antik kentin 2008 yılında devam edecek yüzey araştırması ve somut delillerin toplanmasının ardından 2009 yılında yapılacak arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılması hedefleniyor. Kentin ortaya çıkarılmasının ardından Hasankeyf ‘ten sonra ikinci antik kente kavuşacak olan Batman’ın önemli bir turizm kenti olması bekleniyor.

     

    Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde "Kayıp Bir Ortaçağ Başkenti Erzen’in Tarihi ve Arkeolojik Yüzey Araştırma Projesi" kapsamında, çalışmalarını sürdüren tarihçiler, söz konusu yerin kayıp kent ‘Erzen’ olduğu yönünde bulgular elde ettiklerini açıkladı.





    13. yüzyıl ortalarında söz konusu şehri ziyaret eden meşhur İslam coğrafyacılarından İbn Şeddad’ın zikrettiği balıklı havuzdan yola çıkan tarihçiler, yüzeyde hali hazırda açıkça görülebilen bir takım kalıntıların, Dilmaçoğulları'nın başkentinin, yani 12. ve 13. yüzyıl kaynaklarında tasvir edilen Erzen’in burası olması gerektiğini kuvvetle telkin ettiğini ileri sürdü.

     

    2 yılı kapsayan projenin 2007 yılı dönemi 10 günlük ikinci etap çalışmasının tamamlandığını belirten Çevik, "İki dönem yapılan çalışmalarda, şehrin yazılı kaynaklarla bize ifade edilen yerde olduğunu tespit ettik. Balıklıgöl ve diğer yüzey buluntuları ile kabaca şehrin sınırları bu ilk etap çalışmada tespit edildi. 2007 yılı için toplanan veriler, envanter ve etüt çalışmaları olarak ikiye ayrıldı. Bu veriler önümüzdeki çarşamba günü Diyarbakır Müzesi'ne teslim edilecektir." dedi.

     

    Arıca, ‘kentle aynı kaderi paylaşan ve bu dönem yüzey çalışmasını yaptığımız kale ve köprüde de yoğun bir yüzey çalışması yapacağız. Bütün bu buluntuların neticesinde projenin bize verdiği süre içerisinde tahmin ettiğimiz verilerin toplanması neticesinde, asıl şehrin bütün sınırlarıyla, mimari yapılarıyla tam olarak ortaya çıkarılması için 2009'dan itibaren bakanlığın vereceği izin doğrultusunda bir arkeolojik kazı istenecek ve böylece şehrin tamamı ortaya çıkartılacak." diye konuştu.

     

    01 Ocak 2007 tarihinde başlayan proje çalışmalarında, İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı,  Prof.Dr. Salim Cöhce, Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Adnan Çevik, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden, Yrd. Doç. Dr. Sadi Kucur, Muğla Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Görevlisi Çetin Çelebi ile Muğla Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Dairesi Başkanlığından Araştırıcı Kürşad Erişti görev alıyor.

    Batman Gazetesi, 23.10.2007



    ******


    KAYIP KENT 'ERZEN' İÇİN TANITIM TOPLANTISI YAPILDI

     

    Batman'ın Kozluk İlçesi Oyuktaş Köyü'nde yapılan kazılarda ortaya çıkan antik kentin, Artuklular´dan sonra en uzun ömürlü ikinci Türkmen beyliği olan Dilmaçoğulları´na başkentlik yaptığı belirtildi.





    Batman Hotel Turhan'da yapılan Erzen Antik Kenti'nin tanıtım toplantısına Vali Dr. Recep Kızılcık, antik kent yüzey araştırma grubu başkanı İnönü Üniversitesi öğretim görevlisi Prof.Dr. Salim Cöhce, Muğla Üniversitesi'nde görevli Yrd. Doç. Dr. Adnan Çevik, öğretim görevlisi Dr. Çetin Çelebi, uzman Kürşad Erişti, Marmara Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Sadi Kucur, il müdürleri ve tarihseverler katıldı. Prof.Dr. Salim Cöhce toplantıya katılanlara antik kent hakkında bilgi verirken, Yrd. Doç. Dr Adnan Çevik ise bugüne kadar yapılan yüzey araştırmaları ve antik kentin tarihçesi hakkında katılımcıları bilgilendirdi.

     

    Kozluk İlçesi Oyuktaş köyü Yeşilyurt mezrasında yüzeysel araştırmalar sonucu ortaya çıkan 'Erzen' isimli tarihi kentin Ortaçağ'da bölgenin en büyük başkenti olduğunu söyleyen Çevik, "Yaptığımız yüzey araştırmaları sonucunda ortaya çıkan ve elde edilen bulgular doğrultusunda kayıp bir başkentin olduğunu gördük. 'Erzen' ismiyle bilinen yerin dışında bulunan ve Ortaçağ'ın en büyük başkenti olarak nitelendirdiğimiz Erzen, İslam Erzen'idir. Bu kent, yerleşim alanı itibariyle Diyarbakır'dan bile büyüktür. Çalışmalarımız aralıksız olarak devam edecektir" dedi.

    Batman Gazetesi, 24.10.2007

    DİVRİĞİ DEV ADIM ATACAK

     

    Geçtiğimiz hafta Divriği İlçesi'nin Türkiye turizmine kazandırılması amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü'nden temaslarda bulunmak amacıyla gelen ekip, gerekli incelemeleri yaparak önemli kararlar aldı.

    Konu ile ilgili bilgi aldığımız İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yetkilileri Divriği ile ilgili bakanlık ekibinin gereken tüm incelemeleri büyük bir özenle yaptıklarını belirterek, “İlçenin turizm ve kültür mevzuaatının planlı gelişimi başlığı altında yapılan etkinlik oldukça olumlu geçti. Bakanlık ekibi, Divriği ilçesinin turizm potansiyeli hakkındaki eksiklikleri ve yapılabilecekleri yerinde inceleyerek, bizlerden de gerekli bilgileri aldı. Temaslar neticesinde elde edilen bilgiler bakanlık tarafından oluşturulacak bir eylem kitapçığı ile yayınlanacak. Divriği’nin turizme kazandırılması ile ilgili öne sürülen eylem planı ise şöyle; Divriği kalesinin tarihi yapısına uygun restore edilmesi, konakların pansiyon ve kafe tarzı olarak ele alınarak dinlenme tesisi haline getirilmesi, sarı çiçek yaylasının bitki zenginliği açısından zengin oluşunun en iyi biçimde değerlendirilmesi, Divriği Çaltı havzasının dünya turizmine kazandırılmasını ve açılmasını sağlamak, Çamşıh yöresi kültürünün ayakta tutulmasını sağlamak, yemeniciliği ön plana çıkararak, yemeniciliğin yaşamasını sağlamak, Divriği Alatlı yöresel pilavının mutfak kültürüne kazandırılması ve tanıtılması ve ulaşım sorununun giderilerek otel, restorant, dinlenme tesisi gibi çalışmaların hayata geçirilmesi için gerekli çalışmaların başlatılması konuları üzerinde duruldu” dedi.

    Görüşülen bu konuların sadece aşama olarak düşünüldüğünü ve bizzat uygulamaya geçilmeyeceğini de vurgulayan yetkililer, bu konuların üzerinde uzun bir zaman çalışılacağını da dile getirdiler.

    Sivas Hürdoğan, 23.10.2007

    SİNAN'IN GÖLGESİNDE ESRAR TARLASI

     

    Uyuşturucu kaçakçıları sınır tanımıyor. İstanbul Alibeyköy'de Mimar Sinan'ın yaptığı su kemerinin yamacında esrar üretmeye yarayan dişi hintkeneviri yetiştirildiği ortaya çıktı.

     

    Sinan'ın İstanbul'a su taşımak için dere üzerine yaptırdığı Mağlova Su Kemeri'nin çevresi, hint keneviri tarlasına dönmüş durumda. Bir spor salonunda antrenörlük yapan S.A.'nın tesadüfen ortaya çıkardığı gerçek, polisleri bile şaşkına çevirdi. Arkadaşıyla birlikte spor yapmak için ormana gittiğini anlatan S.A. şöyle konuştu: "Arabamız, çamura saplandı, yardım bulmak için ormanın içinde ilerliyorduk. Ağaçlıkların içinde, uzunca bitkiler gördük. Etrafları diğer yabancı otlardan arındırılmış bir vaziyetteydi. Hatta kökleri çapalanmıştı, sulamada kullanılan pet şişeler ise hala oralardaydı. Gördüklerimizin Hint keneviri olduğunu anladık." Zehir tacirlerinin keneviri korumak için ormanda gizli yere kulübe yaptıkları da ileri sürülüyor.

    Bugün, Haber: Osman Asıltürk, 23.10.2007

    GÜNEY AFRİKA'NIN İLK 'KUMSAL' TOPLAYICILARI

     

    Güney Afrika’da, Pinnacle Point’de bulunan bir mağarada ele geçen deniz kabuklusu kalıntıları ilk insanların denizden beslendiğini ortaya çıkardı. Araştırmacıların verdikleri bilgiye göre buluntular yaklaşık 164.000 yıllık.





    Arizona Üniversitesi’nden Erin Thompson “Bulduğumuz yegane şey çöptü, dolayısıyla bu çöple ne yaptıklarını anlamaya çalıştık. Tüm malzeme, mağaranın yan duvarına kaynamış durumda ve 50 cm derinlikte idi. Bu, onbinlerce yılın kalıntısı olmalı” dedi.





    Ekip mağara içinde yaklaşık 15 ayrı tür deniz kabuklusunun pişirilmiş kalıntılarını buldu. Çoğunluk midye idi ama arada hayvan kalıntıları da vardı. Mağarada aynı zamanda aşı boyası yapımında kullanılan bir tür taşın kırıkları da bulundu. Mağara duvarlarında bu boya ile yapılmış herhangi bir resim olmadığından, araştırmacılar bu boya ile ilk insanların vücutlarını boyandıklarını düşünüyorlar.





    Homo sapiens’ lerin Afrika’da dolaşmaya başladıkları en erken tarihlere uzanan bu buluntular birçok açıdan çok önemli. Kabuklu deniz hayvanlarını yiyebilmek için kullanılan taş aletler de diğer bir önemli buluntu grubu. Mağarada ele geçen en ilginç buluntu ise bir balina kemiği. Bu kemik ile ilgili olarak Erin Thompson “Tabii ki balina avlamıyorlardı ama sahilde ölü bir balina bulunca tadına bakmış olabilirler” dedi.

    BBC, 17.10.2007

    DARA'DAN ANTİK ÇAĞ MOZAİKLERİ ÇIKTI

     

     

    Mardin'de bulunan 7 bin yıllık Dara Harabeleri'nde antik çağa ait tarihi mozaikler bulundu. Antik mozaiklerin Gaziantep'te ortaya çıkan Zeugma mozaiklerine benzediği belirtildi.

     

    Halk arasında zindan olarak bilinen 40 metre derinliğindeki mekan temizlendi, açık hava tiyatrosu ve kaya evlerin bulunduğu alanlarda gerçekleştirilen kazılarda ise askeri garnizon, şehrinin erzak ve silah depoları ile kaya mezarlar gün yüzüne çıkarıldı. Alanı ziyaret eden Vali Mehmet Kılıçlar, kazı ekibinin ortaya çıkardığı MS 6. yy'a ait olduğu tahmin edilen şemsiye motifli mozaiği inceledi. Vali Kılıçlar, Dara'nın Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Aspendos'u olduğunu belirtti.

     

    1986 yılından beri kazı çalışmalarını sürdürdüklerini söyleyen Prof.Dr. Metin Ahunbay, ödeneklerin bu yıla kadar yetersiz olduğunu belirtiyor. Ahunbay "Bu yıla kadar ödeneklerimiz oldukça kısıtlı ve azdı. Kazılarımızı istediğimiz şekilde yapamıyorduk. Bu yıl Mardin Valisi Sayın Mehmet Kılıçlar'ın desteklerini gördük. Yıl içinde kazıda sezon çalışması olarak amacımıza ulaştık. Dara 1,5 km2'lik alan üzerinde kurulu. Etrafında kazı yapılması gereken alanlar var. Kazı uzun yıllar alacak. Son olarak 6. yy'a ait olduğunu tahmin ettiğimiz süslü bir mozaik bulduk." dedi.

    Zaman, Haber: Şeyhmus Edis, 23.10.2007

    BURSA'YA GİDENLER BU MÜZEYİ GÖRSÜN

     

    Emekli tiyatrocu, Deliler Köyü'ndeki baba evini müzeye çevirdi. Dağ köyündeki müze evde, 125 yıllık tarihi tüfek, 80 yıllık kömürlü ütü ve delikli kuruşlara kadar müzelerde dahi olmayan çok sayıda eser sergileniyor.

     

     

    Bursa'da, Devlet Tiyatrosu'ndan emekli olan Mustafa Kavakçı, yıllardır topladığı eski eşyaları evinde sergileyerek tarihle iç içe yaşıyor. Yaklaşık 400 parça eşyanın bulunduğu evde 125 yılla kadar uzanan eski eşyalar duvarları süslüyor. Küçük Deliler Köyü'nde yaşayan 70 yaşındaki Mustafa Kavakçı'nın müze evinde, Çanakkale Savaşı'ndan kalma 125 yıllık tüfekten, 100 yıllık sürahiye, 80 yıllık kömürlü ütüden, 70 yıl öncesi kullanılan delikli kuruşa kadar birçok eski eşya müze titizliğinde sergileniyor.

    Uzun yıllar köyünden uzak yaşadığını ve emekli olup baba evine geri döndüğünde geçmişten birçok şeyin kaybolduğunu belirten Kavakçı, şunları söyledi: "40 yıl önce köyden Bursa'ya giderken gördüğüm birçok gelenek ve günlük eşya geri döndüğümde yok olmuştu. Ben de onardığım eski taş evimi topladığım eşyalarla süsledim. Çevre köylerde ve Bursa'nın çeşitli yerlerinde bulduğum eşyaları evimde topladım. Yaklaşık 400 parça tarihi eşyayı evimde muhafaza ederek, geçmişi yad ediyorum. Çanakkale Savaşı'nda gazi olan dedemin 125 yıllık tüfeğinden, evimizde kullandığımız 80 yıllık eski sürahilere, tarımda kullanılan karasaban gibi eski aletlerden, 70 yıl öncesi kullanılan delikli kuruş paralara kadar birçok eseri burada muhafaza ediyorum."

    Evinin dış cephelerini eski tarım aletlerini asarak süsleyen Kavakçı, "Evin dışını görenler kapımı çalmaktan kendini alamıyor. Bu sayede birçok dostum oldu. Herkesten olumlu tepkiler alıyorum. Buradaki eşyaların çoğunu kendi imkanlarımla topladım. Ömrümün yettiği kadarıyla bu eşyaları koruyacağım. Ben öldükten sonra çocuklarım bu evi korumayacak olursa, bu eşyaların tümünü Devlet Tiyatrosu'na bağışlamalarını vasiyet ediyorum" diye konuştu.

    Bugün, 23.10.2007

    ÇOCUK KRAL ARABA KAZASINDA ÖLMÜŞ

     

    Mısır'ı 3000 yıl önce yöneten çocuk kral Tutankamon'un ölümünün ardındaki giz çözüldü.

     

    Bilim adamları, Tutankamon'un birçok kişinin düşündüğü gibi öldürülmediğini, av sırasında savaş arabasından düşerek öldüğünü belirttiler. Tutankamon'un 1922'de arkeolog Howard Carter tarafından lahdinin bulunmasının ardından mumyasının 1968'te röntgen cihazından geçirilmesiyle birlikte kafatasında bir çöküntü fark edilmiş ve kafasına vurularak öldürüldüğü düşünülmüştü.


    Ancak gelişen tıp cihazları sayesinde yeniden çekilen ayrıntılı röntgenlerde yapılan incelemeler sonucunda Tutankamon'un ölmeden hemen önce bacağının kırıldığı tespit edildi. Mumya üzerinde son yapılan incelemeler ise çocuk kralın atlı arabada ava çıktığında arabadan düşüp bacağını kırarak kan zehirlenmesinden öldüğünü ortaya koydu.

    Milliyet, 23.10.2007

    DEFİNE AVCILARI İŞBAŞINDA

     

    Manisa İl Kültür Müdürü Erdinç Karaköse, Manisa genelinde 2007 yılı içinde 13 kaçak, 6 adet de izinli kazı yapıldığını bildirdi.


    Karaköse, Manisa'da 2007 yılında, 6'sı izin almak suretiyle 13'ü ise kolluk kuvvetleri tarafından tespit edilmiş izinsiz yürütülen toplam 19 define kazı çalışmasının yapıldığını söyledi. Define bulmak amacıyla hareket eden kişilerin "boş yere zaman ve para harcadığını" ifade eden Karaköse, "Üç yıllık görev sürem boyunca Manisa'da define bulan olmadı" dedi.


    Karaköse, kendilerinin denetim ve kontrolünde Manisa'da resmi kanaldan yapılan sondaj kazısı ve çeşitli araştırma kazıları yapıldığını belirterek, şunları söyledi: "Yıl içerisinde Manisa'da bu amaçla tarihi ve kültürel varlıklarımızın ortaya çıkarılması amacıyla çok sayıda kazı gerçekleştirilmektedir, ancak bunun dışında kanunlara aykırı olarak Kültür Varlıklarını Koruma kanununa muhalefet eder şekilde, define amaçlı yapılan kazılar da maalesef yapılıyor. Bu define kazılarından da bir şeyler bulunamıyor. Bu tür kaçak kazı yapan vatandaşlarımız kanunen suç işlemiş oluyorlar."


    Kayıtlara girmeyen kaçak define kazılarının da olduğunu belirten Karaköse, kaçak kazı yapanların büyük bir bölümünün yakalanarak adli makamlara sevk edildiğini kaydetti. "Bir umut peşinde koşan" define avcılarına seslenen Karaköse, şöyle dedi: "Vatandaşlarımız böyle şeylere cüret etmesinler. Kendilerini de sıkıntıya sokmasınlar. Bu tür kazılar hem tarih zenginliğimizin bir şekilde sorumsuzca tahrip olmasına yol açmaktadır hem de kazıya kalkışanlar açısından hukuksal sorunlar doğmaktadır. Define konusunda çok somut tespiti olan varsa gelip resmi kanaldan müracaat etmesi daha doğru ve yerinde olacaktır."

    Haber Ekspres, 23.10.2007

    ÇALINAN ESERİN BEDELİNİ PERSONEL ÖDEYECEK

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, 96 müzeden 66'sında sayım ve teftiş yaptırdı. Eksik bulunan konulara ilişkin olarak soruşturmalar açıldı.

     

    Bir buçuk yıldan beri müfettişlerin denetiminde devam eden sayım ve teftiş işlemleri sonucunda 16 bedel ödetme, beş görev değişikliği, dört adli ve idari soruşturma, iki tutuklama, iki uyarma ve üç kınama cezası uygulandı. Uşak Arkeoloji Müzesi'nden, Karun Hazineleri'nin en değerli parçası Altın Kanatlı Denizatı Broşu'nun sahtesiyle değiştirilerek çalınmasından sonra bakanlık tarafından, ilk kez bütün müzelerde sayım ve teftiş yaptırılmaya başlandı. 2006 Mayıs ayında başlayan sayım ve teftişler için müzelerde bakanlık müfettişleri denetiminde 235 uzman personel çalıştı. İki aşamalı çalışmalarda bir yandan müzenin genel teftişi yapılırken bir yandan da farklı müzelerin uzmanlarından oluşan komisyonlar eserleri inceledi. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün, 96 müze müdürlüğü ve bunlara bağlı 91 birimde teftiş ve sayım çalışmaları bittiğinde, sonuçları kamuoyuna ayrıntılarıyla açıklayacaklarını söyledi. Genel Müdür Düzgün, "Müzelerimiz, tarihinde ilk defa koleksiyonlarında bulunan eserlerin envanter defterlerindeki bilgilerle karşılaştırılarak, orijinal olup olmadıkları da tespit edilecek şekilde sayım yapılmak üzere müfettişler tarafından denetlemeye tabi tutulmaktadır. Daha önceki yıllarda, görülen lüzum üzerine sadece küçük çaplı çalışmalar yapılmıştı. Eser sayımları ise her yıl ocak ayı sonunda müze müdürlüklerince yapılmakta, sonuçları genel müdürlüğümüze iletilmektedir." dedi.

     

    Uşak'ta Karun Hazineleri'nde yer alan nadide parçalardan Kanatlı Denizatı Broşu geçtiğimiz yıl sahtesiyle değiştirilerek çalınmıştı. Olayla ilgili başlatılan soruşturma çerçevesinde 4 ilde, Uşak Arkeoloji Müzesi Müdürü Kazım Akbıyıkoğlu'nun da aralarında bulunduğu 10 kişi gözaltına alınmıştı.

    Zaman, Haber. Melik Evren, 23.10.2007

    'TARİHİ ESER' HİLESİYLE DOLANDIRICILIK YAPTILAR

     

    Bolu'nun Gerede İlçesi'nde, dolandırıcılık yaptıkları iddiasıyla 2 kişi yakalandı.

     

    Edinilen bilgiye göre, B.Ş. ve H.K., Bolu'nun Gerede İlçesi'nde yaşayan Ramazan K.'nın tarlasına sahte tarihi eser sakladı. Daha sonra tarla sahibi Ramazan K.'ya "Tarlanda tarihi eser var. Çıkartalım sen de ortak ol" dediler. Bunun üzerine Ramazan K., B.Ş. ve H.K. ile tarlasını kazımaya gitti. Yapılan kazıda, daha önceden saklanan tarihi eserler çıkarıldı. B.Ş. ve H.K., çıkarılan tarihi eserlerin çok değerli olduğunu, Ramazan K.'nın ortak olabilmesi için para vermesi gerektiğini söylediler. Ramazan K., 3 bin dolar, 1.000 Euro ve 300 YTL'yi iki kişiye verdi.

     

    Ramazan K., daha sonra davranışlarından şüphelendiği kişileri polise şikayet etti. Polis ekipleri, B.Ş. ve H.K.'yı 01 GA 181 plakalı otomobil ile TEM Otoyolu'ndan İstanbul istikametine kaçarken yakaladı. Zanlıların üzerinde ve arabada yapılan aramada, Ramazan K.'nın verdiği para ve sahte tarihi eserler bulundu. Bolu Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından yakalan B.Ş. ve H.K., ifadeleri alınmak üzere Bahçelievler Polis Merkezi'ne getirildi. Zanlıların ifadeleri doğrultusunda bir kişinin daha yakalanması için çalışma başlatıldığı öğrenildi.

    Zaman, 22.10.2007

    HIDIRLIK TABYALARI RESTORE EDİLECEK





    Osmanlı-Rus ve Balkan Savaşları sırasında Edirne'nin savunulması amacıyla kentin çevresinde inşa edilen 23 tabya aslına uygun olarak restore edilerek gün yüzüne cıkarılacak.

    Edirne Valisi Nusret Miroğlu, Edirne savunmasında kullanılan Hıdırlık Tabyaları'nın onarılarak, günümüze kazandırılması gerektiğini belirtti. Miroğlu, Yıldırım Mahallesi'ndeki Hıdırlık tabyalarında 2005 yılında yapılan arkeolojik araştırma kazılarıyla karargah binası ve savunma mekanlarının ortaya çıkarıldığını, ancak sonlandırılan bu çalışmanın yeniden başlatılması gerektiğini söyledi.

    Hıdırlık Tabyaları'nın kentin tarihiyle özdeşleştiğini ifade eden Miroğlu, bu tabyaların onarılması için ilgili yerlere girişimlerde bulunduklarını bildirdi.

    Osmanlı-Rus ve Balkan Savaşları sırasında Edirne'nin savunulmasıamacıyla kentin çevresinde 23 tabya inşa edildiğini belirten Miroğlu,günümüzde tarım arazisi içinde bulunan tabyaların bir bölümünün amac dışında kullanıldığını ifade etti. Miroğlu, "Tabyalar, mermilere dayanacak taş ve tuğladan yapılaraküzerleri toprakla örtülmüştür. Tabyaların giriş ve çıkış bölümlerininyanı sıra gözetleme ve havalandırma pencereleri de bulunmakta. Hıdırlık Tabyaları da bunlardan biri" dedi.

    Edirne savunmasında kullanılan Hıdırlık tabyalarının onarılarak,günümüze kazandırılması gerektiğini bildiren Miroğlu, şunları kaydetti:"Hıdırlık Tabyaları'ndan başlayarak, diğer tüm tabyalar onarılmalı. Çünkü tarih burada yatıyor. Çanakkale'deki tabyalar onarılmış. Edirne'dekiler de onarılmalı. Edirne'de onarılan Buçektepe tabyaları bugün Şükrapaşa Anıtı ve Müzesi olarak faaliyet göstermekte. Her yıl burasını çok sayıda yerli ve yabancı ziyaret etmekte. Burayı ziyaret eden öğrenci ve halkımızda tarih bilinci oluşmakta. Hıdırlık Tabyaları Buçektepe Tabyaları'ndan daha büyük. "Araştırmacı yazar Oral Onur da Edirne'deki tabyaların 1877-78 yıllarında topraktan yapımına başlandığını ve daha sonra bunların taştan ve tuğla olarak yapıldığını bildirdi.

    Edirne'nin kutsal bir şehir olması ve savunma sırasında düşmanın eline geçmemesi için tabyaların inşa edildiğini anlatan Onur, geçmişte kenti savunma amacıyla kullanılan tabyaların günümüzde kültürel amaçlı kullanılacak hale getirilmesi gerektiğini söyledi.

    Yeni Şafak, 22.10.2007

    ERMENİSTAN'DA TÜRK TÜRBELERİ KADERİNE TERK EDİLDİ

     

    Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Derneği Başkanı Yrd.Doç. Dr. Savaş Eğilmez, Ermenistan Cumhuriyeti Tarihi ve Kültürel Anıtları Koruma Kurulu elemanlarının 2000 yılında yaptıkları yüzey araştırmasında şimdiye kadar literatürde bulunmayan iki Türk türbesi ile büyük bir Türk mezarlığı ortaya çıkardıklarını belirterek, Karakoyunlular'a ait olduğu belirlenen türbe ve mezarlıkların acilen restorasyon ve onarımdan geçirilmesi gerektiğini belirtti.

     

    Eğilmez, yaptığı açıklamada, Karakoyunlular'a ait iki türbe ve mezarlığın Ermenistan'ın Siunik Marz eyaletinin Goris Bölgesi içinde Kornidzor ve Khndzoresk köyleri arasında bulunduğunu ifade etti. Türk mezarlığının yaklaşık 45 hektarlık alanı kapsadığını anlatan Eğilmez, mezarlığın merkezinde ise iki türbenin bulunduğunu belirterek, şunları söyledi: ''Bu türbeler tamamen sarımtırak kireç ve gri bazaltın çözünürü ile süslenip inşa edilmiş. Birinci türbe sekiz silindir üzerinde yükselmekte. 2. türbe de ilk türbenin 7-8 metre güneyinde bulunmaktadır. Yapıda bulunan blokların tamamı çeşitli hayvan, bitki ve geometrik şekillerle süslenmiş. Kullanılan malzeme içinde beyaz kireç ağırlıkta. Yapının altıgen duvarları yukarı doğru çıktıkça derece derece daralıyor. Bu duvarlar yassı kalıplardan oluşan sade bir pervaz ile taçlandırılmış.''

     

    Türbede bulunan Arapça yazıtta çok net olmamakla beraber 15. yüzyılın güçlü hükümdarlarından Karakoyunlu Yusuf'un isminin bulunduğunu anlatan Eğilmez, şöyle devam etti: 'Türbe çok dikkatli düşünülerek, büyük boyutta ve orijinal kompozisyonda inşa edilmiş. Tasvir edilen hükümdarlık sembollerine ve duvarına stilize edilen Yusuf yazısına bakıldığında bu mezarın Karakoyunlu Hükümdarlığı'nın kurucusu Kara Yusuf'a ait olduğu hipotezi ileri sürülse de tarihi kaynaklara göre Kara Yusuf Tebriz'de iken aniden hastalanarak bu şehrin güney doğusunda üçüncü konak olan Said Abad'a gelindiğinde öldüğü ve Erciş'e götürülerek orada gömüldüğü bilinmektedir.''

     

    Müslüman mezarlığın bulunduğu yerin geniş plato ve çok verimli bir bölge olduğunu, at ve sığır yetiştiriciliği için ideal özelliklere sahip olduğuna dikkat çeken Eğilmez, ''Bu bölge büyük bir ihtimalle Kuzey Ermenistan'da Karakoyunluların yazlık ikametgahlarından biriydi. Bu büyük mezarlığı ortaya çıkaran Ermeni uzmanların bir bölümü ilk türbenin Karakoyunlu kabilesinin ilk hükümdarı Kara Yusuf'un oğlu Pir Budak'a ait olduğunu ileri sürmekteler'' dedi.

     

    Üzeri hükümdarlık alametleriyle donatılmış büyük türbelerin Karakoyunlu hanedan üyelerine ait olduğu yorumunu yapan Eğilmez, şöyle devam etti: ''Bu türbeler, Türkmenistan içindeki ve dışındaki önemli insanların mezarları üzerindeki yapıtların en tipik örneklerinden. Ortaçağ Türkmen mimari örnekleri olan türbeler büyük oranda varlıklarını koruyabilmişler. Ama yer yer harap olan kısımların acilen restorasyon ve tamirata ihtiyacı var. Bu türbelerin bulunduğu mezarlıkta ünlü Türkmen askerlerinin defnedildiğini düşünüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti nasıl Akdamar Adası'ndaki Ermeni kilisesini restore edip onardıysa Ermenistan da bu türbeleri onarmalıdır. Ermenistan'daki diğer Türk kültür varlıkları gibi bunların da ortadan kaldırılmasına izin vermemeliyiz. Türbelerin onarımı için dernek olarak kampanya başlatacağız.''

    Erzurum Gazetesi, 22.10.2007

    TARİHİ KARS TABYALARI TURİZME KAZANDIRILACAK

     

    Osmanlı’nın 1800’lü yılların sonunda Rus ve Ermeni saldırılarını önlemek için yaptırdığı tarihi Kars tabyalarının günümüze ulaşan kısımları, turizmin hizmetine kazandırılacak. Kars Valisi Mehmet Ufuk Erden, Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu ve Müze Müdürü Necmettin Alp ile Kars Kalesi civarındaki 23 tabyadan Kerim Paşa Tabya, Karadağ Tabya, İnönü Tabya ve Arap Tabyaları’nda incelemede bulundu. Burada bir açıklama yapan Vali Erden, “Bu bölgeyi ayağa kaldırıp turizme kazandırmak istiyoruz” dedi.


    Erden, “1064’de Anadolu’ya giren atalarımızın giriş kapısı olan Kars, tabyalar şehri olmayı tamamen hak eden bir ilimizdir. Mevcut envanteri çıkardıktan sonra buraların projelendirilmesi, projelendirildikten sonra da imkanlar ölçüsünde buraları ayağa kaldırarak turizme açmak, kültürel değerlerimize sahip çıkmak için bir teşebbüs içinde olacağız. ” diye konuştu.

    1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşları sırasında yapılan tabyaların, Rus ve Ermeni saldırılarını önlemek amacıyla 1. Dünya Savaşı sırasında sayısı artırıldı. Kars’ta 23 tabya bulunuyor. Bunlardan 14’ü büyük ölçüde tahrip olmuş vaziyette, 10’u da sağlam bir şekilde günümüze ulaştı. Kars Tabyaları arasında İnönü, Karadağ, Hafız Paşa, Arap, Gaziler, Kerim Paşa, Kanlı, Cenup, Çukur, Fevzi Paşa, Hüseyin Paşa, Kerim Paşa, Yusuf Paşa, Thomson, Dik, Veli Paşa, Şimendifer, Çakmak, Çifte Gögüs, Muhlis Paşa, Churcil, Süvari ve bugün üzerinde Veteriner Fakültesi’nin bulunduğu Çim tabyalar bulunuyor.

    Türkiye Gazetesi, Haber: Bedir Altunok, 22.09.2007

    ARKEOLOGLAR KAÇAKÇILARIN HIZINA YETİŞEMİYOR





    Bodrum'daki Antik Pedasa Kenti, tarihi eser kaçakçıları tarafından yağmalandı. "Kaçakçılar bu bölgede bizden daha çok kazı yapıyor, daha hızlı davranıyor" diyen Karya Araştırma Merkezi Başkanı Prof.Dr. Adnan Diler, tek bekçinin görev yaptığı antik yerleşimin koruma altına alınması gerektiğini söyledi.


    Gümüşlük Akademisi Vakfı tarafından Bodrum Ticaret Odası'nda düzenlenen 'Pedasa Antik Kenti, Lelegler, Karyalılar ve Yarımadanın Kültürel Zenginliği' konulu konferansa konuşmacı olarak katılan Prof.Dr. Diler, Pedasa Antik Kenti'nde 8 yıldır kazı çalışmalarının başkanlığını sürdürdüğünü belirtti.


    Prof.Dr. Diler, 450 metre rakımlı Gökçeler Dağı'nda MÖ 1500 yıllarında kurulan ve Leleg Krallığı'nın başkenti ve en önemli ticari merkezlerinin başında gelen Pedasa Antik Kenti'nin, kayıp uygarlık Atlantis gibi dünya tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu söyledi.


    Karia bölgesinin en önemli sekiz kentinden biri olan Pedasa Antik Kenti'nde, geçtiğimiz yıllarda ünlü Athena Tapınağı'ndaki bir sütun çalınmış, yaklaşık üç bin yıllık olduğu belirtilen ve koruma altına alınan Leleg Çeşmesi de, sütunlarıyla birlikte götürülmüştü.

    Pedasa Antik Kenti'nin dünyanın ortak mirası olduğunu ve burada yapılan kazı çalışmalarıyla Leleg, Karya ve Yunan adalarındaki medeniyetlerin ortak noktalarının bulunduğunun anlaşıldığını belirten Prof Dr. Diler şöyle devam etti: "Yaklaşık 200 hektarlık bir alana yayılan antik kentte başlattığımız kazı çalışmalarına ekonomik güçlükler nedeniyle yılın 12 ayı devam edemediğimiz gibi, tarihi mirasımızı korumakta da büyük güçlük çekiyoruz. En yeni teknolojik cihazlarla antik kenti talan eden tarih yağmacıları ve kaçakçılar maalesef şu ana kadar arkeologlardan daha çok kazı yapıp daha çok eser çıkarmış durumda. Yani kaçakçılar bizlerden çok daha hızlı çıktı. Bu nedenle Bodrum'da birçok konuda organize olamayan sivil toplum örgütleri en azından, tarihi, kültürel mirası korumak için bir araya gelmeli ve dünyanın en önemli kültür hazinesinin bulunduğu antik kenti koruma altına almanın yolunu aramalı. www.definem.com internet adresinden dahi eserlerin pazarlamasını yapan, define aramada pratik bilgiler vermeye başlayan definecilerin bizden hızlı davranması nedeniyle ileride gün ışığına çıkaracak eser bulamayacağız."
    Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 22.10.2007

    SÜLEYMANİYE DE TARTIŞMALI FİRMAYA





    Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü'nce ihaleye çıkılan Süleymaniye Camii'nin restorasyonu işini Beyoğlu İstiklal Caddesi'ndeki çalışması tartışma yaratan Güryapı A.Ş. kazandı. İhaleden elenen Atelye Mim Tasarım'ın sahibi Münir Alparslan, yaptıkları Ayasofya Müzesi restorasyonunun yeterlilik için kabul görmediğini belirterek, "'Orası müze, cami değil' denilerek ihaleden elendik" dedi.


    Marmara depreminde zarar gören ve statik yapısında sorunlar yaşanan Süleymaniye Camii'nin restorasyonu için Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü 9 milyon 600 bin YTL tahmini bedelle ihaleye çıktı. Caminin statik yapısını sağlamlaştırma, kubbe, çatı, dış duvarlar dahil onarımı için çıkılan ihalenin şartnamesine katılımcı firmalar için daha önce cami restorasyonu yapma şartı konuldu.
    Atelye Mim Tasarım A.Ş isimli firma da 1992 - 1994 yıllarında Ayasofya Müzesi ve bağlı binaların onarım işini referans olarak göstererek ihaleye katıldı ancak Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü şirketin yeterliliğini şu gerekçeyle kabul etmedi: "İş deneyim belgesinde ve Kurul kararında, yapılan iş, Ayasofya Müzesi ve bağlı binaların onarım işi olup, belge müze restorasyonu olarak verilmiştir. İhale şartnamesinin 15.4 maddesinde benzer iş olarak 1. Grup Taşınmaz Kültür Varlığı Camii' uygulama işi istendiğinden belgenin müze uygulama işi olması nedeniyle yeterli görülmemiştir"


    Öte yandan restorasyon işini 7 milyon 100 bin YTL'ye Güryapı İnşaat Taahhüt Turizm Sanayi ve Dış Ticaret A.Ş. üstlenirken, İhaleden elenen Atelye Mim Tasarım'ın sahibi Münir Alparslan, ihalenin önceden kime verileceğinin belli olduğunu iddia etti. Alparslan şöyle konuştu: "Ayasofya gibi dünya mirasına girmiş yapıyı restore ettik ama kabul görmedi. Diğer yandan Piyalepaşa Camii'nin restorasyonu bitmemesine rağmen, geçici kabulle Güryapı yeterli görüldü. Belli ki iktidara yakın bu firmaya ihale verilecek. Bizi de elemek için bahane buldular."


    İstiklal Caddesi'ni baştan başa Çin granitiyle kaplayan firmanın çalışması tartışma yaratmış, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da firmayı uyarmıştı. Tartışmalar sonucu granitler sökülmüş ve Eyüp Sultan'a döşenmişti. Şirketin sahibi Hasan Gürsoy, Tayyip Erdoğan İstanbul'a belediye başkanı seçildiğinde ANAP'tan İl Genel Meclisi'ne girmişti.
    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 22.10.2007

    KARUN'UN LANETİ BU KEZ SPOT IŞIĞIYLA GELDİ

     

    Efsaneye göre ünlü Lidya Kralı Kroisos (Karun) zenginliği nedeniyle Rabb'ine karşı küstahlaşınca hazineleriyle birlikte toprağa gömülmüştü. Hazineyi arayanların da aynı lanetten etkilendiği iddia edilmişti. Uşak Müzesi'nde bulunan hazinenin bazı parçaları da spot ışıklar altında tutulduğu için gittikçe kararıyor.





    Türkiye'den yurtdışına kaçırılan ve uzun bir mücadeleden sonra geri getirilerek Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun Hazineleri uygun ortamda korunmuyor. Sık sık hırsızlık olaylarıyla karşı karşıya gelen Karun Hazineleri, korozyona uğradığı için gittikçe kararmalara maruz kalıyor. İki yıl önce Zaman'ın gündeme getirmesiyle uzmanların tamir ettiği eserler yine aynı yöntemle sergilenmeye devam ediliyor. Fotoselli aydınlatma yöntemiyle sergilenmesi gereken eserler, spot ışıkları altında tutuluyor.

     

    Konuyla ilgili olarak AKP Uşak Milletvekili Nuri Uslu, Uşak'a yeni müze yapılmasının şart olduğunu söylüyor. Karun Hazineleri'nin uygun ortamda sergilenmediği yönünde bilgiler aldığını ifade eden Uslu, yetkililerin yeni müzeye ihtiyaç olduğunu kendisine ilettiğini kaydetti. Bunun için girişimlerde bulunan Uslu, Gar Müzesi projesi için çalışmaların devam ettiğini söyledi.

     

    Trakya Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Sümer Atasoy ise "Eserlerin belli bir ısıda durması lazım. Eğer siz sabahtan akşama kadar ışık yakıp, müze kapandığında ışıkları kapatırsanız eserler soğuyor. Bir sıcak bir soğuk olunca eserler etkilenir. Vitrinlerde devamlı değişmeyen ısı kullanılır. Yani bir sıcak bir soğuk olursa o kararmalar olur. Bu tedbirleri almak lazım." dedi. Uşak'taki eserleri görmediği için bir şey bilmediğini belirten Atasoy, Avrupa müzelerindeki eserlerin fotoselli aydınlatma ile korunduğunu söyledi. Türkiye'de Topkapı, Dolmabahçe, İstanbul Arkeoloji, Ankara Anadolu Medeniyetleri, Efes ve özel müzelerde (Sabancı, Rahmi Koç gibi) bu yöntemin kullanıldığını belirten Prof.Dr. Atasoy, Türkiye'de bütün müzelerde bu sistemin olmadığını söyledi.

     

    İki yıl önce kararmayı ortaya çıkaran Zaman'ın haberinden sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından görevlendirilen uzmanlardan Mihrican Kılıç ve Ayşenur Seyrek, Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen Karun Hazinesi'ni bakımdan geçirmişti. Uzmanlar 11 adet eserin bakımını yapmıştı. Üç tanesinde bozulma gözlenmiş, bunlardan biri İstanbul'a götürülerek laboratuvar ortamında tamir edilmişti.

     

    Uşak Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen eserlerin durumu, yaşanan tecrübelere rağmen düzelmedi. Müzede yer sıkıntısından dolayı onlarca eser üst üste istiflenmiş durumda. 2007 yılı verilerine göre müzede Karun Hazineleri, çeşitli dönemlere ait sikke, arkeolojik eser, mühür ve etnografik eser sayısı 39 bin civarında. Yer problemi yüzünden bunların sadece 10'da biri sergileniyor. Müzenin içi, dışı ve depoları tarihi eserlerle dolu. Tarihi taş ve anıtlar, müze bahçesinde açık havada, doğa şartlarına terk edilmiş bir şekilde bekliyor. Teşhir alanı sadece tamamı sergilenmeyen Karun Hazineleri'nin sergilenmesi için bile yeterli değil.

    Zaman, Haber: Melik Evren, 22.10.2007

    TARİHİ TABİP HASAN PAŞA CAMİİ RESTORE EDİLECEK

     

    Çanakkale'nin Eceabat İlçesi'ne bağlı Kilitbahir Köyü'nde bulunan tarihi Tabip Hasan Paşa Camii restore edilecek.
    Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan ihalenin tamamlandığını belirten yetkililer, 17. yüzyılın sonu ile 18. yüzyılın başlarında saray tabipliğinden sürgün edilerek Eceabat'ın şu an olmayan Elpeden Köyü'ne yerleşen Tabip Hasan Paşa tarafından yapılan cami restore edileceğini söyledi. Yetkililer, "Tabip Hasan Paşa sürgün edildikten sonra Elpeden köyünde çıkan bir hastalığın ardından Kilitbahir köyüne geçip buraya yerleşmiş. Ardından da burada bu camiyi yaptırmış. Cami köyde yapılan camilerin sonuncusu olma özelliğine sahip. Küçük bir mescit durumunda olan caminin minaresinin mütevazı görünüşü, mihrabı, kubbedeki İhlas suresi, kayda değer en önemli bölümlerini oluşturuyor. Yaklaşık 10 yıl önce restore edilen tarihi camide zamanla hasarlar meydana geldi. Tekrar restore edilmesine karar verildi. Balıkesir Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından ihale edilen Kilitbahir Tabip Hasan Paşa Camii'nin restorasyonuna kısa sürede başlanacak ve 70 gün içinde tamamlanacak" dedi.

    haberler.com, 22.10.2007

    YUNANİSTAN UNESCO BAŞKANLIĞI'NI DEVRALDI

     

    Yunanistan, 62 yıldır ilk defa 16 Ekim Salı günü UNESCO başkanlığını devraldı.

     

    Ülkenin UNESCO büyükelçisi, Paris'te düzenlenen 34. genel konferansta oybirliğiyle örgütün başkanlığına seçildi.

    Southeast European Times, 22.10.2007

    SANAT ÇAĞDAŞ MI, GÜNCEL Mİ?

     

    Yakında bitecek olan İstanbul Bienali sırasında en çok duyduğumuz, kullandığımız kavramlardan biri oldu 'çağdaş sanat' ya da 'güncel sanat'. Kimilerine göre ikisi de aynı şey, ama özellikle 'güncel'i tercih edenlere göre önemli bir fark var. Nedir bu fark? sorusunun yanıtını Platform Güncel Sanat Merkezi'nin yöneticisi Vasıf Kortun'un blog'undaki bir yazıda bulduk. Kortun şöyle yazıyor: "Çağdaş sanat ve sanatçının aksine güncel sanat ve sanatçı, modern cumhuriyet projesini sürüklemiyor. Modern ve çağdaşın iç içeliği/ geçişliliğinden bir kırılma bu. Güncel sanat, gelecek tasarlamakla uğraşmıyor, burada ve şimdi ile ilgili." Yani mesele epey ideolojik.


    Konuyla ilgili farklı kuşaklardan küratör ve sanatçıların görüşlerine başvurduk. Herkesten yanıt alamadığımızı, kimilerinin bu tartışmaya katılmak istemediğini belirtelim. Aldığımız yanıtlardan bazıları bunu yapay bir ayrım çabası olarak görürken bazıları da Kortun'dan aktardığımız çerçevenin içinde durdu.

     

    Güncel ideolojiden arındırılmış
    Ali Akay (Küratör):
    Çağdaş sanat II. Dünya Savaşı sonrasında özellikle 1960'larda Pop Art döneminde kullanılmaya başlanan bir tanımdı. Sanatı 19. yüzyılda başlayan modern sanatlardan ayırmaktaydı. Güncel sanat ise 'art actuel' anlamında kullanılmakta ve şimdiki zaman içinde kullanılan malzemelerle yeni bir estetik rejimine gönderme yapmaktadır. Çağdaş sanatlardaki anlam ve işaret merkezli imaj kullanımına karşı güncel sanat imajları birbiri arkasına sıralayarak imajın yüzeyindeki söylenen ve görüneni aynı anda gösterir.


    Bu tanım Türkiye'de özel bir yere sahip olarak yeniden kullanılmaktadır ve 'contemporary' yani 'çağdaş' anlamına karşılık verilmektedir de. Bu şekilde ideolojik bir projenin parçası olan çağdaşlaşma projesinin dışında güncel sanat olarak kullanımı bu yapıyı bozmaktadır. İdeolojiden arındırılmaya çalışmaktadır. Bu kullanım sanatı bürokratik devlet merkezli olmaktan çıkarıp daha seküler bir kamusal alana taşımaktadır.
     

    Çağdaş beni irkiltiyor
    Adnan Yıldız (Küratör):
    Beni sanatın başına takılan eklerden ziyade, daha çok sanatın dahil olduğu yeni bağlamlar ve yeni disiplinler ilgilendiriyor. Tanım olarak 'güncel fizik' ya da 'çağdaş matematikle' ne kadar ilgiliysem, güncel/çağdaş sanatla da o kadar ilgiliyim. Ama 'çağdaş' derken sanata konmak istenen ideolojik şapka beni irkitiyor, 'contemporary'nin illa bir karşılığı olacaksa, güncel olsun ki; sanat bugünümüze, giderek kayganlaşan siyasi zemine ve gündelik-politik olana daha çok entegre olsun; en azından siyaseten doğru bir gramer olarak.
     

    Güncel sanat kullanılmalı
    Övül Durmuşoğlu (Küratör):
    Mesele aslında Türkçe'de 'modern' ve 'contemporary' karşılığının aynı kelimeyle ifade edilmesinden kaynaklanıyor. Bu doğrudan modernlik deneyimimiz üzerine kafa karışıklığımıza işaret ediyor bence. Bugünün sanat üretimi için 'güncel sanat' kullanılmalı, çünkü meselesini günün kendisinden alıyor, günün bilgisini farklı metotlarla yeniden üretiyor, günle birlikte güncelleniyor.
     

    'Her zaman' sanat olsun
    Beral Madra (Küratör):
    İngilizceden gelen 'Comtemporary art'ın bizde tam sözcük karşılığı 'hemzaman'. Bu durumda 'hemzaman sanat' dememiz gerekiyor. Bunun yerine güncel ve çağdaş kullanıldı. Bu kayma anlam kaymasına neden oluyor. 'Hemzaman' dediğimizde bizim yaşadığımız zaman içinde tanık oldumuz sanat anlamına geliyor. Günümüzdeki düşünceyle birlikte giden sanat. Fakat 'güncel sanat' günümüze ait demek ve içinde geçicilik çağrışımı var. Bugün var, yarın yok. Çağdaş deyince işin sınırları genişliyor. 21. yüzyıla girdiğimizde bu yılın sanatı mı, yoksa 20. yüzyılın sanatı mı? Bizde çekişkili bir terim kullanımı var. Keşke 'hemzaman sanat' yerleşmiş olsaydı.
     

    Çağdaşı küçümsüyorlar
    Levent Çalıkoğlu (Küratör):
    Güncel sanat, şimdi, şu an, kendi zamanına dokunan, hızlı tepkiler veren, kendi zamanının sosyo-politik problemlerini açık bir anlatım ve temsiliyet olarak görünür kılan ve tepkisel bir tavırdan güç alan her türlü alternatif ifade tarzı olarak işlev görüyor. Çağdaş sanat ise, modernizm ve geç modernizme ait sorunlar üzerine düşünen, sanatın tekrar eden imaj değil, dönüştürülen bir imge olduğuna inanan bir sanat izlenimi doğuruyor. Ya da bizde kullanıldığı şekliyle böyle bir ayrım öngörülüyor. Ben bu ayrımın kolaycı ve klişeleri çoğaltmak isteyen bir bakıştan kaynaklandığını düşünüyorum. Güncel sanat özellikle politik olduğunu ve üslup sorununa odaklanmadan dünya sorunları hakkında konuşmaya kalkıştığını söylese de, pek çok çağdaş sanatçının işinde de aynı problemler mevcut. Her iki duruma uygun işler ve sanatçılar mevcut olsa da bu tip bir ayrımın, hiyerarşileri belirginleştirmek, çağdaşı küçümseyip günceli övmek adına istismar edildiğini düşünüyorum. Şimdinin kolaycılığı ve 'ben yaptım oldumculuğu' sıkıcı olabildiği gibi, çağdaş sanatın sırf kendine gönderimli sanat anlayışı da bugünün dünyasında inanılmaz anlamsız kaçabiliyor. Dolayısıyla bu tip bir ayrım bence sadece pratik bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor, yoksa iyi sanat ve sanatçıyı zaten bu iki kelimenin sınırlarına hapsetmek olanaksız.
     

    Güncel'in son kullanma tarihi ne?
    Ömer Uluç (Sanatçı):
    Tırnakiçileşmiş ve nesnelleşmiş olarak 'Güncel Sanat' diye bir şeyi hiç duymadım. Dışardaki dostlarıma sordum, onlar da bilmiyorlar. 'Ne iyi, nerelere gelmişsiniz' diyorlar. Bence bu kavram Türkiye'de, bizde imal edildi. Diyelim ki Fransızcada 'la mode actuelle', İngilizcede 'art today' denebilir. Bunlar 'güncel sanat'ın dayatmacı iddiasını taşımayan, gündelik kullanımda olan terimler. 'Contemporary', "Contemporain'ın karşılığı ise 'Çağdaş'... 'Güncel' dendiğinde son kullanma tarihini sormak gerekiyor. Çünkü bakarsınız kullanılmaz bir hale gelmiştir. Bu arada ne video, ne enstalasyon, ne resim, ne şu ne bu, hiçbirine karşı değilim. Ne de bir estetik ideoloğuyum... Bunların hepsinde pek çok, pek çok kötü işler yapıldı. Ancak ne yazık ki kültürler piramitler gibidir. Gerçekten önemli işler piramidin tepesine doğru giderek azalır. Günümüz de kötü çağdaşlıklarla dolu... Bence burada kültürel globalleşmenin etkisi büyük. Dertleri herkesi aynı kalıba, hizaya sokmak, düzenlemek... Ayrıca ben 'çağdaş' diye, mağara, Mısır, Afrika, Uzakdoğu, Doğu, Gotik vs. vs. sanatları içinde ışığını koruyan, radyum diyeceğim o özel ışığı koruyan işlere diyorum. Bence bu ışık, bu radyum yalnızca sanatta değil, doğanın derinliklerinde de var. Bu gittikçe görülecek. Yeryüzünün mucizesi de budur.

    Yer edinmeye çalışıyorlar
    Mehmet Güleryüz (Sanatçı):
    Bu iki tabir ucu başı belirsiz bir hal aldı. Güncel sanatla, çağdaş sanat iç içe kavramlar. Güncel sanatı özenle ayırma yaklaşımında başlangıç noktaları son derece kaba kesimlerle ayrılıyor. Ben bu ayrımın sağlıklı olduğu kanısıda değilim. Şöyle bir sınıflandırma yapılıyor. Güncel sanat en önde ve en avangard soruları soran bir yaklaşım gibi gösteriliyor. Amaç birazcık da yer edinme sorunu. Güncel sanat şu anlamda kendini ayırıyor. Bugün güncel sanatın bütün dayanakları bence daha geride kaldı. Bu ayrımları kesin ayırmak imkanı yok.

    Radikal, Haber: Müjde Yazıcı, 21.10.2007

    MÜZEYE HEDİYE EDİLEN SERGİYE 'İADE' AYIBI

     

    Alman Gerda Henkel Vakfı'nın Muğla Müzesi'ne hediye ettiği 100 bin euro değerindeki Prehistorik Kaya Resimleri Fotoğraf Sergisi'nin iade edilmek istendiği öne sürüldü. İade girişimine salon yetersizliği gerekçe gösterilirken, Beşparmak Dağları'ndaki antik kaya resimlerinin fotoğraflarını çekerek dünyaya tanıtan Alman arkeolog Annelise Pechlow, Muğla'da gösterilen yaklaşımı şaşkınlıkla karşıladığını söyledi.





    Milas'ta 1971 yılından bu yana kazı ve araştırmalar yapan Pechlow, 1994 yılında antik dönemdeki adı Latmos olan, Beşparmak Dağları'nda tarih öncesi kaya resimlerini keşfetti. Batı Anadolu'da benzerleri bulunmayan 9 bin yıllık resimler üzerinde çalışan Pechlow, 170 kaya resmi tespit etti. 13 yıl bu resimler üzerinde çalışan arkeolog, aile ilişkilerini anlatan kaya resimlerini tek tek fotoğrafladı. İtalya, Fransa ve İngiltere'deki müzelerde ve İstanbul'da sergilenen Pechlow'un tüm eserleri Muğla Müzesi'ne hediye edildi.


    Ancak iddiaya göre Muğla Kültür ve Turizm İl Müdürü Osman Murat Süslü, müze yetkililerine "Serginin bulunduğu salonu taş eserler salonu haline getireceğiz. Alman Vakfı'na söyle, resimleri alıp götürsünler" dedi.


    Eserlerin iade edilmeye çalışılmasına çok şaşırdığını belirten Pechlow, "Türkler kendi kültürel hazinelerine sahip çıkmalı. İade etme isteğini çok anlamsız buluyorum" diye konuştu. Süslü ise "Uygun salonumuz yok. Üstelik çok yer kaplıyor. Bu konuda eser sahibinden teknik destek istedik. İade etmek istemiyoruz, sadece üst kata taşımak istiyoruz. Gerek olursa kaldırırız" dedi.

    Milliyet, Haber: Ahmet Bayrak, 21.10.2007

    AŞK ÇEŞMESİ'NE KIZIL SALDIRI

     

    İtalya'nın başkenti Roma’da ’Trevi’ diye bilinen Aşk Çeşmesi vandalların kurbanı oldu. Eylemciler, turistlerin dilek çeşmesi olarak kullandığı havuzun suyunu kızıl yaptılar.

    Kendilerini Aşırı Sağcı Fütürizm Harekatı militanları ilan eden 2 kişi çeşmeye kırmızı boya attıktan sonra kaçtı. Saldırganlar, basına yolladıkları bildiride, bu yıl ikincisi yapılan Roma Film Festivali için belediyenin harcadığı 15 milyon Euro’yu hayır işlerine ayırmadığı gerekçesiyle bu eylemi düzenlediklerini söylediler. Roma Belediye Başkanı Walter Veltroni, 4 saatte temizlenerek eski haline getirilen Aşk Çeşmesi’ne yapılan bu saldırı Roma’ya bir hakaret olarak algıladıklarını açıkladı.

    Hürriyet, Haber: Reha Erus, 21.10.20007

    MANİSA'DAKİ KAZILARDA 144 TARİHİ ESER BULUNDU

     

    Manisa'da Ağlayan Kaya mevkisinin alt tarafında bulunan Gülgün Hatun Hamamı'nın restorasyonu ve kazı çalışmaları sırasında 144 tarihi eser bulundu. Eserlerin büyük bölümünün çalışma sırasında zarar gördüğü bildirildi.

     

    Alınan bilgiye göre, Gülgün Hatun Hamamı'nda Vakıflar Genel Müdürlüğünün ihaleyle bir üstlenici firmaya verdiği restorasyon ve buna bağlı kazı çalışmalarında ilk etapta Osmanlı dönemine ait hamam malzemelerinden oluşan 44 esere rastlandı. Bu eserler, Manisa Müze Müdürlüğü'ne bildirildi. Yetkililerin incelediği eserler, müzenin kayıtları arasına alındı.

     

    Bir arkeoloji uzmanının da nezaret ettiği restorasyon ve kazı çalışmalarının bir başka etabında ise birkaç gün içinde 100 tarihi esere daha rastlandı. Kırık ve tahrip olduğu görülen eserler de müze kayıtlarına girdi.

     

    Manisa Kültür ve Turizm Müdürü Erdinç Karaköse, son bildirilen 100 tarihi eserin üzücü bir şekilde kırılmış ve hırpalanmış olarak müze müdürlüğüne teslim edildiğini belirtti. Durumu Kültür ve Turizm Bakanlığına yazıyla bildirdiklerini kaydeden Karaköse, şunları söyledi:

     

    ''Bakanlığımızdan gelecek talimatlar doğrultusunda bu konu ile ilgili gerekli işlemleri yapacağız. Bunlar belki bir inceleme konusu olacaktır. Elimize kırık ve hırpalanmış olarak geçen yaklaşık 100 hamam araç ve gereçleri için yeniden derlenip derlenemeyeceği konusunda da çalışma yürütülecektir.''

     

    Bu eserlerin bir kısmının eskiden kırılmış olduğunu, bazılarının ise kazı ve çıkarılması sırasında zarar gördüğünü düşündüklerini, uzmanların görüşünün de bu doğrultuda olduğunu belirten Karaköse, bakanlıktan gelecek görüş doğrultusunda gereken çalışmanın yapılacağını kaydetti. Osmanlı dönemine ait hamam araç ve gereçlerinden oluşan 144 parça tarihi eser, Manisa Müze Müdürlüğü'nde bulunuyor.

    Turizm Gazetesi, 20.10.2007

    OSMAN GAZİ'NİN SALINCAĞININ KURULDUĞU "MIZIK ÇAMI" KORUMA ALTINDA

     

    Domaniçte bulunan, Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin salıncağının asıldığı rivayet edilen ve 1200 yaşında olduğu sanılan mızık çamı, koruma altında bulunuyor.

    Domaniç Belediye Başkanı Yakup Yardımcı, yaptığı açıklamada, Domaniç'e 2 kilometre uzaklıktaki Domur köyü yakınında bulunan ve karaçam türünde olan mızık çamının 1980 yılında hayati fonksiyonlarını tamamen yitirdiğini, 1988'de esen şiddetli bir rüzgar neticesinde de yıkıldığını söyledi.

     

    Devrilmesi sonucunda çürümeye yüz tutan çamın verniklenerek düzeltildiğini ve koruma altına alındığını bildiren Yardımcı, üzeri çatıyla kapatılan çamın yapılan incelemelerde yaşının sayılabilen 800, sayılamayan çıra kısmının en az 400 olmak üzere 1200 yaşında olabileceğinin belirlendiğini bildirdi.

     

    Yardımcı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nca 20 yıl önce anıt ağaç olarak tescil edilen ağacın, ilçeye gelen ziyaretçilerin ilgisini çektiğini ifade ederek, şöyle konuştu: “Osmanlı Devleti'ni kuran Osman Gazi'nin bebekliğinde, ninesi Hayme Ana tarafından dallarına salıncak kurularak avutulduğu rivayet edilen ağaç, Osmanlı'nın doğuşuna tanıklık etmesi nedeniyle “Mızık” veya “Beşik Çamı” diye adlandırılmış. Yöre halkı tarafından kutsal sayılan bu ağaç, 11 metrelik boyu ve ahtapotu andıran yaygın kolları ile insanları hayrete düşüren haşmetli görüntüsünün yanı sıra, oldukça ilginç kıvrımları ve doğa harikası estetik görüntülerle bezendiği şekliyle, görenlerin hayal gücünü aşıyor. Bu ağaç aynı zamanda geçmişten günümüze bir köprü görevi görüyor.”

    Tellal Gazetesi, 18.10.2007




    14 - 20 Ekim 2007

    SAHİPSİZ SULTANAHMET





    Osmanlı'nın en ihtişamlı mimari eserlerinden biri olan Sultanahmet Camii'nin ses ve ışık sistemi iflas etti... Camiyle ilgilenen yok. Yetkililer topu birbirine atıyor.

     

    Sultanahmet Camii'nin 30 yıllık ses ve ışık sistemi uzun süredir çalışmıyor. Her yıl mayıs ve eylül ayları arasında gerçekleştirilen gösteriler, bu yıl sistemin bozulması nedeniyle yapılamadı. Osmanlı'nın hatta İslam aleminin en büyük mabetlerinden birisi olan ve dünyanın her yanından turistleri kendisine hayran bırakan Sultanahmet Camii'nin ses ve ışık sistemine sahip çıkan yok. İstanbul Müftülüğü konu ile ilgili açıklama yapmazken Eminönü İlçe Müftülüğü, Sultanahmet Camii Koruma ve İhya Derneği'nin konu ile ilgili bilgi sahibi olduğunu ileri sürdü.

     

    Sultanahmet Camii Koruma ve İhya Derneği yetkilileri, caminin ses ve ışık sisteminin bu yıl içinde bozulduğunu belirtti. Yeni sistemin oluşturulmasını beklediklerini söyleyen yetkililer, Kültür Bakanlığı'nın Ayasofya'yı da içine alacak yeni bir sistem üzerinde çalıştığını kaydetti. Işık ve ses sisteminin çalıştırılmasını iki yıl boyunca Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı (TAÇ)'nın üstlendiğini ifade eden dernek yetkilileri, TAÇ'tan sonra sistemi kendilerinin kullanmaya devam ettiklerini söylediler. Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü de, ses ve ışık sistemiyle ilişkilerinin bulunmadığını açıkladı. Müdürlük yetkilileri, konunun Kültür Bakanlığı'nın sorumluluğunda olduğunu belirttiler.

    Bugün, Haber: Adem Özgüç, 20.10.2007

    "ARKEOLOJİK KAZILARDAN ÇIKAN ESERLER MÜZELERDE ÇÜRÜMEYE TERK EDİLİYOR"

     

    Ege Üniversitesi (EÜ) Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü tarafından, 11. Ortaçağ-Türk Dönemi Kazı Sonuçları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu düzenlendi.

     

    Sempozyumda konuşan Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Rüstem Bozer, kazılardan çıkan birçok buluntunun, yayınlanmadığı için müzelerde çürümeye terkedildiğini söyledi. Yrd.Doç.Dr. Bozer, EÜ Edebiyat Fakültesi konferans salonundaki sempozyumda, "Eğirdir Hanı Kazı Çalışmalarının Ortaçağ Türk Sanatına Katkıları" konulu bir tebliğ sundu. Bozer, "Kazılardan çıkan malzemeleri tarihlendiremediğimiz zaman yayınlamıyoruz. Bunlar müzelerde yıllarca kalıyor. Oysa bulunan her malzemenin yayınlanmasında fayda var." dedi.

    Zaman, 19.10.2007

    KATKI



    KAYIP BİR UYGARLIK


    Beyköy, Frigya platolarında, heryerden yüzlerce kilometre uzakta ve dünyanın yapayalnız bir köşesinde yer alır. Bu köyde, 1876 yılında bir köylünün yaptığı keşif bugün dünyanın yazılmamış en önemli hikayelerinden birisini oluşturdu. Bu köylünün tarlası, altında antik bir şehri barındıran alçak ama geniş bir höyüğün üstünde idi. Tarlayı süren köylünün sabanı bir sabah metal sesi çıkartan bir nesneye çarpar. Çıkan metal parçaları toplayan köylü, bunların üzerinde yazılar olduğunu fark eder.





    Yıllar sonra aynı köyden geçen Amerikalı bilimadamı William M. Ramsay köylülerle sohbet eder. Satın alabileceği, topraktan çıkmış sikkeler ve objeler aramaktadır. Kendisine çıkartılan buluntular arasında üstünde kısa bir yazıt olan küçük bir metal parça vardır. Bunun nereden bulunduğunu sorduğunda kendisine höyüğün üzerindeki nokta gösterilir. Birkaç soruşturma sonunda Ramsay aynı noktadan birçok büyük tablet çıktığını öğrenir. Ne yazık ki hepsi ortadan kaybolmuştur ve nereye gittiklerini de bilen yoktur.

     

    Beyköy bronz tabletleri Osmanlı arşivlerindedir. Bulunan tabletlerin önemini fark eden müze yetkilisi, yazıların çözümlenmeleri ve yayınlanmaları için, bu konuda  dünyanın önde gelen uzmanı Alman bilimadamı Albrecht Goetze’ye başvurur. 1950’lerin sonlarında Yale Üniversitesi’nde çalışan bu profesör yazıtları incelemeye başlar. On yıldan fazla bir süre boyunca çalışır, tercüme eder ve yorumlar. Sonra, bir başka meslektaşını tabletlerin varlığından haberdar eder. Goetze, araştırmasını ve yazılarını, 1971 yılındaki ölümünden kısa bir süre önce tamamlar. Ölümü üzerine bu çalışması hiçbir zaman yayınlanmaz ve Beyköy tabletleri bir sır olarak kalır.

     

    Goetze, bu tabletlerde MÖ dördüncü binden, MÖ sekizinci yüzyıla kadar Anadolu’da yaşamış kralların ve askeri faaliyetlerin listelerini bulmuştu. Bu metinler, bugünün Türkiye’sinin bir zamanlar Firavunlar Dönemi Mısır’ından daha önemli bir uygarlığın beşiği olduğunun ispatı idi. Buna rağmen, bu uygarlık bugüne dek hiçbir şekilde araştırılmadı.

     

    Şimdi, neden Beyköy Tabletleri dünyanın en önemli yazılmamış haberi kabul edilmelidir? Herşeyden önce, Avusturya’da bulunan Buz Adam gibi arkeolojik buluntular çoğunlukla toplumu etkilemekte ve akademik dünyayı rahatsız etmektedir. Öte yandan, Beyköy Tabletleri’nin keşfi çok farklı bir etki yaratacaktır. Bu tabletler, Avrupa Tarihi’ni şu anda kabul edilen ve “Eski Dünya” olarak bilinen sınırlar dışına taşıyacaktır. Bu yüzden, bu tabletlerin bilimsel devrim olarak etkisi ancak Nicolas Copernicus, Charles Darwin ve Siegmund Freud ile karşılaştırılabilir.

     

    Beyköy Tabletleri’nin yayınlanması Batı Dünyası’nın tarihsel öngörüsünü değiştirecek, “Batı Kültürü” denen şeyin aslında 18. yüzyılda yaşamış eğitimli sınıfın anlamsız bir kurgusu olduğunu, Antik Yunan’ın, aslında çok daha eski Asya kültürlerinin Orta Doğu’ya uzanan kollarından ibaret olduğunu ispat edecektir. Bugün, Batı Uygarlığı’nı karakterize eden ve kendi yapısı içinde tarihsel gelişim olarak kabul ettiği; hayvan evcilleştirilmesi ve bitkilerin tarıma alınması, kadın-erkek birlikteliği, yermeşik köyler, toplu yaşam, madencilik, politika ve kosmoloji gibi tüm olguların açıkça Asya merkezli olduğunu kesinleşecektir.


    Eberhard Zangger




    YORUM




    Bu yazı, oldukça saygın bir web sayfası olan ve basılı eserleri de bulunan edge.org'da, 2005 yılında yayınlandı. Her yıl, ortaya attığı ilginç bir sorunun cevabını birçok biliminsanından isteyen edge.org, 2005 yılında “Sizce Şimdiye Dek Yayınlanmamış En Önemli Haber Nedir?” diye bir soru sormuştu ve cevaplardan birisi de, yukarıda okuduğunuz, Eberhard Zangger’in bu yazısı idi. İşin ilginç tarafı, Zangger’in bir şarlatan olmaması. Kendisi, birçok üniversitede çalışmış, makaleleri ve kitapları olan bir araştırmacı.

     

    Bu hikaye doğru olabilir mi? Bazı hata, tarih ve olasılıkları birlikte inceleyelim:

     

    • Yazıda, Eberhard Zangger’in “Amerikalı bilimadamı” olarak bahsettiği, tam ismi ile Sir William Mitchell Ramsay (15 Mart 1851 - 20 Nisan 1939) Glasgow doğumlu, çok tanınmış bir İngiliz arkeolog. Cambridge ve Oxford üniversitelerinde çalışmış, birçok bilimsel makalesi yayınlanmış Zangger’in böyle bir hata yapmış olması gariptir.

     

    • Öte yandan, Ramsey’in, Beyköy’e uğradığı ve bu höyükte Hitit İmparatorluk Dönemi'ne ait hiyoroglif yazıt bulduğu bilinmektedir. Ama bu yazıt metal değil, taştır. Bu ziyaret, 1885 ila 1909 yılları arasında yapılmış olmalıdır, Ramsey bu yıllarda yoğun olarak Anadolu’yu geziyordu.

     

    • Albrecht Goetze (11 Ocak 1897-1971) gerçekten de 1936-65 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde görevlidir ve Anadolu kronolojisi ile ilgili önemli çalışmaları vardır. (“Remarks on the Lists from Alalakh”, IV. Journal of Cuneiform Studies 13/2, 1959 ve “The Kassites and near Eastern Chronology”, Journal of Cuneiform Studies 18/4, 1964)

     

    • Öte yandan, yazıda iddia edildiği gibi, bu buluntuların Goetze’ye gösterilmesi ve onun yorumunun istenmesi bizce pek mümkün gözükmemektedir. Goetze, Türkiye’ye hiç gelmemiştir. Kaldı ki, yazıda iddia edildiği gibi 1876 yılında bulunan yazıtların, aradan 76 yıl geçtikten sonra, 1950'li yıllarda Amerika’da, Yale Üniversitesi’nde çalışan bir profesör tarafından incelenmesini istemek ve bu çalışmayı gizli bir şekilde Goetze’nin tekeline bırakmak bizce oldukça anlamsızdır.

     

    • Yazıda tabletlerin “Osmanlı Arşivi”nde olduğundan bahsedilmektedir. Bu mümkün değildir, çünkü bahsedilen tarihlerde İstanbul Arkeoloji Müzesi kurulmuştur ve bu tabletler, bugünkü ismi ile Başvekalet Arşivi olan, Osmanlı Arşivi’ne değil, müzeye teslim edilmiş olmalıdır.

     

    • 1950'li yıllar Türkiye’de Hititoloji’nin en parlak yıllarıdır. Yazıda “Osmanlı Arşivi” olarak geçen yerin İstanbul Arkeoloji Müzesi olduğunu varsayarsak, bu yıllarda müze müdürü olan Necati Dolunay, o tarihlerde yurdumuzda Sedat Alp’ten, Kurt Bittel’e, Helmut Theodor Bossert’den, Hans Gustav Güterbock’a kadar bu yazıları değerlendirebilecek, dünya çapında şöhretli birçok uzman olduğunu bilen, çok donanımlı bir arkeologtu. Hal böyleyken, Beyköy Tabletleri’nin kopyalarını Yale Üniversitesi’nde Albrecht Goetze’ye göndermesi bize mümkün görülmemektedir.

     

    • Tüm bu yorumların ışığında, Zangger’in yazısında söz edilen ve bugün nerede olduğunun bilinmediğini iddia ettiği esrarengiz Beyköy Tabletleri, bizce, gerçek olmaktan çok uzak bir hayal ürünüdür.

     

    • Kaldı ki, Zangger’in vurgulamaya çalıştığı, Batı Uygarlığı’nın kaynağı olarak Klasik Yunan Uygarlığı’nın gösterilmediği, bu kaynağın Orta Doğu’da aranacağı yepyeni bir tarih yazılması gerektiği tezini savunan birçok araştırmacı ve yazar vardır. Bunlar arasında, tutarlı birçok sebep gösteren ve kapsamlı bir kaynakçaya sahip olan Martin Bernal’ın iki ciltlik “Black Athena”sı başı çeker (Rutgers University Press, New Brunswick, 1987. Kısaltılmış Türkçesi “Kara Atena”, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1998).


    Ali Yamaç

    Fotoğraf: TAY Projesi Arşivi

    BU KİLİSEYİ KURTARANLAR AVRUPA'NIN EN BÜYÜK KORUMA ÖDÜLÜNÜ KAZANDI





    Kapadokya’da bir kayanın içine oyulmuş olan Sarıca Kilisesi’nin restorasyonu, kendi alanında Avrupa’nın en önemli ödülünü kazandı. Tüm-Avrupa Kültür Mirası Federasyonu Europa Nostra’nın verdiği Kültürel Büyük Miras Ödülü’ne böylece ilk kez Türkiye sahip oldu.

    Bu projenin başka bir ilginç yönü var. İlk kez bir turizm şirketi, Vasco Turizm, bir restorasyonun sponsorluğunu üstlendi. Vasco Tur’un aynı zamanda bir felsefe doktoru olan yönetim kurulu başkanı Dr. Yusuf Örnek, geçen hafta ödülü İstanbul’da Europa Nostra Yürütücü Başkanı Dr. Andrea Schuler’in elinden aldı. Onarımdan önce Sarıca Kilisesi’nin sütunları erimeye başlamış, neredeyse tüm dini motifleri kaybolmaya yüz tutmuştu. KA.BA Mimarlık’ın yaptığı restorasyon, tam beş yıl sürdü.

    Kapadokya, yüzyıllar önce insanların kayaları oyarak yarattığı yaşam alanları nedeniyle UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor. Sarıca Kilisesi bu ilginç yapılardan biri. Restorasyonu 1997’de başladı, ancak 2002’de bitirilebildi. Kilisenin orijinal yapısına dokunulmadı, kullanılan doğal malzeme iyileştirildi, sağlamlaştırıldı, üst kayadaki yarıklar ve yapısal çatlaklar onarıldı, sert doğal koşullarının yarattığı tahribat engellendi.

     

    Kilisenin bulunduğu bölge, dünyada eşine ender rastlanan güzellikteki doğal oluşumlar yani peri bacaları ile çevrili. Eski adı Sinasos olan Mustafapaşa beldesinin hemen bitişiğinde. Burası, Asmalı Konak dizisindeki konak sayesinde son yıllarda yeniden şöhrete kavuştu. Vaktiyle Hıristiyan Karaman Türkleri’nin oturduğu Sinasos’un çevresi manastırlar ve irili ufaklı kiliselerle çevrili.

    Hem Sarıca Kilisesi hem de Sinasos Kapadokya’nın tam ortasında yer alıyor. Kapadokya’nın peribacalarının içlerine oyulan ev ve kiliselerle, bunları süsleyen fresklerle bugüne kadar gelen binlerce yıllık bir tarihi var. Burası aynı zamanda ilk Hıristiyanların da yaşadığı yerlerden biri. O dönemde Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı sapkın bir inanç olarak yasakladığı için, önemi daha da artıyor çünkü Kapadokya, baskılardan korunmak ve Hıristiyan öğretiyi yaymak için ideal bir yer. Derin vadiler ve volkanik yumuşak kayalardan oydukları sığınaklar Romalı askerlere karşı güvenli bir alan oluşturuyor. Çok sayıda Hıristiyan sanatçı, mimar ve çiftçi Roma’nın merkez şehirlerinden kaçarak buraya sığınıyor.

    Kapadokya, Hıristiyanlığın Doğu Roma başkentinde yani İstanbul’da resmi din haline dönüşmesinden sonra bir kez daha barınak işlevini yerine getiriyor. Çünkü Bizans başkentinde ikonalar yasaklanınca, bu kez ikonaların kutsal olduğuna inanan Hıristiyanlar soluğu Kapadokya’da alıyorlar. İkona yasağı bir yüzyıldan fazla sürüyor. Kapadokya manastırları bu devirde gelişiyor. Bugün bize miras kalan tarihi yapıların ve ibadet yerlerinin büyük bir bölümü işte o devirde şekilleniyor.

    Bunlardan biri olan Sarıca Kilisesi, Mustafapaşa (Sinasos) yakınlarında, bir kaya kütlesine oyulmuş, Kepez Vadisi’ndeki diğer kaya kiliselere bakan bir tepede. Kilise, Bizans mimarisinde ilk örneklerine IX. yüzyılda rastlanan kapalı Yunan haçı ile üç yapraklı yonca plan şemasının karışımı olarak inşa edilmiş. Zaten kilisenin yapılış tarihi de buna bakılarak tahmin edilebiliyor. Anadolu’da Yunan haçı şemalı kiliseler var. Göreme’deki Elmalı, Karanlık, Hacı İsmail Deresi Kiliseleri de böyle. Duvar resimlerinin özelliklerine de bakılarak bunların 10.-13. yüzyıllar arasında yapıldığı düşünülüyor. Sarıca Kilisesi’nin duvarlarındaki tek renk kızıl kahve aşı boyası ile yapılmış bezemeler var. Gerçi bunlar yeterli ipucu sağlamıyor ama planı nedeniyle bu kilisenin de aynı tarihlerde inşa edildiği tahmin ediliyor. Doğu-Batı doğrultusunda uzanan kilise, naos, narteks ve restorasyon sırasında ortaya çıkarılan mekandan ibaret. Naos, eski mabedlerde iç odaya verilen isim. Kiliselerin ön cephelerinde bulunan giriş bölümüne de narteks deniliyor. Hıristiyanlığın ilk yıllarında bu dine inanmayanlar, ancak nartekse kadar gidebiliyordu. Sadece inananların girebildiği iç oda ise narteksten duvar ya da kolonlarla ayrılmıştı; göz önünde değildi.

    Kare planlı naosun ortasında, dilimli yüksek bir kubbeyi taşıyan dört sütun, doğusunda sadece din adamlarına açık olan, rahibelerin bile giremediği bema yer alıyor. Bu kilisede, koronun arkasında yer alan tonozla örtülü üç "narteks" var. Kubbeli bölümün dik eksenlerinde haç kolları, çapraz eksenlerinde ise köse odaları bulunuyor. Kilise paye ve sütun başlıklarında basit kabartma, kazıma ve sarkıtlardan oluşan mimari plastik bezemeler; duvarlarda, özellikle kemer, başlık yüzeylerinde, doğrudan tüf üzerine işlenmiş kızıl kahve bezemeler görülüyor.

    Proje yatırımcısı Vasco Turizm, Sarıca Kilisesi’nin onarılması için bundan on yıl önce harekete geçmiş. Kültür Bakanlığı’na başvurarak Ağustos 1997’de gerekli onarım izinlerini almış. Projenin hazırlanması bir yıl sürmüş. Anıtlar Kurulu’nca onaylanan projenin uygulaması 2001-2004 yılları arasında yapılmış. KA.BA Mimarlık’ın üstlendiği çalışmalar, Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sacit Pekak ve Arkeolog, Duvar Resmi Koruma Uzmanı Rıdvan İşler danışmanlığında gerçekleştirilmiş. Uygulamaları, Şehir Plancısı Uğur Kangal ve Mimar Zehra Tulunoğlu denetlemiş.

    Sarıca Kilisesi’nin restorasyonu projesi, çeşitli aşamalardan geçirilerek ödül alabildi. Avrupa genelinde 32 ülkeden kültürel mirası korumayı amaçlayan tam 158 proje arasından seçilerek Mimari Mirasın Korunması dalında büyük ödülü aldı. Türkiye, İtalya, Almanya, Belçika, Birleşik Krallık, Fransa ve Romanya’dan 5 projenin kazandığı ödülün diğer kategorileri Kültürel Peyzajın Korunması, Sanat Yapıtlarının Korunması, Kayda Değer Araştırma ve Özverili Hizmet olarak sıralandı.

    Dr. Yusuf Örnek, felsefe doktorası yapmış bir turizmci. Vasco Seyahat Acentası’nın yönetim kurulu başkanı. Kültürel mirasa özel bir ilgi duyuyor. Turizmle kültürel miras arasında doğru bir ilişki kurulursa, bunun turizme de büyük katkısı olacağına inanıyor. Kapadokya’da pek çok kilise var ancak Yusuf Örnek, Sarıca Kilisesi’ni seçmesinin nedenini şöyle anlatıyor: "Kilise yeraltındaydı, yarıklar vardı ve su almaya başlamıştı. Çok büyük bir tehlike altındaydı, yok olmak üzereydi. Bu nedenle kilisenin çok acil olarak elden geçmeye ihtiyacı vardı." Vasco Tur, kültürel mirasa verdiği desteği sürdürüyor. Şimdi de Kayakapı projesini gerçekleştiriyor. Kapadokya’daki bu eski mahalledeki binaları restore ederek, orijinal haline döndürmeye çalışıyorlar. Bu proje de yine KA.BA Mimarlık’la birlikte yapılıyor. Yusuf Örnek "Bu proje de bittiğinde turistlerin çok ilgisini çekecek bir bölge yaratacağımızı düşünüyoruz" diyor. Vasco Tur, kültür turizmine de ağırlık veren, yabancı turistler için Türkiye’de tur düzenleyen bir şirket.

    Hürriyet Cumartesi, Haber: Ersin Kalkan, 20.10.2007

    EVLİYA ÇELEBİ'NİN CAMİSİ YENİDEN İBADETE AÇILDI

     

    Evliya Çelebi'nin seyahatlerine başlamasına vesile olan rüyayı gördüğü mekan olarak bilinen Ahi Çelebi Camii, suyun içinden çıkarılarak ibadete hazır hale getirildi.





    Yaklaşık 20 yıl süren bir terk edilmişliğin ardından 2005 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyonuna başlanan cami yeniden ayağa kaldırıldı. İstanbul'un fethinin ardından Darüşşifa'nın başhekiminin kendi adını vererek yaptırdığı sanılan Ahi Çelebi Camii, 1539 ve 1653 yangınlarında, 1894 depremlerinde ağır hasar gördüyse de ayakta kaldı. Beş asır kapıları açık kalan cami, yıkıcı darbeyi 1980'li yıllarda Haliç çevre düzenlemesi ve yeni Galata Köprüsü kazıklarının çakılması sırasında aldı. Dibe doğru üç metre, Haliç'e doğruysa bir metre kayan camiyi su bastı. Zemini suyun içine doğru kayan, sıvaları dökülen, minaresi yıkılan ve ayakta durabilmesi için çelik kafeslere alınan Ahi Çelebi Camii, sudan 12 ile 40 metre arasında değişen 360 beton kazık çakılarak kurtarıldı. Ayrıca, cami içinin toprak kazısı yapılarak istenen seviyeye ulaşıldıktan sonra tabana mıcır serildi. Tahliye boruları da yerleştirilerek yeraltı suyu ve Haliç'ten gelen deniz suyunun bina dışına aktarılması sağlandı.

     

    Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün 1 milyon YTL'yi aşan bir bütçe ile suyun içinden çıkardığı Ahi Çelebi Camii, genel müdürlüğün prestij yapıları arasında yer alıyor. Tüm Türkiye'de, aralarında cami, türbe, kilise, han, hamam gibi yapıların bulunduğu 2 binin üzerinde restorasyon projesine imza atıldı. Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt, Anadolu toprakları üzerinde pek çok değerli eserin bulunduğunu ve bunların tek tek ayağa kaldırılacağını söyledi. Beyazıt, bugüne kadar ödenek yetersizliği sebebi ile çürümeye terk edilen binlerce eser için yeni kaynak ayrılabildiğini belirtti.

     

    17. yüzyılda yaşayan Türk seyyahı Evliya Çelebi, 'Seyahatname' adlı gezi kitabına, rüyasında Ahi Çelebi Camii'nde görmesiyle başlar. Caminin içinde Hz. Peygamber'le karşılaşan Evliya Çelebi heyecanlanınca 'Şefaat ya Resulallah' yerine yanlışlıkla 'Seyahat ya Resulallah' der. Hz. Muhammed de Çelebi'ye seyahat etmesini, seyahat ettiği yerleri de detaylı olarak yazmasını tavsiye eder. Çelebi de bu rüyanın ardından seyahatlerine başlar.

    Zaman, Haber: Aslıhan Aydın, 20.10.2007

    MÜZENİN REVİZYON ÇALIŞMALARI BAŞLIYOR

     

    Yaklaşık bir yıldan beri sürdürülen İnegöl Kent Müzesi çalışmaları kapsamında, müze için tahsis edilen İshakpaşa Külliyesi yanındaki eski belediye binasının tadilat ve revizyon çalışmaları ihale edildi.

     

    İnegöl Belediye Başkanı Alinur Aktaş, ilçenin tarihine ışık tutacak ve gelecek nesillere önemli bir armağan olarak sunulacak olan Kent Müzesi`nin hayata geçirilmesi yönünde hızlı bir çalışma ortaya konulduğunu söyledi. Şu anda ağırlıklı olarak Kent Müzesi`nde nelerin öncelikli olarak sergilenmesi konusunda çalışmalar yapıldığını vurgulayan Aktaş şunları kaydetti:


    `Kent Müzesi için tahsis ettiğimiz eski Belediye binasının tadilat ve revizyon işi ile ilgili ihaleyi yaptık. Tadilat ve revizyon işini, bu konuda önemli tecrübeye sahip olan mimar Mehmet Parlar`ın da içinde yer aldığı ortak girişim firması 1 milyon 75 bin YTL`ye üstlendi. Tadilat ve revizyon çalışmaları kısa bir süre sonra başlayacak. Şartname gereği işin teslim süresi 240 gündür. Bu güne kadar Kent Müzesi için harcadığımız paranın yüzde 80-90`ını İl Genel Meclisi üyelerinin desteği ile İl Özel İdaresi`nden ve Kültür Bakanlığı`ndan geri aldık.`


    Kent Müzesi`ne hizmet aracı alınması yönün de çalışmalara başlandığını sözlerine ekleyen Aktaş, çalışmaların daha sağlıklı yürütülmesi, görevlilerin sıkıntı çekmelerinin önlenmesi için Kent Müzesi`ne bir adet kamyonet alınmasını istediklerini kaydetti.

    Bursa Olay, 20.10.2007

    ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ YENİ VE ORİJİNAL ESERLERE KAVUŞACAK

     

    Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi'nin (KSÜ) 15'inci kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında, Kahramanmaraş ve civarındaki ressamlar ve heykeltıraşlar tarafından 130 resim ile 27 heykel olmak üzere 157 adet çalışma gönderildi. Güzel Sanatlar Fakültesi ile Güzel Sanatlar Bölümü'nce düzenlenen sergiye gönderilen eserler seçici kurul tarafından değerlendirmeye alındı. Seçilen eserler kurulması düşünülen KSÜ Çağdaş Sanatlar Müzesi'ne kazandırılacak.

     

    KSÜ Çağdaş Sanatlar Müzesi için sergi seçici kurulu tarafından, orijinallik, yenilik, taklit olmama, biçim-içerik dengesi, özgünlük gibi bir sanat yapıtında olması gerekli olan kriterler çerçevesinde eser değerlendirmesi yapıldı. Değerlendirme sonucunda sergi için gönderilen 130 adet resimden 31 ressamın 75 adet resmi sergilenmeye değer bulundu. Gönderilen 27 adet heykelden ise 8 heykeltıraşın 22 adet heykeli sergilendi. Sergilenmeye layık görülen bu resimlerden 19 adedi, heykellerden de 5 adedi satın alma komisyonuna sunulmak üzere 'önerilen eserler' olarak tespit edildi.

    haberler.com, 19.10.2007

    DİYARBAKIR'DA TARİHİ ESER VE KAÇAK SİGARA OPERASYONU

     

    Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince yapılan operasyonlarda, 17 bin 62 karton gümrük kaçağı sigara ve 32 adet tarihi eser ele geçirildi.

    Emniyet Müdürlüğü ekiplerince düzenlenen operasyonlarda, 17 bin 62 adet gümrük kaçağı sigara ile 32 adet tarihi eser olduğu değerlendirilen tabak, heykelcik, vazo, halka, obje, 205 adet metal sikke, 1 adet üzerinde Victoria yazısı bulunan sarı renkli 2.1 cm ebadında metal sikke,1 adet 1.9 cm çapında üzerinde Arapça yazı bulunan sarı renkli metal sikke, 1 adet 1.5 cm çapında üzerinde Arapça yazı bulunan sarı renkli metal sikke, 1 adet 1.5 cmx0.5 mm ebatlarında silindir şeklinde bir tarafında kulp bulunan kolye ucuna benzer sarı renkli metal obje, 1 adet 1.9 cm çapında bir ucu açık sarı renkli metal obje, çok sayıda kırılmış vaziyette cam obje, 1 adet içerisinde tarihi eser ticareti yapıldığına dair bilgiler bulunan ajanda, 1 adet sahte sürücü belgesi, 15 adet üzerinde yabancı yazılar bulunan belge ve banknotlar ele geçirildi. Operasyonlarda gözaltına alınan 9 kişi, adli mercilere sevk edildi.

    haberler.com, 19.10.2007

    BİLECİK'TE TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Bilecik Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele polis ekiplerinin gerçekleştirdiği operasyonlarda, tarihi eser kılıç, tüfek, el yazması kitap ve testi parçaları ele geçirildi.

    Edinilen bilgiye göre, Bilecik merkez ve Pazaryeri İlçesi'nde bazı şahısların tarihi eser kaçakçılığı yaptığı ihbarını alan Emniyet Müdürlüğü ekipleri, 3 aylık çalışma sonucu eş zamanlı operasyon düzenledi. Operasyonlarda Y.T. (35), N.T. (20), R.Ü. (47), S.K. (62), A.Ü. (48) ve B.Ü. (18) gözaltına alınırken, eski dönemlere ait ve üzerinde 1885 tarihi yazılı kılıç, bu kılıca ait kın, eski dönemlere ait tüfek, kapağın sırt ve kenar kısımları deriyle kaplı Arapça el yazmalı kitap ve 5 adet kırık kabartmalı testi parçaları ele geçirildi. Olayla ilgili soruşturma devam ediyor.

    haberler.com, Fotoğraf: Bilecik Kent Haber, 19.10.2007

    545 YILLIK TARİHİ KALENİN DUVARLARINDA İNCİR AĞACI BÜYÜDÜ

     

    1462 yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından Çanakkale Boğazı'nın en dar yerine yaptırılan iki kaleden birisi olan Kilitbahir Kalesi'nin duvarlarında büyüyen incir ağaçları herkesin dikkatini çekiyor.

    Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı'nı ziyaret etmek için Çanakkale'ye gelen yerli ve yabancı turistler, özellikle Kilitbahir Kalesi'ne büyük ilgi gösteriyorlar. Tarihi yarımadada Kilitbahir Köyü'nün içinde yer alan ve 545 yıl önce yapılmasına rağmen halen ayakta duran tarihi kalenin duvarlarına konan kuşların bıraktıkları incir tohumları zamanla büyüyerek ağaca dönüştü. Her yıl biraz daha büyüyen incir ağaçlarının kalenin duvarlarına zarar verebileceğini belirten vatandaşlar 545 yıl ayakta duran tarihi kalenin bu ağaçlarla yıkılmasının önüne geçilmesini isteyerek yetkilileri göreve davet ettiler.

    haberler.com, Fotoğraf: Çanakkale Valiliği, 19.10.2007

    300 KİLOLUK ÇAN BİR YIL SONRA BULUNARAK YERİNE TAKILDI





    Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'ndeki saat kulesinden geçen yıl çalınan 300 kilogram ağırlığındaki 108 yıllık tunçtan yapılma tarihi çan, Afyonkarahisar'da polis ve jandarmanın ortak operasyonu ile bulundu. Çan, eski yerine yeniden takıldı. Çanı, güvenlik güçlerine 750 bin dolara satmak isteyen 4'ü aynı aileden 5 kişi ise suç üstü yakalandı.

     

    Sivhisar'ın simgesi konumundaki saat kulesinden 2006 yılının Aralık ayında çalınan tarihi çanın bulunması için operasyon başlatan güvenlik güçleri, 10 aylık çalışmanın ardından mutlu sona ulaştı.

     

    Alınan bilgiye göre, Eskişehir ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri ile Afyonkarahisar Jandarma Komutanlığı ekipleri, söz konusu çanın Afyonkarahisar'ın Sincanlı ilçesi Bulca köyünde olduğu ihbarını aldı. Söz konusu köye giden güvenlik güçleri, burada çanı ellerinde buludurun 5 kişi ile irtibata geçti.

     

    Söz konusu şahıslarla çanı almak için 750 bin dolara pazarlık yaparak anlaşan güvenlik güçleri, ardından şüpheli Osman Deveci'nin evine ortak operasyon düzenledi. Operasyonda, Sivrihisar saat kulesinden çalındığı belirlenen tarihi çan bulundu.

     

    Operasyon sonucu, Osman Deveci (1955), Gökhan Deveci (1981), Cengiz Deveci (1965), İrfan Deveci ve Özgür Erdik (1979) suçüstü yakanalarak gözaltına alındı.

     

    1915 yılında yaptırılan saat kulesine asılan 108 yıllık tarihi çan, Sivhisara getirilerek yerine takıldı. Sivhisiar İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne gitirilen zanlılar ise ifadelerinin ardından adliyeye sevek edilecek. Olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

     

    Sivrihisar Belediyesi, geçtiğimiz aylarda yaptığı bir açıklama ile 4 yıl önce de çalınmak isteyen ancak hırsızlar tarafından götürülemeyen çanı bulana 3 bin YTL ödül vereceğini bildirmişti.

    TürkiyeTurizm.com, 19.10.2007

    MONA LİSA'NIN KAŞLARININ VE KİRPİKLERİNİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ

     

    Leonardo Da Vinci'nin hala birçok açıdan gizemini koruyan ünlü Mona Lisa tablosunun sırlarından birinin çözüldüğü iddia edildi. Fransız bir mühendis, Mona Lisa'nın resimde gözükmeyen kaşları ve kirpikleri hakkındaki gizemi çözdüğünü iddia etti. Kendi icad ettiği bir tekniği kullanan Fransız uzman, resimle ilgili diğer bazı küçük ayrıntıları da ortaya çıkardığını söylüyor.

     

    ABD'nin San Francisco kentinde bir basın toplantısı düzenleyen Fransız mucit ve mühendis Pascal Cotte, Leonardo Da Vinci'nin, resmi ilk yaptığı zaman Mona Lisa'nın kaşlarını ve kirpiklerini çizdiğini söyledi.

     

    Hakkında birçok gizem bulunan ve birçok iddia ve efsanelerin anlatıldığı Da Vinci'nin ünlü tablosunda Mona Lisa'nın kaşları ve kirpikleri gözükmüyordu. Kaşlar ve kirpikler hakkında da birçok spekülasyon düzenlenmesine sebep olmuş, çeşitli iddialar ortaya atılmıştı.

     

    Hulio Ermida adlı bir jinekolog, Mona Lisa'nın kaçlarının kirpiklerinin olmamasını çirkin ve hasta olmasına bağlamıştı. Ermida, Leonardo Da Vinci resmini yaptığında Mona Lisa 24 yaşında olduğunu ve o dönemlerde bu yaş grubunda pek çok önemli hastalık görülmeye başlandığını belirterek, resmi uzun uzun inceledikten sonra bu hastalıkların birçoğunu bulduğunu öne sürmüştü. Hatta Ermida, kaşların ve kirpiklerinin olmamasının sinirsel bir şok sonucu olabileceğini belirterek, Mona Liza'nın küçük kızını kaybetmiş olması bunun nedeni olabileceğini, hatta saçının da olmadığını ve Leonardo Da Vinci resmini yaptığı sürece peruk takmış olabileceğini iddia etmişti.

     

    Pascal Cotte, tabloyu kendi ürettiği yüksek çözünürlüklü bir video kamera ile yeniden incelediğini söyledi. Buna göre Fransız mühendis, ultraviyole ışınları ile kızılötesini de içeren 13 hafif spektrumlu bir kamera kullanarak 240 milyon pikselli resmi taradı. Sonuçta ortaya her 2,54 santimetresine 150 bin noktanın düştüğü Mona Lisa'nın yeniden üretilmiş bir fotoğrafı çıktı. Cotte, bu fotoğrafla Mona Lisa'nın yüzüne orijinalinden 24 kat büyütülmüş bir fotoğraftan bakabildiklerini kaydetti. Mona Lisa'nın kaş ve kirpikleri ile ilgili sırrı da bu sayede çözdüğünü ifade etti.

     

    "Eğer Mona Lisa'nın yüzünde bir tüy tanesinin bile izini bulsam, Da Vinci'nin Mona Lisa'ya kaş ve kirpik çizdiğini söylemek için kanıt bulduğumu söyleyeceğim" diyen Cotte'ye göre tabloda Mona Lisa'nın kirpiklerinin görünmemesinin sebebi, resmin pikmentlerinin silinmiş olması. Ona göre resmin bu kısımları temizlenmiş veya silinmiş, bu sebeple de kaşlar ve kirpikler yok olmuş olabilir.

     

    Cotte, "Mona Lisa'nın gözlerinin etrafına yakından baktığınızda bazı çatlakların kaybolmuş olduğunu görebiliyorsunuz. Bir küratör veya resim restoratörü gözleri temizlemiş ve bu işlem de kaşların ve kirpiklerin silinmesine yol açmış olabilir" dedi.

     

    Cotte'nin kendi icadı olan kamerası, kaşların ve kirpiklerin yanı sıra resimle ilgili yeni bulgular elde etmesini de sağlamış. Cotte'ye göre Da Vinci'nin Mona Lisa'nın sol eli için yaptığı ilk çizim ila son çizim birbirinden birazcık farklı. Cotte, bunun Mona Lisa'nın kolunun altındaki örtünün duruşunun değişmiş olmasından kaynaklandığını söylüyor. Bugün orijinal resimdeki örtü biraz bulanık olarak gözüküyor ve çok zor farkediliyor; ancak Fransız uzman bu yeni kamera sayesinde kaybolan pigmentleri tespit edebilmiş.

     

    Cotte bu durumu "Mona Lisa'nın kolunun bu şekilde durması, tablo milyonlarca kişi tarafından yeniden üretildikten ve kopyalandıktan sonra ilk kez tespit ediliyor. Ancak kolunu neden bu şekilde tuttuğunu anlamadık. Mona Lisa'nın bileği muhtemelen elindeki örtüyü karnının üstünde tutmak için öyle duruyor. Bu benim için müthiş bir şey, müthiş bir keşif" dedi.

     

    Cotte'nin, resmin sanal olarak yeniden üretilmesi olan bu çalışmasının sonuçlarından biri de elde edilen resmin, tablo daha yeniyken sahip olduğu renkleri gösteriyor olması. Buna göre Da Vinci'nin ünlü modelinin ten rengi hafif pembeye çalıyor. Arka alandaki gökyüzünün rengi ise şimdi koyu gri gözükmesine rağmen daha maviymiş. Cotte'ye göre resmin üzerindeki koyu renkli tabaka da 500 yılık bir geçmişin ürünüymüş.

     

    Cotte, kızılötesi ışınla elde ettiği bulguların fotoğraflarını düzenlediği basın toplantısında basın mensuplarına da gösterdi.

     

    Araştırmacı, aynı zamanda ona Lisa'nın gülüşünün de bugün göründüğünden geniş olduğunu söyledi. Cotte, dolayısıyla Lisa'nın yüzünün de eskiden daha geniş göründüğünü savundu.

     

    Leonardo, ünlü tablosunu 10 yıldan fazla süre yanında taşımış ve ölene kadar da üzerinde çalışmıştı.

     

    Cotte'nin çalışmaları San Francisco'da bulunan Metreon isimli alışveriş merkezinde "Da Vinci: Bir Dehanın Sergisi" adı altında sergilenecek.

    TürkiyeTurizm.com, 19.10.2007

    GÖBEKLİTEPE KAZILARINA İLGİ

     

    TBMM Başkanvekili Eyüp Cenap Gülpınar, dünya tarihi açısından büyük öneme sahip olan Göbeklitepe yapılan kazı çalışmalarının hız kazanması için Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde çalışma yapacağını söyledi.

     

    Şanlıurfa'da bulunduğu süre içerisinde tarihi ve kültürel mekanları da ziyaret ederek incelemede bulunan Gülpınar, son olarak Göbeklitepe'yi ziyaret ederek buradaki çalışmalarla ilgili kazı ekibinden ve gezi sırasında kendisine eşlik eden Kültür ve Turizm İl Müdürü Selami Yıldız'dan bilgi aldı. Gülpınar, "Bütün dünyanın ilgisini çeken ve neolotik döneme ait yaşamla ilgili çok önemli bilgiler aktaran bu antik kentin gün ışığına çıkarılması için ne gerekiyorsa yapılacaktır. Çünkü insanlık tarihinin en az bilgiye sahip olduğu neolotik döneme ait en önemli eserler Göbeklitepe'de yer alıyor" dedi. Göbeklitepe'nin tüm dünya arkeoloji tarihine önemli mesajların ulaştırılacağı bir antik kent olduğunu ve bunun bilinci içerisinde olduklarını vurgulayan Gülpınar, "Burada yapılan kazı çalışmalarının daha hızlı ve seri şekilde gerçekleşmesi için ne gerekiyorsa ben ve meclisteki arkadaşlarım yapacağız. Kazı ekibindeki arkeolog ve işçi sayısının artırılmasından, maddi kaynak desteğine kadar her konuda üzerimize görev düştüğünün farkındayız. Bu doğrultuda Ankara'da Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde girişimlerde bulunacağım" diye konuştu.

    Güneydoğu Medya, 19.10.2007

    HASANKEYF'DEKİ KAZILAR İÇİN 1 MİLYON 132 BİN YTL ÖDENEK AKTARILDI

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Hasankeyf'teki kazılar için 2007 yılında 1 milyon 132 YTL ödenek ayrıldığını, bölgede sistematik kazılar ve yüzey araştırmalarının sürdüğünü ifade etti.


    DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ın Ilısu Barajı ve Hasankeyf'in sular altında kalmasına ilişkin soru önergesine cevap veren Kültür ve Turizm Bakanı Günay, Ilısu Barajı için ne kadar kredi temin edildiği ve barajın ne kadar süre içinde bitirileceği konusunun Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün sorumluluk alanına girdiğini belirtti.


    Hasankeyf kazı çalışmalarının 1980-2003 yılları arasında Mardin Müze Müdürlüğü başkanlığında bilimsel heyetlerin katılımıyla gerçekleştirildiğini hatırlatan Bakan Günay, çalışmaların 2004 yılından itibaren Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam başkanlığında Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsünde devam ettiğini kaydetti. Başbakanlık GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı'nın da Hasankeyf kazıları için önemli miktarda mali destek verdiğini anlatan Günay, bu çerçevede 2004 yılında 478 milyar 500 milyon TL, 2005 yılında 1 milyon 14 bin YTL, 2006 yılında 1 milyon 64 bin YTL, 2007 yılında 1 milyon 132 bin YTL ödenek aktarıldığını bildirdi.

    Turizm Gazetesi, 19.10.2007

    ESKİ ESER OPERASYONU

     

    Kastamonu İl Jandarma Komutanlığı'na bağlı ekipler Merkez Arız Köyü'nde eski eser kaçakcılığı ile ilgili operasyon yaptı.

    Kaçak kazılar sonucu tarihi eser elde ederek satmak için müşteri aradığı haberinin alınması üzerine yapılan operasyonda Roma dönemine ait 34 adet sikke, 2 adet ruhsatsız tabanca ve bu tabancalara ait sikke ve fişek ile birlikte 1 şahıs yakalandı.

    Kastamonu Nasrullah Gazetesi, 19.10.2007

    KÜTAHYA'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

     

    Kütahya'da tarihi eser kaçakçılığı yapan bir kişi, polis tarafından yakalandı.

    Edinilen bilgiye göre, Kütahya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri, Meydan Mahallesi Karaca Sokak'ta H.E. isimli bir şahsın elinde tarihi eser bulunduğu ve satmak için müşteri aradığı istihbaratı edindi. H.E.'nin evinde yapılan aramada 1 adet üzerinde kartal figürü bulunan ve tarihi eser niteliği taşıyan taş ele geçirildi. H.E. gözaltına alınırken, olayla ilgili soruşturmanın sürdüğü açıklandı.

    haberler.com, 19.10.2007

    GALATASARAY LİSESİ'NE 'ARKA BAHÇE' KIYAĞI

     

    Galatasaray Lisesi'nin 526 yıllık tarihi binasının duvarı üzerine yapılan Amerikan tarzı 2,5 katlı çelik binanın inşaatı şikayetler artınca duruyor, daha sonra devam ediyor.

     

    Tarihi binanın iki dış duvarı arasındaki 1. derece SİT alanı ve Hazine arazisi olan arsa üzerinde tarihi duvara beton dökülerek inşa edilen çelik binanın 'kaçak' başladığı, tarihi eserleri korumakla görevli 2 Numaralı Koruma Kurulu'nun izin belgesiyle kanıtlandı.

     

    Tarihi duvarın üzerinde beton kamyonlarını gören çevre sakinlerinin Beyoğlu Kaymakamlığı'na verdiği şikayet dilekçelerinin üzerinde 8 Eylül 2006 tarihi bulunuyor. Bu tarihte yapılan incelemelerde lise yönetimi, inşaatın 'öğrenci kantini' olduğunu ve izin alındığını savundu, ancak belge gösteremedi. Oysa, 2 Numaralı Koruma Kurulu'nun izin belgesinde, inşaatın başladığı tarihten yaklaşık 8 ay sonrasının, 13 Nisan 2007'nin tarihi bulunuyor.

     

    Çevredeki apartmanlarda oturanlar, “Şikayetimiz üzerine lise yönetimi iznimiz var dedi ama inşaatta gündüz çalışma durduruldu. Bir süre beton kamyonları gece gelerek temel inşaatını sürdürdü. Tüm şikayetlere rağmen, hiçbir yetkili kurum kaçak inşaata engel olmadı. Tam anlamıyla bir gecekondu çalışması yapıldı. Ancak Mayıs'tan sonra yine gündüzleri çelik yapıyı monte etmeye başladılar” dediler.

     

    Ancak 'kaçak inşaat' şikayetini içeren 8 Eylül 2006 tarihli dilekçeden, Kurul'dan izin çıkarılan 13 Nisan 2007 tarihine kadar kaçak inşaatla ilgili hiç bir yasal işlem yapılmaması da dikkat çekti.

    İstanbul 2 No.'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu ise İstiklal Caddesi 487 ada 2 parselde bulunan tarihi Galatasaray Lisesi'nin duvarına çelik Amerikan evi yapılmasına hangi gerekçelere dayanarak izin verildiğini açıklamadı. Başkanlığını, İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski Genel Sekreteri Prof. Dr. Mete Tapan'ın yaptığı kurul, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin hazırladığı, Muhsin Ertuğrul Sahnesi ve AKM'nin de bulunduğu binaların yerine yenilerinin yapılmasını öngören “Harbiye Kongre Vadisi Projesi”ni ise 'tarihi eserlerin korunması' gerekçesiyle onaylamamıştı.

    Yeni Şafak, 19.10.2007

    TRUVA KAHRAMANI AŞİL'İN MEZARI SAMSUN'DA MI?

     

    Yunan mitolojisinin en önemli kahramanlarından ve tüm dünyada izlenen Truva filmiyle bir kez daha gündeme gelen efsanevi savaşçı Akhilleus'un (Aşil), mezarının Samsun'da olduğu ileri sürüldü. Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi'nin tabanında bulunan Amisos Mozaikleri'ni yüksek lisans tez konusu yapan Uludağ Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Derya Şahin, Truva Savaşı'nda Ispartalıların yanında savaşan Akhilleus'un, Karadeniz'deki varlığını araştırdı.

     

    Şahin, yüksek lisans tezinde, Akhilleus'un varlığının Amisos (Samsun) mozaiği üzerinde yer alan kompozisyon ile Akhilleus kültünün, Karadeniz'in güney sahillerine de geldiğine ilişkin buluntular olduğuna işaret etti. Akhilleus'la ilgili Karadeniz'de çok fazla buluntu olduğunu söyleyen Dr. Derya Şahin, Samsun Arkeloloji ve Etnografya Müzesi'nde yer alan Amisos Hazineleri'nde ise 'Nereidler'in bulunduğunu belirterek şöyle konuştu: “Nereidler, Akhilleus'un annesi Thetis'in kızkardeşleridir. Ve Akhilleus'un öldükten sonra Karadeniz'de bir adaya gömüldüğüne inanılmaktadır.” Şahin bulgularının bu iddiayı güçlendirdiğini belirtti.

    Yeni Şafak, 19.10.2007

    YESEMEK'İN BELGESELİ HAZIRLANIYOR

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, Gaziantep'in İslahiye İlçesi'nde bulunan Yesemek Açık Hava Müzesi'nin tanıtımı için belgesel hazırlanıyor. Yapımcılığını And Bilimsel Film Yapım-Reyhan Saral adlı firmanın üstlendiği, ''Yesemek Taşlarında Tarihin İzleri'' adlı belgesel filmin yapımı Kültür ve Turizm Bakanlığı Destekleme Denetleme Kurulu kararı ile desteklenerek, film çekimlerine başlanıldı. Firma Sahibi Reyhan Saral, yaptığı açıklamada, Yesemek'in tanıtımı için 4 günlük bir çekim yapacaklarını, belgesel film çekiminin en iyi şekilde yapılması için titiz bir çalışma yapacaklarını ifade etti. Saral, belgesel filmi, TRT ve ATV televizyonlarında yayınlayacaklarını, ayrıca belgeselin ABD'de belgesel filmler kategorisinde gösterime sunulacağını kaydetti.

    Gaziantep Olay Medya, 19.10.2007

    SULTAN HAMAMI'NA BAKIM

     

      

     

    Konya'da Sahip Ata Külliyesi'ndeki çalışmalarında sona gelen Vakıflar Bölge Müdürlüğü, birçok kez yanlış müdahale yapılan tarihi Sultan Hamamı'nı da restore etmeye başladı.

     

    Yaz döneminde ihalesi yapılan Sultan Hamamı’nın ilk olarak projesinin yapıldığı ve ardından restorasyon çalışmalarının yapılması için inşaatına başlandığı belirtildi. Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, tarihi Sultan Hamamı’na gelinen süreçte müdahaleler yapıldığını ve bunların bir çoğunun yanlış olduğunu açıkladı. Tarihi hamama sonradan yapılan yanlış müdahalelerin düzeltilmesi için eseri restorasyon ve bakım çalışmaları kapsamına alarak çalışmalara başladıklarını aktaran Bölge Müdürü İbrahim Genç, “Hamamın bir çok bölümüne yanlış müdahale yapılmış. Sıvası, boyası değiştirilmiş. Yanlışlıkları düzeltmek için çalışmalara başladık ve 2 ay içinde orijinaline göre yapacağız. Tamamlandığında çok güzel bir hamam olacak ve hizmete açılacak. Halkımızın ve Konya’ya gelen yerli yabancı turistlerin bu hamama büyük ilgi göstereceğini düşünüyoruz” değerlendirmesinde bulundu.
     

    Sahip Ata Külliyesi’nin bir bölümünü oluşturan hamam, külliye ile beraber Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından yaptırılmıştır. Külliyenin yapımına 1258 yılında başlanmış, türbe ve hanikahın eklenmesi ile 1283 yılında tamamlanmıştır. Hamam da 1258–1283 yılları arasında yapılmıştır.
    Sultan Hamamı ismi ile bilinen bu hamam Selçuklu hamam mimarisinin önemli örnekleri arasındadır. Çifte hamam planında yapılmış olup, soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Yapımında kesme taş ve yer yer de moloz taş kullanılmıştır.

    Sahip Ata Külliyesi'nde yürütülen restorasyon çalışmaları hakkında da bilgi veren Vakıflar Bölge Müdürü İbrahim Genç, uzun zamandır devam eden çalışmalarda sona gelindiği müjdesini verdi. Eski hali gibi tarihi külliyenin ortaya çıkarıldığını ve şu an etrafında temizliklerin yapıldığını aktaran İbrahim Genç, önümüzdeki günlerde buranın ibadete açılacağını açıkladı.

    Sahip Ata Külliyesi’ni, kitabesinden öğrenildiğine göre Anadolu Selçuklularının Veziri Sahip Ata Fahreddin Ali yaptırmıştır. Cami, türbe, hankah ve hamamdan meydana gelen külliyenin yapımına 1259 yılında başlanmış, 1279–1280 yıllarında tamamlanmıştır. Yapı topluluğunun cami, türbe ve hankahının mimarı Abdullah bin Kölük’tür.
    Merhaba Gazetesi, 19.10.2007







    KUTSAL BALIKLARA TEMİZLİK TAŞIMASI

     

    Şanlıurfa'da kirlenme nedeniyle balıkların ölmeye başlaması ve kötü kokular yayılması üzerine temizlenmesi kararı alınan Balıklıgöl'deki balıklar, geçici olarak yanında bulunan Ayn-Züleyha Gölü'ne taşındı. 120 kişilik ekip, dün kutsal balıkları ağlar ve kovalarla taşımaya başladı. Oldukça zorlanan görevlilerin balıkları teneke kova ve küreklerle ses çıkarıp korkutarak yakalamaya çalışması ilginç görüntüler oluşturdu. Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan, "Buradaki kirlenmeye aşırı yemlemenin neden olduğunu belirledik. Suyun azalmasının nedeni de ruhsatsız yapılan sondajlar ve Organize Sanayi Bölgesi'ne verilen su" dedi.

    Sabah, Haber: Mehmet Yıldırım, 19.10.2007

    DÜLÜK İÇİN İTALYA'DAN DESTEK İSTENDİ

     

    Gaziantep, Şehitkamil Belediye Başkanı Metin Özkarslı, Tilmen Höyük'te uzun süredir devam eden ve geçtiğimiz günlerde tamamlanan kazı çalışmalarına başkanlık eden İtalyan Profesör Nicola Marechetti'den, Dülük'ün tanıtımı için destek istedi. Profesör Marechetti'nin bu konuda Fahri Elçilik yapmasını arzu ettiklerini belirten Özkarslı, "Dülük gerçekten kısa zamanda tüm Dünya'nın gözdesi olacaktır" dedi. İtalyan profesör Marechetti ise, her konuda seve seve yardımcı olabileceğini söyledi. Prof. Marechetti, "Dülük'ün tanıtımı için elimden geleni yapacağım. Çünkü, bu tür tarihi yerlerin tüm insanlar tarafından gezilip görülmesi gerekir" diye konuştu. Özkarslı, önceki gün İtalyan Profesör Nicola Marechetti ile biraraya geldi. İtalyan Profesör Marechetti'ye Dülük Antik Kenti'nde yapılan çalışmaları anlatan Özkarslı, Tilmen Höyük'te yapılan kazı çalışmalarını da yakından takip ettiklerini ifade etti. Dülük'te Alman Prof. Engelbert Winter başkanlığından kazı çalışmalarının devam ettiğini belirten Özkarslı, "Dülük'te kazı çalışmalarının yanı sıra, çevre düzenlemesi de hızla devam ediyor. Bu bölgeyi Dünya turizminin cazibe merkezi haline getirmeyi amaçlıyoruz. Bu bölgenin tanıtımı içinde önemli bir çalışma içerisindeyiz" diye konuştu.

    Başkan Özkarslı'nın fahri tanıtım elçiliği teklifine sıcak bakan İtalyan Profesör Nicola Marechetti' ise, bu konuda ülkesinde gerekli tanıtımı yapacağını ve bu bölgenin tarihi yerlerinden bahsedeceğini söyledi. Özkarslı, görüşme sonunda ise Profesör Nicola Marechetti'ye teklife sıcak baktıkları için teşekkür ederken, Tilmen Höyük'te yaptığı başarılı kazı çalışmalardan ötürüde tebrik etti.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 19.10.2007

    ŞERİF PAŞA'NIN YADİGARI COURBET

     

     

    Gustave Courbet'nin yapıldığı dönemden bu yana skandallara neden olan ünlü yapıtı 'Dünyanın Kökeni', yıllar sonra ilk kez sergileniyor. En son 1988'de sergilenen resim, 1853'te yapılmış, ama 120 yıl boyunca kamuoyundan gizlenmiş, asla sergilenmemişti. Tablonun bir başka ilginç özelliği ise, o dönem Osmanlı'nın Paris büyükelçisi olan, Courbet'yle iyi bir dostluk kuran ve döneminin önemli sanat koleksiyoncuları arasında sayılan Halil Şerif Paşa'nın siparişi üzerine yapılmış olması.


    Dünyanın Kökeni, Paris'te açılan bir Courbet sergisinde yer alıyor. Daha sonra New York'a gidecek olan sergi, sanatçının kendi döneminde kuralları yıkan ve sonraki kuşaklar üzerinde de etkili olan tarzını ele alıyor. Serginin açıldığı 'Grand Palais'nın küratörlerinden Laurence des Cars sanatçının tarzını "Courbet muhtemelen son klasik ressam ve ilk modernistti diye özetliyor.

     

    Sergide, 1877'de ölen sanatçının 120 yapıtı ve dönemine ait çeşitli fotoğraflarla belgeler yer alıyor. Manzaralar, portreler, nü'lerin ressamı Courbet, döneminde egemen olan yerleşik değerlere karşı çıkan, mesela kadınları ideal bir çekicilik içinde ama vücut kılları ve kırışıklıklarıyla resimleyen bir sanatçı olarak ilgi çekmişti. Tabii bu o zaman da, 20. yüzyılda da tepki çekmiş, ünlü resmi 'Dünyanın Kökeni' ancak 1988'de sergilenebilmişti. Yıllarca Halil Şerif Paşa'nın evinde bir perdenin arkasında duran resim, daha sonra ona sahip olan ünlü psikiyatrist Jacques Lacan'ın evinde de bir panonun arkasında tutulmuştu.

    Radikal, Fotoğraf: AFP; 19.10.2007

    SUR KALINTILARI ÜZERİNE YOL YAPILDIĞI İDDİASI

     

    Oltu Kalesi yolundaki tarihi surların yıkılarak, yerine yol yapıldığı ileri sürüldü.

     

    Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı Ulvi Özel, yaptığı açıklamada, Oltu Kalesi'ne giden yol üzerinde tarihi surların bulunduğu ve belediyenin söz konusu surların üzerine yol yaptığı şikayeti üzerine harekete geçtiklerini söyledi.

     

    Bölgeye hemen bir ekip gönderdiklerini, ancak sur olduğu iddia edilen bölgede yol bulunması nedeniyle herhangi bir kalıntıya rastlanmadığını ve kesin kanıya varılamadığını belirten Özel, şunları kaydetti:  ''Bölgede tarihi dokuda bir tahribat varsa, bu yolda yapılacak detaylı incelemenin ardından netlik kazanır. Yapılan ihbarın üzerine, bölgeye kurumumuzdan hemen bir ekip gönderdim, ancak bir kalıntı bulamadılar. Yolda detaylı inceleme yapılması için bilimsel bir heyet oluşturacağız. İddianın doğruluğu, yapılacak geniş kapsamlı incelemenin ardından belli olacak. Eğer bilim adamları surların yok edildiğini rapor ederlerse, konuyu kurula da taşıyacağım.''

     

    Oltu Belediye Başkanı İbrahim Ziyrek ise, yolun uzun süredir kullanılan patika bir yol olduğunu belirterek, ''Söz konusu yolda en ufak tarihi doku bulunmuyor. İleri sürülen iddianın aslı yok'' dedi.

    Amaçlarının kaleye çıkacak olan yerli ve yabancı turistlerin rahat seyahat etmelerini sağlamak olduğunu anlatan Ziyrek, şöyle devam etti:  ''Bizler tarihi dokuya zarar vermeyecek duyarlılığa sahibiz. Yolda iddia edildiği gibi sur ya da farklı bir tarihi kalıntı bulunmuyordu. Yıllardır kullanılan bir yolda düzenleme çalışması yaptık. Doğal dokuya en ufak bir zarar vermedik. Bilim adamlarımız gerekli incelemeyi yaptıklarında bunu zaten görecekler.''

     

    Erzurum Oltu İlçesi'nde, Oltu Çayı kıyısındaki tepe üzerine MÖ 4.yüzyılda yapılan Oltu Kalesi, Bizans, Selçuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde onarımdan geçirilmişti. Kale, Osmanlı döneminde bir süre kervansaray olarak da kullanılmıştı.

    Erzurum Gazetesi, 19.10.2007

    ALLIANOI KİL İLE DOLDURULACAK

     

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yortanlı Barajı’nın su tutmasıyla birlikte sular altında kalacak olan antik Allianoi kenti hakkında son kararını verdi. Karar, alanın kil ile kaplanarak, 218 metre duvar inşa edilmesini öngörüyor. Kazı Başkanı Ahmet Yaraş kararı, "Kararı alanlar bunun sorumluluğunu nasıl taşıyacaklar bilemiyorum. Hayırlı olsun" dedi.

    İzmir 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun Allianoi ile ilgili 10 Ekim tarihinde aldığı karara, Hürriyet ulaştı. Kararın bakan onayı ile oluşturulan bilim komisyonunun görüşleri doğrultusunda hazırlandığı vurgulanan raporda şunlar kaydedildi:

    "3 Temmuz’da oluşturulan bilim komisyonunun konu ile ilgili net görüşü kurulumuza iletilmiştir. Söz konusu alanın tamamının kil malzeme ile kaplanmasını ve sol sahile 218 metre duvar inşa edilmesini öngören komisyonun görüşü doğrultusunda, korunmaya ve uygulamaya yönelik proje hazırlanmasına, ayrıca Kurulumuzun 27 Kasım 2006 tarihli kararı ile istenen belgeleme, rölöve, vb. çalışmaların kurulumuza iletilmesine, yukarıda sözü edilen hususlar görüşülüp uygun görüş alınmadan alanda hiçbir inşai ve fiziki müdahalede bulunulmayacağına karar verildi."

    Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü ise "İzmir-Bergama Yortanlı Barajı Altında Kalacak Olan Antik Mimari Eserlerin Rölöve Projesinin Yapımı" ihalesine çıkma kararı aldı. Kararı Hürriyet’ten öğrenen Allianoi Kazı Başkanı Ahmet Yaraş, raporun Allianoi’nin DSİ’nin istediği kille kapatma görüşünü onayladığı anlamına geldiğini açıklayarak şöyle konuştu:

    "Buranın kille korunması mümkün değil. Kararı alanlar bu tarihi sorumluluğu nasıl taşıyacak bilemiyorum. Dünyanın hangi ülkesinde kille kapatılarak koruma yöntemi uygulanmış. Kararı alanlar bana başka bir örnek gösterebilirler mi? Altta kalan o mozaikler gravürler ne olacak? Bununla tarihe geçeceklerini düşünüyorum. Yangından mal kaçırır gibi yedi günde karar almışlar. Kültür Varlıklarını çok sevdiğini söyleyen Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın bu duruma el koyması gerekiyor."

    Yaraş, Allianoi Girişim Grubu olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitme kararı aldıklarını da açıkladı.

    Hürriyet, Haber: Umut Erdem, 19.10.2007

    ROMA DÖNEMİNE AİT SU KANALI BULUNDU

     

     

    Sinop'ta yol yapımı sırasında, Roma dönemine ait su kanalı bulundu.

     

    Gelincik Mahallesi Adliye Lojmanları önünde yol yapım çalışmaları sırasında iş makineleri tarafından ortaya çıkarılan ve Roma dönemine ait olduğu sanılan su kanalı vatandaşların büyük ilgisini çekti. Geçen yıllarda Korucuk köyü sınırları içinde bulunan diğer kanallarla irtibatlı olduğu tahmin edilen ve kesme taşlarla örülü Roma dönemine ait su kanalı, eski uygarlıklar ve teknikleri hakkında ipuçları veriyor.

     

    Daha önce bulunan kanallarda yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde, kanalların MÖ yapıldığı tespit edilmiş ve kanalların bol su kaynaklarıyla bilinen Erfelek İlçesi'nde bulunan Karasu Çayı'ndan başlayıp Sinop şehir merkezine uzandığı açıklanmıştı.

     

    Mükemmel bir mimariyle yapılan kanallardan akan suyun yaklaşık 20 kilometrelik bir yolu kat ederek Sinop'a ulaştırıldığı biliniyor. Zamanın uzman mimar ve mühendisleri tarafından müthiş bir teraziyle yapılan su kanallarının yörede yaşayan insanların yüzyıllarca su ihtiyacını karşıladığı tahmin ediliyor. Kanalların MÖ 30'lu yıllarda yapıldığı tahmin ediliyor.

    Sinop Kent Haber, 19.10.2007

    UYDU DESTEKLİ ARKEOLOJİK KAZI

     

     

    Malatya'da Arslantepe Höyüğü'nde bu yılki kazı çalışmaları tamamlanırken, kazılarda 28 parça tarihi eserin gün ışığına çıkarıldığı, Geç Hitit dönemine ait 4 farklı evrenin tespit edildiği bildirildi.

    İtalya Roma La Sapienza Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Arkeolog Prof.Dr. Marcella Frangipane ve aynı üniversiteden bir grup öğrenci ile Kültür ve Turizm Bakanlığı görevlileri tarafından Orduzu beldesinde bulunan Arslantepe Höyüğü'nde 19 Ağustos 2007 tarihinden beri sürdürülen kazı çalışmaları tamamlandı.

    Kültür ve Turizm Müdürü Derviş Özbay, bu yılki kazılarda 62 poşet kömür, 4 poşet yanmış tohum, 3 poşet seramik parçası, 1 poşet seramik hamur, 26 parça kerpiç samanı ve 2 parça midye kabuğu çıkarıldığını belirtti. Özbay, kazı çalışmalarında Geç Hitit dönemine ait saray odasında 4 farklı evrenin tespit edildiğini, bu evrelerde kazı çalışmalarının önümüzdeki yıllarda yapılmasının planlandığını ifade etti.

    Arslantepe Höyüğü'nde ciddi kazı çalışmalarının 1961 yılında başladığını hatırlatan Özbay, "Arslantepe Höyüğü, yoğunlukla MÖ 1900-1200 yılları arasında yaşanmış bir Hitit yerleşim yeridir. Atatürk'ün emriyle Cumhuriyet döneminde kazılara başlandı ancak ciddi kazılar 1961 yılından itibaren yapıldı. Bugüne kadar yapılan kazılarda Eski Tunç, Hitit İmparatorluk, Hellenistik, Roma ve Bizans kültür tabakalarına rastlandı. Hitit ve Asur hükümdarlıklarına ait saray kalıntıları, kabartmalar, aslan heykeller ve süslü vazolar bulunarak bir kısmı Ankara Arkeoloji Müzesi'ne götürüldü. Eserlerin büyük kısmı da Malatya Müzesi'nde sergilenmektedir" dedi.

    Bu arada, Arslantepe Höyüğü'neki kazı çalışmalarında uydudan da yararlanıldığı ifade edildi. Nirengi direği ile uydudan tam nokta tayini yapıldığı, böylece uydu görüntüsü ile ev ve duvarların tespit edildiği bildirildi. Mimari yapılardan alınan noktaların GPS koordinat sistemi ile uyduya gönderildiği, uydudan alınan noktaların bilgisayar ortamına aktarılarak çizime uygun hale getirildiği belirtildi.

    Malatya Haber, 18.10.2007

    BONCUĞUN SERÜVENİ

     

    Geçtiğimiz sezon önemli sergiler ile açılışını gerçekleştiren Kadir Has Üniversitesi-Rezan Has Müzesi, 22-25 Kasım 2007 tarihleri arasında “Uluslararası Boncuk ve Boncuk İşleme Sanatı Konferansı’na” ev sahipliği yaparak yeni sezonunu açacak. Binyıllardır insanoğlunun süslenmek amacıyla kullandığı boncuğun tarihine ve sanatına ışık tutacak konferans sırasında; boncuk yapımı ile ilgili atölye çalışmalarına, sanatçıların boncuklarını satabileceği boncuk pazarına ve Anadolu boncukları ile modern boncuklardan oluşan iki ayrı sergi de düzenlenecek.

    “Boncuk ve Boncuk İşleme Sanatına Evrensel Bakış” konulu programda, birçok ülkeden onlarca konuşmacı boncuğun medeniyet tarihi üzerindeki yerini anlatacak. Davetli konuşmacıların listesine ve konuşma konularına web sayfasından ulaşılabilecek. Boncuk ve Boncuk İşleme Sanatı konferansı süresince de konusunda uzman yerli ve yabancı 35 sanatçı tarafından 59 uygulamalı eğitim semineri verilecek. Katılımcılar, bu eğitimlerde sıcak cam tekniği ile cam boncuk yapımı, kum boncuk ile boncuk işleme tekniği, metal kil tekniği, tel teknikleri, keçe ile takı yapımı, mine tekniği gibi birçok yeni teknik öğrenecek. Seminer programlarına başvurular web sitesinden direkt olarak yapılabilecek. Kadir Has Üniversitesi’nde, dünyanın her yerinden gelecek boncuk sanatçılarının ve ustalarının eserlerinin sergileneceği renkli bir boncuk pazarı, konferans süresince geç saatlere kadar açık olacak.

    Rezan Has Müzesi, konferans boyunca Gönül Paksoy’un özel boncuk koleksiyonuna ev sahipliği yapacak. MÖ 11. yüzyıldan günümüze değin boncukların sanatseverlerle buluşacağı sergide, deniz kabuğu, kemik, cam, taş ve pişmiş toprak gibi çeşitli malzemeden yapılmış boncukların yanı sıra Paksoy’un tasarımları da yer alacak. Kadir Has Sanat Galerisi’nde ise uluslararası cam boncuk ustaları birliğinin ve Arizona Boncuk Müzesi’nin hazırladığı “Trajectories” adlı sergi yer alacak. 67 sanatçının eserlerinin yer aldığı sergi aralık ayı sonuna kadar sürecek.

    Türkiye Gazetesi, Haber: İnan Arvas, 18.10.2007

    BU RESME EN FAZLA 10 DAKİKA BAKILACAK

     

    Dünyanın sekizinci harikası olarak anılan Şeytan İncili, Prag'da sergilenecek. Şeytan'ın resminin bulunduğu İncil için ziyaretçilere 10 dakika verildi.

     

    Yeni Aktüel dergisi bu haftaki sayısında 1648'de savaş ganimeti olarak İsveç'in eline geçen Çeklerin ulusal hazinesi Şeytan İncili'ne sayfalarında yer verdi. Habere göre Çeklerin Şeytan İncili Prag Ulusal Kütüphanesi'nde sergilenecek.

    Çek devletinin 10 milyon Euro ödeyerek ancak "geçici" olarak kütüphanedeki özel kurşun geçirmez bir bölümde sergileyeceği Şeytan İncili'nin, kütüphaneyi tarihin en büyük izleyici akınına uğratacağı tahmin ediliyor. Bir saatte sadece 60 kişinin girebileceği salonda, İncil'in açık vaziyetteki şeytanlı sayfasına her ziyaretçi sadece on dakika bakabilecek. Efsaneye göre, 800 yıl önce bir Çek manastırında elyazması işinde çok usta olan rahip büyük suç işler. Manastır yönetimi rahibin ölümüne karar verir. Rahip ölüm cezasından kurtulmak için "Bir gecede" dünyanın en büyük elyazması İncil'ini yazma önerisinde bulunur. Ancak, ertesi gün buldukları elyazması İncil'in ortasında, boynuzlu ve çıplak bir şeytan figürü vardır. Rivayete göre, şeytan el yazmasını bir gecede bitirmesi için rahibe yardım edeceğini bunun karşılığında bir sayfaya kendi resminin çizilmesini ister. Rahip teklifi kabul eder ve Şeytan İncili böylece ortaya çıkar.

    Sabah, 18.10.2007

    HAYALET MÜZENİN HAYALET HIRSIZLARI

     

    Ankara Hürriyet’in gündeme getirdiği ve altı yıldır tadilatı bitirilemeyen ’Hayalet Müze’nin şimdi de hayalet hırsızları oldu. Kimliği belirsiz kişiler, işçilerin gözü önünde iki heykeli müzeden çaldılar.

    Edinilen bilgiye göre, yaklaşık 15 gün önce paha biçilmez sayısız eseri depolarında bulundurulan Resim Heykel Müzesi’ne gelen esrarengiz bir kamyon, gündüz saatlerinde ve işçilerin gözü önünde iki heykeli alıp gitti. Heykellerin çalındığının anlaşılmasının ardından yapılan ilk araştırmada, ulaşılan tek ipucu işçilerin "Bir kamyon geldi götürdü" şeklindeki ifadesi oldu.

    Güzel Sanatlar Genel Müdürü Mustafa Atalar, Ankara Hürriyet’e olayı doğrularken, "Heykellerin envanter kaydı yoktu ve eser niteliğinde değildi. Kursiyerlerin dekoratif amaçlı yaptıkları heykellerden ikisiydi" savunmasını yaptı. "Özür kabahatten büyük" diyen sanat çevreleri, Atalar’ın bu savunmasına "Paha biçilmez eserler olsaydı, çalışanlar ne açıklama yapacaklardı" karşılığını verdiler.

    Hürriyet Ankara, Haber. Eray Görgülü, 18.10.2007

    İNSANIN MODERN YAŞAMA GEÇİŞİ 164 MİLYON YIL ÖNCE OLMUŞ

     

    ABD'li arkeologların Güney Afrika'da bulduğu bir mağara, ilk insanların deniz sayesinde tüm dünyayı keşfetmiş ve sanılandan çok önce modern hayata geçmiş olabileceğini gösterdi. Arizona Üniversitesi'nden Curtis Marean ve ekibinin Hint Okyanusu kıyısındaki Pinacle Point mağarasında buldukları, insanın modern yaşama geçişinin daha önce sanıldığı gibi 40 binle 70 bin yıl öncesinde olmadığı, ilk adımların çok daha önce atıldığını, ancak ağır hareket edildiğini gösteriyor.
    Uzmanlar bu bölgede modern yaşama dair üç iz buldu: Deniz ürünleri yendiğine dair bulgular, kayalardan elde edilmiş kırmızımsı boya maddesi ve erken dönem küçük jilet teknolojisi... Veriler izlerin 164 bin yıl öncesinden kaldığını gösteriyor.


    Marean, büyük ihtimalle kadınların midye ve salyangoz gibi deniz ürünlerinin bulunduğu yere gitmek için 3-5 km. yürüdüğünü ve denizden çıkarılan ürünleri mağaraya getirip sıcak taşların üzerinde pişirdiğini söylüyor. Ekibin bulduğu 57 kırmızımtırak kaya parçasının da makyaj yapmak ve diğer insanlara sosyal işaretler vermek için kullanılmış olabileceği sanılıyor.

    Radikal, 18.10.2007

    ULU CAMİ MİNARESİNİN EĞİLİP EĞİLMEDİĞİ UYDUDAN TAKİP EDİLECEK

     

    Sivas Ulu Cami'nin eğik olan minaresinin uydudan takip edilebilmesi için yapılan ihale sonuçlandı. İhaleyi kazanan firmaya iş tesliminin yapıldığı öğrenildi.

    İlgili firma yetkililerinden alınan bilgiye göre, minareye yerleştirilecek radar takip sistemiyle ilgili cihazların sparişi verildi. 365 gün 24 saat süreyle izlenecek minarenin eğilmeye devam edip etmediği Ankara'dan takip edilecek.

    haberler.com, 18.10.2007

    GLADYATÖR SALONU'NU 6 BİN KİŞİ ZİYARET ETTİ

     

    Muğla Müzesi'nde 11 ay önce açılan Türkiye'nin ilk 'Gladyatör Salonu'nu, bugüne kadar yaklaşık 6 bin kişinin ziyaret ettiği bildirildi.

     

    Muğla Müze Müdürü Şevki Bardakçı, yaptığı açıklamada, Muğla'nın Yatağan İlçesi'nde 7 yıl önce tesadüfen bulunan ve aralarında "Truva" filmine konu olan Akhilleus'un da olduğu 7 gladyatörün mezar stelinin, müzede, özel bir salonda sergilendiğini bildirdi. Bardakçı, Gladyatör Salonu'nda, Hellenistik döneme ait savaşçı iskeletinin de sergilendiğini belirtti.

    Zaman, 18.10.2007

    TARİHİ VE KÜLTÜREL MİRAS İÇİN SEMİNER

     

    Gaziantep'de tarihi ve kültürel mirasın korunması ve yaşatılması amacıyla seminer düzenleniyor. Büyükşehir Belediyesi kültürel etkinlikler çerçevesinde 23 Ekim Salı günü Tarihi ve kültürel mirasın korunması ve yaşatılması amacıyla seminer düzenliyor. Seminere konuşmacı olarak ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Görevlisi Doç.Dr. Emre Madran katılıyor. Saa15.00'da başlayacak seminere tüm halkın davetli olduğu kaydedildi.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 19.10.2007

    SEKİZ ASIRLIK KÜLLİYE RESTORASYON İÇİN MİRASÇILARINDAN SATIN ALINACAK

     

    Anadolu Selçuklu Devleti'nin ilk medresesinin içinde yer aldığı 800 yıllık tarihi Hoca Hasan Külliyesi'ni, Kayseri Büyükşehir Belediyesi restore ettirecek.

     

    İçerisinde medrese, imaret, hamam, cami ve kütüphane bulunan Hoca Hasan Külliyesi'nden geriye sadece cami ile kemerli taş yapıtları kaldı. 1930'lu yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce satılan külliyenin 20 mirasçısından satın alınarak restore edilip eski ihtişamına kavuşturulması planlanıyor.

     

    Gevher Nesibe Şifahanesi'ne bağlı fakülte olarak 1200'lü yıllarda üniversite düzeyinde eğitim veren Hoca Hasan Külliyesi, şehir merkezindeki alanı içinde krokisinin çıkarılması amacıyla arkeolojik kazı yapılması düşünülüyor. Kitabesi müze deposunda saklanan külliye, 2. Kılıçaslan'ın veziri, daha sonra 2. Kılıçaslan'ın Kayseri'ye vali olarak atadığı oğlu Sultan Şah'ın yardımcılık görevini yürüten Hoca Hasan tarafından yaptırıldı. O dönemin ulemalarından olan Hoca Hasan, Sultan Şah ile birlikte Kayseri'de açtığı medresenin bütün ihtiyaçlarını vakıf gelirleri ile karşıladı. 800 yıllık geçmişe sahip Hoca Hasan Külliyesi'nin içinde medrese, imaret, hamam, cami ve kütüphane bulunuyordu. Külliyeden günümüze sadece camisi ile kemerli taş yapıtları kaldı. Hoca Hasan Külliyesi hakkında araştırma yapan Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı tarih danışmanı, araştırmacı-tarihçi Mehmet Çayırdağ, Kayseri'nin ikinci, Anadolu Selçuklularının ilk medresesinin içinde yer aldığı 800 yıllık Hoca Hasan Külliyesi'nin adeta talan edildiğini söyledi. 1930'lu yıllarda Türkiye genelinde satışa çıkarılan birçok külliye ve tarihi yapılar gibi Hoca Hasan Külliyesi'nin de Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce şahıslara satıldığını aktaran Çayırdağ, külliye içindeki caminin de yol yapımı gerekçesiyle başka yere taşındığını bildirdi. Külliyeden geride sadece cami ve hangi bölüme ait olduğu bilinmeyen kemerlerin kaldığını ifade eden Mehmet Çayırdağ, burayı yeniden eski günlerine döndürmek için proje hazırladıklarını kaydetti. Belediyenin, tarihi eserin yerini satın almak için mirasçılara fiyat teklifinde bulunacağını anlatan Çayırdağ, fiyat teklifinin kabul edilmemesi halinde takdir komisyonu kurularak fiyat bedeli belirleneceğini kaydetti. Mirasçılarla yapılacak anlaşma sonrasında tarihi yapının temellerinde arkeolojik kazı yapılacağını bildiren tarihçi Mehmet Çayırdağ, daha sonra restorasyon çalışmalarına geçileceğini sözlerine ekledi.

     

    Öte yandan Kayseri Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileri, kayıtlarında böyle bir külliyenin olmadığını iddia etti. Yetkililer, Osmanlı ve Selçuklu dönemindeki birçok vakıf kayıtlarına ulaşılarak yapılan inceleme sonrası mal varlıklarının vakıflara devredildiği ifade edilirken, külliye ile ilgili bu tür tespitin yapılmaması ve şahıslar üzerinde yer alması nedeniyle devrinin de söz konusu olmadığını açıkladı.

    Zaman, Haber: Ersan Temizel, 17.10.2007

    MARDİN'İN DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ'NDE YER ALMASI ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR

     

    7 bin yıllık geçmişe sahip Mardin'in, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alması için 26 yıldır sürdürülen çalışmalar hız kazandı. Kente gelen farklı üniversitelerden mimarlar, tarihi binaların rölöve çalışmalarına başladı.


    Mardin Valiliği, Mardin Belediyesi ve Mardin Eğitim Vakfı (MAREV) desteğiyle UNESCO'ya başvuru hazırlıkları için Türkiye'nin farklı üniversitelerinden gelen mimarlar, Mardin'deki tarihi binaların rölöve çalışmalarına başladı. Tarihi evlerin ve sokakların envanterini çıkartan mimarlar, rölöve projesini yaklaşık bir ayda tamamlayarak UNESCO'ya sunacak.


    Mardin Belediye Başkan Vekili Deniz Beşenk, Türkiye'nin farklı üniversitelerinden gelen 75 mimarın Mardin'i UNESCO'ya hazırlamak için rölöve projesi hazırladıklarını söyledi. Beşenk, mimarların bir ay boyunca hazırlayacakları raporları dosya halinde UNESCO'ya sunacaklarını belirterek, 7 bin yıllık tarihi geçmişi bulunan ve birçok medeniyete ev sahipliği yapan Mardin'i koruma altına almak için büyük çaba sarf ettiklerini kaydetti.

    UNESCO'ya 26 yıldır Mardin'i koruma altına alınması için başvuruda bulunduklarını vurgulayan Beşenk, daha önceki başvuruların dosyadaki eksiklikler nedeniyle geri çekildiğini hatırlatarak, "Açık hava müzesi olan ilimizin bu zenginliğinin UNESCO'ya adaylığı için yapmış olduğumuz çalışmaların turizm için bir fırsat olduğu bilinciyle çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Bu tarihi kentimizi gelecek nesillere aktarmak için birey olarak değil, toplum olarak bunu geleceğe taşıyacağımıza inanıyorum" dedi.


    Mardin'in var olan kültürel ve tarihi değerlerini korumak ve yaşatmanın en asli görevleri arasında olduğunu ifade eden Beşenk, şunları söyledi: "Her seferinde dosya eksikliği yüzünden başvurumuz geri gönderiliyordu. Bu sefer işimizi ciddiye alarak, Mardin Valiliği ve MAREV'le ortaklaşa Türkiye'de çeşitli üniversitelerden 75 mimarı kentimize davet ederek, tarihi şehrin envanterini ve rölövesini çıkarmak için çalışmalara başladık. Dosyayı 2008 yılında UNESCO'nun yapacağı toplantıya yetiştireceğiz. Bizi kırmayan mimarlarımızın, tarihi binalarımızın rölöve çalışmalarında bize verdikleri teknik destek için teşekkür ediyorum."
     

    Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü 4. sınıf öğrencisi olan Sıla Girivitoğlu, stajını yapmak üzere geldiği tarihi kentin geleceğine katkı sağlamalarının kendileri açısından güzel bir çalışma olduğunu söyledi. Türkiye'nin değişik üniversitelerinden gelen çok sayıda mimar ve mimar adayı ile birlikte tarihi daha yakından tanıma fırsatı bulduklarını ifade eden Girivitoğlu, Mardin gibi bir yerde staj yapmaktan dolayı kendilerini şanslı hissettiklerini dile getirdi. Mardin'in 7 bin yıllık tarihi geçmişiyle Dünya Kültür Mirası listesine girmesi için ilk başvuru 1981'de yapılmıştı.

    Ancak bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle rafa kaldırılan dosya, 1988'de yeniden işleme konarak tarihi kentin 2000 yılında eçici listede yer alması kararlaştırılmıştı. Kültür Bakanlığı adaylık başvurusunda, ''Doğal yapı ile insan etkileşimi sonucu ortaya çıkan taş mimarisinin benzersiz dini ve geleneksel yapılarını barındıran Mardin, bir ortaçağ kenti görünümüyle kültürel peyzaj alanı olarak Dünya Miras Listesi'ne alınmalı'' ifadelerine yer verilmişti.

    Turizm Gazetesi, 17.10.2007

    TARİHİ MEDRESE RESTORE EDİLİYOR

    Bursa'da 20 yıldır İnebey Medresesi'nde hizmet veren Tarihi Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi yeniden restore edilecek.


    Türk - İslam medeniyetinin binlerce değerli yazma ve eski basma eserlerini bünyesinde bulunduran tarihi İnebey Medresesi'nin restorasyonu için düğmeye basıldı. Bursalı vatandaşlara 15 yıldır bibliyografik danışmanlık hizmeti veren Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi, bu alanda Türkiye'nin sayılı kütüphaneleri arasında bulunuyor. İl Kültür Müdürlüğü tarafından rölöve, restorasyon ve restitüsyon projelerinin hazırlanmasının ardından İl Özel İdaresi tarafından ihaleye çıkıldı. Yaklaşık 400 bin YTL'ye mal olacak restorasyonun önümüzdeki ay başlayacağı açıklanırken, 2008 yılı ortalarında ise çalışmaların tamamlanması planlanıyor.

     

    Binanın restorasyonu hakkında bilgi veren Kültür ve Turizm İl Müdürü Ahmet Gedik, "Tarihi kütüphanenin yenilenmesi için çalışmalar devam etmekte. Daha önce gerçekleştirilen restorasyon, rölöve ve restitüsyon projelerinin hazırlanmasından sonra ihalesi yapıldı. Eski eserlerin onarım ve restorasyon çalışmaları çok titizlik gerektirdiğinden, ihaleyi alacak firmanın alanında uzman olmasına dikkat ettik" dedi. Gedik, yaklaşık 26 bin yazma ve eski basma eserin bulunduğu tarihi kütüphaneye 2008 yılında yazma eserlerin tamirinin yapılması için bir bölüm ilave etmeyi planladıklarını sözlerine ekledi.

    Bursa Hakimiyet, 17.10.2007

    BAYAZ HAN KURTULDU

     

    Gaziantep'de Bayaz Ahmet Efendi tarafından 1909 yılında yaptırılan ve bir süre önce kaderine terk edilen tarihi Bayaz Han'ın restorasyon çalışmaları aralıksız devam ediyor. 2 Şubat 2007 tarihinde başlanan restorasyon çalışmalırı aralıksız devam ederken çalışmaların 26 Mayıs 2008 tarihinde tamamlanması bekleniyor.

     

    Tarihi binaların ayakta kalabilmeleri için çatılar çok önemli olduğundan Han'ın öncelikle 2006 yılı içerisinde çatısı yapılan han çalışmaların ardından çok sayıda yerli ve yabancı turisti kentimize getireceği öğrenildi. Mayıs 2008 tarihinde restorasyon çalışmaları tamamlanarak hizmete açılması planlanan tarihi Bayaz Han kentin en işlek caddelerinden Ordu Caddesi üzerinde bulunması kente daha da hareketlilik getirecek gibi gözüküyor.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 17.10.2007

    HİTİTLER DİYARINA ZİYARETÇİ AKINI

     

     

    Açık hava müzesi durumundaki Hititlerin başkenti Hattuşa ile önemli yerleşim merkezlerinden Alacahöyük, her yıl binlerce kişiyi ağırlıyor.

    Hitit Medeniyeti’ne başkentlik yapan Çorum’da, müze ve ören yerlerini yılın ilk 9 ayında 52 bin 887 turist gezdi. Çorum Kültür ve Turizm Müdürü Ali Özüdoğru, Çorum ve Boğazköy müzeleri ile Yazılıkaya-Hattuşa ve Alacahöyük ören yerlerini gezen ziyaretçi sayısında her geçen yıl artış olduğunu bildirdi.


    Bu yılın ilk 9 ayında, Çorum Müzesi’ni 288’i yabancı olmak üzere 13 bin 677 kişinin gezdiğini ifade eden Özüdoğru, Boğazkale Müzesi’ni ise 667’si yabancı, 3 bin 521 kişinin ziyaret ettiğini söyledi. Hitit Medeniyeti’nin başkenti olarak bilinen Boğazkale İlçesi'ndeki Yazılıkaya ve Hattuşa ören yerlerini ise 9 ayda 16 bin 275’i yabancı olmak üzere, 23 bin 390 turistin ziyaret ettiğini belirten Özüdoğru, Alacahöyük Ören yerlerinin de 2 bin 256’sının yabancı, 12 bin 299 kişi tarafından gezildiğini kaydetti.

    Bu yılın ilk 9 ayında Çorum müze ve ören yerlerine yapılan ziyaretlerden 59 bin 272 YTL gelir elde edildiğini ifade eden Özüdoğru, “Artık vatandaşlarımızda turizm bilinci oluşmuş durumda. Gerek turizm yatırımları gerekse bölgemize gelen turist sayısında gözle görülür bir artış var. Kısacası Çorum’da turizm artık yayıldı” dedi.


    Ali Özüdoğru, kentteki müze ve ören yerlerinde 29 bin 548 eserin sergilendiğini, ören yerleri arasında en çok ilgiyi Yazılıkaya-Hattuşa’nın gördüğünü kaydetti. Özüdoğru, kentin tanıtımı için 31 bin adet broşür bastırdıklarını; broşürleri İngilizce ve Almanca’ya çevirerek dağıtacaklarını ifade etti.

    Türkiye Gazetesi, 17.10.2007

    ÇOCUK BEZİYLE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI

     

    Yurt dışı ve yurt içinden sağladıkları Roma, Hellenistik ve Bizans dönemine ait tarihi eserleri, çocuk bezi içine koyup kargoyla gönderdikleri İzmir'de satmak istedikleri öne sürülen Mardin Müze Müdürlüğü'nde görevli B.E. ve H.C. yakalandı. Tarihi eserleri satın almak isteyen M.K. ve Ş.E. de gözaltına alındı. Operasyonda 45 parça tarihi eser ele geçirildi.

    Mardin Müze Müdürlüğü'nde görevli şoför B.E. ile güvenlik görevlisi H.C.'nin Mardin, Van, Suriye ve Irak'taki bağlantı kurdukları kişilerden tarihi eser satın aldığını, bunları İzmir'de piyasaya süreceği istihbaratını alan polis takibe başladı. Ekipler, B.E. ve H.C.'nin ellerindeki tarihi eserleri kendi adlarına kargoyla İzmir'e gönderdiğini belirledi. Kargo firmasına yapılan baskında, çocuk bezine sarılmış Roma dönemine ait 3 gözyaşı şişesi, Neoklasik döneme ait kanatları uçuşan at heykeli, Bizans dönemine ait

    2 bronz kutsal kap, 3 gümüş tabak, Hellenistik döneme ait saat sarkacı, MÖ 10'uncu yüzyıla ait insan ve hayvan figürleri, MÖ 5'inci yüzyıla ait 9 santimetre uzunluğunda bronz fibula, Roma dönemine ait 3 çukur boncuk, ipe dizili 23 taş obje ele geçirildi.
     

    Polis, kente gelen B.E. ve H.C.'nin tarihi eserleri 65 bin dolar karşılığında satmak için çeşitli suçlardan sabıkalı M.K. ve Ş.E.'yle buluşacağını da saptadı. Çankaya semtindeki buluşma noktasına baskın düzenleyen polis, B.E., H.C., M.K. ve Ş.E.'yi yakaladı. B.E. ve H.C., para karşılığında çeşitli tarihi eserleri alıp başkalarına sattıklarını doğruladı. Zanlılar adliyeye sevkedildi.

    Vatan, 17.10.2007

    KERVANSARAY KÜLTÜR MERKEZİ OLACAK

     

    Malatya'nın Battalgazi İlçesi'nde 370 yıllık tarihi Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı’nın restorasyonu için ihale yapılacak. Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan, 26 Ekimdeki ihaleden sonra restorasyonun gelecek ay başlamasını beklediklerini söyledi. Gürkan, “Kervansarayın restorasyondan sonra konserlerin, tiyatroların resim sergilerinin düzenlendiği bir kültür merkezi olarak değerlendirilmesinin uygun olacağına inanıyorum” dedi.

    Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: Malatya Kent Haber, 17.10.2007

    EN BÜYÜK ÜÇÜNCÜ DİNAZOR

     

     

    Brezilyalı ve Arjantinli paleontologlar, Arjantin'in Patagonya bölgesinde, 88 milyon yıl önce yaşamış 32-34 metre. boyunda dev bir otobur dinozor fosili buldu. Titanozor ailesinden 'Futalognkosaurus dukei' adı verilen fosil, dünyada bugüne dek bulunan en büyük üçüncü dinozor fosili. Bedeninin yüzde 70'i bulunduğu için de şu ana kadar en az eksikle bulunan dinozor fosili.
    Arjantin Comahue Üniversitesi Paleontoloji Merkezi Başkanı Jorge Calvo, 2000'de kazılar başladığında önce dev dinozora ait üç servikal omur, 2001'de beş omur, sonrasında da geri kalanını bulduklarını açıklayarak, boğaz yapısından ötürü şimdiye dek bilinmeyen bir türe ait olan bu dev dinozorun en az 8 ton ağırlığında olduğunu tahmin ettiklerini söyledi. Kazılarda, başka hayvan ve bitkilere ait 1000'i aşkın fosil bulduklarını açıklayan uzmanlar, bunun Güney Amerika, Afrika ve Hindistan'da titanozorların yaşadığı dönemin ekosistemi hakkında kesin bilgiler sağladığını da belirtti.


    Bulgular, şu an step benzeri bir bölgeye sahip ve bitkiden yoksun Patagonya'da o dönemde sıcak ve nemli bir iklim bulunduğunu ve bölgenin yoğun ormanlara sahip olduğunu gösteriyor.

    Radikal, 17.10.2007

    BARTIN'DA TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Bartın'da alıcı kılığına giren polislere tarihi eser satmak isteyen 5 kişi yakalandı.

    Bartın'da tarihi eser kaçakçılığı yapıldığı ihbarını alan Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü (KOM) ekiplerinin düzenlediği operasyonda, çok sayıda tarihi eser ele geçirildi. Amasra'da bir tarlada çok sayıda sikke ve tarihi eser bulan Bayram H., Ergin A., L.G., E.A. ve E.K. adlı şahıslar buldukları eserleri satmaya çalıştı. Arıt Yol Kavşağında alıcı kılığına giren jandarmaya tarihi eserleri satmaya çalışan 5 kişi suçüstü yakalandı. Yapılan aramalarda, 1 adet insan kafası figürlü heykel, 1 adet içinde 7 tane domuz figürleri bulunan bakır levhalar, 1 adet topraktan yapılmış pipo,1 adet topraktan yapılmış üzerinde insan figürlü kalemlik, üzerinde 2 namlusu olan namludan doldurulan çift tetik ve çift horozlu Osmanlı Dönemine ait tarihi silah, Bizans dönemine ait 13 adet sikke ve 1 adet 7.65 çapında ruhsatsız tabanca ele geçirildi.

    Operasyonda ele geçirilen tarihi eserler Amasra Müze Müdürlüğü'nde kontrol edildi. Yapılan değerlendirmede silah ve piponun Osmanlı Devleti dönemine ait olduğu, sikkelerin Bizans dönemine ait olduğu belirlenirken, heykel ve domuz figürlü bakır levhaların sahte olduğu belirlendi. Müze yetkililerinin ender rastlanan bir eser olan çift tetikli ve çift horozlu tabancadan etkilendikleri belirtildi.

    haberler.com, Fotoğraf: Bartın Kent Haber, 19.10.2007

    HANOI'NİN KALBİNDE ZENGİN BİR KRALİYET KALINTISI

     

     

    Ho Chi Minh’in, 1945'de Hanoi’yi, bağımsızlığını yeni kazanmış Vietnam’ın başşehri olarak ilan etmesinden dokuz yüz yıl önce Ly Hanedanı’nın ilk kralı aynı duyuruyu yapmıştı. 1010 yılında Kral Ly Thai To, Çin hakimiyetinin neredeyse bininci yılında ülkesindeki Tang hanedanlığının varlığına son vermiş ve Hanoi’yi yeni, bağımsız Vietnam’ın başşehri yapmıştı. 

     

    Kral duyurusunda şöyle yazmıştı: “Burası ülkemizin tam ortasında, kalbinde yer almaktadır. Aynı şekilde kraliyet için de onbinlerce jenerasyon sürecek bir başşehir olacaktır. Ly Thai To’nun burada inşa ettirdiği saray kompleksi üç büyük hanedanlık gördü ve birçok yabancı istilaya karşılık, 10.000 jenerasyon olmasa da 900 yıl sürdü. 

     

    Beş yıldır Vietnam Arkeoloji Enstitüsü’nden arkeologlar tarafından yavaşça gün ışığına çıkartılan saray kompleksinde 1300 yıla uzanan milyonlarca buluntu ele geçmiş durumda. 2010 yılında 1000. kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlanan Hanoi, aynı tarihte eski ismi Thang Long ile tanınan bu yapıları da Unesco Dünya Mirası Listesi’ne koymak istiyor. Şu anda 10,5 km karelik bu alanda Güneydoğu Asya’nın en büyük arkeolojik kazısı sürmekte. 

    The New York Times, 16.10.2007

    LAODİKYA'YA KÖTÜ HABER

     

    Denizli İl Genel Meclisi, arkeolojik kazılara kaynak aktarmama kararı aldı.

    Karar arkeolojik kazıların uzun yıllar sürmesi ve büyük harcamalar gerektirdiği gerekçesiyle oybirliğiyle alındı. İl Genel Meclisi’nin bu kararının, kazı çalışmalarına önemli miktarda kaynak aktarılan Laodikya Antik Kenti’ni büyük ölçüde etkileyeceği belirtildi. İl Özel İdaresi desteğinin kesilmesinin, Laodikya’da kazı çalışmalarını önemli ölçüde sekteye uğratacağı kaydedildi. Karar, kazı heyetinde şaşkınlık yaratırken, İl Genel Meclisi Başkanı Osman Yüceliş kasım ayında meclisin toplanarak bütçe görüşmesi yapacağını ve konunun tekrar gündeme getirileceğini söyledi. Kazı Heyeti Başkanı Prof.Dr. Celal Şimşek, İl Genel Meclisi’nin kararının kazı çalışmalarını olumsuz etkileyeceğini söyledi. Laodikya’nın kazı sezonu en uzun olan antik kent olduğunu söyleyen Şimşek, "İl Genel Meclisi üyelerine aktarılan kaynağın ve Laodikya’nın önemini anlatacağız" diye konuştu.

    Hürriyet Ege, Haber: Osman Nuri Boyacı, 17.10.2007

    ALAIN DELON KOLEKSİYON ZENGİNİ

     

    Meşhur Fransız aktörü Alain Delon'un sanat koleksiyonun bir kısmı, dün gece Paris'te 8,74 milyon avroya satıldı.

     

    Paris'te düzenlenen müzayedede, 50'li yıllardan kalma soyut resimler satışa çıkarıldı. Kanadalı Jean-Paul Riopelle'nin "Kuş vadisi" tablosu, 882 bin avroyla en pahalı parça oldu. Pierre Soulage'ın 50 yılında yaptığı isimsiz tablo da 781 bin avroya gitti. Saint-Cyr müzayede evinin yöneticileri, açık artırmanın gayet başarılı geçtiğini ve eserlerin Çin, Venezüella, ABD ve Avrupa ülkelerinden alıcılara gittiğini bildirdi. 71 yaşındaki Delon, ölümden sonraki satışlardan nefret ettiğini söylemiş ve koleksiyon meselesini "şimdi halletmek" istediğini açıklamıştı.

    Yeni Şafak, 16.10.2007

    LATİFE HANIM KÖŞKÜ HALKA AÇILACAK

     

    Karşıyaka Belediyesi, Latife Hanım Köşkü'nü onararak 2007 yılı sonu itibariyle halkın kullanımına açacak. Anı evi olarak hizmet verecek köşkün restorasyonu 958 bin YTL'ye mal olacak.

    Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak yaptığı açıklamada, yaklaşık 25 yıldır Latife Hanım Köşkü'nü kamulaştırılmaya çalıştıklarını ve tapusunu 2005 yılında aldıklarını belirterek, aslına uygun olarak restore edip bu yıl sonu itibariyle halkın kullanımına açacaklarını ifade etti.

    Anıtlar Kurulu kontrolünde Belediye denetiminde restorasyonu gerçekleşecek Latife Hanım Köşkü'nün finansmanının vatandaşların belediyeye ödediği Emlak Vergisi kapsamında yasada yer alan Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması Kurulu'na ait katkı payından biriken ödenekten karşılandığını kaydeden Durak, "Toplam alanı 2958 metrekare olan arazi içindeki köşkün bahçesinde çeşitli sergi alanları ile kafeteryalar bulunacak. Binanın içi de anı evine dönüştürülecek" dedi.
    Sabah, Fotoğraf: wowturkey.com/Mehmet Yasa,16.10.2007

    OSMANLI USULLERİYLE TAMİRAT

    Kapları yıpranan, kaybolan nadide Osmanlı ve Selçuklu kitapları, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi'nde ikinci kez doğuyor. Kütüphane müdürü Bekir Şahin, 76 bin küsur kitabın korunması için kütüphane görevlilerinin Mimar Sinan Üniversitesi'nde, cilt sanatının son ustalarından kurs gördüğünü söyledi.
    Şahin, "Keçi derilerini, Osmanlı'da olduğu gibi inceltiyoruz. Ecdadımız deriyi zar kadar inceltmiş, bu nedenle raflarımızdaki yüzlerce yıllık kitaplar dün yapılmış gibi" dedi. Kitapların deri kapaklarıysa 22 ayar altından motiflerle süsleniyor. Her kapakta 100 YTL'lik altın kullanılıyor. Bir kitabın onarımı yaklaşık bir ay sürüyor.

    Radikal, Fotoğraf: Murat Aslan/AA, 16.10.2007

    ÖĞRENCİLER MÜZELERDE DERS GÖRECEK

     

    Milli Eğitim Bakanlığı eğitimin sadece okullarla sınırlı olmadığı, kurumlarda devam eden bir etkinlik olduğu görüşüyle müzeleri eğitim ve öğretime açma kararı aldı. Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile gerçekleştirilecek çalışma için özel öğretmenler yetiştirilecek. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uzmanlık eğitimi alan öğretmenler, öğrencilerle birlikte müzelerde ders yapacaklar.

    Tarih, sanat tarihi, coğrafya, sosyal bilgiler ve resim dersleri müzelerde işlenecek. Eğitimin verimli şekilde gerçekleşmesi için yerel yönetimlerle işbirliği yapılacak. Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkanı Prof.Dr. İrfan Erdoğan, uygulamanın pilot okullar ve tarihi okullardan başlatılacağını açıkladı. Erdoğan ülkemizin pek çok medeniyete beşiklik yapmış, zengin bir tarih ve kültüre sahip coğrafyada yer aldığını belirterek "Yurdumuzda çok sayıda müze var. Müze birer tapınak gibi saygın, dokunulmaz ve sadece ziyaret edilen bir yer değildir. Bu amaçla müzelerimizi birer eğitim merkezi haline getiriyoruz" açıklamasında bulundu.

    Sabah, Haber: Yaşar Özay, 16.10.2007

    MARS HEYKELİNİN İLK DEFA İMİTASYONU YAPILDI

     

    Zeugma Antik Kenti'nde 2000 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ve halen Gaziantep Mozaik Müzesi'nde sergilenen Savaş Tanrısı (Ares) heykelinin ilk  imitasyonu Gaziantep Ritim Sanat Merkezi'nde yapıldı. Sanat merkezinin sahibi heykeltıraş İsmet Yavuz, Mars heykelinin yanı sıra yine Zeugma'nın sembolü olan Çingene kız ve bazı mozaiklerin de imitasyonunu yaptıklarını açıkladı.

     

    Ritim Sanat Merkezi sahibi heykeltıraş İsmet Yavuz, izin alarak yaklaşık 1,5 ay süren çalışma sonucunda hazırladıkları Mars heykeli asimetri olduğu için daha çok uğraş istediğini belirterek, yapılan heykelin aslından farkı olmadığını söyledi. Heykel yapımında mermer tozu kullandıklarını belirten Yavuz, heykelin 15x20x65 ebatlarında, sağ elinde mızrak bulunduğu, yüz mimikleri gerilmiş halde olup orijinal ölçülerde olduğunu vurguladı.

     

    Mars heykeli dünyada eşi bulunmayan tek heykel olduğunu belirten heykeltıraş İsmet Yavuz, sanat merkezi olarak Mars heykelinin ilk defa imitasyonunu yaptıklarını vurgularken, sanata olan ilginin hızla azaldığından da yakındı.

    Gaziantep 27 Gazetesi, 16.10.2007

    KÜTAHYA'DA 'YÜRÜYEN' ÇEŞME

     

    Kütahya'nın ünlü çini ustası Sıtkı Olçar, tarihi Çinili Çeşme'nin iş merkezi yapmak için taşındığını ve tahrip edildiğini ileri sürdü. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü ise çeşmenin yoğun trafikten korunması için taşındığını açıkladı. Ancak, çeşmenin yeni yerinin, aynı yol üzerinde ve 100 metre ilerisinde olması da dikkat çekti. Belediye Başkanı Mustafa İça da okulun yerine iş merkezi yapılacağını doğrularken, çeşmenin tahrip olduğu için kaldırıldığını savundu. Cumhuriyet Caddesi'nin girişinde 30 Ağustos İlköğretim Okulu'nun köşesinde yer alan Dönenler ya da Çinili Çeşme'nin daha önce de bir kez yeri değiştirilmişti.


    Olçar, "'Yola engel' desem, değil. 'Kaldırıma engel' desem, kaldırımın kenarında. Niye taşıdınız tarihi çeşmeyi? Cevap yok. Bu çeşme Türk çini ustalarının belgeseli niteliğinde. Onu tahrip etmeye hakları yok. Tarih bu kadar ucuz mu?" dedi.

    Milliyet, Haber: Ömer Erbil, 16.10.2007

    TEMİZLİK YAPARKEN ROMA MOZAİĞİ BULDULAR

     

    Tokat'ın Niksar İlçesi'nde Ayvaz Parkı yakınlarında belediye işçileri tarafından yapılan tonoz temizliği sırasında Roma dönemine ait olduğu tahmin edilen mozaik parçası bulundu. Tabana işlenmiş bir halde rastlanılan mozaik parça, Tokat Müze Müdürlüğü’nden gelen uzmanlar tarafından incelendi. Antik değerinin yüksek olduğu anlaşılan mozaiğin, geçmişinin Roma dönemine kadar uzandığı ifade edildi. Yetkililer, bölgenin araştırılması için önümüzdeki günlerde arkeologların mozaiğin olduğu alanda incelemelerde bulunacağını kaydetti. Belediye Başkanı İdris Şahin de bu mozaiğin Niksar’ın bilinen tarihi geçmişine yeni zenginlikler katacağına inandığını söyledi.

    Türkiye Gazetesi, 16.10.2007

    LOUVRE ABU DABİ İÇİN ONAY TAMAM

     

    Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında imzalanan anlaşma gereğince Abu Dabi’de açılacak Louvre Müzesi Fransız Parlamentosu'ndan onay aldı.

    Buna göre Paris Louvre’daki bazı eserler dönüşümlü olarak 30 yıl 6 ay süresince Abu Dabi’deki Louvre’da sergilenecek. Anlaşma gereğince bu süre içerisinde isim hakkı ve eserlerin kira geliri olarak Birleşik Arap Emirlikleri, Louvre Müzesi’ne yaklaşık 1 milyar Euro ödeyecek. Fransız mimar Jean Nouvel’in tasarımı olan yeni müzenin 2012 yılında Saadiyat Adası Kültür Alanı projesi çerçevesinde faaliyete geçmesi planlanıyor. Abu Dabi’deki müzeye izin verilmemesi için 5 bin kadar Fransız sanatçı imza toplamış ve "Fransız müzeleri satılık değildir" diye kampanya başlatmışlardı.

    Hürriyet, Haber: Muammer Elveren, 16.10.2007

    'BİLİMSEL' ÖNERİ: ANİ ADI DEĞİŞSİN

     

    ABD Kongresi gündemindeki Ermeni soykırımı tasarısına karşılık bir bilim adamının misilleme önerisi: Diasporaya yanıt olarak Ani Harabeleri'nin ismini değiştirilsin.


    Erzurum'daki Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof.Dr. Enver Konukçu, Kars'taki eski ermeni başkenti Ani'nin adının 'Anı' olarak değiştirilmesini isterken şu tezleri savundu:


    "Mitolojiye dayanan Ermeni tarihine göre, Anihitten kaynaklanan bir Ani kelimesi olduğu söyleniyor. Bölgeyi gezen Batılı bilginler ve gezginler de yazdıkları eserlerinde buraya, Ermenilerin söyledikleri şekilde Ani demişler. Ancak Selçuklular öncesinde burayı ellerinde tutan Araplar döneminde şehrin ismi genelde Anı olarak kullanılmış. Anı, Türk dünyasında kullanılan bir kelimedir. Yöre halkı da bu ismi kullanmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı, harabelerin yer aldığı bölgenin isminin Ani mi, Anı mı olduğuna yapacağı çalışmayla karar verecek. Ancak Ermeni ve Batı dünyasında Ani, Türk dünyasında ise Anı olarak bilindiği için turistik levhalara her iki isim de yazılmalı. Sadece Hıristiyanlık devresi nakledilmemeli."

    Radikal, 16.10.2007

    BELKIS, 'ASPENDOS' OLARAK DEĞİŞTİRİLECEK

     

    Belkıs Belediye Başkanı Hümmet Mert, beldenin isminin ''Aspendos'' olarak değiştirileceğini bildirdi.

     

    Mert, gazetecilere yaptığı açıklamada, Belkıs Belediye Meclisinin son toplantısında, beldenin isminin ''Aspendos'' olarak değiştirilmesiyle ilgili teklifin oy birliğiyle kabul edildiğini söyledi. Kararı, onaylanması için İçişleri Bakanlığına gönderdiklerini ifade eden Mert, ''Bu isim değişikliği beldemizin daha iyi tanınmasına önemli katkı sağlayacaktır'' dedi.

     

    ''Aspendos'u anmadan Belkıs'ın nerede olduğunu hiç kimseye tarif edemiyoruz'' diyen Mert, ''Herkes Aspendos'u biliyor ama Belkıs'ı bilmiyor. Beldeyi çok iyi tanıyorlar ama Belkıs olarak tanımıyorlar'' diye konuştu. Aspendos'un dünya çapında tanınan tarihi bir mekan ve tek başına önemli bir marka olduğunu belirten Mert, ''Aspendos aslında biziz, asıl sahibi de biziz. Adımızı Aspendos olarak değiştirerek aslını yerine koyduk'' dedi.

    Zaman, 16.10.2007

    WHITBY ABBEY'DE ESRARENGİZ TAŞ

     

    Uzmanlar, Kuzey Yorkshire’da, Whitby Abbey’de yeni bulunan ve burada çıkan ilk Bronz Çağ buluntusu olma olasılığı olan, işlenmiş bir taşı inceliyorlar.

     

    Bölge 657'de inşa edilen kilise dolayısıyla oldukça büyük bir tarihsel öneme sahip, fakat 2001 ve 2002 yıllarında yapılan kazılara kadar yerleşimin eski çağları hakkında hiçbir bilgi yoktu.

    Kazılarda 7 ila 9. yüzyıla tarihlenen cam ve kurşun atölyeleri bulundu. Ardından MÖ 500 – MS 100 yıllarına ait, Demir Çağı’na ait buluntular ele geçti. 

     

    Bu yıl yapılan kazılarda bulunan eserler arasında 40 x 50 cm ölçülerinde, üzerinde işaretler olan bir taş var.

    Bu buluntu, daha önce Kuzey York’da bulunan ve MÖ 2000 – 700 arasına tarihlenen taşlarla benzerlik gösteriyor.

    Bu tür taşların ne işe yaradığı ise henüz bir sır. Kabileler arasındaki sınırları belirtmek için kullanıldıkları veya bir tür ritüel kullanımı olduğu düşünülmekte.

    24 Hour Museum, 12.10.2007



    TURİZM VE KÜLTÜR BAKANLIĞI ULUS İÇİN KENDİ BİNASINI YIKACAK

     

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı Ulus kentini eski haline dönüştürmek için yıkılacak binalar arasına kendi binasını da ekledi. 1927 yılında yapılan tarihi Bakanlık binasına sonradan ek olarak inşa edilen ve bitişik şekilde duran yapıda, Bakanlığın hukuk müşavirliği ve idari mali işler dairesi bulunuyor.

    Ek bina, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından birlikte yürütülen ve cumhuriyetin kurulduğu tarihi Ulus kentini aslına dönüştürmeyi amaçlayan proje kapsamında, Bakan Ertuğrul Günay’ın talimatı ile yıkılacak. Böylece 1927 yılında inşa edilmiş ve birinci ulusal mimarlık dönemi eseri olan bakanlığın ana binası da koruma altına alınmış olacak.

    Bakanlık tarafından satın alınan, onarımdaki eski Sayıştay binası, yılbaşından önce tamamlanacak. Ek binada bulunan hukuk müşavirliği, idari mali işler dairesi, eski Sayıştay binasına taşınacak. Ek bina, tescilli kültür varlığı olan ana binaya bitişik halde bulunuyor. Ek binanın yıkılması, mimarlık tarihi açısından önem taşıyan ana binanın korunması açısından da büyük önem taşıyor.

    Bakanlığın ana binası, Etnoğrafya Müzesi, Türk Ocağı Binası (Devlet Resim ve Heykel Müzesi), Çocuk Esirgeme Kurumu gibi yapıların da mimarı olan Arif Hikmet Koyunluoğlu tarafından 1927 yılında yapıldı. Bina önce Milli Eğitim Bakanlığı olarak düşünüldü. Ancak daha sonra Dışişleri Bakanlığı, Gümrük ve Tekel Bakanlığı olarak kullanıldı. Bina son olarak Kültür Bakanlığı tarafından kullanılıyor. Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun 1980 yılında aldığı bir karar ile ana bina yapı korunması gerekli eski eser olarak tescil edildi. Ana binanın arkasında yer alan çok katlı yüksek bina ise ana binanın Gümrük ve Tekel Bakanlığı olarak kullanıldığı dönemde inşa edildi.

    Proje kapsamında tarihi Ulus şehrini eski haline dönüştürmek için yıkılacak binalar arasında Modern Çarşı ile terörist saldırıya uğrayan Anafartalar Çarşısı da yer alıyor. Bölge esnafı, sivil toplum kuruluşları, mimar ve şehir planlamacıları odaları bu binaların yıkılma kararına tepkili.

    Hürriyet Ankara, Haber: Umut Erdem, 16.10.2007




    HAFTANIN HABERİ



    HADRIAN'IN KEMİKLERİ...




    HADRIAN, KOÇ AİLESİ VE SEMAHAT ARSEL'İN




    WORLD Monuments Fund’un (Dünya Anıtlar Fonu) Hadrian ödülünü bu yıl, Türkiye’nin eserlerini koruma altına almak için gösterdikleri çabadan dolayı Semahat Arsel, Rahmi Koç ve Koç Ailesi’ne verilecek.


    Tarihi eserlerin korunduğu mekanlardan biri:
    Rahmi Koç (Nuri Paşa / Sadıkzade) Yalısı...
    Rahmi Bey'in arkasında,
    koruma altındaki bir eser daha...



    Türkiye’deki tarihi eserlerin korunmasında gösterdikleri liderlik sebebiyle Semahat Arsel, Rahmi Koç ve Koç Ailesi şerefine 19 Ekim’de Hadrian Ödülleri öğle yemeği düzenlenecek.

    New York’ta gerçekleştirilecek bir dizi etkinliklerin, Türkiye’deki tarihi mirasın tanıtımına da katkı sağlaması bekleniyor.

    World Monuments Fund’un internet sitesi ise Türkiye’deki tarihi eserlere geniş yer vererek, 20 sayfalık bir sunum hazırladı. Hadrian ödüllerini daha önce Prens Charles ve David Rockefeller gibi tüm dünyanın yakından tanıdığı isimler almıştı.

    haberler.com, Fotoğraf: erdendogdu.net, wmf.org 15.10.2007




    Nano-Yorum:

    Şaka gibi...


    S.B. Sinirli


    VARNA'DA 3 ANTİK LAHİT BULUNDU

     

    Varna’nın merkezinde, kooperatif pazarında yapılan kazılarda antik döneme ait, taştan yapılmış üç adet lahit bulundu. Uzmanlar, lahitlerin MS 2 ila 3. yüzyıla ait olduğunu belirttiler.

     

    İlk iki lahit geçen hafta bulunmuştu, üçüncüsü ise “Odessa Nekropolü” olarak bilinen, aynı yerde bugün açığa çıktı. Mezarların birinde pişmiş toprak kandil ve kaplar, diğerinde ise bronz sikke mevcuttu. Orta halli insanların gömüldüğü tahmin edilen mezarların biri kuzey-güney, diğer ikisi ise doğu-batı yönünde konumlandırılmıştı.

    news.bg, 15.10.2007

    TARİHE VEFA

     

    Osmanlı döneminin görkemli yapılarından biri olan “Çoban, Gazi ve Melek” lakaplarıyla tanınan Mustafa Paşa tarafından 1525 yılında yaptırılan Kurşunlu Külliyesi, Eskişehir’in ilk yerleşim yeri Odunpazarı’na inşa edilmiş.

     

    Günümüzde Paşa Mahallesi’nde bulunan külliye, cami, misafirhane, aşevi, büyük ve küçük kervansaraylar, içinde 20 hücrenin (çilehane) bulunduğu mevlevihane ve sübyan mektebinden oluşuyor. Kurşunlu Külliyesi’nde çevre düzenlemesini de kapsayacak şekilde rölöve, restitüsyon ve restorasyon projesi hazırlayan Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Eylül 2006’da çalışmalara başladı. Kurşunlu Külliyesi’nin 1960’lı yıllarda yapılan onarım sırasında zarar gördüğü belirlendi. Söz konusu onarımda aşevinin yanında bulunan saat kulesinin kaybolduğu, saatin Kütahya Müzesi’ne götürüldüğü, iç ve dış süslemelerin sıvayla kapatıldığı, orijinal kapı ve pencerelerin değiştirildiği belirlendi.

     

    Restorasyon çalışmaları kapsamında tuğla ve çeşitli taşlarla yapılan süslemeleri kapatan sıva, işçiler tarafından dikkatle kazınıyor. 1920’li yıllarda çekilen fotoğraflarda görülen saat kulesini külliyeye tekrar kazandırmak isteyen Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Odunpazarı Belediyesi ortak proje hazırladı. Projeye göre, Kütahya Müzesi’nde bulunan saat, Külliye’ye çıkan yolun ortasına yapılacak kuleye yerleştirilecek. Odunpazarı Belediyesi’nin kültür ve sanat merkezi olarak kullanacağı külliye 2008’de bitirilecek ve 1 milyon YTL’ye mal olacak.

    Türkiye Gazetesi, Fotoğraf: Eskişehir Sakarya Gazetesi, 15.10.2007

    'ÇIRAKLIK' ESERİNDE BÜYÜK 'USTALIK'

     

    Kanuni Sultan Süleyman tarafından 22 yaşında ölen oğlu Şehzade Mehmed için Mimar Sinan’a yaptırılan Şehzade Camii, asırlar önce kurulan kalorifer sistemiyle dikkat çekiyor. Şehzade Mehmed Camii İmamı Kemal Kızgın, cami minarelerindeki süslemelerin o dönem yapılan hiçbir camide bulunmadığına dikkat çekti. Caminin ilginç mimari özelliklerine değinen Kızgın, “Mimar Sinan burada bir de kalorifer sistemi yapmış. Caminin tabanında kanalcıklar içinde su var. Yazın serin, kışın da sıcaktır camimiz” diye konuştu. Kızgın, caminin iç mekanının 1986’da tamire alındığını ve 1999 yılında tamamlandığını, çalışmalar dahilinde tezyinatın ve kubbe aksamının yenilendiğini söyledi. Ortadaki sandukada Şehzade Mehmed, sağında Şehzade Cihangir, solunda Hümaşah Sultan yatıyor. Şehzade Türbesi'nin sol tarafında Rüstem Paşa Türbesi bulunur. Dış avluda İbrahim Paşa Türbesi ile Destari Mustafa Paşa Türbesi vardır” diye konuştu.

    Türkiye Gazetesi, 15.10.2007

    AKROPOLİS TAŞINMA TELAŞINDA!

     

     

    Yunanistan'da dünyaca ünlü Akropolis'in yüzlerce yıllık paha biçilmez heykelleri, 2 bin 400 yıllarını geçirdikleri tepeden, kalenin ayağına yapılan yeni Akropolis Müzesi'ne taşınıyor.

     

    Çoğunluğu mermer heykellerden oluşan ve geçmişi MÖ 5'inci ve 6'ncı yüzyıllara dayanan antik eserler 400 milyon avroya (680 milyon YTL) sigortalandı. Deneme amacıyla 2.3 tonluk bir blok, üç vinçle 90 dakikada taşındı. 4 binden fazla eser 400 metre aşağıdaki müzeye taşınacak.


    Yetkililer 20 bin metrekarelik yeni müzenin, 200 yıl önce Londra'daki British Museum'a götürülen eserlerin geri alınması kampanyasını etkili biçimde destekleyeceğini düşünüyor. Yunanlı yetkililer bir süredir, Yunanistan'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olduğu dönemde İskoçyalı diplomat Lord Engin tarafından Londra'ya taşınan tarihi eserlerin iade edilmesi için mücadele ediyor.


    Kültür Bakanı Michalis Liapis müzenin, British Museum görevlilerinin, Yunanistan'ın tüm Parthenon heykellerini bir arada sergileyebilecek uygun bir alanı olmadığı iddiasını da yalanlayacağını söyledi. Liapis "Burası heykellerin geri dönmesi için hazırlanmış, mümkün olan en iyi birleşim yeri. Bunun için en güçlü talep de eserler arasındaki eksikleri ve bunların yaratıldıkları topraklardan 4 bin mil uzakta saklandıklarını fark edecek ziyaretçilerden gelecek" dedi. 129 milyon avroya (220 milyon YTL) mal olan cam beton karışımı binanın 2008 sonunda açılması bekleniyor.

    Radikal, Fotoğraf: Reuters, 15.10.2007

    PAPHLAGONIA HADRIANOUPOLIS ARKEOLOJİK KAZISINA DESTEK

     

    DÖSİM tarafından Karabük İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'ne kazı yerinde kullanılmak üzere aktarılan 70 bin YTL, antik kentteki kilisesinin restorasyonu ve turizme açılması amacıyla kullanılacak.

     

    Paphlagonia Hadrianoupolis Arkeolojik Kazısı Başkanı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Ergün Laflı, ''Kültür ve  Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletme Merkez Müdürlüğü (DÖSİM) tarafından Karabük İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne kazı yerinde kullanılmak üzere aktarılan 70 bin YTL, antik kentteki kilisesinin restorasyonu ve turizme açılması amacıyla kullanılacak'' dedi.

     

    Laflı, Hadrianoupolis Ören Yeri'nde 14 Temmuz 2007'de başlayan ve 81 gün devam eden arkeolojik kazılarda toplam 7 alanın kazıldığını belirtti. Bu alanların Hamam A, Geç Roma Villası, Hamam B, Apsisli Yapı, Teatron, Roma Anıt Mezarı, Roma Kuzeybatı Mezarı ve Test Sondajları'ndan oluştuğunu ifade eden Laflı, 2007 yılı içerisinde Kazı Başkanlığının yoğun gayretleri ile 1. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilen kazı yerindeki buluntulara yönelik koruma önlemi alındığını kaydetti.

    Laflı, şöyle devam etti: ''Geçen yıl kazısına başlanılan ve toplam 15 mekanı ortaya çıkarılan  ''Hamam A''nın restorasyonuna ilişkin olarak çalışmalara başlandı. Bu bağlamda binanın rölöve ve restorasyon projesi çizildi. Bu yapı ile ilgili olarak da Dokuz Eylül ve Akdeniz Üniversitelerinde üç adet bitirme tezi hazırlanmaya başlandı. Geç Roma Villası açmasında ortaya çıkarılan 2'si duvar resimli ve 3'ü mozaik zeminli mekanlarda yine belgeleme ve koruma çalışmaları gerçekleştirildi. Bu ayın başlangıcında, Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM tarafından Karabük İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne kazı yerinde kullanılmak üzere aktarılan 70 bin YTL, antik kentteki kilisesinin restorasyonu ve turizme açılmasına yönelik kullanılacak.''

    Turizm Gazetesi, 15.10.2007

    TARİHİ HAMAMDA RESTORASYON BAŞLADI

     

     

    Ödemiş'e bağlı 3000 yıllık tarihi Birgi beldesinde 15. yüzyıl mimarisi olan Derviş Ağa Medresesi ve medresenin karşısındaki Şeyh Muhittin Hamamı'nda restorasyon çalışmalarının sürdürüldüğü bildirildi.


    Alınan bilgiye göre, Birgi Belediyesi, Mimar Sinan Üniversitesi, İzmir Valiliği, Tarihi Kentler Birliği ve Çevre Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) iş birliğiyle 17. yüzyıl vakfiyesi Şeyh Muhittin Hamamı'nın ikinci bölümünün kazı çalışmalarına, İzmir 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan alınan izinle başlandı.


    ÇEKÜL Vakfı Genel Koordinatörü Arkeolog Emin Başaranbilek, çalışmalar hakkında, gazetecilere yaptığı açıklamada, Birgi'de ikinci hamamın bulunmasıyla birlikte 15. yüzyıldan itibaren toprak altında kalan tarihin gün ışığına çıkarılması amacıyla çalışmalara hız verildiğini bildirdi. Hamamın güneybatı ve güneydoğusunda gerekli kazıların büyük bölümünün tamamlandığını ifade eden Başaranbilek, şöyle dedi:


    "Osmanlı hamamlarında genel olarak hamamın bir parçası olan soyunma mekanını burada göremiyoruz. Soyunma mekanı olması ihtimali var. Şeyh Muhittin Hamamı etrafındaki mekanları ortaya çıkarmak için kazı çalışmalarına devam ediyoruz. ÇEKÜL Vakfı, Tarihi Kentler Birliği ve Mimar Sinan Üniversitesi ekiplerince, 15. yüzyıl mimarisi Şeyh Muhittin Hamamı, 200 eser 200 proje kapsamında gün ışığına çıkarılıp korunacaktır."

    Haber Ekspres, Fotoğraf: egeguncel.com, 15.10.2007

    ÇEVRE PROTESTOCUSU ÇİN SAVAŞÇI HEYKELİNE MASKE TAKTI

     

    Bir çevre protestocusu, Çin’in çevre kirliliğine katkısını protesto etmek için, Londra’da teşhirde bulunan heykellerden ikisinin yüzüne maske taktı.

     

    Evening Standart Gazetesi’nin haberine göre Martin Wyness, British Museum’daki bariyerlerden atlayarak 20 tanesi teşhirde olan savaşçı heykellerinden ikisinin yüzüne, üzerinde “CO2 emisyon kirleticisi” yazılı maskeleri geçirdi. 

     

    Daha sonra gazeteye yaptığı açıklamada “Bunu yaptım çünkü iki çocuğum var ve küresel ısınmaya karşı global duyarsızlıktan, özellikle de Çin’in tavrından çok rahatsızım” dedi. Bu protestoyu gerçekleştiren ve müzeyi ziyarete yanında iki kızı Ruby ve Sophie ile gelen 49 yaşındaki Wyness, güvenlik görevlileri tarafından heykellerden uzaklaştırıldı.  

     

    Wyness’in British Museum’a girmesine ömür boyu yasak getirilirken, heykellere eşlik eden Çinli görevli eserlerde herhangi bir tahribat olup olmadığını araştırıyor.

     

    yahoonews.com, AFP, 15.10.2007

    NAMRUN KALESİ'NİN ONARILMASI İSTENİYOR

     

    Mersin'in Çamlıyayla İlçesi'ndeki 962 yıllık Namrun Kalesi'nin restore edilmesi isteniyor.

     

     

    Çamlıyayla Belediye Başkanı Yusuf Öncalır, Namrun Kalesi'nin ilçe merkezinin kuzeyinde ve en yüksek yerinde bulunduğunu ve İstiklal Savaşı yıllarında Çukurova'nın savunmasında insanların barınağı olduğunu söyledi.

     

    Kalenin, güney kısmına birkaç yıl önce yıldırım düşmesi sonucu zarar gördüğünü ve bir bölümünün yıkıldığını belirten Öncalır, ''Kalenin çevresi 2000 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca ışıklandırıldı, ancak ilgisizlik ve bakımsızlık nedeniyle lambalar kırıldı, kabloları çalındı'' dedi.

     

    Namrun Kalesi'nin restore edilerek koruma altına alınması gerektiğini ifade eden Öncalır, ''2004 yılında göreve geldiğimizde belediye olarak girişimlerimiz sonucu kalenin tekrar ışıklandırılması için gerekli ödeneği çıkarttık. Şu anda ihaleye çıkmasını bekliyoruz. Kısıtlı imkanlarımızla sadece ışıklandırma sorununu çözebileceğiz'' diye konuştu.

     

    Namrun Kalesi, 1045 yılında yapıldı, Ramazanoğulları zamanında MS 15'nci yüzyılda, Ulaş Beyliği'ne bağlandı.Osmanlı Vezir-i Azamı Davud Paşa tarafından, 1488 yılında ele geçirildi.

     

    Hitit ve Asur dönemlerinde ''İllibru'' olarak bilinen kale, Haçlıların, Anadolu Selçuklularının, Kilikya Ermeni Krallığı'nın daha sonra da Karamanoğulları Beyliği ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimine girdi. 1854'den sonra başlayan Osmanlı-Mısır savaşları sırasında, bir süre Mısır egemenliğinde kaldı.

    Turizm Gazetesi, Fotoğraf: Mersin İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 15.10.2007

    TCDD, HAYDARPAŞA GARI'NDA SİT KARARINA DAVA AÇTI

     

    TCDD, Haydarpaşa Garı, limanı ve çevresiyle ilgili Anıtlar Kurulu’nun koruma kararının iptali için dava açtı.

     

     

    İstanbul 5 Numaralı KTVK Bölge Koruma Kurulu 26 Nisan 2006’da Haydarpaşa Gar binası ve limanı ile çevresini ’Kentsel ve Tarihi sit’ olarak tescil etti. TCDD Genel Müdürlüğü, korumanın genişliği nedeniyle fiziki müdahale yapılamadığını gerekçe gösterip kararın gözden geçirilmesi için Kurul’a başvurdu. Kurul, 21 Haziran 2006’da daha önce aldığı kararın devamına karar verdi. TCDD 26 Ekim 2006’da aynı gerekçeyle Kurul’a başvurdu; 7 Mart 2007’de yine ret yanıtı aldı. İtirazlarından sonuç alamayan TCDD, Koruma Kurulu’nun her üç kararının iptali için, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na izafeten İstanbul 5 Numaralı KTVK Bölge Kurulu hakkında İstanbul 1. İdare Mahkemesi’nde dava açtı.

    Başvuruda ’Haydarpaşa Port’ projesine gönderme yapılarak gar ve liman sahasında gerçekleştirilecek yapılaşmanın ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacağı öne sürüldü. Başvuruda, gar dışı alanların koruma dışı bırakılması için üç kararın iptali istendi. TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, Ulaştırma Bakanlığı ile Kültür Bakanlığı’nı karşı karşıya getiren dava nedeniyle, 1. İdare Mahkemesi’ne başvurarak müdahale isteminde bulundu. TCDD’nin davasının reddi istenen başvuruda şöyle denildi: “Bu proje ile İstanbul ve Anadolu’nun demiryolu ve ulaşım bağlantısı yok edilip, tarihi-kültürel değerler yağmalanacaktır.”

    Hürriyet, 15.10.2007

    TARİHİ SOKAKLARA MAKYAJ

     

     

    Osmangazi Belediyesi, çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışmalarına devam ediyor.

    Bursa`da tarihi mahalle, sokak ve caddeleri yeni bir görünüme kavuşturmak için kolları sıvayan Osmangazi Belediyesi, Kayhan Mahallesi`ndeki birçok sokakta çevre düzenlemesi yapacak.

    Tarihi yapıların restorasyonu ve çevre düzenlemesi yapılmasının ardından şehirde bulunan tarihi mekanlar gün yüzüne çıkacak.

    İhale aşamasında olan projeye önümüzdeki günlerde start verilecek. Projenin, 2008 yılında da çeşitli semtlerde devam edeceği bildirildi.

    Bursa Olay, 15.10.2007

    KÜÇÜK KIYAMETİN 151 YILLIK EVRAKI





    Osmanlı arşivlerinde araştırma yapan bir uzmanın tesadüfen fark ettiği bir mektup, Padişah Abdülmecid’in Islahat Fermanı’nı imzaladığı 1856 yılında, 250 kişinin öldüğü cehennem sıcaklarının ardından Kerkük’e top büyüklüğünde meteor yağdığını ortaya çıkardı.

    Kerkük Postahanesi Müdürü Seyit Hasan’ın 27 Haziran 1856’da İstanbul’da Padişah Abdülmecid’e hitaben yazdığı mektuba göre, hızla yükselen hava sıcaklıkları 40 dereceyi aştı, 250 kişi hayatını kaybetti, tarladaki mahsul tutuştu, ardından gökten meteor yağdı ve 4 şehrin insanı mahzen ve kuyulara inerek yaşamaya başladı. Müslümanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğer din mensupları "kıyametteki gibi" kendi mabetlerine akın edip günlerce dua etti. Araştırmacı Hüseyin Irmak’ın Sultanahmet’teki Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Genel Müdürlüğü’nde bulduğu Seyit Hasan’ın mektubunda, yaşanan olaylar şöyle anlatıldı:

    "Cenab-ı Allah Osmanlı ülkesini bütün afetlerden korusun. Amin. 74 senesi mayıs ayının 15’inci gününden itibaren bu bölgede süren hava sıcaklıkları gün be gün artarak kırk dereceyi geçmiştir. Sıcakların şiddetinden çevrede çadır ve evlerinde oturanlardan 250 kadar nüfus ölmüştür. 4 şehirde ikamet edenler dolaşmayı bırakarak mahzen ve kuyularda ikamet etmeye başlamışlardır. Yaz mahsülleri ve saire dahi aşırı sıcaklardan kuraklık nedeniyle kendi kendine ateş alarak telef olma derecelerine varmış idi. 6 Haziran cuma gecesi saat yarım sıralarında ehter-i ziya güster burcundan çıkarak görünen ay ışığını kapatıp kıbleye doğru 3-4 mızrak miktarı uzamıştır. Bunun arkasından yıldırımdan korkunç, atış eğitimlerinde olduğu gibi üç defa kudret topu atılır gibi sesler duyulmuştur. 15 dakika ise tüfenk talimi gibi yüksek sesler ortaya çıkmıştır. Ardından gökyüzünde dolunay gibi ateşler görülmüş; 5-6 dakikadan sonra kaybolmuştur. 1-2 saat geçtikten sonra diğer bir yıldız dahi yalancı bir göktaşı gibi izlenmiştir."

    "Şimdiye kadar buralarda bunun gibi dehşete düşüren bir gökkuşağının ortaya çıkışı görülmemiştir. Bu nedenle halk kıyametteki gibi can ve baş korkusuna kapılarak gerek İslam gerek Yahudi ve gerek diğer dinlere mensup herkes kendi ayinlerince cami, mescid, kilise gibi ibadet yerlerine koşarak baş kaldırıp gözyaşı ile dua etmişlerdir. Bu sıkıntılı durumdan dolayı erkek ve kadınlardan birçok kişi korku ve telaştan dehşete düşmüş, mecalsiz kalan birçok kadın düşük yapmış, sayısız çocuk sara hastalığına yakalanmıştır. Feryatlar gökyüzüne ulaşmıştır. Bu meteor olayından sonra hava sıcaklığının derecesi azalmış, havalar yumuşayarak ferahlamıştır. Birkaç gün sonra düşen parçaların isabet ettiği yerlerden bir kıyye (yaklaşık bir buçuk kilo) ağırlığında düşen cisme ait parçalar bulunarak mahalli hükümete getirilmiştir. Bilginiz olması amacıyla yüksek makamınıza takdim kılınmıştır. Arzolunur. 27 Haziran 1856, Kerkük Postahanesi Müdürü."

    Hürriyet, Haber: Ali Dağlar, 15.10.2007

    GİNOLU KALESİ 2008 PROGRAMINA ALINACAK

     

    Kastamonu'da Çatalzeytin İl Genel Meclisi eski Üyesi Sadık Korkut`un tarihi Çatalzeytin Ginolu Kalesi`nin restorasyonu ile ilgili verdiği mücadele meyvesini nihayet verdi.

     

    Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç`un 500 bin YTL ödenek sözü verdiği ama bu rakamın sadece 100 bin YTL`sini gönderdiği tarihi kalenin restorasyonu bu nedenle yarım kalmış, İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından da tavsiye edilmişti. Çatalzeytin halkı adına Koç`a defalarca sözünü hatırlatmak için mektuplar yazıp fakslar çeken Sadık Korkut`un yeni Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay`a gönderdiği yazıya cevap geldi.


    Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün imzalı cevap yazısında `Kastamonu İli, Çatalzeytin İlçesi'nde bulunan Ginolu Kalesi`nin restorasyonu hususundaki Sayın Bakanımıza hitaplı başvurunuz incelenmiştir. Kastamonu Ginolu Kalesi restorasyonu işinin bakanlığımız Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Yatırım Teklif Programına alınması planlanmıştır. Bilgilerinize rica ederim" denildi. Yinede bu konunun yakından takipçisi olacağını belirten Sadık Korkut Ginolu Kalesi`nin restorasyonunun bitirileceği günü dört gözle beklediklerini kaydetti.

    Kastamonu Nasrullah Gazetesi, 14.10.2007

    TİMSAH TANRIYA MEKTUPLAR

     

    Antik bir yazının parçaları bir Mısır vaha şehrindeki 3.000 yıllık tarihi aydınlatıyor. Kahire’nin 120 km güneyinde, çölün kıyısında, kumların yavaşça örttüğü bir yerde antik vaha şehri Tebtunis yer almakta. Burada, yaklaşık 3.000 yıllık ve 400 dönüme yayılmış bu şehirde arkeologlar hummalı bir çalışma sürdürmekteler. Şehrin güneyinde antik Yunan yapıları ve timsah tanrı Sobek’e adanmış bir tapınak, kuzeyde ise, 1930 lara kadar 3-4 m yükseklikte ve sağlam kalabilen, daha yeni Bizans ve İslam yapıları yer almakta.





    Çöl, Tebtunis’i MS 12. yüzyılda örtmüş. Bu yüzden şehir hiçbir haritada yer almıyor. Şehrin ismini, geçmişini ve daha birçok şeyi, 20. yüzyıl başından bu yana burada çalışan arkeologların buldukları onbinlerce papirüs parçasından biliyoruz. Çöp kuyularında bulunan küçük parçalardan, mumya sarımında yeniden kullanılanlara ve 5 m lik şeritlere kadar, bu onbinlerce papirüs parçasında edebi metinlerden ticari anlaşmalara ve yönetim kararlarına kadar hemen herşey mevcut.





    1988 den beri burada uluslararası bir kazıyı yöneten Milano Üniversitesi profesörü Claudio Gallazzi “Papirüs bize başka hiçbir yerde bulunamayacak tarihsel ve özel bilgiler verir” diyor. Yüzyıllar boyu etnik olarak karışık olan bu yerleşimde papirüsler bize günlük yaşamla ilgili inanılmaz bilgiler veriyorlar. Örneğin, birçok Yunanlının sadece büyük şehirlerde yaşadığının düşünüldüğü dönemde bu küçük yerleşimde oldukça güçlü bir Yunan varlığı mevcutmuş. İtalyan-Fransız ekibi 1998 den bu yana 7.000 civarında papirüs bulmuş ve bu yerleşim Mısır’da hala papirüs bulunabilen çok az kazıdan birisi. Bu papirüsler ise Arapça, Kıpti, Yunanca, Aramice ve Geç Mısır hiyeroglifi ile yazılmış olabiliyorlar. 





    Tüm bu papirüsleri, sizin bu yazıyı okuduğunuz kadar rahtaça okuyabilen Gallazzi “Çoğu yönetim uygulamaları ile ilgili, ama aralarında anlaşmalar, faturalar, envanterler, mektuplar ve okul çalışmaları da var. Öte yandan Homeros, Menander ve Euripides’e ait edebi eserler de bulduk” demekte.




    Archaeology, Cilt: 60, No: 6, Haber: Marco Merola, Kasım/Aralık 2007 (Özet)

    FOTOĞRAF ÇEKMEK İÇİN GİRDİĞİ MAĞARADA KUYUYA DÜŞTÜ

     

    Arkadaşlarıyla birlikte fotoğraf çekmek için mağaraya giren genç, yarasa pisliğine basınca 25 metrelik kuyuya düştü. Maceracı genç itfaiye ekiplerinin 4 saatlik çalışması sonucu yaralı olarak kurtarıldı.

     

    Ankara'nın Kalecik İlçesi Tilki Köyü'nde meydana gelen olayda 1'i ağır 2 kişi yaralandı. Alınan bilgilere göre, fotoğraf çekmek isteyen 5 arkadaş Kalecik'e 22 kilometre mesafedeki Tilki Köyü Malboğazı Mevkii'nde bir tepenin üzerindeki mağaraya girdi. Volkan Dokumacı, elindeki fotoğraf makinesiyle mağaranın içindeki bir insanın geçebileceği darlıktaki yerden geçerek içeri girdi. İçerideki yarasalardan ürken genç, yerdeki yarasa pisliklerine basınca kaydı. Dengesini kaybeden Volkan Dokumacı yaklaşık 25 metrelik kuyunun içine düştü. Arkadaşının kuyuya düştüğünü gören Emrah isimli şahısta kuyuya inmek isterken kafasını kuyunun kenarına çarpıp yaralandı.

     

    Köylülerden yardım isteyen Volkan Dokumacı'nın arkadaşları, yaralı genci kuyudan çıkaramayınca itfaiye ve jandarmadan yardım istendi. Ankara Merkez İtfaiye Müdürlüğü'ne bağlı iki arama kurtarma ekibi Malboğazı Mevkii'ne gitti. Olay yerinde yapılan keşfin ardından bir itfaiye ve bir sağlık görevlisi, bellerine halatlar bağlandıktan sonra kuyuya indi. Volkan Dokumacı, yanına inen kurtarma ekiplerinden ilk olarak su istedi. 12 kişilik ekip yaklaşık 4 saatlik çalışmanın ardından Volkan Dokumacı'yı düştüğü kuyudan çıkardı. Yaralı genç boyunluk takılarak ve kırık ayakları sedyeye sıkıca bağlandıktan sonra kuyudan çıkarıldı. Üzerinde Volkan Dokumacı'nın bulunduğu sedye, mağaradan çıkarıldıktan sonra tepeden aşağıya, bağlanan halatlarla indirilebildi.

    Zaman, 14.10.2007

    SİVRİHİSAR'IN TARİHİ SİVRİ KAYALARINA ZARAR VERENLERE HAPİS CEZASI

     

    Dünya üzerinde oluşan ilk kayalıklardan biri olan ve Sivrihisar'ı çevreleyen granit kayalar, tescillenerek, kültür varlıkları kapsamına alındı. Kayalara zarar verenler, 10 yıl hapis cezası ile yargılanacak.

     

    Tarihi Hititler dönemine uzanan Eskişehir'in Sivrihisar İlçesi'nin simgesi olan granit sivri kayalara bölgedeki taş ocaklarının zarar vermesi ve inşaatlarda kullanılması yetkilileri harekete geçirdi. İlçe belediyesi, sivri kayalara zarar verilmesini önlemek ve doğal haliyle korunmasını sağlamak için Kültür ve Turizm Bakanlığı'na müracaatta bulundu. Gerekli incelemeleri yapan bakanlık, bölgeyi sit alanı ilan ederek, kayaları kültür varlıkları kapsamında koruma altına aldı. Buna göre, Sivrihisar'ın simgesi olan sivri kayalara zarar verenler, inşaatlarda taş olarak kullananlar, görevlilerce tespit edilecek. Hakkında tutanak tutulacak olan şahıslar, kayalara zarar verdikleri gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesi'nde 1 ila 10 yıl arasında değişen oranlarda hapis cezası ile yargılanacak. Sivrihisar Belediye Başkanı Yaşar Yurttaş, amaçlarının tarihi vasfı bulunan kayalara sahip çıkmak olduğunu söyledi. Sivrihisar kayalarının dünya üzerinde oluşan ilk kayalıklardan olduğu yönünde Avrupalı bilim adamlarının görüşlerinin bulunduğunun altını çizen Yurttaş, bu fikirlerin de yayınlandığını belirtti. Bölgede yapılan incelemede kayaların tahrip edildiğinin fark edildiğini vurgulayan Yurttaş, "Özellikle granit olduğu için vatandaş, kayaları söküp ev inşaatlarında kullanmış. Bölgedeki taş ocakları da kayalara ciddi zarar vermiş. Böyle devam ederse kayaların yok edileceği kanısına varıldı. Girişimimizle bölge koruma altına alındı. Artık kayaları zarar veren yandı. Kayalıkları ziyaret etmek serbest, ama zarar vermek yasak" diye konuştu. İlçenin sembolü olan kayalarda hilal şeklinde sivriliklerin olduğunu dile getiren Başkan Yurttaş, karşıdan bakıldığında siluet olarak 'La İlaheillallah ve Allah' kelimelerinin fark edildiğini kaydetti.

    Zaman, Haber: Mehmet Kuru, 14.10.2007

    ARKEO KENT İLE FOÇA TANITILACAK

    Bugünkü Batı Uygarlığı'nı kuran en önemli unsurlardan biri olarak kabul edilen İonlar'ın en büyük kenti Phokaia ve üzerindeki modern Foça İlçesi'ni "Arkeo-Kent"konumuna getirecek projeler, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından sahiplenildi. Yaşayan kent ile antik kentin bütünleşmesini, Türkiye'nin dünyaya açılan kapılarından biri olmasını sağlayacak Foça'daki projeler yılbaşında başlayacak.


    Büyükşehir Belediye Meclisi, Ekim ayı olağan toplantısında, tarihi dokunun, kent tarihi bakımından önem taşıyan mekanların ve işyerlerinin korunmasını sağlamak, onarımını yapmak, korunması mümkün olmayanların da aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesi için İZSU Genel Müdürlüğü'ne yetki verdi. Bu yetki, ilk olarak Foça Arkeo-Kent projesini gerçekleştirmek için kullanılacak.

     

    İZSU Genel Müdürlüğü, Büyükşehir, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Foça Belediyesi'nin de katkılarıyla Phokaia Kazıları Başkanı Prof.Dr. Ömer Özyiğit'in Arkeo-Kent Planı kapsamındaki projeleri, tek tek yaşama geçirecek. İZSU, Athena Tapınağı'nın üzerinde yer alan eski ortaokul binasını yıkacak. Cemil Midilli Lisesi'nin yanına prefabrik bir okul binası yaparak, eğitim ve öğretimin burada sürmesini sağlayacak. Lise binası da Athena Tapınağı'ndan çıkan eserlerin sergilenmesi için müzeye dönüştürülecek. Bu çalışmaların, 2008 yılının ilk haftalarından itibaren başlayacağı bildirildi.

    Yeni Asır, Haber: Ertan Gürcaner, 14.10.2007

    TARİHİ ESERLER, KAÇAK KAZILAR NEDENİYLE YOK OLMA TEHDİDİ YAŞIYOR

     

    Van'ın Çaldıran İlçesi'nde bulunan Kübik kümbetler ve Urartu mezarlığı kaçak kazılar nedeniyle yok olma tehdidi yaşıyor.

     

    Alınan bilgiye göre, Altıyol, Zülfübulak ve Alikelle köyleri arasındaki arazide bulunan Kübik kümbetler ve Urartu mezarlığının kaçak kazılar nedeniyle büyük tahribata uğradığı tespit edildi. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Mehmet Top, ilçedeki tek tarihi eser olma özelliğini taşıyan Kübik kümbetler ve Urartu mezarlığının 17. yüzyılda yapıldığını, ancak üzerlerinde yazıt ve kitabenin olmaması nedeniyle kimlere ait olduğunun tespit edilemediğini söyledi.

     

    İki kümbetten birinin yıkıldığını, diğerinin ise yıkılmayla karşı karşıya kaldığını belirten Top, hemen bitişiğindeki Urartu mezarlığındaki birçok mezar da definecilerin kaçak kazıları sonucu büyük oranda tahrip olmuş ve yok olmayla karşı karşıyadır. Bu şekilde yapılan birçok kaçak kazı, tarihin de yok olmasını neden oluyor'' dedi.

     

    Top, ilçedeki tek tarihi yapı olan kümbet ve mezarlığın bir an önce koruma altına alınması alınması gerektiğini ifade etti

    Zaman, 14.10.2007

    PARÇALANMIŞ OSMANLI İŞLEMELERİNİ YENİDEN GÜNYÜZÜNE ÇIKARIYOR

     

    Arkeolog Alper Yurdemi, toprakta arkeolojik eser aramak yerine, parçalanmış ve yıpranmış eski Osmanlı işlemelerinin peşine düştü; 14 yılda binlerce nadide işleme yeniden yaşama şansı elde etti.

     

    Ankara'da Tunalı Hilmi Caddesi'ndeki Ertuğ Pasajı'nda küçük bir dükkan içinde Türk el sanatlarıyla uğraşan Yurdemi, Türkiye çapındaki araştırmalarla, parçalanmış Osmanlı işlemelerini topluyor, kimini koleksiyonuna katıyor, kimini satışa çıkarıyor. Eski Osmanlı işlemelerine merakının küçük yaşta, annesinin toplayıcılığına yardım ederken başladığını belirten Yurdemi, okulu bitirdikten sonra arkeoloji yerine Türk el sanatlarını tercih ettiğini, 'toprak yerine işlemeleri 'kazıp' bulduğunu' söyledi. Yurdemi, önceden kendisi, şimdi de Türkiye çapında 20'ye yakın toplayıcısı ile eski Osmanlı işlemelerine ulaştığını, çok parçalanmış bu işlemeleri korumak ve geleceğe aktarabilmek için atölyelerinde, asitsiz cam ve zemin ile gerçek altın varakla havasız şekilde çerçevelediklerini kaydetti.

     

    Küçük dükkanda bulunan eserler 17-19. yüzyıl arası döneme ait. İşlemelerin ağırlıklı olarak gelinlik, yatak örtü takımı, başörtüsü, mendil, yağlık ve peşkir parçalarından oluşuyor. 17-19. yüzyıllarda yapılan Osmanlı işlemelerinin fiyatı 8 YTL ile 3 bin 500 YTL arasında değişiyor. Yurdemi, 3 bin 500 YTL değerindeki en pahalı 2 eserin de 17. yüzyıldan kalma, 'yağlı' adı verilen eski bir peçeteye ait parçalar olduğunu söyledi. İpek iplik ile altın ve gümüş karma tellerle işlenen eserde, padişah çadırı ile cami, köşk gibi mimari motiflerin bulunuyor. Bu işlemelere en büyük ilgiyi ise Amerikalılar gösteriyor. Büyükelçiliklerin özel konuklarına hediye olarak satın alıyorlar. Alper Yurdemi, eski Osmanlı işlemelerinin değeri çok bilinmediği için kötü koşullarda saklandığını ve giderek yok olduğunu dile getirdi. Bir keresinde, 19. yüzyıla ait nadir bir işlemeyi köy evinin kapısında paspas olarak gördüğünü anlatan Yurdemi, işlemelerin miras yoluyla parçalandığına da dikkat çekti. "Bir yatak örtüsünün 15 parçaya bölündüğünü bilirim" diyen Yurdemi, yurt dışına çıkarılmış nadir ve çok değerli işlemeleri de bulup Türkiye'ye getirttiğini de sözlerine ekledi.

    Zaman, 14.10.2007

    ARŞİMED'İ ÇOŞTURAN KÜTÜPHANE 'İSKENDERİYE'

     

    Bazı araştırmacılara göre kütüphane adeta üniversitenin ana unsuru haline geliyor. Arşimed, suyun kaldırma kuvvetini bu kütüphanede yaptığı çalışmalar sonunda keşfederken, Eratosthenes dünyanın çapını, Öklit ise geometrinin kurallarını İskenderiye ve kütüphanede yaptığı araştırmalarla ortaya koyuyor.

     

     

    İskenderiye sahil şeridinde Memlüklerin kudretli sultanı Kayıtbay'ın inşa ettiği kaleye doğru ilerlerken aniden tarihi bir yolculuğun içinde buluyoruz kendimizi. Arkasını İskenderiye Üniversitesi'ne yaslayan, yüzünü mavi Akdeniz'e çeviren, yarısı yere saplanmış bir daire görüntüsündeki İskenderiye Kütüphanesi, sanki 2.300 yıl öncesinin esintilerini günümüze taşıyor. Tıpkı Keops, Kefren, Mikerinos piramitlerinin tarih sayfalarından fışkırırcasına Giza'da 5.500 yıldır ayakta durması gibi.

     

    160 metre çapında, 40 dönümlük bir alan üzerinde kurulu bu modern mimarinin alüminyum ve camdan yapılan çatısı, gün doğumundan batımına kütüphanenin içini aydınlatacak şekilde tasarlanmış. Bilgisayar mikroçipinden esinlenerek inşa edilen kütüphanenin yalıtımı, tıpkı uçaklarda olduğu gibi güneşin en şiddetli ışınlarını bile rahatlıkla engelleyebiliyor.

     

    İskenderiye, daha önce küçük bir balıkçı köyü iken Avrupa'nın ortalarından Afganistan'a kadar büyük bir imparatorluk kuran Büyük İskender tarafından inşa ediliyor ve daha sonra Mısır'ın başkenti yapılarak adeta firavunların gözdeleri Kahire ve Luksor gibi kentleri gölgede bırakmaya başlıyor.

    Zaman, 14.10.2007

    İRAN'DA TİMUR DÖNEMİ'NE AİT 3 İSKELET BULUNDU

     

    İran’da, Khoy şehrinde bulunan Şems-i Tebrizi Minaresi yakınlarında süren kazılarda Timur Dönemi’ne (MS 1370-1506) ait 3 iskelet daha bulundu. Bu buluntularla birlikte, bu kazıda bulunan, aynı döneme ait iskeletler yediye ulaştı. Kazıları yürüten ekibin başkanı Rıza Haydari, birçok seramik malzeme ve mimari eser de bulunduğunu bildirdi.

     

    Yerel olarak “Şems-i Tebrizi Minaresi” adıyla bilinen mimari anıtın ise gerçek kimliği ve inşa amacı ise hala bilinmiyor.

    CHN, Cultural Heritage News Agency, Haber: Soudabeh Sadigh, 10.10.2007

    SULTAN ABDÜLAZİZ'İN TAMAMLANAMAYAN CAMİSİNİN ÜZERİNDE BUGÜN SWISSOTEL YÜKSELİYOR

     

    Sultan Abdülaziz'in İstanbul'un Maçka semtinde yaptırmaya başladığı, ancak ölümü üzerine tamamlanamayan Aziziye Camisi'nin temelleri üzerinde bugün Swissotel yükseliyor.

     

    Sultan Abdülaziz de İstanbul'da bir cami yaptırmak istemiş ve bu cami için Maçka'nın Dolmabahçe'ye hakim bir noktasını seçmişti. Abdülaziz, 4 minareli olarak yaptırmak istediği cami için mimar olarak Sarkis Balyan'ı bulmuştu.

     

    Abdülaziz, Sultanahmet Cami kadar görkemli, 4 büyük fil ayağı üzerinde büyük bir kubbeden oluşacak bu büyük caminin giderleri için de gelir kaynakları düşünmüştü. Bunun için günümüzde ''Akaretler'' olarak anılan ve ''kira getiren'' anlamına gelen sıra evleri yaptırmıştı. Ancak 1874 sonları veya 1875 başlarında büyük bloklar halindeki temel taşları yerleştirilerek bina temelden yükselmeye henüz başlamışken, Sultan Abdülaziz 30 Mayıs 1876'da tahttan indirilmiş ve inşaat durdurulmuştu.

     

    Camiden geriye kalan duvarların ve fil ayaklarının temel taşlarının uzun süre bu şekilde kalması, bulunduğu mevkinin ''Taşlık'' adını almasına sebep olmuştur. Daha sonra bu temeller üzerinde önce Taşlık Gazinosu, 1980'li yıllarda ise Swissotel-Bosphorus oteli inşa edildi. Caminin, avlu olarak tasarlanmış bölümü ise Vişnezade İnönü Parkı olarak düzenlendi.

     

    Sultan Abdülaziz, 4 Haziran 1876 tarihinde bilekleri kesilerek ölmüş olarak bulundu. Doktorlar tarafından intihar ettiğine karar verilmişse de yaygın kanı öldürüldüğü yönündeydi. Abdülaziz, Balkanlar'daki tehlikeli gelişmeyi önlemeye çalışırken, ihtilal hazırlığı yapan Hüseyin Avni, Mithat, Redif ve Süleyman Paşalar, 30 Mayıs 1876 tarihinde Dolmabahçe Sarayı'nı kuşatarak Sultan'ı tahttan indirdiler. Feriye Sarayı'na nakledilen Abdülaziz, iddiaya göre Mithat Efendi'nin yardımıyla odasında bilekleri kesilerek öldürüldü.

     

    Babası Sultan II. Mahmut'un Çemberlitaş'taki türbesinin hemen yanına defnedilen Sultan Abdülaziz'in döneminde yaşanan önemli olaylardan bir kısmı Rusya ve Avrupa devletlerinin kışkırttığı Balkan isyanlarıdır. Girit ve Sırbistan'da çıkan isyanlar ise devletin ve padişahın otoritesini sarsmıştır.

    Zaman, 14.10.2007

    ZONGULDAK'TAKİ ANTİK TEION KENTİ'NDE KAZILAR 12 AY DEVAM ETTİRİLECEK

     

    Zonguldak'ın Çaycuma İlçesi'ne bağlı Filyos beldesindeki, “Karadeniz'in Efesi” diye adlandırılan Antik Teion Kenti'nde kazı çalışmalarının yılın 12 ayında devam etmesi için Zonguldak Karaelmas Üniversitesi (ZKÜ) bünyesindeki arkeoloji bölümünün aktif hale getirilmesi hedefleniyor.

     

    MÖ 7. yüzyılda kurulan antik kentin mimari yapısının ortaya çıkarılması için yapılan kazı kapsamında bölgede çalışan Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof.Dr. Sümer
    Atasoy ve ekibinin uzun süre bölgede kalabilmesi için, ZKÜ'de yaklaşık 3 yıl önce kurulan Arkeoloji Bölümü'nün faaliyete geçirilmesi planlanıyor.

     

    Prof.Dr. Atasoy'un ve ekibindeki akademik personelin ZKÜ bünyesinde uygun şartlar oluşması durumunda görev almayı kabul etmesi üzerine, gelecek dönemde bölüme öğrenci alınması öngörülüyor.

     

    Roma dönemine ait toprak üstü kalıntılardan, liman surları, su kemeri, tiyatro, savunma kulesi ile antik liman ve mendireğin planlarının çıkarıldığı tarihi bölgede, arkeoloji bölümünün eksiklerinin giderilmesiyle yılın 12 ayında çalışmaların hızlı şekilde devam etmesi amaçlanıyor.

     

    Zonguldak Valisi Yavuz Erkmen, yaptığı açıklamada, Türkiye'de Karadeniz sahillerinde ilk kez yapılan ve bölgenin önemli ticaret kenti olduğunu gösteren kazıların 2 yıldır yaz aylarında yürütüldüğünü söyledi. Kazıya Kültür ve Turizm Bakanlığının yanı sıra Valilik İl Özel İdare Müdürlüğü olarak destek verdiklerine dikkati çeken Erkmen, şöyle dedi:


    ''Elde edilen bulgular Filyos'un, Efes ve Bergama gibi antik kent olduğunu gösteriyor. Burada hiç bilmediğimiz sahil surları ortaya çıkarıldı. Ayrıca, 2 bin kişilik Roma tiyatrosunda heykellere ait mermer ve bronz parçalar bulduk. Karadeniz sahillerinde ilk kez bir antik kent  kazılarak, kalıntılar ortaya çıkarılıyor. Bizim amacımız kazı çalışmalarının yılın 2 ayı değil, 12 ayı devam etmesini sağlamak. Bu doğrultuda ZKÜ ile görüştük. Kazıda görev alan öğretim görevlilerimiz de burada görev almayı ve çalışmayı kabul ettiler. Üniversite bünyesindeki arkeoloji bölümünün aktif hale getirilmesini arzu ediyoruz. Kazıları yürüten öğretim görevlilerimizin ZKÜ'de görev almayı kabul etmeleri, antik kentin daha çabuk ortaya çıkmasını sağlayacaktır. İnşallah gelecek eğitim öğretim yılına bunu yetiştireceğiz.''

     

    Erkmen, arkeoloji bölümüyle kazıların hız kazanacağını ve antik kentin turizme daha çabuk kazandırılacağını belirterek, ''Öğrenciler de aldıkları teorik eğitimi uygulama imkanı bulacaklar. Antik kent, bölgenin turizmine önemli katkı sağlayarak cazibesini artıracaktır'' dedi.       
          
    ZKÜ Rektörü Prof.Dr. Bektaş Açıkgöz ise Arkeoloji Bölümü'nün, öğretim görevlisi bulamadıkları için açılamadığını belirterek, şunları kaydetti: ''Arkeologlar bir kazıya bağlanıyorlar ve yıllarca o kazıda çalışıyorlar. Bundan dolayı aradığımız çok sayıda arkeolog gelemedi. Biz de Ankara Üniversitesi'ne doktora için araştırma görevlileri gönderdik. Onlar geldiği zaman öğrenci alımına başlamayı hedefliyorduk. Ancak, bu sırada Filyos'taki kazılar başladı. Trakya Üniversitesi'nden bir grup görevlendirildi. Buradaki akademik personelin bir kısmı prensip olarak üniversitemize gelmeyi kabul etti. Onlar gelirse öğrenci alabileceğiz. En az 3 öğretim üyesine ihtiyacımız var.''

    Turizm Gazetesi, 13.10.2007

    ERZURUM İSPİR'DEKİ SARIKONAKLAR PANSİYONA DÖNÜŞTÜRÜLECEK

     

    Erzurum'un İspir İlçesi'ne bağlı 2 bin 200 metre yükseklikteki Sırakonaklar Köyü'ndeki tarihi konaklar, pansiyona dönüştürülüyor. İspir Kaymakamı Ziya Polat, ''Sırakonaklar, dolayısıyla İspir, yakında ülkenin önde gelen kırsal turizm merkezlerinden biri olacak'' dedi.

     

    Polat, yaptığı açıklamada, İspir'e bağlı Sırakonaklar Köyü'nün doğası ve tarihi dokusuyla çok önemli bir kırsal turizm potansiyeline sahip olduğunu söyledi. Kırsal turizmi tercih eden turistlerin gittikleri bölgelerde, yerli halk gibi yaşamak istediğine dikkati çeken Polat, bu amaçla ''Sırakonaklar Ev Pansiyonculuğu ve Çok Amaçlı Turizm Merkezi Projesi''ni hazırladıklarını belirtti.

     

    Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu'ndan söz konusu projeye ayrılan 105 bin YTL kaynakla Sırakonaklar Köyü'ndeki 10 konağın orjinaline uygun restore edilerek turistlerin hizmetine sunulacağını kaydeden Polat, şunları söyledi: ''Kaçkar Dağları'na dağcılık ve doğa yürüyüşü için çıkan turistler, konaklamak için ya İspir'e ya da Yusufeli'ne dönüyorlar. Sırakonaklar'da oluşturulacak ev tipi pansiyonlarda, bundan sonra Kaçkar Dağları'na çıkan turistleri ağırlayacağız. Konakları restore çalışmaları 1 ay sonra tamamlanacak. Konakların içini tarihi dokuya uygun döşeyeceğiz; yeni banyo ve tuvaletler de yapacağız. Sırakonaklar, dolayısıyla İspir, yakında ülkenin önde gelen kırsal turizm merkezlerinden biri olacaktır.''

     

    İspir Belediye Başkanı Osman Çakır ise köyde 300 yıllık konaklar bulunduğunu söyledi.        Çakır, ''Bu konakların restore edilmesi ilçe turizmini olumlu etkileyecektir. İlçemize gelen turistleri Kaçkarlar'ın göbeğinde, tarihle doğanın birleştiği bir köyde ağırlayacağız. Herkesi tarihi Sırakonaklar'da kalmaya davet ediyorum'' diye konuştu.       
    Turizm Gazetesi, 13.10.2007

    SAAT KULESİ YILLARA MEYDAN OKUYOR

     

     

    Çanakkale’de 19. yüzyıla ait sivil yapıların en güzel örneklerinden biri olan asırlık saat kulesi, yıllara meydan okuyor. Türkiye’deki 52 tarihi saat kulesinden biri olan ve ilk günkü gibi çalışan Çanakkale saat kulesi, İtalyan Konsolosluğu yapan Vitalis adlı tüccar tarafından 1897 yılında inşa ettirilmiş. Ayvalık taşı kullanılarak yapılan saat kulesinin, dört cephesinde birer saat yer alıyor. Saat kulesinde, çanın asıldığı çokgen gövdeli kubbeli köşk, kulenin en üstünde yer alıyor. İki ve üçüncü katlarda birer hafif sivri kemerli aydınlık pencereleri ile ikinci katta bir balkonu bulunan saat kulesinin en altında güney cephesinde bir kapı, kuzeyinde 1889 yılında Musevi Halyo tarafından yaptırılan bir çeşme yer alıyor.


    107 yıldır ayakta duran saat kulesi, Türkiye’nin en eski saat kulesi olma özelliğini taşıyor.

    Evrensel, Fotoğraf: Çanakkale Valiliği, 13.10.2007




    7 - 13 Ekim 2007

    DÜNYANIN EN ESKİ AŞIKLARI

     

    Diyarbakır'ın Bismil İlçesi'ndeki Hakemi Use Kazısı'nda günümüzden 8 bin yıl öncesine ait, birbirine sarılı kadın ve erkeğin olduğu ve sevgili oldukları belirtilen bir çiftin mezarı bulundu.





    Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan tarihi eserlerin kurtarılması amacıyla Bismil'de süren 9 kazıdan biri olan Hakemi Use Tepesi'ndeki kazılarda, tarihi eserlerin gün ışığına çıkarılması sürerken, bereketli Mezopotamya toprakları insanlık tarihiyle özdeş olan aşkın ölümsüzlüğüne bir kez daha tanıklık etti. Kazıda Neolotik döneme ait mezarda birbirine sarılı ve sevgili oldukları değerlendirilen kadın ve erkek iskeletlerinin bulunduğu mezarın bulunması heyecan yarattı.

    Bu mezarın geçen yıl İtalya'nın kuzeyinde Verona şehri yakınlarındaki Mantua kazısında gün ışığına çıkartılan ve MÖ 5000'lere tarihlendirilen bir erkek ve bir kadının gömülü olduğu mezardan yaklaşık bin yıl daha eski olduğu bildirildi.





    2006'da İtalya'nın kuzeyinde Verona şehri yakınlarındaki Mantua kazısında gün ışığına çıkartılan ve MÖ 5 binlere ait
    birbirilerine sarılmış erkek ve kadının iskeletleri.


    Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç.Dr. Halil Tekin, yaptığı açıklamada, Hakemi Use Tepesi kazısının 2001 yılından bu yana Ilısu Baraj Gölü altında kalma riski olan arkeolojik kültür varlıklarını kurtarma ve belgelemeye yönelik Diyarbakır Arkeoloji Müdürlüğü başkanlığında, Hacettepe Üniversitesi'nden bir ekiple devam ettiğini anımsattı.

    Höyüğün kuzey kesiminde Dicle Nehri ile olan bağlantısını anlamaya yönelik başlattıkları çalışmada, ancak 7. sezonunda ana toprağa ulaşma imkanı bulabildiklerini belirten Tekin, burada Neolotik döneme ait özellikle de tarımcı ve köy topluluğunun önemli bir evresini tespit ettiklerini hatırlattı.

    Tekin, Mezopotamya uygarlığının çok önemli bir döneminin varlığını Türkiye sınırları içerisinde tespit ettiklerini, Geç Neolotik Hassuna dönemine ait birbiriyle bütüncül üst üste kurulmuş 5 köyde tespit ettiklerini bunun yaklaşık 200-250 yıllık bir süreci kapsadığını söyledi.
    Tekin, bu yılki kazılarda gün ışığına çıkartılan 22 mezardan birinin özellikle çok dikkat çekici olduğunu, kazıda en eski köy kalıntısına ait olan ve bir evin tabanı altında bulunan mezarda yetişkin iki birey saptadıklarını bildirdi.

    Yaklaşık MÖ 6 bin 100 tarihlerine ait bu mezardaki iskeletlerin antropologlar tarafından incelenmek üzere Hacettepe Üniversitesine götürüldüğünü belirten Tekin, şöyle konuştu: ''Henüz bilimsel çalışmalar sonuçlanmamış olmakla birlikte, otuzlu yaşlarda bir erkek ve yirmili yaşlarda bir kadın, yan yana gömülmüş ve gömme şekillerinden aynı zamanda öldüklerini anlıyoruz. Bireylerin gerçek yaşları ve ölüm nedenleri, geçirdikleri hastalıklar veya belki de ölüm nedenleri bir aşk cinayeti de olabilir. Bunun gibi ayrıntılı bilgiler çalışmalar sonuçlandıktan sonra netleşecek. Başları Güneydoğuda olan bireylerden erkek olan sırtını kadına dönmüş daha genç olan kadın ise bir elini erkeğin omzuna doğru uzatırken bir bacağını da erkeğin üzerine atmış durumdadır. Geçen yıl İtalya'nın kuzeyinde Verona şehri yakınlarındaki Mantua kazısında gün ışığına çıkartılan ve MÖ 5 binlere tarihlendirilen bir erkek ve bir kadının gömülü olduğu mezardan yaklaşık bin yıl daha eski olan Hakemi Use bireylerinin gerek aynı mezar içinde yer almaları, gerekse yatış biçimleri bunların karı-koca veya sevgili olduklarını düşündürmektedir. Bu ön bilgilerin ışığında Hakemi Use çiftini kazılarda saptanmış dünyanın en eski aşıklarına ait mezar diyebiliriz. Bugüne kadarki kazılarda saptanmış dünyanın en eski aşıklarına ait mezarı bulduk.''

    Sabah, Fotoğraflar: Hürriyet, 07.10.2007




    Nano-Yorum:


    Fransız filozof Andre Gorz, kanser hastası karısı Dorine'in ölümüne dayanamayacağı için geçen ay onunla birlikte intihar etmişti. Efsanevi düşünür Jean-Paul Sartre'ın da yakın arkadaşlarından olan 84 yaşındaki yazar ve düşünür Gorz, uzun süredir kanserle mücadele eden ve giderek durumu kötüleşen eşinin ölümü fikrine dayanamadığı için onunla birlikte zehirli iğneyle ölümü seçmişti. Birlikte yaşadıkları 58 yıldan sonra onun hastalığı sırasında yazdığı mektupta "İçimde; göğsümün kovuğunda, sadece senin sıcak bedeninin benimkine dokunmasıyla doldurulabilecek, yiyip bitirici bir boşluk taşıyorum" diyordu. Onlar aşklarını ölümsüzlüğe taşıdılar.

     

    Geçtiğimiz hafta, Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan tarihi eserlerin kurtarılması amacıyla Bismil'de süren 9 kazıdan biri olan Hakemi Use'de yürütülen kazılar bir başka ölümsüz aşkı, belki de şu ana kadarki en eski aşkı açığa çıkardı. Neolitik Çağa ait bir mezarda birbirine sarılı ve sevgili oldukları değerlendirilen bu kadın ve erkek iskeletlerinin ilk belirlemelere göre, 8 ay kadar önce İtalya’nın kuzeyinde, Valdaro bölgesindeki Mantua kazılarında birbirlerine sarılı olarak gömülmüş bulunan çiftten bin yıl daha eski olduğu düşünülüyor.

     

    Birbirine aşık aşağı yukarı her çiftin birlikte uyuma pozisyonunda bulunan bu kadın ve erkek için nasıl "bir aşk cinayeti" düşünülebilir bilmiyoruz ama en kötüsü, onları ayırarak antropologlar tarafından “bireylerin gerçek yaşları ve ölüm nedenleri, geçirdikleri hastalıklar” ve sairenin incelenmesi amacıyla Hacettepe Üniversitesi'ne götürülmesiydi bizce.

     

    Mantua'da kazı yapan arkeolog Elena Menotti, Türk meslekdaşının aksine daha duygusal davranıp "Şu ana dek nasıl idilerse bundan sonra da aynı şekilde, yani birlikte olmalarını istiyoruz" demişti. Sonuçta, kemiklerin daha sonra yeniden birleştirmek üzere tek tek çıkartılması yerine, çiftin gömülü olduğu toprak parçasının, kemiklerle birlikte komple çıkartılarak korunmasına karar verilmişti. TAY Haber’de de yayınlanan bu buluntu, 14 Şubat Sevgililer Günü için hoş bir sürpriz olmuştu:

     

    http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=3660&html=haber_detail_tu.html&layout=web

     

    Hakemi Use çifti için haberde üst üste birkaç defa vurgulanan, “Bizimki daha eski, en eskisi bizimki, dünyanın en eski aşıkları bizde” tarzının da oldukça rahatsız edici olduğunu söylemek isteriz. Bu bir yarış değil çünkü. Bizler sadece bir başka ölümsüz aşkın tanıklarıyız.

     

    Sizce birisini çok seven bir insan aşktan ölemez mi? Yaşamınız boyunca en az bir defa, birisi ile birlikte yaşayıp, yaşlanıp, onunla birlikte ölmeyi arzulamadınız mı siz? Ya da, daha beteri, ondan ayrı olmaktansa ölmeyi istediğiniz hiç olmadı mı?

     

    Ali Yamaç - Ayşe Didem Bayvas

    YEŞİL TÜRBE'NİN ONARIMI SÜRÜYOR





    Bursa`nın en değerli anıtsal yapısı olan türbe, Yıldırım Bayezıd`ın oğlu Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1421 yılında yaptırıldı. Mimarı Hacı İvaz Paşa olan türbenin nakkaşları ise Ali bin İlyas Ali, Mehmed el Mecnun. Binayı saran çinilerin renginden dolayı halk tarafından ``Yeşil Türbe`` olarak adlandırılan türbe, Yeşil semtinde tüm ihtişamıyla ayakta duruyor.


    Ünü ülke sınırlarının dışına taşan türbe, sekizgen planlı ve alt kattaki mezar odası ile Selçuklu dönemi türbeleri andırıyor. Sivri bir kubbesi bulunan türbenin duvar yüzeylerinin kenarları mermerle çevreleniyor ve yine mermer ayaklar üzerinde sivri kemerler yer alıyor.


    Dış cepheleri firuze renkli levha çinilerle, büyük bölümü yeşil çinilerle kaplı olan türbenin en dikkat çekici köşelerinden birisini ise Tebrizli Ahmed oğlu Ali tarafından ceviz ağacından oyulan kapısı oluşturuyor. Kapıda rozet ve geometrik yazı motifleri yer alırken, türbenin içinde bulunan çinili mihrap, palmet şeklindeki süslemeleriyle, renkli süsleme sanatının bir şaheseri olarak kabul ediliyor. İçine geçildiğinde, sanki çini cennetine girildiği hissi veren türbe, ziyaretçilerini tüm gösterişiyle büyülüyor.


    Türbe içindeki Çelebi Mehmed`in görkemli sandukası da beyaz, mavi, sarı, lacivert çinilerden oluşan yazılarla süslü bulunuyor. Pencerelerinin çevresinde çiçeklerle ayetler işli olan çinilerin bulunduğu türbede, Çelebi Mehmed`in oğulları Mustafa, Mahmut ve Yusuf ile kızları Selçuk Hatun, Hafsa Sultan, Daye Hatun ve Ayşe Hatun`un çinili sandukaları da yer alıyor.


    Bursa`nın önemli bir tarihi ve kültürel değeri olan, kentte 1855 yılında meydana gelen depremlerde ağır hasar gören ``Yeşil Türbe`, 1864 yılında tamirattan geçirilerek bugünkü görünümüne kavuşturuldu. Ancak zamanla dış cephesindeki çinilerin büyük bölümünün dökülmesi, derin çatlakların oluşması ve iç duvarlarının rutubet tutması nedeniyle türbede 2 yıl önce başlatılan büyük çaplı restorasyon çalışması sürüyor.


    Bursa Ticaret ve Sanayi Odası`nın girişimleri sonucu Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği tarafından üstlenilen restorasyon, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü ekipleri ile Türkiye`deki çeşitli üniversitelerdeki öğretim üyelerince büyük bir titizlikle yürütülmeye devam ediliyor.

    Bursa Olay, 13.10.2007

    GÜRCÜ KİLİSESİ RESTORE EDİLECEK

     

    Türkiye ile Gürcistan arasında tarihi eserlerin restorasyonu konusunda prensip anlaşması imzalandı. Gürcistan hükümeti anlaşma kapsamında Erzurum’un Çamlıyamaç Köyü’nde bulunan, Bagratlı Hanedanı zamanında, 966 yılında yapılan Öşvank Kilisesi’nin onarılmasını istedi.

     

    Kilisenin mimarı Öşklü Grigor Usta olarak biliniyor. Kilise, iki renkli taş bezemeleri ve kabartma figürleri ile ünlü.Türkiye ise buna karşılık Gürcistan’dan bir Osmanlı-Türk eserinin restore edilmesi talebinde bulundu. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Gürcistan’da tespit ettiği üç Osmanlı eserini Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a sundu. Günay, cami, medrese ve hamamdan oluşan Osmanlı dönemine ait eserlerden birini seçecek.

    Hürriyet, 13.10.2007

    TÜRKİYE TARİHİNE SAHİP ÇIKIYOR

     

    Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, yurt genelinde ait olduğu dönem ve medeniyete bakılmaksızın 38 tarihî eserin onarımı için çalışma başlattı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Nermin Beşbaş, Türkiye’nin, binlerce yıllık bir geçmişe dayanan, zengin uygarlıkların yaşandığı bir ülke olduğunu belirterek, onarım çalışmalarının anıtsal yapı, kale surları, sivil mimarlık örnekleri ve müzeler olmak üzere 4 alanda yapıldığını kaydetti.


    Beşbaş, sokak sağlıklaştırma ve çevre düzeni projelerinin, Amasya, Afyonkarahisar, Bolu, Burdur, Malatya, Bolvadin ve Mersin’de uygulandığını, bu çalışmalar kapsamında 7 kilise ve manastırın da onarıldığına dikkati çekti. Anıtsal yapılarda Çanakkale Anıtları, Erzurum Eski Teşvikiye ve Gülhane Hastaneleri, İstanbul Topkapı Sarayı, Bitlis Ahlat Selçuklu Mezarlığı, Bursa Anıtları, Hakkari Meydan Medresesi ile I. ve II. Türkiye Büyük Millet Meclisi binaları bakım çalışmaları kapsamına alındı. Kale ve sur olarak Elazığ Harput Kalesi, Niğde Kalesi, Diyarbakır Surları, Amasya Harşena Kalesi, Gaziantep Kalesi, Bayburt Kalesi, Rize Zilkale Kalesi, Alanya Kalesi, Diyarbakır İçkale ve Karaman Kalesi, müzelerden ise Amasya, Ankara Anadolu Medeniyetleri, Antalya Elmalı, Çorum, Kahramanmaraş ve Elazığ müzeleri eski görünümüne kavuşacak. Beşbaş, sivil mimari örneklerinden, Amasya’da Hazerenyar Konağı, Kayseri’de Okutanlar Evi, Malatya’da Başkonaklar, Niğde’de Bor Bilginler Konağı, Sinop’ta Yakupağa Konağı ve Şanlıurfa’da Harran Kümbet Evleri’nin bakım ve onarıma alındığını kaydetti.

    Türkiye Gazdetesi, 13.10.2007

    ASIRLIK SU DEĞİRMENİ TURİZME KAZANDIRILACAK

     

    Datça Belediye Başkanı Erol Karakullukçu, Datça’nın Ilıca mevkisinde bir yanında Ilıca gölü, bir yanında deniz olan tarihi değirmenin kültür merkezi olması için çalıştıklarını söyledi. Değirmenin, belediyece 5 yıl süre ile kiralandığını belirten Karakullukçu, “Amacımız, buranın aslına uygun biçimde restore edilerek kültür turizminin bir parçası olması” dedi. İlçenin son zamanlarda turizmde öne çıktığını ifade eden Erol Karakullukçu, şunları kaydetti: “Biz, Datça’yı sadece turizm kenti olarak düşünmüyoruz. Datça, aynı zamanda bir kültür kenti. Datça yarımadası, bundan 3 bin yıl önce de kültürel etkinliklerin yapıldığı bir turizm kentiymiş. Bu nedenle biz, turizmin yanında Datça’nın bu yönünü de ön plana çıkarıyoruz. Datça’nın bu yönüne de sahip çıkmaya çalışıyoruz. Ilıca gölü yakınlarındaki değirmen, yakın zamana kadar kullanılıyordu. İlçenin kültüründe de çok önemli bir yeri var. Değirmen, Datça’nın mimari özelliklerini de yansıtıyor. Datçalıların kültüründe önemli bir yeri olan, ancak yangında zarar gören değirmeni restore ederek ilçemize kazandırmak istiyoruz.”

    Değirmeni restore ettikten sonra kültür merkezi yapmayı planladıklarını belirten Karakullukçu, “Burası, Datça’nın kültürünü yansıtan bir müze olacak. Burada resim sergileri, söyleşiler olacak. Geçmişte Datça’daki yaşamı anlatan yapıtlar sergilenecek” diye konuştu. Değirmenin çevresinde de düzenleme yapacaklarını bildiren Karakullukçu, “Önüne yaya yolu yapmayı planlıyoruz. Değirmenin yanındaki, gölün etrafında ahşap yol yapacağız. Gelenler gölün güzelliği seyretme imkanı da bulacak” diye konuştu.

    Akşam Ege, 13.10.2007

    TARİHİ MÜZE BAKIMA ALINDI

     

    İzmir'de Konak Belediyesi ekipleri Cumhuriyet Eğitim Müzesi'ni gelin gibi süsledi ve Cumhuriyet Bayramı'na hazırladı.

    Bu yıl 84. yıldönümü kutlanacak olan Cumhuriyet Bayramı etkinlikleri öncesi tepeden tırnağa elden geçirilen Cumhuriyet Eğitim Müzesi yeni görünümüyle ziyaretçilerini karşılamaya hazırlanıyor.

    Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ, "Atatürk'ün armağan ettiği Cumhuriyetimizin 84. yıl dönümünü kutlayacağız. Bu etkinlikler sırasında Cumhuriyet döneminde kuruluşundan bugüne kadar kullanılan eğitim araç ve gereçlerinin sergilendiği Cumhuriyet Eğitim Müzesi'nin çatısını onardık iç ve dış tadilatını yapıp boya ve badana işlerini gerçekleştirdik ve Cumhuriyete yakışır bir müze konumuna getirdik" dedi.

    Yeni Asır, 12.10.2007

    SANATIN İÇİNE DÜŞTÜLER

     

    İngiltere'nin önde gelen sanat galerilerinden Tate Modern'de sergilenen bir eser yaralanmalara neden oldu.

    Kolombiyalı sanatçı Doris Salcedo'nun 6 ayda tamamladığı eser, sergi salonunun ortasında 167 m. uzunluğunda, 90 cm. derinliğinde ve 25 cm. genişliğinde bir çatlaktı.

    300 bin sterline mal olan çatlakla, göçmenlerin adaptasyonda yaşadığı zorluklara dikkat çekildi.

    Ancak galeride bunun sadece bir resim olduğunu sanıp üzerinden yürümeye kalkan 3 kişi çatlağın içine düşerek yaralandı! Galeri yetkilileri, kişilerin ayak bileklerini incittiklerini belirtti.

    Sabah, 12.10.2007

    KANUNİ TUĞRALI KAPI SAHTE Mİ?

     

    İstanbul Üsküdar Bit Pazarı'nda bir antikacıda Kanuni Sultan Süleyman tuğralı, Arapça yazılarla süslü bir kapı 50 bin dolara satılıyor. Kapıyı Hindistan'dan satın aldığını söyleyen, "Antikacı Zeki" olarak bilinen Mehmet Dal, "Kapı Türkiye'den çalınarak Paris'e götürülmüş. Oradan Hindistan'a gitmiş" dedi. SABAH, 3 metrelik kapıyı uzmanlara inceletti. Türk İslam Eserleri Müzesi yetkilileri kapının sahte olduğunu açıkladı. Ünlü antikacı Duran Tantekin de kapının sahte olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi.

    Sabah, 12.10.2007

    ŞIRA HAN RESTORE EDİLİYOR

     

     

    Gaziantep’in kültür mirası olması rağmen uzun yıllardın atıl durumda bekleyen tarihi Şıra Hanı, 3 milyon dolarlık yatırımla yeniden düzenlenecek.

     

    1886 yılında, II. Abdülhamid’in padişahlığı, Cemil Paşa’nın Halep valiliği döneminde, Kaymakam Rıfat Bey’in girişimleri, dönemin Belediye Başkanı Mustafa Ağa’nın halktan topladığı paralarla yaptırılan tarihi Şıra Hanı; İstanbul’da Sahan Restoranlar Zinciri'nin sahibi Gaziantepli işadamı Tahir Tekin Öztan tarafından 3 milyon dolarlık bir yatırımla turizm kompleksine dönüştürülecek.

     

    Otantik özelliklerinin kültürel ve modern değerlerle buluşacağı Şıra Hanı’nda 80 odalı, 150 yatak kapasiteli bir butik otel ve 1000 kişilik restoran yapılacağını kaydeden Öztan, “Gaziantep denilince akla sadece fıstık, baklava ve lahmacun gelmemeli. 5600 yılık tarihi olan dünyanın en eski yerleşim birimi ve kültürler kavşağı Gaziantep’imizin, kültürel değerlerini ön plana çıkararak en iyi şekilde temsil etmeye talibiz. 3 milyon dolarlık bir yatırımla Türkiye’nin değil, dünyanın en ünlü mimarlarını kentimize getirerek, global manada model gösterilecek bir eser yaratmak kazandırmak temel hedefimiz” dedi.

     

    Şıra Hanı’nın butik otel ve modern bir restorana dönüştürülmesinin yanı sıra sedefçilik, yemenicilik, bakır işlemeciliği, aba ve kutnu kumaşı, geleneksel el sanatlarının yapıldığı bir tanıtım, teşhir ve satış merkezi oluşturup, otantik sanatları dünyaya tanıtmak istediklerini de kaydeden Öztan, tarihi, turistik ve turizm potansiyelleri ile ayrı bir öneme sahip olan kentin hak ettiği değeri bulmasını istediğini belirtti.

    Gaziantep Hakimiyet, 12.10.2007

    190 BİN EURO'YA KURAN

     

    Almanya'nın Frankfurt kentindeki 59. Uluslararası Kitap Fuarı'nda sergilenen ve Şeyh Hamdullah'ın yazdığı bildirilen tarihi Kuran-ı Kerim, 190 bin Euro'dan satışa sunuldu. Şeyh Hamdullah'ın ilk eserlerinden olduğu belirtilen 530 yıllık kutsal kitabı almak için Kültür Bakanlığı'nın çalışma başlattığı bildirildi. 1475 ila 1480 yılları arasında Amasya'da yazıldığı ifade edilen ve 370 sayfadan oluşan esere Dubaili ve Avrupalı müzayedecilerin ilgi gösterdiği açıklandı. Kunst am Museum'un sahibi antikacı Peter Fritzen, "Altın yaldızlı, çift yapraklı, el yazması künyeye sahip bu Kuran-ı Kerim, bir Türk ailesine ait" dedi.

    Sabah, 12.10.2007

    EN ESKİ DUVAR RESMİ BULUNDU

     

    Fransız arkeologlar, Suriye'nin kuzeyinde 11 bin yaşında bir duvar resmini gün yüzüne çıkardı. 2 metrekarelik resim, Fırat Nehri kıyısındaki Neolitik Çağ yerleşimi Djade El-Mughara'da yapılan kazılarda ortaya çıkarıldı. Karbon testiyle MÖ 9000 yılları civarında yapıldığını belirlenen resim, bugüne dek dünyanın en eski resmi olarak bilinen Çatalhöyük'teki resimden 1500 yıl daha yaşlı.

    Radikal, Fotoğraf: Reuters, 12.10.2007

    BİR DEĞER DAHA KADERİNE TERK

     

    Erzurum'un Oltu İlçesi'nde bulunan ve 11 bin yıl öncesinden kaldığı tahmin edilen 5 metre 20 santimetre uzunluğundaki heykel, Atatürk Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu bahçesinden, sergileneceği mekana taşınmayı bekliyor.

    İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Eskiçağ Tarihi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Oktay Belli, Oltu'da bulunan heykelin Anadolu'daki en büyük heykel olma
    özelliğini taşıdığını belirterek "Oltu'da bulunan heykelin Türkiye'de bir benzeri daha bulunmuyor" dedi.

    Bursa Hakimiyet, 11.10.2007

    FRANSIZ SANATÇILARDAN 'ARAP LOUVRE' TEPKİSİ

     

    Dünyanın en prestijli müzeleri arasında yer alan ve Fransa'nın önde gelen kültür sembollerinden biri olarak gösterilen Paris'teki Louvre'un Birleşik Arap Emirlikleri ile yaptığı anlaşma ülkede tartışılmaya devam ediyor. Fransız Parlamentosu, Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dabi'de kurulan 26 milyar dolarlık “Kültür Kenti” projesi kapsamnda Louvre'un bir şubesinin açılmasına ilişik kararı onaylaması, Fransız sanatçıları ayağa kaldırdı. Anlaşma kapsamında Birleşik Arap Emirlikleri'nin, Louvre'un isim hakkını 30 yıl süreyle kullanması ve Paris'teki müzede bulnan bazı resimlerin Abu Dabi'de inşa edilecek yeni müzede sergilenmesi öngörülüyor.

    Yeni Şafak, 12.10.2007

    TOPKAPI SARAYI'NI YENİÇERİ KORUYACAK

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın talimatıyla Topkapı Sarayı yeni bir çehre kazanacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Topkapı Sarayı'nın ruhunu daha iyi yansıtmak ve ilgiyi artırmak için saray koruma görevlilerine yeniçeri kıyafeti giydirmeye hazırlanıyor. Tasarımını Ankara Olgunlaştırma Enstitüsü'nün yaptığı giysiler, önümüzdeki aylarda hazır olacak.

    Bakanlık ayrıca, bu değişimin sadece koruma görevlileriyle sınırlı kalmaması için Topkapı Sarayı'nın diğer çalışanlarına da Osmanlı kıyafetleri giydirecek. Kıyafetler yazlık ve kışlık olarak iki tür hazırlanacak.

    Milliyet, 12.10.2007

    TARİHİ BİNALAR RESTORE EDİLİYOR

     

     

    Uşak İl Özel İdaresi, tarihi yapılan restore edilerek yeniden kazanılması amacıyla yürüttüğü çalışmaları hızlandırdı. Restorasyon çalışması yapılan tarihi binaları inceleyen İl Genel Meclisi üyeleri ile Vali Kayhan Kavas ve Genel Sekreter Servet Ecemiş, kentteki 150 tarihi yapının tescili yapıldığını ve bu yapıların tamamının restore edileceğini söylediler. Hisarkapı Uluyolu'nda bulunan tarihi Hasan Hilmi İlköğretim Okulu'nun restore edilmesi için finansman sağlayan İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Servet Ecemiş, çalışmaların kısa sürede tamamlanacağını söyledi.

     

    Tarihi binanın çatı ve cephe duvarlarının güçlendirilmesi, duvar taşlarının yenilenmesi ve temizlenmesi, ahşapların, elektrik tesisatının yapımı ve onarımı gibi çalışmaların tamamlandığını da söyleyen Ecemiş, zemin döşemelerinin tamamlanmasının ardından yapılacak çevre düzenlemesiyle birlikte bu tarihi okulun restorasyon çalışmalarının tamamlanacağını dile getirdi. Tarihi yapıların rölöve, restorasyon ve restitüsyon çalışmaları hakkında bilgi alan ve bazı yapıları inceleyen Vali Kayhan Kavas, tarihi yapılarak sahip çıkacaklarını söyledi. Uşak'ın kültürel açıdan çok zengin bir yapıya sahip olduğunu ifade eden Vali Kavas, "Tarihi yapıların restorasyon ve onarımlarının yapılması için seferberlik başlattık. İlimizde restore edilmeyi bekleyen 150 tescilli tarihi ev, medrese ve okul var. İlk olarak tarihi Hasan Hilmi İlköğretim Okulu'nu restore ederek işe başladık. Bunun yanı sıra şimdi de Gediz Uluyolu üzerinde bulunan tarihi Zafer İlköğretim Okulu'nun da restorasyonuna başladık. İl Özel İdaresi olarak elimizdeki imkanlar doğrultusunda bu tür binaları restore edeceğiz. Ancak vatandaşlarımızın da bu konuya duyarlı olmaları gerekiyor. İçinde yaşadıkları veya sahibi oldukları tarihi binaları restore ettirerek Uşak tarihine sahip çıkmalarını istiyorum" dedi.

    Tarihi dokuyu gelecek yıllara taşımak amacıyla çalışma yaptıklarını dile getiren Uşak Valisi Kayhan Kavas, "Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmış olan ve Osmanlı mimari özelliklerini taşıyan bu tarihi binalara Aybey, Işık, Karaağaç ve Kurtuluş mahallelerinde rastlamak mümkündür. İlimizde bulunan tescilli tarihi binaların çoğu harap durumdadır. Bunlar tekrar eski yapısına getirilmeyi beklemektedir. Ancak; yaklaşık 150 evin restorasyonunun maliyetinin tamamının il özel idaresi bütçesinden karşılanması mümkün olamayacağından bina sahiplerinin de tarihine sahip çıkma düşüncesinde olması gerekir. Bu doğrultuda Uşak Valiliği olarak üzerimize düşen görevi yerine getirmeye hazırız. Uşak, kültür hayatındaki eski yerini alacaktır" dedi.

    haberler.com, 11.10.2007

    ŞANLIURFA'NIN SİMGESİ OLAN BALIKLIGÖL ONARILIYOR

     

    Şanlıurfa'da yerli ve yabancı turistlerin uğrak yeri olan kentin simgesi Balıklıgöl onarılıyor. Zaman zaman kirlenme ve bu kirlenmeden kaynaklanan balık ölümlerinin önüne geçilmek amacıyla tarihinde ilk kez bayram sonrası onarıma alınacak

    Şanlıurfa Valiliği ile Belediye öncülüğünde oluşturulan komisyonun aldığı karar doğrultusunda onarıma alınacak olan Balıklıgöl'deki mevcut balıkların uzmanların gözetiminde Ayn-ı Zeliha gölüne taşınacağı ve onarım bitene kadar balıkların burada tutulacağı bildirildi.

     

    Konu ile ilgili bir açıklama yapan Şanlıurfa Belediye Başkan Yardımcısı İbrahim Güllüoğlu, Balıklıgöl'ün yakın bir tarihe kadar ŞURKAV denetiminde olduğunu hatırlatarak, Balıklıgöl'ü yeni devraldıklarını ve bu süreden bu yana Balıklıgöl'deki olumsuzlukların ortadan kaldırılması için belediye olarak büyük çaba sarf ettiklerini söyledi.

    Güllüoğlu, "Şanlıurfa Belediyesi olarak Balıklıgöl ve çevresindeki peyzaj çalışmalarını aralıksız bir şekilde sürdürüyoruz. Bayramın 4. günü Balıklıgöl'de Valilik oluru ile bakım ve onarım çalışmalarına başlıyoruz. Vali Yardımcısı Yıldıray Malgaç başkanlığında oluşturulan komisyonda, Belediye Başkan Danışmanı-Ziraat Yüksek Mühendisi Neşet Vural, ATA Su Ürünleri Araştırma ve Uygulama Öğretim Görevlisi Ömer Sait Kılıç, DSİ 15. Bölge Müdürlüğü Kimya Mühendisi Mustafa Altıniğne, İl Çevre Orman Müdürlüğü Çevre Mühendisi Kadir Uçuş bir çok uzman arkadaşımız yer alıyor. Yerel ve ulusal basında Balıklıgöl ile ilgili gündeme getirilen tüm olumsuzluklar üzerinde yoğunlaşarak çalışmalar yaptık. Bu çalışmalar neticesinde uzmanlarımızın gözetiminde Halil-u Rahman Gölü yani Balıklıgöl havzasındaki balıklar Ayn-ı Zeliha gölüne taşınacak ve özellikle taban çalışmalarına ağırlık verilecek" dedi.

    Balıklıgöl'de 15 Ekim Pazartesi gününden itibaren balık yemi satışlarını durduracaklarını belirten Güllüoğlu, " Balıklıgöl'de başlatılacak olan tadilat sırasında Balıklıgöl havzası güvenlik şeriti ile halkın ziyaretine kapatılacaktır.Tadilat çalışmalarının sona ermesi ile birlikte tekrar balıklar Halil-ü Rahman Gölüne taşınacaktır"şeklinde konuştu.
    haberler.com, 11.10.2007

    CAMİ AVLUSUNDA YÜZLERCE BİRA KUTUSU

     

     

    Şanlıurfa'da, Ulu Cami'nin tuvaletinin lağımından binlerce bira kutusu çıkarıldı. Görenleri hayrete düşüren ve temizlik işçileri tarafından 5 saat süren bir çalışma sonunda çıkarılan bir traktör dolusu bira kutusu ilçe çöplüğüne atıldı.

     

    Olay, Bıçakçı Mahallesi'nde oturan ve sık sık tuvaleti taşan Ömer Faruk Ören isimli vatandaşın belediyeye başvurusuyla ortaya çıktı. Belediye ekipleri yaptığı incelemede kentin tarihi camilerinden olan Ulu Cami'nin lağımının tıkandığını, bu nedenle lağım sularının Ören'in evine taştığını belirledi. Ancak, Ulu Cami'nin sit alanında olmasından dolayı açılamayan lağım, gerekli yazışmaların ardından belediye temizlik ekiplerince açıldı. Ulu Cami'nin avlusunda bulunan tuvaletlerin bağlı bulunduğu lağımı açan temizlik görevlileri, çukurda yüzlerce bira kutusu ile karşılaşınca şaşkına döndü. Lağım çukura giren üç temizlik görevlisi, tazyikli su yardımıyla bira kutularını camii avlusuna çıkardı. Caminin avlusuna gelerek bira kutularını görenler, "Peygamberler şehri denilen Şanlıurfa'nın en eski camilerinden Ulu Cami'de böyle bir manzara ile karşılaşacağımız hiç aklımıza gelmezdi. Mübarek Ramazan'da karşımıza çıkan bu tablo çok acı" diyerek, kutsal mekanlarda içki içenlere tepki gösterdi. Çukurdan avluya çıkarılan yüzlerce bira kutusu, camiiye getirtilen çöp traktörüne ikisi çıplak elle, biri eldivenli üç temizlik görevlisi tarafından dolduruldu. Bira kutularının kent merkezi dışındaki çöplüğe götürüldüğü belirtilirken, temizlik görevlileri ise, ilk kez böyle bir olayla karşılaştıklarını ifade ederek, "Camiye gelenler bira içtikten sonra kutularını tuvalete atmışlar. Saatlerdir burada çalışıyoruz. Bira kutuları ile karşılaşınca çok şaşırdık, böyle yerlerde nasıl içki içilir anlayamıyoruz" dedi.

    urfatimes.com, Fotoğraf: GAP Gündemi, 11.10.2007

    PROF.DR. METE TAPAN: HARBİYE KONGRE VADİSİ ADINDA BİR PROJEYİ ONAYLAMADIK




    Prof.Dr. Mete Tapan'ın Kurul'un onaylamadığını söylediği projenin maketi


    2. No'lu İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Başkanı Prof.Dr. Mete Tapan, Harbiye Kongre Vadisi Projesi ile ilgili devam eden tartışmalara açıklık getirmek amacıyla bir açıklama yaptı. Kurul'un, 'Harbiye Kongre Vadisi' adlı bir proje onaylamadığını savunan Prof.Dr. Mete Tapan, onaylamama kararı verilirken önerilen alanın nerelerinde yapılaşma yapılacağının ve bina yaklaşım sınırlarının da saptandığını hatırlattı.

    Prof.Dr. Mete Tapan, yaşanan süreci şöyle özetliyor:
    "Daha sonra Kurul'un saptadığı yapılaşma sınırları içinde ve yaklaşık iki ay sonra 'Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun yıkılıp yeniden ve tevsii edilmesine yönelik bir proje Kurulumuza sunulmuştur. Bu projenin ekinde bulunan ağaç revizyon planı da gözönüne alınarak, ağaçların bulunduğu bölgeye de müdahale edilmemek koşutuyla ve var olan tarihi çeşme korunarak avan proje onayı gerçekleşmiştir.

    Ayrıca, uygulama içinde 'uygulama' projesinin kurulumuza getirilmesi istenmiştir. 08.10.2007 tarihine kadar da böyle bir proje kurulumuza sunulmamıştır.

    Bugünkü Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun yıkılıp, yeniden ve tevsii edilerek inşaasının bir Kültür Varlığının yok edilmesi gibi yorumlanmasına katılmadığımı bir kez daha bildirmek isterim. Ayrıca, bir kamu yapısının (kültür varlığı olmaması, ancak sit alanı içinde olması kaydıyla), Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi ve yerel birimlerince ana fonksiyonu dışında kısa bir süre nasıl kullanacağı konusunda koruma kurulların karar verme gibi yetkisi olduğuna inanmıyorum".

    Neler olmuştu?

    İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Eylül ayı içerisinde bir açıklama yaparak 'Harbiye Kongre Vadisi Avan Projesi'nin İstanbul 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylandığını açıklamıştı. Vadi Projesi, 6-7 Ekim 2009’da İstanbul’da yapılacak Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) 2009 Yılı Guvernörler Toplantısına yetiştirilmek isteniyor.

    Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi’nce (İMP) hazırlanan ve Koruma Kurulu tarafından onaylanan 'Muhsin Ertuğrul Tiyatrosuna Bağlı Sanatsal Faaliyetler - Çok Amaçlı Salonlar Alternatifli Mimari Öneri Projesi' kapsamında, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu yıkılarak yerine Lütfi Kırdar Kongre Binası ile uyumlu ve bu yüksekliği aşmayacak yeni bir tiyatro inşa edilecek. Büyükşehir Belediyesi, avan projenin onaylanmasının ardından uygulama projesini Kurul’a sunarak Harbiye Kongre Vadisi için ilk kazmayı vurmayı planlıyor.

    Yapı, 11.10.2007

    YEŞİMDEN MÜHRE 5.96 MİLYON DOLAR

     

    Çin'de 1796 tarihinde yapılan ve beyaz yeşimtaşından imal edilen imparatorluk mührü, 5.96 milyon dolara alıcı buldu.

    Bu rakam, şimdiye kadar bir Çin hanedanı mührüne ödenen en yüksek fiyat oldu.

    Üzerinde bir şiir mısrası bulunan mühür, 1900 yılında bir Fransız askeri tarafından Pekin'den çalınmıştı.

    Sabah, 11.10.2007

    MECİDİYE BELEDİYESİ TARİHİ ESERLERİNİ PARKTA SERGİLİYOR

     

    Akhisar’ın 20 km uzaklıktaki Mecidiye Kasabası'nda iki dönemdir DSP’den Belediye Başkanı seçilen Murat  Yıkmaz, Belediye önündeki 4 dönüm bataklık alan olan arsayı son derece modern bir park haline getirdi. Kasabasında çıkan tarihi sütun ve mermer parçalarıyla süslediği dizayn ile Mecidiyelilerin dinlenme yeri haline getirildi.

     

    Belediye Başkanı Murat  Yıkmaz; “Bir yıl önce Belediye binamızın önünde bulunan bataklık alanını kasabamıza yakışır bir park haline getirmek istiyordum. Bunu 6 ay gibi kısa zamanda yaptık. İller Bankası'ndan aldığımız 270 bin YTL kredi ile toplam 350 bin YTL’ ye mal oldu. Böylece kasabamızda çıkan tarihi kalıntılar sütun ve eserleri de parkta sergiliyoruz. Kasaba halkımız bu eserlere gözü gibi bakıyorlar. KÖYDES Projesi ile Kasabamızın sokakları ve Park içini kilitli parke taşla döşedik. Kasaba halkımız bu hizmetten çok memnun olduklarını belirtiyorlar. Paramız olsa çok daha güzel işler yapacağım” dedi.

    Akhisar Haber, Haber: Kenan Molla, 11.10.2007

    T-REX'İN AYAK İZİ BİR METRE

     

    Manchester Üniversitesi'nde görevli Dr. Phil Manning ABD'nin Montana eyaletindeki Hells Creek bölgesinde Jurassic Park filminden tanıdığımız T-Rex dinozoruna ait olduğuna inandığı bir ayak izi buldu.

    1 metre büyüklüğündeki ayak izinin 67 milyon yıl öncesine ait olduğu tahmin ediliyor. T-Rex nesilleri tamamen yol olmadan önceki sonuncu dinozor türlerinden biri.

    Et yiyen T-Rex'ler 7 ton ağırlığında, 6 metre boyunda, 12 metre uzunluğunda canlılar olarak biliniyor.

    Sabah, 11.10.2007

    TARİHİ HAMAM GÜN YÜZÜNE ÇIKARILIYOR

     

    İzmir'in Ödemiş İlçesi'ne bağlı 3000 yıllık tarihi Birgi beldesinde 15. yüzyıl mimarisi olan Derviş Ağa Medresesi ve medresenin karşısındaki Şeyh Muhittin Hamamı'nda restorasyon çalışmalarının sürdürüldüğü bildirildi. Alınan bilgiye göre, 17. yüzyıl vakfiyesi Şeyh Muhittin Hamamı'nın ikinci bölümünün kazı çalışmalarına, İzmir 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan alınan izinle başlandı.

    Sabah, 11.10.2007

    FANUM VOLTUMNAE BULUNDU

     

    Kızgın yaz güneşi altında yedi sezon süren kazılardan sonra, İtalyan arkeologlar antik dünyanın en önemli şehirlerinden birini bulduklarına inanıyorlar. Bir kutsal mekanı, Pazar yeri ve Etrüsk politik merkezi ile Fanum Voltumnae, Tiber Nehri  vadisinde, eskiden Orvieto antik şehrini barındıran büyük bir kayalığın dibinde yer almakta.





    Kazılar sırasında, yaklaşık 2000 yıldır yeraltında duran, duvarlarla çevrili bir kutsal mekan, 5 m genişliğinde Etrüsk yolları, bir sunak ve birçok Roma yapısı keşfedildi. 2007 sezonu sona ererken kazı başkanı, Macerata Üniversitesi’nden Prof. Simonetta Stopponi BBC’ye “İlk defa antik dünyanın en önemli kayıp şehirlerinden birisini kesin olarak tesbit ettiğimizden ve bulduğumuzdan eminim” dedi.


     


    Fanum daha antik çağda bile, dini bir merkez olması ve her baharda 12 Etrüsk şehrinden oluşan federasyonunun buluşarak yeni başkanlarını seçtikleri yer olması ile ünlü idi. MÖ 398 de Fanum çok önemli bir toplantıya şahit oldu; bir Roma ordusu, Roma’nın sadece 16 km kuzeyinde bulunan Etrüsk şehri olan Veii’yi kuşatmıştı. Yıllar süren kuşatmadan bezen Veii sakinleri, federasyonun diğer üyelerini yardıma çağırdılar. Fakat Fanum’da yapılan oylama sonucu Veii’ye yardım edilmesinin aleyhindeydi. Şehir 2 yıl sonra Roma’lıların eline geçti.

     

    Bu, Etrüsk federasyonu için sonun başlangıcıydı. Diğer Etrüsk şehirleri de bir bir Roma tarafından ele geçirildi. Tüm bunları Romalı tarihçi Livy’nin eserinden biliyoruz. MÖ 1. yüzyılda yazdığı eserinde Fanum’dan bahsetmiş ve şehrin önemini birçok defa anlatmıştı. Fakat nerede olduğunu yazmayı unuttu ve Roma’nın düşmesinden sonra Fanum unutuldu.


     


    Şehrin kutsal mekanı Amerika, Meksika, İspanya ve daha birçok ülkeden gelen arkeologlar tarafından fırça ve mala ile yıllardır kazılmakta. MÖ 5. yüzyıldan MS 15. yüzyıla kadar her baharda insanlar farklı sebeplerden bu şehirde veya etrafında toplandılar. Şehrin ismi değişti, bahar festivalleri düzenlendi, 4. yüzyılda burada bir kilise inşa edildi. 12. yüzyılda kilise Aziz Peter’e adandı, daha sonra 14. yüzyıldaki veba salgını sırasında yavaşça terk edildi.


     


    Şu ana dek şehrin Etrüsk ismi ile ilgili herhangi bir yazıt ele geçmedi, tek yazılı buluntu Etrüsk tanrısı Voltumna’ya ait. Bunun dışında küçük adak heykelleri veya boyalı kiremitlere rastlandı. Fakat Prof. Stoppani şehrin fanum olduğuna dair yazılı kanıtlar bulacağından çok emin. Kazılar önümüzdeki yıl da sürecek.

    BBC News, Haber: David Willey, 04.10.2007 

    CUMHURİYET ANITI İÇİN ONARIM İHALESİ

     

    İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kaidesi ve beton bloklarında bozulmalar başlayan 1928 yapımı Taksim’deki Cumhuriyet Anıtı’nın onarımı için proje ihalesini yaptı.

    Hazırlanacak proje, 2 No’lu Koruma Kurulu’nca kabul edildikten sonra onarım başlayacak. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "Yanlış bir tercihle anıt dış etkenlere dayanıklı olmayan İtalyan mermerinden yapılmış. Mermer erimiş, boşluklar oluşmuş. Onarımın nasıl yapılacağına kurul karar verecek. Resmi törenlerin de yapıldığı bir anıt olduğu için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden de bir görüş alınacak. Onarım sırasında, uygun bir sembol oluşturularak, törenler aynı yerde yapılabilir" dedi. Anıt, İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica tarafından yapılmıştı.

    Hürriyet, Haber: Mustafa Kınalı, 11.10.2007

    DEFİNECİLER KISKIVRAK YAKALANDI

     

    Edinilen bilgiye göre, Kastamonu'da Musalar Köyü Kapaklı Mevkisinde Kamil B. ve beraberindeki kişilerin kaçak kazı yapacağı ihbarını alan jandarma operasyon düzenledi.

     

     

    Operasyonda Kamil B, Yüksel H, Muhammet S, Erkan K, Erdal K, Sami T. ve Tahsin D, bölgede kaçak kazı yaparken matkap, jeneratör, kazma, kürek ve kancalı makara ile aletlerle yakalandı.

     

     

    Yakalanan 7 kişinin ellerinde bir harita ile define aradıkları öğrenilirken, olayla ilgili soruşturma sürüyor.

    Kastamonu Potası, Haber: Cebrail Keleş, 10.10.2007

    GÖZ GÖRE GÖRE TARİHİ YOK EDİYORLAR

     

    Şırnak Valiliği'nin 'herhangi bir tahribat yok' dediği 16. yüzyıla ait olan Tarihi Börücek Köprüsü'nün kum eleme şirketleri tarafından tahrip edildiğini Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü de onayladı. Cizre-Şırnak karayolu üzerinde bulunan Dirsekli Mezrası'ndaki tarihi Börücek (Bakartal) Köprüsü'nün sağlam kalan ayakları, köprünün yaklaşık 100 metre yakınında bulunan kum eleme şirketlerinin çalışmalarıyla tahrip edilmeye devam ediyor. AKP Batman eski Milletvekili Nezir Nasıroğlu'nun kardeşi Abdurrahman Nasıroğlu'na ait kum ocağının çalışmaları nedeniyle tahrip olan köprü, kum ocaklarında çalışan makinelerin yaptıkları kazılar nedeniyle yıkılmayla karşı karşıya.

     

    Köprünün ayaklarının çevresinde yapılan kazı ve çalışmalar neticesinde derin çukurlarda biriken sular küçük göletlerin oluşmasına neden olurken, göletler ayakların yıkılma sürecini de hızlandırıyor. Cizre-Güçlükonak yollarını birbirine bağlayan ve Cizre beyleri tarafından 15-16. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Börücek (Bakartal) Köprüsü'nün yıkılmasına yetkililer adeta göz yumuyor.

     

    Konuyla ilgili bir açıklama yapan Cizre Belediyesi Tarih Kültür ve Çevre Komisyonu, Cizre-Şırnak karayolunun 7. kilometresinde bulunan Dirsekli Mezrası'ndaki tarihi Börücek (Bakartal) Köprüsü'nün batı ayaklarının tamamı ve diğer ayaklarının bir kısmının çevrede faaliyet gösteren kum Eleme şirket ya da şirketleri tarafından ekskavatör ile yıkıldığı ve bu bölgeden kum alındığının komisyon olarak yerinde tespit edildiğini açıkladı.

     

    Komisyon adına açıklama yapan Cizre Belediye Başkan Yardımcısı Abdullah Abak, Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne yolladıkları fotoğraflar ve raporların incelenmesi sonucunda kurulun da köprünün kum eleme şirketi tarafından tahrip edildiği sonucuna vardığını ifade etti.

     

    Abak açıklamada şunlara değindi. "Şırnak Valiliği İl Kültür Turizm Müdürlüğü'ne ve Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne yaptığımız başvurular neticesinde; Şırnak Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü'nün 16 Ocak 2007 tarih ve 29 sayılı yazı ekli tutanak yazısında, köprü ayaklarının ve çevresinin incelenmesinde herhangi bir yıkıntıyla karşılaşmadığı, şikayet yazısında belirtildiği gibi üzerinde herhangi bir çalışmanın yapılmadığı, köprü ayakları çevresinde kum çıkartıldığına ve alındığına dair herhangi bir emarenin olmadığı" bildirilmiştir.

    Bunun üzerine Belediye Başkanlığı olarak Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'ne yaptığımız başvuru neticesinde 25 Eylül 2007 tarihinde kurulun cevap olarak gönderdiği yazıda "Cizre Belediye Başkanlığı'nın Müdürlüğümüze ilettiği fotoğraflarda ve dosyada tescilli köprünün ayaklarına zarar verildiği anlaşılmıştır' kararına varılmıştır. Yaptığımız inceleme ve raporları paylaştığımız Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü de, yapılan fiilin Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun İzinsiz Müdahale ve Kullanma Yasağı olan 9. maddesi kapsamına girdiğinden, köprüdeki tahribatın ivedilikle durdurularak ilgililer hakkında yasal soruşturmanın yapılmasını belediye başkanlığımıza ve diğer yetkili mercilere bildirmiştir."

     

    2683 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun İzinsiz Müdahale ve Kullanma Yasağı olan 9. maddesinde, "Koruma Yüksek Kurulu'nun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşai ve fiziki müdahalede bulunulamaz, bunlar yeniden kullanıma açılamaz ve kullanımları değiştirilemez. Esaslı onarım, inşaat, tesisat, sondaj kısmen ve tamamen yıkma, yakma kazı ve benzeri işler anşai ve fiziki müdahale sayılır" hükmü bulunmaktadır.

     

    'Tarihi ve tarihi yapıları korumak belediyemizin asli görevleri arasında bulunuyor' şeklinde konuşan Cizre Belediye Başkan Yardımcısı Abdullah Abak, tarihi yapıların korunması ve yarınlara taşınması için tüm kişi ve kuruluşların belli sorumluluk anlayışıyla hareket etmesi gerektiğini kaydetti. Belediyenin yaptığı ısrarlı başvurular neticesinden sonra Van Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Müdürlüğü'nün aldığı bu önemli kararın yetkili mercilerce ivedi şekilde dikkate alınmasının gerektiğinin altını çizen Abak, yasal prosedürün de yerine getirilmesini talep etti.

    Birgün, 10.10.2007

     

    Ayrıntı için:

    http://www.tayproject.org/Haber.fm$Retrieve?ID=2708&html=haber_detail_tu.html&layout=web

    AYASOFYA'DA ÖZLENEN YENİLİK

     

    TÜRSAB'ın Türkiye'nin turizme açık kültürel ve tarihi mirası olan ören yerleri ve müzelerinin ziyaretçilerine günün koşullarına uygun ve modern hizmet verebilmesi doğrultusunda geliştirdiği projelerden biri de Ayasofya Müzesi'nde gerçekleştirildi.

     

    Hüsnü Özyeğin Vakfı'nın da katkıları ile gerçekleştirilen proje ile Müze'nin ihtiyaçlarına cevap vermeyen tuvaletler tamamen kaldırılarak yerine ahşap malzemelerle geliştirilen bay ve bayan ünitelerinin yanısıra engelliler için de ünitesi bulunan modern ve şık tuvaletler yapıldı. Ayrıca müze personelinin kullanabileceği ofisler içeren bir de idari blok yapıldı.

     

    Posta Gazetesi'nden Bilsen Gürer'in 'Ayasofya'da yeni dönem' başlığıyla yaptığı haberi aynen yayınlıyoruz:
     
    "Bir Bizans yapısı olan Ayasofya, özgün dokusunu büyük ölçüde koruyarak bu güne gelebilen nadir bir eser. Ara ara İstanbul’u etkileyen büyük depremlerden o da zarar görmüş ve bir takım eklemeler yapılmak zorunda kalınmış. Ayrıca, bu görkemli esere Osmanlı İmparatorluğu’da kendisine özgü mimari özelliklerden bazı eklemeler yapmış.

     

    En önemli Osmanlı yapıları da bahçesindeki Padişah Türbeleri olmuş. Üç ayrı mimar tarafından üç ayrı padişaha üç ayrı türbe yapılmış. İki padişah da, 900 seneden fazla vaftizhane olarak kullanılan mekana defnedilmişler. Fakat uzun yıllardan bu yana, ziyarete kapalı tutulmuş bu beş sultanın kabirleri.

     

    Ayasofya Müzesi, genelde kalabalık gruplar halinde ziyaret edilmektedir. 2007 Eylül ayı itibariyle Topkapı Sarayı’ndan daha fazla ziyaretçi almış olan dünyanın bu en muhteşem eserinin ne yazık ki yıllardır bir tuvalet problemi vardı. Yetersiz, çok da iyi olmayan tuvaletler, tam da beş padişahın kabirlerinin önüne konmuşlardı. Ve, İmparatorluğun beş padişahı, gelenlere kapılarını kapatmış olarak yatıyorlardı Ayasofya’nın bahçesinde senelerdir.

     

    Tuvaletlerin hemen gerisindeki padişah türbelerine önce 1.Mustafa gömüldü. Onun için yeni bir türbe inşa edilmemişti. Tarihte “Deli” lakabıyla anılan birinci padişah olan 1.Mustafa, iki defa tahta geçmişti.1623’te ikinci defa hal edilmiş, 1639’da ölünce buraya gömülmüştü. Dokuz sene sonra İmparatorluğun  “deli” lakaplı ikinci padişahı, Sultan İbrahim’de tahttan indirildiğinin 10.gününde boğularak 1.Mustafa’nın yanına defnedildi. Adlarına özel bir türbe yapılmadan defnedilen bu iki padişahın yatmakta oldukları yer, Ayasofya’nın alçak kubbeli sekizgen şekilli vaftizhanesiydi. Eski vaftizhane, türbeye dönüştürülüp iki sultana kucak açmıştı.

     

    Hemen yanlarında, Mimar Sinan’ın en güzel eserlerinden olan II.Selim Türbesi yapıldı.. Sinan’ın öğrencisi ve ondan sonraki Ser Mimar Davud Ağa tarafından yapılan III.Murat Türbesi ve Davut Ağa’dan sonra yerine gelen Dalgıç Mehmed Ağa tarafından yapılan III.Mehmet’e ait türbe de aynı yerde bulunuyordu..

     

    Ayrıca adına “Şehzadeler Türbesi” denilen bir küçük türbe daha vardı Ayasofya’da.  Şehzadeler Türbesi’nde de, IV.Murat’ın bebekken vebadan ölen beş oğlu yatıyordu..

     

    Üç türbeyi üç büyük mimar nadide İznik çinileriyle donatmışlardı. Bütün hünerlerini sergilemişler, sultanlarının şanına yakışır güzellikte eserler inşa etmişlerdi. Ama bu güzelliklerden ziyade bu üç sultanın türbesi, zengin tarihsel bilgilere ışık tutuyorlardı.

     

    II.Selim’in eşi Nurbanu Sultan, III.Murad’ın eşi Safiye Sultan, ve III.Mehmed’in eşi Handan Sultanlar da sevgili eşlerinin hemen yanlarında yatıyorlardı. Ayrıca padişahların cariyeleri, hastalıktan ölmüş kız ve erkek evlatları da vardı türbelerde. Ama en can alıcı nokta üç türbede de gözler önüne seriliyordu. Padişahın öldüğü gün, büyük oğul hariç geride kalan bütün erkek evlatlarının öldürüldüğü gündü. Ayasofya’da bu kolayca görünüyor. En büyük ve güçlü oğulun tahtı kolay idare etmesi için, padişahın hayatta olan bütün oğulları boğulup babalarıyla birlikte burada gömülmüşler. Ayasofya’daki gömülü üç padişahın ölümünden sonra bu kural kalkmış ve ondan sonra ölen padişah babaların erkek evlatları “Kafes” olarak adlandırılan özel dairelerde adeta modern hapishane hayatı yaşamaya başlamışlar. Ama bu modern hapisliğin bedeli hayatta kalmak olmuş.

     

    Beş Osmanlı Padişahı, eşleri ve çocuklarının yatmakta olduğu, Osmanlı mimarisinin mükemmel izlerini taşıyan, nadide İznik Çinileri ve süsleme sanatının en güzel örneklerinin bulunduğu türbelerin kapalı oluşu Türk Turizmi açısından vahim bir durumdu. Ayrıca, her gün yüzlerce insanın girip çıktığı tuvaletler, Ayasofya’nın görkemine yakışır özelliklerden yoksundular. Üstelik yetersizdiler. TÜRSAB (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği) uzun çalışmalardan sonra çağdaş özelliklere sahip, engellilerin de faydalanabileceği tuvaletler yapılması konusunda gerekli izinleri aldı.

     

    İzin alındıktan sonra, önce tuvaletlerin yeri saptandı. Kesinlikle padişah türbelerinden uzakta olmalı, Osmanlı’dan izlerin en yoğun olduğu bu köşe serbest kalmalıydı. Türbelerin önünde 1847/49 tarihlerinde Sultan Abdülmecit zamanında  Fossatiler tarafından yapılan ve bu gün ofis olarak kullanılan Muvakkıthane binası var.

     

    Muvakkıthane’nin hemen karşısında da 1740 yılında I.Mahmud tarafından yaptırılan Sübyan mektebi vardır. Zamanında, cami personelinin çocukları için yapılmıştı. Hemen onun karşısında da yine mektebin yapıldığı zamanda inşa edilen Türk rokoko üslubunun en güzel örneklerinden olan Şadırvan bulunur.

     

    Sübyan mektebi ve Muvakkıthane, büro olarak kullanıldığından ziyaret açısından problem yaratmıyorlardı. Ama hem olumsuz tarafıyla Ayasofya gezilerine gölge düşüren özelliklerinden, hem yanlış yere konumlandırılmış olmalarından dolayı tuvalet probleminin acil olarak çözülmesi gerekmekteydi. TÜRSAB, yeni tuvalet yeri olarak Soğukçeşme ile Caferağa sokaklarının kesiştiği noktayı seçti. Hemen, kafeteryanın biraz ilerisinde, ahşap bir bina inşa edildi. Yarısı idare binası, diğer kısmı modern bir tuvalete dönüştürüldü. Bir özürlü tuvaleti de bulunan yeni yapıya geniş ve ferah, sokağa ve bahçeye bakan bir bekleme salonu yapılarak ofis ile tuvaletler birbirinden ayrıldı. Tuvalet sayıları arttırıldı. 

     

    Yakında açılış töreni yapılarak Ayasofya’ya hediye edilecek olan çağdaş tuvaletler, hem bu görkemli müze için bir prestij yaratacak, hem yapılacak küçük bir çalışma sonrasında bahçede bulunan beş Osmanlı padişahının görülmeye değer kabirleri ziyaretçilere açılacak.

     

    İşte size muhteşem Ayasofya’yı bir kez daha ziyaret edip huşu içinde ayrılmak için yeni bir neden…. "

    Turizm Habercisi, 10.10.2007

    ANTİK ÇOBANLAR SANATÇIYDILAR

     

    Mısır’da, Dakhla Vahası’nda çalışmalarını sürdüren Polonya Bilimler Akademisi’nden Prof. Micha Kobusiewicz, “Dakhla’daki kaya resimlerini çizenler çobanlardı ve 8000 ila 5000 yıl önce yaşamışlardı” dedi. Bölgede, şu anda kuru birer vadi olan eski nehir kenarlarındaki kayalar zürafalardan fillere ve hatta kadınlara kadar birçok kaya resmine sahip. Neolitik Çağ’da su kaynaklarına yakın olan birçok noktada kalıntılar bulundu. Hatta, yüzey araştırmalarında, bazı Neolitik yerleşimlerin izlerine de rastlandı. Prof. Kobusiewicz ve ekibi bölgede Neolitik yerleşimlerle ilgili araştırmaların dışında, kaya resimlerini envanterlemekte. Profesör tarafından “Renkli Vadi” olarak isimlendirilen 12 km lik bir vadi boyunca, gruplar halinde birçok kaya resmi bulundu. Geçen sezon tüm bu resimlerin kopyalanmasına çalışıldı. Bir uzmanın söylediğine göre kaya resimlerinin tarihlenmesi oldukça güç. Her ne kadar bölgedeki resimlerin çoğunun Neolitik olduğu düşünülüyorsa da, Polonya Bilimler Akademisi yetkilileri, bu konudaki öncü çalışmaları ile tanınan bir Avustralya üniversitesine işbirliği için başvurulabileceğini belirttiler.

    en.naukawpolsce.pl, 10.10.2007

    DEVREK'TE HEYKELLERİN ELLERİNDEKİ BASTONLAR ARTIK ÇALINAMAYACAK

     

    Zonguldak'ın Devrek İlçesi'nin dünyaca ünlü Devrek Bastonlarını taşıyan Cumhuriyet meydanındaki heykellere daimi baston yapılacak.15 yıl önce ilçenin Cumhuriyet meydanına yaptırılan iki baston ustasını temsilen yaptırılan heykellerin elleri bundan sonra boş kalmayacak.

    İlçeye dışarıdan gelen yerli ve yabancı turistler tarafından merak edilen ve yakından incelenen heykellerin neyi temsil ettiği ilk anda anlaşılmamakta idi. İlk yapıldığında ellerine çalınmaması için metalden baston yapıldığını söyleyen Belediye yetkilileri, bu bastonların zamanla aşınmış ve ya çalınmış olduğunu söylediler.

    haberler.com, 10.10.2007

    TUNCELİ'DE TARİHİ CAMİLER BARAJ ALTINDA KALMAKTAN KURTARILDI

     

    Tunceli'nin Pertek İlçesi'nde bulunan iki tarihi cami, Keban Barajı yapımında baraj gölünün altında kalacağı için 1971'de ilçe merkezine taşınarak kurtarıldı.

     

    Pertek İlçesi'nin güneyinde Murat Nehri kıyısında bulunan Çelebi Ağa Cami, Koca Hacılı Ali oğlu Çelebi Bey tarafından 1569'da yaptırıldı. Kesme ve moloz taştan yapılan cami, üç kubbeli son cemaat yeri ve tek kubbeli ana mekandan oluşuyor. Ana mekanın batısında yer alan beşik tonozlu mekanın duvarında eyvanlı çeşme ve minare bulunuyor. Çeşme, minare ve son cemaat yeri duvarlarındaki iki renkli kesme taşlarla dikkat çeken cami, Keban Baraj gölü altında kalmaması için Pertek İlçesi'nin Soğukpınar Mahallesi'ne taşınırken, tüm taşları Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğretim elemanları tarafından numaralandırıldı ve yeni yerinde aslına uygun yapıldı.

     

    Keban Baraj gölü altında bulunan Sungurbey Camisi de aynı dönemde yapılan çalışma ile Soğukpınar Mahallesi'ne taşındı. Türkmen Beylerinden Rüstem Oğlu Sungurbey tarafından 1577 yılında Pertek İlçesi'nin güneyinde, Murat Irmağı'nın kıyısında yaptırılan cami, üç kubbeli son cemaat yeri ve tek kubbeli ana mekandan oluşuyor. Son cemaat yeri ile minare, iki renkli taştan yapılan caminin taç kapı ve mihrabın taş işçiliği çok özenli olmasıyla dikkat çekiyor. Pencereler, sütunlara oturmuş sivri kemerlerle çevreli cami, çok kuvvetli süsleme tekniği ile Türk mimari tarzı tezyini sanatının ender yapılarından birisi olarak değerlendiriliyor.

     

    Koyu renkli duvarlarındaki yazılar okunamayacak kadar bozulmuş olmasına rağmen minberinde caminin, ''En büyük Sultan ve Muazzam Hakan Rum Arap ve Acem illerinin Padişahı Sultan Murat Han'ın zamanında Pir Sultan Murat Han'nın zamanında Pir Hüseyin Bey'in torunu Rüstem Bey'in oğlu Baysungur tarafından yapıldığı'' ifadeleri yer alıyor. Tunceli'nin yine Pertek İlçesi'nde bulunan Sağman Camisi de tarihi geçmişi ve mimari özellikleriyle dikkat çekiyor. Pertek ilçe 20 kilometre uzaklıkta bulunan Sağman Köyü'ndeki caminin 1555'te Keyhüsrev Bey'in oğlu Salih Bey'in yaptırdığı sanılıyor. Renkli taşlardan yapılmış taç kapıdan dörtgen planlı ve sekizgen kasnağa oturan kubbesi taştan olan caminin minaresine dışarıdan çıkılıyor. Yanındaki altıgen planlı türbe renkli taşlardan kuşaklarla bezeli olan ve yakın zamanda restore edilen Sağman Camisi giriş cephesindeki mermer ve somaki taştan yapılmış sütunlar, bugüne taşınamadı. Giriş kapısındaki oyma işçiliği, çok özenli ve dikkat çekici olan camiye bitişik, tek parça mermerden yapılmış ve üzerinde otuzdan fazla çeşme olan bir sebil de bulunuyor.

    Zaman, Haber: 10.10.2007

    NAZİLLİ'DE TARİHİ ESER OPERASYONU

     

    Aydın'ın Nazilli İlçesi'nde, Bizans dönemine ait 562 adet bronz sikke ele geçirildi.


    Alınan bilgiye göre, bir ihbarı değerlendiren jandarma, Nazilli ilçe merkezinde, Mehmet D idaresindeki 35 ZAU 37 plakalı otomobili durdurdu. Otomobilde yapılan aramada, Bizans dönemine ait 562 adet bronz sikke ele geçirildi.
    Zanlı gözaltına alındı.

    Haber Ekspres, 10.10.2007

    TOPBAŞ'TAN AKM İTİRAFI: YÖNTEM YANLIŞLIĞIMIZ OLDU

     

    İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Atatürk Kültür Merkezi'nde (AKM) bir yöntem yanlışlığı olduğunu, proje bitmeden, ortaya ne olacağı çıkmadan, üzerinde tartışılmadan bu yapının yıkılamayacağını belirterek, "Benim desteklediğim, orada bizim de arazimizi içine katarak proje yarışmasıyla bir opera binası, kültür merkezi olarak altında otoparkıyla, her şeyiyle yeterli güzel bir simgesel yapı" dedi.

    AA muhabirine konuyla ilgili açıklama yapan Topbaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na ait olan AKM’nin bir takım taleplere cevap verememesi gerekçesiyle 59. hükümetin Kültür ve Turizm Bakanı'nın "Bu binanın yıkılıp yerine yenisinin yapılmasını hedefliyoruz" açıklamasında bulunduğunu, bunun ardından da binayla ilgili birçok tartışma yaşandığını hatırlattı.
    "Maalesef burada bir yöntem yanlışlığımız oldu. Bunu kabul ediyorum" diyen Topbaş, bilgilendirme eksikliğinden kaynaklanan bir karşılıklı güven eksikliği bulunduğunu bildirdi.

    Topbaş, kendilerinin nezaketen Kültür ve Turizm Bakanlığına karışmadıkları için, bakanlığın da netleşmeden açıklama yapmak istemediğinden, sanki "alışveriş merkezi olacak, otel olacak, cami olacak, altında da çok küçük kültür merkezi olacak" gibi bir takım ifadelerin kamuoyuna yansıdığını hatırlattı. Topbaş, "Şahsen ben böyle bir şey düşünmedim, düşünmem de. İstanbul’un simgesel nitelikli, çok güzel, gurur duyacağımız ve daha büyük bir alanı da katmak suretiyle bir opera binasına, kültür merkezine ihtiyacı var. Taksim’de bu yer de bunun için önemli bir yerdir. Bunu da biz heder edecek, yazık edecek halimiz yok" diye konuştu.

    Kadir Topbaş, proje ortaya çıkmadan binanın yıkılmasına taraftar olmadığını da ifade ederek, şunları söyledi: "Tabii ki proje bitmeden, ortaya ne olacağı çıkmadan, üzerinde tartışılmadan burası yıkılmaz. Sayın Bakan da bunu söylüyor. Biz de aynı kanaatteyiz. ’Yıkalım, sonra düşünelim’ anlayışında değiliz. Önce yapılacak olan, üzerinde konsensüs var mı, doğru bir proje mi, o görüşülür, konuşulur. Gerçekten değecek bir şeyse yıkılır, yapılır.

    Yoksa daha berbat bir şey çıkacaksa veya yıkalım sonra yapalım böyle bir mantığımız yok. Benim desteklediğim, Orada bizim de arazimizi içine katarak proje yarışmasıyla bir opera binası, kültür merkezi olarak altında otoparkıyla, her şeyiyle yeterli güzel bir simgesel yapı. Ama bu proje uluslararası yarışmaya çıkmalı. Yerli ve yabancı mimarlar katılmalı. Buranın proje yarışmasını biz yapabiliriz. Buna talibiz.

    Herkes hünerini ortaya koysun. Bu yarışma sonucunda ortaya çıkacak eser kabullenilsin, beğenilsin. Ondan sonra böyle bir adım atılacaksa kültür merkezinin mevcut fonksiyonu geçici olarak başka yere taşınır ve orada devam eder. Burası bitince de tekrar geri gelir. Projeye göre karar vermek lazım."

    Milliyet, 10.10.2007

    AYDIN'DA TARİHİ ESER KAÇAKÇILARINA YENİ BİR DARBE VURULDU

     

    Aydın'da jandarmanın yaptığı iki ayrı operasyonda, tarihi eser kaçakçılığı suçuna karıştığı tespit edilen altı zanlı yakalandı. Operasyonlar kapsamında antik şehirlerden çalınan 673 parça tarihi eser de ele geçirildi. Böylece il genelinde tarihi eser kaçakçılığı yapan şebekelere ikinci darbe vurulmuş oldu.

    Germencik İlçesi Ortaklar beldesinde bulunan Magnesia antik şehrinde geçen haziranda kaçak kazı yapıldığı ve çıkarılan eserlerin satılacağı yönünde bir ihbarı değerlendiren Aydın İl Jandarma Komutanlığı ekipleri soruşturma başlattı. Sözkonusu suça karıştığı tespit edilen Soner A., Mustafa A., Ahmet Ç., Orhan B. ve Nejdet Y. isimli şahıslar takibe alındı. Delillerin toplanmasının ardından eşzamanlı olarak zanlılara ait Aydın ili Germencik, Söke, Kuşadası ve Bozdoğan ilçeleriyle İzmir ili Selçuk ve Menderes ilçelerindeki ev ve işyerlerinde arama yapıldı.

     

    Aramalarda bir dedektör başlığı, bir av tüfeği, bir havalı tüfek, Roma dönemine ait 73 sikke, bir bakır güğüm, bir sarık şeklinde işlenmiş oyuk taş, bir kabartma insan motifi bulunan taş, altı ok ucu, 29 ağırlık ve 4 bin 300 gram şekilsiz kurşun kalıplar ele geçirildi. Olayla ilgili olarak beş zanlı gözaltına alındı.

    haberler.com, 10.10.2007

    MUHTEŞEM SARAYA YAKIŞIR KİTAP

     

    Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof.Dr. İlber Ortaylı'nın kaleme aldığı 'Mekanlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı' isimli kitap, sarayın Enderun avlusunda yapılan bir törenle tanıtıldı.

     

    Asya Katılım Bankası'nın (Bank Asya) desteğiyle Kaynak Yayınları tarafından hazırlanan kitap, okurları Osmanlı'nın ihtişamlı günlerine yolculuğa çıkarıyor. Ortaylı, tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, yayınevine teşekkür ederek, bu kitabın sarayın bir rehberi olduğunu, sırada çocuklar için benzer bir çalışmanın yer aldığını söyledi.

     

    Her gün binlerce ziyaretçiyi ağırlayan Topkapı Sarayı, çinileri, kubbeleri, vitrinlerinde sergilenen sınırlı sayıda eserleri ile turistleri büyülemeye yetse de çok daha farklı zenginliklere sahip. Tarihin bazen neşeli, bazen hüzünlü günlerine sahne olan saray, hem idare hem de eğitim mekanıydı. İçoğlanları ile cariyeler Enderun ve Harem'de yetiştikten sonra saray terbiyesini, kültürünü İstanbul içine, imparatorluğun uzak diyarlarına taşırlardı. Saray, öylesine oturmuş kuralları olan bir özel mekandı ki, asırlar boyunca ne yemek vakitleri, ne yatma-kalkma saatleri, ne de kimin nerede nasıl hareket edeceğini gösteren kurallar değişti. Her taşına Fatih'in cihangirliğinin, Bayezid'in hassas ruhunun, Yavuz'un heybetinin, 4. Murad'ın yiğitliğinin, 3. Selim'in musiki nağmelerinin sindiği Topkapı Sarayı'nı oradaki yaşanmışlıklarla anlatan bir eserin yokluğu hissedilmekteydi. Prof.Dr. İlber Ortaylı'nın kaleminden çıkan 'Mekanlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı', bu ihtiyacı karşılayacak ciddi bir kaynak. Yazarın tarihe vukufunun yanısıra, sarayı detaylarıyla tanıması ve halen burada görev yapması da kitabın önemini bir kat daha artırıyor. Engin Çiftçi'nin imzasını taşıyan görsel tasarım, sarayın havasını yansıtmakta oldukça başarılı. Hasan Hayri Demirel ve Salih Gülen'in editörlüğünde hazırlanan kitaba yine Kaynak Yayınları'ndan çıkan 'Mukaddes Emanetler' kitabında olduğu gibi bir CD eşlik ediyor.

     

    "Topkapı Sarayı mütevazıdır" diyor, İlber Ortaylı kitapta: "16. yüzyılın ünlü mimarı Mimar Sinan bile bu sarayda sadece bir bölüm inşa etmiştir. Lakin bu mütevazı sarayın kendine özgü pandantif biçimli güzel binaları, nefis çinileri ve tabiatla iç içe geçmiş yapısı ile bulunduğu Sarayburnu, İstanbul'un neresinden bakılsa ona ihtişam verir. İçindeki yüzlerce hizmetli ve birkaç bin muhafız süvari israftan uzak, mütevazı şartlarda yaşamışlardır. Saray mutfağında ünlü Türk mutfağının en güzel örnekleri özenle hazırlanmıştır. Kumaşlar, 16. ve 17. yüzyılın en iyi dokumalarıdır. İnsanlar yemeklerini Çin porseleninde yemelerine rağmen dar mekanda yaşarlar; mütevazı, disiplinli ve programlı bir hayat sürerlerdi." Ortaylı, 312 sayfalık kitap boyunca bu hayattan kesitler sunuyor, mekan ile isimlerine tarihte rastladığımız şahsiyetler arasında irtibatlar kuruyor. Mustafa Yılmaz'ın objektifinden çıkan fotoğraflar, bu tarih yolcuğunu, bizzat Topkapı Sarayı'na gitmeden gerçekleştirmeyi mümkün kılıyor.

     

    Dört yüz yıl boyunca cihan hükümdarının tahtına ev sahipliği yapan Topkapı Sarayı'nın ilk binaları, İstanbul'un fethinden hemen sonra inşa edildi. İhtiyaca göre yapılan ilavelerle genişleyen saray, 19. asrın ortalarına kadar idare merkezi olma görevini icra etti. Osmanlı padişahları, Boğaziçi'ndeki yeni mekanlarına taşındıktan sonra da Topkapı ile alakalarını kesmediler. Saltanat hazinesi, Emanat-ı Mübareke, imparatorluk arşivi, burada muhafaza edildi. Hırka-i Saadet ziyaretleri, her Ramazan yine burada yapıldı. Son devir padişahları ataları gibi tahta burada cülus ettiler, cenazeleri buradan kaldırıldı. 1924 yılında müzeye çevrilen Topkapı Sarayı, barındırdığı seksen bini aşkın eser, yirmi iki bin el yazması ve muazzam arşivi ile dünyanın en önemli kültür mekanlarından biri. Osmanlı'yı yakından tanımak için sarayı bir de bu kitaptan gezmek gerekiyor. Bağdat Köşkü'nün kapısı üzerindeki beyitte yazdığı gibi: "Küşade bad be-devlet hemişe in dergah / Be-hakkı eşhedü en la ilahe illallah." (Bu dergah, eşhedü en la ilahe illallah hakkı için devletle açık olsun.)

    Zaman, Haber Ahmet Doğru, 10.10.2007

    ÇEMBERLİTAŞ'IN 5 YILDA SADECE MERMERİ TEMİZLENDİ

     

    1999 Marmara Depremi'nde zarar gören tarihi Çemberlitaş sütununun restorasyonu, 5 yıl geçmesine rağmen tamamlanamadı.





    UNESCO tarafından 1985'te İstanbul Tarihi Yarımada kapsamında Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınan tarihi sütunun, geçen süre içinde sadece üst mermer başlığı temizlendi ve kılcal çatlakların enjeksiyonu tamamlandı. İstanbul'a gelen turistlerin yüzde 80'inin ziyaret güzergahı üzerinde olan sütun, 5 yıldır inşaat iskelesiyle çevrili. Restoreyi yürüten Büyükşehir Belediyesi, Anıtlar Kurulu kararları sebebiyle çalışmanın ne zaman biteceği konusunda tarih veremezken, bölge esnafı da inşaat görünümündeki yapının Türkiye'nin imajına zarar verdiğine dikkat çekiyor.

     

    Bizans İmparatorluğu başşehrinin Roma'dan İstanbul'a nakli sebebiyle imparator Konstantin şerefine dikilen 1700 yıllık tarihi sütun, özgürlüğü ve tek tanrılı dini simgeliyor. Halk, sütunun dibinde bir oda olduğuna ve bu odada Hıristiyanlığa ait kutsal emanetlerin bulunduğuna inanıyor. Bu yüzden İstanbul'a gelen turistlerin çoğunluğu Sultanahmet ve Ayasofya ile Kapalıçarşı arasındaki geçiş noktasında bulunan Çemberlitaş'ı ziyaret etmek istiyor. Sütun 1999 depreminde hasar görünce onarılması gündeme geldi; ancak 2001 yılına kadar hiçbir kurum konuyla ilgilenmedi. 2001 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi, sütunun restore işini üzerine aldı. 392 bin 311 YTL ihale bedeliyle işi Afa şirketine veren belediye, restorasyonda gelinen noktayı şöyle özetliyor: "Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararına göre arkeolojik restorasyon konusunda uzman bir öğretim elemanı görevlendirildi. Sütunun mermer başlığının temizliği bitmiş ve enjeksiyonları tamamlanmıştır."

     

    Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre çalışmaların gecikme sebebi olarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararları gösteriliyor. Restorasyonun her aşamasında kurula sorduklarını anlatan Büyükşehir Belediyesi şu açıklamayı yapıyor: "Eski eserlerin restorasyonu önemlerine binaen her aşamasında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayına tabi çalışmalardır."

     

    Çemberlitaş'ın şantiye görünümü turistleri rahatsız ediyor. Sütunun tam karşısında bulunan tarihi hamama gelen turistlerin bu durumdan şikayetçi olduğunu söyleyen hamam sahibi Ruşen Baltacı, "5 yıl önce gelen bir turist, geçenlerde yine geldi. Bize sordu. '5 yıl önce geldiğimde de bu sütun inşaat halindeydi, şimdi de. Özellikle mi yapmıyorlar?...' Biz ise bu soruya cevap veremedik." dedi. Çemberlitaş'ın bütün turistik kitaplarda gezi yeri olarak gösterildiğine dikkat çeken Baltacı, "Bu durum Türkiye'nin imajına zarar veriyor. Bölge esnafı da bundan etkileniyor. Bu çirkin görüntüye bir an önce son verilmeli." diyor.

     

    Bizans dönemi çalışmaları ile bilinen sanat tarihçisi Prof.Dr. Semavi Eyice, 40 yıl Anıtlar Kurulu'nda görev yaptığını belirterek, Çemberlitaş için yapılan restorasyon gibi bir çalışma görmediğini söyledi. Kurul'da her iş için her defasında ayrı ayrı karar verilmeyeceğini ifade eden Eyice şöyle konuştu: "Her iş için her defasında karar alınmaz. Bir defa görüşülür, şunlar şunlar yapılacak denir ve yapılır." 9 yıldır Anıtlar Kurulu'ndan uzak kaldığını ve eski eserlerden anlayan kişilerin kalıp kalmadığını bilemeyeceğini kaydeden Eyice, "Bu kadar inceden inceye kararlar görmedim. Bu böyle olmaz. Ya değilse bu işin sonu gelmez." dedi.

    Zaman, 10.10.2007

    ORHAN CAMİİ BAYRAMA YETİŞTİ

     

    İzmit’in Orhan Mahallesi'nde bulunan tarihi Orhan Camii'nin minaresi 17 Ağustos 1999 depreminde hasar görmüş, yıkılan bölüm yıllarca brandayla kapatılmış olarak durmuştu.


    İl Genel Meclisi Başkanı Ali Ayaz’ın girişimleriyle İl Özel İdare bütçesinden onarım için kaynak aktarıldı. Caminin minaresinin restorasyonuna 3 ay önce başlanmıştı. Minare eski tarihi taşlarla yeniden örüldü. Şimdi sadece minarenin külah kurşunu dökülecek.


    Minarenin yanı sıra caminin içi ve çevresinde de onarım gerektiren işler tamamlandı. Böylece İzmit tarihinin sembolü Orhan Camii bayram namazında tekrar ibadete açılmış olacak. Öte yandan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Tarihi Mekanlar Şubesi tarafından Orhan Camii'nin karşısında bulunan Sultan Orhan Çeşmesinin rölöve projesi de çizildi. Anıtlar Kurulu'ndan onay alınmasından sonra çeşmenin restorasyonu da gerçekleştirilecek.

    Özgür Kocaeli, 10.10.2007

    TARİH ÇÖPTEN ÇIKTI





    Bodrum'da 1. derece arkeolojik sit alanıyken 3 yıl önce 3. derece arkeolojik sit alanına çevrilerek yapılaşma izni verilen bölgede yapılan villa inşaatının temel kazısında çıkan tarihi eserler çöpe atıldı. Olay, eski müze çalışanının Kaymakamlığa ihbarıyla ortaya çıktı.


    Çarşı Mahallesi Mars Mabedi Caddesi'nde, müteahhit Rıza Kösem'in yaptığı 4 villanın hafriyatından yaklaşık 1 yıl önce çıkarılan eserler, kimseye bilgi verilmeden moloz gibi yandaki boş arsaya atıldı. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'nde 23 yıl iç hizmetler şefi olarak çalışıp 5 yıl önce emekli olan ve aynı mahallede oturan Ali Uçarer, önceki gün kaymakamlığa suç duyurusunda bulundu ve tarihe yapılan saygısızlığa daha fazla tahammül edemediğini söyledi.

    Uçarer, suç duyurusunda şu ifadelere yer verdi: "1800-2000 yıllık tarihin çöpler arasında kaderine terk edilmesini ve yağmalanmaya karşı davetiye çıkarılmasına dayanamadım. Daha önce de müzeyi birçok kez uyarmıştım. Eserlerin durumunu fotoğraflarıyla birlikte kaymakamlığa iletip acil tedbir alınması gerektiğini, aksi taktirde paha biçilmez eserlerin çalınacağını söyledim." Uçarer, durumu eski müze müdürü Oğuz Alpözen'e de iletti.


    Kepçe ve iş makineleriyle çıkarılıp taşınırken kırılan eserleri inceleyen Alpözen, bunların MS 2'nci yüzyıldan kalma, kentin stoasına (antik Yunan'da üstü kapalı sütunlu yol) ait paha biçilmez eserler olduğunu söyledi.

    Latince, Halikarnassos yazılı sütunlar, stoaya ait kalıntılar, 6 sütun başı ve kemerlerin, ünlü İngiliz araştırmacısı Charles Newton'ın 1856-1858 yılları arasında antik Halikarnassos kentinde yaptığı araştırmalarda bulduğu ilk Dor Stoası'na ait eserlerin devamı olduğu belirtildi. Sualtı Müzesi Müdürü Yaşar Yıldız ise olayı DHA muhabirinden duyduğunu söyledi.

    Milliyet, Haber: Yaşar Anter, 10.10.2007

     

     

    VİLLAMIZ TAPINAK MANZARALIDIR

     

    Bodrum'daki villa inşaatında bulunup kaderine terk edilen tarihi eserler, 'düz hale getirildi'. Bodrum Sualtı ve Arkeoloji Müzesi Yaşar Yıldız'ın talimatıyla Çarşı Mahallesi Mars Mabedi Caddesi'ndeki arsaya iki arkeolog gitti. İnşaat sahibi de eserleri molozların altından çıkarıp düzgün biçimde dizdi. Arkeologlar eserlerin çıktığı yerde Mars Tapınağı kazısı yapılması için proje hazırlandığını söylerken inşaat sahibi Rıza Kösem, "Dört villa bitince zaten ben de burada eserleri sergileyecektim" dedi.




    Arazi, 1'nci dereceden 3'üncü derece
    arkeolojik sit alanına çevrilmişti.

    Radikal, Haber: Yaşar Anter / DHA, 11.10.2007

    AMERİKA'YI KEŞFEDEN KRISTOF KOLOMB'UN MİLLİYETİ KEŞFEDİLEMİYOR

     

    Amerika'yı 1492 yılında keşfeden ilk Avrupalı olduğuna inanılan Kristof Kolomb'un, hangi milletten olduğu yolundaki tartışmalar, keşfin 515'nci yılının kutlandığı bu hafta yeniden alevlendi. Birçok okul kitabında, Kolomb'un İtalya'nın Cenova şehrinden olduğu belirtiliyor. Ancak, Kolomb'un evlilik dışı doğmuş bir Portekiz prensi olduğu ya da İspanya'nın Hıristiyanlarca Endülüs'ten alınması sırasında din değiştirmiş bir Yahudi olduğu yolundaki iddialar da tarihçiler arasında önemli taraftar buluyor.

     

      

     

    Ünlü kaşiften yaklaşık 500 yıl sonra çıkılacak yeni bir yolculuğun bu konudaki belirsizliği ortadan kaldıracağına inanılıyor. Bu yolculukta yelken açılacak okyanus ise DNA. 2004 yılında İspanyol genetikçi Dr. Jose Lorente, Kolomb'un mezarının bulunduğu Sevilla'dan aldığı kemik parçaları üzerinde başlattığı gen araştırmasının sonuna yaklaşıyor.

     

    New York Times Gazetesi'nde yer alan habere göre, bazı tarihçilerden resmi kurumlardan da destek alan Lorente, Kolomb'un genetik özellikleriyle, Kolomb'un akrabası olduklarını belirten değişik din ve milletlerden kişilerin genlerini karşılaştırıyor.

     

    Tarihçiler, Cenovalı Cristoforo Colombo adlı birinin yaşadığının tarihsel bir gerçek olduğu konusunda hemfikir. Bu isimde biri o dönemde yaşadı, doğumu ve ilk hayatı ile ilgili bilgiler de var. Ancak, bu kişinin Amerika'yı keşfeden kaşifle ilgisine dair çok zayıf bazı belirtiler dışında nerdeyse kesin hiçbir bilgi yok.

     

    Amerika kaşifinin hayatına ait her detay onu Avrupa'nın güneyindeki her ırkla irtibatlı hale getiriyor. Kütüphanesinde, Katalan kitapları vardı. Bir Portekiz soylusunun kızıyla evliydi. Kastilya dilinde yazıyordu ve yazdığı notların etrafını Yahudi sembolleriyle dolduruyordu.

    TürkiyeTurizm.com, 10.10.2007

    KÜTAHYA'DA KAZI ÇALIŞMALARI TARİHİ TÜNELİ ORTAYA ÇIKARDI

     

    Kütahya'nın Tavşanlı İlçesi'nde, Tavşanlı Belediyesi'nin kaynak suları ile başlattığı kazı çalışmaları esnasında tarihi çok eskiye dayandığı tahmin edilen bir tünel bulundu.

    Tavşanlı'da Çatal Hamam Sokak'ta bulunan Horhor Çeşme'nin suyuna kanalizasyon suyu karışması nedeniyle başlatılan kazı çalışmaları sırasında, kanalizasyon hattını arayan ekipler, altı metrede bir bulunan tünel havalandırma boşluğuna rastladı.

    haberler.com, 09.10.2007

    İNGİLİZ ÜNİVERSİTESİ IRAK'TAN ÇALINAN HAZİNEYİ GERİ VERECEK

     

    Irak’tan kaçırılan yüzlerce hazine kervanına bir İngiliz üniversitesi de dahil oldu.





    “Şeytan Kapları” Antik Mezopotamya’da yaygın olarak bulunan ve evdeki kötü ruhları yakalamak için genellikle ters çevrilerek saklanan, üzerlerinde ev sahiplerinin isimlerinin de yazılı olduğu, çoğunlukla 6 ila 8. yüzyıla tarihlenen ve Aramice, İbranice yazılı seramik kaselerdir. Çok önemli bir koleksiyon, üzerinde İncil’in bilinen en eski İbranice örneklerini içermektedir. Bugünlerde diğer önemli bir koleksiyon ise İngiliz akademik çevrelerini bölmüş durumda.

     

    1990'daki ilk Körfez Savaşı’ndan bu yana Irak soyguncuların cenneti haline geldi. 2003 yılında Birleşmiş Milletler, bu ülkeden herhangi bir eski eseri alıp satmayı kanundışı sayan bir tasarıyı kabul etti. Dolayısıyla, Londra University College, 654 kase ile bir anda dünyanın en büyük koleksiyonuna sahip olunca şüpheler yükseldi.





    Kaseler, Norveçli antik yazmalar koleksiyoneri Martin Schoyen’e aitti. Kendisi bu koleksiyonu, uzun yıllardır ailesine ait olduğunu iddia eden Ürdünlü bir koleksiyonerden alırken, bu eserlerin Irak’tan kaçırılmış olduğunu bildiğine hemen hiç şüphe yok. Üniversite bu iddialar üzerine kaselerin Irak’tan kaçırılmış olma olasılığını araştıracak bir komisyon kurdu.

     

    Bu aşamada Schoyen, kaselerin kendisine iade edilmesi için üniversiteyi dava etmekle tehdit etti. Kanuni açıdan bu makul bir talep. Öte yandan, üniversite komisyonunun raporunun dava dışı tutulmasını talep etmesi ve anlaşmanın dava dışı çözümlenmesi ise ilginç.

     

    Cambridge Üniversitesi öğretim görevlilerinden ve Londra University College’in bu araştırma komisyonun üyesi Prof. Colin Renfrew, bu davranış karşısında çok kızgın. Kendisi, üniversitenin eserleri Schoyen’e iade etmesinin kaçınılmaz olduğunu, fakat hazırlanan raporun göz ardı edilmesinin kabul edilemeyeceğini belirtmekte. Renfrew, “Önce, menşei incelemesi için bir komisyon kuracaksınız, sonra da dava ile tehdit edilince, bu baskı ile parçaları, raporu göz ardı ederek iade edeceksiniz. Bu, kabul edilemez. Dünyanın en büyük Aramice yazılı kase koleksiyonlarından birisinin yaklaşık 70 yıldır Ürdün’de bulunmasına karşın kimsenin bundan haberdar olamaması ilginç değil mi?” dedi. Bu sözlere üniversite yetkililerinden herhangi bir yorum gelmedi.

    news.independent.co.uk, Haber: Andrew Johnson, 10.10.2007

    HAYDARPAŞA'YI ÇALAN KILIFINI HAZIRLAR

     

    Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) Genel Müdürlüğü, içinde kongre merkezi, marina, 5 yıldızlı oteller, iş ve eğlence merkezleri ile 7 gökdelenin yer alacağı Haydarpaşa Dönüşüm Projesi'nin hayata geçirilmesi için, Dünya tarih, kültür ve endüstri mirası kabul edilen Haydarpaşa Gar ve çevresindeki sit kararının kaldırılmasını istiyor. İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma (KTVK) Bölge Kurulu'nun verdiği 3 ayrı sit kararının iptali için İstanbul İdare Mahkemesi'ne başvuran TCDD, Haydarpaşa Dönüşüm Projesi doğrultusunda Alman Dress-Summer firmasıyla yapılan anlaşmanın, Haydarpaşa Gar, liman ve geri sahasının, kentsel ve tarihi sit alanı ilan edilmesi nedeniyle fesih edildiğini ileri sürdü. Oysa Kurul, 21 Haziran 2006 tarihinde, 'Koruma amaçlı imar planı hazırlanıncaya kadar bu alanlarda hiçbir şekilde yeni yapılaşmaya gidilmemesi gerektiği' yönünde karara vararak bu konudaki tartışmalara son noktayı koymuştu. Kurul kararı doğrultusunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin koruma amaçlı imar planı hazırlaması beklenirken TCDD, idare mahkemesine verdiği dilekçede, "Bu alanda imar planı yapma, değiştirme, resmen onaylama ve her türlü ruhsat verme yetkisi, Bayındırlık ve İskan Ba-kanlığı'ndadır" dedi. TCDD'nin, Kültür ve Turizm Bakanlı-ğı'na izafeten Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü İstanbul 5 Nolu KTVK Bölge Kurulu'na karşı açtığı davaya, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi de müdahil oldu. Dava, İstanbul 1 Nolu İdare Mahkemesi'nde görülmeye başlandı.

     

    Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu, "İBB ile TCDD arasında bu konuda yapılan protokolde, 'İBB plan yapacak, bu plan TCDD'nin istediği gibiyse yasallık kazanacak, istemediği gibiyse yasallık kazamayacak' şeklinde garip bir madde var. İBB, TCDD'nin istediği sipariş planı, sit engeli nedeniyle yapamıyor. Bu nedenle de sit kararını kaldırıp yasal olmayan işlemlerini yasallaştırmak istiyorlar. Kurul kararına rağmen şu anda Haydarpaşa'nın üçüncü katında inşaat çalışması yapılıyor bu yasal değil. Ayrıca İstanbul'un siluetini etkileyen miraslarının korunması konusunda Dünya Mimarlık Kongresi'nde alınan kararlar var" dedi.

     

    Haydarpaşa Dönüşüm Projesi çalışmaları 2004'te başladı. Harem-Kadıköy arasındaki sahil şeridini kapsayan alanda 340 bin metrekarelik deniz alanının doldurulması, 1 milyon metrekarelik araziye turizm kompleksi inşa edilmesi, iş ve ticaret alanına dönüşecek bu bölge içinde yat limanı, yat kulübü, cruies gemi limanı, 5 yıldızlı oteller, kongre merkezi, fuar alanları, ticaret alanları, alışveriş merkezleri, ofisler, konutlar inşa edilmesi planlanıyordu. TCDD projeyle birlikte yıllık 150-200 milyon dolar kira geliri bekliyor. Mimarlar Odası ve Kadıköy Belediyesi, kültür mirasının talan edileceği, vatandaşın denizle irtibatının kesileceği gerekçesiyle projeye karşı çıkıyor.

    Birgün, 09.10.2007

    TARİHİ DEĞİŞTİREN DİRHEM

     

     

    İşadamı Kamil Eron’un koleksiyonunda bulunan bir sikke, Müslüman İzmir’in ilk ele geçirilişi ile ‘Smyrna’ adından İzmir’e geçişin 1694 yılına dayandığı bilgisinin değişmesine sebep oldu. Kentin bu anlamdaki tarihini 377 yıl önceye götüren İzmir darplı ilk dirhemin, Aydınoğlu Mehmet Bey döneminde basıldığı belirlendi. İşadamı ve koleksiyoner Kamil Eron, bugüne kadar İzmir darplı ilk dirhemin, 1694’de Sultan II. Mustafa tarafından basıldığının bilindiğini belirterek şunları kaydetti: “Bu para, 1694 - 1695 yılında Sakız adasının Venediklilerden geri alınması için düzenlenen sefer sırasında ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için İzmir darplı kuruş ve yarım kuruşluk gümüş paralar halinde basılmıştır. Şu ana kadarki İzmir darplı bilinen tek para buydu. Bizim çalışmalarımız sonucu bulduğumuz dirhem ise bu bilinen tarihi 377 yıl erkene çevirdi. Miladi 1317 yılına ait bulduğumuz bu para, Aydınoğlu Mehmet Bey dönemine aittir.”

    Hüdabende Muhammed Han adına kesilen bu paranın, 1317 - 1318 döneminde Kadifekale civarındaki Müslüman İzmir’in ilk ele geçirilişini kanıtladığını ifade eden Eron, aynı zamanda bu yıldan beri İzmir adının şu anki yazılımıyla kullanıldığını da ispatlaması açısından dirhemin büyük öneminin bulunduğunu kaydetti. Eron, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu, ilk defa bulunan bir dirhemdir. Çocukluğumuzdan beri bildiğimiz İzmir’in daha önceki adı Smyrna idi. Daha sonra İzmir’e döndü. Ama hangi tarihte dönmüştü, bunu net olarak tespit etmek çok kolay değildi. Bu dirhem, bize bunun en azından 1317 tarihinden önce olduğunu kanıtlıyor. ”

    Türkiye Gazetesi, 09.10.2007

    CAMİNİN ALTINDA DEFİNE ARADILAR

     

    Bolu'nun Büyük Cami Mahallesi'ndeki tarihi Ağda Camii'nin altında define olduğu söylentileri üzerine, burada kazı yapmayı planlayan 3 kişi caminin yan tarafında bulunan bir evi kiraladı.

     

    Evin bodrum katından caminin altına doğru tünel kazmaya başlayan 4 kişi, kazı sırasında çıkan toprakları da evin boş odalarında biriktirdi.

    İhbar sonucu yakalanan 4 kişinin, kazdıkları tünelin 10 metreye ulaştığı ve cami temeline 1 metre kaldığı belirlendi. Zanlılar, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

    Bugün, 09.10.2007

    DENİZDE HIZLA İLERLEYEN MARMARAY KARADA RÖTARLI





    İstanbul Boğazı geçişini 4 dakikaya düşürecek olan ve saatte 70 bin yolcu taşıyacak Marmaray Projesi, deniz altında hızla ilerliyor. Ancak karada yapılan çalışmalar, arkeolojik kazılar ve Tabiat Varlıklarını Koruma ve Anıtlar Kurulu'ndan çıkması beklenen izinler nedeniyle ağır aksak ilerliyor.

    Marmaray'ın en zor kısmı olarak gösterilen deniz tüplerinin yerleştirilmesi projede en hızlı ilerlenen bölüm oldu. Büyükada'da testlerden geçen dördüncü tüp olan 8 numaralı tüp ise 11 Ekim Perşembe günü, törenle yerine yerleştirilecek. Deniz tüneli kısmının aksama olmadan tamamlanması bekleniyor. 9 Mayıs 2004'te temeli atılan projenin 2008 sonunda bitirilmesi ve ilk test sürüşünün 28 Nisan 2009'da yapılması öngörülüyordu. Ancak, yavaş yürüyen arkeoloji kazıları yüzünden proje bazı alanlarda durma noktasına geldi. Marmaray'ın, iki yıl gecikmeli olarak 2011'de bitirilmesi planlanıyor.

    Anadolu yakasındaki tünellerde çalışmalar ağır aksakda olsa devam ediyor. Atatürk ismi verilen TBM (delme) makinası bugüne kadar 750 metre, Fatih makinası ise 700 metre kazı yaptı. Tünel, Anadolu Yakası'nda projenin önemli ayaklarını oluşturan Kadıköy İbrahimağa Mahallesi'ndeki Ayrılık Çeşmesi'nden Karacahmet Mezarlık girişine kadar ilerledi. Üsküdar'da Arkeolojik kazıların yüzde 95'i tamamlandı. 1,5 yıl gecikmeyle Üsküdar İstasyonu için istinat duvarları tamamlanarak kazı işlemlerine nihayet başlanabildi.

    Avrupa Yakasında ise çalışmalar Anadolu Yakası'ndan daha yavaş ileriliyor. Tünel kazıları Kazlıçeşme'de yeni başlanırken, Yenikapı'daki çalışmalar Anıtlar Kurulu'nun onayını bekliyor. Projenin önüne bir de sur engeli takıldı. Anıtlar Kurulu İTÜ ve Yıldız Teknik Üniversitesi heyetleri İstanbul'da surların tünel kazım sırasında titreşime dayanamaycağını, surların ve çevredeki binların geçlendirilmesinin yapılmasının ardından tünel kazma işlemlerine başlanmasını istedi. Tarihi yarımadada Yenikapı-Yedikule-Sirkeci hattı boyunca 600'den fazla bina, Marmaray tünel hattının üzerinde kalıyor. Sadece Sirkeci'de 70 ile 100 arasında bina bulunuyor. Bunlardan 23'ü hakkında yıkım kararı alındı, ancak yıkım yapılmadı. Fatih ilçe sınırlarında da 525 bina için İstanbul Teknik Üniversitesi'nden bir ekip binaların analizlerini sürdürüyor. Kaç binanın yıkılması gerektiğine karar verilecek.

    Anadolu Yakası'nda Üsküdar'daki çalışmaların bitirilmek üzere olduğunu belirten İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü İsmail Karamut, "Yenikapı'da 24 bin Üsküdar'da 11 bin metrekarelik alanda kazı çalışmaları yapılıyor. Üsküdar kazılarının yüzde 95'i bitti. Kazıların devam edebilmesi için kazı alanında bulunan dini bir yapının kaldırılması gerekiyor. Burası trafikten dolayı kurula gidilecek" dedi. Yenikapı'da çalışmalar'ın kazılar sırasında çıkarılan eserler nedeniyle revize edildiğini ifade eden Karamut, "Kazılar sırasında ortaya çıkartılan Bizans dönemine ait "Theodosius Limanı"nın korunması sebebiyle proje revize edildi“ dedi. Karamut, "Yapılan kazıların ne zaman biteceği konusunda bir tarih vermek çok zor” diye konuştu.

    Yeni Şafak, 09.10.2007

    ÇİFTE MİNARELİ MEDRESEYE YAKIŞMAYAN GÖRÜNTÜ

     

    Çifte Minareli Medrese'nin bitişiğinde bulunan kamuya açık WCler medresede ilkel görüntüler oluşmasına neden oluyor. Vatandaş bu görüntünün en önemli tarihi eserlerden biri olan  çifte minareli medreseye  yakışmadığı kanaatinde.

     

    Konuyla ilgili tepkilerini gösteren vatandaşlar, “Çifte minarelerin hemen yanı başında yaptırılan 35 işyerinin açılmasından sonra medrese önündeki kamuya açık WCler medrese önünde ilkel görüntüler oluşmasına neden oluyor. Konuyla ilgili duyarlı olunmalıdır. En önemli tarihi eser konusunda bu şekilde bir duyarsızlık yaşanmamalıdır” diyerek tepkilerini dile getirdiler.

    Erzurum Gazetesi, 09.10.2007

    ANTALYA'DA MÜZELER ÜCRETSİZ

     

    Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda müze ve ören yerlerinin yerli ziyaretçiler tarafından ücretsiz gezilebileceğini bildirdi. Antalya Kültür ve Turizm İl Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamada, her ayın ilk pazartesi günü de vatandaşların müze ve ören yerlerini halk günü kapsamında gezebilecekleri kaydedildi.

    Türkiye Gazetesi, 10.10.2007

    DEFİNEYE SORUŞTURMA

     

    Tekirdağ'da Saray İlçesi'nin Bahçedere Köyü'ndeki evlerinde define ararken faciaya neden olan aileye 'izinsiz kazı' soruşturması açıldı.

     

    Tekirdağ Müze Müdürlüğü ekipleriyse evde tarihi herhangi bir kalıntıya rastlanmadığını açıkladı. Evdeki göçükte ev sahibinin oğlu Kazım Zayım ölmüş, iki kişi yaralanmıştı.

    Radikal, 09.10.2007

    TARİHİ DEĞİŞTİREN DİRHEM

     

     

    İşadamı Kamil Eron’un koleksiyonunda bulunan bir sikke, Müslüman İzmir’in ilk ele geçirilişi ile ‘Smyrna’ adından İzmir’e geçişin 1694 yılına dayandığı bilgisinin değişmesine sebep oldu. Kentin bu anlamdaki tarihini 377 yıl önceye götüren İzmir darplı ilk dirhemin, Aydınoğlu Mehmet Bey döneminde basıldığı belirlendi. İşadamı ve koleksiyoner Kamil Eron, bugüne kadar İzmir darplı ilk dirhemin, 1694’de Sultan II. Mustafa tarafından basıldığının bilindiğini belirterek şunları kaydetti: “Bu para, 1694 - 1695 yılında Sakız adasının Venediklilerden geri alınması için düzenlenen sefer sırasında ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için İzmir darplı kuruş ve yarım kuruşluk gümüş paralar halinde basılmıştır. Şu ana kadarki İzmir darplı bilinen tek para buydu. Bizim çalışmalarımız sonucu bulduğumuz dirhem ise bu bilinen tarihi 377 yıl erkene çevirdi. Miladi 1317 yılına ait bulduğumuz bu para, Aydınoğlu Mehmet Bey dönemine aittir.”

    Hüdabende Muhammed Han adına kesilen bu paranın, 1317 - 1318 döneminde Kadifekale civarındaki Müslüman İzmir’in ilk ele geçirilişini kanıtladığını ifade eden Eron, aynı zamanda bu yıldan beri İzmir adının şu anki yazılımıyla kullanıldığını da ispatlaması açısından dirhemin büyük öneminin bulunduğunu kaydetti. Eron, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu, ilk defa bulunan bir dirhemdir. Çocukluğumuzdan beri bildiğimiz İzmir’in daha önceki adı Smyrna idi. Daha sonra İzmir’e döndü. Ama hangi tarihte dönmüştü, bunu net olarak tespit etmek çok kolay değildi. Bu dirhem, bize bunun en azından 1317 tarihinden önce olduğunu kanıtlıyor. ”

    Türkiye Gazetesi, 09.10.2007

    SARHOŞLAR MONET TABLOSUNU YIRTTI

     

    Fransa'nın başkenti Paris'teki Musee d'Orsay'ye giren saldırganlar, Claude Monet'ye ait bir tabloyu tahrip etti. Müzenin güvenlik kameralarına göre saldırganlar müzeye pazar günü sabaha karşı bir arka kapıdan girdi. Alarm o anda çalmaya başladı. Buna karşın sarhoş oldukları sanılan dört-beş kişilik grup, kaçmadan önce Monet'nin tablosuna zarar verdi.
    Saldırganlar empresyonist ressamın tablosunda 10 santimetrelik bir yırtık açtı. Fransa Kültür Bakanı Christine Albanel resmin restore edilebileceğini fakat bunun ülkenin kültür mirasına yapılmış bir saldırı olduğunu söyledi. Albanel, sanat eserlerine saldırıda bulunanlara daha ağır ceza verilmesini olanak sağlayacak bir yasal düzenleme istedi.

    Milliyet, 09.10.2007

    TEL AVİV ÜNİVERSİTESİ DEPREM UZMANLARI GEÇMİŞİ ARAŞTIRIYOR

     

     

    Tel Aviv Üniversitesi jeologları, bölgede oluşan geçmiş depremlerin belirli bir süreç izlediğini, bu sürece göre gelecek büyük bir depremin çok yakın olduğunu düşünüyorlar.

     

    Tel Aviv Üniversitesi jeoloğu Dr. Shmulik Marco, Richter ölçeği ile yedi büyüklüğünde bir depremin, siyasi açıdan oldukça kırılgan olan bu bölgede kutsal yerler ve hatta dünya barışı açısından acı sonuçları olacağını söyledi. Vatikan ve diğer dini kayıtları inceleyen Marco, deprem tahminini bu kayıtlarda görünen periyodlara göre yapmış.

     

    Bu, yüzlerce orijinal kayıtlarla bölgenin yaklaşık 2000 yıllık deprem geçmişi ortaya çıkartılmış. Bu kayıtlarda gözüken, Ürdün Vadisi’nde yaşanmış en önemli depremler MÖ 31, MS 363, MS 749 ve 1033 de gerçekleşmiş. Marco, “Dolayısıyla kabaca 400 yılda bir büyük bir deprem olduğunu söyleyebiliriz. Bu kriterleri dikkate alacak olursak her az büyük bir deprem olması beklenebilir çünkü son depremden bu yana nerede ise bin yıl geçmiş” demekte.

     

    Yaklaşık 2000 yıla uzanan ve büyük kısmı kilise görevlileri ile katipler tarafından kaleme alınan bu belgeler, İsrail ve komşu ülkelerden geçen farklı fay hatlarında oluşan depremlerin yerlerini de anlamamıza yardımcı oluyorlar.

    tauac.org, 02.10.2007

    İZMİR İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRÜ GÖREVDEN ALINDI

     

    İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Metin Atsal görevinden alındı.

     

    Resmi Gazete'de yayımlanan 2007/9324 sayılı kararnameyle kamuoyuna duyurulan açıklamada şunlar kaydedildi: "İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Metin Atsal'ın başka bir göreve atanmak üzere bu görevinden alınması, 2451 sayılı kanunun 2. maddesi gereğince uygun görülmüştür. Bu kararı Kültür ve Turizm Bakanı yürütür."

     

    Atsal, ''Ne olduğunu tam bilmiyorum. Kararı ben de Resmi Gazete’den okudum'' dedi. Üç yıldır İzmir’de bulunan Atsal hakkında, Özer Türk Turizm Eğitim Merkezi’ndeki beş odalı misafirhaneyi usulsüz tadilatla lojmana çevirttiği ve yaklaşık 30 aydır kira ödemediği gerekçesiyle soruşturma açılmıştı.

    Turizm Habercisi, 09.10.2007

    SAFRANBOLU KAYIP BEDESTENİNİN PEŞİNDE

     

    1306 (Miladi 1889) yılı Kastamonu Vilayeti Salnamesinde Safranbolu’ya ayrılan bölümde “Kuruluşlar” başlığı altında “On bir mahalle ve seksen köyden oluşan Safranbolu Kasabasında… 13 yolcu hanı, … 945 dükkan, … 1 buğday hanı, ... 1 bedesten vardır.” diye yazılı. (Hulisi Yazıcıoğlu ve Mustafa Al, sayfa 87)




    1950'ler... Safranbolu'dan bir görünüş


    Safranbolu’nun ortak belleği yakın geçmişte iki kez sıfırlanmıştır. Birincisi 1924 yılında mübadelede, ikincisi ise 1950lerden başlayarak ekonomik yaşamın aktörleri kasabalıların gayrimenkullerini de satarak Safranbolu’yu terk etmesiyle olmuştur. Özellikle, yazılı kaynakların da çok kısıtlı olması ve kentsel arkeolojinin neredeyse bilinmemesi sonucunda biz bugün hala Safranbolu dokusunu tam olarak okuyamıyoruz. Yukarıda değindiğimiz belgeden Safranbolu’da geçmişte bir Bedestenin varlığını biliyor, fakat akıbetini bilmiyorduk.

    Yakın geçmişte, Safranbolu Belediyesinin öncülüğüyle Prof.Dr. Metin Sözen Safranbolu Araştırmaları Merkezi (MeSSAM) kuruldu ve tarihi kamusal yapıların restorasyon ve korunması için çalışmaya başladı. MeSSAM’ın hazırladığı ilk proje Safranbolu Kız Meslek Lisesi Binası Restorasyon Projesidir. Hemen arkasından alt katındaki 2 – 3 (bu dükkanlardan ortada bulunanı yapının girişine yerleşmiş bulunmaktadır.) dükkan dışında tümüyle metruk durumda olan ve “Pamukçu Hanı” olarak isimlendirilen bina ele alındı. Yazar bu projede MeSSAM’a danışmanlık yapmaktadır. Çizim ve resimlerde de görüleceği gibi Pamukçu hanı kısıtlı bir programa sahiptir. Bilindiği gibi, bir restorasyon projesi tasarım süreci yapıya verilecek işlevin tanımlanmasıyla başlar. Bunun da öncesinde yapının özgün işlevinin bilinmesi gerekir. Pamukçu hanının röleve çalışması hemen tamamlandı, ancak yapıyı tanıma sorunu, restitüsyon çalışmalarının başlamasıyla eş zamanlı olarak ortaya çıktı. Pamukçu hanının ne zaman yapıldığı konusunda da elimizde hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Yapının restitüsyonunun hazırlanması sürecinde, yapının çok uzun bir zaman diliminde yaşamışlığı ve gerek geçen zamanın gerekse kullanıcıların arkada bıraktığı izler proje ekibini zorlamaya başladı. (Yapının Safranbolu kent dokusu içinde Köprülü Camisi ve Medresesi ile aynı ortak mekanı paylaşıyor olması 17. yüzyıldan kaldığına bir kanıt olabilir. Aynı noktadan hareketle Köprülü camisinin akareti içinde yer aldığı ileri sürülebilir.)





    1950'ler... Pamukçu Bedesteni


    Öncelikle güneye bakan girişinde bulunan 2 dükkan ve daha sonra doğusunda bulunan 4 dükkanın daha varlığının keşfedilmesi, Pamukçu hanının okunulurluğunu zorlaştıran başka nedenler oldu. Yapıya kolayca “Han” tanımlaması yapmak artık olanaksızdı.

    Yapının han olmadığı konusunda, yapıda dükkanlar bulunması dışında başka nedenler de uyarıcıdır. Safranbolu’da hanlar kentin güneyinde ve kervan yoluna yakın bir noktada yoğunlaşmıştır. Pamukçu hanı ise bu noktanın uzağında tam çarşının merkezinde bulunmaktadır. Çizimde de görüleceği gibi, hücrelerin birer yatağa izin veren boyutları önce yolcu hanı olabileceğini akla getirmiş ama 15 oda hesabıyla bulunan en az 15 yolcunun konaklama sırasındaki ısınma, yemek, istirahat, bedensel temizlik gibi hiçbir gereksinimine yanıt vermeyen yapı programı, bu hipotezi hemen reddetmemize neden olmuştur. Buna karşın, hücrelerin demir kafeslerle korunmuş iç pencereleri ve dolap nişleri bu mekanların değerli malların saklanması ve alım-satımının yapılması gibi işlevleri tam olarak karşılayabildiklerini göstermekteydi.





    Pamukçu Bedesteni'nin üst katı


    Yazar, tipoloji konusunda Sanat Tarihçisi Esra B. Ertürk’a danışma kararı aldı. Ertürk de yapının han olamayacağı konusunda fikir bildirdi. En önemli kanıtı yapıda bir ahırın bulunmamasıydı. Han olmayan yapının ne olduğunu araştırmaya başladık. Girişte de belirttiğimiz gibi yapının geçmişini belgeleyen hiçbir yazılı kaynak bulamadık. Yaşayan Safranboluluların da hiç biri yapının geçmişi konusunda bilgiye sahip değildi. Bu arada restitüsyon sürecinde üst katta bulunan ve 108 – 111 numara ile gösterilen hücrelerin daha sonra basitçe yapılmış duvarlarla dışa kapatıldığını anladık. Bu 4 mekanlar gerçekte dükkandı.Kaynak araştırması sonucunda, yapının dışa açılan 6 dükkanı ile hücreli bedesten (Prof. Mustafa Cezar, sayfa168) tipine tam bir uyum gösterdiğini anladık. Artık yapıyı Pamukçu Bedesteni olarak adlandırıyoruz.




    Pamukçu Bedesteni'nin alt katı


    Bedesten Nedir?

    Sözcüğe Türkçede ilk bezzazistan olarak Selçuklular döneminde rastlıyoruz. Kelime anlamıyla bezzaz kumaşçılar demektir. Bunun arkasına eklenen –istan ekiyle ise kumaşçılar çarşısı anlamına ulaşıyoruz. Bu sözcük 17. yüzyıla kadar özgün şekliyle kullanılırken, Anadolu Türkçesine evrinmesi sırasında dat (?) harfinin okunuşunun getirdiği karışıklıkla “bedesten” olarak söylenmeye başlanmıştır. Mimari yapı tipi olarak ortaya çıkışı Beylikler Döneminde olmakla birlikte, Osmanlılar Döneminde yazışmalarda giderek daha sık rastlanmasından dolayı özgün işlevinin bu dönemde belirginlik kazandığını anlıyoruz. Bedestenler başlangıçta değerli kumaşların hırsız ve yangından korunması ve korunaklı bir ortamda satışının yapılması amacıyla ortaya çıkmış olmakla birlikte daha sonraki dönemlerde her türlü yükte hafif pahada ağır malın saklandığı ve satıldığı bir Osmanlı yapı türü haline gelmiştir. 18. yüzyıla kadar bazı hanların bezzazlar hanı, iplikçiler hanı, dokumacılar hanı gibi uzmanlaştığını görüyoruz. Aynı yüzyılın ikinci yarısında artık bedestenleri özgün şekliyle ortaya çıktığını ve işlevinin tüm değerli emtia ve menkul değerleri de kapsayacak şekilde belirginleştiğini görüyoruz. Osmanlılar döneminde bedestenlere kuyumcularda yerleşmeye başlamışlardır. Bedestenler bu işlevleri yanında bugün bankaların yerine getirdiği para saklamak, akreditif karşılığı ödeme yapmak gibi işlevleri de üstlenmişlerdi. Bu arada bedestenlerde yapılan değerli mal hareketlerinin ve satışının rahatlıkla izlenebilmesi nedeniyle değerli mallardan alınan Mizan Resminin toplanmasını da kolaylaştırmaktaydılar (Peker, sayfa 58). Bütün bu işlevlerinden dolayı Osmanlı ekonomik yaşamında çok önemli yer tutmaktaydılar.




    Pamukçu Bedesteni'nin güney cephesi


    17. yüzyılda Osmanlı sosyo-ekonomik yapısını bize çok ayrıntılı bir şekilde anlatan Evliya Çelebi bir kentte bedesten bulunmasına ayrı bir önem verirdi. Yazılarında 150 – 200 dükkan ve han odası bulunmayan yerleşmeler için “taştan yapılmış bir bedesteni yok” diye nitelendirirdi. Evliya Çelebinin Seyahatname’sinden yaklaşık 300 dükkanı bulunan bir yerleşmede bir bedestenin muhakkak bulunduğunu, yoksa bile aynı işlevi görecek ve demir kapılarla korunan çarşıların (ya da arastaların) bulunduğunu biliyoruz. Girişte de belirtildiği gibi, 945 dükkan bulunan Safranbolu’da bir bedestenin bulunuyor olması bu genellemeye uygun düşmektedir.


    Pamukçu Bedesteni

    Pamukçu Bedesteni adının bedestenlerin ilk çıkış nedeni olan bezlerin ve ham maddesi olan ipliklerin ticaretinin yapıldığı yer olması olasılığıyla da semantik bir örtüşme içindedir. Konumu itibariyle de Yemeniciler Arastasının hemen yanında yukarı çarşıda merkezi bir konumdadır. Girişi ve alt katında bulunan 2 dükkan Kunduracılar Sokağına açılmakta, restitüsyon çalışması sırasında varlığı keşfedilen 4 dükkan ise Köprülü Camisi arkasında yer aldığı bilinen Köprülü Medresenin de bulunduğu bahçeye cephe vermektedir. Bütün bu nedenlerle Bedestenin Yemeniciler Arastası ile birlikte Köprülü Camisi akareti olarak 17. yüzyılda yapıldığını düşünüyoruz. Kullanılan yapı elemanları ve teknik bu kanımızı güçlendirmektedir. Yapının 20. Yüzyıl başına kadar bir bedesten olarak kullanılmakla birlikte daha sonra depo olduğunu ve bir süre sonra da güneyde bulunan dükkanlar dışında terk edildiğini sanıyoruz.




    Köprü Camii'nden Pamukçu Bedesteni'nin görünüşü


    Pamukçu Bedesteni'nin betimsel tanıtmasını bu yazının vurgusunu zayıflatacağı kanısıyla yapmıyoruz. Buna karşın görseller ve restitüsyon çizimleriyle yapıyı tanıtmayı uygun görüyoruz.

    Pamukçu Bedesteni Restorasyon Projesi, Safranbolu Belediyesi, Prof.Dr. Metin Sözen Safranbolu Araştırmaları Merkezince, Proje Sorumlusu Mimar Dr. Süheyla Birlik ve Restoratör Mürsel Başaran tarafından hazırlandı. Projeye Y. Mimar H. Yavuz Erbil, Y. Mimar Şeref Kaya, Y. Mimar İbrahim Canbulat, Sanat Tarihçisi Esra B. Ertürk ve Aytekin Kuş danışmanlar olarak destek verdiler. Belediye Başkanı Mimar Nihat Cebeci ve Belediye başkan Vekili İnşaat Mühendisi Mehmet Adaların yönetsel katkıları yanında mesleki katkıları göz ardı edilemez. Hazırlanan proje Safranbolu’da bulunan Kültür ve Doğa Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandı.


    Safranbolu’da Ekonomik Yaşam

    1890 Yılında Kastamonu Merkez ve kazalarının ödedikleri vergileri incelersek (Sevgi Aktüre ve Tansı Şenyapılı, sayfa 69):





    En fazla vergi hasılatı olan İnebolu’da toplanan vergilerin 1.028.576 kr’unun gümrük vergisi olduğu düşünülürse, Safranbolu’daki ekonomik hayatın ne denli zengin olduğu anlaşılır. Aynı yıllarda Kastamonu Merkezde 16 kişiye bir dükkan düşerken, Safranbolu’da her 8 kişiye bir dükkan düşmekteydi.

    Safranbolu’da 1923 yılında 414 adet debbağ (derici), 430 adet yemenici, kunduracı vb, 135 adet manifaturacı ve iplikçi, 600 katırcı ve beygirci, 250 marangoz, 120 mutabiye ve 350 bez dokuma tezgahı bulunmaktaydı (Yazıcıoğlu ve Al, sayfa 72 – 73). Bunun yanında Sinop - Gerede Kervan Yolunda seyahat eden tüccar ve kervancıların kentten aldıkları hizmetler de düşünülürse, Safranbolu’daki sosyo-ekonomik yapının zenginliği daha iyi anlaşılır. Böyle bir sosyo-ekonomik yapının, yukarıda işlevleri belirtilen bir bedestene gereksineceği açıktır.



    Kaynakça:

    · Sevgi Aktüre, 19. Yüzyıl Sonunda Anadolu Kenti Mekansal Yapı Çözümlemesi, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Ankara, 1978.
    · Sevgi Aktüre ve Tansı Şenyapılı, “Safranbolu’da Mekansal Yapının Gösterdiği Nitelikler ve Koruma Önerilerinin Düşündürdükleri, ODTÜ, Mimarlık Fakültesi Dergisi, Ankara, Bahar 1976, cilt 2, sayı 1, sayfa 61 – 95.
    · Mustafa Cezar, Typical Commercial Buildings of the Ottoman Classical Period and Construction Systems, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, İstanbul, 1983.
    · Süreyya Faroqhi, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1993.
    · Gündüz Özdeş, Türk Çarşıları, Tepe Yayınları, Ankara, 1998.
    · Ali Uzay Peker (Derleyen), 2000’den Kesitler I: Osmanlı’da Mekanlar / Zamanlar / İnsanlar, ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Ankara, 2002.
    · Osman Tutal, “Osmanlı Kentinde Çarşı Mekanı ve Üsküp Türk Çarşısı”, TMMOB, Mimarlar Odası, Osmanlı Mimarlığının 7 Yüzyılı “Uluslarüstü Bir Miras” Kongresi Bildirileri, Yapı-Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul, 25 27 Kasım 1999, sayfa 244 – 249.
    · Hulusi Yazıcıoğlu, Küçük Osmanlı’nın Öyküsü / Safranbolu Tarihi, Şa-To, İstanbul, 2001.

    Yapı, Haber: İbrahim Canbulat, 08.10.2007

    825 YILLIK MEDRESEYE RESTORE

    Tokat'ın Niksar İlçesi'nde 825 yıl önce yaptırılan Hacı Çıkrık Türbesi ve Medresesi'nde başlatılan restorasyon çalışmaları devam ediyor.

     

    Bengiler Mahallesi'ndeki Hacı Çıkrık Türbesi ve Medresesi, 1182-1183 yıllarında Selçuklu emiri Bedreddin Ebu Mansur Şehinşah tarafından yaptırılmış. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce 199.000 YTL ödenekle ihale edilen eser, 29 Haziran'da onarıma alındı. Restorasyon çalışmalarının ardından eserin yeniden fonksiyonel hale getirilmesi amaçlanıyor.

     

    Mevcut durumuyla eyvan türbe formu sergileyen ve çeşitli yayınlarda Hacı Çıkrık Türbesi adıyla anılan, yöre halkı tarafından "Çıkrık Evliya Türbesi" olarak bilinen eser, aslında bir medresenin parçası formunda yapılmış. Yapıdan bugüne kadar gelen ve halen onarımı devam eden kısımları bir eyvan ve iki tonozlu mekandan ibaret. Tamamen taş eser olan ve yüzyıllar boyunca ayakta kalmayı başaran medresenin ortasındaki eyvanda üç mezar bulunmasının, buraya türbe fonksiyonu yüklediği belirtiliyor.

    Trt/Haber, 08.10.2007

    BAKAN GÜNAY'A GÖRE HASANKEYF KURTARILACAK

    Dokuz bin yılllık antik kent Hasankeyf'i su altında altında bırakacak olan Ilısu Barajı için uluslararası şirketlere kredi teminatı sağlanmasına karşın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, tarihsel ve arkeolojik değeri olan bütün eserlerin kurtarılacağını savundu.

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2006 Ağustos'unda temeli atılan Ilısu Barajı'nın tarihi ve kültürel mirası su altında bırakacak olması, binlerce kişinin yöreden göç etmek zorunda kalması, uluslararası kamuoyunda da büyük tepkiyle karşılanıyor. Dicle Nehri üzerine yapılacak olan proje 50 yıldır tartışılırken dün Mardin'in tarihi açıdan büyük önem taşıyan Dara köyünde incelemelerde bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Hasankeyf'le ilgili açıklamalarda bulundu. Günay, gazetecilerin Hasankeyf'le ilgili soruları üzerine şunları söyledi:

    "Türkiye'de hiçbir tarihi varlığın yok olmasını istemeyiz, ancak Türkiye'nin gelişimi için yapılacak başka işler de var. Barajlar da bu alanda ihmal edemeyeceğimiz bir gerçeklik. Kültür Bakanlığı ve DSİ tarafından Hasankeyf'te çok ciddi bir çalışma yapılıyor. Üst şehirdeki hiçbir yapıya dokunulmuyor. Su o seviyeye çıkmayacak. Aşağıdakilerin de tümünü aynen başka yerde kurmak üzere taşıyacağız. Baraj gövde kodu şu an bizim, DSİ ve diğer kurumlarla ortak konuşulan bir konu, ama düşürüleceğini zannetmiyorum. Hasankeyf'te tarihsel, arkeolojik değeri olan tek bir eser, taş, alan, su altında kalmayacak.''
    Cumhuriyet, 08.10.2007

    AVRUPA'NIN EN ESKİ METAL ATÖLYESİ

     

    Sırp arkeolog Beta Prokuplje, Avrupa’nın en eski metal atölyesini bulduklarına dair delillere sahip olduğunu düşünüyor. Milli Müze arkeologlarından Dušan Šljivar ise, Prokuplje yakınlarında bulunan bu yerleşimde yaklaşık 7500 yıllık bakır keski ve taş baltalara rastalndığını belirterek bu buluntuların tarih öncesi çağlara ait en eski metal alet ve silah üretimlerinden birisi olduğunu düşündüklerini söyledi.

     

    Bir grup arkeologla birlikte yaklaşık 10 yıldır bu yerleşimde çalışan kazı başkanı Šljivar, haber ajanslarına verdiği demeçte kuzey Sırbistan’da bulunan bu tarih öncesi yerleşimin, metalin kullanım tarihini, şu anda tahmin edilenden daha gerilere götüreceğine inandıklarını söyledi.

     

    Šljivar, bu ve metal içeren 40 civarında diğer buluntunun yanısıra, kazıda ortaya çıkan bir egime fırını ve bacanın yaklaşık olarak MÖ 5000 yılına tarihlendiğini söyledi. Kültür Bakanlığı’nın bu yıl kazıya verdiği 12.500 Euro ödenekle, Prokuplje yakınlarındaki Pločnik’de de 25 metre karelik bir alanda daha derinlemesine incelemeler yapılacağını ekledi.

     

    1927 yılında Niş-Piriştina demiryolu yapımı sırasında bulunan Pločnik, 1996 yılından bu yana uluslar arası uzmanlar tarafından araştırılmakta.

    b92.net, 04.10.2007  

    EFES'TE BASILAN İLK PARA 200 BİN EURO'DAN SATILIK





    Türkiye’den kaçırılan tarihi eserlerin merkezi haline gelen Almanya’nın Münih kentinde, şimdi de antikçağda Efes’te basılan ilk tarihi para satışa çıkarılıyor. Efes parası 200 bin Euro başlangıç fiyatıyla satışa sunulacak.

    Türkiye’den kaçırılan tarihi eserlerin satıldığı Münih’teki "Gorny&Mosch" sanat galerisinde, antik çağda Efes’te basılan ilk tarihi para satılıyor. Para, bugün yapılacak müzayedede 200 bin Euro başlangıç fiyatıyla açık artırmaya sunulacak. MÖ 625-600 yılları arasında Efes’te basılan ve üzerinde bir geyik figürü bulunan paranın paha biçilmez bir tarihi değeri olduğu vurgulandı.

    Paranın üzerinde, geyik figürünün üst köşesinde parayı bastıran kişinin adı "Phanes" yazıyor. Ayrıca geyiğin Phanes’in "asalet arması" olduğu belirtiliyor. Tarihçiler, geyiğin Phanes’in servet ve gücünü simgelediği ve Phanes’in tarihe geçmek için bu parayı bastırmış olacağı görüşünü taşıyor.

    Gorny&Mosch sanat galerisinin 159 numaralı kataloğunda 188. numara altında bugün satışa çıkarılan Efes parasıyla ilgili olarak, "Efes’te basılan ve dünyada para basımının ilk başlangıç örneği olarak geçen Efes parasından 9 adet mevcut. Burada satışa sunulan para 9 adetten beşincisi" ifadesi yer aldı. Müzayedede ayrıca Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait çok sayıda altın sikke satılacak. Selçuklu Sultanı 1. Keyhüsrev dönemine ait altın sikkelerin tanesi ise 150 ile 250 Euro arasında.

    Hürriyet, Haber: Celal Özcan, 08.10.2007

     

     

    EFES PARALARININ SATIŞINI DURDURDUK

     

    Almanya’nın Münih kentinde "Gorny&Mosch" sanat galerisinde başlangıç fiyatı 200 bin Euro’dan dün müzayedeye çıkarılan tarihi Efes paralarının satışı durduruldu.

    MÖ 625-600 yılları arasında Efes’te basılan ve tarihte ilk para basımının başlangıcı olarak kabul edilen "Phanes" paralarının satışının durdurulması için Türkiye müdahale etti.

    Bunun üzerine Münih Savcılığı, Efes paralarına el koydu. Antik 533 adet sikkenin satışa sunulduğu Gorny&Mosch sanat galerisi, dün sabah müzayedenin açılışında ikisi Efes parası olmak üzere, dört sikkenin müzayededen kaldırıldığını açıkladı. Efes’te basılan bu paraların müzeden çalınıp çalınmadığını tespit etmek için, Türkiye Kültür Bakanlığı’nın tüm müzelere talimat verdiği ve envanter kayıtlarının incelendiği öğrenildi. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’na göre bu paraların Türkiye’den çıkarılmasının yasak olduğu belirtildi.

    Türkiye’den çok sayıda tarihi eserin satışa sunulduğu galeri olarak gündemden düşmeyen Gorny&Mosch sanat galerisinin sahiplerinden Hans-Christoph Mosch, paraların özel koleksiyona ait olduğunu savundu.

    Hürriyet, Haber: Celal Özcan, 09.10.2007

    EBLA'DA YENİ KEŞİFLER

     

    İtalyan arkeolog Paulo Mattieh, yaptığı açıklamada Suriye’de Ebla Krallığı’na ait yerleşimde çok önemli buluntulara rastlandığını bildirdi.

     

    Matieh, yaptığı basın toplantısında Ebla’da Kraliyet Sarayı kazısında, birisi gümüş ve ağaçtan, diğeri ise kireçtaşı, ağaç ve altın karışık olarak yapılmış iki kadın heykeli bulunduğunu açıkladı. Sarayın diğer bir odasında ise, Akad Dönemi’ne tarihlenen iki başka heykel, kenarları altınla süslü silindir mühür bulunduğunu bildirdi. Farklı bir odada ise ekonomi bilgileri içeren bir tablet ele geçti.

     

    Prof. Mattieh, gelecek sezonlarda da saray, özellikle de tapınak civarında kazıların süreceğini, bu yapının, Ebla Krallığı’nın çöküş dönemi olan MÖ 1600-1800 yıllarında inşa edilmiş diğer yapılarla entegrasyonunun araştırılacağını vurguladı.

    SANA, 04.10.2007

    ÇELİK GECEKONDU





    Osmanlı'nın son döneminde de 'Mektebi Sultani' diye anılan Galatasaray Lisesi'nin duvarına, 1. Derece SİT Alanı, Tarihi Eser ve Taşınmaz Kültür Varlığı olmasına rağmen 'gecekondu' yapıldı.

    Amerikan tarzı 2,5 katlı çelik yapıya, Koruma Kurulu tarafından hangi gerekçeyle izin verildiği açıklanınca, İstanbul'daki tarihi yapıların üzerine aynı şekilde inşaat yapılması mümkün olacak.

     

    İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmaya hazırlanırken, 1481 yılında Sultan II. Beyazıd tarafından Galata Sarayı adıyla 'Enderun' olarak kurululan ve bugün Birinci Derece SİT Alanı, Korunmaya Alınmış Tarihi Eser ve Taşınmaz Kültür Varlığı konumundaki Galatasaray Lisesi'nin çift sıra duvarı arasına Amerikan tarzı 2,5 katlı bina yapmayı başardı. Eylül 2006'da okul duvarının üzerinde inşaata başlandığını gören komşu binalarda oturanlar Beyoğlu Belediyesi'ne şikayette bulundular. Beyoğlu Kaymakamlığı da durumdan haberdar edildi. Belediye ve kaymakamlık, bölgenin SİT alanı olduğu, iki duvarın arasının da Hazine arazisi hükmünde bulunduğunu vurgulayarak buraya inşaat yapılamayacağını belirterek, vatandaşlara gereğinin yapılacağı bilgisini verdi.

     

    İnşaat alanına gelen belediye görevlileri, beton döküldüğünü ve demir uçları açıkta kalacak şekilde bina yapımına hazır hale getirildiğini belirlediler. İnşaatta çalışanlar işi yaptıranın ismini vermezken, izin belgesi de gösteremediler. Belediye görevlilerinin tutanakla durumu tespit etmesinin ardından inşaat bu kez "gece çalışmasıyla" bir süre daha devam ettirilerek durduruldu. Aradan geçen 7 aylık sürede çalışma yapılmayan alanda bu kez, daha önce dökülen beton üzerine çelik yapı yükselmeye başladı. Komşu binalardan gelen itiraz üzerine bu kez Beyoğlu Belediyesi yetkilileri, "Koruma Kurulu ve Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan gerekli iznin alındığına dair belgeler ulaştığını" belirterek, bundan sonra yetkinin kendilerinde olmadığını öne sürdü. Yetkililer, Hazine arazisine yapılan inşaat üzerinde neden yetkileri olmadığı yönündeki sorulara ise cevap vermediler.

     

    İstanbul 2 No'lu Anıtlar Kurulu'nun, Galatasaray Lisesi'nin içine yapı yapılmasına hangi gerekçeyle izin verdiği ise açıklanmadı. Kurul yetkilileri, konuyla ilgili sorulara cevap vermezken, okul yönetimi, "yasal olarak izin alınmış bir çalışma başlattık. Burası kafe olacak" açıklamasını yaptı.

     

    Bugünkü adıyla Galatasaray tarihte ilk kez 1481 yılında Sultan II. Beyazıd tarafından Galata Sarayı adıyla bir Enderun okulu olarak kuruldu. Amaç, devletin çeşitli yönetim kademelerine memur yetiştirmekti. Günümüze kadar adını, geleneksel yapısını ve işlevini sürdüren tek eğitim kurumu Galata Saray'dır. 1838'de mevcut bina yeniden inşa edilmiş ve Galata Sarayı, Tıbbiye-i Şahane'ye dönüştürülmüştü. 1874 yılında Sultan Abdülaziz'in iradesiyle Mekteb-i Aliye-i Sultaniye adı altında toplanan ve Galatasaray Hukuk Mektebi, Mülkiye Mühendisliği Mektebi ve Edebi Mektebi'nden oluşan üç tane yüksekokul açılmıştır. Mekteb-i Hukuk, günümüzün hukuk Batı'daki emsalleri gibi öğretim veren bir okul olmuştur.

    Yeni Şafak, 08.10.2007

    İLK İNSANIN AYAK İZİNDEN GİTMEK İSTEYEN VAR MI?

     

    İlk insanların ayak izlerini takip etmek ister misiniz? İtalya'ya uğrayan turistler bu şansa sahip olacak. İtalya'da, aralarında 385 bin yıl geriye gidenlerin de bulunduğu pek çok patika halka açılıyor. Güneydeki Roccamonfina volkanının kenarındaki altı keçi yolundaki fosilleşmiş ayak izleri, dünyadaki en eski örneklerden. Patikadaki kalıntılar arasında, ilkel insanlardan birinin yumuşak toprağa bıraktığı bir el izi de var. Bölgenin yakınında bulunan yeni iz grubunun tümüyle çıkarılması için kazılar sürüyor. Şimdiye dek bulunan izlerin, 1.5 metre boyunda, yürürken, dengede durmak için ellerini kullanan bir ilkel insan ailesindeki altı farklı insana ait olduğu belirlendi.

    Radikal, Fotoğraf: Reuters, 08.10.2007

    MISIRLI ARKEOLOGLAR NİL NEHRİNİN DİBİNİ ARAŞTIRACAK

     

    Tarihte ilk defa Nil Nehri'nde arkeolojik araştırmalar yapılacak. Mısır Eski Eserler Yüksek Konseyi tarafından görevlendirilen bir grup araştırmacı Nil Nehri dibinde batmış kalıntıları araştıracak.

     

    İskenderiye’de bulunan sualtı antikalar departmanı başkanı Alaa Mahrous’un açıkladığına göre araştırmalar Assuan’daki taş ocakları ile Abydos arasında yapılacak. Bu bölge, yüzyıllarca tüm Mısırlılar ve yöneticiler için önemli bir kısım oldu. Granit ocakları Assuan’daydı. Heykeller ve dikilitaşlar burada kesilip şekillendikten sonra gemilerle Luksor veya Abydos’a sevk edilirlerdi. Ekip, yükleme veya boşaltma sırasında bazı yüklerin suya düşmüş olabileceğini veya bazı gemilerin yükleri ile birlikte yolda batmış olabileceğini düşünüyor.

     

    Öte yandan, iki küçük dikilitaşın Maspero tarafından taşınırken Luksor’a 10 km kala nehire düştüğü de biliniyor.

     

    Mahrous Nil Nehri’nin çağlar boyunca hemen hiç yatak değiştirmediğini ve nehrin dibindeki alüvyon çamurunun tüm kalıntılar için koruyucu olduğunu belirtti. Öte yandan, bu ilk araştırmanın sadece buluntuları tesbite yönelik olacağını, şimdilik herhangi bir kazı veya kurtarma planlanmadığını da vurguladı.

    Daily News Egypt, Haber: Ahmed Maged, 04.10.2007

    TARİHİ ESER YIKILIYOR

     

    Makedonya'da, Gostivar Belediyesi’nde, devletin koruması altında olan, mevcut iki tarihi eserden biri, yetkililerin ilgisizliğinden dolayı yıkılma tehlikesiyle  karşı karşıya. Davut Boleti’inin sahibi olduğu “Beyin evi” olarak bilinen bu tarihi eser hakkında, geçen yılın Aralık ayında, Makedonya Kültür Bakanlığı dahilinde çalışan Kültür Mirasını Koruma Müdürlüğü tarafınca tayin edilen uzman kişiler tarafınca durum tespiti ve değerlendirme yapılmış. Konuyla ilgili, Denetim  Komisyonu'nun raporunda, evin duvarlarında beliren derin ve geniş ölçekli çatlaklar yanısıra, evin önünde yapılmakta olan kapsamlı inşaat kazımlarından ve  evin yanıbaşında bulunan çayhanenin artık suları evin temelleri altından geçtiği için, yıkılma tehlikesi mümkün olduğu belirtilmiştir. Bu gibi ciddi tehlikelerin  önlenmesi için Makedonya Kültür Bakanlığı, evin yıkılmasını önleyebilmek için, acilen yapılması gereken onarım ilşlerine ait maddi desteği temin etmiştir.  Kültür Mirasını Koruma Müdürlüğü'nde, kültür eserlerinin identifikasyonu ve korunmasından sorumlu Yuliya Triçkovska’nın açıklamasına göre, bu tarihi eserin onarım yetkisi, Gostivar Belediyesi'ne aittir.
    Belediye yetkilileri işin ciddiyeti hakkında önerilmiş, gerekenin bir  an önce yapılması konusunda uyarılmıştır.

     

    Evin şu an ki varisi Fikriye Boleti konuyla ilgili şu ifadeyi verdi: "Evimiz her an başımızın üstüne yıkılma tehlikesi içinde yaşıyoruz. Uykumuz, huzurumuz kaçtı. Yekililere defalarca yardım  için başvuruda bulunmamıza rağmen, gün bugün hiç bir önlem alınmadı. Daha 1984 yılında tarihi
    eser olarak ilan edildi ve devletin koruması altına alınmıştır. Evin mimari özellikleri ve tarihi kültür değeri nazari dikkate alınarak, Gostivara ait posta kartlarında ve monografilerde fotografları yer  alıyor. Bir an önce gereken müdahale yapılmazsa bir tarihi eser daha gözümüz önünde yıkılacak ve kayıplara karışacak. Umarım devlet yetkilileri buna izin vermeyecek."  dedi,

    Yeni Balkan, Haber: Fikriye Boleti, 08.10.2007

    VATİKAN'LA TAPINAK ŞÖVALYELERİ BARIŞIYOR





    Vatikan, 700 yıl önce Ortaçağ'da Papalık tarafından kafir ilan edilen Tapınak Şövalyeleri'nin 'dinden çıkmadıklarını' gösteren belgeyi yayımlayacak.

     

    Katolik dünyasının ruhani ve idari merkezi Vatikan, 700 yıl önce dinden çıktılar diye aforoz ettiği ve liderlerini yaktığı Tapınak Şövalyeleri'ne itibarlarını iade ediyor. İngiliz Telegraph gazetesinin haberine göre; Vatikan, gizli arşivlerine dayanan ve Papa Clement'in Tapınak Şövalyeleri'nin dinsiz olmadığını gösteren belgeyi yayınlama kararı aldı. 2001 yılında profesör Barbara Frale tarafından bulunan belge, 25 Ekim'de piyasaya çıkacak "Tapınakçılara Karşı Süreç/Processus Contra Tamplarios" adlı kitapta da yer alıyor.

    Kitapta, Papalık tarafından kafir ilan edildikten sonra Avrupa genelinde katledilen Tapınak Şövalyeleri'nin, gerçekte dinden çıkmadıkları anlatılıyor. Chinon parşömeni olarak bilinen belgeyi bulan Profesör Frale, "Belgeyi bulduğumda gözlerime inanamadım. 17. yüzyılda yanlış arşive konulduğu için ortadan kaybolmuş" dedi. Belgenin Tapınak Şövalyeleri'nin sapkın olmadıklarını kanıtladığını vurgulayan Frale, "Papa, onları bağışlamak zorunda kaldı" diye konuştu.

    Sapkınlıkla suçlanan Tapınak Şövalyeleri'nin Papa karşısında yargılanmalarının anlatıldığı belgede, Şövalyelerin, iddialardaki gibi yeminde Tanrı ya da Hazreti İsa'yı reddetmedikleri konusunda Papa'yı ikna ettikleri, ancak Papa Clement'in kilise içinde ayrılık yaratmamak ve Fransa'nın istikrarını bozmamak için sessiz kalmayı tercih ettiği belirtiliyor.

    Sabah, 07.10.2007

    800 YILLIK ÇINARA KORUMA

     

    Aydın’ın Germencik İlçesi Ortaklar Beldesi’nin Selatin Köyü’nde bulunan 800 yıllık anıt çınar köylülerin çabasıyla koruma altına alındı. Köyün altından geçen Selatin 75. Tüneli inşaatı sırasında köye gelen sudaki azalma dolayısıyla ağaçta görülen kurumayı önlemek isteyen köylüler, köy meydanındaki 800 yıllık çınar için el birliği yaptı. Ağacın etrafına parke taşı döşenmesiyle başlayan ağacın kurumasını önleme çalışmaları, su kanallarının açılması ile sürerken, köy meydanındaki düzenlemeyle ağacın konumu daha da güzelleştirildi. Köylülerin 800 yıllık anıt çınara sahip çıkmasına çok sevindiğini belirten Kaymakam Niyazi Can, koruma çalışmalarının daha önceden yapılması gerektiğini ifade etti. Kaymakam Can şöyle konuştu: “Bizim desteklediğimiz bu çalışmalardan sonra ağaç biraz kendini toparladı. Filizler atarak yeşermeye başladı. Amacımız ağacı kurtarmak. İnşallah kurtulur, çünkü bu ağaç 800 yıllık. Köyümüzün, hatta bölgemizin sembolü. Buraya gerek yerli, gerek yabancı turistler ağacı görmek için geliyor. Bu ziyaretler, köyümüze bölgemize katkı sağlıyor. Buradan İzmir’in tarihi köylerinden Şirince’ye de yürüyüş yolları yapma amacındayız. Bu da gerçekleştiği zaman bu köy daha da canlanacak. ”Kaymakam Can, ağacı kurtarmak için köy meydanında yapılan düzenlemenin yaklaşık 21 bin YTL’ye tamamlandığını bildirdi. Can, aynı ağacın cinsinden çınar ağaçları diktiklerini bu ağaçların büyümesiyle meydanın görünümünün daha da güzel olacağını kaydetti.
    Akşam Ege, 07.10.2007

    ARKEOLOJİ SEVGİSİ ONU 60'INDAN SONRA DALGIÇ YAPTI





    Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Hayat Erkanal 60 yaşından sonra dalgıçlığı öğrenerek sualtı arkeolojisi yapmaya başladı. Erkanal "Arkeoloji sevgisi ve bilime olan saygısı nedeniyle dalgıçlığı öğrendiğini" söylüyor. Erkanal ayrıca üniversite bünyesinde Sualtı Arkeolojisi Araştırma ve Uygulama Merkezi'ni de kurarak ülkemizde bir ilki başardı. Dalgıçlığa merakıyla bilinen Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç da bu merkeze sponsor oldu.


    Erkanal halen İzmir Urla'daki Limantepe kazılarını yönetiyor. Klozamenai antik kentinin bir parçası olan Limantepe kazılarına 1982'de başladı. Daha sonra Güneydoğu'da yüzey araştırmaları yapması için üniversite tarafından görevlendirildi. 1,5 yıl Cudi Dağı'nda çalışan Erkanal, bu dönemde terör örgütünün hedefi haline geldi. Bir sabah araziye çıkmak üzere aracına bindiğinde ön ve arka tekerleklere konan el bombaları patladı. Kendisiyle birlikte üç kişi yaralanırken çok sevdiği asistanı hayatını kaybetti.


    Bu şoku uzun süre üzerinden atamayan Erkanal arkeolojiye bir süre ara verdi. Ama üniversite yönetiminin ısrarı üzerine Urla'da 1987'de yeniden kazılara başladı.

    Urla, Limantepe höyüğünün tam ortasından geçen İzmir Karayolu'nun yerini değiştirmek için denizden dolguyla yol yapılması düşünülüyordu. Bu amaçla hava fotoğrafları çekildi. Ancak denizin içinde görünen beyazlıklardan şüphelenen Erkanal, bunları araştırmak üzere dalgıçları görevlendirdi. Gelen sonuçlar kentin bir bölümünün battığı yönündeydi.


    Bu sürpriz, kentin tarihini öğrenmek için Erkanal'ı ne kadar umutlandırdıysa da, sualtı arkeolojisi ülkemizde yapılmadığı için bir o kadar da çaresizliğe düşürdü. Dünyada sualtı arkeolojisi yapan iki üniversiteden biri olan İsrail'in Hayfa Üniversitesi aynı tarihlerde Ankara Üniversitesi ile işbirliği sözleşmesi imzalamıştı. Erkanal bu anlaşmayı değerlendirmek için İsrailli sualtı arkeologlarını Urla'ya davet etti.


    2000 yılında İsrailli dalgıçlar ekipmanlarıyla birlikte Urla'ya geldi. İsrailli dalgıç arkeologlar sualtında araştırmalar yapıyor ve Erkanal'a bilgi veriyordu. Ancak onların sözlü bilgileri yeterli gelmiyordu. Kendi dalmalı ve gözleriyle görmeliydi. İşte bu inanç onu 60 yaşından sonra dalgıç olmaya zorladı.


    Erkanal önce brövesini aldı, dalgıç oldu. Sonra da sualtı arkeolojisinin tekniğini öğrendi. Ardından da ekibinden dalgıç olmalarını istedi.

    2003 yılında Hayfa Limanı'nda yaşanan grev nedeniyle İsrailli meslektaşlarının ekipmanlarını getirmemeleri Erkanal'ı kızdırdı. Çünkü o yıl kazı yapamamış ve kendi deyimiyle koca bir yılı kaybetmişti. Soluğu Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Nusret Aras'ın yanında aldı. "Biz İsraillilerden her şeyi öğrendik. Kendimiz de dalgıç olduk. Bilgi var ancak ekipman olmadığı için araştırma yapamıyoruz, bize ekipman alın" dedi.


    Rektör bu yaşta Erkanal'ın azmini görünce isteklerini yerine getirdi. TÜBİTAK'ın desteğiyle ekipmanlar tamamlandı. Ertesi yıl artık İsrailliler olmadan kendi ekipmanları ve öğrencileri dalgıç arkeologlarla kazıya başladı.


    Ne var ki bunlar da Erkanal'a yetmedi. Ekipman, uzman vardı ama kurumlaşmış değillerdi. Hemen üniversite bünyesinde Sualtı Arkeolojisi Araştırma ve Uygulama Merkezi'ni kurdu. İşte bu noktada da Mustafa Koç devreye girdi. İlk etapta merkeze bir minibüs hediye etti. Sonra da mimarlarını göndererek bina yapımı için proje başlattı. Urla Belediyesi de merkezin kurulacağı 10 dönümlük araziyi tahsis etti. Bu yıl sonuna kadar Sualtı Arkeoloji Merkezi'nin inşaat çalışmalarının tamamlanması bekleniyor. Eşi Prof.Dr. Armağan Erkanal da arkeolog olan Hayat Erkanal tüm mal varlığını, kurduğu Türkiye Eski Eserleri Koruma Tanıtma ve Araştırma Vakfı'na bağışladı.






    "Her yıl kazılara başlamadan önce dalgıç eğitimimizi yeniliyoruz. Asistanlarım ve öğrenciler de dalgıçlığı öğrendi. Hatta eğitmen brövelerini aldılar. Merkezimiz kurulduğunda tüm Türkiye'ye, hatta dünyaya sualtı arkeoloğu yetiştireceğiz. Ülkemizde deniz kıyısındaki antik kentlerin çoğunda kentin bir bölümü batmıştır. Depremlerin bölgede sık olmasının bunda etkisi büyük.
    Biz bir tesadüf olarak Limantepe'nin bir bölümünün denizde olduğunu fark ettik. Karadakilerin yanı sıra denizde de sürdürdüğümüz kazılarda kentle ilgili çok önemli detayları tespit ediyoruz. Sualtında kalan tarih öncesi döneme ait mendireğin iç yüzünü açarak ve diğer taraftan da denizin altındaki tabakaları tespit ederek bu mendireğin ne zamanlar kullanıldığını ortaya koymaya çalışıyoruz.


    Tahminlerimize göre asıl hedefimize ulaşabilmek için denizin altında yaklaşık 10 metrelik bir çukur açmamız gerekiyor. İlk etapta 1,5 metre derinliğe ulaştık ve denizin tabanının yani mendireğin iç kısmının tabanının büyük küp parçalarıyla kaplı olduğunu gördük."

    Kimdir?

    Hayat Erkanal 1959 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi kürsüsünde eğitime başladı. 1964'te "Babil Silindir Mühürlerinde Tanrı Ea" konulu lisans teziyle üniversiteyi bitirdi. 1963-64 yıllarında Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde çeşitli görevlerde çalıştı. 1966-1973 yılları arasında Batı Almanya'ya doktora yapmak üzere gönderildi. 1973'te Türkiye'ye döndü ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde uzman olarak çalıştı. Aynı yıl Erzurum Atatürk Üniversitesi'ne asistan olarak atandı. Bu görevde 1976'ya kadar hizmet verdi. Araştırma görevlisi olarak girdiği Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı'nda halen başkan ve öğretim üyesi olarak çalışıyor.

    Milliyet, Haber. Ömer Erbil, 07.10.2007


    MALATYA - ADIYAMAN ARASINDAKİ "NEMRUT SAVAŞI" SÜRÜYOR

    ARKASINI TAKİP EDECEKMİŞ!

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 2 bin 206 metre yükseklikteki Nemrut Dağı zirvesinde, Türkiye'nin turizminin deniz, kum ve güneşten ibaret olmadığını, asıl turizm potansiyelinin tarihinde ve doğasında saklı olduğunu dile getirdi. Kültür ve Turizm Bakanı Günay, Adıyaman- Malatya arasındaki on yılların Nemrut sorunu da tek taraflı dinleyip kararını verdi ve Nemrut'a Malatya tarafından yol açılmasını yanlış bulduğunu açıkladı!..





    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, 2 bin 206 metre yükseklikteki Nemrut Dağı zirvesine tırmandı. Burada Vali Halil Işık, Belediye Başkanı Necip Büyükaslan, AKP Milletvekilleri Ahmet Aydın ve Şevket Gürsoy ile birlikte zirveye tırmanan Bakan Ertuğrul Günay'ı üç kuşaktan beri heykellerin bekçiliğini yapan Osman Yetkin karşıladı. Bakan Günay, Osman Yetkin'den devasa heykeller hakkında bilgi aldı. Bakan Ertuğrul Günay'a daha sonra Vali Halil Işık ve Müze Müdürü Arkeolog Fehmi Eraslan tarafından Nemrut Dağı hakkında bilgi verildi. Bakan Günay'a daha önceden hiç uygulanmayan yoğun güvenlik uygulandı.

    Ellerinde uzi marka silahlar bulunan çok sayıda koruma, Ertuğrul Günay'ın etrafında kuş uçurtmadı. Zirveye daha sonra çıkan Bakan Ertuğrul Günay'ın eşi Gülden Günay, zirvede Bakan Günay'la el ele heykelleri inceleyerek bol bol hatıra fotoğrafı çektirdi.

    Adıyaman'ın tarihsel bir hazineye sahip olduğunu fakat bunun değerinin yeterince bilinmediğine dikkat çeken Günay, "Adıyaman'da çok önemli tarihsel hazineler var. Ancak bütün bunları yeterince sahiplenildiği, şimdiye kadar bakımının yapıldığı, korumasının gerçekleştirilebildiği ve hem Türkiye'nin hem dünyanın sunumuna sunulabildiği söylenemez. Nemrut Dağı'ndaki bu buluntular yeterince korunmamış. Doğanın tahribatı ve insanların tahribatı konusunda üzerimize düşen görevin yeterince yerine getirilmediğini gördüm. Bundan önceki dönem daha çok yüzey araştırması ile geçmiş. Bence bu yüzey araştırmasının bir an önce sona ermesi ve burada bir restorasyonun başlaması gerekiyor. Bu konuda daha önce çalışan üniversitelerle, bilim adamlarıyla konuyu hızlı hale getirmek için daha ivedi hale getirmek için Ankara'ya döner dönmez bir çalışmayı başlatmayı düşünüyorum" dedi.





    Nemrut Dağı zirvesine kadar Malatya tarafından yol açılmasının yanlış olduğunu savunan ve konunun adli mercilerde olduğunu kaydeden Günay, "Nemrut Dağı zirvesine Adıyaman bağlantısı için ciddi bir kaynak ayrılmış ve bu kaynak doğru kullanılmış gözüküyor. Belli bir mesafeye kadar yolun yapılması ve yolun sonraki kısmının yaya olarak çıkılması çok doğru. Buranın bir takım korumalardan yararlanabilmesi için böyle bir mesafenin konulması gerekiyor. Diğer yönden (Malatya'nın) yol çalışmasının heykellerin eşiğine kadar gelmesini çok yanlış buluyorum. Adıyaman tarafından gelen yol gibi belli bir mesafede kalması gerekiyor. Bu yolu bu tepeye kadar çıkartanlar hakkında açılmış olan bir soruşturma var. Bunun arkasını takip edeceğim" dedi.

    Malatya Haber, 07.10.2007



    *****


    "ESAS TAHRİBAT ÖBÜR TARAFTA"

     

    Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın geçtiğimiz hafta Adıyaman'a yaptığı gezi sırasında ziyaret ettiği Nemrut Dağı'nda yaptığı ve Malatya tarafını eleştiren açıklamalarına tepki geldi.

     

    Malatya Kültür ve Sanat Derneği (MAKSAD) Başkanı Yaşar Karaaslan, Mimarlar Odası Temsilcisi Abdurrahman Yavuz, Turizm Tanıtma Derneği yöneticisi Ali İhsan Öztürk ve Tarihçi- Yazar Orhan Toğrulca'nın da katıldığı bir basın toplantısı düzenleyerek, Adıyaman tarafında bakana yanlış bilgi verildiğini, Nemrut'a ilişkin tahribatın Adıyaman tarafından yapıldığını söyledi.

    Karaaslan'ın açıklaması şöyle:

    “Anadolu insanının uygarlığa verdiği değerin en önemli göstergelerinden biri olan ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür örgütü UNESCO’nun çok yerinde bir kararla “Dünya Kültür Mirası” listesine aldığı Nemrut dağı, şimdi görkemli tarihinin anılarıyla baş başa, gökyüzünü seyrederken bazı rantiyeci ve siyasi çevrelerce istismar edilmeye çalışılıyor. Bu istismar, Kültür ve Turizm Bakanını yanıltmaya kadar varmıştır. Nemrut Dağı, yani Commanege Krallığı Ne Malatya’nın ne de Adıyaman’ın tek başına sahipleneceği bir kültür mirası değildir. Bu alan önce Malatya ve Adıyaman, sonra Türkiye’nin daha sonra da insanlığın ortak malıdır.

    Basına yansıdığı kadarıyla çiçeği burnunda Kültür ve Turizm Bakanı sayın Ertuğrul Günay’ın , "…..Nemrut Dağı zirvesine Adıyaman bağlantısı için ciddi bir kaynak ayrılmış ve bu kaynak doğru kullanılmış gözüküyor. Belli bir mesafeye kadar yolun yapılması ve yolun sonraki kısmının yaya olarak çıkılması çok doğru. Buranın bir takım korumalardan yararlanabilmesi için böyle bir mesafenin konulması gerekiyor. Diğer yönden (Malatya kastediliyor) yol çalışmasının heykellerin eşiğine kadar gelmesini çok yanlış buluyorum. Adıyaman tarafından gelen yol gibi belli bir mesafede kalması gerekiyor. Bu yolu bu tepeye kadar çıkartanlar hakkında açılmış olan bir soruşturma var. Bunun arkasını takip edeceğim" ifadeleri eğer doğruysa gerçeği yansıtmaktan çok çok uzaktır.

    Çünkü; Kültür Bakanlığı Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü tarafından Malatya Valiliğine B.16.0.KTV.4.01/02.05/3 2397 sayılı ve Adıyaman İli Kahta ilçesi, Nemrut Dağı’nın kuzey yönüne açılan yola ilişkin Konulu yazısında özetle “…Adıyaman ili, Kahta ilçesi, Nemrut Ören yerinin içerisine kadar resmi iş araçları ve dinamit kullanılarak yol çalışması yapıldığı hususunun değerlendirildi Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını koruma Kurulu’nun 289. toplantısında 27.09.2001 gün ve 4325 sayılı karar alınmıştır. Söz konusu kararda 1. Derecede Arkeolojik Sit alanı ve Koruma alanı içerisinde izinsiz inşaii ve fiziki müdahalede bulunanlar hakkında yasal soruşturma açılması istenmiş olup konuya ilişkin yasal süreç halen devam etmektedir….” İfadeleri yer almaktadır.

    Yazının sonunda ise “….. 1. Derecede Arkeolojik SİT alanı içerisinde 3386 sayılı yasayla değişik 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını koruma kanununa aykırı uygulamaların derhal durdurulması, konunun ilgili Müze Müdürlükleri uzmanlarınca ivedilikle incelenmesi, bu süreç içerisinde söz konusu alanda inşai ve fiziki herhangi bir uygulamada bulunulmaması hususunda bilgilerinizi ve gereğini arz ederim” ifadeleri yer alıyor.

    Bu demektir ki Sayın Bakan'ın Malatya ile ilgili değerlendirmeleri gerçeği tam olarak yansıtmıyor, Adıyaman bölümünde de SİT alanında önemli tahribatlar yapılmış ve sorumlular hakkında yasal işlemler başlatılmıştır.

    Hedeflerimizin arasında; Dünya Kültür Mirasının korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması başta olmak üzere, bölgeyi ziyarete gelen turistlere en iyi ve kaliteli hizmet sunma yarışı yaşanması gerekirken;


    Gözünü rant bürümüş bazı işadamlarının üç beş kuruş uğruna ve insanların Milliyetçilik duygularını okşayarak prim yapmak isteyen siyaset cambazlarının ortak değerleri hiç sayan ve aynı coğrafyayı paylaşan, ortak yaşam kültürüne gelenek ve göreneklerine sahip ayrılmaz bir bütünün parçaları olan iki ilimizi karşı karşıya getirme çabalarının bir ürünü olarak değerlendirdiğimiz ve bu açıklamayı onaylamıyor ve şiddetle kınıyoruz."

    Malatya Haber, 10.10.2007

    DUDAK UÇUKLATAN İMTİYAZLAR

     

    Bodrum’un tüm dünyadaki simgesi olan 600 yıllık Bodrum Kalesi’nin dibinde bulunan ve Cumhuriyet Halk Partisi Bodrum İlçe Başkanı Erhan Topanoğlu’nun ortakları arasında bulunduğu Club Hadigari’ye CHP’li Bodrum Belediyesi’nin verdiği izin ve imtiyazlar tek kelime ile dudak uçuklatıyor..





    Bodrum’un simgesi olan bir eserin hemen dibine yapılan bu inanılmaz gariplikteki çelik yapıları görenler böyle bir iznin nasıl verilebildiğini anlamakta güçlük çekiyorlar..





    Bu arada dikkatimizi çeken bir başka konu, Club Hadigari’nin önünden Bodrum Kalesi’ne geçişi sağlayan kapının da kilitli olması..
      

    Bodrumda Hayat, 07.10.2007

    MEYDAN MEDRESESİ MÜZE OLUYOR





    Hakkari Valisi Ayhan Nasuhbeyoğlu, 1701 yılında İbrahim Bey tarafından yapılan ve 2 katlı planıyla günümüze kadar ulaşan şehrin en önemli anıtsal yapısı olan Meydan Medresesi'nin onarılarak, ildeki tarihi eserlerle kültürel değerlerin burada sergileneceği söyledi.

     

    Vali Nasuhbeyoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Hakkari Valiliği'nin işbirliğiyle 2006 yılı Mayıs ayında onarım çalışmalarına başlanan medresenin ekim ayı sonlarında bitmesi beklendiğini ifade etti.

     

    Bir süre önce Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Diyarbakır Role ve Anıtlar Müdürlüğü'nden görevlendirilen bir mimarın Hakkari'ye gelerek Bakanlık tarafından hazırlanan 'Yöresel Kültür Değerlerinin Teşhir ve Tanzimi' projesiyle ilgili medresede çalışmalara başladığını aktaran Nasuhbeyoğlu "Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden gelen elemanlar ise medresenin onarımını yaparak çalışmalarda bulundular.

     

    Cumhuriyet döneminde bir süre cezaevi olarak da kullanılan tarihi Meydan Medresesi'nin restore çalışmalarının bitmesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı'na devir edilecektir. 1998 yılında Dağgöl Mahallesi'nde Hakkari Kalesi'nin kuzey eteğinde yapılan kazı sonucunda ortaya çıkarılarak Van Müze Müdürlüğü'nde koruma altına alınan Hubuşki Krallığı'na ait taş levhaların yanı sıra yöreye ait el sanatlarıyla kültürel değerlerin medresede sergilenecektir. Van Akdamar Kilisesi Anıt Müzesi kontrolörlüğünü yapan ekip ilimizdeki müzeye de el atacaktır. Medresenin müzeye dönüştürülmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 100 bin YTL gönderildi. Hakkari'de bir ilk olacak müzenin bu ayında sonlarında hizmete girmesi bekleniyor" dedi.

    Hakkari Kent Haber, 06.10.2007







    .. TAY Projesi . Kuruçeşme Cad. 67/B
    34345 Kuruçeşme İstanbul
    Tel: 0 (212) 265 7858 - Faks: 0 (212) 287 1298
    e.posta: info@tayproject.org

    Copyright©1998 TAY Projesi