©Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri - TAY Projesi


Tülintepe

Çizimler için tıklayın...

maps

Fotoğraflar için tıklayın...

Tülintepe
Türü:
Höyük
Rakım:
830 m
Bölge:
Doğu Anadolu
İl:
Elazığ
İlçe:
Merkez
Köy:
Araştırma Yöntemi:
Kazı
Dönem:
İTÇ I İTÇ II

     


Yeri: Keban Baraj Gölü suları altından kalmadan önce; Elazığ İli'nin yaklaşık 21 km doğusunda; eski Elazığ-Bingöl demir ve karayollarının arasında ve hemen kenarında yer almaktaydı.
Konumu ve Çevresel Özellikleri: Tülintepe; Altınova'da Keban Baraj Gölü suları altında kalmış olan beş büyük höyükten biridir. Elazığ-Bingöl demir ve karayollarının su altında kalacak olması nedeniyle; güzergahının değiştirilmesi gerektiğinde; yeni döşenecek demiryolunun ovadan yükseltilmesi için; tren hattının hemen yakınında yer alan Tülintepe'nin toprağı kullanılmış; bu nedenle höyüğün üst katları buldozerlerle kaldırılarak; tahrip edilmiştir. Böylelikle üst tabakaları tamamen ortadan kaldırılan höyük 200x250 m'ye ulaşan boyutları ile ve tahrip olmadan önceki 16.60 m'lik yüksekliğiyle büyükçe bir höyüktür. Höyük toprağının yüzeyden 5-6 m derinde; kısmen su altında devam ettiği; jeofizik araştırmalarıyla saptanmıştır [Esin-Arsebük 1974b:137;139].
Tarihçe:
Araştırma ve Kazı: Höyüğün hemen kuzeyinden trenyolu; güneyinden karayolunun geçişinden dolayı höyüğe kolayca ulaşılabilmesi; Doğu Anadolu Bölgesi'nde yüzey araştırması yapan pek çok bilim adamının höyüğe ilgisini artırmıştır. Tülintepe'nin de yer aldığı Altınova/Uluova araştırma tarihçesi; Kılıç Kökten'in Türk Tarih Kurumu adına Doğu Anadolu'da yürüttüğü 1945 yılı araştırmaları ile başlar; P. Meriggi yayınında; Tülintepe'den; adıyla söz eder; Doğu Anadolu yüzey araştırmaları yapan C. Burney ise; höyük üstünden toplanan çanak çömleklerin yayınını yapar. Bunlar arasında tepenin yok edilmeden durumunu gösteren fotoğrafı Meriggi tarafından yayınlanmıştır. Tepenin üst tabakalarının yok edilişi; alt tabakaların çok geniş bir alanda açılması şansını da beraberinde getirmiştir. 1966 yılında; Keban Barajı su birikim alanı içinde kalacak eski eserleri; anıtları; yerleşmeleri saptamak ve kurtarmak amacıyla; Orta Doğu Teknik Üniversitesi; Tarihi Anıtların Restorasyonu ve Korunması Bölüm Başkanlığı'nca; 1967 yılında ise İÜ Prehistorya Kürsüsü ile Michigan Üniversitesi Antropoloji Müzesi'nin ortaklığında gerçekleştirilen yüzey araştırmalarının ardından; Tülintepe'de 1971'de başlayan kazılar; İÜ Prehistorya Kürsüsü'nden U. Esin ile G. Arsebük başkanlığındaki Tepecik kazı ekibi tarafından; 1974 yılı sonuna kadar sürdürülmüştür [Özbaşaran 1992:1; 53].
Tabakalanma: Gerek bu araştırmalarda gerek kazı ekibinin kazıdan önce yaptığı toplamada bu alanın Kalkolitik Çağ'dan itibaren İTÇ; OTÇ-STÇ; DÇ; MS 1. binyıl ve Osmanlı Dönemi'nde yerleşimlerini barındırdığı ele geçen çanak çömlek parçalarından anlaşılmaktadır. Kazıyı gerçekleştirenler; İTÇ için tabaka tablolarında Amik Ovası G-H evreleri ile çağdaş; İTÇ I-II. evre bulgularının varlığını belirtmektedir [Esin-Arsebük 1982:121'deki tablo].
Buluntular: Mimari: Tülintepe'nin İlk Tunç Çağı tabakaları; yukarıda anlatılan tahribatla tamamen yokolmuştur. Bu yıkımdan ova seviyesinde olduğu için kent suru ile Kalkolitik Çağ tabakalarının içine açılmış taş çevreli kuyu ve çevresindeki taş temelli; kerpiç duvarlı dörtgen planlı yapı ancak kurtarılabilmiştir. Kent surunun Kalkolitik Çağ tabakalarının üstüne yerleştirildiği ve İlk Tunç Çağı akropolünü çevrelediği anlaşılmaktadır. Höyüğün kuzey kesiminde açılan takip açmaları ile surun ancak 41 m uzunluğundaki bir kısmı ortaya çıkarılmıştır. Surun şevli yapıldığı ve yer yer bozulduğu izlenmektedir. 2 m kalınlığında temele sahip olan surun bu taş temelinin 1.2 m yüksekliğinde kısmı ancak bulunmuştur. Surda kapı olabilecek bir boşluk olmadığı gibi kule vazifesini görebilecek çıkıntılar da mevcut değildir. Surun batıya veya doğuya doğru devam eden kıskı daha derine indiği için; höyüğün bu kesiminde takibi yapılamamıştır. Teknik olarak irili ufaklı düzeltisiz ocak taşları; ayna kısımları dışta yüz yapacak şekilde yerleştirilerek örülmüştür. Çamur harç ile taş araları doldurulmuştur. Surun günümüze gelebilen kısmından çok daha yüksek olduğu ve olasılıkla üst kısmının kerpiçten yapıldığı sanılmaktadır. Sura ait küçük buluntunun olmaması surun tarihlenmesinde soruna yol açmış ve bu sorun çözüme ulaşamamıştır. İlk Tunç Çağı yerleşmesinden arta kalan bir başka mimari öğe; alttaki Kalkolitik Çağ tabakaları derinlemesine kesecek şekilde açılan büyük bir çukurun içine ancak iskele kurularak inşa edilebilecek boyutlarda; 3.5 m genişliğinde/çapında taş kuyudur [Esin-Arsebük 1974:68]. Kuyu duvarı irice yassı sal taşları tek yüz oluşturacak şekilde killi bir harç yardımı ile örülmüştür. Duvarda gerektiğinde kuyuya inilip çıkılması için basamaklar bulunmamaktadır. Bu işlem için olasılıkla ahşap merdiven kullanıldığı sanılır. Kuyunun ağzı 1966 yılında gerçekleştirilen dolgu toprağı kazısında yok edildiği için İlk Tunç Çağı'nın hangi evresine ait olduğu bilinmemektedir. Bir bostan kuyusu kadar geniş olan kuyunun dibini bulabilmek için yapılan kazı; 6 m'yi geçen derinliğe ulaştığı halde; taban suyunun çıkması üzerine durdurulmuştur. Büyük olasılıkla kuşatma sırasında ihtiyaç olan içme suyunu karşılamak amacıyla kuyuyu inşa edenler; günümüze göre daha aşağıda olan ova taban suyuna ulaşmak için kuyuyu daha derin açtıkları anlaşılmaktadır. Kuyu işlevini kaybettikten sonra çöp çukuru olarak kullanılmış; içine tümlenebilir kırık kaplar; ocak ayakları çeşitli aletler; ağırşaklar; hayvan kemikleri; boynuzları; kemik bızlara kadar herşey atılmıştır. Çanak Çömlek: Kuyunun içinden Karaz malı adı verilen siyah-kırmızı-kahverengi açkılı maldan örnekler bulunmuştur. Ayrıca el yapımı boya bezekli mal örneklerinde; açık renk astar üzerine kırmızı; kahve ve siyah boya ile yapılmış geometrik ve şematik hayvan motifleri bulunmaktadır. Torna işi ince yapım (yalın basit mal); tannan mal (metalik mal); saklı astar bezemeli mal örneklerinden az sayıda parça İTÇ çanak çömlek endüstrisini tamamlamaktadır. İTÇ yerleşmesinin yamaçlarından arta kalan kesitlerde de tüm kaplar ve parçalar elde edilmiştir. Maden: Tipsel özellikleri ile İlk Tunç Çağı'na tarihlenen bir maden depo buluntusu; tren yolu dolgu toprağının çekilmesi sırasında tesadüfen ele geçmiştir. Olasılıkla tunçtan yapılmış silahlara ait olan bu toplu buluntu; bir adet kısa kılıç ile beş adet mızrak ucundan oluşmaktadır. Elazığ Müzesi'nde muhafaza edilen bu silahlardan kısa kılıç; üçgen biçimli sap dili; ince uzun namlusu ile kamaları hatırlatmaktadır. Sap dili kısmında perçin deliği bulunmamaktadır. En yakın benzeri olarak İTÇ III evresine tarihlenen Alacahöyük kısa kılıcını gösterebileceğimiz tipin tarihlendirilmesi biraz zordur. Sap dilli; namlusu iki bölümlü ve ikinci bölümü geniş yaprak biçimli mızrak uçları ise Anadolu'da İlk Tunç Çağı'nın başından (Aslantepe VIA depo buluntusuna dayanarak); sonuna kadar sevilerek kullanılan bir tipe girmektedir. Bu tip mızrak uçları yalnız Anadolu değil Mezopotamya'da da kullanılmıştır (yayılım için bak. Harmankaya 1993:374). Bazılarında sap dili; ahşap sapın kaymaması için kıvrık bir şekilde üretilmiştir. Biri hariç diğerlerinin namluları mızrak uçlarının bir daha kullanılmaması için bilinçli olarak kıvrıltılmıştır. Höyüğün güney kesimindeki su kuyusda bakır cüruf parçaları da ele geçmiştir [Esin 2000a:88].
Kalıntılar:
Yorum ve tarihleme: Tülintepe'nin yokedilmesi belki Kalkolitik Çağ tabakalarının; aynı çağ bulgularını veren diğer yerleşmelerden daha geniş bir şekilde açılma şansını sağlamışsa da İlk Tunç Çağı ve daha üstteki tabakalardaki yerleşmelerin anlaşılamamasına yol açmıştır. Yaklaşık 130 m çapındaki sur kalıntılarının varlığı devrine göre büyükçe bir kentin; savunma ihtiyacı göstermektedir. 3.5 m çapındaki su kuyusu da dönemine göre; belki büyük bir nüfusun su ihtiyacını karşılamak için inşa edilmiştir. Tülintepe belki bir dönem bir bey/başkanın sarayının olduğu bir yerleşmeye sahne olmuştur. Depo buluntusu da günlük hayatta kullanılan buluntulardan çok; belki bir mezarın ölü armağanlarıdır. Böyle bir mezarda yer alması gereken kap kaçak vd. bulgular; belki dozerlerle yapılan tahrip kazısında yok edilmiştir. Ya da kırıldığı için bulanlar tarafından önemsenmemiştir. Depo buluntusu biçimsel benzerliklere dayanılarak şimdilik; MÖ 3. bin yılın ikinci yarısına tarihlenmektedir [Harmankaya 1993:374]. Arslantepe buluntularının yardımı ile bu tarihler daha öne çekilebilir.


Liste'ye