DOSYA


Adı her neyse,

Hısn Keyfa, Hesna Kepha, Hisn Kayfa,
Hısn Keyba, Asankif, Hısn Lugub,
Kipas, Ra's al-Gül,
Hasankeyf
ya da
Baraj Gölü...



Nedir bu GAP ve Ilısu?
Hasankeyf'in Tarihçesi
Bir Kültür Varlığını Kurtarmama Projeleri
Hasankeyf Taşınır mı?
Ne Söylersem Bir Eksik (A.D. Bayvas)
Baraj Çılgınlığı (A. Yamaç)
FotoSentez (D. Uygun)



Hazırlayan: Ayşe Didem Bayvas
Fotoğraflar: A. Gabriel, A. Yamaç, G. Bell, O. Tanındı





Hasankeyf'i sular altında bırakacak olan Ilısu baraj ve hidroelektrik santralının temeli, 5 Ağustos 2006 tarihinde, Başbakan olarak Hasankeyf'i görmeyen Tayyip Erdoğan tarafından, balonlar ve konfetiler eşliğinde atıldı. Hem de Hasankeyf'in kuşuçumu, yaklaşık 40 km uzağındaki Mardin'in Dargeçit İlçesi Ilısu köyünde... Törene Batman'dan 500 araçlık bir konvoy ile birlikte Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, İçişleri Bakanı, Tarım ve Köyişleri Bakanı, Milletvekilleri, Bölge illerinin Valileri, DSİ Genel Müdürü ile Almanya ve Avusturya Büyükelçileri katıldı.

Bugüne kadar çeşitli kaynakların, STK'ların, akademisyenlerin ve resmi makamların yaptığı açıklamaların bir kısmını başlıklar halinde toparlamaya çalıştık. Ayrıca Hasankeyf ile ilgili genel bilgileri içeren birkaç bölümü de bu dosyanın içine kattık.

NEDİR BU GAP VE ILISU?
GÜNEYDOĞU ANADOLU PROJESİ (GAP)

Verimli Hilal veya Yukarı Mezopotamya olarak da adlandırılan Bölge, insanlık tarihinde medeniyetin beşiği olarak bilinmektedir. GAP Bölgesi, tarih boyunca Anadolu ve Mezopotamya toprakları arasında geçiş sağlayan bir köprü görevi görmüştür.

Türkiye'nin iki önemli akarsuyu Fırat ve Dicle nehirleri GAP Bölgesi'nden geçer. Doğu Anadolu Bölgesi'nden kaynaklanan bu iki nehir, sularını Basra Körfezi'ne boşaltır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye'nin diğer bölgelerine oranla daha az yağış almaktadır.Bu nedenle öncelikle Bölge'nin çok zengin su kaynaklarından olan Fırat ve Dicle nehirleri sularının, sulama ve enerji üretimi amacıyla değerlendirilmesi ve bu arada düzensiz akışı olan bu iki nehrin sularının dizginlenmesi düşünülmüştür.

Böylece yurdun boşa akıp giden su servetinden elektrik enerjisi elde edilmesi için Atatürk'ün emri ile 1936 yılında Elektrik İşleri Etüd İdaresi kurulmuştur. İdare, "Keban Projesi" ile yoğun etüdlere başlamış, Fırat Nehri'nin her açıdan tetkiki ve sonuçlarının tespiti için rasat istasyonları kurmuştur. 1938 yılında Keban boğazında jeolojik ve topoğrafik etüdlere başlanmıştır. 1950-1960 yılları arasında gerek Fırat gerekse Dicle üzerinde Elektrik İşleri Etüd İdaresi tarafından sondaj çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Yeni ihtiyaçların ortaya çıkması üzerine 1954 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) kurulmuştur. Böylece Türkiye'de havza çalışmaları yapılması fikri oluşmuş ve Türkiye 26 havzaya ayrılarak, DSİ Genel Müdürlüğü'nce etüd ve planlama çalışmalarına başlanmıştır. 1961 yılında Diyarbakır'da kurulan Fırat Planlama Amirliği tarafından yapılan çalışmalar sonunda 1964 yılında Fırat Havzası'nın sulama ve enerji potansiyelini belirleyen "Fırat Havzası İstikşaf Raporu" hazırlanmıştır. Bu rapora ilaveten 1966 yılında "Aşağı Fırat İstikşaf Raporu" geliştirilmiştir. Dicle Havzası için de, aynı paralelde çalışmalar DSİ Diyarbakır Bölge Müdürlüğü'nce sürdürülmüştür.

Böylece Aşağı Fırat Havzası ve Dicle Havzası'ndan ne şekilde faydalanılacağı açıklık kazanmış ve 1980 yılında bu iki havza projesinin "Güneydoğu Anadolu Projesi" şeklinde adlandırılması benimsenmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin entegre bölgesel planlama çerçevesinde ele alınması, yürütülmekte olan faaliyetlerin koordinasyonunun sağlanması ve yönlendirilmesi görevi 1986 yılında Devlet Planlama Teşkilatı'na verilmiştir.


ILISU BARAJI ve HİDROELEKTRİK SANTRALI

Mardin ve Şırnak illeri sınırları içinde kalacak olan Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı (HES), dünyanın en büyük su projelerinden birisi olan GAP'ın temel unsurlarından biridir. 9 ili kapsayan sosyoekonomik entegre kalkınma projesi GAP muhtevasında inşası planlanan 22 barajdan biri olan Ilısu Barajı, Mardin ve Şırnak İl sınırları arasında Dargeçit ilçesinin 15 Km. doğusunda, Dicle Nehri üzerinde yer alan anahtar bir projedir.

Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesi (Ilısu Projesi), 1954 yılında Dicle Nehri'nin toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesine ilişkin çalışmalar doğrultusunda, DSİ tarafından başlatılmıştır.

Ilısu Barajı kil çekirdekli kaya dolgu tipinde olup temelden yüksekliği 138 m olacaktır. Barajın maksimum su kotu 526,82 metre, toplam gövde hacmi 44 milyon metreküp, rezervuar hacmi ise 11 milyar metreküp olup, kurulu gücü 1200 MW olup üreteceği toplam enerji 3,833 milyar GWh'tır. Ilısu Barajı ile üretilecek olan enerji, şu an ülkemizde hidroelektrik santralleri vaSİTasıyla üretilecek olan enerjinin %10'unu oluşturacaktır.

Tesis işletmeye alındığında; gövde hacmi açısından Türkiye'nin 2., kurulu güç bakımından da 4. büyük barajı olacaktır.

Ilısu Projesi için sağlanacak toplam dış kredi tutarı 1 200 000 000 $'dur. Temin edilen bu kredi içerisinde “Hasankeyf tarihi ve kültürel varlıklarının korunması ve kurtarılması” için kullanılacak olan 25 000 000 $ da bulunmaktadır.

BİLGİ: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Hasankeyf'in sular altında kalmasına yol açacak Ilısu Barajı'nın yapımının durdurulması yönündeki başvuruyu kabul etti.

Hasankeyf'in kurtarılması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Türkiye'de açılacak davalarda 6 ilin barosundan 50 avukat görev alacak. Hasankeyf kazısını yıllarca yürüten Prof.Dr. Oluç Arık, Hasankeyf'te araştırmalara katılan Mimar Profesör Zeynep Ahunbay ve mimar arkeolog Metin Ahunbay ile Kültürel Miras Hukuku Uzmanı Avukat Murat Cano'nun AİHM'ye yaptığı başvuru kabul edilmişti. Bergama'daki Allianoi kentini sular altında bırakacak Yortanlı Barajı'nın yapılmaması için mücadele eden İzmir Barosu avukatlarından Allianoi Girişimi Grubu Sözcüsü Av.Arif Ali Cangı da Hasankeyf'e destek için İzmir Barosu'ndan bazı avukatların savunmaya katılacaklarını açıkladı. İzmir Barosu'nun yanı sıra İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Batman ve Mardin Barosu'ndan birçok avukatın Hasankeyf'i savunmak için AİHM'deki ilk duruşmaya katılacakları öğrenildi.





GÖRÜŞLER:


Hasankeyf'i Yaşatma Sempozyumu Sonuç Bildirgesi Öneriler Bölümü, Madde 2 ve 3 : Barajın yer seçimi ile ilgili değerlendirmeler kamuoyuna açıklanmalı, üzeride çalışılan 10 yer seçeneğinden 9'unun neden dışlandığı tartışılmalıdır. Söz konusu on seçenek her türlü olasılık göz önüne alınarak yeniden tartışılmalı; kamuoyu, baraj yerinin belirlenmesinde rol oynayan esas faktörün yüklenici konsorsiyumun finansal çıkarı değil halkın çıkarları olduğu konusunda ikna edilmelidir.

Ilısu Barajı, GAP barajları içinde en pahalı olanıdır. Ilısu Barajı'nın Hasankeyf'i yok etmeyecek boyutta yapılmasının ekonomik fizibiliteyi nasıl etkileyeceği kamuoyu önünde tartışılmalıdır. Akademisyenlere ve mühendislere göre, böyle bir değişiklik hem Hasankeyf'i kurtaracak ve hem de projenin fizibilitesini iyileştirecektir.

Hasankeyf'e Sadakat: DSİ adına ENCON firması tarafından hazırlanan "Yeniden Yerleşim Raporu"na göre, 2005 yılı için Türkiye'nin enerji talebi 199,600 GWh (giga watt hour). Baraj bittikten bir iki yıl sonra, bu talep 2015 yılında 398,200 GWh olacak. Yine aynı raporun iddiasına göre Hasankeyf'in yerine yapılacak Ilısu Barajı'nın yıllık üreteceği enerji miktarı ise 3,8 GWh. Yani, Türkiye ihtiyacının yaklaşık yüzde 1'i.

BBC: 2001 yılında İngiliz mühendislik şirketi Balfour Beatty'nin “Çevre, ticari ve sosyal karmaşıklıklar” gerekçesiyle projeden çekildiğini, İtalyan inşaat şirketi İmpregilo ve İsviçre'nin en büyük bankası UBS'nin de proje ile ilişkilerini kestiklerine dikkat çekti.

Recep Tayyip Erdoğan: "Artık burası bir turizm bölgesi haline gelecek. Buradan şimdi sadece Dicle Nehri akarken, bunda sonra hem Dicle akacak hem de Ilısu Denizi oluşacak. Bölgenin havası da etkilenecek, daha yeşil olacak. Balık, sandal sefaları, turizm farklı bir şekilde etkilenecek.

TMMOB Batman Temsilciliklerinin Ilısu Baraj Yapımına Karşı Ortak Basın Bildirgesi: “Baraj yapımında yasalarımızda “Çevresel Etki Değerlendirme Raporu” (ÇEDR) zorunlu kılınmamaktadır. AB ülkeleri yaptıkları her kapsamlı yapılarında ÇEDR raporunu istemektedirler. ÇEDR raporunun en önemli özelliği yapının yapılacağı yerlerdeki sivil toplum örgütlerinin tepkileridir. DSİ 10. Bölge Müdürlüğü ve Ilısu Konsorsiyumu adına Nurol İnşaat ve Ticaret AŞ Avusturya, Almanya ve İsviçre'den kredi talebinde bulunmuş, bu ülkeler de Nurol İnşaat ve Ticaret AŞ'den ÇEDR raporu istemişlerdir. Bu firma gerçeklerden uzak, tuzak anket sorularla yerel sivil örgütleri baraj yapımına destek veriyormuş gibi göstermişlerdir. Oysa ki Batman'da genel kanı barajın yapılmaması yönündedir. Yani ÇEDR raporu yerel -özellikle Batman- sivil toplum örgütlerinin desteğini almamıştır.”

English Times: Baraj inşaatını, arkeolojik ve insani bir yıkım olarak niteleyen Times gazetesi, Türkiye'nin baraj konusunda ısrarcı bir tutum takındığını öne sürdü. Times, bölgede 1999'dan beri çalışan İrlanda ÜniverSİTesi arkeologlarından Maggie Ronayne'nin, "Birçok tarihi eserin ve çeşitli kültürlerin bir arada bulunduğu bir bölgede inşa edilmek istenen bu baraj, kültürel bir kitle imha silahıdır" sözlerine de yer verdi.

Gazete, hükümetin Hasankeyf'te sular altında kalacak tarihi eser ve yapıların başka bölgelere nakledilmesine yönelik çalışmalar için 25 milyon euro aktardığını belirtmesine rağmen, arkeologlarla yetkililerin bu bölgede bulunan çok sayıdaki tarihi eserin çıkarılıp başka bir yere nakledilmesinin mümkün olmadığını söylediğini aktardı. Times, 1.2 milyar euro'ya mal olacak barajın, Suriye ile Irak'a yönelik su miktarında ciddi bir azalmaya neden olacağını ve bölgede yeni bir krizi tetikleyebileceğini kaydetti.



Yararlanılan Kaynaklar:

1. TC Başbakanlık GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı resmi web sitesi
2. DSİ Genel Müdürlüğü Resmi Web SİTesi
3. ilisu-wasserkraftwerk.com
4. Radikal, 14.07.2006
5. Hürriyet, 06.08.2006
6. AHA, 06.08.2006
7. Milliyet, 11.08.2006
8. Zaman, 11.08.2006
HASANKEYF'İN TARİHÇESİ
Yukarı Mezopotamya'nın bir bölümü olmakla birlikte Anadolu kültürleri ve Yakın Doğu kültürlerinin etkileşip kaynaştığı bir bölgede yer alan Hasankeyf'in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor. Ancak şehir ve etrafındaki binlerce mağara insanların buraya çağlar öncesinden yerleştiğini gösteriyor. Milattan önceki dönemlerde ne gibi tarihi gelişmelere sahne olduğu, kimlerin burada hüküm sürdüğü tarihin karanlık sayfalarından biridir. Bu konuda herhangi bir yazılı kaynak bulunmamaktadır.

Roma İmparatorluğu zamanında çağın iki süper gücü olan İran İmparatorluğu ile Romalılar için bir ileri karakol olan Hasankeyf, Bizanslılarla Sasaniler arasında ara ara el değiştirmiş. Ama MS 4. yy ortalarında Bizanslılar sağlam bir kale yaparak burayı bir daha Sasanilere kaptırmamışlardır. Hakimiyetleri Müslümanların kenti feth ettiği 7.yy başlarına kadar sürmüştür. Müslümanlar burayı ikinci halife Hz. Ömer döneminde MS 638 yılında feth ettiler. Hısn Keyfa melikesi kentini, fethe gelen Halid bin Velid'in eline hiç savaşmadan teslim etmiş, böylece kenti yıkımdan kurtarmıştır. Halifeler döneminin ardından sırası ile Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar buraya hakim oldu.

1101-1232 arasında Artukoğulları'nın başkenti olan Hasankeyf o günkü ismi ile Hısn Keyfa Ortaçağ'ın önemli şehirlerinden biriydi. Şehir, kuzeyden güneye kıvrılıp giden Dicle Nehri üzerinde yer alması ve o günlerde ticaretin önemli bir kısmının nehir yoluyla yapılması nedeniyle ticari ve ekonomik olarak da gelişti. Hasankeyf'i 1232'de alan Eyyubiler, henüz bölgeye tam hakim olamadan Moğol istilası ile karşılaştı. Bu istila atlatıldıktan sonra 14. yy başlarından itibaren Hasankeyf yeniden imar edilmeye başlandı. Nihayet Osmanlıların gücüne direnemeyen, Safevilerin baskıları ve iç hesaplaşmalarla iyice yıpranan Eyyubiler 1515 yılında burayı Osmanlılara bıraktı.

Hasankeyf, 1. Dünya Savaşı sırasında terk edilerek harabeye dönüşmüş, daha sonra buraya yerleşen köylüler tarafından yerleşim yeri haline getirilmiştir. 1967 yılında mağaralarda yaşayan ailelerin barınması için 40 m2'lik beton evler yapılmış, 1990 yılında yapılan bir düzenleme ile Hasankeyf ilçe haline getirilmiş ve Batman'a bağlanmıştır.

Tarihi kayıtlardan, Akkoyunlular zamanında (1461 - 1482 ) Safevi Şahı İsmail'in Hasankeyf'e geldiği, kız kardeşini Hasankeyf Emiri Halil Şah ile evlendirirken nasıl şenlikli bir düğün yapıldığı ya da daha önceleri Hısn Keyfa'da yaklaşık 1.5 asır boyunca hüküm süren (1102 - 1231/32) Artuklu hanedanının, bir yandan Urfa Haçlı Kontluğuyla mücadele ederken bir yandan da ilim ve kültürle iç içe yaşadığı biliniyor.

Hisn Kayfa adının kaynağı da karanlıkta kalmış ve bu adı izah etmek üzere, bir takım asılsız fikirler ileri sürülmüştür. Kayfa adının Süryanicede “kaya” demek olan kifo'dan geldiği tahmin edilmektedir (Quatremere, Histoire des Mongols, I,333 v.d.). Buna göre, Süryani kaynaklarında Hesna Kepha diye anılan ve Arapçada Hisn Kayfa olan şehrin adı “kaya hisarı” şeklinde tercüme edilebilir. M. Streck, Hisn Kayfa adını, muhtemel olarak, Asurca Kipani kelimesinden türetilip, eskiler nezdinde özenle muhafaza edilmiş kavim veya memleket adını, kaynağında böyle isimlendirilen bir bölgenin merkezini ve müstahkem mevkiini ifade ettiğini sandığını söylüyor.

Hisn Kayfa adı sonradan, biraz kısaltılarak, Hisn Kayf olmuş, Osmanlı hakimiyeti altında Hasankeyf şeklini almıştır. Bu ismi izah için, şehrin Hasan adlı bir İranlı veya bir Arap sergerde (lider) tarafından kurulmuş olması yahut bu isimde bir kahramanın hapsedilmiş olduğu hisarın tepesinden atı ile kendisini Dicle'ye atıp, kurtulması türünden hikayelere kıymet verilmeyeceği gibi, bugünkü adının “Hasan'ın keyfi” veya “hüsnü keyif” anlamına geldiği fikirleri de asılsızdır. Yakut, buraya Kayba da denildiğini ve bunun Ermenice bir kelime olması lazım geldiğini zannettiğini söyler; Inciciyan (Géogr., s. 234), eski Ermenicede buraya Kentzy denildiğini kaydeder ve nihayet Katib Çelebi, evvelce buraya Ra's al-Gül denildiğini yazar.

Hasankeyf, Ortaçağ'a ait özgünlüğünü ve bütünlüğünü koruyan önemli bir tarihi kent merkezidir. Kent, kalenin bulunduğu alanda yer alan Yukarı Şehir, Dicle'nin güney sahillerindeki teraslara yayılan Aşağı Şehir ve Dicle'nin kuzeyindeki teraslarda bulunan kent alanları ve mahalleler olmak üzere üç ana bölüme ayrılmıştır.

Artukoğulları devrinde yapılan köprü, Ortaçağ'ın en görkemli ve en büyük köprüsü olarak nitelendirilmiştir. Bu dönemin diğer yapıları arasında Kale'deki Ulu Cami'nin aşağısında yer alan 2000 m2 lik Büyük Saray ile Kale'nin doğu tarafında yolun üzerindeki Kale Kapısı bulunmaktadır. Hasankeyf'te yer alan önemli Eyyubi eserleri ise, Kale'nin en yüksek noktasındaki 1325 tarihli Ulu Cami, 1409 tarihli El Rızk Camii, 1351 tarihli Sultan Süleyman Camii, Koç Camii, Kızlar Camii, Küçük Cami ile İmam Abdullah Zaviyesi ve Kale'nin doğusunda yer alan Küçük Saray'dır. Akkoyunlular dönemine ait, 15. yüzyıl ikinci yarısına tarihlenen Zeynel Bey Türbesi ise Dicle'nin sol kıyısında yer almaktadır.



Yararlanılan Kaynaklar:

1. Antik Kent Hasankeyf, Hasankeyf Kaymakamlığı Yayını, Batman, 1998
2. hasankeyf.itgo.com
3. hasankeyf.gen.tr
4. Sandreczki; Reise nach Mossul und Urmia, Sttutgart, 1857
5. Helmut von Moltke; Briefe über Zustande und Begebenheitenin der Türkei, Berlin 1917
6. W.F. Ainsworth; A Personal Narrative of the Euphrates Expedition, London 1888
7. Albert Gabriel; Voyages Archaeologiques Dans La Turquie Orientale, Paris 1940
8. T.A. Sinclair; Eastern Turkey, London 1989, cilt 3
9. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 4, Istanbul, 1977, s. 452-45
10. Dicle Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Ilısu Barajı ve HES Araştırma Komisyonu, Ilısu Barajı ve HES'nin Çok Yönlü Olarak Değerlendirilmesi, Haziran 2006, Diyarbakır
HARİTALARLA HASANKEYF

Harita:
Albert Gabriel


Harita:
Oluş Arık - Marco Plüss, Hasankeyf, Tarih Vakfı, İstanbul, 2001


BİR KÜLTÜR VARLIĞINI KURTARMAMA PROJELERİ
TC Başbakanlık GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı: Kültür varlıklarının restorasyon ve kurtarma çalışmalarının yapılması, korunması ve gelecek nesillere aktarılması ile çevre düzenlemesi, altyapı, konaklama ihtiyaçlarının giderilerek tanıtımının yapılması GAP kapsamında yürütülen en önemli çalışmalar arasındadır. Kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesine yönelik bu çalışmaların en önemlileri; Birecik, Halfeti, Suruç ilçelerinin Taşınmaz Kültür Varlıklarının Belgelenmesi, Hasankeyf Tarihi ve Arkeolojik SİT Alanı Araştırma, Kazı ve Kurtarma Projesi, Acırlı (Midyat-Mardin) SİT Alanı Çevre Düzenleme Projesi, Mardin Katılımcı Kentsel Rehabilitasyon Projesi, Zeugma Acil Kazı ve Kurtarma Projesi ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi Arkeolojik Yerleşmelerin Taranması Projesi'dir.

GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı tarafından, bölgede binlerce yıllık uygarlık tarihi içinde oluşan "kültürel miras"ın korunması, değerlendirilmesi ve turizm açısından öneminin vurgulanması amacıyla üretilen projelerden biri olan “Hasankeyf Tarihi ve Arkeolojik SİT Alanı Araştırma, Kazı Ve Kurtarma Projesi”nin amacı GAP kapsamında yapılması öngörülen Ilısu Baraj Göl Aynası altında kalacak olan Hasankeyf 'in tarihi ve arkeolojik SİT alanının araştırılması, kurtarılması ve gelecek nesillere aktarılması olarak belirlenmiştir. Projenin kapsamı ise Hasankeyf SİT alanındaki toprak üstünde görülebilen mimari veya küçük buluntu türündeki bütün kültür varlıklarının tespiti, rolöve, topografik, jeolojik ve jeoteknik çalışma, haritalama projelerinin gerçekleştirilmesi, yeraltında kalan ve farklı devirlere ait kültür tabakalarındaki kültür varlıklarının arkeolojik kazılarla yer üstüne çıkarılması, korumaya yönelik çalışmalarının gerçekleştirilmesi, taşınabilir olan kültür varlıklarının taşınması, belgelenmesi ve yayınlanmasıdır. Bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı ve GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı'nın 1991 tarihinde imzaladığı protokolle başlatılan kazı ve kurtarma çalışmaları, bölgenin olağanüstü şartları nedeniyle 1998 yılına kadar yapılamamıştır. 1998 yılında yeniden başlatılan kazı ve kurtarma çalışmalarıyla kentin tarihi ve planı hakkında önemli veriler elde edilmiştir. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Hasankeyf Örenyeri'nde yürütülen çalışmalara, Bakanlar Kurulu Kararlı kazı iznini vermesiyle birlikte, 1991 yılında imzalanan protokol feshedilerek, ilgili taraflar arasında, 05.07.2004 tarihinde yeni bir protokol imzalanmıştır.

Sözkonusu yeni protokol kapsamında yürütülen Hasankeyf Ören Yeri'ndeki 2005 yılı arkeolojik kazı dönemi, hazırlık çalışmaları ile birlikte, 06.06.2005 tarihinde başlamış, kısmi onarım çalışmalarının tamamlandığı 19.10.2005 tarihinde sona ermiştir.

2005 yılı çalışmaları; "Ön Hazırlık Çalışmaları", Zeynel Bey Türbesi, Yamaç Yapıları-II, Yamaç Yapıları-III, Büyük Saray, Adsız (Deriki) Kilisesi, sondaj niteliğinde başlanıp kazıya dönüştürülen Hamam, Seramik Fırınları, Roma Yapı Kalıntısı, Batı Yapıları, Doğu Yerleşimi olarak tanımlanan Kasımiye Bölgesi'ndeki 4 yapıda yürütülen "Kazı Çalışmaları", kazı çalışmalarının yapıldığı alanlarda gerçekleştirilen "Çevre Düzenlemesi ve Basit Onarım Çalışmaları" ve "Diğer Çalışmalar" olmak üzere 4 ana başlık altında gerçekleştirilmiştir.

BİLGİ: 2005 yılında, Hasankeyf'te kurtarma kazılarında görev yapan sekiz öğretim görevlisi, iki yıldır ödenek almadıkları gerekçesiyle kazı işini bıraktı. Kazı ekibinin başında bulunan Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın söz konusu öğretim görevlilerine ödenek vermediğini, durumu defalarca Bakanlığa ilettiklerini belirterek, 'Bu yıl beş ayrı yerde çalıştığımız kazılarda görev alan bazı arkadaşların ayrılması bizi zor durumda bıraktı. En az altı ay süre gereken kazıyı, öğretim görevlisi sayısının yetersizliğinden kısa keseceğiz' dedi.

Prof.Dr. Uluçam, öğretim görevlilerinin büyük çoğunluğunun artık yabancı kazılarda görev almayı tercih ettiklerini ifade ederek, '1.5- 2 trilyonluk ödenek Hasankeyf'e geldiği halde, bunu bazı kalemlerde kullanamayınca, elimiz kolumuz bağlı kalıyor' dedi.

BİLGİ: 2006 yılı Mayıs ayında başlayan temizlik çalışmaları başladıktan hemen sonra mevsimlik olarak çalışan işçiler, ücretlerinin azlığını gerekçe göstererek işi bıraktı. 70 işçi, üç yıldan beri ücretlerine zam yapılmadığını ileri sürdü.

Bütün olumsuzluklara rağmen bu yılki kazılarda şu ana kadar kaledeki 110 mağara temizlenmiş olup, 19 Haziran'da başlanan kazıda da Osmanlı dönemine ait 2 anıt mezar ve çok sayıda köşk ve antik çağdan Osmanlı dönemine kadar kullanılan su kanalı ortaya çıkarılmıştır.


DSİ Genel Müdürlüğü: Uzun bir tarihi geçmişe sahip olan Hasankeyf'teki kültürel varlıkların korunması maksadıyla; Kültür ve Turizm Bakanlığı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve Ilısu Konsorsiyumu koordinasyonunda hazırlanan, Hasankeyf Master Rehber Projeleri Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi makamları tarafından onaylanmıştır.

Ilısu Projesi'nin maksimum su kotundan etkilenmeyen Hasankeyf Yukarı Şehir Alanı'nda yer alan kültürel varlıklar, bu bölgenin geliştirilmesiyle birlikte bir “Arkeolojik Park ve Açık Hava Müzesi”nde yeniden hayat bulmaya devam edecektir.

Hasankeyf'in %80'den fazlası Ilısu Barajı suları altında kalmayacaktır. Bu bağlamda Yukarı Şehir'de bulunan onlarca mezar, türbe, höyük, eski kalıntılar ve 4200 mağara ev, Ilısu Baraj Gölü'nden etkilenmeyecektir. Bölge yukarıda belirtildiği şekilde “Arkeolojik Park ve Açık Hava Müzesi” olarak düzenlenecek ve Hasankeyf Yeni Kültürel Park Alanı ile birlikte “Türkiye'nin ve Dünyanın Kültür ve Turizm Cazibe Merkezi” olacaktır.

Ilısu Baraj Gölü altında kalacak olan bütün kültürel varlıklar ve yerleri “Yeniden Yerleşim Eylem Planlanı” (YYEP) çalışmaları çerçevesinde belirlenmiştir. Bu kültürel varlıklar Ilısu Barajı ve HES Projesi'nin 7 yıllık inşaatı süresince kazılarla çıkarılıp korunacaktır.


Hasankeyf'i Yaşatma Sempozyumu Sonuç Bildirgesi Tespitler Bölümü, Madde 1: “Hasankeyf 1978 yılından beri 1. Derece Arkeolojik SİT Alanıdır. Dicle Nehri'nin yüzbin yıllık aşındırmasıyla şekillenen kaya yamaçlarıyla Hasankeyf, tarihsel ve kültürel miras alanı olmasının yanısıra bir 'Doğal Anıt' niteliğindedir. Yasa gereği burada yapılacak olan müdahaleler, ancak ilgili resmi kurul olan Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun onayından geçerek gerçekleştirilebilir. Ilısu Barajı Projesi çerçevesinde Hasankeyf'e yapılacak olan müdahaleler konusunda şu ana kadar bu kurula hiçbir başvuru yapılmamıştır.”

DSİ Genel Müdürlüğü: Her yıl için %15'lik yüzey çalışması ve %15'lik kazı ve taşımanın yapılacağı kabul edilmektedir. Bu kabule göre yüzey çalışmaları, kazılar ve taşımalar için ayrılan tahmini bütçe 53 000 000 ABD Doları olarak belirlenmiştir.

BİLGİ: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan temel atma töreninde yaptığı konuşmada proje için temin edilen dış kredinin 25 milyon Euro'sunu Hasankeyf'in tarihi ve kültürel varlıklarının korunması ve kurtarılması için kullandıklarını, yine yaklaşık 53 milyarlık bir bütçeyi de sadece bu işe ayırdıklarını söylemiş ancak 53 milyar için para birimi belirtmemiştir. Bu rakam, DSİ için hazırlanan ve internet sitesinde sadece Almanca ve İngilizce olarak yayınlanan “Yeniden Yerleşim Raporu”nda ise 100 milyon ABD Doları olarak geçmektedir. DSİ'nin temel atma töreninden sonra yayınlanan ve halen resmi sitesinde de bulunan Basın Bülteni'nde Hasankeyf tarihi ve kültürel varlıklarının korunması ve kurtarılması için kullanılacak olan rakam 25 000 000 ABD Doları' olarak görülmektedir. Ayrıca bunun bir kültürel değerin yok olması anlamına geldiğini düşünen Dünya Bankası kredi vermeyi reddetmektedir. Körfez ülkelerinden Bahreyn'de yayınlanan Gulf Daily News gazetesi ise hükümetin Hasankeyf'deki kalıntıları korumak için 85 milyon dolar tahsis ettiğini, evlerini kaybedecek olan 200 köyün insanlarına tazminat ödeyeceğini kaydetti.


Atilla Koç (Kültür ve Turizm Bakanı): “Hasankeyf'in keyfini kaçırmayacağız. Eserleri tek tek numaralandırarak Hasankeyf'in tam karşısındaki Kesmeköprü köyünün üst tarafında yeniden inşa edeceğiz.”

BİLGİ: DSİ için hazırlanan ve internet sitesinde sadece Almanca ve İngilizce olarak yayınlanan “Yeniden Yerleşim Raporu”nda ise Aşağı Şehir'deki anıtların Yukarı Şehre taşınacağı belirtilmektedir.



Yararlanılan Kaynaklar:

1. DSİ Genel Müdürlüğü Resmi web sitesi
2. TC Başbakanlık GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı Resmi web sitesi
3. ilisu-wasserkraftwerk.com
4. Hürriyet, 22.08.2005
5. Milliyet, 27.02.2006
6. Batman Kent Haber, 19.05.2006
7. Hürriyet, 24.05.2006
8. Turizm Gazetesi, 16.06.2006
9. Trt/Haber, 12.07.2006
10. Batman Gazetesi, 27.07.2006
11. AHA, 06.08.2006
Zeynel Bey Türbesi, Foto: A. Gabriel (1932) Zeynel Bey Türbesi, Rölöve: A. Gabriel İmam Abdullah Ziyareti'nin Kapıları, Foto: A. Gabriel (1932)
HASANKEYF TAŞINIR MI?
Kültürel Miras Eylem Planı, Rev. 07.06.2006, Ankara: Hasankeyf'te bulunan Kültürel Varlıkların Taşınması için Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı, GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Konya Selçuk Üniversitesi ve diğer ilgili Kurum üst düzey yetkililerinin yaptığı üst düzey bir toplantıda Hasankeyf Yeni Yerleşim Alanı İle Yeni Kültürel Park Alanı yeri kararlaştırılmıştır. Bu amaç doğrultusunda, Kültür ve Turizm Bakanlığı, DSİ Genel Müdürlüğü ve Ilısu Konsorsiyumu koordiansyonunda hazırlanan “Hasankeyf Master Rehber Projeleri” Türkiye Cumhuriyeti'nin ilgili otoriteleri tarafından onaylanmıştır.

Ilısu Baraj Gölü'nden etkilenen ve halihazırda Aşağı Şehir ve Karşı Şehir Alanı'nda bulunan El Rızk Camii, Koç Camii, Sultan Süleyman Camii, Kızlar Camii, Küçük Cami, Zeynel Bey Türbesi, İmam Abdullah Zaviyesi, Artuklu Köprüsü gibi Kültürel Varlıklarımız, halihazırdaki konumlarına yakın bir yerleşimle, Türkiye'de ve Dünya'da uzmanlaşmış Eksperler yönetiminde, Hasankeyf Yeni Kültürel park Alanı'na taşınacaklar ve yerleştirileceklerdir.

Hasankeyf Yeni Yerleşim Alanı İle Yeni Kültürel Park Alanı yeri mevcut Hasankeyf İlçesi'nin 3 km kuzeydoğusunda, Kesme Köprü mevkiindedir. Planda Hasankeyf Yenişehir Alanı 296.8 hektar, Yeni Kültürel Park Alanı ise 13.8 hektar olarak belirlenmiştir. Bu yerleşim, su altında kalmayan kültürel varlıkların korunması için Yukarı Şehir'de geliştirilecek olan Arkeolojik Park ve Açık Hava Müzesi alanına hakim bir konumdadır.


Atilla Koç (Kültür ve Turizm Bakanı): “Hasankeyf'in keyfini kaçırmayacağız. Eserleri tek tek numaralandırarak Hasankeyf'in tam karşısındaki Kesme Köprü Köyü'nün üst tarafında yeniden inşa edeceğiz.”


Recep Tayyip Erdoğan (Başbakan): “Bilimin bütün imkanların kullanarak yeni bir Hasankeyf'i bütün bu eserlerle farklı bir yere taşımak suretiyle yaşatacağız.”


Prof.Dr. Oluş Arık, (1986-2003 dönemi Hasankeyf Kazı Başkanı): 1985 yılından bu yana Hasankeyf'in açığa çıkarılması ve korunması için çaba gösteren bilim grubunda önemli bir yere sahip olan Prof.Dr. M. Oluş Arık “Hasankeyf, nasıl olursa olsun kurtarılmalı. Gerekirse sökülüp taşınsın. Kulağa hoş geliyor bunlar. Tılsımlı sözler! Ama üzerinde konuştuğumuz Hasankeyf oluşumunun gerçeği karşısında, bir teselliden ötesini söylemiyor. Burası doğanın biçimlendirdiği bir coğrafya üzerinde, insan aklının ve emeğinin katmanlar oluşturduğu bir yer.

Mağara oluşumlarından ayrı yapılmış, kesme taştan birkaç bina, bir iki minare dışında neyi taşıyacağız? Olağanüstü genişlikte kaya kütleleriyle birlikte yükselen, hangi parçayı, hangi teknikle taşıyacağız? Burası bir kent teknolojisidir. Bu Ortaçağ teknolojisini, üzerinde yükseldiği doğal oluşumu, hangi teknikle taşıyabiliriz; bunlar karanlık. Bugün gözle görülebilir yapıların altında, onları daha iyi anlamamızı sağlayacak öğelerden henüz haberdar değiliz. Birçoğunu tahmin bile edemiyoruz. Buradan bakınca, taşıma dendiğinde, tılsımlı bir demogojiden başka şey söylenmiş olmuyor. Kent dokusunu bir kilo domates gibi taşımaktan söz ediliyor gibi geliyor insana. Hele de en iyi durumda olan eserin üçte ikisi toprağın altında olan bir yeri konuştuğumuzda, bu daha da anlamını yitiriyor. Belki milyonlarca olasılık düşünüldükten sonra.

Burada bazı önceliklerde ısrar etmekten başka geçerli yol yok. Bunların başında, Hasankeyf'in içerdiği bütün değerlerin açığa çıkarılması geliyor. Önce bu kenti, bu oluşumu, bu teknolojiyi bütünüyle anlamalıyız. Baraj dahil, bütün projeleri bunun üzerine kurmalıyız.

Efes, Milet, Bergama gibi antik kentler neredeyse bir yüzyıldır kazılarak açığa çıkarıldı. Böyle bir kenti kazmak için bize verilen zaman ise, yalnızca birkaç yıl. Olanakların kıtlığından, esirgenmesinden söz etmekse gereğinden de çok yorucu olur. Baraj yapımı nedeniyle, bize sıklıkla şu söyleniyor: `Bir yerde bitirin. Bir noktaya gelince durun.' Nerede duralım? Osmanlı yapısının altında Selçuklu çıkıyor, onu ırgalıyorsun altında Assur çıkıyor. Söylesinler, hangisinden vazgeçelim!

Barajın alternatifi var. Ama Hasankeyf'in alternatifi yok. Kuşkusuz burada her şey yok olacağına, bazı parçaların taşınıp kurtarılması iyidir. Bu nasıl olsa yapılır. Ama bunun yapılamayacak olan yanları düşünüldüğünde, aslında neredeyse hiçbir şey yapılmamış olacak. Bazı örnekler vermek istiyorum: İnsan yapısı eserlerin taşınması deniyor. Ama bu yapılar bir iki sanat ve mimarlık eserinden ibaret değil ki. Burada yollar, kanallar, kamu yapıları, semtler, temiz ve atık su sistemleri ve çarşıları söz konusu. Yani bütün dokusuyla bir Ortaçağ başkenti.”


PD Dr. Andreas Schachner (Alman Arkeoloji Enstitüsü üyesi, Hattuşaş Kazısı Başkanı): "Bütün kültürel yapıyı kazmak ve taşımak gibi bir imkan yok. Sadece belirli eserler taşınabilir. Politik bir durum söz konusu ve istikrarlı bir politika yok. O barajın orada gerekli olup olmadığı iyi araştırılmalı. Bu bütün dünyanın bir ikilemidir. Ülkenin kendini geliştirmeye de tarihi alanlarını korumaya da hakkı var. Bunun arası bulunmalı. Almanya'da da bu konuda çok tartışmalar ortaya çıkıyor. Tarihi alanların üzerine yol gibi çalışmalar yapılabiliyor”


Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam (Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Arkeoloji-Sanat Tarihi Bölümü Başkanı ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü, Hasankeyf Kazısı Başkanı): "Bilim adamı olarak Hasankeyf'teki tarihi eserlerin taşınamayacağını söylüyorum. Önümüzdeki günlerde bilimsel kurul bu konuda kesin kararı verecek. Ama benim şahsi görüşüm, mevcut eserlerin taşınamayacağıdır. Eğer yer altındaki eserler konvanse edilirse, yani sağlamlaştırılırsa belki taşınabilir. Bu olasılık da zor gibi görünüyor. Yer altındaki eserleri kaldırdığınız an elinizde tuzla buz olur. Bu eserler ancak gelişmiş bir teknolojiyle taşınabilir. Hasankeyf'teki arkeolojik kazıların ne zaman biteceğine dair bir tarih vermek mümkün değil. Toprağın altından ne çıkacağını bilmiyoruz. 'Şu kadar sürede Hasankeyf'in arkeolojik değerleri ortaya çıkar' denemez. İş imkanını, insan ve parasal gücü ne kadar arttırırsanız arttırın, çıkacak olan tarihi dokunun ve kültürel donanımın yapısıyla ilgili. Süreç hakkında kesin bir şey söylemek doğru değil. Mutlaka baraj yapılacaksa, mutlaka bunlar suyun altında kalacaksa, bunların başka yere taşınması, nelerin taşınabileceğinin belirlenmesi esastır.”


Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi: “Kent bir kez sular altında kalırsa bir daha kurtarılması mümkün değildir. Su düzeyinin alçalıp yükselmesi, kaya oluşumundaki karbonat kırıntıları ile çimentoyu kolayca çözer.”


Dr. Gül Pulhan (Koç Üniversitesi Tarih Bölümü Anadolu Uygarlıkları ve Kültürel Miras Yönetimi Öğretim Üyesi) : Çok net bir cümleyle söylemek gerekirse, Hasankeyf taşınamaz. Dünyada az olmakla birlikte böyle projeler gündeme geldi. Bunun da en ünlü örneği Mısır'daki Ebu Simbel Tapınağı'dır. Ama bu hiçbir çare olmadığı takdirde başvurulan, çok maliyetli ve teknik olarak çok zor bir koruma tipi. Hasankeyf ise çok farklı bir topoğrafyanın üzerine yayılmış olan bir kent. Çok geniş bir alana yayılmış. Binaların ortaçağ döneminin özelliklerini ve şehir planını yansıtması gibi bireysel özelliklerinin ötesinde doğal coğrafyanın içine yerleştirilmiş olması, Hasankeyf'i son derece etkileyici bir yerleşim yapıyor. Dünyada başarılan taşıma projelerinde binalar genelde ya taş ya da Ebu Simbel örneğinde olduğu gibi kayaya oyulmuş, yani malzemenin kendisi zaten çok kuvvetli. Hasankeyf'te ise çoğu tuğla tarzı malzemeden yapılmış. Yalnız birkaç minare ve taçkapı taş. Yani, malzeme bloklar halinde kesip taşımaya müsait değil.

Hasankeyf'te Zeynel Bey Türbesi, hamam, Artuklu Köprüsü, El Rızk Camii, Koç Camii ve İmam Abdullah Zaviyesi, Küçük Külliye, Süleyman Camii ile Kızlar Camii'nin taşınması öngörülmüş. Zaten bu sayı bile, olayın ne kadar imkânsız olduğunu hissettiriyor. Çünkü, bunların her biri birbirinden büyük binalar ve inşaat teknikleri farklı. Bir kere söküldüklerinde zaman, muhtemelen hepsi bir daha bir araya gelemeyecek şekilde dağılacak. Pişmiş tuğladan yapılmışlar ve zaten şu anda da dağılıyorlar. Öngörülen kültürel park alanı Hasankeyf'in özel doğasıyla, dokusuyla ilgisiz bir yer. Yani, üç tarafı baraj gölü ile çevrili bir yarımada. Üzerinde bazı yürüme yolları, yeşil alanlar olacak. Bunların arasına çeşitli dönemlerden, çeşitli mimari özellikler taşıyan eserler serpiştirilmiş. Plandan gördüğümüz kadarıyla, Hasankeyf'le hiç ilgisi olmayan bir amfitiyatro da eklenmiş. Kültürel varlıkların korunması yaklaşımı açısından bakarsak, akıl almayacak bir proje.

Hasankeyf'i Yaşatma Sempozyumu Sonuç Bildirgesi Öneriler Bölümü, Madde 4: “Hasankeyf'in tarihsel değer taşıyan yapılarının bir başka alana taşınması hem bu binaların yapım malzemelerinin özellikleri hem de bu alanda sürdürülmekte olan kazıların ancak 40-50 yıl sonra tamamlanabilecek olması dolayısıyla olanaklı değildir. Taşınma adına yapılacak sınırlı kapsamlı projeler bir kandırmacadan ibaret olacaktır. Taşınma stratejisi tümüyle ve kesin olarak terk edilmelidir.”


Dicle Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Ilısu Barajı ve HES Araştırma Komisyonu, Ilısu Barajı ve HES'nin Çok Yönlü Olarak Değerlendirilmesi Raporu: Taşınma işlemi, koruma çalışmalarında istenilmeyen bir uygulamadır ve olabildiğince kaçınılması istenilmektedir. Her yapı bulunduğu yerde kimlik kazanmıştır ve yerinde korunmalıdır. Hasankeyf'in tarihi kent dokusunu oluşturan çok sayıdaki anıtsal yapının bir başka alana taşınması, bu binaların yapım malzemelerinin özellikleri nedeniyle de mümkün değildir. Taşınma işlemi, yapım sistemi kesme taştan oluşmuş yapılar için uygulanabilecek bir sistemdir. Taşınmaya uygun olmayan malzemelerden (kerpiç, moloz taş vb) oluşmuş yapıların ise taşınması çok zordur.

Hasankeyf'te taşıma adına yapılacak projelerin başarılı olması beklenemez. Taşıma adına yapılacak, bilimsel niteliği tartışılır projeler çözümler üretmeyecek, koruma yıkıma dönüşecektir. Taşınma projelerinden tümüyle ve kesin olarak vazgeçilmelidir.


2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Madde 10: “Kültür ve Turizm Bakanlığı, korunacak olan taşınamaz kültürel doğal varlıkların, korunmasına ilişkin diğer tedbirleri almak ve uygulamak ayrıca ilgili varlığa sahip olan veya işletme hakkı verilen Kuruluşları da gözetlemekle yükümlüdür.”


2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Madde 20: “Taşınmaz kültür varlıkları ve parçalarının, bulundukları yerde korunmaları esastır.”


1964 tarihli “İkinci Uluslararası Anıt Mimar ve Teknisyenleri Kongresi” Sonunda Hazırlanan Venedik Tüzüğü, Madde 7: “Bir anıt tanıklık ettiği tarihin ve içinde bulunduğu ortamın ayrılmaz bir parçasıdır. Anıtın tümünün ya da bir parçasının başka yere taşınmasına anıtın korunması bunu gerektirdiği ya da çok önemli ulusal, uluslararası çıkarların bulunduğu durumlar dışında izin verilmemelidir.”


1976 Nairobi UNESCO Toplantısı, “Tarihi Alanların Korunması ve Çağdaş Rolleri Konusundaki Tavsiyeler”: “Tarihi Alanlar ve çevreleri evrensel mirası oluşturan ve yerine konulamaz değerler olarak ele alınmalıdır. Topraklarında yer aldıkları devletin, hükümet ve vatandaşları bu mirası korumayı ve günümüz sosyal yaşamı ile bütünleştirmeyi görev saymalıdır. Her tarihi alan ve çevresi, özel karakteri ve dengesi, onu oluşturan parçaların birbirleriyle kaynaşmasına bağlı olan ve yapıları, mekansal organizasyonu ve fiziksel çevresi kadar insan faaliyetlerini de içeren bir bütün oılarak görülmelidir.”


1999'da AB'ye Uyum Süreci Çerçevesinde İmzaladığımız “1992 Valetta/Malta Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi”: “Sözleşmeci devletler arkeolojik mirasın korunması için gerekli önlemleri almak, arkeolojik araştırma faaliyetlerini bilimsel güvence altına almak, arkeolojik mirasın tercihen bulunduğu yerde korunmasını ve bakımını sağlamayı taahhüt ederler.”



Yararlanılan Kaynaklar:

1. DSİ Genel Müdürlüğü resmi web sitesi
2. hasankeyfsadakat.com
3. Radikal, 26.02.2006
4. Milliyet, 27.02.2006
5. Batman Kent Haber, 21.06.2006
6. Hürriyet, 07.08.2006
7. Hürriyet, 09.08.2006
8. hasankeyf.itgo.com/seminer.html
9. emo.org.tr
10. Dicle Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Ilısu Barajı ve HES Araştırma Komisyonu, Ilısu Barajı ve HES'nin Çok Yönlü Olarak Değerlendirilmesi, Haziran 2006, Diyarbakır

KATKI



NE SÖYLERSEM BİR EKSİK


“Bir başkent daima başkenttir, ne kadar susturulursa susturulsun yine konuşur.”
A. Hamdi Tanpınar



Türkiye'nin yeni bir baraja ihtiyacı olup olmadığını bilmiyorum. Ama Türkiye'nin gelecek kuşaklarının Hasankeyf'e ihtiyaçları olduğundan eminim. Tıpkı Hasankeyf'in şimdi bize ihtiyacı olduğu gibi.

Fakültede derste bir diada Zeynel Bey Türbesi'ni gördükten sonra Hasankeyf'in peşine düştüm. Niye etkilendim o zaman bilmem, belki de orada öylece yapayalnız durması hüzün vermişti bana. Sonradan anladım ki Hasankeyf'te her yapı yalnız, yapayalnız. Hatta terkedilmiş. İnsanlar yaşarken bile terketmişler orayı.

1954'de baraj projesi söylentileriyle başlayan göç yıllar boyunca ufak ufak sürmüş. Devlet bakmış ki, halk mağaralarda ilkel koşullarda yaşayacak kadar fakir, hemen elini uzatmış. Halk da devlet yapıyor diye binlerce yıldır yaşanılan yazları serin, kışları sıcak, suyu, kanalizasyonu olan, neredeyse 3 oda salon mağaralarını bırakıp 1967'den sonra, temelinde antik taşların kullanıldığı 40'ar metre karelik beton evlere taşınmış. Tarihi anıtlar biraz da yok olmuş, ne gam... Halk göç etmeye devam etmiş.

1960'larda 30 bin kişinin yaşadığı kentin bugünkü nüfusu 3500'lerde. Bir zamanların ticaret zengini halk, kaçabildiği neresi olursa tası tarağı toplayıp gitmiş. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra zaten harabeye dönen kentin kaderine bir de eğitimsiz yöneticilerle ilgisiz insanlar eklendiği gibi doğa da tüm acımasız yüzünü her kış gösterince tüm tarihi yapılar her geçen yıl daha da yıpranmış. 1978'de SİT alanı ilan edilmiş edilmesine de... Hikayenin geri kalanı hazırladığımız dosyada bol bol var. Benim diyeceğim herşey de çoktan söylendi. Ama mutlaka birileri yeni sözler bulmalı. Mutlaka. Yoksa...

Geçenlerde lise mezuniyet yıllığımı karıştırırken bir yazımda 16 yaşımın tüm romantikliği ile “İnsanlarda en güzel kanun, suyu ışık, düşü gerçek, düşmanı kardeş yapmalarıdır” demiş olduğumu gördüm. Artık biliyorum ki, suyun ışık olması bizi aydınlatmayabiliyor, düşlerin gerçek olması için mucize gerekiyor ve düşman kim, kardeş kim çoğunlukla anlaşılmıyor...

Ayşe Didem Bayvas
BİR DE BU YANINDAN BAKALIM...


BARAJ ÇILGINLIĞI


Bugün Fırat Nehri'nin Türkiye sınırları içindeki doğal akış uzunluğu hemen hemen 50 km kadardır. Şaşırdınız mı? Şöyle açıklayayım: Keban Barajı'nın gölü, Fırat Nehri'nin ilk kaynaklarını aldığı Elazığ, Erzincan ve Tunceli il sınırlarına kadar uzanmaktadır. Bu barajın altında yer alan Karakaya Barajı'nın gölü ise hemen hemen Keban Barajı'nın gövdesine dayanmaktadır. Aynı sahne bir sonraki baraj olan Atatürk Barajı'nda tekrarlanır; onun gölü de Karakaya Barajı'nın gövdesine kadar uzanır. Bir sonra gelen Birecik Barajı'nda ve Kargamış Barajı'nda da aynı durum söz konusudur.

Dolayısıyla bugün artık Türkiye'de bir “Fırat Nehri”nden bahsedebilmemiz mümkün değildir. Süleyman Demirel'in 40 yıl önceki rüyası gerçek olmuş ve Fırat Nehri yok olmuştur. Kuzeyden güneye 600 km uzunluğunda bir alan artık tamamen “Göller Bölgesi” haline gelmiş, iklim değişmiş, insanlar taşınmış, yeni yollar ve köprüler inşa edilmiştir.

Aynı sahne yakın bir tarihte Çoruh nehri için tekrarlanacaktır. Hem de 11 barajla! Bu nehirde barajlar arası uzaklıklar Fırat kadar fazla olmadığına göre, herhalde bir göl arkasında kalan barajı boğmasın diye tümünün birden savak kapaklarını sürekli açık tutacaklar.

Bu arada, Atatürk Barajı'ndan su aktaran Urfa Tünelleri kullanıma açılmış ve güneydeki çorak topraklar ilk defa su ile tanışmışlardır. Harran Ovası sulanmaya başlanmış, bu topraklara “medeniyet” gelmiştir. Milyonlarca yıldır su yüzü görmemiş bu topraklarda suyu “bol bulan” köylümüz sayesinde yüzeyin altındaki tuz tabakası toprak üstüne çıkmış ve tarım mahvolmuştur. Tabii böylesi komik bir durumda artık “tarım politikası”, “toprak reformu” gibi lüzumsuz konuların gündeme getirilmesi dahi gereksizdir.

Kullanım ömrü, nehrin taşıdığı alüvyon miktarına bağlı olarak, 40 ila 60 yıl arasında değişen böylesi bir nesne için doğayı, kültürel dokuyu yok ediyoruz. Arkamızdan gelecek kuşakların, günü kurtarmaya yönelik bu politikalarımız sonunda yarattığımız kalıcı tahribatı görünce hakkımızda neler diyeceklerini düşünmek dahi istemiyorum.

Türkiye'de, belki de dünyada görülebilecek en ilginç baraj ise, Kızılırmak üzerinde inşa edilmiş olan May Barajı'dır. İlginçliği boş olmasından gelir, çünkü barajın tamamlanmasından sonra nehir kendine başka bir yol bulmuştur. Barajın, nehrin bu uygunsuz davranışı karşısında yapabileceği hiçbir şey yoktur. Projede çalışan tüm jeolog ve mühendislerin olağanüstü bir işbirliği içinde ortaya koydukları bu mühendislik abidesi tüm takdirlerin ötesindedir.

Türkiye'de bugün küçüklü büyüklü tam 142 adet hidroelektrik santralı var. “Hidroelektrik santralı” bilimsel açıklaması ile “Hidrotürbinden akan suyun jeneratörü döndürmesiyle elektrik üreten santral”dır. Bu 142 adet santralın ufak bir kısmı nehirlerin akışını bozmadan, suyu bir tünelle türbinlere aktaran “Nehir hidroelektrik santralı” olmalarına karşın büyük bir kısmı su tutan, baraj tipi santrallerdir.

Bu 142 santralden bugün “teorik olarak” 45.930 GWh elektrik enerjisi üretilmesi gerekiyor. Tabii, teorik olarak. Barajlar ortalama %40-45 kapasite ile çalışıyorlar, o ayrı. Bu elektrik enerjisi ise Türkiye enerji arzının sadece %35'i. Geri kalanı termik, doğalgaz, petrol vs.

Geliyoruz daha dehşet bir konuya: Önümüzdeki 20 yıl içinde hidroelektrik santral sayısının 747 (evet, yazı ile yediyüzkırkyedi!) olması planlanmakta. Buradan elde edilecek elektrik ise yine “teorik olarak” 129.907 GWh. Tüm bu sayılar bir şaka değil, DSİ nin resmi açıklaması. Bu ilave 605 baraj ve türbin için Türkiye'de nehir kalıp kalmadığını ise size ben söyleyebilecek durumda değilim, herhalde vardır, büyüklerimiz bizden daha iyi bilirler.

Ve hala daha elde edilen enerji Türkiye'ye yetmiyor. Kişi başı elektrik kullanımında dünyanın gelişmiş ülkelerinin altındayız ve bu kadar barajın enerjisi, ki bunlar toplamın sadece % 35'i olmalarına rağmen, yetmiyor. Halbuki gelişmiş ülkelerin hidroelektrik üreten baraj sayıları bunun altında.

Peki neden bu kadar baraj yapılmasına rağmen üretilen enerji yeterli değil?

Cevabı bilenler arasından yapılacak çekilişte, kazanan okurumuza Atatürk Baraj Gölü altında kalmış Samsat Höyüğü hediye edeceğiz. Ve işte cevap: Elektrik telleri! Evet, elektrik telleri, yani teknik ismi ile “interkonnekte sistem”. Bugün Türkiye'de baraj santrallarından ana istasyonlara elektrik aktaran bu sistemler o denli eskimiş durumda ki, aynı miktarda enerji sağlamak için her yıl yeni birkaç baraj daha inşa etmek gerekiyor. Şebeke kaybı ve kaçakların üretilen elektriğe oranı nerede ise %25'lere ulaşmış durumda. Sadece kaçağın bugünkü değeri yıllık 1,5 milyar USD dir. Şebeke kaybı da bir o kadar.

Ne komik bir enerji politikası değil mi? Teller eskidiği ve kayıplar arttığı için devamlı yeni barajlar inşa ediyoruz. Yani, bir başka anlatım ile, doğudan batıya su taşımaya çalıştığımız boru delik deşik ve biz, gelen su azaldıkça, boruyu onarmak yerine içine daha fazla su basmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken de ekonomik ömrü son derece kısıtlı barajlar için bu ülkenin geçmişini, kültürünü, coğrafya ve iklimini altüst etmekten çekinmiyoruz. “Günü kurtarma” nın milyarlarca dolarlık şekli bu olsa gerek.

Tabii, bu arada gelişmiş ülkelere de haksızlık etmeyelim. Evet, Almanya veya İngiltere'nin hidroelektrik santral sayısı daha az ama bu ülkeler, enerji ihtiyaçlarını sadece hidroelektrik santrallarına dayamış değiller; nükleer, termik ve doğalgaz santrallarını da yaygın olarak kullanıyorlar, kayıp oranları % 8 ve baraj kapasiteleri % 80 civarında.

- Şart mı baraj yapmak?
- Neden Türkiye'nin ürettiği enerji, bu kadar yatırıma rağmen, hala yeterli değil?
- Sorun verimliliğinin yetersizliği mi, aktarımdaki veya kullanımdaki kaçaklar mı, yoksa “d” şıkkı, “Hepsi” mi?
- Başka bir sistem veya yöntemle aynı miktar enerji sağlanabilir veya tasarruf edilebilir mi?
- “Baraj Yapılmasın” demiyoruz ama yapılırken daha iyi planlayamazlar mı?


Ali Yamaç